EntellektuelForum Forum Ana Sayfa EntellektuelForum

 
 SSSSSS   AramaArama   Üye ListesiÜye Listesi   Kullanıcı GruplarıKullanıcı Grupları   KayıtKayıt 
 ProfilProfil   Özel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapınÖzel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapın   GirişGiriş 

Liberalizm'in Özü

 
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> FELSEF'Î DÜŞÜNCELER
Önceki başlık :: Sonraki başlık  
Yazar Mesaj
admin
Site Admin


Kayıt: 31 Arl 2006
Mesajlar: 831
Konum: Belarus

MesajTarih: Cmt Ekm 11, 2008 9:44 pm    Mesaj konusu: Liberalizm'in Özü Alıntıyla Cevap Gönder



Liberalizm'in Özü Sonsuz Kullanım Ütopyası
Pierre Bourdieu

Egemen söylemde olduğu üzere ekonomik dünya saf ve mükemmel bir düzendir, tahmin edilebilir sonuçlarının mantığını amansızca gözler önüne serer; ve otomatik yahut – daha müstesna bir yolla – Uluslararası Para Fonu (IMF) ve İktisâdi Kalkınma ve İşbirliği Örgütü (OECD) gibi silahla mücehhez uzantıları vasıtasıyla uygulamaya koyduğu müeyyidelerle ve bu kurumların zorunlu tuttuğu politikalarla - emek mâliyetinin düşürülmesi, kamu harcamalarının azaltılması ve işin daha esnek kılınması- tüm ihlalleri bastırmada dakiktir. Peki, egemen söylem haklı mıdır? Bu ekonomik düzen, hakikatte bir ütopya'nın – neoliberalizm ütopyasının - hayata geçirilmesinden başka bir şey değilse ya? Böylelikle bir siyasi probleme tahvil olan? İlan ettiği ekonomik teorinin yardımıyla kendisini hakikatin bilimsel tanımlaması olarak tasavvur etmeyi başaran bir siyasi problem?

Bu hamiyetperver teori, saf matematiksel bir kurgudur. Müthiş bir soyutlama üzerine kuruludur. Dar ve katı bir rasyonellik fikri adına yani bireysel rasyonellik adına rasyonel yönelimlerin ekonomik ve sosyal şartlarını ve onların uygulanma şartları olan ekonomik ve sosyal yapıları parantez içine alır.

Bu ihmalin boyutunu anlamak için eğitim sistemi üzerinde düşünmek yeterlidir. Eğitim asla hesaba katılmamaktadır; tıpkı bizzat üreticilerin üretiminde rolü olması gibi mal ve hizmet üretiminde tayin edici bir rolünün olduğu bir zamanda hesaba dâhil edilmemektedir. Ekonomi disiplininin tüm eksiklikleri ve kusurları ve de rekabet ve etkinliğe dayalı tam anlamıyla ekonomik bir mantık ve hakkaniyete dayalı bir sosyal mantık arasında kendisini keyfi muhalefete -ki sırf varlığıyla onu teşvik etmektedir - raptettiği ölümcül dikbaşlılık, Walrasvâri "saf teori" efsânesine kazınmış bu nevi bir "ilk günahtan" sâdır olmaktadır.

Yani kökleri gibi kendisi de toplumdan ve tarihten koparılan bu "teori", bugün, daha önce hiç olmadığı kadar, kendisini gerçek ve deneysel olarak doğrulanabilir kılmanın vasıtasıdır. Neoliberal söylem mevcut başka söylemlerden bir tanesidir yani yalnız değildir; doğrusu "güçlü bir söylemdir" - Erving Goffman'ın analizinde, bir tımarhanedeki psikiyatrik söylemin güçlü bir söylem olması gibi (2). Bu söylemin savaşılamayacak denli güçlü ve zorlu olmasının tek sebebi, varlığına katkıda bulunduğu bir dünyadaki tüm güç ilişkilerinin onun yanında saf tutmasıdır. Bunu bilhassa da ekonomik ilişkilere egemen olanların ekonomik seçimlerini yönlendirerek yapar. Böylelikle kendi sembolik gücünü bu güç ilişkilerine ilave eder. Siyasi eyleme tahvil edilen bu bilimsel program adına dev bir siyasi projeye başlanmıştır her ne kadar negatif görüntüsünden dolayı statüsü bu sıfatla inkâr ediliyor da olsa. Bu proje, "teorinin" gerçekleştirilebileceği şartları yaratmayı ve teorinin bir işlevi icra etmesini amaçlamaktadır: Kollektif yapıların metodik / sistemli imhası programı.

Neoliberal saf ve mükemmel pazar ütopyasına yönelen bu hareket, finans piyasalarını denetim dışı bırakan politikalar sayesinde mümkünâta kavuşur. Ve saf pazar mantığına engel çıkartma hizmeti görebilecek bütün kollektif yapıların sorgulanmasını hedefleyen tüm siyasi tedbirlerin dönüştürücü ve -denmeli ki -yıkıcı eylemiyle başarıya ulaştırılır (bu tedbirlerin en sonuncusu Çok Taraflı Yatırım Antlaşmasıdır (ÇTYA). Yabancı şirketleri ve onların yatırımlarını ulus devletlerden koruma adına tasarlanmıştır): [ bu kollektif yapılardan ] Ulusun manevra alanı sürekli azalmaktadır; çalışma/iş gruplarına gelince, bireysel liyâkatin bir işlevi olarak maaşların ve kariyerlerin bireyselleştirilmesi sonucunda işçiler atomize olmuşlardır; işçi haklarını savunan kollektif yapılar yani sendikalar, dernekler, kooperatifler [imha programındaki kollektif yapılardır]; hatta aile bile. Yaş gruplarına göre pazar kesitlerinin oluşturulması yoluyla aileler, tüketim üzerindeki denetimlerinin bir kısmını kaybetmektedirler.

Neoliberal program sosyal gücünü, çıkarlarını temsil ettiklerinin siyasi ve ekonomik gücünden almaktadır: hissedarlar, mâli çarkçılar, sanayiciler, laisser-faire'in işsizliği artıran tedbirlerine onay verir olmuş muhafazakâr veya sosyal demokrat siyasetçiler, firma yöneticilerinin aksine sonuçların bedelini er ya da geç kendilerinin ödemesi tehlikesi olmadığından dolayı kendi yok oluşlarını davet edecek politikaları savunmaya teşne üst düzey mâli yetkililer. Neoliberalizm neticede ekonomiyi sosyal gerçeklerden koparmaya ve bu suretle saf teorideki – saf teori kendisini, ekonomik öznelerin faaliyetlerini düzenleyen kısıtlamalar zinciri olarak sunan bir nevi mantıki bir mekanizmadır- târifine uygun bir iktisâdi sistem inşa etmeye meyletmektedir.

Finans piyasalarının küreselleşmesi, bilgi teknolojilerinin ilerlemesinin de katkısıyla, sermayeye daha önce emsali görülmemiş bir akışkanlık vermiştir. Kısa vadede kazanç elde etmek isteyen yatırımcılara dev kurumların karlılığını her daim mukayese etme ve sonuç itibariyle işleri ters giden firmaları cezalandırma imkanını vermektedir. Kalıcı bu tehdite mâruz kalan yani "pazarın güvenini" ve hissedarların desteğini kaybetme riski altındaki kurumlar, kendilerini pazar zorunluluklarına göre çok daha hızlı ayarlamalıdırlar. Kısa vadede kazanç elde etmek için sabırsızlananlara gelince, yöneticilerin faaliyetlerini düzenleyen ve istihdam ve maaş politikalarına esas teşkil eden kuralları belirlemede mâli kuruluşları kullanmak suretiyle şirket yöneticilerine kendi iradelerini dayatmada elleri çok daha serbesttir.

