EntellektuelForum Forum Ana Sayfa EntellektuelForum

 
 SSSSSS   AramaArama   Üye ListesiÜye Listesi   Kullanıcı GruplarıKullanıcı Grupları   KayıtKayıt 
 ProfilProfil   Özel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapınÖzel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapın   GirişGiriş 

Kapitalizmin ÇÖKÜ$Ü

 
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> FELSEF'Î DÜŞÜNCELER
Önceki başlık :: Sonraki başlık  
Yazar Mesaj
Ekim



Kayıt: 21 Arl 2007
Mesajlar: 2634
Konum: Kanada

MesajTarih: Pzr Mar 15, 2009 11:03 pm    Mesaj konusu: Kapitalizmin ÇÖKÜ$Ü Alıntıyla Cevap Gönder



Serdar TURGUT
Akşam
Kapitalizmin ÇÖKÜŞÜ
15 Mart 2009

Türkiye'de resmi otoritelerin Marksizm'e karşı özel antipatisi vardır. Marx, Lenin lafını duyduklarında bile tüyleri diken diken olur bu tiplerin. Mao adını duyduklarında ise resmen sinir krizi geçirirler.

Bunun neden böyle olduğu yolunda bir fikrim yok ama söz ettiğim psikolojik tepki en net biçimde askeri darbeler dönemlerinde görülmüştür. O dönemde radyoda aranan insanların isimleri okunurken bunların Marksist, Leninist ve hatta Maoist oldukları söylenirdi. O cümledeki 've hatta' vurgulaması devletin Maoizm ile hastalıklı bir algılama sorunu yaşadığını gösteriyordu. Ya kendi kafalarında Maoizm'i biraz abartıyorlardı ya da köylünün çoğunluk oluşturduğu bir topluma Maoizm'in fikir olarak girme tehlikesinin farkındaydılar.
Bugünlerde Maoizm beklenmeyen bir taraftan tekrar güncel oldu.

Etrafta, köylü ihtilali yaşanabileceğini, bunun mümkün olabileceğini düşünenler yok tabii ki... Onlar etrafta olsalar dahi köylülerin kıçlarını kaldırıp bir şey yapacak dermanları yok. Resmi otoriteler ne tür sinir krizi geçirirlerse geçirsinler, bugün Mao hiç tahmin edemeyeceğiniz bir açıdan tekrar dünya gündeminde.

Kapitalist global sistem neredeyse bir günde ve aniden çökünce Mao'nun bir zamanlar yaptığı 'Amerika aslında kağıttan kaplan'dır benzetmesi yoğun bir şekilde akıllara gelmeye başladı.

Kağıttan kaplan

'Kağıttan kaplan' çok eski bir Çin deyimidir . Görünüşte güçlü olup içi kof olanlar için kullanılır. Görünüşte güçlü 'Kağıttan kaplan' en küçük rüzgarda bile oradan oraya savrulur durur.

Başkan Mao bu deyimi, 1946 yılında Amerikalı gazeteci Anna Luisie Strong'a verdiği mülakatta ortaya attı. Görünüşte güçlü olan bu ülkeden korkmak için gerçekte hiçbir neden bulunmadığını ve ABD'nin 'Kağıttan kaplan' olduğunu söyleyen Mao, Marksist literatüre yeni bir deyim kazandırmış oldu. Çin-Sovyet anlaşmazlığının tırmandığı yıllarda Kruşçev, Mao'ya 'ABD gerçekten bir 'Kağıttan kaplan' olabilir ama bu 'Kağıttan kaplan'ın nükleer dişleri var' demiştir.
Bu deyim Maoizm'in meşhur 'Kırmızı Kitap'ının tüm dillere çevrilmesi nedeniyle kapitalizmin tüm merkez ülkelerinde yaygın bir şekilde kullanılır oldu.

Marx'ın teorisi

Gerçekten de bir 'Kağıt kaplan'mış gibi hızlı bir şekilde çökmekte olan kapitalizmin nasıl çökebileceği gayet tabii ki Karl Marx tarafından analiz edilmiştir. Marx'ı sadece 'Komünist Manifesto'dan okuyup öğrenenler onun aslında Adam Smith, Ricardo, Malthus ekolünden bir klasik iktisatçı olduğunu bilmezler, görmezler. Görseler bile anlamazlar. Onlar için Marx sadece proleterya ihtilalinin teorisyenidir. Oysa proleterya ihtilali beklentisinin temelinde çok sıkı bir iktisat teorisi vardır.

Bu teori Kapital'in üç cildinde ortaya konmuştur. Önyargılı yaklaşımların aksine Kapital okunması hayli keyifli olan bir eserdir.. Teknik bir dili mecburen olan takriben ilk 70-80 sayfayı aştığınızda kitabı elinizden bırakabilmeniz güç olabilir. Çünkü Marx aynı zamanda iyi bir edebiyatçıdır da... Mizah duygusu yoğundur ve nefis polemikler yapabilir. Kitapta bu üç özelliğinin de örneklerini bol görürsünüz.

Marx kapitalizmde değerin ve artı-değerin nasıl yaratıldığını çözümlerken sistemin işleyişini anlatmak için 'Yeniden üretim şemaları'nı kullanmıştır. Kabul etmek gerekir ki; iktisatçı olmayanlar açısından kitabın bu bölümü çok eğlendirici olmayabilir. İktisatçılar ise üzerinde çalıştıkları takdirde bu şemalarda kapitalist üretim biçiminin nasıl çalıştığını ve tüm sistemin bağlantılarının nasıl kurulduğunu görebilir.

Marksist düzenlerde planlamaya özel önem verilmesinin temelinde bu teorik yapı yatar.

Şimdi Marx üretimi incelerken, yeniden üretim şemalarının bir aşamasında aksayabileceğini göstermiştir. Yeniden üretim şemasının aksaması veya kesilmesi klasik anlamıyla iktisadi krizdir.

Kaç yılda çökecek?

Marx'ın bu ekonomik çerçevesi bazı militanlar ve iktisatçılar arasında 'Yeniden üretim şeması'nın kaçıncı aşamasında çökeceği tartışmasını başlatmıştır.

O aşama belirlendiğinde militanlar bunu, kapitalist sistemin kaç yılda çökeceğini hesaplamaya dönüştürebileceklerini düşünmüştürler. Böylece kapitalizmin hiçbir sınıfsal müdahale bile olmasa iç dinamiği ile kendiliğinden çökeceği yorumu da çıkmıştır.

Gerçi bu yorumlar sadece Marksist iktisatçılara özgü bir bakış açısı değildir. Joseph Schumpeter gibi klasik iktisat ekolünden bir iktisatçı da kapitalist üretim sistemin uzun dönemli dalgalanmalarını bir modele bağlamıştır.

