EntellektuelForum Forum Ana Sayfa EntellektuelForum

 
 SSSSSS   AramaArama   Üye ListesiÜye Listesi   Kullanıcı GruplarıKullanıcı Grupları   KayıtKayıt 
 ProfilProfil   Özel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapınÖzel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapın   GirişGiriş 

İçi boş bir dindarlık yükseliyor

 
Bu forum kilitlendi: mesaj gönderemez, cevap yazamaz ya da başlıkları değiştiremezsiniz   Bu başlık kilitlendi: mesajları değiştiremez ya da cevap yazamazsınız    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> ŞERİAT
Önceki başlık :: Sonraki başlık  
Yazar Mesaj
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Sal Ağu 16, 2011 9:50 pm    Mesaj konusu: İçi boş bir dindarlık yükseliyor Alıntıyla Cevap Gönder

İçi boş bir dindarlık yükseliyor

İçi boş bir dindarlığın yükseldiğini söyleyen Prof. Sadettin Ökten, "Hayata yön veren bu çağdaki medeniyet telakkisini İslam'a yamamaya çalışıyorsanız olmaz" diyor.

Yüksek İnşaat Mühendisi olmasının yanında şehir ve medeniyet, özellikle de İslâm medeniyeti konularındaki entelektüel birikimiyle tanıyoruz Prof. Dr. Sadettin Ökten'i. Ökten bizi İlim Yayma Cemiyeti'nin Atik Valide Külliyesi'ndeki şubesinde misafir etti. Burada kurduğu küçük bir grup ile Medeniyet Okumaları başlığı altında çalışmalar yapıyorlar. Kendimiz olmak istiyorsak hem kendi medeniyetimizi hem de diğer medeniyetleri çok iyi tanımamız gerektiğini düşünüyor Ökten. Şu an Batı Medeniyeti kitabının çevirisi üzerine yoğun şekilde çalışan Ökten ile babası Celalettin Ökten'in İmam Hatip okullarını kurma çabalarını, kendisinin musiki ve deniz sevgisini, günümüz Müslümanlarının yeni bir medeniyet telakkisi oluşturmak için neler yapması gerektiğini konuştuk. İtiraf etmeliyim ki bugüne kadar sohbet ettiğimiz kişiler içinde en ümitvar olanı Prof. Sadettin Ökten'di. Ökten geçmişi iyi okursak günümüz şartlarını da değerlendirerek yeni bir anlayışı ortaya koyabileceğimizi düşünüyor. Ökten'in gözlerindeki muzip ışıltılar eşliğinde yaptığımız sohbet, eminim beni memnun ettiği kadar sizi de memnun edecek...

FOTOĞRAF: VURAL YAZICIOĞLU
EMETİ SARUHAN / BİRAZ MUHABBET

İslam bir numune-i imtisal medeniyeti getiriyor diyorsunuz. Bu ne demek?

İslam Batı'dan çok farklı. Batı uygarlığında "human/ ben" dedikleri, meçhul insandır. Artısı eksisi ile insandır. Bu insan günah da işler, sevap da yapar. Bu insan prototipdir. Herkes onda kendisinden zaafı, üstünlüğü ile bir pay bulur. Humanite insanı kutsar. İslam'da bir peygamber vardır, onun yaratılması hürmetine kainat yaratılmış. Bu peygamber beşer olarak her şeyin en üst noktasında. Bir ilah değil ama insanın gelebileceği en üst noktada, Makam-ı Mahmut'ta. Müslümanlara o peygambere benzeme öneriliyor. O peygambere öykünmemiz gerekiyor. Hristiyanlık'ta üçleme var, peygamber imgesi yok. Çünkü uluhiyet atfediliyor. Siz İsa olamazsınız. Bizde öyle değil, peygamber olamasan da ona benzeyeceksin. Risaleti abdiyetinden sonra gelir. Özgür değilsiniz, ona benzemek mecburiyetindesiniz. Temel fark bu.

ZOR BİR VARTADAN GEÇİYORUZ

Türkiye Müslümanları dini hayatın mihverine oturtmuyor derken ne demek istiyorsunuz?

E oturtamıyorlar. Yeni tanıştılar, çok hoşlarına gitti bu modernite. Otomobiller, seyahatler, evler, paralar... Devamı var mı onu söyleyin. Dünyevi şeyler herkesin hoşuna gider. Şimdi şaşırmış vaziyetteler. Biraz geçsin bakalım. Hayatlarının mihverine dini oturttuğunu iddia edenler de çok iddialılar. Ben iddiadan hiç hoşlanmam çok da korkarım. İnsan oturttum derken oturtamayabilir. Ben şu anda Türkiye'de yaşayan ve İslami endişesi olan insanları da hiçbir şekilde itham etmiyorum çünkü zor bir vartadan, bir çukurdan geçiyoruz.

Ama muhafazakarlık ve dindarlık yükseliyor gözüküyor?

Biraz içi boş bir dindarlık gibi gözüküyor. Müslümanlar olarak bu çağda bir medeniyet telakkisine sahip değilsiniz. Hayata yön veren, bu çağdaki medeniyet telakkisini, İslam'a yamamaya çalışıyorsanız bu olmaz. Bir duruş sergileyip o duruş içinde tutarlı bir program uygulamak gerekiyor. Bu çok zor bir şey ama yapılmaz diye bir şey yok.

Nasıl bir duruş?

Bunun ipuçları geçmişte var. Geçmişe bakıp, çağa bakacaksınız, 'Bismillah' deyip bir içtihadla bir kompozisyon ortaya koyacaksınız. Bunu yapmış insanlar eski zamanlarda. Batı'nın modernite ile başlattığı şey işte o. Ama modernite bitti artık. Şu an dünyaya bir şey söyleyemiyor. 12 milyon Somali'de açken, modernite hâlâ New York piyasasıyla oynuyor. Bu ortamda pekala sanal bir dünyaya geçebilirsiniz ama biz hâlâ sanal dünyanın yeni çıkan elemanlarıyla sarhoş vaziyetteyiz. iPad'lerle mesela.

Ama siz Türkiye kapitalist dalgaya kapılmadı da diyorsunuz?

