EntellektuelForum Forum Ana Sayfa EntellektuelForum

 
 SSSSSS   AramaArama   Üye ListesiÜye Listesi   Kullanıcı GruplarıKullanıcı Grupları   KayıtKayıt 
 ProfilProfil   Özel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapınÖzel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapın   GirişGiriş 

Menderes

 
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> YAKIN TARİH
Önceki başlık :: Sonraki başlık  
Yazar Mesaj
Ekim



Kayıt: 21 Arl 2007
Mesajlar: 2634
Konum: Kanada

MesajTarih: Pts Ksm 24, 2008 7:37 pm    Mesaj konusu: Menderes Alıntıyla Cevap Gönder

AB-D Eşbaşkan Erdoğan’ı tasfiye mi ediyor? -2-

Murad Salih
03.03.2012



Burada cevaplanması gereken asıl soru şu...

AB-D kendisine bu kadar sadık bir llderi niçin harcamaya karar vermiş olabilir?..

Bu soruya doğru cevap verebilmek için kısa bir tarih yolculuğu yapmak lâzım...

Olay cumhuriyet döneminde geçtiğine göre...

Cumhuriyetin kuruluş dönemine göz atmakta fayda var...

Bu işin ilk düğüm noktası Mudanya Mütarekesi...

Anadolu'daki işgali başarıyla kaldıran ve işgalciyi İzmir’de denize döken bir ordu, Trakya ve İstanbul’daki İşgale sıra gelince niçin durmuş ve Batı emperyalizmiyle masaya oturmaya niçin razı olmuştur?

Bu düğüm çözülmeden...

Yani, “Tam bağımsızlık” hedefiyle yola çıkan,“Ya istiklâl ya ölüm” şiarıyla yürüyen Millî Mücadele şuuru ve onun arkasındaki "Misak-ı Millî" iradesinin Mudanya-Lozan hattında nasıl buharlaştırılıp yokedildiği anlaşılmadan...

Bu kumpasa karşı çıkan 1. Meclis’in muhaliflerinin bir darbe ile niçin Meclis’in kapısına konulduğu da anlaşılamaz...

Bu anlaşılalamayınca da...

Batı emperyalizmine nasıl kul köle haline getirildiğimizi anlamak mümkün değildir...

Ve...

Kendine “uUusalcı” diyen bazılarının yaptığı gibi “Lozan bağımsızlığımızın tapusudur” diye ortalıkta dolanır, dostu da düşmanı da kendinize güldürürsünüz...

Lozan’ın “Tapu belgesi” olduğu doğru da...

Onun "Bağımsızlığımızın tapu belgesi” olduğunu idia edebilmek için tam bir yakın tarih cahili olmak lâzım...

Çünkü Lozan bizim "tam bağımsızlığımız"dan da, vatan topraklarımız üzerindeki egemenliğimizden de feragat ettiğimze, mülkümüzü Batı emperyalizmine “Bila kay ü şart” teslim ettiğimize dair tapu belgesidir...

İstanbul ve Çanakkale boğazları kimin?

Bizimse niçin boğaz trafiğini tehlikeye atan transit gemilere kılavuz kaptan mecburiyeti getiremiyor...

Boğazdan geçen gemilerden geçiş ücreti alamıyoruz?

Boğazların her iki yakasına koruma amaçlı dahi olsa, silahlı askeri alanlar tesis edemiyoruz?

Çanakkale boğazını 1. Dünya savaşında koruyan tabyaların efsanevi topları bile niçin yerinde değil?

Lozan öncesi bizim olan Ege adaları, Yunanları yenmemize rağmen nasıl “Yunan Adaları” oldu?

Misakı Millî’nin kırmızı çizgileri olan bugünkü Kuzey Irak’ın tamamı ile, Antakya (Hatay) dahil Halep’in 40 kilometre aşağısından geçen bir hatla bugünkü bütün Kuzey Suriye’den (Türkmen ve Kürt nüfusun o gün yoğun olarak yaşadığı vatan topraklarımızdı) ne karşılığında vazgeçildi?

Ya Batı Trakya?

