EntellektuelForum Forum Ana Sayfa EntellektuelForum

 
 SSSSSS   AramaArama   Üye ListesiÜye Listesi   Kullanıcı GruplarıKullanıcı Grupları   KayıtKayıt 
 ProfilProfil   Özel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapınÖzel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapın   GirişGiriş 

Utanma duygusunun ölümü

 
Bu forum kilitlendi: mesaj gönderemez, cevap yazamaz ya da başlıkları değiştiremezsiniz   Bu başlık kilitlendi: mesajları değiştiremez ya da cevap yazamazsınız    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> AHLAKÎ DÜŞÜNCELER
Önceki başlık :: Sonraki başlık  
Yazar Mesaj
Ekim



Kayıt: 21 Arl 2007
Mesajlar: 2634
Konum: Kanada

MesajTarih: Sal Ksm 25, 2008 8:02 pm    Mesaj konusu: Utanma duygusunun ölümü Alıntıyla Cevap Gönder

Ne olduğunda mahcubiyet duyacak bu toplum?
MURAT SEVİNÇ
14/09/2017

Demek ki insan, kendi anacığını huzur içinde toprağa verebildiği için de utanırmış bu toprakta.

Biraz önce girdim internete, uyumadan ne olup bittiğine bakayım diye. Allah kahretsin. HDP’li Aysel Tuğluk’un annesi Hatun Tuğluk vefat etmiş. Gölbaşı’ndaki mezarlığa götürmüşler. Giderek kalabalıklaşan faşist güruh mezarlığa ‘Buraya terörist cenazesi gömdürmeyeceğiz’ diye saldırmış. Bunların ataları, yıldönümü geçen hafta olan 6-7 Eylül 1955’te de gayrimüslimlerin mezarlıklarına saldırmışlardı. Kemikleri çıkarmışlardı topraktan. Faşist sıfatı dışında başka hiçbir sözcükle tanımlanamayacak olan bu sürünün saldırısının ardından, Tuğluk’un annesi mezardan çıkarılmış. Başka bir ile götürülmek üzere.

Allah’ım bu nasıl bir acıdır. Bu nasıl bir utançtır. Bu nasıl bir vahşettir. Bu nasıl bir haysiyetsizliktir.

Üstelik Hatun Hanım’ın oraya defnedilmesinin nedeni neymiş biliyor musunuz? Evi İncek’teymiş. Benim anacağım gibi o da hep pencereden seyredermiş dışarıyı ve penceresinden gördüğü mezarlıkta, İncek’te defnedilmek istermiş. Vasiyetiymiş.

Ne halde Türkiye. Ne az ne çok, diğer partiler kadar yasal bir parti. Ne az ne çok, diğerleri kadar yasal vekiller. Diğer analar gibi bir ana ve onun son isteği.

O halde ki memleket, öylesine arsızca ve kolaylıkla terörist ilan ediliyor ki önüne gelen ve öylesine ateşli, özgüvenli faşist güruhlar var ki hazırda bekleyen. İşte sonuç.

Penceresinden gördüğü mezarlıkta defnedilmek isteyen bir anayı çıkarmışlar mezardan. Saldıran olmasın diye. Başka bir ile götürmek için.

Muhterem Aysel Tuğluk, başınız sağolsun. Allah rahmet eylesin, mekânı cennet olsun annenizin. Sizin ananızın cenazesi, benim anamın cenazesi gibi kıymetli. Toprakları da aynı toprak. Üzerlerinde aynı çiçekler açacak. İçtenliğimden kuşku duymayacağınızı umuyorum; şu haberi okuduğumda, geçen ay anamı toprağa verdiğimde hissettiğimden başka türlü bir acı yaşadım. Çok büyük bir acı hem de. Tarif edemiyorum. Vallahi ve billahi çok utanıyorum, çok mahcubum. Elimden mahcup olmak dışında bir şey gelmediği için de çaresiz hissediyorum. Affedin bizi. Yapabileceğim tek şey size iki satır yazmaktı. Kabul edin.

Acınızı paylaşıyorum. Anacığınız nur içinde yatsın. Yatacaktır da, inanıyorum. Benimkiyle aynı pencereden bakıyorlardır belki şimdi. Onun için dua edeceğim. Bu satırları okuyamayacağınızı biliyorum elbet; yine de sıkıca sarılıyorum size…
Kaynak: Diken

Ertuğrul Özkök, cinsel hayat üzerine yapılan bir araştırmayı ve muhafazakar kesimin evlilik dışı ilişkiye bakışını ele aldı
16 Ağustos 2017

Bugünkü yazısında iktidar eliyle toplumun muhafazakarlaştırılamaycağını savunan Ertuğrul Özkök, buna gerekçe olarak da Cinsel Sağlık Enstitüsü'nün açıkladığı 'aldatma oranları'nı gösterdi.

Özkök'ün muhafazakar mahalleyi kızdıracak satırları şöyle:

Cinsel Sağlık Enstitüsü önceki gün, kadın erkek ilişkilerinde “aldatma” olarak bilinen üçüncü bir kişiyle ilişkinin tarifini yaptı.

Derneğin başkanı Cem Keçe, aynı zamanda Türkiye’de bu erkek ve kadın oranını açıkladı.

*

Yani Türkiye’de erkeklerin ve kadınların yüzde kaçı “hayatında en az bir kere evlilik veya beraberlik dışı bir ilişki” yaşamış.

İsterseniz daha da açık yazayım.

Türk erkeklerinin ve kadınlarının yüzde kaçı eşini aldatıyor...

Şimdi sıkı durun...

*

Türkiye’de erkeklerin yüzde 58’i karısını veya partnerini aldatıyor...

*

Ya kadınlar?

Yine sıkı durun.

Evli kadınların da yüzde 40’ı kocasını veya partnerini aldatıyor...

*

Bu rakam 2000’li yılların başında erkeklerde yüzde 25, kadınlarda yüzde 11 civarındaydı.

Dünyadaki ve Türkiye’deki seviyesi de birbirine çok yakındı. Şimdi dünyada da Türkiye’de de yükseliyor.

Ve size şunu söyleyeyim.

Türkiye, eşini veya partnerini aldatma oranı konusunda dünyanın en yüksek oranlı ülkeleri arasında yer alıyor.

*

Şimdi geliyorum yazının başındaki soruya:

“Alnı secdeye değenler” arasında bu oran nedir?

Türkiye'nin yüzde 70'i gerçek muhafazakar mı

Soru şu:

Bu aldatma oranı içinde muhafazakâr erkek ve kadınların oranı nedir?

Türkiye’de yapılan araştırmalara cevap verenlere bakarsanız...

- Toplumun yüzde 70’i muhafazakâr.

- Kadınların yüzde 50’den fazlası başörtüsü takıyor...

Hiç şüpheniz olmasın ki, toplumun her kesimi aldatma oranından üzerine düşen payı alıyor. Zaten gazetelerin üçüncü sayfalarına bakarsanız bunu çıplak gözle de görebilirsiniz.

- AKP 15 yıldır iktidarda.

- Her mahalleye neredeyse üç cami düşer hale geldi.

- Kuran kursları patladı.

- Okullar hızla imam hatipleştiriliyor.

- Televizyonlarda magazin programları tesettüre büründürüldü..

Sonuç ortada...

Son 5 yıldır ısrarla yazıyorum.

Türkiye’de muhafazakârlığın geleceği yok...

Bugünkü manzara AKP otoriterleşmesinin getirdiği bir takiyeden ibarettir.

‘Alnı secdeye değen’ kavramının çöküşü

- “Alnı secdeye değen” kavramı...

FETÖ’cülerin her türlü kumpası, devlete sızma girişimi için kılıf haline getirildi.

- “Alnı secdeye değen” kavramı, Türkiye’de İslam âlimi geçinen bazıları için “Yolsuzluk hırsızlık değildir” fetvasının gerekçesi haline getirildi.

- “Alnı secdeye değen” kavramı işe alınmada, liyakatten daha önemli bir özgeçmiş haline getirildi.

Aldatan erkek ve kadınlar içinde alnı secdeye değenlerin oranı nedir?

Yazının tamamı için: http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/ertugrul-ozkok/alni-secdeye-degen-erkeklerin-yuzde-kaci-esini-aldatiyor-40551402

New York Times "Tayyip Erdoğan'ın devasa hırsları" manşeti. 350 milyon Dolarlık başkanlık sarayı utandırıcı

"Utanmak, tek başınayken hissettiğiniz bir his değil, sosyal bir duygudur. Başka insanların hakkınızda ne düşündüğünü umursadığınızı gösterir"

Rowland Miller
psikoloji profesörü

Facebook ve Twitter utanmayı unutturdu
17 Ekim 2010

ABD'li psikoloji profesörü Rowland Miller, 30 yııllı araştırmalarında dayanarak Facebook ve Twitter gibi sosyal paylaşım sitelerinin utanma duygusunu yok ettiğini ortaya koydu.


Miller'a göre, insanların hayatlarının bütün detaylarını tüm dünyayla paylaşmalarını sağlayan Facebook ve Twitter gibi sosyal paylaşım siteleri utanma duygusunu yok ediyor.

Bu cümle, 30 yıl boyunca utanma duygusu üzerine araştırma yapan ABD'li psikoloji profesörü Rowland Miller'ın ulaştığı sonucu özetliyor.

İngiliz Times gazetesi yazarı Nicola Pearson da, Miller'ın araştırmalarından ve kendi tecrübelerinden yola çıkarak, "Artık hiçbir şeyden utanmıyor muyuz?" başlıklı bir makale yayımladı. Bir gün eve giderken yol kenarında karanlık bir köşede seks yapan bir çift gördüğünü anlatan Pearson, "Beni gördüklerinde utanmıştan çok, onları rahatsız ettiğim için kızmışa benziyorlardı" diye yazdı.

Giderek duygular da bitiyor

"Utanmak, tek başınayken hissettiğiniz bir his değil, sosyal bir duygudur. Başka insanların hakkınızda ne düşündüğünü umursadığınızı gösterir" diyen Pearson, Prof. Miller'ın da bu konudaki şu saptamalarına yer verdi: "Utanma duygusu, insanların toplumda kabul görmek istediğini gösterir. Bizim ne düşündüğümüzü umursamayan insanlardan hoşlanmayız ve onlara güvenmeyiz. Utanmak istemeyen insanlar daha düşünceli, dikkatli ve saygılı davranırlar. Nezaket gösterme ve doğru-yanlış ayrımı ortadan kalkarsa duygusuzlaşırız ve diğer insanların hayatını zorlaştırırız."
ZAMAN

Serdar TURGUT
Akşam
Utanma duygusunun ölümü

Tam da ‘galiba insanlarda utanma duygusu tamamen ortadan kalkmış olmalı’ dedirten, evlenmek isteyen insanları bir araya getiren türde televizyon programlarına hayret ederken, TV dünyası bu sefer beni sadece hayrete düşürmekle kalmayıp aynı zamanda çok da utandıran bir programla çıktı ortaya.

Utandırmak ne kelime, utançtan yerin dibine soktu beni bu ‘yeniliği’ ile.

İşsiz insanlara iş aratacaklarmış canlı yayında. Adını da ‘İş Peşinde’ koymuşlar.

Bunu yazarken bile içim buruluyor. İnsanın insana karşı acımasızlığına inanamıyorum. Evlilik programlarına çıkan ‘yarışmacılar’ kendi özgür iradeleri ile kendilerini rezil ediyorlardı. Utanma duygusunun ayaklar altına alındığı o tür programları ‘bir tür çocukluk hastalığı’ olarak kabul edip mazur görebilirsiniz belki. Peki bu yeni programa ne diyeceğiz, vicdanımız nasıl kabul edecek bunu? Düşünsenize; insanlar kendi dışlarında gelişen birtakım olaylar nedeniyle işsiz kalmış. Onların omuzlarına, evlerine ekmek götürememenin utancı, üzüntüsü yüklenmiş. Bütün bu yetmiyormuş gibi bir de bu çıktı ortaya.

Ne yapalım yani; ‘katılmasınlar o programa’ diyemeyiz ki... Onlar çaresiz, kendilerini kurtarmak için ne gerekirse yapacaklar.

Evindeki çocuğunu, ailesini belki kurtarabilirim diye bu programa yarışmacı olmak için neredeyse birbirini ezen insanlara, ‘oraya özgür iradesiyle çıkıyorlar’ demek için ya aptal ya da vicdansız olmak gerekiyor.

Diyeceğim şu ki; buraya yarışmacı olanlara yönelttiğim tek bir eleştiri yok. Sadece ‘Allah yardımcıları olsun’ diyebiliyorum. Programı yapanlara, oynatanlara da fazla diyeceğim bir şey de yok. Reyting gibi bir belanın içine düşmüşler, rasyonel düşünme, vicdan, utanma duygusu, yani insanı insan yapan bütün duygularını teslim etmişler.

Bunlara da diyebileceğim bir şey yok. Çünkü düzenin nasıl kurulduğunu, nasıl işlediğini iyi bilirim.

Beni hayrete düşüren, bu programa seyirci ilgisinin çok fazla olması. ‘Ne oldu bize, acaba toplum olarak utanma duygumuzu mu yitirdik?’

Benim bildiğimi sandığım ülkede insanlar yardımseverdi. Zora düşmüş komşularına kucak açan insanlardan oluşurdu.

Şimdi nedir bu başkalarının acısından bu kadar zevk alma rezaleti?

Bir de programın promosyonunu yapmak için; ‘Yarışmacı olmak için 12 bin üniversite bitirmiş insan başvurdu’ diyorlar...

Düşünsenize; bir insan yıllardır çalışmış, çabalamış, eğitmiş kendini ve meslek sahibi olmuş. Sonra hayatın sıkça oynadığı bir oyun başına gelmiş. Şanssızlık onu da vurmuş ve işsiz kalmış. Ne yapacağız yani, iç dünyasını hiç aklımıza getirmeden onun bir patron bulma çabasını mı seyredeceğiz? Nerede alkışlayacağız? Bir de o insanı canlı yayında ağlatırsak reyting yükselir diye mi düşüneceğiz? İnsanlar bir patron bulmak için birbirleriyle yarışırken ekrana o insanın evde bekleyen çocuğunun filmini getirip, ‘baba eve ekmek getir’ dedirtip seyirciyi de ağlatıp reytingi tavan mı yaptıracağız?

Utanma duygusunun yitirilmesi aynı zamanda ahlaksızlığın yükselmesidir ve evet maalesef Türkiye’nin hali budur işte. Sadece bu nedenle bazen eski Türk filmlerini seyrederken benim gözlerim doluyor. O filmlerde gösterilen çok daha masum olan o ülkeyi hatırlayıp özlüyorum.

İşsizliğe itilmiş insanların mücadelelerini bir yarışma programı formatında sunabilen bu ülke benim içimi soğutuyor. Ben eski sıcak hisler veren Türkiye’yi geri istiyorum.

Utanma duygusunun kaybedilmesinin toplumları çok zor durumda bırakabileceği Sokrat’ın çalışmalarında işlenmişti. Ondan sonra birçok filozof bu utanma duygusunun insanı nasıl düzgün insan yaptığı sorunsalı ile meşgul oldu.

Kendi burjuvasını yaratabilmiş olan Avrupa kıtasından çıkan filozoflar, bu konu üzerinde düşünürken, aristokrasisi tam olamadığından ebediyen vahşi kapitalizm aşamasında kalmaya mahkum olmuş Amerika Birleşik Devletleri meseleye el attı maalesef.

İnsandaki utanma duygusunu, insanı düzgün insan haline sokabilecek o duyguyu tedavi edilmesi gereken bir hastalık durumuna itti.

İşte bu yüzden o ülkede ar damarı çatlamış Donald Trump gibi insanlar kitaplar filan yazdı ve televizyon programında ‘Kovuldun’ lafını popüler hale getirdi. Orada toplum çözülüyordu anlayacağınız...

