EntellektuelForum Forum Ana Sayfa EntellektuelForum

 
 SSSSSS   AramaArama   Üye ListesiÜye Listesi   Kullanıcı GruplarıKullanıcı Grupları   KayıtKayıt 
 ProfilProfil   Özel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapınÖzel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapın   GirişGiriş 

Kaba Softa Ham Yobazlıgın Atası: Haricilik

 
Bu forum kilitlendi: mesaj gönderemez, cevap yazamaz ya da başlıkları değiştiremezsiniz   Bu başlık kilitlendi: mesajları değiştiremez ya da cevap yazamazsınız    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> ŞERİAT
Önceki başlık :: Sonraki başlık  
Yazar Mesaj
Ekim



Kayıt: 21 Arl 2007
Mesajlar: 2634
Konum: Kanada

MesajTarih: Sal Nis 21, 2009 10:52 pm    Mesaj konusu: Kaba Softa Ham Yobazlıgın Atası: Haricilik Alıntıyla Cevap Gönder

02-13-2008,
Hariciler kimdir, nasıl ortaya çıkmıştır ve temel özellikleri nelerdir?
Doç.Dr. Şadi Eren

Hariciler, Hz. Ali döneminde meydana gelen Sıffin savaşından sonra ortaya çıkarlar. Hz. Ali ve Hz. Muaviye taraftarları arasında meydana gelen bu savaşta, Hz. Muaviye taraftarları yenileceklerini anlayınca mızraklarının ucuna Kuran sayfaları takarlar, "aramızda Kuran hakem olsun" derler. Bunun üzerine çatışmalar durur, görüşmeler başlar.

İşte bu "hakem olayından" sonra bir kısım insanlar "sen insanları hakem olarak kabul ettin. Halbuki hüküm ancak Allah’ındır" diyerek Hz. Alinin saflarından ayrılırlar.(1) Bunlara "hariciler" denir.

"Hüküm ancak Allahındır" (2) cümlesi haricilerin sloganı haline gelir. Hatta bir gün Hz. Ali halka hitabederken haricilerden biri kalkar,"Ey Ali! Allah’ın dinine insanları ortak kıldın. Hüküm ancak Allah’ındır" der. Bunun üzerine her taraftan "Hüküm ancak Allahın!", "Hüküm ancak Allahın!" sesleri yükselir. Hz. Ali buna mukabil şöyle der: "Söz, hak bir söz, fakat bununla batıl murat ediliyor."(3)

Bir gün Hz. Peygamber ganimet dağıtırken biri çıkar, "Ya Muhammed, adil ol! Adalet le dağıtmadın!" der. Kıpkırmızı olan Hz. Peygamber "Ben adil olmazsam daha kim adil olur?" der ve şunu bildirir: "Dikkat edin, bunun neslinden (bu cinsten) ilerde bir kavim zuhur edecek. Okun yaydan çıktığı gibi dinden çıkacaklar."(4)

İşte hariciler bu hadisin çizdiği çerçevede insanlardır. İslam kahramanı Hz. Aliyi bile tekfirden çekinmemişlerdir. Aslında ibadete düşkündürler. Hz. Peygamberin tarifiyle, "Sizden biri onların namazı yanında kendi namazını, onların orucu yanında kendi orucunu küçük görür. Lakin onların imanı boğazlarını aşmaz."(5) Şatıbî'nin yorumuyla, yani okuduklarını anlamazlar.(6)

Hz. Ali, İbn-i Abbası haricilere elçi olarak gönderir. Onlar "Hüküm ancak Allahın!" dediklerinde İbn-i Abbas "Evet der, hüküm ancak Allahın. Fakat Allah karı- koca arasındaki geçimsizlikte hakem tayinini istemiştir.(7) Keza, ihramlı iken avlanan hakkında yine hakem tayin etmiştir.(8) Dolayısıyla karı- koca ve av meselesinde hakem tayin etmek mi önce gelir, yoksa ümmeti ilgilendiren bir meselede mi?"(9)

Hariciler genelde çöl araplarıdır. İslam öncesinde fakir bir halde yaşamışlardır. Çölde yaşamaya devam ettiklerinden İslam a girince de ekonomik durumları iyileşmez. Bunların fikirleri basit, tasavvurları dardır.

