EntellektuelForum Forum Ana Sayfa EntellektuelForum

 
 SSSSSS   AramaArama   Üye ListesiÜye Listesi   Kullanıcı GruplarıKullanıcı Grupları   KayıtKayıt 
 ProfilProfil   Özel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapınÖzel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapın   GirişGiriş 

Attila ilhan

 
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> EDEBÎYAT
Önceki başlık :: Sonraki başlık  
Yazar Mesaj
admin
Site Admin


Kayıt: 31 Arl 2006
Mesajlar: 831
Konum: Belarus

MesajTarih: Çrş Ekm 15, 2008 11:01 pm    Mesaj konusu: Attila ilhan Alıntıyla Cevap Gönder

ATTİLA İLHAN VE BEKLENEN ‘DİP DALGASI’
Hakan YAMAN
11 Ekim 2016



Türk düşüncesinin seyri bir bakıma Türk şiirinin seyriyle paraleldir. Bizde düşünce akımlarına filozoflar değil, şairler öncülük etmiştir. Esasta şair olmayanlar da, bir şekilde manzume karalayarak şiire kürsü vazifesi yüklemiştir. Eski devirlerde düşünce hayatımıza yön veren hemen herkesi bir şekilde şiir tartışmalarının içinde görüyoruz. Bütün mühim şairleri de düşünce tartışmalarının içinde…

Nihayetinde kültür bir bütündür. İktisat ilmini tarihten, tarihi siyasetten, siyaseti edebiyattan, edebiyatı sosyolojiden, sosyolojiyi felsefeden büsbütün bağımsız düşünemeyiz. Merkezinde insan olan ve insana dair bütün meseleler iç içedir; kâh birbirini tetikler, kâh aralarındaki irtibat sağlıklı değilse tekzip eder. Bu bütünlüğü, bu zenginliği kendi alanında kurmaya çalıştığın müddetçe dikkate değer, kurabildiğince takdire şayan olursun. Bizde herkes her şeyi konuşmaya çalışmış ama bu bütünlüğü belli bir merkez etrafında hakkıyla kurabilen bir elin parmağı kadar çıkmamıştır. Çoğu “şiiri başka telden söyler, felsefesi ayrı havadan” türünde bir kemiyet birikintisidir.

Şair Attila İlhan’ın onca vasfı içinde bütün bunların hepsini anlamlı kılan esas yönü işte bu türden bir bütünlük cehdidir. Daha 1950’li yılların hemen başında Sokaktaki Adam romanında sorgulanan aydın ve halk kopukluğu, hemen ardından Kurtlar Sofrası’ndaki başkahraman “gazeteci Mahmut” tiplemesinin yüzleştiği memleket meseleleri ve “nasıl bir sosyalizm” sorusuna cevap arayışı ile 50 sene sonra yazdığı makaleler arasında enine boyuna hesaplanarak ve sürekli zenginleşerek örülmüş bir bağ vardır. Şiiri de hem muhteva hem biçim olarak aynı yolun işaret taşlarıyla döşeli…

Gerek farklı edebî türlerin kendi yapısı içinde, gerek değişik zamanlarda çeşitli mevzular vesilesiyle serdedilmiş fikirler arasına öyle güçlü bir şahsiyet dokusu örülmüştür ki, ne kadar şuurlu bir sanatçı ve fikir adamıyla muhatap olduğumuzu düşünmeden edemeyiz. Attila İlhan’a dair türlü eleştirileriniz olsa bile hiçbir zaman ortama ve modaya göre günü kurtarmak için rastgele fikirler ileri sürdüğünü iddia edemezsiniz. Onun eseri muhtevası ne olursa olsun iptidai insiyakların değil, bir şuur hamlesinin verimidir.

