EntellektuelForum Forum Ana Sayfa EntellektuelForum

 
 SSSSSS   AramaArama   Üye ListesiÜye Listesi   Kullanıcı GruplarıKullanıcı Grupları   KayıtKayıt 
 ProfilProfil   Özel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapınÖzel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapın   GirişGiriş 

Seyyid Ahmet Arvasî

 
Bu forum kilitlendi: mesaj gönderemez, cevap yazamaz ya da başlıkları değiştiremezsiniz   Bu başlık kilitlendi: mesajları değiştiremez ya da cevap yazamazsınız    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> İZ BIRAKANLAR
Önceki başlık :: Sonraki başlık  
Yazar Mesaj
Ekim



Kayıt: 21 Arl 2007
Mesajlar: 2634
Konum: Kanada

MesajTarih: Cmt Arl 29, 2012 1:49 am    Mesaj konusu: Seyyid Ahmet Arvasî Alıntıyla Cevap Gönder

Seyyid Ahmet Arvasî’ye rahmet…



Seyyid Ahmet Arvasî

Merhum Seyyid Ahmet Arvasî (d. 15 Şubat 1932 – ö. 31 Aralık 1988)

toplumbilimci, pedagog, yazar.Ağrı’nın Doğubeyazıt ilçesinde doğmuştur. Seyyid’tir. 56 yaşındayken, İstanbul’un Erenköy’deki evinde 31 Aralık 1988 – Saat: 11:00′da, daktilosu başında vefat etmiştir.

Arvaslar neslindendir.Atalarının Anadolu’ya gelişini kendisi şöyle anlatmaktadır:

« …Ailem “Arvasî” adı ile bilinir. 650 yıldan beri Anadolu’da yaşar. Orhan Gazi ile tanışan ceddim Hacı Kasım-ı Bağdadi adında bir zattır. Onun oğullarından biri Van Gölü’nün güneyine (Arvas köyüne) yerleşmiştir. Biz ondan türemiş ve çoğalmışız… »

“Arvasîler” olarak bilinen aile, Soyadı Kanunu’nun çıkmasıyla, “Arvasi” soyadını almıştır. Babası, Abdülhakim Arvasî’dir. Fakat, merhum üstad Necip Fazıl Kısakürek’in manevî önderi olarak bilinen Abdülhakim Arvasî ile aynı kişi değildir. Merhum Ahmet Arvasî, babasının Abdülhakim Arvasi hazretleri olan ile bu isim benzerliğini 18 Nisan 1980′de, Mehmet İlhan Bey’e yazmış olduğu bir mektupta şöyle anlatmaktadır:

« Şu an Ankara’nın Bağlum nahiyesinde yatan S. Abdülhakim Arvasî hazretleri ile aynı ailedeniz. Kendileri aynı zamanda babamın da isim babalarıdır. Babama kendi adlarını vermişlerdir. »

Ailenin altı çocuğundan birincisi olan S.Ahmed Arvasî, ilköğretime Van’da başlayıp Doğubayazıt’ta tamamladı. Ortaokulu Erzurum’da okudu ve sonrasında Erzurum Erkek Öğretmen Okulu’nu bitirdi. 1952 yılında Konya’nın Doğanbeyli nahiyesinde ilkokul öğretmeni olarak göreve başlayan Arvasi, yurdun çeşitli yerlerinde öğretmenlik yaptı.

Daha sonra Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü – Pedagoji Bölümü’ne başladı ve buradan da 1958 yılında mezun oldu. Balıkesir, Bursa ve İstanbul’daki eğitim enstitülerinde hocalık yaptı.

1978 yılında İstanbul Atatürk Eğitim Enstitüsü’nden 24 arkadaşıyla birlikte siyasî amaçlar için sürgün edilen Arvasî, 1979 yılında emekli olmak zorunda kaldı.

Merhum Seyyid Ahmet Arvasî Müslüman-milliyetçi bir kişiliğe sahipti. Şu sözler ona aittir:

« Hayretle gördüm ki, bu ülkede Türk kelimesinden ürkenler var. Yine hayretle gördüm ki, bu ülkede İslam kelimesinden ürkenler var. Ve yine ürpererek gördüm ki, bu ülkede Türk ve İslâm kelimelerinin yan yana gelmesinden dehşete kapılan kişi ve çevreler var. »

Emekli olduğu yıl, Milliyetçi Hareket Partisi Olağan Kongresi’nde “Genel İdare Kurulu Üyesi” sıfatıyla aktif siyasete atıldı.

Diğer yandan çeşitli gazete ve dergilerde yazdı.

Hergün Gazetesi’nde, “Türk-İslam Ülküsü” başlığı ile günlük makaleleri yayımlandı. 12 Eylül 1980 darbesine kadar partideki görevini ve yazılarını sürdürdü.

Darbenin ardından Mamak Cezaevi’ne hapsedildi. Burada işkencelere maruz kaldı ve ilk kalp krizini burada geçirdi. Tahliye olduktan sonra ülkücü gazete ve dergilerde yazdı.

Türkiye Gazetesi’nde Hasbihal başlığı ile makaleleri yayımlandı.

