EntellektuelForum Forum Ana Sayfa EntellektuelForum

 
 SSSSSS   AramaArama   Üye ListesiÜye Listesi   Kullanıcı GruplarıKullanıcı Grupları   KayıtKayıt 
 ProfilProfil   Özel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapınÖzel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapın   GirişGiriş 

An gelir herkes aslına rücu eder; gizlenen çapsızlık...

 
Bu forum kilitlendi: mesaj gönderemez, cevap yazamaz ya da başlıkları değiştiremezsiniz   Bu başlık kilitlendi: mesajları değiştiremez ya da cevap yazamazsınız    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> AHLAKÎ DÜŞÜNCELER
Önceki başlık :: Sonraki başlık  
Yazar Mesaj
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Prş Ksm 23, 2017 11:21 pm    Mesaj konusu: An gelir herkes aslına rücu eder; gizlenen çapsızlık... Alıntıyla Cevap Gönder

An gelir herkes aslına rücu eder; gizlenen çapsızlık, dökülüverir ortaya
HÜRREM SÖNMEZ
22/11/2017



Epeydir medyada lümpenliğin, bayağılığın saltanatı sürüyor malum.

Önceki gün onlardan biri tam kendine yaraşır bir cümle etti, ırkçılık ve cinsiyetçi belaltı mizah memlekette rutin faaliyet olduğu için normalde pek kimseyi bozmayabilirdi ama o şahsın işlevi sona ermiş olsa gerek ki birden “Sizinle yollarımızı ayırmaya karar verdik” denilerek oyundan elendi. Uzun müddet o lümpenliğiyle çokça prim yapmıştı oysa ki.

Elbette tüm ömrü dolanların sarıldığı sihirli cümleye sarıldı: “Operasyon çekiyorlar.”

Sürekli birilerine operasyon çekmek için hazır bekleyen dahili ve harici karanlık güçler var memlekette… Yoksa yandaş olan herkes masumdur, televizyoncusundan, tecavüzle suçlanan köy imamına kadar. Masumiyet karinesinin yeni hali!

Bu günleri anlatırken şöyle diyeceğiz ileride:

“Herkesin her şey olabildiği bir dönemdi, tek koşulu yandaş olmanızdı ama bu yandaş kelimesi epeyce bir alt anlam içeriyordu elbette, itaat etmeniz gereken koşullara göre; bazen vicdanı, bazen aklı izanı bazen de şahsiyeti bir kenara bırakmak, sıklıkla da hepsinden birden vazgeçmek icap ediyordu. İnançlı, imanlı, abdestli namazlı görünürsen iyiydi tabii ama şart da değildi, ideal bir yandaşta aranan en mühim vasıf itaatkârlıktı çünkü.

Herkesin (yani yandaş olan herkesin) her şey olabildiği günlerdi, onlar da fırsatı kaçırmadılar, iştahla saldırdılar, yemek programından, futbol yorumuna, oradan siyasete, siyasetten ekonomiye.

Kahvehane sohbeti düzeyinde bir bilgiye dahi gerek yoktu, yandaşlar için şahane bir ‘ifade özgürlüğü’ ortamı vardı çünkü, ahlaki, insani, hukuki hiçbir sınırlama olmaksızın üstelik..

İki kelime yazamazken gazeteci oldular…

Üç kelâmı yanyana getiremiyorlardı televizyoncu oldular…

Adalet nedir haberleri yoktu, dertleri de değildi ama televizyonlarda hukukçu sıfatını adlarının önüne ekleyip ahkam kestiler.

Saçma sapan, çalıntı tezlerle üniversitelere atandılar, gerçi akademik çalışmaya ihtiyaç da yoktu istedikleri gibi akademik kariyer yapabilirlerdi. Ayetle büyüyen fasülye üretirlerdi, onlardan akademiği olmazdı…

Dönemin sanatçıları da koşullara uygun oluştu, pek çoğunun sanat adına ne yaptığı soru işareti olmakla birlikte sanatçı sıfatlı hormonlu bir kadro lâzım gelen tüm karelerde boy gösterdiler.