Böylelikle esnekliğin mutlak saltanatı tesis ediliyor; belirli dönem veya geçici çalışma sözleşmeleri, yinelenen kurumsal yeniden yapılanmalar ve firma dâhilinde, özerk bölümler ve çeşitli işlevleri icra etmeye zorlanan takımlar arasında rekabet. Nihayet, bu rekabet, maaş ilişkisinin kişiselleştirilmesiyle bireylerin bizâtihi kendilerine kadar uzanmıştır: Bireysel performans hedeflerinin belirlenmesi, bireysel performans değerlendirmesi, sâbit değerlendirme, ferdi maaş artışları veya işteki becerinin ve ferdi liyâkatin bir işlevi olarak prim; kişiselleştirilmiş kariyer yolları; satış, ürünler, kendi branşları, kendi mağazaları vb. kendi sorumlulukları olan ve güçlü hiyerarşik ilişkiler içindeki ücretli çalışanlar sanki bağımsız, ayrı yüklenicilermiş gibi çok çalışmalarını (self-exploitation) teminat altına alma temayülündeki "sorumluluğun devri" stratejileri. Özdenetimi teşvik eden bu basınç, "katılımcı yönetim" teknikleri uyarınca işçilerin "katılımına" kadar dayanmakta, yönetim seviyesinin hatırı sayılır ölçüde ötesine geçmektedir. Çalışma faaliyetlerine aşırı katılıma / bağlılığa (sadece yönetim kademesine has değildir), âcil veya aşırı stresli şartlar altında çalışmaya mecbur bırakan tüm bunlar, rasyonel egemenlik teknikleridir. Ve kollektif standartları veya kollektif bağlılıkları zayıflatmak yahut lağvetmekte birleşmektedirler (3).

Bu yolla Darvinci bir dünya ortaya çıkar – hiyerarşinin her düzeyindeki herkesin, herkese karşı mücadelesidir – işine ve emniyetsizlik, acı ve stres şartları altındaki kurumuna sıkı sıkı yapışan herkesin destek sağladığı bir dünyadır. Emniyetsizlik üreten nazik düzenlemelerin yardakçılığı olmaksızın ve bahsettiğimiz sosyal süreçlerin ve de daimi bir işsizlik tehlikesinin uysal kıldığı rezerv çalışan ordusunun varlığı olmaksızın bu mücadele dünyasının pratik nizamı bu denli başarılı olamazdı şüphesiz. Bu rezerv ordu, hiyerarşinin her düzeyinde, hatta en üst düzey yönetimde bile mevcuttur, bilhassa yöneticiler arasında. Özgürlük levhası altındaki tüm bu ekonomik düzenin temeli aslında işsizlik, ( işten çıkarılma riskinden doğan) güvensizlik ve (işten çıkarma) gözdağı gibi yapısal şiddettir. Bireyci mikro-ekonomi modelin "ahenkli" işlemesi şartı, toplumsal bir fenomendir, rezerv işsiz ordusunun mevcudiyetidir.

Bu yapısal şiddet, iş anlaşmasına [toplu iş sözleşmesine] ağır basmaktadır (zekice rasyonelleştirilmiş ve "sözleşme teorisiyle" gerçek dışı kılınmıştır). Örgüte bağlılığın, geçici tüm istihdam garantilerinin kaldırılmasıyla elde edildiği bir zamanda örgütsel söylem, güven, işbirliği, sadâkat ve örgüt kültüründen pek fazla bahsetmez olur (işe almaların 4/3'ü belirli bir süre içindir; Geçici işçilerin oranı sürekli yükselmektedir; geçici istihdam ve bir ferdi işten kovma hakkı hiçbir kısıtlamaya tâbi olmama eğilimindedir).

Böylece kendi icaplarını kural koyucularına bile vâcip kılan neoliberal ütopyanın hakikatte nasıl da suikast bombası olarak ete kemiğe bürünme eğiliminde olduğunu görüyoruz. İlk zamanların Marksizm'iyle bu bakımdan pek çok müşterek yanı bulunan bu ütopya, güçlü bir inancı – serbest ticaret akidesini – yalnızca kendi parasıyla geçinenler arasında değil – büyük kurumlara mâli kaynak sağlayanlar, sahipleri veya yöneticileri – varlık gerekçelerini ondan alan üst düzey devlet yetkilileri ve siyasetçiler arasında da yaymaktadır. Ekonomik etkinlik uğruna ki ekonomik etkinlik, şahsi kazançlarını azamileştirme arzusundaki sermaye sahiplerini rahatsız edebilecek idâri ve siyasi bariyerlerin yok edilmesini gerektirir, pazarların gücünü kutsallaştırmaktadır. Bağımsız merkez bankaları talep etmekteler. Ulus devletlerin, ekonominin efendilerinin ekonomik özgürlüklerinin gereklerine ikincil kılınmasını telkin ediyorlar, işgücü piyasasından başlayarak herhangi bir pazarı düzenleyen herhangi bir düzenlemenin önünü alıyorlar, bütçe açıkları ve enflasyonun engellenmesi, kamu hizmetlerinin özelleştirilmesi, kamu ve sosyal harcamaların azaltılması gibi taleplerde bulunuyorlar.

Ekonomistlerin, [neoliberalizme] yürekten inananların ekonomik ve sosyal çıkarlarını paylaşmıyor ve matematiksel akılla gizledikleri ütopyanın, ekonomik ve sosyal etkileriyle ilgili farklı farklı halet-i ruhiye içinde olabilirler. Ama yine de ekonomi bilimi sahasında, neoliberal ütopyadaki inancın üretimine ve yeniden üretimine kararlı bir şekilde katkıda bulunmada yeterince çıkarları bulunmaktadır. Varlıkları ve hepsinden öte genellikle saf soyut, kitâbi ve kuramsal bir entelektüel formasyonları, onları ekonomik ve sosyal dünyanın gerçeklerinden uzaklaştırmıştır; mantığın hakikatini, hakikatin mantığıyla karıştırmaya bilhassa yatkındırlar.

Bu ekonomistler, deneysel doğrulama testine tâbi tutmaya hiç fırsat bulamadıkları modellere güvenirler ve kendi matematik oyunlarının billur saydamlığını ve saflığını görmedikleri ve gereklerini ve derin karmaşıklığını anlamaya genellikle muktedir olmadıkları diğer tarihsel bilimlerin sonuçlarına tepeden bakarlar. Müthiş bir ekonomik ve sosyal değişime iştirak etmekte ve işbirlikçiliği yapmaktadırlar. Bazı sonuçlar / akıbetler onları korkutuyor olsa da (sosyalist partiye katılabilir ve partinin güç yapısındaki temsilcilerine âlimane tavsiyelerde bulunabilirler) bu, onları mutsuz edemez zira hani bazen spekülatif köpük dedikleri şeyin üstüne atılabilir birkaç başarısızlık pahasına, mantık ötesi (deliliğin bazı belirli formlarında olduğu şekliyle mantık ötesi) ütopya'ya -ki hayatlarını buna adamışlardır- gerçeklik hüviyeti vermektedir.

Büyük neoliberal ütopyanın uygulanmasıyla birlikte görünür etkilerinin vücuda geldiği dünya hâlâ işte buradadır: Ekonomik bakımdan en ileri toplumların büyük kesiti yoksulluk içindedir; gelir farklılıkları olağanüstü derecede artmakta ve izinsiz bir şekilde kapıdan dalan ticâri değer yüzünden film, yayıncılık gibi özerk kültürel üretim evrenleri kademeli olarak gözden kaybolmaktadır ama en herşeyden önce iki ana eğilim var ki mânidadır: İlki, suikast bombasını etkisiz kılmaya muktedir bütün kollektif yapıların / kurumların, özellikle de kamusal alan fikriyle ilişkili tüm evrensel değerlerin deposu yani devlet kurumlarının imhasıdır. İkincisi, heryerde, ekonominin ve devletin üst katmanlarında, bir nevi Darvinizm mâneviyatı, yüksek matematikte ve bungee jumping'de öğrenilmiş galibin kültü dayatılmaktadır; herkesi herkese karşı mücadeleye ve tüm eylem ve davranış kaidesi olarak kinizme azmettirmektedir.

