EntellektuelForum Forum Ana Sayfa EntellektuelForum

 
 SSSSSS   AramaArama   Üye ListesiÜye Listesi   Kullanıcı GruplarıKullanıcı Grupları   KayıtKayıt 
 ProfilProfil   Özel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapınÖzel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapın   GirişGiriş 

Kanun Önünde Eşitsizlik/imtiyaz

 
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> HUKUKÎ HABERLER
Önceki başlık :: Sonraki başlık  
Yazar Mesaj
admin
Site Admin


Kayıt: 31 Arl 2006
Mesajlar: 831
Konum: Belarus

MesajTarih: Prş Tem 24, 2008 10:01 pm    Mesaj konusu: Kanun Önünde Eşitsizlik/imtiyaz Alıntıyla Cevap Gönder

O yurt dışına kaçan isim Meclis Başkanı İsmail Kahraman'ın damadı mı?
15 Eylül 2017



15 Temmuz'dan sonra "el konulan" FETÖ hastanelerinden birinin ortağı, Türkiye Cumhuriyeti'nin en önemli kurumlarından birinin başkanının damadıydı.

3 gün önce OdaTv çarpıcı bir kulis haberi gündeme getirmişti.
Özetlersek...

15 Temmuz'dan sonra "el konulan"FETÖ hastanelerinden birinin ortağı, Türkiye Cumhuriyeti'nin en önemli kurumlarından birinin başkanının damadıydı.
"Damat" yurtdışına kaçmış, el konulan FETÖ hastanesinin başına da "kayınpederin" bir başka yakını atanmıştı.
İşte...
Kim bu yurtdışına kaçan FETÖ'cü damat
"Kim bu yurtdışına kaçan Fethullahçı damat" başlığıyla verdiğimiz bu haber çok tartışıldı.
Sahi, kimdi o damat ve kayınpeder?
İlk haberimizde isim vermedik, ama peşini de bırakmadık, fikri takip yaptık.
Kulislerde konuşulan isim; TBMM Başkanı İsmail Kahraman ve "damat" Sinan Yıldırım idi.
TBMM Başkanı İsmail Kahraman'ı da, TMSF tarafından Central Hospital'in başına yeni atanan Yılmaz Şener'i aradık.
3 gün boyunca defalarca not bıraktık, konuyu anlattık.
Ancak, Meclis Başkanı Kahraman da, FETÖ'den el konulan hastanenin "kayyum" yöneticisi Şener de telefonlarımıza çıkmadı, dönüş yapmadı.
Eğer konuşsaydık, kendilerine şu soruları soracaktık:
- İstanbul'daki Central Hospital'in ortaklarından biri, TBMM Başkanı İsmail Kahraman'ın damadı mıydı?
- O damadın adı Sinan Yıldırım mıydı?
- "Damat" Sinan Yıldırım, hastaneye FETÖ'den el konulma sürecinde yurtdışına mı kaçtı?
- Damat kaçarken yanında çocuğunu da götürdü mü?
- Damat bu süreçte İsmail Kahraman'ın kızıyla boşandı mı?
- Tüm bu sürecin sıkıntıları İsmail Kahraman'ın hastalanmasına mı neden oldu?
- FETÖ'den el konulan hastanenin başına, TMSF Fon Kurulu Üyesi Yılmaz Şener atandı. Central Hospital'in yeni Yönetim Kurulu Başkanı Şener, İsmail Kahraman'ın ağabeyi Rüştü Kahraman'ın damadı mı? Yani, hastane bir "damattan" bir diğer "damada" mı devredildi?
Sorularımız bunlar.
Hem TBMM Başkanı İsmail Kahraman'ın hem de konunun diğer muhattaplarının yanıtlarına açık olduğumuzu bir kez daha tekrarlarız.

OdaTV

Zafer Çağlayan'ın oğlu Kağan Çağlayan kaza yaptı: 2 ölü var ama sonrası meçhul
4 Mayıs 2015



Ekonomi eski Bakanı Zafer Çağlayan’ın oğlu Kağan Çağlayan’ın aracı ile bir başka araca çarptı. Kazada iki kişi hayatını kaybetti.

Ankara’da refüjü aşarak karşı şeride geçen araç, eski Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan’ın oğlu Kağan Çağlayan’ın aracı ile bir başka araca çarptı.

Ankara'da yol yapım çalışması nedeniyle daralan yolda kontrolden çıkan araç, bariyerlere çarpıp karşı şeride geçti, iki araca çarptı. Kontrolden çıkan araçtaki 2 kişi hayatını kaybetti. Çarpmaya maruz kalan araçlardan birini eski Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan'ın oğlunun kullandığı öğrenildi.

Kaza, Ayaş köprüsü üzerinde yol yapım çalışması nedeniyle daraltılan yolda öğle vakti meydana geldi. İstanbul yolu istikametinden Eskişehir yolu yönünde seyreden 34 FJP 36 plakalı araç, önce bariyerlere çarptı. Sonrasında karşı yönden gelen lüks bir araca vurdu. Çarpmanın etkisiyle takla atmaya başlayan araç, yine karşı yöndeki 06 C 5616 plakalı servis aracına çarparak durabildi.

Kaza yapan araç parçalara ayrıldı. Araçta bulunan ve isimleri öğrenilemeyen bir kız, bir erkek iki genç hayatını kaybetti. Servis aracında bulunan L.A. isimli vatandaş ise yaralandı.

Hayatını kaybedenler Etimesgut ilçesindeki özel bir hastanede morga kaldırıldı. Kaza sonrasında olay yerine gelen görevliler, kaza yapan aracın parçalarını bir arabaya topladı. Araç, çekici ile bulunduğu yerden kaldırıldı.

Olayla ilgili inceleme ve soruşturma başlatıldı.

Patronlar Dünyası

Müyesser Yıldız: Arınç'ın damadı bu sözleri nasıl açıklayacak
2017 12:15



Önce İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş'ın, ardından Bülent Arınç'ın damadının tahliyesi.

Haliyle “damat hukukunu” konuşur, tartışır olduk.

Oysa sorunumuz “damatlardan” çok büyük... Öyle çoklu bir hukuk sistemine geçtik ki; Zenginlerin hukuku var... Üstünlerin hukuku var... “Bizim kız, bizim oğlan, bizim bürokrat, bizim asker, bizim MİT'çi” hukuku var... Trump ve Macron himayesindekilerin hukuku var...

Bir tek garibanın, sahipsizin hukuku yok... Bir de hukukun üstünlüğü!..

Arınç'ın damadı meselesine dönersek;

Bir gizli tanık ifadesiyle gözaltına alınıp, tutuklandı.

Gizli tanık kim; Erzincan Ergenekon Davasının “Efe”si, eski Savcı Bayram Bozkurt. Rüşvetçi, dolandırıcı... Meslekten atıldığı halde AKP iktidarınca yeniden Savcı yapılıp, dolandırıcılığa devam etmesinin önü açılan, Arınç'ın ifadesiyle, “Her dönem gizli tanıklık yapmış bir şahıs”...

Öncelikle sormamız gereken şu değil mi?

Bir savcı, böyle bir şahsın ifadesini nasıl, ciddiye alıp, soruşturma açtı? Maksat neydi? Hasıl oldu mu?

GÜLEN'İN ÇOK UZUN YAŞAMASI İÇİN GELİŞTİREN KÖK HÜCRE PROJESİNİN BAŞI

Böyle sahtekâr birisinin ifadesiyle tutuklama tabii ki, yanlıştır.

Lâkin Arınç'ın damadıyla ilgili bir başka ifade daha var. Öyle “gizli tanık” falan da değil, aleni, “muteber” biri.

Ankara'da 15 Temmuz darbesinden önce, yıllarca çalışılarak hazırlanan, 15 Temmuz darbesinden hemen sonra da kabul edilen bir dava görülüyor.

“FETÖ ana çatı davası”... 72 sanıklı davada, sadece 7 tutuklu var. Diğerleri firari.

Tutuklular; Alaaddin Kaya, İlhan İşbilen, Hidayet Karaca, Av. Abdülkadir Aksoy, Av. Ali Çelik, Kazım Avcı ve Dilaver Azim.

İşte bu dosyada bir dönem Emniyet'in doktorluğunu yapan ve uzun süre “Cemaatle içli dışlı” olan Bülent Çanakçı'nın ifadesi yer alıyor. Çanakçı, duruşmaya da gelip, ismiyle cismiyle tanıklık yaptı, sanıklar hakkında bildiklerini bir bir anlattı. O yüzden “muteber bir tanık” diyorum.

Dr. Çanakçı, Fetullah Gülen'in 100 yıldan fazla yaşaması için geliştirildiğini iddia ettiği “Kök Hücre Projesi” hakkında bilgi verirken, o dönem Hacattepe Üniversitesi Rektörlük Danışmanı ve TEKNOKENT'in başkanı olan Gülen'in özel doktoru Tuncay Delibaş'la aynı “istişare grubunda” bulunduklarını, Sağlık Bakanlığı'ndaki yapılanmanın doktorlar ve akademisyenler şeklinde ikiye ayrıldığını belirtip, şunları söyledi:

“Tuncay Bey, Sağlık Bakanlığı'nın Türk kök projesi ile çok ilgilendiğini, bunun Fetullah Gülen’in talimatı olduğunu söyledi. Bir arkadaşım, bir akşam Tuncay Delibaşı ile birlikte olduğunu, Türk Kök projesi ile ilgili Bakan Danışmanı Sıraç Bey ile buluştuğunu, yanlarında üç tane askeri kıyafet giymiş insanın olduğunu, bunların derin devletin adamları olup, 'bakanı şu yönde yönlendireceksin' diye tehdit ettiklerini, Sıraç Beyin çok korktuğunu ve masayı terk ettiğini anlattı. Sonra Türk Kök projesinin Tuncay Delibaşı'nın istediği gibi olmaması üzerine Fatih Üniversitesi, Hacettepe Üniversitesi ve Mamak Belediyesi arasında protokol yapılarak projenin başına Bülent Arınç'ın damadı Ekrem Yeter getirildi.”

Bu ifadeden sonra Ekrem Yeter'in de davaya dahil edilmemesi veya hakkında suç duyurusunda bulunulmaması bir yana;

Bülent Arınç gibi bir ismin damadı için gözaltı kararı alıyorsunuz, ama dosyasına “çatı” denecek kadar önemli bir davada yer alan bu ifadeye yer vermiyorsunuz? Ya da haberiniz yok!..

Niyet üzüm mü yemekti, bağcı dövmek mi?

Her neyse!..

“Kök Hücre projesinin başına getirilmesi 17/25 Aralık'tan önce” denecektir.

Gerçek hukuk önünde geçerliliği olmasa bile, buna da tamam!..

İyi de “FETÖ ana çatı davası” özelinde söylüyorum;

Davanın tutuklu sanıklarından Alaaddin Kaya, Zaman Gazetesi'nin ilk sahibi olmaktan, Fetullah Gülen'i Vatikan'a götürmekten vs. suçlanıyor...

Av. Abdülkadir Aksoy, 2001'de Fetullah Gülen'in davasına baktığı için yargılanıyor...

Bunlar da 17/25 Aralık'tan öncesine ait.

Bülent Arınç damadının tahliyesinden sonra, “Ekrem Yeter damadım olduğu için değil, hukukun gereği olduğu için serbest bırakılmıştır” dedi.

Keşke şu “hukukun gereği”, herkes için ve böyle hızla yerine getirilse!..

Odatv.com

Ayça Söylemez: Başlamışken, diğer hasta mahpusları da tahliye etmeye ne dersiniz?
09/05/2017

İstanbul Belediye Başkanı Kadir Topbaş’ın damadı Ömer Faruk Kavurmacı da sağlık sorunları sebebiyle tahliye edildi. Üstelik bırakın Adli Tıp Kurumu raporunu, devlet hastanesinden bile değil, özel bir hastaneden alınan raporu mahkeme, tahliye için yeterli kabul etti.

Hâkimliğin tahliye kararında, “cezaevi koşullarının Kavurmacı’nın sağlığı üzerinde olumsuz etkileri olabileceği” yazıyor.

Hâkim haklı, cezaevi koşullarının sadece Kavurmacı üzerinde değil, tüm hasta mahpuslar üzerinde olumsuz etkileri oluyor. Hasta mahpusların bunu kanıtlayacak devlet hastanesi raporu da var.

Hukukta ve Ceza Muhakemesi Kanunu’nda bir ‘damat eşitliğinden’ bahsedilmediğine göre, hazır başlamışken, diğer hasta mahpusları da tahliye etmeye ne dersiniz? Yoksa artık Anayasa’da yazdığı gibi, ‘kanun önünde eşit’ değil miyiz?

Ayça Söylemez’in yazısısının tamamı için: http://www.birgun.net/haber-detay/kanun-onunde-bazilari-daha-esit-158661.html

04 Şubat 2009
Türk Silahlı Kuvvetleri'nde görevli Generallerden çocukları "çürük raporuyla" askerlik yapmayanların isim listesi sızdı. Olay tam skandal...

Vakit'e Çok Kritik Belge Sızdı

Vakit gazesi, ‘çürük raporu’yla askerlikten muaf tutulan general yakınlarının isimlerinin bulunduğu belgeyi ele geçirdiğini duyurdu..

Vakit gazetesi, ‘çürük raporu’yla askerlikten muaf tutulan TSK’da üst düzey görevlerde bulunan çok sayıda generalin, 1. ve 2. derece akrabalarının isimlerinin bulunduğu belgeyi ele geçirdi.

KIŞLALARA SOKULMASI BİLE YASAK AMA

Vakit’in sürmanşetten anonsunu yaptığı ve yarın yayınlanacak olan belgelerde, general yakınlarının çürük raporu alarak askerlikten muaf tutulduğu iddia ediliyor.

Kışlalara ve Genelkurmay’a ait tesislere sokulması bile yasak olan Vakit’in bu belgelere nasıl ulaştığı bilinmezken yarın yayınlanacak olan bu belgelerin çok konuşulacağı benziyor.

İşte Vakit’in sürmanşetten yaptığı o anons:

Generallerin çürük çocukları

-TSK’da üst düzey görevlerde bulunan çok sayıda generalin, 1. ve 2. derece akrabalarının, “çürük raporu” alarak vatani görevlerini yerine getirmedikleri ortaya çıktı.

-Vakit’in ele geçirdiği belgelere göre, bazı general yakınlarının çürük raporu alarak, ya askerlik yapmaktan tamamen muaf tutulduğu ya da birliğine katıldıktan bir süre sonra alınan raporla evine döndüğü belirlendi.

-Gazetemizin ulaştığı belgelere göre, bazı generallerin 3,4 hatta 5 akrabasının birden çürük raporu olması dikkat çekiyor.
aktifhaber

Vakit O Haberi Yaptı
05 Şubat 2009

Yayın yasağı gelebilirdi ama gelmedi. Vakit dün duyurduğu "Çürük raporlu General yakınları" haberini yaptı. İşte çok konuşulacak liste...

Vakit gazetesi, ‘çürük raporu'yla askerlikten muaf tutulan general yakınlarının isimlerinin bulunduğu belgeyi ele geçirdi...

Şok belgede kamuoyunun yakından tanıdığı generallerin yakınlarının çürük raporuyla askerlik yapmadığı ortaya çıktı.

Üst düzey görevlerde bulunan birçok generalin oğlunun, yeğeninin, akrabasının, eniştesinin çürük raporu alarak vatani görevini yerine getirmediği ortaya çıktı.

Yıllardır onbinlerce vatan evladı teröristlerle girdiği çatışmada şehit edilirken/yaralanırken, TSK'da görevli bazı yüksek rütbeli generallerin 1. ve 2. derece yakınlarının çürük raporlu oldukları ortaya çıktı. Vakit'in ulaştığı bilgilere göre, bazı general yakınlarının çürük raporu alarak ya askerlik yapmadıkları, ya da birliğine katıldıktan bir süre sonra rapor alarak evine döndükleri ortaya çıktı.

Bazı generallerin bizzat oğulları hatta kayınbiraderleri çürük raporları alırken, bazılarının ise 5 yeğeninin birden çürük raporu alması dikkatlerden kaçmıyor. Genelkurmay'ın, çürük raporu alınmasında general yakınlarının etkisi olup olmadığı yönündeki sorularımıza sessiz kalması dikkat çekiyor.

KİMİSİNİN 3, KİMİSİNİN 5 YEĞENİ ÇÜRÜK
Gazetemizin ulaştığı bilgilere göre; Jandarma Genel Komutanlığı eski Kurmay Başkanı Korgeneral İbrahim Açıkmeşe'nin 1981 Rize Ardeşen doğumlu yeğeni Volkan Yerebakan, 1970 Rize Ardeşen doğumlu yeğeni Mustafa Yerebakan, 1968 Rize Ardeşen doğumlu yeğeni Osman Yerebakan, 1979 Rize Ardeşen doğumlu yeğeni Mustafa Karabela, 1975 Artvin doğumlu yeğeni Adem Yılmaz; Deniz Kuvvetleri Komutanlığı'nda Tümamiral olan Haydar Mücahit Şişlioğlu'nun kayınbiraderi Yalın Dirik, teyzesinin oğlu Faik Aydın, dayısının oğlu Şevket Dişkaya; Harp Akademileri Komutan yardımcısı Korgeneral Selahattin Uğurlu'nun 1975 doğumlu Haydar Okay Uğurlu isimli yeğeni ile eşinin 1976 doğumlu akrabası Levent Uludoğan, Şırnak Tümen Komutanı Tümgeneral Ahmet Yavuz'un 1980 Osmaniye Bahçe doğumlu oğlu Çetin Mert Yavuz, 1972 Adana Seyhan doğumlu yeğeni Buğra Selim Ölçen, Genelkurmay 2. Başkanı Orgeneral Hasan Iğsız'ın 1975 İzmir Çeşme doğumlu dayısının oğlu İlgi Çora, Ege eski Komutanı Orgeneral Şükrü Sarıışık'ın 1978 Bursa Osmangazi doğumlu oğlu Gökhan Sarıışık, Kocaeli Garnizon Komutanı Korgeneral Galip Mendi'nin 1970 Ankara Çankaya doğumlu yeğeni Osman Bahadır Mendi, 7. Kolordu Komutanı Korgeneral Bekir Kalyoncu'nun eşinin 1982 Ardahan Posof doğumlu yeğeni Doğan Erdoğan, Tekirdağ Şarköy 95. Zırhlı Tugay Komutanı Tuğgeneral Nurettin Işık'ın 1984 Balıkesir Erdek doğumlu yeğeni Mustafa Kemal Işık ve Kara Kuvvetleri'nde görevli Tümgeneral Aydemir Cülcüloğlu'nun 1974 Sivas Zara doğumlu oğlu Mehmet Barış Cülcüloğlu çürük raporu almak suretiyle askerlik görevinden muaf tutulmuş.

BAZISI HİÇ KIŞLAYA GİRMEMİŞ
Çürük raporlarının ayrıntılarına göre, Orgeneral Hasan Iğsız'ın dayısının oğlu İlgi Çora hiç askere gitmeden çürük raporu almış. Orgeneral Şükrü Sarıışık'ın oğlu Gökhan Sarıışık da birliğe hiç katılmadan çürük raporu almış. Korgeneral Galip Mendi'nin yeğeni Osman Bahadır Mendi de hiç askere gitmeden çürüğe çıkmış. Korgeneral İbrahim Açıkmeşe'nin yeğeni Volkan Yerebakan da hiç birliğine katılmadan çürük raporu almış. Açıkmeşe'nin diğer yeğeni Mustafa Karabela ise 1999'da İzmir'de bulunan 7'nci Jandarma Komando Er Eğitim Alay Komutanlığı'na katılmış, daha sonra Mardin Savur İlçe Jandarma Komutanlığı'na sevkedilip 18 Şubat 2000 tarihinde de çürük raporu alarak evine dönmüş.

Korgeneral Bekir Kalyoncu'nun eşinin yeğeni Doğan Erdoğan da hiç askeri birliğe katılmayan paşa yakınları arasında. Tuğamiral Haydar Mücahit Şişlioğlu'nun kayınbiraderi Yalın Dirik ise yedek subay olarak Samsun'da katıldığı birliğinden Kayseri Askeri Hastanesi'ne sevkedilmiş. Yalın Dirik 10 gün kaldığı birliğinden çürük raporu alarak ayrılmış. Tuğgeneral Nurettin Işık'ın yeğeni Mustafa Kemal Işık ise Hatay'da bulunan 1'nci Deniz Er Eğitim Alay Komutanlığı'ndaki acemi birliğinden aynı alaydaki başka bir tabura sevkedilmiş ve bir süre sonra çürük raporu alarak terhis olmuş.

Tümgeneral Ahmet Yavuz'un oğlu Çetin Mert Yavuz ise hiç askere gitmeden çürük raporu alan general yakınları arasında. Ahmet Yavuz'un yeğeni Buğra Ölçen de aynen kuzeni gibi çürük alıp nizamiyenin kapısından hiç içeri girmemiş.

Tümgeneral Aydemir Cülcüloğlu'nun oğlu Mehmet Barış Cülcüloğlu da askeri birliğe hiç adım atmamış. Tümgeneral Tahir Bekiroğlu'nun teyzesinin oğlu Erkan Işık ise 1986'da Ankara'daki birliğinden Manisa Alaşehir'deki 2. tabur 9. bölüğe sevkedilmiş, buradan bir süre sonra çürük raporu alarak evinin yolunu tutmuş. Korgeneral Selahattin Uğurlu'nun yeğeni Haydar Okay Uğurlu, acemi birliğinde İzmir Ulaştırma Okulu'nda silah altına alınmış. Ardından İzmir'deki Maltepe Askeri Lisesi Destek Kıtaları Komutanlığı'na usta birliğine gitmiş. Haydar Okay Uğurlu usta birliğinde sadece 20 gün askerlik görevini yaptıktan sonra teskere almış.

GENELKURMAY YALANLAMADI
TSK hakkında ortaya atılan en ufak bir iddia hakkında bile hemen açıklama yapan Genelkurmay Başkanlığı, general yakınlarının çürük raporu almasında generallerin payının olup olmadığı yönündeki sorularımızı 4 gündür cevaplandırmıyor. Genelkurmay'ın 4 gündür yazılı sorularımıza cevap vermemesi dikkat çekerken, kamuoyu Genelkurmay Başkanlığı'nın olaya açıklama getirmesini bekliyor.
aktifhaber

Paşa Aramalarında İşin Aslı Bu
13 Ocak 2009 09:12

Ergenekon Terör Örgütü soruşturması kapsamında paşaların gözaltına alınması ve evlerinin aranması ile ilgili bildiklerinizi unutun. İşin aslı işte bu...

Ergenekon terör örgütü soruşturması kapsamında 7 Ocak'ta yapılan son operasyonun ayrıntıları netleşmeye başladı.

Eski MGK Genel Sekreteri emekli Orgeneral Tuncer Kılınç, eski Genelkurmay Adli Müşaviri emekli Tümgeneral Erdal Şenel ve Yarbay Mustafa Dönmez'in evlerinde yapılan aramanın 2,5 saatlik gecikmeyle gerçekleştiği öğrenildi. Alınan bilgilere göre, askerî lojmanlardaki aramalara polisin katılmasına izin verilmedi. Arama işlemi Ankara'da görevli bir savcı ve askerî savcının eşliğinde 10 dakikada tamamlandı. Ayrıca yapılan teknik takip sonucunda evinde arama yapıldığı sırada Yarbay Dönmez'in Kara Kuvvetleri Komutanlığı'nda olduğu belirlendi. Kimliği belirlenemeyen bir kişinin Dönmez'i telefonla arayarak, "Neredesin, polisler seni arıyor?" dediği, bu görüşmenin ardından Dönmez'in kayıplara karıştığı ileri sürüldü.

Yarbayın Sapanca'daki yazlık evinde polis tarafından yapılan aramada 22 el bombası ele geçirilmişti. Alınan bilgilere göre, Ergenekon soruşturması kapsamında gerçekleşen gözaltı ve aramalar için Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı 5 savcı görevlendirdi.

Eski Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Sabih Kanadoğlu'nun evinde yapılan arama, savcı sayısının yeterli olmaması nedeniyle gecikti.

Emekli Orgeneral Tuncer Kılınç, emekli Tümgeneral Erdal Şenel ve Kara Kuvvetleri Komutanlığı Lojistik Merkezi'nde görevli Yarbay Mustafa Dönmez'e ait ikametlerde yapılan aramalarda ise ilginç olaylar yaşandı. Özel yetkili ağır ceza mahkemesi savcıları ile polis memurları, sabah 07.00 sularında şüphelilerin oturduğu askerî lojmanlara gitti. Ancak saat 09.30'a kadar Merkez Komutanlığı'ndan arama izni çıkmadı. Daha sonra polis ekiplerinin lojmanlara girişi engellenirken, sadece görevli savcıya arama imkanı tanındı. Bu işlem Merkez Komutanlığı'nda görevli askerler ve askerî savcı eşliğinde gerçekleşti. 10 dakika süren aramalarda hiçbir bulguya ulaşılamadığı rapor edildi. Sivil adreslerde yapılan aramalar ise yaklaşık 6 saat sürdü. Operasyon kapsamında hakkında yakalama emri bulunan Yarbay Mustafa Dönmez'in polis tarafından arandığı saatlerde görevli bulunduğu Kara Kuvvetleri Komutanlığı'nda olduğu ortaya çıktı. Dönmez'i bir kişinin arayarak, "Neredesin, polisler seni arıyor?" demesi, Dönmez'in de "Tamam geliyorum." karşılığını vermesi teknik takip sırasında kayda alındı. Baz dökümlerinden Dönmez'in bu konuşmayı yaptığı sırada Kara Kuvvetleri Komutanlığı'nda olduğu saptandı. Görüşmenin ardından kayıplara karışan Yarbay Dönmez'den bir daha haber alınamadı.
aktifhaber

08 Ekim 2008 Çarşamba
İşkenceye 10 numara tolerans

Yargıtay, İzmir'de gözaltında ölen Alpaslan Yelden için 8 polise verilen hapis cezasını bozdu. Gerekçe: polisler beraat etmeli
Bahri KARATAŞ

İZMİR - Bir cinayet soruşturması kapsamında evinden gözaltına alınan zanlı Alpaslan Yelden'in Emniyet'te sorgulanırken fenalaşınca götürüldüğü hastanede ölmesi üzerine 8 polise ‘kastı aşan müessir fiil’ suçundan verilen 3 yıl 4'er ay hapis cezası, Yargıtay tarafından bozuldu. Bozma kararında sanıkların beraat etmesi gerekirken ceza verilmesi gerekçe gösterildi.

Alparslan Yelden bir cinayet soruşturması kapsamında 2 Temmuz 1999 tarihinde, İzmir Emniyeti Asayiş Şube Müdürlüğü Faili Meçhul Olayları Araştırma ve İnceleme Büro Amirliği'nde görevli polisler tarafından evinden gözaltına alındı. Yelden'in ailesi oğullarından herhangi bir haber alamayınca aramaya başladı. Ailesinin 3 gün sonra Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nde bulduğu Yelden, 14 Temmuz'da öldü. Gözaltında işkence yapıldığı ileri sürülen Yelden'in, polisler tarafından hastaneye getirildiği anlaşıldı. Yapılan otopside, vücudunun çeşitli yerlerinde travmatik bulgulara rastlandı.

Alpaslan Yelden'in ölümü üzerine aralarında başkomiser ve komiserlerin de bulunduğu 10 polis hakkında ‘işkence sonucu ölüme sebebiyet vermekten’ kamu davası açıldı. İzmir 2'inci Ağır Ceza Mahkemesi'nde yapılan yargılama sonucunda 8 sanık hakkında 17 Mayıs 2006 tarihinde ‘kastı aşan müessir fiil’ suçundan 3 yıl 4'er ay hapis cezası verildi, iki kişi beraat etti. Bu karar, hem sanık polisler hem de Yelden Ailesi tarafından temyiz edildi.

Dosyayı inceleyen Yargıtay 1'inci Ceza Dairesi, sanıkların beraat etmesi gerekirken, ceza verildiği gerekçesiyle mahkumiyet kararını bozdu. Bozma kararının ardından İzmir 2'inci Ağır Ceza Mahkemesi'ndeki davanın yeniden görüleceği belirtildi.
radikal

BAŞSAVCI İÇİN SON SÖZ SÖYLENDİ

3 Ekim 2008 14:25
Yargıtay 1. Başkanlık Kurulu, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya'nın İP hakkında kapatma davası açmama şikayetini karara bağladı.
Yargıtay 1. Başkanlık Kurulu, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya'nın Ergenekon Terör Örgütü ile yakın teması olan İşçi Partisi (İP) hakkında kapatma davası açmamasını, “takdir hakkını kullanmak” olarak değerlendirdi.

Yargıtay 1. Başkanlık Kurulu, Adalet Platformu Başkanı Adem Çevik'in, AK Parti'ye kapatma davası açan, ancak Ergenekon Terör Örgütü ile ilişkili olduğu tespit edilen İşçi Partisi ve hesaplarında yolsuzluğu belgelenen Cumhuriyet Halk Partisi'ni (CHP) koruyan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya'nın azledilmesi talebini reddetti.

22 Eylül 2008 tarihinde toplanan Yargıtay 1. Başkanlık Kurulu, Abdurrahman Yalçınkaya'nın, Anayasa ve yasalardan kaynaklanan takdir hakkını kullanmasından dolayı işlem yapılmasına yer olmadığına oybirliğiyle karar verdi. Halbuki İP'in 8 yöneticisi terör örgütü kurmak ve üye olmak, silahlı isyana teşvik ile yasak belgeleri temin etmekten yargılanacak.

TUTUKLANAN İŞÇİ PARTİSİ YÖNETİCİLERİ

Abdurrahman Yalçınkaya'nın takdir hakkını kullanarak kapatma davası açmadığı İşçi Partisi'nin 8 yöneticisi, “Ergenekon Terör Örgütü” davası kapsamında “Silahlı terör örgütü kurmak” suçundan tutuklanmışlardı.

Ergenekon iddianamesinde İşçi Partisi yöneticilerine yöneltilen suçlamalar şöyle:

İP Genel Başkanı Doğu Perinçek: Silahlı terör örgütü kurma, yönetme, zorla hükümeti ıskata teşebbüs, T.C. hükümetine karşı silahlı isyana tahrik, açıklanması yasak belgeleri temin etme.

İP Genel Sekreteri Avukat Nusret Senem: Silahlı terör örgütüne üye olma, hukuka aykırı olarak kişisel verileri kaydetme, açıklanması yasak belgeleri temin etme.

İP Genel Başkan Yardımcısı Ferit İlsever: Silahlı terör örgütüne üye olma ve T.C. hükümetine karşı silahlı isyana tahrik.

İP Merkez Karar Kurulu Üyesi Dr. Serhan Bolluk: Silahlı terör örgütüne üye olma ve Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti'ne karşı silahlı isyana tahrik etme.

İP Merkez Karar Kurulu Üyesi M. Adnan Akfırat: Açıklaması yasak belge temin etme ve silahlı terör örgütüne üye olma.

İP Genel Merkez Basın Bürosu Başkanı Hikmet Çiçek: Silahlı terör örgütüne üye olma, açıklanması yasaklanan gizli bilgileri temin etme, hukuka aykırı olarak kişisel verileri kaydetme.

İP İzmir Ulusal Strateji Merkezi Üyesi Hayati Özcan: Silahlı terör örgütüne üye olma, devletin güvenliğine ilişkin belgeleri çalma veya tahsis edildiği yerden başka yerde kullanma, açıklanması yasak belgeleri temin etme.

İP Disiplin Kurulu Başkanı, İP Genel Başkanı Doğu Perinçek'in eski avukatı ve Aydınlık Dergisi yazarı Emcet Olcaytu: Ergenekon Terör Örgütü'ne üye olmak ve örgüt adına faaliyette bulunmak. Emcet Olcaytu'da, Ergenekon Savcısı Zekeriya Öz hakkında hazırlanmış bir dosya bulunmuştu.

İŞÇİ PARTİSİ'NDE YARGITAY KROKİSİ ÇIKMIŞTI

Ergenekon operasyonu çerçevesinde İşçi Partisi Genel Merkezi'nde arama yapan polis, Yargıtay'a giriş ve güvenli kaçış yollarını belirten ayrıntılı krokinin yer aldığı bir CD'nin bulunduğu basına yansımıştı. CD'nin, İP Genel Başkanı Doğu Perinçek'le birlikte gözaltına alınan ve aynı gün Talat Paşa Komitesi toplantısı için Almanya'ya gitmeye hazırlanan Adnan Akfırat'a ait belgelerin arasından çıktığı Ergenekon soruşturmasında geçti.

YARGITAY BAŞSAVCI YARDIMCISI İLE GİZLİ TOPLANTI

İşçi Partililerin, Yargıçlar ve Savcılar Birliği (YARSAV) Başkanı ve Yargıtay Cumhuriyet Başsavcı Vekili Ömer Faruk Eminağaoğlu'nun, Ergenekon Terör Örgütü kapsamında tutuklanan Gazeteci-Yazar Ergun Poyraz, Ergenekon operasyonu kapsamında aranan ve 1 Temmuz'da Rusya'ya kaçan emekli tuğgeneral Levent Ersöz ile AK Parti'nin kapatılması hakkında bir limanda yemekli toplantı yaptığı Ergenekon soruşturmasında geçti.

Söz konusu belgelerde; Ergenekon tutuklusu İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek'in, AK Parti hakkındaki dosyayı Ömer Faruk Eminağaoğlu'na iletilmesini ve söz konusu dosyanın Ömer Faruk Eminağaoğlu, Ergun Poyraz ve Levent Ersöz'ün limanda yapacağı yemekli toplantıda görüşülmesini istemiş!..

HAYATİ ÖZCAN'DA NATO ÜSSÜ'NE SALDIRI PLANI ÇIKTI

Ergenekon iddianamesinde, İP İzmir Ulusal Strateji Merkezi Üyesi Hayati Özcan'ın, evinde ve işyerinde çıkan NATO Üssü'ne saldırı planları yer alıyor. Hayati Özcan'ın evinde ve işyerinde, İzmir Şirinyer'de bulunan NATO Üssü'ne ilişkin çok sayıda fotoğraflı kroki, kroki üzerinde patlama ve eylem yapılacağına dair notlar ele geçirilmişti.

2 Ekim 2007 tarihinde İzmir Buca ilçesi Şirinyer semtinde 100 metre arayla iki bomba patlamış, 1 kişi ölürken, 11 kişi de yaralanmıştı. Söz konusu saldırı ile Ergenekon Terör Örgütü'nün ilişkisi araştırılıyor. Hayati Özcan, Şirinyer patlamasına yönelik krokilerin yanı sıra ‘devlete ait gizli belgeleri bulundurmak' suçundan 30 Mart 2008 tarihinde tutuklandı.

DAVA SÜRECİ

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya'nın, İşçi Partisi ve CHP'yi koruyarak çifte standart uyguladığı için görevinden azledilmesi istenmişti.

Adalet Platformu Başkanlığı tarafından Bolu Gerede Cumhuriyet Başsavcılığı, Adalet Bakanlığı, TBMM, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu, Yargıtay ve Danıştay'a gönderilen dilekçede, Başsavcı Yalçınkaya'nın “görevini yapmadığı” ve “görevini kötüye kullandığı” belirtildi.

Adalet Platformu Başkanı Adem Çevik imzasını taşıyan dilekçede, Başsavcı'nın, İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi ve devletin çeşitli kurumlarınca da terör örgütü olduğu tescillenen Ergenekon Terör Örgütü'yle bağlantıları kesinleşen İşçi Partisi hakkında herhangi bir işlem yapmamış olmasının “görevini yerine getirmemek” anlamına geldiği vurgulandı.

Terör örgütünün ve elemanlarının avukatlığı ile savunmasını üstlenen CHP'nin de suç işlediği savunulan dilekçede, CHP'nin ayrıca, İş Bankası'nın hissedarı olması sebebiyle Siyasi Partiler Kanunu'na göre suç işlediği de bildirilerek, hesaplarda yapılan yolsuzluğun Anayasa Mahkemesi'nce kanıtlandığı hatırlatıldı. Tüm bu göstergelere rağmen İP ve CHP'ye kapatma davası açmayan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya'nın, görevini yapmadığı ve görevini kötüye kullandığı kaydedilen dilekçede, “Yalçınkaya'nın, Anayasa'nın ilgili maddesince cezalandırılması, görevini yapmadığı için de azledilmesini arz ve talep ederiz” denildi.

Akit'in haberine göre; dilekçeyi 28 Temmuz'da belirtilen adreslere gönderdiklerini ifade eden Adalet Platformu Başkanı Adem Çevik, göz göre göre bir hukuksuzluk yapıldığını ve buna sessiz kalamayacaklarını söyledi. Çevik, dilekçe ile yetkili makamların da artık bu duruma sessiz kalmayacaklarını umduklarını belirtti. “Ergenekon iddianamesinde yer alan bilgilere göre, kapatma davası, Ergenekon'un talimatıyla açıldığı görülüyor” diyen Çevik, “Başsavcı'ya, ‘terör örgütüne yardım ve yataklık' suçundan dolayı da dava açılabilir” şeklinde konuştu.
haber10

Madde 69'a göre; 'CHP kapatılır'

22 09 2008 09:58
Alman Friedrich Ebert Vakfı’ndan 85 bin Avro bağış aldığı belgelenen CHP'nin Anayasa'nın 69. Maddesine göre kapatılması gerekiyor... Hukukçular, AK Parti’ye kapatma davası açan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya’ya Anayasa’nın 69. maddesinin 9. fıkrasını hatırlattılar. Hukukçular. “Madde açık... Belge var. Deliller yeterli. Türk uyrukluğunda olmayan gerçek ve tüzel kişilerden maddi yardım almak yasak. O zaman Yalçınkaya dava açmakta tereddüt etmemeli” dediler.

“GÖREVİNİN GEREĞİNİ YAP YA DA ÇIK SİYASET YAP”
Türkiye Gönüllü Teşekküller Vakfı (TGTV) Genel Başkanı Avukat Necati Ceylan: “Türkiye’de maalesef her şey ideolojik duruşa göre değerlendiriliyor. Yargı, kişi ve kurumlara göre farklı uygulanıyor. RP ve Fazilet Partisi konusunda hemen harekete geçenlerden, Kanaltürk hadisesinin üzerinden uzun süre geçmesine rağmen hâlâ ses yok. Millet adına karar verdiğini ileri süren bir kurumun başında bulunan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalnıçınkaya, 69. madde gereği görevini yapmalı, CHP hakkında inceleme başlatmalı ve harekete geçmeli. Madem kamu adına, millet adına görev yapıyor. O zaman gereğini yapmalı. Yok, yapmıyorsa o zaman emekli olsun, siyasi siyaset yapsın. Vatandaşın özgürlüğe, adalete ve refaha ihtiyacı var.”

“BAŞSAVCI DAVA AÇMAK ZORUNDA”
Anayasa Profesörü Mustafa Kamalak: “Alman Vakfı’nın CHP’ye fon ayırdığı ile ilgili belge ortada. CHP’ye bir Alman Vakfı’ndan para aktarıldığı iddiası çok büyük bir iddiadır. Eğer doğruysa hem Anayasa’ya göre hem de Siyasi Partiler Yasası’na göre CHP kesin kapatılır. Başkaca hiçbir gerekçeye gerek yoktur. Bunun belgelenmesi kesin kapatma sebebidir. Vakit’te ise bu belge yayınlanmıştır. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya, CHP’ye para aktarıldığının belgelenmesi halinde dava açmak zorundadır. Başsavcı iddiaları incelemeye almıştır diye düşünüyorum.”

SKANDAL GÖRMEZLİKTEN GELİNEMEZ
Adalet-Der Genel Başkanı Avukat Emre Yurtalan: “Demokrasi gereği parti kapatılmasına karşıyız. Ancak burada büyük bir skandal söz konusu... AK Parti’ye açılan kapatma davasının delillerinin birçoğu malum medyanın ürünüydü ve tekzipliydi. Somut eylem olmadığı gibi Başsavcı’nın hazırladığı iddianamede birçok eksiklik ve yanlışlık göze çarpıyordu. Maalesef dava açıldı, görüşüldü ve AK Parti cezalandırıldı. Şimdi, ortada bir belge var ve Anayasa’nın 69. maddesi açık. Belgeyi Vakit gazetesi yayınladı. Yani delil sanal değil, resmen somut. Vakit gazetesi görevini yaptı, sıra Sayın Başsavcı’da. Anayasa’da 69. maddenin 9. fıkrası, ‘Yabancı devletlerden, uluslararası kuruluşlardan ve Türk uyrukluğunda olmayan gerçek ve tüzel kişilerden maddî yardım alan siyasî partiler temelli olarak kapatılır’ diyor. Biz de Sayın Başsavcı ne diyecek merak ediyoruz.”

367’NİN MİMARI KANADOĞLU SESSİZ
Yargıtay Onursal Cumhuriyet Başsavcısı Sabih Kanadoğlu, 367 tartışmalarında ve AK Parti’ye açılan davada ‘taraf’ olduğunu ilan ederek millet düşmanlığı yapmaktan çekinmezken, İP hakkında dava açmayan Yalçınkaya hakkında şimdiye kadar hiçbir yorum yapmadı. “CHP’nin Alman Ebert Vakfı’ndan 2005’te 85 bin Avro para yardımı aldığını” hatırlatarak, “CHP’ye kapatma davası açılmalı mıdır, Anayasa bu konuda ne diyor, Yalçınkaya ne yapmalı?” şeklinde yönettiğimiz soruları cevapsız bıraktı. Kanadoğlu, bu konularda hiçbir açıklamasının olmayacağını bildirdi.

ERGENEKONCULARIN PARTİSİ İP’E DOKUNMAMIŞTI
AK Parti’nin temelli kapatılması talebiyle Anayasa Mahkemesi’ne dava açan Başsavcı Yalçınkaya’nın, İşçi Partisi’nin; Ergenekon terör örgütü üyesi olduğu iddiasıyla tutuklanan ve ‘silahlı terör örgütü kurmak’, ‘cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmak veya görev yapmasını engellemeye teşebbüs’ ve ‘patlayıcı madde bulundurmak, atmak, bu suçlara azmettirmek’ suçundan yargılanan 7 yöneticisi bulunmasına rağmen, uyarıda bile bulunmaması hukukçuların tepkisine yol açmıştı.

CHP’nin Alman Ebert Vakfı’ndan 2005’te 85 bin Avro para yardımı aldığını gösteren belgeyi ortaya çıkaran Vakit’in haberleri üzerine ise Ergenekon’un avukatlığını yapan Baykal’ın CHP’si hakkında dava açıp açmayacağı merak konusu oldu.
Vakit

Askerlikten Soğutma Böyle Olur
05 Eylül 2008 08:19

Çürük raporlarındaki skandallar sayfa sayfa yayınlandı ama ne siyasi irade ne yargıdan "tık" yok. Halkı askerlikten soğutmanın daniskası budur.

Zaman'dan Bülent Korucu'nun yazısının ilgili bölümü:

Yargıtay Savcısı ve Yargıçlar ve Savcılar Birliği Başkanı Ömer Faruk Eminağaoğlu'nun 'çürük' raporuyla ilgili gelişme/meleri ibretle izliyoruz.

Tam celp döneminde yüzlerce genç güle oynaya askere giderken ve maalesef her gün birkaç tane fidan bayrağa sarılı olarak toprağa verilirken... Ömer Bey'in dosyası iki bakanlığın top çevirmesine dönüştü. Askerî savcılıktan henüz ses yok.

Halkı askerlikten soğutmanın daniskası. Ömer Bey, kendini savunurken "Raporlardaki hataları ben mi yaptım?" diyordu. O haklıysa, raporu yazan, ona göre işlem yapan ve hâlâ doğru kabul edenlerden hesap sorulsun. Yeni Genelkurmay Başkanı'mız bu konuda da bir jest yapar mı acaba?
aktifhaber

BAŞKANIN 'ÇÜRÜK RAPORU' ONAYLANMIŞ!

16 Eylül 2008 22:50
Milli Savunma Bakanlığı, YARSAV Başkanı Ömer Faruk Eminağaoğlu'nun yeni aldığı 'çürük raporu'nun MSB tarafından onaylandığı iddia edildi.
Ankar Haber Ajansı'nın MSB kaynaklarına dayandırdığı haberinde '1998 yılında verilen rapordaki tanı ve karar aynen teyit edilmiştir' ifadesi yer alıyor. Haberde ayrıca, sahte rapor alarak askere gitmediği iddiaları üzerine inceleme başlatıldığını ve yapılan inceleme sonucunda Eminağaoğlu'nun raporunun hiçbir şüphe ve tereddüte yer kalmayacak şekilde doğru ve mevzuata uygun olduğunun tespit edildiğini bildirdi.

'Komando olabilir' diyen tabip yüzbaşı: Rapora ilave yapılmış

Osman Artuç, Eminağaoğlu'na tabip yüzbaşısı olarak 'sağlam' raporu vermiş. Albaylıktan emekli olan ve şimdi özel bir hastanede çalışan Artuç'un 'eklenmiş' dediği notlar sayesinde Eminağaoğlu çürük raporu almıştı.

Yargıçlar ve Savcılar Birliği (YARSAV) Başkanı Ömer Faruk Eminağaoğlu'na verilen çürük raporuyla ilgili çarpıcı bir ayrıntı ortaya çıktı. Komando yapılmaya elverişli olup olmadığı yönündeki inceleme sonucunda Eminağaoğlu'na 'sağlamdır' raporu veren iki doktordan biri konuştu.

Kendisinin imzaladığı belgede daha sonra tahrifat yapıldığını söyleyen Tabip Yüzbaşı Osman Artuç, "İmzamın üstüne düşülen notlar bana ait değil. Onları birisi oraya ilave yapmış. Bir insana sağlam raporu veriliyorsa altına 'evraklar gelsin' yazılmaz." dedi. Eminağaoğlu, raporun üstüne düşülen notlar sayesinde yeniden heyet önüne çıkmış ve çürük raporu almıştı. Zaman'ın sorularını cevaplayan albay rütbesinden emekli olan Artuç, 20 yıl öncesine ait raporu televizyonda görmüş. Askerlik yapmamak için sahte rapor aldığı yönündeki iddialar üzerine ART'ye çıkan Eminağaoğlu, bazı belgeler göstererek kendini savunmuştu. Programı izleyen Osman Artuç, raporun üstündeki yazının kendisine ait olmadığını fark etmiş. Halen özel bir hastanede genel cerrah olarak çalışan Osman Artuç, ekrana yansıyan 3 belgedeki eklemelerin bile farklı olduğunu vurguluyor. Birinci belgede hiçbir bilgi bulunmazken, ikincisinde Artuç'un kaşeli imzasının üst tarafına el yazısıyla "Ameliyat raporları istenmeli" notu yazılmış. Üçüncü nüshada ise sadece 'raporu' deniliyor.

Bu yazılar birbirinden farklı. Birinde 'ameliyat raporları' diğerinde 'raporu' deniliyor. Uzun yıllar askerî hastanelerde çalışan bir uzman, normal prosedüre göre, söz konusu iki belgenin Eminağaoğlu'na teslim edilip diğerinin şubesine gönderilmesi gerektiğini vurguluyor. Bu noktada belgelere müdahale edilmiş olabileceğini anlatan uzman, ilk belgede herhangi bir not olmadığını hatırlatarak, evrakta sahtecilik yapıldığını iddia ediyor. "Gizlice bir şeyler yapılmış. Farklı bir durumun uygulandığı açıktır.'' ifadesini kullanıyor. Bu noktada gözler raporu hazırlayan Tabip Asteğmen Nejat Karaçınar'a çevriliyor. Karaçınar, 'sağlamdır' raporundan sadece bir hafta sonra Eminağaoğlu'nu heyet önüne çıkartmış ve rahatsızlığıyla alakalı hiçbir tetkik ve tahlil istenmeden çürük raporunu aldırmıştı. Çürük raporu verilecek herkes için askeri hastanelerde mutlaka test-tahlil ve ciddi tetkikler istenirken, Eminağaoğlu bu uygulamadan muaf tutulmuştu.

Eminağaoğlu'nun basına yansıyan çürük raporunda 1984 yılında karın ameliyatı olduğu belirtilmesine rağmen karaciğer hastalıklarıyla ilgili bir kod kullanılmış. Bu kod sayesinde çürük raporu düzenlenmiş.
Zaman

NE OLDU ŞU İHLAS'IN BORCU
24 Temmuz 2008 09:38

İhlas Grubu'nun örtülü kazanç yaptığı kesin olarak tespit edildi ve 150 Milyon YTL'lik ceza kesildi. Ceza yargı kararlarıyla kesinleşti ama Maliye hala kurtarma peşinde.

Vatan Gazetesi yazarı Ercan İnan bir süre önce İhlas Grubu'na dair çok ciddi iddialar gündeme getirmişti. İnan'a göre 1997 ile 2000 yılları arasında İhlas Holding'in örtülü kazanç dağıtımı yaparak vergi kaçırdığı tespit edildi. Maliye elemanları konuya ilişkin bir rapor yazdı ve İhlas'ın 150 milyon YTL vergi borcu olduğunu tespit edildi.

CEZA KESİNLEŞTİ

İhlas borca 7 kez itiraz etti. Nihayet 25 Mayıs 2007 tarihinde Danıştay Vergi Dava Daireleri Genel Kurulu tarhiyatı bir kez daha onayladı. Yani artık İhlas Grubu'nun itiraz edebileceği merci kalmadı. Vergi cezası son kuruşuna kadar kesinleşti. Ama aradan geçen onca zamana rağmen grubun borçları, bir türlü tahsil edilemedi.

YANDAŞ MEDYAYA KIYAK

Bakanlık yetkilileri benzer durumda olan birçok medya kuruluşunun boğazına çöktü. Normal şartlar altında İhlas grubuna da aynı uygulamalrın yapılması gerekiyordu. Ama böyle birşey olmadı. Kimse Enver Ören'in kapısını çalmadı. Ören hala halkın 150 milyon YTL'sinin üzerinde oturuyor.

İHLAS'A ÖZEL AF MI?

Bu arada Maliye Bakanlığı'nın talebi doğrultusunda çıkarılan 5736 sayılı kanun “Enver Ören'i vergiden kurtarma kanunu" olarak yorumlanıyor. Normalde cezası kesinleşmiş bir şirkete "uzlaşma" adı altında ceza indirimi uygulaması yapılmıyor. Oysa söz konusu yasaya konulan bir bent ile ihtilafa ilişkin nihai kararın kesinleşmiş olması, yani kanun yollarının tüketilmiş olmasına rağmen "borçluya tebligat yapılmamış ise" bu hükümden yani indirmiden yararlanılabileceği öngörülüyor. Bu hükmün de birebir İhlas'ın durumuna uyduğu öne sürülüyor.

ARAYAN SORAN YOK

Yine normalde "uzlaşma" için başvuran İhlas Holding'le derhal oturup, anlaşmaya varılması ve devlete olan borçların bir plan çerçevesinde tahsil edilmesi ödenmesi gerekiyordu. Ama aradan aylar geçmesine rağmen böyle bir durum hala söz konusu olmadı. Yani İhlas'ın 150 milyon YTL'lik borç külfeti hergün biraz daha artarak, vatandaşın omuzlarında duruyor.

Ne ki yandaş medyanın daima yanında, en yakınında duran yetkililer bütün bu olup bitene rağmen "gık" bile çıkarmıyor

Kaynak: Postmedya

MİNİBÜSE CEZA 5 POLİSİ YERİNDEN ETTİ

3 Eylül 2008 22:49
ANTALYA'da tatil yapan Hacettepe Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Uğur Erdener ve ailesinin bulunduğu minibüsü durdurup ceza yazan 3 polis memuru ile Şube Müdürü'nün görev yeri değişti, Şubeden Sorumlu Emniyet Müdür Yardımcısı'nın da yetkisi daraltıldı
İddiaya göre olay şöyle gerçekleşti: Hacettepe Üniversitesi Rektörü Prof.Dr. Uğur Erdener, ailesiyle birlikte Antalya'ya tatile geldi. Belek bölgesinde bulunan Gloria Verde Otel'e yerleşen rektör ve ailesine, otel yönetimi Mercedes Vito marka minibüs ve bir şoför tahsis etti. VIP özellikleri olan 06 BC 6795 plakalı minibüs, 29 Ağustos tarihinde rektör ve ailesini Antalya merkeze getirmek üzere Belek'ten yola çıktı. Aksu girişinde uygulama yapan Antalya Bölge Trafik Denetleme Şube Müdürlüğü ve Ulaştırma Bölge Müdürlüğü ekipleri, içerisinde Rektör Prof. Dr. Erdener ve ailesinin olduğu minibüsü durdurdu. Polis ekipleri minibüsün sürücüsünden evrakları istedi. Ancak evraklar arasında minibüsün ruhsatı ile turistik amaçlı taşımacılık yapan araçlarda bulunması gereken ‘D2’ belgesinin olmadığı ortaya çıktı. Bunun üzerine polis ekipleri minibüsü bağlama ve akabinde trafik otoparkına çekme kararı aldı. Ulaştırma Bölge Müdürlüğü ekipleri ise minibüs sürücüsüne 5 bin YTL ceza yazdı. Araç bağlanırken, minibüs sürücüsü oteli arayarak yeni bir minibüs gönderilmesini istedi. Çağırılan minibüs gelerek, Rektör ve ailesini götürdü.

GÖREV YERLERİ DEĞİŞTİRİLDİ

Rektörün içerisinde bulunduğu minibüse ceza yazan polis memurları ile sorumlu iki müdürünün görev yerleri dün sabah aniden değiştirildi. Bölge Trafik'ten, Deniz Şube'den ve Serbest Bölge Şube Müdürlüğü'nden Sorumlu İl Emniyet Müdür Yardımcısı Mustafa Arıkan'ın yetkisinden Bölge Trafik Şube Müdürlüğü alınarak, diğer şubelere bakması istendi. Bölge Trafik Denetleme Şube Müdürü Mustafa Cevher Foto Film Şube Müdürlüğü'ne, minibüsü bağlayan polis memurları M.G., A.S. ve B.A. adlı kadın memur ise Muratpaşa, Kepez ve Konyaaltı ilçe emniyet müdürlüklerine gönderildi.

REKTÖR: ŞİKAYETÇİ OLMADIM

Hacettepe Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Uğur Erdener, olayla ilgili hiç kimse hakkında şikayetçi olmadığını belirterek, “Evraklar eksik olduğu için polis memurları görevlerini yaptı. Araç bağlandığı için biz de 1 saate yakın beklemek zorunda kaldık. Ancak kimseyi arayıp polisler hakkında görev yerlerinin değiştirilmesini gerektirecek sözler sarfetmedim. Ceza kesen polislerin görev değişikliğini sizden öğreniyorum. Çok üzüldüm” dedi.

Feyzullah Arslan yıllık izinde olduğu için vekaleten Antalya Emniyet Müdürlüğü görevini yürüten İl Emniyet Müdür Yardımcısı Hıdır Kocakaya, tayinlerin görev değişikliği olduğunu, başka bir neden aranmaması gerektiğini söyledi.
Milliyet

AL SANA 25 KLASÖR DELİL
13 Şubat 2009 08:31

Tolon'u "delil yetersiz" diye bırakan Mahkeme önüne 25 klasör konunca U DÖNÜŞÜ yaptı.

Ergenekon terör örgütü soruşturmasını yürüten cumhuriyet savcıları, emekli Orgeneral Hurşit Tolon'un 12. Ağır Ceza Mahkemesi'nce tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılmasına itiraz etti. Mahkemeye dilekçeyle birlikte 25 klasörlük delil dosyası sunuldu.

Tolon hakkında verilen tahliye kararının kaldırılması ve yakalama emrinin çıkartılması istendi. İtirazı reddeden heyet, Tolon'un 'sağlık sorunu ve yaşı' nedeniyle tutuksuz yargılanması yönünde karar verdi. Mahkeme "Delil Yetersizliği" gerekçesinden çark etti..

Ergenekon terör örgütünde yönetici olmakla suçlanan Tolon'un olaylı tahliyesi, Şener Eruygur'un eşinin ses kayıtlarıyla daha da tartışılır hale geldi. Zira Mukaddes Eruygur, GATA'da bir doktorla yaptığı konuşmada, "12. ve 14. Ağır Ceza mahkemeleri bizden." ifadelerini kullanıyordu. İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi'nin, Hurşit Tolon'un da aralarında bulunduğu şüphelilerle ilgili hazırlanan ek iddianameyi görmeden tahliye kararı vermesi kafalarda soru işaretlerinin oluşmasına neden olmuştu. Soruşturmayı yürüten savcılar, 6 Şubat 2009'da tutuksuz yargılanmak üzere tahliye edilen Tolon'a ilişkin 6 gün sonra harekete geçti. İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi'ne verilen itiraz dilekçesinde, Tolon hakkında verilen tahliye kararının kaldırılması ve yakalama emrinin çıkartılması talep edildi.