Her şey mümkündü mezarlıklar müdürüyken tiyatroların başına geçebilirdiniz, lambadan çıkan cin, ‘Dile benden ne dilersen’ demişti bir kere…

Sanırım en çok da zengin olmak istiyorlardı, oldular da…

Velhasıl bir kısım insanın harika (!) bir hayatı oldu, canlı yayında yenen kebaplar, yalılar, şoförler, koruma orduları, makam odaları, ekranlarda her akşam yalan haberler ve binbir türlü kepazelik ile kazanılan paralar.

İhtirasla, iştiyakle vazgeçilen haysiyet haraç mezat paraya tahvil edildi.

Gerçek gazeteciler hapisteydi o sırada. Yıllarca emek vermiş akademisyenler üniversiteden ihraç edilmişti. Hayatını bilime, sanata adamış insanlar birer ikişer ülkeyi terk ediyordu.

Önce fazla mesele olmadı bu. Herkes her şey olabildiği, rasyonel bir akıl ve mantık gerekmediği, gerçeğin de bir kıymeti olmadığı için her şeye bir açıklama bulunabiliyordu.

Örneğin gazeteciler gazetecilikten yatmıyordu, ‘terörist’ti hepsi. Akademisyen olup da barış talep edene dünyada yaşam hakkı bile verilmezdi, hepsi haindi. Bilim, felsefe… bunlar milli ve dini şuura sahip genç nesiller yetişmesini engellemek için kurulmuş tuzaklardı. Sanat deseniz milli kültüre, ahlaka uygun değilse yere batsındı, blok flütte bile ne kirli oyunlar vardı, bilen biliyordu.”

Eskilerin lafıdır: ‘Sarımsağı gelin etmişler, kırk gün kokusu çıkmamış.’ Ama benim gibi iflah olmaz umutlular için şu bilgi mühim: ‘Kırk gün sonra da olsa kokusu çıkmış işte.’

Hani Cevat Fehmi Başkurt’un klasikleşmiş oyunu vardır, ‘Buzlar Çözülmeden’; kasabaya atanan yeni kaymakam diye akıl hastanesinden kaçmış bir deli kaymakamlık yapar, buzlar çözülüp yollar açılınca gerçek ortaya çıkar. Tabii olayımızdan farklı olarak o oyunda kaymakam görünümlü akıl hastası çok iyi icraatlar yapar, hırsızın, uğursuzun hakkından gelir.

Herkes her şey olabildi, bilgi, erdem, liyakat iyi olan ne varsa alaşağı edildi, kim daha çok alçalacak kim daha ahlaksızlaşacak, kim en büyük yalanı söyleyecek müsabakalarına girişildi, itibarlı insanlar itibarsızlaştırıldı… Lakin burada kalmayacaktı elbette, buzlar çözülmeye başlamıştı.

Kifayetsiz muhterislerin etrafını böyle vakitlerde hafiften bir korku sarıyordu, üstelik emsal de vardı önlerinde. Bir önceki versiyonda tıpkı onlar gibi hak etmedikleri yerlere gelen kimi eski dostlarının akıbetlerini biliyorlardı.

‘Şer odakları komplo kurdular’ çığırışlarının da bir yerde miadı dolacaktı elbet. Altın yaldızların, yalanların dolanların ve işlevine göre fiyat biçilenlerin, hepsinin bir son kullanma tarihi vardı.

Han-ı iştiha, han-ı yağma sonsuza dek sürer zannedenler tarih boyunca genellikle yanıldı.”

Bugünlerden bahsedecek olursak bir gün böyle diyeceğiz: “Herkesin her şey olabildiği günlerdi ama sonra birer birer asıllarına rücu ettiler, yani hep vezir kalacaklarını zannediyorlardı ama rezil oldular.”