Arvasî’nin Mamak’ta geçirdiği kalp krizini merhum Alpaslan Türkeş şöyle anlatıyor:

« Tutukevinde geçirdiği kalp rahatsızlığı dolayısıyla Ankara mevki hastanesi’ne kaldırıldı. O gün, daha dün gibi hatırımdadır. Görevliler kendisini hastaneye gitmesi için aşağıya indirdiler. Biz, yukarıda kalmıştık. Odamın penceresinden dış kapının açıldığı merdivenleri görebiliyordum. Arvasî hocamızı hastaneye götürecek cankurtaran henüz gelmemişti. Ayakta bekleyecek hali yoktu, bitkin bir vaziyette taş merdivenlere oturarak cankurtaranın gelmesini bekledi. Yukarıdan askerlere seslendim. Bir binbaşı çıktı. Kendisine Arvasî Bey’in rahatsız olduğunu, bir sandalye getirilmesi için emir buyurulmasını rica ettim. Bu ricamdan sonra bir sandalye getirdiler. Daha sonra cankurtaran geldi ve uzaktan birbirimize el sallayarak ayrıldık, vedâlaştık. »

Eserleri

Diyalektiğimiz ve Estetiğimiz
Doğu Anadolu Gerçeği
Eğitim Sosyolojisi
Hasbihal (6 cilt)
(Hasbihal, daha sonra konularına göre şu isimlerde yayınlanmıştır:)
Emperyalizmin Oyunları
Devletin Dini Olur mu
Kadın Erkek Üzerine
İnsanın Yalnızlığı.
İleri Türk Milliyetçiliğinin İlkeleri
İnsan ve İnsan Ötesi
Kendini Arayan İnsan
Şiirlerim
Türk-İslâm Ülküsü (3 Cilt)

***

Rahmet-i Rahman’a yürüyüşünün yıldönümünde kendisini rahmetle yadediyoruz.

Entellektüel Forum

VEFATININ 27. YILINDA SEYYİD AHMED ARVASİ’Yİ UNUTMADIK
Gökhan YAMANGÜL
31 Aralık 2015

Esseyid Abdülhâkim Arvasi Hazretlerinin yeğenlerinden olan ve Üstad Necip Fazıl’ın muradı doğrultusunda o dönemin Ülkücü gençliğinde henüz hissiyat hâlinde bulunan İslâm inancını şuurlu ve adı konulmuş bir ideale dönüştürmek için senelerce mücadele eden ve eser üreten Ahmed Arvasi hocamızın bugün 27. vefat yıldönümü.

Türk-İslâm Ülküsü adlı üç ciltlik ünlü eserinde milliyetçiliği İslâm fırınında pişiren ve din temelli bir yorum getiren, Türk Milliyetçilerine Türk Milletini değerli kılacak biricik vazifenin Allah ve Resûlü’nün nizâmını yeryüzüne hâkim kılma mücadelesi olduğunu telkin eden Arvasi hocanın ayrıca “Kendini Arayan İnsan”, “İnsan ve İnsan Ötesi” ile “Diyalektiğimiz ve Estetiğimiz” gibi sadece Ülkücü kesime değil, ehl-i sünnet çizgisindeki bütün Müslümanlara yol gösterici ve hepsini kucaklayıcı kitapları da vardır.

Türk-İslâm Ülküsü’nde yer alan bir yazısında: “İslâm dindir ve “nass” ile tayin edilmiştir. “Vahye dayanan alemşumul hakikatlerden ibarettir”. Ona, ya “inanılır”, yahut “inanılmaz”. İnananlar “mümin”dir, inanmayanlar “mümin değildir”. Mümin, ister “taklit” ederek, ister “tahkik” ederek müslüman olsun, asla “dini” tahrif etmek, saptırmak, değiştirmek ve reforme etmek hakkına sahip değildir. Müminin vazifesi şudur, değişen zamana, mekâna ve şartlara göre teşkilatlanmak ve müesseseleşmektir; metod ve strateji tayin etmektir; içinde yaşadığı asrı ve cemiyeti, bütün yönleri ile kendi imanının ışığında kritik etmek ve geliştirmektir.

Aksi hâlde, “mukaddes hüküm ve değerleri”, asra ve cemiyete uydurmak iddiası ile değiştirmeye ve saptırmaya kalkışmak, onu, kendi “idrakine” veya “asrın idrakine” göre yorumlama gayretine girmek dini tahrip etmek olur” (1) diyordu.

“İslâm’da Dirilmek” başlıklı yazısında da; “Her millet, “kendi milli şahsiyetini” koruyarak İslâm’da dirilmeye talip olabilir. Çünkü İslâm, milletleri, kavimleri ve ırkları, bir “içtimai vakıa” olarak kabul ettikten sonra, onu “kelime-i şehadetin” aydınlığında gelişmeye ve yaşamaya tabi tutarak her türlü “küfürden ve bâtıldan” arındırarak yüceltir. İslâm, milletleri, kavimleri ve ırkları, ne yok eder, ne de inkâr eder; onları “mukaddes prensiplerin” ateşinde pişirerek “din kardeşliği” şuuru içinde, Allah yolunda “yarışa” ve “barışa” davet eder” (2) diyordu.

“Namaz Ve Cihad” başlıklı yazısını ise: “Biz, zâlimin elindeki “kılıç”tan iğreniriz, fakat mazlumun “kılıç tutması” ne şâhanedir. Biz, “put diken” ve “sahte tanrılar” yontan “kuvvetten” nefret ederiz de, bunları deviren “kuvvete hayranız”. Yine biz, Ebu Leheb’in ve Ebu Cehil’in elindeki “kılıcı n gölgesinde Cehennemi” ve Şanlı Peygamberimizin elinde tuttuğu “kılıcın gölgesinde Cenneti” seyrederiz” (3) cümleleriyle noktalıyordu.

