Alemdar Site Admin
Kayıt: 14 Oca 2008 Mesajlar: 3538 Konum: Avustralya
|
Tarih: Çrş Tem 19, 2017 10:47 pm Mesaj konusu: 'ADALET MÜLKÜN/ÜLKENİN TEMELİDİR' |
|
|
ADALET NEDEN MÜLKÜN TEMELİDİR
Kaya Ataberk
18 Temmuz 2017
Adalet: Evrensel bir talep
Türkiye’de son bir aydır en çok kullanılan sözcük: adalet.
Adalet, 70 yaşındaki bir muhalif siyasi parti genel başkanını, Kemal Kılıçdaroğlu’nu Ankara’dan İstanbul’a kadar yürüten bir talep.
Adalet, on binlerce insanı Kılıçdaroğlu ile birlikte bu yolu coşkuyla, inançla, azimle almaya sevk eden bir kavram.
Adalet, iki milyonun üzerinde insanı İstanbul-Maltepe’de toplayabilen bir sözcük…
Evet, adalet bir sözcük ama bir sözcükten çok daha fazlası da…
Adalet çağlar boyunca tüm insanlığın peşinde koştuğu en kutsal kavram.
Adalet tüm mazlumların en meşru, en temel ve en evrensel talebi…
Adalet halkın peşinde koşacağı ve engellenmesi halinde, engelleyenlere karşı er ya da geç harekete geçeceği sevgili…
Adalet toplumun temeli, devletin direği, yaşamın ta kendisi…
“Adalet mülkün temeli”…
Şimdiki sözde Osmanlı torunları hiç adil olmasalar da atalarımız adaleti bu çerçevede anlamış. Bu kapsamda değerlendirmiş. Onun için yüz yıllarca adalet bizim toplumumuzda mülkün temeli olmuş. Toplum adalet ile yönetilmiş. Bu temelden sapılınca olanlar olmuş. Toplumsal sarsıntılar ardı ardına gelmiş.
Adalet Dairesi
Doğu toplumlarının, Türk-İslam ülkelerinin genel yaklaşımı bu yolda olmuş. Ama bu anlayış olgunluk çağına Osmanlı’da erişmiş. Osmanlı adalet üzerinde kalmanın devletin, toplumun, memleketin yani “mülkün” temeli olduğunu derinden kavramış, içselleştirmiş. Bu mantıkla hükmetmiş, bu anlayışla yönetmiş. Böylelikle de ilk döneminde beklenmedik bir hızla büyümüş, son dönemlerinde ise yine beklenmedik bir şekilde yüz yıllarca ayakta kalmış.
Adalet, Osmanlı Türk toplumunun temel birimleri olan padişah, yöneticiler, ulema, asker ve halk arasında dairesel bir ilişkiler zinciri olarak görülmüş. Adına “Daire-yi Adliyye” yani Adalet Dairesi demiş. Bir şekille formülleştirmiş. Devleti ve toplumu buna göre yönetmiş.
Adalet Dairesini 16. yüzyıl Osmanlı âlimlerinden Kınalızade Ali Efendi’nin sekiz maddesiyle ayrıntısıyla tanıyabiliriz. Günümüz Türkçesine aktarmaya çalışarak gidelim:
Adldir mucibi salâh-ı cihan. (Adalettir dünyanın düzenini ve kurtuluşunu sağlayan.)
Cihan bir bağdır divarı devlet. (Dünya duvarı devlet olan bir bağdır.)
Devletin nâzımı şeriattır. (Devletin düzenini kuran şeriattır, yasadır.)
Şeriate olmaz hiç haris illa mülk. (Yasa ancak mülk-saltanat ile korunur.)
Mülk zabt eylemez illa leşker. (Mülk ancak ordu ile ele geçirilip, elde tutulabilir.)
Leşkeri cem’ idemez illa mal. (Ordu toplamak ancak mal, vergi ile olur.)
Malı cem’ eyleyen raiyettir. (Malı-ürünü toplayan halktır.)
Raiyyeti kul ider padişah-ı âleme adl. (Halkı padişaha bağlayan adalettir.)
Osmanlı’nın toplum düzenini tanımlayan bu maddeler arka arkaya eklenerek bir daire oluşturur. Dairenin kapandığı noktanın, yani birinci ve sekizinci maddelerin birleştiği yerin adalet olması tabii ki tesadüf değildir. Yani bu daireyi duvara çaktığımız çiviye astığımız nokta burasıdır.
Düzeni sağlayan, toplumun yolunda ilerlemesini sağlayan adalettir. Dünya ve toplum, devletin varlığı ile dışarıya karşı korunmaktadır. Devlet koruyucu bir duvar gibidir. Devletin düzenini yasalar sağlamaktadır. Yasal düzen de mülkle, saltanatla korunur. Mülke hâkim olmanın, zapt etmenin aracı ordudur. Ordu için mal, ürün, vergi gerekir. Verginin kaynağı olan üretim ise halk tarafından yapılır. Halkı padişaha bağlayan ise adalettir.