Dosyayı 12. Ağır Ceza Mahkemesi'nin başkanı Vedat Y. Abdurrahmanoğlu, üye hakimler Selda Kutluata ve Oktay Açar'dan oluşan heyet yaklaşık 6 saat boyunca inceledi. Ardından karar açıklandı. İtirazı reddeden heyetin, gerekçesinin tahliye kararını veren üye hakim Necat Ede'ninkinden farklı olması dikkat çekti. Necat Ede, Ergenekon belgesinin kuvvetli şüphe oluşturacak somut delil niteliğinde olmadığı gerekçesiyle tahliye kararı vermişti. Ancak mahkeme heyeti, üye hakimin 'beraat' niteliğindeki gerekçesini değiştirdi. Tolon'un 'sağlık sorunu ve yaşı' nedeniyle tutuksuz yargılamasının yapılmasına hükmetti. Tolon, 6 Temmuz 2008'de 'Silahlı terör örgütü kurma ve yönetme, T.C. hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etmek' suçlarından tutuklanmıştı.
aktifhaber

Ez Vatandaşın Çocuğunu...
06 Haziran 2009 10:59

Bürokratik zulüm... Önce Diyarbakır'da uzman çavuş oğluyla kavga eden öğrenciyi dövdü. Sonra Eskişehir'de polis pisuvar misillemesi yaptı. Şimdi de hakim...

Başakşehir'de küçük yaştaki iki çocuğun kavgası karakolda noktalandı. Çocuklardan bir tanesinin babası hakim çıkınca, diğer çocuk ve annesi, hakimin emri ile polis merkezine götürülerek ifade için saatlerce burada bekletildi. Annesi ile karakola getirilen minik Hümeyra'nın korkusu yüzüne yansıdı. Üzücü olaya şahit olan Başakşehirliler, yaşananlara tepki gösterdi.

Olay Başakşehir 2. Etap'ta meydana geldi. Siteye ait parkta oynayan 2 çocuk kısa süreli kavga etti. Kavga eden çocuklardan Hümeyra Erol(5)'un annesi Ayten Erol, çocukların yanına gelerek ayırmak istedi. Minik Hümeyra ile kavga eden diğer çocuğun hakim olan babası E.D. balkon camından devreye girince Hümeyra ve annesinin başına gelmeyen kalmadı.

Küçükçekmece Adliyesi'nde görevli olduğu öğrenilen Hakim E.D., çocuğunun kavga ettiğini görünce bulunduğu dairenin penceresinden, lojmanların kapısında bekleyen görevli polis memuruna seslenerek, minik Hümeyra ve annesini gözaltına almasını emretti. Polis memuru da emri yerine getirerek minik Hümeyra ile annesini beklediği kulübenin içine aldı. Nöbetçi polis, durumu karakola bildirdi. Karakoldan ekip gelinceye kadar bırakılmayan anne ile çocuğu, yaklaşık 1 saatlik gözetimin ardından 2 ekip aracıyla Başakşehir İlçe Emniyet Müdürlüğü'ne götürüldü. Ekip aracına binmek istemeyen minik Hümeyra, buna rağmen annesi ile birlikte polis merkezine götürüldü. İfade vermeleri içen saatlerce karakolda bekletilen anne ile çocuğu, yaklaşık 4 saat sonra serbest bırakıldı.

Olayı duyduktan sonra karakola gelen minik Hümeyra'nın babası Cuma Erol, "Lojmanlarda oturan hakimin çocuğu benim çocuğu dövmüş. Çocuk ile annesini oradaki nöbetçi kulübesine almış polisler. Daha sonra karakola getirmişler. Hakim de eşini göndermiş karakola. Sarhoşmuş diyorlar. Çocuk ile annesi saatlerdir ifade vermeyi bekliyor. Çocuğumun psikolojisi bozuldu." şeklinde konuştu.

Miniklerin basit bir kavgasından dolayı saatlerdir karakolda olduklarını ifade eden Ayten Erol ise, "Çocuklar tartışmışlar. Diğer çocuğun babası pencereden polislere seslenerek, 'tutuklayın bunları' dedi. Bizi nöbetçi kulübesine aldılar. 1 saat beklettiler. Polis araçları geldi. Çocukla birlikte karakola getirdiler. Diğer çocuğun babası, hakaretler ediyor, küfürler ediyordu." şeklinde konuştu.

Yaklaşık 4 saatlik ifadenin ardından çocuk ile annesi serbest bırakıldı
aktifhaber

BİZ ERGENEKON HASTASIYIZ
11 Haziran 2009

Bu ses kaydı diğerlerinden çok farklı. Koyu muhabbette herşeyi itiraf ediyorlar.

İnternetteki ortam dinlemelerine bir yenisi eklendi. Bu seferki dinlemede, GATA'da tartışmalı biçimde yatmakta olan emekli Tuğgeneral Levent Ersöz ve eşi Muzaffer Ersöz'ün sohbeti yeralıyor.

İkili espirili diyaloglarla aslında hasta olmadıklarını, kendi hastalıklarının "Ergenekon hastalığı" olduğunu anlatıyor.

Söz konusu video, Dailymotion isimli internet video paylaşım sitesine kondu. Muzaffer Ersöz geçtiğimiz günlerde intihar girişiminde bulunmuş ve midesi yıkanarak yoğun bakıma alınmıştı. Muzaffer Ersöz, eşinin kendisini Ulvia Salamova isimli kadınla aldattığı gerekçesiyle intihara kalkışmıştı. Ailenin kızları da anne ve babasının bu yüzden boşanacağını doğrulamıştı.

Ersöz çifti ayrıca Mukaddes Eruygur'un "12 ve 14. mahkemeler bizdenmiş" sözleri ve bu nedenle Savcı Zekeriya Öz'ün, sorgulamasına da atıfta bulunarak, "mahkemelerin ayrıştığını ve Bayan Eruygur'un sözlerinin doğru olduğunu, kendilerinin de böyle düşündüklerini" söylüyorlar...

İŞTE O SES KAYDI VE DEŞİFRESİ

BAYAN ERSÖZ: Üroloji doktoru Bülent Bey geldi. Açık kapalı konusunu konuştuk. Oda hocamla konuşacağım falan dedi. Dedim bak “sen bizim kardeşimizsin, bizim açık veya kapalı zamana ihtiyacımız var. Açıkça söylüyorum dedim. Olay bu belli. Bizim zamana ihtiyacımız var yardımcı olun” dedim. “Zamanı uzatın” dedim. Ne deyim. Düşman değildir herhalde. Yunan askeri. Şu an bizimle aynı kaderi, her an herkesin başına gelebilecek kaderi paylaşan insanlar. Yani gizli olup arkadan bir şey çevirmektense açık olup bizim zamana ihtiyacımız var demek bana doğal geliyor. Yani doğru mu? Ve kimden yardım isteyeceğim. Kim bana yardım edecek. İçimizde biz bizeyiz. Biz bizeyiz diye sesleri çıkmıyor.
LEVENT ERSÖZ: “Niye hasta oldunuz”dedi “hasta olur mu insan ?” Falan dedi Fulya Hanım dedi ki “biz normal hasta değiliz biz başka türlü hastayız.” (Gülüşmeler…)
BAYAN ERSÖZ: ERGENEKON Hastasıyız (Gülüşmeler…).
LEVENT ERSÖZ: Öyle deyince adam da şaşırdı ne diyeceğini.
BAYAN ERSÖZ: Böyle diyor güzel hoş bir hanımın yanında güleryüzlü hastalanılır mı? Diyor. Ahhh dedim biz Ergenekon hastasıyız (gülüşmeler…) Ne desin yazık ondan sonra gelmiş. Sevgiye ihtiyacı var dedim. Bunun üzerine geldi Levent’i öptü (kahkahalar..). Ben de onun üzerine diyor ki dişliler yapılacaksa yapalım (gülüşmeler…).
LEVENT ERSÖZ: Camdan atacaklar seni bu gidişle…

BAYAN ERSÖZ : O kadar uzun değil canımmm. Bir an dayanamadım yani ne var bunda. Ameliyat olursa uzar uzar. En az üç ay.
LEVENT ERSÖZ: Hanımefendi konuştum diyor gazetede.
BAYAN ERSÖZ : E diyebilirrrr. Haklıııı. Niye demesin. Bende söylerim. Öyle bir ayrım oldu ki senin mahkemen benim mahkemem oldu. Bu mantıklı. Aksini iddia etsin AKP.
LEVENT ERSÖZ: Hayır canım doğru zaten.
BAYAN ERSÖZ : Ben de olsam söylerim.
LEVENT ERSÖZ: Yalan olan bir şey değil ki.
BAYAN ERSÖZ : Beni de çağırsın Zekeriya Öz bende söylerim.
LEVENT ERSÖZ: Yalan değil doğru zaten.
BAYAN ERSÖZ: Ben hiç korkmuyorum onlardan. Her an beni çağırabilir. Benim için hiç problem değil. İstedikleri gibi cevap veririm. Önce onlar bana şunu anlatsın. Zaten önce ben ona soracağım. Beni çağırdığı zaman. Sen bana Ergenekon’u önce bir açıkla. Ben bir türlü anlamadım. İnan ki bana anlatacaktır (Gülüşmeler…).
LEVENT ERSÖZ: O adli müşavir olan Erdal Şener Paşa. Yani öyle bir ifade kullanmış ki. Ben demiş artık ikna oldum. Ergenekon diye bir terör örgütü var demiş ve onun üzerine savcı da etkin pişmanlık hali diyerek, serbest bırakılmasını istemiş. Anlatmasa da kabul etmiş ya, böyle bir terör örgütü var diye bana destek sağlamış.
BAYAN ERSÖZ: Hadi yaaa.
LEVENT ERSÖZ: Onun üzerine onu bıraktılar.
BAYAN ERSÖZ: Osman Paşa. Geçenlerde bir şeyi var onun. Açık oturuma çıktı pazar günü. Atatürk’ün diyor orayı da kazacaklar diyor. Oradan da bomba çıkacak, bir orası kaldı. Anıtkabir kaldı kazmadıkları diyor. Şerefsizler dedi.
BAYAN ERSÖZ: Ben de bir numarayı Atatürk olarak teklif ediyorum bir numara, Onu da herhalde, Onu da alırlar içeri.
aktifhaber

Tutuklu Polis İlk Duruşmada Tahliye Oldu
14 Temmuz 2009

Yargılanan polis memuru, tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı.

Manisa'nın Salihli ilçesinde bir müzikhole yapılan baskın sırasında çeşitli yerlere esrar koyduğu iddiasıyla yargılanan polis memuru, tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı.

Salihli Ağır Ceza Mahkemesindeki davanın ilk duruşmasında, tutuklu S.Ç. de hazır bulundu.

Mahkeme heyeti, suç vasfının değişmesi ihtimalini dikkate alarak, S.Ç'nin tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılmasına karar verdi.

Duruşma, tanıkların dinlenmesi için 6 Ekime ertelendi.

-OLAY-

Manisa'nın Salihli ilçesinde 1 Şubat 2007'de bir müzikhole polis memurlarınca baskın yapılmış, bu sırada polis memuru S.Ç'nin iş yerinin çeşitli yerlerine esrar koyduğu iddia edilmişti.

S.Ç, baskın sırasında iş yerinin çeşitli yerlerine esrar koyarken çekildiği öne sürülen güvenlik kamerası görüntülerinin ortaya çıkması üzerine, 5 Haziran 2009'da tutuklanmıştı.
aktifhaber

BASKINDAN ÖNCE DELİLLERİ TAŞIDIM
23 Ağustos 2009
Albay B.Y.'den itiraf gibi ifade: Polisten önce askerlerle evi Tuğamiral E.Ö'nün şifahi emriyle arama yaptık...

Ergenekon sanığı binbaşı Çolakoğlu’nun evinin polisten önce asker tarafından temizlenmesi için talimat verildiği ortaya çıktı. Albay B.Y, “Arama faaliyetini Tuğamiral E.Ö’nün şifahi emriyle yaptık” dedi

Ergenekon’un Deniz Kuvvetleri’ndeki yapılanmasından sorumlu olduğu gerekçesiyle gözaltına alınan Deniz Binbaşı Erbay Çolakoğlu’nun ev ve ofisinden bir takım belgelerin emir üzerine kaçırıldığı iddiası ‘resmi’ ifadeyle kanıtlandı. Çolakoğlu’nun görev arkadaşı albay B.Y., askeri savcılığa verdiği ifadesinde arama kararından bir gün önce ‘Şüpheli’ Çolakoğlu’nun ofisinden bir çanta dolusu belge aldığını şu sözlerle itiraf etti: “6 Ocak 2009’da Tuğamiral E.Ö.’nün şifahi emriyle tüm birliği kapsayacak şekilde arama faaliyeti icraa edildi. Bu sırada Erbay Çolakoğlu’nun çekmecesindeki disk ve evrakları çantaya koydum. Ertesi gün Ergenekon soruşturması kapsamında yapılan aramaya katıldım. 8 Ocak’ta da Çolakoğlu’nun belgelerini Tuğamiral E.Ö.’ye teslim ettim.”

POLİS FOÇA’DA ELİ BOŞ DÖNDÜ

Üçüncü iddianamenin 39. delil klasöründe tutuklu sanık Çolakoğlu hakkındaki soruşturma safhalarının detayları yer aldı. Buna göre, 6 Ocak 2009’da İstanbul 9. Ağır Ceza Mahkemesi’nin kararıyla İzmir Foça’da ikamet eden Çolakoğlu’nun evinin aranması ve gözaltına alınması için talimat verildi. 7 Ocak 2009’da Çolakoğlunun evine giden İzmir polisine, kendi bölgeleri olduğu gerekçesiyle izin vermeyen askeri yetkililer, arama işlemini gerçekleştirdi. Bunun üzerine soruşturma başlatan Ergenekon savcıları, olay mahallinin askeri bölge olması nedeniyle ‘görevsizlik’ kararı vererek dosyayı Güney Deniz Saha Komutanlığı Savcılığı’na yolladı. Kararda şu ifadeler dikkat çekti:

ÖLÜM LİSTELERİ ARAŞTIRILSIN

“Şüpheli suç delili niteliğindeki belgeleri ve bilgisayarını arkadaşları L.G. ve B.Y. vasıtasıyla gizlemiştir. Bu belgelerin Ergenekon’un Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’nda hücre yapılanmasına ilişkin bilgiler içerdiği, ayrıca Erbay Çolakoğlu’nun Veli Küçük ile dostluklarını gösteren belgeler olduğu, yine bu evraklar içinde bazı kişilerin öldürülmesi gerektiğini anlatan ölüm listesinin bulunduğu...”

İTİRAFA RAĞMEN TAKİPSİZLİK

Soruşturmayı kısa sürede tamamlayan askeri savcılık, albay B.Y.’nin itirafına rağmen ‘takipsizlik’ kararı verdi. Şüpheli Albay B.Y.’nin klasörlere giren itirafı şöyle: “6 Ocak 2009’da Tuğamiral E.Ö.’nün şifahi emri ile tüm birliği kapsayacak şekilde arama faaliyeti icra edildi. Çolakoğlu’nun çekmecesinde ve kullandığı mahallerde çok sayıda yoğun diskin bulunduğunu gördüm. Yoğun disk ve sair evrakı bir çantaya koydum. Tutanakla imza altına aldum . Ertesi gün Çolakoğlu’nun evinin aranacağı söylendi. Arama işlemine emir doğrultusunda nezaret ettim. 8 Ocak’ta resmi arama kararından önceki gün aldığım belgeleri Tuğamiral E.Ö.’nün talimatıyla üsteğmen H.S.’ye teslim ettim. 22 Ocak’ta yine Tuğamiral E.Ö.’nin talimatıyla belgeleri, Çolakoğlu’na teslim ettim.”

İhbar mektubu olayı aydınlatmıştı

Ergenekon operasyonun 9. dalgasında Çolakoğlu’nun evini basan polis ei boş dönmüş, sonradan gelen bir ihbar mektubu olayı aydınlatmıştı. Sözkonusu ihbar mektubunda Çolakoğlu’nun ofisinin Alb. L.G. ve B.Y. tarafından temizlendiği ve toplanan belgelerin Tuğamiral E.Ö. ile Tümamiral H. S.’ye verildiği anlatılmıştı. Hakkında ‘takipsizlik’ kararı verilen Albay B.Y.’nin itiraflarının ihbar mektubunu doğrular nitelikte olduğu görüldü.
aktifhaber

Hani bir Türk dünyaya bedeldi? Kuşadası'ndaki patlamada yaralanan İngilizler'e Türkler'in 3 katı tazminat ödenecek

02 Ekim 2009 - Aydın’ın Kuşadası ilçesinde 16 Temmuz 2005 günü PKK’nın bir minibüste patlattığı bomba sonucu aralarında bir İngiliz ve bir İrlanda vatandaşının da bulunduğu 5 kişi hayatını kaybetmişti. Saldırıda ölen İngiliz vatandaşı 21 yaşındaki Helen Bennett’in yanı sıra kardeşi Adam Megaron (20), nişanlısı Stephen Stable (28), teyzesi Toni Punshon (45), teyzesinin arkadaşı Michael Aspinall (44) ve kuzeni Sam Punshon (18) yaralanmıştı. Aile, yaralananların organlarında kalıcı hasarlar meydana geldiği için bir daha iş göremeyecekleri ve hayatlarının geri kalan kısmında bakıma ihtiyaç duyacakları gerekçesiyle İngiliz makamlarına tazminat talebiyle başvurdu.

‘Gidin saldıranlardan isteyin’

Ancak İngiliz makamları saldırının “ülke dışında gerçekleşmesini” gerekçe göstererek tazminat talebinin kabul etmedi. Hatta İngiliz yetkililer “Gidin saldırıyı düzenleyenden isteyin” önerisinde bulundu. Bunun üzerine Bennett’in annesi Sharon Holden, davayı Türkiye’ye taşıdı. Geçen yıl yapılan başvurunun ardından Aydın İdari Mahkemesi, 17 Temmuz 2009’da aldığı kararla Türkiye’nin 1 milyon 100 bin sterlin (yaklaşık 2 milyon 600 bin TL) tazminat ödemesine karar verdi.

Londra saldırıları örneği

Karar geçen hafta taraflara tebliğ edildi. Vatan gazetesinin haberine göre; davayı İngiliz Aile adına izleyen Ersoy Bilgehan Hukuk Bürosu’ndan avukat Gülistan Baltacı süreci şöyle anlattı: “Dışişleri Bakanlığı, 7 Temmuz 2005 tarihinde Londra’da meydana gelen terör saldırılarında yaralanan Türklere istenen tazminatın ödendiğini hatırlatarak, ’karşılıklılık ilkesi’ gereği istenen miktarın verilmesi yönünde görüş bildirdi. Mahkemenin bilirkişi heyeti de bu miktarı onayladı. Dava süreci oldukça hızlı işleyerek bir yılda tamamlandı. Davalı taraf olan Aydın Valiliği’nin bir aylık temyize gitme hakkı var.”

Bakanlık temyiz edecek

İçişleri Bakanlığı ve Aydın Valiliği yetkilileri ise ise kararın yargıda olduğunu, kesinleşmediğini söyledi. Yetkililer, “Bölge İdare Mahkemesi’nin kararı Aydın Valiliği’ne dün ulaştı ve İçişleri Bakanlığı kararı temyiz etmeyi kararlaştırdı. Yargı süreci devam ettiğinden valilik tarafından şu ana kadar herhangi bir tazminat ödemesi de yapılmadı” dedi. Davalı taraf Aydın Valiliği olduğu için tazminatın İçişleri Bakanlığı bütçesinden ödenmesi bekleniyor.

Tazminat nasıl hesaplandı?

Tazminatlar yaralananların yaşı ve sakatlanma oranı göz önünde tutularak hesaplandı. Mahkemenin atadığı bilirkişi heyeti, çalışma yaşını kadınlar için 60, erkekler için 65 olarak kabul ederek yaralıların bundan sonra eğitim göremeyecek ve çalışamayacak olmalarının yaratacağı maddi zararı hesapladı. Bu nedenle yaşı küçük olan yaralılar için ödenecek tazminat miktarı daha yüksek oldu.

‘Kendi ülkemiz bize sırt çevirdi, Türklere çok teşekkür ederiz’

Saldırıda ölen Bennett’in annesi Holden, karar sonrası hem üzgün hem de mutluydu: “Ağlasam mı gülsem mi bilmiyorum. Helen’i geri getirmek için her kuruşumu feda edebilirim ama bu mümkün değil. Bu para, özellikle kardeşi Adam ve kuzeni Sam için çok yardımcı olacak. Kendi hükümetimiz bize sırt çevirdi. Türk hükümeti kendi ülkemin yapması gerekeni yaptı.” Ailenin İngiltere’deki avukatı Jill Greenfield de “İngiliz hükümetinden sadece merhamet gördük. Ama merhamet faturaları ödemeye yetmiyor. Şimdi bu aile mortgage borçlarını ve faturalarını ödeyebilecek. Türk hükümetine teşekkür ediyoruz” dedi.

Minibüsteki canlı bomba beş kişiyi öldürmüştü

Kuşadası’nda 16 Temmuz 2005’de bir minibüste canlı bomba eylemi ile meydana gelen patlamada 4 kişi öldü, 5’i İngiliz 13 kişi de yaralandı. Deniz Tutum, Eda Okyay, Ufuk Yücedemir ve İrlanda uyruklu Tana Whalen, olay yerinde yaşamını yitirdi. Yaralılardan İngiliz turist ailenin kızı Helen hastanede hayatını kaybedince ölü sayısı 5’e yükseldi. Yaralılardan 5’i de İngiltere’den turist olarak gelen Bennett Ailesi’ndendi.

ÖLENLERİN TAZMİNATLARI YARGIDA

Saldırının ardından Aydın Valiliği, bir komisyon oluşturarak ölenlerin ailelerine 17-24 bin TL teklif etti. İngilizler gibi Türk aileler de bu rakam karşılığında uzlaşmayı kabul etmedi ve dava açtı. Dava sonucunda mahkeme faiziyle birlikte 21 yaşındaki Deniz Tutum’un ailesine 81.672 TL, 23 yaşındaki Ufuk Yücedemir’in ailesine 81.777, yine 23 yaşında olan Eda Okyay’ın ailesine de 81.672 TL tazminat ödenmesine hükmetti. Ancak İçişleri Bakanlığı bu tutarları da temyiz ettiği için tazminat kararı kesinleşmedi ve ödeme yapılmadı.

İNGİLİZ AİLE’YE NE KADAR TAZMİNAT ÖDENECEK?

Yaralılar Doğum tarihi Sakatlık Oranı (%) Tazminat (TL) Faizi (TL) Toplam (TL)

Sam Punshon (Kuzen) 1991 57.1 464.645 95.484 560.129

Adam Megaron (Kardeş) 1989 46.12 375.935 77.254 453.189

Stephen Stable (Nişanlı) 1981 76.85 704.446 144.763 849.209

Michael Aspinall (Arkadaş) 1955 91.23 374.061 76.869 450.930

Toni Punshon (Teyze) 1964 62.93 219.070 45.018 264.088

Helen Bennett (Öldü) 1984 50.880 10.445 61.325

netgazete

10 Aralık 2009
Mason Davasında Beklenen Karar
Mason locasının üç eski yöneticisi hakkında açılan davada karar çıktı.

Mason locasının üç eski yöneticisi hakkında açılan davada karar çıktı. Dün açıklanması beklenen karar, davaya bakan savcının evine hırsız girdiği için ertelenmişti.

Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası Derneği'nin 3 eski yöneticisi, ''görevi kötüye kullanmak'' suçundan yargılandıkları davada beraat etti.

Beyoğlu 5. Asliye Ceza Mahkemesi'ndeki duruşmaya, tutuksuz sanıklar Kaya Paşakay, Ali Sait Sevgener ve Ahmet Koray Darga katıldı.

Duruşmada esas hakkındaki görüşüna açıklayan Beyoğlu Cumhuriyet Savcısı Hüseyin Aslan, tüm dosya kapsamına göre Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası Derneği yöneticisi oldukları bildirilen sanıklara verilen dernek parasının usulüne uygun bir şekilde harcanmadığı ve yapılan harcamaların usule aykırı olduğunun tespit edildiğini bildirdi.

Bunun üzerine tanzim edilen özet iş raporu ve tüm dosya kapsamında sanıkların hizmetleri nedeniyle kendilerine verilen dernek parasını usule aykırı harcadıklarını ifade eden Aslan, bu nedenle sanıkların TCK'nın ''görevi kötüye kullanmak'' suçunu düzenleyen 155/2 maddesi uyarınca ayrı ayrı 4'er kez cezalandırılmasını istedi.

Savcılık görüşüne karşı diyecekleri sorulan sanık avukatlarından Köksal Bayraktar, savcının görüşüne katılamadığını belirterek, müvekkillerinin beraatını talep etti.

Duruşmada son savunması sorulan sanık Kaya Paşakay, harcamaların dernek tüzüğünün 25. ve büyük locanın 28. maddesine uygun olarak yapıldığını ileri sürerek, ağırlama giderlerinin her zaman yapıldığını ve yeni yönetim kurulu başkanının da aynı harcamanın her yönetim kurulu tarafından yapıldığını, kendilerinin de aynı şekilde davrandıklarını bildirdiğini söyledi.

Paşakay, kendisinin herhangi bir suiistimal düşüncesi ve kastının olmadığını ifade ederek, beraatına karar verilmesini istedi.

Sanık Ali Sait Sevgener de 18 yıldan beri bu derneğin üyesi olduğunu ve yönetim kurulunda çalıştığını anlatarak, yapılan harcamaların yönetim kurulu kararlarına dayandığını bildirdi.

Ahmet Koray Darga da derneğin 35 yıllık üyesi olduğunu ifade ederek, hiçbir zaman dernek adına suistimal yapmaya yeltenmediğini savundu.

Davayı karara bağlayan Hakim Ferit Altın, sanıklara atılı suçlardan mahkumiyetlerine yeter kesin ve inandırıcı delil bulunamadığı kanaatine vararak, 3 sanığın beraatına karar verdi
aktifhaber

Taha Kıvanç
Yeni Şafak Gazetesi
Büyük Üstad ve Biraderler beraat etmiş
12 Aralık 2009

Bugün bir fikri takip yazısı okuyacaksınız. Loca'nın parasını şahsi işleri ve eşi için kullandığı iddiasıyla yargılanan 'Büyük Üstad' ve iki arkadaşı mahkeme tarafından beraat ettirilmiş. Bildiğim kadarıyla aynı konuda benzer başka davalar da var, ama ilk karar bu işte.

Sizler de bilesiniz diye yazıyorum: Bugüne kadar Masonluğun güçlü olduğu ülkelerde, örgüt veya yöneticileri aleyhine açılan davalarda 'cezalanan' pek olmadı. Bırakın örgütle ilgili mali açıdan yolsuzluk ithamlarını, kurbanının yanıbaşında elinde kanlı bıçakla yakalanan Mason zanlılar bile, Stephen Knight adlı İngiliz araştırmacıya göre, bir yolunu bulup cezadan yırtabiliyor...

Bizde herhalde böyle olmuyordur.

Knight Türkçeye 'Biraderlik' adıyla çevrilmiş önemli eserinde (The Brotherhood), İngiliz yargısı ve polis teşkilâtında Mason biraderlerin birbirleriyle nasıl dayanışma içine girip ayıpları kapattıklarını örneklerle anlatıyor. Ona göre, Mason biraderlerin birbirini tanımasına vesile olan simgeler bu tür durumlar içinmiş... Örgüte girerken edilen ve sonuçta bir Maso


En son admin tarafından Prş Ekm 09, 2008 12:46 pm tarihinde değiştirildi, toplam 5 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder E-posta gönder Yazarın web sitesini ziyaret et
admin
Site Admin


Kayıt: 31 Arl 2006
Mesajlar: 831
Konum: Belarus

MesajTarih: Sal Eyl 16, 2008 6:57 pm    Mesaj konusu: Eminagaoglu i$ini Bitirmek Üzere Alıntıyla Cevap Gönder

Ersin Tokgöz/Radikal
Askerlikten soğudum... Emin ağayı yakalayın!

Böyledir işte... Gün gelir, tutarlılık herkese lazım olur.
Askeriyeye Peygamber ocağı deyip, atıfta bulunulan Peygamber’in temsil ettiği inanışın karşısındaki dinamik güç olarak da orayı konumlamak gibi... Şehitlik müjdesiyle cepheyi cazip hale getirip şahadeti yücelten bir inanca bağlı olanların, şehit adaylarının bulunduğu kışladan içeri sokulmaması gibi... Askerlik görevini en kutsal görev olarak savunanların “...Öyle de, yine de nasıl yırtsam ki?” diyerek en hatırlı ilişkilerini tam da o zaman devreye alması gibi...
Başkalarına set olsun diye tutarsızlık mirası üzerine kurduğunuz militer yapı, bazen ters döner ve karşınızda bitiverir.
Mesela şunun gibi; gelişmiş birçok ülkede kullanımda olan vicdani ret hakkını bizde de isteyenler mahkemelerde sürünürken...
Bir de bakmışsınız ki; o yargılamalarda işi hukuka bırakmayıp artı linçkorosu oluşturan Kerinçsizgillerden müteşekkil Büyük Hukukçular’ın ideolojik paydadaşı YARSAV Başkanı Ömer Faruk Eminağaoğlu, çürük raporunu meşru zemine oturtmak için vicdani reddin anayasal bir hak olduğunu, vatani görevin illa askerlik olarak algılanamayacağını söyleyivermiş. Heybelerinde tutarlılığın yüz akını bulundurmayan diğer tepkidaşları, ülküdaşları ve eyyamdaşları, vicdani retçilere daha önce söyledikleri onca ‘askerlikten soğutma’ suçlamalarını, ‘...gündeme vicdani ret adı altında taşınan konunun asıl amacının orduyu zayıflatarak terör karşısındaki azmini kırmak, Doğu ve Güneydoğu bölgesinden tasfiye etmek olduğu...’ gibi koca koca laflarını bu sefer sessiz sedasız yutuvermişler. Ne şehitler anısına saygı duruşunda bulunmuşlar, ne İstiklal Marşı eşliğinde linç için harekete geçmişler.
Mesela sırf vicdani ret hakkını savunan yazıları nedeniyle yargılanan Perihan Mağden, o güruh tarafından linç edilmesin diye mahkemeden arka kapıdan kaçırılırken, Eminağaoğlu’nun hep ön kapılardan göğsünü gere gere girdiğini ve bırakın linç edilmekten kaçmayı, linç etmesi an meselesiymiş gibi bir havada konuştuğunu görürsünüz. Şaka değil, her gün görüyoruz.
O zaman soru şu: Sıradan bir antimilitarist vicdani ret dediği zaman soluğu mahkemede alıyor, boynuna ‘halkı askerlikten soğutmaya çalışan hain’ yaftası asılıyor da, Emin ağa, ismini bile daha önce duymadığımız birkaç antimilitaristten daha mı az etkili? Birleştikçe büyüyüp, büyüdükçe ne yapmaya çalıştıkları, şimdilik iki iddianamede anlatılmaya çalışılan Kerinçsizgiller’in derdi kabul edilmese de anlaşılır diyelim... Peki, çoğu yargılama beraatla sonuçlanmasına rağmen vakit kaybetmeden soruşturma başlatan savcılar?
Onlar ne diyor bu işe?
Emin Ağa, çürük raporu ile ortalıkta salınır ve çürük raporunun etrafındaki şaibeler GATA’da generalin kapıda karşılaması ile taltif edilirken, komutana ulaşamayacak kadar sıradan, askerliğe sıcak halk bu görüntüler karşısında soğumaya mı daha yakın ısınmaya mı?
Eğer halkı askerlikten soğutmaksa suç, e o zaman bir sorun etrafa, kendinize danışın.
Kâğıt üstünü boş verin ama...
Emin ağa daha konforlu bir düzey tutturmuş olabilir, yedeğine aldığı vatanseverlikle zırhlanmış da. Hukuksal sıkıntıdan vareste bir konumu ve bilgisi manevra alanını genişletip soruşturmalık olmayabilir ama fotoğrafın bütünü... Farklı olarak ne diyor?
Evet, bu sefer ‘Bunlar halkı askerlikten soğutuyor’ diyenlerin silahının yönünü değiştiriyor, namluyu çeviriyorum. Suçluyorum. Gammazlıyorum...
Sayın savcılar... YARSAV Başkanı Eminağaoğlu vicdani ret hakkını savundu ve ona kulak veren ben askerlikten acayip soğudum. Bu konuda ne kadar atak olduğunuzu biliyorum. Sırf az biraz daha gündeme gelebilmek için o damarı gıdıklayıp açılan kanaldan magazine akarak ‘Çocuğum olsa askere göndermezdim’ diyen magazin gülü Bülent Ersoy’u da es geçmediniz... AİHM’nin onlarca aksi yöndeki içtihadına rağmen sadece bir gazeteci olarak görüşünü açıklayan Perihan Mağden’in yazılarına ihanet manifestosu muamelesini reva gördünüz.
Madem bu kadar cevvalsiniz... O zaman buyurun, görevinizi yapın.
“...Eğer 47 üyeli Avrupa Konseyi içerisinde vicdani ret hakkını tanımayan iki ülkeden birisi biz isek, Avrupa Birliği ülkelerinin hepsinde de vicdani ret bir hak olarak tanınıyorsa bir yerde yanlış yapıyoruz” diye düşünüp askerlikten soğumadım.
Bülent Ersoy’un magazin muhabbetiyle gaza gelip düşüncelerimi tekrar gözden geçirmedim.
Perihan Mağden’in yazıları ile beynimi yıkayıp “Öyle madem, askerlik yapılmayadabilir” demedim.
Sürüm sürüm sürünen vicdani retçiler Halil Savda’nın, Osman Murat Ülke’nin, Mehmet Bal’ın, Mehmet Tarhan’ın eylemleri militer duygularımı söndürmedi.
Ama Eminağaoğlu... Koskoca Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı... YARSAV’ın Başkanı... Tüm duruşumu bozdu işte. Buz gibiyim.
Ne yani... Ben halk değil miyim?
Merak ediyorum: Şimdi ne yapacaksınız?

Ahmet Kekeç/Star
Faruk Bey kafamı karıştırdı

(..)

Kendisi, Yargıtay Cumhuriyet Savcısı’dır.

Başsavcı Abdurrrahman Yalçınkaya’ya da, yanlış bilmiyorsam, vekalet etmektedir.

İsmi, Ömer Faruk Eminağaoğlu’dur.

Faruk Bey (bazıları ‘Ömer Bey’ demeyi tercih ediyor ama, ben ikinci ismini daha çok seviyorum) yargı bağımsızlığına çok düşkün bir Yargıtay Cumhuriyet Savcımız...

Bu konuda yazıları ve demeçleri var.

Bir defasında (ne bir defası, çok kere) sormuştum: ‘Madem yargı bağımsızlığına bu kadar düşkünsünüz, 28 Şubat sürecinin brifingler serisine neden itiraz etmediniz? Siz yargının, sadece siyasete karşı bağımsız olmasını mı savunuyorsunuz?’

Cevap gelmedi.

Oysa Faruk Bey, çok konuşkan bir savcımız...

Öyle ki, insan bazen bir ‘kamu çalışanı’ karşısında olduğunu bile unutabiliyor.
(..)
Neredeyse her şeye cevabı var...

Bunu yaparken de, ‘Son tahlilde ben bir kamu görevlisiyim, siyasi açıklamalar yapmamam, hiyerarşide bağlı bulunduğum kişilerle polemiğe girmemem, kendimi taraf pozisyonuna sokmamam gerekir’ demiyor.

Diyebilirsiniz ki, ‘Bu konuşmaları YARSAV adına yapıyor.’

Doğrudur.

Kuruluşunda sorunlar (tartışmalar) bulunsa da, YARSAV sonuçta bir meslek kuruluşudur ve ‘başkan’ sıfatıyla Ömer Faruk Eminağaoğlu’nun da yargıyı ilgilendiren konularda açıklama yapması yadırganmamalıdır.

Fakat buradaki sorun şu:

Hakimler ve savcılar adına konuşan, bence çok iyi eden Faruk Bey, hep de belli bir siyasi partiyi, belli siyasal görüşleri, belli ideolojik kümelenmeleri hedef alıyor. Oysa memlekette başka partiler, başka siyasal görüşler de var.

Kaldı ki, YARSAV neden ille de siyasal görüşleri hedef alan bir meslek örgütü olmak zorunda? Hakim ve savcıların başka işi yok mu?

Neyse, sözü aslında ‘Eminağaoğlu’na kışla yolu göründü’ başlıklı habere getirmek istiyordum.

Biliyorsunuz, Faruk Bey’in 1988 yılında aldığı ‘çürük raporu’nun ‘çürük’ olduğu iddia edilmişti.

Faruk Bey de, bir basın toplantısı düzenleyerek, raporun çok sağlam olduğunu, kendisini yıpratmak isteyen çevrelerin bu konuyu özellikle gündeme getirdiğini, bunu yapanlardan hesap soracağını söylemişti.

Durum böyleydi...

Fakat anlayamadığımız bir şey oldu.

Raporunun ‘çok sağlam’ olduğunu iddia eden Faruk Bey, aradan 20 yıl geçtikten sonra yeniden GATA’ya gitti ve yepyeni, ‘sıfır model’ bir çürük raporu aldı.

Madem sağlamdı, neden yeniden GATA’ya gitme gereği duydun?

GATA’ya gittiğine göre, demek ki ilk raporda sorunlar vardı. Dolayısıyla, raporun çürük olduğu iddiaları pek de ‘çürük’ değildi.

Şimdi öğreniyoruz ki, GATA aslında Faruk Bey’in ‘sapasağlam’ olduğu yönünde bir rapor vermiş. Yani, askerliğe engel teşkil eden bir bağırsak sorunu bulunmadığını teyit etmiş.

Fakat Faruk Bey askerlikten muaf tutuldu.

Ben de bunu anlamıyorum işte.

Faruk Bey sağlam mı, çürük mü?

Rapor sağlam olduğunu söylüyor ama ‘çürük’ muamelesine tabi tutuluyor. Çürük muamelesine tabi tutulduktan sonra da ‘turp gibi sağlamdır’ raporu veriliyor. ‘Turp gibi sağlamdır’ denildiği halde askerlikten muaf tutuluyor.

Bu nasıl oluyor?

Konuşkan savcımız Faruk Bey çıkıp şu işin aslını anlatsa da, öğrensek... Belki GATA’da, Tuğgeneral Tahir Ünal tarafından bahçe kapısında karşılanmasına da bir açıklık getirir.

Hasan KARAKAYA
Toplumdaki güven duygusu, işte böyle dinamitleniyor!
04 Ekim 2008
Vakit

9 Ekim’den itibaren yeni bölümleri yayınlanacak olan “Kurtlar Vadisi”nin son bölümü önceki akşam tekrar yayınlandı...

Herhalde, “nerede kalmıştı” diye merak edenler için... “Polat’ın babası” rolündeki “Hoca”nın sözleri, mutlaka sizlerin de dikkatinizi çekmiş olmalı...

İşte o sözlerden bir kısmı:

“Maalesef bizim eğitim sistemimizin temelinde ceza var. Bu ceza işi ile disiplini gençlerimiz birbirine karıştırıyor. Okullarımızda ceza veren kurumun adı disiplin kurulu. Peki disiplinle ilgili ne öğretiyoruz gençlerimize?.. Hiçbir şey... Disiplin, insanın maddi ve manevi donanımını arttırma unsurudur. Bir görüş ve direnç mekanizmasıdır.
(…)
Bizim milletimiz, asırlar boyunca disiplini ile tanınan bir millettir. Bakmayın siz kitaplarda savaşları şöyle aldık böyle aldık demelerine. Az sayıda askerle harp kazanmanın tek yolu var: Disiplinli, vazifesinin idrakinde kazanmaya inançlı insanlar.
(…)
Disiplini oluşturacak olan otoritedir. Maalesef otoritede disiplin yok ve insanımız bunun farkında. İnsan inanmadığı ve saygı duymadığı bir otoritenin karşısında eğilmez ve ona itaat etmez... Bu yüzden de göstermelik itaatler oluşur, hatta ikiyüzlülük doğar.
(…)
İnsanları peşinden sürükleyen inançlar, liderler, peygamberler büyük otorite ve disiplin sahibidirler ama bunu uygulayabilmek için yüksek bir ahlak, hak ve adalet anlayışı ortaya koymuşlardır... Bu erdemlere sahip olmayan insanların uyguladıkları disiplin, despotizmdir!..
(…)
Dinleyeceğin tek kişi baban değildir... Kiminle yaşıyorsan, kiminle paylaşıyorsan onu dinlemek mecburiyetinde, hatta olgunluğunda olmak durumundasın, eğer lider sen isen…
(…)
Her şey ertelenebilir, ama insan değil.
(…)
Hatayı kabul etmek ne kadar güzel bir erdemse, insanların göremedikleri, düşünemedikleri, hesap edemedikleri yerde onları sükûnet ile tekrar tekrar izah etmek de o kadar büyük bir erdemdir. Bence bizim topraklarımızdaki en büyük sorun, insanların birbirini can kulağıyla dinlememesidir. Eğer herkes birbirini layığıyla dinlese birbirini tanıyacak, düşüncesini anlayacak ve hiçbir zaman farklı fikirler arasında çatışma olmayacaktır.”

SAYGIYI KEMİREN SEBEPLER

Bu sözler, bana son derece “ilginç” geldi... Doğrusu, “güzel tesbit”lerdi... Gerçekten de öyle değil midir; evet “otorite”yi sağlamak için “disiplin” şarttır... Ama “otorite”yi sağlamak ve dolayısıyla insanları “disiplin” altına almak isteyen kurum, bunu “sevgi” ile ve insanları “ikna” ederek başarmalı değil midir?..
Aksi halde, yani insanları “korkutarak” otorite kurulmak istendiğinde, hele hele insanlar arasında “kayırmacılık” uygulandığında; “sevgi”nin yerini “öfke ve isyan” alır!.. İşte burada “otoriteye güven” sarsılır ve insanlar, ister istemez “ikiyüzlü” davranıp, “ayrı telden çalmaya” başlarlar!..
İşte bu, “otoritenin iflası”dır!.. Buna rağmen “otorite”sini sürdürmek isteyen kişi ve kurumların yaptığı ise “adaletsizlik”tir, “baskıcılık”tır, “despotizm”dir!..
Yani, “zulüm”dür!..
Oysa otorite, ancak “insanlar”la ve “onların ortak değerlerine saygı” ile sağlanır!..

RP’YE ÖYLE... İP VE CHP’YE BÖYLE!

Dedim ya, bu “tesbit”ler son derece “ilginç” geldi bana... Dahası; bu sözleri dinlerken, “gündemdeki olaylar” geldi gözlerimin önüne...
Toplumda “disiplin”in niye sağlanamadığını, “otoriteye güven”in niye azaldığını ve bazı kurumlara karşı niye “sevgi” duyulmadığını düşünürken, “Yargıtay’ın kararı” geldi gözlerimin önüne... Sadece bu karar bile “yargıya saygı”nın niye azaldığını, yargıya niye güven duyulmadığını göstermeye herhalde yeter!..
“Vakit’in sürmanşeti”nde dün yer alan olayı biliyorsunuz...
Yargıtay 1. Başkanlık Kurulu, Adalet Platformu Başkanı Adem Çevik’in, AK Parti’ye kapatma davası açan, ancak Ergenekon Terör Örgütü ile ilişkili olduğu tespit edilen İşçi Partisi ve hesaplarında yolsuzluğu belgelenen Cumhuriyet Halk Partisi’ni koruyan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya’nın azledilmesi talebini reddetti.
22 Eylül 2008 tarihinde toplanan Yargıtay 1. Başkanlık Kurulu, Abdurrahman Yalçınkaya’nın Anayasa ve yasalardan kaynaklanan takdir hakkını kullanmasından dolayı işlem yapılmasına yer olmadığına oybirliğiyle karar verdi.
Halbuki İP’in 8 yöneticisi terör örgütü kurmak ve üye olmak, silahlı isyana teşvik ile yasak belgeleri temin etmekten yargılanacak.
“İP ve CHP’ye yönelik talep” konusunda bu şekilde karar veren “Yargı”nın, Refah Partisi hakkında verdiği kararı biliyorsunuz...
Hiçbir terör eylemine katılmayan RP’ye, “sadece sözlü açıklamalar” dolayısıyla “kapatma dâvâsı” açılmış ve parti kapatılmıştı!..
Peki, İP veya CHP’nin “ayrıcalığı” nedir?..
Ne yani;
Onların dışkılarında “gök boncuk” mu vardır ki; yargı, onlara “ayrıcalık” uygulamaktadır?..
Hayır, “İP ve CHP hakkında niye kapatma dâvâsı açılmıyor?” şeklinde bir soru sorarak, “Onlar da kapatılsın” gibi bir talepte bulunmak istemiyorum... Tam aksine; “şiddet”e ve “terör”e başvurmadıkça, hiçbir partinin kapatılmasından yana değilim...
Ama, “çifte standart”lara da karşıyım...
Bazılarının dışkılarında “gök boncuk” arayanlara ve buna göre karar verenlere öfkeliyim...
Aynen “Hoca”nın dediği gibi;
“İnsan, inanmadığı ve saygı duymadığı bir otoritenin karşısında eğilmez ve ona itaat etmez!.. Bu yüzden de göstermelik itaatler oluşur ve hatta ikiyüzlülük doğar!”

ÇANKAYA BELEDİYESİ’NİN AYRICALIĞI NE?

Sadece “Yargıtay’ın skandal kararı” değil elbet... “Çankaya Belediyesi’nde dönen dolaplar” konusunda da “yeterli ses” çıkmaması, beni son derece kaygılandırıyor!..
Şu hâle bakın;
Çankaya’nın CHP’li Belediye Başkanı Muzaffer Eryılmaz, resmen ve alenen “rüşvet” dağıttığını “itiraf” ediyor:
“Gayri resmi bir spor kulübümüz var. Biz bazen oraya yardım istiyoruz, oraya araba aldırıyoruz. Müteahhitlerden alınanlar ise Belediye Meclis üyelerine dağıtılıyor. Bu para ayda 100-150 bin YTL’yi buluyor... Şimdi biz burada... Şeylerle, yamyamları doyurmak için, benim dört ayrı eski Muzaffer olmam gerekiyor. Bunlara para bulmak için 50 takla atıyorum... 100-150 milyar borç alıp Meclis üyelerine verilecek.”
Sadece “rüşvet” mi?.. “Peşkeş”leri de “itiraf” ediyor Muzaffer Eryılmaz!..
Meselâ, Cumhuriyet’e peşkeşler:
“Bak şimdi, Mustafa Balbay’a neredeyse 1.5 aydır ödeyeceğiz. 100 milyar ödememiz lazım. Yok çıkmadı. Adamlardan gazete alıyoruz, ilan veriyoruz, yazı yazıyoruz. Kolay değil gazete. Hiçbir yerde çıkmıyor bizim yazımız. Kimse vermiyor yazımızı, Cumhuriyet veriyor bir tek. Cumaları yazıyoruz. Melih’in elinde Sabah grubu. Hürriyet diyor, yazmıyorlar. Emin Çölaşan’la, Bekir’le, Fikret’le hepsiyle konuşuyoruz, yırtınıyoruz. Her dediklerini yapıyoruz, iki satırımız çıkmıyor hiçbir yerde.”

SÜKUT, İKRARDAN MI GELİYOR?

Herkesin sorması gerekmez mi;
“Tavacı Recep Restoranı”ndan “rüşvet” alan ve bunu “yamyam” dediği “CHP’li Meclis üyeleri”ne dağıtacağını söyleyen Eryılmaz, “kaset” ortaya çıktıktan sonra, “Rüşvet almadım ve dağıtmadım” diyor!..
Peki, bu rüşveti alıp dağıtmadıysa, Tavacı Recep Usta’yı 4 yıl boyunca nasıl idare etti?..
Ankara Büyükşehir Belediyesi Genel Koordinatörü Burhan Yazar, bugünkü sürmanşet haberimizde de okuyacağınız gibi, soruyor:
“Halkın seçtiği CHP’li meclis üyelerine ‘yamyam’ diyen Eryılmaz, önce arkadaşlarının yüzüne bakacak, bunun hesabını versin. Eryılmaz’ın Tavacı Recep’ten gelen rüşvetin bir kısmını kendi cebine atmayacağı ne malûm?
Bunu kim garanti edebilir?
Dört senedir kapatılmayan Tavacı Recep’ten alınan rüşvet sadece 150 bin YTL mi?
Yüreğin yetiyorsa Kızılay Meydanı’nda halkın içine çık, bak bu Çankayalı sana neler söyleyecek?
Sayın Eryılmaz, şimdiye kadar ne kadar rüşvet aldın, hangi yamyamlara dağıttın?”

Ben, şunu da merak ediyorum:

Kendilerine “yamyam” denilmesi karşısında, bir “CHP’li Meclis üyesi” niye ortaya çıkıp da; “Bu, bizim onurumuz, şeref ve haysiyetimizle oynamaktır!.. Başkan Eryılmaz yalan söylemektedir... Biz, hiç kimseden rüşvet almadık!.. Rüşvet aldığımızı söyleyen her kim olursa olsun, bunu ispat etmek zorundadır!.. Rüşvet aldığımızı iddia edip, bunu ispatlayamayan şerefsizdir, haysiyetsiz ve alçaktır” demiyor, diyemiyor?..
Bu sessizlik ve tepkisizliği; “Sükût, ikrardan gelir” şeklinde mi yorumlamalıyız, yoksa “yüreksizlik” şeklinde mi?..
CHP’li Meclis üyeleri arasında, böyle bir “yürekli yiğit” yok mudur?..
Aynı sözler, “kendilerine 150 milyar verildiği” söylenen Cumhuriyet gazetesi için de geçerlidir!..
Cumhuriyet gazetesi, bu iddialar karşısında niçin “dut yemiş bülbül” sessizliği içindedir?.. Mustafa Balbay, niçin, “Biz 150 milyar almadık” diyememektedir?.. Almışlarsa, bunun “gerekçesi”ni niye açıklayamamaktadır?..
Hem, Cumhuriyet gazetesinin dışkısında “gök boncuk” mu vardır ki, CHP’li Çankaya Belediyesi onlardan “gazete” almakta, “yazdığı yazı” karşılığında para alması gerekirken, para ödemektedir?!?..

SAYGI, İŞTE BÖYLE YOK OLUYOR!

Bunun gibi, yığınla soru sormak mümkün... Aslında, bu soruları “kartel medyası”na da sormak gerekir!..
Şaban Dişli, Deniz Feneri ve Dengir Mir Mehmet Fırat’la ilgili iddialar konusunda, ortalığı toza dumana katıp, “cayırtı”lar koparan kartel medyası, CHP’li Çankaya Belediyesi’nde dönen “dolap”lar, “rüşvet” ve “peşkeş”ler konusunda acaba niye sessizliğe bürünmüştür?.. Yoksa; “Mısır’daki sağır sultanlar”ın duyduğu rüşvetleri kulakları mı duymadı, gözleri mi görmedi, dilleri mi lâl oldu?..
Sözkonusu kaset, “gayrı resmî yol”dan elde edildiği için “delil” sayılmayabilir... Peki, bir savcı ortaya çıkıp da, “iddiaları soruşturmak” için bir adım atamaz mı?..
Uzun lâfın kısası;
Tüm bunlar birikiyor, birikiyor ve sonunda “güven zedelenmesi”ne yol açıyor... İnsanlar; “yargı”ya da, “CHP’ye” de, “kartel gazeteleri”ne de güvenmez hâle geliyor!..
Dolayısıyla;
“Disiplin” de kalmıyor, “otorite” de!..
Hoca, “doğru”ları söylüyor!..
Doğan Grubu’nda tenkisat!

Dünkü internet sitelerinde, “Doğan Grubu’nda tenkisat şoku” başlıklı haberler yer aldı... İddialar, şöyleydi:
“Doğan Grubu’nda yıl sonu yapılması beklenen işten çıkartmalar, grubun patronu Aydın Doğan’ın Başbakan Erdoğan’la yaşadığı tartışma sonrasında hisselerin değer kaybetmesi sebebiyle erken patlak verdi.
Medyatava’nın haberine göre, işten çıkartmalara Holding’ten başlandı. Personel sayısında yüzde 20 azaltmaya gidileceği belirtiliyor. 1 Eylül itibariyle pek çok çalışanın iş akdi feshedilirken, bayramdan sonra da tebliğlerin yapılmasına devam edilmesi bekleniyor. Holding’ten başlayan bu tenkisatın Ekim ayı içinde başta Hürriyet ve Kanal D olmak üzere tüm Doğan Grubu gazete ve televizyonlarına yansıyacağı öğrenildi.”

Dediğim gibi, bunlar internet sitelerinin iddiaları... Ancak, “ateş olmayan yerden de duman çıkmaz”mış!..
Benim anlayamadığım şu: Hani, “Aydın Doğan’ın çok parası var”dı?.. Hani, “harcayacak yer arıyor”du?.. Hani, “gazetelerinin tirajı artıyor”du?..

O halde, bu “tenkisat”ın esbab-ı mucibesi ne?

HASAN KARAKAYA - VAKİT

Eminağaoğlu İşini Bitirmek Üzere
16 Eylül 2008 13:39

Eminağaoğlu 2. kez GATA'ya gitti. İşte fotoğraflar ve çürük raporu verilecek hastalık

YARSAV Başkanı Ömer Faruk Eminağaoğlu, yeni çürük raporu alabilmek için ikinci kez GATA'ya gitti. Eminağaoğlu'na çürük raporu verilecek hastalık da belirlendi.

EMİNAĞAOĞLU HIZLA İLERLİYOR
YARSAV Başkanı Ömer Faruk Eminağaoğlu'nun mevcut çürük raporunda çok sayıda tahrifat olduğu belgeleriyle ortaya konulmuştu.

Bunun üzerine Eminağaoğlu yeni bir çürük raporu alabilmek için harekete geçmişti. Bu çerçevede Ömer Faruk Eminağaoğlu'nun Genelkurmay Adli Müşavirliği'nde çalışan eşi Serpil Eminağaoğlu ve Genelkurmay Adli Müşaviri Hakim Tuğgeneral Hıfzı Çubuklu ile üçlü bir zirve gerçekleştirmişti.

Bu çerçevede Eminağaoğlu'nun yeni muayene süreciyle, yeni çürük raporunun nasıl alınabileceği üzerinde düşünülmüştü ve Eminağaoğlu 10 Eylül'de GATA'ya gitmişti.

VE İLK ADIM ATILDI
YARSAV Başkanı Eminağaoğlu bugün 2. defa GATA'ya gitti. Ancak bu gidiş diğerinden farklıydı.

Hatırlanacağı üzere Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül dün kendisine yöneltilen bir soru üzerine, "Eminağaoğlu'nun çürük raporu konusunda incelemenin sürdürüldüğünü" söylemişti.

Bu çerçevede Eminağaoğlu'nun GATA'ya 2. gidişi Şavşat Askerlik Şubesi'nden Milli Savunma Bakanlığı kanalıyla GATA Genel Cerrahi'ye sevki şeklinde oldu.

TUGĞENERAL KAPIDA KARŞILADI
Ancak Eminağaoğlu'na başka rapor almak isteyen "asker adayları"na yapılmayan bir uygulama yapıldı. Hatta hiçbir sivile yapılmayan bir uygulama yapıldı ve Eminağaoğlu hastaneye girişinde Tuğg. Tahir Ünal tarafından karşılandı. Tuğgeneral Ünal, Eminağaoğlu'nun evraklarını eline alarak, GATA'da muayene aşamalarını tek tek takip etti ve yanından bir an olsun ayrılmadı.

AKDENİZ ATEŞLİ HASTALIĞI TEŞHİSİ KONACAK
Eminağaoğlu'nun GATA'da; tomografi, ultrason, pelüs AP ve kan tahlilleri yapıldı. Bunların hepsi normal çıktı ve Ramatoloji'ye gitti. Genel Cerrahide kendisiyle Önder Menteş ilgilendi. Eminağoğlu'na Akdeniz Ateşi Hastalığı teşhisinin konabileceği öğrenildi.

