EntellektuelForum Forum Ana Sayfa EntellektuelForum

 
 SSSSSS   AramaArama   Üye ListesiÜye Listesi   Kullanıcı GruplarıKullanıcı Grupları   KayıtKayıt 
 ProfilProfil   Özel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapınÖzel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapın   GirişGiriş 

DEĞİŞTİRİLEN ÇOCUKLAR

 
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> FİKİR YAZILARI
Önceki başlık :: Sonraki başlık  
Yazar Mesaj
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Sal Oca 24, 2017 8:12 pm    Mesaj konusu: DEĞİŞTİRİLEN ÇOCUKLAR Alıntıyla Cevap Gönder

DEĞİŞTİRİLEN ÇOCUKLAR
Hakan YAMAN
19 Ocak 2017



Özellikle tiyatro eserleriyle meşhur İtalyan yazar Pirandello’nun “Değiştirilen Çocuk” başlığı ile dilimize çevrilmiş nefis bir hikâyesi vardır. Günümüz Türkiye’sinde içi boşaltılmış ideolojilerin durumunu kısacık bir yazıya sığdırmak icap etseydi, bu hikâye yeterli olurdu. Bu vesileyle umacı masallarının sadece biz Şark toplumlarına has olmadığını ve meselâ bahsi geçen yazarın anlattığı Sicilya köylerinde çok yakın zamana kadar bütün inandırıcılığı ile sürüp gittiğini de belirtmekte fayda var.

Kırsalda yaşayan halk, yaygın söyleyişiyle köylü sınıfı, toplumların en muhafazakâr ve yerli kalmış kesimi kabul edilir ve çok açıdan bu böyledir. Ama Çehov, Turgenyev, Tolstoy gibi Rus yazarların anlattığı köylülerle, meselâ Fransa’nın en güçlü hikâyecisi Mauppassant’ın Fransız köylülerini art arda okursanız ve bununla yetinmeyip Pirandello’nun İtalyalı köylülerine de göz atarsanız, aslında toplumların en yerli kesiminin gündelik hayat alışkanlıkları bakımından birbirine en çok benzeyenler olduğunu fark etmek mümkündür.

Hatta farklı bir inanç içinden gelen Türk köylüsünün dahi kimi noktalarda onlardan ayırt edilemeyeceğini iddia edebilirim. Maupassant’ın bir köy düğününü anlatan hikâyesindeki insanların nesilden nesile aktardığı basmakalıp ve her düğünde tekrar edilen sulu esprileriyle Anadolu’nun şu an çoğu köy düğününde yaşananlar pek farklı değildir. Yahut Babalar ve Oğullar’ın sonunda Turgenyev’in enfes tasvir ettiği “hüzün verici” bakımsız köy mezarları, sadece haç farkıyla bizim köy mezarlıklarını ne çok andırır?

Kırsalın bütün o bilinen yerliliğine rağmen, demek ki, millilik dediğimiz şey şehirleşmede ortaya çıkıyor ve kültür ile medeniyet davası buradan birbirine meydan okuyor. Bir Türk köylüsü ile Fransız köylüsü arasında mevcut his ve alışkanlık benzerliklerini meselâ bir Fransız aydınıyla Rus yazar arasında bulamıyorsun. İrfan kıvamı ve şahsiyet ile ilerlemenin at başı giden yanı var ve millilik davasının temeli yoz bir muhafazakârlığa değil, bunlara dayanıyor.

Bugün ise kapitalist “gelişme” aradaki farkları AVM tutku ve alışkanlığı ile ortadan kaldırıp dümdüz etmiştir. Dünün edebiyatçısı hangi ülkeden olursa olsun yerel köy yaşantısını anlatırken neredeyse birbirine benzer portreler çizer ve farklılığı şehirlerde bulurken, bugünün romancısı New York’taki AVM ile Pekin yahut Antalya’daki arasında ele alacağı insan karakterleri bakımından pek bir fark bulamayacaktır. Globallik dövizinin ilk moda olduğu senelerde bolca kullanılan ve Çetin Altan gibilerin de dilinden düşürmediği “dünyanın bir köye dönüşmesi” bir bakıma doğrudur ama bu onların zannettiği gibi ilerleme midir, yoksa medeniyetlerin dümdüz edilmesi mi? Gönül rahatlığı ile “kapitalizm dünyayı köylüleştiriyor” diyerek meseleyi bağlayabiliriz. Bu ayrı bir yazı konusu olarak burada dursun.