Kınalızade, Adalet Dairesini İbni Haldun’un Mukaddime’sine dayandırır. O da Aristo’nun İskender’e verdiği öğütlere kadar işi götürür.
Adalet yoksa çöküş var
Aslında düzen çok basit bir mantıkla işler.
Fakat bu basit mantığın temelindeki adalet ortadan kalkarsa düzen de devlet de toplum da yıkılacak, çökecektir. Osmanlı’nın gerilemeye başladığını ilk tespit eden kişilerden olan Mustafa Namia da bu anlayışla konuya bakar. Devletin artık yaşlılık evresine girdiğini, çöküşü engellemek için adalete dönüşün tek şart olduğunu söyler.
Buradaki adalet hem yasal düzeni öngörür hem de bununla beraber sosyal adaleti.
Biz bugün sosyal adaleti zaten hiç tanımıyoruz.
Ama yasal düzen de bir süredir tamamen ortadan kalkmış durumda.
Dairenin herhangi bir noktasındaki aksama, bozuluş dairede kopma yaratabilir. Sözgelimi maliyedeki yani vergi toplamadaki bir aksama, devletin gelirlerini düşürerek yeterli sayıda asker beslemesine engel olur. Bu da ülkedeki hâkimiyetin kaybına neden olacaktır. Aksaklık zincirleme bir şekilde tüm aşamalara yansıyacaktır. Fakat eğer adalet aşamasında bir sorun yoksa sorun burada çözülecektir. Adalet noktasının sorunsuzluğu ise ancak adil yöneticinin varlığı ile mümkündür. Aksine esas bozulma buradaysa yapılacak bir şey kalmaz.
İşte o zaman çöküş başlar.
Adalet noktası toplumu oluşturan kesimlerin ve birimlerin güven noktasıdır aynı zamanda. Devlet de toplumu adaletle düzenlemekle yükümlü olan kurumdur. Buradaki bir sorun yıkıcıdır.
Tek çözüm adaletsiz yöneticinin gitmesi, adaletlilerin gelmesidir. Yoksa yapı bütün olarak çöker.
“Bir adaletsiz” tüm toplumu devletiyle, vatanıyla, askeriyle beraber yıkabilir.
Sanırım hiç de yabancısı olduğumuz bir teori değil…
Adalet Dairesinden çıkan zalimdir, adalet arayanlara selam olsun!
Yasaları ortadan kaldıran, kendi çıkarı neyse ona göre yorumlayan ve yorumlatan kısacası Adalet Dairesinin dışına çıkan zulmeder. Zalim olur.
Zulmün en kısa ve açık tanımı budur: Adaletten ayrılmak.
Kazanlı yenilikçi Türk İslam âlimi Musa Carullah din, devlet, adalet ilişkileri üzerine şunları söylerken ne kadar da haklıdır:
“Devletin dini adalet, küfrü zulümdür. Devlette din aranmaz.”
Musa Carullah’ın sözü bir yandan laiklik ile İslam’ın çelişmemesinin bir savı olarak değerlendirilebilir. Ki ben de o kanıdayım. Fakat işin daha önemli noktası zulmeden bir idarenin küfre düşmesi tespitidir. Zulmün, yani adaletsizliğin ne kadar ağır bir suç olduğu herhalde ancak böyle ifade edilebilirdi.
Kısacası devleti, milleti, toplumsal düzeni ayakta tutabilmenin tek yolu Adalettir.
İşte bu yüzden adalet mülkün temelidir.
Adaletsizler zalimdir, düzenimizin, varlığımızın temeline dinamit koyanlardır.
Adaletsizlik bu anlamda devlet, millet ve ülke düşmanlığından başka bir şey değildir.
Bir tarafta adalet arayanlar, bir tarafta adaletsizler, zalimler…
Adalet ekseninde oluşan toplumsal mücadelenin tarafları geçmişte de buydu, şimdi de bu.
Zulmün değil adaletin yanında olmayı seçenlere selam olsun!
Adalet arayanlara, adalet için yürüyen on binlere, adalet için bir araya gelen milyonlara selam olsun!
Kaynak: http://www.turksolu.com.tr/adalet-neden-mulkun-temelidir/
Etiketler:
Adalet Dairesi ADALET NEDEN MÜLKÜN TEMELİDİR Kaya Ataberk Adalet: Evrensel bir talep fikir gündem haber Türk türkiye
Tuğrul ÇELİK: “USTA”, “ÜSTAD” VE YÜRÜYEN ŞİİR
22 Ağustos 2017
Yol Uzun
Türkiye, “yürümeli” günleri, milyonluk bir mitingle geride bıraktı, lakin yürüyüşün gerek iktidarda gerekse muhalefetteki etkileri hâlâ sürüyor.