Bu yüzden dinde mutaassıp, mahakeme güçleri noksan insanlardır. Çabuk öfkelenirler, kolaylıkla infiale kapılırlar. Yaşadıkları çöl misali, sert tabiatlı, katı kalplidirler.(10)

Hariciler gayr-i müslimler yerine hep müslümanlarla uğraşmışlardır.(11)

Hoşgörüsüzlük, fanatiklik, kendinden olmayanlara kapıları kapatmak,kaba kuvvete, şiddete başvurarak politik değişmeyi etkilemek ve dar kafalılık bunların en belirgin özelliklerindendir. (12)

Hariciler her günahı küfür olarak kabul ederler. Büyük günah işleyenlerin ebedi cehennemde olacağını söylerler.(13) Onlara göre küfür ve imanın ortası yoktur.(14) Amelin imandan bir cüz olduğunu iddia ederler. Müşrikler ve kafirler hakkında inen ayetlerin zahiri manalarından hareketle hüküm çıkarırlar.(15)

Mesela, "Ona bir yol bulan için beytullahı haccetmek Allahın insanlar üzerinde hakkıdır. Kim de inkar ederse, şüphesiz Allah alemlerden müstağnidir" (16) ayetiyle, hacca gitmeyenin kafir olduğuna hükmederler. Halbuki hüküm hac yapmayan için değil değil, onu inkar eden içindir.(17)

Keza, "Allahın indirdiğiyle hükmetmeyenler, kafirlerin ta kendileridir" (18) ayetiyle fasıkın, günahkarın mü'min olmadığına delil getirirler. (19)Halbuki, Allahın indirdiğini tasdik ( kabul ) etmeyenin kafir olduğuna itiraz yok ise de, Allahın emrini kabul ettiği halde yapmayan günahkarlar yine mümindirler. Bunlara asla kafir denilemez.

Kaynaklar:
1-Şehristani, s. 106-107; Eş'ari, I, 167-168; İbnu Teymiye, Takıyyüddin, et-Tefsiru'l - Kebir, Daru'l- Kütübi'l- İlmiyye, Beyrut, 1988, II, 8-9; Şatıbi, Ebu İshak, el- Muvafakat fi Usuli'ş- Şeria, Beyrut, ts., III, 292; Ebu Zehra, Muhammed, Tarihu'l-Mezahibi'l- İslam iye, Daru'l-Fikri'l-Arabi, I, 65; Yemeni, Ebu Muhammed, Akaidu seles ve's- Sebîne fırka, Tahkik: Muhammed Abdullah Zerban el-/amidi, Mektebetu'l- Ulûm ve'l- Hikem, Medine, 1414 h., I, 11-12; Kılavuz, s. 311
2-En'am, 57; Yusuf, 40, 67
3-Şehristani, s. 107 (dipnotta).
4-Buhari, Megazi, 61; Müslim, Zekat. 144-146; İbnu Hanbel, III, 4
5-Buhari, Menakıb, 25; Müslim, Zekat, 147; İbnu Mace, Mukaddime, 12
6-Şatıbî, el-İ'tisam, s. 403
7-"Eğer karı- koca arasının açılmasından korkarsanız, erkeğin ve kadının ailelerinden birer hakem gönderin" ayetine işarettir. Nisa, 35.
8-Maide, 95
9-Cevzi, İbnu Kayyim, İ'lamu'l- Muvakkiin an Rabbi'l - Alemin, Daru'l - Kütübi'l -İlmiyye, Beyrut, 1991, I, 163; Şatıbi, el- Muvafakat, III, 292
10-Bkz. Ebu Zehra, I, 68-69
11-Akyol, Taha, Haricilik ve Şia, Kubbealtı Neş. İst. 1988, s. 97
12-Fazlurrahman, İslam , Ter. Mehmet Aydın ve Mehmet Dağ, Selçuk Yay. Ank. 3. Bsk, s. 234
13-Eş'ari, I, 167-168
14-Taftezani, Şerhu'l - Akaid, s. 140-141
15-Bkz. Şatıbî, İ'tisam, s. 404; Koçyiğit, Talat, Hadisçilerle Kelamcılar Arasındaki Münakaşalar, TDV. Yay. Ankara, 1989, s. 37-39
16-Al-i İmran, 97
17-Ebu Zehra, I, 71-73
18-Maide, 44
19-Alûsî, VI, 145

Kaba Softa Ham Yobaz
Necip Fazıl Kısakürek



Dış görünüşle fazla alâkam yok ama, din yobazının fiziği de çarpıyor gözüme;

Kazma gibi dişler.. Şu kefereye bu lafları söyleten bir kıyafet..

