EntellektuelForum Forum Ana Sayfa EntellektuelForum

 
 SSSSSS   AramaArama   Üye ListesiÜye Listesi   Kullanıcı GruplarıKullanıcı Grupları   KayıtKayıt 
 ProfilProfil   Özel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapınÖzel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapın   GirişGiriş 

Sağlıkta Küresel Oyunlar: Let us live / Müsaade edin de..

 
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> TIBBÎ DÜŞÜNCELER
Önceki başlık :: Sonraki başlık  
Yazar Mesaj
Ekim



Kayıt: 21 Arl 2007
Mesajlar: 2634
Konum: Kanada

MesajTarih: Çrş Eyl 09, 2009 9:40 pm    Mesaj konusu: Sağlıkta Küresel Oyunlar: Let us live / Müsaade edin de.. Alıntıyla Cevap Gönder

“Let us live” / “Müsaade edin de yaşayalım”

Ömür uzatan buluşlar büyük ilaç tüccarlarınca yok ediliyor
NEVA ÇİFTÇİOĞLU BANES
19 Eyl, 2016



İshak Alaton’un kalp rahatsızlığına, hemen ardından değerli sanatçımız Tarık Akan’ın akciğer kanserine yenik düşmesi, benim tıp dünyasında ömür uzatan yeni buluşlarla ilgili ilginç yayınlar okuduğum döneme denk geldi…
Sözüm, dünya piyasalarını eline geçirmiş ilaç firmalarına. Evet, artık susmamak gerektiğine inanıyorum. Sevilen insanların birer birer vefat haberlerinin ardından daha da bileniyor hıncım. “Yeter artık! Sömürü düzeninize bir son verin” diye haykırasım var her birine. Kendisiyle bire bir sohbetlerimiz olan, çok saygı duyduğum işadamımız İshak Alaton’un kalp rahatsızlığına, hemen ardından değerli sanatçımız Tarık Akan’ın akciğer kanserine yenik düşmesi, benim tıp dünyasında ömür uzatan yeni buluşlarla ilgili ilginç yayınlar okuduğum döneme denk geldi. Ömür uzatacak, en önemlisi yaşam kalitesini yükseltecek nice buluşlar ve araştırmalar, büyük ilaç tüccarlarının ceplerine milyarlarca dolarlık para akmasını tehdit ediyor. Bunun üzerine o tüccarlar bilimi önce köşeye sıkıştırıyor, karalıyor ve sonra da tüm gücünü kullanarak un ufak ediyor. O buluş kendi ekmeklerine yağ sürünceye kadar saldırılar, karalamalar dinmek bilmiyor. Bu arada yitirilen hayatlar hiç önemli değil. İnsanoğlunun değeri, gelen para akışının yanında kesilip atılan bir tırnak kadar…

İnsanları ölümsüz kılacak halimiz yok elbette ama hep “Kafamızı kullanabilsek, fırsat verilse birkaç yıl daha ekleyebilir miydik hayatlarımıza?” diye düşünüyorum. Biliyorum çok iddialı, bir o kadar da asit kadar keskin sözler bunlar. Bu kadar ateşli ve korkusuzca konuşmamın ardında (belgelenmiş) bireysel yaşadığım haksızlıklar, yılların birikimi, dünyanın değişik köşelerinde şahit olduğum çok ilginç gerçek bilimsel hikâyeler var. İsterseniz kendi hikâyemden kısacık bir örnek vereyim ki daha kolay anlaşılabileyim: NASA’daki ekibim ve Finlandiya’da çalıştığım araştırma grubuyla vücuttaki kireçlenmeyle ilgili rahatsızlıkların tedavisi üzerine (uluslararası patentli) buluşumuzu dünyanın güvenilir hastane ve araştırma merkezlerinde ispatlamak için yıllarca çalıştık. Bu gruplar arasında Mayo Clinic, Cleveland Clinic, Washington Hastanesi ve Japonya Osaka Üniversitesi vardı. (“Ölmek üzere” denilen) Özellikle arteriosklerozisli (kalp damarları tıkanmış) gönüllü hastalar üzerinde çok ucuza mal olan, ameliyat olmaktan kurtaran ilaçlı tedavimizi uyguladık. Elde edilen son derece başarılı bulgularımızı düzenli bir şekilde “kullanılırlık onayı” alabilmek amacıyla FDA olarak bilinen U.S. Food and Drug Administration’a yani Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi’ne rapor ediyorduk. Tedavinin onaylanmasında son basamağa yaklaştığımızda birlikte çalıştığımız, hastalık teşhisinde kullandığımız monoklonal antikorları korumakla yükümlü şirketin 10 yıllık emeklerimiz sonucu elde ettiğimiz bu değerli hücreleri öldürme emrini verdiğini fark ettik. Hücreler üzerlerine asit dökülerek öldürülmüş, illegal yoldan tedavi piyasaya sunularak FDA’nın tedavi izni alınıncaya kadar “yıkılmaması gereken kurallar” bilinçli olarak yıkılmıştı. Tedaviyi yürüten hekimler, hastalar, araştırma ekibimiz neye uğradığımızı şaşırmıştık. Başarıya hep birlikte ulaşmak üzereyken bu sabotaj da nereden çıkmıştı? Direkt bana gelen “Araştırmayı derhal durdurmazsan yok olursun” yazılı tehditlerinden sonra bütün belgelerle soluğu Amerika mahkemelerinde aldım. Korusun diye sabotajcı şirkete devredilen patent haklarımın derhal iadesi için başlayan mahkeme tam 7 yıl sürdü. Diğer bir deyişle çocuk, genç ve yaşlı binlerce hayat kurtarmış, milyonlarca hayat kurtarmaya aday bilimimiz, (dile kolay) 7 yıl süreyle donduruldu. Mahkeme sırasında ifade vermeye çağrılan şirket çalışanlarının dışarıdan “Bu araştırmayı yok edin” emri aldıklarını itiraf etmeleri, savcı dahil herkesi şoke etti. Anlamsız bir şekilde uzatıldıkça uzatılan, neye istinaden olduğu anlaşılmayan ertelemeler sonucunda tarihe geçecek uzunlukta süren mahkeme tamamlandı; davayı kazandım ve patent haklarımı geri kazandım. Ama verilen bunca zararı geri çevirmek, hele de bu arada ömrü uzatılabilecekken kaybedilen hayatları, geri döndürmek mümkün mü? 7 yıl süreyle birçok bilim insanının da hayretler içerisinde izleyici olarak katılımıyla devam eden mahkeme kulaktan kulağa yayılarak Hollywood senaristleri tarafından bile duyulmuş. “Filmi yapılmalı” diyenler olmuş!
Şakayla karışık arkadaşlar “Filmin adını ne koyarlar sence?” diye sorduklarında yanıtımın acılı arabesk şarkı ismi gibi olduğunun farkındayım: “Let us live” Türkçesi: “Müsaade edin yaşayalım”

Bu yaşanmış örnek ilk değil, son da olmayacak. Ta ki insanlar daha çok bilim okumaya, bilime sahip çıkmaya, haksızlıklar karşısında bilimi savunmaya başlayıncaya kadar. Bilimi ayakta tutmak bilim insanından çok halkın desteğiyle mümkün.
Gelelim (neyseki sonu güzel biten) başka bir hikâyeye…

AKCİĞER KANSERİ İÇİN GELİŞTİRİLEN AŞI

Kübalı bilim insanlarının akciğer kanserine karşı geliştirdikleri aşıyla sağlanan yaklaşık 20 yıllık başarı, son 5-6 yıldır ülkemiz de dahil olmak üzere birçok ülke tarafından ilgiyle izlenmekte. Besbelli Küba, bilim insanlarından gelen her yeni tedavi önerisinde “FDA onayı var mı?” diye soran ülkelerden değil. Yetiştirdiği bilim insanlarına güveniyor ve yeni fikirleri destekliyor. Ülke olarak tütün üretimine ağırlık verdiğinden ve buna bağlı olarak tütün tüketimi artığından akciğer kanseri yüzdesi oldukça yüksek. Araştırmacı Dr. Camilo Rodriguez 1980’li yıllarda “Bu problemimize bir çözüm üreteceğim” dediği zaman ülkesindeki meslektaşları örnek bir tavır sergileyerek her türlü yardım için laboratuvarlarının kapılarını açmışlar. Dr. Rodriguez, büyük zorluklarla geliştirdiği laboratuvarında bugün ülkesinin tüm aşı ihtiyacının yüzda 70’ini karşılayacak bir kapasitede çalışıyor, 21 değişik aşı üretiyor. Akciğer kanserine karşı geliştirdiği CimaVax isimli aşıyla doktorların 1 yıl ömür biçtiği akciğer kanseri hastalarının ömrünü kanser hücrelerine saldıran antikor oluşturarak ve kanser hücrelerinin çoğalmasını sağlayan EGF hormon oluşumunu engelleyerek yıllarca uzatabilmiş. Gerek kendi ülkesinden gerekse dünyanın dört bir yanından akciğer kanseri teşhisiyle yaşama umudunu kaybederek Küba’ya giden hastalardan elde edilen başarılar sayesinde Dünya Sağlık Örgütü ve FDA, Dr. Rodriguez’in ayağına gitmiş.

Bu tedavinin 20 yılı aşkın başarısına rağmen kanser tedavisinde tekerleği yeniden keşfetme çabasındaki birçok büyük Amerikan ilaç firması, üretilen aşı aleyhine çok büyük anti propaganda yapmaya, “Yan etkileri zavallı hastaları öldürecek” tehditleri savurmaya hâlâ devam etmekteler. Bunun üzerine bir televizyon programında Dr. Rodriguez’e “Hiç tehdit edildiniz mi?” sorusunu yönelten gazetecilere yanıtı ise çok ilginç: “Tehdit sırası bende. ‘Bu aşı tüm dünyada ya bedava yapılacak ya da maximum 1 dolara satılacak’ dedim. Şimdi ayıklasınlar pirincin taşını.”

Bu demecin ardından ekonomi uzmanları, “Aşı 1 dolardan satılsa bile bir tek bu aşı sayesinde Küba ekonomisini düzeltebileceğe benziyor” diyor.
Kıssadan hisse: Eğer ülkeler kendi bilim insanlarına ve buluşlarına sahip çıkarlarsa fikirler kurda kuşa yem olmuyor; kazanan kendisi, bilim ve tüm insanlık oluyor.
KAYNAK: GAZETE HABERTÜRK

11 yaşındaki çocuklardan HIV'e karşı iki dolarlık ilaç
02.12.2016

Avustralya’da Sidney Grammar Okulu öğrencileri, HIV tedavisinde kullanılan Daraprim ilacını dozu 2 dolara (6.9 TL) gelecek şekilde üretmeyi başardı.

T24'te yer alan habere göre; 11 yaşındaki çocukların ürettiği ilaç, Dünya sağlık Örgütü’nün de ‘gerekli ilaçlar’ listesinde bulunuyor. İlaç, daha önce ‘Dünyanın en nefret edilen kişisi’ unvanına sahip Martin Shkreli’nin fiyatını bir gecede 13.5 dolardan (47 TL) 750 dolara (2 bin 600 TL) çıkarması ile gündeme gelmişti. Sidney Ünversitesi’nden de yardım alan öğrenciler, araştırma sonuçlarını yayınlayarak, ilacın daha fazla kişiye ulaşabilmesi için önemli bir adım attı
Kaynak: Birgün

Canan Karatay haklı çıktı! Şeker yükleme testi tehlikeli
16.09.2016


.
Şeker yükleme testinin zararlı olduğunu ve çok mecbur kalınmadıkça yaptırılmaması gerektiğini söyleyen Prof. Dr. Canan Karatay'ın ABD'de yapılan araştırmalarda haklılığı ortaya çıktı. Karatay konuyla ilgili yaptığı açıklamalardan dolayı 15 gün meslekten men edilmişti.

ABD’de yeni ortaya çıkarılan tarihi belgeler, şeker şirketlerinin 1960’larda bilim adamlarına para ödeyerek kalp hastalıklarında ’doymuş yağları’ günah keçisi yaptığını gösterdi. Bodrum’un Akyarlar Mahallesi’ndeki yazlığında eşiyle tatil yapan Prof. Dr. Canan Karatay, bu konuda DHA muhabirine açıklamalarda bulundu.

ABD'DE ORTAYA ÇIKAN RAPOR

Hakiki bilim ve gerçeklerin her zaman kazandığın belirten Prof. Dr. Karatay, "Sabırla bekledik doğruyu gördük. Kitaplarımda bu konuda yazdıklarım zaten bilinen çalışmalardır. Haklı çıktığım için tabii ki çok mutluyum. 2011 yılından önce de kitabım çıkmadan bunları zaten söylüyordum. ABD’de ortaya çıkan raporun orijinalini biraz önce okudum.

Hakikaten şekerli gıda endüstrisi, şekerli içecekler gazlı içecekler endüstrisi, Harvard’tan üç, dört profesöre 50’şer bin dolar ödeyerek şekerin obezite ve kalp hastalığı üzerine hiçbir zararı olmadığını, bütün zararların doymuş yağlar olduğunu ileri sürüp, halka anlattılar.

Ne acı ki bunların endüstrinin bir oyunu olduğu ortaya çıktı ve hala da çıkıyor. Gıda endüstrisi çok büyük bir lobi tabii ki. Hatta söz konusu bu profesörlerden birinin ABD İlaç ve Gıda Grubu’nda da görev yaptığını biliyoruz" dedi.

"BİLİMSEL ARAŞTIRMALAR BAĞIMSIZ OLMALI"

Yapılan bütün bilimsel araştırmaların bağımsız olması gerektiğinini vurgulayan Prof. Dr. Karatay, "Bizler gibi bağımsız hekimler olmalı ve endüstrinin desteklediği hiçbir çalışmaya güvenmemek gerek. Bunu senelerden beri söylüyoruz. Rahmetli Ahmet Aydın Hocamız söyledi, Rasim Küçükusta söyledi.

Bağımsız doktorlar olarak, bunu rahat rahat konuşuyoruz. 1960’larda bu konularda bir kontrol yoktu. Ancak 1980’lerden sonra araştırma yapanlara, finansal ilişkilerini açıklama mecburiyeti geldi. Bu nedenle ilaç firmaları da gıda endüstrisi de kendi çıkarları için her istediklerini yaptırtıp, istedikleri rakamları halka sundular.

İsveçli bir bilim adamı arkadaşım diyor ki; ’Rakamlara işkence yaparsanız o sizin her istediğinizi söyler’. Harvard’da çok önemli bir kardiyolog olan George Ban, Afrika’daki Masai Kabilesi üzerinde yaptığı araştırma, bu kabilenin bireylerinin kırmızı et ve yağ tükettiğini ve bunlarda kalp rahatsızlığı olmadığını ortaya koyduğu için kendisini o üniversiteden uzaklaştırıldı" diye konuştu.

"ŞEKER YÜKLEMESİ YAPILAN ÇOCUKLAR KALP HASTASI OLUYOR"

Bir kez daha şekerin ne kadar tehlikeli olduğunun altını çizdiğini belirten Karatay, şöyle devam etti:

Şeker en tatlı zehirdir. Hatta, ’Çocuğuma şeker verme’, ’Bebeğime şeker yükleme’ kampanyası başlattığımız için kadın doğumcularda bana kızdı. Hala da kızıyorlar ama şeker yüklemesi hakikaten çok tehlikeli. Şeker yüklemesi yapılan çocuklar ileride kalp hastası oluyor. O çalışmalarda bunu göstermiş durumda. Yıllar sonra haklı çıkmak mutluluk verici.
Haber 10

Sağlıkta Küresel Oyunlar
Doç. Dr. Kemal Yeşilçimen
Dengeli Haber

Eskiden hipertansiyon bu kadar yaygın değildi. Koroner arter hastalığı, kalp yetmezliği, diyabet ve metabolik sendrom bu kadar yaygın değildi.
Kanserden depresyona günümüzde sık görülen daha bir sürü hastalıkta bu kadar yaygın değildi. Tedavide ise bugün kullandığımız modern ilaçların çoğu yoktu. Hasta sayısı az olmasına rağmen doktora, hastaneye ve ilaca ulaşmakta kolay değildi.

Geçen 30-40 yılda sağlık ve ilaç sektörü çok büyük gelişmeler kaydetti. Bugün artık mükemmel diyebileceğimiz yüzlerce ilaca sahibiz. Her çeşit inceleme ve tedavinin yapıldığı dev hastanelerimiz mahalle aralarına kadar yayılmış durumda. Herkes canı istediğinde istediği hastane ve doktora gidebiliyor. 2008 yılında muayene olan hasta sayısı 6 yıl öncesine göre % 500 artarak 500 milyon hastaya ulaşmış. Sağlığa harcadığımız para ise son 15 yılda % 500 artmış.

Sağlığa harcadığımız para son 15 yılda % 500 artmış olsa da bu artış % 500 sağlık anlamına gelmiyor. Bunca bilimsel ve teknolojik ilerlemeye ve sağlığa harcadığımız milyarlarca dolara rağmen, hem hasta sayısı hızla artıyor, hem de yaygın sağlık sorunlarının tedavisinde başarılı olamıyoruz. Burada bir çelişki yok mu? Örneğin hipertansiyonda başarı oranımız bunca hastane, bunca doktora ve bunca ilaca rağmen oldukça düşük. Hastaların %70-80’inde hedeflenen tedavide başarılı değiliz.

Hipertansiyon, koroner arter hastalığı, kalp yetmezliği, diyabet ve şişman hasta sayısı rekor düzeyde artmış, adeta bir salgına dönüşmüş. 17 milyon kişi hipertansiyon hastası, çoğunun bundan haberi bile yok. Şeker hastası sayısı hızla artıyor, şimdiden 6 milyona ulaşmış. Hepatit B- C taşıyıcısı 6 milyona ulaşmış. Karaciğer nakline aday binlerce hasta çaresiz kötü kaderini beklerken, tam sayfa alkol reklamları çocukları bile özendiriyor. Daha sigara olayını bile çözemedik. Hastane acil kapılarında ve restoranlarda insanlar fosur fosur sigara içerken biz neyi tartışıyoruz?

Kalp yetmezliği oranı ülkemizde yapılan HAPPY isimli araştırmanın erken sonuçlarına göre, dünya ortalamasının 3 katına çıkmış, yani dünya ve olimpiyat şampiyonu olmuşuz haberimiz yok. Bu hastalara ne kadar yoğun bakım yatağı lazım bilen yok. Kıt kaynaklarımızı hastalıkları önlemek ve sağlığı korumak yerine organ nakillerine harcıyoruz. Binde 1-2 hastayı kurtaralım da diğerleri ne olacak?

Türk Nefroloji Derneği tarafından Sağlık Bakanlığı ve TÜBİTAK desteğiyle yapılan CREDİT isimli araştırma ise, sekiz milyon" kişinin böbrek hastası olduğunu gösterdi. Yani her yetişkin 6 kişiden birisinde kronik böbrek hastalığı bulunuyor. Diyaliz ve böbrek nakline aday olan bu hastaların tedavisi için harcanacak emek, organizasyon ve kaynakları, hastalıkları önlemek için kullansak daha mantıklı olmaz mı?

Hasta eden ve süründüren kaderimiz ne zaman değişecek?

Sağlık Bakanlığı - Başkent üniversitesi işbirliği ile yapılan araştırma, hastalık ve kayıpların % 86’sına hastalıklı yaşam tarzının sebep olduğunu söylüyor. Yani ‘hastalık ve ölüm üreten bataklığı kurutun’ diyor.

Dereler akıtılan zehirler, içme suyuna karışan kanalizasyon suları, yemyeşil çevreye atılan, toprağa gömülen kimyasal atıklar, kirli sanayinin zehirli dumanları her çeşit hastalık , kanser ve ölümlere yol açarken, bizler hastane doktor şifa arıyoruz. Yediğimiz içtiğimizi zehir eden kanserojen maddeler ve kirletilen hava her çeşit kanser, kalp, damar ve akciğer hastalığına davetiye çıkarırken bizler seyrediyoruz.

Bunca bilimsel ve teknolojik ilerlemeye rağmen hasta sayısı azalacağına artıyor. Ne bilimsel ve teknolojik ilerlemeler, ne mahalle aralarına kadar yayılan dev hastaneler ve ne de giydiğimiz kırmızılar kötü kaderimizi değiştiremiyor. Neden acaba? Nerede hata yapıyoruz? Eksik olan nedir?

Küresel sağlık anlayışının göz boyaması yüzünden bu çok önemli paradoksu göremiyor ve çözemiyoruz. Sağlık ve hayatımızı kilitleyen bu çelişki hala devam ediyor. Başarısızlığın nedenlerinden ve çarelerinden habersiz, hasta olmaya ve tedavi olmaya devam ediyoruz. Önce kirlenmiş akvaryumda yaşamaya çalışan ve sonra da tedavi için çırpınan kadersiz bir toplumun acı hikayesinin perde arkasını gelin birlikte inceleyelim.

Küresel sağlık anlayışı
Küresel sağlık anlayışının gelişimini bilmeden, sağlık ve hayatımızı kilitleyen kara kutunun şifrelerini çözemeyiz. Hastalık üreten yaşam tarzında, tedavi etmeye yönelik bu anlayış nasıl gelişti? Küresel sağlık anlayışına yön verenler, modern toplumları bu kalıbın içine nasıl koydular?

Emme basma tulumba gibi çalışan bu sistemi anlamaya çalışalım.

Bu uzun bir hikaye: Her derdin dermanı vardı… İnsanların kolayca hasta olması için hastalık üreten akvaryum, size her türlü kolaylığı sağlıyordu…

Sadece hasta ederken değil, tedavi ederken de şefkatli kollarını açmış bekliyordu. Çağrı çok açıktı: Hasta olmaktan ve hatta kanser olmaktan bile korkma! Geç kalmaktan kork, çünkü geciken hapı yutar.

Sonuçta, fast-fooddan sigaraya, sağlığa zararlı katkı maddeleri ve genetiği bozuk gıdalara, alkole, çevre kirlenmesine ve küresel ısınmaya kadar küresel şirketler özgürce rol alırken, küresel sağlık sektörü de tedavi etmek için fedakarca(!) çalışıyor. Hasta eden ve sonra da tedavi eden bu sistem, emme basma tulumba gibi çalışırken, biriken servetin çok az bir kısmıyla da yaşam tarzımızı istediği şekilde planlıyor. Pahalı ilaç ve teknolojiye dayalı bu cendereye girenlerde ise zaman içinde teşhis ve tedavi olmaya yönelik ‘sağlık bilinci’ gelişmiş oluyor. Bilincin temeli akıllı hasta olmaya dayanıyor. Çekap madenlerinin bitmek bilmeyen rezervi olan bu akıllı hastalar ile akıllı olamayan hastalar, yaratılan trilyon dolarlık sektörün can damarı ve hayat kaynağı.

