EntellektuelForum Forum Ana Sayfa EntellektuelForum

 
 SSSSSS   AramaArama   Üye ListesiÜye Listesi   Kullanıcı GruplarıKullanıcı Grupları   KayıtKayıt 
 ProfilProfil   Özel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapınÖzel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapın   GirişGiriş 

LÜBNAN

 
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> İSLÂM DÜNYAS!
Önceki başlık :: Sonraki başlık  
Yazar Mesaj
admin
Site Admin


Kayıt: 31 Arl 2006
Mesajlar: 831
Konum: Belarus

MesajTarih: Çrş Tem 18, 2007 3:16 am    Mesaj konusu: LÜBNAN Alıntıyla Cevap Gönder

Lübnan'da Haçlı Askerlerine Bomba:1 İtalyan askeri öldü, dördü yaralandı
27.05.2011
Lübnan'ın güneyinde yol kenarına yerleştirilen bombayla düzenlenen eylemde 1 haçlı İtalyan askeri öldü.

Lübnanlı yetkililerin verdiği bilgiye göre, haçlı askerleerine ait bir araç Sayda yolunda seyir halindeyken yol kenarına yerleştirilen bombayla havaya uçuruldu.Patlamada, 1 İhaçlı talyan asker öldü, dördü de yaralandı.
Haber1001

Erdoğan Beyrut'ta Miting Yaptı

24 Kasım 2010

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, iki günlük resmi bir ziyaret için Lübnan'a gitti. Başbakan Erdoğan büyük coşkuyla karşılandı, Türkmen köyünde miting havası vardı.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, iki günlük resmi bir ziyaret için Lübnan'a gitti.

Erdoğan ile Süleyman arasındaki görüşmeye, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Devlet Bakanı Zafer Çağlayan ve Devlet Bakanı Faruk Çelik de katıldı. Görüşmede sadece fotoğraf alınmasına izin verildi.

Başbakan Erdoğan, beraberindeki Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Devlet Bakanları Zafer Çağlayan, Faruk Çelik ve geniş bir heyeti taşıyan ANA uçağı Beyrut havalanına iniş yaptı.

Lübnan Başbakanı Saad Hariri, Başbakan Erdoğan'ı samimi bir şekilde karşılayarak "hoşgeldiniz" dedi. Erdoğan'ı Hariri'nin yanı sıra Lübnan bakanlar kurulu üyeleri ve Beyrut'ta bulunan yabancı ülkelerin büyükelçileri karşıladı.

Hariri ve Erdoğan, iki ülkenin milli marşlarının çalınmasından sonra tören kıtasını denetledi.

Başbakan Erdoğan Cumhurbaşkanlığı Sarayı'nda Lübnan Cumhurbaşkanı Mişel Süleyman tarafından kabul edildi.

Erdoğan'ın Lübnan ziyareti nedeniyle Beyrut sokaklarında reklam panolarının bir çoğunda Türkçe ve Arapça, "Lübnan'a hoş geldiniz, merhaba" yazılı sloganların yer alması dikkati çekti.

Bu arada, havalimanının şeref salonunun dış kapısında, ellerinde Türk bayrakları bulunan bir grup Türk vatandaşının, Başbakan Erdoğan lehine tezahüratta bulundukları görüldü.

TÜM SOKAKLAR KIRMIZI-BEYAZ

Lübnan'da cadde ve sokaklar, bugün Lübnan'a giden Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın onuruna Türk bayraklarıyla donatıldı.

İngiltere'de Arapça olarak yayımlanan Şark El Avsat gazetesinin haberinde, Lübnan halkının sevgisini göstermek için cadde, sokak ve yolları Türk bayrakları ve Erdoğan'ın dev posterleriyle donattığı belirtildi.

Yol kenarlarındaki ilan panolarına asılan Erdoğan'ın ay yıldızlı posterlerinde "Hoş geldin Erdoğan" yazısının yeraldığını kaydeden gazete, her cadde ve sokakta bugün kırmızı-beyaz renklerin hakim olduğunu ifade etti.

"KATİLE KATİL DİYECEĞİZ"
Başbakan Erdoğan, kuzey Lübnan'ın Akkar bölgesinde bulunan Kuvaşra Türkmen köyünde halka seslendi. Erdoğan, "Biz gerektiğinde katile katil diyeceğiz" dedi.

İki günlük bir ziyaret için Lübnan’a giden Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Türkmen köyü olan Kuvaşra'da coşkuyla karşılandı.

Kürsüye çağrılan Başbakan Erdoğan ayakta alkışlandı.

Erdoğan, özetle şunları söyledi:

"Beyrut’ta Türkiye ile Lübnan arasındaki işbirliğini güçlendiren adımlar atacağız. Türk ve Lübnan halkları vizelerin kalkmasıyla yüz yıllık bir hasrete son verdi, özlemle kucaklaştılar. Ortak tarihi birlikte yazdık. Şunu asla unutmayınız, bu coğrafyanın insanlarını tarih birbirine kardeş eylemiştir. Bizi birbirimizden soğutmaya kimsenin gücü yetmeyecektir.

Lübnan’da yaşanan acıları biz de yüreğimizde hissettik. Beyrut kuşatma altındayken biz de kendimizi kuşatma altında hissettik. Refik Hariri şehit edildiğinde acısını biz de yaşadık. Lübnan’a acımısızca yağan bombalar, çocuklara yapılan saldırılar bizim de yüreğimizi sızlattı.

Biz insanlığımızın gereği olarak sesimizi yükseltiyoruz, vicdanımızın sesine kulak veriyor, onun için sesimizi yükseltiyoruz. Kim ne derse desin, biz haksızlık karşısında sesimizi yükseltmeye devam edeceğiz.

Akdeniz’de korsanlık yapanlara masum sivilleri katledenlere karşı hakkı savunmaya devam edeceğiz. Biz barış diyeceğiz, adelet diyeceğiz. Biz uluslararası hukuk diyeceğiz. Biz gerektiğinde katile katil diyeceğiz, katilden de hesabını soracağız.

İsrail hükümeti şunu görmelidir, bu bölgede barış olursa kendisi de kazanır. Bu bölgede savaş, çatışma olursa kendi vatandaşları da zarar görür. İsrail’i hatalarından dönmeye ve özür dilemeye çağırıyoruz. İsrail, bölgeyi de dünyayı da ateşe atacak faaliyetlerini durdursun. Biz sadece barış istiyoruz.

Dünya kamuouyunun da bölgede barış için elini yüreğine koyması gerekir. Biz her alanda Lübnan’ın yanında olacağız."

Başbakan Erdoğan TİKA tarafından 1.5 milyon dolara yaptırılan okulun açılışını yapacak.


Kaynak:Gazeport


1. yılında Lübnan Savaşı

“Lübnan Savaşı ‘aracılar savaşıydı’.Bir yanda Hizbullah, İran ve Suriye, diğer yanda İsrail, ABD ve müttefik Arap ülkeleri vardı. O dönemde İran’a saldırı planları yapan ABD’nin önündeki en büyük engel Hizbullah’tı.”


Mete Çubukçu
NTV-MSNBC
Güncelleme: 13:07 TSİ 17 Temmuz 2007 Salı

İSTANBUL - İsrail Dışişleri Bakanı Tzipi Livni, “Bir yıl sonra geriye dönüp baktığımızda başarılı olduğumuzu söyleyebiliriz” diyor. Bayan Livni yanıldığını kendisi de biliyor. Çünkü geçen yıl bu günlerde devam eden ve 34 gün süren 5. Arap-İsrail Savaşı’nda İsrail’in askeri ve siyasi olarak kriz yaşadığını yenildiğini gösteren onlarca kanıt mevcut.
Lübnan Savaşı’nda hem Lübnan hem de Hizbullah büyük kayıplar verdi. Ülkenin üçte biri yerle bir oldu.

Ancak, İsrail ordusu ilk kez zorlandı; bir yarı-askeri gücü kara aşamadı. İsrail halkı yıllar sonra ilk kez kendisini açık tehdit altında hissetti. Kuzey İsrail’de halkın neredeyse tamamı güneye göç etti. İsrail Hizbullah’ın katyuşalarını durduramadı. Füze savunma sistemi iflas etti. Çünkü, Hizbullah İsrail’in savunma ve haberleşme sistemini çözmüştü. Sonunda, İsrail’de kriz yaşandı. Genelkurmay Başkanı Dan Halutz istifa etti. İşçi Partisi lideri ve Savunma bakanı (kapalı dürbünle cepheye bakan) Amir Peretz görevini bırakmak zorunda kaldı.