Allah'tan kapılmadı. Sarhoş ama zaman zaman ayılıyor. "Ben ne yaptım" diyor sonra tekrar kapılıyor. Selde bir çıkıp bir batan insan gibi Türkiye. Şu anda öyle bir durumda insanlar, onu toparlamaya çalışıyorlar. Bu yüzden geçmişin çok iyi bilip yorumlanmasına çok önem veriyorum. Fakat şu anda yaşayan Türk insanı geçmişi bilecek alt yapıya sahip değil ve sabrı hiç yok. Bir şey olacak zannediyor. Bir şey olmaz. Maziyi bilip yorumlamazsanız bir sonuca varamazsınız.

Nasıl yorumlayacağız geçmişi?

Zaman ayırıp belli bir entelijansiyanın, belli bir yeteneği olan tabakanın, imkanların tahsis edilmesiyle, özellikle İslam medeniyetinin aşama yaptığı, açılım getirdiği zamanları, yorum bilgi ve hikmetle ele alıp, özümseyip, sonuç çıkarması lazım. Bunun paralelinde Batı'nın da bilinmesi gerekiyor. Aradaki farkı görüp özgün bir yorum çıkarabilirsiniz. Şimdi Türkiye'de yaşayan bir insan AVM'lerde hayatın içinde savrulurken postmoderniteyi bilmez. Batı'nın sona erdiğini anlayamaz. Onun gözünde son çıkan film, model Anjelina Jolie vs. vardır ama Batı bu değil. Batı artık "Benim insanlara söyleyecek lafım kalmadı" diyor. Postmodernite bunu ortaya koyuyor. Bunlar bilinmesi kolay şeyler değil. Anlayıp yorumlamanız gerekiyor.

O seviyede insanımız var mı?

Yetiştirirseniz olur. Akıllı insanımız var. 1994'te İstanbul Belediyesi el değiştirdiğinde beni danışman olarak aldılar. "Hemen bir ekip kuralım ve dünyayı tanımaya başlayalım. İstanbul Vakfı kuralım" dedim. O zaman kurulsaydı 16 senelik olacaktı. Zamanı değerlendirmezseniz elinizden kayıp gider. Bizim yaptığımız mektebi iptidai seviyesinde eğitim vermek, bunla bir yere varılmaz. Mümtaz Turhan Hoca vardı rahmetli. O, "Eğitim seferberliği, herkesi ilkokul mezunu yapmak hiçbir anlam taşımaz. Çünkü bir toplumu entelijansı, uzmanlar bir yere götürür. O gidilen yerde okuma yazmayı öğrenmek gerekiyorsa okuma yazma öğrenilir" diyordu. Bunu söyleyeli 50 yıl oldu. Ben bakıp utanıyorum, bazı ilerici taifesi hâlâ okuma yazma kursları açıyorlar.

Modern çağda İslami hayat yaşanabilir mi?

İslami hayattan ne anlıyoruz onu konuşmak lazım. Şüphesiz çok mümkündür. Bu kainatı Allah yaratmıştır ve tüm güzellikleri buraya lütfetmiştir. Coşku içinde yaşarsanız, hizmete dönük, şevkle, zevkle, tam İslami bir hayattır. Ama "yapma"ları öne çıkarırsanız olmaz. Zaten öyle bir coşku yakaladığınız zaman Allah'ın "yapma"larını zaten siz yapmazsınız, canınız yapmak istemez. İslami bir coşkudur bu. İşte biz bu coşkuyu kaybettik. O coşkuyu kaybedince "yapma"ları söyleyenlerin lafı da etkisiz. Çünkü onların da coşkusu yok. Kendi nefisleri tatmin için söylüyorlar çoğu kez. Terbiye yöntemi bu değildir. İnsanın yaratılmışlar arasında eşrefi mahlukat olduğunu hissettiğinizde sonbahardan, ilkbahardan, güneşten, çocuklardan her şeyden büyük haz duyarsınız. Çünkü hepsinde onun aksinin görürsünüz. Sonsuz aksi vardır. 3-5'ini yakalarsanız biter. İslami hayat odur.

KİMLİK ARAYIŞI İÇİNDEYİZ

Osmanlı'ya ait kavramlar neden yükselişte sizce?

Millet kimlik arıyor. Tanzimat'ta verilen kimliklerin modası geçti, soldu. Bir Osmanlı kaldı. Osmanlı'ya bakanlar da önce kenarda köşede kalmış, harcı alem olmuş şeyleri görüyor. İlk önce onları görecek, doğru. Osmanlı'nın ciddi yorumuna girmek için iyi bir alt yapı lazım ve sabır lazım. Bunu şiirde çok net görüyorum. Osmanlı'da bir şiir zevki var, adım adım geliyor bu güne kadar. Fakat buna sahip olmak için çok ciddi bir alt yapınız olması gerekiyor. Onun yerine bizim şairler bunalım şiiri yazıyor.

(..)

Müzikle ilgileniyor musunuz?

Tabii tanbur çalıyorum. Klasik Türk Musikisi ile ilgileniyorum çok uzun zamandır. Bir konservatuar maceram var gençlik yıllarımda. Müzik benim hayatımda çok önemli. Bizim medeniyetin çok mühim bir fayda vasıtası. Zaten bütün ciddi sanatlar öyledir. Batı uygarlığını anlamak istiyorsan Batı resmini çok iyi anlayacaksın.

(..)

Mühendislik okumaya karar vermenizde etkili olan neydi?

Onu da babam seçti. Şimdi diyeceksiniz ki "sen ne biçim adamsın" (gülüyor) ama öyleydi. Kader bir yerde size bir şeyler söylüyor. Babanız söylüyor, bir kız seviyorsunuz o söylüyor, şeytan söylüyor, biri bir şey söylüyor işte. Benim de babam söyledi.

Okulunuzu sonradan mı sevdiniz?

Sonra kabullendim ve sevdim. Lisans okuyanlara da bunu söylüyorum. Ne okursanız okuyun ciddi bir lisans okuyun. Sağa sola savrulmayın, sonra istediğinizi yaparsınız. Ama ilim okuyun. Teknik üniversite belki ilim değildi ama ilme çok yakındı. İyi de olmuş.

Konuşmalarınızda Yunus'tan çok örnek veriyorsunuz. Neden?

Çünkü kolay.

Kolay?