Biz Yunanlıları İzmir’den denize dökmemiş miydik?

Vatan topraklarımızdan olan Batı Trakya’yı Yunanlılara kim, niçin hediye etti?

Lozan Anlaşması imzalandğında bu konudaki görüşü sorulan Son Osmanlı Sadrazamı Tevfik Paşa’nın şöyle cevap verdiği rivayet edilir: “Yunan işgali devam etseydi, bu millet birkaç yıl gecikme ile de olsa, istiklâlini yine kazanırdı... Ancak Lozan’da milletin bağrına öyle bir hançer saplandı ki; bu hançerin çıkarılması yüz senede zor gerçekleşir!”

İleri görüşlülük diye ben buna derim...

90 yıl geçti o hançer halâ bağrımızda duruyor...

Çıkaramadık...

Neyse...

Uzatmayalım da konu dağılmasın...

***



Daha yakın zamanlara gelelim ve yeni ortaya çıkan bir belgeye gözatalım:

[Irak işgalinin tam gaz devam ettiği 2003 yılında, Londra'daki Royal Halloway College öğretim üyelerinden Matthew Jones, bir araştırması esnasında "ilginç" belgeler buldu. 1957 yılında Büyük Britanya Başbakanı Harold Macmillan ile ABD Başkanı Dwight Eisenhower arasında yapılmış bir planı gösteren belge, Amerikan ve İngiliz gizli servislerinin desteğinde Suriye'nin işgali öngörüyordu. (tıklayınız:http://www.guardian.co.uk/politics/2003/sep/27/uk.syria1 ) Plana göre Suriye sınırlarında yaşanan bazı olaylar bahane edilerek ülke, "Suriye'nin Batı müttefiki komşusu" tarafından işgal edilecekti. Irak'la Suriye'nin arası iyi. O halde, "Suriye'nin Batı müttefiki komşusu", şimdi olsa olsa Türkiye olabilir! (..) Plan, Washington'da hazırlanmış. Birkaç ayrıntıdan bahsetmekte fayda var. Plandan bölümler:

"Kurtarıcı (muhalif) güçlerin ilerlemesini kolaylaştırmak için, ayaklanmanın ilk aşamasında, önemli şahsiyetler ortadan kaldırılmalı. (...) CIA ve SIS (o zamanın İngiliz gizli servisi) küçük sabotajlar düzenlemeli ve bunun için oradaki bağlantılar kullanılmalı. (...) Olaylar Şam ile sınırlı olmamalı. (...)
Sınır olayları ve manipüle edilmiş çatışmalar bahane edilerek ülke işgal edilmeli. CIA ve SIS, bölgede gerilimi artırmak amacıyla, psikolojik savaşta gerekli gizli operasyonları yapmalı."

Plan yapıldığında Suriye, Soğuk Savaş döneminin Sovyet nüfuz bölgesinde bulunuyordu. ]
(4).

Suriye’de rejimin, dıştan askeri destekle değişikliğini öngeren emperyalist Plan 1957 tarihli...

1957 Türkiye’de seçim yılı...

Demokrat Parti üçüncü defa tek başına iktidar oluyor...

Acaba bu emperyalist plan, Menderes’in önüne seçimi yeniden kazanma diyeti olarak konuldu da...

O bir şekilde ayak mı sürüdü de.. (5)

27 Mayıs NATO darbesiyle devrilip idam edildilerek onun için mi cezalandırıldı?...

Bilmiyorum ama benzerlik ilginç...

Son seçimden önce Libya’nın haçlılar tarafından işgaline ön ayak olan tezkereyi Meclis’ten geçiren AKP (24.03.2011) ...

12 Haziran 2011’de yapılan genel seçimde AB-D/Fetullah medyası ve CHP’nin her zamanki gibi “Kötü adam” rolünü “Tecavüzcü Coşkun”a taş çıkaracak bir inandırıcılıkta oynaması sayesinde; üçüncü defa tek başına iktidara geldi...

Daha seçim yorgunluğunu üzerinden atamadan, seçim öncesi yağlı ballı olduğu Esad’a sövüp saymaya, tehditler savurmaya başladığında herkes hayretler içinde kaldı...