Bu nevi bir siyasi-ekonomik rejimin ürettiği olağanüstü ıstırabın, uçuruma doğru giden yarışı durdurmaya hizmet edecek bir hareketin başlangıç noktası olabileceği umulabilir mi? Hakikat, burada olağanüstü bir paradoksla yüz yüzeyiz. Yalnız ama özgür bireyin yeni düzenini tesis etme yolunda karşılaşılan engeller bugün sertlik ve kalıntı şeklinde niteleniyor. Ne tür olursa olsun doğrudan ve bilinçli tüm müdahaleler, hiç değilse devletten geldiğinde, peşinen itibar görmüyor ve böylelikle saf ve anonim / imzasız bir mekanizmanın yani pazarın – çıkarların hareket ettiği bir saha olan pazarın doğası unutuluyor - lehine ortalıktan çekilmediği için mahkum ediliyor. Ancak sosyal düzeni kargaşaya yuvarlanmaktan koruyan, tehlikeye düşen nüfusun gittikçe artan hacmine rağmen, gerçekte -süreç içerisinde parçalarına ayrılan - eski düzenin, temsilcilerinin ve kurumlarının – tüm kategorilerdeki sosyal çalışanlar, sosyal dayanışmanın tüm formları, ailevi vb- devamlılığı veya ayakta kalmış olmasıdır.

"Liberalizme" geçiş belli belirsiz bir şekilde gerçekleşmektedir, tıpkı kıtaların sürüklenmesi gibi; böylece etkilerini gözden ırak tutabiliyor. En berbat sonuçları uzun vadeli olanlardır. Bizzat bu etkiler, paradoksal olarak, eski düzeni onun kapsadığı kaynaklara, oradaki eski bağlılıklara, onun mevcut sosyal düzenin bütün bir porsiyonunu anomiye düşmekten koruyan sosyal sermaye rezervlerine başvurarak savunanlar arasında şu an yol açtığı şeylere gösterilen direnç sayesinde gizlenmektedir. Bu sosyal sermaye, yenilenmediği veya yeniden üretilmediği takdirde yıkılmaya mahkumdur – her ne kadar kısa vadede olmayacaksa da.

Fakat – muhafazakâr olarak muamele edilmesi çok kolay - bu "muhafaza" kuvvetleri, bir başka açıdan, yeni düzenin tesis edilmesine karşı direnç kuvvetleridir ve yıkıcı kuvvetler olmaya da adaydırlar. Ümit etmek için hâlâ biraz neden varsa şayet, hem devlet kurumlarında hem de sosyal aktörlerin (özellikle de sivil ve kamu hizmetleri geleneği olan bu kurumlara bağlı bireyler ve gruplar) yönelimlerinde halen var olan kuvvetleredir; gözden kaybolmuş bir düzeni ve mütekabil "imtiyazlarını" (bu yüzden hemen suçlanacaklardır) savunuyor görüntüsü altında yalnızca yeni bir sosyal düzen inşa ederek tehdite direnebilecek olanlar bu kuvvetlerdir. Bencil çıkarların ve kazanca yönelik bireysel tutkuların tek kanun olmadığı, müştereken varılmış ve müştereken onaylanmış gâyelerin rasyonel takibine yönelen kollektif yapılar için hareket sahası açan [yeni bir sosyal düzen].

Dernekler, sendikalar ve partiler gibi kollektif yapılar arasında devlet için özel bir alan nasıl yaratamayız? Finans piyasalarında elde edilen kazançları denetlemeye ve vergilendirmeye muktedir ve hepsinden öte finans piyasalarının iş gücü pazarın üzerindeki yıkıcı etkisini giderebilecek ulus devlet ya da hadi ulus-üstü devlet – dünya devleti olmaya yolunda bir Avrupa devleti. Sendikaların yardımıyla, kamu çıkarının incelikle işlenmesi ve savunulması yoluyla başarılabilir bu. Beğenin ya da beğenmeyin, yeni inanç sisteminin üstün beşeri muvaffakiyet formu olarak sunduğu muhasebecilerin vizyonundan çok az matematik hataları pahasına bile kamu çıkarı diye bir şey asla çıkmaz.

(1) Auguste Walras (1800-66), Fransız ekonomist, De la nature de la richesse et de l'origine de la valeur ("On the Nature of Wealth and on the Origin of Value")(1848) yazarı. Ekonomi araştırmalarına matematik'i uygulamaya teşebbüs edenlerin ilkidir.

(2) Erving Goffman. 1961. Asylums: Essays on the Social Situation of Mental Patients and Other Inmates. New York: Aldine de Gruyter.

(3) Bkz. "Nouvelles formes de domination dans le travail" ("New forms of domination in work"), Actes de la recherche en sciences sociales, nos. 114, Eylül 1996, ve 115, Aralık 1996, özellikle de Gabrielle Balazs ve Michel Pialoux'un yazdığı "Crise du travail et crise du politique" [İş krizi ve siyasi kriz], no. 114: s.3-4.

çeviren: Ertuğrul Aydın
Dünya Bülteni

Papa: “Dinler arası diyalog mümkün değildir. Liberalizmin özü Hristiyanlıktaki Tanrı anlayışına dayanır”

23 Kasım 2008 Roma Katolik Kilisesi lideri Papa 16. Benediktus, dinler arası diyaloğun gerçek anlamda mümkün olamayacağını, ancak kültürler arası diyalogdan söz edilebileceğini belirtti.
16. Benediktus, İtalya'nın eski Senato Başkanı Marcello Pera'nın yeni kitabıyla ilgili yazdığı mektupta, dinler arası diyaloğun "kişinin kendi inancını parantez içine alması" anlamına geleceğini savunarak, "Dar anlamda dinler arası diyalog mümkün değildir" görüşünü dile getirdi.
Papa, Pera'nın iki gün sonra piyasaya çıkacak "Perche Dobbiamo Dirci Cristiani" (Hristiyan Olduğumuzu Neden Söylemeliyiz) başlıklı yeni kitabıyla ilgili yazdığı mektupta ilginç görüşleriyle dikkati çekti. Pera'nın kitabında önsöz olarak da yer alacak mektubun metni, bugün İtalyan gazetelerinden Corriere della Sera tarafından yayımlandı.
Çok kültürlülüğün de mümkün olmayacağını savunan 16. Benediktus, Pera'ya hitaben, "Eserinizdeki özgürlük ve çok kültürlülüğe ilişkin çözümlemelerinizden de etkilendim. Eseriniz, çok kültürlülük kavramındaki iç çelişkiyi, bunun siyasi ve kültürel açıdan mümkün olamayacağını da gözler önüne seriyor" ifadelerini kullandı.
Pera'nın dinler arası diyaloğun gerçek anlamda mümkün olamayacağı biçimindeki görüşüne hak veren Papa, bu konuda şu görüşe yer verdi:
"Dinler arası ve kültürler arası diyaloğa ilişkin çözümlemeleriniz de benim açımdan son derece anlamlı. Eseriniz, dar anlamda bir dinler arası diyaloğun mümkün olamayacağını, esas itibariyle dinsel kararın kültürel uzantılarını irdeleyen kültürler arası diyaloğun ise geliştirilmesi gerektiğini son derece iyi açıklıyor. Bu sonuncusuyla ilgili olarak, kişinin kendi inancını parantez içerisine almadığı sürece gerçek bir diyalog mümkün olmayacağı gibi, esas itibariyle dinsel inanca dayanan kültürel uzantıların da kamu önünde ele alınması gerekiyor. Diyalog, karşılıklı düzeltme ve zenginleşme de ancak bu çerçevede mümkün ve gereklidir."
Mektubunda, liberalizmin Hristiyanlığın Tanrı anlayışından bağımsız biçimde ele alınamayacağını da savunan Papa, "Eseriniz, liberalizmi temellerinden hareketle irdeleyerek, liberalizmin özünün köken itibariyle Hristiyanlıktaki Tanrı anlayışına uzandığını gösteriyor. Eseriniz, liberalizmin bu esası inkarı durumunda kendi temelini kaybettiğini ve kendi kendini ortadan kaldırdığını da ortaya koyuyor" dedi. netgazete