Bu dev sektör iki kaynaktan besleniyor:
Birinci kaynak; 'Akıllı olamayan hastalar',

'Bana bir şey olmaz' yargısıyla, çekap denilen kontrollerle önlem almadığı için gün gelir, hastalık üreten trafikte ansızın çarpılır. Bu umursamaz hastalar, takla atan taşıtların kaportacı veya hurdacıya gitmesine benzer şekilde hastane kuyruklarında ömür tüketir, hayatlarının kalan kısmında bu sektörün en sadık müşterisi olur. Kalp krizi ve felç geçirenler, şeker hastaları, aşırı şişmanlar, organ nakli bekleyen hastalar, kanser hastaları, kalp, böbrek, karaciğer yetmezliği ve daha niceleri…

İkinci kaynak; 'akıllı hastalar'

Akıllı hasta nasıl olunur?
Hastane kapılarında süründüren sürekli abonelikten korkanlar yıllık aboneliği tercih eder. Bu akıllı hastalar, taşıtların yolda kalmamak için servisten geçtiği gibi yıllık sağlık kontrollerinden geçerek erken teşhis ve tedavi için işlenmeye hazır bekliyor.

Korku ve panik sektörünün körüklediği bu milyonlar, en pahalı cihazlar yardımıyla yapılan sayısız incelemelerin konu mankeni. Medyada gündeme gelen ani ölümler ve hastalıklar defileyi başlatmak için yeterli.

Eğer her şey temiz çıkarsa bunun da ödülü var: bir şeyim yok diyerek derin bir oh çeker, cebleri hafiflerken rahatlar.

Petrolden altına kadar tüm rezervler tükenirken, dünyanın bitmeyen tek kaynağı olan çekap madenleri sürekli işlenmeye hazır. Pahalı yöntemler ve sayısız kontrollerle, ileri de çıkacak hastalıklara bu günden önlem almak akıl ve bilime uygun değil mi? Tabii ki uygun. Ancak bunun için gerekli olan yüzbinlerce doktoru ve milyarlarca dolarlık harcamayı kim karşılayacak?

Okinawa’da olduğu gibi sağlığı koruma ve hastalık üreten akvaryumu temizleyerek 120 yaşına kadar sağlıklı ve mutlu yaşamak mümkün değil mi? Hasta olmak zorunda mıyız? Sanki hasta olmak hak ve özgürlük, tedavi olmak ise lütuf ve ayrıcalık. Kirlenmiş akvaryumda başka çıkış yok. Eğitim sistemi ve küresel medya bu sorulara karşı beynimizi kilitlemiş bulunuyor. Varsa yoksa sihirli gıdalar. Genetiği değiştirilen ve sağlığa zararlı katkı maddeleri içeren gıdalara karşı halkı kim uyaracak ve bunları kim yasaklayacak? Bunlardan bahseden yok. Çünkü bunlar reklamla yaşayan medyanın ve küresel yapının yaşam kaynağı. Kimse bindiği dalı kesmek istemiyor.

Hasta olmaktan korkma Geç kalmaktan kork !
Reklâmlarla bilinçaltı kurgulama sonucu, sürekli ye-iç şişmanla, sonra aşağıda belirtildiği şekilde zayıfla. İster liposakşınla yağlarını aldır, ister radyofrekans dalgasıyla erit. İster ameliyatla mideni küçült, midene kelepçe taktır veya mideyi daraltan balonla fazla yeme isteğini frenle.

İster 2 milyara koşu bandı al, ister 5 bin dolara tenis kulübüne üye ol. Paran varsa dert etme, her şey kolay! İster akupunktur, ister ayrıntılı binbir diyet. Günde 50 gram beyaz peynir, ince bir dilim kepek ekmeği...

Bunun, ‘Yüzde 6.5 faiz dışı fazla vereceksin!’ dayatmasından farkı ne?

Bizim kendi irademizle yapamadığımız her konu hakkındaki yetki, yaşamak adına ve güya kısa bir süre, bize yaptırması için bir başkasına devredilir. Fakat bu kısa süreler hiçbir zaman bitmez ve bir de bakmışız ki yaşam tarzımız olmuş. Böylece özgürlük ve bağımsızlığımız kendi gönlümüzle, kendi elimizle başkalarına devredilmiş oluyor. Sonuçta yaşam tarzını değiştirmemiz, beynimize kaydedilen girdileri kontrol edemediğimiz takdirde mümkün değildir.

Ancak bu programı yapanların arzu ettiği şekilde değiştirme şansımız olabilir, ama bedavaya değil. Her şey parayla!

Sivrisinek üreten bataklığı kurutmak, hastalık üreten akvaryumu temizlemek yerine kuyruktaki hastalara cibinlik, şaplak, tablet, krem ve sprey. Ne kârlı iş değil mi? Sistem bu! Küresel sağlık anlayışı, sağlıksız yaşam tarzıyla hasta ederken de sağlıklı olma ayrıcalığını sunarken de çok geniş bir sektör yaratıyor. Trilyonlarca dolarlık bu sektör, insanların hayır dualarını almayı da ihmal etmiyor. Zaten bu sektörü diğer sektörlerden ayıran kutsanmış özellik de bu!

Kirlenmiş akvaryumu temizlemek gerekirken, içinde yaşayan balıkları önce temizlemek ve sonra tekrar kirli akvaryuma atmak ve tekrar detokslamak… Detoks ve pozitif enerji masallarıyla ve sihirli gıdalarla uyutmak, sağlıklı yaşama hakkını paraya çevirmenin en kestirme yolu. Küresel sağlık anlayışının yeni yöntemi.

Soluduğumuz hava zehir, yediğimiz içtiğimiz gıdalar sağlığa zararlı katkı maddesi içeriyor. Her taraftan zehir akarken, detoks yaptırmanın yararı kime? Zehirlenmeden yaşamak mümkün değil mi? Balıkları tek tek detokslamak yerine, sağlık ve hayatımızı kirleten bu akvaryumu detokslamak ve akıllı filtreler takmak aklın ve bilimin gereği değil mi? Bu soruları sormak negatif enerji yüklemek oluyormuş. Pozitif enerji yüklemenin yolu ise basit: Hastalık üreten akvaryumu görmezlikten gelecek ve bu kirlenmiş akvaryumda yaşamaya devam edeceksiniz. Her balık kendini detoks ettirecek, tabii parası varsa. Küresel köyün kavalcıları böyle söylüyor.

Küresel sağlık anlayışının şifreleri
Küresel sağlık anlayışı, hastalık üreten yaşam tarzının daima sonuçlarıyla ilgilenir. Sonuçları düzeltmek için araştırmalar ve keşifler yapar, çözümler üretir. Çünkü sonuçlarla uğraşmak karlı bir iştir; altın yumurtlayan trilyon dolarlık dev bir sektördür. Hastalık üreten yaşam tarzının sebeplerini ortadan kaldırmak ise, altın yumurtlayan tavuğu kesmektir.

Hastalık üreten yaşam tarzının doğal sonucu olan hasta sayısındaki patlama, trilyon dolarlık sağlık sektörünün can damarıdır. Sektörün sadece 2007 yılı ABD cirosu bile 2.3 trilyon dolar. Dünya cirosu ise akıl almaz boyutta. Bu verimli kaynağın değerlendirilmesi için ne gerekiyorsa yapılır, hiçbir fedakarlıktan kaçınılmaz.

Onbinlerce doktor ithal etmekten, milyar dolarlık bilimsel araştırmalara, onbinlerce bilim adamı ve doktorun dünyanın bir ucundan öbür ucundaki kongrelere taşınmasına kadar her çeşit harcama finanse edilir. Ancak, hastalık üreten bataklığın kurutulmasına gelince, gerçek anlamda hiçbir mücadeleye izin verilemez. Sonucu etkilemeyen göstermelik çabalar, ‘dostlar alış verişte görsün’ türünden reklama yönelik çalışmalar vaziyeti kurtarmak için zorunludur.

Bunların hepsi gerçektir. Hastalıklar ve sağlık harcamalarının birlikte artması yüzünden, bu sektör giderek dev bir pazara dönüşüyor. Bu trilyon dolarlık sektörün başarısı için, herkes senaryoda verilen rolleri çok iyi oynuyor, kimse bindiği dalı kesmek istemiyor.

Sağlığa ticari meta olarak bakıldığında, bundan doğal bir şey olamaz. Neden acaba? Müşterilerini azaltan bir şirket yaşayabilir mi? Sağlığın korunması ve hastalıkların önlenmesi için gerekli harcamaları kim finanse edecektir? Ölmesini veya hastalanmasını engellediğiniz ve sağlıklı yaşamasını sağladığınız insanlardan hangi gerekçeyle para alacaksınız?

Sağlığın korunması ve hastalıkların önlenmesinin finansmanı ayrı bir sorun, azalttığınız müşteriler nedeniyle dev bir sektörün çöküşü başka bir sorun. Trilyon dolarlık masrafları ve kayıpları kim karşılayacak?

Örneğin, hipertansiyona yol açan risk faktörlerini doğuran yaşam tarzını değiştirdiğiniz zaman, ilaçları kime satacaksınız? Bu anlayış, bilimsel araştırmaların yönünü de belirlemiş oluyor: Altın yumurtlayan tavuğu kesmeyen ve bu tavukların sayısını artıran araştırmalar.

Araştırmaların finansmanı, getirisi olan sonuçlara dayandığı için geri dönüşü olmayan bilimsel araştırmalar bilimin çıkmaz sokağı. Risk faktörleri ve hastalıkların önlenmesi geri dönüşü yok ediyor. Bu yüzden hastalık üreten bataklığı kurutma görevini şimdilik üstlenen yok. Bu görevi üstlenmesi gereken sosyal güvenlik ve kamu kurumlarının ise ayırabileceği kaynağı yok.

Sektörün büyümesi ise bilimi teşvik ederken, gelişeceği yönü de belirliyor: Getirisi olan sonuçlar! Götürüsü olan sebepler ne olacak? Bu sorular bilim dünyasını aşıyor olmalı.

İşte bu hastalık üreten bataklığı göz ardı ederek para getiren sonuçlarla uğraşan ‘bırakınız hasta olsunlar’ anlayışı, küresel sağlık sisteminin temel şifresidir.

‘Erken teşhis hayat kurtarır’ kampanyalarına destek veren küresel şirketler, hastalıkların önlenmesi ve sağlığın korunması savaşına her nedense destek vermezler. Çünkü erken teşhis kampanyaları sonrası, tedavisi gereken dev bir hasta potansiyeli keşfedilir. Bu zengin maden yatağı ilaç, teknoloji ve hizmet sektörü için piyangodan çıkan büyük ikramiyedir. Satışlarda patlama yaşanır. Böylece sektör yeni bir kampanya için gerekli enerjiyi fazlasıyla toplamış olur.

Bir taraftan hastalık üreten yaşam tarzının pompalanması, diğer taraftan hasta edilen bu verimli madenlerin işletilmesi küresel sistemin yaşam kaynağıdır.

Hastalıkların önlenmesine yönelik kampanyalar bu sektör için çok zararlıdır. Çünkü hastalıkların önlenmesine harcanan her kuruş hasta sayısını azalttığı için, hastalık madenlerinin işlenmesiyle büyüyen bu dev sektör çökecektir.

Bu yüzden perde arkasından küresel şirketlerin desteklediği sağlık kampanyalarında şu gerçeği görürsünüz: Bu kampanyalar hastalardan oluşan pastayı küçültmeye değil, büyütmeye yöneliktir. Bu nedenle hastalıkların önlenmesi ve sağlığın korunması savaşını yönetmek, bu çeşit küresel desteğin ne anlama geldiğini idrak eden sivil toplum kuruluşlarına ve bağımsız ulus devletlere düşer. Öğrenmek isteyen Atatürk’ün başardığı sağlık savaşını incelesin yeter.

Aslında bu satranç oyununda yadırganacak bir durum yoktur. Yaşam tarzı dediğimiz bu hayat oyununun bir tarafında insan, toplum ve toplumun organize gücü olan ulus devletler vardır. Oyunun diğer tarafında ise insanın özgür iradesini yok ederek toplumun yaşam tarzını kendi istediği şekilde kurgulamaya çalışan küresel sistem vardır.

Bu mücadelede gelişmiş ülkeler dahil tüm dünya ülkeleri, kendilerini mat edecek kadar zekice hazırlanmış bir oyunla karşı karşıyadır. Bu oyunun ilk hamlesinde, toplumun beyni olan aydınlar, küresel sistemin ödül ve cukkalarıyla memnun edilir. Her çeşit yayından bilimsel çalışma ve kongrelere kadar, toplum ve devletten destek alamayan aydınlar ve bilim adamları mecburen bu desteği, ilgi ve şefkati gördüğü küresel safa geçmek zorunda kalır.

Bu satrancın kalan hamlelerinde beyin gücünden yoksun kalan ve körebeye dönen toplum ve devletler için, küresel oyunlar karşısında mat olmaktan başka bir seçenek yoktur. Çünkü bu oyunu, beyin gücünü kendi safına çeken kazanacaktır. Ve ilk saf değiştirmeye zorlanan da toplumun organize güçleri, aydınlar ve bilim adamları olacaktır. Bu saftan sökülen her çivi, toplum ve devlet binasının çöküşü demektir.

Özellikle en büyük değerin para olduğu, ahlak ve hukuk gibi değerlerin ise para etmediği toplumlarda, bu oyunun galibi daima küresel sistem olacaktır. Beyin gücünü kaptıran devlet ve toplumlar ise, savaş meydanında başsız kalan cengaver gibi kelle koltukta haybeye kılıç sallayacak ve oyununun son sahnesi de acıklı olacaktır. Bundan daha doğal bir sonuç olamaz

Şeker şirketleri bilim insanlarına para ödeyerek yağı 'günah keçisi' ilan ettirmiş

ABD’de yeni ortaya çıkarılan tarihi belgeler, şeker şirketlerinin 1960’larda bilim insanlarına para ödeyerek kalp hastalıklarında “doymuş yağları” günah keçisi yaptığını gösteriyor.

14-09-2016 14:34


California Üniversitesi araştırmacısı Stanton Glantz’ın ortaya çıkardığı belgeler, bugün ABD Şeker Derneği olarak bilinen Şeker Araştırma Vakfı’na ait. Belgeler, 1967’de yapılan ve bugün bile referans olarak kullanılan bir araştırmaya ilgili.

JAMA Internal Medicine tıp dergisinde yayınlanan ve New York Times tarafından da haberleştirilen belgelere göre söz konusu kuruluş, şeker ve yağların kalp hastalıkları üzerindeki etkisini araştıran Harvard Üniversitesi’nin üç uzmanına 50 bin dolar ödemiş.

Hürriyet'in aktardığı habere göre bu araştırma, şeker ve kalp sağlığı arasında ciddi bir bağlantının bulunmadığını, kalp hastalıklarından doymuş yağların sorumlu olduğunu savunuyordu.

Harvard’ın beslenme bölümünü yöneten Dr. Walter Willett ise şöyle diyor: “Bugün elimizde olan verilere bakarak, rafine karbonhidratların ve özellikle şekerle tatlandırılmış içeceklerin kalp hastalıklarında risk faktörleri olduğunu, ancak gıdadaki yağ tiplerinin de çok önemli olduğunu göstermiş durumdayız.”

New York Times’a göre gıda endüstrisinin, beslenme bilimi üstündeki etkisi bugün de sürüyor
Kaynak. İlerihaber

Domuz gribi aşısında yıllık rant dudak uçuklatıyor
22 Ekim 2009

Domuz gribi aşısının pazarı iştah kabartıyor. Gripten şu ana kadar 1,5 milyar dolarlık aşı sattıklarını belirten ilaç şirketi yetkilileri; bu sektörden elde edecekleri yıllık kazancın dudak uçuklatacak boyutunu böyle açıkladı.
İmalatçı şirketlerin, domuz gribi aşısından, yıllık 49 milyar dolarlık kar edebilecekleri belirtiliyor.

Büyük ilaç şirketlerinin, şimdiye kadar 1,5 milyar dolarlık aşı sattıkları ve milyarlarca dolarlık aşı bağlantısı yaptıkları, salgınların bu miktarı misliyle artıracağı belirtiliyor.

İlaç şirketlerinin, domuz gribi aşısı yanı sıra, 1 milyar doların üstünde de, mevsimsel grip aşısı sattıkları kaydediliyor.
haber7

İbrahim Karagül
Domuz gribi mi tehlikeli, aşısı mı?

Türkiye'nin her yanından ölüm haberleri geliyor. Korku haritası günden güne genişliyor. Gazeteler, televizyonlar, internet siteleri, kitle iletişim araçlarının tamamı bir korkuyu büyütmek, bir kampanyayı yaygınlaştırmak için seferber edilmiş durumda. Sadece Türkiye'de değil, Avrupa ülkelerinde, Amerika ülkelerinde, ama yoğun olarak “Batı'da ve Batı'ya yakın ülkelerde” ciddi endişe var. Hastalık, havaların soğumasıyla, beklendiği gibi hızla yayılıyor. Ocak ayında zirveye ulaşması bekleniyor. Küresel salgın alarmından sonra panik ve kampanya birlikte güç kazanıyor. Bazı ülkelerde domuz gribinin kuş gribinin birbirini tetiklediği gibi korkular yaşanıyor.

Dün Başbakan Tayyip Erdoğan'ın “aşı yaptırmayı düşünmüyorum” şeklindeki açıklaması, hastalık ve aşılama üzerindeki spekülasyonların ciddiye alındığının işareti. Sağlık Bakanı Recep Akdağ'ın, “aşılamanın isteğe bağlı olduğunu” hatırlatması da yine “aşı” üzerindeki tartışmaların ciddiyetini ortaya koyar nitelikte. Üstelik bu spekülasyonlar en son Türkiye'de başladı. Amerika ve Avrupa'da Mayıs ayından bu yana hem hastalıkla ilgili hem de aşı konusunda şiddetli tartışmalar zaten yaşanıyordu. Öyle insanlar aşı için kuyruk oluşturmuş da değil.

Mesela ABD'de çalışanlara “ya aşı olacaksın ya da işini kaybedeceksin” şantajı yapılırken, okullarda ailelerin isteğine rağmen aşılama yapılırken, Sağlık Bakanlığı'nın “domuz gribi” istatistiğinde yer alanların büyük bölümünün aslında domuz gribi olmadığı” ortaya çıkarken, tartışmalar büyüyor, korkular artıyor, aşı kampanyaları da sertleşiyor. Bir çok tuhaflıklar var burada. Sanki insanlar korku üzerinden bir şeylere zorlanıyor!

Hastalık Mayıs ayında Meksika'da ortaya çıktığında, aşının ancak Ekim ayında üretilebileceği açıklandı. Neden? Daha erken üretilemez miydi? İlaç firmaları, aşıyı piyasaya vermek için salgının zirveye ulaşmasını mı beklemek istedi? En karlı sektör korkuya yatırım mı oldu? Yaz aylarında Türkiye'de, çok sayıda insan yüksek ateş nedeniyle hastanelere gitti. Domuz gribi ihtimalleri, hastaların hatırlatmasına rağmen önemsenmedi. Bu kimselerin bir çoğu, teşhis konulamadan tedavi edilip geri gönderildi. Domuz gribi istatistiği yapılmadı mı? Ya da bu istatistik mi gizlendi?

Elbette sağlık çok hassas bir konu. Ancak, salgının zamanlaması sadece havaların soğumasına mı bağlı? “Salgın, dev ilaç şirketlerinin aşı üretimini tamamlamasını beklemiş olabilir” derken çok mu aykırı bir şey söylemiş oluruz? Fabrikalar üretime geçtiler, stoklarını tamamladılar, ülkelerden sipariş almaya başladılar, aşı dağıtımına start verdiler o an domuz gribi harekete geçti, hızla yayılmaya başladı, bütün ülkelerde salgın paniği başlatıldı, aşı kampanyalarına hız verildi! Doğru değil mi?

Bunları daha önce tartıştık. “Domuz gribi salgınında bir şeyler mi gizleniyor” diye sorduk. İlk çıktığında olağanüstü endişeyle izlenen, hastalıkla ilgili neden sonradan garip bir sessizlik yaşandı? Peki o sessizlik dönemlerinde domuz gribi yok muydu? Yoksa, neden sadece Türkiye'ye gelen yabancılarda hastalık tespit ediliyordu? Aynı dönemde nasıl oluyordu da Türkiye'de görülmüyordu?

Sağlık bakanlığı bugünlerde aşının yan etkilerini anlatmaya başladı. Ama çok önce bu yan etkiler biliniyordu ve insanları hastalıktan daha fzala korkutan bunlardı.

Alman sağlık uzmanları aşının kanser yaptığını söylerken, beyin üzerindeki etkilerine, felce ve muhtemel ölümlere işaret edilirken, çocuklarda ciddi nörolojik sonuçlara yol açacağı, astım hastası edeceği, aşılarda kanserli hücreler kullanıldığı, katkı maddelerinin ölümlere yol açabileceği gibi itirazlar ortaya atılırken bizler susuyorduk. Domuz Giribi'nden daha ölümcül olduğunu bile söyleyen oldu. Gerçi Sağlık Bakanı, dün buna karşı, “hastalığın riski aşıdan daha büyük” dedi. O zaman aşının riski de azımsanamayacak ölçüde demektir.

Sağlık bakanlığının bilgilendirmesine göre yan etkilerin en hafifi; kızarıklık, şişlik, baş/kavse eklem ağrıları, bulantı, kusma, titreme, lenf bezlerinde şişme. Ama ölümcül olanları da var: Ciddi alerjik reaksiyonlar, beyin dokusu, sinir, böbrek ve damar iltihabı, bilinç kaybı, kaslarda kasılmalar, yüz felci ve solunum sistemi rahatsızlıkları.

Kimseyi aşıdan soğutma niyetimiz yok. Ama ilaç firmalarının milyarlarca dolarlık satış ve bağlantılarıyla aşı kampanyası arasında bir irtibat olmadığını kim söyleyebilir? Dünya genelinde karşı konulamaz aşı kampanyası ortada. Büyük ilaç firmalarının kampanya için bu zamanı beklemeleri, onlarca ülkeyle bağlantı yapmaları, hisselerinin hızla artması da ortada. Sadeve ABD'nin aşı için ayırdığı para şimdilik beş milyar dolar. Sadece bir ilaç firmasının, İngiliz GlaxoSmithKline şirketinin bağlantı yaptığı ülke sayısı 16 ve bu 50'ye çıkacak.