Biz de adeta ‘küçük Amerika’ olduğumuzdan oradan kopya çektiğimiz televizyon programlarında işsizlere patron arattırıp bundan keyif almaya başladık.

Bu bir global utanç...

Bu süreç emin olun ki sınıf savaşının bile edepsizleşmesidir. Çünkü işsiz kalmak, iş aramak ve zor bulmak bir tür sınıf savaşı tezahürüdür.

İnsanın yenilmişliğinin onun suratına sıvanması anlamına gelen bu tür bir programın, dini duyarlılığı yükselmekte olan bir ülkede olabilmesi çok da hayret verici bir şeydir.

Hayat tarzıma bakarak benim kutsal kitabı okumadığımı düşünenler çok yanılıyor. Belki bir âlim değilim ama en azından bizim kutsal kitabımızda utanma duygusunun ölmeye başlamasının ve vicdansızlığın hiç de hoş görülmediğini biliyorum...


Serdar Turgut - Akşam

serdar.turgut@aksam.com.tr

Haşmet BABAOĞLU
Vatan
Yemekteyiz'i izledim, anladım: Çürüyoruz!

Medya dev bir endüstriymiş, reytingmiş, reklam gelirleriymiş, " insanlar bunu istiyormuş " falan filan...

Hepsinin hikaye olduğuna inanmanın eşiğindeyim.

Açık söylüyorum...

Televizyonlardaki bu kötülüklerin başka bir gerekçesi olmalı!

Hatta paranoyaklaştığımı bile söyleyebilirim.

" Reality show "ların (özellikle de yarışmalı olanlarının) yapımcılarının aslında gizli bir tarikatın üyeleri olduğundan ve korkunç bir gaye uğrunda çalıştıklarından kuşkulanıyorum.

Sanki hepimizi " İnsan "ın yüce amaçlara uygun düşmeyecek kadar alçak; samimi olamayacak kadar sahte ve berbat bir yaratık olduğuna inandırmak istiyorlar.

Anladım artık; " Reality Show "ları seyretmek demek, çürümek demek...
Çünkü seyrede seyrede beş para etmez ödüller için başkalarının manevi cesetlerini çiğnemenin normal bir şey olduğunu düşünmeye başlıyoruz.
Çürüyoruz; çünkü bu programları seyrederken kötülüğümüzle o kadar çok yüzleşiyoruz ki, bu durum giderek kayıtsızlığa dönüşüyor.

Geçen gece " Yemekteyiz " yarışmasını izledim.

Yalnız tadım tuzum değil, bütün huzurum kaçtı!


Yazıklar olsun!

En çok da dünyanın en normal şeyiymiş gibi dedikodu yapan, birbirini aşağılayan, hasetten çatlayan, acınacak hallerini yalanlarla örten yarışmacılara yazıklar olsun!

Şimdi baştan başlayayım derdimi anlatmaya...

Tv'de insanlar evlilik için yarıştırılıyormuş, ayıp!

Şimdi de işsizler iş bulmak için yarıştırılacakmış! Rezillik!

İyi de bütün bunların altında ne kadar pespayece de olsa bir tür çaresizlik var.

Peki bu " Yemekteyiz " yarışmasına katılanlar neyin peşinde?

Yarışmacılara bakıyorum. Hiçbiri 10 bin liralık ödül için bunları yapacak insanlar gibi gözükmüyorlar.

O halde...

Bunca edepsizlik, bunca duygusal sadizm ve yıkıcı rekabet sonucunda ne elde edecekler?

Ekranda görünmüş olmanın ne idüğü belirsiz kazancı için mi bütün bunlar?


Sofra nedir?

İnsan sıcaklığıdır.

Berekettir.

Yalnız mideleri değil ruhları da doyurur sofra.

Düşmanları barıştırır.

Biliyorum; günümüzün hır gürü içinde kalabalık sofraların tadını çıkarmakta zorlanıyoruz.

Doğru! Ama sofra kurmanın ve yemeği paylaşmanın manevi değerini unutabilir miyiz hiç?

Asla... diyeceğim ya...

Unuturuz! Böyle programları seyrede seyrede unuturuz!

Tamam! Dünya kötüleşti!

Tamam! Hayat rezil bir yarışa döndü!

Hiç değilse sofrayı bu çirkinliğe alet etmeyelim bari!

Yemek yapmayı içgörüden ve kültürden yoksun bir böbürlenme malzemesi ve sofrayı paylaşmayı birbirimizi aşağılama ortamı haline getirmek bir " reality " ise...

Ben pes ettim!

Son notum da şu...

Bu programdaki bazı yarışmacılar yemek yaparken annelerine telefon edip pişirme tarifi için yardım alıyorlar.

O sırada bir anne de çıkıp...

"Kızım sakin ol veya biraz daha tuz koy" demek yerine ne zaman " kızım o saçmalıkta ne işin var " diyecek?

Haşmet Babaoğlu - Sabah

Engin ARDIÇ
Sabah
Mega giga püsür
18 Temmuz 2009

Kendini olduğundan daha fazla göstermek, eskiden ayıptı... Olduğuyla böbürlenmek bile ayıptı. Alçakgönüllülük erdemdi.
Ama bu, "kapitalizm öncesi Türkiyesi'nin" erdemiydi. Bizi de bununla yetiştirdiler.
Bu yüzden, görgüsüzlüğün ve şımarıklığın mubah olduğu, bütün değerler sistemi çökmüş ve yerine sağlıklı bir yenisi konulamamış yeni Türkiye'de "enayi" durumuna düştük.
Bize öyle öğrettiler, örneğin onun için de bir tek gün bile "şurada şu saatte kitaplarımı imzalayacağım, hepinizi beklerim" yazmak terbiyesizliğini yapmadım.
Kitabımın yayınlandığını bile duyurmadım.
Çünkü reklam yapmak benim görevim değildi, hele kendi reklamımı...
Olağanüstü bir "allak bullak olma" sürecini yaşayan Türkiye'de şimdi bir "upgrade" modası var.
Türkçe-İngilizce kırması "piç bir dille" konuşmak da erdem sayıldığından, öyle yazdım.
Kapıcılar "apartman görevlisi" oldular, bekçiler "güvenlikçi", hizmetçi "temizlik yardımcısı", banka memuru "bankacı"... Sağırlar işitme özürlü oldular, dilsizler konuşma özürlü, keller de tarama özürlü...
Bu "kibarlık" sanılıyor ve eski tanımlar kullanılınca hakaret gibi algılanıyor.
Örneğin "karı" demek yasak, "eş" diyeceksin... "Bizim Ahmet'in karısı" dersen kaba adamsın. Feministler de bozulurlar, "erkek şovenisti domuz" olursun.
Lakin bu gidişat, dünya kapitalizminin "insanları pohpohlayarak sömürme" anlayışına da uygun. Üç kuruş ücrete köle gibi çalıştırılan gariban memure, "bankacıymışım meğer" diye sevindiriliyor.
Spor sayfalarını, daha doğrusu futbol sayfalarını pek izlemediğim için unutmuşum, geçen akşam Galatasaray'ın yedek kadrosunun tel tel döküldüğü Tobol Kostanay maçını seyrederken hatırladım: Bildiğimiz UEFA Kupası, bundan böyle "Avrupa Ligi"... Daha önceleri de "fuar şehirleri kupasıydı"...
Avrupa'nın ikinci sınıf takımlarının katıldığı ikinci küme maçları bunlar, ama halklar "bu da önemli bir kupadır" diye kandırılıyorlar.
Nitekim birinci küme maçları da eskiden "şampiyon kulüpler kupası" olarak anılırdı, sonra "Şampiyonlar Ligi" oldu.
Hiç geri kalır mıyız, aynı saçmalığı biz de benimsedik.
Bildiğimiz birinci lig, "süper lig" oluverdi.
Bildiğimiz ikinci küme de, birinci lig! Üstelik bunlar, parayı bastıranın adıyla anılıyorlar.
İkinci kümede oynayan gariban, "meğer ben birinci lig oyuncusu olmuşum" diye sevinecek. "Ekmeğimi de falanca banka veriyormuş"...
Eee, kötü oynayan takıma nasıl "aleyhte tezahürat" yapacaksınız peki? Eskiden "kümeye, kümeye" diye bağırırdınız, şimdi "birinci lige, birinci lige" diye mi tempo tutacaksınız?
Şarkıcılar için de geçerli değil midir bu "upgrade" çılgınlığı? "Mega, giga, ultra" falan derken Eski Yunanca'da da Latince'de de kelime tükendi...
Yok yok, züppelere tüyo vereyim: Daha sırada "tera, peta, exa, zeta, yota" var...
Ama "Peta star Ajda" pek ağıza hoş gelen bir tanım değil.
Peki, "sanat güneşinden" daha iyi söyleyen birisi çıkarsa "sanat nötron yıldızı" ya da "sanat kızıl cücesi" mi olacaktır? Ama bunun için Türk San'at Musikisi sevenlerin fizik de bilmeleri şarttır.
Güzellik kraliçeleri de "Miss World" olmaktan "Miss Universe" olmaya terfi ettiler...
Demek ki Jupiter gezegeninde de, Andromeda galaksisinde de ondan daha güzel kız yokmuş! Öyle mi, nereden biliyorsunuz, gittiniz de mi gördünüz?
Tövbe tövbe, dilimize çevirip "Bayan Evren" deyince de bambaşka bir şey akla geliyor...


*Mehmet Ali Erbil'e verilen reyting taktiğini, eski ekürisi Çiğdem Tunç açıkladı: "Yoldan çık, iğrençleş."
06 Ocak 2009
Sunucu Çiğdem Tunç, yıllarca aynı sahneyi paylaştığı Mehmet Ali Erbil'in yapımcılardan aldığı 'reyting' öğütlerini bir bir açıkladı! Oylum Talu'nun 'Burası Haftasonu' adlı programına konuk olan Tunç, bu durumun ünlü şovmenle ortaklığının bitmesine yol açtığını belirterek "Biz bir elmanın iki yarısı gibiydik. Ekranda, sahhede hep birlikteydik" dedi ve şunları ekledi: "Fakat Mehmet Ali'nin çevresindeki kitle, 'Çiğdem kültürünü çok belli ediyor. Kaliteyi savunuyor' dedi. Ona, 'Ne kadar çok reyting almak istiyorsak o kadar çok yoldan çıkmalıyız. İğrençleşmek lazım. Bu hatun seninle akışkanlar arasında set gibi duruyor. Sen bunu ufaktan yolla' görüşünü empoze ettiler. Mehmet Ali de yeni arayışa girdi, yollarımız ayrıldı." netgazete

2 milyon lira değerindeki yeri, 250 bin liraya vermiş! Hayırsız evlât, annesinin arsasını satarken yakalandı
05 Haziran 2009
İzmir'in Gaziemir ilçesinde bir kişi, annesinin arsasını sahte vekaletname düzenleyerek satınca yakalandı. Annesi N.T.'ye (69) ait 2 milyon TL değerinde arsayı 250 bin liraya satan oğul T.T. (40) gözaltına alındı.
Gaziemir Tapu Müdürlüğü'nde sahte vekaletnameyle arsa satışı yapıldığı ihbarı üzerine harekete geçen Asayiş Büro Amirliği ekipleri, zanlı T.T.'yi yakaladı. İncelemede, T.T.'nin öz annesi N.T.'nin kimlik bilgilerini kullanarak Ankara'da sahte vekaletname düzenlediği belirlendi. Annesinin, kendinde duran kimliğine başka bir kadının fotoğrafını yapıştıran T.T.'nin bu şekilde vekaletname çıkarttığı belirtildi. Anne N.T.'ye ulaşan polis, işlemin bilgisi dışında yapıldığını tespit etti. Oğluna bir vekaletname vermediğini belirten N.T.'nin şikayetçi olması üzerine Yankesicilik ve Dolandırıcılık Büro Amirliği ekipleri T.T.'yi ve arsayı alan M.Ç.'yi yakaladı. İki zanlıyı tanıştırıp aracılık eden M.G. isimli kişinin de arandığı bildirildi. M.Ç.'nin, gerçek değeri 2 milyon lira olan arsayı 50 bin lira kapora verip toplam 250 bin liraya aldığı öğrenildi. Zanlılardan M.Ç., ifadesi alındıktan sonra savcılığın talimatıyla serbest bırakıldı netgazete

Kızının iftirasına uğrayan baba intihara kalkıştı
İzmir'in Bornova ilçesinde, 14 yaşındaki kızının, kendisine tecavüz ettiği iddiasıyla karakola başvurması üzerine, gözaltına alınmak istenince silahla intihara teşebbüs eden baba, polis tarafından eyleminden vazgeçirildi. Kızın tecavüze uğramadığı belirlendi. B.Y'nin, babası kendisini dövdüğü için bu iddiayı ortaya attığını anlattığı öğrenildi. Hakkında "suç uydurmak"tan işlem yapılan B.Y. yetiştirme yurduna yerleştirilirken, anne G.Y. de kadın sığınma evine yerleştirildi. 10.05.2009 İZMİR netgazete

Halis Ağa 17 yaşındaki Nazıcan'la evlendi

71 yaşındaki ünlü iş adamı Halis Toprak, Aydın'ın Kuşadası ilçesinde 17 yaşındaki Nazlıcan Tagizade ile anne babasının yazılı izni ile evlendi.

18 Temmuz 2009

Ünlü işadamı Halis Toprak, Nazlıcan Tagizade ile bugün Kuşadası'nda evlendi.
Edinilen bilgiye göre, işadamı Halis Toprak (71), 13 Ağustos 1992 doğumlu Nazlıcan Tagizade ile, henüz reşit olmadığı için anne ve babasından yazılı izin alarak evlendi.

Toprak'a ait Kuşadası Yavansu Mahallesi'ndeki denize sıfır malikanede, saat 10.00'da yapılan törende, gelinin anne ve babası da hazır bulundu. Halis Toprak'ın nikah şahitliğini Toprak malikanesinin tesis görevlisi Nejdet Artar, kızın nikah şahitliğini ise dayısı Menderes Polat yaptı.
Halis Toprak ve eşinin balayına yurt dışına gideceği öğrenildi. haber7

HAŞMET BABAOĞLU
Tuğçe'ye yuh çekmek kolay!

Bayram o bayram ola!
Altyazı
Tuğçe'ye yuh çekmek kolay!
Gençler geçen hafta boyunca 2009 Best Model birincisi güzel kızı çekiştirdiler.
Eh, öyledir!
Başarı ve ün kazanmış, hele de güzel birinin kuyruklu yalanının ortaya çıkışına tanık olmak haklı bir heyecan yaratır. Ve itiraf etmeli ki, bu durumlarda içimizdeki en aşağılık hazlar da kıpırdanmaya başlayıverir.
Ama biraz geri çekilip olup bitene baksak...
Göreceğiz ki...
Yüze vurulan...
20 yaşındaki modelin göz boyamak için uydurduğu hikâyeden çok...
Toplumca içine battığımız görgüsüzlük ve kültürel yüzeyselliğimizdir.

***

Baştan alalım...
Tuğçe Sarıkaya Best Model'i kazandıktan sonra verdiği röportajlarda "Uluslararası kariyer hedefim var, işimde başarılı olmak istiyorum. Dört dil biliyorum, zorlanacağımı sanmam" demişti.
Öyle kuş dili falan da değil...
İngilizce, Almanca'nın yanında Rusça ve Farsça'yı da sayıyordu genç kız.
Pek sofistike bir havası vardı yani..
Fakat Okan Bayülgen'in programında Tuğçe'nin değil Farsça, Rusça... İngilizce bilgisinin bile "problemli" olduğu ortaya çıktı.
Stüdyo tribünlerinden yükselen "yuh"lara karşı Tuğçe'nin mazereti de acıklıydı: "Arkadaşlar ben 20 yaşındayım. O kadar profesyonel değilim."