‘İLAHİ ZAFER’
Lübnan Savaşı ‘aracılar savaşıydı’.Bir yanda Hizbullah, İran ve Suriye, diğer yanda İsrail, ABD ve müttefik Arap ülkeleri vardı. O dönemde İran’a saldırı planları yapan ABD’nin önündeki en büyük engel Hizbullah’tı.

Hizbullah ‘temizlendikten’ sonra İran’a saldırı yolu açılacaktı. Ancak plan tutmadı. Bu yüzden Hizbullah’ın ‘divine victory’ yani ‘ilahi zafer’i bir anlamda İran’ın zaferi sayılabilir. Şii bir örgüt ilk kez bölgede Sünni kitleler arasında popülerite kazandı, direnerek ve savaşarak bir noktaya ulaşabileceğini inandırdı. Ya da insanlar böyle düşündü.

Bugünlerde Hamas’ın ayakta kalması, nafile diretmesi biraz da o günkü direnişi model almasından kaynaklanır. Ancak, Lübnan ve Gazze’de koşullar ve siyasi gelenek farklıdır.

VEKALETEN SAVAŞ
Hizbullah’ın direnişi bölgedeki rejimler açısında da tehlike oluşturdu. Çünkü, Kahire, Amman, Kudüs ve Gazze’de insanlar ‘silahlı direnişe’ olan inançlarını yenilerken, bu başkentler yeni bir tehlikeyle karşı karşı kaldıklarının farkına vardılar. Artık karşılarında hem sokaktaki kitleler hem de güçlenen Şiilik vardı. Bu yüzden Ürdün, Mısır ve Riyad rejimleri Lübnan savaşı sırasında İsrail’e zımni bir destek verdiler; İsrail’in saldırısına sessiz kaldılar.

İran’ın Hizbullah aracılığı ile kazandığı bu ‘başarı’, Ortadoğu’daki Şii/Sünni ekseninin keskinleşmesi ile sonuçlandı. İran kendine güvenini perçinlendi. Bölgenin lider ülkesi konumuna geldi.

ORTADOĞU’NUN KOPYASI
Savaş sonrası Lübnan’ın iç politikasında da güçlendi Hizbullah. ABD; İsrail, Suudi Arabistan destekli Sinyora Hükümeti, Dürziler ve bir kısım Hıristiyanlara karşı Hizbullah’la birlikte hareket eden Michael Aoun, Cumhurbaşkanı Lahud’tan oluşan ikili yapıda bir değişiklik olmadı.

Ülkedeki kırılgan denge hala geçerliliğini korusa da, BM, örgütü silahsızlandıramadı. Aralarında Türk askerinin de bulunduğu BM Barış Gücü’nün Lübnan’dan çok İsrail’i korumakla mükellef olduğu biliniyor. Çünkü 34 gün süren savaş boyunca, askerleri İsrail tarafından vurulmasına rağmen kılını kıpırdatmayan, ateşkes ilan ettiremeyen BM, ‘barış gücü’ adı altında ülkeye konuşlandı.

ÜÇ İÇ SAVAŞ
Birikim Dergisi’nin Ocak 2007 bahar sayısında Koray Çalışkan’la birlikte kaleme aldığımız Üç İç Savaşı başlıklı yazıda Irak ve Filistin’in yanına Lübnan’ı da koymuştuk.
Soğuk savaş döneminde birçok ülkenin hesabını bu ülke üzerinden görürken Ortadoğu’nun küçük bir kopyası olarak tarif edebileceğimiz Lübnan bu kez farklı güçlerin hesaplaşma alanı olarak karşımızda duruyor.

Çünkü, İsrail’in Lübnan’a saldırısı için gösterdiği ‘asker kaçırma bahanesi’ bir yana geçen yılın Mart ayında İsrailli generallerin saldırı planı için ABD ile görüştüğü biliniyor.

Ülkedeki her suikastı ya da saldırıyı Suriye’nin üzerinden açıklamaya çalışma, ülkedeki ikili yapıyı; Suriye karıştı ya da yandaşlığı üzerinden açıklama artık yeterli değil. Çünkü Ortadoğu’da taşlar yerine oturmadan Lübnan’da istikrar zor görünüyor. İç savaş tehlikesi Irak ve Filistin’de olduğu gibi Lübnan için de geçerli.

İbrahim Karagül
Yıkıcı savaş: Dün Lübnan'da ne oldu?

Lübnan'da savaş çıkmadan İran'a saldırı olamaz, demiştik. Dün gördük... Eğer İran köşeye sıkıştırılacaksa önce Lübnan'da bir savaş yaşanacak demektir. Eğer İran kendini tehdit yakın tehlike altında hissederse yine önce Lübnan'da savaş yaşanacak demektir.

Sınıra yerleştirdikleri kameranın görüş açısını engelliyor diye sınırın Lübnan tarafındaki ağacı kesmeye çalışan İsrail askerleri uyarılıyor, aldırmayınca havaya ateş açılıyor. İsrail tarafından top ateşi başlıyor. Hem de bir köye ve bir ev isabet alıyor. Ve çatışma başlıyor. Üç Lübnan askeri ile bir gazeteci ölüyor. Bir İsrailli komutanın öldüğü söyleniyor.

Sınırı gözetlemek için kurulan bir kamera... Kameranın görüş açısını engellediği için kesilen bir ağaç ve çatışma...

Bu kadar basit bir sebeple çıkabilen bir çatışma, bu kadar kolay savaşa dönüşebilir. Bu kadar hassas bir durum. Bir ağaçla başlayan savaş bütün bölgeyi hatta dünyayı sarsabilir...

Ortadoğu'da akşam yaptığınız hesaplar sabaha sıfırlanır derken, hiçbir hesap tutmaz derken, hiçbir şey sadece iki ülkeyle sınırlı kalmaz derken, bunu kastediyoruz.

Dün ciddi bir endişe yaşadık. Aylardır bir stres birikimi vardı ve her an patlayabilirdi. Dünkü olay pekala uzayabilirdi. Ama görünen bu olmayacak. Şimdilik olmayacak... Özellikle İsrail tarafından yapılan açıklama bu ihtimali güçlendiriyor. Endişe bitmiş değil. Aynı durum yine söz konusu olabilir. Çünkü gerilim tırmanmaya devam ediyor.

İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad'ın ""ABD üç ay içinde bölgede iki ülkeye saldıracak, elimizden güçlü kanıtlar var" açıklamasını bir tarafa bırakalım. Suudi Arabistan Kralı Abdullah'ın Mısır'a gidip Hüsnü Mübarek'le görüştükten sonra Perşembe günü Şam'a dönüp Beşşar Esad'ı yanına alarak Beyrut'a gitmesi dikkat çekiciydi. Bu ziyaretlerin Lübnan iç barışının dışında bölgesel gerilimle ilgisi olabilir mi?

Uluslararası Kriz Grubu "İsrail ve Hizbullah arasında çok daha yıkıcı yeni bir savaş ihtimalinin arttığı" uyarısını hatırlayalım. Suriye Devlet Başkanı Esad'ın, "bölge savaşa gidiyor" şeklindeki açıklamalarını da... İsrail uçaklarının hemen her gün Lübnan hava sahasında taciz uçuşları yaptığını biliyoruz.

Bütün bunların ötesinde ortada apaçık bir gerçek var: Her ne kadar kriz İran odaklı gelişiyorsa da temelde İsrail odaklı bir kriz söz konusu. İsrail, belki de tarihinde hiç olmadığı kadar dar bir alana sıkışmış durumda. Kendi mantığınca, bu alandan çıkabilmek için mutlaka ama mutlaka bir krize ihtiyaç duyuyor. Bu; Lübnan ya da Gazze'ye yönelik yeni bir saldırı olabilir. Bütün bölgeyi etkileyecek bir başka kriz de olabilir. Eğer, İran bağlantılı bir kriz çıkarılacaksa da öncesinde kesinlikle Lübnan'da ya da İsrail'in yakın çevresinde ciddi gelişmeler olacaktır. Biz bu endişeyi epeydir taşıyoruz.

