EntellektuelForum Forum Ana Sayfa EntellektuelForum

 
 SSSSSS   AramaArama   Üye ListesiÜye Listesi   Kullanıcı GruplarıKullanıcı Grupları   KayıtKayıt 
 ProfilProfil   Özel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapınÖzel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapın   GirişGiriş 

'Adalet ve Kalkınma Partili arkadaşlarıma açık mektup'

 
Bu forum kilitlendi: mesaj gönderemez, cevap yazamaz ya da başlıkları değiştiremezsiniz   Bu başlık kilitlendi: mesajları değiştiremez ya da cevap yazamazsınız    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> AHLAKÎ DÜŞÜNCELER
Önceki başlık :: Sonraki başlık  
Yazar Mesaj
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Prş Mar 30, 2017 11:01 pm    Mesaj konusu: 'Adalet ve Kalkınma Partili arkadaşlarıma açık mektup' Alıntıyla Cevap Gönder

Ertuğrul Günay: Adalet ve Kalkınma Partili arkadaşlarıma açık mektup
30 Mart 2017



"Bu mektubu, içimde derin hüzün duyguları taşıyarak yazıyorum..."

2007'den 2013'e kadar AKP hükümetinde Kültür ve Turizm Bakanlığı görevini yapan Ertuğrul Günay, “Adalet ve Kalkınma Partili arkadaşlarıma açık mektup” başlığıyla bir yazı kaleme aldı.

Günay'ın yazısı şöyle:

Anayasa değişiklikleri konusunda yapılacak 'halk oylaması'na (referanduma) 15 gün kaldı. Türkiye, ilk kez, bu kadar gergin ve kavgalı bir oylamaya gidiyor. Oysa, anayasa referandumu siyasal taraflılıkla, hele bağnazlıkla yapılacak, kıran kırana bir seçim yarışı değil. Karşı tarafı karalamak, suçlamak, aşağılamaya, yok saymaya çalışmak yerine, tam tersine, ikna etmeye, kazanmaya, uzlaşmaya çalışılması gereken bir demokratik yarış.

Anayasalar, -adı üstünde- bir siyasi parti programı değildir. Farklı görüşlerdeki tüm yurttaşların güvencesi altında yaşayabileceği bir 'ana-hukuk' metnidir. O nedenle, bu ana-hukuk metni ile ilgili hazırlığın, görüşmelerin, oylama ve kabul sürecinin de toplumu bölmemesi, mümkün olduğunca birleştirmesi, bütünleştirmesi gerekir.

Sonuçta, hangi görüşte olursak olalım, hepimiz bu ana-yasanın çizdiği hukuk çerçevesinin içinde yaşayacağız. Bu çerçevenin içimize sinmesi, adaletini hiçbirimizden esirgemeyecek, haklarımızı teminat altına alacak şefkatli bir ana kucağı gibi benimsenmesi barış ve bütünlük için çok önemlidir.

1. Adalet ve Kalkınma Partisi, 2002 sonundan bu yana, yaklaşık 15 yıldır tek başına ülkeyi yönetti. İlk iki dönemde yapılanlar toplumun geneli tarafından olumlu değerlendirilmiş olsa gerek ki, 2007 ve 2011 seçimlerinde hem aldığı oy arttı; hem de seçim sonuçları özel bir tartışmaya, itiraza konu olmadı.

Bütün bu dönemlerde Parti'nin seçim bildirgelerinde topluma "çoğulculuğu geliştirmek, parlamenter demokrasinin kuralları içinde cumhurbaşkanının konum ve yetkilerini düzenlemek, demokratik hukuk devletini kalıcı kılmak, ceberrut devlet anlayışına son vermek, hukuku bir baskı ve korku aracı olmaktan çıkarmak" gibi çağdaş ve evrensel yönetim ilkelerine uygun söz ve vaadler verildi.

2012'ye kadar Başkanlığın, hele "Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi" gibi, dünya hukuk literatüründe ciddiye alınması söz konusu olmayan, bizi evrensel hukuktan ve medeni dünyadan koparacak "Türk Tipi" garipliklerin adı bile geçmedi.