***

Bu sosyopatik "hem ünlü, hem güzel hem de pek kültürlü" olma tutkusunu...
Bu göze girmek, dikkat çekmek için atılan yalanları...
Kışkırtıp duran şey ne peki?
Bunu hiç soruyor muyuz kendimize!
Tuğçe'ye "yuh" çekmek kolay!
Nasıl oldu da iki satır okumaya katlanamayan, internete girince sadece okey oynayan gençlerin bildikleri yabancı diller yüksek kültür seviyesini belirler oldu?
Gelinlerinin hem eşi dostu kıskandıracak kadar mevzun vücutlu hem iyi okullardan mezun ve iki dil bilen bir kız olmasının hayalini kuran oğlan annelerine de demeli!
Trafik kazasında ölen genç kız kolej mezunu ve yabancı dil biliyorsa, kazayı manşete çıkartan; öteki ölümleri iç sayfalara atan sonradan görme medyaya hiç lafımız yok mu?
http://www.sabah.com.tr/Yazarlar/babaoglu/2009/11/30/tugceye_yuh_cekmek_kolay

Reha Muhtar
Vatan Gazetesi
İntihar eden Albay olayında sorular...
12 Şubat 2010

Bir kurmay subayın mesleğinin en önemli kavşak noktası, albaylıkla, amirallik ve generallik arasında sıkıştığı o birkaç yıldır...

Çok fazla albay vardır orduda...

Çok az amiral ve general çıkacaktır, o albaylar arasında ...

Atina’da gazeteciyken, askeri ateşelikteki kurmayları görürdüm...

Çoğu albay rütbesindeydi, hepsinin ve eşlerinin gözü kulağı, Ağustos atamalarında olurdu...

Hayatın bir kurmay subay için rengini belli ettiği yer orasıydı...

Ya çok azın içine girecek ve “paşa” olacak, ya da albay kalacak bir süre sonra emekliye ayrılacaklardı...

Bir kurmay subayın 2 ya da 3 yıl ailesiyle girdiği, inanılmaz bir sınavdı, bir virajdı bu...


***


Bu viraj çok acımasızdır...

Rekabet inanılmazdır...

Bütün haberler intihar eden Albay Berk Erden’in amiral olmasına kesin gözüyle bakıldığını gösteriyor...

Orduda birisinin amiral olması, birçok kişinin amirallik şansının kalmaması demek...

Paris’teki bir internet sitesine “inanılmaz kirli bir komplo” bu şartlarda sokuluyor...

Albay’ın eşinin bir başka albayın evine girerken ve çıkarkenki fotoğrafları, pis bir senaryo eşliğinde video klip halinde sunuluyor...

En sonuna da “kadının düşünceleri okunarak” Albay Berk Erden’in “Ergenekoncu” olduğu şüphesi şırıngalanıyor...

Rezilin rezili, pisliğin pisliği bir kirli oyun bu...


***

Oynatanların bizi düşündürmek istemesinin aksine, bu oyunda dinci-laik, Ergenekoncu-Cemaatçi gibi bir oyunun olmadığını düşünüyorum...

Çünkü çok kilit ve nirengi soru işaretleri var bu kirli operasyonda:

1) Bu görüntüleri yayınlayanlar ne yapmak istiyorlar?..

Amaç yapılmak istendiği gibi Ergenekon’a yakın bir albayın amiral olmasını engellemek mi?..

İlk başta bu soruyu “evet” diye cevaplandırabilirsiniz...

Oysa iyi düşündüğünüzde “Elinde bir albayla ilgili onu intihara kadar sürükleyecek bir belge bulunanlar, onun niye amiral olmasını engellesinler ki” diyeceksiniz...

Öyle ya...

Eğer bunu yapan çete, Ergenekon’cu olduğuna inandığı bir albayın yükselmesini engellemek istiyorsa, “elindeki bu belgeyi yayınlamak yerine şantaja geçip, o albaya istediğini yaptırır...”

Bunun yerine belgeyi Paris’te bir internet sitesi üzerinden yayınladığında, eline ne geçecek ki?..

Bu belgeleri toplayacak kadar kirli bir organizasyonun içinde olan bir çete, bu görüntüleri yayınlamaz “şantaj” aracı olarak kullanır...


***

2) Bu kirli tezgahı yapan çete, niçin bunu şantaj olarak kullanmıyor da, direkt kullanıma sokuyor...

Demek Albay Berk Erden’den elde etmeyi umduğu bir şey yok...

O zaman bunu bugünden kullanıma sokmasının altında tek bir neden olabilir...

Albayın amiral olmasını engellemek...

3) Şimdi düşünelim...

Elinde albayın hayatını altüst edecek olan görüntüler bulunan bir çete, bir albayın neden amiral olmasını istemez ki?..

Eğer bu çete bu kadar karanlık çeteyse, albayın amiral olmamasını değil, tam tersine olmasını ve amiral olduktan sonra kendisine şantaj yapmayı düşünür...

Albayken bu resimleri yayınlamanın kime ne faydası olacak ki?..

4) Ta ki bu görüntülerin yayınlanmasını planlayanlar, kendi durumlarından, kariyerlerinden dolayı albayın amiral olmamasını isteyenler olmasın...

Görüntüye eşinin “Ben de onun Ergenekon’la ilişkilerini açıklarım” diye düşüncelerini ekleyerek, güya siyasi bir boyutla kafaları bulandırmış olmasın!..

Bir eşin, “Ben de onun Ergenekon’la bağlantılarını açıklarım” diye düşünmesini kim nasıl bilebilsin?..

Biliyorsa niye söylesin?..

Bunu Ergenekon gibi bir konuya niye ilişkilendirsin?..


***

5) Albay Ergenekon’la bağlantılıysa, karısını İzmir’den Ankara’ya kadar takip edenler, onu da ortaya çıkartırlardı, zor olmasa gerek...

Üstelik eldeki görüntülerle albaya şantaj yaparak ona istediklerini yaptırmaya çalışmak daha kolaydı...

Bu olay öyle bir olay değil...

Bütün soruların cevapları mesleki çekememezlik, haset ve tezgahlara dayanmakta... Bir erkeği karısından, en hassas yerinden vurmaya kalkmak, bu kadar kahpeleşmek için “siyasi bir senaryo” çıkartamadım sizlere...

Çünkü şu ana kadarki bulgular başka bir gerçeği işaret ediyor bana!..



***


KAHPE TEZGAHLARIN SAHİPLERİ...

Albay Erden’e yapılan kahpe tuzağın ardında başka şeylerin olabileceği kuşkusu, şu gerçeği ortadan kaldırmıyor...

Türkiye’de insan haysiyetini, onurunu, şerefini yok edecek kahpece tuzaklar kurulmuş ve hala kuruluyor...

Ergenekon soruşturmasında, savcı ve hakimlerin kadınlarla görüntülerinin yer aldığı bir kasetten söz ediliyordu...

Kaset nasıl olduysa kırıldı...

Kimler bu ülkenin hakimlerini, savcılarını, hayat kadınlarıyla görüntüleyip arşivlerde saklıyor?..

Bu arşivler ne amaçla tutuluyor, ne isteniyor karşılığında bu insanlardan?..


***

Şimdi herkes dinlendiğini, fişlendiğini, kayıt altına alındığını düşünmekte...

Doğru mu bilinmiyor ama dehşet bir korku imparatorluğu duygusu hakim oluyor etrafa...

İster siyasi hesaplaşma olsun, ister olmasın, çıkartılan belgeler görüntüler insanların en hassas yerlerine en kahpe vuruşları indirmeye başladı...

Bir erkeğin karısının resimlerini yayınlamaktan medet uman, bunu yapmaktan utanmayan bir kahpelik, insanlığın adına yüz karasıdır...

Bunu bu memleketin evladı, bu toprağın insanı mı yapıyor inanmak zor...


***

Bu ülkede bazı insanlar siyasi veya kariyeristik çıkarları için bu kadar mı kahpeleştiler?..

Yaşamın hiçbir “insani ve ahlaki standardı” kalmadı mı bu memlekette?..

İlk gençlik yıllarımızda bu davranışları yapmaya yeltenenlere “kancık” denir, hasbelkader yapmaya tevessül edenler, toplumdan tecrit edilirdi...

Yaşamın standartlarının kahpeliğe ve kancıklığa prim verecek kadar dejenereleşebileceğini gösteren en büyük işaret, bir erkeği karısının belaltı ilişkilerini iddia ederek vurmak olsa gerek...

Bunu yapanlar, hangi ücra köşedeler, hangi karanlıkta saklanmaktalar bilmiyorum...

Ama emin olsunlar, hayat onlara bu yaptıklarının bedelini bir gün ödetecek...

Yakalanırlar mı bilmiyorum...

Ama yakalanmasalar da hayat onlara başka bir yerden bunun hesabını ödetecek...

Evren kancıklığı ve kahpeliği son tahlilde affetmiyor çünkü!..

Adalet ve utançtan daha güçlü: Nefret!
Emre AKÖZ
30 Haziran 2010
Sabah

Bir ara ahlakın kökeni hakkında tartışmıştık. Antropologların çalışmaları bize şunu gösterdi: "İlkel" denilenler de dahil, dünyadaki tüm kültürlerde belirli bir ahlak anlayışı vardır.

Bu ahlak kuralları içinde hiç kuşkusuz en önemlisi adalet anlayışıdır. Hemen herkes belirgin bir adalet duygusuna sahiptir.

İnsanlığın bir başka ortak noktası da utanç hissidir. Olumlu değerlere aykırı davrananlar, yaptıkları ortaya çıktığında utanç duyarlar.

Peki, nasıl oluyor da bizim hukuk camiasının zirvelerinde insan doğasına aykırı rüzgârlar esiyor?

Görevi adaleti sağlamak olan bazı kişiler, adaletsiz bir sonuç almak için çabalamakla kalmıyor... Yakalandıklarında, utanıp istifa da etmiyorlar.

İnanılır gibi değil! Ve bunun bir açıklaması olsa gerek.

Acaba hem adalet, hem de utanç duygularına galebe çalan o duygu hangisi?

Nefret mi? Adil davranmayı ve utanç duymayı olsa olsa nefret engeller.

Sizin aklınıza başka bir şey geliyor mu?

Hanefi Avcı, Mustafa Karaalioğlu, Vicdan ve Vefa
Açık İstihbarat Özel
29.09.2010

Hanefi Avcı'nın 28 Şubat sürecinde devlet gücünü belli bir kesim mütedeyyyin vatandaş ve kamu görevlisi üzerinde haksız şekilde kullananlara karşı çıktığı; bu tutumundan dolayı da bedel ödediği biliniyor.

O dönem işlenen hukuksuzluklara ve Emniyet teşkilatında ortaya çıkan yeni dengelere uyum sağlamayı reddeden Avcı, öyle bir dönemde "cemaatçi polis" olarak yaftalanmaktan çekinmedi ve köşeye sıkıştırılmak istenen İslamcı kesimle irtibatını koparmadı. Kamuoyu önünde onların hakkını savunmaktan da geri durmadı.

28 Şubat'ın, "din devletine karşı olmak" maskesi altında, Türkiye'nin üniter yapısını darmadağın edecek olan Amerikancı-İslamcı kadroyu iktidara taşıyan sinsi bir plan olduğu sonradan ortaya çıktı. O dönem Hanefi Avcı'nın himayesinden medet umanlar, bugün büyük servetlerin, etkili konumların, operasyonel görevlerin ve intikam çarklarının başına geçtiler.

Ve her haksız palazlanan güç gibi vicdanı, vefayı ve eski dostlarını unuttular. Unutmakla kalmadılar, kurdukları insan öğütme çarklarında zor günlerinde arkalarında duranları da öğütmeye başladılar.

Siyasi konjonktürün istediği kalıplara girmeyi reddettiği için 28 Şubat'ta görevinden alınan Hanefi Avcı'nın Ankara'daki uğrak yerlerinden birisi de Yeni Şafak gazetesinin Ankara bürosuydu.

Herkesin veba merkezi gibi uzak durduğu bu büronun başında o zaman, Star gazetesinin şimdiki Genel Yayın Yönetmeni Mustafa Karaalioğlu vardı.

Gazetecilik formasyonundan uzak amatör bir kadroyla, dışlanmış bir şekilde ve fakr-ü zaruret içinde ayakta durmaya çalışan Yeni Şafak'a bütün kapılar kapalıydı. Basın toplantılarına çağrılmıyorlar, hiç bir kurum tarafından akredite edilmiyorlar, basın kartı alamıyorlar, Meclis'e giremiyorlar ve bugün yüksek maaşlarla kadrolarına kattıkları isimler tarafından bile aşağılanıyorlardı.

İşte böyle bir dışlanma döneminde Hanefi Avcı, Yeni Şafak'ı hiç yalnız bırakmadı. Kendi ismiyle demeç vermekten de, bildiği kulis bilgileri paylaşmaktan da çekinmedi. O dönem, "devlet" bilgisi sıfır düzeyinde olan ve uçuk-kaçık felsefi yazılar kaleme alan Ömer Çelik gibi köşe yazarlarını da, duydukları her dedikoduyu haber zanneden muhabir kadrolarını da adetâ bir öğretmen gibi eğitti.

Aradan 12 yıl geçti ve aynı Hanefi Avcı, cemaatin devlete ele geçirme planını ifşâ ettiği için önceki gün tutuklandı. Tutuklamanın resmi gerekçesi, "Devrimci Karargâh" adlı aşırı sol örgüte yardım ve yataklık etmek.

Türkiye'de artık herkes biliyor ki tutuklanmak için mantıklı, hukuki ve adil bir gerekçeye değil, sadece AKP ve cemaatin hoşuna gitmeyecek şeyler yapmaya ihtiyaç var.

Avcı'nın tutuklanması, onun mesleki çizgisinden, ideolojisinden ve kendince verdiği mücadeleden tamamen uzak olanların bile vicdani tepkisiyle karşılaşırken, zor günlerinde yanında olduğu "mağduriyet tüccarlarından" alaycı sesler yükseldi.

Avcı'nın tutuklanması Star gazetesinde

“Devrimci Karargah terör örgütü üyeliği suçundan tutuklanan arkadaşı Necdet Kılıç’ın

'polis beni takip ediyor, ne yapmam gerek' sorusuna “Seni gözaltına alacak olsalar takip etmezler. O salaklar senin onları takip ettiğinin farkında değiller. Avukatına söyle herkesi rahatsız etsin, müvekkilim takip altında diye” şeklinde akıl veren Hanefi Avcı, “örgüte yardım” iddiasıyla Ankara’da Emniyet Genel Müdürlüğü’ndeki makamında gözaltına alındı."
şeklinde habercilik dilinden tamamen uzak bir formatta duyuruldu. Haberde, Avcı'nın evinde yapılan aramada üzerinde kendi fotoğrafı olan sahte kimlilk ve pasaportların da ele geçirildiği iddia edilerek "yurt dışına kaçma hazırlığı yaptığı imasında bulundu.

Avcı'nın "eski dostu" Mustafa Karaalioğlu, köşesinde konuya hiç değinmezken, Başbakan'ın öfkeyi "hitabet sanatı" diye sunması gibi müptezelliği "farklı bir yazarlık üslubû " zanneden Ahmet Kekeç, "Heyecan yapma abla...Hanefi Avcı'yı almışlar!" başlıklı alaycı bir yazıya imza attı.