Gözlerinde bir nefret.. Bir katran fıskiyesi gibi..

Ezberci, bilgisiz, hissiz..

Öyleleri vardır ki, sırmalı belediye elbisesini giyer, ötelere ait büyük bir hissizlik içinde, başına geçecek ölü aramaya koyulur..

Bu gençlik varken düşünmemek gerekir ama, vasiyetime yazacağım geliyor; “cenazemi böyle biri kaldırmasın!..” diye

Yobaz, zarâfet ve estetikten tamamiyle uzaktır!..

ZARÂFET VE ESTETİK..

Burada duracağız efendim!..

Zarâfet büyük şey.. Avlayacaksınız!.. İslam’a av getireceksiniz!..

Ve onları tam müslüman kılacaksınız!..

Sizi sevecek ki, dediğinizi sevsin!..

Dediğinizi sevecek ki hidayete ersin!..

Hidayete erecek ki, ebedî hayatı bulsun!..


Zarafet, zevk ve estetik.. Plastik dünya fikri..

Dış dünyayı güzelleştirme davası..

Bu işte son derece yayayız..

Sahabilerdir bizim tek modelimiz.. Ve ondan ancak 1-2 asır sonrası..

Ötesi felaket..

Dörtyüz senenin hesabını isteyecek bir nesil arıyoruz!..

İslam’ı zerafet, estetik, zevk, dışarıyı da süslemekle temsil etmek..

Eski bir ölçü vardır: “Dışını imar eden batınını tahrip eder, dış mâmurluğu bâtın haraplığından ileri gelir..” YANLIŞ!

Doğrusu:

Batınını öyle imar edeceksin ki, dışında kıymet kalmayacak.. Dışını da öyle bezeyeceksin ki, bâtının süslü perdesi olacak..

Zarafet, güzellik..

Niçin Allah Resûlüne, Sevgilisine bakmazlar?. Dünyanın, bütün insanlığın zirvesi, son noktası olan o mukaddes insan, zerafette, güzellikte de insanlığın zirve noktası..

Bir gün yolda yürürken bir kirli nesne gördü, bir tükürük.. Yürüyemedi.. Sahabiler koştular ve pisliği temizlediler..

Şu zarif şu latif bünyeye bakın!..

Bir gün mescidde ağırca bir hava gördükleri zaman:

“Niçin bugün yıkanmadınız?..” diye hitap ettiler..

Zarafet, İslam’ı güzel gösterme sanatı.. Kılığından, edasına, herşeyine kadar..


İmam-ı Âzam’a sorarlar:

“Niçin bu kadar güzel kılık?..” Çok güzel giyinirdi.. Bir Ayet-i Kerime okur: “Sana verdiğim nimetleri tahdis et, dile getir!”

Bakın demek ki O kılığına tâbi değil.. Kılığı O’na tâbi..

Nitekim İslamiyette bir servet ölçüsü var. Hakiki servet sahibi, paranın sahip olduğu değil, paraya sahip ve hakim olandır.. Çünkü zenginlerin çoğuna para sahiptir, onlar paraya sahip değildir. İşte bu manada zevk ve güzellik..

Batıda bilseniz bir papazı ne kadar ince şartlarla yetiştiriyorlar.. İnsana inanç hissi vermek için, her bahisten anlıyor. Bir gün ben Fransa’da bir toplantıda bir papaz gördüm. Biri piyanoda Bethofen’i çalıyordu,

Yerinden kalkan papaz, piyanisti nazikçe durdurup “yanlış çalıyorsunuz!” dedi ve adamın şaşkın bakışları içinde piyanonun başına geçerek doğrusunu çalmaya başladı..

Bir asker strateji kaidelerinden bahsediyordu: “Onun hakikati şudur” dedi ve anlattı.. Hayret etti herkes papazın kültürüne..

Batı, bir çirkini hudutsuz güzelleştirmek çabasında..

Biz ise, hudutsuz bir güzeli çirkinleştirmek yolundayız!..

En zayıf olduğumuz noktalardan biri..

Biz İslam’ı şahıslarımızda kabalaştırıyoruz..

Halbuki İslam, zarafet, incelik ve güzellik ölçülerinde de sonsuz ileri..

Varlığın Tâcı, bu bakımlardan da kâinatın en erişilmez insanı..

Mücessem nezahat, nezaket, nezafet, zarafet timsali..