Hayli fazla ekonomik determinizm içeren bu yoruma karşılık, yeniden üretim sürecinin bir aşamada aksaması durumunda, o an ancak bir siyasi müdahale yapıldığında kapitalizmin çökertilebileceğini, yoksa kendi haline bırakıldığında yeniden üretim sürecinin tekrar düzgün olarak işlemeye başlayacağını söylemişlerdir. Klasik iktisat teorisi açısından yeniden üretim sürecinin aksama biçimini incelemiş olan Marx'ın bakış açısının bu ikinci kapitalizmin çöküşü yorumuna daha yakın olduğunu söylemek mümkündür.

Krizin nedeni IBM PC mi?

Kapitalizmin bu derece absürd ve gerçeklikten kopuk hale dönüşmesini klasik iktisatın kavramlarıyla açıklayabilmek pek mümkün değil. Kapitalizm 20. Yüzyıl'ın ikinci yarısında hemen herkesin işadamı olup büyük paralar kazandığı ve bunu üstelik üretmeden başardığı bir sürreel sitem haline dönüştü.

Bunun nasıl olabildiğini eğer açıklayabilirsek, bugünkü ani çöküşü de anlamlandırmış oluruz gibi geliyor bana. Bence her şey 1980'lerin başında ortaya çıkarılan ve 82-83 yılları arasında yaygın olarak kullanıma sunulan IBM PC'nin üretilmesiyle başladı.

O tarihi, kapitalizmin çöküşünün başladığı yıl olarak ilan etmek bile gerekebilir. Yani çöküş öyle aniden ve hızlı olan bir şey değildi aslında. IBM PC'nin ortaya çıkmasıyla, kullanmayı bilen herkes, spreadsheet okumayı ve bunu işlemeyi de öğrendi.

Kapitalizmin belası spreadsheet oldu

'Spreadsheet' adını, dergilerin veya gazetelerin orta sayfalarında birbirine bakan iki sayfaya aynı konunun detaylı yayılarak (Spread) işlenmesinden almıştır. Temelde bir muhasebe yöntemi olan 'Spreadsheet'te, bir şirketin tüm birbirine bağlı işlemleri ve o şirketin başka şirketlerle alacak-verecek ilişkilerini toplam sistem içinde bütün olarak göstermek mümkündür.

Ancak bir bilgisayar tarafından üretilebilecek kadar komplike olan 'Spreadsheet'leri IBM PC'nin ortaya çıkmasından sonra bilgisayar kullanmasını bilen herkes kullanır olmuştu.

'Spreadsheet' yöntemi sistemi kullanmayı bilen her insana çok sayıda manipülasyon yapma imkanı veriyordu. Sistemde her veri diğer veriye bağlı olduğundan sistemin içinde sadece tek bir veriyle biraz oynayarak iflas halindeki bir şirketi bile çok karlı göstermek mümkün oldu. Ve hayal dünyaları yaratılmaya başlandı.

Her önüne gelen bir şirket kurdu. (Teknoloji, internet veya medya şirketi olabilir bu.) Sonra aldı bilgisayarını eline, şirketini para kazanıyor gibi gösterdi. Genç insanlar işadamı haline geldi ve ortada hiçbir üretim olmadığı halde büyük paralarla oynamaya başladılar. Ortaklıklar bile kurdular.

İşte bu insanlar kutu gibi evlere milyonlarca doları harcadılar. Bir şişe şaraba on binlerce dolar harcadılar, hayali paralar kazandılar, harcadılar, yediler ve içtiler. Tamamen hayal üzerine kurulu bir düzen yaratıldı veya Mao'nun deyimiyle gerçekten bir 'Kağıttan kaplan' ülke oluşturuldu spreadsheet'ler ve bilgisayarlarla...

İşte bu yüzden sistem neredeyse bir günde tamamen çöktü ve herkes şaşırıp kaldı.

Bu Marx'ın bile hayal etmesinin mümkün olmadığı son derece fantastik bir olaydı.


Serdar TURGUT / Aserdarturgut@superonline.com kşam
serdarturgut@superonline.com

Nihal Kemaloğlu
nihal.kemaloglu@aksam.com.tr
İşe yaramazlık kabusu; Telecom intiharları

Yeni kapitalizmin insan tahribatını France Telecom'daki intiharlar üzerinden görebiliriz.
Günümüzün esnek ve parçalı iş dünyasında hızla aşağıya kayan insanların sığınağı intihar oluyor
Kısa vadeye odaklı kar gözeten ekonomik yapı insana uzun ve emniyetli bir yer açmıyor.

İnsan, üretim ve hayat bütünlüğünü ayrıştıran esnek istihdam ve belirsizlik son 18 ayda France Telecom'da 23 çalışanın intiharına neden oldu..
Avrupa'da işsizlik son yirmi altı yılın zirvesinde temmuz ayında %9.5'a, işsizlerin sayısı da 15 milyon 100 bine ulaştı. ABD'de ise işsizlik %9.7 olarak açıklandı, işsiz sayısı ise 14.9 milyon kişi.
Fransa'da temmuz ayında işsizlik oranı %9.6'dan %9.8'e çıktı.
2002 yılından beri çalışan sayısını azaltarak küçülme ve özelleştirilme kapsamında yeniden yapılandırılan France Telecom'dan 40 bin kişi işten çıkarıldı.

İş kaybetme korku ve baskısına dayanamayanlar arkadaşlarının gözleri önünde karnına bıçak saplayarak ya da Paris'teki France Telecom'un dördüncü katından atlayarak kendilerini öldürüyor.
Yeni kapitalizmin mağlupları, kaybedenleri olmak istemeyenler, kaygan iş hayatına da katlanamıyor

Avrupa ve ABD'de milyonlarca vasıflı insan 'işe yaramazlık' kabusuyla yaşıyor.
Fransa'daki bu salgın intiharlar Batı kapitalizminin girdiği krizle ilgili oluşan sosyal çöküntünün habercileri.
Kapitalist devletin işsizleri 'sosyal parazitler' olarak gören anlayışının farkında olanlar yeni bir başlangıç yapamayacağını biliyorlar.
Miatları dolan tüketim ürünlerinden bir farklarının kalmadığını da.
'İş', günümüzde karşılıklı güven, bağlılık ve sorumluluğu içermiyor
Dolayısıyla ahlaki referansların olmadığı bu' yeni iş tanımıyla' yeni kapitalizm de hareket ve esneklik kazanıyor
Bağımsızlığını, özerkliğini kaybetmiş, 'savunmasız emek' belirsizliğe teslim.
Liyakat, sadakat, tecrübe eski zaman değerleri olarak horlanıyor.
Deneyimlerin rehberliğini işaret ettiği zaman artık bugün değil.
Batı kapitalizminde sadece emekçiler değil orta sınıflar ve profesyoneller de büyük korku altındalar.
Daha ucuz, daha çok risk alabilen, daha kaygan iş gücünün her an yerlerine geçeceğinden haberdarlar.
İngiltere ve ABD'de esnek şirket yönetimi ve istihdamı tamamen 'yeni yeteneklere' göre uyarlanıyor.
Yani belirgin ve oturmuş bir yönetim anlayışı devri kapandı,
Nitekim kimsenin bir değere bağlanmasına izin verilmiyor, hızla hareket eden sadakatsizlik, kazanan oluyor.
Geçmişini terk edebilenler tercih ediliyor.
İş kaybetme kaygısının sosyal boyutunda ise kaybedilmiş öz saygı, işe yaramazlık duygusu, mutsuz aileler, iş yerinde amansız rekabet, toplumsal alanda güvensizlik yer alıyor.
Temmuz ayında Marsilya'da canına kıyan France Telecom çalışanı bıraktığı notta 'France Telecom'da çalıştığım için kendimi öldürüyorum, tek neden budur' demişti.
Sendikalar, France Telecom'u, çalışanlarına en çok baskı uygulayan ikinci şirket olarak niteliyor.
Zayıflayan iş ve toplumsal bağlarla insana biçilen rol bitiyor.
Akşam

Mafya, Küresel Kapitalizm ve Devlet
Miktat Algül
25.09.2009

Dünya sömürü sistemi olan küresel kapitalizm kendi bağrında taşıdığı mafyatik özü yer kürenin her yerine götürmüştür.

