EntellektuelForum Forum Ana Sayfa EntellektuelForum

 
 SSSSSS   AramaArama   Üye ListesiÜye Listesi   Kullanıcı GruplarıKullanıcı Grupları   KayıtKayıt 
 ProfilProfil   Özel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapınÖzel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapın   GirişGiriş 

“Kurucu İktidar”ın 'Dil'i / Av. Ali Rıza Yaman

 
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> FİKİR YAZILARI
Önceki başlık :: Sonraki başlık  
Yazar Mesaj
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Pts Nis 14, 2014 8:31 pm    Mesaj konusu: “Kurucu İktidar”ın 'Dil'i / Av. Ali Rıza Yaman Alıntıyla Cevap Gönder

“Kurucu İktidar”ın 'Dil'i
Av. Ali Rıza Yaman
14 Nis 2014



I.
Tayyip Erdoğan'ın “hallaç pamuğu gibi atmışlar” dediği MİT'in eski Müsteşarı Emre Taner geçtiğimiz yıllarda günümüzün asıl meselesini gayet güzel özetlemişti:
“Türkiye değerler krizine girmiştir.”
Değerler krizine giren sadece Türkiye değildi. Aynı zamanda ve pek tabiî ki; Batı'ydı.
Batıcı hayat tarzına pek zarif tenkitler getiren Terry Gilliam, dört köşe hâline getirilen ve öncesiz, sonrasız ve pasif olarak telâkki ettirilen şuurun dayatılan kalıplarını yıkan bir kurguyla gösterime sunduğu 12 Maymun filminde, Deli Jeffrey rolündeki Brad Pitt'in ağzından, Batı'nın girdiği değerler krizini ve bunun sebebini çok güzel özetler:
"Deli ne demek biliyor musun? Deli, çoğunluk iktidarı demek."
Ardından da asıl vurucu darbeyi indirir:
"Doğru yoktur. Yanlış yoktur. Sadece halkın görüşü vardır."
“İyi, doğru ve güzel” şeklindeki üç temel değeri 'çoğunluğun görüşü'ne dayandırarak değersizleştiren Batıcı siyaset yapma tarzının dayandığı fikrî temele göre zaman, 'ilerleyen'dir.
Stefan Zweig'ın; “kesintisiz ve durdurulamaz bir ilerlemeye duyulan inanç, gerçekte o dönemde dinden daha güçlüydu; insanlar “ilerleme”ye Kutsal Kitap'tan daha çok inanıyorlardı” şeklinde özetlediği durumun fikrî- tarihî arka plânı en az 500 yıl öncesine dayanır.