Eminağaoğlu'nun Tuğgeneral Tahir Ünal'la GATA'da evrak takibi objektiflere şöyle yansıdı:











aktifhaber

MSB Yarsav Başkanı raporunu onadı

16 09 2008 21:35
MSB, YARSAV Başkanı Ömer Faruk Eminağaoğlu hakkındaki Sağlık Kurulu raporu ile 1988 yılında verilen rapordaki tanı ve kararın teyid edildiğini açıkladı.
Milli Savunma Bakanlığı, Yargıçlar ve Savcılar Birliği (YARSAV) Başkanı Ömer Faruk Eminağaoğlu'nun ''Gülhane Askerî Tıp Akademisi Sağlık Kurulunca yeniden yapılan muayene sonucunda düzenlenen Sağlık Kurulu raporu ile 1988 yılında verilen rapordaki tanı ve kararın aynen teyid edildiğini'' açıkladı.

Milli Savunma Bakanlığı Genel Sekreterliğinden yapılan yazılı açıklamada, bazı basın ve yayın organlarında yer alan, YARSAV Başkanı Eminağaoğlu hakkında 600 yataklı Etimesgut Hava Hastanesi Sağlık Kurulunca düzenlenen 23 Aralık 1988 tarihli ve 1110 sayılı ''Askerliğe Elverişli Değildir'' kararlı raporla ilgili iddialar üzerine, bakanlık tarafından inceleme başlatıldığı anımsatılarak şu hususlara yer verdi:

''Milli Savunma Bakanlığı resmi kayıtlarında söz konusu sağlık raporu da dahil, Eminağaoğlu ile ilgili mevcut evrakın asılları üzerinde yapılan inceleme sonucunda, anılan raporun, hiçbir şüphe ve tereddüte yer kalmayacak şekilde doğru ve mevzuata uygun olduğu tespit edilmiştir.

Ancak, Eminağaoğlu'nun 02 Eylül 2008'de yeniden muayeneye sevk edilmesini içeren yazılı talebi, bakanlık tarafından değerlendirilmiş ve bu talep yerinde görülerek, 9 Eylül 2008'de, Türk Silahlı Kuvvetlerinin en üst sağlık kuruluşu olan Gülhane Askerî Tıp Akademisine yeniden muayene için sevk edilmiştir.

Gülhane Askerî Tıp Akademisi Sağlık Kurulunca, yeniden yapılan muayene sonucunda düzenlenen 15 Eylül 2008 tarihli ve 772 sayılı Sağlık Kurulu raporu ile 1988 yılında verilen rapordaki tanı ve karar aynen teyit edilmiştir. Millî Savunma Bakanlığına intikal eden rapor, 16 Eylül 2008 tarihinde Bakanlığımızca da onaylanmıştır.

Ömer Faruk Eminağaoğlu'nun askerlik hizmeti ile ilgili olarak, Bakanlığımızca başka bir işleme ihtiyaç duyulmamaktadır.''
haber7

Eminağoğlu'na 2. Doktor Darbesi
20 Eylül 2008 08:27

Eminağaoğlu'nun çürük raporunda birinci doktordan sonra ikincisi de şok açıklama yaptı.

'Sahte çürük' raporu alarak askerlikten kaçtığı belirtilen Yargıçlar ve Savcılar Birliği (YARSAV) Başkanı, Yargıtay cumhuriyet savcısı Ömer Faruk Eminağaoğlu ile ilgili iddialar bitmek bilmiyor.

İKİNCİ DOKTORDAN DA ŞOK AÇIKLAMA

Eminağaoğlu'na verdiği 'sağlamdır' raporunun üzerinde oynama yapıldığını açıklayan Tabip Yüzbaşı genel cerrah Osman Artuç'tan sonra, raporda imzası bulunan ikinci isim tabip olan Yüzbaşı Bekir Erol da "Söz konusu belgedeki eklemeler bana ait değil." dedi.

Giresun'da özel bir hastanede çalışan ve askerlikten albay rütbesi ile emekli olan Bekir Erol, belgelerdeki el yazısının kendine ait olmadığını kaydetti. Erol, 'O yazıları üçüncü bir kişinin yazma ihtimali var mı?' şeklinde soruya şu cevabı verdi: "O dönemde ne yaptılarsa yapmışlar, onu bilemem. Sağlam verdiğim kişiden ben rapor istemem. Belgelerdeki el yazıları karşılaştırıldığında o yazının bana ait olmadığı belli olur." Eminağaoğlu'na 1988 yılında verilen çürük raporunda da imzası bulunan Erol, söz konusu raporu Tabip Asteğmen Nejat Karaçınar'ın hazırladığına işaret etti. Erol, şunları kaydetti: "Biz onun kararına imza attık. Bu durumda sadece belgeye bakarız. Önemli olan o raporu hazırlayan genel cerrahın bilgileri bize sunmasıdır. O raporun içeriğini ve yazılan kodu biz bilmeyiz. Sorumluluk, raporu hazırlayan cerraha aittir."

YARSAV Başkanı'nın 'sahte çürük' raporu alarak askerlikten kaçtığı iddiaları geçtiğimiz ay basına yansımıştı. YARSAV Başkanı'nın çürük raporunda karın ameliyatı olduğu yazılmasına rağmen, karaciğer hastalıklarıyla ilgili 'd/45 f6' kodu kullanılmıştı. Ayrıca Eminağaoğlu 1988 yılında rapor için müracaat etmesine rağmen raporun üzerine 1984 tarihi atılmıştı.

Tartışmalar sürerken Eminağaoğlu'nu askerlikten kurtaran çürük raporundan bir hafta önce genel cerrah Osman Artuç ile dahiliye uzmanı Bekir Erol'un imzalarının altında bulunduğu belgede 'sağlam'dır kararı verildiği ortaya çıkmıştı. Üç nüsha olarak düzenlenen belgelerdeki eklemeler dikkat çekmişti. Birinci belgede bilgi bulunmazken, ikinci ve üçüncü nüshada Artuç'un imzasının üst tarafına el yazısıyla "Ameliyat raporları istenmeli" yazılmıştı. Son iki yazının birbirinden farklı olması da dikkat çekmişti. Yazıların birinde 'ameliyat raporları' diğerinde ise 'raporu' deniliyordu.

Eminağaoğlu 'sahte çürük' raporunun basına yansıması üzerine düzenlediği topantıda iddiaları yalanlamıştı. YARSAV Başkanı yeniden muayene olmak için Milli Savunma Bakanlığı (MSB)'na müracaat etmişti. Şavşat Askerlik Şubesi'nden MSB kanalıyla GATA Genel Cerrahi'ye sevki yapılan Eminağaoğlu'nu kapıda Tuğgeneral Tahir Ünal karşılamıştı. Bu ziyaretten bir gün sonra MSB tarafından yapılan yazılı açıklamada, 'Eminağaoğlu hakkındaki Sağlık Kurulu raporu ile 1988 yılında verilen rapordaki tanı ve kararın teyit edildiği' ifade edilmişti.

ÇELİŞKİLER... ÇELİŞKİLER... ÇELİŞKİLER...

1- İlk raporda Eminağaoğlu için komando olabilecek kadar 'sağlam' diyen iki doktor konuşuyor. Biri dahiliye uzmanı diğeri genel cerrah. Üstelik ikisi de askerî tabip. Rapora imza attıkları zaman yüzbaşı rütbesindeler. Askerlikten albay olarak emekli olmuşlar. Şimdi sivil olarak mesleklerine devam ediyor. Verdikleri 'sağlam' raporuna 'ilaveler yapıldığını' belirtiyorlar. Ortada, resmî evrakta yapılan tahrifat var. TCK'ya göre bunun cezası 2 ile 8 yıl arasında değişiyor. Ve bu iki doktor, sorulması halinde 'sağlam' raporlarını savcılara da anlatabilecek.

2- İddialar gündeme geldiği zaman basın toplantısı düzenleyen Eminağaoğlu, çürük raporunda yer alan iki yanlışı kabul etmişti. Raporda 1988 yılı, 1984 olarak yazılmış. Eminağaoğlu, buna daktilo hatası diyor. Yine o toplantıda, çürük alma sebebini bredoktomi yani 'karın zarı ameliyatı olarak' açıklamıştı. Ancak çürük raporundaki hastalığın kodu, karaciğer ile ilgili. Çelişki konusunda 'sorumluluk bana ait değil' demişti. Bu açıdan, yeni verilen teyit raporu çok önemli. Yeni raporun kamuoyuna açıklanması gerekiyor. Eminağaoğlu, karın zarı ameliyatından mı yoksa karaciğerden mi çürük aldı?

3- Çürük raporu sorunlu olan herkes yeni işlem sürecinde 'er' muamelesi görüyor. Milletvekili Bahattin Şeker ve DTP'li Nurettin Demirtaş örneği var. Askerî savcılık bu olaylarda hemen devreye girdi. Ancak, Eminağaoğlu'na farklı muamele yapıldı. O, GATA'ya kendisi gitti. Son gidişi fotoğraflarla internete düştü. Kapıda bir tuğgeneral karşılıyor. İddiaya göre bütün işlemleri general takip etmiş. Tuğgeneral bu takibi kendi inisiyatifiyle mi yaptı, yoksa kurumsal bir yaklaşım mı söz konusu? Eminağaoğlu'nun eşi, Genelkurmay Hukuk Müşavirliği'nde çalışıyormuş. Askerî savcılığın YARSAV Başkanı için farklı muamele yapmasındaki sebep ne olabilir?
aktifhaber

KIŞLA YOLU GÖZÜKTÜ

14 Ekim 2008 08:01
Askere gitmemek için sahte çürük raporu aldığı ileri sürülen YARSAV Başkanı Eminağaoğlu 'sağlam' çıktı. GATA, yeniden muayene olan Eminağaoğlu için 11 Eylül'de 'askerlik yapmasına engel olacak sağlık sorunu yok' şeklinde rapor verdi
Yargıçlar ve Savcılar Birliği (YARSAV) Başkanı Ömer Faruk Eminağaoğlu'nun askere gitmemek için 'sahte çürük raporu' aldığını GATA raporu da doğruladı. 1988 yılında sağlık raporu alırken, 1984'te geçirdiği bir ameliyatın raporunda tahrifat yaparak askeri heyeti yanılttığı ortaya çıkan Eminağaoğlu, GATA'da yeniden muayene oldu. GATA, 11 Eylül 2008 tarihinde verdiği raporda, “Eminağaoğlu'nun askerlik görevini yapmasına engel teşkil edecek harhangi bir sağlık sorunu tespit edilemedi” dedi.

15 GÜNDE ÇÜRÜĞE ÇIKTI

Yeni Şafak 21 Temmuz 2008'deki manşet haberiyle Eminağaoğlu'nun sahte çürük raporu alarak askere gitmediğini ortaya çıkarmıştı. Eminağaoğlu'nun 1988'de askeri heyete 3 yıl önce geçirdiği ameliyat raporunu yeniymiş gibi sunduğu ameliyattan sonra hastanede yattığı süreyi belgede tahrifat yaparak, 20 gün yerine '4 yıl' gösterdiği, çürük raporu veren askeri hastanenin ise 15 gün önce 'sağlam' raporu verdiği anlaşılmıştı.

Haberler üzerine ciddi sağlık sorunları olduğunu açıklayan Eminağaoğlu geçtiğimiz eylül ayında yeniden GATA'da muayene oldu. GATA'nın hazırladığı raporda Eminağaoğlu'nun askerlik yapmasını engelleyecek hiçbir hastalık bulgusunun tespit edilemediği belirtildi. 11 Eylül 2008 tarihli rapora göre kan tahlilleri, abdominal bilgisayarlı tomografi ve radyoloji tetkiklerinde Eminağaoğlu'nun 1988'de aldığı çürük raporundaki hastalıklara dair hiçbir belirtiye rastlanmadı.

MSB, DEMİRTAŞ GİBİ ASKERE ALACAK MI?

GATA'nın roporundan sonra Milli Savunma Bakanlığı'nın Eminağaoğlu'nu silah altına alıp almayacağı merak konusu oldu. Eski Devlet Bakanı Bahattin Şeker, sahte belge ile kendisini yurt dışında göstermiş ve 1988 tarihinde bedelli olarak askerlik yapmıştı. Bu olay ortaya çıkması üzerine Şeker, apar topar silah altına alınmış tam 8 yıl sonra askerliğe gitmişti. Nurettin Demirtaş'ın da DTP Genel Başkanı seçildikten sonra sahte çürük raporu aldığı ortaya çıkmıştı. Gözaltına alınan Demirtaş, halen Tokat'ta uzun dönem askerlik yapıyor. MSB'nin Şeker ile Demirtaş konusunda gösterdiği hassasiyeti Eminağaoğlu konusunda gösterip göstermeyeceği merak ediliyor.

Doktor da 'rapor sahte' dedi

Yeni Şafak 21 Ağustos'taki manşetiyle Eminağaoğlu'nun sahte çürük raporuyla askere gitmediğini duyurdu. Haber üzerine çürük raporunda imzası bulunan doktorlardan emekli Albay Osman Artuç, raporun üzerinde düşülen notların kendisine ait olmadığını, sonradan eklendiğini söylemişti. Raporda imzası bulunan diğer tabip Bekir Erol da 'Sağlam verdiğim kişiden ben rapor istemem. Belgelerdeki el yazıları karşılaştırıldığında o yazının bana ait olmadığı belli olur” demişti.

Organları sağlam

GATA Radoloji Bölümü'nce hazırlanan tomografi raporunda “Eminağaoğlu'na damardan ve ağızdan verilen radyo-opak maddeden sonra yapılan görüntülemede; karın bölgesinde bulunan organların hepsinin normal olduğu, bağırsaklarında yapışıklığa dair herhangi bir bulguya rastlanmadığı, karın bölgesinde hastalık belirtisinin olmadığı” anlaşıldı. Savcının karın içindeki lenf bezlerinin de normal durumda olduğu tespit edildi. Raporda çekilen ultrason neticesinde de aynı sonuca ulaşıldığı belirtildi.

Sahte raporla kendini savundu

Eminağaoğlu Yeni Şafak'ın askere gitmemek için sahte çürük raporu aldığını ortaya çıkarmasından sonra basın toplantısı düzenlemişti. “Ciddi rahatsızlıklarım var. Haberler maksatlı” diyen savcı, kedini sahte raporlarla savunmuştu.

Bakanlık rapora rağmen 'çürük' dedi

Milli Savunma Bakanlığı 16 Eylül'de yazılı açıklama yaparak 'GATA raporuna göre Eminağaoğlu'nun 'çürük' olduğunu' duyurmuştu. 11 Eylül tarihli 'sağlam' raporuna rağmen bakanlığın savcı için 'çürük' açıklaması yapması akıllarda soru işareti bıraktı.

yeni şafak

YARSAV Başkanı 'Çürük'e dava açıyor

Aldığı tartışmalı çürük raporlarıyla askerlikten muaf tutulan YARSAV Başkanı, medyada bu konuda çıkan haberlerden rahatsız oldu.19 Ocak 2009 01:52


Milli Savunma Bakanlığı'nın raporları basına sızdırdığını iddia ederek dava açtı...

Ergenekon soruşturmasının son dalgasında yaptığı açıklamalarıyla büyük tepki toplayan Yargıçlar ve Savcılar Birliği (YARSAV) Başkanı Ömer Faruk Eminağaoğlu, çürük raporu tartışmalarından sorumlu tuttuğu Milli Savunma Bakanlığı aleyhine tazminat dava açtı. Eminağaoğlu, 600 yataklı Etimesgut Hava Hastanesi'ni ve Gülhane Askeri Tıp Akademisi'nde (GATA) bulunan çürük raporlarının basında yer almasından hareketle medyada ve internette 300 bin haber çıktığını belirterek, Bakanlık'tan 300 bin TL’lik manevi tazminat istedi.

1 hafta sonra çüreğe çıktı

Yenimahalle Askerlik Şubesi tarafından 1988'de sevk edildiği Etimesgut Hava Hastanesi'ndeki ilk kontrolünde “'sağlam” teşhisi konulan Eminağaoğu, 1984'te Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi'nde olduğu batın ameliyatı raporunu ibraz ederek 1 hafta sonra çürük raporu aldı. Eminağaoğlu bu rapor üzerine askerlikten muaf tutuldu.

Generaller kapıda karşıladı

Tartışmalı raporun 21 Ağustos 2008'de medyada yer alması üzerine Eminağaoğlu, tartışmalara son vermek için GATA'dan yeniden rapor alma girişiminde bulundu. Eşi Genelkurmay Adli Müşavirliği'nde çalışan Eminağaoğlu, GATA'ta generaller tarafından karşılandı. Eminağaoğlu'nun GATA'da yapılan tetkiklerinde olumsuz bir duruma rastlanmazken, Eminağaoğlu'nun beklediği açıklama Milli Savunma Bakanlığı'ndan geldi. Bakanlık, iddiaların ilk gündeme geldiği tarihten 26 gün sonra 16 Eylül 2008'de yaptığı açıklama ile Etimesgut Hava Hastanesi'nin 1988'de verdiği son raporda sorun olmadığını, bu nedenle Eminağaoğlu'nun askerliğe elverişli bulunmadığına yeniden karar verdi.

Bu açıklamaya karşılık, Eminağaoğlu'nun tahlillerinde bir olumsuzluğun olmadığını gösteren GATA raporları medyada yer aldı.

Belge arşive geç ulaştırıldı

Yeniden askere alınmayan Eminağaoğlu, hakkında çıkan haberlere karşılık Milli Savunma Bakanlığı'nın geç açıklama yapmasını gerekçe göstererek Ankara 4. İdare Mahkemesi'ne dava açtı. Etimesgut Hava Hastanesi'nde tutulan dosyanın belirlenen süre içerisinde Milli Savunma Bakanlığı arşivine teslim edilmediğini savunan Eminağaoğlu, böylece medyanın belgeyi edinmesine olanak sağlandığını ileri sürdü.

Generallerce kapısında karşılandığı GATA da Eminağaoğlu'nun hedefinde olmaktan kurtulamadı. YARSAV Başkanı, GATA'da yaptırdığı tahlillerde olumsuz bir duruma rastlanılmamasının medyada yer almasından da Milli Savunma Bakanlığı'nı sorumlu tuttu.

Haberlerden Bakanlığı sorumlu tuttu

"Savaşta ve barışta askerlik yapamaz" raporu bulunan YARSAV Başkanı, tartışmalı çürük raporlarının 100'e yakın gazete ve 50'ye yakın televizyon haber ver yorumuna konu edildiğini, 300 bin kadar da internet haberinde işlendiğini aktardı.

Aynı haberlerin Türkiye'de yasaklı olan YouTube'da bile yer aldığını belirten Eminağaoğlu, Milli Savunma Bakanlığı'nın çürük haberinin basında yer aldığı 21 Ağustos 2008'den 16 Eylül 2008'e kadar kamuoyunu aydınlatıcı bir açıklama yapmayarak, hakkındaki haberlerin artarak devam etmesine neden olduğunu öne sürdü. Eminağaoğlu, her 2 askeri hastanedeki sağlık raporlarının medyada yer almasından dolayı kusurlu gördüğü Milli Savunma Bakanlığı aleyhine 300 bin liralık tazminat davası açtı.

AYNI TEŞHiSE FARKLI UYGULAMA

Eminağaoğlu'nun askerlik yapmasına engel teşkil eden ve raporlarda yer alan "Appendektomi", "Primer Peritonite bağlı Zaparatomi" ve "Bridektomi ameliyatlısı" tanılarının benzer durumda olan başka askerlerin çürük raporu almasına olanak sağlamadığı tespit edildi. 66. Zırhlı Tugay Komutanlığı'nda görevli Er K. A. geçirdiği rahatsızlıklar ve hakkında konulan tıbbi tanılar Eminağaoğlu'yla tamamen uyuşmasına rağmen çürüğe ayrılmadı. Er K. A.'ya birliğinde tedavisine devam edilmesi önerildi. -
bugün

HSYK'dan Ertosun'a Ergenekon soruşturması yok
14:30 - Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulu, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) Üyesi Ali Suat Ertosun hakkında "soruşturma açılmasına" gerek görmedi. Ertosun, bazı basın organlarında, "tarafsızlığını kaybettiği, Kent Oteli'ndeki toplantılara katılarak kamuoyunda Ergenekon olarak adlandırılan silahlı terör örgütüyle bağlantılı olduğu ve yargılanması gerektiği" yönündeki iddialar üzerine 7 Ağustos 2009'da Yargıtay Birinci Başkanlığına dilekçe vererek, hakkında inceleme ve gerekirse soruşturma yapılmasını istemişti. 30.12.2009 ANKARA netgazete

25 Şubat 2010 21:22
Çolakkadı'dan Paşa Açıklaması
Cumhuriyet Başsavcı Vekili Turan Çolakkadı, Balyoz' darbe planı soruşturması kapsamında ifadeleri alınıp serbest bırakılan paşalar için açıklama yaptı..
Cumhuriyet Başsavcı Vekili Turan Çolakkadı, "daha önce de paşaları sorguladık, herhangi bir kaçma ve delil karartma şüpheleri olmadığı için serbest bıraktık" dedi..
aktifhaber


23 Haziran 2010
Cumhuriyet Gazetesi İmtiyaz Sahibi İlhan Selçuk'un, Hacıbektaş ilçesindeki "Çilehane" olarak bilinen mevkide mezar alanı olmadığı gerekçesiyle defnedilmesinin kanunsuz olacağı belirtiliyor

Cumhuriyet Gazetesi İmtiyaz Sahibi İlhan Selçuk'un, Nevşehir'in Hacıbektaş ilçesindeki "Çilehane" olarak bilinen mevkide mezar alanı olmadığı gerekçesiyle defnedilmesinin kanunsuz olacağı belirtiliyor. İlhan Selçuk'un ağabeyi karikatürist Turhan Selçuk da, 14 Mart 2010'da Hacıbektaş'ta SİT alanına defnedilmiş ve defin için resmi izin alınmamıştı.

HACIBEKTAŞ BELEDİYESİ SİT ALANINDA İŞGALCİ!
Hacıbektaş Belediyesi'nin, Türkiye'nin tanınmış kişilerinin defin yapılabilmesi için 2006 yılında belediyenin Meclis Kararı aldığı, söz konusu karardan sonra 3. Derece Arkeolojik SİT alanına defin yapıldığını, Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın, Hacıbektaş Belediyesi'ne defin yapma ruhsatı vermediği belirtiliyor.

SELMANPAKOĞLU: RESMİ İZNE GEREK YOK
Gazetemize konuşan Hacıbektaş Belediyesi Başkanı Ali Rıza Selmanpakoğlu, belediyeye ait olmayan 3. Derece SİT alanını kullandıklarını doğruluyor.

Selmanpakoğlu, vatandaşların defninin yapıldığı mezarlığını bitişiğinin genişletildiğini ve genişletilen alanda özel kişilerinin defnedildiğini söyledi. Sekmanpakoğlu, "Turhan Selçuk vasiyeti üzerine defnedildi, İlhan Selçuk da, vasiyeti üzerine Hacıbektaş'a gömülecek, ancak defin yapılacak yer, 3. derece SİT alanı. Defin için Bakanlar Kurulu ile Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndan izin alındı mı? Sadece vasiyet yeterli mi?" şeklindeki sorumuza, "Resmi izin almamızı gerektiren şeyler olduğunu sanmıyorum. Mezarlığın bitişiğidir. İlhan Selçuk için yapılması gereken her şey hazırlandı. Dava konusu olursa, o zaman da bakılır. Belediye Meclisimizin aldığı karar var. Bu kararımıza kimse itiraz etmedi" şeklinde cevap verdi.

DANIŞTAY VE YARGITAY, BAKANLAR KURULU KARARINI BİLE YOK SAYDI!
Devlet eski bakanlarından 8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın ağabeyi Yusuf Bozkurt Özal'ın, Bakanlar Kurulu kararıyla Süleymaniye Camii haziresine defnedilmesine bile karşı çıkılmış, Danıştay ve Yargıtay, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ı mahkûm etmişti.

Danıştay 10. Dairesi, 'Yusuf Bozkurt Özal'ın belediye mezarlığı dışında ayrı bir yere gömülmesine izin veren' Bakanlar Kurulu kararını oybirliğiyle iptal etmiş ve söz konusu definin, Anayasa'nın eşitlik ilkesine aykırı olduğunu savunmuştu. Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu da, Danıştay 10. Dairesi'nin kararını oybirliğiyle onamıştı.

ERDOĞAN'A TAZMİNAT ÖDEMESİNE YA DA İLANLA KINANMASINA KARAR VERDİ
Yargıtay 4. Hukuk Dairesi, Danıştay kararının gereğini yerine getirmediği iddiasıyla Başbakan Recep Tayyip Erdoğan aleyhine açılan tazminat davasını reddeden mahkeme kararını bozmuş, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu da, Danıştay kararını yerine getirmediği için Başbakan Erdoğan'ın tazminat ödemesine ya da ilanla kınanmasına karar vermişti.

Hürriyet Gazetesi Başyazarı Oktay Ekşi; Mehmet Zahit Kotku Hocaefendi, Hafize Özal, Prof. Dr. Esat Coşan Hocaefendi'nin babası Halil Necati Coşan ve Yusuf Bozkurt Özal'ın; Bakanlar Kurulu kararıyla Süleymaniye Camii haziresine defnedilmesine bile karşı çıkmış ve söz konusu definleri laik devlet altına dinamit koymakla tanımlamıştı.

Kaynak:Vakit

Hukuk Asker Sanıklara İşlemedi

08 Ağustos 2010
İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesi, tartışmalı bir gerekçeyle 101 Balyoz sanığı hakkındaki yakalama kararını kaldırdı.
İşte savcının mütalaası: Hani çağrıldıklarında gelirlerdi? Telefonlarına bile ulaşılamadı


İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesi, tartışmalı bir gerekçeyle 101 Balyoz sanığı hakkındaki yakalama kararını kaldırdı. Mahkeme Savcısı Celal Kara'nın, mütalaasında yakalama kararının doğru olduğunu çarpıcı gerekçelerle sunduğu ortaya çıktı. Savcı, 'sanıkların kaçma şüphesi yok' iddialarına şöyle cevap veriyor: "Çağrıldığında gelecekleri belirtilen sanıklardan hiçbiri kendi iradesi ile gelmediği gibi telefonlarına bile ulaşılamadı."
'Balyoz' soruşturması ve yargı sürecinde ilginç gelişmeler yaşanmaya devam ediyor. İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi, 23 Temmuz 2010'da Balyoz davasına ilişkin olarak 102 sanık hakkında yakalama emri çıkarılmasına karar vermişti. Haklarında yakalama emri çıkarılan 102 sanık arasında, eski Hava Kuvvetleri Komutanı emekli Orgeneral Halil İbrahim Fırtına, eski Deniz Kuvvetleri Komutanı emekli Oramiral Özden Örnek ve eski 1. Ordu Komutanı emekli Orgeneral Çetin Doğan ile Güney Deniz Saha Komutanı Koramiral Kadir Sağdıç ve Kuzey Deniz Saha Komutanı Koramiral Mehmet Otuzbiroğlu da yer alıyordu. Şüphelilerden emekli Albay Ahmet Şentürk, Afyonkarahisar'da bankamatikten para çekerken gözaltına alındı ve sorgusunun ardından tutuklandı. Diğer 101 sanığa ise bir türlü ulaşılamadı.

Sanık avukatları İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi'nden kararın geri alınması, aksi takdirde itiraz olarak değerlendirilmesi için üst mahkemeye gönderilmesi yönünde talepte bulundu. Dosya İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesi'ne gönderildi. Mahkeme savcının mütalaasını vermesinin ardından önceki akşam dosyayı inceledi. Sanık avukatlarının taleplerini yerinde bularak, yakalama kararının kaldırılmasına karar verdi. Mahkeme kararında ilginç bir itirafta da bulundu. Kararda, "Uygulamada mahkememiz de dahil pek çok mahkeme İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi'nin yaptığı gibi tutuklamak amacıyla yakalama müzekkereleri de çıkarmıştır. Ancak bunlardan hiçbirisi itiraz konusu olmamıştır. Kaldı ki; yasaların yanlış ya da eksik uygulanması, bu işlemin sürekli yapılmış olması onu hukuka uygun hale getirmez." denildi.

İstanbul Adliyesi özel yetkili mahkemelerinde görevli Cumhuriyet Savcısı Celal Kara'nın, mahkemeye sunduğu 8 sayfalık mütalaasında çarpıcı tespitlerde bulunduğu ortaya çıktı. Kara'nın, sanık avukatlarının talebinin reddi yönünde görüş bildirdiği öğrenildi. Savcı, sanık avukatlarının iddialarını tek tek çürüten mütalaasında çok önemli tespitlerde bundu. Kara, CMK'ya göre, mahkemenin yakalama kararında bir usulsüzlük bulunmadığını hatırlattı. CMK 98'e göre heyetçe verilmiş yakalama kararına itirazın hiçbir şekilde mümkün olmadığına ve kanuna göre sadece hakim kararına her zaman, mahkemeye ise kanun hükmünün izin verdiği takdirde itiraz edilebileceğine dikkat çekti.

Mahkeme yasal takdir hakkını kullandı

'Sanıklar çağrıldığında gelir' ifadesinin kısmen haklılık payı taşıdığının değerlendirilebileceğini ancak mahkemenin bu konuda yasal takdir hakkını 'yakalama' olarak kullandığını belirten Celal Kara'nın tespitleri ilginçti: "(...) Karar tarihinden sonra ortaya çıkan duruma bakıldığında da mahkemenin şüphesinin haklı çıktığının görülmekte olduğu, zira çağrıldığında gelecekleri belirtilen sanıklardan hiçbirinin kendi iradesi ile gelmediği gibi beyan ettikleri adreslerinde bulunmadıkları ve hiçbirinin telefonlarına da ulaşılamadığı, bu durumun kaçma şüphesinin eski tabirle kuvveden fiile çıktığını ve mahkemenin şüphesinin haklı nedenlere dayalı olduğunu göstermekte olduğu kanaatine varıldığından itirazların reddine karar verilsin."

Tutuklama koşulları oluştu

Savcı Celal Kara, mütalaasında önemli bir noktaya da dikkat çekti. Yakalama kararının sanıkların kaçak olduğundan değil, tutuklama koşulları bulunduğu için verildiğini vurguladı. Şu ifadeleri kullandı: "Eski TCK'da gıyabi tutuklama kuralı vardı, bu hüküm kaldırıldı ve tutuklama koşulları olduğunda tutuklamak amacıyla yakalama kararı verilmesi uygulaması getirildi. 1 Haziran 2005'ten beri de bu kural istisnasız ve duraksamaksızın uygulandı." dedi. 'Sanıkların kaçak konumda olmadığı ve dolayısıyla CMK 98/3 madde ve hükmün karara dayanak yapılamayacağına' ilişkin itirazlara da değinen savcı, "Tutuklama koşullarının bulunması halinde bu amaçla yakalama kararının çıkarılabileceğine ilişkin yıllardır süren ve bu kararların verildiği on binlerce dosyanın Yargıtay denetiminden de geçmesi suretiyle kesinleşmiş bir uygulama olması karşısında bu itirazın yerinde olmadığı anlaşılmaktadır." ifadelerini kullandı.

Emekli Cumhuriyet Başsavcısı Reşat Petek: O zaman tüm tutuklu sanıklar salıverilsin
İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesi kaçaklık şartlarının olmadığını belirten bir gerekçeye dayanmış ancak bu gerekçe Ceza Muhakemesi Kanunu'na uygun değildir. Şayet bu gerekçe doğru kabul edilirse Türkiye'deki tüm tutuklu sanıkların hemen bırakılması gerekir. Mahkeme, kararında CMK'yı yanlış yorumlamıştır. CMK'nın yürürlüğüne dair kanunun 5. maddesi, "Bu kanunun yürürlüğe girmesiyle gıyabi tutuklamalar yakalama kararına dönüşür" deniliyor. Bu da eski kanundaki gıyabi tutuklama yerine, yakalama kararının uygulanacağını gösterir.

Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Mustafa Şentop: Yakalama kararı neden yerine getirilmedi?
Yargılama süreci devam edecek. Davanın aslı kişilerin sanık olma durumu sürüyor. Yakalama konusunda 2 mahkeme arasında yorum farkı olsa da tutuklanma sebeplerinin oluştuğu konusunda aynı fikirde olduklarını görmekteyiz. 10. Ağır Ceza'nın vermiş olduğu yakalama kararı, 11. Ağır Ceza Mahkemesi'nin verdiği kararın saatine kadar hukuken geçerlidir. Bu kararın gereğini yerine getirmemek ayrıca soruşturma gerektirir. Burada yakalanması geçen kişileri yakalamayanlarla ilgili gerekli soruşturmalar yapılmalı.

İstanbul Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ersan Şen: Yakalama kararına itiraz edilemez
İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi, yakalama kararı verdikten sonra bunun arkasında duracaktı. Yakalama kararı verdiğinde 'buna itiraz yolu açık değil' deyip kendisine yapılan 'yakalamanın kaldırılması' taleplerini esasa girmeden reddetmeliydi. Dosyayı da bir sonraki mahkemeye göndermemeliydi. İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesi CMK 94 yerine 98'den yakalama kararı çıkarılması şeklindeki teknik hatayı yakaladı. Bu şekilde yargı zarar gördü.

Boğaziçi Avukatlar Derneği Başkanı Bilal Çalışır: Hukuk asker sanıklara farklı işletildi
Ben 11. Ağır Ceza Mahke-mesi'nin kararında yargı dışı unsurların devreye girdiğini düşünüyorum. Mahkemenin kararı ile kaçaklık özendirildi. Kaçarsanız daha çok hakkınız olur anlamında bir karardır bu. Bu süreçte Türk Silahlı Kuvvetleri'nin hukuka direnişini gördük. 15 gün boyunca sanıkları saklamak suretiyle yargıya direnildi. Maalesef asker kişiler için hukuk farklı işletildi. Balyoz'la ilgili karar veren hâkimler ve savcılar baskı altına alındı.

Hakimin paşa isyanı

11. Ağır Ceza Mahkemesi'nin paşalara özel uygulama yapması Üye Hakim Metin Metin Özçelik'i isyan ettirdi...



İşte Özçelik'in itirazlarından bazıları: Biz dahil pekçok mahkeme aynı şekilde kararlar verdi... Yakalama kararına itiraz edilemez. 15 gündür aranmalarına rağmen adliyeye gelmedikleri için kaçma şüphesi var

Balyoz Darbe Planı'na davasına bakan İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi'nin 102 sanık hakkında verdiği ‘yakalama kararı'nı aralarında muvazzaf paşalarında bulunduğu 101 sanık için iptal eden 11. Ağır Ceza Mahkemesi'nin kararına şerh koyan üye hakim, paşalara yapılan ayrıcalığı gözler önüne serdi. Üye Hakim Metin Özçelik, “11. Ağır Ceza olarak daha önce birçok kez iddianameyi kabul edip istisnasız savcıdan müteala bile almadan birçok kişiyi tutukladık” dedi.

‘USULLERE AYKIRI' DENİLDİ

İstanbul 11. Ağır Ceza, 27'si muvazzaf general 101 Balyoz sanığı hakkındaki yakalama kararını “10. Ağır Ceza'nın kararı usullere aykırı” iddiasıyla oy çokluğuyla kaldırdı. Mahkeme Başkanı Şeref Akçay ve üye hakim Oktay Açar'ın kararına üye hakim Metin Özçelik muhalefet şerhi koydu.

BİZ DE AYNI KARARLARI VERDİK

• Uygulamada mahkememiz de dahil pek çok mahkeme 10. Ağır Ceza Mahkemesi'nin yaptığı gibi tutuklamak amacıyla yakalama kararları da çıkarmıştır. Ancak bunların hiçbirisi itiraz konusu olmamıştır.

KARARLARA ÖRNEKLER GÖSTERDİ

• Şöyleki mahkememizde yargılaması yapılan 2009-293 esas sayılı, 2009-100 esas sayılı, 2010-122 esas sayılı, 2010-166 esas sayılı ve 2010-157 esas sayılı dava dosyalarıyla ilgili olarak kamu davası açılıp iddianame kabul edildikten sonra Cumhuriyet Savcısının görüşü alınmaksızın düzenlenen düzenlenen tensiplerde sanıklara tutuklama amacıyla yakalama kararı çıkarılmıştır.

15 GÜNDÜR NİYE GETİRİLMEDİLER?

Üye hakim Özçelik muhalefet şerhinde yakalamalara yapılan itirazların reddedilmesi gerektiği yönündeki görüşlerini şu unsurlara dayandırdı:

• Hakkında yakalama kararı olan 101 sanığın özgürlüğünün kısıtlanması ya da özgürlüklerinden yoksun bırakılmalarından söz edilemez.

• Sanıkların tümünün kaçma tehlikesi var. Adli kontrol uygulaması yetersizdir.

• Yakalama kararlarına itiraz edilemez.

• Yakalama kararı çıktıktan sonra 15 gün içinde ne sanıklar geldi, ne de onlarla ilgili işlem yapması gerekenler işlem yaptı.

Hukuk paşalara işlemiyor

Emekli Cumhuriyet Başsavcısı Reşat Petek, hakkında yakalama kararı olan 102 Balyoz sanığının Merkez Komutanlığı tarafından adliyeye getirilmemesini sert bir dille eleştirildi. Petek “Mahkeme kararıyla suç işlediği mahkeme kararıyla ortaya konan ve hakkında yakalama kararı verilenler 15 gündür derdest edildi mi? Normal bir vatandaş için bir yakalama kararı olsaydı herhalde bir operasyon düzenlenir mahkemeye teslim edilirdi” dedi.

Petek “Emeklisi ile muvazzafı ile orduevinde barınak oluşturulmuş. Hukuk devletinde herkesin saygı göstermesi gereken mahkeme kararı infaz edilmiyor. Ondan sonra kamuoyu aptal zannedip bu millete diyorlar ki, yakalama kararı tebliğ edilmedi de onun için derdest edilmiyor. Yakalama kararı tebliğ edilmez güvenlik birimi tarafından infaz edilir. Peki siz bunun uygulandığını görüyor musunuz? Hayır. Uygulamayanlara bir hesap sorulabiliyor mu? Hayır” diye konuştu.

İstanbul Adliyesi koridorlarındaki ilginç ‘ret' iddiası

Balyoz sanıkları hakkındaki yakalama kararını oy çokluğuyla kaldıran İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesi'nde ilginç gelişmeler yaşandığı iddia edildi. Reddi hakim taleplerini inceleyecek olan 11. Ağır Ceza'nın heyettinde son anda değişiklik yapıldığı, bir üye izne gönderilirken izindeki üyenin de iznini erken bitirerek görüşmeye katılmasının sağlandığı öne sürüldü.

Biri izne biri adliyeye

İstanbul Adliyesi koridorlarındaki iddiaya göre, itirazları görüyecek heyette Üye Hakim Bülent Akasma yer alıyordu ancak Mahkeme Başkanı Şeref Akçay, Akasma'yı izne gönderdi. Aynı mahkemenin izinde bulunan diğer üyesi Oktay Açar ise izinden erken çağrıldı ve yakalama kararına yapılan itirazlar görüşüldü. Ve Başkan Akçay ile Üye Hakim Açar'ın oylarıyla da Balyoz sanıkları hakkındaki yakalama kararı kaldırıldı.

Savcı itiraza ret istedi

11. Ağır Ceza Mahkemesi'nin karar için günlerce mütealasını beklediği Savcı Celal Kara'nın mütealasında itirazın reddedilmesi gerekliliğini vurguladığı öğrenildi. Bir diğer dikkat çeken nokta ise 10. Ağır Ceza'nın yakalama kararını ve yapılan itirazlara reddi oy birliği ile verirken, 11. Ağır Ceza'nın yakalama karırını 2'ye 1 oy çokluğuyla alması oldu.
aktifhaber

Asker Karısının Hışmına Uğradı

Çeşme'de tesettürlü mayo ile denize giren Hatice Şenocak ve çocukları asker eşinin saldırısına uğradı.
08 Ağustos 2010
Çeşme'nin Alaçatı beldesindeki İmbat Sahil Evleri Sitesi'nde oturan öğretmen Hatice Şenocak'a; eşinin asker olduğunu söylen B.P. isminde bir bayan saldırdı.
İRAN'A GİDİN

Yanında beş bayanla birlikte gelen B.P., denizde olan Hatice Şenocak ile 8 yaşındaki oğlu İsmail Hakan'a hakaretler edip darp etti. 'Haşema' olarak bilinen tesettürlü mayo ile denize insanları rahatsız etmemek için kayalıkların arasından girdiğini söyleyen Hatice Şenocak, B.P.'nin, "İran'a Arabistan'a, sizin gibi olan insanların ülkesine gidin." diye bağırdığını söyledi.
"HADİ BOĞALIM ŞUNU" DİYORDU
B.P.'nin çevresinde 5 kişinin olduğunu, ancak diğerlerinin müdahale etmediğini vurgulayan Şenocak, "B.P. gözü dönmüş gibiydi. 'Hadi boğalım' şunu diyordu. Saldırıda dudağım patladı. Bizim az ilerimizde denizde yüzen teyzemin kızına da 'Seni de boğmaya geleceğim' diyordu." şeklinde konuştu.
"ÖRÜMCEKLER DENİZİ KİRLETİYOR"
Saldırıdan sonda üç gün rapor alan Hatice Şenocak, B.P.'nin kendisine "Örümcekler, utanmıyor musun denizi kirletmeye, Atatürk Cumhuriyetini kirletiyorsunuz" diye bağırarak hakaretler ettiğini de belirtti. Şenocak, "Yanımda çocuğum vardı. Çocuğumu sahile çıkarayım dediysem de dinlemediler. Jandarmaya da ben asker karısıyım, hiçbir şey yapamazsınız" diyerek tehdit ettiğini aktardı.
Olayla ilgili suç duyurusunda bulunan Şenocak, ruhsal olarak rencide olduğunu vurguladı. Çok üzüldüğünü, yaşananların çocukları açısından çok büyük bir travma olduğunu kaydeden Şenocak, "Denizin ortasında böyle bir saldırıya maruz kalmak beni çok üzdü. Bir gün sonra görüştüğüm sahildeki insanlar, 'Çocuğun çığlığı yüreğimizi burktu' dediler." dedi.
Şenocak, jandarmanın B.P.'nin ifadesini bile alamadığını, ifade vermeye gelmediğine dikkat çekti

internethaber

ABD'li Ajan Serbest Bırakıldı

15 Ağustos 2010

PKK ile işbirliği yaparak ABD'ye bilgi sızdırma iddiasıyla Diyarbakır'da gözaltına alınan ABD vatandaşı Jake R. Hess serbest bırakıldı.
Edinilen bilgiye göre, Diyarbakır Emniyet Müdürlüğü ekiplerince gözaltına alınan ABD vatandaşı Jake R. Hess, emniyetteki sorgusunun ardından adliyeye sevk edildi.

Hess'in avukatı Serkan Akbaş, KCK iddianamesinde adı geçtiği iddiasıyla gözaltına alınan müvekkilinin savcılıktaki işlemlerin ardından yabancılar şubesine sevk edildiğini belirterek, Hess'in sınır dışı edilmesine karar verildiğini söyledi.
aktifhaber

Mehmetçik İle General Farkı!
Heron skandalının yaşandığı baskından yaralı kurtulan askerler görev yerlerine geri gönderiliyor.

Iğsız ve Çubuklu'ya var Hantepe gazilerine yok

Heron skandalının yaşandığı baskından yaralı kurtulan askerler görev yerlerine geri gönderiliyor. Hava değişimleri biten askerlerden bazıları ise izinlerini uzatmak için GATA'dan rapor talebinde bulundu. Ancak ifadeye gitmeyen Org. Iğsız ve Tümg. Çubuklu'ya sağlıklı olmalarına rağmen rapor veren GATA, gazilerin bu isteğini geri çevirdi. Psikiyatristlere göre askerlerin eski yerlerine gitmesi yanlış.

Heronların kare kare görüntülediği Hantepe baskınında 6 arkadaşlarını şehit veren 17 askerden fiziksel durumu iyi olanlar, görev yerlerine geri gönderiliyor. Kendilerini ruhsal olarak iyi hissetmeyen gazilerin 20 günlük hava değişimi süresini uzatmak için GATA'ya yaptığı başvuruların ise reddedildiği öğrenildi. Oysaki, aynı GATA, 'internet andıcı' soruşturması kapsamında ifadeye çağrılmasına rağmen adliyeye gitmeyen 1'inci Ordu Komutanı Orgeneral Hasan Iğsız ile Tümgeneral Hıfzı Çubuklu'ya anında sağlık raporu vermişti. İlk raporun günü dolunca da 10 günlük ek rapor düzenlemişti. Evlatlarını tekrar aynı bölgeye göndermekten endişe duyan aileler, askerî hastanelerin tutumuna bir anlam veremezken, psikiyatristler de gazilerin 'çivi çiviyi söker' mantığıyla tekrar çatıştıkları yere yollanmasını doğru bulmuyor. aktifhaber

Müdahaleye genelge kılıfı

HSYK'nın kritik davalara yönelik girişimi sonuçsuz kalınca, yeni yöntemler devreye sokuluyor. İstanbul Başsavcısı Aykut Cengiz Engin, Savcı Zekeriya Öz'ün yürüttüğü 'internet andıcı' soruşturması için İstanbul Başsavcı Vekili Turan Çolakkadı'yı da gö revlendirdi.

Büşra ERDAL'ın haber analizi

Gerekçe olarak da, 2006'da çıkarılan 'Genelkurmay başkanı ve kuvvet komutanlarını başsavcı vekili soruşturur.' yazılı genelge gösterildi.

1 Ocak 2006 tarihli "Soruşturmaların yürütülmesi, soruşturma evrakının düzenlenmesinde ve tamamlanmasında dikkat edilecek hususlar" başlıklı 2 No'lu genelge Adalet Bakanlığı'nın sitesinde duruyor. Ergenekon ve Balyoz soruşturmalarına müdahalenin 'hukuki(!)' zemini haline getirilen 2 No'lu genelge, eski Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt'ın isminin karıştığı 9 Kasım 2005 tarihli Şemdinli'deki kitabevinin bombalanması olayının hemen ardından 1 Ocak 2006'da çıkarıldı. Dönemin Adalet Bakanı Cemil Çiçek'in Mart 2006'da 'Adalet Bakanlığımız yargı sürecindeki aksaklıkları gidermek için 4500 genelge yayınladı.' şeklindeki açıklamasında bahsettiği genelgelerden sadece biri. Adalet Bakanlığı'nın sitesinde Çiçek'ten sonraki bakan Mehmet Ali Şahin imzalı sadece 2 tane genelge var. Şimdiki Bakan Sadullah Ergin'e ait ise hiç genelge yok.

Cemil Çiçek'in, savcılara kanunu nasıl yorumlayacağını söylediği genelgeleri oldukça fazla. Ergenekon ve Balyoz soruşturmalarının üzerinde 'Demokles'in kılıcı' gibi duran 2 No'lu genelgenin ayrıntıları da çok ilginç. Şemdinli olayından sonra çıkarılan, ancak Ergenekon soruşturmasında generaller dahil olunca birden uygulamaya sokulan genelgenin tartışmalı 15'inci maddesi şöyle: "Kamuoyunda yanlış yorumlamalara ve yakınmalara sebebiyet verilmesinin önüne geçilmesi bakımından, Cumhurbaşkanı, Türkiye Büyük Millet Meclisi başkanı, başbakan, yüksek yargı organı başkanları ve başsavcıları, Genelkurmay başkanı, bakanlar, milletvekilleri, kuvvet komutanları gibi devletin üst düzey görevlerinde hizmette bulunmuş veya hâlen hizmette bulunan kişiler hakkındaki soruşturmaların kolluğa bırakılmaksızın bizzat cumhuriyet başsavcıları veya görevlendirecekleri cumhuriyet başsavcı vekilleri tarafından yürütülmesi esastır."

Söz konusu maddenin "Kamuoyunda yanlış yorumlamalara ve yakınmalara sebebiyet verilmesinin önüne geçilmesi bakımından" şeklindeki girişi yasal bir dayanaktan uzak, tamamen kişisel bir görüşü ve hassasiyeti gösteriyor. Buna karşılık Ceza Muhakemesi Kanunu'nun (CMK) 160 ve 161'inci maddeleri ise çok açık. Bu maddelere göre, cumhuriyet savcısı, suça ilişkin bir emare gördüğünde, ihbar geldiğinde kendiliğinden harekete geçer, kolluğu görevlendirir ve gerekli delilleri toplar, dava açar. Kanun, savcıya bu yetkiyi tanıyor. Ancak son zamanlarda yaşanan gelişmeler, 2 No'lu genelgenin, kanunların önüne geçirildiğini gösteriyor. Başsavcı Engin, eski kuvvet komutanları Özden Örnek, İbrahim Fırtına, eski Adalet Bakanı Seyfi Oktay'ın soruşturmalarına bu genelge ile müdahale ediyor.

Genelge, Bakan'ın imzasıyla kaldırılır

'İnternet andıcı' soruşturmasında yine 'genelge' gerekçesiyle Başsavcı Vekili Turan Çolakkadı da görevlendirildi. Ama garip olan şu ki, hem Balyoz hem de andıç soruşturmasında 'şüpheliler' arasında genelkurmay başkanı ya da kuvvet komutanı yok. Başta Hasan Iğsız olmak üzere diğer şüpheliler sadece orgeneral ve bu durumda genelge kapsamında değil. Bu durum çok açıkken başsavcı vekilinin görevlendirilmesi doğrudan müdahale anlamı taşıyor. Bir bakanın imzasıyla yürürlüğe giren bir genelgenin kanuni düzenlemeleri daraltması da değiştirmesi de mümkün değil. Buna rağmen, bir bakan imzasıyla kaldırılabilecek olan 2 No'lu genelge, şimdilik Ergenekon soruşturmalarını yavaşlatma ya da yönlendirme işlevinin bir aracı olarak kullanılıyor.
21 Ağustos 2010
ZAMAN

Emekli Albay'ın Paşa İsyanı!
05 Eylül 2010
Emekli Albay T.Ç. geniş imtiyazlara sahip olduğu gerekçesiyle generalleri TBMM’ye şikâyet etti.

Emekli Albay T.Ç. geniş imtiyazlara sahip olduğu gerekçesiyle generalleri TBMM’ye şikâyet etti. Meclis Dilekçe Komisyonu, “Nihayetinde hepimiz devlet memuruyuz. Tuvalet ve berber ayrımı, ağrıma gidiyor” diyen T.Ç.’nin başvurusunu işleme aldı

Emekli Albay T.Ç. geniş imtiyazlara sahip olduğu gerekçesiyle generalleri TBMM’ye şikâyet etti.

TBMM’ye başvurusunda lojmandan, hastaneye kadar generallere büyük imtiyazlar tanındığını savunan T.Ç., “Bu kadar imtiyazın doğru olmadığını düşünüyorum. Nihayet devlet memuruyuz. Özellikle tuvalet ve berber ayrımı bir emekli albay olarak ağrıma gidiyor” dedi. TBMM, T.Ç.’nin başvurusunu işleme aldı.

T.Ç., 13 Ağustos 2010’da TBMM Dilekçe Komisyonu’na yaptığı başvuruda asteğmen ile mareşal arasındaki rütbeli şahıslara “subay” denildiğini kaydederken, medyada “generaller ve subaylar” şeklinde tanımlama yapılmasının yanlış olduğunu, generallerin de subay nitelendirmesi içinde bulunduğunu kaydetti.

“Paşam” demeyi severler

“Paşa” lakabının Osmanlı dönemine ait olduğunu, bu lakabın özel imtiyazlı mülki ve askeri yetkililere verildiğini anımsatan T.Ç., “Günümüzde generallerde mülki yetki yoktur. Sadece askeri yetkileri vardır. Bu lakap da yasaklanmıştır. Ancak, TSK’da general rütbesindeki subaylar birbirine ‘paşam’ demesini severler” dedi.

Görülmemiş ayrıcalık

Türkiye’de generallerin dünyanın hiçbir ordusunda görülmeyen ayrıcalıklara sahip olduğunu öne süren T.Ç., bunları, “özel konut, eşlerine sivil plakalı araç ve şoför, orduevlerinde ve dinlenme tesislerinde özel çay, yemek salonları, general/amiral tuvaletleri, berberleri, özel havuz ve plajları, general şezlongları ve denize girme yerleri, otoparkları, hastanelerde özel odalar” olarak sıraladı.

Bana 6 ay sonraya gün verdiler

General ve amirallere hemen her türlü tetkikin yapıldığını, ancak albay olmasına rağmen kendisine bir MR için 6 ay sonraya gün verildiğini savunan T.Ç., generallere emekli olduktan sonra TSK vakıflarında veya özel sektörde yönetim kurulu üyelikleri verildiğini vurguladı.

Ağrıma gidiyor

Generaller öldüklerinde şehitlerde olduğu gibi gazetelere ilan bile verildiğini kaydeden T.Ç., “Kısacası yazmakla bitmiyor. Bir-iki yerde subay salonları göstermelik olarak var. Her gelen oturabilir. Ancak general/amiral salonuna yanlışlıkla oturun hemen yanınıza er geliyor, ‘Burası general ve amirallere ait’ deniyor. Bu kadar imtiyazın doğru olmadığını düşünüyorum. Nihayet devlet memuruyuz. Özellikle tuvalet ve berber ayrımı bir emekli albay olarak ağırıma gidiyor” ifadelerini kullandı.
TBMM Dilekçe Komisyonu, T.Ç’nin başvurusunu işleme aldı. Komisyon başvuruyu araştırarak T.Ç’ye neler yapıldığı ve alınacak kararlar konusunda bilgi verecek.

BAŞBUĞ ZAMANINDA

Astsubaylar için bir ilk yaşanmıştı
Askerler arasındaki imtiyaz farkı geçmişten günümüze kadar süren bir sorunu oluşturuyor. Eski Genelkurmay Başkanı Emekli Orgeneral İlker Başbuğ’un Gazi Orduevi’ndeki 30 Ağustos Zafer Bayramı resepsiyonuna astsubayları da davet etmesi büyük yankı yaratmıştı. Emekli Org. Başbuğ’un bu jesti astsubaylar tarafından memnuniyetle karşılanırken, Türkiye Emekli Astsubaylar Derneği (TEMAD) Başkanı Mustafa Erol, yıllardır görevdeki astsubayların subaylardan ayrı kutlama yapmak zorunda kaldığını belirterek, “Üst rütbeli subaylar bizim kendi ordu evlerimizde düzenlediğimiz kutlamalara uğrarlar gönlümüzü alırlardı. Bir saat kadar kalırlar, sonra Gazi Orduevi’ndeki resepsiyona giderlerdi. Bizim derneğimize davet geliyor ama şimdi görevdeki astsubaylar için tarihte bir ilk yaşanıyor. Olması gereken buydu” demişti. TSK’da sayıları 100 bini bulan astsubaylar birçok alanda subaylarla aynı ayrıcalıklara sahip olamamakt
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder E-posta gönder Yazarın web sitesini ziyaret et
Ekim



Kayıt: 21 Arl 2007
Mesajlar: 2634
Konum: Kanada

MesajTarih: Cmt Oca 31, 2009 12:09 am    Mesaj konusu: Onlarca suçtan yargIlanan 11 JiEMCi Alıntıyla Cevap Gönder

ASKERİ YARGI HORTLADI
02 Nisan 2009 12:55

Taraf Muhabirine darbe dönemi gibi Karargah'ta hizaya getirme operasyonu

YİNE SIZDIRMA STRATEJİSİ YİNE ÖRTBAS

Taraf Gazetesi Muhabiri Mehmet Baransu, Askeri Savcılık tarafından Ankara’ya çağrılmıştı. Ancak işin içinden göründüğünden çok farklı şeyler çıktı.

Mehmet Baransu’ya gönderilen davet metninde yeralan ifadeler, Baransu’nun İki Hava Kuvvetleri Askeri Savcısı’yla ilgili ortaya çıkardığı skandallarla ilgili bilgisine başvurulması şeklindeydi ancak olay çok farklı çıktı.

Bilgi vermek için Ankara’ya giden Baransu bir anda sanık durumuna düşürüldü hem de 1.5 yıla kadar hapis istemiyle.

Darbe döneminde gazetecilere yapılan baskıları hatırlatan olay şöyle gerçekleşti.

Taraf Gazetesi 12 Mart günü manşetten Hava Kuvvetleri Adli Müşaviri Ahmet Zeki Üçok ve Askeri Savcı Mehmet Çelik hakkında skandal bilgileri manşet yaptı.

Taraf’ın belgeleriyle çarşaf çarşaf verdiği haberde iki askeri savcının mal varlığında 3 yılda korkunç artış olduğu, iki askeri savcının evrakta sahtecilik yaptığı, ve İşçi Partisi’nin suçlandığı Karargah Evleri soruşturmasına İşçi Partili yöneticiyi bilirkişi olarak atamaları yeralıyordu.