Gelişmiş kapitalist ülkelerde mafya yok mu?

Elbette var.

Hem de diğerlerine göre kat kat büyüğüyle var.

Örneğin, mafyanın isim babalığını yapan İtalya’da, mafya ekonomisinin büyüklüğü milli gelirin yüzde yirmisine yakın.

Milano Ticaret Odasının araştırmasına göre, mafyanın İtalya’daki yıllık cirosu yaklaşık 133 milyar dolar.

Dünya mafyasının kontrol ettiği toplam sermayenin 8,4 trilyon dolar olduğu ve bunun %70’inin ABD mafyası tarafından kontrol edildiği tahmin ediliyor.

Dünyada kara para dolaşımının ve aklanmasının sağlandığı 55 mali cennet var.

Örneğin Cayman Adaları dünyanın beşinci büyük bankacılık merkezi. Bu adadaki banka ve şirket sayısı, nüfustan bile fazla. Bu malî cennetlerden yönetilen para hacminin en az 3 trilyon dolarla dünyanın toplam gelirinin yüzde 15’ini bulduğu sanılıyor.

Büyük bankalar da, off-shore bankacılığı adı verilen sistemle, hem yüksek komisyonlar karşılığı kara para aklıyor hem de bu yolla elde edilen gelirlerle mafya örgütlerini finanse ediyor.

Bir dönem bu sistem Türkiye’de de özellikle batan veya el konulan bankalarda yaşandı.

Kara para bankacılık sisteminde aklanarak dolaşıyor ve hem yasal faaliyetlere (yani kapitalizmin güya temiz para kazandığı faaliyetlere) hem de yine yeraltının finansmanına akıyor.

Kara paranın makbul yatırım araçları arasında devlet tahvilleri, hazine bonoları var. Pek çok ülkede mafya örgütleri devletin önemli borç kaynağı durumunda ve böylesi araçlar vesilesiyle hükümetlerin kısa vadeli ekonomik politikalarını belirlemede dahi etkili oluyorlar.

Tayland’da uyuşturucudan elde edilen milyarlarca dolar mafya tarafından tekstil sanayine yatırım yapılarak değerlendirilmiş durumda.

Çin mafyası kara parayı serbest bölgeye akıtıyor ve yıllık iş hacmi 200 milyar dolar civarında.

Rusya’da 1300 civarında olduğu tahmin edilen, birbirlerine karmaşık ilişkilerle bağlı mafya örgütleri ekonominin yüzde 40’ını, 35-40 bin işletmeyi, en az 400 bankayı kontrolünde tutuyor.

Kimileri bu yüzden Rusya’daki sisteme “mafya kapitalizmi” diyor.

Bu tanımlama gerçekliğin bir yönüne işaret etse de Rusya’da, Kolombiya’da ve daha pek çok ülkedeki mevcut sistemleri “mafya kapitalizmi” olarak niteleyenler aslında mafya ve kapitalizmin genelde nasıl iç içe geçtiğini anlamıyorlar.

Tüm bu anlatılanların ve yukarda belirtilen verilerin işaret ettiği gerçeklik, sistemin niteliği gereği oluşan ve kısaca mafya adı verilen yapıların kapitalizmin hamurunda var olduğu ve kapitalizm yıkılmadığı sürece ortadan kalkmayacağıdır.

Bugün mafya ve kapitalist devletler aynı bütünlüğün parçalarıdır ve birbirlerinden ayrılamazlar.

Yani mafya örgütlerinin faaliyetleri devletlerin engellemek isteyip de engellemeyi başaramadığı faaliyetler değildir.

Mafyaya yönelik çeşitli dönemlerde düzenlenen operasyonlarsa mafyayı ortadan kaldırmak amacıyla değil, devletin mafya üzerindeki denetimini pekiştirmek için yapılır.

Yıllardır yapılan tutuklamalara ve “çökertilen” mafya örgütlerine rağmen yeraltı faaliyetlerinin artarak sürmesi, kapitalistlerin niyetlerinin mafyayı ortadan kaldırmak olmadığının en açık göstergesidir.

Kapitalist sistemin lümpenleştirdiği ezilen kesimlerin bağrındaki öfkeyi kullanarak yine sistemi besleyen bir mecraya akıtan mafya örgütleri özellikle kapitalizmin kriz dönemlerinde popülerleşirler.

Kapitalizm kendisine yönelecek tehdidin bir bölümünü böyle kontrol etmeye çalışır.

1930’ların Amerika’sında etkinliği yükselen mafyanın bu durumu tesadüfî değildi. Bu yüzden bugün de, sefaletin ve toplumsal adaletsizliğin kırbacı altında yaşayan yoksul gençler, kurtuluşlarını, televizyon dizilerinden görerek özendikleri, delikanlılıklarıyla mafyada boy gösterebilenler gibi olarak sağlayacaklarını sanıyorlar.

Gerçek hayatta buna yeltenenlerin her birinin, sırası geldiğinde böcek gibi ezildiklerini bile bile üstelik. Sebebi de çok açık. Çünkü bugün onların yanılsamalarını dağıtacak ve mafyanın yerine onlara umut olacak başka bir güç ortada yok.

İnsanlar içinde yaşadıkları insanlık dışı toplumsal sistemi değiştirmedikçe, hiçbir şekilde kendi yaşam koşullarını da değiştiremezler.

Bu yüzden, bu toplumda var olan her türlü melanetle mücadelenin kapitalizme karşı mücadele denizine akmadıkça bir sonuç elde edilemeyeceği iyi kavranmalıdır.

Gün geçtikçe insanlığı daha büyük sorunlarla yüz yüze bırakan kapitalist sistemin ideologları ne kadar yanıltmaya kalksalar da, mafyayı da kapitalizm yaratmıştır.

Mafyasız bir kapitalizm olamaz.

Devleti mafyayla daha yoğun bir mücadeleye çağırmak devleti de mafyayı da anlamamaktır.