Son günlerde "kullanılıp atılmaktan" duyduğu muzdariplik diline vurmaya başlayan ve kitapları eskisi gibi satmadığı, hakkında davalar açıldığı için AKP Hükümeti'ne sitem üstüne sitem (arada tehdit) mesajları gönderen Şamil Tayyar da Avcı'nın "

Devrimci Karargah örgütü ile telefon irtibatı saptandığı için telaştan kitap yazdığını ama tutuklanmaktan kurtulamadığını"

iddia etti.

Şamil Tayyar daha önce de Mustafa Karaalioğlu'nu fakirlik günlerinde evinde yatırmış, karnını doyurmuş ve kol kanat germiş olan Mehmet Bekaroğlu'na köşesinde

"Kimsin lan sen?"

şeklinde "on ileri demokrasi gücünde" bir üslupla hitap etmişti.

(Kanaltürk'teki Ters Cephe programında, "Bekir Coşkun gibi kalemlere Avrupa'da yazarlık yaptırmazlar" diyen Star gazetesinin "babadan torpilli" yazarı Mustafa Akyol'a hatırlatılır...)
Hanefi Avcı olayı, bugün iktidarda bulunan, kendilerini "ileri demokrat" olarak tanıtanlar ile onların paralı kalemşörlüğünü yapanların, en yakınlarındaki insanlara karşı bile ne kadar tehlikeli bir psikoloji ve kişilik yapısı içinde olduklarını göstermesi bakımından ibret doludur.

İkbâl, istikbâl, yüksek maaş ve mevki umuduyla yağ çekmekten vazgeçmeyenlerin dikkatine

Babasının Cesedini Yol Ortasında Bıraktı
06 Ekim 2010
Bursa'da bir otomobilin çarptığı 75 yaşındaki Hasan Okur kanlar içinde yere kapaklandı. Olay yerinde can veren yaşlı adamın üzerinden çıkan cep telefonundan oğlu arandı. Ancak oğulun yanıtı ilginç oldu: İşim var gelemem...

Bursa’da banka para nakil aracının çarparak ağır yaraladığı 75 yaşındaki Hasan Okur, üzerinden otomobil de geçince, feci şekilde can verdi. Polis cesedin üzerinde bulunan cep telefonunda ‘oğlum’ yazan Adnan Okur’u telefonla arayarak, “Babanız kaza geçirdi durumu ağır acele gelmeniz gerekiyor” dedi. Telefondaki kişi ise “Şu an işim var gelemem” diyerek telefonu kapattı. aktifhaber

Üniversite'yi sarsan taciz iddiası
10 Ekim 2010
Sakarya Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Biyoloji Bölümü'nün Bodrum'a düzenlediği gezide Bölüm Başkanı Doç.Dr. S.C.'nin 2 kız öğrenciyi taciz ettiği öne sürüldü.

2 öğrencinin şikayetinin ardından üniversite yönetimi bölüm başkanı hakkında soruşturma başlatırken, Doç.Dr. S.C. bölüm başkanlığı görevinden istifa etti.

Olay, 2 ögrencinin Rektörlüğe verdiği dilekçe üzerine ortaya çıktı. İddiaya göre, geçen hafta sonu Bodrum'a düzenlenen geziye katılan Bölüm Başkanı Doç.Dr. S.C., öğrencilerle birlikte gece kulübüne giderek aşırı derecede alkol aldı. Geziye katılan bir grup öğrenci, 37 yaşındaki evli Doç.Dr. C.'nin gece kulübünde bir kız öğrenciye zorla içki içirdiğini öne sürdü. Kendisi de aşırı alkollü olan bölüm başkanı, kız öğrencinin pansiyondaki odasının kapısına giderek açması için uzun süre uğraştı. Daha sonra telefonla tacizini sürdürdüğü ileri sürülen Doç.Dr. S.C., gezi sırasında bir başka kız öğrenciyi de sahilde öpmeye çalıştı.

İddiaya göre, bölüm başkanı ve geziye katılan 2 öğretim üyesi, öğrencileri bir evde toplayarak konuların okulda konuşulmaması için baskı yaptı. Ancak iddialar taciz edilen öğrenci ve 2 görgü tanığının dilekçeleri üzerine Sakarya Üniversitesi Rektörlüğü'ne iletildi. Dilekçeyi öğrenen bölüm başkanı S.C. bölüm başkanlığı görevinden ayrıldı.

Sakarya Üniversitesi Rektörü Prof.Dr. Mehmet Durman da iddialarla ilgili olarak öğrencilerin şikayetlerinin kendilerine ulaştığını ve derhal soruşturmaların başlatıldığını söyledi. Doç.Dr. S.C.'a ile iddialarla ilgili olarak telefonla da ulaşmak mümkün olmadı.
hürriyet

10.11.10

Endüstrisi ve sosyal tahribatıyla, yeni pornografi

Hollywood’u herkes bilir. ABD’nin Kaliforniya eyaletinde, Los Angeles şehrinin yüzyirmi küsür bin nüfusu olan bir bölgesidir. Amerikan film endüstrisinin merkezidir. Bir de ‘Pornywood’ diye bir yer var. Bu ad altında tanınan San Fernanda Valley, Amerikan porno endüstrisinin merkezi. Pornywood’daki ikiyüz film stüdyosu, yılda onbin kadar film üretir, ama dünya porno endüstrisi çok daha büyüktür ve yılda toplam onbeşbin kadar filmle, 96 milyar Dolar ciro yapar. Çekilen filmlerin, 4.2 milyon web sitesinde gösterildiği saptanmıştır.

Porno, daha on yıl öncesine kadar, toplumdan -özellikle çocuklardan- özenle uzak tutulan, insanların sözünü bile etmekten utandıkları bir şeydi. 1960’larda başlayan, ‘Cinselliğin baskılardan kurtulup özgürleşmesi’ söyleminin bir devamı olarak, özellikle yetmişlerden sonra “savunulabilir bir şey” haline gelmek yolunda önemli mesafeler katetti. Türkiye’de de yoğunluğu 1970’li yıllarda hissedilen bu akım, berbat bir seks filmleri furyasında ifadesini buldu ve sonra kısa sürede toplumsal hayatın dışına çıktı. Ama dünyada pornoya tolerans, başta ticari nedenlerle, artarak devam etti. İnternetin yaygınlaşmasıyla, pornonun herkes tarafından kolay erişilebilir bir alan haline gelmesi sonucu, toplumu önemli ölçüde etkilediği kesindir ve bunun vahameti artık konuşulmak zorundadır.

Kısmen masum “eğitici-öğretici” filmler kategorisinde 1960'larda topluma açılıp sosyalleşen pornografinin bugünün dünyasında vardığı yer, bir tür benimsenme ve kısmen saygınlık kazanma aşamasıdır. Özellikle Batılı toplumlarda evde porno bulundurmak şık ve modern sayılıyor, saygın gazeteler porno oyuncularıyla söyleşiler yapıyorlar. En berbatı da, pornoya karşı çıkmanın, bazı popüler çevrelerde bir tür demodelik sayılmasıdır. Pornonun bu yeni yüzü, birkaç gün önce Türk medyasına da yansıdı. Aileden pornocu bir “girişimci”nin, dünyanın çeşitli yerlerinde yüz adet bedava konaklanabilen otel açmayı düşündüğü gazete haberiydi. Sözkonusu otallerde bedava kalmak isteyenlerin, odalarında sevişirken çekilecek görüntülerinin internetten pazarlanmasını kabul etmeleri gerekiyormuş (Radikal 8.11.10). Habere konu olan "iş adamı", otel başına yılda 43.8 milyon Dolar “gelir” elde etmeyi umuyor! Pornografiyi topluma mal etme girişiminin böyle aleni türüne gelen tepkilerin cılızlığı ürkütücü.

Pornoya karşı mücadele hiç de yeni sayılmaz. 1970’li yıllarda mücadeleyi başlatan aktivist kadınlardan Alice Schwarzer’in, artık bir kült olmuş ‘Emma’ dergisinde, “Seksizm, Rasizm (ırkçılık) kadar ciddiye alınsaydı, mücadelemizin hedeflerinin yarısına ulaşmış olurduk” sözleri bugün de geçerliliğini sürdürüyor. Schwarzer’in sözlerine bakarak, bu mücadelenin kaybedildiğini de söyleyebiliriz belki. Ama bunun bir rövanşı var. Ve rövanş, kadınlardan önce erkeklerin sorunuymuş gibi görünüyor. Çünkü -istatistiklere göre- ilk porno filmini 11 yaşında seyreden erkek çocukların, cinselliği porno ile karıştırması gibi absürd bir durum yaygınlaşıyor günümüzde. Bu çocukların büyüyünce, kendilerini ve kadınları nasıl mutsuz edecekleri konusu önemli bir sorun. Pornonun özellikle şiddet içeren yeni biçimlerine karşı sert bir mücadele yürüten Gail Dines’in sözleriyle, “Cinselliğin pornoyla ilgisi yoktur” ve bunun gençlere anlatılması gerekiyor.

Yeni pornografide kadına karşı uygulanan şiddetin ve aşağılamanın boyutları benzersiz. Dines şunları söylüyor: “Eğer siyah ırktan olanlar veya Yahudiler, filmlerle, kitle halinde bu derece aşağılansalardı, itiraz/protesto çok büyük olurdu. Kimse de, ‘Fantazi’den falan bahsetmezdi. Tam tersine, bunun ne olduğunu söylerdi, yani: Irkçılık ve Yahudi düşmanlığı.” (Bkz., “PornLand” 2010) Dines, Pornyland’de çekilen porno filmleriyle ilgili araştırmasında, bunların yüzde 88’inin kadına karşı şiddet içerdiğini saptamış. Burada "anlaşılamaz" görünen, ABD gibi insan haklarının mucidi bir ülkede kadının nasıl olup da bu derece aşağılanabilmesidir. Tabii ekonominin "gerçekleri", bu acaip durumu anlamamızı (ama asla anlayışla karşılamamamızı) sağlamaktadır.

İnternet üzerinden ulaşması bu denli kolay olan porno ile, genç erkeklerin şiddete yatkın hale geldikleri ortaya çıkmış. Yeni ve yaygın porno filmlerinde asla ‘Hayır’ demiyen ve her türlü aşağılanmayı sessizce kabullenen kadın tipi, farkında olmadan genç erkekler tarafından benimseniyor. Genç erkeklerin, ‘Hayır’ diyen sevgililerine karşı eskisinden çok daha anlayışsız davrandıkları, reddedilince çok daha fazla/yaygın şiddet kullandıkları, üniversite öğrencileri arasında yapılan araştırmalardan anlaşılıyor. Kadın-erkek ilişkilerinde duygulara hiç yer vermeyen pornonun kadın doğasına yabancı olduğu üzerinde ısrarla duran kadın aktivistler, aslında erkeklerin ruhunu kurtarmaya çalışıyorlar. Çünkü pornonun asıl büyük ruhsal zararı erkeklere verdiği anlaşılıyor. Araştırmalar sonucu ortaya çıkan diğer korkunç saptama, çocuk istismarındaki patlamanın asıl nedeninin porno endüstrisi olduğu gerçeği! İşin garibi, pornonun bu kadar yaygınlaşması bir vaka iken, ve bunun toplumsal etkilerinin negatif olduğu tartışılmaz bir gerçek iken, konu hakkında kapsamlı araştırmalar yok denecek kadar az.

Hayatın en mahrem alanlarının bu derece ticari mal/meta haline getirilmesi, en başta insan mutluluğunun temel faktörleri olan sevgi ve aşka karşı büyük bir saldırı anlamına geliyor. Kadınları tarihte hiç olmadığı ölçüde aşağılıyor. Cinselliği, sevgisiz ve aşksız bir şiddet pratiğine indirgiyor. Porno endüstrisine karşı mücadele, para/kar için her türlü insani değeri çiğneyebilen kökten piyasacı neoliberal anlayışlara karşı mücadeleyle eş anlamlı. ‘İnsani değerler’ ile (ama en çok da ‘Kadınsı değerler’ ile) “ekonomik/parasal değerler”in giderek taban tabana zıt hale gelmekte olduğu bir zaman diliminde yaşıyoruz.
http://konstantiniye.blogspot.com/

"‘Bir ayda 100 kız evimi basınca Cihangir’den apar topar kaçtım"

Burak Özçivit, Cihangir’deki evini de hayranlarının aşırı ilgisi nedeniyle boşalttığını itiraf etti
17 Nisan 2011
KÜÇÜK Sırlar dizisindeki başrol arkadaşlarıyla birlikte katıldığı mağaza açılışı ve imza gününde hayranlarının ilgisinden memnun olan Burak Özçivit, Cihangir’deki evini de hayranlarının aşırı ilgisi nedeniyle boşalttığını itiraf etti. Yıllardır yaşadığı ailesinin yanından Cihangir’de ev tutarak ayrılan Burak Özçivit, kadın hayranlarının evi taciz etmesinden dolayı Cihangir’den taşındığını şu sözlerle açıkladı; “Evim cadde üzerindeydi, bu yüzden çabuk deşifre oldu. Her gece evi basıyorlardı. Bir ay içinde 100 kız evimi bastı. Evden gece yarısı taşınmak istedim, ona bile izin vermediler” dedi.
habertürk

Röportaj öncesi kafayı mı çektiler?.
Balçiçek İlter
29-05-2011

Mini etekle namaz, başörtüsüyle içki

Doymuyorlar... Poz vermekten... Kendilerinden bahsetmekten... Bıkmıyorlar, bıktırdılar ama yılmıyorlar...
“Ne kılığında çıkacaklar acaba?” mavraları dönüyor arkalarından, tınmıyorlar...

Niye tınsınlar ki... Yıllarca bu ülkeyi böyle uyuşturdular, sahte gündemlerle, sahte başrol oyuncuları yarattılar... Çarşaf çarşaf poz verdirdiler, poz verdiler...

Kendi küçük dünyalarının etrafında bütün memleketi şekillendirdiler... Gücü, parayı, mevkiyi, bir numara olmanın ağır zalimliğini kullandılar... Edepsizce, terbiyesizce, hayâsızca yaptılar... Kural mural tanımadılar...

Bütün medyayı organize etmeye kalktılar. Zaman zaman tuttu oyun... Ama sonunda patladı. Öylesine patladı ki çaresizce eski kuralları geçerli kılmaya çalışıyorlar. Müthiş bir çırpınma... Ama öylesine bir örgüt ki, öylesine bir çete ki, öylesine bir megalomani ki, hâlâ borularını öttürüyorlar...

Ne yapsalar olay olmalı, ne deseler gündem değişmeli... Onlar konuşulmalı, onlar tartışılmalı... Birilerine ayıp edilmiş, birileriyle dalga geçilmiş... Hayatlar karartılmış? Kime ne?
“Şov devam etmeli”

*

Dün Hürriyet’in ekini açtığımda bütün kapağı kaplayan Ertuğrul Özkök fotoğrafını gördüğümde önce iyi niyetle “pes!” dedim.
Yine niye söyleşi yapmış ki Ayşe Arman, Özkök ile? Yine neyi söylemesi lazım acaba? Yine niye gündeme gelmesi gerek?
Yarı melek yarı şeytan göndermesi falan, yine uğraşılmış prodüksiyon... Röportajı okuyunca utandım... Utandım, çünkü bu zihniyet bir dönemi, bu medyayı şekillendirdi...
Minik Özkökçükler türedi medyada.

Aslından değil çakmasından korkun misali, örgüt halini aldılar zamanla... Bu zihniyetti Hrant Dink’i ölüme götüren... Yine aynı bakış açısıydı Ahmet Kaya’yı linç eden...
Çünkü özgür fikir demek, saçmalamayı da beraberinde getirebilirdi... Haklar kişiye göre değişir, orasından burasından çekiştirilebilirdi...