Özellikle Mayıs ve Haziran aylarında bir şeylerin olacağına dair kaygılarımız vardı. Olmadı. Umarız hiç olmaz. Ama endişe devam ediyor, onu besleyen işaretler de giderek artıyor...
(..)

Yeni Şafak

'Lübnan için direniş gereklidir'

17 Kasım 2009, 00:10 Bahadır Serhat

Şam'da toplanan ulusalcı, solcu ve Müslüman 107 parti Lübnan için direnişin gereklili olduğunu duyurdu.

Şam'da toplanan 5. Arap Partileri Konferansı, Suriye, Türkiye ve İran arasında yakınlaşmanın güçlendirilmesi çağrısında bulundu ve bu ilişkilerin bölgede Amerikan ve Siyonist projelere karşı bir bölgesel derinlik oluşturulmasının temel hedef olduğunu deklere etti.

Konferans bildirgesinde İsrail karşısında Lübnan'da direniş gücünün varlılığının zorunlu olduğuna dikkat çekildi ve konferans katılımcısı olan 107 ulusalcı, İslamcı ve solcu parti Filistin için de ulusal diyalog çağrısında bulundu.

Konferansa katılanlar BM'nin Filistin'de işlenen savaş suçlarına dair hazırladığı raporun da takibatının yapılması kararı aldı. Konferansta Kudüs kenti, Filistin devletinin ebedi başkenti ilan edildi.

As Safir gazetesinin haberine göre konferansa katılanlar Suriye'nin İsrail tarafından işgal edilmiş toprakları olan Golan tepelerinin de bir an önce kurtarılması gerektiğini kaydetti.

Lübnanlıların iç siyasi krizi çözmelerinin de olumlu olarak not edildiği konferansta Lübnan için direniş gücünün varlığının zaruretine de dikkat çekildi.
anadoluhaber

İSRAİL CASUSU ALBAY TUTUKLANDI

4 Ağustos 2010
Lübnan'da emekli Albay Fayez Kerem, İsrail hesabına casusluk yaptığı iddiasıyla tutuklandı.
Lübnan polis yetkilileri yaptıkları açıklamada, liderliğini Mişel Aun'un yaptığı Ulusal Özgürlük Hareketi Partisinin üst düzey yöneticisi de olan 62 yaşındaki emekli Albay Kerem'in, bugün İsrail hesabına casusluk yaptığı iddiasıyla tutuklandığını bildirdi.

Askeri okulu 1972 yılında bitiren Kerem'in, orduda terörle mücadele ve istihbarat birimlerinde üst düzey yöneticilik yaptığı belirtildi.

Lübnan'da hükümetin başlattığı operasyonlarla, İsrail istihbarat örgütü Mossad için casusluk yaptığı iddiasıyla, 2009 yılından bu yana 70 kişi yakalanarak gözaltına alındı. haber10


Beyrut’ta kanlı çatışma ve El-Ahbaş Örgütü
Yasin Atlıoğlu
28 Ağustos 2010



24 Ağustos’da Beyrut’un Burç Abi Haydar bölgesinde Hizbullah ve El-Ahbaş örgütü taraftarları arasında çıkan silahlı çatışmada Hizbullah yetkilisi Muhammed Favvaz, Munzer Hadi ve El-Ahbaş örgütü üyesi Ahmed Umeyrad öldü.

Böylece Mayıs 2008’den beri Lübnan’daki en ciddi silahlı iç çatışma gerçekleşmiş oldu.(1) Burç Abi Haydar çatışması dünya kamuoyunda genellikle Hizbullah ile El-Ahbaş örgütü arasında bir Şii-Sünni çatışması olarak manşetlere taşındı. Silahlı çatışmanın en dikkat çeken yönüyse ağır silahların (RPG roketatarlar, makineli tüfekler) kullanılması ve çatışmanın olduğu bölgede oldukça büyük maddi hasar meydana gelmesiydi.

İki grup arasında oldukça şiddetli geçen silahlı çatışma Lübnan Güvenlik Güçlerinin müdahalesiyle durduruldu ve çatışmanın ardından bir araya gelen her iki örgütün yetkilileri çatışmanın siyasi görüş ayrılığından değil kişisel bir kavgadan dolayı çıktığını açıkladı.(2) Çatışmanın nedeni kişisel bir kavga olsa bile bu olay ülkede merkezi devletin kontrolü dışındaki silahlanma oranının ne kadar yüksek olduğunu ve silahlı çatışmaların hızla şiddetlenebileceğini bir kez daha göstermiştir. Ayrıca bu çatışmanın son iki aydır Lübnan’da ortaya çıkan gelişmelerden bağımsız düşünülemeyeceği ve –İran, Suriye, Suudi Arabistan, Lübnan denkleminde- bölgesel ittifakların değişimi konusunda birçok iddiayı beraberinde getireceği aşikâr.

Selefi Karşıtı İslamcı Bir Örgüt: El-Ahbaş
Resmi adı İslami Hayırsever Projeler Cemiyeti (Jam’iyyat el-Mashari’ el-Khayriyya el-Islamiyya) olan El-Ahbaş örgütü, 1990’lı yıllarda Sufi bir İslam anlayışını benimseyerek siyasal İslami ideolojiye karşıt bir grup olarak Lübnan siyasetinde önemli bir aktör haline gelmiştir. Lübnan’daki Kadiriyye, Rıfaiyye ve Nakşibendiyye gibi Sufi tarikat yapılanmalarından destek alan El-Ahbaş’ın üyeleri, Şeyh Abdullah İbn Muhammed İbn Yusuf el-Herârî el-Shibi el-Abdari (d.1910-ö.2008)’nin takipçileridir. Şeyh el-Herârî’nin fikri yapısını ve dini görüşlerini şekillendiren en önemli özellik, İbn Teymiyye, Muhammed ibn Abdulvahhâb ve Seyyid Kutb’un fikirlerine doğrudan muhalefet etmesidir. Bundan dolayı Lübnanlı Sünni İslamcı örgütlerden Fethi Yeken liderliğindeki İslami Cemaat (el-Jam’a el-Islamiyya) ile sık sık siyasi ve fikri mücadeleye girmiştir.

El-Ahbaş örgütü, 1990’lı yıllarda İslami Cemaat’in lideri Fethi Yeken tarafından ülkedeki Sünnileri bölme ve hatta Siyonizme hizmet etmekle suçlanmıştır. Aynı yıllarda Suriye’nin Lübnan’daki siyasi ve askeri gücünü arttırması El-Ahbaş örgütünün Suriye ile yakın ilişkiler kurmasını getirmiştir. Suriye yönetiminin 1980’lerden beri ülkesindeki siyasal İslamcı gruplara karşı mücadelesi, Lübnan’daki işgal sırasında bu ülkede de devam etmiştir. Siyasal İslamcı grupları ortak düşman olarak görme eğilimi, Suriye ile El-Ahbaş arasındaki yakınlaşmanın temel nedenidir. 12 Ağustos 1995’de lideri Şeyh Nizar el-Halebî’nin bir suikast sonucu öldürülmesiyle örgüt bir sarsıntı geçirse de Şeyh Hüsam Karakira’nın El-Ahbaş örgütünün yeni lideri olmasıyla ülkedeki Selefilere karşı mücadelesine devam etmiştir.