Ancak, üçüncü seçimin de artan oylarla kazanılmasından sonra, baştan beri yapılan vaadler gündemden kalktı. Parlamenter demokrasi yerine Başkanlık, kuvvetler ayrılığı yerine, demokrasiye son vermek anlamına gelen "kuvvetler birliği/ tevhidi kuvva", denetim ve şeffaflık yerine, denetimden kaçınma ve savurganlık, halka yakınlık ve tevazu yerine, 'devlet benim' kibri ve görüntüsü, söylemi, niyeti ortaya çıktı.

2. O tarihten bu yana da, "balık baştan kokar" özdeyişine uygun olarak ülkede, başta yönetim olmak üzere, çok şey bozuldu. Güven ortamı ve güvenlik ortadan kalktı. 2002'den 2012'ye süren ve her alanda olumlu yansımaları görülen ekonomik ve toplumsal istikrar bozuldu. 2014'ten bu yana seçimler tartışmalı olmaya başladı; genel seçim sonuçları yok sayılıp ülke yeniden seçime, en yüksek oyu almış genel merkez yönetimleri başarısız sayılıp Parti yeniden kongreye, durduk yerde Hükümet, Başbakan değiştirilmeye sürüklendi.

Şimdi, bozulan istikrarı sözde toparlamak adına, Parti'nin 2002'den 2012'ye kadar topluma verdiği sözlerin, yaptığı vaadlerin, hatta en yetkili sözcülerinin diliyle ettiği yeminlerin rağmına, yeni bir paket dayatılmaya çalışılıyor.

Sadece Başbakanın değil, Bakanlar Kurulu'nun bile olmayacağı, halkın seçtiklerinin icrada görev alamayacağı, tüm yetkilerin tek başına ve sadece cumhurbaşkanında toplanacağı, cumhurbaşkanına da, -bugünkü gibi TBMM Başkanının değil- seçime bile girmemiş birinin vekalet edip onun yetkilerini kullanacağı, dünyada eşi olmayan bir model anayasa diye kabul ettirilmeye çalışılıyor.

Cumhurbaşkanı, cumhurun yani tüm milletin başı olmak gibi üstün ve saygıdeğer bir konum yerine, parti başkanı olarak taraf yapılmaya çalışılıyor. Bu geri gidişi savunmak için kırk yıldan bu yana eleştiregeldiğimiz 'Tek Parti' döneminden örnek ve mazeret aranıyor. 'Cumhurbaşkanı' sıfat ve makamının yüceliğinin farkında olmayanlar, devletin ve milletin temsilcisi olan tüm ülkenin başını "reyis" diye isimlendirerek bir mahalle kavgasının taraflılığına mahkum etmek istiyor.

Kendi siyasi partilerini onun gücünün ve imkanlarının koruması altına almak isteyenler, bütün partilerin üstünde davrandığı için tüm yurttaşların saygısını kazanmış bir cumhurbaşkanının, ülkenin birliği için ne önemli bir güven kaynağı ve teminat olduğunun farkında görünmüyorlar. Türkiye gibi, kültür, inanç ve etnik köken ayrımları olan bir ülkede ve bu sancılı coğrafyada, ülkeyi böyle bir teminattan yoksun bırakmanın yaratabileceği tehlikeleri görmüyor, görmezden geliyorlar.

3. Türkiye'yi bu sonu belirsiz sürüklenişten siz, demokratik hukuk devletinin herkes için ne denli önemli ve vazgeçilmez olduğunu yaşayarak bilen, 'gerçek' Adalet ve Kalkınma Partililer önleyebilirsiniz.

Siz, geçmiş yıllarda dışlanmanın, ötekileştirilmenin, haksız suçlamalara ve kibirli bakışlara maruz kalmanın mağduriyetlerini yaşadınız. O nedenle hukukun, çoğulculuğun, insan haklarının, kuvvetler ayrılığına dayalı demokrasinin, herkes için ne denli önemli olduğunu yaşayarak biliyorsunuz. Dün size yapılmasının acılarını yüreğinizde yaşadığınız, haksızlığına isyan ettiğiniz hukuksuzlukların, ülkemizde kalıcı bir düzene dönüşmemesi, bu kez sizin demokrasiye cesaret ve kararlılıkla sahip çıkmanıza bağlı.

