EntellektuelForum Forum Ana Sayfa EntellektuelForum

 
 SSSSSS   AramaArama   Üye ListesiÜye Listesi   Kullanıcı GruplarıKullanıcı Grupları   KayıtKayıt 
 ProfilProfil   Özel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapınÖzel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapın   GirişGiriş 

Üç boyutlu Hollywood Marksizmi

 
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> SİNEMA-TV-TİYATRO
Önceki başlık :: Sonraki başlık  
Yazar Mesaj
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Pts Nis 16, 2012 10:06 pm    Mesaj konusu: Üç boyutlu Hollywood Marksizmi Alıntıyla Cevap Gönder

Üç boyutlu Hollywood Marksizmi
Peren Birsaygılı Mut
16 Nisan 2012



James Cameron’un 11 Oscarlı meşhur Titanic uyarlaması, geminin batışının yüzüncü yılı nedeniyle, bu kez üçboyutlu olarak tekrar vizyona girdi. Çekimleri 1997 yılında tamamlanan film, bu zamana kadar çok büyük bir izleyici kitlesi ile buluşmayı başarmıştı zaten. Hemen hemen bütün eleştirmenler tarafından da, gayet iyi yorumlar almıştı. Tek tük ortaya atılan eleştirilerin temel noktası ise, böylesine büyük bir trajedinin bir aşk filmi olarak pazarlanmış olmasıydı.

Burada, küçük bir parantez açıp filmin yönetmeni James Cameron hakkında bir şeyler söylemekte fayda var. Terminatör, Titanic ya da Avatar gibi dünyanın en çok hasılat yapan filmlerinde imzası olan Cameron, aslında çizgisi çok ama çok belli bir yönetmen. Ne Tarantino gibi karamizahın sınırlarını zorlamaya çalışıyor, ne de Coen kardeşler gibi değişik bir dünya algısı sunma kaygısı taşıyor. Birşeyler öğreteyim ya da sosyolojik mesajlar vereyim gibi dertleri de yok. Kullandığı formül de aslında daima aynı. Filmin ilk yarısında dikkat çektiği her ne varsa, örneğin bir silah, filmin ikinci yarısını bunun üzerine kuruyor. Cameron’un asıl dikkat çekici tarafı, filmlerinde sinema sektörüne henüz gelmemiş hangi teknolojik özellik varsa, kullanmaya çalışması. Peki kullanıyor mu? Evet hem de sonuna kadar...

James Cameron’un 1512 kişinin hayatını kaybettiği Titanic’i fakir oğlan-zengin kız arasında yaşanan bir aşk hikayesi üzerinden anlatması, daha önce bir sürü örneği yapılmış, çok bilindik bir yöntem aslında. Sınıfsal farklılıklar beyaz perdeye aktarılırken kullanılan en büyük klişe, filmi bir aşk hikayesi etrafında kurgulamak.

Batan geminin aşıkları Jack ve Rose’un hikayesi, bu örneklerden sadece birisi. Ancak Titanic’in asıl trajedisi, savaş öncesi Avrupa’sının kasvetli ve tutucu havasından kurtulmak için “Yeni Dünya”ya doğru yola çıkan insanların yaşamöykülerinde gizli. Geminin “Britanya’nın lanetlileri” İrlandalı işçiler tarafından yapılmış olması da, hikayenin en dikkat çekici ayrıntılardan. George Orwell’in “Paris ve Londra’da beş parasız” isimli bir romanı var. Orwell burada dönemin şartlarını ve “ayaktakımının” hayatta kalma mücadelesini çok güzel resmediyor. Jack London’un başyapıtı “Martin Eden”i de hatırlamadan olmaz elbette. Gemiye binen insanlar işte böyle bir hayatı geride bırakarak yola çıkıyorlar.

Hakkını yemeyelim; Cameron da, Titanic’de bu sınıfsal çelişkilerin altını çizmeye çalışıyor. Zira İngiliz ve Amerikan aristokrasisinin 20. yüzyıl başındaki değer yargılarına yönelik eleştirilerini film boyunca görmek mümkün. Ölenlerin büyük çoğunluğunun 3.sınıf yolcuları olduğunu biliyoruz. Cameron da, bu kamaralarda seyahat etmek zorunda olan işçiler ve göçmenler ile asillerin seyahat şartları arasındaki farkların altını kalın çizgilerle çiziyor.

Ancak bunu esaslı bir politik sınıf bilincine sahip olduğu için yaptığını söylemek mümkün mü?

Elbette hayır!

Yönetmenin asıl kaygısı gişeleri sallamak. Slavoj Zizek, geçtiğimiz senelerde James Cameron’un gişeye yönelik yüzeysel bir “Hollywood Marksizmi” yaptığını iddia etmişti. Aşağı sınıflara kaba saba bir biçimde iltimas geçerken, zenginlerin acımasız bencilliğini karikatür düzeyinde tasvir etmesinin bizi yanıltmaması gerektiğini söylemişti. Ve yoksula duyulan şefkatin altında vahşice bir sömürme isteğinin gizli olduğunu ilave etmişti. Zizek’in vurguladığı sömürü ihtiyacı, bir zenginin yoksulların hayatına ucundan kıyısından da olsa dokunarak –bazen haklarında bir film izleyerek, bir kitap okuyarak, ya da sokakta gördüğü bir yoksula sadaka vererek- kendi hayatına renk katmaya çalışması demek. Titanic’in 11 Oscar aldığı ödül gecesinde, konukların filmi avuçlarını patlatana kadar alkışlamaları da bunun bir örneği. Oysa üzerlerinde onbinlerce dolarlık kostümlerle orada oturan insanların hiçbirisi, hayatında bir gün dahi bu kadar dibe vurmamış.

Son olarak Hollwood sinemasının, sistem içerisinden sistemi eleştirmesinin de artık kabak tadı verdiğini söylemekte fayda var.

“Özeleştiri” niyetine ortaya çıkan Hollywood akımları aslında küstahlıktan başka ne ki?

“İşgal ederim, katlederim, yoksullaştır bir dilim ekmeğe muhtaç bırakırım, ama gerekirse filmini de çekerim. Hatta canım isterse oyuncağını, tişörtünü falan da üretirim...”

Bu mudur yani?

perenbirsaygili@gmail.com
Kaynak: haber10
_________________
Bir varmış bir yokmuş...
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Önceki mesajları göster:   
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> SİNEMA-TV-TİYATRO Tüm zamanlar GMT
1. sayfa (Toplam 1 sayfa)

 
Geçiş Yap:  
Bu forumda yeni başlıklar açamazsınız
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz
Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız


Powered by phpBB © phpBB Group. Hosted by phpBB.BizHat.com


Start Your Own Video Sharing Site

Free Web Hosting | Free Forum Hosting | FlashWebHost.com | Image Hosting | Photo Gallery | FreeMarriage.com

Powered by PhpBBweb.com, setup your forum now!
For Support, visit Forums.BizHat.com