El-Ahbaş örgütü, Beyrut’un Burç Abi Haydar ve Ali bin Abi Talib, Trablus’taki el-Sıddık ve Sayda’nın Salah el-Din el-Eyyubi mahallerindeki bazı camilerin çevresinde önemli nüfuz alanlarına sahiptir. Ayrıca El-Ahbaş’ın aralarında Avustralya, Danimarka, Almanya, Fransa, İsveç, İsviçre, Kanada, Ukrayna, Tacikistan ve Amerika’nın bulunduğu 40’tan fazla ülkede faaliyet gösteren şubeleri vardır.(4)

Lübnan’da Yükseltilen Gerilim
2010 yılının ilk altı ayını sükûnet ve huzur içinde geçiren Lübnan, bu süreçte ülkenin siyasi istikrarı ve güvenliği adına ülke içinde ve bölgesel düzeyde önemli uzlaşma çabalarına sahne olmuştu. Özellikle Suriye ile Suudi Arabistan arasında son bir yılda hızla gelişen diplomatik temaslar ve işbirliği, hem iki ülkenin hem de bu iki ülke ile yakın ilişkileri olan Lübnan’ın siyasi ve ekonomik geleceği için önemli katkı yapmıştır. Lübnan başbakanı Saad Hariri’nin ve ülkedeki diğer önemli toplumsal grup liderlerinin son 7-8 ayda Şam’a yaptıkları ziyaretlerde Suudi Arabistan’la Suriye arasında gelişen ilişkilerin payı büyüktür. Bu bağlamda Suriye ile Lübnan arasındaki ilişkilerin yeni bir iyileşme sürecine girmesi, bir yandan Lübnan’daki iç siyasete genelde olumlu tesir ederken diğer yandan da İsrail ve ABD yönetimlerini Suriye’nin Lübnan’daki nüfuzunu arttıracağından endişe etmeye sevk etmiştir. Özellikle İsrail yönetimi, Lübnan iç siyasetindeki normalleşme süreçlerini ülkenin en önemli siyasi ve askeri aktörü olan Hizbullah’ın güçlenmesi için bir fırsat olarak algılama eğilimindedir. Siyasi kriz ve çatışmaların sürekli hale geldiği bir Lübnan İsrail’in bölgedeki en önemli silahlı düşmanı olan Hizbullah’ı zayıflatma ve uluslararası baskı altına alma açısından stratejik öneme sahiptir.

Lübnan’daki bu sükûnet ortamı yaz başından beri yavaş yavaş ortadan kalkmaya başladı. Önce Refik Hariri Suikastı’nı soruşturan Uluslararası Mahkeme’nin yakında açıklaması beklenen raporunda Hizbullah’a yönelik dolaylı suçlamaların yer aldığına dair haberlerin dünya kamuoyuna sızdırılması ve ardından 2 Ağustos’ta İsrail-Lübnan sınırında Lübnan Güvenlik Güçleri ile İsrail Ordusu arasında küçük bir silahlı çatışmanın gerçekleşmesi ülkede İsrail’in de karışacağı bir silahlı çatışmanın başlayacağı beklentilerine yol açtı. Bu iki gelişmeyi delil gösteren birçok uzman ve yazar, gelecek sonbaharda İsrail’in Lübnan’a yeni bir saldırı gerçekleştirme olasılığına ve hatta ülkede yeni bir mezhepsel iç savaşın başlayabileceğine vurgu yaptı.(4) Diğer yandan 2 Ağustos’ta Lübnan-İsrail sınırında meydana gelen çatışmanın ardından Lübnan devlet yetkililerinin ülkenin güvenliği için Hizbullah ile dayanışma ve işbirliği içerisinde hareket edeceklerini söylemeleri ve Hizbullah lideri Hasan Nasrallah’ın Hariri Suikastı’yla ilgili İsrail’i suçlayan bir açıklama yapması Lübnanlıların bir bütün olarak İsrail’den gelebilecek bir tehdide direnç göstermesi olarak düşünülebilir. Kuşkusuz ki ne Lübnan Güvenlik Güçlerinin ne de Hizbullah’ın askeri kapasitesi İsrail Ordusu ile kıyaslanamaz. Fakat İsrail’in Lübnan’a yaptığı askeri saldırıları değerlendirirken uluslararası ve psikolojik faktörlerin rolünü unutmamak gerekmektedir.

Birçok bölge ülkesinin ve Batılı güçlerin, Lübnan’da yaşanacak krizleri, kendi dış politikalarındaki sıkışıklıkları rahatlatacak bir fırsat olarak gördüğü aşikâr. Orta Doğu’da İran, Suriye, Suudi Arabistan ve İsrail Lübnan’daki iç gelişmelere en fazla müdahil olan bölgesel aktörlerdir. Bölge dışından ise Lübnan’a ilgi gösteren iki Batılı güç ABD ve Fransa’dır. Bölgesel aktörler için Lübnan gibi siyasi ve askeri gücü sınırlı ve kriz potansiyelinim yüksek olduğu bir ülke onların kendi rekabet ve güç mücadelelerini sergilemek için uygun bir alandır. Bu bölgesel aktörler arasındaki ittifaklar ve güç mücadeleleri Lübnan’daki siyasi durumu doğrudan etkilemektedir. Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esad, Suudi Arabistan Kralı Abdullah ile birlikte Temmuz sonunda Beyrut’a bir ziyaret gerçekleştirmişti. Bu ziyaretin İsrail’i ve İran’ı pek hoşnut etmediği görülmektedir. İsrail, Suriye’nin Lübnan’da eski nüfuzunu tekrar elde etmesinden tedirgin olmaktadır. İran ise iki ülke ilişkilerinin gelişmesini Suudi Arabistan’ın bölgesel faaliyetlerini göz önünde bulundurarak değerlendirmektedir. Suudi Arabistan, İran’ın Şii bir devlet olarak Arap Orta Doğusu’na yönelik aktif politikalarından ve nükleer güç geliştirme girişimlerinden en fazla rahatsız olan ülkelerin başında gelmektedir. Suriye Devlet Bakanı Beşşar Esad ise İran’la çıkara dayalı önemli ilişkilere sahip olsa da dış politikada çok alternatifli ve pragmatik bir stratejisini çerçevesinde bölgede kurduğu diplomatik bağlarla ülkesinin sınırlı ekonomik ve askeri gücünü verimli kullanmak istemektedir. Bu bağlamda Suudi sermayesinin hem Suriye’nin hem de Lübnan’ın ekonomik gelişimi için önemli bir katkı sağlayabileceği söylenebilir.

Lübnan’da Suriye-İran Rekabeti mi Başlıyor?
İran bölgede ortak çıkar ve tehditlere karşı birlikte hareket ettiği Suriye’yi Suudi Arabistan’a kaptırmak istememektedir. Peki, uluslararası konjonktürdeki değişim ve Suriye’nin Suudi Arabistan’a yakınlaşması uzun dönemde İran ve Suriye’yi Lübnan politikalarında bir rekabet içine sokabilir mi? The Daily Star gazetesinde Michael Young, Burç Abi Haydar’daki Hizbullah-El-Ahbaş çatışmasını Suriye ile İran arasındaki güç mücadelesinin bir parçası olabileceği iddiası dile getiriyor.(5) Young, Al-Ahbaş örgütünün Suriye yanlısı görüşlerinden yola çıkarak bu çatışmanın Hizbullah’ın ülkedeki gücünün sınırlarının denendiği bir girişim, belki de bir çatışmalar zincirinin ilk halkası olabileceğini söylüyor.

Michael Young’ın iddiaları, El-Ahbaş örgütünün temel siyasi hedefinin ülkedeki Sünni Selefi gruplara –ki bu grupların en önemli destekçisi Suudi Arabistan’dır- karşı siyasi ve ideolojik bir mücadele yürütmek olduğu düşünüldüğünde oldukça çelişkili hale gelmektedir. El-Ahbaş örgütü, Lübnan’daki Selefi gruplara karşı olmasına rağmen Lübnanlı Şiilere ve Hizbullah’a karşı dostça yaklaşımlar sergilemiştir. Diğer yandan 2003’te ABD’nin Irak işgali ve 2005’te Refik Hariri Suikastı’nın ardından Lübnan’daki Selefi-Cihad yanlısı grupların güç kazandığını ve silahlı eylemlere giriştiklerini unutmamak gerekiyor. Bu Selefi-Cihad yanlısı gruplardan biri olan Feth-ul İslam adlı gizemli örgüt 2007 yılında Lübnan’daki bazı Filistin kamplarına yerleşip silahlı faaliyetlere girişmiş ve Lübnan Güvenlik Güçleri’nin 6 aya yakın devam eden askeri operasyonları sonucu bu örgütün etkinlik alanını sınırlanmıştı. Bu süreçte ABD yönetimi, bu örgütün Suriye’nin Lübnan’daki etkinliğini arttırmak için kurulmuş Suriye yanlısı bir örgüt olduğunu iddia etmişti. Bir diğer iddiaya göre ise Feth-ul İslam Şii Hizbullah’a karşı ülke içinde bir Sünni askeri güç teşkil etmek için ABD ve Suudi Arabistan tarafından finanse edilerek kurulmuş taşeron bir örgüttü. Yine Mayıs 2008’de Beyrut’ta Hizbullah militanları ile Sünni milisler arasında başlayan silahlı çatışmalar, yaz boyunca Trablus ve çevresinde Selefi-Cihad yanlısı silahlı grupların katılımıyla devam etmişti. Görüldüğü gibi Lübnan’da Hizbullah’ın siyasi ve askeri gücünden rahatsız olacak başlıca Sünni örgütler Selefi olanlardır. El-Ahbaş’ın Suriye tarafından Hizbullah’ın gücünü sınırlamak için kullanıldığı veya bu yönde girişimlerin devam edeceği yönünde iddiaların şu an ki bölgesel konjonktürde gerçekleşme olasılığı oldukça düşüktür.

