EntellektuelForum Forum Ana Sayfa EntellektuelForum

 
 SSSSSS   AramaArama   Üye ListesiÜye Listesi   Kullanıcı GruplarıKullanıcı Grupları   KayıtKayıt 
 ProfilProfil   Özel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapınÖzel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapın   GirişGiriş 

Bediüzzaman ile sinemaya gitmek

 
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> SİNEMA-TV-TİYATRO
Önceki başlık :: Sonraki başlık  
Yazar Mesaj
Ekim



Kayıt: 21 Arl 2007
Mesajlar: 2634
Konum: Kanada

MesajTarih: Sal Ağu 25, 2009 1:26 am    Mesaj konusu: Bediüzzaman ile sinemaya gitmek Alıntıyla Cevap Gönder

26 Ocak 2007
Ali Murat Güven
Bediüzzaman ile sinemaya gitmek…

1921 yılının bahardan kalma bir kış günüydü. Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri, öğrencilerinden Molla Süleyman ile birlikte Ayasofya'da cemaatle namaz kılmış, ardından da yakındaki bir çayhaneye oturmuşlardı.

Zamanın ünlü bir kaç âlimi de orada, ilmî bir konu üzerinde hararetle tartışmaktaydılar. Bediüzzaman'ın gelmesiyle birlikte hepsinin yüzü aydınlandı. Onun ilmine ve muhakeme gücüne çok güvenirlerdi. Üzerinde tartıştıkları soruyu Bediüzzaman'a sordular. Cevaplamak Üstat için hiç de zor olmadı, kısa bir izahla meseleyi bir anda çözüverdi. Herkes memnun ve müteşekkir olmuştu. Bir çay da ona ısmarlamak istediler, memnuniyetle kabul etti.

Bediüzzaman, çayını içtikten sonra topluluktan izin istedi. Öğrencisine, “Yola koyulalım” anlamında bir işaret yaptı ve dışarı çıktılar.

Zaman zaman sinemaya gitmek âdetiydi. O gün de Süleyman'a “Haydi oğlum, şöyle güzel bir film seyredelim” dedi. Süleyman “Olur” diye cevap verdi ama, şaşırmadan da edemedi. “Sinema mı?” diye geçirdi içinden. Üstat böyle bir sözü nasıl ederdi? O anda Bediüzzaman, âdeta yol arkadaşının kalbinden geçenleri okumuştu. “Bak Süleyman, ben sinemaya başkalarının gittiği gibi gitmem. İbret için, dersler çıkarmak için film seyrederim” diye konuştu.

Henüz yerli filmler çağı başlamadığından, o zamanki filmlerin tamamı batı kaynaklı ve de sessizdi. Birlikte Alemdar Sineması'na gittiler.

Bediüzzaman birinci mevkiden iki bilet aldı. Salonda her zaman perdeyi iyi gören rahat bir noktada oturmayı tercih ederdi.

Bir süre filmi seyrettikten sonra ortalık aydınlanınca hemen arkasında oturan öğrencisine dönerek, “Anlat bakayım, ne anladın bu filmden?” diye sordu. Süleyman'ın cevabı son derece kısaydı: “Hiç bir şey Üstat!”

Bediüzzaman, bunun üzerine, “İşte dünya da aynen sinema perdesine benzeyen bir yerdir. Kendisi sabit olmadığı gibi, içindekiler de fâni; hiç durmuyor, sürekli akıp gidiyor. Onun için dünya hayatına hiç güvenme oğlum. Sinemanın insana ibretlik mesajlar veren bir yönü var.

Hayatlarımız, izlediğimiz bu film kadar kısa ve geçicidir. Ömrümüz sinema perdesindeki görüntüler gibi göz açıp kapayıncaya kadar akıp gidecek, sonra da hesap faslı başlayacak.”

* * *

Yukarıda okuduğunuz tarihî hatırayı, Ömer Faruk Paksu'nun Nesil Yayınları'ndan çıkan “Bediüzzaman'la Yaşayan Öyküler-1” adlı kitabının 25-27. sayfalarından aldım. Özüne dokunmayıp, yalnızca çok küçük ifade değişiklikleri yaparak…

Bu fakirin 2007 yılının dünyasında sinema üzerine yazıp çizerken kendince okurlarına vermeye çalıştığı temel mesajı, daha bundan 86 yıl önce, sinema sanatı emekleme devresindeyken gayet güzel kavramış, beyazperde ve hayat ilişkisi üzerine kafa yormuş ve onu doğru bir biçimde anlamlandırmış büyük bir zekânın, eşsiz bir öngörünün ürünü yukarıdaki sözler…

Dünyanın dört bir köşesinde yaşayan milyonlarca insan, hayatının her günü sayısız güzelliklerle, hikmetlerle bezeli bu büyük bilgeyi boşu boşuna sevmedi hiç kuşkusuz…

İslâm tarihi, dünyayı bu denli geniş bir perspektiften, eski ya da yeni bütün unsurlarıyla birlikte başarıyla kavrayabilmiş çok az âlim gördü.