Ödeyeceğiniz bir bedel de yok. Partiniz iktidarda ve iktidarda kalmakta devam edecek. Üstelik erginliğini, kendini yönetebileceğini ve siyasal olgunluğunu kanıtlamış olacak. Hatta, sizin seçtiklerinizin yerine, kim olduğunu bilmediğiniz birilerinin Bakan olmasının önüne geçerek, AK Parti'yi, sözde iktidarda, ama icradan tasfiye edilmiş olmaktan bile korumuş olacaksınız.

4. Geçmişte, -28 Şubat'ta, 27 Nisan'da, benzer badirelerde- çoğulculuk ve özgürlükçülüğün erdemine inandıkları için, cesaret ve kararlılıkla hukukunuzu savunmuş olanlar, demokrat, liberal, demokrasi için size güvenmiş bir dolu insan şimdi ağır bedeller ödüyorlar.

İyi yaptıklarınızı destekledikleri için en yakınlarıyla kavgalı hale gelenler, yanlış yaptıklarınızı eleştirince, hiçbir vefa duygusu taşımayan acımasız davranışlara maruz bırakıldılar.

Bir kısmı mahpus ya da sürgündeler; çoğu işinden, ekmeğinden, kaleminden yoksun bırakılmış, 'öz yurdunda garip" gibiler, "öz vatanında parya!'

Uğradıkları bütün bu kişisel haksızlıkların hepsinden daha hüzün verici olan da, ülkenin 'görünüşte' mütedeyyin, muhafazakar kesimlerinden demokrat, değişimci, yenilikçi bir siyaset anlayışı çıkacağı umuduyla size verdikleri destekte yaşadıkları yanılmışlık, aldanmışlık duygusu. Böyle bir umudun gerçek olamayacağını söyleyen eski siyaset anlayışlarının -ne yazık ki- haklı çıkmış görünmesi, yenilmişlik, daha da vahimi aldatılmışlık duygusu.

Ülke için en büyük talihsizlik ve bu insanlar için en ağır olan da bu!

Oysa, 2011 Seçim Bildirgesinde ne de güzel yazıyordu: "Ne aldanan, ne de aldatan olmadık."(s.29)

5. Bu mektubu, içimde derin hüzün duyguları taşıyarak yazıyorum.

Yaşamım boyunca bu ülkede halkın değerleriyle kavgalı olmayan saygılı bir siyaset dilinin doğru ve başarılı olacağına inandım. Bu inancım yüzünden, 'halka rağmenci/ seçkinci' siyaset anlayışlarıyla hep görüş ayrılıkları, giderek yol ayrılıkları yaşadım.

Son yıllarda gördüklerim, iktidarları uzun süren bütün partilerin zamanla birbirine benzediği, kökü, kökeni, başlangıçtaki niyeti ne olursa olsun, bir süre sonra halktan uzaklaştığı, devletleştiği, devlet sırtından zengin olanların tuzağına düştüğü ve siyaseti bir kişisel zenginleşme aracına dönüştürdüğü oldu.

Bu alanlarda gördüğüm yanlışlara, örneğin daha 2009'da siyasi davaların haksız ve gereksiz boyutlara uzanmasına, sonra rant açlığının saldırganlığına, tarihe duyarsız dikey yapılaşmaya, Gezi Parkının betonlaştırılmaya kalkışılmasına, Suriye kirli savaşında taraf olmanın yanlışlığına ve daha birçok yanlışa yerinde ve zamanında karşı çıkıp uyarmaya, önlemeye çalıştım. Burada yazamayacağım daha önemli uyarılarım da oldu.

Ne yazık ki, bu uyarılarımın hemen tümünde haklı çıktım. Ancak burada da gördüğüm, haklı uyarılara kulak vermenin değil, "doğru söyleyeni dokuz köyden kovmanın" her güç sahibi için kolay ve geçerli yol olduğu oldu. Uyarılarımın dikkate alınmamasının sonuçlarını yaşıyor, bedellerini sadece Parti olarak değil, ülke olarak ödüyoruz.

Şimdi ve bu defa kamu oyu önünde Adalet ve Kalkınma Partisinde tanıdığım iyi niyetli, başkalarının hak ve hukukuna saygılı, çoğulculuğun erdemine inanan, demokrat ve dürüst arkadaşlarıma içtenlikle seslenmek istiyorum.