Arapça bilsem Arapça vereceğim örnekleri, daha havalı olacak. Bir çok dostum var öyle yapan. Ben bilmediğim için Yunus'tan veriyorum. Böylece hafif sol da görünüyor (gülüyor). Yunus bir aşk adamı. Osmanlı medeniyet yorumunda da aşk çok baskın. Yunus onun için benim çok gündemimde olan biridir. Hayata nihai olarak aşk gözüyle bakıyor. Olayları akılla alırsanız bir yerde düğüm olur, aşkla kabul edeceksiniz. Yunus'un yaptığı bu.

Şehirlerimizin ölçüsü bozuldu

Türkiye'deki yapıları nasıl buluyorsunuz?

Fecaat. Hiç konuşmayalım. Türkiye insan gibi yaşamak istiyorsa bütün yapılarını yıkacak. Tekrar kendisi tıkır tıkır adam gibi bir şehir kuracak

Nasıl bir şehir olacak?

İnsani bir şehir

Neleri barındırır insani bir şehir?

Bir kere ölçek çok mühimdir. Bakın serçeler hangi irtifadan uçuyor, kargalar hangi irtifadan uçuyor. Ağaç ne kadar büyüyor, siz bir nefeste kaç adım atabiliyorsunuz. Bunların içinde Allah'ın, tabiatın verdiği bir alt limit, üst limit var. İnsan bu ölçüleri bozabiliyor. 100 katlı, 200 katlı bina yapabiliyor. Bozmayın bu ölçüyü. Şehir yapıyorsanız çok yükselmeyin. Ölçü bozulduğu zaman önce gözün ölçüsü bozulur, sonra kalbin ölçüsü. Şu anda biz ölçüsü bozulmuş kalplerle yaşıyoruz. Kalbin ölçüsünün bozulması hırstır. Haris olursunuz.

Yeni yapılan camileri estetik olarak nasıl değerlendiriyorsunuz?

İslam entelijansiyasını kaybetti. Münevveri yok. Nüfus arttı. Şehirlere geldi, sanayi devrimine girdi. Cami lazım. Halk da kendi görgüsüne göre bir şeyler yaptı. Bunlar çıktı ortaya; varoş camileri. Onları suçlamıyorum. Bunları yıkıp yerine yenisini yapmak çok kolaydır.

Tasarım camiler var son dönemde?

İnsanlar bir şey arıyorlar. Deniyorlar. Denenecek bunlar, yalnız ben bir şey deneyeyim diye yapılmaz. Bütün sanatların doğduğu toplumdan gelen bir alt yapısı ve kurallar bütünü vardır. Diyelim ki 13. Yüzyıl'da bir gotik kilise yapıldı. 19 Yüzyıl'ın sonunda özellikle İngiliz ve bazı Amerikan Üniversiteleri Gotik'e gönderme yaparak bina yapıyorlar. O üsluba riayet ediyor. Oraya refere ediyor kendisini.

Külterel manada bağlıyor kendisini

Tabii o çok önemli bir şey. Modern de yapıyor, hakkı var çünkü moderniteyi o kurdu. Biz ne yapacağımızı şaşırmış durumdayız.

(..)

YAYIN TARİHİ: 14.08.2011
http://yenisafak.com.tr/Roportaj/default.aspx?i=335415


Dr. Hayati Bice
'İçi Boşaltılmış Bir Amel' Tehdidi Olarak: Umre ve Hacc
7 Eylül 2011

Her yıl yüzbinlerce insan, Hacc ve Umre yapıp geliyor da; ülkemizin manevi atmosferinde bir “iyilik hali”nin egemen olmasına nasıl bir katkıda bulunuyor?

Bu yılki Ramazan manzaralarını izlerken okuduğum Prof. Dr. Sadeddin Ökten ile yapılmış bir röportaj, çok çarpıcı bir başlığa sahipti: “İçi boş bir dindarlık yükseliyor.” Ökten kendisi ile röportaj yapan gazeteci Emeti Saruhan'ın “Ama Muhafazakarlık ve dindarlık yükseliyor, gözüküyor?” sorusuna yanıt verirken şöyle diyordu: “-Biraz içi boş bir dindarlık gibi gözüküyor. Müslümanlar olarak bu çağda bir medeniyet telakkisine sahip değilsiniz. Hayata yön veren, bu çağdaki medeniyet telakkisini, İslam`a yamamaya çalışıyorsanız, bu olmaz. Bir duruş sergileyip o duruş içinde tutarlı bir program uygulamak gerekiyor. Bu çok zor bir şey ama yapılmaz diye bir şey yok.” [1]

Ökten'in bu sözleri, benim gibi birçok kişiye de çarpıcı gelmiş olmalı ki, bu röportaj internette pekçok sitede haber yapıldı, forumlarda paylaşıldı. (Ben de bir haber sitesinde görerek haberdar olmuştum.) Tam da o sırada okuduğum ve umre ve Hacc için Türkiye'den yapılan başvururların rekor denilen rakamlara ulaştığını bildiren haber ile bu tesbit birleşince bana çok daha anlamlı geldi.

Türkiye'den Umre ve Hacc için Rekor Başvuru

Habere göre Suudi Arabistan Hac ve Umre Milli Komitesi Başkanı Saad Cemil el-Kureşi'nin verdiği bilgiye göre, 963 bin 868 Türk vatandaşı kutsal toprakları ziyaret için müracaatta bulunmuştu. [2]

Bu talep artışını Diyanet İşleri Başkanlığı Hac ve Umre Hizmetleri yetkilisi Ergün Yücel, halkın gelir düzeyi ve dini alandaki bilgilerinin artmasının kutsal topraklara gitmek isteyenlerin sayısını arttırması ile izah ediyordu. Yücel'e göre, 'Kutsal Topraklar'a umre sezonunda gitmek isteyenlerin sayısı 10 yılda yaklaşık 70 kat artmış ve 2000’li yıllarda 5 bin civarında olan umre başvuruları, bu yıl 370 bini geçmişti.

Bu rakamları netleştirirsek her yıl 100 bin kişinin Hacc, 400 bin kişinin de Umre maksadıyla olmak üzere her yıl yaklaşık olarak 500 bin (yarım milyon) kişinin 'Kutsal Topraklar'a gittiğini anlatıyor.

Peki bu kadar insan yıllardır Hacc ve Umre yapıp geliyor da ülkemizin manevi atmosferinde bir “iyilik hali”nin egemen olmasına nasıl bir katkıda bulunuyor ? Ya da daha yalın olarak Hacc ve Umre yapanlar, daha rafine edilmiş bir müslüman karakterini bürünmüş olarak ülkemize geri dönebiliyorlar mı?