Bu kendi içinde tutarlı olma ve bütünlük kurma çabası, şiirine ustaca yedirdiği fikrini nesrinde açık edip ısrarla peşinden gitmesi ve bütün yazı faaliyetlerinde kırmızı çizgilerine sadık kalması onu bazen yalnızlaştırmış, özellikle küresel liberalizmin solu da teslim aldığı 1980 sonrası süreçte, belli edebiyat çevrelerinin tıpkı 1940’lı yıllardan itibaren Necip Fazıl’a uyguladığı “şiirine yazık etti; iyi şair ama fikirleri kötü” bağnazlığına benzer bir yaklaşıma ve tecride maruz bırakmıştır. Necip Fazıl’ın “Kaldırımlar Şairi,” “usta hececi” gibi bir yaftayla düşüncelerinden tecrit edildiği müddetçe bahse değer(!) bulunması gibi, ısrarla onu “Ben Sana Mecburum Şairi” sınırında tutmak istemişlerdir. Üstelik Attila İlhan’ın çizgisinden bir sapma olmadığı, 1950’li yıllarda Paris dönüşü nasıl bir noktadaysa, hedefe odaklanmış ok gibi onun peşinden ve çıkış noktasını zenginleştirerek ilerlediği ortadayken, aynı sol çevrelerin birden onu diri diri gömmeye çalışmasını nasıl açıklamalı?

Peki belli sol çevrelerin bu birden Attila İlhan’ı düşünce adamı olarak yok sayan, onu aşk şiirleri şairinden ibaret kabul eden gömme tavrının arka planında ne vardır? Hiç şüphesiz ki, onun adına “SİSTEM” dediği Yeni Dünya Düzeni bezirganları tarafından ülkemizde sola biçilen yeni role sığmayan “ulusal” ve “bağımsızlıkçı” çizgide ısrarıdır. Çünkü “sistem” 80 sonrası solu liberallerle müttefik olarak büsbütün Kürtçülüğün dümen suyuna monte etmek istemiş ve bunun için insan hakları, azınlık hakları vs. gibi söylemlerle AB kanalını kullanarak zımnen kendisine bağlamıştır. Oysa Attila İlhan bu gidişatı çok önceden, 1980 evvelinden gören, bir ayağı daima TÜRKLÜK çizgisinde kalmış ve bu çizginin ne kadar önemli olduğunu daha Paris’te anlamış örnek bir aydındır.

Aslında biraz daha geriye dönüp bakınca, içinde bulunduğu çevreyle sürekli bir çatışma yaşadığını, daima ikaz levhası gibi sorumluluk aldığını ve kendi mahallesinin yangın alarmı vazifesini üstlendiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. 68 kuşağının silahlı hareketlere giriştiği zamanlarda, en baba solcu yazarların gaza gelip “devrimin ayak sesleri” türküsü çağırmaya başladığı dönemde bütün herkesi karşısına almak pahasına “Faşizmin Ayak Sesleri”ni yayınlamış ve nitekim akabinde gelen 12 Mart diğerlerini değil, onu doğrulamıştır.

Son senelerinde belli konularda iyice sertleşen çıkışları sebebiyle onu jakoben olmakla suçladılar. Oysa şimdilerde liberallerin sofrasından kalkmayan bu kişiler, 1970’li yıllarda “ordu göreve” sloganları atararken, Attila İlhan o günlerde bile jakoben olmamıştı. O her zaman olduğu gibi “sisteme” ve sistemin planlı saldırılarına karşı kendi düşünce bütünlüğüne sadık kalarak hesapları bozmaya çalışmış ve Hulki Cevizoğlu’nun meşhur programında bahsettiği “dip dalgasını” gençlik başta olmak üzere Türk milletinden beklemiştir. Bu doğrudan ‘sistem’ diye bahsettiği Yeni Dünya Düzeni projelerine karşı milli bir tavır alışa davet veya temenni niteliğinde kabul edilmeli.

Yazı hayatının son 40 senesi batıcılıkla doğrudan bir hesaplaşma üstüne kuruludur. Hangi Batı adlı eseri batılaşma fikrini açıktan bir ihanet olarak ele alan yaklaşımıyla bulunduğu çevre adına put kırıcı bir sestir. İlk basımı 1972’de yapılan bu eserden yine ilk basımı 2000 senesinde yapılan Avrasya’da Dolaşan Hayalet: Sultan Galiyef kitabına kadar geçen süre zarfında batıyla ciddi bir kavgası vardır. Son nefesine kadar da bu kavgayı sürdürmüş bir düşünce şövalyesidir o.