Ertuğrul Özkök’ün kendini anlattığı bölümlere takılmadım. Ne istiyorsa o olsun, hatta lütfen bir gazete verin kendisine kıyıda köşede, bir televizyon programı falan... İçindeki enerjiyi atıversin, o bitmek tükenmek bilmeyen gündemde kalma arzusunu tatmin etsin, hırslarını bastırsın da biz de bir nefes alalım artık...
Gelelim beni öfkelendiren ve belki de bu yazı için ilham olan şu özlü sözlere... Pardon “hayaller” demeliydim aslında... Sonu yok ki, hayal işte!

Diyor ki Özkök: “Mini etekle beş vakit namaz kılınacağını, başörtüsüyle içki içilebileceğini düşünen ve buna cüret edebilen kadınların ülkesini düşlüyorum!”

Nedir bu? Zekâmızla dalga geçmek mi, gündeme gelmek ki, yoksa Özkök sarhoş muydu? Ayşe’yle çektirdiği pozda elinde dolu bir şarap kadehi var, ona istinaden soruyorum. Hani röportaj öncesi kafayı mı çektiler?

Özkök umutla mini eteklilerin namaz kılmasını, başörtülülerin içki içmesini bekleyedursun, zekâsından kesinlikle şüphe etmediğim bu adam, birilerine fena halde saygısızlık yaptığının farkında mı acaba? Bir mini etekli namaz kılabilir elbette ama o eteğiyle mi? Ya da başörtüsü takmış biri niye içsin ki arkadaş?
İşin mantığına, doğalığına hatta oluş biçimine aykırı olmanın daha uç derecesi var mıdır?

Özkök bu şahane hayalini açıkladıktan sonra soruyor: “Söyle var mı bunda adaba aykırı, inanca ters düşen bir şey?”
Ayşe Arman da susuyor. Oysa var tabii. Buyursun gelsin canlı yayında tartışalım bu muhteşem hayallerini... Ben anlatayım ona inancı, saygıyı, adabı, insanların hayatlarına karşı duruşu...

Neler diyorum ki ben, kime ne anlatıyorum... Bakın yine gündem yarattılar... Bu köşeye bile malzeme oldular. Tek bir tesellim vardır, o da Özkök’ün artık genel yayın müdürlüğü koltuğunda oturmaması...

Neme lazım, Türkiye’yi anlamaya yönelik yeni bir yazı dizisinde Ayşe’yi mini etekle namaz kılarken görebilirdik.

habertürk

Galata Kulesi altında 'entel' rezillik!
26 Haziran 2012



'Entelektüel' magandalar, mahalleliye ve esnafa kan ağlatıyor!

Galata Meydanı'nda son aylarda tam bir rezillik yaşanıyor. Sözde entelektüel gruplar kule etrafında alkol alıp türlü taşkınlıklar çıkarıyor; tacizden sokak ortasında ahlak dışı davranışlarda bulunmaya varan hareketlerde bulunuyorlar. Mahallelinin tepkisini çeken manzara, Habertürk Yazarı Amberin Zaman'ı da isyan ettirdi. Tepkisini twitter'da dile getiren Zaman, konuyla ilgili "Galata" başlıklı bir de yazı kaleme aldı. İşte o yazı:

GALATA

Galata İstanbul'un en önemli sembollerinden biri. Tarihi değerini anlatmaya gerek yok. Turistlerin başlıca uğrak yerleri arasında yer aldığı gibi ailelerin yaşadığı, komşuluğun halen diri kaldığı güzel ve sıcak bir mahalledir.

İddiaların aksine sadece zenginlerin, entellerin, dantellerin değil çoğunlukla orta halli vatandaşların yaşadığı bir mahalledir. Ve o mahalle artık yok olmak üzere çünkü Kule meydanını öğlen saatlerinden itibaren işgal eden bir grup sabahlara kadar yarattıkları gürültüyle insanları adeta çıldırma noktasına getirdiler. Sabahın dördüne beşine kadar devam eden darbuka sesleri yüzünden mahalle sakinleri kronik uykusuz birer zombi halinde geziniyor.

Sinirler gergin. Öfke büyüyor. Civardaki ilkokul ve liselerde okuyan çocuklar aynı şekilde ne ders çalışabiliyor ne bir şey... Gürültünün yanı sıra kendilerini devrimci zanneden bu insanlar sarhoş olup sokaklara tuvaletlerini yapıyor, sözlü ve elle tacizde de bulundukları oluyor. İstanbul'un bütün kültürlerini buluşturan tarihi meydanın çöplüğe çevrilmesi işin cabası.

Evimize ulaşmak için bu güruhu yararak geçtiğimiz her defa savaştan çıkmış gibi hissediyoruz.

(..)

Ben bin bir zahmet ile restore ettiğim evimi terk etmek zorunda kaldım. Ama mahallede aynı imkanlara sahip olmayan birçok sakin, yaratılan bu cehennemde hapis kalmış vaziyette belediyeden, emniyetten, zabıtadan, valilikten acil çözüm talep ediyor. Geçtiğimiz yıldan beri defalarca tüm bu mercilere başvuruldu ama herhangi bir çözüm getirilmedi. Tophane'de yaşanan tatsız olaylara ramak kaldı çünkü insanlar devletten umutlarını kesmiş durumda.

Peki bu duyarsızlığın sebebi ne olabilir ?Galata, mahalle olmaktan çıkarılıp sadece otellerin, restoranların, dükkanların bulunduğu bir rant bölgesine mi çevrilmek isteniyor? Eğer böyleyse bu açıklansın.

TWITTER'DA AMBERİN ZAMAN'A DESTEK

Amberin Zaman'ın Galata Meydanı'ndaki rezaleti twitter'da gündeme getirmesiyle, destek mesajları da art arda geldi. İşte konuyla ilgili Zaman'a destek veren, Beyoğlu Belediye Başkanı Ahmet Misbah Demircan'ın da aralarında olduğu bazı kullanıcıların tweetleri:

Burhan Ozbilici ?@BurhanOzbilici

@amberinzaman Bazi gorevliler bu kanunsuzluklari, pislikleri yeni bir gelir kapisi olarak kullanip bitirmek istemiyor, inan..@AhmetMisbah

Ahmet Misbah ?@AhmetMisbah

@amberinzaman masalar için bu kadar kıyamet koparanlar, soz konusu insanların rahatsızlığı oldugunda, çıtlarını çıkarmıyorlar.

Ahmet Misbah ?@AhmetMisbah

@amberinzaman @oralyuregir tüm sorun, insanlarin Beyoğlu'nu, kentin "sınırsız hürriyetl kullanım alanı" olarak görmesinden kaynaklanıyor


Adnan Öksüz ?@adnanoksuz

Amberin Zaman'ın Galata Meydanı hakkındaki çığlığı çok haklı. Ben de yazdım. Ama Belediye Başkanı Misbah Demircan'dan 'tık' yok...
Habertürk

Çalışanlar iki aydır maaş almıyormuş: ‘Boş oda yok’ denen tatilciler, ‘İslami otel’in kapısında kaldı
26/07/2017



Muğla’nın Fethiye ilçesindeki ‘İslami otel’e rezervasyon yaptıran beş aile “Boş oda yok” denilerek otele alınmadı. 15 otel çalışanının da iki aydır maaş alamadığı ortaya çıktı.

Ölüdeniz’deki 200 odalı otele internet ve telefon üzerinden rezervasyon yaptıran ve konaklama ücretinin bir kısmının önceden ödeyen beş aile, “Boş odamız yok” denilince kapıda kaldı.

Tatilcilerden biri “Bize rezervasyonu nereden yaptırdığımızı sordular. Ben otelin resmi internet sitesi üzerinden rezervasyon yaptırdım. Telefonla gerekli teyitleri de yaptık. Burada organize sistemli bir dolandırıcılık var. Sözde İslami otel” derken, bir diğeri “Sıcakta eşim ve çocuğumla birlikte otel önünde bekliyorum. Rezil olduk. Herhangi bir açıklama yapan da yok. Mağdur olduk” diye konuştu.

Boş oda da yok, çalışanlara maaş da

Öte yandan 15 otel çalışanı ise iki aydır maaşlarını alamadıklarını belirterek otelin önünde eylem yapmaya başladı.

Bir otel çalışanı, yaşadıklarını “Şu an 15 çalışan iş bırakma eylemi yapıyoruz. Emeğimizi alın terimizi boşa harcadık. Hiçbir personel maaşını alamadı. Ancak bazıları çalışmaya devam ediyor. Bize katılmak istemediler. Bizim amacımız otele zarar vermek değil. Ancak otel işletmecileri de bize zarar vermesinler. Maaşlarımızı istiyoruz” sözleriyle anlattı.
Diken

İNSAN İÇİNE ÇIKACAK BİR AHLAKINIZ OLMALI
26 Ağustos 2017

Cem Küçük ve Fuat Uğur, TGRT’den sallamaya başlayınca, gözler Amerikan vatandaşı sahibi Mücahid Ören’e ve tarihin en büyük gayrimenkul zengini gazetecisini barındıran TGRT’ye yöneldi.

Ve aklımıza TV tarihinde en çok videosu döndürülen fıkra olmuş bir röportajı yeniden hatırladık.

Erzurum’da parasını Enver Ören’e kaptıranlarla halk röportajları yapılmaktadır. Gazeteci kızımız mikrofonu bir TGRTzede’ye uzatır: “Amca paranızı nasıl kaptırdınız?”

Yaşlı amca (cevap verir): “Bana amca deme, gavat de, Enver Ören’e parasını kaptırmış gavat…”

Bunları niye hatırlatıyoruz, ahlak üzerine konuşabilmeniz için insan içine çıkacak bir ahlakınız olmalı.

Halkın milyar dolarını çal, yetmedi, zenginlik şaibeleri dillere destan gazetecilerle çalış, yetmedi, Fetö’yle kucak kucağa keyif içinde bir ömür geçir, yetmedi, Fetöcü savcılarla yıllarca kanki twitler yayınla, ve sonra TGRT ekranına çık, Fetö kumpaslarına bu halka cesurca teşhir edip Fetö savcıları tarafından yıllarca hapiste çürütülen yazarlara gazetecilere salla.
OdaTv
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder
Ekim



Kayıt: 21 Arl 2007
Mesajlar: 2634
Konum: Kanada

MesajTarih: Çrş Nis 28, 2010 9:06 pm    Mesaj konusu: Cinsellikle Hadım Edilen Toplum(lar) Alıntıyla Cevap Gönder

Yusuf GEZGİN
yusufgezgin@aktifhaber.com
Cinsellikle Hadım Edilen Toplum(lar)
27 Nisan 2010

Modern yaşam tarzı hayatın her alanında cinselliği teşvik ediyor, cinsel metaları, malzemeleri öne çıkarıyor. Kadınlar cinsel dürtüleri harekete geçirecek şekilde reklam malzemesi olarak kullanılıyor. Son zamanlarda erkekler de cinsel özellikleri öne çıkarılarak reklamlara konu edilmeye başlandı.

Bu gün kadın ‘modernlik’ adı altında erkekleri tahrik ve aileleri, toplumları dejenere aracı olarak kullanılmaktadır. Kadın erkek eşitliği iddiasındaki batı, kadını bir ‘insan’, ‘ana’, ‘eşit bir fert’ olmaktan öte, bir ‘dişi’, ‘cinsel meta’ ‘ticari araç’ haline getirdi.

Hızla yaygınlaşan ve erişimi kolaylaşan pornografi, medyada bolca açık saçık fotoğrafların olması, sürekli pompalanan cinsel figürler insanların üzerinde baskı oluşturmaktadır. Arama motorlarındaki aramaların yaklaşık ¼ pornografi içerikli olduğu ifade edilmektedir. (Dr. Furkan Aydıner “İnternet canavarı canınıza okumadan” Zaman, 4 Nisan 2010)

Türkiye müstehcenlik konusunda batıdan daha kontrolsüzdür. Normal Web sitelerinde, gazetelerde, Tv’deki halka açık yayınlarda, ummadığınız yerlerde karşınıza tahrik edici görüntüler çıkabilmekte, her fırsatta kadın vücudu sergilenmektedir. Kadın haklarını savunanlar, feministler kadın vücudunun erkeklerin cinsel dürtülerini tahrik için, bayağı bir meta olarak kullanılmasına ses çıkarmamaktadırlar. Afganistan’daki kadının burkasıyla yakından ilgilenenler kadın ticareti konusunda sessizler, kadın vücudunun teşhirini-istismarını modernliğin gereği görüyorlar.

Bizde belirli kesimlerin üreterek topluma pompaladığı ‘kadına özgürlük!’, ‘ben özgürüm!’, ‘özgürleş!’ vs. gibi sloganların aileyi bitirmeye dönük çabaların bir sonucu olduğu kanaatindeyim. Cinsel özgürlük ve kadının hoyratlaştırılması batıda, azalan ve yaşlanan bir nüfus, perişan aileler ve bohem-hazcı nesilleri miras bıraktı.
Cinsellik ve pornografinin zihinleri teslim alan, dikkatleri dağıtan, hafızayı zayıflatan, öğrenme çabasını baltalayan, insanın enerjisini belden aşağıya teksif eden tarafları vardır. Sanki dünyada ve ülkemizde cinsellik ve pornografi, planlı ve hedefli olarak hayatın her alanına pompalanmakta nesiller, beyinler hadım edilmekte, toplumlar çürütülmektedir. Cinsellik ve pornografi cinsel suçları, tecavüzleri, cinayetleri, uyuşturucu vs. kullanımını tetiklemektedir. Son yıllarda toplumumuzda hızla artan cinsel sapkınlıkların ve aile içi cinsel suçların, kabartılan cinsel dürtülerle yakından ilgili olduğu muhakkaktır.

Pornografik malzemelerin yaygınlaşması, bunun küçük çocuklara kadar ulaşması, cinsel duygulara erken uyanmaya ve tatminsizliklere neden olmaktadır. Erken uyarma, tatminsizlik ve cinselliğin sınırsızca kullanılmasının bir ‘özgürlük’ olarak sunulması pek çok sapık ilişki biçimini doğurmaktadır.
Liselerde ortaokullarda pornografik malzemeler, dergiler, görüntüler kolayca bulunmakta, hızla yaygınlaşmaktadır. Okullar bilimin, eğitimin, ahlakın değil, fuhşun ahlaksızlığın alanı haline getirilmek istenmektedir. Gençler cinselliğin ve pornografinin ağındadırlar. Okullar arkadaş bulma mekânları olmuştur. Pek çok okulun eğitimi, öğretimi ve disiplini çok zayıftır. Ülkemizde gizli bir el eğitimde öğretmenlerin saygınlığını ve etkisini iradi olarak azaltmakta, gençleri hedefsizliğe, serseriliğe itmektedir.

Okullarımızdan virüslü, hedefsiz, donanımsız, herhangi bir becerisi olmayan, aklı belinde nesiller yetiştiriyoruz. Liselerde 15-16 yaşında hamile kalan kızların sayısı her geçen gün artmaktadır. Üniversiteler normal kız-erkek arkadaşlığının dışında fuhuş sektörüne malzeme üretmektedir. Ahlak ve etik değerlerden mahrum yetişen, aile ve toplum kontrolünden uzak kalan genç kızlar örgütlü yapılar eliyle fuhuş yapmakta, bu işi bir ‘gelir kaynağı’ olarak görebilmektedir. Karma eğitim toplumu yozlaştıran, ahlaksızlığı yayan bir araç haline getirilmiştir. Bilimsel ve deneysel olarak zararları ortaya konmasına rağmen, orta öğretimde karma eğitimi mecbur hale getirmek iyi niyetle bağdaşmamaktadır

Erkek öğrencilerin ağırlıklı olduğu askeri okullarda pornografiye ve müstehcenliğe göz yumulmakta, bu okullar kız okullarıyla eşlenmekte, kız arkadaş bulma teşvik edilmektedir. ‘İrticadan uzak kalsın’ diye teşvik edilen cinselliğin, pornografinin nelere yol açtığı, hangi sapık ilişkileri tetiklediği Aktif haberde çıkmıştı. (Bknz: http://www.aktifhaber.com/news_detail.php?id=282471 12-04-2010)

Kadının her fırsatta cinsel bir meta gibi sunulması, cinsel dürtülerin sürekli tahrik edilmesi aile düzenimizi tehdit etmektedir. Batının dayattığı modern yaşam tarzı kadını akşama kadar ve acımasızca çalıştırdığı için normal bir aile hayatına fırsat bırakmıyor. Dışarıda alımlı, bakımlı gezen kadın eve perişan, yorgun geliyor. Nazarlar hem kadın, hem erkek için dışarıda, başkasında kalıyor. Bu durum aile problemlerine, tatminsizliklere ve boşanmalara neden oluyor. Medyanın ve görsel araçların harekete geçirdiği cinsellik pek çok yuvayı yıkıyor, cinayetlere neden oluyor.