Haberlerin hepsi belgeliydi. Mal varlıklarıyla ilgili dökümler, iki savcının düzenlediği sahte evraklar belgeleriyle birlikte Taraf’ta yeralıyordu.

Olay büyük deprem yaratmış, Genelkurmay konuyla ilgili sorulara kaçamak cevaplar vermişti. Ancak Sivil Yunak Savcılığı harekete geçmiş ve sahte evrakla ilgili işlem başlatmıştı.

Haber sonrası geçtiğimiz Pazartesi günü ilginç gelişmeler yaşandı. Mehmet Baransu, Askeri Savcılık tarafından Ankara’ya çağrıldı. Baransu’ya gönderilen davet mektubu üzerine konuya Aktifhaber de haberleştirmişti.

Ancak davet mektubundan Askeri Savcılığın, Taraf’ın ortaya çıkardığı skandallarla ilgili soruşturma başlattığı yorumu çıktığı için haberi de bu yönde vermiştik.

Ancak fahiş mal varlığı artışı ve evrakta sahtecilikle ilgili iki askeri savcı hakkında soruşturma başlatılmadığı, başlatılan soruşturmanın haberi yapan Mehmet Baransu hakkında olduğu ortaya çıktı.

Baransu Askeri Savcı’nın karşısına oturunca 4.5 aydan 1.5 yıla kadar mal beyanını açıklamak ve gizli belgeleri sızdırmak suçlamasıyla yargılandığını öğrendi.

Burun üzerine Baransu’nun savcılığa götürdüğü iki askeri savcı hakkındaki ek şok belgeleri vermekten vazgeçtiği öğrenildi.

Baransu’ya sözkonusu belgelerin doğruluğuyla ilgili ya da içeriğiyle ilgili soru sorulmadığı, nereden aldığı, kimden aldığı, belgeleri nasıl elde ettiği şeklinde bilgilerin sorulduğu öğrenildi.

Yani daha önce benzerini Dağılıca, Aktütün, Andıçlar, Fişlemeler gibi pek çok skandalda gördüğümüz gibi, Askeri Savcılık olayı “sızdırma” çerçevesinde ele alıyordu. Taraf Gazetesi’nin ortaya çıkardığı TSK eksenli skandalların bir yenisinin daha üzerinin örtülmesi sistemi işlerken, ilk kez Askeri Savcılık bir muhabiri direkt olarak hedef almış oldu.

aktifhaber

'Sabıkalı' Karadayı'ya Savcı Lazım
01 Mart 2009 11:15

İnternete düşen 4. ses kaydında darbelerle ilgili flaş itiraflarda bulunan ve 'Sabıkalıyız yani, sicili bozuk bir adamım' diyen Karadayı için cesur savcı aranıyor.

Karadayı’nın darbelerdeki rolünü anlatarak darbeci geçmişini övdüğü ses kaydıyla ilgili hukukçular ‘Savcılar Karadayı için müebbet hapis istemiyle dava açmalı’ dedi.

ESKİ Genelkurmay Başkanı emekli Orgeneral İsmail Hakkı Karadayı’ya ait olduğu iddia edilen ve Türkiye’nin yaşadığı darbe ve darbe girişimlerine ışık tutan ses kasedi gündeme bomba gibi düştü. Karadayı’ya ait olduğu iddia edilen konuşmaların TCK’nın 309 ve 311’nci maddelerine göre müebbet hapis cezası gerektiren suçlardan olduğunu vurgulayan hukukçular ‘Savcılar re’sen harekete geçmeli’ dedi.

DARBENİN CEZASI YASADA AÇIK

EMEKLİ Askeri Hakim Ümit Kardaş, ‘İsmail Hakkı Karadayı’ya ait olduğu iddia edilen ses kaydında anlatılanları söyleyen kişi hakkında TCK’nın 309. maddesi ‘Cebir ve şiddet kullanarak, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının öngördüğü düzeni ortadan kaldırmaya veya bu düzen yerine başka bir düzen getirmeye veya bu düzenin fiilen uygulanmasını önlemeye teşebbüs etmek’ suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası istemiyle dava açılmalıdır. 28 Şubat ve 27 Nisan’da TBMM’nin yasama yetkisi engellenmiştir. Bunu gerçekleştirenler hakkında TCK’nın 311’inci maddesine göre yine ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası istemiyle dava açılmalıdır’ dedi.

HAREKETE GEÇECEK SAVCI LAZIM

PROF. Dr. Hüseyin Hatemi ise Karadayı’ya ait olduğu belirtilen kayıttakı ‘Bütün darbelerde yer aldım’ sözü nedeniyle cumhuriyet savcılarının normal şartlarda harekete geçmesi gerektiğini söyledi. Hatemi ‘Soruşturma açılması gerek ancak o soruşturmayı açacak savcı var mı bilmiyorum. Daha önce de 12 Eylül darbesi ile ilgili bir savcı iddianame hazırlamış ancak görevden alınmıştı. Bugün yine bir savcı Karadayı hakkında iddianame açsa onun da görevden alınmayacağının garantisi verilemez’ diye konuştu. Bugüne kadar sadece Sacit Kayasu, 12 Eylül Darbesi’nin lideri Kenan Evren hakkında iddianame hazırladı ama o da meslekten atıldı.
aktifhaber

GATA AFFININ ÖZETİ VE VİDEOSU
23 Şubat 2009 08:59

GATA Affının formülü nedir, nasıl yapılır... İşte özeti ve komedi videosu..

Ergenekon zanlısı paşaların birer birer GATA yoluyla, hapisten kurtulmaları Türk hukuk sistemine yeni bir tabir kazandırdı: "GATA Affı"

GATA Affının nasıl yapıldığıyla ilgili http://gataaffi.wordpress.com/ isimli bir internet sitesi yayına başladı. Sitede GATAKULLİ'nin ayrıntıları hem de komik bir video var.

İşte o metin ve o video:
http://www.aktifhaber.com/news_detail.php?id=209239

Hapisten Yırtmaca

Bir kardiyoloji uzmanından kalp hastalıkları eğitimi alınır. Silivri Tutuk Evine gidilir. Avukat görüşme odasında müvekkile kalp spazmı pratikleri öğretilir. Müvekkilin artistik hareketleri sanatsal değer ifade etmese de hazırda bekleyen jandarma personelinin vazifesi için gün doğmuştur. Hapishane doktorunun yeterli olmadığından bahisle Haseki Devlet Hastanesine gitmek için müvekkil ambulansa bindirilir. Yüzlerce anjiyo ve bypass yapmış doktorlar uyarılır. “Her Türk asker doğar” denir. Ve böylece GATA ya sevk kağıdı temin edilir.

Müvekkil sade bir törenle GATA ya alınır. Baş hekimin talimatları doğrultusunda albaylar uzman hukukçulardan gerekli hukuki eğitimi alır. Askerin sürekli müşahede altında tutulması gerektiği, aksi taktirde olacaklardan sorumlu olunmayacağı bir rapor düzenlenir. Hukukçu uzmanların oluru alındıktan sonra heyetçe hazırlanan rapor başhekimce onaylanır.

Rapor alındıktan sonra Beşiktaş adliyesine gelinir. Baro odasının bilgisayarında matbu olan bir adet tahliye dilekçesi print edilir. Raporun üstüne dilekçe eklenir. Sonra Uyap bürosuna geçilir. Nöbetçi Mahkemenin kaçıncı mahkeme olduğu öğrenilir. Bizim mahkemelerin sırası değilse 12 ve 14. Ağır Ceza Mahkemelerinin nöbet tarihleri öğrenilip adliyeden ayrılınır.

Bizim Mahkemelerden birinin sırası geldiği gün sabah 08:00′da mesai başlangıcında havale için bekleyen Hakime dilekçe verilir. Havaleli dilekçe kaleme götürülür. Katibe hanıma tahliye müzekkeresi yazdırılır. Müzekkere savcılık kaleminden hapishaneye fakslanır. Müvekkilin tahliyesi üzerine Gata’da doktorlara teşekkür edilir. Bizim mahkemeler sağolsun denilir. Gerekli müşahedeyi askerimizin evinde yapması için gece karanlığında sevkiyat işlemi yapılır.

Not: Eğer mühim biriyseniz (terör örgütü zanlısı vs..), hastaneye sevk edilmeden once akredite basına nerede ne zaman nasıl haber yapılacagı talimatı verilir. Dilekceyi vermeden once İstanbul Barosu, Ankara Barosu ve İzmir Barosuna itibarlı insanların tutuklanamayacağına ve bunun cumhuriyetin rovanşı olduğuna dair basın açıklamaları yaptırılır.

Sevgili tutuklu yakınları; çok şakacıyız, ilginç esprilerimizle artık bizi dünya tanıyor. Ama bu sefer espri yapmıyoruz. Tüm bu yazılanlar uygulandı ve sonuç alındı. Siz de deneyin…
aktifhaber

"Öksüreni GATA'ya Kaldırıyorlar"
18 Şubat 2009 15:09

El Kaide'nin üst düzey yöneticisi olduğu iddia edilen Louai Sakka, ""Öksüreni GATA'ya kaldırıyorlar. Belki beni de GATA'ya götürürler" dedi.

Louai Sakka, GATA'ya kaldırılan Ergenekon sanıklarından emekli Orgeneral Şener Eruygur ve Hurşit Tolon'u kastederek, "Öksüreni GATA'ya kaldırıyorlar. Belki beni de GATA'ya götürürler" dedi.

El Kaide'nin üst düzey yöneticisi olduğu gerekçesiyle ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırılan ve Kocaeli Kandıra F Tipi Cezaevi'nde kalan Louai Sakka, bugün sabah şiddetli baş ağrısı şikayeti üzerine Kocaeli Devlet Hastanesi'ne kaldırıldı. Geniş güvenlik önlemleri altında hastaneye getirilen Sakka, gazetecileri görünce açıklama yaptı. Sakka, hastane binasına götürüldüğü sırada, ''Hastane modası çıktı, biz de gelelim dedik. Bakarsın GATA'ya sevk ederler'' diyerek GATA'ya kaldırılanları ima etti. Sakka, muayene edildikten sonra çıkışta da "Bakıyorum öksüreni bile GATA'ya sevk ediyorlar." dedi.

Poliklinikte göz muayenesinden geçirilen Sakka, beyin tomografisi çekilmek üzere hastanenin görüntüleme merkezine götürüldü. Sakka, bu kez kafasında şarapnel parçası olduğunu, ancak kendisini sevk etmediklerini, İsrail'e karşı savaş açtığı için cezaevinde olduğunu söyledi. Tomografi sırasının başka hastalarda olmasından dolayı beklemek üzere hastanenin mahkum koğuşuna alınan Sakka, bir süre burada bekletildikten sonra tomografisi çekilmeden tutuklu bulunduğu cezaevine götürüldü.

Emniyetin Yazısı Ortalığı Karıştırdı
30 Ocak 2009

Emniyet Genel Müdürlüğü'nün, JİTEM sanıkları ile ilgili Askeri Mahkemeye gönderdiği yazı ortalığı karıştırdı..

Emniyet, onlarca suçtan yargılanan 11 JİTEM sanığının tanık koruma programı dahilinde kimlikleri değiştilip estetik yaptırılarak devlet korumasına altına alındığını açıkladı.

Emekli bazı general ve rütbeli askerlerin bilgisi dahilinde JİTEM yapılanması içinde yer alıp adam öldürme, bombalama ve gasp gibi olaylara katıldıkları iddiasıyla 10 yıldır tutuksuz yargılanan 9’u PKK itirafçısı, 1’i korucu, 1’i de sivil istihbarat elemanı 11 sanıklı JİTEM davasında, Emniyet Genel Müdürlüğü’nün Askeri Mahkemeye gönderdiği yazı ortalığı karıştırdı.

Yazıda, adı geçen itirafçılardan 6’sının kimlik ve yüzlerinin değiştirildiği, şu anki nüfus kayıtlarıyla ilgili bilgi vermelerinin mümkün olamayacağı cevabını verdi. Mahkeme ise, itirafçıları halen ifadelerinin alınması için eski kimlik bilgileriyle arıyor.

Güneydoğu’da 1988-96 yılları arasında başta Veli Küçük olmak üzere bazı emekli generallerin bilgisi dahilinde ‘Adam öldürmek, araç bombalamak, suikast, adam kaçırıp infaz etmek, fidye almak’ gibi suçlardan haklarında ömür boyu hapis istemiyle dava açılan tutuksuz sanıklar PKK itirafçıları İbrahim Babat, Adil Timurtaş, Recep Tiril, Ali Ozansoy, Hüseyin Tilki, Hayrettin Toka, Fethi Çetin ve Abdulkadir Aygan ile jandarma istihbarat elemanları Mehmet Zahir Karadeniz, Lokman Gündüz ve korucu Faysal Şanlı ile ilgili İçişleri Bakanlığı adına Emniyet Genel Müdürlüğü’nce 6 itirafçının kimlik bilgilerine ilişkin 7'nci Kolordu Komutanlığı Askeri Mahkemesi’ne gönderilen yazı, 10 yıldan beri itirafçıların boşuna yargılandıklarını ortaya koydu.

GİZLİLİĞE UYMAK ZORUNDAYIZ

Askeri Mahkeme, ifadelerinin alınması için haklarında gıyabi tutuklama kararı çıkarılan 6 itirafçının 10 yıldan beri yakalanamaması, açık adreslerinin tespit edilememesi nedeniyle kimlik bilgilerinde bir değişiklik yapılıp yapılmadığını İçişleri Bakanlığı’na sordu. Bakanlık adına Emniyet Genel Müdürlüğü tarafından askeri mahkemeye gönderilen yazıda, “Cürüm işlemek için teşekkül oluşturmak, bir suçu söyletmek için işkence yapmak ve taammüden adam öldürmek suçlarından sanık Hacı-Fatım oğlu 1967 doğumlu Kemal Emlük, Haydar-Leyla oğlu 1960 doğumlu Fethi Çetin, Ömer-Hamdiye kızı 1963 doğumlu Saniye Emlük, Mehmet-Zeynep oğlu 1958 doğumlu Abdulkadir Aygan, Asef-Fatma oğlu 1958 doğumlu Hüseyin Tilki, Asef-Fatma oğlu 1953 doğumlu Ali Ozansoy’nin (Tilki) Türk Vatandaşlığından çıkarıldığına dair karar suretlerinin gönderilmesi mahkemenizce talep edilmiştir.

Ancak 4959 sayılı Topluma Kazandırma Kanunu’nun 5'inci maddesinin 2'nci fıkrasında, ‘Alınacak tedbirlerin uygulanmasında İçişleri Bakanlığı ile ilgili diğer kurumlar gerekli her türlü gizlilik kurallarına uymak zorundadır’ denilmekte olup, ayrıca aynı kanunun 25'inci maddesinde ise, ‘Değiştirilen kimlik bilgileri hakkında hiçbir kurum-kuruluşa kayıt ve bilgi verilmez’ hükmü haizdir” deniliyor.

BÜYÜK PARALAR HARCANDI

Haklarında koruma tedbiri uygulanan 6 itirafçı ve aileleri için gerektiğinde kanun hükümleri doğrultusunda yüklü harcamalar yapıldığı, şahısların açık kimliklerinin deşifre edilmesi halinde devletçe uygulanan tedbirlerin de deşifre olacağı belirtilen yazıda şöyle deniliyor:

“Yani yaşantı ve kimliklerine adapte olmuş bu şahıslar hakkında yeniden koruma tedbirlerinin alınmasına neden olmaktadır. Bu noktada şahıslar ve aileleri için yeniden kimlik değişikliği, iş değişikliği ve gerekirse fizyolojik görünüm değişikliği yapılması cihetine gidilmekte, bu da sosyal yaşama adapte olmakta zaten zorlanmış olan bu şahısları tekrar yeni bir hayata başlatma zorunluluğunu ortaya çıkarmak suretiyle bu şahısların psikolojik olarak büyük sorunlar yaşamalarına neden olmaktadır. Daha da önemlisi devletçe yapılan harcamaların çok büyük meblağlarda artmasına ve devlete olan güvenin azalmasına neden olmaktadır. Kimlik bilgileri talep edilen Kemal Emlük ile Saniye Emlük’ün 02.04.1993, Fethi Çetin 25.09.1992, Hüseyin Tilki ve Ali Ozansoy’un 23.11.1993 tarihinde alınan bakanlık oluruyla kimlik bilgileri değiştirilmiştir.”

AYGAN BİLGİLERİ DEŞİFRE ETTİ

Yazıda halen İsveç’te bulunan ve açıklamalarıyla emekli Albay Abdulkerim Kırca’nın intihar etmesine neden olduğu belirtilen Abdulkadir Aygan’ın ise, 1979 yılında Abuzer kod adını alarak PKK’ya katıldığı, Gaziantep, Siirt, Şanlıurfa ile Yunanistan, Suriye ve Irak ülkelerinde faaliyetlerde bulunduktan sonra 8 Haziran 1985’te Siirt’te silah ve techizatıyla güvenlik güçlerine teslim olduğu, yer göstermesi ve verdiği bilgiler üzerine 4 PKK’lının ölü, 12’sinin de sağ yakalanmasına yardımcı olduğu belirtilerek şöyle deniliyor:

“Şahıs pişmanlık yasasından yararlanarak 13 yıl 4 ay ağır hapis cezası almıştır. Ceza infaz yasasıyla 02.03.1990’da tahliye olmuş ve bakanlığımızca kendisine gerek maddi, gerekse iş kurma yardımında bulunulmuştur. 30.11.1993 tarihinde de alınan bakanlık oluruyla ailesiyle birlikte kimlik bilgileri değiştirilerek Aziz Turan adını almıştır. Ancak anılan kanun kapsamında değiştirilen kimlik bilgileri ve uygulanan koruma tedbirlerini deşifre etmesi, bu bilgilerin birçok basın-yayın organlarınca yayımlanması ve PKK terör örgütünün kontrolünde İsveç ülkesine gitmesi ve burada iltica talebinde bulunduğu anlaşıldığından 05.04.2006 tarihli bakanlık makamının oluruyla hakkındaki koruma tedbirleri kaldırılmıştır.”

Adı geçen İtirafçılarla ilgili dava dosyası halen 3. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülüyor.
Bakanlık yazısında koruma altında oldukları belirtilen Kemal ve Saniye Emlük ise, geçtiğimiz günlerde intihar eden emekli albay Abdülkerim Kırca ile ‘Yeşil’ kod adlı Mahmut Yıldırım'ın da aralarında bulunduğu 8 sanıklı başka bir JİTEM davasında yargılanıyor.

(Radikal)

Cevap bekleyen soru, "Gece hayatının tanınmış simalarından Love Bar'ın işletmecisi Engin Temel'i ünlü bir işadamı mı öldürdü?"

09 Mart 2009 İstanbul Şişli'de, 8 Aralık 2008 günü gece hayatının tanınmış simalarından Love Bar'ın işletmecisi Engin Temel'in öldürülmesiyle ilgili yeni bir iddia gündeme geldi. Akşam gazetesinin gündeme getirdiği iddiaya göre; Engin ile ilişkisi olan bir işadamı araştırılıyor. Soruşturma, ikili arasında gerçekleşen 30 dakikalık telefon görüşmesine takıldı. Polis kayıtları istiyor, mahkeme ise özel hayatın ihlali gerekçesiyle soruşturmanın daha ileri gitmesine izin vermiyor.

TELEFONDA TARTIŞTILAR
Ekipler, Engin'in cinayetten bir gün önce saat 16.30'da yarım saatlik telefon görüşmesi yaptığını tespit etti. Telefondaki sesin kimliği belirlenemedi. Ancak Engin'le hararetli bir tartışma yaşadığı tespit edildi. Faili açığa çıkartacak ilk ipucu belkide bulunmuştu. Polis, görüşmeleri incelemek için Şişli Adliyesi'ne başvurdu. Ancak cevap olumsuzdu. Bu kez bir üst mahkemeye başvuruldu. Ancak oradan da 'özel hayatın gizliliği' nedeniyle telefon dökümlerinin incelenmesine izin çıkmadı.
Polis, genç işletmecinin bilgisayar çözümleri ve yeni bilgilerle bir kez daha mahkemeye başvurdu. Mahkeme yeni delilleri inceliyor. Eğer izin çıkarsa katil veya katillere ulaşmak için polisin eli rahatlamış olacak.

MADDİ YARDIM SAĞLADI
Arkadaşlarının iddiasına göre Engin'in ünlü bir işadamıyla ilişkisi vardı. Meçhul işadamı Engin'e maddi yardımlarda bulunuyordu. 6 ay süren ilişkide son dönemde kavgalar yaşandı. Gencin arkadaşlarına göre işadamı şüpheli listesinde ancak sorgulanmadı bile.

MAHKEME İZİN VERSİN
Engin Temel'in Malatya'da yaşayan babası Münir Temel, mahkemenin telefon dökümlerinin incelenmesine izin vermemesi karşısında şaşkın ve tepkili. Temel, hiçbir mahkemenin 'özel hayatı ihlal' gibi bir gerekçe ile inceleme talebini red edeceğine inanmadığını söyledi.
netgazete

TSK'DA ÇOK KRİTİK DEĞİŞİKLİK
10 Mart 2009 08:56TSK'da subaylara yönelik "sınav" şartının kaldırılmasındaki kritik ayrıntı..

Hakan Aygün/Bugün

Şeytan, ayrıntıda gizlidir.

TSK, yıllardır sürdürdüğü generalliğe yükselmek için kurmay subaylığa geçiş sistemini değiştiriyor...
Eskiden, subaylar kurmaylık için sınava girer, Harp Akademisi'nde okuyarak kurmay olurlardı. Sonra da gelsin, Genelkurmay Başkanlığı'na dek uzanabilen yarış...

Yeni uygulamada ise kurmaylık sınavı kalkıyor. "Siciline göre başarılı" üsteğmen ve yüzbaşılar, sınavsız olarak akademiye davet edilecek.

Bunun bence anlamı şu: Her başarılı subaya generalliğe geçemeyecek. Sınav gibi nispeten objektif bir yarışma kriteri yerine daha subjektif kriterlerle seçilecek.

Baştan dedik ya, şeytan ayrıntıda gizlidir:

"10 yıl sonra eşi başörtülü genelkurmay Başkanı" fantezisi böylece sona erdi.

UZMANLAR NE DİYOR?

Uzmanlar, sınav sisteminin by-pass edilmesiyle birlikte objektiflik kriterinin kaldırıldığını böylece, üstlerinin inisiyatifiyle ilerlemenin önünün açılmış olduğunu belirtiyorlar. Böylece subayların özel hayatlarındaki durumları ve fikri yapıları üstlerinin istediği gibiyse başarısız olsalar bile önleri açılabilecek...

Hakimden kayıt parası isteyen müdüre 5 yıl hapis
10:10 - Ankara 28. Asliye Ceza Mahkemesi Hakimi Avni Mis'e, torununun kayıt işlemleri sırasında, elini aşağılayıcı bir şekilde hareket ettirerek, "biz çok hakim gördük" diyerek "hakaret ettiği" iddiasıyla, İzzet Latif Aras İlköğretim Okulu Müdürü Kani Karabacak hakkında dava açıldı. Karabacak'ın, toplam 1 yıl 3 aydan 5 yıla kadar hapisle cezalandırılması talep edildi. Mis'in ayrıca "yasal yollara başvuracağını" beyan etmesi üzerine Karabacak'ın, kendisi lehine delil oluşturmak amacıyla şeklen doğru, içerik olarak yanlış şekilde tutanak hazırlattığı, okulda görevli sözleşmeli personel ile temizlik şirketinin iki elemanının bu tutanağı imzaladıkları öne sürüldü. 10.03.2009 netgazete

Obama'nın Meclis'te konuşmasına dava

ABD Başkanı Obama'nın TBMM Genel Kurulu'nda yaptığı konuşma hakkında Batman Cumhuriyet Savcılığı'na suç duyurusunda bulunuldu.11 Nisan 2009 21:40

Demokratik Toplum Partisi (DTP) Eşbaşkanı Ahmet Türk'ün TBMM'de yapmak istediği Kürtçe konuşmasının kesildiğini ancak Amerikan Başkanı Obama'nın kendi anadili ile konuşmasına izin verildiğini belirten Mehdi Tanrıkulu, çifte standart uygulandığını belirterek yetkililer hakkında suç duyurusunda bulundu.

Batman Cumhuriyet Savcılığı'na 09 Nisan 2009 tarihinde Kürtçe yazılı dilekçe ile suç duyurusunda bulunduğunu belirten Mehdi Tanrıkulu, Türkiye'de uzun zamandan beri Kürtçe'ye dönük olarak çifte standart uygulandığını, bunun en son örneğinin ise TBMM'de yaşandığını öne sürdü.

Haber Türk'ün haberine göre, DTP Eşbaşkanı Ahmet Türk'ün meclisteki konuşmasının Kürtçe yapmak istemesi üzerine kesildiğini belirten Tanrıkulu, "Buna gerekçe olarak Anayasa'ya göre TBMM'de, Türkçe'den başka bir dille konuşulamayacağı gösteriliyor. Ancak geçtiğimiz günlerde Türkiye'yi ziyaret eden Amerikan Başkanı Barack Obama İngilizce konuşturuluyor. Bu çelişkili bir durumdur" dedi.

TBMM'de Türkçe'den başka bir dille konuşmak yasak ise Barack Obama'nın da burada konuşma yapmasının yasaklanması gerektiğini öne süren Tanrıkulu, "Bu çelişkinin giderilmesi gerekiyor. Eğer TBMM'de başka dille konuşmak yasak değil ise o zaman Ahmet Türk'ün konuşmasını kesen yetkililer hakkında işlem yapılması gerekiyor. Yasak ise de bu sefer Obama'nın konuşmasına izin veren yetkililer hakkında işlem yapılmalıdır" diye konuştu.

Bu çelişkiyi ancak hukukun çözebileceğini söyleyen Tanrıkulu, "Sorun Kürtçe olunca mı engel çıkarılıyor. Eğer mevcut yasalarda eksiklik varsa Kürt toplumu olarak Türkiye'de demokrasiye katkı anlamında her türlü yardıma hazırız. Bu olaylara benzer ayrımcı yaklaşımları, tam demokratik bir Türkiye ile giderebileceğimizi düşünüyorum. Türkiye'de Kürtçe resmi anlamda ikinci resmi dil statüsüne kavuşturulmalıdır. Bu konuda yasal düzenlemeler yapılmalıdır" dedi.

Barack Obama'nın TBMM'de kendi ana dili ile konuşmasına saygı duyduğunu da dile getiren Tanrıkulu, "Benim amacım mecliste uygulanan çifte standarttır. Ben bu çift standarttı uygulayan yetkililer hakkında suç duyurusunda bulundum. Onurumuz zedeleniyor. En olmaması gereken yerde TBBM'de ana dilde konuşman engelleniyor. Ama Amerikan başkanı kendi ana dili ile konuşabiliyor. Bu çifte standarttır. Bunu dile getirdim" diye konuştu.

Yeni Şafak

GENELKURMAY'IN ÇÜRÜK RAPORU
13 Nisan 2009 12:11

Genelkurmay Paşa yakınlarının askerlik durumunu araştırdı, skandal bilgiler çıktı.

Genelkurmay Başkanlığı’nca yapılan araştırmada, Doğu ve Güneydoğu’da son 20 yıl içinde, bir generalin bile çocuğunun askerlik yapmadığı tespit edildi.

Yapanlar ise ya İstanbul, Antalya ve İzmir üçgeninde yapmış ya da çürüğe ayrılmış. Genelkurmay Başkanlığı yapmış bazı generaller başta olmak üzere birçok kuvvet komutanının çocukları ile yakın akrabalarının askerlik görevlerini Ankara, Antalya, İzmir ve İstanbul gibi şehirlerde, yaptığı tespit edildi.

Belgelere göre Korgeneral Hayri Güner’in 4 yakını, Şemdinli iddianamesinde adı geçen Korgeneral Selahattin Uğurlu’nun 4 yakını, Tümgeneral Ahmet Yavuz’un 4 yakını, emekli Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt’ın 8 yakını, Korgeneral Aslan Güner’in 9 yakını vatani görevlerini ya babalarının yanı başında ya da askeri okul gibi rahat yerlerde yapmış. Bu güne kadar şehit olan binlerce vatan evladının vatani görevlerini yaptığı bölgeler de yüksek rütbeli general çocuklarının çürüğe ayrılması veya dağıtım yerlerinin sadece Ankara, İstanbul ya da İzmir olması ise dikkat çekiyor. Aynı zamanda görev yeri olarak askeri jargonda “kebap” olarak adlandırılan, karargâh, askeri okul, destek kıtası, levazım, depo ve sıhhiye gibi birliklerin seçilmesi olağandışı bir özeni gösteriyor.

YAŞAR PAŞA’NIN 8 AKRABASI
Ergenekon tutuklusu Mustafa Balbay’ın günlüklerinde Balbay’la darbe muhabbeti yaptığı ortaya çıkan Genelkurmay Başkanı Org. Yaşar Büyükanıt tam 8 akrabası liste başında geliyor. Büyükanıt’ın damadı Ercan Caymaz kısa dönem askerliğinde acemiliğini İstanbul Levazım Okulu ve ustalığını da Ankara Muhabere Deposunda yaparken damat kardeşi Erhan Caymaz ise yedek subay olarak acemiliğini Ankara’da Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Karargâhı’nda, ustalığını da İstanbul Deniz Harp Akademisi’nde tamamlamış. Ercan ve Erhan Caymaz kardeşlerin ikametgâh adresinin İstanbul olması ise gözlerden kaçmadı.

Org. Büyükanıt’ın yeğenleri Nuh Nihat Gürmarmara, Ahmet Burak Gürmarmara, ve Haydar Mert Mete, askerliğini Ankara’da, diğer yeğeni Yunus Ozan Gürmarmara ise hem ustalık hem de acemiliğini Balıkesir’de yapmış. Büyükanıt’ın yeğeni Onur Büyükanıt, Aydın ve Çanakkale’de askerliğini yaparken, diğer bir yeğeni Sırrı Cem Gürmarmara ise vatani görevini Ankara ve Edirne’de tamamlamış.

KIRMIZI HALI KAÇKINI ASLAN GÜNER 9 KİŞİYLE LİSTEDE
Yakınları kebap yerlerde görev yapan bir diğer general ise Cumhurbaşkanın başörtülü eşi Hayrunnisa Gül’ün elini sıkmamak için, kırmızı halının öte yanına kaçmasıyla meşhur Korgeneral Aslan Güner geliyor. Güner’in oğlu başta olmak üzere tam dokuz yakını var.

Aslan Güner’in yeğeni Evren Yılmaz “çürük”. Güner’in oğlu Alper Güner’ acemiliğini babasının yanı başında Ankara’da Muhabere Okulu’nda, ustalığını da İstanbul’da Kuleli Lisesi Destek Komutanlığı’nda yapmış. Yeğen Hasan Durna, acemiliğini İzmir ve ustalığını Kocaeli’nde, yeğeni Ali Haydar Güner, Ankara’da (Muhafız Alayı), yeğeni Mustafa Güner hem acemilik hem de ustalığını Ankara’da, yeğen Şevki Güner, İstanbul ve Ankara’da, adaş yeğeni Aslan Güner Kütahya ve Ankara’da, yeğeni İbrahim Orhan, Kütahya ve İzmir’de, yeğeni İsmail Güner ise hem acemilik hem de ustalığını İzmir’de yapmış.

SAYGUN’UN DA YAKINLARI RAHAT YERLERDE
Genelkurmay İkinci Başkanı Org. Ergin Saygun’un oğlu Tolga Saygun kısa dönem yaptığı askerliğini İstanbul Piyade Okulu ve Ankara’da tamamlamış.

KORGENERALLER GÜNER, UĞURLU VE MEMİŞOĞLU 4’ER KİŞİYLE LİSTEDE
Korgeneral Hayri Güner’in oğlu Tolga Güner, askerliğini İstanbul’da kısa dönem olarak yapmış. Hayri Paşa’nın damadı Oğuz Küçükseyhan ve yeğeni Onur Güner’de askerliklerini Ankara’da tamamlamışlar. Diğer yeğeni Koray Güner ise İzmir ve Kocaeli’nde askerliğini yapmış. Korgeneral Hasan Memişoğlu’nun oğlu Mehmet de askerliğini Ankara’da kısa dönem olarak yaparken, yeğeni Cem Kunt’lar ise İzmir’de tamamlamış. Diğer yeğeni Muzaffer Memişoğlu da askerliğini Kocaeli’de yapmış.

Şemdinli iddianamesinde adı geçen Korgeneral Selahattin Uğurlu da dört isimle listede. Oğlu Timuçin Uğurlu, Samsun Sıhhiye Okulu ve Ankara İlaç fabrikasında, diğer oğlu Burçin Uğurlu, İstanbul Piyade Okulu ve yine İstanbul Levazım Okulunda, yeğeni Haydar Okay Uğurlu, İzmir Ulaştırma okulu ve Maltepe Askeri Lisesi’nde, diğer yeğeni Saydam Caner ise İzmir İstihkâm Okulu ve İstanbul’da askerlik yapmışlar.

TÜMGENERAL AHMET YAVUZ: 4 AKRABA
Tümgeneral Ahmet Yavuz’un dört isim ve iki çürükle bu listede özel bir yeri var. Yavuz’un hem oğlu Çetin Mert Yavuz hem de yeğeni Buğra Selim Ölçen çürük raporu ile askerlikten muaf tutulmuş. Generalin bir başka oğlu olan Mehmet Selim Yavuz ise acemiliğini İstanbul’da usta askerliğini ise Tekirdağ’da yapmış. Şemdinli iddianamesinde adı geçen Yavuz Paşa’nın bir başka yeğeni olan Melih Yavuz ise acemiliğini Antalya’da ustalığını ise Ankara Muhafız Alayı’nda yapmış.
aktifhaber

Arabasıyla çarptığı şahsı öldüren komutan eşi kayıp

13 Nisan 2009 Tekirdağ'da otomobili ile kırmızı ışıkta geçerek çarptığı Bayram Yılmaz'ın ölümüne neden olduğu ileri sürülen Kurmay Albay Özdemir Şan'ın eşi Semiha Şan kayıplara karışırken, Yılmaz ailesi Şan'ın 3 aydır bulunamamasına tepki gösterdi. Bayram Yılmaz'ın acılı ailesi, komutanın eşine imtiyaz sağlandığını öne sürerek, gözyaşları içinde yetkililerden yardım istedi.
Tekirdağ 8. Mekanize Piyade Tugay Komutan Yardımcısı Kurmay Albay Özdemir Şan'ın eşi Semiha Şan, 23 Ocak'ta kırmızı ışıkta duramayarak yaya geçidinden karşıya geçen Bayram Yılmaz'a çarptı. Kazada Yılmaz hayatını kaybederken, hakkında tutuklama kararı çıkarılan Semiha Şan ise kayıplara karıştı. Bayram Yılmaz'ın acılı eşi Harika Yılmaz, kızları Aylin Yılmaz ve Melike Çolakoğlu, yetkililerden Semiha Şan'ın yakalanması için yardım istedi. Semiha Şan'ın 3 aydır özgür bir şeklide dolaştığını belirten Harika Yılmaz, "Çok sıkıntılıyız. Maalesef kocamın ölümünün acısını bile yaşayamadım. Mahkemelerde geziyorum. Ben de bir asker çocuğuyum ama bu imtiyaz neden? Normalde ölümlü bir kaza olduğu zaman tedbir gereği kaza yapanı tutukluyorlar. Ama maalesef Semiha Hanım hakkında tutuklama kararı olmasına rağmen tutuklanmıyor. Buradan Semiha Hanım'a sesleniyorum, lütfen vicdanını ortaya koysun ve gelsin. 30 Nisan'da mahkeme var. Artık daha fazla yıpranmak istemiyorum. O da anne ben de anneyim. Benim de iki kızım var.
Evde eşi olmadan durmanın ne kadar acı olduğunu benden iyi kimse bilemez" dedi.
Bayram Yılmaz'ın kızı Aylin Yılmaz ise yetkililere seslenerek, "Maalesef babamız geri gelmeyecek. En azından birisinin suçu varsa cezasını çeksin. Çok yıprandık" diye feryat etti.
Melike Çolakoğlu ise komutanın eşine imtiyaz sağlandığını savunarak, "Genelkurmay Başkanlığı'na 2 mektup yazdık ama yanıt alamadık. Acımız büyük. Ama bu hanımefendinin dışarıda serbest gezmesini istemiyoruz" diye konuştu.
netgazete

15 doktora, Kuddusi Okkır'ın ölümü sorulacak
14:30 - Edirne Bölge İdare Mahkemesi, "Ergenekon" soruşturması kapsamında tutuklandıktan sonra hastalığı sebebi ile tahliye edilmesinin ardından hastanede ölen iş adamı Kuddusi Okkır'ın, hastalığına "Yanlış teşhis koydukları" iddiasıyla haklarında soruşturma açılması istenen Tekirdağ Devlet ve Tekirdağ Göğüs Hastalıkları Hastanesinin 15 doktoru hakkında, Tekirdağ Valiliğinin "Soruşturma izni vermemesi" kararını kaldırdı. İdare Mahkemesi, dosyayı Tekirdağ Cumhuriyet Başsavcılığı'na gönderdi. 14.05.2009 ANKARA netgazete

Hakime "rüşvete teşebbüs"ten ödül gibi ceza

Rüşvet aldıkları ve rüşvete aracılık ettikleri öne sürülen kişilere yönelik düzenlenen ''Yengeç 2'' operasyonunun sanıklarından eski İzmir 10. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı hakim Asım Korkut, ''rüşvete teşebbüs'' suçundan yargılandığı Yargıtay 5. Ceza Dairesi'ndeki davada, 10 ay hapis cezasına çarptırıldı.

Alınan bilgiye göre, ''Yengeç 2'' operasyonu kapsamında Yargıtay 5. Ceza Dairesi'nde haklarında ''rüşvete teşebbüs'' suçundan dava açılan Asım Korkut, marketçi yeğeni Mehmet Korkut ve avukat Ahmet Erpek'e 4'er yıl hapis cezası verildi.

Daha sonra suçun teşebbüste kaldığını belirtip sanıkları 1'er yıl hapis cezasına çarptıran Yargıtay 5. Ceza Dairesi, duruşmadaki iyi halini de göz önüne alarak 3 sanığı 10'ar ay hapisle cezalandırdı.

DAVANIN GEÇMİŞİ
Tefecilik ve organize suç örgütü elebaşı olduğu iddiasıyla yargılanan Vedat Orhan Çelenk'in serbest bırakılmasının ardından başlatılan ''Yengeç'' adlı operasyonda, Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı Asım Korkut ile 8 avukatın da aralarında bulunduğu 16 kişi gözaltına alınmıştı.

Rüşvet karşılığı Vedat Orhan Çelenk'in serbest bırakılmasını sağladıkları ve aracılık ettikleri iddiasıyla yakalanan zanlılardan, mahkeme başkanıyla birlikte 7 kişi tutuklanmıştı.

İlk operasyonun ardından aynı konuyla bağlantılı olarak, Özel Yetkili Cumhuriyet Savcısı Murat Gök'ün talimatıyla başlatılan ''Yengeç 2'' adlı operasyonda, önceki operasyonda ''rüşvet'' suçlamasıyla tutuklanan mahkeme başkanı Asım Korkut'un kardeşi Hamza Korkut, eski İzmir Sanayi ve Ticaret İl Müdürü Ferruh Güneş, 14 avukat ve 1 emniyet amiri gözaltına alınmıştı.

İzmir 8. Ağır Ceza Mahkemesi'nde oluşturulan heyet tarafından Cumhuriyet Savcısı Gök'ün hazırladığı iddianame incelenmiş, iddianamede işlendiği belirtilen suçların CMK'nın 250. maddesiyle yetkilendirilmiş ağır ceza mahkemesinin görevi dahilinde olmadığı kanaatine varan heyet, iddianameyi İzmir'deki diğer ağır ceza mahkemelerinde değerlendirmek üzere göndermişti.

Görevi başındayken gözaltına alınıp tutuklanan hakim Asım Korkut hakkındaki iddianameyse, birinci derecede hakim olduğu ve kendisini yargılamaya yetkili kurum Yargıtay olduğu için Yargıtay'a gönderilmişti.

Özel Yetkili Cumhuriyet Savcısı Murat Gök, iddianamenin sonuç bölümünde, aralarında emekli hakim Erdem Yandımata'nın da bulunduğu 40 sanık için ''Rüşvet'', ''İrtikap'', ''Nitelikli dolandırıcılık'', ''Yargı görevini etkileme'' gibi suçlardan 19 ile 119 yıl arasında değişen hapis cezası istemişti.

Yargıtay 5. Ceza Dairesi'nin 10 Nisanda, ilk derece mahkemesi sıfatıyla yaptığı duruşmada, ilk operasyonda tutuklanan eski İzmir 10. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı Asım Korkut ile avukat Ahmet Erpek ve Mehmet Korkut'un tahliyesine karar verilmişti.

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, Asım Korkut ile avukat Ahmet Erpek ve Mehmet Korkut'un ''tefecilik suçlaması'' nedeniyle cezaevinde bulunan bir tutuklunun tahliyesinin sağlanmasında ''rüşvet aldığı'' iddiasıyla 1 yıl 4 aydan, 4 yıl 6 aya kadar hapisle cezalandırılmalarını talep etmişti.
haber101

05 Temmuz 2009 08:51
Genelkurmay'ın, askere sivil yargılamayı getiren düzenlemeye 3 itirazı...

Askere en yakın gazetecilerden Fikret Bila, Genelkurmay'ın askere sivil yargı yolunu açan düzenlemeyle ilgili 3 sakıncasını yazdı. Genelkurmay'ın 145. maddeye dayanarak yaptığı itirazı, Sabih Kanadoğlu önceden haber vermişti.

Uğur Dündar'a konuşan Kanadoğlu, çıkacak krizleri önceden haber vermişti. Yasa değişikliğinin anayasaya aykırı olduğunu iddia eden Kanadoğlu, buna dayanak olarak 145. maddeyi göstermişti.


Fikret Bila/Milliyet

Genelkurmay’ın 3 itirazı

Genelkurmay’a göre, askerlerin sivil mahkemelerde yargılanmasını öngören yasa değişikliğinin üç sakıncası:
1-Anayasa’ya aykırı.
2- Kışlaya siyasetin girmesine kapı açar.
3- Askeri yargı - sivil yargı çatışmasına neden olur

Askerlerin sivil mahkemelerde yargılanmasını öngören yasa değişikliğiyle ilgili olarak Genelkurmay’ın hukuki görüşü de Cumhurbaşkanlığı’na iletildi. Genelkurmay Adli Müşaviri ve Milli Savunma Bakanlığı Kanunlar ve Kararlar Dairesi’nin temsilcileri, 2 Temmuz’da Köşk’e giderek, Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği’ne askerin hukuki görüşünü bildirdiler.

3 itiraz
Genelkurmay, söz konusu yasa değişikliğinin yürürlüğe girmesine 3 noktada itiraz etti. İtiraz noktalarını şöyle özetleyebiliriz:
1- Anayasa’ya aykırı: Yasa değişikliği Anayasa’nın “askeri yargı”yı düzenleyen 145. maddesine aykırılık oluşturuyor.
2- Kışlaya siyaset girer: Askeri mahallerin masuniyetini bozar, TSK’nın emir-komuta zincirini olumsuz etkiler; kışlaya siyasetin girmesine kapı açar.
3- Askeri yargı-sivil yargı çatışması olur: Yasa değişikliği, uygulamada askeri yargı ile sivil yargı arasında yetki çatışması yaratır.

Yasalaşma yöntemi
Yasa değişikliğinin gerçekleştirilmesinde izlenen yöntem de Çankaya’ya yansıtılan rahatsızlıklardan biri. Yasa değişikliğinin bir önergeyle gerçekleştirilmesi ve önergenin de Genel Kurul’a, Milli Savunma Bakanlığı temsilcileri TBMM’den ayrıldıktan sonra verilmiş olması, askerin dikkate getirdikleri bir husus. MSB temsilcilerinin, askerleri ilgilendiren yasa çalışmaları bittiği ve gündemde de yeni bir değişiklik öngörülmediği için TBMM’yi saat 23.00’te terk etmelerinden sonra bu önergenin Genel Kurul’a getirilmiş olması rahatsızlık yaratmış durumda.

Anayasa’ya aykırılık unsurları
Genelkurmay Adli Müşavirliği’nin yaptığı incelemede, değişikliğin Anayasa’nın 145. maddesinde yer alan hükme aykırı olduğu belirtildi. Buna göre, söz konusu değişiklik, 145. maddede yer alan, “Askeri yargı, askeri mahkemeler ve askeri disiplin mahkemeleri tarafından yürütülür. Bu mahkemeler, askeri kişilerin; askeri olan suçları ile bunların askeri kişiler aleyhine ve askeri mahallerde yahut askerlik hizmeti ve görevleriyle ilgili olarak işledikleri suçlara ait davalara bakmakla yükümlüdürler” hükmünün lafzîna açık aykırılık oluşturuyor. Askeri çevreler, Prof. Dr. Ergun Özbudun’un, “Değişiklik 145. maddenin lafzî yorumlanması halinde iptale neden olur” görüşüne aynen katılıyor. Amaçsal yorumun ise siyasi yorum olacağını düşünüyor.
Genelkurmay hukukçuları, Anayasa’nın bu hükmünün, “askeri kişilerin askeri mahalde işledikleri suçların” tümüne askeri mahkemelerin bakmakla görevli olduklarını açıkça yazdığını; dolayısıyla böyle bir değişikliğin “askeri mahal ve askeri hizmet ve görevle ilgili” kavramları parçalayacağı görüşünde. Ayrıca, 145. maddenin, “askeri kişi”, “askeri suç”, “asker kişiler aleyhine suç” ve “askeri mahal” kavramlarını içerdiğine dikkat çekiliyor; “veya askeri mahal” ifadesi, suçun askeri mahalde işlenmesinin davanın askeri mahkemede görülmesi için diğer unsurlardan bağımsız olarak yeter koşul sayıyor.
Çankaya’ya sunulan görüşe göre, askeri kişilerin sivil mahkemelerde yargılanması için suçun askeri mahal dışında işlenmesi ve askeri hizmet ve görevle ilgisi bulunmaması gerekiyor.
Nitekim bu nitelikte görülen suç iddiaları nedeniyle şu anda 10 subay, 3 astsubay Ergenekon soruşturması kapsamında tutuklu bulunuyor. Çünkü bu kişilerin işledikleri iddia edilen suçlar, askeri mahalde veya askeri hizmet ve görevleriyle ilgili değil. Ancak asker kişilerin, askeri mahalde işledikleri suçlara veya askeri hizmet ve görevle ilgili olan suçlarına askeri mahkemelerin bakması gerekiyor.

Kışlaya siyaset girer
Çankaya’ya iletilen hukuki itirazlardan biri, yasa değişikliğinin, kışlaya siyasetin girmesi için kapı açabileceği kaygısı. Bu itiraza göre, askeri mahalde işlendiği iddia edilen suçların sivil savcılarca soruşturulması ve sivil mahkemelerde görülmesi, “askeri mahallerin masuniyetini” bozar. Bir iftira, sahte ihbar veya belge düzenlenmesi halinde askeri mahalle, sivil savcılık ve emrindeki kolluk güçlerinin girmesi ve soruşturma yapması, o mahalde masuniyeti sıkıntıya sokar, TSK içinde emir-komuta zincirini olumsuz etkiler. Kötü amaçla sahte bir ihbar mektubu veya sahte bir belgeyle bu yolun açılması, kışlaya siyasetin girmesine de kapı açar. Herkes bu kapıyı kullanabilir. Oysa, askeri masuniyetin korunması TSK’nın emir-komuta zinciri ve birliğinin koruması için çok önemli bir koşuldur. Bir birliğin komutanı o birlikle ilgili her şeyden sorumludur. Asılsız biri, iftira veya sahte belgeyle yargı sürecini açabilir ve askeri mahalledeki düzeni bozabilir.
Bu konuda askerin kaygısını şöyle okumak mümkün; asılsız ihbar veya sahte belgeyle sivil savcılığın harekete geçmesi, soruşturma açması, bu bağlamda askeri birliğe kolluk gücü göndermesi, askeri alanı ve faaliyetleri kolluk güçlerine ve istihbarat örgütlerine açık hale getirir. Bu da siyasetin kışlaya girmesine kapı açar.
Aynı kaygı, askeri kişilerin uyuşturucu madde üretilmesi ve sevkiyatıyla ilgili suçları için de geçerli. Özellikle hudut birliklerinde görevli askeri personel iftira, sahte ihbar mektubu veya sahte belgelerle zan altında bırakılabilir. Oysa Askeri Ceza Kanunu, zaten böyle bir suç işleyenleri ve buna göz yuman komutanları en ağır biçimde cezalandırmaktadır.

Askeri yargı-sivil yargı çatışması
Askerin hukuki itirazlarından biri de bu değişikliğin yürürlüğe girmesi halinde Anayasa’daki 145. madde ile söz konusu değişiklik arasındaki aykırılık nedeniyle, askeri yargı ile sivil yargı arasında yetki çatışması. Askeri mahkemelerin, daha üst hukuk normu olan Anayasa’nın 145. maddesini uygulamak istemeleri; buna karşılık sivil yargının yapılan son değişikliği esas alması, uygulamada yetki çatışması ve kaosa yol açabilir. Ayrıca, Anayasa’nın 145. maddesine paralel olarak özel yasa niteliğindeki Askeri Mahkemeler Kanunu’nda askeri mahkemeleri görevli kılan hüküm bulunması da askeri mahkemeleri, Anayasa ve Askeri Mahkemeler Kanunu’nu uygulamaya yöneltmesi de “genel kanun”, “özel kanun” tartışmasına ve çatışmasına neden olur.

AİHM ve AB’yle ilgisi yok
Adli müşavirliğin yaptığı incelemeye göre, yapılan yasa değişikliği, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarıyla ve AB ile uyum bağlamında Adalet Bakanlığı Reform Stratejisi Belgesi’yle ilgili değil. AİHM’nin Türkiye aleyhine kararları, asker kişilerin askeri mahkemelerde yargılanmasıyla değil, sivil kişilerin askeri mahkemelerde yargılanmasıyla ilgili. Adalet Bakanlığı Reform Belgesi’nde yer alan üç husus arasında da asker kişilerin sivil mahkemelerde yargılanması yok. Bu belgede yer alan üç husus; subay üyenin mahkeme heyetinden çıkarılması, askeri mahkemelerin kışla dışına çıkarılması ve müşterek suçlarda sivil kişilerin sivil mahkemede yargılanmasından ibaret. Genelkurmay da bu üç konuda zaten olumlu görüş bildirmiş durumda. Bu nedenle son yasa değişikliğinde yer alan müşterek suçlarda sivil kişilerin sivil mahkemelerde yargılanmasını öngören maddeye Genelkurmay da “olumlu” görüş vermiş durumda.
aktifhaber

7 teröristi mağarada öldürüp teslim oldu, beraat etti
15:30 - Diyarbakır'ın Kulp ilçesinde bir mağarada terör örgütü PKK mensubu 7 teröristi öldürdükten sonra teslim olan ve yargılandığı mahkemede "meşru savunma" şartlarından yararlanarak beraat eden örgüt mensubu Galip Enyüce ile ilgili gerekçeli karar tamamlandı. Kararda, sanığın kendisini koruma içgüdüsüyle ateşin geldiği yere doğru ateş ettiği ve çıkan çatışmada terör örgütünün 7 üyesinin öldüğü belirtilerek, bu nedenle kasten adam öldürme suçunu "meşru savunma şartları çerçevesinde gerçekleştirdiği" kanaatine varılarak beraatına karar verildi. 14.07.2009 DİYARBAKIR - netgazete

KANADOĞLU'NA DOKUNULMAYACAK
23 Ağustos 2009 08:00

Savcıların, 10. dalgada evi aranan Yargıtay Onursal Başsavcısı Kanadoğlu için polislere yazdığı 'dokunmayın' talimatı çıktı: Aksi davranan sorumlu olur!

Ergenekon iddianamesinin ekinden, savcıların, 10. dalgada evi aranan Yargıtay Onursal Başsavcısı Kanadoğlu için polislere yazdığı 'dokunmayın' talimatı çıktı: Aksi davranan sorumlu olur!

Ergenekon soruşturmasının, 7 Ocak 2009'da yapılan, 10'uncu dalga operasyonunun perde arkası 3. iddianamede ortaya çıktı. Operasyonda aralarında ünlü isimlerin bulunduğu 39 kişi gözaltına alınmıştı. Operasyonda Prof. Dr. Yalçın Küçük, Milli Güvenlik Kurulu eski Genel Sekreteri emekli Orgeneral Tuncer Kılınç, emekli Orgeneral Kemal Yavuz, YÖK eski Başkanı Kemal Gürüz, Tümgeneral Erdal Şenel, Yarbay Mustafa Dönmez, Özel Harekat Dairesi eski Başkan Vekili İbrahim Şahin gözaltına alındı. Bu operasyonda evi aranıp, belgelerine el konulduğu halde gözaltına alınmayan tek kişi Yargıtay Onursal Başsavcısı Sabih Kanadoğlu'ydu.

GÖZALTINA ALMAYIN

Kanadoğlu'nun Ankara ve Balıkesir'deki evlerinde, 'gözaltına alınan kişilerle ilişki içerisinde olduğu' iddiasıyla arama yapıldı. Ergenekon 3. iddianamesinin 75'inci klasörünün 215 sayfasında yer alan Kanadoğlu hakkında polislere yazılan talimat yazısı, neden gözaltı ya da yakalama olmadığını açıklıyor.
Ergenekon savcıları Zekeriya Öz, Ercan Şafak, Murat Yönder imzasıyla, 06 Ocak 2009 günü İstanbul Emniyet Müdürlüğü Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü ve İstanbul Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü'ne gönderilen yazıda, polisler kesin bir dille uyarılıyor. Talimatnamede 'Şüpheli Sabih Kanadoğlu hakkında yakalama gözaltı işlemi yapılmaması, aksine davranışların sorumluluk gerektireceği hususu dikkate alınarak yukarda belirtilen tüm hususların eksiksiz olarak yerine getirilmesi ve gizliliğe riayet edilmesi rica olunur' ibaresi aşırı hassasiyeti gözler önüne serdi.

SUÇLAMA DANIŞTAY SALDIRISI
Ek klasörde bulunan arama kararında ise Kanadolu hakkındaki iddialar yer alıyor. Arama kararına göre Yargıtay Onursal Başsavcısı
şu iddialarla suçlanıyor:
'Cumhuriyet gazetesine atılan bombalar, 17.05.2006 tarihinde Danıştay 2. Dairesi'ne yönelik silahlı saldırı sonucu Yüksek Hakim Mustafa Yücel Özbilgin'in öldürüldüğü, iki Yüksek Hakimin yaralandığı saldırı, 13 Haziran 2007 tarihinde İstanbul Ümraniye'de 27 adet el bombasının ele geçirilmesi, 26.06.2007'de Eskişehir'de yapılan operasyonda 12 el bombası, iki uzun namlulu silah, 11 kilo C-3 ve 11 kilo TNT patlayıcılarının ele geçirilmesi, birçok şüphelide devletin güvenliğine ilişkin gizli belgelerin bulunduğu, Yargıtay mensuplarına yönelik suikast planlarının ele geçirildiği, Başbakan, birçok gazeteci ve yazara karşı şok suikastların planlandığı, örgüt mensupları ile irtibatlı olduğu şüphelinin adreslerinde bulundurması muhtemelen delil ve dokümanlara el konulması.'

Gözaltı haberini televizyondan izledi
Sabih Kanadoğlu'nun Ankara Yenimahalle'de bulunan Koru Mahallesi, Şahin Sitesi Mine Apartmanı'ndaki dairesine 07 Ocak 2009 günü sabah 07.30 sıralarında gelen polisler arama çalışmaları başlattı. Sabih Kanadoğlu'nun evinde yapılan aramada bilgisayar ve bazı belgelere el konulurken dünyaca ünlü piyanist sanatçısı Fazıl Say'ın CD'sine el konuldu. Kanadoğlu'nun gözaltına alındığı söylentileri ortaya atılmıştı. Ancak Kanadoğlu, gözaltına alındığına ilişkin haberleri 'Evimdeyim, gelişmeleri televizyondan izliyorum' sözleriyle yalanlamıştı.
aktifhaber

ETÖ Hastasının Cezaevi Günleri
05 Eylül 2009 11:12

Levent Ersöz'ün 8 ayda cezaevinde kaldığı gün sayısı...