“Uygarlığımızı değiştirmek ne laf? Toplumsal ve nesnel bir gerçek istekle değişir miymiş? Türk’üz, Türk kalacağız.” (1) diyordu ve kendi Türklük tarifi içinde de son nefesine değin Türk kaldı.

1997 senesinde yazdığı bir yazıda “gençliğinin bir döneminde, halkı için elini ateşe sokmaya hazır görünen” ama ilerleyen süreçte “liberal burjuvazi” ile ortak cephe önermeye kadar varan eski tüfek solcular etrafında durum tespitleri yapıyor ve bakın lafı nereye getiriyordu:

“…liberal burjuvazi ise, zaten komprador olduğu için, çoktan ‘küreselleştirilmiş’; ‘sistem’in tasarladığı plana göre, Irak kuzeyinde ‘Kürdistan’la federasyon da düşünebiliyor; Boğazlar’da, uluslar arası kontrol de!” (2)

Bu satırların üstünden 19, İlhan’ın ölümünün üstünden ise bugün itibariyle 11 sene geçti. O günlerde bu satırlar hâlâ iyimserliğini koruyan çok kişiye muhtemelen şairin gerilim dolu “an gelir paldır küldür yıkılır bulutlar” türü şiirlerinden bir motif gibi gelmiş ve solun hatırı sayılır bir kesiminin bir gün Amerikancı liberal burjuvazi ile aynı çizgide at oynatacağına kimse inanmak istememiştir. Nihayetinde “dönekler” için yazılmış şeylerdi. Ciddiye almaya değmezdi. Attila İlhan oturup şiir yazmalı, bu paranoyalardan vazgeçmeliydi.

“Sistem” 80 sonrası solu liberallerin müttefiki olarak büsbütün Kürtçülüğün dümen suyuna monte etmek istedi derken ne kastettiğimiz şimdi daha iyi anlaşılıyor mu? 06-07 Ekim 2014 kalkışmasıyla kör göze parmak batırırcasına aleniyet kazanan bu birlikteliğin nihayet Adımlar Dergisi’nin bombalanmasıyla apayrı bir savaşın fitilini ateşlemesi ve bütün o keskin sözde sol grupların ‘Biji Obama’ höykürüşüyle Amerikan bayrağı altında kara piyadeliği yapan Kürtçülerin safına katılması sizce tesadüf olabilir mi? Her bir cümlesinde “kahrolsun Amerika ve işbirlikçileri” vurgusu yaparak, Amerika’yı kurtarıcı olarak bölgeye davet eden zihniyetin yanında yer alabilmek az buçuk bir maskaralık değil.

Attila İlhan yaşasaydı bütün netliği ile “bu maskaralık asla bir tesadüf değil” der ve hemen önündeki kâğıtların arasından bir not bulup çıkarır, “bunu filan tarihte yazmıştım” diye çok eski yazılarından birisiyle bizi bir kere daha şaşırtırdı.

Şimdi onun eski bir yazısıyla yüzleşmenin tam sırası:

“Cumhuriyetin ilk kuşaklarından itibaren, Türkiye’de bir Arap düşmanlığı almış yürümüştür. Temeli de aynı: Birinci Dünya Savaşı sırasında Lawrence’nin dağıttığı altınlar, bunlara satılıp Osmanlı’yı çöl savaşında arkasından hançerleyen Arap şeyhleri! Bunda hiç kuşkusuz gerçek bir yan bulunuyordu, bulunuyordu ama, İngiliz emperyalizminin bölgedeki petrol çıkarlarını güven altında tutmak için Türklerle Araplar arasında sürekli bir düşmanlığı körüklemenin ne kadar yararlı olacağı da açıktı. Bunu ne zaman anladım bilir misiniz, İkinci Dünya Savaşından sonra, ilk tanışmak olanağını bulduğum Mısırlı aydın solcular, bana Türkiye’nin Araplara ihanetinden söz ettikleri zaman! Aaa, adamlar bizim onlara yakıştırdığımız kusurların aynını, bizde buluyorlardı; onları yalnız bırakmışız, terk etmişiz, batılı olmuşuz, gâvur olmuşuz filân!