Hacc'ın -ve hattâ umrenin- İslam inancını paylaşan dünya müslümanlarının bilinç düzeyinin yükselmesinde pozitif yönde bir işlevi olmuyorsa bu durum, Ökten'in deyimini ödünç alırsak “içi boşaltılmış bir Hacı” figürü ile mi karşı karşıya olduğumuz anlamına gelir mi?

Bu zor sorunun yanıtını verebilmek için Hacc'ın sosyal anlamına bir göz atmamız yararlı olacaktır.

İslam'ın En Global Farzı

Bugün Hacc farizası, bütün İslam dünyasından yaklaşık 3 milyon temsilciyi bir araya getiren muhteşem bir organizasyon olarak İslam aleminin siyasi - kültürel - ekonomik durumunun müşahhas olarak sergilendiği bir laboratuvar olarak değerlendirilebilir. Bugün İslam alemi hakkında toplu bir değerlendirme yapıp fikir serdetmek niyetinde olan bir kişinin, Hacc sırasında bazı gözlemler yapması mümkün olamamışsa çok büyük hatalara düşmesi ve ütopik kalmaktan kurtulamaması kaçınılmazdır.

Bu sözlerimle elbette her "hacı"nın İslam alemi üzerine değerlendirme yapabilme yetisi kazandığını iddia etmiyorum. Ancak oturup İstanbul'dan, Ankara'dan, Tahran'dan, Kuala Lumpur'dan, Merakeş'den... yapılan değerlendirmelerle İslam dünyasını "ümmet" adı ile siyasi bir organizasyonda birleştirme düşleri kurmanın bugünün reel hayatında bir karşılığı var mı? Böyle bir çaba içine giren kişinin durumu hariçten gazel okumaktan öteye gitmez ve gitmemektedir de... Oysa -teorik olarak- İslam aleminin siyasi - kültürel işbirliği için gerekli vasatın oluşturulması için en büyük imkanları Hacc sağlamalıdır. Ancak Hacc'ın İslam ümmetinin kendisini farkedebilmesi ve giderek işbirliği imkanlarını geliştirmesi için faydalı olabilmesi bazı şartların yerine getirilmesi ile ilgilidir.

Hacc günlerinde Mekke ve Medine'de biraraya gelen dünyanın hemen her yerindeki İslam topluluklarından ve yine hemen her İslami meşreb ve mezhepten insanları Arafat'ta, Mina'da görebilirsiniz. Bugün İslam ümmeti dediğimiz topluluk Müzdelife ve Mina'da orta yerleri pisleten, bir-iki gün içinde ardında dağlar kadar çöp yığınları bırakan; şeytan taşlama mahallinde, hatta tavafta adeta kasten insanların ölümüne yol açacak tarzda izdihama yol açan insanların da içinde yer aldığı bir topluluktur. Hacc esnasında bu izdihamları önleyecek tedbirleri almayıp olanları "kader" olarak küçümseyen Suudi yöneticiler de bu ümmetin birer üyesi,kendilerine sorarsanız hatta en imtiyazlı üyeleridir.(Bu konuda ayrıntılı ve daha vahim bilgileri herkes çevresindeki hacılardan kolayca öğrenebilir.)

Bu saydığım vakıaları gören sıradan bir Türk hacı bile, İslami şuur yönünden binbir türlü eksiği olsa bile ülkemizin İslami hassasiyetleri davranış olarak yaşamak açısından ne kadar ileride olduğunu farkedebilmektedir. Elbette dünyanın her yerinde hakkıyla İslam'ı yaşayan ve bir karıncayı ezmekten bile çekinen kalbi hassasiyete mâlik müslümanlar olduğunu, her alanda genellemelerin ne kadar yanlış olduğunu bilen birisi olarak belirtmeliyim.

Hacc ülkemizde yanlış olarak genellikle yaşlı müslümanların yerine getirmesi gereken bir fariza olarak algılanmaktadır. Bu eğilim yukarıda bahsettiğim siyasi-kültürel değerlendirmeleri yapabilecek durumda olan kişilerin hacılar içindeki oranını azaltmakta ve Hacc'dan beklenen sosyal faydayı da kısıtlamaktadır. Bu sakıncalı duruma son vermek için maddi şartları yol masraflarını karşılayabilecek her müslüman bir an önce Hacc'a gitme yollarını aramalı, Hacc'a gidenler veya Hacc mevsiminde gitmeye imkan bulamayanlar ise umre yapmak suretiyle hem ibadetlerini yerine getirmeli hem de İslam dünyası ve bilhassa Türk dünyası ile olan ilişkilerin arttırılmasına kendi çaplarında yardımcı olmağa çalışmalıdırlar.

Türk kimliğini taşıyan bir müslümanın İslam ümmeti ile Türk milleti arasındaki her anlamdaki ilişkileri düşünürken Hacc olayını gözardı edebilmesi imkansızdır. Özellikle kendisini "müslüman aydın" olarak gören her bir kişinin buna özellikle ihtiyacı vardır. Hacc ve umre sırasında yapılacak ibadetler kadar önemli olan sosyal ilişkilerin daha verimli olabilmesi için Arapça öğrenmeğe gayret gösterilmesi faydalı olacaktır.

Bugün Hacc olayı Türk dünyası için de bir kurultay haline gelme potansiyelini taşır hale gelmiştir. Çünkü uzun yıllar nesiller boyu Hacc'a gitmelerine izin verilmeyen Türkistan halkından Özbek, Kazak, Kırgız ve Türkmen kardeşlerimiz bugün Hacc'a akın akın gelmeğe başlamışlardır. Somut bir örnek vermeme gerekirse geçenlerde görüştüğüm mensubu olduğum Kafkasya Karaçay Türkleri'nden bir dostum, dünyadaki toplam nüfusu 300 bin kadar olan Karaçay Türkleri'nden son 10 yılda Hacc yapanların sayısının 3 bini bulduğunu söyledi. Sovyet döneminde bu sayının neredeyse sıfıra kadar inmiş olduğunu düşünürsek aradaki muazzam farkı daha iyi anlayabiliriz. Türk cumhuriyetlerinden gelen müslüman soydaşlarımızla insani ilişkilere girmek için ilk adımın onlardan gelmesini beklemeden direkt olarak diyaloğa girilmesini arzu etmekle beraber gözlemlerim bunun gerçekleşemediğini göstermektedir.