Korktuğumuz şey hastalık ya da aşı değil. Küresel ekonomik kriz yüzünden dev şirketler batarken, insan sağlığı üzerinden dev bir sektör oluşturulması. İnsanlığın biyoteknoloji şirketlerinin oyuncağı haline gelmeleri. Bu şirketlerin siyasi bağlantıları.

Korktuğumuz ve rahatsız olduğumuz şeyler başka. Ve biz bunları bal gibi de sorgularız!

Yenişafak

SİLAH İLE DOMUZ GRİBİ AŞISI ÜRETEN FİRMALAR AYNI MI?

Sabah gazetesi yazarı Yavuz Donat, domuz gribi konusunda yaşadığı ilginç bir diyaloğu köşesine taşıdı.

Buna göre Yavuz Donat, havaalanında eski Sağlık Bakanı Osman Durmuş ve Prof. Recep Aktur ile karşılaşıyor. Donat, ikiliye, hazır yakalamışken son günlerde gündemi meşgül eden domuz gribi hakkında soru yöneltiyor. Donat’ın köşesinde de yer verdiği sorulara Durmuş ve Aktur’un cevapları oldukça tartışılacağa benziyor. Aktur “isteyen olur isteyen olmaz... Ancak bu konuda tıp otoriteleri dışında kimse konuşmaz” diyerek konu hakında sadece bilgisi olanların konuşması gerektiğinin altını çiziyor. Eski Sağlık Bakanı’nın tartışma yaratacak cevabı “Biliyor muydunuz. Dünyada "silah üreten" ile "aşı üreten" firmalar, aynı firmalar... Bazen silah satıp para kazanıyorlar, bazen de aşı” oluyor. Donat’ın, “Aşı olacak mısınız?” sorusuna ise Durmuş’un cevabı gayet net: “Hayır... Size de tavsiye etmem.”
Odatv.com

AŞI, DOMUZ GRİBİNDEN DAHA TEHLİKELİ!

5 Kasım 2009
Domuz gribi aşısının gripten daha tehlikeli olduğu ispatlandı. İngiltere ve ABD Sağlık Bakanlığı’na konuyla ilgili sunulan raporu ele geçirildi.
Domuz gribi aşısının gripten daha tehlikeli olduğu ispatlandı. İngiltere ve ABD Sağlık Bakanlığı’na konuyla ilgili sunulan raporu Timeturk ele geçirdi. İşte o çarpıcı rapor…

İngiltere Toplum Bilimi Enstitüsü (ISIS) tarafından hazırlanarak İngiltere Sağlık Ofisi Başkanı Liam Donaldson ve ABD Gıda ve İlaç Yönetimi Başkanlığı’na ileten raporda domuz gribi aşısı ile ilgili çok çarpıcı bilgilere yer verildi.

ISIS Başkanı Dr. Mae-Wan ve yine ISIS genetik umanı Prof. Joe Cummins toplu aşıların, felakete çıkarılan bir davetiye olduğunu söylediler.

Bugüne kadar dünya ve Türkiye’nin gündemini işgal eden domuz gribi aşısı ile ilgili bilgileri Timetürk olarak yakından takip ettik. Şimdi ise İngiltere Toplum Bilimi Enstitüsü (ISIS)’ün raporu sizler için tercüme ettik. İşte o rapor:

Domuz gribi virüsü, 2009'un Nisan ayında Meksika ve ABD’de bir domuz gribi patlak verdi. Virüs, hızlı bir şekilde insandan insana geçerek bütün dünyaya yayıldı. Mayıs ayında yapılan tetkikler ve gözlemler gösterdi ki yeni bir tip virüs olan A H1N1 virüsü, var olan hiç bir virüse benzememekte ve önceki virüslerden çok farklı.

Kaynağı Kuzey Amerika ve Avrasya olan kuş, insan ve domuz gribi virüslerin yayılım aşamalarının da çok karmaşık. Bu karmaşa da akla farklı soruları getiriyor. Avustralya’da yaşayan bir virolojist (virus uzmanı) yaptığı basın açıklamasında, virüsün bir laboratuarda oluşturulmuş olabileceğine dikkat çekiyor ve daha korkunç olanı açıklamanın devamında; Bu virüsü kaza ile dışarıya yaymış olabilirler. Bazı analistler ise, bu virüsün biyokimyasal bir silah olarak kasıtlı bir şekilde doğaya bırakıldığına işaret ediyor.

Ama şu an endişe edilen nokta bu virüslerden birçok ülkenin halkına uyguladığı toplu aşı programları nedeniyle bu programlar domuz gribini önlemekten çok, hastayı daha kötü durumlara sokabilir.

WATCHDOG, OKUL ÇOCUKLARINA YAPILAN AŞILARA KARŞI ÇIKIYOR

ABD hükümeti Eylül’de okulların açılması ile beraber bütün öğrencilere aşı yapılmasını planlıyor. Ancak Ulusal Aşı Bilgi Merkezi ( NVIC ) Obama'ya bu sürecin güvenirliğinin sorgulanması çağrısı yaparak, güvenli görüntüleme, kaydetme, inceleme, raporlama ve enjeksiyon hazırlığı güçlü mekanizma ile hazırlandıktan sonra tedbirli bir şekilde sürece girilmesi gerektiğini ekledi.

ABD Sağlık Bakanlığı Nisan ayında patlak veren domuz gribi virüsünden hemen sonra ulusal acil durum ilan etti. Sonuç olarak okullar kapandı. İnsanlar karantinaya alındı. İlaç şirketleri ile Yiyecek ve İlaç Başkanlığı arasında, acil ilaç sağlamaları için 7 milyar dolarlık anlaşmalar imzalandı. Bu da bu ilaçların birçok öğrenci ile yetişkin üzerinde deneneceği anlamına geliyor.

Dahası, 2001'den beri hukuki geçerliliği olan federal yasaya göre, insanların virüs kapma olasılığı olduğu takdirde ülkede acil durum ilan edilmişse ilaç şirketleri ve sağlık kurumları Amerikalılara bu deneysel aşıları yapmakta serbesttir ve izinlidir. Amerika Sağlık ve İnsan Kaynakları Sekreteri Kathleen Sebelius; “Aşı yapanları yaptıkları aşıdan ötürü doğacak herhangi bir sorumluluktan azat eden her türlü yasa çıkarılmış durumda. Bazı eyaletler aşıyı yasa ile zaruri hale getirebilirler” diyor.

NVIC, aşı uygulaması sırasında yöntemlerin doğru uygulanıp uygulanmayacağını da soruyor. Rapora göre yöntemler şu şekilde sıralanıyor:

1- Çocuklara aşı vurulmadan önce Anne ve Baba'yı aşının ne olduğuna dair, faydaları ve riskleri açısından bilgilendirme.

2- Hangi çocuğa hangi aşının veya ilacın verildiğini kayıt altına alma ve bunu yaparken ilaç firmasını ve ilaç kayıt numarasını alma.

3- Çocuğa o güne dek yapılmış aşıları tespit etme.

4- Aşıdan sonra oluşan ciddi sağlık sorunlarını kayıt ve gözetim altına alma.

NVIC, ayrıca çocukların anne babalarının aşı hakkında bilgilendirildikten sonra aşının yapılıp yapılmayacağına dair kararın yine onlara bırakılmasını istiyor.

WHO VE TOPLU AŞI

Toplu aşı düzeni Dünya Sağlık Örgütünün (WHO) 2009 Temmuz ayında hastalığın durdurulamaz olduğunu fark etmeleri üzerine uygulanmaya başlanmıştır. Ancak burada yanıltıcı taraf, bu aşıların domuz gribi aşısı olduğunda çok tehlikeli olmaları ve çoğu zaman işe yaramamalarıdır.

GRİP AŞILARI ETKİSİZ VE ASTIM HASTALIĞI RİSKİNİ ARTTIRIYOR

Grip aşılarının etkisiz olma sebebi grip virüsünün sürekli kendini yenilemesidir ve en önemlisi bu virüse karşı yapılan aşı asla sürekli bir bağışıklık kazandırmamakta ve bu yüzden aşı her yıl sürekli tekrarlanmak zorundadır. Aşı maddeleri ise hazırlanması çok güç olan maddelerdir ve laboratuar şartlarında bazıları hazırlanamayabilir bile.

Birçok araştırma grip aşılarının ya çok az koruma sağladığını ya da hiç sağlamadığını, bu yüzden domuz gribi aşısından da bir şey beklemenin mantıklı olmayacağını gösteriyor.

294.000 öğrenci üzerinde yapılan 51 farklı araştırma, iki yıldan yaş almış öğrencilerde, zayıflatılmış virüsten yapılan buruna sıkılan ilaçların ve öldürülmüş virüsten yapılan aşıların, hastalıkları yüzde 82 ile yüzde 59 arasında önlediği ortaya çıktı. Öte yandan 800 astım hastası çocuk üzerinde yapılan araştırmaya göre, bu çocuklarda astım hastalığı riski yükseldi. Bu da 2009 da yayınlanan bir rapor ile doğrulandı.

Yetişkinlerde ise bu ilaçlar ve aşıların hiçbir faydası olmadığı gözlemlendi.

GRİP AŞILARINDAKİ ZEHİRLİ MADDELER

Aşıların kendi yapıları bazen çok tehlikeli olabilir. Bu aşılar içerdiği nükleik asit ve virüs kombinasyonu ile bağışıklık hastalıklarına yol açabilirler.

Bu bağışıklık sistemini etkileyen zehirli toksitlerin aşıların katkı maddesi olduğunu biliyor muydunuz? Yüksek dozlarda alındığında bu aşılar uzun süreli bağışıklık hastalıkları, nörolojik hastalıklar, davranışsal bozukluklara yol açabilir. Medikal Kurumu çocukların ve hamile kadınların thimerosal den uzak durması gerektiğini söylerken, aşılar 25 mikrogram thimerosali zaten içeriyor.

DOMUZ GRİBİ SENDROMU ÇOĞU ZAMAN FARK EDİLMEZ

22 Temmuz 2009'dan veri, toplam 40.617 grip vakası ABD de görüldü ve bunların 319'u ölümle sonuçlandı. İngiltere ise Avrupa’da en çok etkilenen ülkeler arasında. Yaklaşık 100.000 grip vakası ve 30 ölümcül sonuç. İngiltere sağlık birimleri 65.000 ölüm beklerken bunun günde 350 tane olacağını tahmin ediyorlar. Toplu aşı içinse henüz plan yapılmış değil. Ancak İngiltere’de hükümet 195 milyon doz aşı sipariş etmiş durumda.

Grip mikrobunu kapmamanın veya bulaştırmamanın doğal yöntemleri ne de değinilmiş. Sürekli el yıkama. Bir kere kullanılmak üzere temiz kâğıt mendil kullanma, gereksiz davranışlarda bulunmama, okulların açılmasını erteleme, bol bol spor yapma ve bağışıklık sistemini güçlü tutmak için elinden geldiğince D vitaminli gıdalar alma.

timeturk

AŞI, DOMUZ GRİBİNDEN DAHA TEHLİKELİ!

5 Kasım 2009 15:10
Domuz gribi aşısının gripten daha tehlikeli olduğu ispatlandı. İngiltere ve ABD Sağlık Bakanlığı’na konuyla ilgili sunulan raporu ele geçirildi.
Domuz gribi aşısının gripten daha tehlikeli olduğu ispatlandı. İngiltere ve ABD Sağlık Bakanlığı’na konuyla ilgili sunulan raporu Timeturk ele geçirdi. İşte o çarpıcı rapor…

İngiltere Toplum Bilimi Enstitüsü (ISIS) tarafından hazırlanarak İngiltere Sağlık Ofisi Başkanı Liam Donaldson ve ABD Gıda ve İlaç Yönetimi Başkanlığı’na ileten raporda domuz gribi aşısı ile ilgili çok çarpıcı bilgilere yer verildi.

ISIS Başkanı Dr. Mae-Wan ve yine ISIS genetik umanı Prof. Joe Cummins toplu aşıların, felakete çıkarılan bir davetiye olduğunu söylediler.

Bugüne kadar dünya ve Türkiye’nin gündemini işgal eden domuz gribi aşısı ile ilgili bilgileri Timetürk olarak yakından takip ettik. Şimdi ise İngiltere Toplum Bilimi Enstitüsü (ISIS)’ün raporu sizler için tercüme ettik. İşte o rapor:

Domuz gribi virüsü, 2009'un Nisan ayında Meksika ve ABD’de bir domuz gribi patlak verdi. Virüs, hızlı bir şekilde insandan insana geçerek bütün dünyaya yayıldı. Mayıs ayında yapılan tetkikler ve gözlemler gösterdi ki yeni bir tip virüs olan A H1N1 virüsü, var olan hiç bir virüse benzememekte ve önceki virüslerden çok farklı.

Kaynağı Kuzey Amerika ve Avrasya olan kuş, insan ve domuz gribi virüslerin yayılım aşamalarının da çok karmaşık. Bu karmaşa da akla farklı soruları getiriyor. Avustralya’da yaşayan bir virolojist (virus uzmanı) yaptığı basın açıklamasında, virüsün bir laboratuarda oluşturulmuş olabileceğine dikkat çekiyor ve daha korkunç olanı açıklamanın devamında; Bu virüsü kaza ile dışarıya yaymış olabilirler. Bazı analistler ise, bu virüsün biyokimyasal bir silah olarak kasıtlı bir şekilde doğaya bırakıldığına işaret ediyor.

Ama şu an endişe edilen nokta bu virüslerden birçok ülkenin halkına uyguladığı toplu aşı programları nedeniyle bu programlar domuz gribini önlemekten çok, hastayı daha kötü durumlara sokabilir.

WATCHDOG, OKUL ÇOCUKLARINA YAPILAN AŞILARA KARŞI ÇIKIYOR

ABD hükümeti Eylül’de okulların açılması ile beraber bütün öğrencilere aşı yapılmasını planlıyor. Ancak Ulusal Aşı Bilgi Merkezi ( NVIC ) Obama'ya bu sürecin güvenirliğinin sorgulanması çağrısı yaparak, güvenli görüntüleme, kaydetme, inceleme, raporlama ve enjeksiyon hazırlığı güçlü mekanizma ile hazırlandıktan sonra tedbirli bir şekilde sürece girilmesi gerektiğini ekledi.

ABD Sağlık Bakanlığı Nisan ayında patlak veren domuz gribi virüsünden hemen sonra ulusal acil durum ilan etti. Sonuç olarak okullar kapandı. İnsanlar karantinaya alındı. İlaç şirketleri ile Yiyecek ve İlaç Başkanlığı arasında, acil ilaç sağlamaları için 7 milyar dolarlık anlaşmalar imzalandı. Bu da bu ilaçların birçok öğrenci ile yetişkin üzerinde deneneceği anlamına geliyor.

Dahası, 2001'den beri hukuki geçerliliği olan federal yasaya göre, insanların virüs kapma olasılığı olduğu takdirde ülkede acil durum ilan edilmişse ilaç şirketleri ve sağlık kurumları Amerikalılara bu deneysel aşıları yapmakta serbesttir ve izinlidir. Amerika Sağlık ve İnsan Kaynakları Sekreteri Kathleen Sebelius; “Aşı yapanları yaptıkları aşıdan ötürü doğacak herhangi bir sorumluluktan azat eden her türlü yasa çıkarılmış durumda. Bazı eyaletler aşıyı yasa ile zaruri hale getirebilirler” diyor.

NVIC, aşı uygulaması sırasında yöntemlerin doğru uygulanıp uygulanmayacağını da soruyor. Rapora göre yöntemler şu şekilde sıralanıyor:

1- Çocuklara aşı vurulmadan önce Anne ve Baba'yı aşının ne olduğuna dair, faydaları ve riskleri açısından bilgilendirme.

2- Hangi çocuğa hangi aşının veya ilacın verildiğini kayıt altına alma ve bunu yaparken ilaç firmasını ve ilaç kayıt numarasını alma.

3- Çocuğa o güne dek yapılmış aşıları tespit etme.

4- Aşıdan sonra oluşan ciddi sağlık sorunlarını kayıt ve gözetim altına alma.

NVIC, ayrıca çocukların anne babalarının aşı hakkında bilgilendirildikten sonra aşının yapılıp yapılmayacağına dair kararın yine onlara bırakılmasını istiyor.

WHO VE TOPLU AŞI

Toplu aşı düzeni Dünya Sağlık Örgütünün (WHO) 2009 Temmuz ayında hastalığın durdurulamaz olduğunu fark etmeleri üzerine uygulanmaya başlanmıştır. Ancak burada yanıltıcı taraf, bu aşıların domuz gribi aşısı olduğunda çok tehlikeli olmaları ve çoğu zaman işe yaramamalarıdır.

GRİP AŞILARI ETKİSİZ VE ASTIM HASTALIĞI RİSKİNİ ARTTIRIYOR

Grip aşılarının etkisiz olma sebebi grip virüsünün sürekli kendini yenilemesidir ve en önemlisi bu virüse karşı yapılan aşı asla sürekli bir bağışıklık kazandırmamakta ve bu yüzden aşı her yıl sürekli tekrarlanmak zorundadır. Aşı maddeleri ise hazırlanması çok güç olan maddelerdir ve laboratuar şartlarında bazıları hazırlanamayabilir bile.

Birçok araştırma grip aşılarının ya çok az koruma sağladığını ya da hiç sağlamadığını, bu yüzden domuz gribi aşısından da bir şey beklemenin mantıklı olmayacağını gösteriyor.

294.000 öğrenci üzerinde yapılan 51 farklı araştırma, iki yıldan yaş almış öğrencilerde, zayıflatılmış virüsten yapılan buruna sıkılan ilaçların ve öldürülmüş virüsten yapılan aşıların, hastalıkları yüzde 82 ile yüzde 59 arasında önlediği ortaya çıktı. Öte yandan 800 astım hastası çocuk üzerinde yapılan araştırmaya göre, bu çocuklarda astım hastalığı riski yükseldi. Bu da 2009 da yayınlanan bir rapor ile doğrulandı.

Yetişkinlerde ise bu ilaçlar ve aşıların hiçbir faydası olmadığı gözlemlendi.

GRİP AŞILARINDAKİ ZEHİRLİ MADDELER

Aşıların kendi yapıları bazen çok tehlikeli olabilir. Bu aşılar içerdiği nükleik asit ve virüs kombinasyonu ile bağışıklık hastalıklarına yol açabilirler.

Bu bağışıklık sistemini etkileyen zehirli toksitlerin aşıların katkı maddesi olduğunu biliyor muydunuz? Yüksek dozlarda alındığında bu aşılar uzun süreli bağışıklık hastalıkları, nörolojik hastalıklar, davranışsal bozukluklara yol açabilir. Medikal Kurumu çocukların ve hamile kadınların thimerosal den uzak durması gerektiğini söylerken, aşılar 25 mikrogram thimerosali zaten içeriyor.

DOMUZ GRİBİ SENDROMU ÇOĞU ZAMAN FARK EDİLMEZ

22 Temmuz 2009'dan veri, toplam 40.617 grip vakası ABD de görüldü ve bunların 319'u ölümle sonuçlandı. İngiltere ise Avrupa’da en çok etkilenen ülkeler arasında. Yaklaşık 100.000 grip vakası ve 30 ölümcül sonuç. İngiltere sağlık birimleri 65.000 ölüm beklerken bunun günde 350 tane olacağını tahmin ediyorlar. Toplu aşı içinse henüz plan yapılmış değil. Ancak İngiltere’de hükümet 195 milyon doz aşı sipariş etmiş durumda.

Grip mikrobunu kapmamanın veya bulaştırmamanın doğal yöntemleri ne de değinilmiş. Sürekli el yıkama. Bir kere kullanılmak üzere temiz kâğıt mendil kullanma, gereksiz davranışlarda bulunmama, okulların açılmasını erteleme, bol bol spor yapma ve bağışıklık sistemini güçlü tutmak için elinden geldiğince D vitaminli gıdalar alma.

timeturk

Çıkar Salgını:Domuz giribinin arkasındaki ekonomik çıkarlar nelerdir ?
Dr. Carlos Alberto Morales(*)

Domuz giribinin arkasındaki ekonomik çıkarlar nelerdir ?

Dünyada her sene milyonlarca insan malaryadan ölüyor halbuki basit bir tül sineklik onları koruyabilir. Gazeteler bundan bahsetmiyor!

Dünyada her sene 2 milyon çocuk ishalden ölüyor halbuki 23 cm lik bir sorum onları kurtarabilir. Gazeteler bundan bahsetmiyor!

Kızamık ve zature ve diğer hastalıklardan her sene 10 milyon insan ölüyor. Tüm bu insanlar daha ucuz ilaçlarla kurtulabilir. Gazeteler bunlarda da bahsetmiyor.!

Bundan yaklaşık on yıl önce kuş gribi çıktığında bütün gazeteler bizi bilgiye boğdu...

Bütün diğer salgınlardan daha tehlikeli... Dünyayı tehdit eden salgın! Gazeteler sadece bu tavukların korkunç hastalığından bahsediyordu. Buna rağmen toplam insan kaybı 10 sene de 250. Yani senede 25!

Normal grip senede yarım milyon can alıyor. 25e karşı YARIM MİLYON!

Sadece bir saniye: Niçin kuş gribinden bu kadar bahsedildi?

Çünkü bu tavukların arkasında bir "horoz" vardı, büyük ibikli bir horoz. Uluslararası Roche ilaç grubu Asya ülkelerine milyonlarca doz Tamiflu sattı, Ingiltere hükümeti halkını korumak için 14 milyon doz satın aldı. Kuş gribi sayesinde Roche ve Relenza, iki büyük ilaç grubu milyonlarca dolar kâr ettiler.

-Dün tavuklarla, bugün domuzlarla

-Evet bugün domuz gribi psikozu başlatıldı. Tüm dünya medyası sadece bundan bahsediyor.

-Ekonomik global krizden bahseden, Guantanamodaki işkencelerden bahseden yok!

-Sadece domuz gribinden ve domuzlardan bahsediliyor...

-Kendi kendime soruyorum: Eğer tavukların arkasında bir "horoz" varsa... domuz gribinin arkasında büyük bir domuz olmasın?

Kuzey Amerikan Gilead Sciences Tamiflunun brevet sahibi. Bu işletmenin en büyük hissedarıysa tam bir kişilik, Donald Rumsfeld George Bush dönemi savunma bakanı., Irak savaşının stratejisti...