II.
'İlerleyen zaman'ın tecellî ettiği zemin Batı, o zamanın ruhunun cisimleşip, dile geldiği bünye de 'Batı insanı'dır.
Bu ‘zaman’da insan ‘eski’den arınır, bireyleşir ve ilerleyen zamanın ruhunu idrak eder.
Bu idrak nispetinde de hayata intibak edilir, intibak edemeyen ise zamanın gerisine düşer.
İnsanın zamanın gerisine düşmesiyle birlikte modernleştirmenin muharrik unsuru olan aydınlar devreye girer, 'şefkat eli’ni geri kalanlardan esirgemez ve onları ilerletmek, eskiden arındırmak için ellerinden geleni yapar.
'Geri kalan'ın ilerlemesi, I. Kant’ın ifadesiyle “insanın kendi suçu ile içine düştüğü ergin olamama durumundan kurtulması” ve aydınlanması için yapması gereken basitti: ‘Eski’den kurtulmak.
‘Eski’den kurtulmak için ise evvelâ akıla güvenilmeli. Bu güveni bir adım öteye vardırıp, ‘rasyonel olan’a iman edilmeli. İman edilene nispetle yapılan amellerle bu iman, kemâle erdirilmeli. Z. Bauman tarafından ‘mevcut durumun bekçileri’ şeklinde anılan aydın(lanmış)larca bir aşkınlık atfedilen akıl, yegâne irşat edici olarak görülmeli. Nihayetinde de muasır medeniyet yakalanmalı.
Herkesin mutlaka ama mutlaka geçmesi gerektiği düşünülen bu tedricî süreçte, Aydınlanmacılar bilginin ve değerin üretilmesinde son derece cömerttir. Bilgi ve değerin üretilmesine engel olmak bir tarafa bilgiyi baş tacı ederler. Bu noktada bir problem yok.
Problem, üretilen bilgi ve değerin hiyerarşik bir tasnife tâbi tutulması, aynı bilgilerin kendilerince belirlenen bir skalaya nispetle değerlendirilmesidir.
Değerlerin kendisine nispetle değerlendirildiği skala ise 'eski’yi şahsında temsil eden Kilise’nin aksülâmelidir. Ve kendi içinde binbir tezadı barındırmaktadır.
'Eski’den arınmayı, 'eski'den arınma nispetinde akılı kullanmayı, akılı kullanma nispetinde ergin bir birey olmayı, ergin birey olma nispetinde ilerlemeyi, ilerleme nispetinde gelişmeyi, gelişme nispetinde tabiata hâkim olmayı, tabiata hâkim olma nispetinde mutluluğu, mutluluk nispetinde müreffeh bir hayatı vaat eden, bu idealleri bağrında taşıyan Aydınlanma, vaat ettiklerinin hiçbirini yerine getiremedi.
Kilise’nin mütehakkim tavrından sıyrılmak, ergin olamama durumundan kurtulmak, insan olma yetkinliğini ortaya koymak, bütün bunları da ‘akıl’la yapmak adına yepyeni bir tahakküm ideolojisi belirdi.
‘Eskinin dogmasından kurtulmak gerekir' i dogmalaştıranlar, insanı insanlıktan çıkaran totaliter rejimlerin yolunu açtı. İnsan evvelâ bireyleşti, daha sonra da vatandaşlaştırıldı. ‘İçtimaî faydacılık’ esas alındı ve ferdin bütün hakikat ve keyfiyeti sadece muhayyilede var olan bir ‘egemen’e tevdi edildi.
İlerlemeyi, ilerleme nispetinde de gelişmeyi vaadeden ‘beyaz adam’, kendi topraklarında kalamazdı.
Kalmadı da...
Başka memleketlerin topraklarına ve kaynaklarına göz dikti. 'Toprak' ve 'emek'in kapitalist üretim ilişkileri içinde tanımlanması ile birlikte emperyal bir ideoloji belirdi. Günümüzde 'yerelleşme, şirketleşme, açık toplum' vb. şekillerde kendini kamufle eden bu ideoloji, ‘modernleşme, ilerleme’ vb. suretlerde 'zamandışı' ve 'geri kalmış' ülkelerin karşısına dikildi. Kendi zamanını dikte etti. Bu dikte işlemi ile birlikte kendi vahşîliğini kamufle etme yoluna gitti. “Sen geridesin, bense ileride… Ben, seni ilerletmek istiyorum. Seni ilerletmek isteyen bana yardımcı ol. Kapılarını, kaynaklarını, topraklarını bana aç.” dedi.
Mutlak Fikir iktidarda olsa da kalplerde ve gönüllerde pörsüdüğü, İslâm’a ritiüellerden ibaret bir din muamelesi yapıldığı, cemiyet, İslâm’ı şahsiyet aynasında karartan kaba softa- ham yobazlar elinde kenetlendiği için bu fikirlere mukavemet edilemedi. Ve faciaların en büyüğü yaşandı: Batı’nın kendi gerçekliği, kendi tekâmülü âlemşümûl bir tekâmül gibi telâkki edildi.
İnsan olma keyfiyetini ortaya koymak için 'eski' ile olan bütün ünsiyetini koparma, 'eski'den arî kılınma nispetinde 'yeni’ye adapte olma, Batı’nın kendi gerçekliği idi.
'Akıl'ı bölen, ferdî hakikati örseleyen bu süreçte bireyleşip, vatandaşlaşan insanlarca inşâ edilen medeniyet, dünyayı cihan çapında iki savaşa sürükledi.
Cihan savaşlarından sonra Batı buhranını yine yenemedi. Bu buhranın sebepleri üzerine kafa patlatanlarca içeriden ve amansız bir hücum başlatıldı.
Ve hatta bunalımı nazariyeleştiren Heidegger, “Varlık'ın Çobanı” olarak tavsif edildi.
Aydınlanma’ya yönelik sahici tenkitleri olan Frankfurt Okulu anılmaya değer bir hâl belirtti.
İlk başlarda Aydınlanma’nın ‘akıl’ını sorgulamada müşterek olan ve ortak bir dil geliştiremeyen Frankfurt Okulu’nu bir mânâda temsil kabiliyetine sahip olan Adorno ve Horkheimer tarafından yazılan ve eleştirel teorinin kutsal kitabı olarak da tavsif edilen Aydınlanmanın Diyalektiği, Batı’nın ‘akıl’la imtihanının son asırdaki durumunu anlamak için önemli bilgileri muhtevi. Ha kezâ altında yine Horkheimer imzası olan Akıl Tutulması isimli kitap.
Horkheimer ‘öznel akıl’ (verstand) ve ‘nesnel akıl’ (vernunft) ayrımı yaptı ve Aydınlanma’dan bu yana öznel aklın nesnel aklın aleyhine geliştiğini, bu gelişimin nesnel aklın alanının işgali demek olduğunu, bunun bir hüsran olduğunu ve bu hüsrana Aydınlanmanın sebep olduğunu söyledi. Bu hüsran, Aydınlanmanın kendi kendisini imhâ etmesi ve bireyin silinişiydi.
Nitekim Batı'yı “iktidar” zaviyesinden bir kritiğe tâbi tutan ve bu yönüyle muasırlarından daha sahici bir yön belirten Foucault da “özne öldü” diyecekti.
Geçmişin bâkiyesi olan tabiatı bilgi edinilecek ve tahakküm altına alınacak bir nesne olarak görme eğilimi, madde iştihasını daha bir artırdı, ilerleyen dönemlerde rasyonel olan irrasyonele ircâ edildi, “herkesin doğrusu kendine ise, ve uğruna yaşanmaya değer bir mutlak hakikat yoksa bir değer kaygısı niye?” anlayışı belirdi, “savaşma seviş” diyen çiçek çocuklar bu buhranın mücessem ifadesi olarak Batı’da bir dönem rüzgar gibi esti. Buhran bir müddet de olsa ötelendi, yok sayıldı.
Kaba madde iştihası, buhranı bir yere kadar unutturmayı başarmıştı.
Ama bu, bir yere kadardı. Varoluşu ve hayatı mânâlı ve değerli kılma gibi en masum, en insanî çaba yine kendini gösterdi. Bu süreçte de mistik arayışlar belirdi. Maddeden yola çıkılarak çeşitli mistifikasyonlara girişildi. Kuantum fiziğinin verileriyle yepyeni bir dünya görüşü inşâ edilmeye çalışıldı. Ve 2000'li yılların eşiğine gelindiğinde dünyanın birçok yerinde nur topu gibi birçok “new age” dinleri doğdu. İmâl edilen bu dinlerin unsurları kitlelere, ısmarlama bir kültür olan popüler kültürün ikonları üzerinden zerkedilmek istendi.
Bu dinler, Batıcı hayatın buhranına cevap vermeye çalışsa da hep bir şeyler yine eksik kaldı. Tıpkı Goethe'nin Faust'unda ifade ettiği gibi; “Ne yazık, yapılan yine eksik yine noksandır/ Noksan olan aklın bağıdır!”
'Batı insanı'nın eksiği bizzat yine ‘kendi’siydi.
“Değerleri gerçekleştiren insan”, değerleriyle varolur.
Varoluşunu mânâlı kılan bu değerlerdir.
Batı insanı'nın değerleri son 500 yılda topraktan değil, tepeden inme şekillerde belirdi.
Kurucu iktidar, kendi insanını yarattı.
Peki kurucu iktidarın değerinin hiçbir 'değer'i yoksa?..
Bu noktada insan nedir?
Mevcudiyeti olan ama hayatîyeti olmayan bir 'şey'.