Bilmeliyiz ki, mafyanın varlığını, iyi işlemeyen hukuk düzenine ya da ahlakı bozuk yöneticilerin rezilliğine dayanarak açıklamak masum bir yanılgının sonucu değildir. Kapitalizmin papazları, pis kokuların ayyuka çıktığı böylesi zamanlarda sistemin iyileştirilebilir olduğu yanılsamasını insanların zihninde yaygınlaştırmak için bu görüşleri dillendirmektedirler.

Yaşlı kapitalizm çürüyor ve kapitalizm dâhilinde hiçbir sorunun gerçek çözümünün sağlanamayacağı gerçeği insanlık için tek kurtuluş yolu olan bağımsızlıkçı devlet yapısı olan ihtiyacı yakıcılaştırıyor. Geçen yüzyılın başlarında şimdiki vatanseverlerin ana kaynağı antikapitalistlerin öngördükleri ikilemin bugün en somut halleriyle yüz yüzeyiz.

Kapitalizm insanlık arabasının yönünü barbarlığa doğru kırmıştır ve uçurumdan aşağı son sürat sürmektedir.

Dikkat!

Türkiye’yi de almış arabanın içine son sürat gitmekte. Türk Milleti bu arabadan inmek için mevcut hükümeti de iktidarda indirmelidir.
www.acikistihbarat.com

Nihal Kemaloğlu
nihal.kemaloglu@aksam.com.tr
Neoliberalizm'in kırık kalbi; Dubai

Altın varaklı Neoliberal köpük, Dubai söndü. Neoliberalizm'in, insanlık tarihinin kazanımlarının bütün ölçüleri, sınırları ve değerlerini bitirdiği yer olan Dubai 'faniliğini' idrak etti.
Estetiğin, mimarlığın ve sanatın Disneyland mantığında yitirilip bir gösteriye dönüştüğü ifrat ve israf merkezi, hayalet finans kent şimdilerde.
Aşırı finanslaşmanın çağırdığı aşırı açgözlülükle daha fazla ayakta kalamayacağını anladı.
Neoliberalizm'in sınır tanımayan egosu; Dubai 'dünyevi abartılarının' faturasını ödeyemiyor.
Şimdi sıcak para denizinin üzerinde yükselen zehirli kağıt kuleler devriliyor.
Hiçbir kayıt ve denetimin olmadığı Dubai'de' küresel finans' tanrılaştırılarak ağırlandı.
İnsanın hayal gücünü zorlayan plastik alem, Neoliberalizm'in ahlaki ve kültürel bozgununun da dev vitriniydi.
Çölde kayak, Jurassic Park kurmak, Louvre Müzesi'ni getirtmek, Sorbonne Üniversitesi'ni açma teşebbüsü 'parayı' tek ilahi güç kabul eden Dubai'nin marifetleriydi.
Tasarım ve marka çöplüğü Dubai, post-modernliğin Babil Kulesi olarak küresel sefahatın adresiydi.
'Satılık' kim ve ne varsa bu Neoliberal görgüsüzlüğün önünde diz çöküp kendini satışa sundu.
Ekolojisi suni, işçileri köle, liberal emirlik 'küresel finans'ın vatanı olmuştu.
Devasa show-room, finans ve petrol kadar savaş ve terör sektörlerinden
gelen kirli paraları da aklıyordu.
Küresel mafyöz ilişkilerin göbeğindeki Dubai hiç de masum değildi.
Irak'ta görev yapan ve Felluce katliamının sorumlusu Amerikan ordusunun paralı askerlerinin şirketi Black Water'in bile merkezi Dallas'tan Dubai'ye taşımıştı.
(..)
Dünyanın en pahalı ve renkli seks endüstrisi yine Dubai'deydi.
1000 dükkanlı alışveriş merkezleriyle, şahlanmış küresel tüketim arzularını
daha da kamçılayarak kendini tüketim mabedi olarak pazarladı.
Güney Asyalı işçilerin pasaportları toplanarak kölelik koşullarında ayda 100 dolara çalıştırıldığı Dubai'deki Hindistan Elçiliği 2008'de sadece 149 Hindistanlı işçinin hayatını kaybettiğini bildirdi.
Yani spekülatif karlara dadanan yapay finans adasının günahları dizboyu idi.
Akan sıcak parayla hızla şımarık ve yeni zengin müteahhide dönen Dubai'yi şişik emlak sektörü dinamitledi.
Küresel kriz sonrası geçen yıl 30 milyar dolarlık konut projesi ellerinde patladı.
Dış borcu 100 milyarı bulan Emirlik altı aylık borç erteleme istedi.
Bu erteleme küresel ekonomide ağır bir taciz olarak algılandı..
Serseri finansın yeniden şişirilen balonlarının ve kumarbaz spekülatörlerinin yürekleri ağzına geldi.
Yüksek riskli kağıtları Dubai rüzgarıyla uçuşacak mı?
Ya da Neoliberalizm'in kriziyle batan şirket ve bankalardan sonra batan ülkeler evresine mi geçiliyor bilemiyoruz.
Ama Neoliberalizm'in kaleleri 'finans kentler' zangır zangır sallanıyor.

http://www.aksam.com.tr/2009/12/08/yazar/15417/nihal_kemaloglu/neoliberalizm_in_kirik_kalbi__dubai.html

Kapitalizm : Bir Aşk Hikayesi
Korkut Boratav
Sol

Michael Moore filmleriyle Amerikan toplumunu eleştirmeye devam ediyor.

Öncekileri hatırlatayım: Kapanan fabrikalarıyla birlikte işlevsiz kalan geleneksel işçi sınıfının kaderi, Amerikalıların silah tutkusu, 11 Eylül’den Irak saldırısına uzanan dönemde Bush yönetiminin marifetlerinin teşhiri, Amerikan sağlık sisteminin insafsız eleştirisi…

Şimdi de 2007-2009 krizini vesile ederek doğrudan doğruya Amerikan kapitalizmini hedef alıyor: Bu hafta Türkiye’de de gösterime giren Kapitalizm: Bir Aşk Hikâyesi…

Michael Moore’un, son yıllarda Amerika’dan çıkan en etkili muhalif olduğunu düşünüyorum. Kendisine bir Oscar, bir de Altın Palmiye ödülleri getiren belgesel sinemayı çarpıcı bir biçimde kullanıyor. Konusunu doğrudan doğruya insan hikâyelerine taşıyarak işliyor. Kapitalizm: Bir Aşk Hikâyesi de böyle bir film.

Kriz ortamındaki Amerikan kapitalizmini de tek tek insanlar üzerinde odaklanarak eleştiriyor.

***

Emekçi katmanlardan filme taşınan insan manzaralarından örnekler vereyim:

İpotek borçları nedeniyle konutlarından polis zoruyla tahliye edilen insanları görüyoruz… Bu insanların önemli bir bölümü, uzun yıllardan beri oturdukları evlerden çıkartılıyor; zira, komisyoncuların, bankaların iğvasına kanarak konutlarını ipotekleyerek ilaveten borçlanmışlar ve tökezleyince evleri satılmış.