Demek ki seçimleri kazanmanın ilk diyeti Suriye idi...

Menderes’in önüne konulan Suriye’deki planın hemen hemen aynısı Tayyip Erdoğan’ın önüne konulmuştu...

Anlaşılan Emperyalizm, Eşbaşkan’dan Kış’tan önce ordularını Suriye’ye sokmasını istiyordu...

Ancak Rusya, Çin, İran ve hatta İşgal altındaki Irak bile sağlam durunca işler sarpa sardı...

Üstelik önümüz kıştı...

Ve...

Türkiye elektriğinin yüzde ellisini ve ısınmanın büyük bölümünü doğalgazla yapıyordu...

Doğalgazın vanaları ise İran ve Rusya’nın elindeydi...

Rusya ve İran’la kış öncesi papaz olmak Türkiye'deki hükümet için intiharla eş anlamlıydı...

O oldu, bu oldu Tayyip Erdoğan kendisinden beklenen Irak, Afganistan ve Libya’da gösterdiği gibi “üstün bir performansı” Suriye konusunda gösteremedi.

Ve...

Dipnotlar:
4- ). Selçuk Salih Caydi , “Suriye'nin Türkiye tarafından işgalini öngören 1957 Amerikan-İngliz planı mı?” 16.2.12, http://konstantiniye.blogspot.com/

5-) Banu Avar, bu planı Menderes hükümeti’nin kabul ettiğini ancak diğer Arap ülkelerinin kabul etmemesi üzerine planın uygulamadığını iddia ediyor ama: yazısında buna dair herhangibir delil yok. Böyle bir delil veya emare’ye ulaşmış olsaydı bunu tipik bir ulusalcı gazeteci refleksi ile muhakkak kullanırdı diye düşünüyorum. Yani Banu Avar’ın bu iddiası tamamiyle şahsî tahminine dayanıyor olmalı: Bkz: “55 Yıl Sonra Gizli 'PLAN' Yine Masada!”, Banu AVAR, 13 Şubat 2012
(Devam edecek)


Bu yazı dizisinin diğer bölümleri için: http://entellektuel.s4.bizhat.com/viewtopic.php?p=5974#5974

Menderes'in İmamı Azam düşüncesi

Bağdat'ta İmam-ı Azam'ın türbesini ziyaret eden Adnan Menderes, türbenin yanında bir süre mürakebeye dalar. Menderes, kendisini derin düşünceye daldıran şeyi şöyle açıklar:

14 Haziran 2009 18:02

Zaman gazatesi yazarı Mustafa Armağan'ın gazetenin pazar ekindeki yazısı...

Menderes, İmam-ı Azam'ın türbesinde neler düşündü?

Geçen hafta 1921'de Suriye sınırı çizilirken Hasan Basri Çantay'ın, topraklarımızın peşkeş çekildiğini söylediğini aktarmış ve sormuştum: Bilin bakalım Çantay bugün hangi partinin sıralarında oturuyor? Sayın Aydın Menderes arayarak bu soruyu bana yöneltti. Kendisine fakirin de o cevabın hasretiyle yandığını söylemekle yetindim.


Hazır Aydın Bey'i yakalamışken sormadan edemedim: Rahmetli babanızın Bağdat'ta İmam-ı Azam'ın türbesini ziyaretinde söyledikleri doğru mudur? Sağ olsun, kendisi birkaç koldan teyit etti olayı.

Olayı anlatan kişi, başlangıçta CHP'den meclise girmiş olup 1954 seçimlerinde DP'den milletvekili seçilmiş olan Sebati Ataman. (Nazlı Ilıcak'ın "Menderes'i Zehirlediler!" (1989) adlı kitabında Ataman'la yaptığı söyleşiden aktaracağım.) Siz ne söylediğini merak ededurun, ben o sözleri bir çerçevenin içine yerleştirmek istiyorum ki, tesadüfen söylenmediği anlaşılabilsin.