III.
Her türlü 'değer'i değersizleştiren, insanı insan olmaktan çıkaran iktidarın 'dil'i üzerinden dayattığı Batıcı hayat tarzıyla hesaplaşmak için, Batılılaşmanın zihnî sürecini sorgulamak gerekir.
Bunun aksi bir durum son kertede acı bir hüsrandır. İşin bu noktasında anti-emperyal mücadelenin ancak Batı'nın ontolojik, epistemolojik ve aksiyolojik temellerini sarsma kudretine sahip bir ‘Dil’le zafere ereceği bir bedâhet belirtir.
Batı'nın ontolojik, epistemolojik ve aksiyolojik temellerini hedef almayan bir ‘dil’, son kertede yine Batı'yı besleyici olacaktır ki, bu, aksülâmellerden ibaret bir tarihi olan Batı’yı anlamamaktır.
Batı'nın ördüğü ontolojik ve epistemolojik çitlere rağmen var olan, onu aşan, onu hedef alan, onu mahkûm eden, onun verilerini “İslâm terâkkiye mâni değildir” vb. görgüsüzlüklere düşmeden kendi ben'ine aplike edebilen ve mücadeleyi zafere ulaştıracak olan İBDA Dili bu topraklarda filizlenmiş, Teorik Dil Alanı'nı oluşturmuş, kitap, sistem ve devletlik çapta ifâde ve teklif olunmuştur.
1928'de koparılan köklerle olan bağımız 1982'de, Kültür Davamız'da daha sağlam bir şekilde yeniden kurulmuş, zihnî esaretten kurtuluş başlamıştır.
Bundan sonraki aşama; “hak” temelinde ve hareket içinde birliktir.
Toprak'ın anlamlarından biri de; 'hak'tır. Ve mesele bu topraklardan bir fikri inşâ etmek ve bunun tatbiki mücadelesini vermektir.
Nitekim “Hak” temelinde ve hareket içinde birliğin işaret fişekleri çoktan çakılmıştır.