Roche ve Relenza hissedarları milyonlarca dolarlık Tamiflu satışı nedeniyle ellerini oğuşturuyorlardır. Gerçek "Pandemie" (dünyayı etkileyen büyük salgın) çıkar salgınıdır, sağlık paralı askerlerinin çıkarları.

Çeşitli ülkelerin aldığı önlemleri inkar etmiyorum.

İşte burası bam teli Eğer domuz gribi söylendiği gibi gerçekten dünyayı tehdit eden büyük bir salgınsa (pandemiyse) DünyaSağlık Örgütü’nün başındaki o kadar bu hastalıktan tedirgin oluyorsa(Margaret Chan adında bir Çinli) neden o zaman bu hastalığı dünya sağlığını tehdit eden bir hastalık olarak ilan edip, hastalığa karşı savaşmak için jenerik türevlerinin üretilmesini önermiyor?

Rocheve Relenzanın brövelerinin iptalini isteyip yerine her ülkenin kendi üreteceği jenerik türevlerini üretmiyorlar?

Herkes bu büyük salgının arkasındaki gerçeği görsün. Çünkü medya sadece kendi sponsorlarının haberlerini veriyor.

*Peru'lu bir doktor

Kaynak: Açık İstihbarat

DİKKATLİ OKUYUN; AĞZINIZ AÇIK KALACAK!
AZİZ ÜSTEL
6 Kasım 2009 15:43
Dünyanın en ünlü tıp fakültelerinden ve uzmanlarından gelen bilgileri derlediğiniz zaman, H1N1 ya da Domuz gribiyle ilgili çok çarpıcı gerçeklerle karşılaşıyorsunuz
Önce domuz gribinden dünyada kaç kişi ölmüş bu güne değin bi göz atalım: Tam tamına 160 ülkede 1154 kişi.

Avrupa'da 16 bin 556 kişi domuz gribine yakalanmış, ama 34 kişi ölmüş.(Artık domuz gribiyle ilgili istatistikler tutulmadığından, bu sayı artmış olabilir. Ama 2009 yılı ortalarında sayı böyleydi.)

Efendim, yaşamınız süresince:

1. Saldırıdan ölme ihtimaliniz: 331/1

2. Düşerek ölme ihtimaliniz: 250/1

3. Silahla vurularak ölme ihtimaliniz : 325/1

4. Zehirlenerek ölme ihtimaliniz: 1400/1

5. Araba kazasında ölme ihtimaliniz: 5000/1

6. Boğazınıza bi şey takılarak ölme: 5000/1

7. Suda boğularak ölme ihtimali: 9000/1

8. Şimşek çarpması sonucu ölme: 71.000 /1

9. Köpek tarafından öldürülme: 137.000/1

10. Küvette ölme ihtimaliniz: 807.000/1

11. Sele kapılıp ölme ihtimali: 713.000/1

12. Yataktan düşüp ölme ihtimaliniz: 2 milyonda bir.

Domuz Gribinden ölme ihtimalinizse: 8 milyonda bir. (Dünyada bin 154 kişinin öldüğünü temel alırsak)

Yani küvette boğularak ölme ihtimaliniz daha fazla!

Gelelim ortalığı velveleye veren diğer müthiş salgın hastalıklara:

Kuş gribi: Dünya Sağlık Teşkilatı (WHO) verilerine göre, 1 Haziran 2009

tarihine kadar kuş gribinmden ölen sayısı 436. Ama 1981'den 7 Temmuz 2009'a kadar 25 milyon kişi AIDS'den öldü.

Dahası da var; 2005'den bu yana Veremden 1.6 milyon kişi öldü.

Hani SARS hastalığı vardı ya? Yetişkinlerde görülen üst solunum yolları enfeksiyonu? Hani milyonları yok edecekti? Ölü sayısı 167!

Domuz gribine yakalanırsanız bi tek ilacı var: Tamiflu

Bu ilacın sahibi GILEAD SCIENCES AŞ. Bu lisansla, ilacı Roche 2016 yılına kadar üretiyor.

Tamiflu'ya bi göz atalım:

1. ABD 25 milyon adet ısmarlamış: Toplam 2 milyar dolar ödemiş.

2. Bugüne kadar 65 devlet de ısmarlamış.

3. Toplam 300 milyon adet

4. Fiyatı 70 dolar. Çarpın 200 milyonla.

Bu Firmanın yani Gilead Sciences AŞ'nin en büyük hissedarı ve Yönetim Kurulu Başkanı kim?

ABD ESKİ SAVUNMA BAKANI DONALD RUMSFELD!

Özetleyelim: Her ay Güney Afrika'da 50 bin kişi AIDS'den ölüyor. Dünyada her gün bin 600 kişi gene AIDS'den yaşamını yitiriyor. Her yıl on binlerce kişi araba kazalarında can veriyor.

Her yıl sadece ABD'de 25 bin kişi cinayete kurban gidiyor. Her yıl 80 bin kişi veremden hayatını kaybediyor.

Ama biz kafayı neye takmışız? H1N1 Domuz Gribine!

Niye? Çünkü ilaç şirketleri ve onların beslemeleri, AIDS, Verem, ne bileyim ben kızamık, kabakulak ya da açlıktan para kazanmıyorlar!

Aşı olun olmayın... Ama önce gerçekleri araştırın, öğrenin.

(Başta Sayın Bilger Duruman olmak üzere bir çok profesör ve doktora teşekkürler, saygılar)
STAR

"Domuz gribi salgını yeni bir Haçlı seferi"

06 Kasım 2009 Sağlık eski Bakanı MHP'li Osman Durmuş, domuz gribi aşısına yönelik itirazlarını ve endişelerini sürdürdü. Durmuş, piyasası 4.74 euro ile 6 euro arasında olan aşıların nasıl olup da 3.6 eurodan satın alındığının açıklanmasını istedi.
Durmuş, Türkiye'ye gelen son parti aşıların Alman ve İsviçre merkezli büyük ilaç firmalarının aşı fiyatlarından çok düşük olduğunu iddia etti. Smith Clayn'nın 4.74 euro, Novartis'in 6 euro, Pasteur'ün 6 euro fiyat uyguladığını anlatan Durmuş, “Türkiye'nin satın aldığı son parti aşılar 3.6 euro. Bunların nereden geldiği, ne olduğu belli değil. Çin'den mi geliyor? Almanya'dan mı, İsviçre'den mi bilmiyorum. Bu konunun açıklanması gerek” diye konuştu.
Büyük ilaç kartellerinin aynı zamanda silah şirketlerinin doğal ortağı olduğunu ileri süren Durmuş, “Silahla vuramazlarsa, ilaçla vuruyorlar” dedi. Durmuş, bugün gelinen noktanın, ABD'ye yapılan 11 Eylül saldırılarından sonrasında planlanan ve Başkan George Bush'un “Haçlı seferi” diye açıkladığı senaryonun bir sonucu olduğunu da sözlerine ekledi.
netgazete

11 Ocak 2010
Domuz Gribinde Şok İddia: "Domuz gribi sahte salgın"
Avrupa Konseyi Sağlık Şefinin domuz gribi ile ilgili son açıklaması tüm dünyada büyük yankı uyandıracağa benziyor.

Domuz gribi salgınını 'sahte salgın' olarak nitelendiren Sağlık Şefi Wolfgang Wodarg, grip ilacı ve grip aşısı üreticilerinin Dünya Sağlık Örgütü'nün domuz gribini 'salgın' olarak ilan etmesine neden olduklarını belirtti.

İngiliz gazetesi Daily Mail'in haberine göre, DSÖ'den yapılan salgın alarmından sonra ülkeler sağlığa ayırdıkları bütçeyi arttırdılar; bu da ilaç firmalarının domuz gribi aşısı ve grip ilaçları satışlarından ciddi kar elde etmesine zemin hazırladı.

Domuz gribinin fazla ölümcül olmadığını iddia eden Sağlık Şefi'nin ilaç firmalarının salgın alarmı ilan edilmesinde etkisinin araştırılması için verdiği teklif, Avrupa Konseyi'nde kabul edildi.
aktifhaber

Dr. Murat Kınıkoğlu
muratkinikoglu@yahoo.com
Grip ilaçlarının yan tesirlerine dikkat!...

Ben domuz gribi hakkında yazmaktan, siz de okumaktan bıktınız ama etrafımda olup biteni görünce yazmadan duramıyorum. Geçen hafta bir hastam aradı, çocuğunun ateşi çıkmış, doktoru hemen Tamiflu başlamış, yetmezmiş gibi evdeki herkesin on gün süreyle Tamiflu almasını önermiş. Oldukça ciddi yan yan tesirleri olan bir ilacın “her gün bir elma yiyin” der gibi tavsiye edilmesi üstelik sağlıklı kişilere de verilmesi çok yanlış. Domuz gribi salgını ve sonrasında yaşadıklarımız satış/pazarlama eğitimi veren fakültelerin öğrencilerine anlatması için iyi bir örnek oldu. Ders adı olarak iki önerim var:
- Etkisi tartışmalı bir ürün ihtiyacı olmayan insanlara nasıl satılır?
- Sağlık sektöründe korkut/sat metodunun (Fear Based Marketing) Türkiye başarısı.
Şu anda İstanbul’da tüm grip olanlar, ateşi çıkanlar, çocuğunun burnu akanlar “domuz gribi” korkusuyla eczaneye koşup grip ilacı alıyorlar. Reçeteyle satılması, ancak bir doktorun önerisi ile kullanılması gereken ilaçlar, vitamin gibi eş dost önerisi ile kullanılır oldu. Yalnız onlar mı, bağışıklığı artırdığı iddia edilen-aslında hiçbir işe yaramayan- ottan püften ilaçlar da yok satar oldu. Kimsenin bu ilaçların yan tesiri var mı yok mu, etkili mi değil mi, karaciğerime böbreğime dokunur mu, içince kafayı üşütür müyüm diye düşündüğü yok. Bir Allah’ın yetkilisi çıkıp her burnu akanın bu ilaçları almasına gerek yok demiyor. Aslına bakarsanız eczane eczane dolaşıp grip ilacı arayanların hiçbir suçu yok. İnsanları aylar önceden domuz gribi salgını geliyor, binlerce kişi ölecek diye korkutur sonra da bir gün pat diye; şu anda grip olanların % 99’u domuz gribi derseniz olacağı budur.

Grip ilaçlarının yan tesirleri
Ülkemizde Tamiflu (oseltamivir) ve Relenza (zanamivir) isminde iki grip ilacı var. Her iki ilaç da önemli yan tesirleri olan, ancak bir doktor önerisi ile kullanılması gereken ilaçlardır. Yan tesirleri hakkında devam eden tartışmalar Japonya başta olmak üzere tüm dünyada devam etmektedir. FDA, 2006 Kasım’ında yaptığı uyarıda bu ilaçların delirium, anormal hayaller görme ve bazı davranış bozuklukları yapabileceğini belirtmiştir. Yokohama Üniversitesi’nde yapılan bir çalışmada Tamiflu’nun güvenli olduğu açıklanmış, daha sonra ilaç firmasının araştırmayı yapan bölüme 10 milyon yen bağış yaptığı tespit edilince sonuçlar şüpheyle karşılanmıştır.

Tamiflu ilacı özellikle çocuklarda önemli yan tesirlere neden olabiliyor
Japon Sağlık Bakanlığı’nın 10 bin çocuğu kapsayan ve 2009 yılı Nisan ayında açıklanan çalışmasına göre Tamiflu alan çocuklarda anormal davranış görülme sıklığı almayanlara göre % 54 daha fazladır. İngiltere’de, ilaç alan çocukların yarısından fazlasında bulantı, uykusuzluk ve kâbus görme gibi şikâyetler görülmüş, bazılarında mide ağrısı, kusma ve ishal ortaya çıkmıştır. Euorosurveillance dergisinde yayınlanan bir başka çalışmada 248 çocuğun % 51’i çeşitli yan etkilerden şikâyetçi olmuştur. Hayaller görme, kendine zarar verme gibi nöropsikiatrik etkiler ön plandadır. Japonya’da 2004-2007 yılları arasında 15 hasta kendine zarar verme eğilimi içinde hayatını kaybetmiş bunlardan biri kendini kamyonun önüne atmıştır. Japon Sağlık Bakanlığı, 2007 yılında yaptığı açıklamada ilacın 10-19 yaşları arasında dikkatli kullanılmasını tavsiye etmiştir.

Her grip olanın veya her domuz gribi olanın mutlaka grip ilacı kullanması gerekmez
Anne babalar paniklememeli, grip olan çocukları için kendi başlarına veya eş dost tavsiyesiyle ilaç kullanmamalıdır. Domuz gribinde ölüm vakaları olduğunu biliyoruz, aynı daha önceki griplerde ölümler olduğunu bildiğimiz gibi... Sağlık Bakanlığı’nın açıkladığı istatistiklerde çocukların diğer yaş gruplarına göre daha riskli olmadığı görülmüştür. Grip bulgularını görür görmez ilaca başladığınız takdirde büyük ihtimalle kendiliğinden geçecek bir rahatsızlık için çocuğunuza toksik bir madde yutturmuş olursunuz. Onun yerine ilk üç günü sıvı alımını artırarak ve istrihatle geçirmeniz daha doğru olur. Dördüncü günden sonra kuru bir öksürüğün veya burun akıntısının devam etmesi normaldir. Aşırı halsizlik veya nefes darlığı olması önemlidir, üç gün geçmesine rağmen ateşinin düşmemesi halinde mutlaka doktora gidin ve antiviral ilaçları ancak doktorunuz önerdiği takdirde alın.
Grip ilaçları, ‘işlerim çok yoğun, hemen iyi olayım’ diyerek yutulacak basit ilaçlar değildir. Grip süresini sadece 1-1.5 gün kadar kısalttığını gösteren yayınlar olduğunu bilmenizde yarar var. On gün değil sekiz gün burnumu çekmek istiyorum diyorsanız o başka... Ülkemiz gereksiz antibiyotik kullanımı açısından Avrupa ülkeleri içinde açık ara birincidir. Antibiyotiklere dirençli bakteri suşları önemli bir sağlık sorunu haline gelmiştir. Hapsever ve pratik zekâlı halkımızın antiviral ilaçların hakkını vereceğini biliyorum(!). Yakında cebinde Tamiflu kutusu ile dolaşan, otobüste yanlarında biri hapşırdı mı hemen ilaç yutan insanlar göreceğiz. Her gün ekranlara çıkıp aman “grip aşısı olun” diyen “konunun uzmanlarının” aynı hassasiyeti grip ilaçlarının gereksiz yere kullanılmaması için de göstereceğinden eminim.

Oseltamivir/Zanamivir ilaçlarının yan tesirleri:

- Bulantı ve kusma
- Karın ağrıları
- İshal
- Baş ağrısı
- Çocuklarda hayal, kâbus görme ve kendine zarar verme gibi nöropsikiatrik etkiler
- Karaciğer enzimlerinde yükselme ve hepatit
- Anaflaksik şok
- Kalpte ritm
bozuklukları oluşturabiliyor
- Şeker hastalığında olumsuz etki
- Kanamalı
kalın bağırsak koliti

http://www.aksam.com.tr/2010/01/11/yazar/15265/dr__murat_kinikoglu/grip_ilaclarinin_yan_tesirlerine_dikkat____.html


En son Ekim tarafından Pzr Şub 21, 2010 10:34 pm tarihinde değiştirildi, toplam 4 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder
Ekim



Kayıt: 21 Arl 2007
Mesajlar: 2634
Konum: Kanada

MesajTarih: Pzr Ksm 22, 2009 11:58 pm    Mesaj konusu: 'Adamın biri doktora gitmiş, gidiş o gidiş!' Alıntıyla Cevap Gönder

04 Ocak 2010
Domuz Gribinin Sırrı Ortaya Çıktı: “Panik abartıldı. Hastalığın çok tehlikeli olmadığı açık”

ABD'de Nisan-Kasım 2009 arasında domuz gribi ölümlerini inceleyen Harvard Üniversitesi, 'virüs'le ilgili gerçeği ortaya çıkardı.

Bilim adamları, “Panik abartıldı. Hastalığın çok tehlikeli olmadığı açık” görüşünde.

Dünyada 2009 ilkbaharından itibaren büyük tartışmalara yol açan domuz gribi konusunda yapılan araştırmaların sonuncusu bilim dünyasındaki grip tartışmasını zirveye taşıdı. Dünyanın en prestijli eğitim kurumlarından Harvard Üniversitesi ve İngiliz Medical Research Council tarafından yapılan araştırma domuz gribinin her yıl milyonlarca insanın yakalandığı mevsimsel gripten çok önemli farkı olmadığı, hatta virüsün öldürücü etkisinin mevsimsel gripten daha düşük olduğu belirlendi. Bu yeni verileri gören bilim dünyası, “Bu sonuçları öngörebilmiş olsaydık dünya genelinde aşılama kampanyaları düzenlenmesi gibi önlemler alınması söz konusu olmayacaktı” yorumunu yaparken Amerikan ABC televizyonu da, “Domuz gribi abartıldı mı?” başlıklı haberiyle araştırmanın bilim adamları arasında yarattığı etkiyi inceledi.

“Elimizde veri yoktu”

ABD'de şu ana kadar 9 bin 820 can alan domuz gribi virüsünün ilk görülmeye başlandığı Nisan ayından Kasım'a kadar sürecini detaylı bir şekilde inceleyen Harvard Üniversitesi uzmanları domuz gribinin en fazla mevsimsel grip kadar tehlikeli bir hastalık olduğu kanaatine vardı. Harvard uzmanlarına göre domuz gribi hemen hemen normal grip kadar can aldı, en büyük farkı ise akciğerlere çok daha derinlemesine nüfuz etmesi oldu. Araştırmanın başındaki isim olan Harvard Profesörü Marc Lipsitch, “İlk başlarda virüsün etkisinin ne şekilde olacağını tahmin etmek zordu, ama şimdi elimizdeki verilere baktığımızda bunun normal grip virüsünden çok da farklı etkilere sahip olmadığını görüyoruz” ifadesini kullandı. Lipsitch buna rağmen domuz gribinin hala “ciddi bir hastalık olduğunu” ve aynı her yıl grip aşısı olmanın tavsiye edildiği gibi domuz gribi aşısı olmayı da tavsiye ettiklerininin altını çizdi.

Bu sonuçları ABC televizyonuna değerlendiren Hunter College Profesörü Philip Alcabes, “Grip ciddi bir hastalıktır. İnsanları öldürür. Ama dünyayı saracağını iddia ettiğiniz bir grip salgınına karşı küresel bir önlem faaliyetine girişiyorsanız elinizde felaketi ve krizi gösterecek somut verileriniz olması gerekir. Çok az veriyle çok aşırı önlemler alındı. Şimdi herkes bu hastalığın abartıldığının farkına vardı” dedi.

Alcabes, “Bu araştırmanın sonuçlarını Haziran ayında görmüş olsaydık her şey farklı olabilirdi. İnsanların domuz gribine aşırı tepki verdikleri ortada olan bir gerçekti. Ama bunu kanıtlamak için bilimsel verilere ihtiyacımız vardı. Şimdi bu veri elimizde var” yorumunu yaptı.

Buna da şükredelim

Yine ABC'ye araştırmayı yorumlayan İngiliz uzman Anne Presanis, “İlk başlarda bunun ne kadar ciddi bir tehdit olduğu konusunda çok bilgimiz yoktu ve elimizde ne veri varsa ona göre hareket ettik” dedi.

Vanderbildt Üniversitesi Önleyici Tıp Bölüm Başkanı Dr. William Schaffner ise “Abartıldığını düşünmüyorum. En kötüsüne insanları hazırlamak zorunda olduğumuzu ve tahmin ettiğimizden daha kötü olmadığı ortaya çıktığı için şükretmemiz gerektiğine inanıyorum” dedi.

Uzmanlar ne dedi?

‘Pardondan iyidir'

- Kanadalı mikrobiyoloji uzmanı Dr. Neil Rau: Bu yaşadığımız salgınların en hafifiydi ama en güçlüsüymüş imajı yaratıldı. Hâlâ salgının Dünya Sağlık Örgütü tarafından “orta derece” (moderate) olarak derecelendirilmesine anlam veremiyorum. Artık ortada çok hafif geçen bir salgın var.

- Güney Carolina Üniversitesi bilim adamı ve ABD'nin ünlü sağlık yazarlarından Dr. Russell Blaylock: Bilim dünyası bu sonuçları daha önceden öngörebilmiş olsaydı tüm dünya genelinde toplu aşılama faaliyetleri gibi önlemler alınması söz konusu olmayacaktı.

- Drexel Üniversitesi profesörü Robert Field: Kamu sağlığını ilgilendiren konularda tüm güvenlik önlemlerini almak sonradan “pardon” demekten iyidir. Eğer bu kadar çok önlem alınmamış olsaydı ve büyük bir salgın patlasaydı o zaman insanlar buna karşı hazırlıksız yakalandıkları için eleştiri oklarının hedefi olacaklardı.

- Sağlık kitaplarıyla bestseller olan Dr. Joseph Mercola: Bu salgının gerçekleşmeyeceği başından beri belliydi. 2009 yılı hükümetlerin ve ilaç endüstrisinin karıştığı en büyük sağlık skandallarından birinin yaşandığı yıl olarak hatırlanacak. Tüm dünyaya korku salıp domuz gribini çok tehlikeli bir hastalıkmış olarak gösterenler ceplerini doldurdu.

RAKAMLARLA YANIT

Harvard'ın araştırmasına göre;

- H1N1 belirtileri gösteren hastaların yüzde 1.44'ü hastanede tedavi edildi.

- Yüzde 0.239'u yoğun bakıma alındı.

- Yüzde 0.048'i yani yaklaşık 10 bin kişi hayatını kaybetti.

Buna göre domuz gribinin ölümcülüğü, her yıl düzenlenen grip aşısı kampanyalarına rağmen mevsimsel grip virüsüne 36 bin kurban veren Amerika için çok daha düşük kaldı.