Hangi niyetle hazırlanmış olursa olsun, demokrasiyi rafa kaldırmak anlamı taşıyan bu sürüklenişten ülkenin kurtulması sizin elinizde. Bugünkü muhalefetin bunu önlemeye -niyeti olsa da- güç ve takatleri yetmez, yetmiyor. Bu sürüklenişi ancak sizin sağduyulu direnişiniz, sakin, vakur ve kararlı davranışınız önleyebilir.

Adalet ve Kalkınma Partisini tek parti dönemlerinin kavram ve uygulamalarına sürüklenip tükenmekten de, tarih önünde sıradanlaşıp gitmekten de siz kurtarabilirsiniz.

Bu ülkenin demokratları, özgürlükçüleri ağır bedeller ödeyerek defalarca demokratik hukuk devletini ve sizin hukukunuzu korudular. Bu kez sıra sizde, hem de hiç bir bedel ödemeden, yola çıkarken bu ülkeye vadettiklerinizi, hukuk devletini, çoğulcu demokrasiyi, Meclisi, milleti, Türkiye'yi koruma

İçinde bulunduğumuz kutlu ayların ve günlerin tüm insanlığa ve ülkemize hayırlar getirmesini dilerim.

İnsan, bildiğiniz gibi, ancak iyi şeyler yaptığı, Hakkı, iyiyi, doğruyu öğütlediği ve doğruda direndiği kadar insandır.

Saygılarımla.
T24

'İktidarda Allah'a inanan 6-7 kilit isim olsaydı başımıza bu kadar musibet gelmeyecekti'
04 Haziran 2017



15 Temmuz şehidi Mustafa Cambaz’ın oğlu Alparslan Cambaz, FETÖ davalarını ve AKP’nin davalara karşı tutumunu eleştirdi.

15 Temmuz’da şehit olan Yeni Şafak gazetesi muhabiri Mustafa Cambaz’ın oğlu Alparslan Cambaz, FETÖ davalarını ve AKP’nin davalara karşı tutumunu eleştirdi.

Odatv'deki habere göre, sosyal medya hesabından açıklama yapan Cambaz “Düşürülen Mavi Marmara davasının ve 15 Temmuz Ana Darbe Davasının bir kısmına şahitlik edince gördüm ki, bu mahkemeler bizim mahkememiz değil. Bu mahkemeler Türk mahkemesi değil, AİHM mahkemesi. Onca şeyden sonra hâlâ AB'nin peşinde koşanların, aşağılık komplekslilerin, korkakların, "Daha gücümüz yok"çuların, "Şimdi sırası değil"cilerin mahkemesi. Bu mahkemeler mazluma, davacıya sürekli "Onlar da bunu istiyor zaten" dedirtenlerin, 'kanıksatanların' mahkemesi. Bu mahkeme kısacası acizlerin mahkemesi” dedi.

“ALLAH’A İNANAN 6-7 KİŞİ OLSAYDI…”

“Ortada bir Türk mahkemesi olsaydı eğer o mahkeme vatan hainliği su götürmez bir gerçek olanları kellesiz bırakırdı. Peki olan ne?” diye soran Cambaz şu ifadeleri kullandı:

“Vatan hainliği su götürmez bir gerçek olanlara takım elbise giydiriliyor. Medyada sürekli tüm isteklerinin karşılanacağı iddia edilen şehit ailelerindense sınırsız bir sabır ve tahammül bekleniyor. Millet canını ortaya koysun, alabileceği başka risk kalmayarak vatanı kurtarsın fakat siyasi kanat her şeyini borçlu olduğu bu milletin cesaretinin onda birini dahi sarf edip de milletin isteklerini karşılamasın...

FETÖ'cülerin Pensilvanyalı sapığa, "Hizmet"e inandıkları kadar Allah'a ve Türkiye'ye inanan çok değil; 6, 7 kilit isim olsaydı şu iktidarda başımıza bu kadar musibet gelmeyecekti. Allah'a ve Türkiye'ye inanmışsanız başınıza gelen musibetle 'delikanlıca' mücadele edersiniz. Onur söz konusudur. Ve bu durumda arkanızda sürekli Allah'tan bir dost ve yardımcı bulursunuz. "300 bin kişilik düşman ordusu bize doğru yaklaşıyor!" dendiğinde "Biz de onlara yaklaşıyoruz!" diyen Türk'ü 27 bin kişiyle 300 bin kişiye galip getiren bu inançtır. Şimdiyse ülkenin kilit noktalarını tutmuş 3, 5 hainle mücadele edemiyoruz korkaklıktan, fazla dünyalık olmaktan. Nereden nereye...