Yirmi yıldır oturdukları konuttan polis zoruyla çıkarılan aileye emlâk komisyoncusu soruyor:

“Evin son temizliği için dışarıdan insan tutacağız; isterseniz siz temizleyip bin dolar kazanın…”

Kabul ediyorlar. 81.000 dolarlık borç nedeniyle tahliye ettikleri kendi evlerini temizleyip yeni sahipleri için hazır hale getirdikten sonra bin doları alıyor; kamyonetlerine binip kayboluyorlar.

Havayollarının bunalıma girmesi bahanesiyle maaşları düşürülen ve “yoksul Amerikalılar sınıfına” katılan pilotlar…

Bazıları, yoksullara dağıtılan yiyecek karnelerine muhtaç kalmış; birisi mesai saatleri dışında köpek gezdirerek; bir başkası kanını satarak ek gelir kazanıyor.

Dev perakende zinciri Wal Mart’ta çalışırken kansere yakalanıp ölen adamın hikâyesini karısından izliyoruz. Hastanelere 100.000 dolar borçlanmışlar.

Cenaze kalktıktan sonra öğreniyor ki Wal Mart kocası için bir hayat sigortası yapmış; ne var ki, sadece şirketin yararlanabileceği türden bir sigorta… İşçinin ölümü, aileyi iflasa sürüklerken, Wal Mart için kazanç kaynağı olmuş.

Bir hayli yaygın olan bu tür sigortalara, finans çevrelerinde “köylü sigortası” dendiğini öğrenen dul kadın, “bu köylü lâfı çok ağırıma gitti” diyor.

Özel şirketler tarafından “işletilen” çocuk hapishanelerinden manzaralar izliyoruz.

Öyle anlaşılıyor ki, hapis süresi uzadıkça işletmenin kârlılığı artmaktadır. Basit kabahatler nedeniyle bir-iki ay hapis cezası alan yoksul çocukların hapis süreleri çeşitli bahanelerle birkaç kat uzatılmaktadır.

***
İşçi sınıfı kökenli solcular diyalektik düşünmeye kendiliğinden yatkın olurlar.

Moore da böyle olduğu içim emekçilerden başlattığı hikâyesini karşıtlarıyla bağlantılandırıyor; sürdürüyor. Böylece Amerikan kapitalizminin egemen, yönetici sınıflarından, onların sözcülerinden de “manzaralara” ulaşıyoruz.

Amerikan ekonomisini yöneten kişilerin büyük şirketlerle göbek bağlarını Moore tek tek ortaya koyuyor.

Ve gösteriyor ki, bunlar, dev bankalara hizmet ederken kazandıkları milyonlarca doların “karşılığını” hükümete geçtikten sonra eski şirketlerini doğrudan veya dolaylı yöntemlerle ödüllendirerek fazlasıyla ödemişlerdir.

Ünlü banker Warren Buffett’in “finansal sistemin kitle imha silahları” olarak adlandırdığı ve krize yol açtığı söylenen “finansal araçlar”dan bazıları, örneğin türevler, batık kredi takasları ne anlama gelmektedir?

Wall Street’teki ofislerinden çıkan bankerlere, uzmanlara mikrofon uzatıyor; yanıt alamıyor.

Harvard’lı ünlü profesör (ve IMF’nin eski baş ekonomisti) Kenneth Rogoff’a ulaşıyor; profesör açıklamaya çalışıyor; tökezliyor, beceremiyor.

Bankalara 700 milyon dolar aktaran kurtarma operasyonunun izlerini sürmeye çalışıyor. Kongre’de bu süreci denetlemeyi üstlenen kişiye soruyor:

“Bu para şimdi nerede?”

Cevap,

“bilmiyorum”.

Moore’u, bundan sonra elinde bir torba; “vatandaş olarak paramı geri almaya geldim” diyerek tek tek dev bankaların kapılarında görüyoruz.

***

Michael Moore’un filmi, “krizden tablolar” olarak başlıyor; hızla kapitalizmin eleştirisine dönüşüyor.

“Kapitalizm paranın egemenliğine dayandığı için özünde anti-demokratiktir; acımasızdır; habistir; ortadan kaldırılmalıdır.”

Bu mesaj, film boyunca Moore’un, din adamlarının, sıradan insanların ağzından sık sık tekrarlanıyor.

Sistemin kötülükleri, Moore’a göre, o kadar açıktır ki, isyan haklıdır. Esasen, film boyunca sıradan insanların dayanışmayla, mücadeleyle, fabrika işgaliyla kazandıkları “küçük zaferler” de anlatılmaktadır.

Peki, alternatifi nedir?

Moore Reagan-öncesi Amerikası’na, kapitalizmin refah toplumu düzenlemelerine özlemle bakmakta; Roosevelt’e büyük saygı duymaktadır.

Finans kapital ve savaş lobisi tarafından kuşatıldığını kabul etmesine rağmen Obama’yı hâlâ desteklemekte; bu yüzden de Amerikan solcularının bir bölümüne ters düşmektedir.

(..)

Sistemi aşmanın üçüncü yolu ve temel çelişkiler hakkında
Salih Selçuk

2010 yılının pek iç açıcı bir yıl olmayacağı konusunda maalesef geniş bir mutabakat var. Katılmamak elde değil. Ama benzeri karamsar ve karmaşık dönemlerin, her zaman yeniliklerin ve umutların da somut başlangıcını teşkil ettiklerini, tarihteki örneklerden biliyoruz. Global ekonomik krizin henüz dinmediği ve kriz aşılsa bile yenilerinin yaşanabileceği korkusu, günümüzdeki karamsarlığın belki de en önemli 'kaynağı' olmayı sürdürüyor. O halde kaynağa geri dönmek ve onu daha iyi tanımaya çalışmak, korkuyu yenmeye yardımcı olabilir.

Kapitalizm, hiç de sevimli bir terim değil. Ve yüz yılı aşkın bir süredir de esasen olumsuz anlamda kullanılıyor. Kapitalizm, ekonomik ilişkilerden sosyal ilişkilere ve günlük yaşam kültürüne, hatta düşünce biçimine kadar, yaşamla ilgili çok geniş bir yelpazeyi ilgilendiriyor. Günümüz krizinin, kapitalizmin krizi olduğunu söylemek de eskisi gibi solculara özgü bir hal değil. Bankacılardan Hristiyandemokrat politikacılara kadar, eskiden 'sağcı' sayılabilecek kesimler bile, 'kapitalizm' terimini olumsuz anlamda kullanıyorlar artık. Ayrıca sıklaşan krizler, bardağın dolu kısmından çok boş kısmının görülmesini ve 'kapitalizm' teriminin 'krizler'le özdeşleşmesini sağladı. Bu sıkıcı durumun tek avantajı, sistemin tekrarlanan krizlerine kalıcı çareler düşünmek işinin artık daha sıkı tutulması isteği ve sorunun daha ciddiye alınması. Şimdi asıl soru, kapitalizmin krizlerle de olsa yoluna devam edip edemeyeceği, veya daha ne kadar devam edebileceğidir. Özellikle çevrecilerin yaptıkları hesaplar çok karamsar. Krizin aşılacağı, büyümenin yeniden başlayabileceği müjdesi verenlere kimse inanamıyor. Sisteme olan güvensizlik, had safhada. Bu karamsarlığı ve belirsizliği sineye çekmek gerekmiyor.