Halbuki bizde asırlar boyu birbirini takip eden ham din temsilcilerinin kabalıkları.. Saymakla bitmez..

Ne gün, kılığımızdan, oturuşumuzdan, kalkışımızdan her tavır ve hareketimize kadar, insanı anlamanın biricik şartı olan zarafet, nezaket, incelik ve güzellik ölçülerini heykelleştireceğiz?..

Hadis meali: “Sevdiriniz, soğutmayınız; müjdeleyiniz, korkutmayınız; kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız!”

ZARAFET VE ESTETİK o kadar müthiştir ki,

Dedik:

Müslüman, kılığına, başına, saçının taranışına, bir odaya girişine,

yemek yeyişine ve bir sandalyeye oturuşuna kadar,

Herkese nümûne olmalıdır!..

İslam’ın nümûnesi!..

Mes’ûliyet budur!..

İslam’a karşı, Allah’ın Resûlüne karşı..

Ne yazık, bundan uzağız!..

Yobaz yüzünden..

Bir de Japon misali vardır ki, dehşettir!..

Abdulhamîd Han’ın davetiyle muhafazakâr bir Japon heyeti..

Gaye; bu heyete din telkin etmek..

Kendilerine saray arabası tahsis ediliyor, tarihi yerleri gezmek için..

Yanlarına da din adamı zannedilen biri veriliyor..

Yolda giderken hoca, sağ eliyle sokağa sümkürüyor ve elini eteğine siliyor..

Japon derhal arabayı durduruyor ve “ben böyle birinden din telkini kabul etmem!” diyor. Ve gidiyor memleketine.. Ve Abdulhamîd de bu adama en büyük cezayı veriyor.. Çünkü Osmanlı padişahları içinde en derin müslüman olan Abdulhamîd, dünyanın en zarif insanıydı..


İslam’da zarafet hiçbir dinin ulaşamayacağı seviyede olduğu halde,

İşte böyle ihanet etmişizdir dine!..

Yobaz yüzünden!..

Asam Hazretlerinin huzuruna bir kadın gidiyor, dertli bir kadın..

Yana yakıla derdini anlatırken, kadından ihtiyatsızca kötü bir ses çıkıyor.. Ve kadın, hayata geldiğine pişman...

Bakınız;

Eğiliyor Asam Hz. Leri ve; “Hanım! Bağır! Yüksek sesle konuş!..Ben sağırım bilmez misin?..” işte zarafet!.. Ve bu yüzden ismi “sağır” manâsına gelen “Asam” oluyor.

Bakın! Şu çirkinliği örtme, göstermeme inceliğine bakın! İşte zarafet!..


Din yobazında bazı farikalardan sonra en büyük farika, ayırıcı unsur, aşksızlık ve hikmetsizliktir!.. Aşk yok..

Yunus diyor ki; Ben Yunus’u bîçareyim// Baştan ayağı yâreyim// Dost elinden âvareyim// Gel gör beni aşk neyledi.

İşte, bunu anlamayan yobaz!

Aşkın olmadığı yerde ne var ki?

Allah bir aşk içinde yarattı dünyayı..

Allah mahlûkunu sevdi ve mahlûkuna kendisini sevdirdi..

Yalnız mübalağa olmasın, Allah’ı mübalağa ile sevmek bile şeriate uymaz.. Çünkü insan yanar, ibadet yanar.

Evet yobazda ne aşk vardır, ne korku..

Dikkat edin, yobaz korkmaz korkutur..

Bu tipler, insanın ayıbını tecessüs eder, leke bulmaya çalışır, leke nişanlarını alınlara yapıştırır..

Bu hal İslamiyete tam uzak..

YOBAZ (*)
Serhat Oğuz
27.02.2016



Mücadelenin "YOBAZ" tipiyle gerçek insan soyu arasında olduğunu biliyoruz.
YOBAZ, insanın tersine dönmüş ahmak hali...
Bu tipin her kesimin kılcal damarlarına sızmış olduğu tartışmasız kabulü gereken bir gerçek...

YOBAZ tarih sahnesine ilk, müslüman kılığında çıktı ve daha sonra kendi karşıtı olan KÜFÜR YOBAZINI üretti...

