EntellektuelForum Forum Ana Sayfa EntellektuelForum

 
 SSSSSS   AramaArama   Üye ListesiÜye Listesi   Kullanıcı GruplarıKullanıcı Grupları   KayıtKayıt 
 ProfilProfil   Özel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapınÖzel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapın   GirişGiriş 

SERDAR DENKTAS’TAN TARiHî AÇIKLAMALAR

 
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> RÖPORTAJLA R
Önceki başlık :: Sonraki başlık  
Yazar Mesaj
admin
Site Admin


Kayıt: 31 Arl 2006
Mesajlar: 831
Konum: Belarus

MesajTarih: Pts Ağu 04, 2008 8:06 pm    Mesaj konusu: SERDAR DENKTAS’TAN TARiHî AÇIKLAMALAR Alıntıyla Cevap Gönder

SERDAR DENKTAŞ’TAN TARİHİ AÇIKLAMALAR

AKP, PARTİMİZDEN MİLLETVEKİLİ VE BELEDİYE BAŞKANLARINI İSTİFA ETTİRDİ… EGEMEN BAĞIŞ BİZİ MHP’Yİ MECLİS’E TAŞIMAKLA SUÇLADI… LİMANLARI AÇMA ÖNERİSİ MEHMET ALİ TALAT’IN… ANNAN PLANI’NDA İZLENEN POLİTİKA KKTC’NİN ULUSLARARASI ALANDA SAYGINLIĞINI YOK
SERDAR DENKTAŞ"TAN TARİHİ AÇIKLAMALAR

AKP, PARTİMİZDEN MİLLETVEKİLİ VE BELEDİYE BAŞKANLARINI İSTİFA ETTİRDİ…
EGEMEN BAĞIŞ BİZİ MHP"Yİ MECLİS"E TAŞIMAKLA SUÇLADI…
LİMANLARI AÇMA ÖNERİSİ MEHMET ALİ TALAT"IN…
ANNAN PLANI"NDA İZLENEN POLİTİKA KKTC"NİN ULUSLARARASI ALANDA SAYGINLIĞINI YOK ETTİ…


Kıbrıs geleceğine ilişkin "yeni" bir dönemece girilirken 1990 yılından beri KKTC"de aktif siyaset yapan, KKTC Kurucu Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş"ın oğlu, Başbakan Yardımcılığı ve birçok bakanlık görevi üstlenmiş olan Demokrat Parti Genel Başkanı Serdar Denktaş, BAREM Dergisi"ne çarpıcı açıklamalarda bulundu. AKP"nin 2002 yılında iktidara gelmesinin ardından KKTC politikasını değerlendiren Denktaş, özellikle Annan Planı"na ilişkin izlenen politikada AKP"nin KKTC"nin uluslararası alanda saygınlığını yitirmesine neden olduğunu söyledi. Denktaş, “Üçüncü ülkeler için artık Kıbrıslı Türklerin ne düşündüğü önemini kaybetmiş, Ankara'nın vereceği kararın sonuç olarak ortaya çıkacağı kabullenilmiştir” dedi.
AKP"nin, Kıbrıs"ın içişlerine karışmasını kendi partisinden milletvekillerini istifa ettirmeye kadar vardığını ifade eden Denktaş, iki belediye başkanlarının da AKP Genel Merkezi"ne çağırılarak istifalarının sağlandığını söyledi. Denktaş, yaşanan olaylar üzerine Başbakan Erdoğan"ın dış politika danışmalarından Egemen Bağış ile aralarında çok sert bir görüşme geçtiğini belirterek, şunları anlattı:
“En son Belediye Başkanlarımız istifa ettirilince tüm milletvekili ve belediye başkanlarımla birlikte AKP Genel Merkezi"ni ziyaret ettik. Sn. Egemen Bağış ve arkadaşları bizi karşıladı. Kendilerini zahmetten kurtarmak için tüm arkadaşlarımla birlikte "toplu pazarlık" yapmaya geldiğimizi söyleyince buz gibi bir hava oluştu ama öfkelenen Sn. Bağış bize tüm bunların "Denktaş'ın suçu" olduğunu söyledi. Denktaş, Türkiye'de yaptığı konuşmalarla MHP'nin Meclis"te sandalye elde etmesinde etken olmuş. "Siyaseten beni ortadan kaldırmayı başarsanız da Denktaş ismini tarihten nasıl sileceksiniz" diye sorduğumda ise toplantı sona erdi”.
2006 yılının Aralık ayında Finlandiya´nın dönem başkanlığındaki AB zirvesinde Türkiye"nin Rumlara bir liman ve bir havaalanını açma yönünde bulunduğu teklifin fikir babasının Talat olduğunu açıklayan Denktaş ile yaptığımız röportaj şöyle:

Kıbrıs sorununda, altı yıllık AKP iktidarı, KKTC´ye ne kazandırdı, ne kaybettirdi?
Bu sorunun cevabının iyi anlaşılması için AKP öncesini biraz hatırlamak gerekir. Geçmiş Hükümetler döneminde Kurucu Cumhurbaşkanı Denktaş'ın da ısrarlı tutumu nedeni ile TC-KKTC tarafından yürütülen siyaset bir karşılıklılık ilkesine dayanmaktaydı. Rum tarafının attığı bir adıma karşılık KKTC bir başka adım atıyor, üçüncü ülkelerin Rum tarafı lehine attığı her adım karşılığında ise Türkiye bir başka adım atmaktaydı. Her konuda denge oluşturma kararlılığımız sergilenmekteydi. Rum tarafının, Kuzey limanlarına sefer yapan gemi kaptanlarını tutuklama kararına karşın Türkiye'nin, Rum gemilerine limanlarını kapatma kararını bunun en somut örneği olarak gösterebiliriz. Toplumlararası görüşmelerin başladığı 1968'den itibaren Kıbrıs sorununun çözümünde Kıbrıslı Türkler hep birinci muhatap olarak kabul edilmiş; Türkiye ise sorunun kaynağı değil, soruna müdahale etmiş bir garantör ülke olarak görülmüştür. Bu nedenledir ki Annan Planı"na kadar üçüncü ülkeler tüm baskılarını Kurucu Cumhurbaşkanı Denktaş üzerine yöneltmişler ve Denktaş da kendi halkından ve Türkiye kamuoyundan aldığı büyük destekle bu baskılara boyun eğmemekte direnebilmiştir.
1996 yılından itibaren başlatılan hazırlık sonrasında, 1997 yılında AB siyasetini değiştirerek, "çözüm olmadan da Kıbrıs Cumhuriyeti üye olarak kabul edilebilir" stratejisini gündeme koymuş, bunun karşılığında da Rum tarafından, ortaya çıkacak bir çözüm planına destek verme, çözümü engellememe sözü almışlardı. Bu karardan sonra hazırlanmaya başlayan Annan Planı bir taraftan da yeni başlayan bir kampanya ile desteklenmiş, Kıbrıs Türk Halkı içerisinde başlatılan Sivil Toplum Örgütlerinin eğitilmesi ve "çözüm taraftarı-çözüm karşıtı" olarak Kıbrıs Türk Halkının ayrıştırılması süreci de başlatılmıştı.
Türkiye'de yapılan seçimler sonrasında bahsettiğim politikaya destek veren Hükümet partilerinin yenilgisi ve seçimlere ilk kez katılan AKP'nin zafer elde etmesi ile Annan Planı'nın taraflara sunulması aynı günlere rastlar. Daha devir teslimin yapılmadığı, Hükümet kurma çalışmalarının dahi başlamadığı günlerde ortaya çıkan Annan Planı"na ilk olumlu mesaj o günlerin KKTC ana muhalefet Partisi Başkanı Mehmet Ali Talat'tan gelmiş, yine aynı gün Başbakan Eroğlu da planı kabul edilemez bulduğunu açıklamıştı. Kurucu Cumhurbaşkanı Denktaş ise planın sunulmasından bir gün önce Amerika'da kalp ameliyatı geçirmişti ve daha neredeyse kendine gelmeden kucağında Annan Planı'nı bulmuş, karşısında Amerikalı diplomatlar kendisinden planla ilgili görüş talep etmekteydi.
Bu karmaşa içinde başlayan AKP iktidarı döneminde Kıbrıslı Türklere yönelik "planı kabul et" çağırıları başlatılmış ve AKP bu konuda başı çekmiştir. Bu dönemde Türkiye zımnen "Kıbrıs Sorunu"nun çözümü için başrolün kendisine ait olduğunu kabullenmiş ve Annan Planı Referandumu sonrasında ise Kıbrıs Türk tarafı ilk kez sorunun muhatabı olarak görülmemeye başlanmıştır. Gerek Rum tarafı gerekse Dünya ülkeleri için muhatap artık Ankara"dır. Hele KKTC iktidar partisi CTP'nin daveti üzerine Kıbrıs Türk demokrasisine AKP üst düzey danışmanları tarafından yapılan müdahale, bu müdahale sayesinde bir hafta gibi kısa bir süre içerisinde milletvekillerinin partilerinden istifa ettirilerek yeni bir parti kurulması ve bu partinin hemen ertesi gün Hükümet ortağı haline getirilmesi, Ankara'nın KKTC üzerindeki mutlak hâkimiyetinin en açık göstergesi olarak kabul edilmiştir.
Böylesi bir ortamda izlenen "bir adım önde olma" ve "masadan kalkan taraf olmama" siyaseti, referandumdan beridir devam eden çözüm arayışlarında elimizi zayıflatmış, Rum tarafında seçimi kazanan Hristofyas ile birlikte yeni bir planın hazırlanması süreci başlatılmıştır. Şu an Rumların ret ettiği Annan Planı artık masada yoktur ve önümüze sunulacak yeni plan Annan Planı"ndan da daha kötü bir plan olacaktır.
Referandum sonrasında ilk dönemlerde kazanılan sempati ve "çözüm isteyen taraf" olma özelliği kısa bir müddet sonra etkisini kaybetmiş, o güne kadar verilen sözler unutulmuş ve bunun yerini, "Kıbrıslı Rumların siyasi kararına saygı duymalıyız" görüşü hakim olmuştur.
Kaybedilen ise saygınlığımız ve "Kıbrıs Sorunu"nun taraflarından biri olma özelliğimizdir. Üçüncü ülkeler için artık Kıbrıslı Türklerin ne düşündüğü önemini kaybetmiş, Ankara'nın vereceği kararın sonuç olarak ortaya çıkacağı kabullenilmiştir. Bu nedenle de AB üyelik süreci içinde olan Türkiye sürekli baskı altına alınma ile karşı karşıya kalmıştır.
Ne kazanıp ne kaybettiğimizi bu gözlükle irdeleyerek bir sonuca ulaşmak gerekmektedir.