Kapitalizmi değiştirmek düşüncesi, eskiden beri iki temel yaklaşımı esas almıştı. Bunlardan biri, ortodoks sol yaklaşımın 'devrim' fikri, yani kapitalizmin bir devrimle zorla sonlandırılıp yeni bir düzenin (sol için bu yeni düzen 'sosyalizm'dir) kurulması fikri. Diğer yaklaşım ise, insanların belli bir bilinç/anlayış seviyesine gelmeleriyle, kapitalizmi akıllı yöntemlerle aşacakları ve yeni bir düzen kuracakları ana fikri. İkinci anlayışın önşartı olan, 'kitlelerin bilinçlenmesi', her solcunun hayaliydi. Günümüzde bu aşamaya oldukça yaklaşıldığı söylenebilir belki. Ama bu iki anlayışın da zayıf bir noktası bulunmaktaydı. Kapitalizm devrimle veya çoğunluğun iradesiyle değiştirilmediği sürece ilelebet devam edebilir mi? Bu iki anlayışın zayıf noktası, kapitalizmin devrimle/reformla değiştirilmediği sürece ilelebet devam edebileceği gizli-varsayımıydı. Kendi haline bırakılmış, müdahale edilmeyen kapitalist sistemin yaşamını sürdürme imkanı bulunmuyor. Sovyetler Birliğinin çöküşünü önceden doğru tahmin eden ünlü düşünür Immanuel Wallerstein geçen yıl, kapitalizmin en fazla otuz yıllık ömrünün kaldığını söylemişti. Bu tahminine katılıyoruz. (Bkz., daha önce Haber10'da yayımlanmış "Kapitalizmin otuz yıllık ömrü mü kaldı?" başlıklı yazı. Tıklayınız.)

Güncel haliyle kapitalizmin kendi iç çelişkileri sonucu, dış müdahaleye gerek kalmadan kendiliğinden bozulması ve işlerlik sınırlarına dayanmak üzere olması, sistemi değiştirmek için daha somut veriler ve fırsatlar sunamaz mı? Bir defada toplumu altüst edip devrimle canların yanmasına neden olmaktansa, veya iradeyi işletip -ki işlemiyor, istek yok- bir dizi reform yapmaktansa, gerektiği (öne gelen) konularda aktif olmak, günümüz modern insanının doğasına daha uygun değil mi? Kuşkusuz evet.
(Ama "'Modern insan', dünyanın doğasına uygun mu?" sorusu saklı kalmak koşuluyla)

Kapitalizmin, ekonomiyi de aşan geniş anlamdaki krizi, onun değer sistemiyle ilişkili görünüyor. İşte bu konunun açıklığa kavuşturulması, kapitalizmin bundan sonraki kaçınılmaz çöküşünü/sonunu daha iyi anlamamıza ve ona göre konumlanmamıza yardımcı olabilir.

Bugün hakim ekonomi biliminin insanları yanılttığı en önemli yanı ve ekonomistlerin büyük eksikliği şu: Ekonomi "bilimi", kapitalizmin sadece maddesel yanıyla ilgileniyor (ve bunu belli/kısıtlı bir yaklaşım tarzıyla yapıyor). Üretim artmış mı, azalmış mı. İhracat artmış mı azalmış mı. Faiz oranları. GSMH'daki artış, azalış. Bütün bu kalemler, kapitalizme özgü bir değer sistemine göre belirlenmişlerdir. Özellikleri, parasal karşılıkları olmasıdır mesela. Ama biz 'para'dan daha önce çok söz ettiğimizden, bu kez kapitalizmin özgün değer sisteminden -yani (seküler) manevi yanının özelliklerinden bahsedeceğiz.

Kapitalizmi bugüne dek en iyi açıklamış düşünür olan Karl Marx, kapitalizmin bu özgün değer anlayışına kısaca (maddesel) 'Değer' (Wert) diyor ve bunu çok detaylı bir şekilde izah ediyor. Kapitalist 'değer'i anlamadan, kapitalizm sonrası (post-kapitalist) maddi değerleri, maddi zenginliği ve doğru anlamda maddi değer sistemini anlamak mümkün olmayabilir. Bunun özellikle anlaşılmasının önemi, kapitalist 'değer'in ilelebet/mutlak 'maddi değer' sanılmasından kurtulmakla ilgili bir durumdur. Kapitalist 'değer' insanlık tarihinde geçici bir görüngüdür, öyle olmak zorundadır -çünkü uzun yüzyıllar boyu sürdürülmesi kesinlikle imkansızdır. Bugün ulaştığı aşamada bunu rahatlıkla söyleyebiliriz. (Eskiden de geçerli olsa idi, dünyanın sonu çok daha önce gelmiş olurdu, yaşanabilir bir dünya olmazdı)

Son zamanlarda biraz kısık sesle ifade ediliyor olsa da günümüzün en önemli klişelerinin başında, "kapitalizme birşey olmaz" efsanesi geliyor. Bu fikrin daha uzun cümlelerle ifadesi de genellikle şöyledir: "Solcular fi tarihinden beri 'kapitalizm çökecek' derler, ama çökmez. Her krizden sonra yeni bir yükseliş gelir, kapitalizm küllerinden yeniden doğar."
Kapitalizmin birden çöküp, tamamen ortadan kalkması elbette beklenmemeli. "Sosyalizm" (kooperatist kapitalizm) de birden kaybolmadı. Küba, Kuzey Kore, bugün de sosyalist olduklarını iddia ediyorlar. Çin Halk Cumhuriyeti, Çin Komünist Partisi tarafından yönetilmeye devam ediyor. Ama biz, "Sosyalizm sona erdi" diyoruz. Bunu, genel resme bakarak söylüyoruz. Kapitalizmin mecburen sona erecek olmasının nedeni, kapitalizmin ruhunu belirleyen 'Değiş-tokuş değeri' (veya 'Alış-veriş değeri') dediğimiz, -Marx'ın deyimiyle- 'Tauschwert'in işlevini yitirmesiyle ilgili bir durumdur. Kısacası: Kapital, kendi varlığıyla çelişmektedir -ve bu yeni bir durum da değildir. Ama artık taşınamaz boyutlara ulaşmıştır.