Fransa aşılara müşteri arıyor

Fransa Sağlık Bakanlığı vatandaşların yüzde 76'sının domuz gribi aşısı olmayı düşünmediğinin belirlenmesinin ardından elinde kalan milyonlarca doz domuz gribi aşısını satma kararını aldı. 94 milyon doz aşı satın alarak 1.25 milyar dolar ödeme yaptıklarını belirten bakanlık, doz başına 6.25 ile 10 euro arasında fiyattan isteyen ülkelere bu aşıları satabileceklerini belirtti. Fransa'dan Katar 300 bin doz, Mısır ise 2 milyon doz aşı alacağını duyurdu. Sağlık Bakanlığı hastalığın ilk evresinde iki doz aşı yapılması gerektiğini düşündüklerini ancak daha sonra tek dozun yeterli olacağının anlaşılmasının ardından ellerinde fazla aşı kaldığını belirtti.
aktifhaber


Finlandiya Sağlık Bakanı Dr. Rauni Rilde: "Sakın aşı olmayın!"
04 Ocak 2010

Domuz gribi ve aşısı hakkında yapılmayan yorum, derlenmeyen haber kalmadı. Tüm dünyayı sarsacak açıklama Finlandiya Sağlık Bakanı Dr. Rauni Rilde'den geldi: "Sakın aşı olmayın!"

Finlandiya eski Sağlık Bakanı Dr. Rauni Kilde domuz gribi ilgili öyle bir açıklama yaptı ki, hastalıkla ilgili bilinen ve kamuoyuna yansıyan tüm gerçekleri alt üst edecek türden. Domuz gribi aşısının bir aldatmaca olduğunu son derece iddialı sözlerle vurgulayan Dr. Kilde, “Bu aşı ile mümkün olduğunca dünya nüfusunun çoğu öldürülmek isteniyor” dedi.

Bu düşüncenin eski ABD Dış İşleri Bakanı Henry Kissinger’e ait olduğunu söyleyen Dr. Kilde, 14-15 Mayıs 2009 tarihinde yapılan Bilderberg Toplantısı'nda bu kararın alındığını belirtti.

Dr. Kilde, bir televizyona yaptığı açıklamasında, “ABD, hiçbir maddi kayıp yaşamadan hatta milyarlarca dolar kazanarak dünya nüfusunu üçte iki oranında azaltmayı hedeflemektedir” diye konuştu.

Dünya Sağlık Örgütü’ne domuz gribinin ölümcül bir salgın olduğu yönünde beyanda bulunması için baskı yaptıklarını belirten Rauni Kilde, “Böylece aşıyı tercihli değil zorunlu yapmak istiyorlardı. Özellikle hamile kadınların ve çocukların ilk önce aşı ile zorunlu tutulması gelecek nesilleri hedeflediğini göstermektedir” açıklamasında bulundu.

Finlandiya hükümetinin sınıflandırmayı kabul etmediğini ve hastalığın derecesini normal hastalık olarak gösterdiğini ifade eden Kilde sözlerini şöyle sürdürdü; “Hiç kimse aşının bir yıl, beş yıl ya da 20 yıl sonra ne gibi etkilerinin olacağını bilmiyor: Mutlak kısırlık mı? Kanser mi? Ya da ölümcül herhangi bir hastalık mı?”

Dr. Rauni Kilde, “Amerikan yönetimi ileride bundan dolayı doğacak herhangi bir sıkıntıdan dolayı ilaç şirketlerine bir sorumluluk yüklenmemesi için şimdiden önlemini aldı ve onları tüm sorumluluklardan muaf tuttu. Bu bile işin ciddiyetini göstermeye yeter” dedi.
Kaynak: Ekotrent

22 Kasım 2009
'Adamın biri doktora gitmiş, gidiş o gidiş!'


Birçok hastalığın ilaç satılmak üzere icat edildiğini de belirten Küçükusta'dan mizahî bir dille modern tıbba müdahale...

Prof. Dr. Ahmet Rasim Küçükusta, mizahî bir dille modern tıbba müdahalede bulunuyor. Promosyonlardan ilaç sektörünün haddi aşan uygulamalarına kadar birçok konuyu masaya yatıran Küçükusta, "Ben de yıllarca promosyon aldım.

Yaşasalardı Hipokrat da, İbni Sina da bu promosyonlardan kendilerini koruyamazlardı." diyor.

Doktorların ilaç endüstrisi konusundaki zafiyeti bilinmesine rağmen bir şey yapılmıyor mu?

Şu anda yapılanlar yeterli değil, ama tepkiler artıyor. Dünyanın birçok ülkesinde 'ilaç firmalarının hediyelerine hayır' diyen doktorlar örgütleniyorlar. İspanya'da promosyonlara 'No gracias' rozeti takarak, Amerika'da 'No free lunch' (bedava öğle yemeğine hayır) diyerek karşı çıkan doktorlar var ama bunlar henüz çok yetersiz.

Mesela siz bugüne değin hiç ilaç firmalarından bir doktor olarak promosyon kabul ettiniz mi?

Hem de yıllarca. Görmediğim memleket, içmediğim bâde, yemediğim 'nane' ve evde promosyon koyacak yer kalmadığı için de artık bunlara 'hayır' demeye başladım. Görüyorsunuz masam da ilaç firmalarının kalemi, bloknotu, zımbası, lambası, kupası ile dolu. Bunlar belki mâsum hediyeler ama her şey 'bir tükenmez kalem' ile ya da 'bir fincan kahve' ile başlıyor. Hayatında hiçbir hediye almamış bir doktor olabileceğini düşünemiyorum. Günümüzde yaşamış olsaydı Hipokrat da, İbni Sina da, Galen de kendilerini koruyamazlardı. Rüyalarımda Pastör'ü ilaç firmalarının standında çantasına avuç avuç kalem doldururken, Fleming'i kokteyl prolonjede eşi, kaynanası ve baldızı ile sarhoş olmuş, Robert Koch'u ilaç firmalarının ileri gelenleri ile konferansına karşılık alacağı para için pazarlık yaparken görüyorum, ter içinde uyanıyorum.

Peki buna karşı bir reçete yazmak gerekirse... Söyleyin doktor, hasta tıbbımız yaşayacak mı?

Elbette yaşayacak,ama modern tıbbın silkinip kendine dönmesi, günahlarından arınması gerekiyor. Doktorların saygınlığının azalmasından kim sorumlu peki? Bu saygınlık nasıl kazanılır? Başkalarının da pek çok suçu, günahı var ama öncelikle biz yani doktorlar sorumluyuz bu durumdan. Saygınlığımızı yeniden kazanmak için de başka yerde suçlu aramadan işe kendimizden başlamalıyız.

İlaç kullanırken cidden hapı yutuyor muyuz?

Tabii ki sürekli aldatılmıyoruz. Bugün milyonlarca insan yuttukları ilaçlar sayesinde sağlıklı ve mutlu yaşıyorlar, birçok bulaşıcı hastalık aşılar sayesinde tarihten silindi ama hiç gerekli olmayan bir ilaç yüzünden sakat kalan veya ölen insanlar da var. İlaç, üreticilerinin gözünde 'nasıl ederiz de daha çok satarız' diye kafa patlattıkları sıradan bir tüketim ürünü belki ama benim için çok mukaddes bir madde.

Birçok hastalığın ilaç satılmak üzere icat edildiğini söylüyorsunuz. Domuz gribi de bunlardan birisi mi?

Artık tıp sadece tıp değil. Dünya her yeni ilaç, aşı, tedavi yöntemi için 'ABu gerçekten işe yarıyor mu yoksa ticari bir oyunla mı karşı karşıyayız?' diye düşünüyor. Bu durum domuz gribi aşısı için de geçerli. Bedava sunulan aşıya karşı büyük bir güvensizlik var. Buna Başbakan'ımız da dâhil, sanırım fazla söze gerek yok.

Siz bir yandan modern tıbbı eleştirirken haydaaa bir de bitkisel ilaçlara sallıyorsunuz. Onların nesi var?

Elbette modern tıp taraftarıyım, ama bu hatalarından, eksikliklerinden, günahlarından arınmış modern tıbbın. Aslında bu tür otçuların türemesinin sebebi de bizatihi 'tabiatın şifalı elini görmezden gelen' modern tıbbın kendisi. Modern tıp, alternatif tıbbı yok sayarak bindiği dalı kesiyor, dal henüz kırılmadı. Nasıl bir hata yaptığını yere düştüğünde anlayacak.

Bir doktor bile şikâyet ediyorsa halk ne yapsın?

Halk da zaten bu yüzden ilaca, doktora, aşıya güvenmiyor. Cincilere, üfürükçülere, muskacılara, otçulara, çöpçülere, kırıkçılara, çıkıkçılara rağbet neden bu kadar artıyor sanıyorsunuz?

Meslektaşlarınız nasıl bakıyor yazıp ettiklerinize?

İçlerinde 'Böyle gelmiş böyle gider' ve 'Alan memnun satan memnun, sana ne oluyor?' diye düşünenler de var. 'Hocam ekmeğimizle oynama n'olur' diyenler de oluyor. 'Havai'de havyar yerken iyiydi şimdi ne oldu sana?' tarzında sorular da geliyor tabii ki. Ama durumu en iyi 'Hocam, yeni kitabınız çıkmış. Acaba hangi firma dağıtıyor?' diye soran bir elektronik posta anlatıyor.

Vitaminler kanser de yapabilir, öldürebilir de Modern tıpta hasta yoktur, hastalık vardır... Bir memleket düşünün ki, doktorları ilaç firmalarının kucağına oturan finolardan farksız olsun. İlacın sadece zorunlu tıbbi harcamalardan dolayı değil, sponsorluklar, promosyonlar, reklamlar ve hatta rüşvetler yüzünden pahalı olması insanın canını sıkıyor. Toplumda artık doktor denince bıçak parası alan, hastanede yüzüne bakmadığı hastalara muayenehanede candan ilgi gösteren, ilaç firmalarının bir dediğini iki etmeyen kimseler akla geliyor.

Hekimin bilgi, tecrübe ve kabiliyetinin yerini elektronik aletler almıştır.

Mehmet Öz, 'üç beyazdan uzak durun' dedi. Bizim millet unu, tuzu, şekeri kesti. Hızını alamadı Zekeriya Beyaz'ı bile silip attı. 'Lifli gıda tüketin' dedi, ota çöpe dadandırdı bizi. Sucuğu, pastırmayı, mangalı unuttuk, ağzımızda tat bırakmadı.

Benim için yeni ilaç tehlikeli ilaçtır.

Biri bize kolesterol düşürücü ilaçları dayatıyor. Astım ilaçlarında ölüm riski var.

Vitamin delisi olmayın, vitaminler kanser riskini artırıyor. E vitamini öldürücü olabilir.

Bitkisel ürünler de, vitaminler de eczanede satılmalı.

Yakında hepimiz hapı yutacağız. Hasta aradığı doktoru, doktor aradığı hastayı bulabilecek mi sizce?

H. SALİH ZENGİN
22 Kasım 2009
Zaman

06 Aralık 2009
CIA Uçağındaki Korkunç Şüphe
Çin'de düşen ve CIA ajanlarını taşıyan bir uçağın havadan serpilmek üzere mutasyona uğramış A gribi virüsü taşıdığı iddiaları ortalğı karıştırdı.

Dünya genelinde hızla yayılarak 9 bini aşkın can alan ve büyük paniğe neden olan A gribi salgını ile ilgili ortaya atılan bir iddia kafaları karıştırdı. Çeşitli internet sitelerinde yer alan bir haberde Çin'in Şangay Pudong havaalanında 28 Kasım tarihinde düşen ve 3 ABD vatandaşına mezar olan bir kargo uçağının, havadan serpilmek üzere mutasyona uğramış A gribi virüsü taşıdığı belirtildi. Olayla ilgili ortaya atılan bir diğer korkunç iddia ise, uçağın Çin'den havalandıktan sonra gideceği Kırgızistan'daki gizli İsrail üssünü hedef aldığı ve sanıldığı gibi bir kaza sonucu değil, İsrail gizli servisi Mossad'ın ajanları tarafından düşürüldüğü oldu.

GİZLİ OPERASYON ŞÜPHESİ
Diğer yandan uçaktan yaralı olarak kurtulan 4 kişiden biri olan ismi belirtilmeyen bir Endonezya vatandaşının, Endonezya Savunma Bakanı Juwono Sudarsono'nın gizli operasyonlar yürüttüğü gerekçesiyle bir süre önce kapatılması istediği ABD Deniz Üssü'nün Tıbbi Araştırma Bölümü'nde görev yaptığı belirtiliyor. Endonezya Sağlık Bakanı Siti Fadilah Supari, geçmişte A gribinin Batılı ülkeler tarafından üretilen biyolojik bir silah olduğunu ileri sürmüştü. Geçtiğimiz haftalarda Çin'in yanı sıra Hindistan ve Nijerya'da da şüpheli biyolojik maddeler taşıdıkları gerekçesiyle ABD uçaklarının durdurulduğu ve zorunlu iniş yapmaya zorlandığı belirtiliyor. Bir diğer korkunç iddia ise virüsün farklı ve akciğerleri ciddi oranda tahrip eden daha ölümcül bir türünün görüldüğü Ukrayna'nın başkenti Kiev'de kasım ayı başında şüpheli uçaklardan halkın üzerine gaz püskürttüğü oldu. Ukraynalı yetkililer, yüzlerce görgü tanığına rağmen olayı yalanlamayı tercih etmişti.
aktifhaber

11 Aralık 2009
Dünya Sağlık Örgütü (WHO) danışma kurulunda yer alan 4 profösörün aşı firmalarının danışmanı olduğu ortaya çıktı

Vatan gazetesinin haberine göre dünyayı ayağa kaldıran domuz gribi salgınıyla ilgili korkunç bir şüphe ortaya atıldı. H1N1 virüsünün aslında abartıldığı kadar ölümcül, salgının da şiddetli olmadığı; grip konusunda dünyanın bir numaralı otoritesi olan bir profesör ile 3 arkadaşının, danışmanlık yaptıkları ilaç şirketlerine para kazandırmak için panik yarattığı iddia edildi!

Rotterdam Üniversitesi'nde görev yapan Profesör Albert Osterhaus, dünyada grip konu olduğunda akla gelen tek isim. Hatta bu nedenle kendisine bilim dünyasında takılan ad: Doktor Grip. SARS ve kuş gribi paniklerinde hep Dünya Sağlık Örgütü'nün krizi önlemek için başvurduğu ilk isim o oldu. Şimdi Hollandalı "Doktor Grip" ile ilgili bir iddia tüm dünyayı kasıp kavuruyor.

İddiayı Hollanda basını yazdı

İlk kez saygın bilim dergisi Science'da kısa bir makale ile dile getirilen, ardından Hollanda'da yayınlanan De Telegraaf gazetesi tarafından yayınlanan iddia, grip salgınının Doktor Grip'in servetinde dramatik bir artışa sebep olduğu yönünde. Profesör Osterhaus Avrupa İnfluenza Bilimsel Araştırma Grubu'nun Başkanı. Aynı zamanda Dünya Sağlık Örgütü'nün (WHO) danışma kurulu olan SAGE'nin de üyesi. Hatta WHO, domuz gribiyle ilgili olarak "küresel pandemi" kararı aldığında Osterhaus SAGE'ye başkanlık ediyordu. Ancak bunun yanında Osterhaus'un bir de aşı geliştirip üreten bir şirketi var. Profesör aynı zamanda da Roche, Novartis, Baxter, Mediimmune, Glaxo, Sanofi Pasteur gibi ilaç şirketlerine de maaşlı danışmanlık yapıyor. Yani küresel bir domuz gribi salgının fayda sağladığı tek bir isim varsa o da Osterhaus. Hem şirketinin değeri bu süreçte oldukça artmış durumda hem de danışmanlık ücreti.

DSÖ'yü de yönlendirdi

Ama daha vahim olan ise Danimarka'nın Information ve İsveç'in SVG gazetelerinde çıkan iddialar. Bu da SAGE'deki 8 kişilik heyette yer alan Osterhaus ve 3 arkadaşının "danışmanlık yaptıkları ilaç şirketlerinin baskısıyla DSÖ'yü yönlendirerek aslında var olmayan bir paniği tüm dünyaya yutturduğu" iddiası. SAGE'de yer alan Osterhaus'un yakın arkadaşı Profesör Frederick Hayden, Roche ve Glaxo'nun maaşlı danışmanı. Profesör Arnold Monto, "40 yıldır küresel salgını bekleyen adam" olarak biliniyor ve burundan verilen domuz gribi ilacını üreten Medimmune, Glaxo ve Viro Pharma şirketlerine danışmanlık yapıyor. Yine aynı heyette yer alan David Salisbury, İngiltere'deki imunizasyon programının başkanı ve ilaç şirketleriyle danışmanlık ilişkisi içinde... Yani 8 kişilik heyetin en etkili 4 ismi ilaç şirketleriyle organik bağ içinde. Domuz gribini JP Morgan'ın tahminlerine göre ilaç şirketlerine 7.5-10 milyar euro para kazandıracak bir hastalık konumuna yükselten süreçte de bu bilim adamlarının yönlendirmesinin hayati önem taşıdığı biliniyor. Bu uzmanların desteğiyle hazırlanan raporlarda WHO domuz gribine karşı aşılamayı 24 kez, ilaçlı tedaviyi de 18 kez önerirken, sık el yıkamanın önemine ise sadece 2 kez değinildi.

'Salgın' tanımını değiştirdi

Bu konudaki en önemli kanıtlardan biri Der Spiegel dergisine konuşan ve grip konusundaki araştırmaları değerlendiren Cochrane Teşkilatı'nın başkanı Epidemolog Tom Jefferson'un altını çizdiği gerçek. Buna göre DSÖ, Nisan 2009'da yine bu bilim adamlarının tavsiyesiyle tüm dünyada hükümetlerin referans aldığı "pandemi" (salgın) tanımını değiştirdi. Eski tanımda WHO'nun bir hastalığı pandemi olarak ilan edebilmesi için yeni bir virüsün ortaya çıkması, hızla yayılması, insanların bu hastalığa bağışıklığının bulunmaması, yüksek ölüm oranına sahip olması ve bulaşma oranının yüksek olması gerekiyordu. Ancak Nisan ayında alınan kararla WHO, bu son iki şarttan vazgeçti ve ölüm oranı yüksek olmayan domuz gribi hastalığı bir anda pandemi tanımının içinde kendine yer bulmuş oldu. Ardından 11 Haziran'da WHO "küresel salgın" kararı aldı. Tüm dünyada hükümetler milyonlarca doz aşı siparişi verdi, ilaçlar stok edilmeye başlandı. Yani ilaç sektörüne milyarlarca dolarlık bir gelirin kapısı aralandı. İddiaya göre WHO'nun bu kritik kararları aldığı toplantılara profesörlerin taşvikiyle Glaxo, Novartis ve Baxter'in temsilcileri de gözlemci sıfatıyla ilk kez katıldı.

Hakkında soruşturma başlatıldı

Tüm bu iddiaların gazetelerde yer bulmasının ardından Hollanda parlamentosu Doktor Grip hakkında soruşturma başlatılmasına karar verdi. Düzenlenen özel oturumda Osterhaus'un bağlantıları didik didik edildi. Ancak meclis ülkedeki bir numaralı sağlık otoritesi olarak gördükleri profesör ile bağları koparmamayı kararlaştırdı. Şimdi ise Rus meclisinde (Duma) bir hazırlık yapılıyor. Duma'nın Sağlık Komisyonu Cenevre'deki WHO temsilcilerine iddiaların detaylı bir şekilde incelenmesi talimatı verdi.

Profesör David Salisbury

- SAGE'nin üyesi

- İngiltere'deki imunizasyon programının başkanı İlaç şirketlerine danışmanlık yapıyor.

Prof. Albert Osterhaus

- Avrupa İnfluenza Bilimsel Araştırma Grubu'nun Başkanı.

- Dünya Sağlık Örgütü'nün (WHO) danışma kurulu olan SAGE'nin üyesi. Hatta WHO, domuz gribiyle ilgili olarak "küresel salgın" kararı aldığında SAGE'ye başkanlık ediyordu.

- Aşı geliştirip üreten Viros Cope adlı bir şirketi var.

- Aynı zamanda Roche, Novartis, Baxter, Medimmune, Glaxo, Sanofi Pasteur gibi ilaç şirketlerine maaşlı danışmanlık yapıyor.

Profesör Arnold Monto

- SAGE'nin üyesi

- Burundan verilen domuz gribi ilacını üreten Medimmune, Glaxo ve Viro Pharma şirketlerine danışmanlık yapıyor

Profesör Frederick Hayden

- SAGE'nin üyesi

- Bir numaralı aşı üreticileri Roche ve Glaxo'nun maaşlı danışmanı.

DOKTOR GRİP'İN İŞİ Mİ?

Rotterdam Üniversitesi Profesör Albert Osterhaus, dünyada grip konu olduğunda akla gelen tek isim. Hatta bu nedenle kendisine bilim dünyasında takılan ad: Doktor Grip. SARS ve kuş gribi paniklerinde hep Dünya Sağlık Örgütü'nün krizi önlemek için başvurduğu ilk isim o oldu.

Harvard Üniversitesi: Salgın çok şiddetli değil

ABD'li ve İngiliz bilim adamları domuz gribi salgının dünyayı tahmin edildiği kadar şiddetli vurmadığını öne sürdü. Amerika'daki Harvard Üniversitesi ve İngiliz Tıbbi Araştırma Konseyi tarafından yürütülen araştırmalarda ABD'deki domuz gribinden ölüm oranları ve önceki grip sezonlarındaki ölüm oranları incelendi. Buna göre domuz gribinden ölüm oranı her yıl grip yüzünden ortalama 36 bin kişinin yaşamını yitirdiği ülkede, ortalamanın biraz altında kalabilir ya da en kötü ihtimalle bunun çok az üzerine çıkabilir. Ağustos ayında ABD Başkanı'nı bilgilendiren Bilim ve Teknoloji Danışmanları Konseyi tarafından hazırlanan bir raporda domuz gribinden ölü sayısının 30 bin ile 90 bin arasında olacağı hesaplanmıştı. Harvard Üniversitesi profesörü Marc Lipsitch, hatalı olduğunu öne sürdüğü bu tahminin sınırlı verilerle yapıldığını söylüyor.