Annan planından başlayacak olursak, o dönemde Rumların referandumu reddetmesinin ardından KKTC Kurucu Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş'ın derin bir nefes aldığını biliyoruz. AKP iktidarının, Annan Planı´nın hayata geçirilmesi yönünde, Cumhurbaşkanı Denktaş ve Türkiye´nin devlet politikasından çok farklı olan tutumunun nedenleri nelerdi; AKP, hem Kıbrıslı Türkler hem de Türkiye Cumhuriyeti için ciddi riskler içeren planın kabulü için neden bu kadar ısrar etti?
Bu sayede Türkiye baskılardan kurtulacak ve AB üyeliği için gün alabilecekti. Nitekim aldı da; ancak baskılar daha da arttı. Dünyanın uzlaşmaz olarak kabul ettiği Denktaş saf dışı bırakılmalıydı. Ya Denktaş yeni stratejiye ayak uyduracak ya da ekarte edilecekti. 1968 Kıbrıslı Türklerin en zor günlerini yaşadığı dönemdi. O zor günlerde Makarios'un temsilcisi olarak Klerides, Dr. Küçük'ün temsilcisi olarak Denktaş toplumlararası görüşmeleri başlatmıştı. Denktaş'a her taraftan gelen baskı onu bir antlaşma yapmaya zorlamaktaydı. Dayanacak gücümüzün kalmadığı genel kanaatti. Bunun üzerine Denktaş sorunun tüm başlangıç nedenlerinin kaynağı olan Rum taleplerini kabul etti. Bu kabulün önüne üç şart koymuştu: 1- Kurucu eşit ortaklık hakkının devamı, 2- Veto hakkının devamı, 3- Türkiye'nin etkin ve fiili garantisinin devamı.
Bu üç talep karşılığında Rum tarafının tüm diğer talepleri kabul edilmişti. Ancak Makarios bu yaklaşımı ret ederek Kıbrıslı Türklerden kurtulma operasyonunu devam ettirmeyi tercih etti. Çünkü Denktaş'ın bu kırmızı çizgilerini kabul etmek Enosis hayaline darbe vuracaktı. Bugün hâla zihniyet değişmiş değildir. Denktaş bu duruşundan taviz vermediği için "uzlaşmaz" olarak ilan edilmiştir.
Elbette Denktaş'ın başladığı noktayı bilmeden ve araştırmadan son bulunduğu noktayı değerlendirdiğinizde onu "uzlaşmaz" olarak görmek mümkündür. Oysa Talat ve AKP'nin bugün geçtiği yollardan Denktaş zaten 40 yıl önce geçmiş ve zaman içerisinde artık Kıbrıslı Türkler adına net tavır koymanın gerekliliği noktasına ulaşmıştı. Annan Planı öncesinde Kıbrıslı Türkler "belirsizlik" ortamından kurtulmanın eşiğine gelmişti. Şu an yeniden son derece belirsiz bir hedefe doğru yürüyüş devam etmektedir. Hedefimizin ne olduğunu artık kimse bilmemektedir. "Birleşik Kıbrıs"tan bahsedenlerin her birinin aklında farklı bir "Birleşik Kıbrıs" vardır. İki devletten bahsedildiğinde gerçek bir devletten mi, yoksa Amerikan misali iki eyaletten mi bahsedildiğini bilmemekteyiz. Annan Planı döneminde en önemli tartışma noktası planda bahsi geçen iki Kurucu devletin, devlet mi eyalet mi olduğu hususu idi.
AKP, Annan Planını bir fırsat olarak değerlendirmek sureti ile AB üyelik sürecini başlatmayı hedeflemişti. Kıbrıs Sorunu bu hedefe yönelik olarak hem kullanılabilecek bir fırsat, hem de aynı zamanda çözerek kurtulunması gereken bir kamburdu. Hem KKTC'yi hem de Kıbrıs Cumhuriyeti'ni ortadan kaldıran bir plan olan Annan Planı, AKP'nin bu hedefi için bulunmaz Hint kumaşı konumundaydı. Bu plana Denktaş desteği mutlaka alınmalıydı, Denktaş eğer sorun çıkarmakta direnirse o zamanda siyaseten dışlanması gerekirdi. Ve bu yapıldı.