Suriye’nin de Suudi Arabistan’la gelişen diplomatik ilişkilere rağmen İran gibi güçlü bir müttefikle bağlarını –en azından kısa vadede- kolayca koparmayacağı aşikârdır. İran’la çok taraflı ilişkiler, Suriye’nin pragmatik dış politikasının önemli bir unsurudur. Hizbullah da gerek Arap dünyasındaki prestijinden dolayı hem de Suriye’nin en önemli düşmanı İsrail’e karşı Suriye yönetiminin vazgeçemeyeceği bir dış politika aracıdır. Bununla birlikte önümüzdeki aylarda Lübnan’daki iç siyasetindeki gerginliklerin ve hassasiyetlerin dış etkiler yoluyla kışkırtılması, birçok yeni ittifak ve çatışma iddialarını ve komplo teorilerinin konuşulmasına neden olacaktır.

Son olarak İran Devlet Başkanı Mahmud Ahmedinecad’ın Eylül başında Lübnan’a bir resmi ziyaret yapacak olması ve İran’ın Lübnan Güvenlik Güçlerine askeri yardım teklifi, Suriye-Suudi Arabistan işbirliğine karşı bir hamle olarak yorumlanabileceği gibi İran’ın nükleer silah üretme konusunda maruz kaldığı uluslararası baskıyı hafifletmek için bir karşı hamle olarak da görülebilir. İkinci olasılık daha akla yatkındır.

Kaynakça

(1) “3 killed in clashes between Hizbullah, Ahbash elements”, The Daily Star, 25 Ağustos 2010
(2) “Witnesses: Traffic Dispute Preceded Beirut Clashes”, Asharq Alawsat, 25 Ağustos 2010
(3) Nizar Hamzeh, R. Hrair Dekmajian, “A Sufi Responese To Political Islamism: Al-Ahbash of Lebanon”, The International Journal of Middle East Studies, No: 28, 1996, s. 217-229
(4) Bkz. Paul Salem, “Risks of escalation in Lebanon”, Al-Ahram Weekly, No:1008, 22-28 Temmuz 2010; Daniel C. Kurtzer, “A Third Lebanon War”, No: 8, The Council on Foreign Relations, Temmuz 2010
(5) Michael Young, “Was Burj Abi Haidar a battle by Proxy?”, The Daily Star, 26 Ağustos 2010

www.tasam.org

Beyrut'ta Erdoğan ve Türkiye karşıtı protesto

25 KASIM 2010

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın Lübnan'ı ziyareti sırasında, Türkiye'yi protesto eden Ermeni kökenli Lübnanlılar ve güvenlik güçleri arasında Beyrut'ta çatışma çıktı.
İki günlük Lübnan ziyaretine dün başlayan Erdoğan, bugün güneydeki liman kenti Saida'da bir hastanenin açılışını yaparken, başkent Beyrut'un Şehitler Meydanı'nda toplanan yüzlerce Ermeni protesto eylemi düzenledi.
İlgili Konular
Orta Doğu, Türkiye
Göstericiler, Başbakan Erdoğan'ın asılı duran büyük boy posterini yırttı.
Olay mahalindeki güvenlik kuvvetlerinin müdahalesine, protestocu kalabalık taş atarak karşılık verdi.
Çıkan gerginliğe rağmen, ciddi bir yaralanma meydana gelmedi.
Lübnan nüfusunun yüzde 4'ünü oluşturan yaklaşık 150 bin Ermeni kökenliden çoğunluğu Beyrut ve çevresinde yaşıyor.
Dün Lübnan'a varan Erdoğan Beyrut'ta Türk bayrakları ve Erdoğan posterleri ile süslenmiş caddelerle karşılanmıştı.
2 günlük resmi ziyaretinin ilk gününde Cumhurbaşkanı Mişel Süleyman ve Meclis Başkanı Nebih Berri ile görüşen Erdoğan, Türkiye'nin herhangi bir mezhep ya da etnik köken gözetmeden, Lübnan'daki taraflar arasında barışı sağlamak için çaba harcadığını söylüyor. BBC

Lübnan'da Hizbullah çekildi, hükümet düştü
12 OCAK 2011

Lübnan'da Hizbullah'ın hükümetten çekilmesi sonucu, iktidarda olan koalisyon çöktü.
Hizbullah, kararının ardında Kral Süleyman'dan yeni hükümeti kurmasını istedi.
İlgili Haberler
Hizbullah'tan Lübnan hükümetinden 'çekilme' tehdidi
Lübnan'da gergin bekleyiş
Lübnan lideri: Hariri suikasti için Suriye'yi suçlamak hataydı

Lübnan'da Hizbullah ve yandaşları, ülkenin eski başbakanı Refik Hariri'nin öldürülmesine dair Birleşmiş Milletler soruşturmasının taleplerini karşılamaması sebebiyle hükümetten çekildiler.
Hizbullah, 2005 yılında gerçekleşen Hariri suikastında rol oynadığına dair tüm iddiaları reddetmişti.
Hizbullah ayrıca, hükümetten mahkemeye sağladığı fonları geri çekmesini, mahkemeyle işbirliği yapmamasını istemişti.
Günü erken saatlerinde Sağlık Bakanı Muhammed Jawad Halifeh tarafından, AFP haber ajansına yapılan açıklamada, "eğer kabine toplanamazsa, bu hükümet yok anlamına gelir v

Robert Fisk
Lübnan âraf'ta: Refik Hariri cinayetine rehin olmuş bir ulus
15 Ocak 2011

Askerler, askerler her yerde. Vadilerde, tepelerde, Beyrut sokaklarında. Hiç bu kadar çok sayıda asker görmemiştim. Kudüs'ü mü kurtaracaklar? Yoksa tüm Arap diktatörlerini yerle bir mi edecekler?

Lübnan'ın iç savaşa sürüklenmesini önlemekle yükümlüler sanırım. Hizbullah'ın hükümeti yıktığı söylendi bize – ki bir yere kadar doğrudur da. Hague'daki BM mahkemesinin, eski başbakan Refik Harriri'yi Hizbullah üyelerinin öldürdüğünü pazartesi gününe kadar duyuracağı söylendi.

Amerikalılar, suçlu adamların isminin verilmesini talep ediyorlar. Fransa da öyle. Tabîi ki İngiltere de öyle talep ediyor. Tuhaf, çünkü Harriri 2005 yılında Beyrut'ta kordon boyunda benden 366 metre ötede öldürüldüğünde bunu yapanın Suriyeliler olduğuna hepimiz inanıyorduk. Suriye Cumhurbaşkanı değil, Beşşar Esad değil; Baas Partisi'nin güvenlik birimlerinin yaptığına. O vakitler böyle inanıyordum. Hala da öyle inanırım. Ama şimdi bize failin, Suriye'nin dostu ve İran'ın Lübnan'daki milis gücü (Lübnanlı milis gücü) Hizbullah olacağı söyleniyor. Amerika ve İngiltere ise yargılamanın başlaması için şakşakçılık yapıyorlar.