Gelelim Değiştirilen Çocuk bahsine… Sicilya’nın bir köyünde yeni doğum yapmış bir kadın uykusundan uyanınca bebeğinin değiştiğini fark eder. O nur topu çocuk gitmiş, yerine bir ucube bırakılmıştır. Oysa aslında kadın uyurken zavallı bebek rahatsızlık geçirmiş ve bir yanına felç inmiş, eli yüzü bundan buruşmuş… Anne ise cinlerin çocuğunu çaldığını ve yerine kendi çocuklarını bıraktığını düşünür. Bütün köy aynı fikirdedir. Kadın kendi öz evladını bir cin yavrusu olarak görmeye başlar ve ona tiksintiyle bakar. Neyse ki, yaşlı bir kocakarı “sen cinlerin çocuğuna iyi bakarsan, onlar da senin çocuğuna sahip çıkar; ama sen onu ölüme terk edersen, onlar da senin çocuğunu öldürür” deyiverir de, zavallı bebek öz annesi tarafından öldürülmekten kurtulur.

Ama ilerleyen senelerde çocuğun yaşadıkları “keşke o gün ölseydi” dedirtecek kadar yürek burkucudur. Kadın senelerce cinlerin kaçırıp sakladığı öz evladının emsalsiz güzelliğine övgüler sıralar ve her defasında yerine bırakılan ucubeye tiksintiyle bakar. Yeni bir bebeği olduğunda ise bu cin yavrusu dört beş yaşına gelmiştir ve artık kaçırılan çocuğunu da unutmaya başlar. Diğerine bir defa bile elini sürmez olur. Evin içine bırakmaz, bahçeye köpek kulübesini andırır bir yer yapar ve iğrenerek önüne bir kap yemek bırakır. Kimse yanına yaklaşmadığı için çocuk konuşmasını da öğrenemez ve bu sebeple onun cin yavrusu olduğundan kimsenin şüphesi kalmaz. Bir deri bir kemik kalan, yarı çıplak dolaşan zavallı çocuk ölüme terk edilir.

Bu ülkenin bütün ideolojileri adına söylüyorum. Güzelliğini öve öve bitiremediğimiz öz gerçeklerimiz, bizim bir gaflet anımızda, uyku saatimizde ters yüz edilmiş, felç geçirmiştir. Kucağımıza ilk aldığımız çocuk değil artık hiç birisi. Üstüne düşüp, diriltmek, canlandırmak, iyileştirmek gerekirken, bizler kendi gerçeğimize sırtımızı dönüyoruz. Kimse kendi hakikatini sahiplenmiyor. Oysa onun çehresi değiştiyse bunun asıl mesulü bizim derin uykumuzdur. Mutluluğu başka çocuklar arayarak bulacağımızı sanıyoruz. Ama sorsan kimse öz evladını reddetmiş değildir, onu öve öve bitiremeyiz. Peki, burnumuzun dibinde ölmeyi bekleyen “cinli” çocuk? Onun dili çözülmediyse ve derdini anlatamıyorsa, bunun esas sebebi bizim ona yüz çevirmemiz olabilir mi?

Komprador burjuvaziye yapılan saldırıyı kendi “yaşam tarzına” yönelik kabul eden sosyalistinden(!), fert ve düşünce hürriyeti davasının en önünde yer alması gerekirken dört yaşında çocuğa işkence yapılmasını isteyen liberaline(!) ve en acısı 5 milyon Müslümanın ölümüne sebep politika ve projelerin yanında duran ümmetçisine(!) kadar kimler ve kimler böyle değil ki?..

Cin demişken… Dostoyevski’nin Ecinniler’i belki de politik romanın çıkabileceği en üst seviyedir. Romanın sonlarında ölmek üzere olan bir kahraman, İncil’de geçen ve cinlenmiş bir çobanın hikâyesini anlatır. Çobanın içine kaçan cinler sürüyü korkutur ve bütün sürü uçurumdan atlayıp yok olur. Ona göre Rusya’da cinlenmiş, uçuruma sürüklenmiştir; ama bir gün tıpkı sürüsünü kaybeden o çoban gibi İsa’nın dizlerine oturacak, İsa onun içindeki cinleri çıkaracak ve Rusya sağlığına kavuşacaktır.

Cinlenen Pirandello’nun çocuğu değil, Dostoyevski devrinin Rusya’sından farkı olmayan bizleriz. Ama biz KİM’in dizlerine oturup iyileşecek ve öz hakikâtimize kavuşacağız? Türkiye’nin cevabını araması gereken soru budur.

ADIMLAR Dergisi
18.01.2017
_________________
Bir varmış bir yokmuş...
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Önceki mesajları göster:   
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> FİKİR YAZILARI Tüm zamanlar GMT
1. sayfa (Toplam 1 sayfa)

 
Geçiş Yap:  
Bu forumda yeni başlıklar açamazsınız
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz
Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız


Powered by phpBB © phpBB Group. Hosted by phpBB.BizHat.com


Start Your Own Video Sharing Site

Free Web Hosting | Free Forum Hosting | FlashWebHost.com | Image Hosting | Photo Gallery | FreeMarriage.com

Powered by PhpBBweb.com, setup your forum now!
For Support, visit Forums.BizHat.com