Annan görüşmeleri sırasında dönemin Dışişleri Bakanı Abdullah Gül'ün, size danışmadan bazı istişarelerde bulunduğu ve KKTC adına bazı sözler verdiğine yönelik iddialar hala konuşuluyor. Bu iddiaların gerçeklik payı var mı? Varsa biraz açar mısınız?
Yol haritasını çizen ülkeler öyle bir taktik geliştirmişti. Farklı yerlerde farklı uzlaşmalara gidilmekte, her rolün oyuncusuna farklı sözler verilerek yavaş ama emin gelişmeler sağlanmaktaydı. Kendi iç toplantılarımızda zaman zaman ortaya çıkan bu gerçekleri gördükçe iç istişare yöntemi ile sorunu aşmaya çalışıyorduk. Esas sorun Denktaş'ın Cumhurbaşkanlığından çekilmesi sonrasında başladı. Görüş ve duruşunu kabul eden de etmeyen de Denktaş"a duyduğu saygı nedeniyle en son olarak onun görüşüne başvuruyor ve adımını ona göre atıyordu. Ancak Denktaş'tan sonra bu değişti. Özellikle üçüncü ülkeler "Denktaş'ı bile alt eden!" AKP liderliğine daha fazla önem atfetmeye başladı. Onlarla varılacak mutabakatın hayata geçirileceğine yönelik güven pekişti. AKP liderliğinin zaman zaman ortaya koyduğu haklı direnişi bu kez farklı konularda baskı oluşturarak geçmeyi denemeye başladılar. Bu yöntem sonucundaysa, Kıbrıslı Türkler "konu dışı"na itilmiş oldu. Oysa, hâla bu sorunun bir parçasıyız ve temel haklarımızdan vazgeçme gibi bir eğilimimiz de yoktur.