Ogün bugündür bu iki yobaz tipi İSLAM'ın aleyhine olarak yapmadıkları ihanet kalmadı; biri içten, diğeri de dıştan tüm güçleriyle İSLAM'a tosladılar..
Tabi ki bilindiği üzere bunların en tehlikelisi de müslüman görünümlü YOBAZ tipi...
Bu YOBAZ tipi tarih sahnesine ilk çıktığında iktidardaydı. İktidar gücü elinde olduğundan İslam'ın içten çürümesini çok rahat sağladı.
İçinde bulunduğumuz belki de tarihin sonu arefesinde de yine iktidarda.
Ama, bu sefer iktidar gücünü kendisini yok edecek gerçek İslam Ruhunun önünü kesmek için kullanıyor...
YALAN üzerine tarih sahnesine çıktığı günden bugüne onun bu vasfı hiç değişmedi..
Bütün yalancılar gibi, pişkinlik onun yalana bağlı temel karakteri oldu.
2002 kasım Ayından beri ortaya koyduğu icraatlarına kısaca baktığımızda mesele zaten kendiliğinden açık seçik ortaya çıkıyor...
Dış politikadaki mevcut konumlanma -dikkat edin uygulamadaki yanlışlık demiyorum, çünkü bunların hür iradeleriyle uyguladıkları hiç bir şey olmadı; ne görev üstlendilerse onu ifa ettiler-,bu gün herkesle kavgalı ve herkesin problemi problem olarak ANADOLU'nun sırtına binmiş, "ihanet" şeklinde ortaya çıkmış durumda..
Yalan ve pişkinlikle götürülen bir sürecin artık sürdürülemez özelliğiyle bitmiş ve herkesin sırtının duvara dayanmış olduğunu takip ediyoruz...
Bu sürecin sonunda millete kalan ise, kin , düşmanlık, bölünme ve gelecek endişesi...Bu endişenin tetikleyeceği güvenlik sorunu önümüzdeki safhanın temel belirleyicisi olacak.
Amerika Irak'a saldırıp 20. yüzyılın en büyük vatan sever liderini katlederken bu yobaz tipi Saddam düşmanı olarak sömürgeci düşmanın kuyruk sokumunda pişkin pişkin sırıtıyordu...
İşgalin neticesi olarak ortaya çıkan harap olmuş şehirle ve katledilen insanlar karşısında ise, aynı pişkinlikle Amerikan karşıtı(!) görünümüne bürünerek, bu seferde gerçekten istilaya karşı çıkanların tepkilerini şahsında toplama gayretiyle manipüle-yönlendirme faaliyeti içinde düşmanı meşrulaştırdı...
Suriye'de de aynı yalanın ve pişkinliğin en dik alasını sergiledi...
Libya'da yaptıkları ise diğerlerinden daha beter olarak tarihin kara sayfalarına yazıldı...
Fiili olarak -buraya dikkat edin- hiç kimse işgale karşı çıkmazsa bu yalancı ve pişkin müslüman kılığına bürünmüş YOBAZ işgal karşıtıdır(!) ve "antiemperyalist"tir...
Ama ne zaman ki birileri gerçekten düşmanın saldırdığı şiddette düşmana karşı çıkmaya başlasın, bu hemen 50 bin tane kulp takarak düşmana karşı çıkan direnişin karşısında saf tutar...
İktidar elinde olduğundan da bu ihanetini algı yönetiminde uzmanlaşmış adamları eliyle halka halka tüm toplum katmanlarına sirayet ettirebilmiştir.
Zaten birbiriyle kavga etmeye hazır insan veya kitleler bu yobazın operasyonlarına maruz kalabileceğini bir an bile düşünmeden çoğu zaman hak suretinde onun ortaya attığı yemler üzerinden didişmeye başlayarak düşman karşısında direnen güçlere gerçek manada destek veremezler-veremediler...
İster iç, isterseniz dış gelişmeler açısından, nereden bakarsanız bakın İnsanlık düşmanı bu YOBAZ TİPLERİNDEN kurtulmanın tek yolu ellerindeki İKTİDAR GÜCÜNÜ çekip almaktan geçmekte.
Gerçek bir DEVRİMİ şart koşan böyle bir durumu ortaya çıkarmak için atılması gereken ve bugünlerde unutulan-unutturulan ilk adım, topluluğu dağıtan veya "topluluk" olmayı engelleyen Bu YOBAZ tipinin işini kolaylaştırıcı ve ekmeğine yağ sürücü alışkanlık ve reaksiyonlardan kurtulmak ve uzak durmak...
Belli bir güç ifadesine bürünmek için "topluluk" olma şuurunda hareket etmeye niyetli olanların bu dönemde komplekslerinden kurtulmuş veya onlara gem vurmuş olarak YAPICI ve UZLAŞTIRICI karaktere sahip olmalarından başka bir çare gözükmüyor...
Çünkü İktidar imkanlarını iktidarının devamı için merhametsiz ve gayet hoyratça kullanan insanlık düşmanı YOBAZ'ın temel karakter özelliği YIKICI ve DAĞITICI olması...
Yapıcı ve uzlaştırıcı olmak gerektiğini idrak eden bir zihnin bu dönemde üstündeki bütün kiri pası atarak, örneklik bir GAYRET sergileyeceğine de inancımız tamdır..
Bu, hadisenin "bizcesi"...
* Başlık tarafımızdan konulmuştur. (EF)