Pornografik yayınlar ve cinselliğin her ortamda sürekli öne çıkarılması nedeniyle cinsel istismar, cinsel sapık ilişkiler patlama yaptı. Cinselliğin ve pornografinin uyuşturucu, alkol, hırsızlık, cinayet vs. gibi hangi suçları tetiklediği ciddi bir araştırma konusu. Bu gün cinsellik-pornografi ahlaki bir suç olmanın ötesinde bir toplumsal güvenlik sorunu haline geldi. Kamu kurumlarında çalışan pek çok memur-bürokrat dairelerinde internete açık bilgisayarlardan porno sitelere girmekte, birbirlerine bu görüntüleri forward etmektedirler. Kadın ticareti ile sivil ve askeri bürokratlar elde edilmekte, görüntüler alınmakta bu görüntüler-veriler ihaleleri almakta, devlet sırlarını ele geçirmekte kullanılabilmektedir. Şehvetleri kamçılanmış, uçkurundan yakalanmış kimseler her türlü suçu işlemeye müsait hale getirilmektedir.

Bakın konunun uzmanı Prof Dr. Nevzat Tarhan cinsellik, müstehcenlik ve pornografinin zararları hakkında bir mülakatta neler diyor:
‘Müstehcenlik kişide cinsel kontrolsüzlük yapan görüntülerdir; cinsellikle ilgili her türlü duyguları harekete geçiren yayınlardır. Müstehcen yayınlar şu anda daha çok pornografik materyal olarak tanımlanıyor. ABD Başsavcılığı Yüksek Kurulu “pornografik materyalle cinsel şiddet suçları arasında nedensellik bağı vardır” tarzında kurul kararı aldı. Bunun üzerine birçok tartışma başlıyor. Bu görüş şu anda önemli bir sosyolojik ve psikolojik tartışma olarak sürüyor.
’...aşırı dozda cinsel uyarılma varsa, ona karşı duyarsızlaşma başlıyor. Aynı “extazy” veya sigara gibi, aşırı dozdaki şeyler bağımlılık yapıyor. Cinsellikle çok karşılaştığı zaman birey artık duyarsızlaşıyor. Bu sefer daha fazla uyarılma olunca rutin karşı cins uyarmıyor. Bu sefer pornografik şeyler arıyor veya uyuşturucu kullanıyor. Cinselliğe yöneliş ve aşkın cinselliğe indirgenmesi insanlık için bir felâkete gidiş işareti veriyor. Erken yaşta cinsellikle karşılaşan gençler rastgele cinselliğe yöneldiler, cinsel kontrol bozuklukları ortaya çıktı. En büyük zararı evlilik kurumu gördü... Böyle giderse 50 sene sonra cinsel kontrolsüzlük sebebiyle insanlar evlenmeye, çocuk sahibi olmaya ihtiyaç duymayacaklar. Bunun neticesi eşcinsel kimlik, eşcinsel evliliğin yaygınlaşması olarak ortaya çıkacak. Bu olay, insan neslini tüketir.

Freud’un ciddî sorumluluğu var burada. “insanın temel motivasyonu cinselliktir,” dedi… Bu tezi hümanist psikoloji kabul etti. Hümanist psikoloji de, “İnsanı insan yapan tez cinsel dürtülerdir” dedi. Cinsellik kutsallaştırıldı. Cinselliği yaşamayanın ruh sağlığı bozuk olur tarzında nedensellik bağı kurdu teorik olarak. 1995’ten sonra değişen paradigmalar Freud’un bu görüşünü doğrulamıyor…Sevgiyi cinselliğe indirgemek onu küçültmektir… İnsanı somut zevklere indirgemek, insanı hayvansal seviyede yorumlamaktır.
Cinsellik, yemek içmek gibi temel bir dürtüdür. Bunu yok sayamayız. Bunu eğitmek, kanalize etmek, yaşam enerjisi haline getirmek gerekir. Uranyum gibidir; iyi ve doğru şekilde kullanırsanız enerji verir, kişiyi geliştirir, ama doğru kullanılmadığında zarar verir.
Küresel bir cinsel fırtına yaşanıyor ve bunun sonuçları da küresel olacaktır…. Cinsellikle kontrolü başaran toplumlar ayakta kalacaklardır. Bunu başaramayan toplumlarsa yenik düşeceklerdir.’ (http://www.bilgipasaji.com/forum/kadinca-498/792483-cinsellikle-kontrolu-basaran-toplumlar-ayakta-kalacaklardir.html 18.11.2009)

Bir suçta, tahrik edenler suça ortak ediliyor. Cinsel dürtülerin harekete geçirilmesi aynen korkunun, nefretin tahriki gibi hormanel dengelerle oynamadır. Peki, Tv’lerde, sokaklarda cinselliği tahrik edenlerin, insanları ahlaksızlığa, tacize, tecavüze, fuhşa sevk edenlerin tahrik suçu yok mu? Bunlar özgürlük olarak mı anılacak? Cinsellik bu kadar hoyratça, banal şekilde sunulurken yetkililer bir tedbir almayacaklar mı?
İnsanlık bu problemi dikkate almalıdır. Zihinleri çürüten, beyinleri hadım eden, aileyi bitiren, toplumun köküne kezzap suyu döken cinsel metaların, görüntülerin sorumsuzca ve her yerde kullanılması engellenmelidir. Devletin ilgili kurumların aileyi, gençleri ve toplumu koruma adına tedbirler almalı, düzenlemeler yapmalıdır.

Bu gün malum bir el dünyada kadınları bir orta malı, toplum çözücü, ahlak bitirici ve ticari meta olarak kullanmaktadır. Dün kadının adının olmadığı dünyada bu gün -güya haklar veriliyor denerek- kadın ticarileştirilmiştir. Beşinci kol faaliyeti diyebileceğimiz nesilleri, toplumları ve insanlığı çürüten bu tür organize faaliyetlerin arkasında büyük oranda, diğer insanları kendilerine hizmetkâr varlıklar olarak görenler vardır. Bir kesim cinsellikle, pornografiyle insanlığa daha kolay hükmetmenin, ülkeleri-toplumları teslim alıp yönlendirmenin hesabı içindeler.
İnsanlık cinsellikle çürütülüyor, beyinler-zihinler pornografiyle hadım ediliyor…
Aktifhaber

Cahiliye devrinin Araplarına benzedik..
Ahmet TAKAN
ahmettakan@avazturk.com
28 Nisan 2010

Yazımın başlığı biraz ağır kaçmış olabilir. Bugüne kadar yazdığım birçok yazıda frene basmaya becerebildim.Ama bugün öfkemi bir türlü yenemiyorum.Onun için okurlarımdan peşinen özür diliyorum.

Şu düştüğümüz hale bir bakın!

Yurdun her köşesinden çocuk tecavüzleri, çocuk istismarı,seri cinayetler haberleri geliyor.Artık eskiden 3'ncü sayfa haberleri olarak tanımladığımız ve pek sık rastlamadığımız bu tip haberler(sıralayıp da bir kez daha sinirlerinizi bozmayacağım) gazetelerde manşet, televizyonlarda birinci haber oluyor.

Önce çuvaldızı kendimize batıralım.

Bu haberleri manşetlerine taşıyan medyanın hiç mi günahı yok?

Günahın paylaşımında en büyük payı medyanın alması gerekir. Yıllardır çağrıldığım her toplantıda gırtlak patlattım “aile yapımızı ve nesillerimizi TV ve gazeteler aracılığıyla mahfediyorlar. Türk’ün önce kadın sonra da aile yapısını bozdular mı gerisi kolay” diye. Örnekler verdim;Kaynana Semralardan,abuk sabuk yarışma programlarından,televole programlarından,seviyeli birliktelik haberlerinden,Brezilya dizilerinden.

Benim gibi toplumun geleceğini düşünen nice insan bağırdı durdu.

Ne oldu?

Bizler olduk senaryocu paranoyak, onlar oldu ilerici açılımcı.

Çoluk-çocuk tüm aile hepimizin ayakta olduğu çeşitli zaman dilimlerinde açın televizyonları..Cerahat akıyor..Cerahat.

BBG evlerindeki rezaletleri bile çoktan aştık. Sözde magazin programlarında gizli kameralarla çekilen ve “ünlü felan filaaan,ünlü felan filaaaanla ,falanca restoranda gizlice öpüşürken yakalandı” şeklinde ciyak ciyak anoslarla evlerimizin içine servis edilen yarı pornografik görüntüler.

Yerli diziler daha da rezil.Kim kime sulanıyor,kim kime sarkıyor,kim kimi düdüklüyor belli değil.Her türlü yasak ve gayrimeşru ilişki alenileştirildi.Üvey anasına sarkan gençler,baldızına sulanan enişteler,aklınıza gelecek ve gelemeyecek her türlü rezil ilişkiler.Gençlik ve çocuk dizilerine bir bakın.Görüntülerde porno yok ama gencecik beyinlerin içine neler zerk edildiğine bir bakın.Mesajlarla işlenen şiddet ve porno...Sonrada açın gazete haberlerine bakıverin.O gazetelerde okuduklarınıza bunların hiç etkisi olmadığını mı zannediyorsunuz?..

Ya gazeteler ve internet siteleri?

Bizim gençliğimizde basılan bazı magazin dergileri vardı.Biz onları o zaman porno dergi zannederdik.Kadınları en fazla bikinili görebilirdik.Ara sıra göğüsleri açık kadın resmi koyarlar onlarında üstüne büyük büyük siyah yıldızlar atarlardı.Şimdi gazeteler bir bakın.O zamanın magazin dergileri bugünkü gazetelerin yanında Hayat Ansiklopedisi sayılırlar.Manşetlerdeki hatunların resimleri ve en özel hayatlarının en özel ayrıntıları,arka sayfa güzelleri.Ne ararsanız var!

Artık gazete ve televizyonların yerini alacağına kesin gözle baktığımız sanal alemde işler daha da acı.Ne kanun var ne de sınır.Bakın en ciddi gazetelerin internet sitelerine,en ciddi haber sitelerine..Çıplak hatun veya cinsel içerikli bol fotoğraflı haber koymayan site tık alamıyor.

Sakın bana çağın gerekleri gibi sakil gerekçeleri söylemeyin. Çağın adı ne olursa olsun,hangi çağda olursak olalım tek ve değişmez everensel gerçek bilirim. YÜKSEK AHLAKLI OLMAK.

Hangi çağın hangi şartı bunu ortadan kaldırabilir?

Bu arada ülkeyi yönetenler ve yönetmeye talip olanlar ne yapıyor?

Sözde gündemlerle, kayıkçı kavgası.

12 Eylül zulmü ile bir nesli dümdüz ettiler üzerinden geçtiler. Gencecik fidanları asıp işi bitirdiler mi?

Arkadan da Turgut Özal felsefesi ile gelecek nesillerin ruhlarını ve beyinlerini yozlaştırdılar.Kafaları boş,pop kültürüne sıvanmış bir gençlik yattılar.Adını da “varoş gençliği“ koyup bir güzel iğdiş ettiler.

Bir milleti toptan yok etmek için ellerinden ne geliyorsa planlı bir şekilde uyguluyorlar.

Ülkemizin yalnızca okyanus ötesinden iktidara getirilen siyasilerle mi yıkıldığını zannediyorsunuz?

Fiili işgalden önce beyinleri ve kalpleri yok edip tutsak alıyorlar, bu arada siyasi işgal alışmalarına devam ediyorlar. Arkasından ne geleceğini söylemek bile istemiyorum.

Bizler Çanakkale’yi ve Kurtuluş savaşını hangi sayede kazandığımızı unutmuş ve o savaşların nasıl dünya milletlerine örnek olduğunu,o yüce değerleri,büyük inancı ve yüksek ahlakı çoluğumuza çocuğumuza anlatamıyor olabiliriz.Ama inanın bana yüzyılıdır kıçındaki tekme acısını unutmayan empeyalistler bu savaşı nasıl kazanacaklarını ,bunun en önemli yolunun da Türk aile yapısını bozmak ve Türk'ün ahlakını yozlaştırmak olduğunu çok iyi biliyorlar.Çünkü onların gençleri Türkün genetik kodlamasını incelerken bizim gençlere Ricky Martin dinletiyorlar.

Biraz da okullarımıza eğilelim..

Okullarımızdaki din dersini yıllardır tartışıp durduk.”Yok efendim seçmeli olsun zorunlu mu olsun,haftada bir saat mı yoksa iki saat mi?” diye.

Sonunda karar kılındı dersin adı Din Kültürü ve Ahlak bilgisi oldu.İlköğretimde iki saat liselerde bir saat.Dersin içeriğine bakın bom boş.Bunu niye yaptık.Batılılar bizi laiklikten uzaklaşmakla ayıplansın diye.Sonra ne oldu “başörtüsü” diye diye iktidara gelen sözde en mukaddesatçı iktidar bir AB sevdası yüzünden “AB formatlarına uyduracağız “ diye müfredatın içini boşaltıverdi.Tam adamların istediği gibi.

Ey! ılımlı İslamcılar gidin de kapılarında dilinizin pelesenk olduğu o AB ülkelerinin çocuklarına din eğitimini nasıl verdiğine (çek-senet takip etmekten fırsat bulursanız) bir bakın..

Daha Nisan ayındayız. Gidin okulların içler acısı halini,öğretmenlerin perişanlığını,öğrencilerimizin pejmürdeliğini bir görüverin.Bir dönemde 10 gün okula gelmeyen öğrenciye okul idareleri, “bu öğrencini devamsızlığı devamsızlık sayılmaz ki “ diyorlar.

Nimet Çubukçu diye bir Milli Eğitim Bakanımız var. Göreve geldiğinden beri hangi icraatını hatırlıyorsunuz?Okullarda bir anket yapın “ Milli Eğitim Bakanı kim?” diye bırakın öğrencileri kaç öğretmen adını doğru yazar acaba?

Kadın ve aileden sorumlu Selma A.Kavaf ne yapar? Bileniniz var mı?

RTÜK ne yapar?

Bunu bildiğim kadarı ile ben cevaplayayım;

Yandaş TV'ler için düzenlemeler ve kolaylıklar...(gerisi için burada frene basacağım)

Diyanet İşleri Başkanlığı ,İmam-Hatip tayinleri ve cuma hutbelerini hazırlama dışında ne iş görür?

Televizyonlarda soytarı kılıklı,lakabı hoca olan, cukkayı doldurmaktan başka hiçbir düşüncesi olmayan bir sürü adam, en kutsal inancımızı saçma sapan şeylerle tahrip ederken bunlar ne yaparlar?

Diyanetin televizyonlara göndereceği hiç mi yetişmiş insanı yok? Diyanetteki muhterem hocaefendiler şu günlerde televizyonlara çıkıp konuşup; il il,ilçe ilçe dolaşıp konferans vermeyeceklerde hangi gün işe yarayacaklar?