İnanabiliyor musunuz şuna, hayatını dinin doğru biçimde yorumlanıp yaşanmasına adamış bir büyük İslâm bilgesi sinemayı reddetmiyor; reddetmek şöyle dursun, aksine onu çok seviyor ve fırsat buldukça da İstanbul'un o dönemdeki en iyi salonuna film izlemeye gidiyor. Yanına bir de öğrencisini alarak!

O da yetmiyor, yoksul ama her işinde zevk sahibi bir adam olarak, daima “birinci mevki”de, yani salonun en iyi yerinde oturuyor.

Bir onun hayatı yorumlayışına bakıyorum, bir de şimdiki “allâme” takımı ve onlara bağlananların…

Ortalık parayı erken bulmuş, ama kendisine ceketiyle uygun renkte bir kravat almaktan aciz, ayakkabısına en son boyayı altı ay önce sürmüş, soba borusu gibi pantolonlarla dolaşan bir sürü sözümona “mütedeyyin kıro”dan, “İslâmcı berduş”tan geçilmiyor. Sanata, bilime, estetiğe, kaliteli yazı ve hitabete, kişisel hijyene bütünüyle ilgisiz, tek derdi “cukka yapmak” olan bir sürü adam ve kadın. Yiyemeden göçüp gideceği yastık altı paracıklarından bir dirhemini, hayat yolunun henüz başlarındaki gencecik bir şaire, yazara, ressama, sinemacıya ya da evlenmek için çırpınan birine ver deseniz, on dakika boyunca kalbi sıkışan tiplerdir bunlar. Tıpkı, geçtiğimiz hafta Hilâl TV kısa film yarışmasında ödül kazanan gençleri desteklemek için kendilerinden bir kaç bin lira sponsorluk desteği istediğimizde elleri ayakları birbirine dolaşan o “muhafazakâr” bankanın yöneticisi ya da İstanbul'un kocaman bir ilçesinin “muhafazakâr” belediye başkanı gibi… (Bu yazıda yeri yok diye daha fazla açmıyorum; ama hiç merak etmesinler, hepsinin tek tek canına okuyacağım.)

Sizi, dünyadan ve infaktan bihaber “köylüler” sizi…

Bu rezil durum, bizim ümmet olarak 1000 küsur yılda “Medine kentliliği”nden “Kerbela bedevîliği”ne gerileşimizin de yürek sızlatan öyküsü aslında...

O yüzden, hâlâ bilimi ve sanatı cömertçe destekleyen, sponsorluk bilinci yerli yerine oturmuş bir “muhafazakâr burjuvazi” sınıfımız yok bizim; o yüzden en alçakgönüllü bir kültürel etkinlikte bile oturacağımız sandalyeyi bize temin edecek üç kuruşluk bir sponsor bulamıyoruz. O yüzden, bazılarının izleme gereğini bile duymadan yerden yere vurduğu “Takvâ” filminde tasvir edilen atmosfer her karesiyle gerçekleri anlatıyor. Para, makam ve kadın üçlüsü bu cepheyi darmadağın etti.

Hayata bir daha gelecek olsam, Üstadıyla Kur'an üzerine tartışıp Ayasofya'da namaz kıldıktan sonra onunla birlikte sinemaya giden Molla Süleyman olmak isterdim. Çünkü bugünün İslâmcılığı, daha doğrusu üzerine türbe yeşili kırışık bir gömlek giymiş olan “taşralı İslâmcılığı” beni artık iyiden iyiye boğuyor.
Yeni Şafak
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder
Önceki mesajları göster:   
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> SİNEMA-TV-TİYATRO Tüm zamanlar GMT
1. sayfa (Toplam 1 sayfa)

 
Geçiş Yap:  
Bu forumda yeni başlıklar açamazsınız
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz
Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız


Powered by phpBB © phpBB Group. Hosted by phpBB.BizHat.com


Start Your Own Video Sharing Site

Free Web Hosting | Free Forum Hosting | FlashWebHost.com | Image Hosting | Photo Gallery | FreeMarriage.com

Powered by PhpBBweb.com, setup your forum now!
For Support, visit Forums.BizHat.com