Demek tavşana kaç tazıya tut politikasıyla, emperyalizm amacını bir güzel gerçekleştiriyordu.” (3)

Üstünden neredeyse 50 senelik bir zaman geçen bu satırlar, Türk ordusunun ABD’nin hava desteğini alarak direnişçi Arapları imha etmek için Suriye’ye girdiği şu günlerde olduğu kadar hiç önemli ve anlamlı olmamıştır sanırım. “Türklerle Araplar arasında sürekli bir düşmanlığı körüklemenin” kimin yararına olacağı ve tersinden bakarsak bu düşmanlığın ortadan kalkmasının en çok kime zarar vereceği o kadar açık yazılmış ki. İşin en acısı, Attila İlhan’ın düşüncelerine bağlı olduğunu ileri süren bazı ulusalcıların da tıkandığı yer tam burasıdır ve işin ucu bir Türk-Arap dayanışmasına geldiği zaman orada çuvallayıvermelerinin…

Esasında bu yazıya başlamadan evvel niyetim oturup bir güzelce şair Attila İlhan’ı konuşmaktı. Onun bizde gelişen toplumcu şiire niçin ‘inek toplumculuğu’ adını taktığı, şiirde ‘ulusal bileşim’ derken kastının ne olduğu, sinema şeridi gibi akan korku, gerilim ve macera öğelerinin ardında saklı gerçekler, cinsel ve duygusal çapraşıklıklar, aşkın diyalektiği vs. Ama Türkiye öyle günlerden geçiyor ki, bu defa ben konuyu değil, konu beni seçti desem yeridir. Yine de noktayı bir şiirle koymak iyi olur. Son şiir kitabının son şiirinden bir bölüm, anlamak isteyene “vasiyet” niyetine:

bana bir şimşek çak

içim içime sığmıyor artık

vahim bir çağrışımdan

daha vahimine atlamaktayım

…….

yaşamak mı gerek

yoksa unutmak mı

şaşırmaktayım

……..

galiyef ‘yoldaş’ ne olacak

galiyef ‘yoldaş’ sibirya sürgünü

elinde bir mektup eski yazıyla

artık yüzünü bile unuttuğu

karısından

burnunda sadece kokusu

ilkbahar kadar müşfik

sonbahar kadar sıcak

galiyef ‘yoldaş’ ne olacak

avrasya’da hâlâ ‘mazlumlar’ın uğultusu

kısa bozkır atlarının nallarından

gizli kıvılcımlar ki etrafa saçılıyor

‘azadlık’ mermileridir

çekirdekleri çelik

cehennem gibi sıcak (4)





DİPNOTLAR

1- Attila İlhan, Hangi Batı, Bilgi yayınevi, 3.basım, Şubat 1982, S: 28
2- Attila İlhan, Avrasya’da Dolaşan Hayalet Sultan Galiyef, Bilgi Yayınevi, 1.Basım, Temmuz 2000, S:123
3- Attila İlhan, Hangi Batı, a.g.b. S: 166
4- Attila İlhan, Kimi Sevsem Sensin, Bilgi Yay. 2.Basım, Şubat 2001, S: 96,98

Kaynak: Adımlar dergisi

Attilâ İlhan'ın vefat yıl dönümü

Attilâ İlhan (d. 15 Haziran 1925 - ö. 11 Ekim 2005), Türk şair, romancı, denemeci, gazeteci ve eleştirmen. Entelektüel çalışmalarıyla Türk edebiyat ve düşünce dünyasına önemli katkıları olmuş bir aydındır.