Politik gündemin dışına çıkıp kendisiyle baş başa kaldığı hemen her yazısında ölümü mümine yakışır biçimde karşılamak ve bunun maddi ve manevi şartlarına hazırlanmak gerekliliği üzerinde dururdu. Ölüm bahsi onun için sadece ferdi bir tefekkür kapısı değil, insanlığa da yol gösterici bir ışık kaynağı idi. Yazdığı bir avuç şiirde de bu hususlara kayıtsız kalmamıştır. Son yazdıklarından birisinde “Teslimiyet” başlığını kullanır:

Emir geldi en güzelden,
Üzüntü bize post oldu.
Takdir edildi ezelden,
Mûsibet bize dost oldu.
Kim kaçabilir ecelden?
Bak, tedbirler alt-üst oldu. (4)

Henüz 57 yaşında, 1988’in 31 Aralık günü yılbaşı sapkınlığına dair bir yazı kaleme almak niyetiyle, her defasında olduğu gibi abdestini alıp daktilosunun başına geçen hocamız, bu son yazısını tamamlayamadan vazifesi başında vefat etmiştir. Onu rahmetle anar iken, yazımızı da bir başka şiirinin son dörtlüğü ile bitirelim:

Bu dâvâ özüdür İslâmiyet’in
Bu dâvâ güneşi mazlum milletin
Bu dâvâ, her şeyden, her şeyden çetin
Bu yolda dert, hüzün, gurbet bizimdir. (5)

1) S.Ahmed Arvasi, Türk-İslâm Ülküsü, Cilt: 3, Burak Yayınevi, S:131
2) A.g.e. S:137
3) A.g.e. S.213
4) S.Ahmed Arvasi, Şiirlerim, Berekât Yayınevi, 1.Basım, 1989, S: 86
5) A.g.e. S: 26

Gökhan Yamangül
ADIMLAR Dergisi

Vefatının 26. Yılında, SEYYİD AHMED ARVASİ
Hakan Yaman
31 Aralık 2014



Türk aydınının genel temayülü, toplamak yerine dağıtmak; nizam vermek yerine karmaşık hâle getirmek; bir sistem bütünlüğü içinde birbirini tamamlayan parçaları mıknatıs değmişçesine aynı muhitte yoğunlaştırmak yerine, en basit ifade birlikteliklerinin dahi mutabık yanlarını rafa kaldırmaktır.

Şübhesiz, düşünce faaliyetinin bahis mevzuu olduğu yerde, dağılmanın da, parçalanmanın da, kaosun da mühim bir yeri ve değeri vardır. Ama aslolan, toplamak için dağılmak, bütünlemek için parçalanmaktır. Düşünce tarihi, dağıldığı yerden doğrulamayan nice kavruk kafayla doludur. Ama geri gelebilenler, “yüzyılına hâkim adam” hakkıyla yaşadığı çağın vicdanı olur, dünya görüşünü örgüleştirir. Bunlar kâinat çapında soluğu olan büyük mütefekkirlerdir ve karanlık göğümüze seyrek zamanlarda uğrayan kuyruklu yıldızlar gibi, çok nadir görülürler. İşte Büyük Doğu Mimarı Necib Fazıl ve işte İBDA Dünya Görüşünün örgüleştiricisi Salih Mirzabeyoğlu!..

Onlar, bütün insanlığa şâmil bir yol haritası çıkarır; hem Doğu, hem Batı’ya dair insanlık çapında bir kurtuluş reçetesi… Böyle bir misyonu ifa edebilmek için kimsenin cesaret edemeyeceği kadar parçalanmak ve kimsenin altından kalkamayacağı kadar bütünlemek lazımdır. Onlar, “toz kanatlı bir kelebek olup, minicik gövdesine Kafdağı’nı yüklenen”, “akrebin nokta nokta ruhunu soktuğu, mevsimden mevsime girenlerdir” ve içlerinde, “tabiatta olmadığı kadar iniş ve çıkış” vardır. Bunların yeri her daim ayrıdır. Cemil Meriç -mealen- diyor ya; “Her devirde gerçek mânâsıyla sadece birkaç kişi düşünür; diğer insanlar da onların düşündüklerini düşünür.” Biraz önce “yüzyılına hâkim adam” mı demiştik? KİM’lerdi onlar?

Bu “üst-aydın”ların yanında bir de onların çeşitli mahallî zümre ve düşüncelere akseden, onlarla belli zümreler arasında “köprü” görevi gören ve bunu yerine getirebildiğince eli öpülecek, ESER SAHİBİ bir başka aydın sınıfı vardır. Bunlar belli meseleler üzerinde tefekkür ehlidir, âlimdirler, uzmanı oldukları mevzular vardır, ama basit bir allameliğin ötesinde çalışır çırpınırlar ve üstün fikirle seslendikleri zümre arasında sistemli bir anlayış, kavrayış tesis etmeye çalışırlar. Onlar asla marazî çapta bir metafizik yangının içinde tutuşmamışlardır ama metafizik hassasiyetleri, mücerrede iştiyakları vardır. İçinde yaşadıkları memleketin düşünce hayatında mühim bir yer işgal eder, bulundukları yere ve ilgilendikleri mevzuya bir değer katarlar.