Marx, adını özellikle 'Kapital' koyduğu (mesela 'Sömürü', 'işçi sınıfı' falan koymadığı) kitabının birinci cildinde, 'Alış-veriş değeri'nin (yani paranın) içeriğini belirleyen temel faktörün 'ücretli iş / ücretli çalışma' olduğunu belirtiyor. Böylece çalışma süresi ve saat ücreti, 'kapitalist değer'in büyüklüğünü belirleyen reel ölçü oluyor (Marx-Engels Toplu Eserler. Berlin 1962. MEW, C.23, s.98). Bu konu, üzerinde yeniden, başka yazılarla durmayı gerektirebilecek kadar önemli. Ama kısaca hemen dikkat çekelim: Kitlesel kalıcı işsizlik sorununun, şişip şişip patlayan sanal para balonları sorununun kökeni, doğrudan bu relasyonla ilgilidir. Bozukluk köken itibariyle oradadır ve bu da yeni değildir -tam tersine eskidir ve artık taşınamaz boyutlardadır.

Marx daha önce, Kapital'in kendi içindeki temel çelişkiye dikkat çekmişti. Buna göre Kapital, "çalışma süresini mümkün olduğunca azaltmaya eğilimli"dir ve bu, kapitalizmin, "çalışma süresini, zenginliğin tek ölçüsü ve kaynağı olarak görmesi"ne rağmen böyledir (Grundrisse, s.593). Marx, bu çelişki sayesinde kapitalist üretim tarzının kendi kendini "havaya uçuracağını" söyler (Marx, aynı yerde, bir sayfa sonra). Kendi kendini havaya uçuracaktır, çünkü sistemin genel eğilimi şöyledir:
1. Mümkün olduğunca az ve ucuz işçi kullanmak. Çalışan haklarının olmadığı Çin (proleter!) diktatörlüğünde üç kuruşa onsekiz saat çalışan işçiler muazzam miktarlarda mal üretmektedirler. Kapitalizmin genel eğilimine optimal ölçülerde uygundur.
2. Üretilen ürünün reel değerini iş-gücü/iş-saati belirler. Marx'ın detaylandırdığı bu karmaşık konuyu şöyle özetleyebiliriz: Saat ücreti yüz Lira olan bir işçinin bir saatte ürettiği yüz kalem malın her birinin reel kapitalist değeri bir liradır. İşçinin maaşı düşünce veya üretim artınca, reel değer düşer. Doğada doğal olarak bulunan şeyler (arazi, hava/cıva) 'kapitalist mal' formatına girebilmeleri için, mesela önce ölçülmelidirler -ve bu bile bir ücretli iş sonucunda yapılmaktadır, yani doğrudan Marx'ın temel (kapitalist) 'Değer' kavramının kapsama alanına girmektedir.
3. Kapitalizm, o giderek daha ucuza malettiği ürünü daha fazla kar etmek için, çok daha fazlasına satmaya çalışır. Marx'ın tarif ettiği ve ancak çok sonra -zaman içinde- anlaşılabildiği üzere, ürün miktarındaki patlama ürünlerin değerlerinin ve buna bağlı olarak fiyatlarının düşmesiyle sonuçlanmıştır. Kar edebilmek için zaman içinde sürekli daha fazla sayıda üretmek gerekmiştir.
Kapitalizmin genel eğilimi şöyledir: Ürün miktarı sonsuza doğru artarken, tek tek ürünlerin değeri sıfıra doğru düşmektedir. Ve buna ek olarak işçi sayısı mümkün olduğunca azaltılmakta, üretim rasyonelleştirilmektedir. Kapitalizm, kendi değer sisteminin kökeni olan 'ücretli iş'in altını oymaktadır.
4. Bunun sonucu, artı değer üretmenin giderek zorlaşması ve artı değer üretimi genel eğiliminin sıfıra doğru düşmesidir. Bu çok önemlidir, çünkü kapitalizmin asıl amacı gerçek anlamda 'değer' üretmek falan değildir, sadece 'artı değer' (kar) üretmektir. Kapitalizm, kar etmeyen hiçbir işe girMEmenin adıdır. Şimdi bazıları şöyle düşünebilir: "Kapitalist metodları kullanarak, kar etmeyen veya artı değeri düşük tutan bir kapitalizm türü kursak olmaz mı?" Yanıt 'Hayır'dır. Sistem kar etmek, kazancını sürekli artırmak zorundadır, ve bu durum "isteğe bağlı" bir durum değildir, somut nedenleri vardır. (Tabii bunu da açıklamak zorundayız)

Kapitalizmin buraya kadar sözünü ettiğimiz yanı, kısaca 'Reel Kapital' dediğimiz, onun "en sağlıklı" sayılan, "alınteriyle çalışıp kazanan" yanıyla ilgilidir. ('Sanal Kapital'le ilgili değildir -daha oralara gelmedik!..) Şimdilik hemen belirtmemiz gerekirse, özellikle Avrupalı Sosyal Demokratlar arasında son kriz döneminde yaygınlaşan mantık şudur: "Gözü para hırsı bürümüş bankerler şeytandır, paşa-paşa çalışan ve üreten mütevazi işverenler ve işçileri melektir. Onları örnek alalım." Öyle midir? Hiç değil.
Asıl durum farklıdır: Bunların biri diğerini tamamlar. Sanal kapital, reel kapitalden doğmuştur ve reel kapital tıkandığı için bu kadar aktiftir/yükselmiştir ve şişip şişip zırt-pırt patlamaktadır. Sanal ve reel kapitalin ikisi de aynı şeyin faklı uzantılarıdır.

"Namuslu" kapitalizmin diline doladığı en önemli konu, 'Üretim'dir. Üretimi artırmak, genellikle "iyi bir şey" olarak sunulur ve amaçlanır -bu boşuna da değildir. Yukarıda göstermeye çalıştığımız gibi, bugün reel kapitalin artı değer üretebilmesi için üretimi sürekli -hem de çok fazla- artırması gerekir. Üretimin artırılması demek, aynı iş/çalışma süresi dahilinde, daha az işçiyle, daha fazla maddesel ürün/çıktı almaktır. Burada teknoloji devreye girer. Sistem, bu yeni formuyla, yeteri kadar kar edebilmek için, çok fazla mal üretmek (sürümden kazanmak) zorundadır. Kar etmek eskisi kadar kolay değildir. Borsada çok daha kolay, "işçisiz!", çok daha kısa sürede, çok daha fazla kazanılmaktadır. ABD'de 1970'li yıllarda altın standardının kaldırılmasının nedeni de esasen budur. Reel kapital artık eskisi kadar/oranda artı değer üreteMEmektedir. Artı değer elde edebilmek için mümkün olduğunca çok üretilen ürünlerin, en azından kar getirecek kadarının satılması gerekmektedir tabii. Ama siz giderek daha az işçi çalıştırır ve onlara (mecburen) daha az ücret öderseniz, ürettiğiniz malları alabilecek kitleyi sürekli azaltmış olursunuz. -Hatta bir noktadan sonra ürünlerinizi satamayabilirsiniz, veya kar edemeyebilirsiniz. Sistem, bu boğulma halini 1970'li yıllardan itibaren yaşamaya başlamıştır ve sırf bu yüzden 'Sanal Kapital' yükselmiştir. Şimdi geldiği nokta daha da vahimdir: Bu dinamiğin bir sonucu olarak, 'Kalıcı işsizler' diye bir sınıf doğmuştur ve bu insanlar, ne üretmekte ne de tüketmektedirler. Sistem dışı kalmışlardır. Eskiden bu garip durum, sadece Afrika, Irak, Afganistan gibi yerlerde görünüyordu. Son Kathrina Kasırgası felaketinden sonra, bu tür insanların ABD'de bile olduğunu gösterdi.
Şimdiki sorun, reel kapital boğulmak istikametinde ilerlerken, onun bir tür devamı/uzantısı olan sanal kapitalin de tıkanması sorunudur. Bunu özellikle belirtiyoruz, çünkü borsacılık/faiz terkedilip "üretim"e dönülünce dünyanın güllük-gülistanlık olacağını sananlar var. Maalesef doğru değildir. Kapitalizmde sadece denizler değil, okyanuslar da bitmiştir.