Hayatı

15 Haziran 1925'te Menemen'de doğdu. Tam ismi, Attilâ Hamdi İlhan'dır. İlk ve orta eğitiminin büyük bir bölümünü İzmir ve babasının işi dolayısıyla gittikleri farklı bölgelerde tamamladı. İzmir Atatürk Lisesi birinci sınıfındayken mektuplaştığı bir kıza yazdığı Nazım Hikmet şiirleriyle yakalanmasıyla 1941 Şubat'ında, 16 yaşındayken tutuklandı ve okuldan uzaklaştırıldı. Üç hafta gözetim altında kaldı. İki ay hapiste yattı. Türkiye'nin hiçbir yerinde okuyamayacağına dair bir belge verilince, eğitim hayatına ara vermek zorunda kaldı. Danıştay kararıyla, 1944 yılında okuma hakkını tekrar kazandı ve İstanbul Işık Lisesi'ne yazıldı. Lise son sınıftayken amcasının kendisinden habersiz katıldığı CHP Şiir Armağanı'nda Cebbaroğlu Mehemmed şiiriyle ikincilik ödülünü pek çok ünlü şairi geride bırakarak aldı. 1946'ta mezun oldu. İstanbul Hukuk Fakültesi'ne kaydoldu. Üniversite hayatının başarılı geçen yıllarında Yığın ve Gün gibi dergilerde ilk şiirleri yayınlanmaya başladı. 1948'de ilk şiir kitabı Duvar'ı kendi imkânlarıyla yayınladı.

Paris yılları

1948 yılında, üniversite ikinci sınıftayken Nâzım Hikmet'i kurtarma hareketine katılmak üzere ilk kez Paris'e gitti. Bu harekette aktif rol oynadı. Fransız toplumu ve orada bulunduğu çevreye ilişkin gözlemleri daha sonraki eserlerinde yer alan birçok karakter ve olaya temel oluşturmuştur. Türkiye'ye geri dönüşünde başı sık sık polisle derde girdi. Sansaryan Han'daki sorgulamalar ölüm, tehlike, gerilim temalarının işlendiği eserlerinde önemli rol oynamıştır. Şair bu gerilim havasını ilk şiirlerinde olmasa da özellikle Bela Çiçeği gibi kitaplarında eski günlerini yad ettiği ya da eleştirdiği şiirlerini yayınladı. Birkaç kez gözaltına alındı.

İstanbul - Paris - İzmir üçgeni

1951 yılında Gerçek gazetesinde bir yazısından dolayı soruşturmaya uğrayınca Paris'e tekrar gitti. Fransa'daki bu dönem, Attilâ İlhan'ın Fransızcayı ve Marksizmi öğrendiği yıllardır. 1950'li yılları İstanbul - İzmir - Paris üçgeni içerisinde geçiren Attilâ İlhan, bu dönemde ismini yavaş yavaş Türkiye çapında duyurmaya başladı. Yurda döndükten sonra, Hukuk Fakültesi'ne devam etti. Ancak son sınıfta gazeteciliğe başlamasıyla beraber öğrenimini yarıda bıraktı. Sinemayla olan ilişkisi, yine bu dönemde, 1953'te Vatan gazetesinde sinema eleştirileri yazmasıyla başlamıştır.

Sanatta Çok Yönlülük

1957'de gittiği Erzincan'da askerliğini yaptıktan sonra, tekrar İstanbul'a dönüş yapan Attilâ İlhan sinema çalışmalarına ağırlık verdi. Onbeşe yakın senaryoya Ali Kaptanoğlu adıyla imza attı. Sinemada aradığını bulamayınca, 1960'ta Paris'e geri döndü. Sosyalizmin geldiği aşamaları ve televizyonculuğu incelediği bu dönem, babasının ölmesiyle birlikte yazarın İzmir dönemini başlattı. Sekiz yıl İzmir'de kaldığı dönemde, Demokrat İzmir gazetesinin başyazarlığını ve genel yayın yönetmenliğini yürüttü. Aynı yıllarda, şiir kitabı olarak Yasak Sevişmek ve Aynanın İçindekiler dizisinden Bıçağın Ucu yayımlandı. 1968'de evlendi, 15 yıl evli kaldı.