Kayıt tutanlar hepsini görüyor; nedamet getirmek için fırsat kollayanları, “Ama bu kadar da olmaz” deyip yavaştan çark etmeye çalışanları, raf ömrü dolup ıskartaya çıkınca vicdanlı pozlarına girenleri, birbirini satanları…

Daha da çok şey görecekler belli ki.

Uzaktan duyulan uğultu, bayağılık, yalan ve iftira üzerinde yükselenlerin çöküşünün uğultusu.

Şairin dediği gibi: “Bu harmanın gelir sonu.”

Diken

Yeni Şafak yazarından 'Kütahyalı' yorumu: Bunlar omurgasızlık, yalakalık emaresi!
24.11.2017

Yeni Şafak yazarı Faruk Aksoy'dan 'Rasim Ozan Kütahyalı'ya tepki: "Bunu susturmak için kaç kuruş lazım, bir hesaplayın hele…"

Yeni Şafak yazarı Faruk Aksoy, ahlaksız ifadeleriyle tepki çeken, Sabah yazarı ve Beyaz TV yorumcusu Rasim Ozan Kütahyalı hakkında, "omurgasızlık, üçkağıtçılık, yalakalık emaresi" ifadesi kullandı.

Aksoy'un "Parasını verirseniz susarmış..." başlığıyla (23 Kasım 2017) yayımlanan yazısı şöyle:

Malum kişiyi Beyaz tv’deki berbat yayından sonra gündemine alanlar, en az onun kadar gevşeyen, balçıklaşan, kokuşan ortamın oluşmasında pay sahibidirler, baştan söyleyeyim.

“Aman bir şey demeyelim, buna da göz yumalım, aman öteki tarafa kaçmasın” endişesiyle el altında tutulan, karşıya geçip ateş etmesi engellenen birçok isim var böyle.

Maalesef durum bu…

Çok ağır şeyler yazacağım, kendimi zor tutuyorum, ha bu dönem geçsin, ha öteki dönem geçsin, ha şöyle olsun, ha böyle olsun, aman zarar ziyan gelmesin endişesiyle susan insanları aptal yerine koyma dönemi bitmiştir, bunu herkes bilsin!

Mesele, malum kişi ya da türevleri meselesi değildir; mesele fikirsizleşen, çoraklaşan, yozlaşan, iğrençleşen kapkaççılık meselesidir.

Çok açık söylüyorum, bunların tamamı kapkaççıdır!...

“Önümüzdeki dönem memleketi kim yönetir?” durumunu tahmin edip, ona göre köşe kapmak, yazı yazmak, yer değiştirmek “aydınlık” alameti değildir, olsa olsa omurgasızlık, üçkağıtçılık, yalakalık emaresidir!


Şu son olayın failleriyle zerre kadar alıp veremediğim bir şey yoktur, bunları kaç yıldır yazıyorum, bilen bilir… Herkes kendi hayatını yaşar, kendi doğrularını savunur, kendine yakışanı yapar, kimse kimsenin kâhyası değildir, isteyen istediği gibi takılır.

Fakaaat…

Burada milleti zıvanadan çıkaran, uyuz eden şey, bir iradeye, bir siyasi görüşe, bir güce yaslanıp, bunların yapılıyor olmasıdır, sünepelik tam da burada başlamaktadır.

Dün Taraf’ta, bugün Sabah’ta, yarın Hürriyet’te, belki daha sonra muhtemelen Aydınlık’ta yazmaya münasip bir karakterin, her konuda haklıymış gibi en yüksek sesi çıkarıyor olması, ona buna gider yapmasıdır, insanları delirten şey.

Geçen gün Nihat Genç , “Muhafazakâr, hükümete yakın bir televizyondan beni aradılar, program teklif ettiler ama kabul etmedim, sizinle hangi noktada uyuşuyoruz, hangi konuda fikir birliğimiz var da program yapacağız, deyip kestirip attım” dedi.

Merak ettim, biraz araştırdım, Nihat Genç’e program teklifinde bulunan muhafazakâr kanal neresidir diye, bir şey öğrenemedim, hâlâ meraktayım.