Militan liberalizm ve Müslümanlar
13/03/2009
Mustafa Özcan

İngilizler yüz yıl idare ettikleri ülkeleri yüz yıl da geride bıraktıkları normlar ve kavramlarla idare ederlermiş. Yani bir yüz yıl da idarelerinin getirdiği rüzgar etkili olurmuş. Mısırlı felsefeci Tavfik Tavil bu anlamda: "İngilizler gitti geride kavramlarını bıraktılar' demiştir. Batılıların içeride bıraktıkları illet veya kavramlardan birisi de liberalizmdir. İslâmî kesimler de zaman zaman giriftar oldukları bu kavrama meftuniyetleri nedeniyle liberalizm meselesinde bu nevzuhur akımlara müşayeet ve taraftarlık etmektedirler.

Bu embedded kavramlar hâlâ emperyalizmin hizmetinde bulunmaktadır. Onların içimizdeki görünmez bekçileridir. Misal mi istiyorsunuz? İşte Türkiye'de ve İslâm aleminde liberal kesimlerin Sudan'ın dağılması ve Somalileştirilmesi pahasına Ömer Beşir'in yargılanmasını talep etmeleri ve savunmalarıdır. Ömer Ahmet Hasan el Beşir'in yargılanması bağlantısız olsa yani sadece kendisini ilgilendiren bir husus olsa hepimiz destek verelim. Lakin davanın seyri bütün bir ülkenin geleceğini hem de olumsuz yönde etkileyebilecektir. Kavram şehvetine yakalanan liberallerin ise bunları gördüğü falan yok. Lakin Sudan'daki dengeler Beşir'den sonra tufan olacağını gösteriyor. Bunun bir daha telafisi de mümkün değil. İkinci Abdulhamid Han'ın hal'inden sonra genç ve maceracı kesimler Birinci Dünya Savaşına katılarak imparatorluğu darmadağın etmişlerdi. Onlar da böyle Fransız devriminin hediyesi hödük kavramların peşine takılmışlardı. Sudan da yeni darbelere dayanamayarak üç dört parça olabilir. Zaten diğerlerinin istediği de bu. Esasında ABD de, Sudan gibi UCM (Uluslararası Ceza Mahkemesi) onaylamış veya kararlarına katılmış değil. Lakin mesele Sudan olunca aynen Neocon ve Evanjeliklerin izinden giden Obama, BM Genel Sekreterini ziyaret ederek mahkemenin Ömer Beşir yönündeki kararına destek oldukları ve takipçisi olacakları izlenimini vermiştir. Mahkemeyi tanıma kararlarına sahip çık. İşte Amerikan ahlâkı! Önce, Obama yapabiliyorsa işe kendi bahçesinden başlasın ve Ömer Hasan el Beşir'in dediği gibi Darfur'un nüfusundan daha çok Müslüman kanı döken Bush'dan hesap sorsun. Hodri meydan! Asıl bunu yapmayanlar cezalandırılmalıdır. Bir hadis-i şerifte Peygamberimiz: "Eski kavimler zayıfları cezalandırdıkları ve aristokratları ise bundan muaf tuttukları için helak oldular. Benim kızım Fatıma bile suç işlese cezalandırmaktan imtina etmem" buyurmuşlardır.
Hasan Turabi daha ziyade şahsi nedenlerden dolayı Ömer Beşir'i müstebit olarak nitelendirmiş ve yargılanmasına fetva vermiştir. Burada anahtar kavram istibdattır. Lakin bu öyle keyfi bir kavramdır ki bu kavram uğruna Ortadoğu'da nice kelleler gövdesinden cüda olmuştur. Baş üstünde kelle bırakmamıştır. Kurtarıcılar da bilahare yeni müstebitler olarak sahnedeki yerlerini almışlardır. Kraliyetlerle çarpışan cumhuriyetler kraliyetlere dönerken Ürdün ve Fas gibi ülkelerde de meşruti kraliyetlere geçiş hazırlıkları veya çağrıları yapılmaktadır. Esasında hangi kılıf altına girerse girsin her ideoloji muhafazakardır. En muhafazakar ideolojilerden birisi de 'kural tanımaz kuralsızlık' olan liberalizmdir. Gayet kategoriktir. Hasan Turabi'nin suçlamasını bir kenara atacak olursak Türkiye ve İslâm dünyasında Batı'nın kuyruğundan düşmeyen liberaller koro halinde Ömer Beşir'e karşı saldırıya geçmişlerdir. Türkiye'de bunun başını 'militan taraftar' olarak temayüz eden Taraf gazetesi çekmektedir. Daha önceki yazılarımda da bahsettiğim gibi bu taraftarlık militan bir taraftarlıktır. Doğu Perinçek'ten farkı dini bile değil sadece rengidir. Maalesef bir kısım dindarlar ulusalcılık cereyanına kapılarak Doğu Perinçek'in hizasına düşerken diğer grup da mevcut otoriter tarz idarelere karşı olmak adına gidip embedded kavramların ve bu kavramların güç verdiği, beslediği çığırların ve ideolojilerin ortağı olabilmektedir. Hem ulusalcılığın hem de liberalizmin aslında kökü dışarıdadır. Bu ideoloji gayet tahripkardır. Ne mahkeme ne de onu destekleyenler Ömer Beşir'den sonra ülkenin tufana gark olacağını hesaba katıyor ve kaale alıyorlar. Dünya yansa onların çöpü yanmaz. Onları ilgilendiren kavramlar intikam dürtüsü ve rövanşizmdir.
Sözgelimi Mısır'da Soros'un kuyruğu olan Sadettin İbrahim, Eymen Nur gibi, Amerikalıların yardımıyla salıverildikten sonra ABD'de Kıptileri de arkasına alarak Mısır'a karşı Napolyon'un yarım bıraktığı hamleyi neticelendirmeye çalışmaktadır. Ve yine eski Neocon parçası ve şimdinin Neoliberali Fukuyama gibilerini Mısır'a karşı ayartmanın derdine düşmüştür. Keza Gad Partisi ve Kifaye (Yeter) hareketinin ortaklarından Eymen Nur da Ömer Beşir'in tutuklanması müzekkeresine destek veriyorlar. Akıllarının bir ucunda aynısının Mübarek'e karşı uygulanması da var. Elbette burada ne Mübarek'i ne de Ömer Beşir'i savunuyor değiliz. Lakin içerideki hesaplaşmada dış faktörler çağrılmamalı ve devreye sokulmamalıdır. Irak'ta ve başka yerlerde olduğu gibi başkalarının tanklarının sırtına binerek içteki dengeleri değiştirmek ancak işbirlikçiliktir. Elin parasıyla gerdeğe girmek gibidir. Mısır Müslüman Kardeşler Hareketi Genel Mürşidi Mehdi Akif'in de söylediği 'biz Mübarek'e karşı dışarıdan güç almayız' yaklaşımı sabitelerden birisidir ve fevkalede önemlidir. Gannuşi de aynı denklemi Tunus idaresi karşısında kurmuştur. Velhasıl liberalizm militan bir harekettir ve siyasi ahlâktan yoksundur.