Orta Asya'da ve Sovyet işgalinden kısmen de olsa azade olmuş ata topraklarımızda, İslam'ın izzet bularak, yeniden ihtişamlı bir şekilde yaşanması için gerekli zeminin inşaı için bu yönüyle kutlu topraklarda gösterilecek bilinçli çalışmalara ihtiyaç olduğu ortadadır. Bu sebeple ister İslam ümmetinin durumunu, isterse Türk dünyasının halini ve istikbalini kendisine dert edinen her müslüman Türk'ün Hacc olayına özel bir önem vermesi şarttır. Bu yazımı henüz Hacc hazırlıklarının tatlı telaşı başlamadan, bu yıl Hacc için yola düşecek müslümanlardan bu satırları okuyan olursa şimdiden ruhen ve fikren hazırlığını yapması dileği ile yazıyorum.

“Hacı Olmak” Bir Rütbe İdi ve Olmalı da...

Hacc'a gitmenin çeşitli ekonomik ve siyasi nedenlerle zor olduğu dönemlerde Hacı ünvanı kazanmanın kolay olmadığını bilirim. Osmanlı'nın ünlü bestekârlarından biirisinin ismini Hacı Arif Bey olması dahi, Dersaadet ahalisi için dahi Hacc'agidip gelmenin bir artı değeri yüklediğinin işareti olarak değerlendirilebilir. “Hacı Bey” ünvanı öyle kolay istimal edilen bir değer değildi anlayacağınız...

Dedelerim, kendi dedeleri zamanında 100 yıl önce Kafkasya'dan deve sırtında 6 ay süren bir yolculukla Hacc'a gidip gelmiş sayılı kişilerden “Hacı Hamza” isimli aksakalın kerametlerini anlatırlardı hep. Çocukluğumun geçtiği Tokat'ta Hacc'a gidip gelen kişinin evinin dış kapısını “Hacı yeşili” de denen çimen yeşiline boyatması bir gelenekti. Artık o evin kapısı önünden geçen satıcılar bile bilirdi ki, o evde hürmeti hak eden bir Hacı vardır ve seslerini alçaltarak geçmeleri gerekir oradan. Bilmem bugün Tokat'ta, Hacc'a gidip geldikten sonra evinin kapısını yeşile boyatanlar hâlâ var mıdır?

Bugün “Hacı olmak” sizce ne ifade ediyor, evinin kapısını boyayamasa bile herkes kendi iç âleminde bunu sorgulamalıdır. Aritmetik hesabına meraklı 'işbilir' rehberlerin gaza getirmesi ile kaç nafile tavaf, fazladan kaç umre yapılırsa sevap defterine kaç “yüzmilyonbin çentik” attırılacağını hesaplama yarışına mı hazırlanıyorsunuz? Ya da yüklenilen günahları baştan aşağı dökeceğiniz zemzem suları ile sildirip süpürtüp derinden bir “ohh...” çekmenin mi derdindesiniz? Bir sonraki umreye kadar!...

İşin bu noktasında Hacc organizasyonlarında kazandıkları tecrübe ile gerçekten de Türkiye Hacıları'nın ağır görevlerini ifa etmesinde, dünya ölçeğinde hizmet anlamında öne çıkan diyanet görevlilerine de düşen bir sosyal sorumluluk var. Kafile görevlilerinin rehberlik yaptığı hacıları, Hacc'ın sosyal yönü hakkında da biraz olsun bilgilendirmeleri gerektiğine inanıyorum.

Prof. Dr. Mehmet Görmez gibi, entellektüel kapasitesi konusunda güvendiğimiz bir ismin başında olduğu T.C. Diyanet İşleri Başkanlığı, artık sadece kaç yüzbin kişi Hacc'a, umreye kaç yüzbin kişiyi taşıdığı ile değil, Hacc'a gidip gelen müslümanların hayatına bir Hacc, umre derinliği kazandırması ile de öne geçmelidir. Ne dersiniz, çok mu şey şu istediğim ?...

Hacc'ın İnsana Kazandırdığı Özel Birşeyler Olmalı...

İlk kez 20 yıl önce umre için gittiğim Kutsal Topraklar'da ilk ziyaretimden itibaren, bugünkü kadar netleştirmemiş olsam da, Hacc'ın sosyal anlamını da yüklenmek gereğine inancım ile dünyanın her yerinden müslümanlar ile tanışıp konuşmağa gayret ettim. Bu temaslarımdan bana kalan o kadar çok şey, o kadar güzel anılar var ki, yâd edilmesi dahi cihan değer...

Sadece birkaç ismi ve ikramı anayım yeri gelmişken: Şeyh Muhammed Zekeriya Buhari'nin Medine-i Münevvere'deki dergâhında üzerine hatimler okunarak pişirilen Türkistan pilavları, Hoten Ribatı'nın mütevellisi Uygur Türk'ü Abdulmecid Kaşgarî'nin armağan ettiği tarihî taş basması Divân-ı Hikmet... [3] Pilavlar yendi gitti, fakat Medine-i Münevvere'de armağan edilen Divân-ı Hikmet'e yüklenen himmet ile tarafımdan Türkiye Türkçesi'ne aktarılan kitap bugün altıncı baskısında...

Hiç kimsenin Hacc'a, umreye gidip; aynı uçağın yolcuları, aynı otelin misafirleri ile bile hemhâl olmadan gelmesini istemem. O yüzden özellikle bu yıl Hacc kurasında ismi çıkan ve bugünlerde Hacc yolculuğu için hazırlık yaptıklarını bildiğim şanslı taliblere seslenmek isterim. Sizler de bir bakın nasibinize ne düşecektir Kutsal Topraklar'da... Belki Malezyalı kibar bir müslümandan sıcak bir selam, belki sadece Pakistanlı fakir bir Hacı'nın müstecab bir duası olsa bile Kâbe-i Muazzama avlusunda, Ravza-i Mutahhara'nın Selam Kapısı'nda nasibinizi arayın.

Ne diyordu Abdulkadir es-Sufi, Gariplerin Kitabı'nda : “Aramakla bulunmaz, ancak bulanlar arayanlardandır...”