IV.
Yeni Türkiye'nin ufkunu aydınlatan, insanlara umut ışığı olan meşalelerden bazıları:


Cezaevinde yaptığımız sohbetlerde; “Lâfı evirip-çevirmeye gerek yok... Mirzabeyoğlu bu toplumun vicdanı olmuştur. Mirzabeyoğlu bu toplumun niçin vicdanı olmuştur?.. Mirzabeyoğlu'nun dostu olan bizlerin de, O'nun düşmanlarının da üzerinde asıl düşünmesi gereken meselesi budur. Mirzabeyoğlu; vicdanın, adaletin temsilcisi ve ifadecisidir. O devrimi zaten yapmış. Konsepti kurmuş. Muazzam derinlikli bir fikir meydana getirmiş. Yeni İnsan; o konseptte ve o ahlâkla şekillenecek. İnsanlar, insanlığı, İslâm'ı ve Allah'ı Mirzabeyoğlu'ndan öğrenecekler. O'nun düşmanları, bizim düşmanlarımızdır. O'nun düşmanları O'nun güzelliğini çekemeyen çirkin ve pislik tiplerdir. Bu pislikler O'na ve bize diz çöktürmeye çalışıyorlar. Ama yapamazlar. Biz kimseye diz çökmedik, çökmeyiz. Kumandan, bırakın diz çökmeyi 1 milim bile yamulmadı, yamulmaz. Yeni Türkiye'yi biz beraber kuracağız. O'nun iktidarında hiçbir adaletsizlik olmaz. Ölümüne romantik olan birinden kötülük gelmez. O'nun iktidarında herkes, herşeyinden emindir. O, hakikat arayıcısıdır. (...)için söylenen sözün hakikati Kumandan için geçerlidir; asıl 'Suyu Arayan Adam' Kumandan'dır. O, hakikat aşığıdır. Zaten bütün kurgular da O'nu gömmek, yok saymak için. Ama tutmadı, tutmaz. Mirzabeyoğlu kitlelerle buluştu. Daha da buluşacak. Gerçek adalet ve vicdan iktidar olacak.” diyen Sarp Kuray...