WHO açıklama yaptı: İddialar kesinlikle asılsız

İDDİALAR üzerine WHO sözcüsü Gregory Hartl, bir açıklama yaptı. WHO toplantılarına ilaç sektöründen temsilcilerin bulunmasının doğal olduğunu söyleyen sözcü, toplantıda bulunan temsilcilerin hiç söz hakkı olmadığını ve toplantının gidişatını etkilemediğini sözlerine ekledi ve "Aşı yapıyoruz ve bu yüzden aşının içinde olanları bilmemiz gerek" dedi. WHO'da çalışan herkesin geçmişlerinin çok sıkı bir biçimde incelendiğini açıklayan Hartl, adı skandala karışan Frederick Hayden'in Dünya'daki en iyi virolog olduğunu ve grip hakkında birşey sorulması halinde cevap verecek ilk kişinin Hayden olması gerektiğini belirtti. WHO'nun çalışanlarının finansal geçmişlerini kamuoyuyla paylaşmalarının şimdilik mümkün olmadığını söyleyen Hartl WHO'nun özgür bir kurum olduğunu açıkladı.
aktifhaber

İlaç Mafyasının Doktorlarını Tanımadan Grip Olmayın
Açık İstihbarat
06.01.2010

Son günlerde gazetelerde Domuz Gribi korkusunun abartıldığı yönünde haberler okuyorsunuz. Avrupa'daki hükümetler , yaratılan histeri içinde nüfuslarının iki katı oranında alım yaptıkları aşılardan kurtulmanın yollarını arıyorlar.

Milletler, ülkelerinin stratejik köşelerine yerleştirilmiş küstah cahillerin dezenformasyonu sayesinde bir hastalık histerisine sürüklenirken; ülkemizde bu histeri şovundan bizzat Bakan ağzı ile yaratılan panik havası ile payını aldı. Aşının kim tarafından ithal edildiği, bu işten kimlerin ne kadar pay aldığı soruları havada kalırken; Tayyip Erdoğan'ın kendi bakanına karşı çıkışı bu rant paylaşımında sorunlar yaşandığının göstergesi olarak algılandı.

Bu konu ile ilgili haberlerimizi daha önce okudunuz.

Domuz gribi histerisinin arka planındaki küresel güçleri daha iyi deşifre etmek adına Küresel İlaç Mafyası'nın nasıl çalıştığını ayrıntılandırmak gerekiyor.

Domuz Gribi konusunda küresel ilaç mafyasının nasıl çalıştığı konusunu deştiğinizde karşınıza kilit bir kaç doktorun ismi çıkıyor.

Tanıştıralım...

En önemlilerinden biri, Profesör Albert Osterhaus

2009 yılının başlarında Hollanda Parlamentosu; Dünya Sağlık Örgütü'nün kilit danışmanlarından olmakla kalmayıp, aynı zamanda bu ilaç histerisi üzerinden kar eden büyük ilaç şirketlerinin de danışmanlığını yapan bu şaibeli doktor hakkında finansal yolsuzlukları ve çıkar çatışması nedeniyle soruşturma yaptı. Bu soruşturma konusunda uluslararası basında kayda değer hiç bir haber yapılmadı.

Osterhaus ilk olarak 2003 yılında Hong Kong'da başgösteren SARS salgını sırasında küresel pandemik furyasının merkezinde yeralmıştı. Bugün Dünya Sağlık Örgütü Başkanı olan ve kendisinin domuz gribi aşısı olmadığını geçenlerde itiraf eden Margaret Chan'da o sırada Hong Kong'da yerel bir sağlık görevlisiydi.

Osterhaus; 1997 yılında Hong Kong'da kuşlarla direk teması olan bir kızın ölmesi üzerine, H5N1 kuş virüsünün ölümcül bir versiyonunun sahneye çıktığı yolunda Avrupa'da lobi çalışmalarına başladı ve kuş virüsünün hayvandan insana bulaşabildiğini kanıtladığını iddia etti.

Osterhaus yaydığı bu korku senaryolarını bilimsel bir temele oturtmak için Rotterdam'daki Erasmus üniversitesinde laboratuvarında kuş dışkısı biriktirmeye ve üzerinde çalışmaya başladı. Senenin belli dönemlerinde Avrupa'daki kuşların %30'unun bu virüsün taşıyıcı olduğunu iddia ettiği ve Asya'dan Avrupa'ya göçen kuşların bu hastalığı taşıyabileceğini öne sürdü.

Bütün bu paranoyayı yayarken Osterhaus'un bir bilim adamı olarak unuttuğu temel bir gerçek vardı :

Kuşlar doğudan batıya değil, kuzeyden güneye göçer.

2003 yılında Hollanda'da bir veteriner virüsten hastalanıp ölünce Osterhaus istediği fırsatı yakaladı ve Hollanda hükümetini milyonlarca tavuğu telef etmeye ikna etti. Halbuki Hollanda'da bu veteriner dışında kimse hayatını kaybetmemişti ve Osterhaus bu temel gerçeği bile yürüttüğü propagandanın merkezine yerleştirdi : Ona göre başka kimsenin ölmemesinin sebebi önlem olarak o kadar tavuğun katledilmesiydi.

O dönemlerde bizde yaşanan sahneleri ve telef edilen onbinlerce kümes hayvanını hatırlayın.

Osterhaus 100.000 kuş boku örneği üzerinde yaptığı inceleme sonrasında , tek bir örnekte bile H5N1 virüsüne rastlanmadığı gerçeğini ise 2006 Mayıs ayında gerçekleştirilen Hayvan Sağlığı için Dünya Organizasyonu Kongresi'nde itiraf etmek zorunda kaldı.
(http://polskaweb.eu/vater-der-neuen-grippen-wahrscheinlich-wahnsinnig-673756422645.html)

Öngörüldüğü üzere kuş gribi ile alakalı dünyada hiç bir kitlesel ölüm vakası yaşanmamıştı fakat dünya hükümetlerinin aşı stoklamaları sonrasında milyarlarca doları cebe indiren Roche ve GlaxoSmithKline gibi firmalar ve danışmanları yeni ufuklara yelken açtılar.

Osterhaus ve mensubu olduğu ilaç mafyasının bir sonraki furya için imdadına Meksika'da küçük bir köy olan La Gloria yetişti. Bu küçük köy, ABD'li Smithfield Farms tarafından işletilen dünyanın en büyük domuz çiftliklerinden birine ev sahipliği yapıyordu ve buranın köylüleri bu işletmeyi yaşadıkları solunum yolları problemleri nedeni ile defalarca protesto etmişlerdi.

Nisan 2009'da, bu köyde bir küçük çocuğun domuz gribi olarak adlandırılan H1N1 virüsü ile hastalandığı haberi üzerine, Dünya Sağlık Örgütü bizim bakanları aratmayan bir açıklama yaparak,
uluslarası düzeyde kamusal sağlık acil durumundan sözetti.

Dünya Sağlık Örgütü Başkanı Margaret Chan 11 Haziran 2009'da meşhur açıklamasını yaptı ve pandemik alarmı açısından en yüksek seviye sayılan 6. derecede alarm açıklaması yaptı. İlginç olan Chan'ın aynı açıklama bünyesinde, bu virüsü kapanların çoğunluğunun, bir ilaca ihtiyaç duymadan, az bir belirti göstererek hızla iyileştiklerini belirtmesi idi.

Dünya Sağlık Örgütü Başkanı'nın 6. derecede alarm ilan etmesinden hemen önce, örgütünün 6. derece alarm verilmesi için gerekli olan şartlarda yumuşatmaya gittiğinin ortaya çıkması bu açıklama üzerindeki şaibeleri arttırdı. Dünya Sağlık Örgütü , yeni pandemik tanımını 2009 Nisan ayında açıkladı. Eski tanıma göre bir virüsün pandemik olarak tanımlanabilmesi için ; hızla yayılan, bağışıklık kazanılmamış ve yüksek hastalanma ve öldürme oranlarına sahip bir virüs olması gerekiyordu. Yapılan yeni tanımla birlikte, yüksek hastalanma ve öldürme oranları şartı kaldırıldı.

Chan; dünya kamuoyunda endişe yaratan bu açıklamayı, Dünya Sağlık Örgütü'ne danışmanlık yapan ve aralarında Osterhaus'un da bulunduğu Stratejik Danışmanlık Uzmanlar Grubu'nun tavsiyesi üzerine yapmıştı.

Osterhaus'un bir diğer önemli özelliği, amacını epidemik ve pandemik grip salgınlarının etkilerine karşı savaşmak olarak açıklayan Grip Üzerine Avrupa Bilimsel Çalışma Grubu'nun başkanlığını yapması (European Scientific Working Group on Influenza - ESWI)

Kendisine bağımsız bir grup havası vermeye çalışan ESWI'nın finansörleri arasında ise, grip aşılarının satışından milyar dolarlar kazanan Novartis, Roche, Baxter, MedImmune, GlaxoSmithKline ve Pasteur gibi firmalar bulunuyor.

JP Morgan'ın tahminlerine göre bu firmaların ESWI'nın finansörleri arasında yeralan bu ilaç firmalarının yaşatılan grip paranoyası sonucu kazançlarının 7.5-10 milyar dolar arası olması bekleniyor.

Osterhaus'un da üyesi olduğu , WHO'ya danışmanlık yapan Uzmanlar Grubu'nun başkanlığını ise İngiltere'li bilim adamı Prof. David Salisbury yapıyor. Bu bilim adamı İngiltere'daki sağlıkla ilgili sivil toplum örgütleri tarafından aşılar ile çocuk otizmi arasındaki bağlantıyı saklamakla suçlanmıştı.

Salisbury 28 Eylül 2009 yılında yaptığı açıklamada, aşılarda kullanılan Thiomersal maddesinin kullanılması ile ilgili bir risk bulunmadığı yolunda bilim camiasında net bir görüş olduğunu beyan etmişti. İngiltere'de kullanılan H1N1 aşısı GlaxoSmithKline tarafından üretiliyor ve cıva tabanlı Thiomersal'ı içeriyor. Aşılardaki Thiomersal maddesinin çocuklarda otizm yarattığı yolunda artan deliller üzerine , 1999 yılında ABD Pediatrik Akademisi ve ABD Kamusal Sağlık Müdürlüğü bu maddenin aşılardan kaldırılması çağrısında bulunmuştu.
(Swine flu vaccine to contain axed additive, London Evening Standard, 28 Eylül 2009.)

WHO'ya danışmanlık yapan ve pandemik açıklamasının yapılmasını tavsiye eden Uzmanlar Grubu'nun bir diğer üyesi olan Dr. Arnold Monto ise aynı zamanda MedImmune, Glaxo ve ViroPharma şirketlerinin danışmanlığını yapıyor.

WHO'nun son on sene içinde özel şirketlerle girdiği özel sponsorluk anlaşmaları sonucunda; dünya milletleri için kamusal bir görev üstlenmesi gereken bu kurum bugün Birleşmiş Milletler'den sağlanan bütçesinin iki katını, yaptığı açıklamalardan kar eden ilaç şirketlerinden sağlıyor.

Grip üzerine çalışan bağımsız bilimadamlarından oluşan Cochrane İşbirliği grubu üyesi Dr. Tom Jefferson Der Spiegel dergisine verdiği demeçte bakın neler diyor :

"Dünya Sağlık Örgütü, virologlar ve büyük ilaç şirketleri...bunlar beklenen salgın üzerinden çalışan bir makina inşa ettiler. Çok para, güç, etki alanları ve koca kurumlar bu makinaya bağlı. Ve bu makinayı çalıştırmaya bu grip virüslerinden birinin bir mutasyonu yettti."

Dünya Sağlık Örgütü hakkındaki yolsuzluk ve usulsüzlük iddiaları ile, dünya milletleri üzerinden yaratılan salgın korkusunun merkezinde yeralıyor.

Bu örgütün ana finansörleri arasında yeralan ilaç mafyası üyelerinin Türkiye'deki etkisi de gözönüne alındığında domuz virüsünün, bazı domuzlardan insanlara yayılmaya çalışan bir korku virüsü olduğu netleşiyor.

Siz siz olun, bu doktorları ve patronlarını tanımadan grip virüsü kapmayın.

Açık İstihbarat

Erdoğan'ı İlaç Şirketleri mi İktidar Yaptı?
Arslan Bulut
Yeniçağ Gazetesi

Tayyip Erdoğan, “İlâç şirketleriyle anlaştık ama eczacılar olmaz dedi. Biz de dedik ki size 15 ocak gününe kadar müsaade. Artık ABD’de olduğu gibi marketlerde de ilâç satılmasına yönelik bir çalışma yürütüyoruz!” diye niyetini açıkladı.

Ağır bir eğitimden geçen eczacılar ne iş yapacak bu durumda?

Markette kasiyerlik mi?

Bu gidişle doktorlara da “Sizin görevinizi artık kasaplar yapacak” derlerse şaşırmayın!

* * *

Biz AKP hükümetinin küresel ilâç şirketleri adına hareket ettiğini bu sütunda defalarca ilân ettik.

2005 yılında İstanbul Cumhuriyet Savcısı Nazmi Okumuş, Roche firmasının SSK’ya fahiş fiyatla ilâç sattığı iddiasıyla hazırladığı iddianamede,

“Ülkemiz her yıl fazladan 6 milyar dolar ilâç parası ödemektedir!

SSK’nın ihale yasası gerekçe gösterilerek fazla ödeme yolu ile ilâç alması iki aşamada yürütülüyor.

Bunlardan biri, ’Doğrudan temin’ diğeri ise ‘ilâçların fiyatlandırılması’ yöntemi! 88 milyona depoya satılan bir ilâç, devlet tarafından 244 milyon liraya alınıyor!

SSK, sadece bir ihaleden 1 katrilyon 827 milyar, 308 milyon, 758 bin, 138 lira zarara uğratıldı. Türkiye’deki sistemde ilaç fiyatlarının belirlenmesinde inisiyatif ilâç firmalarına bırakılmıştır”

diyordu.

* * *

Aynı günlerde Tıp Kurumu da bize bir açıklama göndererek

“Tayyip Erdoğan’ın kararlılıkla uygulamaya çalıştığı ‘Kamu İlâç Alım Protokolü’, Türkiye’yi yılda iki milyar dolar zarara uğratacak”

demişti.Tıp Kurumu Genel Sekreteri Dr. Ali Rıza Üçer, SSK’nın yeni ilâç listesi ve uygulama talimatının, halkı tekel durumunda tutulan ulus ötesi şirketlerin ilâçlarına mahkum ettiğini ve bu sebeple 2005 yılında SSK’nın yaklaşık 30 trilyon liralık bir zararı olacağını öne sürüyordu.

Açıklamada,

“Büyük bir kamusal avantaj sağlayan SSK ilâç alım modelinin tasfiye edilmesi ve Kıyak İlâç Alım Protokolüne geçilmesi yetmiyormuş gibi bir de bu türden düzenlemeler sebebiyle, SSK’nın 2005 yılı ilâç harcamalarında dikkat çekici bir artış olacak, en iyimser tahminle 2 katına çıkacaktır.

Bu da 2004 yılında 2,5 katrilyon lira olan SSK ilaç harcamasının 2005 yılında 5 katrilyon liraya çıkması demektir.

Yeşil Kart, Emekli Sandığı, Bağ-Kur ve Maliye Bakanlığı’na bağlı diğer kamu kuruluşları ilaç harcamalarındaki artışlarla birlikte 2005 yılında Türkiye’de tüketici fiyatlarıyla ilâç harcaması yüzde 50’ye yakın bir artışla 9 milyar doların üzerine çıkacaktır.

İlâçta dışa bağımlılığın alabildiğine arttığı, pazarın yüzde 65’inin ulus ötesi şirketlerin hakimiyeti altında olduğu ve petrol ithalatının yarıya yakını olan 2,5 milyar dolayındaki ilâç ithalatının alarm verdiği böylesi bir süreçte ulusal ilâç politika ve stratejilerinin acilen geliştirilerek uygulamaya konması gerekmektedir”

denilmişti.

* * *

Aradan geçen yıllar içinde Türkiye’nin uğradığı zararı varın hesaplayın artık. Zarar katlanarak büyüyor.

Nitekim Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Ömer Dinçer, 2002 yılı sonunda 4.5 milyar TL olan devletin ilâç masraflarının 2009 yılı sonunda 15 milyar 700 milyon liraya ulaşacağını söyledi.

Şimdi önlerinde tek engel olarak eczacıları görüyorlar ki artık ilâcı marketlerde satmayı bile telaffuz edebiliyorlar!

Tayyip Erdoğan’ı küresel ilâç şirketleri mi iktidara getirdi yoksa halk mı?

Neden Soğuk Soğuk Terliyor?
15 Ocak 2010

Sağlık Bakanlığı, Domuz Gribi paniğinin bazı ilaç şirketlerinin spekülasyonu olduğu iddiaları nedeniyle zor durumda kaldı.

Domuz Gribi, bilmecesi Sağlık Bağlık Bakanı Recep Akdağ ve bürokratlarına soğuk terler döktürmeye başladı. Bakanlık, aşıya ödenen paraların kamuoyuna nasıl izah edeceğini kara kara düşünmeye başladı.

Bakanlık’ta son günlerde kapalı kapılar ardından yaşanan görüşmelerin ana konusu aşıya ödenen paralar oldu. Bürokratları, açıkça dillendirmeseler de “Aşılara ödenen paralar araştırma konusu olursa çok zor durumda kalırız. Nasıl hesap vereceğiz” kaygısı sardı.

Resmi rakamlara göre Türkiye, Domuz Gribi aşısına yaklaşık 240 milyon Euro ödedi. Ancak bu meblağın daha da yüksek olduğu iddia ediliyor.

Sağlık Bakanı Recep Akdağ, paniğin zirve yaptığı Aralık ayında 43 milyon doz aşı için sözleşme yapıldığını açıklamış, ancak bunların bir kısmının ithalatı daha sonra iptal etmişti.

Otopsi Hala Yapılmadı

Sağlık Bakanlığı’nda yaşanan ikinci sıkıntının nedeni ise domuz gribinden öldükleri iddia edilen kişilere otopsi yapılması istemi oldu. Vefat eden kişilerin yakınlarının otopsi yapılması isteklerine olumlu yanıt verilmesine rağmen bu konuda gerekli adım atılmadı.

Bakanlık, grip salgının başlangıcında, vefat eden kişilerin sayısını açıklamış ancak bu uygulamadan daha sonra vazgeçmişti.

Sağlık Bakanlığı, Domuz gribine bağlı ölümlerin sayısını 500 olarak açıklamıştı.
avazturk

ABD'den Korkunç Deney İtirafı
03 Ekim 2010
ABD yönetimi, 1940’lı yıllarda Guatemala’da yapılan penisilin deneyleri sırasında, tutuklular ile akıl hastalarına bilinçli olarak frengi ve belsoğukluğu hastalıklarını bulaştırdığı için özür diledi.
ABD yönetimi, 1940’lı yıllarda Guatemala’da yapılan penisilin deneyleri sırasında, tutuklular ile akıl hastalarına bilinçli olarak frengi ve belsoğukluğu hastalıklarını bulaştırdığı için özür diledi.

Skandal, ABD’deki Wellesley Üniversitesi’nden tarihçi Profesör Susan Reverby’ın, 1932-1972 yılları arasında Alabama’da yapılan etik dışı deneylerin başındaki Dr. John Cutler’ın arşivlerini derlerken ortaya çıkardığı belgelerle gün ışığına çıktı. Belgelere göre, 1940’lı yıllarda Amerikalı bilimadamları penisilinin frengiyi tedavi edip etmediğini gözlemleyebilmek adına Guatemala’da gerçekleştirdikleri deneylerde 696 akıl hastası ve mahkûma, bilgileri ve izinleri olmadan frengi bulaştırdı. Hatta hapishanedeki mahkûmlar arasında hastalığın daha çok yayılabilmesi için, hastaneye giden fahişelere de frengi ve belsoğukluğu mikrobu enjekte edildi.

“Denek”lerden kendilerine bulaştırılan hastalıkları saklanırken, daha sonra bu insanlardan kaçının penisilin tedavisine cevap verdiği ve hastalık bulaştırılan kaç kişinin tedavi edildiği tam olarak bilinmiyor. Yalnızca, tedavi uygulananlardan 3’te 2’sinin iyileştiği biliniyor.

Bu sağlık skandalının ortaya çıkmasının ardından ABD Başkanı Barack Obama, Guatemala Devlet Başkanı Alvaro Colom’u arayarak, “derin bir pişmanlık” duyduğunu ve “tüm etkilenenlerden özür dilediğini” söyledi. Daha sonra kamuoyuna bir açıklama yapan ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton ve Sağlık Bakanı Kathleen Sebelius, gerçekleştirilen bu deneylerin “etik olmadığını” belirterek Guatemala’dan özür dilediler.

‘Hükümet biliyordu’

İngiliz haber kanalı BBC’ye konuşan Guatemala Devlet Başkanı Colom ise, olayı bir “insanlık suçu” olarak nitelendirdi. Colom, “Benzer olaylar dünyanın bir çok ülkesinde yaşandı, fakat tabii ki Guatemala Başkanı olarak, ben bu olayın bu topraklar üzerinde yaşanmamış olmasını ümit ederdim” dedi.

Öte yandan Profesör Susan Reverby, fonunu Amerika Ulusal Sağlık Kurumu’nun sağladığı deneylerden zamanın Guatemala hükümetinin de haberi olduğunu söyledi.

Amerikalı yetkililer, Guatemala’ya bir tazminat ödenip ödenmeyeceği konusunda ise net bir açıklama yapmadı. Yetkililer, konuyla ilgili araştırmalarının devam ettiğini ve eğer bu deneylere maruz kalanlardan halen hayatta kalan biri varsa, tazminat konusunda bir değerlendirme yapılacağını açıkladılar.

Deneyler sırasında Guatemalalılara bulaştırılan frengi, kalp rahatsızlıkları, körlük, ruh sağlığının bozulması gibi sonuçlara yol açabiliyor, hatta ölüme neden olabiliyor.

Guatemala Devlet Başkanı Colom, Obama ile telefonda görüştü.

Siyahi işçileri de denek yapmışlardı

Guatemala’da yaşanan bu sağlık skandalı Amerika’nın ilk vukuatı değil. 1932 ile 1972 yılları arasında, Amerika’nın Alabama eyaletinin, Tuskegee kasabasındaki 400 kadar frengi hastası siyahi çiftlik işçisine, tedavi uygulanmayıp düzenli olarak kanları alınarak hastalığın doğal ilerleme süreci gözlemlendi. Amerika Halk Sağlık Merkezi, frengi hastası siyahilere kanlarında zararlı bir madde olduğu ve bunu tedavi edeceklerini söyledi, ama hastalar tedavi edilmeye çalışılmazken, kendilerinden hastalıklarının ne olduğu da gizlendi.