-----------------------------------------------------

İletişim: atahayati@gmail.com

[1]Prof. Dr. Sadeddin Ökten: "İçi boş bir dindarlık yükseliyor.” “Hayata yön veren bu çağdaki medeniyet telakkisini İslam`a yamamaya çalışıyorsanız olmaz” dedi.

Emeti Saruhan / Yeni Şafak, 15.08.2011.

http://www.sufiforum.com/viewtopic.php?f=124&t=6096,

[2] Umre ve hac için Türkiye'den rekor başvuru, 23.07.2011

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1161206&title=umre-ve-hac-icin-turkiyeden-rekor-basvuru

[3] Taşkent'te 1905 yılında taş basması olarak basılan talik yazılı Divân-ı Hikmet'i, 1990 yılında Medine-i Münevvere'de bana armağan ederken: “Alın, götürüp Türkiye'de basın...” diyerek üzerime zimmetleyen Abdulmecîd Kaşgarî'yi o günden sonra bir daha göremedim. Dua makamında müstecâb olan dileğinin 1993 yılında gerçekleştiğini kendisine iletmeyi ne kadar çok isterdim. Divân- ı Hikmet (Hoca Ahmed Yesevi) Yay. Haz. Dr. Hayati Bice; T. Diyanet Vakfı Yayınları, 6. Baskı, Ankara-2011.

http://www.kitapyurdu.com/kitap/default.asp?id=577230

Kaynak: haber10

"Teşbihte defo varsa..."
Murat Murathanoğlu
26.11.2011

Neredeyse Lebbeyk Taksileri tutup yedi dönüş için Kâbe taksimetresini açtıracaksınız! Neredeyse Arap Gurme tutup yok deve! Dalağına tavuk suyu ziyafetler biçip açlığınızı boğazlayacaksınız! Oldu olacak otel odasına imam çağırıp oda servisine dâhil olacak namazlarınızı eda edin, deve sütüyle abdest alıp çikolata hacısı olun!

Sevr mağarasına vahiy paraşütleriyle inin orada zırıl zırıl ağlayın! İşte bu Kevser şarabı içinde rafting yapmayı hayal eden bir tıkla cennet ayağına gelsinci ahalinin görmemişliği yüzünden kutsal topraklara gitmeyi erteliyorum. Hac trendi Allah’a turist olanların başlattığı gezi organizasyonları gibi canlanıyor gözümde! Soğuyorum! Hilton’da inzivaya çekilip tavaf garsonları tutup dön bakim abilere deme kıvamına gelmiş adamların Dünya’dan arınma dedikleri jelatinli niyaz bu mudur?

Böyle hacı ben de olurum! Bilmem kaç bin dolarlık oteller Allah’a sığınma eviyse ben de Allah’a yığılır kalırım! Böyle yazınca da Müslüman güçlü olmalı zengin olmalı diyen kafa tası ile kafa kasası yer değiştirmiş zihniyetin şeytanı oluyorum varsın olsun!

Yattıkları yerden şeytana sinek ilacı sıkan bu konformistlerin elinden kurtulan iblise de helal olsun şeytanı avlamak için elini kaldırmaya üşenen bu adamların secde avlamak için alınlarını kaldırma enerjilerine hayranım(!).

Hilton hacısı olmak demek bu şaşalı şişkinliği gidermek için soda yerine zemzeme sarılmak demektir bence!

Kâbe duvarındaki uyarı levhasını sezmediniz sanırım “ Dünyalıklar giremez” levhasını sezmek için otel rezervasyonu yerine ashabı anlama rezervasyonu yaptırsaydınız zenginliğin orada en salaş fakirlik olduğunu bilebilirdiniz.

Bu durum İstanbul’da paralı Müslümanların site camileri inşa ettirip sensörlü kapısından dijital besmele butonuna basarak secde ile gövde gösterisini karıştırıp ortaya karışık ibadet etme hallerine benziyor!

Teşbihte defo varsa Allah’ın fırsat reyonunu talan eden bu zihniyetin nitelikli riyakârlığı yüzündendir! Benimle alakası yok!

Kaynak: http://www.facebook.com/

Dünden Bugüne, Bir Din Tüccarı Portresi
Zeki Kılıç
01 Mart 2017

“Dün dündür, bugün bu gündür” siyasetinden oldum olası nefret etmişimdir.

Dünün kanlı bıçaklılarının, bugün canciğer kuzu sarması halleri Hakk’a ve hakikate terstir, diye düşünmüşümdür hep.

Günlük politikadan hazzetmeyişimin sebebi bu olsa gerek. Zira;

Gömlek (deri) değiştiren yılanın aynı gömleği tekrar giydiği görülmüş şey değildir tabiatta.

Tüy döken bir kuşun eski tüyünü yeniden takındığı da…

Kartalın tarla faresi ile bir küs bir barışık, aslanın ceylanla bir gün dost diğer gün düşman olduğu da vaki değil.

Tanrı buyruğu gibi her şey net tabiatta; kalın, köşeli ve keskin çizgiler halinde.

Yuvarlaklık pek de özenilecek bir şey değil hani.

İnsan denen varlığın tuhaflığı bu yüzden olsa gerek…

Dış dünyada net ve berrak olan her şey insanın iç dünyasında bulanık, menfaat kelimesi bütün muadilleriyle birlikte insanın sözlüğüne girdiğinden bu yana.

Kalın çizgileri inceltilmiş, köşeleri yuvarlatılmış, keskinliği yumuşatılmış çizgileriyle insan tabiatı, kahpe dünyadan insana bir deyim aktarması gibi duruyor.

Evvela “habererk”te okuduğum sonra bir televizyon kanalında izlediğim –aralarında çok kısa süreler olan- iki adet Şevki Yılmaz beyanı niyeyse “kahpe dünya” tamlamasını düşürüyor zihnime.

Bir sürü Şevki yılmaz fotoğrafı üşüşüyor beynime.

Bağıran Şevki Yılmaz…

Hakaret eden, küfreden Şevki Yılmaz…

Öfkesi konuşmasına yansıdığından, ağzından tükürükler saçan Şevki Yılmaz.

Korkutan Şevki Yılmaz.

Allah kelamını, peygamber sözünü siyasî ve bir o kadar da dünyevî menfaatleri için eğip büken, çarpıtan Şevki Yılmaz.