Bütün bu genel tasvirden sonra, Seyyid Ahmed Arvasî hocadan bahsedebiliriz. O, kendi köşesinde sessizce işini yapan, derleyen, toplayan, bütünlemeye çalışan, belli noktalarda yoğunlaşmış, belli kavramlar etrafında hemen her mevzudan pay almaya bakan, kendi içinde tutarlı olma çabasında, ayakları yere basan, kaliteli, haysiyetli Müslüman bir Türk aydınıdır. Evet, büyük dahilerin yaşadığı cinsten infilak edercesine parçalanışlar, dünyada ne var ne yoksa süzen dalgalanışlar, büyük med-cezir’ler yaşadığını iddia edemeyiz. O, en mücerred meselelere ve metafizik problemlere dahi belli bir iç huzuru ve selim akıl planında kalarak, kavramları her ihtimal dairesinde en uç noktalara kadar kopartırcasına germeden sükûnetle yaklaşmış, daima belli hadler içinde konuşmuştur. Ucunda toparlayamamak varsa, dağılmamak en iyisi… Kaldırabileceğin kadarını yüklenmek…

Ahmed Arvasî hocayı, tesir ve eseri bakımından iki ayrı kategoride değerlendirmekte fayda var:
1- Genel Türk düşüncesi içindeki yeri ve değeri…

2- Türk Milliyetçiliği ekolü içinde ifade ettiği mânâ ve değer…

İlk pencereden baktığımız zaman öncelikle hatırlanması gereken, “Kendini Arayan İnsan” [1] adlı eseridir. Bu eser, Türk aydınında pek görmeye alışık olmadığımız bir muhteva etrafında şekillenmiş, elle tutulmaz, gözle görülmez kavramlar üzerine kurulmuştur. Metafizik mektebine bir önsöz gibidir. Bu yönüyle değerlidir.

Bizim eğitim sistemimiz mücerredden kaçınır. Belli bir tahsil görmüş, mühim ve itibarlı bir mesleğe sahib olmuş insanlar, onca mürekkep yalamalarına rağmen hayat nedir, bilgi nedir, ilim nedir, akıl nedir, zeka nedir, sezgi nedir; bunlar arasındaki yakınlıklar, zıtlıklar, birbirini tamamlayan yönler, birbirine zıt ve aykırı olan hususlar nelerdir gibi, düşünceye dair en temel kavramlar etrafında en ufak bir ilgi, bilgi ve tepkisi olmayan kimselerdir. Vasat bu olunca, ülkenin siyasetinde, medyasında söz sahibi olanların da bu kitle içinden sivrilen ve sıyrılanlar olduğu düşünülürse, kimden ne beklenir? Oysa bize Büyük Doğu-İBDA’nın öğrettiği çok mühim bir hakikat vardır ki, bir ölçü âleti gibi elimizden düşürmememiz gerekir: “Aydının öncelikli vasfı mücerrede olan ilgisidir.” Kaynak mı? Baştan sona ve neredeyse 2000 sayfalık hacmiyle BÜYÜK MUZTARİBLER…

İşte Seyyid Ahmed Arvasî hocanın Türk düşünce hayatına armağan ettiği en mühim eserlerin başında, mücerrede olan ilgi ve alâka temelinde biçimlenmiş Kendini Arayan İnsan gelir. Öyle ki, bu eser bizzat İBDA Mimarı tarafından –eserin kendi derecesinde- kabul ve tasdik görmüştür. Rahmetli Cevad Ülger Karamehmetler’in yazılarından derlenerek hazırlanan Ritmin Gücü ve Ritme Davet isimli kitaba yazdığı önsözde, “kıytırık soyu muharrir ve soytarılar panayırından” bahseden Mütefekkir, özellikle bir kişi ve eseri bunların dışında tutar: “Seyit Ahmet Arvasî Bey’in Kendini Arayan İnsan isimli eseri hariç…” [2] Tabiî aynı yazıda, bu eserin film değil de fotoğraf, dinamik değil de statik ve tek renkli vasfını da belirtir. Zaten diğer türlü olması için kavramları her ihtimal dairesinde en uç noktalara kadar kopartırcasına germek lazımdır ki, ancak İmam-ı Gazalî, Pascal, Bergson, Necib Fazıl ve Salih Mirzabeyoğlu’nda görülen bir tecrid ufkunda mümkündür.