Hizbullah suçlanmalı ve tabîi ki Başbakan – daha doğrusu Lübnan eski başbakanı Saad Hariri, Refik'in oğlu - işini kaybetti. Lübnan'ın 1976-1980 arasında yaşanan kardeş katline benzer bir iç savaşa sürükleneceğine inanan pek çok kişi var. Bundan emin değilim. Yurt dışında eğitim görmüş – Paris, Londra ve Amerika'da – ve ülkelerine dönmüş bir Lübnanlı nesil, babalarının ve dedelerinin katline müsamaha göstermeyeceklerdir sanırım.

Lübnan'ın teoride artık bir hükümeti yok; Saad Hariri'ye bu kabineyi veren adil seçimler de. Lübnan Cumhurbaşkanı Michel Süleyman yeni bir hükümet kurulması için Pazartesi günü resmi görüşmelere başlayacak.

Peki Hizbullah'ın isteği nedir? Hague mahkemesinden ülkeyi mahvedecek denli çok mu korkuyor? Batılı güçler göz ardı etmeyi tercih etseler de Lübnan'daki problem çok basittir. Lübnan, konfesyonel bir devlettir. Fransızlar tarafından kuruldu; I. Dünya Savaşın'dan sonra kurulmuş bir Fransız mandasıydı. Problem şu ki modern bir devlet olmak için konfesyonel bir devlet olmaktan çıkmalıdır. Fakat Lübnan bunu yapamaz. Hizipçilik onun kimliğidir ve bu onun trajedisidir. Başkan Sarkozy lütfen not edin, Fransayla başlar bu.

Lübnanlı Şiiler, ki Hizbullah onların partisidir, nüfusun yüzde 40'ını teşkil ediyorlar. Hıristiyanlar azınlıkta. Eğer Lübnan'ın bir geleceği varsa, vakti gelince Müslüman Şia ülkesi olmasıdır. Bundan hoşlanmayabiliriz; Batı bundan hoşlanmayabilir. Ama gerçek bu. Hizbullah Lübnan'ı yönetmek istemiyor. Bir İslam cumhuriyeti istemediğini defalarca söyledi. Ve çoğu Lübnanlı bunu kabul ediyor.

Fakat Hizbullah birçok hata yaptı. Lideri Hasan Nasrallah, televizyonda cumhurbaşkanı gibi konuşuyor. İsrail'le ilahi zaferle bitecek bir savaşı tercih eder; 2006'daki son savaşın ilahi zaferle sonuçlandığını iddia ediyor. İsraillilerin de savaşı tercih ettiklerini hissediyorum. Lübnanlılar ise bir savaşı dilemezler. Fakat bir savaşa doğru itekleniyorlar; Lübnan'ın sözde dostlarının ister göründüğü bir savaşa. Amerikalılar ve İngilizler İran'ın canını yakmak istiyorlar. Bu yüzden de Hariri cinayetinden ve Lübnan hükümetinin yıkılmasından Hizbullah'ın sorumlu tutulmasını istiyorlar.

Hizbullah'ın bu hükümetin yıkılmasını istediği kesinlikle doğru. Bu hükümetten, bu kabineden kurtularak, Lübnan yönetimi ve güvenlik hizmetleri zarar görmemeli diyen Doha anlaşmasının kurallarını yıktı.

Lübnan'daki hizbi muammaya Arapların getirdiği "çözümü" silip süpürüyor ve Hıristiyan müttefiklerin de yardımıyla Lübnan'ı dizleri titreyen bir ülkeye çeviriyor. Dün karayollarında hiç araba görmediyseniz şaşırmayın. Lübnanların dışarı çıkıp Akdeniz güneşinin tadını varmaktan böylesine korku duymalarına şaşırmayın. Hepimiz korktuk.

Fakat Lübnan devletinin büyüdüğünü sanıyorum. Hıristiyan milis gücü olan Lübnan Kuvvetlerinin Hıristiyan lideri Samir Geagea'nın parti bürolarında yeni bir fotoğrafını fark ettim. Sivil kıyafetler giymişti. Takım elbise giymiş ve kravat bağlamıştı. Sürekli giydiği milis kıyafetlerini değil. İyiye işaretti.

Lübnan'da sivil savaş yok.

Bir aile meselesi: Saad Hariri

Saad Hariri, Web sitesindeki bir soru listesine verdiği cevapta "esnekliği" fazla değer verilen bir meziyet olarak anıyor. Lübnan politikasının karmaşık sınırlarında herkesçe kullanılan – ve beka için gerekli olan bir şeydir.

Hariri, başarılı geçen iki seçim kampanyasından ve babasının ölümünden dört yıl sonra – ülke siyasetini ve Hariri'nin ldierliğini belirleyici bir olaydır - 11 Kasım 2009 tarihinde başbakan olmuştu. 2005 yılında Müstakbel bloğunun kazandığı seçimler için kampanya yürütürken şöyle itiraf etmişti: "Bunun olduığuna bile inanamam; babamın burada olmadığına halen inanmıyorum. Kendime yalan söylemem. Bugün herkes babam için oy kullanacak."

40 yaşındaki Hariri evli ve üç çocuğu var; iş dünyasından geliyor. 1992 yılında Georgetown Üniversitesi'nde uluslararası işletme bölümünden mezun oldu ve babasının ölümüne dek yedi yıl boyunca 35.000 çalışanı olan bir inşaat firmasında yönetici olarak çalıştı.

Babasının ölümünden sonra Suriye'yi cinayetten sorumlu tuttu – Suriye'nin Lübnan'daki onlarca yıllık hâkimiyetine son veren Suriye karşıtı protestolara katılmış pek çok Lübnanlı'nın paylaştığı bir görüştür bu. Kötülediği esnekliği sergileyen Hariri, bölünmüş Lübnan'daki Sünni blokun lideri olarak, Suriye'yi suçlamakla yanlış şekilde davrandığını söyledi ve Suriye Cumhurbaşkanı ile barış yaptı.

Kaynak: Independent

Dünya Bülteni için çeviren: M. Alpaslan Balcı

Lübnan'da çok bilinmeyenli denklemler
Deniz Ülke ARIBOĞAN
deniz.ulke@aksam.com.tr
21 Ocak 2011

Dış politika karar alıcıları açısından, bırakın Ortadoğu'da gelişen sorunları çözmeyi bir tarafa, anlamayı öğrenmek bile epeyce zaman alıyor. Son derece kaygan bir zeminde ayakta durabilmek ve çok boyutlu bir düşünce üretme yeteneğine sahip olmak, bölgede var olabilmenin olmazsa olmaz koşulları arasında. En basit bir aşiret hesaplaşmasının bile yüzlerce yıllık bir tarihsel derinliğe sahip olabileceğini, her şeyin görünen yüzünün ardında bir de psikopolitik içerik bulunduğunu ve küresel mücadelelerin neredeyse hepsinin çeşitli formlarda bu mikro alana olduğu gibi yansıdığını bilmek gibi zorluklar da cabası.

Ortadoğu hükümdarların hükmettiği değil, hükümdarlara hükmeden bir coğrafya. Tarihi de böyle, bugünü ve yarını da böyle olacak. Değişim rüzgarlarının en sert estiği dönemlerde bile değişmeyen bazı kuralları var. Biz de buradan hareketle son Lübnan hükümet krizini anlayabildiğimiz boyutlarıyla (!) değerlendirmeye çalışalım.

1 Bölgenin herhangi bir ülkesinde ortaya çıkan bir kıvılcımın 'domino etkisi' yaratarak tüm çevreyi saran bir yangına dönüşmesi sürpriz olmaz. Hele olay bir de Lübnan gibi tüm Ortadoğu coğrafyasının küçültülmüş bir versiyonunda gerçekleşiyorsa, konunun Lübnan'dan ibaret kalması mümkün değil. Olayın bir ucu Şii kanadı temsil eden İran ve Suriye'ye, bir ucu İsrail'e, bir ucu Sünni tarafı temsilen Suudi Arabistan, Katar ve Ürdün'e, bir ucu tarihi misyonu bakımından (özellikle Sünni demiyorum) Türkiye'ye, bir ucu da bölgede yaşayan Hıristiyanlara ister istemez dokunmak durumunda. Bu bakımdan Lübnan krizlerinin kalp krizi olduğunu ve ciddiye almak gerektiğini bir kez daha vurgulayalım.