İslamcılıkla konuşamamak ve aradaki kan...
Selçuk Salih Caydi

İslamcılarla tartışılamadığını çünkü onlarla konuşulurken rasyonel nedensellik üzerinden üretilen argümanlarla adım adım ilerlenemediğini söyleyen yabancı bir dostum, çürütülen konuları islamcıların sonra hiçbir şey olmamış gibi baştan savunmaya devam edebildiklerini anlatmıştı. Yani bu durumda havanda su dövmüş oluyorsunuz, dön baba dönelim başa dönmek zorunda kalıyorsunuz ve ipin ucu kaçıyor. Amaçları da bu...
Çünkü islamcı tartışmıyor aslında...
Fix bir "düşüncesi" var (siz bunu "saplantısı var" diye de okuyabilirsiniz). Meselesi ne sahici argüman üretmek ne mantık, ne de ikna olmak. "Belki kafalarım" diye büyük bir beklentisi de yok, çünkü IQ'sü yüzün üzerindekileri sadece "ekonomik beklenti" üzerinden "ikna" edilebileceğini, onun da pek lafla alakalı olmadığını biliyor. Amacı, kendi fix düşüncesini ve diğerleriyle tartışıyormuş gibi yaparak yaşam alanını korumak. Kapitalist bir sonradan modernleşme türü olan İslamcılığın yaşam alanı modern dünyanın dışında değil, o yüzden tartışıyor görünmek zorunda. Onun amacı sadece kendi sembollerini kullanan (yani "namaz niyaz Kuran ve biat") totaliter bir "İslami düzen", bunun anlamı da sadece onun yönettiği, onun sembollerinin kullanıldığı, diğer herkesin onun gibi olup biat etmek zorunda olduğu totaliter modern bir düzeni. Kuru bir ideoloji olan İslamcılık, bugünkü tüm türleriyle selefi-vahabi örneklerden feyz aldığından; kültür düşmanı, alıntı manyağı ve kendi ideolojik tornasından geçmemiş olanlara konuşamıyor. Mesela Mevlana, Hacı Bektaş Veli, Nasreddin Hoca gibi dünyanın her insanının kalbine hitab edemiyor. O insani/bireysel değil, ideolojik/düzenkurucu, örgütçü ve özgür bireyin yaşamasına izin vermiyor, onun uçkuruna kadar herşeyine karışıyor.
Onun tanıdığı/bildiği bir tek doğru var, o da hocasının/imamının kutsal kitaptan yorumlayıp "Allahın emri" diye -dine muhtaç- insanlara sunduğu malzeme. Bu malzeme daima siyasi. İnsanların ruhuyla ilgisi oldukça düşük modda, yüzeysel. Bunlara göre Allah sanki yeryüzünde hükümetler vasat akıllı hocalar tarafından yönetilebilsin diye her türlü puştluğu mübah kılmış ve iktidar için yapılan tüm kötülükleri kutsamış...
Kendi ikiyüzlülüğü, yalancılığı, kişiliksizliğinden başkalarını sorumlu tutan, yaptığı sınırsız kötülüğe gerekçe olarak "laikler yükselmemize izin vermediler" gibi gerekçeler bulan, Hallacı Mansur'u hiç duymamış, doğrudan sapmaktansa ölümü tercih eden sufileri hiç işitmemiş bir sinsilik "kültürü", kötülükle sorunu olmayan bir insan cinsi...
"Orduda general seviyesindeki insanlara dinini yaşamasına izin vermiyorsunuz" o halde size iftira atılıp intihara sürüklenmenizden de kendiniz sorumlusunuz gibi akıllara seza bir mantığı savunan tipler...
Kesinlikle bir ruh çürümesinden söz edebiliriz (Dinini yaşamak istiyenin neden ille de general olmak istediği cinliği de ayrı bir konu -zira bu "gerekçe" ile hiç bir Yehova şahidi veya Cizvit Amerikan ordusunda general olmaya kalkmıyor!)