Olur mu canım? Sen ben kavgası yapıp,Diyanette yumuşak koltuk kapmak ,iktidarın en ballı bakanlıklarına yatay geçiş yapmak varken bunlarla kim uğraşır!..

Yaygın,örgün,din her türlü eğitimden elinizi eteğinizi çekin.Bırakın her türlü işinizi cemaatler halletsin.Onlarda kursun rant düzenlerini.Din adına palazlanıp semirsinler.Sonra oturun bir köşeye devletçilik oynayın.Ara sıra da timsah gözyaşları dökün.

Tabii kolay mı, ülkeye giren kara paranın paylaşımını yapmak, memleketin tüm varlıklarını satmak,nasıl bir tezgah kurarız da kime ne ithal ettirip voleyi vururuz diye organizasyonlar yapmak?

Bazılarını tuzu kuru nasılsa? Onların çocuklarına ABD ve İngiltere'de her türlü imkanlar (tedavi hizmetleri de dahil!) hazır...

Bizim çocuklarımızın vatanı burası,Türk toprakları.Bizim çocuklarımızın doğdukları yerde ölecekleri yerde beli:TÜRK YURDU!

Tekrar tekrar altını çiziyorum. Çocuklarımıza mutlaka cahiliye devrini okutun ve öğretin.İki cihan güneşi Peyagember efendimiz Hz.Muhammed'in (S.A.V) ahlakını ve yaşayışını çocuklarımıza tekrar tekrar öğretin.Hz Ali'yi,Hz Ömeri,Sehabenin yaşayışını anlatın.Bunun yanında asırlarca dünyaya hakim olmuş medeniyet götürmüş Türk'ün töresini beyinlere kazıyın.

Bakın o zaman bu sözde Müslümanların bize yaşattığı cahiliye karınlığını yüksek ahlaklı Müslüman-Türk genci bir çırpıda nasıl kökünden kazıyor. Aynı Çanakkale de olduğu gibi bu İngiliz tipi Müslümanlara ve onların patronlarına nasıl bir daha “ geldikleri gibi giderler “ dersinin en esaslısını veriyor...

Avaztürk

Sorması ayıp; medya enseste, tecavüze niçin şaşırıyor?
Atılgan BAYAR
atilgan.bayar@aksam.com.tr

Medyanın ensest ilişkilere, pedofiliye, tacizlere şaşırmasını ağzım açık izliyorum.

Yahu aile içi ilişkilerin, ensestin ballandıra ballandıra, uzun uzun anlatıldığı birkaç dizi bilmem kaçıncı zafer haftasında değil mi bu ülkede?
Yahu daha düne kadar, çocukları dansöz gibi giydirip göbek attıran bir yarışma programı yok muydu? Hani eleştirdik diye tutuculukla suçlanmıştık?..

Yahu sabah programlarında kimin eli kimin cebinde, kim kimle hangi akrabalık bağları içinde seks yapıyor, her gün anlatılmıyor mu bu televizyonlarda?
Yahu daha dün, atların cinsel hayatından bir tecavüz haberi uydurup, bir atın gözü bantlı görüntüsünün önünde kahkahalarla yayın yapmadı mı bu televizyonların hisli sunucularından biri?
Sonra da bu yayınlardan tamamen bağımsızmış gibi konuşuyor medya abileri, medya ablaları:

'Aaaa, ne ilkel bir şey ensest... Aaaa, ne kadar iğrenç pedofili... Aman aman, her türlü kötülüğün müsebbibi bu eğitimsizlik şekerim...' diye...
Sizin televizyonlarınızın, radyolarınızın bir 'kamu yayıncılığı' sorumluluğu yok mu, diye sorduğumuzda ise o otomatik cevabı alıyoruz:
'Kamu yayıncılığını TRT yapsın.'
Herkesin aklını başına toplamasında yarar var. Kamu yayıncılığını sadece kamu kuruluşları yapmazlar. Bu ülkede ulusal yayın yapan ana akım bütün televizyonlar, fiili olarak 'kamu yayıncılığı' yaparlar. Yasal tanımı da bunu içerir zaten.
Bu yüzden,
7/24 televizyonda dizilerde ensest ilişki modelleri, kimin eli kimin cebinde hikayeleri anlatıp; sabah programlarında tuhaf evlilikleri meşrulaştıranların böyle bir yayıncılığın içinde, 'gelen haberler karşında şaşkınlığa gark oluyoruz' taklidi yapması kurtarmaz...
Türkiye, artık her şeyi temize çekmek isteyen bir toplum.
Özel televizyonların da bu süreçte üzerine düşen 'kamu yayıncılığı' görevini yerine getirmesi gerekiyor.
Kamu yayıncılığında, 'beğenmiyorsan zapla' mantığı geçerli olamaz.
Böyle bir sorumsuz yayıncılık, dünyanın hangi ülkesinde olursa olsun, üst kurullar tarafından mercek altına alınır.

Tecavüze, enseste ve pedofiliye karşı özel tim
Pedofili, ensest ve tecavüzle mücadele çok ciddi bir güvenlik ve adalet sorunu.
Birçok ülkede, bu konuyla meşgul 'özel birimler', 'özel timler' kuruluyor.
Çünkü bu işin içinde yerel ve ulusal ölçekte çok güçlü figürler de var. Onlarla mücadele özel şartları gerektiriyor.
Benim duyduğum kadarıyla Türk Emniyet Teşkilatı ve Aileden Sorumlu Bakanlık bir yıldır bu konuda çalışmalar yapmaya başladı.
İşte bu noktada dünyada çocuk istismarı konusunda büyük bir mücadele başlatan Amerikalı hukukçu Andew Vachss'ı hatırlatmakta büyük fayda görüyorum.
Vachhs, çocukken kendisi de (cinsel olmayan) istismara uğramış bir hukukçu. Kendisini bu işe vakfetmiş. Ekibinde, kurtardığı tecavüz ve ensest kurbanları arasından kendisini yetişmiş avukatlar, dedektifler bulunuyor.
Vachhs'ın ve ekibinin üç ayaklı bir teorisi var.
Birincisi, savunacakları çocukların velayet/vekaletlerini direkt alıyor, aileyi dava sürecinde aradan çıkartıyorlar. Çünkü birçok olayın aile kaynaklı olduğunu veya ailelerin çeşitli sebeplerle 'davayı karartabildiklerini' deneyimleriyle sabitlemişler.

İkincisi, çocukları sürecin bir parçası yapıyor, dedektiflik işlerini onlarla birlikte yürütüp, çözüme daha hızlı ulaşıyorlar.
Üçüncüsü ise, suçluyu polisle/avukatla birlikte yakalayan çocukların bir katharsis yaşadığını ve adli sürecin parçası olmanın onların öfkelerini geleceğe taşımalarını engellediğini söylüyorlar. Bunun kurbanların ileride tecavüzcüye dönüşmesi tehlikesini bertaraf ettiğini de ifade ediyorlar.
Şimdi Türkiye Andrew Vachss'larını arıyor.
Adalet Bakanlığı, Emniyet Teşkilatı ve Aileden Sorumlu Bakanlık, Türk Andrew Vachhs'ların önünü açacak düzenlemeleri hızla yapmalı.

29 Nisan 2010
Akşam

Hani “Haksızlık Karşısında Susan Dilsiz Şeytan”dı?..

Oğuz Gürses




AKP’yi kimler kurmuştu?

“Millî Görüş gömleği”ni çıkaranlarla radikal İslâmcılık gömleği”ni çıkaranlar...

Sonra da iktidar nimetlerinden istifade fırsatını kaçırmak istemeyen solcusu, liberali, kemalisti, Alevîsi...

Gömleğini çıkaran AKP’ye koştu...

TC’de İktidar, efsunu da rantı da bol olan bir yer...

Yeter ki küreselcilere kul ol...

Küreselcilere kul ol da ne olursan ol...

Çıkar gömleğini gel mamaya...

Gömlekler çıkarılmadan önceki günlerde Tayyip Erdoğan, Abdullah Gül şu bu... Bütün AKP önde gidenlerinin de, arkada kalanlarının da dillerinden düşürmedikleri bir hadis vardı:

“Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır”...

Ne müthiş, ne güzel bir prensip...

Bir haksızlık varsa susmayacaksın...

Susarsan...

Ki Şeytan bütün haksızlıklar karşında sevinç içinde susmaktadır... Hiçbir haksızlığa hiçbir şekilde karşı çıkmamaktadır...

Zaten o haksızlığın en büyük destekçisi/sponsoru/teorisyeni bizzat şeytanın kendisi değil midir?...

İşte o yüzden...

Susarsan bir haksızlık karşısında...

Daha önce hangi gömleği giymiş veya çıkarmış olursan ol...

Şeytan’ın gömleğini giymiş olursun...

Tam o anda...

Haksızlık karşısında sustuğun anda...

Şeytan gibi olursun...

Şeytan’dan olursun...

Şeytan olursun...

Şimdi şu habere birlikte gözatalım:

***

'TECAVÜZÜ PROTESTO EDENE GÖZALTI'



30 Nisan 2010
Siirt Üniversitesi Öğrenci Kolektifi dün Meslek Yüksekokulu (MYO) önünde bir basın açıklaması yaparak, kentte yaşanan tecavüz ve cinsel istismar olaylarını ve devletin bunların üstünü örtmeye çalışmasını protesto etti. Eylem sonrası bir basın açıklaması yapan Barış Ataman üniversite çıkışında sivil polisler tarafından gözaltına alınarak sorgulandı
Dün (28 Nisan) Siirt Üniversitesi’nde bir araya gelen yaklaşık 200 üniversiteli “Kadınlardan ve çocuklardan elinizi çekin” yazılı pankart açarak bir yürüyüş gerçekleştirdi. Ellerinde “Güvenli bir gelecek istiyoruz”, “Sorumlular derhal yargılansın”, “Kız kardeşlerimize dokundurtmayacağız” yazılı dövizler taşıyan öğrenciler Siirt Valisi'nin açıklamalarını protesto eden sloganlar atarak üniversite çıkışına doğru yürüdüler. Yürüyüş sırasında öğretim görevlileri ve öğrenciler de eyleme alkışlarla destek oldular.

Öğrenciler yürüyüşün ardından üniversitenin önünde bir basın açıklaması gerçekleştirdi. Basın açıklamasını okuyan Barış Ataman Siirt Valisi’nin "Bölücülük ve eylem yapmasınlar, fuhuş yapsınlar" sözlerini kınayarak Vali Necati Şentürk'ü istifaya çağırdı. Siirt’te yaşanan tecavüzlerin ortaya çıkmasının ardından savcılık tarafından gizlilik kararı alınmasını da eleştiren üniversiteliler “Polisler, cemaat şeyhi, asker, AKP milletvekilinin yeğeni ve daha birçok kişi bu insanlık dışı eyleme katıldığı için mi gizlilik kararı alındı?” diye sordular. Yaşananları açığa çıkaran rehberlik öğretmenine teşekkür eden üniversiteliler "Tüm zanlılar sorgulanıp cezalandırılana kadar bu olayın peşini bırakmayacağız" dediler.

Eylem sonrası gözaltı

Eylem ve basın açıklamasının bitmesinin ardından, basın açıklamasını okuyan Barış Ataman iki sivil polis tarafından üniversite çıkışında zorla polis aracına bindirilerek gözaltına alındı. Kendisine “çocuklara tecavüz eden kişilerin isimlerini açıkladığı” için gözaltına alındığı söylenen Ataman'a karakolda Öğrenci Kolektifleri hakkında sorular soruldu.

Ataman'ın gözaltına alınmasını protesto eden arkadaşları ise “Dışarıda suçlular ellerini kollarını sallaya sallaya dolaşıyorlar, bu olayları protesto edenler ise karakollara götürülüyor.” sözleriyle tepkilerini dile getirdiler. (*)

***

Siirt’tte olanlar malûm...

Tekrar etmeye bile dilim varmıyor, yüreğim dayanmıyor...

Öğretmeni, memuru, esnafı, öğrencisi bir ilköğretim okulunu kerhaneye çevirmişler ilkokul çocuklarına toplu tecavüz ediyorlar...

Yatılı Bölge İlköğretim okulu öğrencilerinin yaptıkları ise ayrı bir facia...

Bunlar bir haksızlık mıdır?

Hem de nasıl?

Siirt’teki Üniversite öğrencileri bu vahim haksızlığa karşı çıkmak için toplanıp gösteri düzenliyor ve hazırladıkları bildiriyi okuyorlar...

Ne güzel...

Eşşek kadar adamlar gırtlaklarına kadar pisliğe/haksızlığa gömülmüşken bu ülkede...

Bu ülkenin genç evlâtları susmuyor...

Haksızlığa karşı çıkıyorlar...

Peygamberlerinin kendilerinden yapmaları istediği şeyi yapıyorlar...

“Aferin onlara” demelerini bekliyorsunuz değil mi?

Hiç olmazsa eski günlerin hatırına...

Gömlekleri çıkarmadan önce dillerinden düşürmedikleri bu hadisin hatırına...

Onlar ne yaptı peki?

- Ne?

- Haksızlığa karşı çıkmak ha...

- Al! Al! Al! Bunu da Al... Onu da Al... Vurmayın Lan... Dıııııııııııııııııt!...

Haksızlığa karşı çıkmak bir yana...

Haksızlık karşısında susmak öbür yana...

Yahu bunlar haksızlık karşısında susmayanları bile susturuyorlar...

Uyanmanız için daha ne yapmaları lâzım acaba ey hipnotize olmuş ecmain/şakirt kardeşler..

Dipnot:
* sendika.org

Kayseri'de 6 milyon dolarlık "kul hakkı" savaşı

Bir tarafta Vakıflar Genel Müdürlüğü, diğer tarafta AKP’li Başkanın damadı ve Kayserili işadamları. Bu süreçte, Vakıflar’ın hakkını savunan üç Bölge Müdürü koltuğunu kaybetti. Şimdi gözler, yeni atanan Ali Veral’in ne yapacağına çevrildi.

Kayseri Park Alışveriş Merkezi yönetimi, şartname dışı ve sözleşmeye aykırı olarak, ortak kullanım alanı şeklinde kullanılması gereken 5 bin metrekarelik alanı ticari alana dönüştürdü. Mülk sahibi olan Vakıflar Genel Müdürlüğü, bu “ek ticari alanlar” için, karşı taraftan 6 milyon dolar ek kira talebinde bulundu. Ancak Kayseri PARK Alışveriş Merkezi patronları bunu ödemeyi kabul etmeyince, Vakıflar Genel Müdürlüğü de “anlaşmazlığı” mahkemeye taşıdı.

Ancak bir tarafta mahkeme sürerken diğer tarafta, Kayseri PARK Alışveriş Merkezi yönetimi, yine Vakıflar ile yapılan sözleşme ve ihale şartnamesine aykırı olarak, kalan ortak kullanım alanlarından yaklaşık 2-3 bin metrekarelik alanı daha “ek ticari alana” dönüştürerek kiraya verdi. Önceki yapılanlar mahkemeye taşınmışken, Kayseri PARK’ın buna rağmen Vakıflar ile yaptığı sözleşme ve ihale şartnamesine aykırı olarak, “tekrar” aynı “işleri” yapmasına Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün "dur!" deyip demeyeceği ve yeni ek kira bedeli talep edip etmeyeceği merak konusu.

Merak edilen konulardan biri de, ihale şartnamesi ve Vakıflar ile yapılan sözleşmeye aykırı olarak yapılan “ek ticari” alanların niçin yıkılıp yasal haline dönüştürülmesinini istenmediği...