İsmet İnönü'nün cumhurbaşkanlığı devrinde Araplarla ilişkilerin geliştirilmesi için tek bir adım dahi atılmamış, daima olumsuz tavır takınılmıştır. 28 Mart 1949'da İsrail'i tanıyan ilk Müslüman devlet olduğumuzu ve bu tutumun bizi Arap aleminden iyice koparttığını bilmekte fayda vardır. Prof. Hüseyin Bağcı'nın da belirttiği gibi İsrail'i tanımış olmak, Menderes'in CHP'den devraldığı bir 'dış politika yükü'ydü. Bu yük, ancak ileriki yıllarda ortadan kaldırılacaktı.

İşte Türkiye ile Irak arasında 24 Şubat 1955'te imzalanan ve sonradan İngiltere, Pakistan ve İran'ın da katılımıyla Ortadoğu'nun Türkiye'nin önderliğinde toparlanması çabasının arkasındaki dış politika manzarası buydu.



Menderes'in kuruluşunda katkıları olduğu Libya'yı ziyareti sırasında Turgut Reis'in türbesinde Fatiha okurken çekilmiş bir fotoğraf (15 Şubat 1957).

Menderes, Türkiye'nin mutlaka bir Ortadoğu politikası olması gerektiğine inanıyordu. Dışişleri Bakanı Fuat Köprülü'den bu politikanın belirlenmesini isterse de sonuç alamaz. Bu arada Mısır büyükelçimizle görüşen ABD Dışişleri Bakanı Dulles'ın "Mısır siyasetiniz nedir?" sorusuna elçinin "Bilmiyorum" diye cevap vermesi bardağı taşıran damla olur. Menderes tam anlamıyla yalnızdır. Dışişleri Bakanlığı'nı kendisi sürüklemek zorundadır. İpleri eline alır ve harekete geçer.

Şu sözler kendisine ait: "Biz Arap komşularımızla dostuz. Eğer bazen bu hisler bir sis perdesi altında gizlenmiş gibi görünmüş ise de bunun geçici sebeplerden ileri geldiğine ve bundan böyle bütün bütün yok olmasının da mukadder bulunduğuna hiç şüphe etmiyoruz." Araplarla dostluğumuzun arasındaki engellerin kaldırılması kaçınılmazdır ona göre.

Öyleyse ne yapılmalıdır?

Önce İngiltere'nin, ardından da ABD'nin tutumunu yoklayan Başbakan, Ortadoğu gezisine çıkan Dulles'ı, programda yokken Ankara'ya davet eder ve uzun bir görüşme sonunda onu da ikna eder. Menderes, Nasır'a karşı harekete geçmiş ve İngiltere ile ABD'yi de ikna etmiştir. İlk hedef, Irak'la işbirliğidir. 6 Ocak 1955'te Bağdat'a giden Menderes, bir fırsatını bulup Nuri Said Paşa'yla baş başa görüşür. 13 Ocak'ta Türkiye-Irak ortak bildirisi yayınlanır. Uzun zamandır uyuşuk bir dış politika güden Türkiye'nin gösterdiği bu inanılmaz ataklık, İngiltere ve ABD'yi bile şaşırtmıştır. Daha çok şaşıran ise Mısır ve İsrail'dir. İkisi de Türkiye'nin aleyhine döner. Anlaşmayı bozmak için uğraşırlar. İsrail Devlet Başkanı Ben Gurion, şoka girmiştir. Menderes 23 Şubat'ta tekrar gider Bağdat'a ve ertesi gün, Bağdat Paktı haberi, ajanslardan dünyaya yayılmaktadır. İngiltere davet edilir pakta, sonra da ABD. Birincisi girerken, ikincisi dışarıda kalmayı tercih edecektir.

Anlattıklarımızdan çıkarılması gereken sonuç şudur: Türkiye, Atatürk döneminden sonra ilk defa Ortadoğu'da 'bir şey' yapmaya çalışmakta, öncülüğü ele almaktadır.