2 Türkiye'nin Lübnan'da gelişen hükümet krizine hemen müdahil olması, kendisine biçtiği son dönem dış politik misyonu bakımından da beklenen bir durum. Hariri'nin Suudi Arabistan yerine Türkiye'ye gelmesi ve Katar ile Türkiye'nin derhal ortak inisiyatif alması, çare beklenen tarafın kim olduğunu gösteriyor. Lakin bugün gelinen noktada önce Suudilerin, şimdi de Türkiye ve Katar'ın arabuluculuk misyonundan çekilmiş olması manidar. Her ne kadar Türkiye çözüm için bir yol haritasının oluşturulduğunu belirtse de Suudi Arabistan'dan gelen 'durum tehlikeli, Lübnan bölünebilir' açıklamasını dikkatle okumak gerek. İşler giderek kızışıyor. Irak'ta gerçekleşen son terör saldırıları ise büyük bir çatışmanın sinyallerini veriyor.

3 Lübnan krizinin yaratabileceği en keskin tehdit, tüm bölgede yangına dönüşebilecek bir Sünni-Şii çatışmasının kıvılcımını üretmesi olur. Bilindiği gibi Hizbullah, Birleşmiş Milletler tarafından Refik Hariri suikastında rol oynamakla suçlanıyor. İlk başlarda bu konuda Hizbullah destekçisi olması sebebiyle Suriye'ye dönen oklar, bugünlerde ise Hamaney'i ve İran'ı hedefe oturtuyor. Türkiye'nin Lübnan konusunda arabuluculuk masasına oturur oturmaz İran'ı da sürece dahil etmeye çalışması konuyu bir Sünni-Şii diyalektiği içerisine oturtmadan, yerel-konjonktürel bir mesele olarak tutma çabasını gösteriyor. Görünen o ki, işin büyümesinden ve nihai noktada İran ile karşı karşıya kalmaktan endişe ediliyor. Lübnan Özel Mahkemesi'nin raporunun açıklanmasından sonra durumun vahametinin daha da artması mümkün. Tam nükleer görüşme masasına oturmuşken İran'ı yeni bir yüzüyle gündeme getiren bugünkü gelişmeler, önümüzdeki dönemde hem İran hem de bölge açısından zor günlerin kapıda olduğunu gösteriyor.

4 Ortadoğu krizleri tarih boyunca barış masalarında dünyanın büyük güçlerinin yer aldığı ortamlarda, dış müdahalelerle çözülmüştür. Son krizde ilk defa masanın etrafında bölge ülkeleri yer almakta ve mesele, konuyla direkt ilgili tarafların inisiyatifiyle çözülmeye çalışılmaktadır. Bu bakımdan 'Aman ne güzel' diye başlayan süreç, tarafların arabuluculuktan çekilmesinden sonra 'imdat, yardıma gelin' noktasına varırsa, Batı'dan şikayet etmeyi de bir kenara bırakmanın zamanıdır derim. Sahaya çıktıktan sonra, 'ne kötü futbol oynanıyor' diye şikayet etmenin alemi yok.

Kaynak: Akşam

Hizbullah lideri Nasrullah Saad Hariri'yi Batı'nın uzantısı olmakla suçladı
22 Ocak 2011
Hizbullah lideri Saad Hariri'yi Batı'nın uzantısı olmakla suçladı.

Hizbullah lideri Hasan Nasrullah, gelinen süreçteki durumdan dolayı Saad Hariri ve mensubu olduğu grubu suçladı. Hasan Nasrullah, sekiz bakanın istifasıyla hükümetin düşürülmesinden sonra yaptığı ilk açıklamada önemli mesajlar verdi.
Yakındoğu Haber Sitesi'nden Alptekin Dursunoğlu'nun haberine göre, "Son dönemde Lübnan’da yaşanan gelişmeleri, şu an gelinen aşamanın önemini dikkate alarak kendimi, birtakım olayları açıklama ve gelişmelerin analizini yapma konusunda sorumlu görüyorum" diye konuşyan Nasrullah, önce Suriye ve Suudi Arabistan girişimi olarak adlandırılan çabaları anlattı.

Bu girişimi ciddiye aldıklarını ve desteklediklerini kaydeden Nasrullah'a göre, Lübnan Hükümeti'nin Refik Hariri suikastının görüldüğü uluslararası mahkemeden geri çekilme tartışılırken, Saad Hariri, ABD’ye gitti ve Amerikalı yetkilerle görüştü, ardından Suudi tarafı Suriye ile temas kurdu ve ortaya çıkan durum sebebiyle arabuluculuğu devam ettiremiyoruz dendi, sonunda da bugünkü duruma gelindi.

Kendilerine mahkeme iddianamesinin açıklanmasının öne alındığı ve bunun birkaç gün içinde duyuralabileceğinin belirtildiğini de kaydeden Nasrullah, kendilerinin de müttefikleriyle ve hükümette bakanı bulunan gruplarla istişareler yaptıklarını, sonuç olarak da hükümetten istifa sürecinin başladığını anlattı.

Konuşmasında, Amerikalıların ve İsraillilerin Arap girişimine son derece açık bir şekilde karşı olduklarını ama bu çabaların bir süre devam etmesine izin verdiklerinin altını çizen Nasrullah, "Çünkü bu mesele üzerine hesap yapıyorlardı. Bu hesaba göre bu çabalar uzlaşmayla sonuçlanmayacaktı; çünkü mesele kendi başına zor ve karmaşık bir meseleydi ve bu konuda uzlaşmaya varmak da kolay değildi, dolayısıyla da müdahale etmelerine gerek kalmayacaktı. Fakat onlar bu çabaların son derece iyi ilerlediğini ve bu meselenin çözümü yönünde olumlu bir hava oluştuğunu görünce, meseleye güçlü ve ciddi bir şekilde müdahale ettiler ve bu sürecin devam ettirilemeyeceğini ve durdurulması gerektiğini açıkladılar. İşte bu sebeple bu çabalar, ainden ve sürpriz bir şekilde durduruldu." diye konuştu.

Lübnan’daki bazı siyasi çevrelerin, her türlü görüşme, girişim ve ve fikri temelden reddettiklerini de kaydeden Nasrullah'a göre, "Bu çevreler, gece gündüz, Amerika’yı Arapları, Batılıları Suriye-Arabistan girişiminin başarısız kılınması için tahrik ettiler. Hatta bu kesimden bazıları, Kral Abdullah hakkında hiç de yakışık almayan ifadeler kullandılar. Çünkü onun dürüst bir adam olduğunu ve uzlaşma sağlanması için ciddi bir çaba gösterdiğini anladılar" ifadesini kullandı.

Saad Hariri ve mensubu olduğu grupla ilgili eleştirilerde de bulunan Nasrullah, onların ABD'ye umut bağladığını, başından beri Arap girişiminden ve uzlaşmadan yana olmadıklarını iddia etti, "Sonuç itibariyle Lübnan’ın çıkarları ve ülkenin bu zorlu süreci istikrar içerisinde atlatması konusunda bu gruba güvenilemeyeceği ortaya çıkmıştır" iddiasında bulundu.

Dünya Bülteni

Lübnan'da Hariri taraftarları ayaklandı
24 Ocak 2011
Lübnan'da hükümeti kurmak için Cumhurbaşkanı Mişel Süleyman'ın temasları sürerken, geçici hükümetin Başbakanı Saad Hariri taraftarları sokaklara çıkarak, bir çok şehirde lastik yakıp yol kesti.


Lübnan'da yayın yapan televizyonlar bu akşam saatlerinde yayınlarını keserek, gelişmeleri canlı yayınlarla izleyenlere duyurdu. Yeni hükümeti kurmak için bugün öğlen saatlerinde görüşmelere başlayan Cumhurbaşkanı Süleyman, başta Hizbullah'ı destekleyen milletvekilleri olmak üzere, Meclis Başkanı Nebih Berri, geçici hükümetin Başbakanı Saad Hariri, Hizbullah milletvekilleri ve Dürzi lider Velid Conbolat ile temaslarda bulundu.

Süleyman'ın bugün görüştüğü Sünni politikacı eski başbakan Necip Mikati'nin, Hizbullah önderliğindeki muhalefet tarafından yeni başbakan adayı olarak tercih edileceğinin öne çıkması üzerine, Hariri taraftarları akşam saatlerinde sokaklara çıktı.