Ama adamı takdir ettim, helâl olsun…

Karşıda duruyor, adam gibi duruyor, benim parayla pulla işim olmaz, iddialarım var, doğrularım var, senin paranla pulunla satın alacağın şeyler değil bunlar, diyor.

Şimdi bir de bunlara bakın, bunları izleyin, gözlerine bakın ama iyice bakın, hükümetin dibine sokulmuş, pire gibi yapışmış bu asalak takımına bakın!…

Malum kişi, daha önce bir televizyon programına çıkmış, programı sunan gazeteci arkadaşa diyor ki: “Benim medyada yer almamı istemiyorlarsa, beş yılda kazanacağım parayı toplasınlar, bana versinler, ben de çekileyim, beş yıl hiç ortalıkta görünmeyeyim…”

Ağzım açık kaldı…

Birisi de çıkıp, “Yahu bu milletin sana diyet borcu mu var arkadaş, kimsin sen, beş yıllık kazancını hesaplayıp da niçin ödüyoruz sana, hem sonra kime mesaj veriyorsun, kimi tehdit ediyorsun, hükümeti mi, kanal sahiplerini mi, halkı mı, kime diyorsun bunları?” demedi.

Adam açık açık, “Benim konuşmam da, susmam da ücrete tabi, verin paramı, istediğinizi yapayım” dedi.

Kur’ân’a el basarım, en küçük bir değişim rüzgarı essin, bu tayfa bunu hissetsin, ufaktan kayacak karşı tarafa, ekmek nimet çarpsın, öyle olacak, göreceksiniz.

Bu adamlar hangi ata oynayacaklarını, nereden nasıl kazanacaklarını hesaplayan kumarbazdırlar, bunlardan adam mı olur, bunlara köşe mi teslim edilir, bunlara ekran mı verilir, bunlara nasıl güvenilir?...

Bir tane değil ki, bir sürü var, oturmuşlar televizyonlara, ona buna parmak sallıyorlar, tehdit ediyorlar, “Güç bizde, istediğimizi yaparız” diyorlar, “güç” olarak da arkalarına aldıkları şey, milletin, arıyla-onuruyla, namusuyla bir yerlere getirdiği, dik tuttuğu, emek verdiği siyasi iktidar…

O siyasi iktidar, aman milletin emeğine, milletin onuruna, milletin hakkına halel gelmesin diye, belediye başkanlarını değiştiriyor, teşkilatları yeniliyor, köy köy, kasaba kasaba, Anadolu’yu geziyor, “Hatamızı, günahımızı söyleyin, düzeltelim” diyor.

Diğer taraftan davaya(!) hizmet ederken zengin olan malum kişi de, davaya(!) zarar vermemek için bile para istiyor.

“Kazandıklarına say ve sus!...” diyorsun, “Valla zarardayım, susmak için de beş yıllığı peşin alırım” diyor.

Vay anasını yahu, ne günlere geldik, ne laflar duyduk…

Bunu susturmak için kaç kuruş lazım, bir hesaplayın hele…

Millî Gazete
_________________
Bir varmış bir yokmuş...
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Önceki mesajları göster:   
Bu forum kilitlendi: mesaj gönderemez, cevap yazamaz ya da başlıkları değiştiremezsiniz   Bu başlık kilitlendi: mesajları değiştiremez ya da cevap yazamazsınız    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> AHLAKÎ DÜŞÜNCELER Tüm zamanlar GMT
1. sayfa (Toplam 1 sayfa)

 
Geçiş Yap:  
Bu forumda yeni başlıklar açamazsınız
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz
Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız


Powered by phpBB © phpBB Group. Hosted by phpBB.BizHat.com


Start Your Own Video Sharing Site

Free Web Hosting | Free Forum Hosting | FlashWebHost.com | Image Hosting | Photo Gallery | FreeMarriage.com

Powered by PhpBBweb.com, setup your forum now!
For Support, visit Forums.BizHat.com