2006 yılının Aralık ayında Türkiye'nin Avrupa Birliği ile müzakereleri tıkanma noktasına geldiğinde Abdullah Gül, AB Dönem Başkanı Finlandiya´nın Dışişleri Bakanı ile bir telefon görüşmesi yaptı, ardından da Avrupa Birliği Türkiye'nin karşılıksız olarak Rumlara bir liman ve bir havaalanını açmayı teklif ettiğini duyurdu. Ancak Türkiye ve KKTC´den gelen tepkiler üzerine Dışişleri Bakanlığı `teklif karşılıksız değildi´ açıklaması yaptı. Müzakereler tıkanma noktasına geldiğinde yapılan o sürpriz teklif hükümet kanadının öne sürdüğü gibi "yanlış anlama´ mıydı, oyalama mıydı? Hükümet o dönem böyle bir adım atmaya kalktı mı?
Maalesef o adım atılmıştı. O önerinin kaynağı da yine Talat'ın kendisi idi. Maraş karşılığı dendi o dönemde. Talat'ın Müsteşarı Pertev de bu konuda görüşmeler yapmış. Haber duyulur duyulmaz tepki koyduk; ardından bahsettiğiniz açıklama geldi. Ancak Finlandiyalılar girişimlerini devam ettirdiler. Neticede Rum tarafı bu öneriyi reddetti ve rahatladık. Ancak şu anda yine benzeri girişimler Sivil Toplum Örgütleri kullanılarak devam ettirilmektedir.
O günlerde Sn. Gül'ün "Eylem Planı" olarak adlandırdığı planı bugün artık hatırlayan bile yok. Ancak o planın içinden Rum tarafının işine gelen unsurlar hâla daha önümüze çıkarılıyor. Kabul edilmeyen "Finlandiya Önerileri" de ayni şekilde Rum tarafınca işlerine geldiği şekilde önümüze çıkarılmaktadır.
Bunları gördükçe diplomasinin ne kadar acımasız olduğunu da görüyoruz tabi ki.

2006 yılında CTP-DP koalisyonunun bozulmasında AKP´nin rolü var mıydı? KKTC'nin içişlerine müdahale edildi mi? Edildiyse nasıl ve bu müdahale hala devam ediyor mu?
Daha önce de bahsettiğim gibi. Aslında yerel seçimler sonrasında partimizin gösterdiği başarıyı hazmedemeyen ortağımız CTP tarafından yapılan "müdahale edin" talebi, bir anlamda AKP'li bazı yöneticilerin "Denktaşlardan kurtulma" düşüncesi ile örtüşünce başladı operasyon.
UBP'den dört, bizden de bir milletvekili istifa ettirilerek yeni bir parti kurduruldu ve o parti hükümete getirildi. Meclisi boykot ettik UBP ile birlikte. Arkasından partimizden iki Belediye Başkanımız yine AKP Genel Merkezi"ne çağırılarak ikna edildi ve onlar da istifa ederek, yeni kurdurulan bu partiye katıldı. Bu parti Kıbrıs"ta "Erdoğan"ın Partisi" olarak kendini lanse etti. AKP heyetleri sık sık ziyaretler yaparak bunu teyit edici açıklamalar yapıyorlar.
En son Belediye Başkanlarımız istifa ettirilince tüm milletvekili ve belediye başkanlarımla birlikte AKP Genel Merkezi"ni ziyaret ettik. Sn. Egemen Bağış ve arkadaşları bizi karşıladı. Kendilerini zahmetten kurtarmak için tüm arkadaşlarımla birlikte "toplu pazarlık" yapmaya geldiğimizi söyleyince buz gibi bir hava oluştu ama öfkelenen Sn. Bağış bize tüm bunların "Denktaş'ın suçu" olduğunu söyledi. Denktaş, Türkiye'de yaptığı konuşmalarla MHP'nin Meclis"te sandalye elde etmesinde etken olmuş. "Siyaseten beni ortadan kaldırmayı başarsanız da Denktaş ismini tarihten nasıl sileceksiniz" diye sorduğumda ise toplantı sona erdi.
Bu olay sadece kendi içimizi etkilese gerçekten fazla itirazımız olmazdı, ancak uluslararası toplum tarafından da "KKTC Türkiye'nin alt yönetimidir" şeklinde kullanılmaya başlandı. Sıkıntımız aslında bu. Böyle bir yaklaşım hem bizi hem Türkiye'yi zora sokar. UBP ile başlattığımız boykotun nedeni de bu idi. Ancak 15 ay süren boykot sonrasında UBP Genel Başkanı 15 dakika Sn. Erdoğan ile görüşebilsin diye boykottan vazgeçip Meclis"e dönünce Parti kurullarımız bizim için "Meclisten istifa" yani "Sine-i Millet" kararı aldı. Şu anda Meclis"ten istifa etmiş durumdayız. Bu istifamızla KKTC'de kendi siyasi irademize sahip çıkma kararlılığımızı da göstermeye çalışıyoruz. Kendi kendimize saygının bir gereği olarak gördük bu kararı ve uygulamaya koyduk.