1950’li yıllarda, frengiyi tedavi ettiği bilinen penisilinin Yaygın olarak kullanılmaya başlanmasına rağmen, hastalar tedavi edilmeyerek, hastalık sürecinin takibine devam edildi ve 100 kadar “denek” hayatını kaybetti. Birçoğu da hastalığı eşlerine ve Yenidoğan çocuklarına bulaştırdı. Alabama’da yapılan çalışmalar, sadece zencileri kapsadığı, hastalardan frengi oldukları gizlendiği ve 1950’li yıllarda hastalığın tedavisi bulunduğu halde deneylere devam edildiği gerekçeleriyle eleştirilmişti. Bill Clinton, ABD Başkanlığı döneminde ortaya çıkan skandallardan ötürü, Alabamalılardan özür dilemişti.
aktifhaber

MSG NEDİR?
Halim VURAL
Biyolog
Sivas İl Halk Sağlığı laboratuarları
Müdür Yardımcısı
05.11.2010

MSG bir yiyecek katkı maddesidir.

MONO SODYUM GLUTAMAT

Yiyeceklere katıldığında, o yiyeceğin tadının beyin tarafından güzel olarak algılanmasını sağlıyor. Tatlı, tuzlu, acı fark etmiyor. Hangi yiyeceğe katılırsa lezzetliymiş gibi geliyor. O yüzden gıda üreticilerinin bir çoğu MSG' yi karlı olduğu için kullanıyorlar.

Bu MSG denen illeti piyasalarda, daha masum bir ifade tarzı olsun diye ÇİN TUZU adıyla satıyorlar. Piyasada bazı dönerciler de bunu kullanıyorlar. O kadar lezzetli oluyor ki, bir döner yiyeceğine 2-3 döner yiyesin geliyor.

Ayrıca ithal olarak gelen BÜTÜN GIDA MADDELERİNDE BU MSG VAR (Peyniri, eti, konservesi vs vs.

MSG ZARARLI MI?
Buna okuduktan sonra siz karar verin.

Bu madde Nörotoksin. Sinir hücrelerine zarar veriyor.

Merkezi sinir sistemi tahribatı ve buna bağlı olarak;

ALZHEİMER, PARKİNSON, HUNTİNGTON hastalıkları, SARA (Epilepsi) Retinal dejenerasyon (Göz retina tabakası hasarı) Yağ birikimi, Doyma mekanizmasında bozukluk, Obezite. Büyüme hormonu baskılanması. Pankreas hasarı, Ensülin’de artış, ve buna bağlı diyabet, Böbrek ve karaciğerde ciddi hasarlar…

Bu madde hamilelerde plasenta bariyerini geçebiliyor, Anne karnındaki bebek de aynı tahribatlara maruz kalıyor.

Özellikle çocuklarımızın hatta büyüklerin de çok severek yediği Cips’lerde çok kullanılmakta.

Hazır köfte harçları, Et suyu tabletleri, Hazır çorbalar, Dondurmalar, renkli yoğurtlar ve benzeri bir çok üründe var.

Şimdi diyeceksiniz ki, Madem bunca zararı var, neden kullanıyorlar?

Küreselleşen dünyada, ticaret de küreselleşti. Küresel ticaret devleri insaf, merhamet gibi duygularla asla çalışmaz. Onların amacı çok kar etmek, çok daha büyümektir. Bu mamuller, albenisi olan renklerde ve janjanlı ambalajlarda sunulur.

Televizyon, gazete ve duvar reklamlarında onlara sıkça rastlarsınız. Sadece maddesel tadıyla değil, görsel yollar ile de beyinlerimize kazınır adeta.

Basit bir hesap yaparsak, ucuz zannedilen bu ürünleri çok pahalıya tükettiğimizi görürüz. Mesela Cips. Semt pazarlarında 3 kg patatesi 1 TL ye alabilirsiniz. Oysaki 50 gram CİPS 1 liradır. Yani 1 kg. Cipsi, 20 TL den tükettiğimizin farkında bile değiliz.

Olumsuz etkileri de cabası. Bu mamulleri üretenler, kendi ürettiklerini asla yemezler, içmezler.

Onların gıdaları organik ve doğaldır.

Gelelim genel sağlık boyutuna;

Son 25 yıla dikkatle göz atacak olursak, çocuk yaşta diyaliz cihazına bağlı yaşamaya mahkum edilenler, çok küçük yaşta şeker hastalığı ile tanışan çocuklar, obez çocuklar, asabi çocuklar, 9-10 yaşında buluğ çağına girenler, çeşitli nedenlerle engelli doğanlar ve bu sayının ülke nüfusunun % 12'sine çıkması ve benzerleri.

Ve sizlerinde aklınıza gelebilen yeni hastalıklar. Hastalıkları üretenler, ilaçlarını da ihmal etmediler. Bu da madalyonun diğer karlı yüzüdür.

Karbondioksitli meşrubatlardan, sakıncalı hazır gıdalara varana kadar bir çok yerde çeşitli uyarılar yazıldı, çizildi. Durumun ciddiyetini anlayabilenimiz var mı?

Bu sorunun cevabı, tüketim miktarıdır. Şimdiki eğitim sistemimiz endüstri, tarım, genel kültür alanında yetersiz kaldığından, yeni nesiller tehlikenin farkında değildirler. Emperyalist devletler, egemen olmak istedikleri toplumun eğitimli olmasını istemezler.

Onlar için önemli olan kendi halkları ve elde edeceği yeni sömürü kaynaklarıdır.

Her yıl eskiyen, yaşam kaynakları azalan, küresel ısınma ile kuraklık tehlikesi yaklaşan bir dünyada, Küresel güç olan emperyalist devletlerin acımasızlığının arttığı bir dünyada, Dengelerin ve haritaların değiştirilmek istendiği bir dünyada yaşadığımızı asla unutmamalıyız.

Dünyanın en güzel coğrafyasında yaşadığımızı da asla unutmamalıyız.

Gelin bu güzelim yurdumuza hep beraber sahip çıkalım.

Gündem Mersin

Etiketler : MSG, Mono Sodyum Glutamat, Batı, Sömürü, ABD, Çin Tuzu, Gıda, Hastalık, Zehir, Tadlandırıcı

Daha... Daha...
ŞEREF OĞUZ
23 Aralık 2011

Tıpkı antik krallar gibi ilaççılar da onlara ne verirsen ver, bunu bir tür "borç geri ödemesi" kabul ediyor ve şöyle haykırıyorlar: "Daha... daha..."
Bir sektör, 8 yılda 3 milyardan 18 milyar liraya nasıl çıkar? Türkiye 5 kat büyümemiş, nüfus 5 kat artmamış iken... Anlatalım:
Herkesi hasta edersiniz. Böylece her hastalığa bir ilaç, her ilaca bir hastalık uydurursunuz.
Son 50 yılda, 32 bin hastalık=32 bin ilaç.
Hastalığın tanımını değiştirirsiniz "normalden az farklılık gösteren herkes hastadır" tanımıyla kadın, çocuk, genç kız, balıketi, orta yaşlı, bütün insanlar "müşteriniz" haline gelir.
Bütçenizi yeni ilaç keşfetmek yerine, çok satanları pazarlamaya ayırırsınız. 2010'da 10 büyük şirket, 91 milyar doları pazarlamaya 45 milyar doları AR-GE'ye harcadı.
Doktorları "satış noktası" gibi tasarlar, mümessilinizi de "gezici bayi" gibi kullanırsınız.
İşi bittiğinde fırlatıp atarak rep masrafından kurtulursunuz.
Harcamayı dizginlemeye kalkan kamuyu tehdit edip, ameliyat başında iken kritik ilacı kesme şantajı uygularsınız. Maliye'ye, 1.5 milyarlık geri adım attırırsınız.
Madem ihracatçı kurdan kazanıyor, siz de geri kalmazsınız. Cari açığa bir katkı(!) da siz koyar, indirim şöyle dursun, 5 milyar fazladan para istersiniz.
İşini etik, düzgün ve yasal düzlemde yapan firmaların itibarını da riske atıp, sektörün genelini töhmet altınnda bırakırsınız.
Yineliyorum, Türkiye'nin güçlü bir ilaç sektörüne ihtiyacı var.
Ancak ilacı bir tür tüketim malı gibi görenlere, hastayı müşteri, doktoru bayi, eczaneyi mağaza, mümessili tetikçi ve kamuyu yolunacak kaz gibi görenlere değil...
Sabah

Öksürük Şurubundan 12 Kişi Öldü
28 Aralık 2012



Pakistan'da yüksek oranda alkol ihtiva eden öksürük şurubundan 12 kişi öldü.

Pakistan'ın Gujranvala ilinde içinde yüksek oranda alkol ihtiva eden öksürük şurubundan 12 kişi öldü.
İl Sağlık Müdürü Dr. Enver Amanullah, alkol içeren şurubun bazı alkol bağımlılarınca yüksek oranda tüketilmesi sonucu 12 kişinin yaşamını yitirdiğini söyledi.
Amanullah, durumu kritik 10'dan fazla kişinin hastanede tedavi altında olduğunu belirtti.
Pakistan'ın Lahor kentinde geçen ay eczanelerde reçetesiz satılan öksürük şurubundan 16 kişinin ölmesi üzerine sağlık bakanlığı söz konusu ilacın toplatılmasına karar vermişti.
TRT

Tayyip Erdoğan'ın Kanser Tuzakları
Arslan Bulut
21.05.2013



Tayyip Erdoğan’ın her ABD gezisi öncesinde Türkiye’de bir terör saldırısı oluyor ve Türkler ölüyor.. Bu konuda kimsenin bir itirazı yok!

Yine Tayyip Erdoğan’ın her ABD gezisi öncesinde, Cargill firmasının yapay tatlandırıcı üretme kotası artırılıyor!

Yapay tatlandırıcılar Avrupa Birliği ülkelerinde yasak. Çünkü bu tatlandırıcıların kanser ve şeker hastalığına yol açtığı kesin. Yani yapay tatlandırıcılar da öldürücü!

Kısacası Tayyip Erdoğan’ın her ABD gezisi Türkler için kısa veya orta vadede ölüm demek!

***

MHP İstanbul milletvekili Atila Kaya, Tayyip Erdoğan’ın cevaplandırması talebiyle TBMM Başkanlığı’na bir soru önergesi verdi ve Bakanlar Kurulu’nun nişasta kökenli şekerler için belirlenen kotayı yüzde 38 oranında artırmasının sebebini şöyle sorguladı:

* Bakanlar Kurulu tarafından yapılan bu kota artırımının, ABD ziyaretinizin öncesine denk gelmesi, Cargill firmasına, dolayısıyla ABD’ye yapılan bir jest anlamına mı gelmektedir?

* Hükümetinizin şeker fabrikalarıyla ilgili özelleştirme çalışması bulunmakta mıdır?

* Yapay tatlandırıcılarla ilgili Sağlık Bakanlığı’nın uyarıları ortadayken kullanımı artıracak kota artırımını nasıl açıklıyorsunuz?

* Türkiye’de ne kadar nişasta kökenli şeker tüketilmektedir? Bu tüketimin ne kadarı ABD menşeli Cargill firması tarafından karşılanmaktadır?

* Yapılan bu kota artırımları, zaten zor durumda olan şeker üreticisi çiftçinin durumunu daha da kötü hale getirmeyecek midir?

* Yapay tatlandırıcılarla ilgili kotayı devamlı artırırken, binlerce insanımızın geçim kaynağı olan şeker pancarı üretim kotasını neden düşürüyorsunuz?

***

ABD Başkanı George W. Bush, 2006 yılında Tayyip Erdoğan’a mektup göndererek Şeker Kanunu’nda yüzde 10 olan mısır şurubu (fruktoz) kotasının artırılmasını istemişti.

Erdoğan da hemen kotayı yüzde 15’e yükselten bir tasarı hazırlatarak ABD gezisi öncesinde Bakanlar Kurulu’nun imzasına açmıştı.

Mısır şurubunu, Bursa’daki Amerikan firması Cargill üretiyordu. Ülker ile ortak tesisler de kurmuştu.

Cargill, Türkiye’nin, Orhangazi Tesisi’nin kurulu bulunduğu tarım arazisinin “Özel Endüstri Bölgesi”olması için başvuru yapmıştı.

Söz konusu arazi, Bakanlar Kurulu kararıyla 5 Temmuz 2005 tarihinde Özel Endüstri Bölgesi ilan edildi.

Kararın iptali için Bursa Barosu öncülüğünde Bursa Meslek Odaları tarafından Danıştay’da dava açıldı.

Danıştay’ın yürütmeyi durdurma kararına rağmen ABD siyasetinde etkili Cargill firmasının Bursa Orhangazi’de, birinci sınıf tarım arazisinde fabrika yapabilmesi için Toprak Kanunu’nda değişiklik yapıldı. Bu tartışmalar sürerken, Danıştay saldırısı oldu..

Sonuçta Danıştay kadrosu da tamamen değiştirildi ve yeni başkan artık bu tür yasalara engel çıkarmayacaklarını açıkladı

Son olarak kota yüzde 38 oranında artırıldı.

Halbuki Tayyip Bey de bağırsaklarından rahatsızlanıp hastalığa yakalanmıştır ve tedavisi sürmektedir.

Acaba Emine Hanım’ın mutfağında yapay tatlandırıcı ile üretilmiş şeker kullanılmakta mıdır? Bunu bilmiyorum ama Tayyip Bey, Türk halkına kanser tuzakları kurmaktadır!

***

Yapay tatlandırıcılar konusunda, Türk halkını 10 yıl süreyle uyardım…

İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Cerrahi uzmanı Prof. Dr. Kenan Demirkol da tıbbi uyarılar yapıyordu.

Demirkol, gofretten dondurmaya, bisküviden meşrubata kadar hemen her üründe nişasta bazlı şekerin kullanıldığını anlatıyor ve “Bu ürün, kemik erimesine, kansızlığa, gut hastalığına, karın tipi şişmanlığa, karaciğer yağlanmasına, kanserlere sebep oluyor. Kanserlerde yüzde 40 artışa yol açıyor” diyordu…

Kaynak: Yeniçağ Gazetesi

Mısır şurubu neden zararlı?
10 Mayıs 2011

Bu sefer tatlı yiyip tatlı konuşamayacağız çünkü konumuz mısır şurubu, iddialar ise ürkütücü.


Neredeyse yediğimiz her tatlı gıdanın üretiminde kullanılan mısır şurubu, vücudumuzu yağ üreten bir makineye dönüştürüyor.

Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar (GDO) gibi, nişasta bazlı sıvı şekerler yani bilinen adıyla “Mısır Şurubu” da gündemimize bomba gibi düştü. Zararlı olup olmadığı hararetle tartışılan mısır şurubuyla ilgili bilmediklerimizi Prof. Dr. Ahmet Aydın’a sorduk; korkmamız gerekenin mısır şurubunun yanı sıra, aslında “ŞEKER” olduğunu öğrendik.

Daha tatlı daha ucuz

Mısır şurubu, mısır nişastasının işlemden geçirilmesi ile elde ediliyor. Nişasta parçalanarak glikoza, ardından glikoz fruktoza dönüştürülüyor. Mısır şurubu, yüzde 80 oranında fruktoz, yüzde 20 oranında glikozdan oluşuyor. Fruktoz, glikoza göre daha güçlü bir tatlandırıcı olduğu için daha az kullanılması yeterli oluyor ve dolayısıyla üretimde maliyeti düşürüyor. Prof. Dr. Ahmet Aydın, günümüz piyasa koşullarında maliyeti bu kadar düşüren bir seçenek varken, firmaların normal şeker kullanmalarının iflas etmekle aynı anlama geldiğini ifade ediyor.

Bunu biliyor muydunuz?

Mısır şurubunda yüzde 80 oranında bulunan fruktoz, glikoza göre daha güçlü bir tatlandırıcı… Bu nedenle geçmiş yıllarda daha az kalori ile daha fazla tat sağlandığı ve böylece alınan kalorinin azaltıldığı düşünülüyordu. Hatta bir dönem uzmanlar tarafından diyabet ve şişmanlık tedavisinde kullanılıyordu. Prof. Dr. Ahmet Aydın, bu yöntemin bazı hekimler tarafından hala kullanıldığının da altını çiziyor.

Hızla yağa dönüşüyor

Mısır şurubunu diğer şekerlerden daha korkunç hale getiren ise içindeki fruktozun yüzde 80 gibi yüksek bir orana sahip olması. İnce bağırsaktan emilerek karaciğere gelen fruktoz metabolize edilmek için insüline gerek duymuyor. İlk bakışta sanki bu bir avantajmış gibi görünüyor. Fakat değişik metabolik süreçler için vücut çok az fruktoz kullanabiliyor. Geri kalan tüm fruktoz ise trigliseridlere, yani kan yağlarına dönüşüyor. Tüm şekerler arasında en hızlı yağa dönüşen de fruktoz. Fazla fruktoz tüketiminin hayvanlar üzerindeki araştırmalarda diyabet, hipertrigliseridemi, koroner kalp hastalığı, karaciğer yağlanması, hipertansiyon ve kansere yol açtığına dair sonuçlar bulunuyor.

Zararlı olmadığı ispatlanmadı

Prof. Dr. Ahmet Aydın, ürün paketlerinde mısır şurubunun yanı sıra, “nişasta bazlı sıvı şeker” ya da “NBŞŞ” tanımlarının yer alabildiğini belirtiyor. Prof. Dr. Aydın’ın “Hangi ürünlerden uzak durmalıyız?” sorusuna verdiği yanıt ise ürkütücü: “Paketlenmiş tüm şekerli hazır gıdalar, meyve suları ve pastane ürünleri…” Yani sanılanın aksine sadece market raflarında değil, pastane vitrinlerindeki göz alıcı tatların da mimarı artık mısır şurubu. GDO’lu mısır ithalatının serbest olduğu ülkemizde mısır şurubunun hangi tür mısırdan elde edildiğini bilmek ise tüketiciler için imkansız. Bu da mısır şurubu ile ilgili soru işaretlerini artıran bir faktör. Ulusal Beslenme Platformu ise geçen ay bir bildiri yayınlayarak “Mısır şurubunun kanser, obezite, diyabet, insülin direnci ve karaciğerde yağlanma gibi hastalıklara neden olduğunun bilimsel olarak ispatlanmadığını” açıkladı. Prof. Dr. Ahmet Aydın’ın konuyla ilgili yorumu ise şöyle: “Bir ürünün sağlığa zararlı olup olmadığını bilimsel olarak ispatlamak için birkaç aylık çalışma yeterli değildir. Gerekirse 20 yıl denemek gerekir. Mısır şurubunun zararlı olduğu kanıtlanmadı diyenlere soruyu tersten sormak gerekiyor. Peki zararlı olmadığı kanıtlandı mı?”

En tehlikelisi, tatlandırıcılar

Son yıllarda tatlı ve pasta sektöründe aşırı derecede tatlandırıcı kullanıldığını belirten Prof. Dr. Ahmet Aydın, Türkiye’de aspartamın sağlık sektöründen çok gıda sektöründe kullanıldığını anlatıyor. Çünkü tatlandırıcılar şekerden yüzlerce kat daha tatlı. Örneğin aspartam şekerden 200 kat, asesülfam K 200 kat, sakarin 300 kat, sükraloz 600 kat daha tatlı. Türk Gıda Kodeksi hangi üründe ne kadar yapay tatlandırıcı kullanılacağını belirlemiş olsa da, bazı firmaların bu rakamlara uymadığı yönünde şüpheler var. Diyet ürünlerin neredeyse hiçbirinde, kullanılan tatlandırıcı oranı yazmıyor. Aspartamın içinde yüzde 40 oranında sinirsel bir uyarıcı olan aspartik asit, yüzde 50 oranında fazla alındığında beyin için zararlı fenilalanin ve yüzde 10 oranında metil alkol (ispirto) bulunuyor. İspirto, birçok zararlı etkilerinin yanı sıra kanserojen “formaldehit”e dönüşüyor.

“Aspartam şişmanlatıyor”

Prof. Dr. Ahmet Aydın, aspartamın şişmanlığa çare olmadığını şöyle açıklıyor: “Aspartamın içindeki aspartik asit ve fenilalanin isimli iki amino asit, insülin salgısını artırıyor. Ortamda şeker olmadığı için insülin kanda açlık şekerini düşürüyor. Doğal olarak karnınız acıkıyor ve daha fazla yiyorsunuz. Ayrıca yüksek miktarda fenilalanin, serotonin gibi sinir ileticilerini azaltıyor. Serotonin azlığı depresyona yol açıyor ve iştahı da açıyor.”

Diğer şekerler günahsız mı?

Prof. Dr. Ahmet Aydın bu soruya, “Mısır şurubu en zararlı şekerlerden biridir ancak diğer şekerler de masum değil” şeklinde yanıt veriyor. İnsanın dışarıdan şeker almadan yaşayabileceğini, bu şekerlere ihtiyacı olmadığını belirten Prof. Dr. Aydın, buna örnek olarak da sadece balık ile beslenen Eskimoları gösteriyor. Şekerle ilgili ilk belgeler M.Ö. 510 yılına dayanıyor, rafineri şeker üretiminin hızlanması ise 19. yüzyıldaki Sanayi Devrimi ile başlıyor. Bu tarihlerden itibaren insanoğlu Prof. Dr. Ahmet Aydın’ın tabiri ile yasal bir uyuşturucu olan şekere bağımlı hale geliyor. Rakamlar ortada! ABD’de 1973-2000 yılları arasında ABD vatandaşları önceki yıllara oranla yılda 100 litre daha fazla şekerli meşrubat, 15 kg. daha fazla tatlandırıcı madde ve 30 kg. daha fazla unlu mamul tüketmişler. ABD’de son 35 yılda fruktozdan zengin mısır şurubu tüketimi kişi başına yılda 200 gr.’dan 34 kg.’a yükselmiş. Üstelik bu rakamlara sahip ABD’de mısır şurubu üretim kotası yüzde 2’lerde iken, ülkemizde yüzde 15’e çıkarıldı.

Şeker-kanser ilişkisi

Prof. Dr. Ahmet Aydın, her türlü şeker kullanımının insan sağlığına nasıl zarar verdiğini şöyle anlatıyor: “Beyaz un ve rafine şeker bağırsaktan hızla emilerek kana geçiyor. Artan kan şekerini düzenlemek için hızla insülin salgılanıyor. Buna bağlı olarak kan şekeri hızla düşüyor. Fakat insülin bu hıza ayak uyduramıyor ve kanda normalden daha uzun süre yüksek kalıyor. Fazla miktardaki insülin ise birçok doku için zararlı etkilere sahip. Bu nedenle önce karaciğer, daha sonra da kas hücreleri insülin reseptörlerini kapatıyor. Başlangıçta yağ dokusunda direnç olmuyor ve fazla şekerin tamamı yağ olarak depolanıyor. Yani insülin beyaz unu ve diğer hızlı emilen şekerli yiyecekleri hızla yağa çeviren bir makine gibi! Üstelik yüksek insülinin tek kabahati bu değil! Sadece yağ depolamakla kalmıyor, bu yağın daha sonra enerji olarak kullanılmasına da izin vermiyor. İki yemek arasında enerji kazanabilmek için yağ yakmamız gerekiyor. Ancak bu sistemde yağ kullanamayan vücutta kan şekeri düşüyor ve bu sefer yorgunluk, huzursuzluk ve baş ağrısı başlıyor. Kişi, tıpkı bir morfinman gibi ancak şekerli bir şeyler yiyip içtikten sonra kendine geliyor.”