İşte Sebati Ataman'ın aşağıdaki hatırasını bugünlerin gazete sayfalarının arasına koyarak okuyun lütfen. Adnan Menderes, Bağdat'ta İmam-ı Azam hazretlerinin türbesini ziyarete gitmiştir. Sonrasını beraber okuyalım:

"Dualarımızı okuduk, ayrılacağız. Adnan Bey kımıldamıyor. Öylece kaldı, âdeta murakabeye daldı. Nihayet silkinip kendine geldi. Dışarı çıkarken yanına yaklaştım ve sordum: "Beyefendi, bir murakabeye daldınız, merak ettim, o esnada ne düşündünüz?" Kolumdan tutup bir kenara çekti ve şu cevabı verdi: "Sebati, bu mezarını ziyaret ettiğimiz şahsiyet, burada ve yakın şarkta, bizim memleketimiz de dahil bütün İslam ülkelerinde ebedî olabilecek bir nizam kurmuştur. Osmanlı İmparatorluğu yıkıldıktan sonra bu nizam da yıkılmış, darmadağın olmuştur. Şimdiki İslam ülkelerinin vaziyetini görüyorsun. Bu nizamın başka esaslar dahilinde yeniden kurulması, sulh ve sükûnun avdet etmesi lâzımdır. Biz de buraya bunun için geldik."

Menderes'in sözlerini dinlerken, gözüm yaşlar içinde kalmıştı. Bana "Ağlıyor musun?" diye sordu ve sözlerini sürdürdü: "Ağlama, bu olacak, muhakkak olacak, biz görmeyeceğiz ama torunlarımız muhakkak görecek."

Sebati Ataman ekliyor: "Menderes çok büyük adamdı."

Atatürk bu sözü demiş mi?

Artık Osmanlı İmparatorluğunun eski bünyesiyle ihyasına elbette ki imkân yoktur. Çünkü Balkanlı milletler bugün artık istiklâllerine kavuşmuşlardır. Bu sebeple teşkil edilecek Balkan Antantı zamanla işi idare edilirse yerini belki bir Balkan Devletleri Federasyonuna bırakabilir. Bu federasyonda devletler istiklâllerini yine muhafaza ederler. Ancak dış temsilde ve orduların idaresinde bir teşrik-i mesai bahis mevzuu olabilir. Bu böyle olunca federasyon ordularının tabii başkumandanı sanırım benden başkası olamaz... Yine sanırım ki bu, Osmanlı İmparatorluğunun yeniden fakat günün icaplarına uygun şekilde ihyası demektir. (Celal Bayar'dan nakleden: Hikmet Bil, Atatürk'ün Sofrasında, İst. ts., Ekicigil Yay., s. 77.)

Zaman-Pazar


Menderes: Müsteşarım Mason
24 Kasım 2008

"Müsteşarım bile meşrıkı a'zam (masonların başkanı). Burnumun dibine bile böyle adamlar koydular...." Menderes'in Masonlarla çarpıştığı konu...

İlahiyat fakültelerinin ilk adımı olan yüksek İslam enstitülerinin açılışı için Adnan Menderes'in büyük gayret gösterdiği öğrenildi. Enstitü talebi ile gelen heyeti Başbakanlık'ta kabul eden Menderes'in "Hayatım pahasına bile olsa imam hatip okullarının yüksek kısmını açacağım." dediği ortaya çıktı.

BURNUMUN DİBİNDE BİLE MASON VAR

Heyette bulunan Prof. Dr. Cevat Akşit, o gün yaşananları anlattı. Menderes'le gece yarısı gizli bir görüşme yaptıklarını söyleyen Akşit, Başbakan'ın toplantı esnasında ağlayarak şu sözleri söylediğini aktarıyor: "Eğitim-öğretim sahasında din konusuna önem veremiyoruz. Bunu laikliğe aykırı sayıyorlar. Arkadaşlarım beni yalnız bırakıyorlar. Yalnızım, müsteşarım bile meşrıkı a'zam (masonların başkanı). Burnumun dibine bile böyle adamlar koydular."