KKTC Cumhurbaşkanı Talat ve Güney Kıbrıs Rum Kesimi Lideri Hristofyas´ın, 1 Temmuz 2008 tarihindeki görüşmelerinde ''tek egemenlik ve tek vatandaşlık konusunda prensipte anlaştığı'' açıklandı. `Yeni bir dönem´ diye lanse edilen bu süreci Cumhurbaşkanı Talat, KKTC´de tüm tarafların görüşlerini alarak mı yürütüyor? Sizce bu sürecin KKTC ve Türkiye´ye getirileri ve götürüleri neler olacak?
Maalesef Cumhurbaşkanı Talat şu ana kadarki duruşu ile Cumhur'un başı olarak değil CTP'nin eski Genel Başkanı görüntüsü veriyor. Tek Egemenlik konusunda ortaya koyduğumuz tepkiye halkımızın verdiği büyük destek sonrasında açıklama yaparak "Rum egemenliğini kabul etmeyeceğini" açıkladı Talat. Bu bizi sevindirdi, çünkü görüşü ne olursa olsun bir Cumhurbaşkanı olarak halkın tüm kesimlerinin hassasiyetini göz önünde bulundurmak zorundaydı. Beyanatını icraata döndürmesini bekleyeceğiz ve takip de edeceğiz. Öyle anlaşılıyor ki, Cumhurbaşkanı Talat zaman zaman Türkiye'de ki karışıklıktan da yararlanarak kendi bildiği doğrultuda yürümeye çalışıyor. Bu son derece yanlış ve tehlikeli. Rum tarafı Yunanistan ile birlikte son derece organize olmuş şekilde karşımızda dururken bizim Türkiye ile bugüne kadar olduğundan çok daha sıkı bir işbirliğine ihtiyacımız var. Geçen hafta içinde bu nedenle TBMM üyelerine birer mektup göndererek "Kıbrıs Sorunu"na dikkat çekmeye çalıştım. Atılacak en ufak bir yanlış adım ilerde başımıza daha büyük sorunlar açabilir. Bu nedenle milletvekillerinin de gelişmelerden haberdar olması gerektiğini düşündük. Elimizden geldiğince uyarı görevlerimizi yerine getirmeye çalışıyoruz.

Son olarak AKP´nin kapatması KKTC´yi nasıl etkiler?
AKP'nin bizim demokratik kurumumuza yapmış olduğu müdahaleye rağmen Türkiye demokrasisi açısından baktığımda bu olayı olumlu olarak karşılamıyorum. Ancak elbette Türkiye'nin kendi iç hukuk düzeni ve Anayasal düzeni var. Herkesin bu kurallara uygun hareket etme zorunluluğu var. Bu olay Kıbrıs"ı direkt olmasa da dolaylı şekilde de elbette ilgilendirir. Türkiye"de gerek AKP davası gerekse "Ergenekon davası" olarak bilinen olayların getirdiği karmaşa çözüm sürecinde elimizin zayıflamasına da neden olabilir. O nedenle bir an önce sonuçlanması beklentisi içindeyiz. "Kıbrıs Sorunu" her önemli dönemece geldiğinde Türkiye ve Kıbrıs'ta yaşanan karışıklığın tesadüf olamayacağına inananlardanım. Bir an önce hayırlısı ile bir sonuca ulaşılmasını o nedenle diliyorum. Ergenekon davası nedeniyle ise tutuklanan kişiler içerisinde çok sevdiğim, Türkiye dendiğinde, Kıbrıslı Türk dendiğinde gözü dolan; buralarda yaşadığı zor günleri anımsarken ağlayan Tolon Paşa gibi insanların bulunması beni ayrıca üzüyor. Bu zor ve karışık günlerin bir an önce sona ermesini diliyorum.
http://www.baremdergisi.com/news_detail.php?id=7700
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder E-posta gönder Yazarın web sitesini ziyaret et
Önceki mesajları göster:   
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> RÖPORTAJLA R Tüm zamanlar GMT
1. sayfa (Toplam 1 sayfa)

 
Geçiş Yap:  
Bu forumda yeni başlıklar açamazsınız
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz
Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız


Powered by phpBB © phpBB Group. Hosted by phpBB.BizHat.com


Start Your Own Video Sharing Site

Free Web Hosting | Free Forum Hosting | FlashWebHost.com | Image Hosting | Photo Gallery | FreeMarriage.com

Powered by PhpBBweb.com, setup your forum now!
For Support, visit Forums.BizHat.com