İslamcı, "Allah'ın düzeni kuruluncaya kadar" kendi cemaatinin/hocasının çıkarı için herşeyi mübah sayıyor -ki bu "düzen" onun her sözü kanun yerine geçinceye kadar (yani sonsuza kadar) kurulamayabilir. Bu süre zarfında şeytanlık serbest! Kısacası, kutsal kitabı ve Peygamber hadislerini kafasına ve kendi çıkarına göre yorumlayıp yumurtlayıp, sonra da ona taptığı "Allah'ın kelamı" seviyesine çıkardığı "hocasının fikri"ni, bir faninin eleştirel aklı ile sınatmayı asla düşünmeyen "tartışmacılar" bunlar. Ağa pohu üzerine poh, hoca lafı üzerine laf tanımayan, ama modern dünyadan da çekilemeyen irrasyonel laf cambazları...
Yabancı dostlar da öğrenmişler artık:
İstediği kadar entellik attırsın ve Batılı filozoflardan bol alıntı yapsın, istediği kadar şarap içip, karısının başörtüsüz olmasıyla övünsün; sizin filozoflara ve rasyonel gerekçelere dayandırarak çürüttüğünüz fikrini, tartışmanın ilerleyen aşamasında ısıtıp yeniden önünüze sürüyorsa, bilin ki takiyye yapan bir İslamcıyla konuşuyorsunuz -zira İslamcılarda tartışma etiği/ahlakı da yok malesef...
İşte tam burada yeniden "Yalan prensibi"ne geliyoruz. Yıllar önce bu blogda, yalanın nasıl işlediğini, nasıl çöktüğünü ve insana/topluma etkisini yazmıştım. Şimdi yaşadığımız durum bu. Çünkü sistemli yalan söylemek, (40 yıl kendini gizleyen cemaatçi generaller ise bu işin en şeytani ucudur) "dil" denen ve insanların birbirleri ile anlaşmalarının (ondan da öte bir toplum olabilmelerinin) başat şartını bozan faktördür. İnsanlar birlikteliklerini güven üzerine kurarlar. Mütemadiyen yalan söyleyen ve aslında iktidar olmaktan başka hiçbir söze ilkeye önem vermeyen -bunun için birbirini bile yiyen- bir çevrenin bu haliyle ulaşabileceği sonuç da toplumu bozmaktan başka birşey olamazdı...
Peki islamcılarla ne/nasıl konuşulabilir?!..
İslamcılarla Türkiye'nin geleceği konuşulamaz, Dünya'nın geleceği hakkında söyleyecek sözleri de yok zaten, yani konuşmaya gerek yok...
İslamcıların her Şeyhi/Şıhı/Hocası/Kutbu/Reisi, kendi kendini "Allah'ın yeryüzündeki tek temsilcisi" saydığından, sadece yeterli "iktidar gücü"ne erişinceye kadar "barışçı/mülayim"dir. O gücü ele geçirdiğine inanınca, diğer İslamcı türleri dahil herkesi şiddetle ezmek isteyecektir. Bu fikri, "ilahi tek doğru" saydığı kendi işkembe-i kübrasından almaktadır ve böyle birşeyle ne tartışılır ne de ona güvenilir. Burada döne döne yazdığım gibi, "İlahi gerçeğin tekeli"ne sahip olduğunu düşünen bir çevre, diğerlerinden sadece biat bekler ve burada "konuşmak" dediğimiz edimin şartları zaten yoktur. Konuşmak, aynı kriterler temelinde aynı sembolleri kullanan dürüst insanların birbirleriyle anlaşmak için geliştirdikleri -insanlara has- bir özelliktir. Bu temel kurallara uymayanla dialog olamaz, çünkü islamcıların yalanlarını uç uca eklediğinizde Dünya ila Ay arasında köprü olur!
Dünyaya seküler akıl hakim -eskiden de öyleydi. "Asker toplum" olmakla övünen Türkler, savaş tarihini yeniden okusa, savaşların -sadece- akılcı bir kafayla kazanıldığını (aynı nedenle de Suriye savaşının kaybedildiğini) görebilir. İnsanlık tecrübelerinden imbiklenerek ortaya çıkmış seküler rasyonel akıl Türklere bu yüzden asla yabancı değildir, Müslüman halklar içinde en sağlam seküler ülkeyi de bu nedenle Türkler kurabilmiş -idiler. (Malesef bugün "-idiler" demek zorundayız). Ama laik olmanın dini reddetmek demek olmadığı ve bu işlerin yeniden anlaşılmaya başlandığı bir süreç yaşıyoruz. Evet, seküler aklın eksikleri vardır