Lübnan'da yayın yapan LBC, New TV, NBN, Future televizyonunda yer alan haberlerde, Beyrut'u havalimanına bağlayan ana ve yan yollar ile, bir çok semtte sokaklara çıkarak, lastik yakan ve yolları kapatan Hizbullah karşıtı Hariri taraftarları, Lübnan'da İran yanlısı yönetim istemediklerini belirten slogan attıkları belirtildi.

Beyrut'u güneye ve kuzeye bağlayan ana yolları da kesen bir çok kişinin Hariri'yi destekleyen sloganlar attığı ve trafiğe izin vermedikleri öğrenildi. Öldürülen eski Başbakan Refik Hariri'nin şehir merkezindeki mezarı etrafında toplanan Hariri taraftarlarının da, Hizbullah aleyhinde sloganlar atarak durumu protesto ettikleri öğrenildi. haber10

Lübnan'da Hizbullah'ın adayı başbakan oldu

25 OCAK 2011
Lübnan Cumhurbaşkanı Mişel Süleyman, Hizbullah'ın desteklediği aday Necip Mikati'yi başbakanlığa atadı.

Protestoların devam ettiği Lübnan'ın yeni başbakanı Necip Mikati
Hizbullah ve müttefiki milletvekillerinin çekilmesiyle düşen hükümetin başbakanı Saad Hariri ve yanlıları ise Mikati'nin adaylığına karşı çıkmıştı.

Hariri yanlıları, gelişmeleri Hizbullah'ın Suriye ve İran'ın himayesinde Lübnan'da bir darbe girişimi olarak nitelendiriyor.
Necib Mikati eğitimini ABD'de almış, telekomünikasyon sektöründe faaliyet gösteren Sünni gruba mensup bir işadamı.
Lübnan anayasasının ülkenin karmaşık dini ve mezhep yapısında denge kurmak amacı taşıyan düzenlemeleri çerçevesinde başbakanın Sünni olmasını öngörüyor.
Mikati daha önce de geçici olarak başbakanlık görevini üstlenmişti.
Eski başbakan Saad Hariri ise, daha önce yaptığı bir açıklamada Mikati'nin üzerinde uzlaşılacak bir aday olmadığını söylemişti.
Hariri, Mikati'yi Hizbullah ve müttefiklerini içeren 8 Mart hareketinin adayı olarak nitelemişti.
Başbakanlığı kesinleşmeden önce BBC'ye konuşan Mikati ise, Hizbullah ile herhangi bir bağı olmadığını söyledi ve tek kaygısının Lübnan'ın bütünlüğü olduğunu vurguladı.
Trablus ve Beyrut'ta protestolar
Lübnan'da hükümet arayışlarında Hizbullah'ın öne geçmesi Başbakan Saad Hairi yanlılarını sokağa dökmüştü.
Ülkenin kuzeyindeki Trablus şehrinde Hariri'nin Gelecek Hareketi'nin bayraklarını taşıyan göstericiler, yollara barikat kurdu ve lastik yaktı.
Başkent Beyrut'ta ise artan protestolar karşısında düzeni sağlamak için ordunun görevlendirildiği bildiriliyor.
Hizbullah, darbe yaptığı suçlamalarına karşı, yalnızca demokratik yöntemler kullandığı cevabını veriyor.
Lübnan'da ay başında Hizbullah ve yandaşları, ülkenin eski başbakanı Refik Hariri'nin öldürülmesine dair Birleşmiş Milletler soruşturmasının taleplerini karşılamaması sebebiyle meclisten çekilmiş ve hükümet düşmüştü. BBC

Hariri suikastında sürpriz gelişme ve 4 tutuklama
30 Haziran 2011

Lübnan savcılığı, eski Başbakan Refik Hariri suikasti konusunda dört kişi için tutuklama emri çıkartıldığını duyurdu.

2005'teki suikast sonrası kurulan Birleşmiş Milletler destekli özel mahkemenin tutuklama emrini mühürlü olarak başsavcılığa ilettiği açıklandı.

Hariri'nin oğlu Saad, gelişmeyi olumlu karşıladığını ve bunun "Lübnan için tarihi bir an" olduğunu bildirdi.

ŞÜPHELİLERİN İSİMLERİ GİZLENİYOR

Yerel basında çıkan haberlere göre tutuklama emrinde adı geçen zanlılar arasında Şii militanlar ve Hizbullah örgütüne bağlı isimlerin yer aldığı görüşü hakim. Lübnan kabinesinin ilerleyen saatlerde BM mahkemesiyle ilgili bir karar alması ve başbakan Necib Mikati'nin bir açıklama yapması bekleniyor.

Mahkeme yetkililerine göre Lübnan'ın tutuklama emirlerini uygulamaya koyması için 30 gün süresi bulunuyor.

HİZBULLAH'TAN MİSİLLEME TEHDİDİ

Hariri suikasti konusunda başlatılan uluslararası soruşturma ve mahkeme süreci Lübnan'da büyük tartışma yarattı.

Mahkeme konusundaki görüş ayrılığı nedeniyle Hizbullah ve müttefikleri verdikleri desteği geri çekerek Lübnan hükümetinin düşmesine yol açmış ve defalarca mahkemeyi kınarken misilleme tehditlerinde bulunmuştu.

Hariri suikastiyle hiçbir bağlantısı olmadığını söyleyen Hizbullah, Birleşmiş Milletler destekli mahkemeyi ABD ve İsrail'in maşası olmakla suçluyordu. Hizbullah, Lübnanlı yetkililerin mahkemeyle her türlü işbirliğine son vermesi çağrısını yapıyordu.

2005 yılında Refik Hariri'nin bulunduğu araba konvoyunu Beyrut'ta hedef alan bombalı saldırı, Başbakan Hariri'nin yanısıra 22 kişinin ölümüne yol açmıştı.

Gelişme bölgede dengeleri değiştireceyi yorumlarbileceği yorumuna neden oldu.

Timetürk

LÜBNAN'DA 'AJAN' GERİLİMİ
06 Nisan 2012

Lübnan'da İsrail hesabına casusluk yaptığı gerekçesiyle mahkum edilen subay Faiz Kerem'in serbest bırakılması ülkede tepkilere yol açtı.
AA muhabirinin edindiği bilgiye göre Trablus kenti yakınında, daha çok Filistinlilerin yaşadığı Beddavi bölgesinde otobanı işgal ederek eylem yapan bir grup, Faiz Kerem'in serbest bırakılmasını protesto etti.

Göstericiler, "Fethu'l İslam" ve "El Kaide" üyesi olmakla itham edilen yakınlarının, 2007'den beri haklarında herhangi bir suçlama olmaksızın cezaevinde tutulduğunu, buna karşın hükümetin, "casusları ve hainleri" serbest bıraktığını iddia ettiler.

Mişel Aun liderliğindeki Lübnan Ulusal Özgürlük Hareketi;ne mensup Faiz Kerem, İsrail hesabına casusluk yaptığı gerekçesiyle 2010 yılında tutuklanmış ve iki yıllık hapis cezasını tamamladıktan sonra serbest bırakılmıştı.

Yerel insan hakları kuruluşlarına göre, Lübnan cezaevlerinde, İslamcı örgütlerle bağlantılı oldukları düşünülen ancak haklarında şu ana kadar herhangi yasal işlem yapılmayan 160 kişi kişi bulunuyor.
aktifhaber

Etiketler: Lübnan, Ajan
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder E-posta gönder Yazarın web sitesini ziyaret et
Önceki mesajları göster:   
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> İSLÂM DÜNYAS! Tüm zamanlar GMT
1. sayfa (Toplam 1 sayfa)

 
Geçiş Yap:  
Bu forumda yeni başlıklar açamazsınız
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz
Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız


Powered by phpBB © phpBB Group. Hosted by phpBB.BizHat.com


Start Your Own Video Sharing Site

Free Web Hosting | Free Forum Hosting | FlashWebHost.com | Image Hosting | Photo Gallery | FreeMarriage.com

Powered by PhpBBweb.com, setup your forum now!
For Support, visit Forums.BizHat.com