Her esmer şeker doğal değil

Şekerin doğal hali diye düşünerek tükettiğimiz esmer şekerler konusunda da dikkatli olmak gerekiyor. Kahverengi toz şeker, şeker kamışı veya şeker pancarından elde edilen rafine toz şekerin beyazlatılmamış hali. Ancak bazı hilelerle, rafine edilmiş beyaz toz şeker karamela ile renklendirilerek kahverengi şeker haline getirilebiliyor. Kahverengi kesme şeker ise rafine toz şekerin beyazlatılmamış, ancak kimyasal yapıştırıcılarla şekillendirilmiş hali. Doğal şeker tüketmek için beyaz şekerden daha zararlı bir ürüne, üstelik de daha fazla para ödüyor olabilirsiniz. Prof. Aydın, mutlaka şeker tüketmek isteyenlere halis bal ve köy pekmezi kullanmalarını, kuru ve yaş meyve tüketmelerini öneriyor. Şu sözleri ise çarpıcı: “Raf ömrü uzun olan ü rünleri tüketmek sizin ömrünüzü kısaltır.”


“Şeker, kanser dokusunu besliyor”


Kanser ve şeker arasındaki ilişkiyi ilk kez Alman tıp adamı Otto Warburg ortaya koydu. 1931 ve 1944 yıllarında iki kez Nobel’i alan Warburg’un çalışmaları, kanser hücrelerinin sağlıklı hücrelerden farklı bir metabolizması olduğunu gösteriyor. Buna göre kanser hücreleri sağlıklı hücrelere göre 3-5 kat daha fazla şeker kullanıyor. Ancak şekerin tek zararı kanser dokusunu beslemesi değil. Aşırı un ve şeker tüketimi insülin direncine (metabolik sendrom) yani hiperinsülizme yol açıyor. Hiperinsülizm, insüline benzer büyüme faktörü (IGF-1) düzeyini artırıyor. Serbest IGF bütün dokularda hücre üremesini kontrolsüz bir şekilde artırarak kansere neden oluyor.

Şeker sözlüğü
Tek şekerler Fruktoz: Meyve veya bal şekeri
Glikoz: Üzüm şekeri
Galaktoz: Süt şekeri
Çift şekerler
Sükroz: Çay şekeri (glikoz+fruktoz)
Laktoz: Süt şekeri (glikoz+galaktoz)
Çoklu şekerler
Nişasta: Glikoz moleküllerinden oluşan bileşik bir şeker

Yaprak Çetinkaya

Formsante Dergisi Nisan 2011 Sayısı

Silikon Skandalı Büyüyor
28 Aralık 2011

Şirketin avukatı, asıl suçlunun ürünleri kontrol etmeyen sağlık otoriteleri ve bilinçli olarak kullanan cerrahlar olduğunu idda etti.

Onaylanmamış endüstriyel slikon kullanan Fransız Poly Implant Prosthesis şirketini temsil eden avukat Yves Haddad, 2010 yılında iflas eden şirketin 1991 yılından bu yana ürünlerinin çoğunda, bilinçli olarak endüstriyel slikon jel kullanıldığını doğruladı.
Ticari bir şirket olarak öncelikli amaçlarının kar etmek olduğunu ifade eden Haddad, "gerçek suçlular ürünlerini kontrol etmeyen sağlık otoriteleri ve bilerek kullanan cerrahlardır" dedi.
Haddad, "5 kat daha ucuz bir ürünü farkında olmadan kullanmaları mümkün değil, bizim ürünümüzü kullandılar çünkü daha fazla kar etmek istediler" diye konuştu.
Fransa'da silikon imal eden firmanın 20 yıl boyunca endüstriyel silikon jel içeren ürünleri piyasaya sürdüğü ve yoğun olarak ihraç ettiği ortaya çıkmıştı.
Fransa hükümeti ürünün kansere neden olmadığını fakat, patlama ihtimalinin diğerlerine göre daha yüksek olduğunu söyleyerek, bu ürünleri kullanan 30 bin Fransız kadına slikonlarını aldırmalarını tavsiye etmişti.
TRT

Amerikan ilaç devine milyarlık ceza
12 NİSAN 2012



Amerikan ilaç devlerinden Johnson & Johnson şirketi bir tür sakinleştirici olan Risperdal ilacının riskleri konusunda doktor ve hastaları yanlış yönlendirdiği gerekçesiyle 1 milyar doları aşkın cezaya çarptırıldı.
ABD'nin Arkansas eyelatindeki mahkemede jüri, Johnson & Johnson ile iştiraklerinden Janssen ilaç şirketinin Risperdal'in rakiplerinden daha etkili ve güvenli olduğunu iddia ederek, onay almadığı halde çocuk ve yaşlılar için de kullanılabileceğini belirterek yanlış ve yanıltıcı bilgi verdiğine hükmetti.

Bu nedenle şirketin 1,1 milyar dolar ödemesi istendi.
Johnson & Johnson yargılamanın yeniden yapılması talebinde bulundu, aksi halde kararı temyize götüreceğini açıkladı.
Şirket yetkilileri üç hafta süren duruşmalar sırasında "sorumlu şekilde hareket ettiklerine" ilişkin çok çeşitli kanıtlar sunduklarını vurguluyor.

Dünya çocukları ilaç yokluğundan ölüyor

05 Mayıs 2010 BM Çocuk Fonu (UNICEF) ile Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) tarafından ortak yayımlanan raporda, d ünya genelinde her yıl yaklaşık 9 milyon çocuğun, tedavi edilebilir hastalıklardan ilaç yokluğu nedeniyle hayatını kaybettiği belirtiliyor.
DSÖ'nün Cenevre'deki merkezinden yayınlanan, UNICEF ve DSÖ'nün internet sitelerinde yer alan rapora göre, önlenebilir ve temel nitelikte bazı ilaçlarla kolayca tedavi edilebilir hastalıklar, ilaçlara ulaşamayan 9 milyon çocuğun hayatını kaybetmesine yol açıyor.
Çocuklara yönelik çok sayıda ilaca, dünyanın gelir düzeyi düşük bazı bölgelerinde hala ulaşılamadığına dikkat çekilen raporda, akut solunum yolları enfeksiyonları, zatürre, ishal ve sıtma gibi hastalıkların, belirtilen 9 milyon çocuğun en az yarısının ölümünden sorumlu olduğu belirtildi.
DSÖ'nün İlaçlar ve İlaç Politikaları Bölüm ü yöneticisi Hans Hogerzeil, uzun çalışmalar sonunda çocuklar için hayati önem taşıyan 240 ilaçtan oluşan bir liste hazırladıklarını ifade ederek, sağlık kuruluşları, sivil toplum örgütleri ve uluslararası yardım derneklerine, bu ilaçların temin edilmesi çağrısı yaptı. netgazete

ABD'deki ilaç skandalı Türkiye'ye de uzandı

15 Ağustos 2010 ABD'de ilaç üreticileri hakkında savcılar tarafından açılan soruşturma Türkiye'ye kadar uzandı. Ülkenin önde gelen ilaç üreticilerinin aralarında Türkiye'nin de bulunduğu başka ülkelerde doktorlara rüşvet karşılığında ilaçlarını hasta reçetelerine yazdırdığı ortaya çıktı. Vatan gazetesinin haberine göre; skandalı soruşturan federal savcılar, bu ülkelerde insanların klinik deneyleri tamamlanmayan ilaçlarla kobay olarak kullanılmış olmasından endişe ediyor. New York Times'in haberine göre, bu üreticilerden biri ünlü ilaç devi Johnson&Johnson. Şirketin iki ülkede aynı şekilde doktorlara rüşvet vererek ilaçlarını ve cihazlarını reçetelere yazdırdığı belirlendi. Soruşturma kapsamında olan Medtronic de Türkiye, Yunanistan, Polonya, Almanya, Türkiye, İtalya ve Malezya'daki faaliyetleri konusunda Amerikan otoriteleriyle işbirliği yaptığını açıkladı. Başka bir tıbbi cihaz üreticisi Zimmer de yabancı ülkelerdeki faaliyetleri konusunda inceleme altına alındı.

KOBAY MI OLDULAR?

ABD'de ilaç şirketleri hakkındaki rüşvet suçlaması 2002 yılına kadar uzanıyor. İlk olarak Syncor isimli ilaç üreticisi suçlu bulunarak 2.5 milyon dolar tazminat ödemeye mahkum edilmişti. Geçen yılda Dan
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Prş Eyl 15, 2016 10:57 pm    Mesaj konusu: ABD'deki ilaç skandalı Türkiye'ye de uzandı Alıntıyla Cevap Gönder

DOMUZ GRİBİ İTİRAFI
04 Şubat 2010
Tüm dünyada büyük önce panik, sonra korku ve son olarak kuşkuyla karşılanan domuz gribi hastalığı giderek daha büyük bir skandala dönüşüyor.

Tüm dünyada büyük önce panik, sonra korku ve son olarak kuşkuyla karşılanan domuz gribi hastalığı giderek daha büyük bir skandala dönüşüyor. Dünya Sağlık Örgütü’nün direktifleri doğrultusunda tüm dünyada gerçekleşen aşı kampanyaları ve milyarlarca dolara varan aşı ve ilaç stoklarına rağmen “Yanlış yapıyorsunuz” diyen bazı bilim adamları ilk aylarda tepkiyle karşılanıyordu. Ancak son dönemde hastalığın neredeyse tamamen ortadan kaybolması ve ölüm vakalarının normal gripten ölümlerin bile kat kat altında kalması saygın bilim adamlarının da yavaş yavaş “domuz gribi abartıydı” diyen bu uzmanların yanına katılmasına sebep oldu.

İlk olarak Harvard Üniversitesi uzmanlarının araştırması, domuz gribinin mevsimsel gripten farkının bulunmadığını, öldürme riskinin daha düşük olduğunu ve aşılama kampanyalarının gereksiz olduğunu ortaya çıkardı. İddialar üzerine domuz gribini “yüzyılın en büyük tıp skandalı” olarak tanımlayan Avrupa Konseyi Aile ve Sağlık Komisyonu Başkanı Wolfgang Wodarg, geçen ay AK Parti İstanbul Milletvekili Lokman Ayva ile Karabük Milletvekili Mustafa Ünal’ın da yer aldığı 14 Avrupa milletvekiliyle birlikte Avrupa Konseyi’ne “Domuz gribi sahte bir salgın mıydı, araştırılsın” başlıklı bir araştırma önergesi verdi.

WHO da çark etti

Önergenin kabul edilmesinin ardından önceki gün domuz gribi oturumunda ifade veren Dünya Sağlık Örgütü’nün (WHO) hastalıkların sıklık ve yayılma düzenini inceleyen epidemioloji birimi direktörü Profesör Ulrich Keil, “Domuz gribi salgını ilaç üreticilerinin kârlarını artırmak için bu şirketlerle ortak olarak üretilen bir korku kampanyasıydı” diye konuştu. WHO grip direktörü Keiji Fukuda ise “Domuz gribi konusunda karar alan bilim adamlarımızın ilaç şirketleriyle herhangi bir çıkar anlaşmaları bulunmamaktadır” diye örgütü savundu. WHO’da kalp hastalıkları konusunda bir numaralı uzman olarak kabul edilen Profesör Keil, Avrupa Konseyi’ndeki ifadesinde şu sözleri kullandı: “WHO, SARS ve kuş giribi konusunda da tüm tahminlerinde yanıldı. Kamu sağlığını ilgilendiren onca şey varken domuz gribi konusunda halkta büyük bir panik yaşanmasına sebep olduk ve bu tamamen abartılmış bir korkuydu. WHO’nun kararları ülkelerin sağlık bütçelerine çok büyük yük getirdi. İnsanların ölümüne sebep olan en önemli etkenlerin hipertansiyon, sigara, yüksek kolesterol, obezite, egzersiz yapmama, sebze ve meyve tüketiminin azlığı olduğunu çok iyi biliyoruz. Hükümetler, WHO’nun tavsiyesi doğrultusunda bu alanlara yatırım yapmaları gerekirken küresel bir salgın yaşanması yönündeki deliller çok zayıf olmasına rağmen domuz gribine yatırım yapmak zorunda bırakıldı.”

WHO Başkanı yine savundu

Avrupa Konseyi’ne WHO’nun savunmasını gönderen Dünya Sağlık Örgütü Grip direktörü Fukuda, “Domuz gribi konusunda karar alan bilim adamlarımızın ilaç şirketleriyle herhangi bir çıkar anlaşmaları bulunmamaktadır. Aldığımız kararlarda hiçbir ilaç şirketinin etkisinin olmadığını bir kez daha çok açık ve net bir şekilde ifade ediyorum” dedi.

DÜNYADA 14 BİN 286 TÜRKİYE’DE 627 KURBAN

WHO verilerine göre dünya genelinde domuz gribinden ölenlerin sayısı 14 bin 286. Bu rakam sadece ABD’de bir yıl içinde normal gripten ölenlerin sayısının 3’te biri. Domuz gribine en çok kurban veren ülkelerin başında ABD, Brezilya, Hindistan, Meksika ve Çin geliyor. Türkiye’de ise 627 kişi hayatını kaybetti.

“Domuz gribi abartıldı” diyen Harvard uzmanlarının ardından Dünya Sağlık Örgütü’nden de bu yönde bir itiraf geldi. Prof. Keil, “Domuz gribi abartılmış bir korku kampanyasından başka bir şey değildi” dedi.

‘Salgın’ tanımı değiştirildi

WHO, Nisan 2009’da bilim adamlarının tavsiyesiyle tüm dünyada hükümetlerin referans aldığı “pandemi” (salgın) tanımını değiştirdi. Eski tanımda WHO’nun bir hastalığı pandemi olarak ilan edebilmesi için yeni bir virüsün ortaya çıkması, hızla yayılması, insanların bu hastalığa bağışıklığının bulunmaması, yüksek ölüm oranına sahip olması ve bulaşma oranının yüksek olması gerekiyordu. Ancak Nisan ayında alınan kararla WHO, bu son iki şarttan vazgeçti ve ölüm oranı yüksek olmayan domuz gribi hastalığı bir anda pandemi tanımının içinde kendine yer bulmuş oldu. İlk domuz gribi vakası 14 Mart 2009 tarihinde Meksika’da belirlenmişti.
Kaynak: Vatan

BU İLAÇ KALP KRİZİ RİSKİNE YOL AÇIYOR
21 Şubat 2010
ABD Senatosunun hazırladığı bir raporda, İngiliz GlaxoSmithKline şirketi tarafından üretilen ve Türkiye'de de satılan şeker hastalığı ilacı Avandia'nın on binlerce kalp krizi vakasıyla ilintili olduğu öne sürüldü.
Senato Finans Komitesi tarafından hazırlanan 334 sayfalık raporda, GlaxoSmithKline şirketinin ilacın risklerini yıllardır bilmesine rağmen bunları halktan gizlemeye çalıştığı iddia edildi.

Raporda, ABD Gıda ve İlaç Dairesi (FDA) de ilaç konusunda kendi personeli tarafından tespit edilen endişeleri görmezden gelmekle eleştirildi.

Senato Finans Komitesi Başkanı Demokrat Max Baucus, "Amerikalıların, Avandia ile bağlantılı ciddi sağlık riskleri olduğunu bilmeye hakkı var ve GlaxoSmithKline'ın da bunu onlara söyleme sorumluluğu bulunuyordu. Hastalar sağlıkları ve yaşamları konusunda ilaç şirketlerine güveniyor ve GlaxoSmithKline bu güveni istismar etti" dedi.

Komitenin kıdemli üyesi Cumhuriyetçi Senatör Chuck Grassley tarafından da imzalanan raporda, "Araştırmanın, FDA'nın ilaç şirketleriyle 'çok samimi' olduğu ve mali çıkarları gereği güvenlik risklerini önemsiz gibi gösteren ya da yeterli araştırma yapmayan şirketler tarafından 'mat edildiği', bu nedenle de Avandia ve diğer tanınmış ilaçların kamu güvenliğini riske attığı" yönündeki endişelerden kaynaklandığına değinildi.

GlaxoSmithKline, FDA ve diğer bazı araştırma şirketlerinden edinilen 250 binin üzerinde sayfadan oluşan belgelerin incelendiği ve çok sayıda görüşmenin yapıldığı 2 yılı aşkın bir çalışmanın ürünü olan raporda, FDA bilim adamlarının Temmuz 2007'de, Avandia'nın, pazara sürülmesinden bu yana yaklaşık 83 bin kalp krizi vakasıyla ilintili olduğu tahmininde bulunduğuna dikkati çekildi.

Raporda, "Eğer GlaxoSmithKline, Avandia'nın potansiyel artış gösteren kardiyovasküler riskini, konu 1999'da ilk gündeme getirildiğinde daha çok ciddiye alsaydı bu kalp krizi vakalarının bir kısmının önüne geçilebilirdi" denildi.

GlaxoSmithKline'nın Avandia ile ilgili kritik bilgileri baltalamak için girişimlerde bulunduğu iddiasına yer verilen raporda, "GlaxoSmithKline yöneticilerinin, bağımsız doktorları korkutmaya çalıştığı, Avandia'nın kardiyovasküler riski artırabileceğine dair tespitleri önemsiz gösteren ya da saptıran stratejiler üzerine odaklandığı" ifade edildi.

Raporda, Avandia'nın pazardan kaldırılması gerekip gerekmediği konusuna ise değinilmedi.

-GLAXOSMITNKLINE'IN AÇIKLAMASI-

GlaxoSmithKline şirketiyse ilacın güvenli olmadığı yönündeki iddiaları reddetti.

Şirket sözcüsü Nancy Pekarek, CNN'e yaptığı açıklamada, raporda yer alan değerlendirmelere katılmadıklarını ifade ederek, "FDA verileri gözden geçirmiş ve ilacın pazarda yer alması gerektiği sonucuna varmıştı" dedi.

Söz konusu ilaçla ilgili olarak 7 klinik deneyinin, ilacın kalp krizleriyle ilintili olmadığını kanıtladığını söyleyen Pekarek, "Verilerin hiçbiri, Avandia ile iskemi (belli bir bölgede kan akımının kesilmesi nedeniyle oluşan geçici kansızlık) veya kalp krizi arasında istatistiki olarak önemli çapta bir ilişki olduğunu göstermiyor" ifadesini kullandı.

Pekarek, Senato raporunun, tarihi geçmiş, yıllar öncesinden kalan bilgilere yer verdiğini ve yeni bir veri içermediğini savundu.

Avandia yıllardır üzerinde incelemeler yapılan bir ilaç. The New England Journal of Medicine ve The Journal of the American Medical Association, 2007 yılında ilacın güvenilirliğini sorgulayan araştırmalar yayımlamıştı.
haber10

ABD'deki ilaç skandalı Türkiye'ye de uzandı
15 Ağustos 2010
ABD'de ilaç üreticileri hakkında savcılar tarafından açılan soruşturma Türkiye'ye kadar uzandı. Ülkenin önde gelen ilaç üreticilerinin aralarında Türkiye'nin de bulunduğu başka ülkelerde doktorlara rüşvet karşılığında ilaçlarını hasta reçetelerine yazdırdığı ortaya çıktı. Vatan gazetesinin haberine göre; skandalı soruşturan federal savcılar, bu ülkelerde insanların klinik deneyleri tamamlanmayan ilaçlarla kobay olarak kullanılmış olmasından endişe ediyor. New York Times'in haberine göre, bu üreticilerden biri ünlü ilaç devi Johnson&Johnson. Şirketin iki ülkede aynı şekilde doktorlara rüşvet vererek ilaçlarını ve cihazlarını reçetelere yazdırdığı belirlendi. Soruşturma kapsamında olan Medtronic de Türkiye, Yunanistan, Polonya, Almanya, Türkiye, İtalya ve Malezya'daki faaliyetleri konusunda Amerikan otoriteleriyle işbirliği yaptığını açıkladı. Başka bir tıbbi cihaz üreticisi Zimmer de yabancı ülkelerdeki faaliyetleri konusunda inceleme altına alındı.

KOBAY MI OLDULAR?

ABD'de ilaç şirketleri hakkındaki rüşvet suçlaması 2002 yılına kadar uzanıyor. İlk olarak Syncor isimli ilaç üreticisi suçlu bulunarak 2.5 milyon dolar tazminat ödemeye mahkum edilmişti. Geçen yılda Danimarkalı Nova Nordisk'in Irak hükümetine 1.4 milyon dolar rüşvet verdiği ortaya çıkmıştı. Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi verilerine göre 2008 yılında onay verilen ilaçların yüzde 80'den fazlasının klinik testleri Amerika dışındaki ülkelerde gerçekleştirildi. Federal savcılar da şimdi doktorlara yapılan ödemeler ile kilinik testler arasında bir bağ kurmaya çalışıyor. Eğer bu bağ kurulursa, yani doktorlara ödenern rüşvetin kilinik deneylere de yansıdığı ortaya çıkarsa, o ilaç hakkında yapılan klinik deneyler geçersiz sayılacak.

KLİNİK TESTLERİ GİZLENMİŞTİi

Geçen ay ilaç devi GlaxoSmithKline'ın, diyabet ilacı Avandia'nın kalp krizine neden olduğunu gösteren klinik deneylerini gizlediği ortaya çıkmış, haber tıp dünyasında büyük yankı bulmuştu. Bu ilacın kilink testlerinin de yurt dışında yaptığı ortaya çıkmıştı. netgazete
_________________
Bir varmış bir yokmuş...
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Önceki mesajları göster:   
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> TIBBÎ DÜŞÜNCELER Tüm zamanlar GMT
1. sayfa (Toplam 1 sayfa)

 
Geçiş Yap:  
Bu forumda yeni başlıklar açamazsınız
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz
Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız


Powered by phpBB © phpBB Group. Hosted by phpBB.BizHat.com


Start Your Own Video Sharing Site

Free Web Hosting | Free Forum Hosting | FlashWebHost.com | Image Hosting | Photo Gallery | FreeMarriage.com

Powered by PhpBBweb.com, setup your forum now!
For Support, visit Forums.BizHat.com