İstanbul'a dönüş

1973'te Bilgi Yayınevi'nin danışmanlığını üstlenerek Ankara'ya taşındı. Sırtlan Payı ve Yaraya Tuz Basmak'ı Ankara'da yazdı. 1981'e kadar Ankara'da kalan yazar Fena Halde Leman adlı romanını tamamladıktan sonra İstanbul'a yerleşti. İstanbul'da gazetecilik serüveni Milliyet (2 Mart 1982 - 15 Kasım 1987) ve Gelişim Yayınları ile devam etti. Bir süre Güneş gazetesinde yazan Attilâ İlhan, 1993-1996 yılları arasında Meydan gazetesinde yazmaya devam etti. 1996 yılından 2005 yılına kadar köşe yazılarını Cumhuriyet gazetesi'nde sürdürdü. 1970'lerde Türkiye'de televizyon yayınlarının başlaması ve geniş kitlelere ulaşmasıyla beraber Attilâ İlhan da senaryo yazmaya geri dönüş yaptı.

Sekiz Sütuna Manşet, Kartallar Yüksek Uçar ve Yarın Artık Bugündür halk tarafından beğeniyle izlenilen diziler oldu.

İlk romanı Sokaktaki Adam yayımlandığında 10 roman yazmıştı. Bunlar hiç gün ışığına çıkmadı. Attilâ İlhan bunun sebebini bir söyleşide şöyle açıklıyor: "... birçok roman yazdım daha önceden. Ama neden yayınlamadım? Çok akıllıca bir sebebi vardı. Çünkü biliyorum ki yazarlar ilk romanlarında kendilerini anlatırlar. O da romancılık değildir. Günlük tutmaktır." (Düşün, Haziran 1996).

Roman serüvenine başladığında döneminin diğer yazarları daha çok yerel ve kırsal olayları, kişileri işlerken Attilâ İlhan şehir insanını Türkiye'nin yakın dönem tarihini siyasal, ekonomik ve sosyal yanlarıyla ele alan bir yapı içerisinde işliyordu. Sadece İstanbul, İzmir gibi Türkiye'nin büyük şehirlerini, işlediği dönemin yaşam tarzını, ekonomik ve sosyal sorunlarını kahramanlarının gözüyle yansıtmakla yetinmiyor; aynı zamanda, batı kültürünün Türkiye'ye ne şekilde yansıdığını, olumlu ve olumsuz etkilerini, çizdiği karakterlerle ve Avrupa'daki şehirlerle örtüşen bir yapı içerisinde irdeliyordu.

Hazırlık ve Arayış Dönemi

Romanda 'hazırlık ve arayış dönemi' diye nitelendirilebilecek dönemde, yayımladığı Sokaktaki Adam ve Zenciler Birbirine Benzemez'de yazarın Paris'te yaşadığı yıllara ait deneyimlerinin ve gözlemlerinin karakterlere yansıdığı görülür. Yazıldığı yıllarda Türkiye'deki batılılaşma uğruna toplumdan kopan kişilerin bocalamaları Sokaktaki Adam'da ele alınırken, Zenciler Birbirine Benzemez'de Avrupa'da komünist ve anti-komünist mültecilerle karşılaşan, hayal kırıklığına uğramış bir devrimci anlatılır. Her bölümün farklı bir karakterin ağzından aktarıldığı Sokaktaki Adam, Attilâ İlhan'ın edebiyatımıza getirdiği yeni bir söylem olarak alınabilir. Daha sonraki romanlarında da görüleceği gibi, diyalektik bir yaklaşımla işlenen olaylarda kahramanlar güçlü ve zayıf yanlarıyla okura ulaşır; birbirlerini suçlamaz ve okuyucuda önyargı oluşturmazlar. Attilâ İlhan, Zenciler Birbirine Benzemez için bakın neler diyor:" Kitap 'soğuk savaş'ın en belalı döneminde yazıldı, yayınlandı. Çok ikircikli bir sorunu tartışıyordum. Romanın kahramanı, İstanbul'daki ve Paris'teki 'solcu' çevrelerle düşüp kalkıyor, bunlarla ilişkilerini ve tartışmalarını anlatıyordu, her şeyi olduğu gibi yazmak, romanın yayımlanmasından vazgeçmekle eşitti. Bu bakımdan, içeriğine hafif flu bir hava verdim."