Konuyla ilgili ayrıntılı bilgi için burayı tıklayın: http://habertaraf.com/yazarlar/2826.html

19 Mayıs 2010 - 13:57:49 habertaraf


Toplum fırıldak!
Yrd.Doç.Dr. İbrahim BAYKAN
17 Ekim 2010

Sakın; ülkemin doğru insanları yazının başlığına bakıp da bana alınmasınlar; bu başlık aşağıdaki olayların kahramanlarına aittir.
Unutmayalım ki; gördüğümüz ve duyduğumuz tüm bu yamuk işleri ne uzaylılar ne hayvanlar ne de bir başka ülkenin insanları gelip yapmadılar.

Alın size gördüğüm ve duyduğum yamukluklar:

*Aynı sitede oturan yüz on daireden üç sözde uyanık dairelerindeki yakıt peteklerini büyültüp daha konfor bir ısınma sağlıyorlar. Yani; ortak kullanımda komşularıyla aynı aidatı ödeyip farklı ısınıyorlar. Bu kişiler bana göre; bu davranışları ile her ay komşularının cebinden para çalmaktadırlar,

*Ülkemizin saygın bir üniversitesinde, öğretim üyesi bir profesörün yayınlarında yaptığı usulsüzlük; üniversitesine yazılı bildirildiğinde alınan yanıt hayli ilginç.”Adı geçen öğretim üyesi yanlış geleneklerin tekrarını yapmış olması nedeniyle hakkında soruşturma açmaya gerek görülmemiştir.” Alın size kurum korumasına ve dokunulmazlığa ait kötü bir örnek,

*Sahte doktora tezleri ile bu ülkede doktor, hatta profesör bile olunuyor. Tespit edildiğinde ya emekli olmaya zorlanıyor ya da başka bir üniversiteye atanması sağlanıyor,

*Üniversite bölüm başkanı bir profesöre; döner sermaye hesaplarında yaptığı yasa dışı işlerle ilgili soruşturma açılıyor; soruşturma sonucunda suçu sabit görülüyor ve maaşından para kesme cezası veriliyor. Sanki O kişi bunları hiç yapmamış gibi başka bir üniversiteye dekan atanarak, adeta ödüllendiriliyor,

*Bir üniversite profesörü tam dokuz dalda sanki uzmanmış gibi asistan destekli yüzlerce sayıda ve yalan rüzgârını aratmayan nitelikte makaleye adını yazıyor; Üniversitesi de bunu bir matahmış gibi akademik faaliyet listesine alıyor. O üniversite de yayın çokluğu ile öğünüyor, Biz de yazdığımız kitapta kaynakça gösterdiğimiz halde ürküttüğümüz fincancı katırlarının sahiplerince; intihal ile suçlanıp ihraç cezaları alıyoruz ve bunun için hukuk mücadelesi veriyoruz.

*Ülkemde trafik kazası oluyor; kurtulan yardım yerine yaralının cebini karıştırıyor,

*Askere gitmemek için bin bir türlü hile ile çürük raporu alınıyor; Hipokrat yemini yapan doktor da maalesef bunlara rapor veriyor,

*Ülkemde sel felaketi yaşanıyor bir kısım uyanık ganimet avına çıkıyor,

*Karı koca vatandaş; yakın ve uzak olmak üzere sağlık kurumuna dört adet gözlük yazdırıyor; bunun karşılığında gözlükçü ile anlaşıp kaliteli bir güneş gözlüğü alıyor,

*Kadın ölmüş babasının maaşını alabilmek için kocası ile anlaşarak boşanıyor ve yine aynı evi paylaşıp eskisinden daha mutlu yaşamaya devam ediyor,

*Huzur evlerine bırakılan birinci dereceden akrabalar; ekonomik krizin etkisiyle maaşları için oralardan tekrar yanlarına alınıyor. Kriz sonrası durumlarının ne olacağı belli değil,

*Seçim öncesi; herkes mevcut siyasi iktidardan şikâyet ediyor; sonuca bakıyorsunuz yine gelmiş. Sanırım bu; bir poşet erzakın kudreti,

*Şehirlerinden; bin bir umutlarla parlamentoya yollanan milletvekilleri; bir bakıyorsunuz milletin yerine liderinin vekili olmuş,

*Muhalefette iken birçok yanlışları düzelteceğini söyleyen siyasi partiler; iktidar olunca bunları düzeltmedikleri gibi; daha da yeni yanlışlar yaratarak bunlardan nemalanıyorlar. Muhalefet ise müşteri dağılmasın diye en ufak bir fırsatta erken seçim diye tutturuyor,
*Bazı seçimler tek adaylı oluyor; sıkıysa ikincisi çıksın. Bunun adına da utanmadan seçim deniyor. Seçilen de utanmadan seçildiğini zannediyor.

Tüm bunlara rağmen ülkemde doğru insanlar da var ve doğru işler de oluyor, oluyor da; maalesef üç yanlış da bir doğruyu götürüyor.

Habertaraf

Elif Şafak ve Piç
Fatma Sibel Yüksek
Açık İstihbarat

Vatan gazetesinin 4 Ağustos 2011 tarihli nüshasında yayımlanan bir haber, normal şartlarda ve asgari namusun kaldığı bitr ülkede kıyameti koparacak nitelikteydi.

Gazetenin muhabirlerindden Burak Kara'nın imzasını taşıyan haberde, Elif Şafak'ın İskender adlı romanının, İngiliz yazar Zaide Smith'in İnci Gibi Dişler romanını "bire bir benzeri" olduğu ortaya konulmuş; bu önemli iddia romandan yapılan alıntılar ve çevirmenin söyledikleriyle güçlü biçimde desteklenmişti.

Haber, iddiayı güçlendiren maddi unsurlarla dolu, gazetecilik deyimiyle dört başı mamur bir haberdi. İnci Gibi Dişler romanını Türkçe'ye çeviren Mefkure Bayatlı'nın söyledikleri ise Elif Şafak'ı zor durumda bırakacak gibi görünüyordu...

Ancak, burası "Yeni Türkiye" olduğu için bu ağır iddia ne edebiyat dünyasının, ne de Elif Şafak'în üzerinde hiç bir etki yaratmadı; çünkü edebiyatçının namusu da diğer bütün meslek alanlarında olduğu gibi "ileri demokrasinin" çöplüğüne çoktan atılmıştı. Kadın, bu önemli iddiaya cevap vermediği gibi televizyon ekranlarında daha fazla boy gösterip sözümona "romanlarının" reklamını daha fazla yapmaya başladı.

Müellif'in kendisiyle röportaj yapan gazetecilere Ipad hediye ettiği iddiası da toplumun ve entellektüel camianın bir kulağından girip öbür kulağından çıktığı için gazeteler ve televizyon kanalları bu yandan küresel çarklı yazarcıkla görüşmek için yeniden sıraya girdiler.

Tabii, Vatan gazetesi tarafından ortaya atılan intihal iddiasından sonra yapılan bu röportajların hiç birinde intihal iddiası gündeme getirilmedi. Böyle bir şey yokmuş gibi davranıldı ve hep pohpohlayıcı, çanak sorular soruldu.

Acaba bu yazarcık da gölgesinde beslenip büyüdüğü Başbakan'ı gibi kendisiyle röportaj yapacak olan gazetecilere hangi soruları sorup hangileri soramayacaklarını önden mi bildiriyordu?

İntihal ile suçlanıp hiç bir cevap veremediği halde, büyük bir yüzsüzlükle ekranlarda boyundan büyük laflar eden bu ileri demokrasi lalesinin sadece çalıntı kitapları göklere çıkarılmakla kalınmıyor, kendisine toplumun ve insan ırkının ufkunu açacak hikmetler yumurtlayan bir "bilge" payesi de verilmeye çalışılıyordu.

Kendisini en son Habertürk televizyonunda Akşam Raporu programında Ece Ünver'e "büyük fikirlerini" açıklarken izledim. Belirtmek isterim ki Ece Ünver gibi - affedersiniz- Roma kerhanesine dönmüş bir medyada ciddi ve mesleki kurallara bağlı kalmaya çalışan bir televizyoncuya Elif Şafak'a yaptığı yalakalıkları hiç yakıştıramadım. (Aslında niye yakıştıramadıysam...Herkesi nasıl muma ve maymuna çevirdiklerini yıllardır acıyla izlemiyormuşuz gibi... )

Ece Ünver, "intihal"gibi yakıcı bir suçlamanın ağırlığı henüz gündemdeyken, bu konunun kapağını hiç açmadı. Aksine, iddianın üstüne örtmeye çalışan bir telaşla, İskender adlı romana aşırı övgülerde bulundu. En sıradan cümlelere büyük anlamlar yüklemeye kalkıştı.

"Bizi en çok yakınlarımız incitir" cümlesini adeta gökten inmiş bir ayet gibi okudu...

Ne var şimdi bunda?

"Bizi en çok yakınlarımız incitir" cümlesindeki "derin felsefeyi" bizler acaba çilekeş yengelerimiz ve halalarımızdan "Elin oğlu yapsa gam yemezdim kardeş" şeklinde çocukluğumuzdan beri işitip durduğumuz için mi kavrayamıyorduk?

Bu muydu yani -üstelik çalıntı olduğu yönünde önemli kanıtlar ortaya konulmuş- bir romanın bütün "felsefesi"?

Ekşi Sözlüğe girip "Yaran Babaane lafları" listesine bakarsanız, "Dünya söbü olsa yutçanız" lafında bile Elif Şafak'ı da kapsayan bir "üst felsefe" bulabilirsiniz oysa.

Ama yok! Bir küresel operasyon maymununa illâ ki "bilge" sıfatı yapıştıracağız ya...

Ağızlara sakız olmuş ne kadar basmakalıp, ne kadar orta malı laf varsa, Elif Şafak söyleyince hikmet yerine geçiyor.

Profesyonel "kaş tasarımcılarının" elinden geçmiş kaşları, en az 3 saati almış makyajı ve yedinci günden itibaren dipleri boyanmış saçlarıyla bir de şu hikmeti yumurtladı bu çakma bilge:

"Namus bedende değil, zihinlerde aranmalıdır"

Oy oy oy!

Hayatınızda ilk kez duydunuz değil mi?

Atıf Yılmaz'ın 12 Eylül'ün ağır siyasi baskısından kurtulmak için icat ettiği, güya entel cinsel buhranını yansıtan Müjde Ar'lı filmlerinde hiç duymamıştınız bu lafı...

Bu filmlerde, sosyete fahişesi Benli Meryem'in işaret parmağını sağ şakağına vurarak "Namus bacak arasında değil, aha burdadır" dediğini görmediniz. Bu basmakalıbı daha sonra annelerinizin, çevrenizdeki ev kadınlarının tekrarlayıp durduğuna binlerce kez tanık olmadınız..

Aman ne büyük laf!

Bitmedi..Elif Şafak, programda kendisini değerinin altına çektikçe çeken Ece Ünver'in hayran bakışları altında şu lafı da etti:

"Haram lokma yememekte aranmalıdır namus..."

Vay!

İntihalle suçlanmış ve cevap vermek yerine Ipad dağıtmaya devam etmiş bir yazar olarak böyle diyor...

İnsanın bu sözü söyleyebilmesi için dünyanın en zenginleri listesinde İngiltere Kraliçesi'nden önce geldiği belgelenen fakat büyük bir uluslararası lobi yaratılarak bu belgeler yok edilen bir siyasetçinin himayesinde yazarlık yapıyor olmaması gerekir.

İnsanın bu sözü söyleyebilmesi için dünyanın en kirli parasına, en karanlık uluslarası ağına sahip bir Sarıklı Kardinal'in beslemesi olmaması gerekir...

İnsanın bu sözü söyleyebilmesi için, büyük paralar kazandığı ülkesinde yaşanan adaletsizlikten, yargısız infazlardan, doğa katliamından, emperyalist uşaklığından, bilinçli yoksullaştırmadan, sinsi diktatörleşmeden vs, bırakın istifade etmeyi, bunlardan rahatsız olması, tiksinmesi gerekir...

Bu "büyük yazarın" yazarlığın birinci şartı olan dil'e hakimiyet konusunda da ne kadar perişan bir halde olduğunu, İngilizce roman yazıp küresel efendilerine yaranacağım derken Türkçe'yi ne kadar ihmal ettiğini de yine aynı programda şu cümleden anlıyoruz:

"Duyarlılılığı yükseltmek çok elzem."

Hanımefendi..

"Elzem" en üst zorunluluğu ifade eden Arapça bir kelimedir. "Çok"tan zaten daha yukarıdadır, "çok"un yeterli olmadığı durumlarda kullanılır ve dolayısıyla asgari düzeyde Türkçe bilen birisi "çok elzem" diye bir cümle kurmaz, kuramaz...

Ama size intihal serbest olduğu gibi Türkçe bilmeden milyonlarca satan kitaplar yazmak da, "selam söyle o yare" kategorisindeki laflarınıza "kitabe" muamelesi yaptırmak da serbest.

Böyle bir toplumu ve böyle bir medyayı dünyanın başka yerinde bulamazsınız; tadını çıkarın.

*******

Elif Şafak'ı destekleyen küresel şebeke bugün (28 Ağustos 2011) Vatan gazetesine "intihal" haberini amiyane deyimle "yalattı".

Yanlış anlaşılmasın, Elif Şafak'ın hırsız olmadığını kanıtlayarak değil..

İntihal haberini yazan Burak Kara, bu kez de Elif Şafak'ın İngiliz The Guardian gazetesine yazdığı makaleyi yüceltti.

Makalenin "Türkiye, aile içi şiddete gözünü açıyor" şeklindeki başlığı bile bir sömürgecinin bakış açısını yansıtıyordu. Geri kalmışlık içinde boğulan bir koloni'ye İngiliz entellektüelinin duyarlı yaklaşımı!

Sanki sözü edilen ülke Hindistan, Elif Şafak da Kipling'in yandan yazmışıydı...

İşte Vatan gazetesinin tükürdüğünü yalayan o haberi:

"Yazar Elif Şafak İngiliz The Guardian gazetesine "Türkiye aile içi şiddete gözünü açıyor" başlıklı bir makale yazdı. Şafak yazısında aile içi şiddetin asıl nedenini erkek çocuklarını “evin sultanı” gibi yetiştiren annelerden kaynaklandığını, annelerin bu davranışı sürerse alınan tüm tedbirlerin, yapılan tüm çalışmaların yetersiz kalacağını savundu. Evin sultanı

Şafak, “Üniversite öğrencileri yürüyüş yapıyor, kadın hakları savunucuları imza topluyor. Bloglar, web siteleri, dergiler, fanzinlerde aile içi şiddetle ilgili yazılar yazılıyor. Panellerde aktivistler seslerini yükseltiyor ama tüm bunlar yetmez! Biz oğullarımızı yetiştirme tarzımızı değiştirip kızlardan üstün olduklarına inanmaktan, ta ki biz anneler oğullarımıza, ‘evin sultanı’ gibi davranmaktan vazgeçene kadar hiçbir şey yeterli olmaz” diye yazdı. VATAN, büyük yankı uyandıran bu görüşleri tartışmaya açtı: Anne değiştirebilir. (..)

Kaynak: Açık İstihbarat
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder
Önceki mesajları göster:   
Bu forum kilitlendi: mesaj gönderemez, cevap yazamaz ya da başlıkları değiştiremezsiniz   Bu başlık kilitlendi: mesajları değiştiremez ya da cevap yazamazsınız    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> AHLAKÎ DÜŞÜNCELER Tüm zamanlar GMT
1. sayfa (Toplam 1 sayfa)

 
Geçiş Yap:  
Bu forumda yeni başlıklar açamazsınız
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz
Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız


Powered by phpBB © phpBB Group. Hosted by phpBB.BizHat.com


Start Your Own Video Sharing Site

Free Web Hosting | Free Forum Hosting | FlashWebHost.com | Image Hosting | Photo Gallery | FreeMarriage.com

Powered by PhpBBweb.com, setup your forum now!
For Support, visit Forums.BizHat.com