Liberallere 9 soru
Ali Bulaç
Zaman Gazetesi
21 Ekim 2009

Liberal yazarlara 9 sorumuz var. Sakin bir üslup, analitik bir dille cevaplarını bekleriz:

1) Serbest piyasa fetişizminin hüküm sürdüğü bugünün dünyasında devletler ekonomiye ne kadar müdahil? Zenginleri zengin kılan piyasa mı, başka şeyler mi? Mesela liberal ekonominin uygulandığı Amerika ve İngiltere'nin zenginliğinin arkasında liberal sınıfın başarıları, zekâsı, dahiyane fikirleri, ahlaki çabası mı var, yoksa bu devletlerin dünyada çıkarttıkları savaşlar mı? Son 200 senede patlak veren 500 savaşın yüzde 95'i ya Batı'da veya Batılıların kışkırtması ve organizasyonudur. Hepimizin gözü önünde Irak'ın petrollerine el koydular. İngiltere sömürgecilikten sonra tarihinin en iyi dönemini Tony Blair zamanında yaşadı. Dindar, sol tandanslı ve tabii ki serbest piyasa yanlısı Blair, diğer işgalcilerle Iraklıların 2 trilyon dolarlık petrollerine el koymasaydı, İngiliz ekonomisi düzelir miydi?

2) Amerikan ekonomisinin omurgasını teşkil eden silah şirketlerinin ürettiği silahlar serbest piyasanın arz-talep yasasına göre mi alınıp satılıyor?

3) Amerika ve diğer zenginler, madem serbest piyasaya inanıyorlar, neden mesela başka ülkelere kota uyguluyorlar?

4) Altyapı (köprü, yol vs.) için halktan vergi toplanıyor. Pekiyi, köprüden benim sağladığım fayda ile büyük bir holdingin sağladığı fayda aynı mı? Türkiye 700 bin kişilik bir ordu besliyor. Ordu bizi ve tabii kişi olarak canımı ve malımı bir dış saldırıya karşı koruyor. Benim mal varlığımla büyük bir holding sahibinin mal varlığı aynı mı? Büyük sermaye ile halkın kamu bütçesine katkıları kıstas alındığında, sıradan insanların altyapı tesisleri ve savunmayı finanse ederlerken, onlardan aynı oranlarda yararlanmadıkları görülür. Türkiye'de vergilerin % 70'inin dolaylı vergilerle halktan toplanması yeterince açıklayıcı. Bütçenin teşekkülünde ve harcanmasında külfet ile nimet arasında eşitlik ve adalet var mı? Külfet ortak ve toplumsal, nimet şahsi ve bireysel diyen liberalizm bu konuda bize ne diyor?

5) "Demokrasi ve serbest piyasa ekonomisi" arasındaki ilişkiler olumlu mu, sorunlu mu? Pratikte ikisi el ele yürümüyor, çoğu zaman çatışıyorlar. Demokraside bireyin ifade özgürlüğü temel şart; ancak firmalarda bireyin özgürlüğünden bahsetmek mümkün mü? Aksine olağanüstü bir disiplin ve hiyerarşi esastır. Örneğin Japonlar ve şimdi Çinliler firmalarda askerî bir sistem uyguluyorlar.

6) Hangi ulus devlet; adalette, ulusal savunmada, eğitimde, iletişimde bireysel özgürlükleri referans alıyor? Amerika ve İngiltere'de milyonlar yürüdü, hükümetlerini Irak işgalinden vazgeçirebildiler mi?

7) Demokratik söylem bireyi hedefler; liberal ekonomide ise birey eşyaya dönüşmüş durumdadır. Demokrasinin idealize ettiği birey ile serbest piyasa ortamında bireyin içinde bulunduğu durum aynı mı? İnsan, standartlara uygun başarı, maharet, mesleki formasyon, eğitim ve fiziksel özelliklere sahip değilse, piyasanın nazarında hiçbir şeydir. Liberal bir ülkede işini kaybetmek bir insanın başına gelebilecek en büyük felakettir. Çünkü sadece işini kaybetmekle kalmıyor, aynı zamanda çevresini, statüsünü, üye olduğu kulübü de kaybediyor.

8) Demokrasi eşitliği, eşit oy hakkını savunurken liberalizm tabiatı gereği eşitsizlik üzerinde yürür. Piyasanın telaffuz edilmeyen yasaları sosyal Darwinizm'e dayanır, güçlü olanlar güçsüzleri tasfiye etmiyor mu, bu ne kadar ahlaki? Aslolan rekabetse, çoğu zaman rekabet öldürücü değil mi?

9) Muhammed İkbal'in dediği gibi: "Bir ördek dedi ki: Hızır divanından bir ferman çıktı, bundan sonra bütün sular serbesttir. Timsah ona cevap verdi: Unutma ki benim için de serbesttir." Mantıki sonuçlarına göre liberalleştirilmiş piyasa timsahlarla kazların serbest yüzdüğü sular, kurtlarla kuzuların serbest gezdiği çayır, tilkilerle tavukların serbest tutulduğu kümes demektir. Her defasında timsahların kazları, kurtların kuzuları, tilkilerin tavukları yuttuğu denetimsiz liberal bir demokraside eşit oy hakkının ne anlamı olabilir?

Nihal Kemaloğlu
nihal.kemaloglu@aksam.com.tr
Yeni yıl; 2010 model tüketim

'Yeni yıl metafiziğine' canı gönülden inananlar için yeni yıl başlıyor.
Büyüsü çözülmüş dünyanın bitmiş heyecanları için kapitalist fanteziler işbaşında.
Sınırsız ihtiyaçlarıyla yanıp tutuşan insanlığa', 'mutluluk ve refah vaatleri' ısıtılmış olarak servis edilecek.
Tüketim takviminde 2010 yazıyor.
Fanteziland dünya, eski yıl değerlendirmeleriyle meşgul, eskitilen yılın 'en'lerini belirliyor.
Tüketim kültürüyle zihinsel edilgenlikle etkileşime girenler, yeni yıl kararlarını alıyorlar.
2009'un bittiği ilan edilirken 'kullan-at' şiarına dayanan pazar ekonomisi, insan belleğinin 'sil' tuşuna özenle basıyor.
İşaretsiz, kodsuz, yüksüz hafızaya nokta atışlar yapacak kapitalist endüstrinin zappingi başlıyor.
Gezegeni saran ahtapot tüketim kültürünün buyruklarıyla, herkes zahmetsizce 'küresel forma' giriverecek.
Sürekli ağzı sulanarak dolaşan insanlık 2010 için tasarlanan büyük vitrinin önünden ayrılamayacak.
Küresel ölçekte hipnozlanacakları 'fetişlerle' 2010 model homojenleşecekler.
Baştan çıkartıcı, ayartıcı fetişlerin başında teknoloji geliyor.
Evdeki teknolojik çöplüğe katılacak markalar ve modellerle 'anlık haz' ve 'geçici doyum'dan sonra, süratle canlar yine sıkılacak.
Daha hızlı, daha hafif, daha etkin, daha çok amaçlı modellerin sonu olmadığına inanmayacaklar.
Kablosuz çağın bağımlıları her tüketim tercihiyle kısa erimde 'out' olacak.
Tüketim ideolojisinin küresel anlam dünyasını ise yine 'markalar' kuracak.
'Prestij ve tanınma' arayışındaki yoğunluk, zenginlik ve statü simgesi markalarda öbeklenecek.
Zevk sahibi olma ve 'incelmişlik' hacetlerini 'terlemeden' giderebilecekler.
Tecrübe, birikim, zihinsel efor gerektirmeyen fark yaratma endüstrileri, 'büyük haz çağrılarıyla' milyonları büyüleyecek.
Moda, beden, sosyal ağlar, spiritüal akımlar, iç dekorasyon, yeme-içme, gezip-görme, astroloji, mistisizm, depresyon, futbol, sağlıktan karılmış trendi eğilimlerle çorak hayatlara heyecan kırıntısı atılacak.
Kendi yatıştırılamayan arzu batağına saplanmış, haz odaklı insanlık 2010 model tavlanacak.
Basit, ucuz, çabuk tüketilen, çocuksu ve eğlenceli popüler kültürün görselliğiyle avutulacak.
Bu yılın popüler neyi varsa 'acente propagandistler' iftiharla sunacaklar.
Ve tabii ki popüler olanın tüm kültürel şifreleri tüketime açılacak.
Sınırsız ihtiyaçlarımızla esir düşürülmüş bizlere, yani büyük ekonomizmin nesnelerine, kalan tek metafizik yeni yıl.
Bu yıl da arka bahçemize yığılmış ve küresel tüketime katılamayan büyük nüfusları da 'ötekiler' diye çağırmaya devam edeceğiz.
Onlardan emilen zenginliğin adil bölüşümünü duyduğumuz anda da 'varoluşumuzun' korku krizleriyle titrediği 'yeni bir yıl' geçecek.