İBDA Mimarı zaman zaman Kendini Arayan İnsan’dan belli bölümleri kullanmış ve İBDA Külliyatı içine dahil etmiştir. Hattâ 2000’li yılların başında Kartal Cezaevinde bulunan bir dostumuz [3] anlatmış ve çok hoşuma gitmişti. Kumandan, cezaevinde arkadaşlara haber gönderiyor ve Seyyid Ahmet Arvasî’nin Kendini Arayan İnsan kitabını istiyor. Maalesef o ân için kimsenin elinde mevcut değildir. Şu harikulâde latifeyle mühürlüyor meseleyi: “Galiba burada benden başka kendini arayan kimse yok.” Buradan bize düşen pay, Ahmed Arvasî hocanın bahsi geçen eserini İBDA Külliyatı’na giriş bâbında okumamız, haberdar olmamız tavsiyesidir. Külliyatta çok sık karşılaştığımız bazı kavram ve kelimeler için sözlük vazifesi görecektir. Bu eserin devamı mahiyetinde bir de İnsan ve İnsan Ötesi [4] vardır. Benzer bir kurgu üzerinde inşa edilmiş, benzer bir muhtevaya dayanır. Ancak belirtmeliyiz ki, bu ikinci eserde ilk eserdeki soru ve arayışlar, cevabı baştan belli bir propaganda diliyle yeni baştan ele alınmış, bir çeşit mücerredin tebliği gibi olmuştur. Bu sebeble, bizim şahsî kanaatimiz, okunup istifade edilmesi gereken ama Kendini Arayan İnsan cazibesinde olmayan, daha ziyade imanlı genç nesillere yol gösterme kaygısıyla yazılmış bir kitabtır.

Ahmed Arvasî hoca bu iki eseriyle kesinlikle Türk Düşünce Tarihi içinde belli bir yeri ve saygıyı hak etmektedir. Felsefî kavramları idealist bir zemine oturtmuş, o idealist zemini de İslâmî bir bakış açısının hassasiyetiyle işlemiştir. Bilindiği gibi felsefede her idealist, her ruhçu Allahçı değildir. Kendini Arayan İnsan, idealizmi Ruhçu, Allahçı, Müslüman bir zaviyede verimlendirmiştir. Sadece bu çaba bile takdire şâyandır.
Bunun dışında, Türk Milliyetçiliği açısından ifade ettiği rol ve mânâ apayrıdır ve başlı başına bir tez mevzuudur. Yarın yeni bir Türk Tefekkür Tarihi yazılacak olursa, Gökalp’lerin, Peyami Safa’ların, Cemil Meriç’lerin, Hilmi Ziya Ülken’lerin, Mustafa Şekib Tunç’ların, İdris Küçükömer’lerin, Kemal Tahir’lerin arasında kendisine nasıl bir yer bulabilir, ona ne kadar yer ayrılır emin değilim ve bilakis mütevazi de olsa ayrılması gerektiğine inanıyorum. Ama bunun dışında Türk Milliyetçiliği Tarihi diye bir başka eser yazılacak olursa, kesinlikle en mühim tesiri yapan isimlerden birisi olarak tartışmasız en tepelerde yer alacaktır. Benim için Türk Milliyetçiliği tarihinde “tesir” bakımından kırılma noktası ve eşik taşı olan dört isim vardır.

1- Ziya Gökalp: Marks nasıl kendisinden önceki başı bozuk ve dağınık yüzlerce sosyalist frekansı kuvvetli ve sistemli bir dalgada sentezlediyse, Gökalp de aynı şekilde Türk Milliyetçiliği’ni belli bir plan dairesinde sistemleştiren ilk fikir adamıdır. Kemalizme temel olmuş, İslamî devlet anlayışının yerine “üniter-ulus devlet” modelinin benimsenmesinde teori anlamında başrol oynamıştır.

2- Nihal Atsız: Gökalp’in modern-üniter-pozitivist devlet modelinin aksine bizzat Irkçı-Turancı-Romantik bir Türkçü modelin kavgasını vermiş, yeni rejimi benimsememiş, Türk Milliyetçiliği fikri üzerinde çok derin etkileri olmuştur.

3- Alparslan Türkeş: Onsuz Türk Milliyetçiliği tarihi düşünülemez. Türk Milliyetçiliğini ilk defa toplu bir siyasî aksiyona çeviren liderdir. Şartlara göre bazen Gökalp’in, bazen Atsız’ın, hattâ bazen Ahmed Arvasî’nin diliyle konuştuğu olur. Pragmatisttir. Ama Türk Milliyetçiliğini siyasî arenada aksiyona geçiren ve büyük çaplı bir teşkilat etrafında örgütleyen odur.

4- Seyyid Ahmed Arvasî: Bizce Türk Milliyetçiliği açısından en mühim eşik taşlarındandır. Türk Milliyetçiliği için kıvrılma ve İslamî bir hayat görüşüne, Gökalp’in temellerini yıktığı İslâmî devlet nizamına geri dönüştür.

Seyyid Ahmed Arvasî hoca âdeta Büyük Doğu Mimarı’nın Ülkücü Hareket içindeki sesi ve gölgesi gibidir. BÜYÜK DOĞU’nun Milliyet ve Milliyetçilik fikrini muhteva olarak alır ve hitab ettiği kitlenin âşina olduğu kavram ve kelimelerle yeni baştan yazıp, şuurlara zerkeder. Türk-İslâm Ülküsü’nde [5] âdeta bir devlet modeli yazılıdır. İdeolocya Örgüsü’nün bütün kâinat çapına seslenen ve İslama muhatab devlet prensibleri olan Başyücelik Modeli’nin Türkiye özelinde ve Türk’ün sosyolojik ve mahallî şartları içinde yeni baştan görünüşüdür. Başarmış, başarmamış; şu veya bu cümle bu tesbiti tekzib eder, şurada veya burada aykırı bir yazı vardır. Bunlarda değilim… Eserin genel görünüşünden ve yapılmak istenen, varılmak istenen hedeften bahsediyorum. Özellikle ikinci cilt, Türk’ün idaresindeki İslâm devletinin mükellefiyetleri, idarî ve iktisadî yapısı üzerinedir. Ülkücü Hareket Seyyid Ahmed Arvasî’nin eserlerinden sonradır ki, İSLÂMCI mücadelenin bir parçası, bir yanı, Türkiye şartlarındaki bir görünüşü olmuş, Kemalist-Pozitivist temellerin yerini Allah ve Resûlünün nizamı için “Kanımız Aksa da Zafer İslam’ın” diyen, bütün samimiyetiyle “Çağrımız İslâmda Dirilişedir” davetini yapan bir gençlik almıştır. Üstad Necib Fazıl’dan aldığı ilham ve ışıkla Seyyid Ahmed Arvasî bu işte başroldedir.