Başka insanlara ve başka gruplara nefret duygusunu arttırmak için canhıraş çabalayan Şevki Yılmaz.

Bir başka örneğinin pisliğini insanımızın kanıyla temizlemek zorunda kaldığımız, siyasal İslamcı bütün hatipler gibi, sahte gözyaşlarıyla insanları ağına düşürmeye çalışan Şevki Yılmaz.

Güya “Tebliğ”de bulunan ama üslup itibariyle tebliğ esaslarının hiçbirine uymayan Şevki Yılmaz.

Allah’ın Musa (a.s)’a emri üzre hilm ile söylemeyen mesela.

Müjdelemeyen,

Sevdirmeyen,

Bir eline güneşi, bir eline ayı verseler davasından vazgeçmeyen,

Kendisine eziyet edenler için iki elini semaya kaldırıp: “Affet Allah’ım, onlar bilmiyorlar” diyecek merhamete sahip olmayan Şevki Yılmaz.

Akarın bol, şöhretin çok olduğu zamanlarda Erbakan’ı İslam âleminin lideri, halife ve neredeyse Mehdi ilan ederken, 28 Şubatla birlikte, mahpusluk ihtimalini görünce, bir dava adamı vakarıyla Yusufiye’nin yolunu tutmak yerine, “Yusuf Yusuf” hallerle gavur ellerini mesken tutan,

Tehlike bertaraf edildikten sonra yurda dönünce de ilk iş önceki Mehdisini satıp yeni Mehdi’ye yamanan Şevki Yılmaz.
Değişen hiçbir şey yok, siyahtan beyaza dönen kıl-tüy dışında.

Aynı üslupsuzluk,

Kapkara cümleler,

Yine sahte gözyaşları ile insanların duygularına oynayıp tuzağa düşürme dümeni,

Yine din tüccarlığı.

“16 Nisan zaferini müjdeleyen hadis var. Haftaya açıklayacağım” diyor.

“ Hayır diyenler ahiretini yakıyor” diyerek Tanrı yerine karar verip bir grubu toptan cehenneme gönderiyor.

İnsanları -Yaşar Nuri’nin deyimiyle- Allah ile aldatıp, Allah’ı siyasetine alet, dini menfaatine tahvil ediyor.

Dinimin yer ile yeksan edildiği,

İnancımın bir kâğıt gibi buruşturulup atıldığı hissine kapılıyorum.

O konuştukça ben kızarıyorum hicaptan.

Hicabım öfkeye dönüyor.

Bilgisayar ekranını kırasım var ya yenisini alacak param olmadığından vazgeçiyorum.

“Hafıza-ı beşer nisyan ile malûldür” atasözünü felsefe haline getirmiş her siyaset düzenbazının yaptığını yapıp, dümen kırıyor birkaç gün sonra.

İnkâr ediyor,

Başkalarına iftira ediyor,

Utançtan değil ama sahte bir öfkeden kızaran suratıyla.

Öfkelenmiyorum bu kez.

Kızmak gelmiyor içimden.

Midemin bulandığını hissediyorum.

Bir kusma hali ki dayanılır gibi değil.

“Din bu değil” diyorum.

“Bu adamın inancıyla benim inancım bir değil”.

Hareket haramzadesi, koltuk düşkünü bir kısım Balgat mukimi bu adamla birlikte ol diyor bir de bana.

Ben ne milletimi

Ne vatanımı

Ne de dinimi sokakta bulmadım.

Bir sürü “değil” ile biten cümle kuruyorum bu isteğe karşılık. En kısa ama en sevdiğim cümleyi yazıyorum size.

MÜMKÜN DEĞİL!

Kaynak: Haber Erk

Ahmet Hakan: Bu İhsan Şenocak denilen adam konuştukça Türkiye'de ateizm yükseliyor!
25 Eylül 2017



"Kısacası; sinir bozucu, mide bulandırıcı türden bin türlü şerefsizlik..."

Hürriyet yazarı Ahmet Hakan, ilahiyatçı İhsan Şenocak'ın "kızlar'ın pantolon giymesinin, kaşlarını aldırmasının, üniversiteye gitmesinin günah olduğu" yolundaki iddiasına tepki gösterdi. Hakan, "Ve bu İhsan Şenocak denilen adam konuştukça Türkiye’de maalesef deizm ve ateizm yükseliyor! Uyanın ey ehli iman! Bu İhsan Şenocak türü adamlar yüzünden. Din elden gidiyor din!" ifadesini kullandı.

Ahmet Hakan'ın "İşleri güçleri kızlar ve kızların giydiği pantolonlar" başlığıyla yayımlanan (25 Eylül 2017) yazısının ilgili bölümü şöyle:

İhsan Şenocak adlı bir hoca.

Çıkmış vaaz kürsüsüne...

Üniversiteye giden kızlara ve o kızların babalarına...

Hayâsızca saldırıyor.

*

Mesela...

Sırf pantolon giydiler diye... Üniversitede okuyan tertemiz genç kızların namuslarına ve şereflerine dil uzatıyor.

*

Mesela...

Üniversite amfilerini alenen ve resmen “kızların soyulup atıldıkları yerler” olarak tanımlıyor.

*

Mesela...

Üniversiteye giden kızların babalarını, “kızlarını soyup amfilere atan adamlar” diye nitelendiriyor.

*

Kısacası...

Sinir bozucu, mide bulandırıcı türden bin türlü şerefsizlik...

*

Bu İhsan Şenocak denilen adam...

- Sakalının etrafını bir güzel kıllardan arındırıp cillop gibi yaparken kadınların kaş aldırmalarının şeytani olduğunu söylüyor.

- Kuran kurslarında erkek çocuklarına edilen tecavüzler konusunda tek bir harf bile etmeyip kendisine tek konu olarak kızların pantolonunu seçiyor.

- Kendi kılık kıyafetine saygı beklerken başkalarının kılık kıyafetine onursuzca ve adice saldırıyor.

*

Ve bu İhsan Şenocak denilen adam konuştukça...

Türkiye’de maalesef deizm ve ateizm yükseliyor!

*

Uyanın ey ehli iman!

Bu İhsan Şenocak türü adamlar yüzünden...

Din elden gidiyor din!