http://www.aksam.com.tr/2010/01/02/yazar/15765/nihal_kemaloglu/yeni_yil__2010_model_tuketim.html

Nihal Kemaloğlu
nihal.kemaloglu@aksam.com.tr
Kapitalizmin Haiti'yle bitmeyen hesabı

Sömürgeci zihniyetin tarihi, beyaz adamla batıdan başladı ve onunla dünyaya yayıldı.

Kapitalizmin sömürgecilik tarihi, beyaz adamın dünyayı işgal tarihiydi.

Yerkürenin kaynaklarını, insan topluluklarının emeklerini ve birikimlerini yutarak palazlanan sömürücü sisteme ilk başkaldırı ise Haiti'den gelecekti...

Kapitalist sömürgeciliğin 'şeytanı' olmaya kararlı Haitili köle siyahlar, beyaz adamı ve onun kurduğu 'yamyam kölelik düzenini' yere yıktılar.

Kapitalizmin bilincinde, Haitililer 'kara büyücülerdi' artık.

Dünyanın köle deposu Haiti adasından kafasını uzatan Karayip kaplanları, ilk köle isyanını 1791'de gerçekleştirdiler.

Kanlarını ve canlarını şeker plantasyonlarında sermaye birikimine çeviren Fransız sömürgecilere 'özgürlüğün' ne olduğunu gösterdiler.

Fransız devriminin 'eşitlik, kardeşlik ve özgürlük' mottosunun gerçek sahipleri Haitili kölelerdi...

ABD'den sonra kıtanın ilk bağımsızlığını ilan eden siyahların ülkesi Haiti, oldu Karayipler'e ve Amerika'ya sıçrayan köle ayaklanmalarının vatanı olarak dünyada da 'köleliğin kaldırılmasını' sağladı.

Bedava emeğini kaybederek kapitalist birikimi zayıflayan beyaz adam ise Haiti'yi lanetleyerek tarih boyunca intikam alacaktı.

Haiti tam 125 yıl boyunca Fransa'ya tonlarca altın ödemekle cezalandırıldı, ama kapitalizmin Haiti'ye olan hıncı dinmedi.

ABD hegemonik militer elini 1904'lerden beri Haiti'nin üzerinden çekmedi, ülkeyi darbeler üssü haline getirerek akabinde bütün soğuk savaş dönemini işbirlikçi faşist diktalarla idare etti.

Papa- Doc ve Baby-Doc Duvalier'in zalim kukla yönetimleri özgürlükçü halk hareketlerini sindirdi.

Böylece Haiti sömürgecilik tarihinin tüm formlarının beslendiği plantasyona çevrilecekti.

30 küsur darbe, kanlı katliamlarla Haiti'deki kapitalizmin ayak izi derinleşti.

1990'ların Neo-liberalizminin Haiti'deki hedefi, 'Yoksulların Papazı', namı diğer başkan Aristide olacaktı.

IMF ve DB'nın Haiti taarruzuna razı gelmeyen Aristide önce derdest edilip haddi bildirilince, küresel vampirler Haiti'ye yerleşebildi.

IMF, DB, tarım ülkesi Haiti'yi tarım endüstrisiyle işgal edip halkı topraksızlaştırarak şehirlere tehcirini gerçekleştirdi.

Neo-liberal ekonominin pençelerini geçirdiği ülke yalnızca 'yoksulluk ve açlık' üretimine katıldı.

Tarım ülkesiyken gıda ithalatına yani açlığa zorlanan az gelişmiş Asya ve Afrika ülkeleri listesinin en altlarına Haiti yerleşti.

Ülke zenginliğinin %85'inin nüfusun %5'inin sahip olduğu dünyanın en yoksul ülkesi.

Deprem felaketiyle yıkılan Haiti görüntülerinde sadece felaket sonrasını değil 21. yüzyılın yoksulluğunun ve açlığının yakın resmini de görüyoruz..

Yok edilmiş devlet ve kamu kurumları, özelleştirilmiş tarım, varoşlara tıkıştırılmış halk ve simsarların tükettiği ülke zenginliğinin ardından gelen depremle ellerinde palalarla dolaşan Haitililer gıda için birbirlerini kırıyorlar.Bir ülkenin çürütülmesine yaşam mekanları, kurumları kadar toplumu da dahil...

İnsanlık yakın geleceğini ve içinde olduğu 'insanlık krizini' Haiti'den seyredebilir. Biliyoruz ki yoksulluk ve ölümün adresi şimdilik Haiti!

Halbuki Haiti'nin biraz ilerisindeki Küba'da tek bir aç çocuk bile yok.

Neoliberalizmin bereketli vasatı olan kriz, doğal felaket ve kaos hazır Haiti'de.

El değiştirecek kaynaklar ve mülkiyetler için bulunmaz fırsat ve beyaz adam tüm lojistiğiyle şimdi de yardım bahanesiyle istila ediyor.

Kapitalizm, kendi 'şeytanını' görüp ödünün patladığı Haiti'ye bitiremediği hesabı için yine geri dönüyor.

Kaynak: http://www.aksam.com.tr/2010/01/30/yazar/16090/nihal_kemaloglu/kapitalizmin_haiti_yle_bitmeyen_hesabi.html

Yunanistan'a yaklaşan neoliberal kasırga
Nihal Kemaloğlu
nihal.kemaloglu@aksam.com.tr