Levent Ersöz, 8 ayda sadece 6 gün cezaevinde kaldı

Ergenekon terör örgütü davasının önemli isimlerinden emekli Tuğgeneral Levent Ersöz, yakalandığı 15 Ocak'tan bu yana sadece 6 gün cezaevinde kaldı. Levent Ersöz, Ankara'da gözaltına alındı. 16 Ocak'ta tutuklanarak Metris'e gönderildi.

Bir gün sonra kalp rahatsızlığı gerekçesiyle Haseki Eğitim ve Araştırma Hastanesi'ne kaldırıldı. Ardından sevk edildiği Kartal Koşuyolu Yüksek İhtisas Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nde yoğun bakıma alındı. 19 Ocak'ta aynı hastanede anjiyo yapıldı. 9 Şubat'ta yeniden cezaevine gönderildi. Avukatı, müvekkilinin 'sağlık ve güvenlik hakkı' gerekçesiyle acilen GATA'ya sevk edilmesi gerektiğini savundu. Taraf Gazetesi, 2 Mart'ta Ersöz'ün sağlık raporlarını yayınladı. Buna göre, hipertansiyon, kalp rahatsızlığı, prostat ve böbrek şikâyetiyle hastaneye kaldırılan Ersöz'e hastanede geniş çaplı bir muayene yapılmıştı.

SORUNU YOK, DURUMU NORMAL

Yapılan test sonuçlarında da hastane, durumunun 'normal' olduğuna karar vererek Ersöz'ün yeniden cezaevine gönderilmesini uygun görmüştü. Cezaevine girdikten sadece bir gün sonra önce Silivri Devlet Hastanesi, ardından da Haseki'ye sevk edildi. Acil servisi önünde ambulansın içinde doktorlarca muayene edildi. Yaklaşık 1,5 saat süren muayenenin ardından aynı ambulansla GATA'ya gönderildi. Ersöz'ün sevk için doktorları tehdit ettiği ileri sürüldü. Sağlık Bakanlığı 'usulsüzlük' iddiaları üzerine soruşturma başlattı.

SEVKİ USULSÜZ, HASTALIĞI UYDURMA

GATA'ya sevkinin usullere aykırı olduğu tespit edildi. Bakanlık, sevk sırasında Ersöz'e konulan TİA (beyne geçici süre kan gitmemesi) tanısının 'uydurma' olduğunu açıkladı. GATA'da düşerek başını çarptığı iddia edildi. Avukatı, müvekkilinin ciddi biçimde yaralandığını, bu nedenle savcıların müvekkilinin ifadesini hastanede alması için dilekçe verdiklerini açıkladı.

Nisan ayının başında Levent Ersöz'ün ölümcül bir hastane mikrobu kaptığı ileri sürüldü. Mikrobun, GATA'da prostat ameliyatı sırasında bulaştığı iddia edildi. Avukatı Ali Rıza Dizdar da müvekkilinin ameliyat sonrasında kötüleştiğini açıkladı. Vücudunda nekrotizan faziit (et yiyen bakteri) isimli ciddi bir bakteriye rastlandı.

SON CEZAEVİ ZİYARETİ 3 GÜN SÜRDÜ

Yaklaşık 6 ay GATA'da yattı. Temmuz ayının sonunda yeniden cezaevine gönderildi. Ancak 30 Temmuz'da tekrar Silivri Devlet Hastanesi'ne kaldırıldı. Oradan Haseki'ye sevk edildi. 31 Temmuz'da cezaevine gönderilmişti ki, 3 gün sonra tekrar Haseki'ye yatırıldı. Bacağından ameliyat oldu. Son olarak 17 Ağustos'ta İstanbul Fizik Tedavi Rehabilitasyon Eğitim ve Araştırma Hastanesi'ne gönderildi.

Biz Ergenekon hastasıyız

Tarihler 11 Haziran'ı gösterdiğinde internet sitelerine Levent Ersöz ve eşi Muzaffer Hanım'ın ses kayıtları düştü. Kaydın, Ersöz hastaneye kaldırıldıktan sonra yapıldığı anlaşılıyor. Konuşmalara bakıldığında Ersöz'ün GATA'da yatmasını gerektirecek bir sağlık sorunu yok. Muzaffer Ersöz, üroloji doktoru Bülent Bey'e, "Bizim zamana ihtiyacımız var." diyor. Kayıtta, Levent Ersöz ve eşinin oldukça keyifli oldukları görülüyor. Muzaffer Hanım, bir ara yanındakilere gülerek şöyle diyor: "Biz normal hasta değiliz. Biz Ergenekon hastasıyız."
aktifhaber

Tacizci Alman gence 2 yıl 2 ay 20 gün hapis cezası
18:40 - Antalya'nın Manavgat ilçesinde tatildeyken 2007 yılının nisan ayında 13 yaşındaki İngiliz uyruklu C.M'ye cinsel tacizde bulunduğu iddiasıyla tutuklanan ve 14 Aralık 2007'deki duruşmadaki tahliye edilen Alman Bernard Marco W. hakkında Antalya 1. Ağır Ceza Mahkemesindeki davada karara varıldı. Bernard Marco W, "çocuğun nitelikli cinsel istismarı" suçunu işlediğ i sabit görüldüğü belirtilerek, 2 yıl 2 ay 20 gün hapis cezasına çarptırıldı, ancak ceza ertelendi. Marco W. hakkında 2 yıl 6 ay denetim süresi verildi. Bu süre içinde suç işlemesi halinde Marco W'nin ertelenen cezasının uygulanacağı belirtildi. 16.09.2009 ANTALYA netgazete

22 Eylül 2009 10:10
Yargıtay'dan Tartışılacak Karar

Yargıtay Ceza Genel Kurulu, tartışma yaratacak bir karara imza attı. Siirt'te kalabalığa kurşun sıkıp bir kişinin ölümüne neden olan askere ceza yok...

Yargıtay Ceza Genel Kurulu (YCGK), tartışma yaratacak bir karara imza attı. Kurul, Siirt’te, askeri araca taş atan kalabalığa, tam otomatik silahla yedi kurşun sıkan ve bir kişinin ölümüne neden olan uzman çavuşa ceza verilemeyeceğine hükmetti. Kurul, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın, “havaya ateş etmeliydi” kararına karşılık olarak “bölgenin özellikleri” gerekçesini öne sürdü.

Siirt’te 2005’te içinde iki jandarma erinin de bulunduğu askeri bir jiple Jandarma Özel Harekât Tabur Komutanlığı’ndan ayrılan uzman çavuş G.Y., il merkezinde basın açıklaması yapan 150-200 kişilik bir grupla polis arasında çıkan çatışmanın ortasında kaldı. Kalabalığın bir bölümü G.Y.’nin kullandığı cipe de taş attı ve iki asker hafif yaralandı.

YARSAV’lı savcı

G.Y., uyarılara rağmen saldırı sürünce MP5 tipi silahını aracın yan camından çıkarıp ateşledi. Tek defada kalabalığa doğru 7 kurşun sıkan G.Y.’nin açtığı ateş sonucu Abdullah Aydan yaşamını yitirdi. Siirt Ağır Ceza Mahkemesi, açılan davada G.Y.’nin beraatine hükmetti. Temyiz üzerine karar Yargıtay’a geldi. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı adına tebliğname hazırlayan YARSAV Başkanı ve Yargıtay Savcısı Ömer Faruk Eminağaoğlu, beraat kararının bozularak G.Y.’nin cezalandırılmasını istedi.

Eminağaoğlu, ölen Aydan’ın saldırgan kalabalığın arasında olmadığını, yol kenarında durduğunu belirtti. Eminağaoğlu, Aydan’ın durduğu yerde bulunan bir arabanın üzerindeki üç adet kurşun deliğinin yerinin, G.Y.’nin ayaklara ya da havaya doğru değil, öldürücü biçimde ateş ettiğini kanıtladığını belirtti.

Eminağaoğlu, G.Y.’ye taksirle ölüme sebebiyet vermek suçundan hapis cezası verilmesini istedi. Yargıtay 1. Ceza Dairesi tebliğnameyi yerinde bulmazken beraat kararını onadı.

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, bu karara da itiraz etti. Yine Eminağaoğlu’nun hazırladığı dilekçede, itiraz gerekçeleri şöyle sıralandı:
“Sanık, ateş etmeden önce silahı seri atış konumundan çıkartmadı. Tek seferde 7 atış yaptı. Atış kalabalıkla ilgisi olmayan araçların arkasında bekleyen kişinin ölümünden anlaşılacağı üzere paralel biçimde yapıldı. Jandarma aracı kalabalık tarafından çevrelenmiş değildir. 150-200 kişi olduğu söylenen, ancak, hakkında soruşturma açılan kişi sayısının 37 olmasından dolayı, daha az oldukları anlaşılan kalabalık, aracı çevrelemeden taşlı saldırıda bulundu. Sanık, ateş etmeden önce kalabalığa gerekli uyarıyı yapmadı. Sanık, silah kullanma yetkisini yasaya aykırı biçimde uygulamış, yasal savunma sınırlarını aşmıştır. Sanığın görev icabı, korku, heyecan ve telaşa kapılmadan silah koşullarına uyması gereklidir.”

‘Sınır aşıldı’ ama

Ancak, kurul 18 Mart 2009’da aldığı kararla bu itirazı reddedip dairenin kararını onadı. Geçen hafta yazılarak taraflara tebliğ edilen gerekçeli kararda, “Kürdistan faşizme mezar olacak”, “Burası Kürdistan Türkiye değil” sloganları atan kalabalığın, askeri araca ciddi biçimde zarar verdiği, iki askerin yaralandığı, bu eyleme karşılık savunma hakkı doğan G.Y.’nin gerçekleştirdiği savunmanın, saldırı ile orantılı olmadığı belirtildi. Bu durumda, ancak, mazur görülebilecek bir heyecan, korku veya telaştan dolayı sınırın aşılmasının “cezasızlık nedeni” olabileceği belirtildi.

İçtihat olacak

Siirt’in uzun yıllardır terör olaylarının yaşandığı Güneydoğu’da bulunduğuna dikkat çekilen kararda şöyle denildi:

“Ölüme yönelik sözlerle de desteklenen fiili saldırının ağırlığı, uyarılara karşı artarak devam etmesi ile bölgenin özellikleri bütün olarak göz önüne alındığında, yasal savunmada sınırın mazur görülebilecek bir korku ve telaşla aşıldığının kabulü gereklidir.”

Yerel savcılık, yerel mahkeme, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ve Yargıtay 1. Ceza Dairesi’nin “Ölen kişi, saldırganlar arasında değildi” tespitine rağmen kurul kararını, ölen kişinin saldırganlar arasında bulunduğu yorumuna dayandırdı.

Yargıtay’ın içtihat niteliğindeki bu kararına göre, kalabalığın silah ya da bıçağa sahip olmadığı, taşlı saldırıda bulunduğu olaylarda, benzer bir korku ve telaş yaşayan güvenlik görevlisinin açtığı öldürücü ateş, ceza nedeni sayılmayacak.

21 Aralık 2009 15:45
İhmal Var Ceza Yok
33 er olayında Askeri Yargıtay Daireler Kurulu'nun 10 yıl önce verdiği kararda ihmaller tek tek sıralanıyor. Ancak hiçbir yetkiliye ceza verilmemesi dikkat çekici...

Ergenekon soruşturması kapsamına alınan 1993’te Bingöl’de 33 silahsız askerin şehit edilmesiyle ilgili davada Askeri Yargıtay Daireler Kurulu’nun 10 yıl önce verdiği kararda ağır ihmallerin tek tek anlatıldığı ortaya çıktı. Bu karara rağmen olayla ilgili hiçbir askerin ceza almaması ise dikkat çekti.

Bingöl’de 33 erin şehit edilmesiyle ilgili yapılan soruşturma sonunda 8. Kolordu Komutanlığı Askerî Mahkemesi’nde dava açıldı. Askeri Mahkeme, Elazığ İl Jandarma Komutanı Jandarma Albay Hüseyin Yılmaz ve Bingöl İl Jandarma Komutanı Jandarma Albay Özcan Yarat’ı “büyük zararlar veren emre itaatsizlik suçunu” işledikleri gerekçesiyle 1,5 yıl hapis cezasına mahkum etti. Askeri Mahkeme, diğer sanıkların ise beraatine karar verdi.

Bu kararın temyiz incelemesini Askerî Yargıtay 4. Dairesi yaptı. Askeri Mahkeme’nin beraat eden sanıklar hakkındaki kararını onayan Daire, iki albayı hapse mahkum etmesine ilişkin kararı ise bozdu. Daire, iki albayın suçsuz olduğu gerekçesiyle beraat etmeleri gerektiğine hükmetti. Bu karara Askerî Başsavcılık itiraz etti. Başsavcılığın itirazını Askerî Yargıtay Daireler Kurulu görüştü. Kurul, iki albay hakkındaki hapis cezasını bozdu. Kurul, iki sanığa “büyük zararlar veren emre itaatsizlik suçu” yerine daha hafif cezalar öngören “görevi ihmal” suçundan ceza verilmesini istedi. Bunun üzerine dosya tekrar Askeri Mahkemeye gönderildi. Ancak Askeri Mahkeme 1999’da, iki sanığın da beraatine karar verdi. Böylece 33 askerin öldürülmesi olayı ile ilgili ceza alan hiçbir asker olmadı.

Askeri Yargıtay kararında 33 asker olayı

Askeri Yargıtay’ın 9 sayfalık karar metninde ise olayın meydana geliş şekli detaylarıyla yer aldı. Kararda, PKK’lıların Bingöl ve çevresindeki yollarda eylem yapacaklarının jandarma tarafından 4 gün önceden bilindiği anlatıldı:

“İl Jandarma Komutanlığı’na gelen istihbarat raporlarında 1993 yılı yaz döneminden itibaren terör örgütü tarafından stratejik bir konumda olan Bingöl ili ve çevre illere bağlantıları bulunan karayollarında yoğun eylemler planlandığı, amaçlarının bu yolların üzerinde kontrolü ele geçirmek olduğu...”

“Tedbir alınmadı”

Kararda birliklerine sevki yapılan silahsız askerlerin korunması için gereken tedbirlerin alınmadığına ilişkin şu çarpıcı satırlar yer aldı: “İmkanlarına göre eskort vererek ya da araçların içine silahlı personel de yerleştirmek suretiyle bunları gidecekleri yere sevk ettirmesi gerekirken ilave hiç bir tedbir almadığı, bu hususta kendisine bağlı ast birliklerine de herhangi bir emir vermediği, dolayısıyla da yolun teröristlerce kesilip büyük bir katliama sebebiyet verilmesine yol açıldığı kanaatine varılmıştır.”

“Zırhlı araç talebi reddedildi”

Kararda askerlerin korunması için zırhlı araç talep edilmesine rağmen bu talebin de kabul edilmediği de şöyle belirtildi: “Diyarbakır Jandarma Asayiş Komutanlığı’nın 17.3.1993 tarihli mesaj emri ile yol emniyeti için ’açık ve zırhlı koruması olmayan araç gönderilmemesi’emri üzerine, İl Jandarma Komutanı Albay Özcan Yarat tarafından Bingöl İl Güvenlik Komutanlığı’ndan zırhlı araç isteğinde ve yol emniyeti için önerilerde bulunulduğu, bu isteğe, İl Güvenlik Komutanlığı tarafından olumsuz yanıt verildiği...”

Kaynak: Vatan

Etiketler: kanun hukuk hakim savcı adliye Cumhuriyet Başsavcılığı Vedat Aydın Dev-Sol davası Yetkisizlik avukat Çevik Bir Genelkurmay Karargahı
Sıkıyönetim Mahkemesi Venedik Komisyonu Adli Atamalar Raporu İmralı'daki üç idam Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu Hasan Polatkan Aydın Menderes 27 Mayıs Yassıada

Haberal'a Geceyarısı Ziyareti
05 Eylül 2010

Ergenekon sanığı Mehmet Haberal, hastane odasında 17.08.2010 günü gece saatlerinde ilginç bir misafiri ağırladı.
Kalp rahatsızlığı gerekçesiyle hastanede yatan Ergenekon sanığı Mehmet Haberal'ı gece yarısı ziyaret eden sunucunun Ece Zereycan olduğu ortaya çıktı...

Ergenekon soruşturması kapsamında 17 Nisan 2009'da tutuklanan ancak o günden bu yana İstanbul Üniversitesi Kardiyoloji Enstitüsü Hastanesi'nde “tedavi” altında olan Başkent Üniversitesi sahibi Mehmet Haberal'e ilginç ziyaret...

Ergenekon sanığı Mehmet Haberal, hastane odasında 17.08.2010 günü gece saatlerinde ilginç bir misafiri ağırladı. Kalp rahatsızlığı nedeniyle müşahede altında tutulan Haberal'ın misafiri Kanal B'nin eski haber spikeri güzel sunucu Ece Zereycan'dı. Zereycan, Jandarma görevlileri hariç hiç kimsenin giremediği ve üst düzey güvenlik önlemlerinin alındığı 3. kata, Haberal'ın refakatçisi ile beraber girerken görüntülendi.

GECE YARISI 1.5 SAAT KALDI

Edinilen bilgilere göre, Zereycan, 17.08.2010 günü saat 22:00 sıralarında geldiği hastaneden 23:30 sıralarında ayrıldı. Görüşmenin hasta ziyaret saatleri dışında ve gece geç saatlerde gerçekleşmesi dikkat çekti. Ayrıca Zereycan'ın Haberal ile görüşmek için savcılıktan izin alıp almadığı da bilinmiyor. İzin aldıysa Savcılığın hangi gerekçe ile Zereycan'ı Haberal ile görüştürdüğü ise ayrı bir merak konusu.

ECE ZEREYCAN KİMDİR?

1982 doğumlu Ece Zereycan, Haberal'ın sahibi olduğu Kanal B'de uzun süre haber bültenlerinde spikerlik yaptı. Bir süre önce görevi bırakan Zereycan şu an işsiz.

Kaynak: Vakit

Vekiller Ve Yargıçlara Sıkıyorsa Ceza Yaz!!
06 Ekim 2010
Binlerce trafik cezası iptal ediliyor ama vatandaş sevinmesin. İptal olan ceza sadece imtiyazlılar grubu için...
2 bin hakim ve savcı ile 550 milletvekiline kural ihlali yapsalar da trafik cezası kesilmeyecek. Mahkeme kararı gereğince, binlerce ceza da iptal ediliyor

Trafikte 12 bin 550 kişilik ‘’İmtiyazlılar grubu’’ oluştu. Bundan sonra 12 bin hakim ve savcı ile 550 milletvekiline kural ihlali yapsalar da trafik cezası kesilmeyecek. Mahkeme kararı gereğince, binlerce ceza da iptal edilecek.

Kırmızı ışık ihlali yapan CHP Milletvekili Kemal Anadol’a kesilen ceza Ankara 8. Asliye Hukuk mahkemesince dokunulmazlık gerekçesiyle iptal edilince vekiller için yeni düzenleme yapıldı. Hata yapan vekillere artık ceza kesilmeyecek, tutanak hazırlanacak.

Yargı mensupları ve milletvekillerine bugüne kadar kesilen ve ödenmeyen cezaların da iptal edileceği bildirildi. Düzenlenen ceza tutanaklarına itiraz nedeniyle mahkemelerce aleyhte sonuçlanan kararlardan doğan parasal miktar da, cezayı kesen polisten tahsil edilecek.

‘’PLAKAM YÜZÜNDEN CEZA YİYORUM’’

CHP Sinop Milletvekili Engin Altay, “06 CHP 70” plakalı özel aracına yazılan cezalardan bıktığını söyledi ve “Bana bir tane ceza yazılmış AKP’li plaka göstersinler özür dileyeceğim. Benim aracımın plakasını gören trafik polisi arkadan ceza yazıp gönderiyor’’ dedi.

AKP Antalya Milletvekili Abdurrahman Arıcı ise kendisinin aracının AKP plakalı olduğunu ve ceza yediğini söyledi. AKP Bursa Milletvekili Mehmet Tunçak, Rize Milletvekili Lütfi Çırakoğlu ile Düzce Milletvekili Metin Kaşıkoğlu da,”Hepimize geliyor” diyerek ceza yediklerini belirttiler.

Öte yandan Denizli Milletvekili Ali Rıza Ertemur, Afyon-Sandıklı yakınlarında 125 kilometre hız yaptığı gerekçesiyle plaka üzerinden trafik cezası aldı. Bunun mahkemeye başvuran Ertemur, cezasını iptal ettirdi. Mahkeme plakaya ceza yazılmaması ve ceza makbuzunun sürücüye imzalatılması gerektiğine karar verdi.
Kaynak: Gazeteport

Müsteşar Kızına Sınav Kıyağı

06 Ekim 2010
Bir sınav komedisi de Dış Ticaret Müsteşarlığı'nın (DTM) 2008 yılında dış ticaret uzman yardımcılığı sınavında yaşandı. Barajı aşamayan müsteşar kızına kıyak çekildi.

CHP'nin iddialarına göre müsteşarın kızı sınavda başarılı barajı aşamayınca adayların puanı 10 puan yükseltilmiş...

30 kişinin alınacağı sınavın yazılısında 43 kişi 70 ve üstü puan aldı. Müsteşarlık sınava giren tüm adaylara 10 puan ekleyerek 180 kişinin sözlü sınava girmesini sağladı. Konuyu TBMM gündemine taşıyan CHP Kırklareli Milletvekili Turgut Dibek, dönemin DTM Müsteşar Yardımcısı Abdullah Köten'in kızının yazılı sınavdan 63 puan alarak, 70 puan barajına takıldığını belirterek, "30 kişinin alınacağı sınavın yazılısında 43 kişi 70 ve üstü puan almıştır. Müsteşarlık sınava giren tüm adaylara 10 puan ekleyerek 180 kişinin sözlü sınava girmesi sağlanmıştır" dedi.

CHP Kırklareli Milletvekili Turgut Dibek, Devlet Bakanı Zafer Çağlayan'ın yanıtlaması istemiyle verdiği soru önergesiyle Dış Ticaret Müsteşarlığı'nın (DTM) 2008 yılındaki dış ticaret uzman yardımcılığı sınavıyla ilgili iddiaları TBMM gündemine taşıdı.

-ADAYLARA 10'AR PUAN EKLENDİ-

Sınavın ilanında "Yazılı sınavda başarılı olabilmek için en az 70 puan almak gerekmektedir" ibaresi bulunduğuna dikkat çeken Dibek, şöyle dedi:

"30 kişinin alınacağı sınavın yazılısında 43 kişi 70 ve üstü puan almıştır. Müsteşarlık sınava giren tüm adaylara 10 puan ekleyerek 180 kişinin sözlü sınava girmesi sağlanmıştır. Puan eklenme olayı DTM'nin internete koyduğu sınav sonucu Excel dosyasında mevcuttur. Alınan 30 kişinin 16'sı sınavdan 70 altı alan ve puan yükseltmesi sayesinde sözlü sınava girebilen kişilerdir.

Sınava girerek 70 puan üstü alan (puan yükseltmesi yapılmamış puan) ve mülakatta elenen Murat Tam ise Müsteşarlığı dava etmiştir. Dava açtıktan sonra Murat Tam, DTM'ye bağlı İMMİB'de işe başlamış ve davayı geri almıştır. Müsteşarlık 2009 yılında da 50 kişinin alımı için sınav açmıştır. Bu sınavda ilan edilen kadro sayısından daha az kişi (20 kişi) yazılı sınav barajını geçtiği halde (2008 yılındaki durumun tersine) Müsteşarlık yazılı sınav sonuçlarına ilave puan eklememiştir."

-"HANGİ GEREKÇEYLE PUAN YÜKSELTİLDİ"-

CHP'li Dibek, Bakan Çağlayan'a, şu soruları sordu:

"Sınav ilanında, 'yazılı sınavda başarılı olabilmek için en az 70 puan almak gerekmektedir" ibaresi bulunmasına rağmen tüm adayların puanını yükseltmeye yetkisi var mıdır? Hangi gerekçelerle kim 2008 yılında puanları yükseltmiştir?

2008 yılında alınacak 30 kişiye karşılık 43 kişi yeterli puan aldığı halde puan yükseltilmiş, 2009 yılında ise alınacak 50 kişiye karşılık 20 kişinin yeterli puanı almasına rağmen puan yükseltmesi yapılmamıştır. 2008 yılında yapılan puan yükseltme işlemi 2009'da neden yapılmamıştır?

2008 yılındaki sınava giren adayların yazılı ve sözlü sınav puanları ne kadardır?

-"MÜSTEŞAR YARDIMCILARINDAN BİRİNİN KIZI SINAVA GİRMİŞ MİDİR?"-

2008 yılında Müsteşar yardımcılarından birinin kızı sınava girmiş midir? Sınava girdiyse, yazılı ve sözlü sınavlardan kaçar puan almıştır? Sınavı kazanarak uzman yardımcısı olmuş mudur?

2008 yılında puan yükseltilmesi yapılması, 2009'da ise ilan edilen kadrodan az kişi sınavı kazanmasına rağmen puan yükseltilmesi yapılmamasının sebebi Müsteşar yardımcısının kızının kuruma alınması mıdır?

2008'deki sınav ile ilgili dava açan Murat Tam şu anda iddia edildiği gibi İMMİB veya DTM'ye bağlı başka bir yerde çalışmakta mıdır? Murat Tam'ın davasını geri


En son Ekim tarafından Sal Arl 22, 2009 12:02 am tarihinde değiştirildi, toplam 1 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder
Ekim



Kayıt: 21 Arl 2007
Mesajlar: 2634
Konum: Kanada

MesajTarih: Cmt Ekm 03, 2009 9:50 pm    Mesaj konusu: Yargılanması mümkün olmayan 3 kişi Alıntıyla Cevap Gönder

Serdar Akinan
Yaşasın adalet

Vedat Yenerer'i bilir misiniz? Cumhuriyet gazetesinde, 32.Gün'de... Birçok haber merkezinde çalıştı.
Afganistan'da, Irak'ta, Çeçenistan'da, Bosna'da... Gidip haber yapmadığı cephe kalmadı. Kurşun yağmuru altında haber yaptığını bilen bilir. Bir cuma sabahı 25 tane polis evini bastı.
Bu savaşlardan hatıra diye getirdiği boş kovanları, deden kalma eski bir tüfeği aldılar. Hakim karşısına tam dört gün sonra çıkabildi.
Dört gün...
Vedat, savcıların, 'güçlü şüphe' gerekçesi ile 'terör örgütü üyesi olmak' ve 'vahim nitelikte silah' bulundurmak suçlarından tutuklanarak cezaevine konuldu. Gazetelar ve televizyonlar aylarca 'Terörist Vedat Yenerer' diye yayın yaptı.
Her bir suçuna 100'er sene hapis istendi.
Vedat Yenerer, tam 11 ay bir gün sonra serbest bırakıldı.
Adli Tıp, o 'vahim nitelikte silah'a 'ateşli silah bile değildir' diye bir değil iki kez rapor verdi.
Adli Tıp Kurumu'nun iki kez rapor vermesi pek görülen bir şey değildir.
Nedeni ise çok hoş!..
Hoş, zira, hakimler, 'Polis raporuyla bu kadar tezat olamaz. Herhalde raporlar karıştı' diyerek bir kez daha 'vahim nitelikte silah'ı yolladılar ve rapor aynen geldi... 'Bu ateşli bir silah olarak değerlendirilemez.'
Neyse mahkeme safahatı sürüyor. Kararın ne çıkacağını elbette bilemeyiz. Ancak Türkiye'de hukukun usulü ve sürati hakkında iki kelam etmemizde mahsur olmasa gerek.
Nedeni de şu:
PKK'nın silahlı propagandayı benimsemiş bir örgüt olduğu konusunda bir şüphe olabilir mi?
Bu örgütün 'bir numarası' yakalandı diye biliyorum.
Hatta yargılandı ve ağırlaştırılmış müebbet hapse çarptırıldı.
İmralı Adası'nda da cezasını çekiyor. Yani, TC açısından, kanunlar açısından 'terör' devam ediyor.
Yargıtay, öyle bir içtihat yarattı ki, bu içtihattan ötürü, polise taş atan çocuklar, 25-30 yılla yargılanıyor ve hepsi tutuklu...
Yıllar içinde on binlerce insan öldü...
Şimdi 34 kişi geldi mi?
Geldi.
Bu arkadaşlardan beşi terör örgütü üyesi mi?
Üyesi...
Mesela örgütün iki numarası Murat Karayılan'ın onları uğurlama görüntüleri yayınlandı mı?
Yayınlandı.
Şimdi anlamadığım şu?
Lütfen savcılarımız ve hakimlerimiz, yüce Türk adaletinin ortak yüksek vicdanı ve aklı beni mazur görsün ama...
Ergenekon'da sabaha karşı evlerinden alınan akademisyenler, gazeteciler, işadamları 'ne ile suçlandığını bilmeden' savcı karşısına çıkmak için günlerce bekletilirken, hakim karşısına günler sonra çıkartılırken... Hala ne ile suçlandıkları bilmeden veya savunma haklarını kullanmak için aylarca cezaevinde yatarken... Bu kanlı terör örgütünün kasası hastanede beş kuruşsuz ölürken...
Habur'da ayaklarına giden 'özel yetkili savcılar' tarafından karşılanan ve 'teslim olmaya gelmedim' demelerine karşın jet hızıyla serbest bırakılan 'terör örgütü üyesi' olduğu aklen ve vicdanen sabit bu insanlar bu gece evlerine gidip huzur içinde uyuyacaklar.
Bu ülkede, ne o 'taş atan' çocukların anaları rahat uyumalı...
Ne de, aylarca 'Ergenekon terör örgütü üyesi' damgası ile gezen ve şimdi teker teker serbest bırakılan insanlar...
Ne de bizler...

akşam Gazetesi

Erhan Başyurt
Bugün Gazetesi
Yargılanması mümkün olmayan 3 kişi...

03 Ekim 2009 Cumartesi 13:42Bugün televizyonunda her Perşembe yayınlanan Perde Arkası programının bu haftaki konukları emekli Hâkim Albay Ahmet Cengiz Tangören ve Polis Akademisi öğretim görevlisi Doç. Dr. Önder Aytaç'dı.
Tangören, aydınların Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ hakkında yaptıkları suç duyurusuyla ilgili çarpıcı bir değerlendirmede bulundu. İstanbul Bağımsız Milletvekili Ufuk Uras, Oya Baydar, Baskın Oran, Ahmet İnsel, Mithat Sancar, Sezgin Tanrıkulu ve Mithat Sancar gibi aydınlar ortak imzayla, Orgeneral Başbuğ hakkında "demokratik açılım" ile ilgili yaptığı açıklamalar nedeniyle suç duyurusunda bulundu.
Gerekçe, "Yapılan açıklamalar Askeri Ceza Kanunu'nun 148'inci Maddesi'nin C bendine aykırıdır" şeklinde.
Dilekçeden de anlaşılacağı gibi ortada "askeri ceza" kapsamında bir suçlama var.
Soruşturmayı askeri savcının yapması ve şayet bir dava açılacaksa da yargılamanın Askeri Mahkeme'de gerçekleşmesi gerekiyor.
Emekli Askeri Hâkim Tangören, aydınların suç duyurusundaki iki açmaza işaret etti.
Birincisi, askeri savcının soruşturma açması komutanının iznine bağlı. Adli Müşavir inceliyor, komutan izin veriyor. Savcı soruşturma açıyor.
Tangören, "Hiçbir askeri savcı gözü en kara dahi olsa Genelkurmay Başkanı hakkında soruşturma açamaz. Yapması için de şartlar elverişli değildir" diyor.
İkincisi, şayet mümkün olmadığı halde, bir soruşturma açılsa bile Genelkurmay Başkanı'nı "Askeri Ceza Kanunu"nu ihlalden yargılayabilecek bir mercii yok.
Tangören bu gerçeği şöyle izah ediyor:
"Türk Silahlı Kuvvetleri'nde en yüksek birim Genelkurmay Başkanlığı. Askeri mahkemeler, tugay, tümen, kolordu ve ordu komutanlıklarında nezdinde kuruluyor. Dolayısıyla kolordu komutanı nezdinde kurulan bir askeri mahkemedir. Deniz Kuvvetleri Komutanlığı nezdinde kurulan bir mahkemedir. Dolayısıyla Genelkurmay Başkanı, nezdinde kurulan bütün bu mahkemelerin amiri veya komutanı olur. Genelkurmay Başkanı'nı asker kişi sıfatıyla yargılayacak bir makam veya mahkeme yoktur. "
Benzer şekilde Genelkurmay Başkanı'ndan sonra gelen Kara Kuvvetleri ve Deniz Kuvvetleri komutanlarının da görevde iken askeri bir suçtan yargılanması mümkün değil.
Askeri mahkemeler kuruluş ve yargılama usulü kanununa göre yargılanabilmeleri için en az 3 tane üst amirlerinin olması gerekiyor.
Başka bir deyişle aydınların başvurusu pek sonuç alınacak gibi değil.
Hatta işleme konulması bile mümkün gözükmüyor.

11 Ekim 2009
SAVCI VE HAKİME GENERAL ZİYARETİ

Temizöz davasından bir gün önce adliyede ilginç bir olay yaşandı. Ve hakim ertesi gün...

Avukat Tanrıkulu, Temizöz başka bir davadan adliyede ifade verirken adliyeye gelen üst düzey bir askerin, davanın savcı ve hakimleri ile görüştüğünü iddia etti

20 faili meçhul cinayetin sorumlusu olarak 9 kez ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası istemiyle yargılanan Kayseri İl Jandarma Komutanı Albay Cemal Temizöz’ün önceki günkü duruşması sırasında ve öncesinde ilginç gelişmeler yaşandı. Müdahil avukatların tepkileri üzerine davadan çekilen mahkeme heyeti ile duruşma savcılarını, duruşmadan bir gün önce üst düzey bir subayın ziyaret ettiği ortaya çıktı. Öte yandan, 2000 yılında bulunan silahların faili meçhullerde kullanıldığı ortaya çıktı.

AYNI SİLAHLAR 6 CİNAYET İŞLEDİ

Temizöz’ün yargılandığı mahkemeye ulaşan bir rapor, tanıklar ve mağdur yakınlarının iddialarını güçlendirdi. Temizöz’ün de yargılandığı soruşturmada 6 kişinin aynı silahla öldürüldüğü ortaya çıktı. Diyarbakır Polis Kriminal Laboratuvarının 17 Haziran 2009 tarihli ekspertiz raporuna göre, Cizre İlçe Jandarma Komutanlığı’nca 2000 yılında Cizre İlçesi Dirsekli Köyü Yamaç Mezrası civarında bulunan silahların Temel ve Kukel Atağ’ın öldürdüğü iddia edilen Ramazan Uykur’u vuran silahların aynı ve bu silahlardan çıkan kurşunlar 6 kişiyi daha öldürdü, bir kişiyi de yaraladı.

DEREDE KAYANIN ALTINDA BULUNDU

Dirsekli Köyü Yamaç Mezrası’nda dere yatağında kaya altında gizlenmiş vaziyette bulunan ve adli emanete alınan 23 kalaşnikov, 5 mavzer, 1 kanas, 2 bixi, 3 RPG Roketatar, 1 Saddam tabanca, 1 gaz tabancasının ekspertiz raporunda, bu silahların 6 kişiyi ölümü 1 kişinin de yaralanması olayında kullanıldığı tespit edildi. 1996 yılında öldürülen Ramazan Uykur ve Halil Kömür, 1995 yılında öldürülen Mehmet İneç, Cindi Altın ile 1994 yılında öldürülen iki kişinin daha aynı silahla öldürüldüğü belirlendi.

Dava konusu faili meçhul kurbanlarından Ramazan Uykur’un oğlu İsmet Uykur babasını gözelerinin önünde Cizre eski belediye başkanı Kamil Atağ’ın oğlu Temel ile Kukel Atağ’ın öldürdüğünü iddia etmişti. Gizli tanık Tükenmez Kalem de “Ramazan Uykur’u Kamil’in oğlu Temel infaz etmiş, yanında biri daha varmış, hatta açık açık yapmış diye bize anlattı” demişti. Tanık Mehmet Nuri Binzet de, Ramazan Uykur’u Kamil Atağ’ın oğlu Tamer’in kendisinin gözleri önünde öldürdüğünü ayrıntılarıyla anlatmıştı.

Devlet taraf oldu itirazı

Albay Cemal Temizöz’ün halen görevde olması, avukat parasını jandarmanın ödemesi ve mahkemede rütbeli nubötçi uygulaması tartışmaları sürüyor.

Perşembe günü adliyede görüşme

Temizöz davasında, müdahil avukatların ‘devlet bu davada taraf oldu’ itirazlarına neden olan gelişmelere her gün bir yenisi daha ekleniyor. Albay Temizöz’ün 7 aydır tutuklu olmasına rağmen hala görevden alınmamış olması, Temizöz’ün avukat parasının Jandarma bütçesinden karşılanması, duruşmalarda Temizöz için 2 üsteğmen ile bir albayın görevlendirilmesi ile ilgili tkartışmalara bir yenisi daha eklendi. Mağdur avukatlarından Diyarbabakır eski Baro Başkanı Sezgin Tanrıkulu, NTV’de Canlı Gasta’da “Perşembe günü bir dava nedeniyle ek ifade için adliyeye getirilen Albay Cemal Temizöz’ün ifade verdiği sırada rütbeli bir kişinin adliyeye gelerek savcı ve bazı hakimlerle görüştüğünü” ileri sürdü.

Kaynak: Star

NAZLI ILICAK’A CEZA KESİLECEK Mİ

Sabah yazarı Nazlı Ilıcak bugünkü köşesinde, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç'la birlikte gittikleri Manisa'dan izlenimlerini yazdı.
Sabah'ın 25. sayfasındaki köşede Manisa’dan fotoğraflar da yer buldu. Ilıcak ve Arınç Ayn-i Ali kıraathanesinde çay içerken çekilmiş bir fotoğraf da bunlardan biri.
İkilinin birlikte olduğu karede, önlerinde çay bardakları görülüyor.

"Ayn-i Ali'de nargile keyfi" resim altı ile yayınlanan bir diğer fotoğrafta, Nazlı Ilıcak nargile içer gibi yapmış.

Ancak fotoğrafta bir şey dikkati çekiyor.
Ilıcak'ın önündeki kül tablasında ağızlığa takılı bir sigara görülüyor.

Odatv olarak soruyoruz: Ilıcak kapalı mekanda sigara mı içti? İçtiyse cezayı kim kesecek?

Odatv.com

30 Ekim 2009 20:09
Haberal Kapağı Sağlam Atmış
Bir gece bile cezaevinde kalmayan Ergenekon'in sivil paşası Haberal hastaneye kapağı sağlam atmış. Heyet raporuna rağmen hastaneden çıkmıyor...

6 aydır ‘kalp ritim bozukluğu’ gerekçesiyle hastanede kalan Ergenekon sanığı Haberal için 5 kişilik heyet 16 Ekim’de ‘taburcu edilsin’ dedi. Ama 13 gündür hala hastanede

Ergenekon terör örgütü soruşturması kapsamında ‘üst düzey yönetici’ olduğu iddiasıyla yargılanan tutuklu sanık Prof. Dr. Mehmet Haberal’ın, 16 Ekim 2009 tarihli dört profesör ile bir doçentin “Ayakta tedavi edilebilir. Taburcu edilsin” raporuna rağmen halen İ.Ü. Kardiyoloji Enstitüsü’nde tutulduğu ortaya çıktı. Doktorların, kalp ritim bozukluluğu tanısı konulan Haberal’a “herhangi bir hasara neden olmadan tedavi eder” diyerek elektrofizyolojik tedavi önerdiği, Haberal’ın bu tedaviyi reddettiği belirlendi.

İLK TABURCU RAPORU 28 EYLÜL’DE

17 Nisan 2009’da Ergenekon kapsamında tutuklanan ve Metris Cezaevi’ne konulan Başkent Üniversitesi Rektörü Haberal, aynı gece kalp rahatsızlığı gerekçesiyle hastaneye kaldırılmıştı. O günden bu yana “kalp-ritim bozukluğu” gerekçesiyle İstanbul Üniversitesi Kardiyoloji Entitüsü’nde tedavi gören ve cezaevine dönmeyen Haberal için ilk taburcu olabilir raporu 28 Eylül 2009 günü Doç. Dr. Cengizhan Türkoğlu imzasıyla verildi. Daha sonra Enstitüsü Başkanı’nın talimatıyla 5 kişilik bir heyet Haberal’la ilgili bir rapor hazırladı.

TABURCU OLSUN 1 AY SONRA GELSİN

Kardiyoloji Ana Bilimdalı Başkanı Prof. Serin Yiğit başkanlığında Prof. Dr. Ceniz Çeliker, Prof. Dr. Vedat Sansoy, Prof. Dr. Tevfik Gürmen ve Doç. Dr. Cengizhan Türkoğlu’ndan oluşan 5 kişilik kurul oluşturuldu. 16 Ekim 2009 tarih ve 570 sayılı yazı ile oluşturulan bu kurul, Enstitüsü Müdürlüğü’ne hitaben 16 Ekim 2009 tarih ve 571 sayı numaralı bir rapor hazırladı. Raporda “5 kişilik kurul tarafından enstitümüzün 3. servisinde 304 numaralı odada yatmakta olan Mehmet Haberal’ın durumu değerlendirilmiş ve tıbbi tedavisine ayakta devam edilerek bir ay sonra kontrole gelmek üzere taburcu edilmesine karar verilmiştir” denildi.

AVUKATI: RAPORDAN HABERİMİZ YOK

Böyle bir rapordan haberi olmadığını belirten Haberal’ın avukatı Köksal Bayraktar “Bizim gerekli makamlara ilettiğimiz hastane onaylı raporlarda müvekkilim Mehmet Haberal’ın yatarak tedavi edilmesi gerektiği belirtiliyor. Sizin öne sürdüğünüz ‘taburcu edilsin’ raporundan haberimiz yok” dedi. Hastane yetkilileriyse açıklama yapmadı.

Tedavi olmayı reddetmiş!

Kendisi de doktor olan Prof. Dr. Mehmet Haberal, 18 Ağustos 2009 günü imzaladığı bir tutanakta, ritim bozukluluğu tedavisi için hekimlerin kendisine Elektrofizyolojik çalışmayı reddettiğini kabul ediyor. “Bu incelemenin gerekliği ve yapılmamasının getirebileceği riskler ve işlemin yapılmasının riskleri bana detaylı olarak anlatılmıştır” diyerek hekimlerin kendisine tedavi sürecine ilişkin bilgi verdiğini kabul eden Haberal, “İşlemin bütün detayları ve yan etkileri bana anlatılmıştır. Ancak ben bütün bu açıklamalara rağmen işlemin yapılmamasının getireceği her türlü sorumluluğu üstlenerek Elektrofizyolojik inceleme yapılmasını kabul etmediğimi beyan ederim” şeklinde beyanda bulunarak tutanağı imzalamış
aktifhaber

18 Aralık 2009 13:23
ORDUDA 33 ER KAVGASI
ETÖ savcısı olaya el atınca komutanlar birbirini suçladı. Çarpıcı bilgiler var..

1993’te OHAL Bölge Komutanı olan Özgen’in ihmalle suçladığı dönemin Malatya Jandarma Komutanı Ercan “Tedbir aldım, asıl sorumlular Bingöl ve Elazığ’da” dedi

Bingöl-Elazığ yolunda 16 yıl önce şehit edilen 33 erle ilgili dosyanın Ergenekon kapsamında yeniden açılması tartışmaları da beraberinde getirdi. Olayın gerçekleştiği tarihte bölgeden sorumlu olan Jandarma Genel Komutanı emekli Orgeneral Necati Özgen, önceki gün katıldığı NTV’de yayınlanan Canlı Gaste programında, 33 erin Malatya İl Jandarma Alay Komutanlığı tarafından eskortsuz yola çıkarıldığını belirterek kendisini savundu.

İŞTE NTV'DEKİ O PROGRAM... İZLEMEK İÇİN TIKLAYIN

Necati Özgen, 33 erin gönderilmesinden sorumlu olan Malatya Jandarma İl Komutanılığı’nın araçlara eskort sağlamayarak birinci derecede kusurlu olduğunu söyledi. “Acemi eğitimlerini tamamlayan askerler dağıtım için toplanma yerlerinden otobüslere bindirilmiştir” diyen Özgen, o dönem bölgedeki toplanma merkezlerinin Diyarbakır ve Malatya’da bulunduğunu ifade etti. Özgen, “Askerleri Malatya’dan yollayanlar eskort aracı vermemişler. 150 kilometrelik iki, iki buçuk saatlik bir yoldan bahsediyoruz. Havadan takip deniliyor ama dediğim gibi imkanlar kısıtlı. O zamanlar koca Güneydoğu’da 5 Sikorsky ve 2 taarruz” dedi. Askerlerin sevkinde Malatya’da güvenlik boşluğu yaşandığını tekrarlayan Necati Özgen, “Bu yüzden o dönem askerî mahkemede ‘ihmal’den yargılanan subaylar olduğunu ancak beraat ettiklerini” söyledi.

‘Örgüt ateşkes yapmamıştı’
PKK’nın o dönemde ateşkes yapmadığını da savunan Özgen,“Hain saldırıya 300-500 arası terörist katıldı. O bölgede o zamanlar 10 bin terörist vardı. Atekeş de söz konusu değildi” dedi.

Şoförlerin de PKK işbirlikçisi olduğunu da ileri süren Özgen, “Dikkatimi çeken bir şey var. Şoförler yolda birkaç kez durup telefonla bir yerleri aramışlar. Demek ki şoförler işbirlikçi” diye konuştu.

Can Dündar’ın “Olayın JİTEM ile ilişkisi var mı” sorusu üzerine ise Özgen, “JİTEM dedikleri insanlar da subay. Bizim subaylarımız” diyerek, önemli bir ifşaatta da bulunmuş oldu.

Emekli Albay Ercan: Sorumlu Bingöl
Necati Özgen’in açıklamalarına yanıt dün Canlı Gaste’ye katılan dönemin Malatya İl Jandarma Alay Komutanı Yaşar Ercan’dan geldi. Ercan, sorumlu olduğu 50 kilometrelik alanda gerekli güvenlik tedbirlerini aldığını belirterek, “Olayın Bingöl il sınırlarında meydana geldi. Sorumluluk Bingöl’de” dedi.

Konuşmasına şehit 33 erin ailelerine başsağlığı dileyerek başlayan Yaşar Ercan, kendisini şöyle savundu: “Konvoy o gün 04.55’te yola çıktı. Jandarma Genel Komutanlığı’nın direktiflerine göre biz de bir takım tedbirler aldık. Malatya’dan Elazığ’daki Kömürhan Köprüsü’ne kadarki 50 kilometrelik bir mesafe benim sorumluluk sahamdaydı. Bu mesafede iki (Çolaklı ve Kare) karakolumuz bulunmaktadır. Bu karakollardan beşer kişilik motorlu devriyeler yola çıkardık. Kritik yerlerde devriye yapacak beş kişilik birim ile yine beş kişiden oluşan ayrı bir gözetleme devriyesi görevlendirdik. Bu devriyeler güzergahta dolaşarak emniyeti sağlıyorlardı. Yola çıkarılan araçların plaka ve saatleriyle ilgili bilgileri de kriptolu bir mesajla Elazığ ve Bingöl’e geçtik.”

Can Dündar’ın, “Araçların içine neden silahlı asker bindirilmedi ve eşlik edecek eskort oluşturulmadı ” sorusu üzerine de emekli Albay Yaşar Ercan, şu yanıtı verdi: “Bizim sorumlu olduğumuz yolun bir kenarında devlet yanlısı İzol Aşireti, diyer yanında da Karakaya Barajı bulunuyordu. Yani alanımız güvenliydi. Benim bölgemde o güne kadar hiç terör hadisesi meydana gelmedi. Yola çıkardığımız araçlar bölgemden çıktıktan sonra, Elazığ’ı da geçip Bingöl sınırlarına girdiği sırada PKK’lılar tarafından önleri kesilip şehit edildi. ”
Emekli Orgeneral Necati Özgen’in “Malatya’dan eskortsuz gönderilmişler” sözünü ise “Komutanım yanlış bilgilendirilmiş olabilir. Biz, 1992 yılındaki Jandarma Genel Komutanlığı’nın talimatlarına göre tedbirlerimizi almıştık” dedi.

“O boşluğu PKK nasıl biliyordu”
33 er olayının ardından Ankara’dan Bingöl’e giden gazeteci heyetin içinde olan Murat Yetkin de önceki günkü programa telefonla bağlandı. Yetkin, o dönemde askerler tarafından verilen brifingde sorduğu sorunun cevabını alamadığını hatırlatarak sorusunu yeniden Necati Özgen’e sordu. Yetkin, kendisinin askerlerin bir askeri birlikten başka bir askeri birliğe teslimi sırasında yaşanan boşlukta PKK’lıların askerleri kaçırdığını sorduğunu ancak bir cevap alamadığını söyledi. Yetkin’in “sorun mu vardı yoksa istihbarat eksikliğinden mi kaynaklanıyordu” diye sorusunu tekrarlayınca Özgen “Bakın, bu BTR 60’lar var ya. Belli bir yere geliyorlar. Tekrar geri dönüyorlar. Buradan kalkıp oraya gitmiyor. Yolun ortalama yerine geliyor. Tekrar kendi yollarına gidiyorlar. Teröristler bunu görüyorlar. Orada bir boşluk oluşuyor.”

Yetkin’in “Bize komutanın anlattığı PKK’nın bu darbeyi bir birliğin diğer birliğe teslimi sırasında doğan boşlukta olduğuydu” açıklamasını hatırlatınca Özgen “Boşluk buydu. Onlar seyretmişler. Yarım saat herhalde fark eder. Bütün bu yolun kontrolüne nasıl asker dizeceğiz. O kadar araç mı var elimizde. Her gün bu olaylar oluyor. Yarım saatten az değildir” dedi. Yetkin’in “Yarım dakikkalık işlerdir bunlar” demesi üzerine Özgen “Doğru orada sivil otobüsler, vatandaşlar da var. Onları ayırıyorlar. İfadeler göre söylüyorum. Bunlar asker. Bu askerleri alıp götürüyorlar” dedi.

Yetkin’in “Ben bir sivil olarak bu boşluğun doğal olarak nasılsa olur denilmesini algılayamıyorum” dedi.

Askerî yargı: Katliama sebebiyet verdiler
Bingöl’deki 33 erin şehit edilmesiyle ilgili askerî yargı sürecinde dile getirilen iddialar olayın ayrıntıları hakkında çok çarpıcı bilgileri ortaya koyuyor. Olayla ilgili açılan soruşturma sonucu 8. Kolordu Komutanlığı Askerî Mahkemesi olayda ihmali olduğu tespit edilen Elazığ İl Jandarma Komutanı Jandarma Albay Hüseyin Yılmaz ve Bingöl İl Jandarma Komutanı Jandarma Albay Özcan Yarat’ın bir buçuk yıl hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar verdi. Diğer sorumluların ise beraatine hükmetti. Ancak Askerî Yargıtay 4. Dairesi iki Albay hakkındaki hükümleri sübut yönünden bozup, diğerleri hakkındaki beraat kararlarını onadı. Bu gelişme üzerine Askerî Başsavcılık karara itiraz etti. Başsavcılığın itirazını görüşen Askerî Yargıtay Daireler Kurulu iki Albay hakkındaki hapis cezasını bozup, dosyanın tekrar Askerî Mahkemeye gönderilmesine karar verdi. Dokuz sayfalık karar metninde 33 er olayının meydana geliş şekli ve ihmaller tek tek sıralanmasına rağmen, sorumlular hakkında verilen “büyük zararlar veren emre itaatsizlik suçu” değiştirilerek, daha hafif bir suç olan “görevi ihmal suçundan” iki albayın tekrar yargılanmasını istendi. Ancak tekrar görülmeye başlanan davada 10 Şubat 1999 tarihinde sorumluların tamamının beraat etti ve dosya kapandı. Askerî Yargıtay Daireler Kurulu’nun vermiş olduğu dokuz sayfadan oluşan bozma karar metninde, bugüne kadar kamuoyuna yansımayan çok çarpıcı bilgiler yer alıyor. İşte o karar metninden önemli başlıklar:

“Teröristler dört gün önce biliniyordu”
Bingöl İl J.K.lığına gelen İsth.Raporlarında 1993 yılı yaz döneminden itibaren terör örgütü tarafından stratejik bir konumda olan Bingöl İli ve çevre illere bağlantıları bulunan karayollarında yoğun eylemler planlandığı, amaçlarının bu yolların üzerinde kontrolü ele geçirmek olduğu... imkanlarına göre eskort vererek ya da araçların içine silahlı personel de yerleştirmek suretiyle bunları gidecekleri yere sevk ettirmesi gerekirken ilave hiç bir tedbir almadığı, bu hususta kendisine bağlı ast birliklerine de herhangi bir emir vermediği, dolayısıyla da yolun teröristlerce kesilip büyük bir katliama sebebiyet verilmesine yol açıldığı kanaatine varılmıştır.

“Zırhlı araç isteğine olumsuz yanıt”
Diyarbakır J.Asayiş K.lığının 17.3.1993 tarihli mesaj emri ile yol emniyeti için “açık ve zırhlı koruması olmayan araç gönderilmemesi” emri üzerine, İl J. Komutanı Alb.Özcan YARAT tarafından Bingöl İl Güvenlik K.lığından zırhlı araç isteğinde ve yol emniyeti için önerilerde bulunulduğu, bu isteğe, İl Güvenlik K. lığı tarafından olumsuz yanıt verildiği,

“Telefon çalışmıyordu, telsizin aküsü bitmişti”
Kuruca J.Karakolunun büyük telsizinin aküsü bittiğinden kapalı tutulduğu, küçük el telsizi ile muhabere yapıldığı, tanık beyanlarına göre onun da şarjının bitmek üzere olduğu, başka bir irtibat vasıtası olmadığı gibi, jeneratörünün de bulunmadığı, bu nedenle Malatya’dan en son sevkedilen ve teröristler tarafından yolu kesilen iki araç ile ilgili haberleşmenin sağlıklı bir şekilde yapılamadığı, nitekim, Kuruca J.Krk.komutanı tanık Astsb.Kaya YILMAZ’ın ifadesine göre, saat 17.50 sırasında nöbetçi heyeti tarafından durdurulan iki araçta er sevki yapıldığını öğrenmelerine rağmen durumu il merkez jandarma bölüğüne bildiremedikleri...

Kaynak: Taraf

3. Ordu Komutanından Ret

Erzincan'da dini çevrelere yönelik komploda ismi geçen 3. Ordu Komutanı Orgeneral Saldıray Berk, özel yetkili Erzurum Cumhuriyet Savcısı Osman Şanal'a ifade vermeyi reddetti. Şanal'ın, yazılı bir çağrı pusulası mı çıkaracağı yoksa Paşa'yı karargaha giderek dinlemeyi mi tercih edeceği merak ediliyor.

Ankara'da Seferberlik Tetkik Kurulu'nda kozmik büroların da bulunduğu bölümlerde arama yapılırken, Erzincan'da ise jandarma ve MİT'in de içinde yer aldığı bir soruşturma nedeniyle özel yetkili Erzurum Cumhuriyet Savcısı Osman Şanal tarafından bilgisine başvurulmak istenen 3. Ordu Komutanı Orgeneral Saldıray Berk'in adliyeye gelmeyi reddettiği öğrenildi. Orgeneral Berk, Savcı Şanal'ın bilgisine başvurmak üzere karargaha gelmesine de sıcak bakmadığı öğrenildi.

Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı İlhan Cihaner tarafından başlatılan Medine Vakfı'na yönelik operasyonlarda Ceza Muhakemesi Usulü Kanunu hükümlerine aykırı hareket edildiği tespit edilmişti.

BAKANLARI DİNLEDİLER

Savcı İlhan Cihaner'in Adalet Bakanlığı'ndan tam 2 yıl gizlediği soruşturma sürecinde Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş ve dönemin Enerji Bakanı Hilmi Güler'in de aralarında bulunduğu birçok ismin telefonunun yasadışı olarak dinlendiği ortaya çıkmıştı.

MİT'E OPERASYON

Usulsüzlüklerle ilgili soruşturma başlatan Erzurum özel yetkili cumhuriyet savcılığı, sahte tanık ve sahte deliller oluşturma iddiaları üzerine Erzincan İl Jandarma Alay Komutanı Albay Ali Tapan'ın ifadesi alınmış, Erzincan Jandarma İstihbarat Şube Müdürü Binbaşı Nedim E., İstihbarat Şube Müdür Yardımcısı Üsteğmen Ersin E. ve Astsubay Başçavuş Orhan E. tutuklanarak cezaevine konulmuştu. Savcı Osman Şanal tarafından aynı gerekçeyle Erzincan'da alınarak sorgulanan Erzincan MİT Şube Müdürü Ş.D. ile MİT mensupları S.B.İ. ve K.Ü. de tutuklanmıştı.