T24

A. Baki AYTEMİZ: TESETTÜRÜN DEFİLESİ…
19 Ocak 2018



Çocuğunun yaşaması için gerekli olan ilacın parasını denkleştirebilmek için, nereden borç istesem, banka mı soysam, birini mi gasb etsem diye düşünen babadan, vücudunu satmayı düşünen anaya ve ilaç bulmak için başvurdukları yetkililerce dilenci muamelesine tabi tutulan mazlumlara…

Ekmek almak üzere bakkala giderken, “beni de götür baba!” demesine dayanamadığı çocuğunu elinden tutarak bakkala giden, bakkalda gördüğü 50 kuruşluk çikolatadan isteyen evladına, parasızlıktan bunu alamayan, alamayınca da yutkunan, gırtlağına şöyle sertçe bir şey takılır gibi olan, gözleri nemlenen baba, bu çaresizliği yaşamak yerine bin kere ölmeyi tercih eder hale gelmişken…

Aç insanlar kendini yakar veya yarın çocuklarına ne yedireceğini düşünen bir baba artık bu yüke dayanamayıp soyunurken…

İnsanlar çöpleri karıştırarak karınlarını doyurabilmenin çaresini ararken…

Birileri de çıkmış, iktidarın aç bıraktığı insanlar üzerinden temin ettikleri imkânlar ve lüks içinde, israf ve şatafatın baş döndürücü uçurumundan aşağı atlarken kendileriyle birlikte toplumu da felâkete sürüklemenin sınırsız sarhoşluğunda kendilerini kaybetmiş, tesettür defilesi yapmakta…

Tesettür, kapitalizmin, tüketim toplumunun bir oyuncağı, nesnesi değildir efendiler!

Bu açıdan bakarsanız, tesettürün defilesi de olmaz.

Tesettürü bir kere gayesinden saptırdınız mı, kapitalizmin bir nesnesi haline getirmeye kalktınız mı, bu işin en sonunda tesettürün pornosuna kadar vardığını da görürsünüz.

Kapitalizm nasıl ki her şeyi metalaştırıyorsa, tesettürü de metalaştırmaya yol açtığınızda, karşınıza bunlar da çıkar, çıkıyor da.

Oysa tesettür, aslî olarak metalaşmaya karşı olmaktır. Kadının metalaşmasına karşı olmaktır. Kadını hür kılmak içindir. Tesettür defilesi ile kadın kapitalizmin, tüketim toplumun bir oyuncağı, bir kurbanı hâline gelmekte, getirilmektedir.

Tesettür, köleliğin karşısında hürriyeti temsil eder dedik ya, buna tüketim toplumuna karşı olmak da dâhildir. Yani, zamanında verilen-verdiğimiz tesettür mücadelesi, sadece siyasî otoritenin kamusal alandaki kılık-kıyafet düzenlemesi ve kadın kılığı üzerinden kendi iktidarını içtimaî alanda sürdürmesine karşı verilmiş bir mücadele değildi. Tesettürlü bir kapitalist olmak için değildi kısacası. Tesettürü, bütün mânâsıyla hayata hâkim kılmak mücadelesiydi o. İşte, bir şey tam olmadığında, yarım oluşların nasıl o şeyin aslını yok edecek dereceye geldiğine dair en göze batan misallerden biri budur aslında; tesettürün, yarım olmuşların elinde tam ters bir mânâya bürünmesi ve hizmet ediyor oluşu.

Metalaşan, nesneleşen tesettür, gün geliyor onu metalaştıranları da metalaştırıyor ve teni kapalı ama ruhu olabilindiğince açık, ruhu her türlü ahlâksızlığın yatağı haline gelmiş bir belhüm adal profilini karşımıza çıkarıyor.

Bizzat yaşayarak görüyor ve anlıyoruz ki, metalaşmanın karşısında durabilmek de ancak Bütün Fikirle, Mutlak Fikre bağlılıkla mümkün. Bütün Fikrin bizden istediği ruh ve ahlâka bürünmeden, onun şekline saplanıp kalmak, Bütün Fikri bir şekil mevzuu olarak ele almak, Bütün Fikre en büyük hıyanet ki, Efendi Hazretleri bunlara, “Dini içten yıkan kâfir!” hükmünü basıyor.

90’lı yıllarda İbda-c’ler, bunlara izin vermemek için mücadele etti, İslâm’ı bu şekilde istismar etmeye başlayanları cezalandırdı. Şimdilerde ise bunlar, en üst makamlarda ağırlanıyor, en üst makamlarca taltif ediliyor.

Aslında bu süreç bir yandan da iyi oluyor… O gün tesettürü şekilden ibaret bilenler de bizim mücadelemiz içerisinde kendilerine yer bulabiliyordu. Artık bugün bu mücadele, doğrudan ruh ve mânâya hitap eden, bunun idrakinde olanlarca veriliyor ki, gerçek insan soyu olma azmini taşıyan, çilesine talip olanlarla müsveddeleri de böylece ayrışıyor.

Muktedirler, gençliğin kendilerine niçin teveccüh etmediğini anlayabilecek mi acaba? Kapitalizmse, orada orijinali dururken, sendeki çakma… Ve bunlar, o mânâyı, kendi menfaatleri için bozuk para gibi harcarken, şimdi gençliği nasıl motive edeceklerini de bilmez hâldeler. Bizzat kendi ihanetleri, kendilerinin sonunu getiriyor.

(..)

A. Bâki AYTEMİZ

Kaynak: Adımlar Dergisi

Etiketler:
İslâm ihtilâl ve inkılâbı kapitalizm Tesettür TESETTÜR DEFİLE
_________________
Bir varmış bir yokmuş...
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Önceki mesajları göster:   
Bu forum kilitlendi: mesaj gönderemez, cevap yazamaz ya da başlıkları değiştiremezsiniz   Bu başlık kilitlendi: mesajları değiştiremez ya da cevap yazamazsınız    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> ŞERİAT Tüm zamanlar GMT
1. sayfa (Toplam 1 sayfa)

 
Geçiş Yap:  
Bu forumda yeni başlıklar açamazsınız
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz
Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız


Powered by phpBB © phpBB Group. Hosted by phpBB.BizHat.com


Start Your Own Video Sharing Site

Free Web Hosting | Free Forum Hosting | FlashWebHost.com | Image Hosting | Photo Gallery | FreeMarriage.com

Powered by PhpBBweb.com, setup your forum now!
For Support, visit Forums.BizHat.com