Biz, daha ziyade, içinde bulunduğu siyasî atmosferin dışında genel olarak Türk tefekkürü için ifade ettiği değeri belirtmeye çalıştık. Çünkü onu anlatırken genellikle hep Türk-İslâm Ülküsü ve etrafında yazdıkları konuşulur, yazılır ve Kendini Arayan İnsan hep karanlıkta bir yerdedir. Sadece eser listesinde bir madde olarak geçiştirilir, üzerinde durulmaz. Sanırım bu ülkede Salih Mirzabeyoğlu dışında gerçekten Kendini Arayan İnsan kalmamış.

Vefatının 26. yılında değerli hocamıza yeniden rahmet dileriz. Hasretini çektiği gençlik, BÜYÜK DOĞU-İBDA saflarında her geçen gün biraz daha halkalanmakta, biraz daha aslî mekânıyla bütünleşmektedir. Rahmetli Arvasî hocanın son yazdığı şiirin son dörtlüğü ile bitiriyoruz yazımızı:

Boşaldı zemberekler, yoruldu yelkovanlar

Hâlâ soracak mıyız: “Kurtarıcımız nerde?”

Ölümün ötesinde gerçek hayat umanlar,

Yaramıza son merhem, şimdi, Son Peygamber’de. (6)



DİPNOTLAR:

1- Kendini Arayan İnsan, Seyyid Ahmed Arvasî, Burak Yayınevi, İstanbul.

2- Ritmin Gücü ve Ritme Davet, Cevad Ülger, İBDA Yayınları, İstanbul 1985, s. 6.

3- Hayreddin Soykan’dan naklen.

4- İnsan ve İnsan Ötesi, Seyyid Ahmed Arvasî, Burak Yayınevi, İstanbul.

5- Türk-İslâm Ülküsü, (üç cilt), Seyyid Ahmed Arvasî, Burak Yayınevi, İstanbul.

6-Şiirlerim, Seyyid Ahmed Arvasî, Berekât Yayınevi, 1.Baskı, 1989, s.96

Kaynak: Adımlar dergisi

AHMED ARVASİ’NİN İBDACI TAVIR DERGİSİYLE YAPTIĞI RÖPORTAJ (1987)
Yayına Hazırlayan: Gökhan YAMANGÜL
31 Aralık 2017



TAKDİM

Esseyid Abdülhakîm Arvasî Hazretleri’nin yeğenlerinden olan ve Üstad Necip Fazıl’ın muradı doğrultusunda o dönemin Ülkücü gençliğinde henüz hissiyat hâlinde bulunan İslâm inancını şuurlu ve adı konulmuş bir ideale dönüştürmek için senelerce mücadele eden ve eser üreten Ahmed Arvasî Hocamız’ın bugün 29. vefat yıldönümü.

Türk-İslâm Ülküsü adlı üç ciltlik ünlü eserinde milliyetçiliği İslâm fırınında pişiren ve din temelli bir yorum getiren, Türk Milliyetçilerine Türk Milletini değerli kılacak biricik vazifenin Allah ve Resûlü’nün nizâmını yeryüzüne hâkim kılma mücadelesi olduğunu telkin eden Arvasî Hoca’nın ayrıca “Kendini Arayan İnsan”, “İnsan ve İnsan Ötesi” ile “Diyalektiğimiz ve Estetiğimiz” gibi Ehl-i Sünnet çizgisindeki bütün Müslümanlara yol gösterici ve hepsini kucaklayıcı kitapları da vardır.

Ömrü boyunca Türk’ün düşmanlarıyla İslâm’ın düşmanlarının aynı kaynaktan geldiğini ve İslâm’ı da Ehl-i Sünnet hassasiyetiyle anlamaya ve anlatmaya çalışan bu değerli insanın, son senelerde, başta Ülkücülük iddiasında bulunan kesimlerin bir kısmı tarafından “yokmuş” gibi “unutturulmaya” çalışıldığını esefle görmekteyiz. ADIMLAR olarak hocamızın üstündeki bu suskunluğu kırmak için onun belli başlı yazılarını zaman zaman paylaşmayı düşündüğümüz gibi yazarlarımız ve takipçilerimizden de ona dair çalışmalar beklediğimizin bilinmesini isteriz.

Ahmed Arvasî’ye yönelik suskunluğun arkasında, Türk’ü İslâm’ın, İslâm’ı da Türk’ün dışına itmek niyetinin olduğunu fark etmiyor değiliz. İslâmsız bir milliyetçiliğe ve Türk karşıtı bir İslâmcılığa prim vermeyen ADIMLAR çizgisi, Ahmed Arvasî Hoca’ya da hak ettiği ilgiyi göstermeye çabalayacaktır, inşallah.