PAŞA'YA İKİ SEÇENEK

Savcı Osman Şanal, soruşturma çerçevesinde merkezi Erzincan'da bulunan 3. Ordu Komutanı Orgeneral Saldıray Berk'i de bilgisine başvurmak üzere Erzurum Adliyesi'ne davet etti. Osman Şanal ayrıca, Org. Berk'in Erzurum'a gelememesi durumunda, kendisinin Erzincan'a gelerek görüşme yapabileceğini belirtmişti.

CEVAP GELMEDİ

Ancak 3. Ordu Komutanı Orgeneral Saldıray Berk, 17 Aralık günü yapılan davete şu ana kadar olumlu bir cevap vermedi. Berk'in, soruşturmanın yürütüldüğü Erzurum Adliyesi'ne gitmeyeceğini söylediği öğrenildi.

SAVCININ TAVRI NE OLACAK

Bu gelişme üzerine Savcı Şanal'ın, Orgeneral Berk için yazılı bir çağrı pusulası mı çıkaracağı yoksa, 3. Ordu Komutanlığı karargahının bulunduğu Erzincan'a giderek, Orgeneral Berk'i dinlemeyi mi tercih edeceği merak ediliyor.

Komploya ismi karıştı

Gizli tanıklar, Erzincan Jandarma İstihbaratı ile MİT Bölge Başkanlığı'nın Erzurum Ağır Ceza Mahkemesi tarafından yürütülen soruşturmayı etkilemek için sahte delil ve sahte tanık ürettiklerini iddia etmişti. Tanıkların iddiasına göre, 3. Ordu Komutanı Org. Saldıray Berk, Erzincan Başsavcısı Cihaner ve İl Jandarma Alay Komutanı Albay Ali Tapan, İsmailağa Cemaati ile Fethullah Gülen cemaatlerinin terör örgütü kapsamına alınması için komplo hazırladılar. Aynı isimlerin, bazı kişilere 27 Ekim'de Erzincan Çatalarmut Barajı'nda bulunan silah ve mühimmatların Erzincan polisi tarafından depolandığı yönünde ifade vermeleri için teklifte bulundukları ve baskı yaptıkları iddiaları da ortaya atılmıştı.

Kaynak: Yeni Şafak

14 Ocak 2010 13:33
Haberal Ofis Kurdu...
Sefaya bak! Ergenekon'un sivil paşası Haberal, yattığı hastane odasının hemen yanı başında ofis açtı. Ofiste bekleyen Haberal'ın adamları terör estiriyor...
Ergenekon davasının tutuklu sanıklarından Başkent Üniversitesi eski Rektörü Prof. Dr. Mehmet Haberal'ın 17 Nisan'da tutuklandığı gün yatırıldığı İstanbul Üniversitesi Kardiyoloji Enstitüsü'ndeki sefasının ilginç boyutlara taşındığı ortaya çıktı. Haberal'ın, 270 gündür bulunduğu İstanbul Üniversitesi Kardiyoloji Enstitüsü'nün hemen yanı başına ofis bile açtığı tespit edildi.

Haberal'ın ‘kalp ritim bozukluğu' gerekçesiyle yattığı 304 numaralı odaya 20 metre uzaklıkta ve odanın camından rahatlıkla görülebilen Bakibey Sokak'taki ofiste, Haberal'ın 8-10 adamı sürekli nöbet tutuyor. Bakibey Sokak No: 1 adresindeki binanın giriş katındaki ofiste bulunan kimliği meçhul kişilerin, Haberal'dan gelen istekleri yerine getirdikleri tespit edildi. Avukatlık bürosuna benzeyen ofiste, masalar ve bilgisayarlar bulunuyor. Camlarına perdeler asılarak içerisinin görülmesinin engellendiği ofisten Haberal'ın bulunduğu oda oldukça rahat görülebiliyor. Öyle ki, Haberal'ın odasından bir işaret yapması ve adamlarının bunu görmemesi mümkün değil.

MAHALLE SAKİNLERİ KORKUDAN SES EDEMİYOR

İstanbul Üniversitesi Kardiyoloji Enstitüsü'nün etrafında bulunan çevre esnafı ve mahalle sakinleri de Haberal'ın adamlarından yaka silkiyor. Mahallede adeta terör estirdikleri ortaya çıkan Haberal'ın adamlarının, sokakta kafalarına göre adam çevirip kimlik sorgusu yaptıkları ve mahallelinin bu konudan oldukça rahatsız olduğu öğrenildi.

HASTA CAMDA HAVA ALIYOR!

Öte yandan Prof. Haberal'ın odasının karşısında bulunan binalarda oturan ismini vermekten çekinen bazı mahalle sakinleri, Haberal'ın arada bir cama çıkıp hava aldığını, kısa bir müddet etrafa baktıktan sonra içeri girdiğini ve perdelerini kapattığını ifade ettiler. Ayrıca sağlık durumu kritik olduğu iddia edilen Haberal'ın odasında bir bayan görüntülendi. Kahve içen bayanın gayet keyifli olduğu görüldü. Elinde kahve bardağıyla objektiflere yakalanan orta yaşlardaki kadın, uzun bir müddet Haberal'ın odasında bulunan diğer bir erkekle sohbet etti. Diğer taraftan Mehmet Haberal'ın oğlu Erkan'ın da sık sık babasını ziyarete geldiği, son ziyaretin ise geçtiğimiz salı günü gerçekleştirildiği tespit edildi.

HABERAL'IN ADAMLARI SABIKALI

Bilindiği gibi daha önce de Haberal'ın adamları Adli Tıp önünde gazetecilere saldırmış ve tartaklamıştı. Eski Rektör Prof. Haberal, sağlık kontrolü için Adli Tıp'a götürülüp getirilirken görüntülemek isteyen gazeteciler korumalardan dayak yemişti. Özel bir ambulansla getirilen Haberal, sağlık kontrolünün ardından tekrar İstanbul Kardiyoloji Enstitüsü'ne götürülürken, Haberal'ın 5 koruması, hastanede görüntü almaya çalışan basın mensuplarına saldırıp, kameramanları darp etmişti. Darp raporu alan gazeteciler, korumalardan şikayetçi olmuştu.

BÖYLE BİR DURUM DÜNYANIN HİÇBİR YERİNDE YOK!

Prof. Mehmet Haberal, 17 Nisan 2009'da Ergenekon soruşturması kapsamında tutuklanmasına rağmen 270 gündür cezaevine adım atmadı. Ayakta tedavi edilebileceği yönündeki doktor raporuna rağmen hastaneden çıkarılmayan Haberal'a çeşitli ayrıcalıklar da tanınıyor. Tutuklu koğuşu bulunmayan hastanede normal serviste yatırılan Haberal'ın odasının camına demir parmaklık bile takılmıyor. Üstelik Haberal'ın odası Kardiyoloji Enstitüsü'nün en ıssız sokağına bakıyor.

2 DEFA AĞIRLAŞTIRILMIŞ MÜEBBET HAPSİ İSTENİYOR

Prof. Dr. Mehmet Haberal'ın, ‘Ergenekon Terör Örgütü' soruşturması kapsamında hazırlanan üçüncü iddianamede, “Türkiye Büyük Millet Meclisi'ni ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme” ve “Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme” suçlarından 2 defa ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırılması talep ediliyor. Haberal'ın ayrıca ‘silahlı terör örgütü kurma veya yönetme' suçlarından da 15 yıldan 22.5 yıla kadar hapisle cezalandırılması talebinde bulunuldu.

Olay yerine giden muhabirimiz Üsame Karakış'ı ofisin önünde çeviren Haberal'ın adamları, “Kimsin sen? Burada neden dolaşıyorsun? Buralarda fazla dolaşma” diyerek gözdağı vermeye çalıştılar.

Kaynak: Vakit


Yusuf GEZGİN
yusufgezgin@aktifhaber.com
Haberal'ın Derinliği
14 Ocak 2010

Yakın bir zamana kadar Türkiye’de dokunulmaz-dokunulamaz meslekler ve kişiler vardı. Ama artık bu yıkıldı; ayrıcalıklı görülen kimseler ve meslekler de yargıya hesap verir hale geldi. Son yıllarda yargı önüne çıkmayan, mahkemelere hesap vermeyen ayrıcalıklı kimse kalmadı. Koca koca kuvvet komutanları gittiler ve savcılara ifade verdiler; mahkeme huzuruna çıktılar; sorgulandılar.
Sadece emekliler değil, görevdekiler, il jandarma alay komutanları alındılar ve kodese tıkıldılar. Şu sıralar görevi başındaki bir ordu komutanının savcılara ifade vermesi söz konusu.
Ama enterasan ve dikkati çekici bir şekilde birisine 1 yıldır dokunulamıyor, mahkeme huzuruna çıkarılamıyor. Bu şahıs tutuklama kararından önce gayet zinde, atletik, aktif iken, dava süreci başlayınca, ifade veremeyecek, hakim karşısına çıkamayacak kadar sağlık problemlerine sahip bir eleman oluverdi.
Bu ayrıcalık şahsın doktor olmasından kaynaklanabilirmiydi?
Hiç sanmıyorum.
Derin odakların elebaşı olarak gösterilen, ihtilal planlarıyla suçlanan Eruygur ve Tolon paşalar bile kodese girerken, Hilmi Özkök ifade verirken, hukuk hokkabazı eski bir yargıtay başsavcısı tıpış tıpış savcıların ayağına giderken, bu elemanın itina ile korunmasının başkaca önemli bir sebebi olmalıydı.
Haberal sıradan bir adam değildi. Bir hekim iken kısa sürede yoktan devasa bir servete ulaşmış, hastaneler, üniversiteler kralı olmuştu. İyi bir cerrahtı. Ama bunlar kendisine gösterilen hassasiyet için yeterli değildi.
Kahramanımız Kur’an ve hadisten dersler yapabilecek, ezbere ayetler okuyacak kadar kendisini yetiştirmiş mühtedi bir ailedendi, ama mühtedi olmak veya kripto özelliğini sürdürüyor(?) olmak ta tek başına bu korunmayı hak etmiyordu. Zira yine mühtedi bir aileden gelen Veli Küçük gibi kudretli bir paşa gıkı çıkmadan, delikanlıca hapiste yatıyordu; kendisine herhangi bir iltimas geçilmiyordu.
Akademisyenlik, entellektüel olma vs de bu ayrıcalıklar için yeterli sebep değildi; zira bir sürü aydın, entellektüel cezaevinde kuzu kuzu yatıyordu.
Cezaevi, hatta mahkeme yüzü görmeden lüks hastanelerde günlerini geçiren Haberal’ın uzaktan olmasına rağmen bir saatten fazla ifade veremeyeceğinin haberlere yansıması hakkındaki şüphe ve endişelerimi iyice depreştirdi.
Bu kadar korunan, himaye gören, yargıdan kaçırılan ve rahatı için büyük riskler alınan bir adam nasıl birisiydi?
Haberal Demirel’e çok yakındır, onunla istişareli harekete eder. Ecevitin bir sağlık mizanseniyle düşürülerek yeni bir hükümet kurulması ve DSP’nin ele geçirilmesi projelerinde Haberal moderator, hastanesi “üs” olarak kullanılmıştı.
Demirel’den sonra kimin cumhurbaşkanı olacağı tartışmaya açıldığında siyasi bir geçmişi ve devlet tecrübesi olmayan bu “seçkin” zat, iddialı bir cumhurbaşkanı adayı olarak gündeme getirildi; malum medyanın teveccühüne mazhar oldu.
Ergenekon tutukluları arasında medyanın en çok koruduğu, üzerinden duygu sömürüsü yaptığı kişi Haberal oldu.
Ergenekon davası sürecinde yurt dısından ve önemli masonik kurululşlardan başbakanlıpa- cumhurbaşkanlığına en fazla destek ve tahliye talebi gelen, dış odakların lehine devreye girdiği şahıs dikkati çekici bir şekilde Haberal olmuştur.
Öteden beri yazılarımda anlatmışımdır; Türkiyede darbelerin, toplumu maniple eden derin planların icracısı, takipçisi, görünür aktörleri silahlı guruplar ve kurumlar gibi görülüyorsa da, derin yapının beyni, karar vericileri asker kişiler değil, sivil kişilerdir. Derin faaliyelerin gizemli heyeti etkin, sivil kimselerden oluşmaktadır. Ama darbelerde, derin faaliyetlerde, millete yönelik eylem planlarında bu kimseler perde önüne çıkmazlar. Bu güçlü, sivil şahıslar silahlı-silahsız gurupları müşterek koordine eder ve yönlendiriler. Milletin aleyhine kurulmuş gayrı milli derin sistemin bozulmaması, korunması için hukuki, siyasi, askeri çözümler üretirler, yöntemler geliştiriler. Kurumları, gurupları, paramiliter yapıları, medyayı ve kamuoyu araçlarını bu hedef istikametinde planlar ve yönelendirirler.
Bütün bunlardan sonra Haberal’ın sıradan bir sivil, kendi haline bir profosör, etkili bir işadamı olabileceği pek makul ve mantıklı gelmiyor.
Haberal’ın uluslarası networka bağlı, derinlerin önemli bir aktörü, beyin takımından birisi olduğunu düşünmeden edemiyorum.
Yoksa neden bu kadar korunur ve itina görür ki?
aktifhaber

09 Şubat 2010
Sincan 1. Ağır Ceza Mahkemesi, YARSAV eski Başkanı Eminağaoğlu hakkında kovuşturma açılmasına yer olmadığına karar verdi.

Sincan 1. Ağır Ceza Mahkemesi, Yargıtay Cumhuriyet Savcısı ve Yargıçlar ve Savcılar Birliği (YARSAV) eski Başkanı Ömer Faruk Eminağaoğlu hakkında kovuşturma açılmasına yer olmadığına karar verdi.

Adalet Bakanlığı'nın başvurusu üzerine, Sincan Cumhuriyet Başsavcılığı, Eminağaoğlu hakkında, “yargı görevi yapanı etkileme”, “soruşturmanın gizliliğini ihlal” ve “Dernek ve Vakıflar'ın Kamu Kurum ve Kuruluşları ile İlişkilerine Dair Kanun'a muhalefet” suçlarından iddianame hazırlamıştı.

İddianameyi değerlendiren Sincan 1. Ağır Ceza Mahkemesi, Eminağaoğlu'na atılı suçlarla ilgili “delil bulunmadığı” gerekçesiyle kovuşturma açılmasına yer olmadığına karar verdi
aktifhaber

25 Şubat 2010 16:42
Danıştay Müfettiş Delillerini Sildi
Danıştay, Adalet Bakanlığı müfettişlerinin, hakim ve savcıları dinletmesiyle ilgili kararını açıkladı....
Danıştay Adalet Bakanlığı'nın itirazını kabul etmedi.. Danıştaydan çıkan karar: Hakim ve Savcıları Adalet Bakanlığı müfettişleri dinletemez

Adalet Bakanlığı müfettişlerine, hakim ve savcılar hakkında dinleme ve teknik takip yapma olanağı tanıyan Adalet Bakanlığı Teftiş Kurulu Yönetmeliğinin 98. maddesinin (ç) bendinin yürütmesini durdurldu...
aktifhaber

Megastar" ile aynı operasyonda gözaltına alınan gazeteci Bekir Saçar: "Tarkan'ı kayırdılar, bizi bodruma attılar"

03 Mart 2010 Tarkan ile aynı operasyonda gözaltına alınan magazin yazarı Bekir Saçar, Tarkan'a Narkotik Şube'de farklı uygulama yapıldığını iddia etti. Vatan gazetesine konuşan Saçar, şunları söyledi: "Spor salonunda koşu bandında koşarken polisler beni aldı. Evimde ve arabamda araba yapıldı ve uyuşturucuya rastlanmadı. Buna rağmen bana kelepçe takıldı, bağcıklarım alındı. Kulağımdaki küpeye kadar aldılar. Halbuki Tarkan hem içici olduğunu kabul etti hem de evinde mal bulundu. Ama o emniyet amirinin odasında kaldı. Özel battaniyeleri geldi. Yemekleri geldi, sigarası geldi, elbiseleri geldi. Biz ise 5 günü bodruma geçirdik. Sabah kahvaltısında yarım ekmek ile yanına bir tane karper peynir ve su verdiler. Şüphelilerden Murat Erdoğan şeker hastası ve kapalı yer fobisi var. 200 kilo adam nefes bile alamıyor. Tarkan'ı aldılar onu özel odaya almadılar." netgazete

10 Haziran 2010
Hıfzı Paşaya Kıyak Mı Yapıldı?
Genelkurmay Başkanlığı Adli Müşaviri Tuğgeneral Hıfzı Çubuklu hakkındaki soruşturma dosyası ayrılarak Milli Savunma Bakanlığı'na gönderildi

Çubuklu'nun Genelkurmay Adli Müşaviri olması nedeniyle hakkında soruşturma başlatılıp başlatılmayacağına Milli Savunma Bakanlığı yaptığı incelemenin ardından karar verecek.

Çubuklu'nun internete düşen ses kaydında, soruşturma savcısı tarafından istenen sanık Ahmet Zeki Üçok'un bilgisayarında bazı askeri şahıslarla birlikte belge temizliği yaptığı ileri sürülmüştü.

Öte yandan, şüpheli olarak ifadeye çağrılmasına rağmen gelmeyen Çubuklu'nun adının 11. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından kabul edilen iddianamede hiç geçmemesi dikkat çekti. aktifhaber

10 Haziran 2010
Paksütlere Neden Dokunulamıyor
Anayasa Mahkemesi Başkanvekili Osman Paksüt ve eşi Ferda Paksüt'e Ergenekon soruşturmasında çok ciddi delillerle suçlanmalarına rağmen dokunulamıyor

Yüksek Yargı’nın en kutsal kurumu Anayasa Mahkemesi’nde de hem Başkanvekili Osman Paksüt hem eşi Ferda Paksüt iki ayrı skandala bulaştı.

Ferda Paksüt, Ergenekon sanıkları arasında. Paksüt’ün “silahlı terör örgütüne yardım etmek” suçundan 9 yıldan 20 yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılması isteniyor. Ferda Paksüt’ün teknik takibine eşi Osman Paksüt de takıldı. Osman Paksüt’ün eşinin telefonundan 8 Ergenekon sanığına bilgi sızdırdığı 199 sayfalık raporla iletildi. Anayasa Mahkemesi, verdiği kararla Osman Paksüt’ün bilgi sızdırdığını tescilledi. Osman Paksüt’ün Org. Başbuğ’la kritik zamanlamayla gizli görüştüğü ortaya çıktı. Önce yalanlanan görüşme delillerin ortaya çıkması üzerine kabul edildi.

Kaynak: Star

HSYK'da Kardeş Kurtarma Operasyonu
06 Temmuz 2010

HSYK Başkanvekili Kadir Özbek'in, adı sahte ilaç ve reçete yolsuzluğuna karışan kurul üyesi Musa Tekin'in kardeşini polis ve adliyeden kurtardığı ortaya çıktı.
İhbar dilekçesiyle harekete geçen Adalet Bakanlığı müfettişlerinin tespitlerine göre, eczanesinde 2 milyon TL'lik sahte kupür ele geçirilen kardeş Bülent Tekin, gözaltına alındıktan kısa bir süre sonra elini kolunu sallayarak Emniyet'ten çıktı. Aynı operasyonda tutuklanan matbaa sahibi ve iki çalışanı ise ceza aldı.

Adalet Bakanlığı'na ulaşan bir şikâyet dilekçesi, gözleri Ergenekon soruşturmasının hakim ve savcılarına müdahale girişimleriyle gündeme gelen Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'na (HSYK) çevirdi. Dilekçede HSYK Asil Üyesi Musa Tekin'in adı sahte ilaç ve reçete yolsuzluğuna karışan kardeşi Bülent Tekin'i, yargılanmaktan HSYK Başkanvekili Kadir Özbek'in kurtardığı iddiası yeraldı. Dilekçe üze-rine harekete geçen Adalet Bakanlığı müfettişlerinin, Özbek'in, Ankara Emniyeti ve soruşturmayı yürüten savcıyı arayarak Tekin'i serbest bıraktırdığını tespit ettiği ileri sürüldü.

MATBAA SAHİPLERİ ELE VERDİ

Ankara Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü Mali Büro Amirliği ekipleri bir ihbarı değerlendirerek 2006 yılında Keçiören Kazım Karabekir Caddesi'nde bulunan bir matbaaya baskın düzenledi. Matbaada çok sayıda ilaç kutusu ve sahte kupür ele geçiren mali polis, soruşturmayı derinleştirdi. Emniyet güçleri, gözaltına alınan matbaa sahibi ve iki çalışanın verdiği bilgiler doğrultusunda Keçiören'de bir eczaneye daha baskın düzenlendi.

Baskında piyasa değeri 2 milyon TL tutarında sahte ilaç kutuları ve kupür ele geçirildi. Bunun üzerine eczane sahibi Bülent Tekin gözaltına alındı.

ÖZBEK'TEN EMNİYET'E TELEFON

İddialara göre, sorgulanmak üzere Mali Büro Amirliği'ne getirilen Bülent Tekin'in kim olduğu kısa süre sonra HSYK Başkanı Kadir Özbek'in İl Emniyet Müdürlüğü'ne telefon açması üzerine öğrenildi. Gözaltına alınan Bülent Tekin'in HSYK üyesi Musa Tekin'in kardeşi olduğunu söyleyen Özbek, konu hakkında bilgi aldıktan sonra soruşturmayı yürüten Cumhuriyet Savcısı'nın ismini aldı.

3 KİŞİ CEZA ALDI TEKİN KURTULDU

Cumhuriyet Savcısı ise, Bülent Tekin'in ifadesini kendisinin alacağını söyleyerek emniyetten serbest bırakılmasını istedi. Bu gelişme üzerine serbest bırakılan Tekin elini kolunu sallaya sallaya emniyetten ayrıldı. Matbaa sahibi ve 2 çalışan ise 2 gün gözaltında kaldıktan sonra, elleri kelepçeli adliyeye sevk edildi. Nöbetçi mahkemenin kararıyla tutuklanan matbaa sahibi ve 2 çalışanı, yaklaşık iki ay cezaevinde kaldı. Şüpheliler mahkemece, tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı. Yargılama sonunda bu 3 kişi çeşitli cezalara çarptırıldı. Bülent Tekin ise bu olaydan hiç bir ceza almayarak kurtuldu.

Savcıya sicil numarasını sordu

HSYK Başkanvekili Kadir Özbek, Erzincan Başsavcısı İlhan Cihaner Ergenekon kapsamında gözaltına alınırken de devreye girdiği ortaya çıkmıştı. Özbek'in, gözaltı işlemi sırasında, odada bulunan savcıları arayıp sicil numalarını sorduğu tespit edilmişti. Gözaltı sırasında Cihaner'le konuştuğu kamera kayıtlarına giren Özbek kendisini "Durum hakkında bilgi aldım" diye savunmuştu. Ancak, Cihaner'le bir gün önce telefonla konuşan Özbek'in, operasyondan haberi olduğu belirlenmişti. Cihaner gözaltına alındıktan sonra, soruşturmayı yürüten savcılar HSYK tarafından değiştirilmişti.

Yenişafak

Müsteşar Kızına Sınav Kıyağı

06 Ekim 2010
Bir sınav komedisi de Dış Ticaret Müsteşarlığı'nın (DTM) 2008 yılında dış ticaret uzman yardımcılığı sınavında yaşandı. Barajı aşamayan müsteşar kızına kıyak çekildi.

CHP'nin iddialarına göre müsteşarın kızı sınavda başarılı barajı aşamayınca adayların puanı 10 puan yükseltilmiş...

30 kişinin alınacağı sınavın yazılısında 43 kişi 70 ve üstü puan aldı. Müsteşarlık sınava giren tüm adaylara 10 puan ekleyerek 180 kişinin sözlü sınava girmesini sağladı. Konuyu TBMM gündemine taşıyan CHP Kırklareli Milletvekili Turgut Dibek, dönemin DTM Müsteşar Yardımcısı Abdullah Köten'in kızının yazılı sınavdan 63 puan alarak, 70 puan barajına takıldığını belirterek, "30 kişinin alınacağı sınavın yazılısında 43 kişi 70 ve üstü puan almıştır. Müsteşarlık sınava giren tüm adaylara 10 puan ekleyerek 180 kişinin sözlü sınava girmesi sağlanmıştır" dedi.

CHP Kırklareli Milletvekili Turgut Dibek, Devlet Bakanı Zafer Çağlayan'ın yanıtlaması istemiyle verdiği soru önergesiyle Dış Ticaret Müsteşarlığı'nın (DTM) 2008 yılındaki dış ticaret uzman yardımcılığı sınavıyla ilgili iddiaları TBMM gündemine taşıdı.

-ADAYLARA 10'AR PUAN EKLENDİ-

Sınavın ilanında "Yazılı sınavda başarılı olabilmek için en az 70 puan almak gerekmektedir" ibaresi bulunduğuna dikkat çeken Dibek, şöyle dedi:

"30 kişinin alınacağı sınavın yazılısında 43 kişi 70 ve üstü puan almıştır. Müsteşarlık sınava giren tüm adaylara 10 puan ekleyerek 180 kişinin sözlü sınava girmesi sağlanmıştır. Puan eklenme olayı DTM'nin internete koyduğu sınav sonucu Excel dosyasında mevcuttur. Alınan 30 kişinin 16'sı sınavdan 70 altı alan ve puan yükseltmesi sayesinde sözlü sınava girebilen kişilerdir.

Sınava girerek 70 puan üstü alan (puan yükseltmesi yapılmamış puan) ve mülakatta elenen Murat Tam ise Müsteşarlığı dava etmiştir. Dava açtıktan sonra Murat Tam, DTM'ye bağlı İMMİB'de işe başlamış ve davayı geri almıştır. Müsteşarlık 2009 yılında da 50 kişinin alımı için sınav açmıştır. Bu sınavda ilan edilen kadro sayısından daha az kişi (20 kişi) yazılı sınav barajını geçtiği halde (2008 yılındaki durumun tersine) Müsteşarlık yazılı sınav sonuçlarına ilave puan eklememiştir."

-"HANGİ GEREKÇEYLE PUAN YÜKSELTİLDİ"-

CHP'li Dibek, Bakan Çağlayan'a, şu soruları sordu:

"Sınav ilanında, 'yazılı sınavda başarılı olabilmek için en az 70 puan almak gerekmektedir" ibaresi bulunmasına rağmen tüm adayların puanını yükseltmeye yetkisi var mıdır? Hangi gerekçelerle kim 2008 yılında puanları yükseltmiştir?

2008 yılında alınacak 30 kişiye karşılık 43 kişi yeterli puan aldığı halde puan yükseltilmiş, 2009 yılında ise alınacak 50 kişiye karşılık 20 kişinin yeterli puanı almasına rağmen puan yükseltmesi yapılmamıştır. 2008 yılında yapılan puan yükseltme işlemi 2009'da neden yapılmamıştır?

2008 yılındaki sınava giren adayların yazılı ve sözlü sınav puanları ne kadardır?

-"MÜSTEŞAR YARDIMCILARINDAN BİRİNİN KIZI SINAVA GİRMİŞ MİDİR?"-

2008 yılında Müsteşar yardımcılarından birinin kızı sınava girmiş midir? Sınava girdiyse, yazılı ve sözlü sınavlardan kaçar puan almıştır? Sınavı kazanarak uzman yardımcısı olmuş mudur?

2008 yılında puan yükseltilmesi yapılması, 2009'da ise ilan edilen kadrodan az kişi sınavı kazanmasına rağmen puan yükseltilmesi yapılmamasının sebebi Müsteşar yardımcısının kızının kuruma alınması mıdır?

2008'deki sınav ile ilgili dava açan Murat Tam şu anda iddia edildiği gibi İMMİB veya DTM'ye bağlı başka bir yerde çalışmakta mıdır? Murat Tam'ın davasını geri çekmesi sayesinde işe alındığı doğru mudur?"

-"YAZILI SINAVDA 113. SIRADA YER ALAN MÜSTEŞARIN KIZI SÖZLÜ SINAVDA 25. SIRADAN KURUMA ALINDI"-

CHP'li Dibek, o dönemde DTM Müsteşar Yardımcısı'nın Abdullah Köten olduğunu belirterek, "Köten'in kızı Emine Elçin Köten yazılı sınavdan 63 puan almıştır. Müsteşarın kızı sınavın 70 puan barajına girememesi nedeniyle tüm adayların puanları 10'ar puan yükseltilmiştir. Yazılı sınavda 113. sırada olan Emine Elçin Köten'in puanı 73'e çıkmıştır. Sözlü sınav sonrasında Müsteşarın kızı 25'inci sıradan kuruma alınıyor" dedi.

milliyet

56 bin 812 tutuklu
Şamil TAYYAR
stayyar@stargazete.com
11 Ekim 2010

12 Haziran 2007 günü Ümraniye’deki bir gecekonduda başlayan Ergenekon sürecinde tam 40 ayı, başka bir ifadeyle 3 yıl 4 ayı geride bıraktık. Balyoz ve Erzincan’daki davayı da eklersek birbiriyle ilintili veya benzer içerikte 9 ayrı iddianame tanzim edildi. Ayrıca devam eden soruşturmalar var.

Yurt içinde ve yurt dışında Ergenekon sürecine yönelik eleştirilerin başında, tutukluluk süresi geliyor. Bugün bu mevzuu biraz açmak istiyorum. Aradan geçen 40 ay böyle bir değerlendirmeyi zorunlu kılıyor.

Önce şu tespiti yapmalıyım. İlk günlerde “iddianamenin geciktiği” serzenişi vardı, bu yakarış zamanla “tutukluluk süresi” üzerinde yoğunlaştı. Buradaki temel kaygı, hukuki değil dava üzerinde psikolojik baskı kurmaktır. Bir nevi, kuşatma halidir.

Zira, uzun tutukluluk süresi, istisnai durumlar hariç hantal yargı sisteminin doğal sonucudur. Böyle bir tabloda, yılların stokladığı siyasi tasarrufların yanı sıra önüne gelen her dosyayı davaya dönüştüren, davaları gereksiz şekilde uzatan yargıçların da sorumluluğu vardır.

Niyetim, burada suçlu aramak değildir. Sorunun Ergenekon süreciyle hortlamadığını, yargının kronik sorunu olduğunu izah etmeye çalışıyorum. Şükür ki, Ergenekon’daki kimi “Beyaz Türkler” sayesinde yargının bu kötürüm hali sorgulanır oldu.

Bu da Ergenekon’un bir hayırlı kazanımıdır.

Çifte standart

30 Eylül 2010 itibariyle cezaevlerinde toplam 120 bin 360 hükümlü ve tutuklu bulunuyor. Bunların 56 bin 812’i tutuklu. Tutuklular ikiye ayrılıyor. 35 bin 843 kişi hakkında henüz mahkeme kararı verilmemiş, 20 bin 969 kişi hakkında yerel mahkemede hüküm verilmiş ancak dosyaları Yargıtay’da.

Cezaevindeki her iki kişiden birinin tutuklu olduğu bir ülkede gerçek adaletten söz edilebilir mi? Elbette hayır. Ne var ki, Türkiye’nin bu kanayan yarası, Ergenekon sayesinde pansumana tabi tutuldu. Hep şöhretli isimleri andık ama 12 Haziran 2007 günü Ümraniye’deki baskınla gözaltına alınan, daha sonra tutuklanan ve hala cezaevinde bulunan Mehmet Demirtaş’ı hatırlayan var mı?

Bombaların bulunduğu evin sahibi olan Demirtaş, tam 40 aydır içeride. Bombaların sahibi olduğu iddia edilen emekli astsubay Oktay Yıldırım’ın Kilis’teki erlerinden biridir. Şu anda cezaevinde en uzun süreli tutuklu bulunan sanıktır. Tüm sanıklara isnat edilen suçlar kategorik olarak ayrılsa alt sıralara düşer ama hala içeridedir.

Demirtaş ve onun gibilerin yargılandığı bir dava olsa, tutukluluk süresi, hiç kimsenin, daha doğrusu elit bürokrasi ve yandaşlarının dikkatini çekmezdi. Bakın, 56 bini aşkın tutuklu varken hangisinin sorunu medyaya malzeme oldu, hangi yargı derneği ayağa kalktı, hangi siyasetçi demeç verdi?

Elbette bu çifte standart, bu sorunu görmezlikten gelinmesine gerekçe oluşturamaz. Türkiye, bu kanayan yarasına çare bulmalıdır.

İstisnai olmalı

CMK’nın 102. maddesine göre; ağır ceza mahkemesinin görev alanına girmeyen işlerde tutukluluk süresi 1 yılla sınırlıdır, mahkeme en çok 6 ay uzatabiliyor. Dolayısıyla tutukluluk süresi 1,5 yılı geçmiyor. Ağır ceza mahkemesinde görülen davalarda ise tutukluluk süresi en fazla 2 yıl, uzatma süresi ise 3 yıldır. Böylece ağır cezada tutukluluk süresi 5 yıla çıkarılabiliyor.

Bu düzenleme 17 Aralık 2004 tarihinde Resmi Gazete’de yayınlanan CMK içinde yer aldı ama 31 Aralık 2010’da yürürlüğe giriyor. Altını çizmekte yarar var, bu hüküm yanlış yorumlanıyor, yılsonunda 2-3 yıldır tutuklu bulunanların resen tahliye olacakları söyleniyor ama doğru değildir. Yukarıda belirttiğim gibi, tutukluluk süresi 5 yıla kadar uzatılabiliyor. 5 yıldır içeride bulunan Ergenekon sanığı yoktur.

Tabi bu hüküm, istisnai durumlar için geçerlidir. Yasama ne tür kanun çıkarırsa çıkarsın asıl top hükümleri uygulayan yargıdadır. O nedenle, TBMM İnsan Hakları Komisyonu Başkanı Prof. Dr. Zafer Üskül’ün şu sözlerini çok önemsiyorum: “Yargıçlarımız AİHM kararlarında ortaya konan kriterlere uydukları oranda ülkemizde tutuklamayla ilgili bu tür iddialar, tümüyle ortadan kalkmasa bile çok büyük oranda azalabilecektir.”

Haklıdır.

Tutukluluk süresi, adil yargılanma hakkının ihlaline dönüştürülmemelidir. 5 yılda karara bağlanamayacak bir davada sanıkları 5 yıl boyunca tutuklu bulundurmak adalet olmaz. Bu temel prensip, sadece Ergenekon sanıkları için değil cezaevlerindeki 56 bin 812 tutuklu için geçerli olmalıdır.

Üstün hukuk

Tahliye kararları ise statüye, üniformaya, postala, cüzdana, telefona göre şekillendirilmemelidir. İsnat edilen suçlar bakımından daha yukarıda olduğu halde General Çetin Doğan’ın serbestçe dolaştığı ve Prof. Dr. Mahmet Haberal’ın cezaevine bile konamadığı bir atmosferde; hakkındaki suçlama sadece Oktay Yıldırım’a ait olduğu iddia edilen bombaları evinde saklamak olan Mehmet Demirtaş’ı 40 ay içeride tutarsanız adalet duygusu incinir.

Buna “hukukun üstünlüğü” denmez, “üstünlerin hukuku” denir.

Kimlerin yararlanacağına bakmaksızın, yargı bu sorunu kendi içinde çözemiyorsa, siyaset kurumu sürece müdahale etmeli, 56 bin 812 tutuklunun hukukunu mercek altına almalı ve gerekiyorsa kanun çıkarmalıdır.

Bu arada yargı kendi iç hesaplaşmasını yapmalıdır. “Beni kuşatıyorlar” safsatasından kurtulup içindeki zehri kusmalıdır.

Çünkü canavar içinde...

Haberal Davasında Skandal
02 Kasım 2010
Ergenekon davasında Savcı Mehmet Ali Pekgüzel'den ilginç açıklama....
Savcı Pekgüzel: Haberal ile ilgili rapor mahkemeden gizlenmiştir

Ergenekon davasında Savcı Mehmet Ali Pekgüzel,İstanbulÜniversitesi Kardiyoloji Ana Bilim Dalı Başkanlığı tarafından sanık Mehmet Haberal'ın 2009 yılında ayakta tedavi görebileceğine ilişkin 5 uzman doktorun imzasıyla bir rapor düzenlendiğini, ancak bu raporun mahkemeden gizlendiğini belirtti. Savcı Pekgüzel, sorumlular hakkında suç duyurusunda bulunulmasını talep etti.

İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülenErgenekondavasının bugünkü duruşması Savcı Mehmet Ali Pekgüzel, tutuklu sanıklardan Mehmet Haberal hakkında Adli Tıp KurumuBaşkanlığı tarafından mahkemeye cevabi yazı gönderildiğini hatırlattı.

Pekgüzel, gönderilen yazı ile 16 Ekim 2009 tarihinde Kardiyoloji Ana Bilim Dalı Başkanlığı tarafından tedavisinin ayakta yapılabileceğine ilişkin 5 uzman doktor tarafından bir rapor oluşturulduğunun anlaşıldığını ifade etti.

Bu raporun mahkemeye 28 Ekim 2010 tarihinde, savcılık makamına ise henüz ulaştığını belirten Pekgüzel, "Bu rapor mahkemenizden gizlenmiştir. Raporu gizleyen ilgililer hakkında suç duyurusunda bulunulmasını talep ediyoruz." dedi.

Mahkeme heyetine başkanlık yapan hakim Hasan Hüseyin Özese de bu konudaki talebin, 5 Kasım 2010 Cuma günü yapılacak olan duruşmada değerlendirilmesine karar verdiklerini açıkladı. Özese, Arif Doğan'ın İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'na verdiği ifadelerin istenmesinin kararlaştırıldığını kaydederek duruşmayı 4 Kasım'a erteledi. aktifhaber

Türkiye'de Tutuklulara Yapılan Ayrımcılık !

Ergenekon sanığı Mehmet Haberal, sağlam raporu olmasına rağmen 1 gün bile cezaevinde yatmazken, hayalî örgüt üyesi Cengiz Sarıkaya felçli ve başkasının yardımına muhtaç olmasına rağmen tam 11 yıl 157 gün hapiste yatırıldı.

15 Kasm 2010
Anadolu Haber

Türkiye`de tutuklu sanıklara yapılan ayrımcılık gözler önüne serildi...

Ergenekon sanığı Mehmet Haberal, “sağlam” raporu olmasına rağmen 1 gün bile cezaevinde yatmazken, hayalî örgüt üyesi Cengiz Sarıkaya “felçli” ve “başkasının yardımına muhtaç” olmasına rağmen tam 11 yıl 157 gün hapiste yatırıldı.


Gözaltındayken sağ tarafı tamamen felçli hale gelen ve kafasından aldığı darbe sonucu konuşma güçlüğü çeken hayali İslami Hareket Örgütü üyesi Cengiz Sarıkaya, 11 yıl 157 gün boyunca felçli olarak cezaevinde kalmıştı. Tahliyesinden 2 yıl sonra 35 yaşında vefat etti.

Ergenekon Terör Örgütü soruşturması kapsamında tutuklanan Mehmet Haberal ise, sağlık durumunun ‘ayakta tedavi edilebilecek` olduğuna yönelik doktor raporlarına rağmen, 581 gündür Silivri Cezaevi`ne gönderilmiyor.

CENGİZ SARIKAYA, CEZAEVİNDE SAĞLIĞINI KAYBETTİ!

Cengiz Sarıkaya, 5 Temmuz 1993 tarihinde Bursa`da gözaltına alındı ve İstanbul`a getirildi. Kafasından aldığı bir darbe ile beyin travması geçirdi. Kartal Devlet Hastanesi`ne kaldırılan Sarıkaya, hastanede polis nezaretinde bitkisel hayat yaşadı.

KOMADA GIYABİ TUTUKLAMA KARARI ÇIKTI

Altı ayı aşkın bir süre komada kaldı, konuşmadığı ve şuuru yerinde olmadığı halde hakkında gıyabi tutuklama kararı verildi. Giyabi tutuklu, felçli ve komadan yeni çıkmış Sarıkaya, sedye ile Bayrampaşa Özel Tip Cezaevi`ne bırakıldı ve oradan cezaevi hastanesine konuldu. Savcı sağlık durumunu dikkate alarak tahliyesini istedi. Mahkeme tahliye etmedi. El ve göz işaretleriyle yapılan duruşmada Sarıkaya`nın gıyabi tutuklanması vicahiye çevrildi.

SARIKAYA`NIN SAĞ KOLU FELÇ

Sağmalcılar Devlet Hastanesi Nöroloji Uzmanı Dr. Cihat Örken tarafından hazırlanan 2 Aralık 1993 tarihli raporda; Cengiz Sarıkaya`nın sağ kolunun felç olduğuna dikkat çekilmişti.

Raporda; “Sarıkaya; 27.9.1993 tarihinde hastanemize sevk edilerek yatırılmıştır. Yatışında sağ hemiparezi ve global afazisi mevcut olan hastanın durumunda oldukça yavaş seyreden bir düzelme gözlenmekte, destekle kısa süreli ayakta durabilmekte, sağ kolunu fonksiyonel olarak kullanamamaktadır. Afasizi kısmen düzelen hasta, basit emirleri anlayabilmekte, okuduğunu anlamakta, yazdığı tek tük sözcüklerle bazı isteklerini anlatabilmektedir. Ancak sözlü ifade etme yeteneği tama yakın bozuk olan hastayla bu nedenle anlamlı bir iletişim kurmak oldukça güçtür” deniliyor.

ORGANİK AKIL BOZUKLUĞU BULUNUYOR

Cezaevinde dengesini kaybederek sıcak suyun içine düşen Sarıkaya`nın vücudunda ileri derecede yanıklar oluştuğu Metris Cezaevi tabibi Metin Semizer tarafından belgelenmişti.

2 Şubat 1999 tarihinde hazırlanan raporda; şu ifadelere yer verilmişti: “Cengiz Sarıkaya isimli tutuklu, organik akıl bozukluğu bulunan ve sık sık geçirdiği depresif ataklarla gerek konuşma, gerekse yürüme ve oryantasyon bozuklukları içinde. Tedavisi devam etmekte iken 1.2.1999 tarihinde vücudunda ikinci derece ve geniş alanı kaplayan kol ve gövde yanıklarıyla tabipliğimize başvurmuş olup, yedi gün istirahatı uygundur. Tedavisi düzenlenmiş olup, durumunu bildiren rapordur.”

DOKTOR RAPORUNA RAĞMEN İDAM

Sarıkaya`nın felçli oluşu ve konuşamaması nedeniyle ancak yedi yıl sonra, mahkemede sorgusu yapılabildi. Duruşmada “sözlerinin zor anlaşıldığı, anlamsız beyanlarda bulunduğu, ayakta zor durduğu için sorgusunun oturarak yapıldığı” mahkemece tespit edildi. Buna rağmen, Cengiz Sarıkaya`nın idamı istenmiş, daha sonra cezası müebbet hapis cezasına çevrilmişti.

BU DA TUTUKLU SANIK MEHMET HABERAL

Ergenekon Terör Örgütü soruşturması kapsamında 17 Nisan 2009`da tutuklanan, tutuklandığı gün rahatsızlandığı iddiasıyla İstanbul Üniversitesi Kardiyoloji Enstitüsü`ne kaldırılan Prof. Dr. Mehmet Haberal, sağlık durumunun ‘ayakta tedavi edilebilecek` olduğuna yönelik doktor raporlarına rağmen, 581 gündür Silivri Cezaevi`ne gönderilmiyor.

Prof. Dr. Haberal`ın sorgusu, ikinci Ergenekon Terör Örgütü davasının 50. duruşmasında, İstanbul Üniversitesi Kardiyoloji Enstitüsü`nde video konferans yöntemiyle yapıldı. Prof. Dr. Haberal, tedavi gördüğü hastanedeki yatağının kenarında oturarak savunmasını yaptı.

YENİ AKİT


Bir darbe planından söz edeceksiniz, Masonlardan söz etmeyeceksiniz
Abdurrahman DİLİPAK
3 Ocak 2011

Darbelerde parlamento, parti, vakıf, dernek, sendika, hepsi kapatılır. Kapatılmayan tek kurum vardır. O da Mason locaları.

Ve ilk oluşturulan ara rejim hükümetinde Bakanlar Kurulu’nun üçte iki üyesi Mason locasından oluşturulur.

Bu Ergenekon, Balyoz davası ile ilgili benim anlamadığım bir şey var. Darbe İstanbul’da değil, Ankara’da yapılır ama bu işin ucu bir türlü Ankara’ya uzamıyor. İkincisi; içinde Masonların olmadığı bir darbe planı olamaz ama bu işin ucu localara bir türlü uzamıyor.

Tam da “uzamıyor” derken, ilk haber geldi: 33 dereceli masonların yer aldığı Türkiye Yüksek Şûrası ile Ergenekon arasında bir bağlantı daha ortaya çıktı. Şûra'nın resmî adı olan Türkiye Fikir ve Kültür Derneği'nin, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği ve Çağdaş Eğitim Vakfı'ndan bursları kesilen PKK'lı öğrencilere kucak açtığı belirlenmişti. Şimdi de, son iddianamenin sanıkları arasında bulunan emekli Deniz Albay Aydın Ortabaşı'nın, üst düzey bir mason olduğu anlaşıldı. İddianamede, ÇYDD'den burs alan kız öğrencilerle askerî öğrencileri buluşturmakla suçlanan Ortabaşı, Şûra'nın yönetimi altında bulunan 31 dereceli bir mason. Aynı zamanda locanın Yüksek Haysiyet Divanı üyesi. 2009 yılı Masonik Hizmet Ödülü'nün de sahibi. Yüksek Şûra tarafından verilen ödülün gerekçesi ise ilginç: "Gölcük ve civarında kız öğrencilerin eğitimi konusundaki hizmetleri."

Hani subaylar derneklere üye olamazdı?. Bunlara yasa işlemiyor. Darbeci bir subay loca üyesi ise ona kim ne diyebilir ki!

Bu iş locaya ve Ankara’ya uzanmadan işin aslını öğrenemeyeceğiz.. Hâlâ birileri süreci kontrol ediyor.. Örgütün teslim olmama sebebi de bu..

Haberal olayı bu konuda bir turnusol kağıdı görevi yapıyor..

Çetin Doğan’ın da sembol bir rolü var mesela.. Çevik Bir de öyle..

Çevik Bir suçlanmıyorsa Çetin Doğan’ı niçin sorguluyorsunuz?.

Çetin Doğan darbe planı yapmış, Kenan Evren darbe yapmış..

Çevik Bir de “post modern bir darbe” yaptıklarını söylemedi mi?

Yasa önünde herkes eşit olmalı. Bu ikilem insanı düşündürmüyor değil..

Birileri bu çelişkilere bir açıklama getirmeli..

Eğer bu olaylar bu noktaya getirildikten sonra bu işin üstü örtülürse, bu ülkeye de, millete de yazık olur.. Hatta eğer suç yok idi ise bu sorgulama, bu işi gündeme getirenler ve sorgulamayı yapanlara yönelir. Eğer bu sorgulama sürecekse, o zaman bu iş burada kalamaz..

Parlamentonun, iktidarın ve yargının bu konuda üzerine düşeni yapması gerek..

Kurunun yanında yaş da yanmamalı.. Birileri cezalandırılırken aynı suça iştirak eden birileri himaye görmemeli.

Darbeyi bir kanser hücresine benzetirseniz, Ankara dışındaki komplikasyon alanları, metestaz alanlarıdır.. Asıl kanser hücresini almadan bu hastalıktan kurtulmak mümkün değil.

Bataklık kurutulmadan, sivrisineklerle baş edemezsiniz.

Hâlâ Kozmik Odanın sırrı ortaya çıkartılmadı.

İki kamyon el bombasının sırrı çözülmedi.

Hal böyle olunca hâlâ birileri, Malatya İnönü Üniversitesi Eczacılık Fakültesi örneğinde olduğu gibi, ikna odaları kurma hayalleri kurabiliyor.

Hiçbir şey yapılmıyor değil. 28 Şubat’ın mirası olan Başbakanlık Takip Merkezi tasfiye edildi en son ama, sanırım bu konuda daha hızlı hareket etmek gerekecek..

JİTEM yapılanması hâlâ devam ediyor.. Kaldı ki tek sorun JİTEM de değil. O JİTEM kadrosunda görevli silahlı 10.000 kişilik gizli ordu çalışanları için de bu süreç son derece rahatsız edici.. Belirsizlik, korku, kaygının beslediği bir tedirginliğin o insanların beyninde sebeb olduğu tahribatın aile çevresi üzerindeki yansımaları bile rahatsız edici.

Birilerinin artık bir dönemin bittiğinin farkına varması gerek. Haberal’dan sonra sıranın Ankara’ya gelmesi gerek artık. Bu, İstanbul’da işlerin bittiği anlamına gelmiyor.. İş dünyası ve media, bazı emekli ve muvazzaf paşalarla ilgili olarak İstanbul hâlâ önemli ve burada daha yapılacak çok iş var.

Kritik eşik aşılmış olsa da, artık geri dönüş mümkün olmasa da, daha işin başındayız.

Yeni Akit

YAŞ Kararına Zafiyet Tepkisi
07 Ağustos 2011
Balyoz davası kapsamında tutuklanan 14 generalin Yüksek Askerî Şura'da (YAŞ) görev sürelerinin 1 yıl uzatılıp yeni görevlere atanması 'zafiyet' tartışması başlattı.
Atamaları "Tutuklu komutanlar yeni vazifelerini nasıl icra edecek?" şeklinde eleştiren hukukçu emekli askerler, tutuklu generallerin gidemediği görev yerlerinde zafiyet yaşanabileceğine dikkat çekiyor.

Uygulamayı 'çok yanlış' bulduğunu belirten emekli Askerî Hâkim Veysi Savaş, komutanların derhal emekliye sevk edilmeleri gerektiğini vurguluyor. Emekli Askerî Hâkim Yusuf Çağlayan ise tutuklu generallere çifte standart uygulandığı görüşünde. YAŞ'ta, Tuğg. Hakan Akkoç, Brüksel'deki NATO Karargâhı'na, Korg. Nejat Bek, Genelkurmay ATESE Başkanlığı'na, Korg. Mustafa Özarslan ise Kara Kuvvetleri Komutanlığı Denetleme ve Değerlendirme Başkanlığı'na getirildi.

Balyoz davası kapsamında tutuklanan 14 generalin Yüksek Askerî Şûra'da (YAŞ) görev sürelerinin 1 yıl uzatılıp yeni görevlere atanması 'zafiyet' tartışmasını da beraberinde getirdi. Halen Hasdal Askerî Cezaevi'nde bulunan Balyoz tutuklusu Tuğgeneral Hakan Akkoç, Brüksel'deki NATO Karargâhı'nda Türk Askeri Heyeti (TNR) Başkanlığı'na atanırken Kara Kuvvetleri Eğitim ve Doktrin Komutanlığı (EDOK) Destek Eğitim Komutanı Korgeneral Nejat Bek Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt (ATESE) başkanı oldu. Yine aynı davadan tutuklu bulunan 8'inci Kolordu Komutanı Korgeneral Mustafa Korkut Özarslan ise Kara Kuvvetleri Komutanlığı Denetleme ve Değerlendirme başkanlığına getirildi. Söz konusu atamalara tepki gösteren emekli askeri hakimler, yapılan uygulamanın görev zafiyetine sebep olacağını anlatıyor. "Darbeye teşebbüs ' suçlamasıyla yargılanan isimler derhal emekli edilmeliydi." diyen hukukçular, daha önce 'disiplin suçu' sebebiyle ordudan atılan subaylara dikkat çekiyor. Hukukçular, Balyoz sanıklarına ayrıcalık tanındığı anlatıyor.

İşte askerî hukukçuların görüşleri:

Emekli Hâkim Yarbay Veysi Savaş: Bu generallerin derhal resen emekli edilmeleri gerekiyordu. Çünkü TSK'da en basit bir suçlamada veya tutuklamada askeri personel ya görevden uzaklaştırıldı ya da resen emekli edildi. Maalesef bu süreçte söz konusu generaller olduğu için gerekli yasal uygulamalar yerine getirilmiyor. Tutuklu komutanlara bir yıl uzatma vererek farklı yerlere atamasının yapılması son derece yanlış bir uygulama. Temditli komutanların atanmasının yapıldığı yerlerde gö


En son Ekim tarafından Pzr Mar 07, 2010 10:32 pm tarihinde değiştirildi, toplam 2 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder
Ekim



Kayıt: 21 Arl 2007
Mesajlar: 2634
Konum: Kanada

MesajTarih: Cum Şub 12, 2010 1:02 am    Mesaj konusu: 'Ben Amerikalıyım ulaaan' Alıntıyla Cevap Gönder

İyi değerlendirme
Ahmet ALTAN
ahmetaltan111@gmail.com
8 Nisan 2010

Bu laflar ne laflar hey Allahım.

Balyoz soruşturmasında 25 generali gözaltına almak için karar veren savcıları görevlerinden çeken Başsavcı, bağımsızlığıyla övünüyor önce.

“Bana kimse emir vermedi, veremez.”

Arkasından bu kararı tek başına aldığını açıklayıp nedenini de söylüyor.

“Gözaltına alınması istenen subayların 78’i muvazzaf... Bunların yirmi beşi general rütbesinde... Böyle bir yakalama ve gözaltı kararının yol açacağı sonuçların iyi değerlendirilmesi gerekir.”

Başsavcı, generallerin gözaltına alınmasını “iyi” değerlendirmiş ve operasyonu durdurmuş.

Peki, neye göre değerlendirmiş bunu?

Yargının önemli bir parçası olduğuna göre “hukuka ve yasalara” göre değerlendirmiş olmalı.

Peki, bizim hukukumuzda “25 general gözaltına alınırken iyi değerlendirilmeli” diye bir madde var mı?

Şike skandalında “yirmi beş futbolcu” gözaltına alınırken Başsavcı “iyi değerlendirme” yapıyor mu yoksa yasanın emirlerine mi uyuyor?

Gözaltına alınması gerektiğinde “başsavcının ve savcıların” mutlaka “iyi değerlendirme” yapması gereken insanlar kimler?

Hangi meslek grubu, “bizim yirmi beşimizi de alamazlar, iyi değerlendirme yapmaları gerekir” gibi bir güvenceye sahiptir bu ülkede?

O yirmi beş kişi “muvazzaf generaller” olmasaydı başsavcı gene de “iyi değerlendirme” yapacak mıydı?

Niye emekli generalleri gözaltına alırken “iyi değerlendirme” yapmadılar?

Hukukumuz, “emekli generalleri gözaltına alabiliriz ama görevde bulunan generalleri gözaltına almadan önce iyi değerlendirip vazgeçelim” mi diyor?

Ne oldu Anayasa’nın “eşitlik” ilkesine?

Eşitlik ilkesine aykırı davranmak, zanlılara “mesleklerine ve görevlerine” göre davranmak hukuka uygun mu?

Peki, başsavcı bu kararı ve bu açıklamasıyla Anayasa’nın eşitlik ilkesini çiğnemiş olmuyor mu?

Çiğnemiş oluyor.

Anayasa’yı çiğnemek suç mu?

Suç.

Başsavcı operasyonu durdururken “iyi değerlendirdiğini” sanıyor ama bence fevkalade “kötü değerlendirmiş” ve açıkça suç işlemiş.

Bu suçu da itiraf etmiş.

Böyle giderse, bugün “yargı sisteminin” içinde bir yere sahip olan epeyce insanı ilerde “sanık sandalyesinde” göreceğiz.

Çünkü bu ülkede kimin yargılanacağını “hukuk dışı değerlendirmelere” göre değil “hukuki değerlendirmelere” göre yapan hukukçular da var.

Hukukun ölçüsü hukuktur.

O ölçü de, zanlıların “mesleklerine” göre değişmez.

Generallerin gözaltına alınması söz konusu olduğunda duran başsavcı, başka hangi mesleklerin gözaltı kararları karşısında soruşturmayı durduruyor?

Yirmi beş fırıncı gözaltına alınacak olsa “durumu iyi değerlendirecek” miydi?

Yirmi beş işçi gözaltına alınabilir mi mesela?

Yirmi beş doktor, eczacı, mühendis gözaltına alınır mı?

Adalet simgesinin gözlerinin bağlı olmasının nedeni böylesine açıkken, o “gözlerdeki bağ” bütün hukukçulara “hukuk dışındaki hiçbir ölçüyle değerlendirme yapmayacaksınız” diye emrederken bizim savcı neden “gözlerini açıyor”, generalleri görüyor ve operasyonu durduruyor?

Belli ki yargının bazı üyelerine göre bu ülkedeki herkes sorgulanabilir, gözaltına alınabilir ama generaller sorgulanamaz, gözaltına alınamaz.

Niye?