Küresel ekonominin içine düştüğü çıkmazın derinliğini, Yunanistan'ın 300 milyar euroluk borcu gösterdi.
Aşırı borç sarmalının euoroda yarattığı 'ekonomik şiddet', Yunanistan kıyılarını dövüyor.
Uzmanlar 'euro bölgesi' Avrupa'nın finans krizinden euronun yenilgisiyle çıktığına dikkat çekiyorlar.
Yunanistan Başbakanı Papandreu, hafta başında yardım talebiyle ABD'yi ziyaret ederek 'yıkıcı spekülatif finansı' şikayet etti.
Küresel piyasaların finans saldırılarının Avrupa'daki adresi Yunanistan, AB'de tam bir şok etkisi yaratmıştı.
Almanya'nın başını çektiği AB'nin yaylım ateşine tutularak 'şamar oğlanı' haline getirilmişti.
Euronun ifşa olan dayanıksızlığından suçlu bulunan Yunanistan, Almanya patronajındaki AB'den sıkı fırça yedi.
Hem IMF'nin hem de AB'nin acı reçeteleri Yunanistan için hazır ve ülke ekonomik vesayet altına alınacak.
Bu arada IMF'ye şüpheli bakan üyeleriyle AB de Avrupa Para Fonu kurmaya karar verdi.
Euronun geleceğini sağlama almak için Avrupa Para Fonu yeterli olabilecek mi?
Kumarbaz spekülatörlerin euroyu sarsıp dolara koşarkenki zafer sarhoşlukları hala sürüyor, kar rekortmeni 'şişman kedi' Goldman Sachs'ın Yunanistan'ın borçlarını gizleyerek iflası tetiklediği açığa çıktı.
Çünkü spekülatif finansın 28 Ocak gecesi Atina'da Yunanistan'ın ipini çektiği ve kutlama yaptığı yazıldı.
Yunanistan krizinden cebini dolduranlar şimdi de onarım dönemi için de pusuda bekliyorlar.
Çünkü gerek AB'nin gerekse IMF'nin ülkede girişeceği köklü operasyonlar tamamen Yunan halkının ödeyeceği toplumsal faturalardan oluşuyor.
Kamu kaynaklarının ve birikimlerinin el değiştireceği, küresel finansın yeniden 'oyun alanına' dönüşecek olan bu ülkeye şimdiden adalarını satması tavsiye ediliyor.
Yunan halkının güçlü sosyal hakları ve çalışma koşulları da acilen 'yapısal reformlarla' katledilecek.
'Müsrif Yunanlı' algısına kendini kaptıran Almanlar, 'erken kalksınlar, onların emekliliklerini biz mi ödeyeceğiz' derken neoliberal kasırga Yunanistan'a yaklaşıyor.
Piyasalaşmanın ayak sesleri kuvvetleniyor.
AB'nin de IMF'nin de hedefinde Yunan halkının geniş sosyal hak ve kazanımları var!
Yunan hükümetinin, 'kamu maliyesinden başlayarak ücretleri indirecek, emekli maaşlarını donduracak, vergileri artıracak' radikal tedbirleri bile yeterli bulunmadı.
Önümüzdeki üç ay içinde 25 milyar euroyu bulması gereken Yunanistan'ın, geçen hafta 5 milyar euroluk tahvil ihracına 14 milyar euroluk talep gelmesi bile 300 milyar borcu olan ülkede ortalığı yatıştırmadı.
Yunanisan'da 15 gün içinde yapılan iki genel grevde halk 'faturayı zenginler ödemeli' diye gösteriler yaptı.
Yunan halkı kitlesel grevlerle hayatı durdurarak mücadele ediyor, toplumsal refleksleri güçlü Yunanlılar, neoliberal dalgaya karşı durma eğiliminde.
Yani Yunanistan'ı dümdüz ederek piyasalaştırmak bayağı zor görünüyor.

http://www.aksam.com.tr/2010/03/13/yazar/16647/nihal_kemaloglu/yunanistan_a_yaklasan_neoliberal_kasirga.html

Liberalizmin küllerini süpürürken...
16 Ağustos 2011

Yeni Sağ'ın kurucularından Margaret Thatcher'in 'Toplum diye bir şey yoktur' veciz ifadesinden 30 yıl sonra İngiltere, çözülen toplumsallığının ne menem bir şey olduğunu tecrübe ediyor...
Neoliberalizme bayraktarlık yaparken 'gururlu' demokrasi tarihini ve sosyal devletini dümdüz eden İngiltere'de, kent sokaklarını basan yangınlarda, 'insan karşıtlığına' dönüşen liberal paradigmanın uçuşan küllerini de gözden kaçırmamalıyız.
Göçmen ve yoksul gençlerin ayaklanması, 'işte çok kültürlülük projesinin başarısızlığı' gibi bayat şablonlarla sıkıştırılarak geçiştirilemez ve bir toplumun kendine yabancılaşmasının dramatik sonuçlarını doğru gözlemlemek lazımdır.
Açıktır ki Londra'daki olaylar, otuz yıllık acımasız neoliberal politikalarla para misali bozdurulup harcanan toplumsal yapı ve global finans merkezi Londra'daki çöken kağıt kuleleriyle derinden ilişkilidir.
Batan bankaların trilyonlarca dolar borcunu 'devletleştiren' İngiltere para, para-rant ilişkisine yerleştirdiği toplumsal zemininin geriye dönüşsüz nasıl paramparça olduğunun muhtemelen farkında bile değil...
Doğa, insan ve toplum düşmanlığını akıl ve ahlak dışı sınırları taşıyarak spekülatif köpüklerde 5 yıldır can çekişen son kapitalist evre, yani neoliberalizm vatanı Birleşik Krallık'tan gelen görüntüler tabii ki tarihin cilvesi değildir...
Mağazaları yağmalayan, araçları ateşe veren gençler, kendilerini 'lüzumsuz fazlalık' diye damgalayan 'geleceklerini çalan' sisteme kızgınlıklarını kustular...
Ve kendilerinden esirgenen 'sahte cennetin' kapılarına dayanıp 'yasak meyveyi' almaya kalkınca piyasacı toplumun baş düşmanı ve ahlaksızı ilan edildiler...
Medyanın ayaklanan gençler için biçtiği 'holigan, Vandalist, nihilist, şiddet yanlısı grup' tanımları toplumsal olanı delik deşik ederek altın köpüklü yıllarını geride bırakmış, neoliberal söyleme dahil ifadeler.
Zengin ve orta sınıf 'tüketenlerinden kurulan' piyasa toplumunun açtığı derin uçurumun bir kenarında yığılan yoksullar, göçmenler ve siyahlar doğal olarak 'suçlulaştırılıp' özel mülkiyete zarar vermekten cezaevlerine doldurulacaktır...
Görkemli, haz odaklı tüketim kültürünü seyretmekten başka hiçbir işi olmayan 'mülksüzlüğün' çocukları, lüks mağazaları yağmalarken içlerinde üç kuşaktır biriken hıncı taşıyorlardı..
Babalarının işleri, sendikaları, örgütleri ellerinden alınıp, iş ve hayat arasındaki bağın kopartıldığı, işsizlik maaşlarıyla horlanan ve hakir görülen bu kızgın gençler aslında kendi 'gelecekleri' diye gördükleri 'karanlığı' ateşe veriyorlardı...
Tüketmenin özgürlük, vatandaşlığın 'tüketicilik' diye kodlandığı, 'ne kadar harcarsan o kadar varsın' diyen asalak düzenin 'toplumsal atıksın' muamelesi, alttan alta bu gençleri 'tek kariyer' ve 'örgütlenme' olarak suça ve çeteleşmeye sevk etmiyor muydu?
Öte yandan kozmopolitleşme masalına inanan kalmış mıydı?
Egemen liberal paradigmanın buyruklarıyla sosyal toplumsal örgütlenme kanallarının parçalandığı, devletin kamusal vasfının tasfiye edilerek gettolara teslim edilen 'toplum-sonrası' modelin öfkesi ve tepkisi nasıl olmalıydı?
Şimdi bu örgütsüz hınç ve öfkenin, hiçbir mülkü ve umudu olmayan gençleri, yani İngiliz siyasetçilerinin deyimiyle ayak takımının ne bir iş, ne üniversite, ne de emeklilik hakkının olmamasına karşı önlem twitter ve facebook yasakları mı olacak.
Ve acaba bu olaylara bakıp 'İşte; toplumu yıktık ama üretimden kovup tüketime katmadığımız büyük ve örgütsüz hınçlı kalabalıklarla biz ne yapacağız' diyen çıkacak mı? .

http://www.aksam.com.tr/liberalizmin-kullerini-supururken...-3438y.html

Haçlı Uşağı Çapulcu Demokratlar Libya’ya Şeriat Getirmişler (!)... -1-
Oğuz Gürses
25.10.2011



Libya Lideri Muammer Kaddafi Haçlı Ordusu NATO’nun Bombalarıyla yaralanmış halde, haçlı uşağı çapulcu demokratlara esir düştükten sonra Linç edilerek katledildi ve katledilirken de üstündeki eşyası daha son nefesini vermesi bile beklenmeden açgözlülükle gaspedildi...