Mirzabeyoğlu Davası'nın pek görülmek istenmeyen “niçin” kısmına dikkat kesilen, meseleyi asıl bağlamında ele alıp, Fikir'e vurgu yapan ve Mirzabeyoğlu'nun; “(...)iman, güç, sebat ve hakikat ısrarının çarptığı her çelik kapıyı berhava edecek bir devrimci temsile dönüştüğünü” söyleyen Dr. Orhan Gazi Ertekin...


Tıpkı O. Gazi Ertekin gibi Mirzabeyoğlu Davası'nın 'niçin'ine dikkat kesilen, hemen her sohbetimizde buna işaret eden ve “devrimin sağlıklı bir mecrada ilerlemesinin ilk şartı; muazzam entelektüel bir devrimdir” diyen Doç. Dr. Fikret Başkaya...



Sohbetlerimizde; “Devr-î Hamidî yarım kalmış bir Başyücelik rejimidir” dediğimiz vakit, “Ben her zaman söylerim... Özellikle şu günlerde devlete Abdülhamîd'in devlet aklını hâkim kılmak gerekir.” diyen Prof. Dr. Anıl Çeçen...


Gazeteci-Yazar Fazıl Duygun'la yaptığı röportajda; “samimiyet ölçüsü Salih Mirzabeyoğlu'dur” diyen, “kalbimiz ve aklımız hep Bolu'da oldu” sözleriyle harbî ve hasbîliğini gösteren, Mirzabeyoğlu Davası'na her zaman destek olan, “bu ülkenin samimi müslümanı Salih Mirzabeyoğlu'dur” diyen ÇHD İstanbul Şb. Başkanı Av. Taylan Tanay...
Bu ve daha başka birçok isim; aslı, esası, temeli ve fikri ortaya koyulmaksızın biteviye tekrar edilen ve fakat aslıyla, esasıyla, temeliyle ve fikriyle yenilenecek olan Yeni Türkiye'nin öncü isimleridir.
***


Dr. Hakkı Açıkalın:
“Ortaçağ'ın skolastik karanlığına parlak bir medeniyet ilkâı ile cevap veren “lokomotif dil”, farkedilir yürüyüşünü sürdürmektedir. Baskın ve üstün ile an'anevî tepki ilişkisinde, tarafların yerleri değişti: Bunun sebebi, ekonomik silâh “petrol” değil, ideolojik silâh Massif İslâm Devrimi'dir!”
Bernard Lewis tarafından 1991'de, I. Irak Saldırısı'na karşı duran fikir ve hareketler hakkında yapılan ve Dr. H. Açıkalın'ın; “baskın ve üstün ile an'anevî tepki ilişkisinde, tarafların yerleri değişti” hükmünü teyit eden şu tespit:
“Bizim Jüdeo-Hristiyan mirasımıza seküler varlığımıza ve her ikisinin dünya çapında yayılışına karşı kesinlikle eski bir rakibin (İslâm'ın) tarihî tepkisi karşısındayız.”