Başsavcı bu “niye” sorusunun cevabını da verebilecek mi?

Bize, neden söz konusu generaller olduğunda “iyi değerlendirdiğini” ama başka mesleklerden olanların durumunu “kötü değerlendirdiğini” açıklayabilecek mi?

On yedi bin faili meçhul cinayetin gerçekleştiği bir ülke burası, o “cinayetleri” işleyenlerin yakalanmaması ve yargılanmaması da bazı “iyi değerlendirmelerin” sonucu mu?

O “iyi değerlendirmeler” sonucunda mı birçok işkenceci paçasını yargıdan kurtardı?

O “iyi değerlendirmeler” mi “muhtıracıların ve darbecilerin” hesap vermesini engelledi?

O “iyi değerlendirmeler” mi 28 Şubatçılarla 27 Nisancıların serbestçe dolaşmasına yol açtı?

Tabii bu değerlendirmeleri “iyi” bulanlar var aramızda.

Bunun “yargı bağımsızlığı” olduğunu iddia ediyorlar.

“Generaller söz konusu olunca iyi değerlendirme yapan” anlayışa “bağımsız yargı” diyenleri tanımak isterseniz, anayasa tartışmalarına bakın, “yargı sistemi değişmesin” diye bağıranlar onlar.

Bağımsızlık onların kafasında da “generallere dokunmamak” anlamına geliyor, onun için bugünkü düzeni bu kadar çok sevip savunuyorlar.

Taraf

Bir Türkiye manzarası: 'İşgüzar' demek hakaret, 'köpek' demek serbest!
Emre AKÖZ

Gelin bugün Sabah yazarı Nazlı Ilıcak'a verilen cezayı konuşalım. Olay özetle şöyle...

Sincan Birinci Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı Osman Kaçmaz, "basın yoluyla hakarete uğradığı" iddiasıyla Nazlı Ilıcak'a dava açtı.

25 Mayıs 2009 tarihli "Cumhurbaşkanının Dokunulmazlığı" başlıklı yazıda Nazlı Ilıcak, Osman Kaçmaz'ın, Cumhurbaşkanı Gül hakkında verdiği kararı ele alıyor.

Yazıda yargılama sürecine ilişkin 'teknik' bölümler var. Onları geçelim ve "hakaret" içerdiği "saptanan" cümleye bakalım:

Kararı değerlendirirken, Kaçmaz'ın "işgüzarlık yaptığını" söylemiş Ilıcak.
Sonuç: Yargıç Osman Kaçmaz'a "işgüzarlık yaptı" demek hakaret kabul ediliyor ve Nazlı Ilıcak 11 ay 20 gün ceza alıyor.

Türk Dil Kurumu Sözlüğü'nde, "İşgüzarlık" kelimesinin karşısına şunlar yazılı: "1. Gereği yokken, genellikle kendini göstermek için işe karışan (kimse). 2. esk. Eli işe yatkın, becerikli (kimse)."

İşte olay bu: X kişisi, Y kişisine "İşgüzar" dediği için 11 ay 20 gün ceza...

* * *

Şimdi... Eğer "işgüzar" hakaret ise, şu sözler hangi sınıfa girer?

A'nın, B'ye "Buna Türkiyeli demek, Türkiyeli yılanlara, kurbağalara, çakallara haksızlık oluyor" demesi.

C'nin, B'ye "Köpek gibi, bir kemikle susuyor" demesi.

D'nin, B'ye "Çanağına yal konulunca ve etli kemik vaadini duyunca yaltaklanan, kuyruk sallayan kaniş, uyanık geçinen şapşal, salak, tescilli hain, zavallı" demesi. (Yal: Köpek ve sığırlar için hazırlanan unlu ve kepekli yiyecek.)

E'nin, B'ye "Satın alınmış" demesi...

F'nin, B'ye "Zibidi" demesi.

* * *

Yukarıdaki sözlerin hepsi Prof. Baskın Oran'a söylendi... Oran dava açtı... En sonunda Yargıtay bu sözleri hakaret saymadı.

Lütfen o sözleri "işgüzar" ile kıyaslayın.

Hem sözlükteki düz anlamlarıyla, hem de toplumsal yaşamdaki mecazi ve yan anlamlarıyla, Baskın Oran'a söylenenler, "işgüzarın" yanında, "hakaret kere hakaret" değil mi?

Ya da tersine: Eğer Baskın Oran'a söylenenler hakaret değilse (ki değilmiş), 'işgüzar'ı hakaret yapan nedir?

* * *

Hukuk devletinde, A'nın ve B'nin kimliği değil, eylemleri önemlidir, diye biliriz. Ama anladığım kadarıyla bu tip davalarda kimliğe bakılıyor.

Eğer bir yargıca "işgüzar" dersen ceza alıyorsun; hem de hapis cezası...

Öte yandan resmi ideolojiyi benimsemeyen birisine "köpek" demek hakaret sayılmıyor, ceza almıyorsun.

Peki, o zaman niye Anayasa'da, Türkiye'nin hukuk devleti olduğu, yani kanunların herkese eşit uygulanacağı yazılı?

Şık durduğu için mi?

2 Nisan 2010 Sabah

"Ben Amerikalıyım ulaaan"
İstanbul'da İngilizce öğretmenliği yapan Amerikalı, Gayrettepe Emniyet Müdürlüğü'nü birbirine kattı

12.02.2010 00:13
İstanbul'da İngilizce öğretmenliği yapan Amerikalı Jayson Edward Thomas (41), otomobinin trafik tescil işlemleri için geldiği Gayrettepe Emniyet Müdürlüğü'nü birbirine kattı. Gişedeki camı kırması sonucu bir polis memurunun yüzünden yaralanmasına neden olan Amerikalı, gözaltına alındı.

Mustafa ŞEKEROĞLU/AHT

Olay, Gayrettepe'de bulunan İstanbul Emniyet Müdürlüğü kompleksindeki Trafik Tescil Şube Müdürlüğü'nde dün saat 16.00 sıralarında meydana geldi. Şişli'de özel bir kursta İngilizce öğretmenliği yapan Amerikalı Jayson Edward Thomas, ülkesinden getirdiği otomobilini, Türkiye'de yaşayan yabancılara tanınan misafir plaka uygulamasından yararlanarak Trafik Tescil Şube Müdürlüğü'nde tescil ettirmek istedi. Gümrükten geçirdiği otomobilinin evrakı görevli polis memuruna uzatan Jayson Edward Thomas, evrakında eksik olduğu gerekçesiyle işlemlerinin yapılamayacağı cevabını aldı.

Bunun üzerine sinirlenen Jayson Edward Thomas iddiaya göre, "Ben Amerikalıyım, işlemlerimi yapmak zorundasınız" şeklinde İngilizce olarak bağırmaya başladı. Orada bulunan polis memurlarının yatıştırmaya çalıştığı Thomas, gişelerin camlarını indirerek dehşet saçtı. Etrafa saçılan cam kırıkları gişede bulunan polis memuru Halil Şen'e isabet etti. Alnı ve burnunda derin kesikler oluşan Halil Şen kanlar içerisinde kaldı. Ambulans beklenmeden bir ekip arabasıyla Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi'ne kaldırılan Halil Şen tedavi altına alındı. Şen'e 7 gün iş göremez raporu verildi.

Birçok polisin bulunduğu binada zor zapt edilerek yakalanan Jayson Edward Thomas gözaltına alınarak Beşiktaş Polis Merkezi'ne götürüldü. Burada işlemleri yapılan Thomas, "Görevli memuru yaralamak ve devlet malına zarar vermek" suçlamasıyla İstanbul Adliyesi'ne sevk edildi. Thomas tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı. Dava açılması durumunda, 2 yıldan fazla hapis istemiyle yargılanabilecek Amerikalı öğretmen, Yabancılar Şubesi'ne teslim edildi. Bu işlemin Dışişlerinin uygun görmesi halinde sınır dışı tedbirinin alınabilmesi için yapıldığı öğrenildi.

habertürk

25 Şubat 2010 21:22
Çolakkadı'dan Paşa Açıklaması
Cumhuriyet Başsavcı Vekili Turan Çolakkadı, Balyoz' darbe planı soruşturması kapsamında ifadeleri alınıp serbest bırakılan paşalar için açıklama yaptı..
Cumhuriyet Başsavcı Vekili Turan Çolakkadı, "daha önce de paşaları sorguladık, herhangi bir kaçma ve delil karartma şüpheleri olmadığı için serbest bıraktık" dedi..
aktifhaber

10 Mart 2010
Altaylı'dan Şok İddia
Eski bir Genelkurmay Başkanı'na şok suçlama. Aziz Yıldırım'ın askerlik meselesi yine gündemde. Fatih Altaylı eski bir Fenerbahçeli yöneticinin sözlerine yer verdi.

Eski bir Genelkurmay Başkanı'nın Aziz Yıldırım'ın askerlik raporunun orjinalini ortadan kaldırttığı iddia edildi.

Bu çarpıcı iddiayı Habertürk Genel Yayın Yönetmeni Fatih Altaylı gündeme getirdi.

Altaylı'nın sözünü ettiği komutanın kim olduğu ise bilinmiyor.

Bugünkü köşesinde eski bir Fenerbahçeli yöneticinin bomba sözlerine yer verdi.. İşte Altaylı'nın 'Bir askerliğin yılan hikâyesi' başlıklı yazısı: (...)Yılların spor geyiğidir Fenerbahçe Başkanı Aziz Yıldırım'ın askerlik meselesi.

Aziz Yıldırım'ın "çürük raporu" alarak askerlik yapmadığı, bununla ilgili evrakın birilerinin elinde olduğu söylenir durur yıllardır.

Bir ara bunun belgesinin Uğur Dündar'da olduğu söylendi. Bir ara bende olduğunu iddia edenler oldu. Ama o belge hiç bulunmadı. Bulunamadı. Birkaç gündür haberler çıkıyor gazetelerde.

İddialara göre birileri bu belge yoluyla Aziz Yıldırım'a şantaj yapmış.

O da bunlardan şikâyetçi olmuş.

Bunun için önce Emniyet'te, sonra savcılıkta ifade vermiş.

Haber doğru mu bilmiyorum.

Ama bildiğim bir şeyler var benim de.

Aylar, hatta neredeyse bir yıl kadar önce, gazetemizin yöneticilerinden birinin aracılığıyla daha önce görmediğim, o günden sonra da bir daha görmediğim birkaç kişi geldi.

Ellerinde bir belge, daha doğrusu bir belge fotokopisi vardı.

Belgeyi gördüm.

Bir rapordu. "Askerliğe elverişsizdir" raporu.

İsim yerinde "Aziz Yıldırım" yazıyordu.

Ama fotoğraf bölümünde bir başkasının fotoğrafı vardı.

Ben tanımıyorum ama Aziz Yıldırım'ın kuzeninin fotoğrafıymış. Öyle dediler.

Yıldırım'ın kuzeninin bacağında bir rahatsızlık varmış. Aziz Yıldırım yerine o muayene olmuş. Rapor ona verilmiş.

Aynı kişilerin elinde bazı ses kayıtları da vardı.

"Bunu yayınlar mısınız" diye sordular.

"Ben doğru her şeyi yayınlarım. Orijinali varsa görmem lazım" dedim.

Düşünelim dediler ve gittiler. Bir daha da görünmediler. Anladığım kadarıyla bir iş meselesinden Aziz Yıldırım'a öfkeliydiler. Bu öfkeyle raporu yayınlatmak veya en azından yayınlanıp yayınlanmayacağını öğrenmek istiyorlardı.

Bir daha da kendilerini görmedim.

Ne belgenin orijinali geldi, ne de bir ses seda çıktı.

Ben de meseleyi unuttum gitti. Çünkü fotokopiyle belge üretmekten daha kolay bir şey yoktu.

Şimdi bu soruşturmayı duyunca aklıma geldi.

Çok güvendiğim bir Fenerbahçeli eski yöneticiyle konuştum.

"Fotokopisi ortalıkta çok. Ama iddia o ki, eski bir Genelkurmay Başkanı orijinali ortadan kaldırtmış. Ben de doğrusunu bilmiyorum" dedi.

Şamil Tayyar
Star Gazetesi
Başbuğ topu hükümete attı
15 Mart 2010

Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ, Milliyet’ten Fikret Bila’ya yaptığı açıklamada, Albay Dursun Çiçek’in hakkında kamu davası açılmadan açığa alınmasının mümkün olmadığını belirtirken, “Kamu davasının açılması bir iddianın ilgili mahkeme tarafından kabul edilmesi demektir. Daha henüz öyle bir şey yok Ama böyle bir şey olsa da ilgili makamların takdirine bağlı” diyor.

Başbuğ, bu açıklamanın hemen akabinde Bila’nın “O da Milli Savunma Bakanı’nın yetkisine bağlı değil mi?” şeklindeki sorusuna, “Evet” cevabını veriyor. Başbuğ, bu açıklamasına dayanak olarak, Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanunu’nun 65. maddesini gösteriyor,

Bu açıklamadan özetli çıkan iki sonuç var: 1-Çiçek hakkında henüz dava açılmadığı için işlem yapılamaz, 2-Dava açılsa bile biz değil Milli Savunma Bakanı açığa alabilir, o da takdire bağlı.

O maddenin a bendi aynen şöyle: “Haklarında ölüm veya ağır hapis cezasını gerektiren veya yüz kızartıcı bir suçtan ya da taksirli suçlar hariç olmak üzere 5 yıl ve daha fazla hapis cezasını gerektiren bir cürümden veya emre itaatsizlikte ısrar, üste veya amire fiilen taarruz, üste veya amire hakaret, mukavemet suçlarından dolayı kamu davası açılanlar mensup oldukları bakanlıklarca açığa çıkarılabilirler.”

Genelkurmay başkanının söyledikleri özü itibariyle doğrudur. 1-Çiçek hakkında henüz kamu davası açılmadı, 2-Açığa alınması Milli Savunma Bakanı’nın takdirine bağlı.

Çiçek, Genelkurmay karargahında çalıştığı için durum böyle. Sözkonusu askeri personel Jandarma’da görevliyse bu kez açığa alma yetkisi Milli Savunma değil İçişleri Bakanlığı’nın ukdesindedir.

Devam edelim...

Çiçek hakkında dava açılmadı, yarın dava açılırsa nasıl bir yol izlenir göreceğiz. Ancak, sözkonusu yasa hükmüne tabi olarak haklarında dava açıldığı halde koltuklarını koruyan çok sayıda muvazzaf subay var.

Mesela; Kayseri Jandarma Alay Komutanı Albay Cemal Temizöz hakkında 7 defa ömür boyu hapis cezası istemiyle açılmış dava devam ediyor.

Açığa alındı mı? Hayır.

Aynı şekilde 3. Ordu Komutanı Orgeneral

Saldıray Berk hakkında açılmış Ergenekon davası var.
Açığa alındı mı? Hayır.

Eskişehir Jandarma Alay Komutanı Albay Recep Gençoğlu Saldıray Berk gibi aynı davanın sanıkları arasında.

Açığa alındı mı? Hayır.

Demek ki, Başbuğ’un Çiçek’in durumuna ilişkin getirdiği yasal izahat, pratikte çok anlamlı gözükmüyor.

Eğer, “Sorumluluk Milli Savunma ve İçişleri’ne aittir” diyerek topu bakanlıklara atıyorsa, durum farklıdır. Röportajın seyrinden ve yukarıdaki ifadelerden böyle bir sonuca ulaşmak mümkündür.

Bu durumda Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül’e iki sorum var: 1-Başbuğ’un ifade ettiği gibi Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanunu’nun 65. maddesine göre, haklarında 5 yıl ve daha fazla ceza gerektiren suçlardan dolayı haklarında dava açılmış muvazzaf subayların açığa alınma yetkisi sizde olduğu halde, Saldıray Berk’i neden açığa almadınız? 2-Bu konuda Genelkurmay Başkanı’nın bir ricası oldu mu?

İçişleri Bakanı Beşir Atalay’a da sorularım ayni minvaldedir: 1-Haklarında dava açılmış veya iddia bulunan emniyet genel müdür yardımcılarını görevden alırken, aynı gerekçeyle Albaylar Cemal Temizöz ve Recep Gençoğlu’nu açığa alma yetkinizi neden kullanmadınız? 2-Bu konuda Genelkurmay Başkanı’nın bir ricası oldu mu?

Şimdi iki bakana ortak sorum var: Yoksa Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanunu böyle emretse de fiilen durum farklı mıdır? Yani, o kanun maddesi hikaye midir?

Son sorum topluca hükümete: Genelkurmay Başkanının “Yetki bende değil Milli Savunma ve İçişleri’nde” sözleri karşısında bu üç komutanı açığa alma konusunda ne düşünüyorsunuz?

Eğer bu yetkinizi kullanmak istemiyorsanız, görevden aldığınız Emniyet Genel Müdür Yardımcıları Emin Aslan, Mustafa Gülcü, Celal Uzunkaya ve Sakarya Emniyet Müdürü Faruk Ünsal’a koltuklarını iade edin.

Hakta eşitlik sağlayamıyorsanız, hiç olmazsa haksızlıkta eşitlik sağlayın. Sakın ola askeri bahane etmeyin, Başbuğ topu size attı.

Direğe mi çarptırırsınız, auta mı atarsınız yoksa gole mi çevirirsiniz, maharetinize bağlı, bilin ki artık top sizde...

2 Nisan 2010 10:11
Haberal Davaya Göre Hasta
Ergenekon davasında ‘Ağır hastayım’ diye ifade vermeyen Haberal, kendisinin şikayetçi olduğu davalarda hastalık mastalık dinlemeden gidip ifade vermiş.

Tutuklandığı günden bu yana yaklaşık 10 aydır hastanede yatan ve “Silahlı Terör Örgütü yöneticisi” suçlamasıyla yargılandığı Ergenekon davasında sanık olarak ifade vermek için ‘ağır hasta’ olduğu gerekçesiyle mahkemeye gitmeyen Başkent Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mehmet Haberal’ın, kendisinin şikayetçi olduğu davalarda savcılara ifade verdiği ortaya çıktı. Ankara 9. Asliye Ceza Mahkemesi’nde “adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs” iddiasıyla star gazetesi Ankara Haber Müdürü Cevheri Güven’e açılan davada, Haberal’ın avukatı Efsun Ünal, müvekkilinin bu davadan ötürü 30 Mart’ta ifade verdiğini söyledi.

2 GÜN ÖNCE SAVCIYA İFADE VERDİ

Ergenekon’da “ifade veremeyecek kadar hasta olduğu” gerekçesiyle mahkemeye gitmeyen Mehmet Haberal, şikayetçi sıfatı taşıdığı davada ifade vermesi kafaları karıştırdı. Davanın dünkü ilk duruşmasında Cevheri Güven’in ifadesi tamamlandıktan sonra hakim, Haberal’ın avukatına müvekkilinin ifadesinin alınıp alınmadığını sordu. Haberal’ın avukatı müvekkilinin 30 Mart 2010 günü ifadesinin alındığını bildirdi. Hakimin sözkonusu beyanı tutanağa geçirmesi üzerine avukatı “Yanlış anlama olmasın kendisi hastanede olduğu için vekili aracılığıyla ifadesi alındı” dedi

Kaynak: Star

Esrarengiz Amerikalı
14 Nisan 2010 Çarşamba 12:54
Ceyhun BOZKURT

Zirve Yayınevi katliamında esrarengiz Amerikalıdan ses yok.

Zirve Yayınevi, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın isteği üzerine Emniyet’in hazırladığı 32 sayfalık rapor ile yeniden gündeme geldi. Zirve Yayınevi’nin sahibi esrarengiz bir Amerikalı çıktı.

Merkezi İstanbul’da olan yayınevinin sahibi bir Amerikalının adı, James David Hertzler. 1 Aralık 1968 tarihinde Missouri doğumlu olan bu şahıs, 200208899 numaralı pasaportla Türkiye’ye giriş yaptı. 5 Nisan 1999 tarihli pasaportun geçerlilik süresi 4 Nisan 2009’da doldu.

İnternet arama motoru google’da bu şahıs hakkında tek bir veriye bile rastlanmaması dikkat çekici. İstihbarat örgütleri ile yakınlığı ile tanınan bu Amerikalı, Türkiye’ye gelir gelmez çalışmalarına girişiyor. Ve kendisine bir ortak buluyor. Bu şahısla birlikte Zirve Yayıncılık ve Dağıtım Ticaret Limited Şirketi’nin yönetimine geçiyorlar. Şirketi devreden kişi Stephen John Van Sloten. Devir ile ilgili şirketin “Ortaklar Kurulu Kararı” şöyle:

ZİRVE YAYINCILIK VE DAĞITIM TİCARET LİMİTED ŞİRKETİ

ORTAKLAR KURULU KARARI


Karar No : 8

Karar Tarihi : 22/12/2003

Toplantı Yeri : Şirket Merkezi

Gündemi : İmza Yetkisi Hakkında

Bugün şirket merkezinde toplanan şirketimiz ortakları aşağıdaki yazılı hususları görüşüp karar bağlamışlardır.

1- Şirket Müdürlüğü’ne 3 (üç) yıllığına James David HERZLER ve C.E.T.’ın getirilmesine,

2- Şirketimizin temsil, ilzam ve idaresinde Şirket Müdürlerinden James David HERTZLER ve C.E.T.’ın şirketimizi, şirket unvanı veya bunu belirten kaşe altına münferiden vaaz edecekleri imza-ları ile her hususta ve en geniş şekilde temsil, ilzam ve idare etmelerine,

3- Keyfiyetin tescil ve ilan edilmesine oybirliği ile karar verildi.

ORTAK ORTAK

JAMES DAVID HERTZLER C.E.T.

Ancak göze çarpan noktalardan biri, bu şirketin kuruluşuyla ilgili tarihlerdeki çelişkiler. Belgede 22 Aralık 2003 tarihi geçerken, şirketin kuruluşunun ilan edildiği 5706 sayılı Türkiye Ticaret Sicil Gazetesi’nin verdiği tarih 27 Aralık 2002. Bu nedenle tarihlerde bir çelişki mevcut. Ancak gerçek olan bir şey var ki, şirketin yönetimi 3 yıllığına Hertzler ve ortağına kalıyor.

Ancak Hertzler şu an Türkiye dışındaysa bile, dava sürecinde hiç adının geçmemesi dikkat çekici. Şirketin sahibi olmasına rağmen, bir kere bile ifade vermeye gitmedi.

Şirkete ABD’lilerin ilgisi bununla da sınırlı değil. ABD’nin eski Adana Konsolosu Eric Green, katliamdan kısa bir süre önce yayınevini ziyaret etmiş. Bu ziyaret gayri resmi olarak yapılıyor. Çünkü ziyaret basına yansımıyor. Tesadüfen katliamdan hemen sonra PKK’nın yayın organı Gündem’in internet sitesine 18 Nisan 2007 tarihinde saldırıyı değerlendiren İHD Malatya Şube Başkanı Şenel Karataş, “saldırısı sonrası ABD Adana Konsolosluğu yetkililerinin kendisini arayarak bilgi istediğini, kendisinin bilgileri verdiğini” belirterek “ABD’nin Adana Konsolosu’nun daha önce söz konusu yayınevini ziyaret ettiğini” söylemiş. Haberin ilgili bölümü aynen şöyle:

“…Malatya’da saldırıyla ilgili olarak ABD Adana Konsolosluğu yetkililerinin İHD Malatya Şubesi’nden bilgi istedikleri öğrenildi.

“Malatya’da Hıristiyanlara ait kitapların basımının yapıldığı Zirve Yayınevi’nin basılarak 4 kişinin öldürülmesi olayına ilişkin, ABD Adana Konsolosluğu yetkilileri ile görüşen İHD Şube Başkanı Şenel Karataş, olayla ilgili bilgi aktardığını söyledi. Adana Konsolo-su’nun daha önce söz konusu yayınevini ziyaret ettiğini hatırlatan Karataş, yayınevi yetkililerinin tehdit edildiklerine ya da baskı gördüklerine dair her hangi bir başvuruda bulunmadığını kaydetti.”

Bu da Amerikalıların yayınevine büyük ilgilerinin olduğunu gösteren diğer bir veri. Ancak soruşturmada bu konuların geçip geçmediği netleşmedi.

Avaztürk

17 Mayıs 2010 07:55
CİHANER İÇİN HUKUK BÖYLE ÇİĞNENİYOR
Erzincan Başsavcısı İlhan Cihaner'in yargılandığı Ergenekon davasına yüksek yargıdan gelen müdahale, hukukçuları ayağa kaldırdı.

İki davanın aynı mahkemede görülmesi usulen mümkün değil

Özgür Solak (Hukuki Araştırmalar Derneği Başkanı): Yargıtay 11. Ceza Dairesi, Cihaner ile ilgili davaya ilk derece mahkemesi sıfatıyla bakıyor. Bu yönüyle yargılamasının ve yargılama yetkisinin Erzurum veya İstanbul Ağır Ceza mahkemeleriyle herhangi bir farkı yok. Yani söz konusu yargılamalar bakımından Yargıtay bir üst mahkeme değil. 11. Ceza Dairesi'nin, Erzurum 2. Ağır Ceza Mahkemesi'nin birleştirme kararı neticesinde bir panik hali yaşadığı görülüyor. Oysaki, Cihaner ile ilgili evrakta sahtecilik suçu nedeniyle 11. Daire'de görülen dava ile terör örgütüne üyelik suçu nedeniyle Erzurum 2. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen davanın aynı mahkemede görülmesi usulen mümkün değil. Yargılama usulleri farklı olduğu gibi, CMK 250. madde kapsamındaki suçlarda yargılama yetkisinin özel yetkili ağır ceza mahkemelerine ait olduğu açıkça düzenlenmiştir. Yüksek yargı üzerinden gerçekleştirilmeye çalışıldığı anlaşılan kurtarma operasyonunun şifreleri, önceki gün internete düşen ses kaydında gizli.

Taraflar reddihâkim talebinde bulunabilir

Süleyman Gürkök (Anadolu Hukukçular Derneği (AHUDER) Başkanı): Yargıtay üyesinin internete düşen ses kayıtları doğruysa hukuk ciddi zarar görür. Yargıtay soruşturma açmalı ve olayı sonuçlandırmalıdır. Bu tür bir ses kaydı varsa, doğru ise bu hukuk adına faciadır. Tarafsızlık kaybolmuştur. Hukuki boyutta ise üyelerin bu tür etkilemeye girmeleri de kanunlara aykırıdır. Bu süreçten sonra davadaki taraflar ve hatta savcı bile reddihakim isteyebilir. Yüksek yargıdaki kişilerin yüksek nitelikleri olmalıdır. Yoksa bu durum ciddi sıkıntılar verir.

Yargıtay'ın kararı hukukî değil siyasîdir

Prof. Dr. Hakan Hakeri (Selçuk Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi): Yargıtay, Cihaner'in 'görevi kötüye kullanma' ile ilgili suçtan dolayı yargılama yeri Yargıtay olduğu için bu dosyaya bakıyor. Yani Yargıtay'ın bu davada Erzurum'daki mahkemeden farkı yok. Dolayısıyla Yargıtay'ın ilgili dairesi bu davada Erzurum'daki mahkemeye 'Bana bu dosyayı gönder' diyemez. Olsa olsa 'Bunu birleştirmek uygundur, bu kararı alıyorum' diyebilir. Erzurum da eğer uygun görürse dosyayı verir, görmezse de vermez. Yargıtay'ın bu kararı hatalıdır. Ses kayıtlarını ben de dinledim. Buradan anlaşılıyor ki Yargıtay'ın ilgili dairesinin birleştirme kararı hukuki değil, siyasi bir karardır.

Bu tutum tarafsızlığa gölge düşürür

Turgay Balaban (Eskişehir Hukuksal Bakış Derneği başkanı avukatı): Yargıtay'ın İlhan Cihaner ilgili tavrı şık deği. Bu uygulama zihinlerde yargının adamına göre muamele yaptığı algısını doğurur. Ayrıca hukukun herkese eşit uygulanması asıl kuralının bu olayda işlemediğini gösterir. Oysa hukukun üstünlüğü ancak hukukçuların kanunları kendilerine de tatbik etmesiyle sağlanabilir. Ayrıca yargılamayı yapan Yargıtay hâkiminin sanık İlhan Cihaner (evet, anlat bakalım İlhan) şeklindeki hitap tarzı da tarafsızlığa gölge düşürmektedir. Ne tür müdahaleler olursa olsun millet her şeyin farkında. Millet adına yargılama yapan yüksek mahkeme, bu davada büyük bir imtihan ile karşı karşıya bulunuyor.

Karar mahkemeler üzerinde baskı yapıyor

Abdüssamet Kahya (Sivas Ülfet Hukukçular Derneği Başkanı): 2. Ağır Ceza Mahkemesi'ndeki dava dosyası, İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi'ndeki İrtica ile Mücadele Eylem Planı dosyası ile birleştirilmiştir. Yargıtay 11. C.D. tarafından birleştirme kararı beklenmeden dosya asıllarının özel kurye ile gönderilmesinin istenmesi hukuka aykırıdır. Bu durum internete düşen ses kaydı ve karar birlikte değerlendirildiğinde Cihaner'i kurtarma planı şüphesini doğurmaktadır. Dosyaların Yargıtay'da birleştirilmesi hukuken mümkün değildir. Yargıtay'ın kararı, mahkemeler üzerinde baskı oluşturmaktadır.

Kaynak: Zaman

23 Mayıs 2010
Çubuklu Da Berk Gibi Yapmış
Ergenekon'da ikinci Saldıray Berk vakıası “Sahte Çürük Raporu” iddianamesinde resmen yer aldı.

Askeri yargının en tepesinde bulunan Genelkurmay Adli Müşaviri Hıfzı Çubuklu'nun 3. Ordu Komutanı Org. Saldıray Berk gibi kendisine gönderilen tebligatları hiçe sayarak özel yetkili savcıya ifade vermeye gitmediği iddianamede yer aldı.

İKİNCİ BERK VAKASI

Önceki gün tamamlanarak İstanbul Cumhuriyet Başsavcıvekili Turhan Çolakkadı'ya teslim edilen “Sahte çürük raporu” soruşturması iddianamesinde Genelkurmay Adli Müşaviri Tuğgeneral Hıfzı Çubuklu'nun şüpheli sıfatıyla iki defa ifadeye çağırıldığı, fakat Çubuklu'nun bütün hukuk kurallarını ayaklar altına alarak ifade vermeyi reddettiği iddia edildi. Genelkurmay Adli Müşaviri Tuğgeneral Hıfzı Çubuklu, Albay Neşet ve Olcay ismindeki şahıs ile Adli Müşavirlik'te görevli bir kadının soruşturma delilerini nasıl gizleyeceklerine dair konuşmalarının yer aldığı ses kaydının kamuoyuna yansımasından sonra, soruşturma savcısı Hikmet Usta tarafından ifadeye çağırılan muvazzaf Albay Neşet Uncu, Binbaşı Olcay Yeşilkaya, Binbaşı Okşan Çidem ifadeleri alındıktan sonra tutuklanma talebiyle İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi'ne sevk edilmiş, sabit ikametgah sebebi ile tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılmıştı. İddianameye göre Genelkurmay Adli Müşaviri Tuğgeneral Hıfzı Çubuklu'ya da karargah personeline gönderilen tebligatla eşzamanlı tebligat gönderildi. Şüpheli sıfatıyla ifadeye çağırılan Tuğgeneral Çubuk, tebligata cevap dahi vermedi.

İKİNCİ ÇAĞRIYA DA OLUMSUZ CEVAP VERMİŞ

Erzincan Ergenekon davası 1 numaralı sanığı 3. Ordu Komutanı Orgeneral Saldıray Berk'e benzer yöntem izleyen Tuğgeneral Çubuklu'nun, hukuki üstünlüğüne rağmen CMK 250 ile yetkilendirilmiş savcının davetine uymadığı ifade edildi. Bunun üzerine soruşturma savcısının ikinci bir tebligat gönderdiği vurgulanırken, Çubuklu'nun gönderilen ikinci tebligat sonrası mazeret yazısı göndererek ifade vermekten kaçtığı belirtildi.

SES KAYDI HER ŞEYİ İZAH EDİYOR

Aralık 2009'da internete düşen ve Genelkurmay Adli Müşaviri Korgeneral Hıfzı Çubuklu'ya ait olduğu iddia edilen ses kaydında Albay Üçok'a ait bilgisayarların sivil görevlilere teslim edilmeden önce temizlenmesi isteniyor. Genelkurmay Adli Müşavirliği'nde Çubuklu ve ekibi arasında geçtiği iddia edilen konuşmalarda Çubuklu olduğu öne sürülen kişi, bilgisayardaki dosyaların tek tek kontrol edilerek, sıkıntı oluşturacak belgelerin geri getirilemeyecek şekilde silinmesini istiyor.

Kaynak: Vakit

Üst düzey komutanlar ve yanlarında askerlik yapan çocukları... Baba kışlasının şehzade askerleri
18 Haziran 2010
Vakit gazetesinin ele geçirdiği bilgilere göre çok sayıda üst düzey subayın çocukları ikametgâhının bulunduğu ilde askerlik yapmış. Babasının görevli olduğu ilde bile askerlik görevini yapan şanslı(!)subay çocukları var.

Listede Türkiye'nin çok yakından tanıdığı isimler bulunuyor. Korgeneral Aslan Güner'in, Tuğgeneral Galip Mendi'nin, Tümgeneral Süleyman Baysal'ın ve emekli Orgeneral Ergin Saygun'un oğlu bizzat babalarının görev yaptığı ilde vatani görevlerini yapmışlar. Üstelik bu iller İstanbul, Ankara ve İzmir gibi terör bölgelerinden çok uzak yerler. Korgeneral Abdullah Atay'ın iki, Tümgeneral Ahmet Yavuz'un, Tümgeneral Gürbüz Kaya'nın, Org. İsmail Koçman'ın oğulları da ikametgâhlarında askerlik yapan askerler arasında yer almışlar.

Ergenekon sanığı Saldıray Berk'in yeğeni Baturay Berk de ikametgâhı olan İstanbul'da askerlik yapmış. Listede daha birçok general ve torpilli yerde askerlik yapan yakınları bulunuyor.

Terör belası son dönemde yine her gün Mehmetçik ailelerinin ocaklarına ateş düşürürken gariban vatandaşın "Neden hep bizim çocuklarımız şehit düşüyor?" feryadını haklı çıkaracak bilgiler ortaya çıktı.

Vakit'in ele geçirdiği bilgilere göre Türk Silahlı Kuvvetleri'nde üst düzey olarak görev yapan çok sayıda subayın oğullarının ya da yakınlarının bizzat bulundukları ilde vatani görevlerini yaptıkları belirlendi. Oğullarını ya da yakınlarını ikametgâhlarının ya da görev yaptıkları ilde askerlik yapan komutanlar arasında Türkiye'nin çok yakından tanıdığı paşalar bulunuyor.

Askerlik görevlerini babalarının dizi dibinde veya ikametgâhlarının bulunduğu illerde askerlik görevini yapan şanslı(!)askerlerden bazıları şöyle:

12 yakını vatani görevini torpilli denilebilecek yerlerde yapan Korgeneral Abdullah Atay'ın iki akrabası kendi ikametgâhlarında askerlik yapmış. Paşanın karısının Yeğeni Aydın Türköz ikametgâhı Diyarbakır'da, Yeğeni Alpay Atay ise yine ikametgâhı olan Ankara'da.

5 yakını kıyak yerlerde askere alınan Tümgeneral Abdullah Dalay'ın Teyzeoğlu İsmail Dalay ikametgâhı olan Balıkesir'de askerlik yapmış.

Tümgeneral Abdullah Recep'in damadı Başar Demirel ikametgâhı olan Ankara'da vatani görevini gerçekleştirmiş. 9 yakını olan Tümgeneral Abdullah Yaşar Cihansız'ın yeğeni Mahir Alper Kılıçay tüm askerliğini Ankara'da, yeğeni Murat Çıtak Ankara'da, kız kardeşinin damadı Davut Özlem yine tüm askerliğini Ankara'da, yeğeni İbrahim Mert Çelebi ikametgâhı olan Ankara'da askerlik görevini yapmış

ASLAN GÜNER'İN OĞLU'DA BABASININ YANINDA

5 yakını rahat yerlere verilen Tümgeneral Ahmet Yavuz'un oğlu Mehmet Selim Yavuz ikametgâhı olan Tekirdağ'da, 11 yakınıyla listede yer alan Korgeneral Aslan Güner'in yeğenleri Mustafa Güner ile Ali Haydar Güner, Şevki Güner, Aslan Güner, askerliklerini İstanbul ve Ankara'da, erkek kardeşinin damadı Mustafa Orhan askerliğini ikametgâhı olan Ankara'da, oğlu Alper Güner ise babasının yanında İstanbul Kuleli Askeri Lisesi'inde, diğer bir yeğeni İsmail Güner tüm askerliğini İzmir'de askerlik görevini yapmış.

ERGİN SAYGUN'DA EVLADINDAN AYRILMAMIŞ

Listede 3 yakınıyla yer alan Tuğgeneral Azmi Utfan Cinek'in yeğeni Celal Kansu tüm askerliğini Ankara'da, erkek kardeşi Hakan Hamza Cinek İstanbul'da, teyzesinin oğlu Nurettin Şahin İzmir'de, Em. Orgeneral Ergun Saygun'un oğlu Tolga Saygun usta birliğini babasının görev yaptığı Ankara Sahil Güvenlik Komutanlığı'nda, acemi birliğini ise İstanbul Sahil Güvenlik Komutanlığı'nda yapmış. O sırada babasının görevi Genelkurmay Stratejik Dair Başkanlığıydı. Listede 3 yakınıyla yer alan Galip Mendi'nin amcasının oğlu Mehmet Refik Mendi ikametgâhı olan İstanbul'da, Tuğgeneral Göktürk Gökbayrak'ın kayın biraderi Nusret Hakan Mergen ikametgâhı olan İzmir'de, Tümgeneral Gürbüz Kayan'ın yeğeni Özen Kaya ikametgâhı İzmir'de askerliğini yapmışlar.

IĞSIZ PAŞA'NIN YAKINLARI DA İKAMETGÂHLARINDA ASKERLİK YAPMIŞLAR

4 yakınıyla listede yer alan Hasan Iğsız'ın teyzesinin oğlu Mert Omay, dayısının oğlu Enis Çora Ankara'da, diğer bir teyze oğlu Bülent Omay ikametgâhı olan İzmir'de, 6 yakınıyla listede yer alan Korgeneral Hasan Memişoğlu'nun oğlu Mehmet Memişoğlu, erkek kardeşinin damadı Mustafa Kuru Ankara'da, yeğenleri Cem Kunt ile Cenk Kunt İzmir'de, Tümgeneral Hüseyin Kenan Hüsnüoğlu'nun bacanağı Mehmet Zeki Abidinoğlu Antalya'da, kayın biraderi Hasan Tahsin İnanç İzmir'de ikametgâhlarında vatani görevlerini yapmışlar.

YAŞAR PAŞANIN 9 YAKINI VAR

9 yakınıyla listede yer alan Genelkurmay eski Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt'ın damadı Ercan Caymaz ikametgâhı olan İstanbul'da, damadının erkek kardeşi Erhan Caymaz ikametgâhı olan İstanbul'da, 3 yakınıyla listede olan Tümgeneral Hüsmen Akdeniz'in erkek kardeşinin damadı Hasan Aydık ikametgâhı olan Kırklareli'nde, Tümgeneral İsmail Çelikbaş'ın yeğeni Kadir Gencay tüm askerliğini Ankara'da, Tümgeneral Kenan Koçak'ın dayısını oğlu Şükrü Aksungur tüm askerliğini İzmir'de askerlik yapmışlar. 4 yakınıyla listede yer alan Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ'un yeğenleri İskender Özkuş, Kerem Özkuş Ankara'da, teyzesinin oğlu Ardan Er ile eşinin yeğeni Aykut Çarmıklı ikametgâhları olan İstanbul'da askerlik yapmışlar.

ERGENEKON KAÇKINI BERK DE LİSTEDE

5 yakınıyla listede olan Korgeneral Saldıray Berk'in yeğeni Baturay Berk ikametgâhı olan İstanbul'da, halasının oğlu Umut Çağrı Çankaya İzmir'de, amcasının oğlu Tolga Berk İstanbul'da, Haydar Berk Ankara'da, Korgeneral Muzaffer Şen'in yeğeni Ferhat Şen ikametgâhı olan İzmir'de, diğer bir yeğeni Sinan Cengiz İzmir'de, Tümgeneral Naim Babunoğlu'nun yeğeni Ümit Alıcı ikametgâhı olan İstanbul'da, Tuğgeneral Raşit Atilla Önkök'ün yeğeni Kayacan Kavruk ikametgâhı olan İstanbul'da, kayın biraderi Tansu Bozkurt İstanbul'da askerlik yapmışlar.

UĞURLU PAŞA İLE BAYSAL PAŞALAR ÇOCUKLARINDA AYRILAMAMIŞLARDAN

9 yakınıyla listede yer alan Korgeneral Selahattin Uğurlu'nun oğlu Burçin Uğurlu ikametgâhı olan İstanbul'da, kayın biraderi Emrah Çapa Balıkesir'de, Tuğgeneral Süleyman Baysal'ın oğlu Bora Baysal ikametgâhı olan Ankara'da babasının yanında, Tuğgeneral Şenol Alpaslan'ın erkek kardeşi Birol Alpaslan ikametgahı olan Ankara'da, Tuğgeneral Tahir Bekiroğlu'nun amcasının oğlu Müjdat Bekiroğlu Ankara'da, Altı yakınıyla listede olan Tuğgeneral Taner Düvenci'nin kardeşi Tuncer Düvencı ikametgahı olan İstanbul'da Tümgeneral Tevfik Özkılıç'ın amcasının oğlu Hayri Özkılıç ikametgahı olan İstanbul'da, yeğeni Öke İsmet Özkılıç İstanbul'da, eşinin yeğeni Mehmet Miraz Polat İzmir'de, Tümgeneral Ümit Dündar'ın oğlu Özgür Saim Dündar ile kardeşi Ufuk Dündar askerliklerini İzmir'de yaptı. Korgeneral Yalçın Ataman'ın oğlu Erkin Ataman Ankara'da

Tümgeneral Yurdaer Olcan'ın eşinin yeğenleri Ali Bektaşoğlu ile Olcay Bektaşoğlu İzmir'de, teyzesinin oğlu Durul Tosunçolak ikametgâhı olan İstanbul'da askerlik yapmışlar.

Kaynak: Vakit

Hâkim ve savcıların dinleme kayıtları imha edilmiş!
Fatih Altaylı
fatihaltayli@haberturk.com
03 Eylül 2010

DÜN “Beni dinlemeyen yılan bin yaşasın” diye yazıp, dinlenen ama dinlenmeleri sonucunda bir suç unsuruna rastlanmayan vatandaşların dinleme kayıtlarının imha edilip edilmediğini sormuştum.
Öyle ya, bu kayıtların nasıl imha edileceği ve dinlenen kişiye dinlendiği hakkında nasıl bilgi verileceği yasayla belirlenmiş durumda.
Ancak şimdiye kadar, “Dinlendiniz. Suça rastlanmadı. Kayıtlarınızı imha ediyoruz” tebligatı alan kimse yok.
Durumu eleştirmiş, Adalet Bakanı Sadullah Ergin’in de bu konuda bir bilgisi olmadığını söylemiştim.
Bugün Adalet Bakanlığı’ndan bir açıklama geldi.
“CMK’nın ‘Kararların yerine getirilmesi, iletişim içeriklerinin yok edilmesi’ kenar başlıklı 137. maddesi uyarınca hâkim kararıyla dinlenen kişiler hakkında takipsizlik kararı verilmesi halinde dinleme kayıtlarının imha edilmesi gerekmektedir. Ayrıca soruşturmanın bitmesinden itibaren 15 gün içinde Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından dinlemenin nedeni, kapsamı, süresi ve sonucu hakkında telefonu dinlenen kişiye yazılı olarak bilgi verilmesi zorunluluğu vardır. Ancak Cumhuriyet Başsavcılıkları tarafından yapılan soruşturmalar sebebiyle ilgililere bilgi verilip verilmemesi için Adalet Bakanlığı’nın izni veya talebine gerek olmadığı için bu konuda Bakanlığımızda bilgi bulunmamaktadır. Telefon dinleme kayıtlarının imha edilmesine veya ilgilisine tebliğine ilişkin bilgiler Cumhuriyet Başsavcılıkları tarafından arşivlenmektedir.”
Bu arada bir de “İmha” bilgisi eklemişler. 2005 yılından bu yana hakkında işlem yapılmasına yer olmadığına karar verilen 57 hâkim ve savcı hakkında dinleme kayıtları imha edilmiş ve kendilerine bilgi verilmiş.
Bu da çok garip.
Hâkim ve savcılar dinlenince onlara bilgi veriliyor. Vatandaşa ise böyle bir şey yapılmıyor.
Bu durum Anayasa’nın eşitlik ilkesine pek uymuyor gibime geldi.
habertürk

Emekli Albay'ın Paşa İsyanı!
05 Eylül 2010
Emekli Albay T.Ç. geniş imtiyazlara sahip olduğu gerekçesiyle generalleri TBMM’ye şikâyet etti.

Emekli Albay T.Ç. geniş imtiyazlara sahip olduğu gerekçesiyle generalleri TBMM’ye şikâyet etti. Meclis Dilekçe Komisyonu, “Nihayetinde hepimiz devlet memuruyuz. Tuvalet ve berber ayrımı, ağrıma gidiyor” diyen T.Ç.’nin başvurusunu işleme aldı

Emekli Albay T.Ç. geniş imtiyazlara sahip olduğu gerekçesiyle generalleri TBMM’ye şikâyet etti.

TBMM’ye başvurusunda lojmandan, hastaneye kadar generallere büyük imtiyazlar tanındığını savunan T.Ç., “Bu kadar imtiyazın doğru olmadığını düşünüyorum. Nihayet devlet memuruyuz. Özellikle tuvalet ve berber ayrımı bir emekli albay olarak ağrıma gidiyor” dedi. TBMM, T.Ç.’nin başvurusunu işleme aldı.

T.Ç., 13 Ağustos 2010’da TBMM Dilekçe Komisyonu’na yaptığı başvuruda asteğmen ile mareşal arasındaki rütbeli şahıslara “subay” denildiğini kaydederken, medyada “generaller ve subaylar” şeklinde tanımlama yapılmasının yanlış olduğunu, generallerin de subay nitelendirmesi içinde bulunduğunu kaydetti.

“Paşam” demeyi severler

“Paşa” lakabının Osmanlı dönemine ait olduğunu, bu lakabın özel imtiyazlı mülki ve askeri yetkililere verildiğini anımsatan T.Ç., “Günümüzde generallerde mülki yetki yoktur. Sadece askeri yetkileri vardır. Bu lakap da yasaklanmıştır. Ancak, TSK’da general rütbesindeki subaylar birbirine ‘paşam’ demesini severler” dedi.

Görülmemiş ayrıcalık

Türkiye’de generallerin dünyanın hiçbir ordusunda görülmeyen ayrıcalıklara sahip olduğunu öne süren T.Ç., bunları, “özel konut, eşlerine sivil plakalı araç ve şoför, orduevlerinde ve dinlenme tesislerinde özel çay, yemek salonları, general/amiral tuvaletleri, berberleri, özel havuz ve plajları, general şezlongları ve denize girme yerleri, otoparkları, hastanelerde özel odalar” olarak sıraladı.

Bana 6 ay sonraya gün verdiler

General ve amirallere hemen her türlü tetkikin yapıldığını, ancak albay olmasına rağmen kendisine bir MR için 6 ay sonraya gün verildiğini savunan T.Ç., generallere emekli olduktan sonra TSK vakıflarında veya özel sektörde yönetim kurulu üyelikleri verildiğini vurguladı.

Ağrıma gidiyor

Generaller öldüklerinde şehitlerde olduğu gibi gazetelere ilan bile verildiğini kaydeden T.Ç., “Kısacası yazmakla bitmiyor. Bir-iki yerde subay salonları göstermelik olarak var. Her gelen oturabilir. Ancak general/amiral salonuna yanlışlıkla oturun hemen yanınıza er geliyor, ‘Burası general ve amirallere ait’ deniyor. Bu kadar imtiyazın doğru olmadığını düşünüyorum. Nihayet devlet memuruyuz. Özellikle tuvalet ve berber ayrımı bir emekli albay olarak ağırıma gidiyor” ifadelerini kullandı.
TBMM Dilekçe Komisyonu, T.Ç’nin başvurusunu işleme aldı. Komisyon başvuruyu araştırarak T.Ç’ye neler yapıldığı ve alınacak kararlar konusunda bilgi verecek.

BAŞBUĞ ZAMANINDA

Astsubaylar için bir ilk yaşanmıştı
Askerler arasındaki imtiyaz farkı geçmişten günümüze kadar süren bir sorunu oluşturuyor. Eski Genelkurmay Başkanı Emekli Orgeneral İlker Başbuğ’un Gazi Orduevi’ndeki 30 Ağustos Zafer Bayramı resepsiyonuna astsubayları da davet etmesi büyük yankı yaratmıştı. Emekli Org. Başbuğ’un bu jesti astsubaylar tarafından memnuniyetle karşılanırken, Türkiye Emekli Astsubaylar Derneği (TEMAD) Başkanı Mustafa Erol, yıllardır görevdeki astsubayların subaylardan ayrı kutlama yapmak zorunda kaldığını belirterek, “Üst rütbeli subaylar bizim kendi ordu evlerimizde düzenlediğimiz kutlamalara uğrarlar gönlümüzü alırlardı. Bir saat kadar kalırlar, sonra Gazi Orduevi’ndeki resepsiyona giderlerdi. Bizim derneğimize davet geliyor ama şimdi görevdeki astsubaylar için tarihte bir ilk yaşanıyor. Olması gereken buydu” demişti. TSK’da sayıları 100 bini bulan astsubaylar birçok alanda subaylarla aynı ayrıcalıklara sahip olamamaktan yakınıyor. Özellikle sosyal tesis ve lojman tahsisinde bu ayrımcılık daha çok göze çarpıyor. Subaylar, Türkiye’nin her yerindeki orduevlerinden yararlanırken astsubaylar bazı orduevlerine hâlâ giremiyor. Bu ayrımcılık son olarak OYAK’la da gündeme gelmişti. Emekli astsubaylar OYAK yönetiminde yer alma hakkına sahip olmadığı için isyan etmiş, konuyu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne kadar taşımışlardı.

Kaynak: Milliyet

Haberal'a Adli Tıp Yolu Göründü
10 Aralık 2010

Mahkeme, hastanenin raporunu dikkate almadı, Mehmet Haberal, Adli Tıp Kurumu’na sevk edilecek.
Ergenekon Terör Örgütü davasına bakan İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi, İstanbul Üniversitesi (İÜ) Kardiyoloji Enstitüsü’nün; Ergenekon sanığı Prof. Dr. Mehmet Haberal’ın muayenesinin hasta yatağı başında yapılması yönündeki raporunu dikkate almadı.

Mahkeme; Prof. Dr. Haberal'ın sağlık durumuyla ilgili rapor aldırılması için Adli Tıp Kurumu'na sevkinin yapılmasına ikinci defa karar verdi.

KARDİYOLOJİ ENSİTÜTÜSÜ, HABERAL’IN 7 KM YOLCULUĞUNA BİLE KARŞI ÇIKIYOR

Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı ve Metris Cezaevi yetkilileri, İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nin kararı üzerine Prof. Dr. Haberal’i Adli Tıp Kurumu’na sevk edecek. Adli Tıp Kurumu, Prof. Dr. Haberal’ın, tedavisinin ayakta yapılabileceğine görüş bildirirse, Prof. Dr. Haberal, önce Metris Cezaevi, ardından da Silivri Cezaevi’ne gönderilecek.

Bilindiği gibi İÜ Kardiyoloji Enstitüsü’nün, Prof. Dr. Haberal’ın tedavisinin ayakta yapılabileceğine ilişkin 2 raporu mahkemeden gizlediği ortaya çıkmıştı.

İÜ Kardiyoloji Enstitüsü’nün, İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nin kararına rağmen, Prof. Dr. Haberal’ın, hastaneden 7 kilometre uzaklıkta bulunan Adli Tıp Kurumu’na sevkine karşı çıkması dikkat çekici bulunuyor.

HABERAL DEĞİL, ADLİ TIP KURUMU ÜYELERİ AYAĞINA GELSİN!

Ergenekon davasına bakan İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi; Prof. Dr. Mehmet Haberal’ın, Adli Tıp Kurumu’na sevk edilmesine yönelik karar aldı.

İstanbul Üniversitesi (İÜ) Kardiyoloji Enstitüsü ise, 605 gündür hastanelerinde tedavi olan Prof. Dr. Mehmet Haberal'ın Adli Tıp Kurumu'na sevkine uygun görüş vermedi, Prof. Dr. Haberal'ın ölümcül risk taşıdığını ve Adli Tıp Kurumu'na sevkinin tıbben doğru olamayacağı iddia edildi. Raporda; Adli Tıp Kurulu üyelerinin hastanelerine gelip, Prof. Dr. Haberal’ın muayenesinin hasta yatağı başında yapılması yönünde görüş bildirildi.

Prof. Dr. Nazmi Gültekin, Prof. Dr. Zerrin Yiğit, Doç. Dr. Barış Ökçün ve Doç. Dr. Alev Arat Özkan imzalı 23 Kasım 2010 tarihli yazıda, Prof. Dr. Haberal’ın ölümcül risk taşıdığı ve Adli Tıp Kurumu’na sevkinin tıbben doğru olamayacağı öne sürüldü. Prof. Dr. Haberal’ın tutukluluk durumunun ruhsal ve bedensel sağlık durumunu gün geçtikçe olumsuz yönde etkilediği ileri sürülen yazıda şu görüşlere yer verildi:

“Bu bağlamda, ilgili mahkemece istenen nihai tıbbi değerlendirmelerinin müdavim doktorlarının da görüş ve mütalaalarının da göz önünde bulundurmak kaydıyla Adli Tıp Kurumu 3. İhtisas Kurulunca Prof. Dr. Mehmet Haberal’ın muayenesinin Enstitümüzde hasta yatağı başında yapılması ve hasta dosyası içeriğindeki dokümanlar üzerinden sonuçlandırılmasının tıbbi ve yasal bir zorunluluk olduğu görüş ve kanaatindeyiz.”

Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı, İÜ Kardiyoloji Enstitüsü'nün Prof. Dr. Mehmet Haberal'ın ilgili raporunu İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi'ne göndermişti.

Kaynak: YENİ AKİT

Haberal'ın Doktorlarından Açıklama
24 Aralık 2010

Taburcu raporunda imzası bulunan doktorların savcılıkta verdiği ifade, Haberal’ın hastaneden çıkmamak için nasıl direndiği gözler önüne seriliyor.
Ergenekon terör örgütü iddiasıyla görülen davanın tutuklu sanığı profesör Mehmet Haberal’ın asıl hastalığı ortaya çıktı. Sürekli “kalp ritim bozukluğu” iddiasıyla raporlar alan Haberal’ın asıl rahatsızlığının kalp ritmini bozan tiroid olduğu, ancak Haberal’ın tiroid tedavisini reddettiği için kalp ritminin düzeltilmesinde sorun yaşandığı ortaya çıktı. Haberal’ın taburcu raporunun bir yıl boyunca mahkemeden gizlenmesi nedeniyle başlatılan soruşturmada Savcı Fikret Seçen’e ifade veren 5 doktorun ifadeleri şok bir gerçeği ortaya çıkardı.

TROİD DÜZELİRSE RİTİM DE DÜZELİR

Taburcu raporunda imzası bulunan İ.Ü. Çapa Tıp Fakültesi Kardiyoloji Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Zerrin Yiğit ve Prof. Dr. Cengiz Çeliker ile Enstitü Müdürü Erhan Kansız ve Prof. Dr. Sezer Karcıer’in savcılıkta verdiği ifadelerde, Haberal’ın hastaneden çıkmamak için nasıl direndiği gözler önüne seriliyor. Doktorların ifadelerinde, “Mehmet Haberal’ın tiroid bezi hormonları yüksekti. Bu durumda kendisinin kalp ritmini bozuyor. Tiroid bezi hormonları düşürüldüğünde kalp ritimleri de düzene girer. Biz bunu Mehmet Haberal’a anlattık. Ancak kendisi tiroid tedavisini kabul etmedi” dedikleri belirtildi.