Bu durum hem haçlıları hem de haçlı uşağı Libyalı çapulcu demokratları pek rahatlattı...

Pek sevindirdi...

O günü “Libya'nın Kurtuluş Bayramı” ilan ettiler...

Haçlılar ne kadar sevinseler azdır...

Artık Libya’nın yeraltı ve yerüstü kaynaklarını rahat rahat yağma edebilecekler...

Yeraltını kaynağı olan Petrolü anladık da; yer üstünde ne kaynağı var ki Libya’nın diye düşünenler olacaktır...

“Libya’nın en önemli yerüstü kaynağı şüphesiz Şehit Ömer Muhtar ve Şehit Muammer Kaddafi gibi haçlılara boyun eğmeyi hayatı pahasına reddededen yiğit liderler yetiştiren İnsan kaynağıdır” desek...

Neo-liberalizmin zehirlediği anlayışlar için bu kaynağın pek de önemi yok...

Çünkü fiyatı yok...

Kendini serbest piyasa şartlarında pazara/piyasaya arzetmiyor...

Neoliberal çakallık düzeninde piyasaya arzedilip, satışa sunulmayan hiç bir şeyin kıymeti yoktur..

Sunanlarınsa ahvalini görüyorsunuz...

Kabiliyetlerinin, verimlerinin ve emeklerinin çok çok üstünde ücretlendiriliyorlar...

Haydi bu defa misâli serbest piyasaya kendini arzetmiş politika esnaflarından değil de, doğrudan piyasa içindeki büyük şirket CEO (Chief Executive Officer/İcra kurulu başkanı veya yönetim kurulu başkanı ) larından verelim...

Biliyorsunuz Mağrip (kuzey Afrika’da Alevlenen isyan ateşinin kıvılcımları çok kısa bir süre içinde Neo-liberal çakallık düzeninin kutsal Şehri New York’un en kutsal caddesi Wall Stret’e kadar sıçradı ya...

Oradaki eylemcilerden birinin taşıdığı bir pankart dikkatimi çekti...



Eylemci, bazı ülkelerdeki CEO maaşlarıyla diğer çalışanların maaşlarını karşılaştırıyor.

http://img.guney.org/images/2011/10/IMG_6820.jpg

Ve ülkelere göre Bir Ceo’nun aldığı maaşın, 1 çalışanın maaşınınn kaç katı olduğunu gösteriyor:

[Japonya: 11.kat
Almanya: 12 kat.
Fransa: 15 kat.
İtalya: 20 kat.
Kanada: 20 kat.
Güney Afrika: 21 kat.
Meksika: 47 kat.
Venezulla: 50 kat.
ABD: 475 kat.]


Dikkat edilirse en vahşî, en adaletsiz oran, Neo-liberal çakallık düzeninin kutsal devleti ABD’de...

Bu da çok normal...

Çünkü uluslarası soygundan en büyük paya o el koyuyor...

Bir de...

ABD yıkıldı mı gerisi zaten yok...

Yani elleri mahkûm ABD önlerine ne atarsa ona razı olacaklar...

[Yerden göğe küp dizseler,
Birbirine bendetseler,
Altından birin çekseler,
Seyreyle sen gümbürtüyü.]


Der ya, Yunus Emre hazretleri, ABD’nin hali en alttaki küp misali...

“Çektiler mi”...

"Seyreyle sen gümbürtüyü"...

Bu çakallık düzeninde insanın kıymeti harbiyesi bu kadar...

Merhum üstad Necip Fazıl’ın mısralarıyla:

[Allah'ın on pulunu bekleyedursun on kul,
Bir kişiye tam dokuz, dokuz kişiye bir pul!...
Bu taksimi kurt yapmaz, kuzulara şah olsa,
"Yaşasın kefenimin kefili, karaborsa!.."]


Haa...

Libya’nın bu uluslarası soygun ve çakallık düzeni (neo-liberalizm)nin ağzını sulandıran asıl yerüstü kaynaklarını ise Erdal Şafak’tan okuyalım:

[Nice zamandır masamda duran bir dosyanın kapağını açtım.

İlk sayfasında tek sözcük yazılı:

"Desertec".

Hiç duydunuz mu?

Bir projenin adı bu. Kuzey Afrika'nın ve Ortadoğu'nun çöllerine kurulacak santrallerle güneş enerjisini elektriğe dönüştürmeyi ve o elektriği Avrupa'ya taşımayı amaçlıyor. En az 400 milyar euro'luk bir proje.

Önümdeki dosyanın bir sayfasını daha çevirdim, karşıma bir harita çıktı. Haritadaki işaretleri saydım:

Afrika ve Ortadoğu'ya kurulması öngörülen toplam 21 güneş enerjisi sitesinden 12'si Libya topraklarında yer alıyor.

Ama sorun şu:

Libya lideri Kaddafi, "Emperyalistlerin yeni sömürü planı" diyerek "Desertec" projesine karşı çıkıyor. Hem de şiddetle.

Oysa daha iki gün önce "Deutsche Welle", Sahra çölüne kurulacak güneş enerjisi santrallerinin başta Almanya, İtalya ve Fransa olmak üzere Avrupa'nın enerji oburlarının ihtiyacının yarısını karşılayabileceğini duyuran bir haber yayınladı.

Ne zaman karşılayacak ihtiyacın yarısını?

Cevap: 20 yıl sonra.

Yani, Almanya'nın nükleer santrallerine kilit vuracağı yıllarda.

O tarihte o hedefe ulaşabilmek için şimdiden Afrika çöllerinde altyapıyı hazırlamaya başlamak gerek. Ne var ki, Kaddafi engeli duruyor.

O zaman ne yapılacak? Engel ortadan kaldırılacak. Devrilinceye kadar bombardımana devam! Devam!

Devam!

NATO'nun Libya operasyonunu neden sadece Avrupalılar'ın yürüttüğünü anladınız mı?
] (1)

Şimdi böyle bir uluslarası soygun ve çakallık düzeninin Libya’daki piyonları/tetikçileri, bu düzene boyun eğmeyen Libya Lideri Muammer Kaddafi’yi dünya durdukça hatırlanacak iğrençlikte bir vahşetle linç ettikten sonra...

Libya’ya “Şeriat” getirmişler...

Ajanslar öyle diyor?

Dipnotlar:

1- Erdal Şafak, “Nükleer ve Kaddafi”, 08.06.2011 Sabah gazetesi

(Devam edecek)


Kaynak: http://millibirlikruhu.blogspot.com/2011/10/capulcu-demokratlar-libyaya-seriat.html
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder E-posta gönder Yazarın web sitesini ziyaret et
Önceki mesajları göster:   
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> FELSEF'Î DÜŞÜNCELER Tüm zamanlar GMT
1. sayfa (Toplam 1 sayfa)

 
Geçiş Yap:  
Bu forumda yeni başlıklar açamazsınız
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz
Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız


Powered by phpBB © phpBB Group. Hosted by phpBB.BizHat.com


Start Your Own Video Sharing Site

Free Web Hosting | Free Forum Hosting | FlashWebHost.com | Image Hosting | Photo Gallery | FreeMarriage.com

Powered by PhpBBweb.com, setup your forum now!
For Support, visit Forums.BizHat.com