Hocamız sağlığında dönemin İbdacı dergilerine iki kapsamlı röportaj vermiştir. Bunlardan ilki 1987 senesinde Tavır dergisine olup, aşağıda okuyacaksınız. Diğeri de 1988 sonbaharında Karar dergisi için Adımlar Platformu Genel Başkanı Ali Osman Zor ile Ali Hışıroğlu tarafından gerçekleştirilmiştir. Bu ikincisi aynı zamanda Ahmed Arvasî Hoca’nın ömrünün son röportajı olup, kısa süre sonra vefat edecektir. İlerleyen günlerde Sayın Ali Osman Zor’un gerçekleştirdiği bu röportajı da yayınlamak niyetindeyiz.

1988’in 31 Aralık günü, her defasında olduğu gibi abdestini alıp daktilosunun başına geçen hocamız, son yazısını tamamlayamadan vazifesi başında vefat etmiştir. Onu rahmetle anarken, okuyucularımızdan ruhuna bir Fatiha beklediğimizi hatırlatır, dönemin İbdacı dergisi Tavır’a verdiği röportajı da olduğu gibi takdim ederiz.

Gökhan YAMANGÜL – 31 Aralık 2017



RÖPORTAJ



Soru: Çok genel bir yaklaşımla sorarsak; objektifinizi Türkiye manzarası üzerine çevirdiğinizde neler müşahade ediyorsunuz?

A. ARVASÎ: İnsanın hayata hangi gözle bakacağı biraz mizaç meselesi olduğu gibi, biraz da gerçekler karşısında tavır alışını temin eden birçok faktöre bağlıdır.

Bugün, “Türkiye’nin hâli çok güzel, mükemmelen 21. yüzyıla doğru en iyi adımlarla gidiyor” diyenler de var. “Türkiye batıyor, mahvoluyor” diyen çevreler de var. Tabiî bu, aynı zamanda bir iktidar muhalefet meselesi…

Şimdi ben, üzülerek söyleyeyim ki, (objektif bir tespit olduğunu zannettiğim için söylüyorum) İslâm âlemiyle beraber Türkiye üç asırdır çok perişandır! 18. 19. 20. asırlar, Avrupa için ne kadar bir zaferler çağı ise Türk ve İslâm ülkeleri için bir mağlubiyetler, sömürülmeler asrı olmuştur.

İslâm dünyasını ayakta tutan Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılmasından sonra, sömürgeleşmiş bir İslâm dünyası ortaya çıkmıştır. Afganistan’dan, Mısır’dan, Çin’den, Rusya’dan Afrika ülkelerine kadar yarı sömürge, tam sömürge hâlinde yaşayan bir Müslüman ülkeler manzarası. İşte Türkiye’nin hâli de malûmunuz… Hangi yollardan, hangi yıkımlardan geçti…

Artık bugün, Türkiye ve İslâm dünyası, kendini çok çeşitli renklerle tezahür ettiren emperyalist güçlerin boyunduruğundan kurtarmaya çalışmaktadır. Fakat görünen odur ki, bu boyunduruk çok şiddetli vurulmuştur. Hâsılı ben, İslâm dünyasının ve Türkiye’nin üç asırdan beridir yenik, mahzun, zelil ve perişan olduğuna inanıyorum.

Soru: Çizdiğiniz bu üç asırlık perişan tablo içinde kurtuluş hareketleri yok muydu? Veya varsa hangi seyirdeydi?

A. ARVASÎ: Elbette, herkesin kendine göre bir kurtarıcısı ve kurtuluş fikri vardı. Fakat bu umumiyetle dışarıdan ithâller şeklinde cereyan etmiştir. İslâm âlemi, kendisine İslâm âlemi dışında kurtarıcı fikirler, güçler aramıştır.

Bizde ise bu arayışlar, “Alman usûlü mü, yoksa Amerikan mandacılığı mı vs. daha iyi” şeklinde tezahür etmiştir. Ve hâlâ da kurtuluş reçeteleri dışarıda aranmaktadır. Bugün “aydın” dedikleri çevrede, bir tanesi dahi kendi kültürünün kaynaklarına inmemiştir. Bizim hocalarımız vardı; Almanya’da kalmış Almancı olmuş, Fransa’da okumuş, Freud’cu olmuş, Amerika’da yetişmiş, William James’ci olmuş… Sonra gelmişler bize sosyoloji, psikoloji anlatıyorlar. Katiyen biz değiliz. Tarihimizi dahi başkalarına yazdırmaya kalkmışlar. Mimaride, musikide aynı şekilde dışarıda arayışlar… Tabiî bu yalnız Türkiye’de olmamıştır. Bütün İslâm âleminde kurulan örgütler, şunlar-bunlar hepsi yabancı kökenli olmuştur.

Soru: Peki, şimdiki durum nedir?