20 AY YATAN SANIK HİÇ OLMADI

Savcı Seçen’in “Mehmet Haberal’ı neden taburcu etmediniz” sorusuna doktorların “Hastaya tiroid teşhisi koyduk. Fakat kendisi bu tedaviyi kabul etmedi. Bu nedenle biz de taburcu edemedik” dedikleri öğrenildi. Yine “Haberal tahliye olsaydı ne yapacaktınız” sorusuna doktorların “Hasta eğer tahliye edilseydi taburcu ederdik” cevabını verdikleri kaydedildi. Doktorların “Hastanenizde 20 ay yatan hiç başka sanık var mı, ya da geçmişte oldu mu” sorusuna da “20 ay yatan hiç sanık sıfatında hastamız olmadı” cevabını verdikleri belirtildi.

% 1 ölüm ihtimali var

Türk Kadiyoloji Derneği Üyesi Prof. Dr. Mehmet Aksoy: Trioide bağlı ritim bozukluğu tedavisi kişiye göre değişir. Bazı insanda 1 hafta sürer, bazısında ise ömür boyu sürer. Süre hastaya göre belirlenir. Hastanın verileri bu noktada belirleyici olur. Yine de bu hastalık çok ciddi değildir genelde ama her hastalık da yüzde 1 ölüm ihtimali vardır. Bu hastalıkta yatarak tedavi görme çok nadirdir. Bir buçuk seneyi aşkın yatarak tedavi görmek çok normal bir şey değil.

24 saatte hazır edilir

Memorial Hastanesi Kardiyoloji Bölümü Başkanı Prof. Dr. Bingür Sönmez: Trioid fazla çalışırsa ritim bozuklukları olur. Bu da çarpıntı şeklinde olur. Trioidin çok çalışmasıyla 120’nin üzerinde çarpıntı olursa hastanın nakline izin verilmez. Bu kriz şeklindedir, süratle nabız indirilir ve nakline izin verilir. Nabzı yavaşlatmak 24 saat sürer nomalde. Kardiyologlar akut tedaviyi de 3 ay uygularlar. Hasta bir buçuk yıldan fazla yatıyorsa onda başka bir hastalık mutlaka vardır.

Geceyarısı ziyaretçi soruşturması başladı

Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı, . Mehmet Haberal’ın “gece yarısı ziyaret edildiği” iddialarına ilişkin soruşturma başlattı. Başsavcılık, Haberal’ın yattığı Kardiyoloji Enstitüsü Fatih İlçesi sınırlarında olduğu için inceleme dosyasını Fatih Cumhuriyet Savcılığı’na gönderdi. Savcılığın 17 Ağustos 2010 günü saat 22.00 ila saat 23.30 arasında Kanal B’nin eski haber spikeri Ece Zereycan’ın Prof. Dr. Mehmet Haberal’ı odasında ziyaret ettiğine ilişkin iddiaları mercek altına aldığı, ziyarete göz yuman jandarma görevlilerinin ifadesine başvuracağı öğrenildi. Fatih Cumhuriyet Savcılığı bu kapsamda Prof. Haberal’ı, Metris Cezaevi’nden Sorumlu Cumhuriyet Savcısı’ndan izin almadan ziyaret eden tüm kişi ve kişileride araştıracak.

Hakimlere tazminat davası engellenmedi

TBMM Plan ve Bütçe Alt Komisyonu, torba tasarıyı dün tamamladı. Hakim ve savcılara tazminat davası açılmasını engelleyen değişiklik tasarıdan çıkarıldı.

Kaynak: Star

Haberal'ın HABERAL(MA) Sistemi
[imgh]ttp://www.aktifhaber.com/mehmet-haberal-ergenekon-silivri--208093h.jpg[/img]
02 Şubat 2011

Ergenekon sanığı Mehmet Haberal, internet ve 3G gibi hizmetlerden yararlanmanın yanı sıra; ani baskınlar öncesi telsiz sistemiyle de uyarılıyormuş.
Ergenekon tutuklu sanığı Mehmet Haberal’a yaklaşık 21 aydır yattığı İstanbul Üniversitesi Kardiyoloji Enstitüsü’ndeki hastane odasında internet hattı, laptop, cep telefonu ve telsiz gibi VIP imkanlar tanınması üzerine başlatılan soruşturma Jandarma’ya sıçradı. Haberal’ın yapılacak ani baskınlardan önceden haberdar edilmesi için özel bir telsiz sistemi kurulduğu da ortaya çıktı.

İKİ JANDARMADAN FİİLİ DİRENİŞ

Adalet Bakanlığı Müfettişleri’nin, Haberal’ın odasına düzenledikleri baskın sırasında görevli üç Jandarma personelinden ikisinin fiili mukavametine maruz kaldıkları ortaya çıktı. Müfettişlerin “içeride yasa dışı cihazlar bulunduran tutukluya vakit kazandırma” olarak değerlendirdikleri olayla ilgili “Görevli memura mukavemet etmek”ten jandarmalar hakkında soruşturma açtıkları rapora yansıdı. Resmi yazıya rağmen Jandarma personelinin fiili temas kurarak müfettişleri belli bir süre odanın olduğu bölüme sokmadıkları öğrenildi. Raporda, jandarmanın Haberal’ın odasında bulunması yasak olan cihazlara aylardır göz yumduğu vurgulanırken iki subaya dikkat çekildi. Metris Cezaevi Komutanı Jandarma Üsteğmen Cenk Alper Göksu ve İstanbul Jandarması cezaevlerinden sorumlu komutanı Albay İsmail Çetinbaş’ın nezaret ve kontrol sorumluluğunu kasten yerine getirmediği iddia ediliyor.

EVRAKTA SAHTECİLİK Mİ ?

Ergenekon savcıları tarafından görevi ihmal suçlamasıyla açılan soruşturmada ise geriye dönük çizelge düzenlendiği tespit edildi. Baskında ortaya çıkan ihmali kapatmak için Albay Çetinbaş’ın, geçmiş tarihli “Ocak ayı aylık cezaevi ve hastane kontrol çizelgesi” düzenleterek evrakta sahtecilik yaptığı iddia edilor. İstanbul Jandarması tarafından başlatılan idari soruşturma gerekçesiyle, Haberal’ın durumuna ne kadar süredir göz yumulduğunun en önemli kanıtı olan Kardiyoloji Enstitüsü’nün güvenlik kayıtlarının da Albay Çetinbaş tarafından hastane yönetiminden istendiği öğrenildi. Delillerin karartılma endişesine karşın görüntülere el konulması gündemde.

Teğmen intihar etmişti

İstanbul’daki cezaevlerinden sorumlu Albay İsmail Çetinbaş’ın ismi daha önce de Silivri Cezaevi personeliyken Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nde yatmakta olan Ergenekon tutuklusu Tuğgeneral Levent Ersöz’ü korumakla görevlendirilen Teğmen Mustafa Can’ın intiharıyla gündeme geldi. Teğmen Can’ın, kontrol etmekle görevli olduğu sanık Ersöz’ün kızı Fulya Ersöz’le nişanlandığı ortaya çıkmıştı.

Oda’dan ne çıktı?

Baskın raporuna göre Haberal’ın odasından çıkan yasak şeyler: • Dizüstü bilgisayar • GSM şebekesi üzerinden internet bağlantısı için modem. • Modeme takılı sim kart • Cep telefonu • Telsiz

Telsiz’le ‘Haberal’ma sistemi

Adalet Bakanlığı Müfettişleri, hastaneye yapılacak muhtemel baskının önceden haber verilebilmesi için telsizli uyarı sistemi kurulduğunu da belirledi. Telsizlerden birinin odadaki refakatçide, diğerinin bina dışında hazır bekleyen şoförde olduğu tespit edildi.

Kaynak: Star / Cevheri Güven

Tekin'in Bulunamayan Dosyasının Sırrı
11 Haziran 2011

CHP'li Gürsel Tekin'in siyasi hayatına son verecek belgenin, Yargıtay'da avukatı ve onun katibi tarafından fotokopi çektirme bahanesiyle alındığı ortaya çıktı.
CHP’li Gürsel Tekin’i cezaevine gönderecek ve ömür boyu siyaset yasağı getirecek belgeler Yargıtay’daki dosyadan avukatı ve onun katibi tarafından “Fotokopi çekeceğiz” bahanesiyle alınmış...

12 Haziran Genel Seçimleri’ne bir gün kala CHP’yi sarsacak skandal bir gelişme ortaya çıktı. Gürsel Tekin’in milletvekilliğinin önündeki en büyük engel olan “Resmi belgede sahtecilik” dosyasının Tekin’in avukatı Ö. A’nın kâtibi D.B. tarafından fotokopi çektirilmek suretiyle Yargıtay’dan çalındığı iddia edildi. Avukat Ö.A. savcılığa çağrılırken kâtip D.B. için savcı zorla getirilme talimatı verdi. Tekin’in avukatı Ö.A. için ayrıca Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı soruşturma dosyası hazırlıyor.

AVUKAT İFADEYE ÇAĞRILDI
CHP’li Gürsel Tekin’in “Resmi evrakta sahtecilik” suçlamasıyla yerelmahkemeden aldığı 2 yıl 6 ay hapis cezasıyla ilgili, Yargıtay 11. CezaDairesi’nde bulunan dosyasında bazı belgelerin kaybolması üzerine başlatılan soruşturmada ilginç ayrıntılar ortaya çıktı. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı Memur Suçları Bürosu Savcısı Murat Demir, Tekin’in avukatı Ö. A’nın kâtibi D.B. tarafından dosyaların fotokopi çektirilmek suretiyle Yargıtay’dan çalındığı iddiası üzerine soruşturmayı derinleştirdi. Soruşturma kapsamında Tekin’in avukatı Ö.A. ifade vermek üzere çağrılırken, Ö.A’nın kâtibi D.B. için de zorla getirilme talimatı verildi.

Ancak D.B. polisin 2 kez operasyon yapmasına rağmen bulunamadı. Bu arada, isimbenzerliği nedeniyle Ankara Barosu’na kayıtlı Ö.A. isimli bir avukat ifade verdi. Avukat serbest bırakılırken Tekin’in avukatının kayıtlı bulunduğu İstanbul Barosu’na ifade için yazı gönderildi. Avukatların başsavcı ya da başsavcı vekilleri tarafından sorgulanabileceği dikkate alınarak Tekin’in avukatının dosyası diğer şüphelilerden ayrılacak. Bu arada, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nda görevli 4 katibin de soruşturulduğu öğrenildi.

Şamil Tayyar için Yargıtay jet gibi
CHP’li Gürsel Tekin’in dosyasını 2 yıldır bekleten Yargıtay, AK PartiMilletvekili adayı Gazeteci Şamil Tayyar için ise jet hızıyla çalıştı. Pazartesi günü büyük ihtimallemilletvekili olması beklenen Tayyar’ın yazdığı yazıdan dolayı aldığı 15 aylık hapis cezasını onadı. Cezası dünmesai saatine yetiştirilen Tayyar, kararlarıyla çok tartışılan HakimOktay Kuban’ın Balyoz sanıklarını serbest bırakabileceğini yazmıştı. Kuban, Tayyar’ın yazdığı gibi 19 Balyoz sanığını toplu halde serbest bıraktı.

“Görmedik, duymadık, bilmiyoruz”
CHP’li Gürsel Tekin’in resmi evrakta sahtecilik suçlamasıyla aldığı 2 yıl 6 ay hapis cezasıyla ilgili Yargıtay 11. Ceza Dairesi’nde bulunan dosya, bir türlü temyiz incelemesine tabi tutulamıyor. Dosya Yargıtay Başsavcılığı’ndayken önce içindeki en önemli belgelerden olan “iddianame, nüfus ve sabıka kaydı, Tekin’in savunmasını içeren savunma zaptı, duruşma tutanakları, gerekçeli karar, bilirkişi yemin zaptı” kayboldu.

Kaybolan bu belgelerin ikmali için yerel mahkeme ile yapılan yazışmalar nedeniyle aradan 2 yıl geçti. Bu kapsamda Yargıtay 11. Ceza Dairesi kalem personelinin ifadesine de başvuruldu. Personel ifadelerinde, eksik evrakları görmediklerini, duymadıklarını ve herhangi bir bilgiye sahip olmadıklarını ifade etti.

Bugün

Aydın Doğan Rapora Rağmen Beraat Etti

07 Temmuz 2011

Aydın Doğan ve kızının da aralarında bulunduğu 4 kişinin yargılandığı davada, bilirkişi raporuna rağmen beraat kararı çıktı...
Aydın Doğan ve kızı Hanzade Doğan Boyner'in de aralarında bulunduğu 4 kişinin, “Sermaye Piyasası Kanunu'na muhalefet ettikleri” iddiasıyla yargılandıkları davada beraatlerine karar verildi.

Doğan Grubu'nun 1997-2007 arasında yurtdışından kağıt ithalatını off-shore kurumlar üzerinden yüksek fiyatla yaptığı ve bu yüksek fiyatlar nedeniyle Hürriyet ve Doğan Gazetecilik'in zarar gördüğü iddia ediliyordu. Aydın Doğan kızı Hanzade Vasfiye Doğan Boyner, Ali Rıza Temuroğlu ve İmre Barmanberk ile birlikte İstanbul 7. Asliye Ceza Mahkemesi'nde “2499 sayılı Sermaye Piyasası Kanununa Muhalefet”ten yargılanıyordu.

BİLİRKİŞİ RAPORUNA RAĞMEN ,

Mahkeme davayı dün sonuçlandırdı ve sanıkların beraatına karar verdi. Mahkemenin medya patronu Aydın Doğan ile ilgili dünkü beraat kararını bilirkişi raporuna rağmen aldığı ortaya çıktı. Bilirkişi raporunda konunun uzmanlarının davacı SPK'nın tespitleri doğrultusunda görüş bildirdiği öğrenildi.

SPK'NIN ŞOK SUÇLAMALARI

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'nın SPK'nın suç duyurusu üzerine yaptığı soruşturma neticesinde hazırladığı 2009/23414 Esas sayılı iddianamede, Doğan ve arkadaşları ile ilgili şu suçlamada bulunuluyordu:

“Hürriyet Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş. (Hürriyet) ve Doğan Gazetecilik A.Ş.'nin (Doğan Gazetecilik) ihtiyacı olan gazete kağıdı ve baskı malzemeleri ithalatı işlemlerinin, sözkonusu işlemlere fiili olarak herhangi bir katkısı bulunmayan ve Doğan Ailesinin sahibi olduğu/kontrolünde olan Eurozone Trading Limited, Sortal Trading Company Limited ve Shawcliff Trading Limited unvanlı şirketler üzerinden gerçekleştirilmesi suretiyle hisse senetleri İstanbul Menkul Kıymetler Borsası'nda işlem gören Hürriyet ve Doğan Gazetecilik aleyhine bahse konu şirketlere haksız olarak menfaat sağlanmasında sorumluluğu bulunan ilgili şirket yöneticileri Aydın Doğan, İmre Barmanberk, Hanzade Vasfiye Doğan Boyner ve Ali Rıza Temuroğlu hakkında SPK'nın 47/A-6 maddesinde 15. maddeye atfen tanımlanan suçun unsurlarının gerçekleşmiş olması dolayısıyla, aynı kanunun 49 hükümleri uyarınca soruşturma ve kavuşturma yapılması talep ediliyor. Savunma için başvuran şüpheli Aydın Doğan ve arkadaşları ile vekilleri olayda suç unsuru oluşmadığı yönünde 3 ayrı hukuki mütalaa sunmuştu.

TİCARİ TEAMÜLLERLE ÖRTÜŞMÜYOR

İddia ve savunma makamlarının çelişmesi üzerine mahkeme bilirkişiye başvurdu. Mahkemece belirlenen bilirkişiler Ticaret Hukuku Profesörü Tekin Memiş, Ceza Hukukçusu Doç. Dr. A. Caner Yenidünya ile Mali Bilirkişi Sezai Dumanoğlu iddialara ilişkin raporlarını tamamlayarak, mahkemeye sundular. Yeni Akit'in ulaştığı 17 Mayıs 2011 tarihli bilirkişi raporunda Ticaret Hukuku Profesörü Tekin Memiş ile Ceza Hukukçusu Doç. Dr. A. Caner Yenidünya, SPK'nın tespit ve değerlendirmelerine hak veriyor. Aydın Doğan ve arkadaşlarının eylemlerinin suç teşkil ettiğinin belirtildiği raporlarda, grup bünyesinde yurtdışından kağıt ithalatı yapmak üzere kurulan bir dış ticaret firması bulunmasına rağmen araya yurt dışında kurulu ve aile fertlerine ait off shore şirketlerin de konulmasının ticari teamüller ile örtüşmediği vurgulanıyor.

İŞTE O BİLİRKİŞİ RAPORU

SPK ve Maliye Bakanlığı Gelirler Kontrolörleri'nce yapılan incelemeler neticesinde, Aydın Doğan ve aile fertleri tarafından yurtdışında kurulan off-shore şirketlerin gazete kağıdı ithalat sürecine herhangi bir katkılarının bulunmadığı, bu süreç ile ilgili tüm maliyetlere Doğan Dış Ticaret (DDT) firmasının katlandığı, gazete kağıdı ve baskı malzemesi ithalatı ile ilgili tüm operasyonel işlemlerin DDT Genel Müdürü Şener Mustaoğlu ve DDT personeli tarafından gerçekleştirildiği, DDT adına off-shore şirketler tarafından düzenlenmiş gibi gösterilen faturaların gerçekte DDT personeli tarafından DDT'nin merkezinde düzenlendiği konularının somut delillerle ortaya konulduğu vurgulanan bilirkişi görüşünde, örtülü kazanç aktarımı suçunun unsurlarının oluştuğu belirtiliyor.
aktifhaber

YAŞ Kararına Zafiyet Tepkisi
07 Ağustos 2011
Balyoz davası kapsamında tutuklanan 14 generalin Yüksek Askerî Şura'da (YAŞ) görev sürelerinin 1 yıl uzatılıp yeni görevlere atanması 'zafiyet' tartışması başlattı.
Atamaları "Tutuklu komutanlar yeni vazifelerini nasıl icra edecek?" şeklinde eleştiren hukukçu emekli askerler, tutuklu generallerin gidemediği görev yerlerinde zafiyet yaşanabileceğine dikkat çekiyor.

Uygulamayı 'çok yanlış' bulduğunu belirten emekli Askerî Hâkim Veysi Savaş, komutanların derhal emekliye sevk edilmeleri gerektiğini vurguluyor. Emekli Askerî Hâkim Yusuf Çağlayan ise tutuklu generallere çifte standart uygulandığı görüşünde. YAŞ'ta, Tuğg. Hakan Akkoç, Brüksel'deki NATO Karargâhı'na, Korg. Nejat Bek, Genelkurmay ATESE Başkanlığı'na, Korg. Mustafa Özarslan ise Kara Kuvvetleri Komutanlığı Denetleme ve Değerlendirme Başkanlığı'na getirildi.

Balyoz davası kapsamında tutuklanan 14 generalin Yüksek Askerî Şûra'da (YAŞ) görev sürelerinin 1 yıl uzatılıp yeni görevlere atanması 'zafiyet' tartışmasını da beraberinde getirdi. Halen Hasdal Askerî Cezaevi'nde bulunan Balyoz tutuklusu Tuğgeneral Hakan Akkoç, Brüksel'deki NATO Karargâhı'nda Türk Askeri Heyeti (TNR) Başkanlığı'na atanırken Kara Kuvvetleri Eğitim ve Doktrin Komutanlığı (EDOK) Destek Eğitim Komutanı Korgeneral Nejat Bek Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt (ATESE) başkanı oldu. Yine aynı davadan tutuklu bulunan 8'inci Kolordu Komutanı Korgeneral Mustafa Korkut Özarslan ise Kara Kuvvetleri Komutanlığı Denetleme ve Değerlendirme başkanlığına getirildi. Söz konusu atamalara tepki gösteren emekli askeri hakimler, yapılan uygulamanın görev zafiyetine sebep olacağını anlatıyor. "Darbeye teşebbüs ' suçlamasıyla yargılanan isimler derhal emekli edilmeliydi." diyen hukukçular, daha önce 'disiplin suçu' sebebiyle ordudan atılan subaylara dikkat çekiyor. Hukukçular, Balyoz sanıklarına ayrıcalık tanındığı anlatıyor.

İşte askerî hukukçuların görüşleri:

Emekli Hâkim Yarbay Veysi Savaş: Bu generallerin derhal resen emekli edilmeleri gerekiyordu. Çünkü TSK'da en basit bir suçlamada veya tutuklamada askeri personel ya görevden uzaklaştırıldı ya da resen emekli edildi. Maalesef bu süreçte söz konusu generaller olduğu için gerekli yasal uygulamalar yerine getirilmiyor. Tutuklu komutanlara bir yıl uzatma vererek farklı yerlere atamasının yapılması son derece yanlış bir uygulama. Temditli komutanların atanmasının yapıldığı yerlerde görev zafiyeti yaşanabilir. İrticaiyi nedenlerle ve çok basit suçlamalarla ordudan ilişiği kesilen askerlere yönelik uygulanan adalet maalesef millete, devlete komplo kuranlar için işletilmiyor.

Emekli Hâkim Albay Ümit Kardaş: Görev süreleri bir yıl uzatılan komutanlar hakkında açığa alma veya emekli edilme gibi bir işlem yapılmazsa mecburen atanmaları gerekir. TSK'da yargılandıkları davadan tutuklanan askerî personel açığa alınır. Fakat bu uygulama nedense generaller için uygulanmıyor. Tutuklu komutanların görev sürelerini uzatmak yerine emekliye ayırmış olsalardı yerlerine alttan gelen askerî personel atanabilirdi.

BALYOZ SANIKLARINA AYRICALIK TANINIYOR

Emekli Askerî Hâkim Yusuf Çağlayan: Tutuklu komutanlar hakkında yeni görevlendirmeler yapılması fiilî açıdan bir boşluk oluşturacaktır. Bu tarz uygulama da zaten sağlıklı değil. Yargılaması devam eden yani hukuki anlamda muhakemat altında bulunan bir askerî personelin bir başka göreve tayin edilmesi TSK Personel Kanunu'na ve Subay ve Astsubay Disiplin Hükümleri'ne uygun değil. Daha önce 'disiplinsiz' olduğu gerekçesiyle birçok subay ve astsubay ordudan ihraç edildi veya re'sen emekliye sevk edildi. Fakat Balyoz davası sürecinde ordu içerisinde çifte standart uygulandığı ortada. Hâlâ görevde olmaları kamuoyunu tatmin etmiyor. Aslında yapılması gereken temditli komutanlar emekli edilerek yerlerine hiçbir suça karışmamış kişilerin atanmasıdır.
aktifhaber
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Çrş Arl 14, 2011 5:52 pm    Mesaj konusu: AKP’nin (A)daleti: Cübbeli Ahmet Hoca İçeri, Şike Mafyası D Alıntıyla Cevap Gönder

AKP’nin (A)daleti: Cübbeli Ahmet Hoca İçeri, Şike Mafyası Dışarı -1-
Murad salih
12.12.2011



AKP’yi aslında...

A(B-D’ci) K(apitalist) P(arti) diye açmak da mümkün ve duruma da çok uygun ama...

Kendileri bunun A(dalet) ve K(alkınma) P(artisi) olduğunu iddia ediyorlar...

En iyisi bu iddianın doğru/haklı ve pratikte görünene uygun olup olmadığına bakmak...

Konumuz AKP’nin (A)daleti olduğuna göre.... Burada sözün uzayacağı açık...

Öyleyse önce (K)alkınma üzerinde kısaca duralım...

AKP’nin “(K)alkınma”sının ne olduğunu Nihal Kemaloğlu’ndan görelim:

[Birkaç yıl içinde pahalı otoyollarla çevrilmiş, rantlı tüp tünellerle delik deşik, beton köprülerle boğazlanmış, binlerce HES projesiyle çöplüğe dönmüş, ormanları satılmış, suyu ticarileşmiş, kurak ve çorak Türkiye, kapitalist kalkınma hırsıyla ödeşmiş olur herhalde!
Binlerce yıllık Anadolu uygarlık tarihi de 'kalkınmamızın' çimentolanmış ya da barajlanmış zeminleri olarak bize istediğimiz mekanik desteği sağlayacaktır.
Doğa, kültür ve tarihi varlıkların tek menkul sahibiymiş gibi, sermayeye katmak/satmakta sakınca görmeyen iktidarın kesin kararlılığını Başbakan açıkladı.
Geçen hafta sonunda Boğaz Karayolu Tüneli'nin temel atma töreninde konuşan Başbakan 'Bundan sonra hiçbir engeli tanımıyoruz ve bunun için her türlü bedeli ödemeye hazırız' demişti.
Başbakan'ın bu hiddetli çıkışıyla temelini attığı 1 milyar 100 milyon dolara çıkacak 25 yıl işletilecek yap-işlet-devret tüp tünel projesinin İstanbul'a katacağı ulaşım, çevre sorunları ve tarihi yarımadadaki tahribata itirazları peşinen dışlıyordu.
Şehir Planlamacıları Odası ve İstanbul İnşaat Mühendisleri Odası projenin sorunlarının kamuoyundan gizlendiğini temel atılmasının 'hukuk ve bilim tanımazlık' olduğunu ve yasal zeminde mücadele edeceklerini söylediler.
Toplu taşıma ve insanı değil 'otomobili' önceleyen tüp tünel, imar plansız, ÇED raporsuz, İstanbul'un ulaşımını kitleyecek güzergahı, İstanbul siluetini tahrip edici projesiyle de kalmıyor.
Firmaya yıllık 25 milyon otomobil geçişi garantisi verildiğini ama bunun mümkün olmadığını söyleyen uzmanlar aradaki farkın kamuya yani bizlere fatura edileceğini söylüyorlar.
Muhakkak ki hukuksuz, kurulsuz, ÇED'siz, 'yap-işlet devret' projelerinin bitiminde Başbakan'ın bir bedel ödemesi söz konusu değildir.
Geriye dönüşsüz kaybedilmiş tarihi miras, doğal kaynaklar, çevre/hava/su kirliliği gelecek kuşaklara bırakılan çimento ve çelik yığınları çok ağır bedel olacaktır. ]
(1)

Aziz Civan’ın şu tespitleri ise Nihal Kemaloğlu’nun tespitlerini tanamlayıcı unsurlar taşıyor:

[Bir aile düşünün.. Üç beş çocuğu olan bir aile..

Evin reisi en büyük çocuğunu çok seviyor. Onun başarılı olması için elinden gelen gayreti gösteriyor. Kazancının neredeyse tamamını ona harcıyor.
En büyük çocuk da babasından aldığı bu destekle fabrikatör oluyor. Başı dara düşünce, babasının mülklerini teminat olarak göstererek krediler çekiyor. Hasıl-ı kelam: Sefasını sürüyor…

Fabrikatörün bir küçük kardeşi üniversite okumak ister ama babasından kendisine maddi manevi bir hayır yoktur. Ağabeyinin ise zerre miktarı faydası yoktur. Kendisi de, ekonomik şartları yetersiz kaldığı için okuyamamış, eğitimini tamamlayamamıştır.

Bir küçüğü ise, hem okumakta hem çalışmaktadır.
Diğer kardeş de ayakkabı boyacısıdır.

Fabrikatör ağabey akşamları eve geldiğinde, kardeşlerinin zor durumunu umursamaksızın, sadece babası ile ticaretten ve paradan muhabbetler yapmaktadır. Babası da, her defasında bu en büyük oğlunu tebrik etmekte, onu sürekli desteklemekte ve onu ödüllendirmektedir. Ufak evlatlarını ise gündeme bile almadan, onların sıkıntısını, eğitimini, ahlakını ve geleceğini ortada bırakmıştır.

Sormak istiyorum:
Bu ailenin, aylık geliri 10 Bin lira olsa ne olur, 20 Bin lira olsa ne olur?
Babanın destekleyerek zenginleştirdiği büyük evladın, unutulmaya yüz tutmuş diğer çocuklara faydası olmadıktan sonra, bu ağabey ihracatçı olsa ne olur, ithalatçı olsa ne olur. Evin ufak evlatları, açlık ve geçim derdine düşmüşken, büyük evlat, babasının adına çekmiş olduğu kredilerle sefa sürmesi nasıl bir tablodur sizce?

***
İşte bizim hükümetin anlattığı hikayeler de bu tablodan daha öteye gitmiyor.
Türkiye’nin ekonomisi büyüme rekorları kırıyormuş!
Hangi esnafın AKP iktidara geldikten sonra, gelirlerinde artış olmuş? Bunu soran yok.

Başbakan’ın büyüme dediği, belirli milyonerlerin kasasındaki büyüme.. Hükümet bu milyonerleri destekliyor. Onlara dolaylı-dolaysız finansal kaynak sağlıyor. Neymiş? Küresel dünya, küresel ekonomi imiş..]
(2)

Bu da her iki yazıyı doğrular mahiyette yeni bir haber:

[Türkiye'nin milyonerlere 1 yılda 9 bin 755 milyoner daha eklendi

Milyonerlerin hesaplarında tuttukları mevduat 50.4 milyar lira artış gösterdi. Türk bankacılık sisteminde ekim ayı itibarıyla 675.3 milyarı aşan mevduatın yüzde 47'sinin milyoner hesaplarında tutulduğu belirlendi.

SON 1 YILDA 50.4 MİLYAR LİRA

Son bir yılda milyonerlerin hesabında tutulan mevduat 50.4 milyar lira arttı. Milyoner mudi sayısına 9 bin 755 kişi daha katıldı. Yurtiçi ve yurtdışı yerleşiklerden oluşan 43 bin 11 milyoner mudi hesabında, toplam 317.6 milyar bulunurken, 51.1 milyon mudinin 10 bin liraya kadar olan hesaplarda tuttuğu mevduat tutarı 31.9 milyarla sınırlı kaldı. Türkiye'de toplam mevduatın 649.2 milyarı yurtiçi yerleşiklerde, 26 milyarı ise yurtdışı yerleşiklerde bulunuyor.

YÜZDE 23 ORANINDA ARTIŞ

Ekim itibarıyla, yurtiçi yerleşiklere ait mevduat hesaplarının yüzde 46.6'sını 1 milyon liranın üzerindeki hesaplar oluşturdu. Yurtiçinde yerleşiklerin bu mevduat hesaplarında tuttuğu para geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 18 oranında artışla 302.6 milyar lira olurken, 1 milyon lira üzeri hesaba sahip olan mudi sayısı ise geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 28.5 artışla 41 bin 540 oldu. Yurtiçinde bulunan milyoner sayısı son bir yıl içinde 9 bin 222 kişi arttı. Yurtiçinde yerleşik milyonerlerin hesaplarında tuttuğu mevduat 2010 yılı sonuna göre yüzde 7.4 oranında, 20 milyar 971 milyon TL tutarında artış gösterdi. Mudi sayısının yüzde 23 oranında artış gösterdiği 10 aylık dönemde, milyonerler arasına 7 bin 783 kişi daha eklendi.

Böylece Ekim itibariyle yurtiçi ve yurtdışı milyonerlerin sayısı geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 29.3 artışla 43 bin 11 oldu. Son bir yılda milyoner mudilerin sayısı yaklaşık 9 bin 755 kişi, mevduatları ise 50 milyar 440.5 milyon lira artış gösterdi.]
(3)

Bu haber kısaca şunu söylüyor...

Ekim 2011 itibariyle Türk bankacılık sisteminde türkiye’de yerleşik şahısların toplam mevduatı yaklaşık 650 Milyar Tl (Rakamın büyüklüğünü anlamak için ABD dolarına çevirelim: Yaklaşık 430 Milyar dolar).

Bu mevduatın yaklaşık yarısı ( 302.6 milyar tl) 41.500 kişiye ait... Bu ülkenin kaymağını yediği anlaşılan bu 41.500 kişiya toplam mevduattan düşen pay, ortalama olarak kelle başı 5 milyon dolardan fazla...

Toplam mevduatın yaklaşık 32 milyar TL’lik bölümü ise tam tamına 51.1 milyon kişiye ait... Ortalama kişi başına yaklaşık 600 Tl (yaklaşık 400 ABD doları) düşüyor.

Bankada hesabı olan milyonerlerle, bankada hesabı olan diğer 51.1 milyon kişi arasında ortalama farkı 12.500 kat...

Türkiyenin nüfusu yaklaşık 73 milyon kişi olduğuna göre, yaklaşık 22 milyon kişinin bankalarda tek kuruşu bile yok..

Tablo bu...

Bu tablonun İktisadî dille ifadesi “gelir dağılımındaki adaletsizlik”...

Bu öyle bir adaletsizlik ki; iktisadî kesimler arasındaki gelir dağılımında uçurumlar oluşturmuş...

AKP işte buna “(K)alkınma” diyor...

Bu kalkınma filan değil düpedüz yağma...

Zaten Kapitalizmin/neoliberalizmin temeli yağma...

Kapitalizm, zenginlerin orta, dargelirli ve yoksulların el emeği, göznuru ve alınterini insafsızca sömürmesi, yağmalaması, kişisel servetine eklemesi ve bu kişisel serveti durduğu yerde durmadan arttıracak banka/faiz/borsa/spekülasyon gibi soygun araçlarına sahip olması demek...

Böyle bir düzende 1 milyonerin ortaya çıkması demek yosullar ordusuna binlerce yeni kişinin daha katılmasıyla eş anlamlı...

AKP’nin “(K)alkınma”sı bir yılda tam 9.222 yeni milyoner türertmiş... Yani milyonlarla ifade edilebilen yoksul kitleye onbinlerce yeni yoksul daha katılmış 1 yılda...

Merhum Üstad Necip Fazıl Kısakürek’in:

[Allah'ın bir pulunu bekleye dursun on kul,
Bir kişiye tam dokuz, dokuz kişiye bir pul,
Bu taksimi kurt yapmaz kuzulara şah olsa,]


Dediği durumdan bile çok daha vahim değil mi bu tablo?..

“ (K)alkınma” sı böyle olan bir partinin “(A)dalet"i kimbilir nasıldır?

Dipnotlar:
1- Nihal Kemaloğlu, “Biz kalkındık ya siz!” , 05 Mart 2011, Akşam yazının tamamı için: http://www.aksam.com.tr/biz-kalkindik-ya-siz-1371y.html
2- Aziz CİVAN, “AKP’den büyüme masalları”, 30/04/2011, haberalemi, http://entellektuel.s4.bizhat.com/viewtopic.php?t=3141
3- 11.12.2011 http://medyaline.com/

(Devam Edecek)

Bu yazı dizisinin diğer bölümleri için: http://entellektuel.s4.bizhat.com/viewtopic.php?p=5917#5917

'Andıç'a Takipsizlik kararı
23 ARALIK 2009
Çevik Bir hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar verildi

Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, 1998'de hazırlanan ''Andıç'' başlıklı belge nedeniyle, eski Genelkurmay İkinci Başkanı emekli Orgeneral Çevik Bir hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar verdi.

Diyarbakır Milletvekili Akın Birdal ve İnsan Hakları Derneği (İHD) Genel Başkanı Öztürk Türkdoğan'ın suç duyurusu üzerine yürütülen soruşturmaya ilişkin takipsizlik kararında, ''Andıç'' başlıklı ''Güçlü Eylem Planı'' belgesinin, Nisan 1998'de Genelkurmay İstihbarat Başkanlığınca, komuta katına verilmek üzere düzenlendiği belirtildi.
Andıç'ın, Genelkurmay Başkanlığı İç İstihbarat Şube Müdürlüğünce hazırlandığı, İstihbarat Başkanlığınca onay için dönemin Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Bir'e sunulduğu anlatılan kararda, ''Andıç'ta, doğrudan doğruya Birdal ve İHD'ye yönelik herhangi bir suça azmettirici ifadenin bulunmadığı'' bildirildi.
Kararda, belgenin çizelgesinde HADEP, İHD, Fazilet Partisi, aşırı sol örgütler, GKK, siyasiler, belediye başkanları, iş adamları, gazeteciler, PKK-uyuşturucu ilişkisi, PKK'nın finans kaynakları vs. gibi hususların faaliyet alanı olarak belirlendiği belirtildi.
İHD'ye yönelik faaliyet olarak ''Maksat'' kısmında, ''Kapatılmasını sağlamak'' notunun bulunduğuna işaret edilen kararda, ''Ayrıca bu derneğin PKK güdümünde olduğu konusunu da ortaya koyarak, sağladığı desteği açıklamak ve kapatılmasını sağlamak, İHD'nin kapatılması için Dernekler Kanununa aykırı faaliyet gösterdiği konusunda İçişleri Bakanlığı nezdinde girişimde bulunmak gerektiği belirtilmiştir (İHD ve Akın Birdal'ın PKK ile işbirliğini ortaya çıkarmaya yönelik istihbarat isteğinde bulunulması)'' ifadeleri kullanıldı.
Andıç'ın, içerik olarak, özellikle bölücü silahlı PKK terör örgütüne karşı yürütülen çalışmalarla ilgili kurumsal bir belge olduğu ifade edilen kararda, Birdal'ın 12 Mayıs 1998'de İHD Genel Merkezinde silahlı saldırıya uğramasının ardından başlatılan soruşturma sonucunda, Cengiz Ersever, Semih Tufan Gülaltay ve diğer 15 sanık hakkında dava açıldığı, yargılama sonucunda bazı sanıklar hakkında mahkumiyet, bazıları hakkında beraat kararı verildiği anımsatıldı.
Buna ilişkin mahkeme kararının incelenmesiyle, saldırının, bir kısım sanıklarca kurulduğu anlaşılan Türk İntikam Tugayı (TİT) isimli örgütçe gerçekleştirildiği belirtilen kararda, dosya kapsamına göre eylemin Andıç belgesiyle bir bağlantısının olmadığı kaydedildi.
Kararda, ''Belgeyi, bulunduğu görevi gereği onayladığı anlaşılan şüpheli Çevik Bir tarafından, bu suçu işlemeleri konusunda sanıkların azmettirilmesinin söz konusu olmadığı'' ifadelerine yer verildi.
Birdal'ın yaralanması olayıyla ilgili Yargıtay denetiminden geçen kesin hüküm bulunduğu hatırlatılan kararda, aynı suçla ilgili yeni bir durumun ortaya çıkması halinde başvurulacak yasal yolun CMK'da açıklandığı bildirildi.
Kararda, bu nedenlerle şüpheli Bir hakkında, suçlamalar doğrultusunda kovuşturmaya yer olmadığına karar verildiği kaydedildi.
Diyarbakır Milletvekili Akın Birdal ise yazılı açıklama yaparak, karara itiraz edeceklerini belirtti.
akşam

Taha Kıvanç
Yeni Şafak Gazetesi
Büyük Üstad ve Biraderler beraat etmiş
12 Aralık 2009

Bugün bir fikri takip yazısı okuyacaksınız. Loca'nın parasını şahsi işleri ve eşi için kullandığı iddiasıyla yargılanan 'Büyük Üstad' ve iki arkadaşı mahkeme tarafından beraat ettirilmiş. Bildiğim kadarıyla aynı konuda benzer başka davalar da var, ama ilk karar bu işte.

Sizler de bilesiniz diye yazıyorum: Bugüne kadar Masonluğun güçlü olduğu ülkelerde, örgüt veya yöneticileri aleyhine açılan davalarda 'cezalanan' pek olmadı. Bırakın örgütle ilgili mali açıdan yolsuzluk ithamlarını, kurbanının yanıbaşında elinde kanlı bıçakla yakalanan Mason zanlılar bile, Stephen Knight adlı İngiliz araştırmacıya göre, bir yolunu bulup cezadan yırtabiliyor...

Bizde herhalde böyle olmuyordur.

Knight Türkçeye 'Biraderlik' adıyla çevrilmiş önemli eserinde (The Brotherhood), İngiliz yargısı ve polis teşkilâtında Mason biraderlerin birbirleriyle nasıl dayanışma içine girip ayıpları kapattıklarını örneklerle anlatıyor. Ona göre, Mason biraderlerin birbirini tanımasına vesile olan simgeler bu tür durumlar içinmiş... Örgüte girerken edilen ve sonuçta bir Mason'un zor durumdaki bir başka Mason'u her halükârda koruyacağına dair yemin de aynı sonucu almaya yarıyormuş...

Düşünün: Suç işleyen bir 'Birader', Emniyet'te önemli görevlerde bulunan Loca'dan kişilere, kendisinin de Mason olduğunu belli ediyormuş... Sinyali alan polis şefi girişte ettiği yemini hatırlıyor ve kanıtları perdeleyecek biçimde davranıyormuş... Mahkemeye çıkılınca da aynı şey; yargıçlar arasında 'Birader' bulunup bulunmadığını yine sinyalle öğrenip onun üzerinde yoğunlaşıyormuş zanlı...

Scotland Yard ve Adalet Bakanlığı 'Biraderlik' kitabında anlatılanların gerçeği yansıtıp yansıtmadığını öğrenmek için soruşturma açtı ve ardından her iki kurumda ciddi bir temizlik yaşandı.

Orası İngiltere. Masonluk orada vücut buldu. Bizde herhalde böyle bir şeyler olmuyordur.

Beraatle biten konu, Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası yeni yönetiminin, eski Büyük Üstad döneminde yolsuzluk yapıldığı iddiasıyla ilgiliydi. Mahkemeye sunulan dilekçede, çok kişisel harcamaların bile ortak kasadan yapıldığı ileri sürülüyordu. Sanıkların avukatı, “Yapılan harcamalar toplum yararına yapılmıştır” demiş... Hâkimler de 'beraat' kararını vermiş...

Neticede Masonlar'ın ortak parası 'dul kadının kesesi' demek; o keseden istediği gibi sarf etmeye yetkili Büyük Üstad... Öyle olmalı ki, eski Büyük Üstad, “Harcamalar örf ve âdetlerimize uygun yapılmıştır” diye kendisini savunmuş...

Bu 'dul kadının kesesi' aynı zamanda bir sembol, birinin kendisinin Mason olduğuna dair verdiği bir işaret...

Üzeyir Garih kanlı bir biçimde öldürüldüğünde ortalığa serilen 'komplo' senaryolarına, en yakın iş arkadaşı, “Bunların hiçbiri doğru değil; kendisi o gün bir arkadaşının dul eşine para götürüyordu, onbin doları bizzat ben verdim” tepkisini vermişti. Bu açıklamayı yaptığı Milliyet gazetesi “Bu bir Masonik semboldür” manşetini attı ertesi gün...

Milliyet'in manşetine yansıttığı cesur tanım üzerine, Ankara'da bürokratların yolsuzluk davalarını takip eden Radikal'in o zamanki adliye muhabiri Adnan Keskin tanık olduğu benzer sembolik çıkışları haberleştirdi. 'Dul kadın tesadüfü' başlıklı haberinde ilginç ayrıntılar yer alıyor. Okuyalım: “İşadamı İshak Alaton'un, cinayete kurban giden ortağı için sarf ettiği 'Üzeyir Garih, öldürüldüğü gün dul bir kadına 10 bin dolar yardım edecekti' sözleri, dikkat çeken bir tesadüfle daha da tartışmalı hale geldi. Masonlukta 'tehlike' anlamına geldiği bildirilen 'dul kadına yardım' sözü, 'beyaz enerji' dâvâsında da geçmişti. (..)

“İki işadamından rüşvet almakla suçlanan Eski TEAŞ Genel Müdürü Muzaffer Selvi, haziran ayındaki duruşmada, 'Bu parayı bir çalışanımızın dul kalan eşine yardım için aldım' dedi. Karadeniz Enerji'nin sahibi Doğan Karadeniz de bu ifadeyi 'Bu parayı genel müdüre gönüllü verdim, bir dul kadına ev alacağını söylemişti' ifadesiyle destekledi. Dâvânın diğer sanıklarından Mustafa Gecek de rüşvet verme suçunu reddederken, 'Selvi'ye 10 bin dolar verdim. Ancak bu dul bir kadına yardım amacıyla istenmişti, parayı kendisine havale ettim' dedi.”

Mahkemenin birkaç ay önce verdiği karar şu oldu: “Ankara 4. Ağır Ceza Mahkemesi, eski TEAŞ Genel Müdürü Selvi'yi 15 yıl, eski TEAŞ Yönetim Kurulu Üyesi Peker'i 10 yıl, Sönmez'i ise 3 yıl 4 ay hapse mahkum etti. Mahkeme, 'Cürüm işlemek amacıyla teşekkül oluşturmak ve yardım etmek' suçundan yargılanan sanıkların ise beraatına karar verdi.”

O kadar mesaj boşuna mı verilmiş?
_________________
Bir varmış bir yokmuş...
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Çrş Tem 26, 2017 12:08 am    Mesaj konusu: Dumankaya’nın konut mağdurları ne olacak? Alıntıyla Cevap Gönder

"Resmi görevli kanuna göre hareket eder, burada sivile kafasına göre hareket etme yetkisi veriliyor"
28 Aralık 2017



"Aksi takdirde, kamu düzeni ve devletin meşru otoritesi sorgulanır"

Milliyet yazarı Melih Aşık, 15 Temmuz darbe girişimi ve devamı niteliğindeki eylemlerin bastırılması kapsamında hareket eden sivillere yargı muafiyeti getiren ve kamuoyunun tepkilerini çeken 696 sayılı Kanun Hükmünde Kararname'yi (KHK) değerlendirdi. Aşık, "Son kararname ile sivile 'Şüphelendiğin kişiyi vur, cezadan muafsın' deniyor. Resmi görevli kanuna göre hareket eder. Burada sivile kafasına göre hareket etme yetkisi veriliyor" dedi.

Aşık'ın "Korkusu yeter..." başlığıyla (28 Aralık 2017) yayımlanan yazısının ilgili bölümü şöyle:

Son referandum sonrası Kemal Kılıçdaroğlu, YSK’nın mühürsüz zarf ve pusula kararını protesto için neden CHP’lilerle birlikte YSK’nın kapısına gitmediğini:

“Sokaklarda sopalı, hatta silahlı kişilerin olacağına ilişkin çok ciddi duyumlar vardı” şeklinde açıklamıştı.

Sopalı ve silahlı militanlar bu defa cezadan muaf olacağı için benzer olaylarda bu tür tehditler çok daha yoğun ve ciddi olacaktır. Deniyor ki; “Efendim çıkarılan 696 sayılı KHK sadece 15 ve 16 Temmuz günlerini kapsar”... Yargıç önüne gelen davada kararnamenin lafzına bakar. Orada da böyle bir açıklık yok. Kaldı ki parti militanları yeni bir durumda “Nasıl olsa buna da af çıkar” diye barbarlığa girişmez mi?

Çağdaş demokrasilerde, eli silahlı bir kişiden şüphelenerek öldüren asker ve polis dahi “Acaba sağ ele geçiremez miydi?” diye sorgulanır... Oysa son kararname ile sivile “Şüphelendiğin kişiyi vur, cezadan muafsın” deniyor. Resmi görevli kanuna göre hareket eder. Burada sivile kafasına göre hareket etme yetkisi veriliyor.

Şu mesaj da Doç. Ahmet K. Han’dan:

“Bireyin vücut bütünlüğüne yönelik olarak işlenenler başta, kamu menfaat ve güvenliğini hedef alan fiiller, haklı veya haksız, hiçbir mazeret veya sebeple, yasallaştırılamaz.

Aksi takdirde, kamu düzeni ve devletin meşru otoritesi sorgulanır hale gelecektir.”

T24
ETİKETLER
sivil muafiyet haber açıklama khk

"Erdoğan 'ishal' gerekçesiyle duruşmaya gelmedi, dosyası yeniden açılmalı"
15 Aralık 2017



"O dosyalar yeniden raflardan inmeli"

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olduğu dönemde hakkında ihaleye fesat karıştırma, Akbil yolsuzluğu gibi suçlamalarla soruşturulmasını hatırlatan dönemin Yargıtay Savcısı Ömer Faruk Eminağaoğlu “İshal' mazereti nedeniyle duruşmaya gidemediğini hatırlıyorum, o dönem kapanan dosyalar yeniden açılmalı" dedi.

Erdoğan'ın İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olduğu dönemde belediyeye bağlı Belediye İktisadi Teşekküleri'ni (BİT) soruşturan dönemin Yargıtay Savcısı Ömer Faruk Eminağaoğlu, "O dosyalar yeniden raflardan inmeli" diyor.

AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olduğu dönemde hakkında ihaleye fesat karıştırma, Akbil yolsuzluğu gibi suçlamalarla soruşturuluyordu. İşlendiği iddia edilen suçların çıkar amaçlı örgüt çerçevesinde işlendiği yolunda dönemin Devlet Güvenlik Mahkemesi soruşturma başlatmıştı. Büyükşehir belediye başkanlarının işlediği suçlar ise Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından soruşturuluyordu. Soruşturmayı yürüten savcılardan biri de Ömer Faruk Eminağaoğlu’ydu.

Eski YARSAV Başkanı Ömer Faruk Eminağaoğlu, "Toplumsal" haber sitesinden Çiydem Dağdeviren'in sorularını yanıtladı.

Eminağaoğlu'nun konu hakkındaki sözleri şöyle:

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olduğunda Erdoğan, belediyeye bağlı BİT dediğimiz Belediye İktisadi Teşekküleri, belediye şirketleri üzerinden yapılan ihaleler ve kamuoyuna akbil ve diğer ihaleye fesat karıştırma gibi başlıklarla yansıyan o konularla birçok soruşturma açıldı. Ayrıca bu suçların bir çıkar amaçlı örgüt çerçevesinde işlendiği yolunda da o zamanki İstanbul DGM soruşturma açmıştı. DGM Başsavcılığı, Büyükşehir belediye başkanlarının o zaman suçlarını Yargıtay Başsavcılığı soruşturuyordu. Bende Yargıtay savcısı olarak o suçlama yargılamasına bakıyordum. Ve Erdoğan hakkında bu konuda belediye başkanlığı dönemine yönelik olarak yaptığımız yürüttüğümüz soruşturmalar vardı. Bu soruşturmalar devam ederken, DGM başsavcılığındaki soruşturmalar bir taraftan sürerken, bizdeki soruşturmaların bir kısmı o dönemde Rahşan Affı diye nitelendirilen yasa kapsamında kaldı. Diğer soruşturmalar ise daha sonra Erdoğan Milletvekili seçilince dokunulmazlık nedeniyle dokunulmazlık sürecini bekledi. Bugün Erdoğan Cumhurbaşkanı olduğu için 2014 yılında, o dosyaların yeniden açılması lazım. Ama adli merciler hiçbir şekilde o dosyaları açma yoluna gitmiyor. Cumhurbaşkanı milletvekili dokunulmazlığına sahip değil.

1994-1999 arasını kapsayan soruşturmaların bugün tekrar açılması gerekiyor. O süre soruşturulması milletvekili dokunulmazlığı nedeniyle soruşturmaya engeldi. Milletvekili dokunulmazlığı 2003-2014 yılları arasında başladı. O dönem arasında hiçbir şekilde dosyaya dokunulmazlığı kaldırılmadığı için el sürülemedi, ama 2014’de artık dokunulmazlık bittiği için, sorumsuzlukta 2014 ve sonrasını kapsadığı için o dosyaların inmesi lazım.

‘İshal' diye duruşmaya gelmedi

Bugün malvarlıkları tekrar gündemde, Büyükşehir Belediye başkanları, belediye başkanları seçimle göreve gelen kişiler göreve başladıklarında göreve başladıklarında mal beyanı veriyor. Öte yandan parti başkanları da mal beyanı veriyor. Adalet ve Kalkınma Partisi 2001 yılında kurulduğunda partinin bütün evrakı Yargıtay’da partiler sicil bürosu olduğu için ben büronun da sorumlusu idim. Sicil bürosuna gelmişti. Erdoğan’ın hem kamuoyunda da yer alan bilgilerden de hareketle hem büyükşehir belediye başkanı olarak vermiş olduğu mal bildirimini, hem de parti genel başkanı olarak vermiş olduğu mal bildirimini inceledim. İncelediğimde iki mal bildirimi arasında ortaya çıkan farklılık nedeniyle bunun bir adli soruşturmaya konu edinme zorunluluğundan hareketle Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına oluşturduğum dosyayı ilettim. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı da bilirkişi raporu ile Erdoğan hakkında haksız yere mal edinmekten kamu davası açtı. Ancak açılan o dava sırasında Erdoğan duruşmaya “İshal” mazereti nedeniyle gidemeyeceğine ilişkin rapor alarak duruşmaya gidemediğini hatırlıyorum. O yargılama sürecinde de yeni bir bilirkişi raporu alarak haksız mal edinme yoktur şeklinde bir bilirkişi raporu. Dava açılmadan önce vardır, dava açıldıktan sonra yoktur şeklinde iki çelişkili rapor varsa normalde mahkemenin bu çelişkiyi gidermesi için üçüncü bir rapor alarak, her iki rapordaki durumları karşılaştırıp değerlendirecek rapora göre hüküm vermesi gerekirken mahkeme Erdoğan’ın beraatine karar verdi. O karar dava açan savcılarca da temyiz edilmedi, Ankara başsavcılığınca da temyiz edilmedi… Şu yazıda o dava sürecinde yer alan (oda tv ishal haberi) kimlerin nasıl yükseldiği tek tek yer alıyor. O dönemin Ankara Başsavcısı bilahare Adalet Bakanı bile oldu. Kararı temyiz etmeyen kişi. Bugünde Cumhurbaşkanı genel sekreteri. Tabi bunlar ister istemez üzerinde soru işareti barındırıyor. Bu dosyalar neden gerçek anlamda adil bir yargılamaya tabii tutulmadı. Eğer kişi kuşkusuz haksız ithamlara maruz kalmamalı ancak ortada soruşturma ve yargılanmayı gerektirecek bir dosya varsa da yargıdan kaçınılmamalı. Bu dosya bu soru işaretleri ile arşive kaldırıldı.

T24
ETİKETLER
erdoğan istanbul belediye ishal haber açıklama

Dumankaya’nın konut mağdurları ne olacak?
23 Temmuz 2017



Yeni Milli Savunma Bakanı Nurettin Canikli, düne kadar TMSF’den sorumluydu. 18 Mayıs’ta “Mağduriyetler çözülecek” sözünü hatırlıyor mudur?

15 Temmuz darbe girişimi birbirine benzemez mağdur kesimleri yarattı. Çoğu ağır hak ihlalleriyle kıyaslandığında fark edilmiyor bile. Ama on binleri etkiliyor.
Zaman ilerledikçe mağduriyet büyüyor.
FETÖ’ye finasla bağlantı gerekçesiyle TMSF’ye devredilen şirketlerle yaratılan mağduriyetten söz ediyorum. Eski sahibi “Kandırıldım” diyen Dumankaya İnşaat bunlardan biri. Beş ayrı konut projesinde 10 bine yakın mağdura yol açmış.
Kimisi yüzde 80 düzeyine ulaşmış inşaatlar çivi çakılmadan çürüyor.
Vaktiyle belediyenin verdiği ruhsata, bankanın ikiletmeden sağladığı konut kredisine, noterin resmi sözleşmesine güvenip yüz binlerce TL borç altına girmişler. Yüzlercesi hem banka kredisi, hem de ev kirası ödüyor.
Konutların teslim tarihi çoktan geçmiş. Tek istedikleri kendilerine bir teslim tarihi verilmesi. Ama ne zaman TMSF’nin Dumankaya için CEO’luğa atadığı Polat Sağır’a gitseler “sabır” telkininden başka bir şey alamıyorlar.
Yeni Milli Savunma Bakanı Nurettin Canikli, düne kadar TMSF’den sorumluydu.
18 Mayıs’ta “Mağduriyetler çözülecek” sözünü hatırlıyor mudur?
Dumankaya mağdurları bugün bir basın açıklamasıyla seslerini duyurmaya çalışacaklar.
Merak edilesi bir konu daha var bence:
Dumankaya’nın CEO’su AKP Üsküdar Belediye Başkan aday adayı imiş.
Onca insan, hiçbir dahli bulunmayan kanlı bir darbe girişiminden dolayı hak etmediği bir mağduriyet yaşarken, buralara CEO diye atanan AKP’lilerin bu görevler karşılığında ne kadar maaş aldığını öğrenmek hakkımız. (Kamu kaynaklarından ödendiğini varsayıyoruz tabii.)
Yani bunca insan evleri çürümeye bırakılmış ve aynı anda banka kredisi ile kira öderken, bu maaşların hakkı nasıl veriliyor?
Çiğdem Toker/Cumhuriyet
_________________
Bir varmış bir yokmuş...
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Önceki mesajları göster:   
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> HUKUKÎ HABERLER Tüm zamanlar GMT
1. sayfa (Toplam 1 sayfa)

 
Geçiş Yap:  
Bu forumda yeni başlıklar açamazsınız
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz
Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız


Powered by phpBB © phpBB Group. Hosted by phpBB.BizHat.com


Start Your Own Video Sharing Site

Free Web Hosting | Free Forum Hosting | FlashWebHost.com | Image Hosting | Photo Gallery | FreeMarriage.com

Powered by PhpBBweb.com, setup your forum now!
For Support, visit Forums.BizHat.com