Romanın dilinin farklılığını ise yazıldığı dönem içerisinde yoğun Fransızca çalışmasına bağlayan yazar, bazı cümleleri Fransızca düşünüp Türkçe yazmıştır.

Olgunluk dönemi

Yazarın "olgunluk dönemi" diye tanımlanabilecek edebiyat süreci Kurtlar Sofrası ile başlar. Sokaktaki Adam'da ne istediğini değil, ne istemediğini bilen biri anlatılırken; Zenciler Birbirine Benzemez'de Mehmed-Ali istedikleri ile istemedikleri arasında mütereddit bir karakteri yansıtmaktadır. Oysa Kurtlar Sofrası'nda Mahmud ne istediğini çok iyi bilen bir karakteri çizer. Bu üç romanıyla Attilâ İlhan Türk aydınına farklı açılardan bakar, fikirlerini diyalektik-materyalist bir sentez içinde derleyerek Türkiye için bir sentez önerir- ki sonradan yazdığı yedi kitaplık Aynanın İçindekiler serisi de bu zemine oturmaktadır. Bıçağın Ucu, Sırtlan Payı, Yaraya Tuz Basmak, Dersaadet'te Sabah Ezanları, O Karanlıkta Biz, Allah'ın Süngüleri: Reis Paşa ve Gazi Paşa bu seriyi oluşturan romanlardır. Her romanda yer alan karakterler, Türkiye'nin tarihinde köşebaşlarını oluşturmuş dönemlere ayna tutan aydınlardır. Tarihi olaylar, politik ve sosyal dengelerle ele alınır. Birbirleriyle bağlantısı olan karakterlerden herbiri bir romanda ön plana çıkar ve olaylar onun gözlemleriyle aktarılır. Bu serinin bütünü irdelendiğinde yine, yazarın Türk aydınına yakın tarihimize bir bakma şansı tanıdığını ve kendi toplumcu-gerçekçi bakış açısıyla önergeler sunduğu görülür.

Ölümü

Attilâ İlhan ilk kalp krizini 1985 yılında geçirdi. Bu tarihten sonra kardiyolojik sorunları devam eden İlhan'ın 2004'ten itibaren sağlık durumu daha da bozuldu. 11 Ekim 2005'te İstanbul'daki evinde geçirdiği ikinci kalp krizi sonucu hayata veda ettiğinde 80 yaşındaydı.

2003 Sertel Demokrasi Ödülü'ne layık görülmüştür. 1946 CHP Şiir Yarışması İkinciliği 1974 Türk Dil Kurumu Şiir Ödülü tutuklunun Günlüğü ile 1975 Yunus Nadi Roman Armağanı Sırtlan Payı ile

Ailesi tarafından vefatından sonra 2007 yılında kurulan Attilâ İlhan Bilim Sanat Kültür Vakfı çalışmalarına devam etmektedir.

Eserleri

Müzik albümleri

* An Gelir / Kendi Sesinden Şiirleri (2006)

Romanları

* Sokaktaki Adam (1953)
* Zenciler Birbirine Benzemez (1957)
* Kurtlar Sofrası (1963)
* Aynanın İçindekiler serisi
o Bıçağın Ucu (1973)
o Sırtlan Payı (1974) Yunus Nadi Roman Armağanı
o Yaraya Tuz Basmak (1978)
o Dersaadet'te Sabah Ezanları (1981)
o O Karanlıkta Biz (1988)
o Allah'ın Süngüleri: Reis Paşa (2002)
o Gazi Paşa (2006)
* Fena Halde Leman (1980)
* Haco Hanım Vay (1984)
* O Sarışın Kurt (2007)

Deneme-Anı

* Abbas Yolcu (1957)
* Yanlış Kadınlar Yanlış Erkekler (1985)
* Sosyalizm Asıl Şimdi (Ekim 2006 İş Bankası Yayınları)

Anılar

* Hangi Sol (1970)
* Hangi Batı (1972)
* Hangi Seks (1976)
* Hangi Sağ (1980)
* Hangi Atatürk (1981)
* Hangi Edebiyat (1991)
* Hangi Laiklik (1995)
* Hangi Küreselleşme (1997)