Kapitalizm aslen bir 'yanlış tasavvur' sorunudur. Reel karşılığı olmayan, sadece bilgisayar ekranında varolan sayılardan ibaret "büyük zenginlikler" bir tasavvur ve "inanç" meselesidir. Yani olmayan birşeye inanılmaktadır. Kapitalizmin "manevi" yanı, kapitalizme ve onun parayla ifade edilen değer sistemine körü körüne inanmakla ilgilidir.

Maddi değerler ve zenginlik, eskiden de vardı, ileride de olacaktır. Ama bunun ne olMAması herektiği üzerinde, kısacası 'Maddi değer' üzerinde durmalıyız. Verdiğimiz örnekte, üretilen malın, para ile ölçülen iş saati üzerinden, kitlesel üretimi arttıkça maddi/parasal değerinin düştüğünü anlatmaya çalıştık. Kapitalizmdeki zenginlik, Marx'ın da (yukarıda) tarif ettiği gibi sadece (maddi) 'Değer' bazlı bir zenginliktir. Sadece kapitalist sisteme özgüdür. Ve bu (kapitalist maddi) 'Değer' türü, kapitalist sistemin ruhudur (tabii buna "ruh" denebilirse!) veya sistemin 'iç çekirdeği/özü'dür denebilir.

Kapitalizmde maddesel zenginlik, kapitalizm öncesi toplumlardan çok farklıdır. Bu farka Marx, "Kapitalist toplumların zenginliği, muazzam bir mal birikimidir/toplamıdır" diye dikkat çekiyor (MEW, C.23, s.49). Aslında Mal, sadece parayı taşıyan malzeme olarak düşünülür. Bunun böyle olduğunu, 'Sanal Kapital'in son kırk yıllık büyük yükselişine bakarak da anlayabiliriz. Aslolan her zaman paradır, mal değil. Nitekim Marx, bunu da hemen belirtir (aynı yerde, bir sayfa sonra).

Kapitalizmden kurtuluş sadece üretim biçimini değiştirmekle -bu nedenle- olamaz. Önce mesela, dünyanın mala boğulmasını önlemek demek olan kapitalist 'mal formu'nu (formatını), mala/ürüne yaklaşım/bakış tarzını değiştirmek gerekmektedir. Çünkü bugünkü mantığıyla mal/ürün, kapitalist 'Değer' biçimi ve sistemine entegre olmuştur. Bunun anlamı, kitlesel üretimdir ve ürünlerin kişiliksiz/tüketilebilir olmalarıdır. Kalıcı değildirler. Zaten bu şekilde üretilebilmeleri için de kitlesel üretimi taşıyan kapitalist sisteme dayanmaları gerekir. Değer sistemin değiştirilmesi, kişiye özgü sağlam ve kalıcı ürünlerin az sayıda üretilmesi demektir. Yani her yıl milyonlarca cihazın çöpe gidip yeni nesillerinin çıkması değil, ürünlerin -kişiye özel- sürekli yenilenebilmeleri anlayışı demektir. Kapitalist değer sisteminin değiştirilmesi, en başta, çok yüksek bir maddi/manevi uygarlık demektir -ve muazzam çöp dağlarının, günlük yoğun üretim koşuşturmacasının olmaması demektir. (Elbette bundan ibaret değil)

Şimdi başa dönersek, bu temel sorunların, hızla bozulma/işleMEme veya çöküş aşamasında peyderpey insanların önüne geldikçe çözülmesinin -kapitalizmin aşılması konusunda- üçüncü yol olabileceğini söyleyebiliriz. Ama üçüncü yol, en az şerefli yoldur, çünkü sistemin zaten kendiliğinden sona erme aşamasıyla ilgilidir. Şerefli değildir, çünkü sistem sona ererken, yukarıda sözünü ettiğimiz nedenlerle atmosferi/çevreyi çok daha hızlı bir şekilde bozabilir. Üçüncü yol, sistem yanarken, "yangından mal kaçırmak" yoludur. Çünkü mücadeleci bir iradeden ziyade uyanıklık ve çalışkanlık gerektirir. Bir sonraki yazıda (veya bu yazıyı tamamlayarak) göstermeye çalışacağımız üzere, sistemin aynen devam etmesi, ancak, giderek çok daha hızlı bozulan bir atmosfer ve çevreyle mümkündür. Ayrıca krizlerin -aşılsa bile- hızla yeniden tekrar edeceği bir aşamada, savaşlara başvurma ihtimali çok yüksektir. Savaş gerekecektir, çünkü artı değer elde edilebilmesi için mobilize edilmesi gereken iş gücü, enerji ve hammadde miktarı katlanarak artmaktadır. Ve sözünü ettiğimiz bu durum, esas olarak "temiz" 'Reel Kapital' için geçerlidir. Sistemin güncel motoru olan 'Sanal Kapital'in desteklenebilmesi için gereken reel durumun sürdürülmesi de çok zordur. O halde sanal kapitalin daha büyük krizleri de muhtemeldir.
Üçüncü yolun bilinmeyenleri de vardır elbette: Mesela sistem, dünyayı iyice mahvedemeden işlemez hale gelebilir. Ama o durumda bile "kapıldım gidiyorum" mantığıyla kendini gelişmelerin akışına bırakmış iradesiz/isteksiz/korkak bir modern insanlık camiasının çok büyük bir bedel ödemesi muhtemeldir. Gelişmelere en azından kararlı bir şekilde müdahale edebilmek için istekli, iradeli, cesur, uyanık ve dikkatli olmak şimdi çok önemli.

http://konstantiniye.blogspot.com/2010/01/sistem-krizleriyle-nereye-kadar.html
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder
Önceki mesajları göster:   
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> FELSEF'Î DÜŞÜNCELER Tüm zamanlar GMT
1. sayfa (Toplam 1 sayfa)

 
Geçiş Yap:  
Bu forumda yeni başlıklar açamazsınız
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz
Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız


Powered by phpBB © phpBB Group. Hosted by phpBB.BizHat.com


Start Your Own Video Sharing Site

Free Web Hosting | Free Forum Hosting | FlashWebHost.com | Image Hosting | Photo Gallery | FreeMarriage.com

Powered by PhpBBweb.com, setup your forum now!
For Support, visit Forums.BizHat.com