Parayla, makam mevkiyle imtihanında bıkmadan, usanmadan her seferinde ağır bir yenilgi alanlar daima kendilerini kurtarmanın derdine düşüyor. Bizim için her zaman devlet, vatan, millet esas oldu. Birileriyse sürekli particilik yaptı. Geleceğe yatırım yapmak yerine kendini ve günü kurtarmanın derdine düştü.

Ülkemizin en önemli askeri güçlerinin başındaki o haysiyetsiz, o sünepe FETÖ'cüleri dinledikçe kalbim sıkıştı. Vallahi babamı filan unuttum, bu güzel vatanın kimlerin eline bırakıldığını görmem müthiş şekilde gücüme gitti. O şerefsizlerin işgal ettikleri yerleri sonuna kadar hak edecek ne kadar Anadolu irfanına sahip liyakatli, delikanlı adam varsa gözlerimin önünde küstürülmüş, önü kesilmiş, hakkı yenmişti de yeryüzünün en aşağılık varlıklarına ne istedilerse verilmişti. Birçok ahlaksızlık ödülsüz bırakılmamıştı. Bunların vebali korkunç. Korkunç...

Yıllar yıllar önceden beri FETÖ'ye karşı sürekli uyar ve sırf bu sebeple dünya sana dar edilsin, FETÖ'nün silahlarının önüne dikil, canından can gitsin şehit ol, gazi ol ama zerre eleştirmene fırsat verilmesin... Bu ne ya bu ne? Siz kimsiniz?

Yoksa siz de mi..? "Evet, hayır" sürecinde şehit ailelerine ve gazilere bile vatan haini diyecek algıyı yaratanlar, evet evet siz! Yoksa siz de mi..?

FETÖ'nün siyasi ayağına dokunmak konusunda AKP engel çıkarmaya devam ettiği müddetçe o AKP birilerinin başına çok daha gürültülü şekilde çökecektir. Artık bunu anlayın da geç anlayanlardan olmayın. Geç anlayanların akıbeti çok kötü olur çünkü. Bir kez daha dünyaya gönderilmeyeceğiz.

*Şunu ekliyeyim: Mavi Marmara davasını yürüten hakim de, savcı da şüphelidir, korkaktır benim gözümde. Böyle bir izlenim bırakmışlardı. Fakat Ana Darbe davasını yürüten hakime ve savcıya bu yönden bir lafım yok. Gördüğüm kadarıyla onlar, ellerini kollarını bağlayan sisteme, çeşitli tehditlere rağmen esaslı bir mahkeme yürütmeye çalışıyorlar. Herkes aslında neyin olması gerektiğini biliyor lakin algılarımızı ve sistemimizi bozanlar bunu çok iyi başardıklarından bizim elimiz daima güçsüz. Bu hal kızgınlığa, o da aramızda fitneye ve haksızlık etmeye sebep olabiliyor. Buna izin vermekten Allah'a sığınırım. Duygusal tepkiden ibaret şeyler yazmıyorum burada. Uzunca düşünülmüş, aylarca susulmuş şeylerin bazen açığa çıkma vakti gelir. Ve 2 saniyesine hükmedemediğimiz şu dünyada "Şimdi sırası değil!" diyen varsa samimiyetsizdir. "Olanda hayır vardır."

Kaynak: Cumhuriyet.com.tr
_________________
Bir varmış bir yokmuş...
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Önceki mesajları göster:   
Bu forum kilitlendi: mesaj gönderemez, cevap yazamaz ya da başlıkları değiştiremezsiniz   Bu başlık kilitlendi: mesajları değiştiremez ya da cevap yazamazsınız    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> AHLAKÎ DÜŞÜNCELER Tüm zamanlar GMT
1. sayfa (Toplam 1 sayfa)

 
Geçiş Yap:  
Bu forumda yeni başlıklar açamazsınız
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz
Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız


Powered by phpBB © phpBB Group. Hosted by phpBB.BizHat.com


Start Your Own Video Sharing Site

Free Web Hosting | Free Forum Hosting | FlashWebHost.com | Image Hosting | Photo Gallery | FreeMarriage.com

Powered by PhpBBweb.com, setup your forum now!
For Support, visit Forums.BizHat.com