1960 darbesine adım adım yaklaşıldığı 1957 yılında enstitü talebiyle kendine gelen heyeti geri çevirmeyen Menderes, heyeti ikişer kişilik gruplar halinde kabul etmiş. Prof. Dr. Akşit, görüşmenin nasıl gerçekleştiğini şöyle anlatıyor: "Demokrat Parti grup başkan vekili olan amcam aracılığı ile randevu aldık. Darbenin ayak sesleri yavaş yavaş geliyordu. Rahmetli Menderes hiçbir heyeti kabul etmiyordu. Çok sıkıntılı bir dönemden geçiliyordu. Amcama 'İmam hatip okuluna hayır diyemem' demiş. 'Ama gece gelsinler. Toplu girmesinler, ayrı ayrı kapılardan girsinler. Ben tembih edeceğim. Kapıdan birer ikişer alacaklar.' diyerek bizi gizlice kabul etti." Heyeti gece geç saatlerde Bakanlar Kurulu toplantı salonunda ağırlayan Menderes, özel personelini de odadan çıkartıp kapıyı kilitleyerek görüşmeye başlar. Görüşme samimi bir ortamda geçer. Talepleri dinleyen Başbakan duygulu bir konuşma yapar. Memleketin iman olmadan ayakta duramayacağını dile getirerek, "Milletimizin mayası ahlaktır, imandır, İslam'dır. Eğer biz bugün ayaktaysak, ak sakallı bir dedenin kucağında büyüdüğümüz için ayaktayız. Eğitim-öğretim sahasında din konusuna önem veremiyoruz." der ve ağlamaya başlar.

Rahmetli Başbakan Adnan Menderes bütün girişimlerine rağmen o yıl enstitüyü açtıramaz. Başta bakanları buna karşı çıkar. Ertesi yıl Milli Eğitim bakanını görevden alır, yerine vekaleten Tevfik İleri'yi atayarak İslam enstitüsünü kurmayı başarır. Açılış 59 öğrenci ile yapılır.

Haber: Mükremin Albayrak/Zaman

ADNAN MENDERES'İN YIKTIRDIĞI TARİHİ CAMİLER



-1465 tarihinde inşa edilmiş olan tarihi Murat Paşa Camii Vatan caddesi yapılırken 1957'de yıkılmıştır.

-Yeni Kapı yakınlarında Fatih döneminden kalma 1479 tarihli Çakır Ağa Camii yine yol yapım çalışmaları nedeniyle 1958'de yıkılmıştır.

-Aksaray'da Vatan Caddesi'nin başlangıcında yer alan Fatih döneminden kalma Camcılar Camii ve çeşmeleri, 1957 yılında yol yapım çalışmaları nedeniyle yıkılmıştır.

-Aksaray'da,1555 yapımı tarihi Kazasker Abdurrahman Camii 1957'de yol yapım çalışmaları nedeniyle yıkılmıştır.

-Karaköy Kabataş arasındaki Süheyl Bey Camii 1957'de yol yapım çalışmaları sırasında yıkılmıştır.

-Karaköy Kabataş arasındaki 1878-1879 yapımı, özgün mimariye sahip çok nadide eserlerden biri olan Karaköy Mescidi veya camisi 1958'de yol yapım çalışmaları sırasında yıkılmıştır.

-Karaköy Kabataş arasındaki II. Mahmut döneminden kalma, 1826 yapımı, tarihi Nusretiye Camii ve sebili 1958'de yol yapımı sırasında tahrip edilmiştir.

-Karaköy Kabataş arasındaki Mimar Sinan eserlerinden Kılıçali Paşa Camii ve dükkanları 1958'de yol yapım çalışmaları sırasında tahrip edilmiş, bazı duvarları yıkılarak yeniden yapılmıştır.
Kaynak: Milli İradene Sahip Çık
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder
Önceki mesajları göster:   
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> YAKIN TARİH Tüm zamanlar GMT
1. sayfa (Toplam 1 sayfa)

 
Geçiş Yap:  
Bu forumda yeni başlıklar açamazsınız
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz
Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız


Powered by phpBB © phpBB Group. Hosted by phpBB.BizHat.com


Start Your Own Video Sharing Site

Free Web Hosting | Free Forum Hosting | FlashWebHost.com | Image Hosting | Photo Gallery | FreeMarriage.com

Powered by PhpBBweb.com, setup your forum now!
For Support, visit Forums.BizHat.com