ve bunları çok iyi biliyoruz, zamanı gelince o eksikliklerin de doldurulacağından eminiz. Seküler Dünyada en modern İslamcı kafasının bile yöneteceği/yönetebileceği bir Türkiye bulunmuyor. Bisiklet ehliyetiyle TIR kullanmaya kalkan mutlaka duvara toslar. İslamcı muktedirlerin yaşadığı şimdi budur. Kendi ülkenizde belki tolere edebilirsiniz, ama dünyada bisiklet ehliyetli TIR şoförünü otobana çıkarmazlar. Bu da anlaşılıyor artık. Gülenciler devleti ele geçirmek için harcadıkları "efor"u uzay bilimlerine harcasalardı, Türklerin uzayda bir uzay istasyonu olurdu. Türkiye'nin bütün enerjisini birbirinin kuyusunu kazmak için harcadığı dönem -mecburen- aşılmak yolunda.
İktidarı ele geçirince kültür ve kadın düşmanı cinsiyetçi bir totaliterizme dönüşen vahabi-selefi türevi modern İslamcılık ile konuşmak gereksiz, ama Sufi İslamı ile konuşmak mümkün...
Doğasına uygun olarak "İslamla konuşacaksan benimle konuşacaksın, başkası yok ki" diyenleri duyar gibi oluyorum. "Karısının başı açık, viski içen" lüks İslamcıya şu anda verilecek en kötü haber şu:
Başka bir İslam mümkün. 40 yıl sürmez. Kökü Anadolu'da. Vahabiliğin kimseyle konuşamayan kültür sanat düşmanı, gülmeyi bile haram gören türüne karşı halka Sufi İslamı öğretilir, eliniz böğrünüzde kalır (Suud tahtının ve vahabizminin daha ne kadar hayatta kalabileceği de ayrı bir yazı konusu). Otorite tanımayan, Hacıyı hocayı ketenpereye getirmesini bilen, Nasrettin Hoca gibi hiciveden, gülen, Yunus gibi şair, Karacoğlan gibi aşık, Mevlana gibi derin, Ahiler gibi dürüst, Allah'la arasına abi/imam gibi aracı-tefeci sokmayan bireysel özgür İslam. Onunla konuşulur, konuşulacak...
O açık şeffaf dürüst bireysel İslam'a sadece general seviyesi değil, genelkurmay başkanı seviyesi de, politikanın en tepesi en köşesi de açık olur. İyilikle kötülük, dürüstlükle sinsilik arasındaki net farkı, birey olmakla hocasının kuklası olmak arasındaki farkı anlayanlar, bunu çok iyi anlayacaklardır...
Vahabi-selefi kırması ılımlı/ılımsız İslamcılık, insanlık tarafından kalle kuyusuna yuvarlanıyor...
Artık arada kan var...
Bu Dünya'da yaşayan her insanın yüreğine konuşabilen bir İslamla, sadece onunla konuşlacaktır...
Ancak o zaman sakız gibi beyaz namaz örtüleriyle sessizce Allah'ın huzuruna çıkan büyükannelerimizin ruhları huzur bulur. Onların kutlu temiz dini, dinci ufak şeytanların oyuncağı olmaktan mutlaka kurtarılacak...

Kaynak.Konstantiniye Notları
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder
Önceki mesajları göster:   
Bu forum kilitlendi: mesaj gönderemez, cevap yazamaz ya da başlıkları değiştiremezsiniz   Bu başlık kilitlendi: mesajları değiştiremez ya da cevap yazamazsınız    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> ŞERİAT Tüm zamanlar GMT
1. sayfa (Toplam 1 sayfa)

 
Geçiş Yap:  
Bu forumda yeni başlıklar açamazsınız
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz
Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız


Powered by phpBB © phpBB Group. Hosted by phpBB.BizHat.com


Start Your Own Video Sharing Site

Free Web Hosting | Free Forum Hosting | FlashWebHost.com | Image Hosting | Photo Gallery | FreeMarriage.com

Powered by PhpBBweb.com, setup your forum now!
For Support, visit Forums.BizHat.com