A. ARVASÎ: Bu hâlin de bir tepki doğuracağı muhakkaktı. Hareketi kendinde arama gayretleri baş göstermesi gerekiyordu. Bu normaldi…

Bakın bizde, Tanzimat-Meşrutiyet döneminde Müslüman kitle müdafaada, aydın umumiyetle, yabancı kültürler adına taarruzdadır. Mustafa Reşit’ler, Ali Paşa’lar, Mithat Paşa’lar, İttihat Terakki, Jön Türk hareketi hep bize karşı taarruz halindedir. Müslüman kitlenin hareketi ise hep reaksiyoner hareketlerdir. Aksiyon yabancı güçlerde ve onların elemanlarında olmuştur. Haddizatında bu reaksiyoner tavır bir gericiliktir de… Bunu söylemekten korkmamak lâzım… Devamlı pasif konumda kalmak, bilmeden karşı çıkmak, sonuçta bütün empoze edilen şeyleri kabule götürmüştür. Şapkasıyla, kanunuyla, musikisiyle topyekûn gelip yerleşmişlerdir.

Hani, “alınız tekniği ile, ilmini batının” filân diyor ya Akif… Ama olmuyor işte. Adam geldiği zaman tam geliyor. “Sana tank vereceğim, silah vereceğim” demiyor sadece. “Bunları vereceğim ama şunları şunları da sen yapacaksın” şartını getiriyor.

Yani ortaya bir alternatif konulmamış. Devamlı statüko savunulmuştur.

Soru: Efendim, şimdiki durumu sormuştum…

A. ARVASÎ: Tamam oraya geliyorum. Kendini arama safhası ayrı bir safhadır. Bu, kendi özüne dönme hareketi, hammaddesi kendimiz olan bir medeniyet kurma çabasıdır.

İmparatorluğun taçlarından bir Selimiye çıkacağını ispat ettiği içindir ki, Mimar Sinan büyüktür!

Şimdi yeni yeni, reaksiyoner hareketler kendini işlemekte ve aksiyon hâline dönüşmektedir. Çağa yeni mesajlar vermenin arefesindeyiz. Reaksiyoner hareket bugün Türkiye’de ve dünyada aksiyoncu bir hâle geçecek ümidini vermek üzeredir. Fakat hemen belirteyim, henüz bu ümidi vermedi. Hatta bu hareketlerin birçoğu yanlış temele oturtulmuş, İslâm’ı saptırma tehlikesi ve gafleti içindedir. Bunlar içinde, “kaynak”tan yapalım iddiasıyla Sahabeye dil uzatacak kadar ileri gidenler olduğu gibi İslâm’ı sosyalist vagona takma gayretinde olanlar da vardır. Nurettin Topçu’yu bilirsiniz. Aynı şekilde H. Hatemi’de de aynı renkten çizgiler görüyorum. Biz bütün bu hareketler karşısında diyoruz ki, bizzat Kur’an-ı Kerim’e ve onun gösterdiği kaynaklara göre hareket edeceğiz. Bu da Ehl-i Sünnet Vel Cemaat yoludur. Sünnet ve cemaat ehlinin ışığıyla meselelere yaklaşmak gerekir. Bakın bu konuda Necip Fazıl Bey’in getirdiği çözümler çok sağlamdır. Ben bugün gençlere, onun eserlerindeki anlayışı tavsiye ederim. Bizim mütefekkirimiz, edibimiz, şairimiz, sanatkârımız Necip Fazıl’dır.

Soru: Peki efendim, O’nun “vasıta sistem” olarak nitelendirdiği “Büyük Doğu İdeolocyası”nı nasıl değerlendiriyorsunuz?

A. ARVASÎ: “Büyük Doğu”yu çok severim ve ondan çok istifade ettiğimi belirtmek isterim. Ve hakikaten Necip Fazıl, bizim fikir babamızdır. Büyük Doğu mektebi de davaya giden yoldur. Büyük Doğu davanın adı değildir, davanın adı İslâm’dır. O, bizi DAVAYA götüren merhalelerden biridir. Kök olarak Büyük Doğu mektebinden yetişmişizdir. Büyük Doğu’nun da davasının ne olduğunu bilerek Büyük Doğu’cu olmak gerekir. Ve ben, bu konuda Necip Fazıl’ı tavizsiz bir üstat olarak bilirim. Fikirlerinin bugünkü Türk gençliğine büyük tesiri olacağına inanıyorum.

Ben kendi adıma söyleyeyim, Büyük Doğu’nun davasının ne olduğunu bilerek Büyük Doğu’cuyum.

İslâm âleminin 20. yüzyılda yetiştirdiği ender dâhilerden biri Necip Fazıl’dır. Hatta diyebilirim ki, Türkiye’nin tek Nobel adayı O’dur… Ama hiçbir zaman alamayacak olan da yine O’dur.

-Teşekkür ederim.

TAVIR DERGİSİ, 2. Dönem, Mayıs 1987, Sayı: 2, s. 11,12

Kaynak: Adımlar dergisi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder
Önceki mesajları göster:   
Bu forum kilitlendi: mesaj gönderemez, cevap yazamaz ya da başlıkları değiştiremezsiniz   Bu başlık kilitlendi: mesajları değiştiremez ya da cevap yazamazsınız    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> İZ BIRAKANLAR Tüm zamanlar GMT
1. sayfa (Toplam 1 sayfa)

 
Geçiş Yap:  
Bu forumda yeni başlıklar açamazsınız
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz
Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız


Powered by phpBB © phpBB Group. Hosted by phpBB.BizHat.com


Start Your Own Video Sharing Site

Free Web Hosting | Free Forum Hosting | FlashWebHost.com | Image Hosting | Photo Gallery | FreeMarriage.com

Powered by PhpBBweb.com, setup your forum now!
For Support, visit Forums.BizHat.com