Cumhuriyet söyleşileri

* Bir Sap Kırmızı Karanfil (1998)
* Ufkun Arkasını Görebilmek (1999)
* Sultan Galiyef - Avrasya`da Dolaşan Hayalet (2000)
* Dönek Bereketi (2002)
* Yıldız, Hilâl ve kalpak


KAYNAK: VİKİPEDİ

Etiketler: Attila İlhan Sultan Galiyef Avrasya Yıldız, Hilâl ve kalpak Hangi Küreselleşme Hangi Laiklik Hangi Atatürk Abbas Yolcu

AN GELİR

an gelir
paldır küldür yıkılır bulutlar
gökyüzünde anlaşılmaz bir heybet
o eski heyecan ölür
an gelir biter muhabbet
çalgılar susar heves kalmaz
şatârâbân ölür

şarabın gazabından kork
çünkü fena kırmızıdır
kan tutar / tutan ölür
sokaklar kuşatılmış
karakollar taranır
yağmurda bir militan ölür

an gelir
ömrünün hırsızıdır
her ölen pişman ölür
hep yanlış anlaşılmıştır
hayalleri yasaklanmış
an gelir şimşek yalar
masmavi dehşetiyle siyaset meydanını
direkler çatırdar yalnızlıktan
sehpada pir sultan ölür

son umut kırılmıştır
kaf dağı'nın ardındaki
ne selam artık ne sabah
kimseler bilmez nerdeler
namlı masal sevdalıları
evvel zaman içinde
kalbur saman ölür
kubbelerde uğuldar bâkî
çeşmelerden akar sinan
an gelir
-lâ ilâhe illallah-
kanunî süleyman ölür

görünmez bir mezarlıktır zaman
şairler dolaşır saf saf
tenhalarında şiir söyleyerek
kim duysa / korkudan ölür
-tahrip gücü yüksek-
saatli bir bombadır patlar
an gelir
Attila ölür

Attila İLHAN


‘Batı ittifakı ve NATO üyeliğinden bu tarafa, ‘sistem’ ekonomiden kültüre, savunmadan eğitim ve öğretime, bütün ‘Ulusal’ kalelerimizi düşürmek peşindedir. Dil’ini ve din’inin açık açık, göstere göstere, dayatmaya başlamıştır..

Attilâ İlhan
BİR MİLLET UYANIYOR'dan


'Batı', -isteyen Emperyalizm anlayabilir-, üçüncü ülkelere bulaştı mı; hemen oracıkta, kendi 'İslamcılığı'nı, kendi 'Türkçülüğü'nü, kendi 'Komünistliği'ni örgütler; bu, yalnız Türkiye'de değil, her yerde böyle olmuştur; halen de böyledir; uygulamasını, şu yakınlarda Sovyetler'de, Yugoslavya'da, Gürcistan'da, Ukrayna'da gördük; ülkemizde de bugün bile, meraklısı isterse; kaşla göz arasında, Batı yandaşı Müslümanlığı, Batı yandaşı Türkçülüğü, Batı yandaşı Sosyalistliği sayabilir: Aslında, 'Sistem'in bir süredir 'evrensel ideoloji' konumuna taşımaya çalıştığı 'Küreselleşme' budur, ki, yerküre'de Emperyalizm'in mutlak hegemonyasını ifade ediyor...'

Attila İLHAN
Gün, 'o gün' olmasın?
(Cumhuriyet, 21.01.2005)
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder E-posta gönder Yazarın web sitesini ziyaret et
Önceki mesajları göster:   
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> EDEBÎYAT Tüm zamanlar GMT
1. sayfa (Toplam 1 sayfa)

 
Geçiş Yap:  
Bu forumda yeni başlıklar açamazsınız
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz
Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız


Powered by phpBB © phpBB Group. Hosted by phpBB.BizHat.com


Start Your Own Video Sharing Site

Free Web Hosting | Free Forum Hosting | FlashWebHost.com | Image Hosting | Photo Gallery | FreeMarriage.com

Powered by PhpBBweb.com, setup your forum now!
For Support, visit Forums.BizHat.com