Bu vesileyle, yıllar önce Dr. Hakkı Açıkalın tarafından yazılan ve İBDA Mimarı Salih Mirzabeyoğlu'nun “İstikbâl İslâmındır” kitabında (*) da yer bulan yazıyı, önemine binaen tekrar yayınlıyoruz:

“Karmaşa kuyusundan doğru kovayı, ideal “jargon- dil” çekip alacak. Dünyanın her yanında “jandarma ülke” ve “kobay ülke”ler oluşturan burjuva demokrasileri kod adlı büyük kapitalist “kumpanya devlet”lerle dünya savaşını “dilin manifestosu” başlatacak. Batıcı- Emperyalist- Faşist modellerin “modernizm” ve “liberalizm” boyası altında dayatılmasından bunalan kitleler gerçeklerini ararken İBDA DİLİNİ yakalayacaklar. Bu dil çok net ve “anlaşılır” bir dil. İnsanlara öyle yakın ki, adeta onların şahdamarları mesabesinde. Sol ve sağın birçok “post colonial- sömürge neticesi” kültür zırva ve zaafları, sorumsuzlukları, mazlumları harekete geçirmeye yetiyor: Kullanılan “dil” değişmiyor! Bazılarının sandığı gibi, İslâm basmakalıp, mahallî, kendini ispata çalışan ve kültürel anlamda Batı'nın Doğu için biraz aşağılayıcı bir mânâda kullandığı “orientel” bir tepki değil. Bunun böyle olmadığı onlara anlayacakları bir “dil” ile anlatılacak. Mazlumları, ideolojileri ve sunî “devrim”leriyle örten, kandıran ve sömüren Batıydı. Şimdi hamle sırası, yani “mantığın kurnazlığını kullanma” sırası Doğu halklarının eline geçti ve Batı artık savunmada. Savunma onlar için çok lüks, hiç nefes almamaları için çözüm, İbda'nın “ortak dil”i! Mazlumlara dayatılan ideolojiler aynı zamanda silâh yerine de geçti; Batı, bu “promosyon- sürüm”ün farkına iş işten geçtikten sonra vardı. Bu sürümün adı, “deşifran gözlük- açık edici gözlük”lerdir. Kitleler, herkese ve herşeye rağmen, bu gözlükleri iyi kullandı, çünkü “ideoloji-dil”imizden hiç taviz vermedik. Batı'nın bu hediyesine teşekkür ediyoruz. “İslâm Devrimi, 'reaksiyoner entegrizm- uyum sürecinde tepki'dir” görüşüne cevap, sert bir “dil” ile İBDA'dan gelecek. Ortaçağ'ın skolastik karanlığına parlak bir medeniyet ilkâı ile cevap veren “lokomotif dil”, farkedilir yürüyüşünü sürdürmektedir. Baskın ve üstün ile an'anevî tepki ilişkisinde, tarafların yerleri değişti: Bunun sebebi, ekonomik silâh “petrol” değil, ideolojik silâh Massif İslâm Devrimi'dir!”

*Salih Mirzabeyoğlu, “İstikbâl İslâmındır -Denenmemiş Tek Nizâm-”, İBDA Yay., 1995-Mayıs, İst., s. 162- 163.

Kaynak: http://millibirlikruhu.blogspot.com.tr/2014/04/kurucu-iktidarn-dili-av-ali-rza-yaman.html
_________________
Bir varmış bir yokmuş...
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Önceki mesajları göster:   
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> FİKİR YAZILARI Tüm zamanlar GMT
1. sayfa (Toplam 1 sayfa)

 
Geçiş Yap:  
Bu forumda yeni başlıklar açamazsınız
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz
Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız


Powered by phpBB © phpBB Group. Hosted by phpBB.BizHat.com


Start Your Own Video Sharing Site

Free Web Hosting | Free Forum Hosting | FlashWebHost.com | Image Hosting | Photo Gallery | FreeMarriage.com

Powered by PhpBBweb.com, setup your forum now!
For Support, visit Forums.BizHat.com