Maltepe’de kendisini dinleyen iki buçuk milyon önünde bir yol haritası açıklayan CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, 450 kilometrelik bu “yol”un aslında atılan ilk adım olduğunu söyleyerek “yolun uzun” olduğunu da belirtti.
Bu yürümeli günleri iki büyük şairden izlemeyi deniyorum. Nâzım Hikmet’in ve Necip Fazıl’ın dizelerinden…
Memlekette “zıt” iki kutupta duran ve “farklı” kesimleri temsil eden “Usta” ve “Üstad”ı birlikte ve beraber okumanın yararı olduğunu düşünüyorum. Yürümeli şiirleri, bir şey söylüyor. “Usta” ve “Üstad”ın, Türk milletinin ortak değeri olduğunu söylüyor.
“Yürü altın nesli, o tunç Oğuz’un!
Adet küçük, zaman çabuk, yol uzun.”
mısralarında dediği gibi “Üstad”ın, yol daha uzun.
Lakin hevesliydi de yürümeye “altın nesli, Tunç Oğuz’un”.
1938’de yazılan Büyük Doğu Marşı, milyonların memleketçe yürüyüşe geçişini anlatan bir şiirdir bana göre.
“Allah’ın seçtiği kurtulmuş millet”e yazılan marş, gökleri işaret eder o millete:
“Güneşten başını göklere yükselt!”
Yürümesini ister ondan.
Zaman az, yol da uzundur…
Bir Adam, Bir Pankart, Bir Yol
Elinde “adalet” pankartıyla “ben yürüyeceğim” diyen Kılıçdaroğlu’nun, aynı kararlılıkla sonuna dek götürdüğü “kutsal yürüyüş”teki fotoğraflarına bakınca “yürüyen bir adam” görürsünüz.
69 yaşında, kimi zaman soğuğa ama çoğu kez de cehennemî sıcağa aldırmadan yürüyen bir adam.
“Yürüyor adım adım
Yürüyor ağır ağır
yürüyor…”
Neredeyse bir ay boyunca, dört yüz küsur kilometre yolu adım adım yürüyen Kılıçdaroğlu’nu, Nâzım “Usta”nın “Yürüyen Adam”ı nasıl da anlatıyor?
“Birkaç gün yürür, bırakır” diyenlere, “dayanamaz geri döner” diyenlere, “Ankara’dan çıkamaz”, “İstanbul’a varamaz” diyenlere bakmadan, duymadan onları yürümedi mi Kılıçdaroğlu?
“İşitmiyor artık
hep aynı tahta masanın başında akşamlıyan
hasta topal dostların
kalbe karanfil ruhu gibi damlıyan
sözlerini”
Öyle yürüdü ve öyle yürüttü ardına düşenleri Kılıçdaroğlu…
Adım adım, ağır ağır ve kararlı…
“Yeni Çirkin”, “Eski Güzel”e Karşı
Son on beş yıldır ne yaptılarsa adına hep “yeni” deyip, eskiyi kötüleyip, “yeni bir Türkiye” yarattıklarını söylediler.
“Eski güzel”i “yeni çirkin”e kurban ettiler.
Yine dediği gibi “Üstad”ın:
“Yeni çirkine mahkûm” oldu, “eskisi güzellerin.”
Ahlâka, adalete, hakka, hukuka, iyiye, güzele, doğala ait ne varsa “eski” deyip, ahlâksızlığı, vicdansızlığı, hukuksuzluğu ve sonradan görmeliği “yeni” diye kutsadılar.
İşte bu yürüyüş, buna bir itirazdı.
Siyasetin, “devlet”in, gücün merkezinden dışarıya yürümenin anlamı da bu değil miydi ta eskiden beri?
Mısır’dan çıkış, Mekke’den Hicret çirkin olandan güzel olana ulaşmak için bir “yürüyüş” olmadı mı?
Bu yürüyüş, dinsel bir anlamı olmamakla birlikte, kutsal bir yürüyüştür o yüzden…
Çirkine karşı güzeli tercih etmenin adımı, bir gün geri dönecek olmanın da ispatıdır.
Adalet Yürüyüşü sürekli konuşan ama bir şey yapmayan, bir şey yapmamayı da matahmış gibi savunanlara da bir cevaptı.
“Lafını çok dinledik, şimdi iş inkılâpta!” deme kararlığında olanların yürüyüşünü, duranlar öylece izledi.
“Üstad”, “Bekleyin, görecektir, duranlar yürüyeni!” dese de, beklemeye gerek kalmamıştı artık.
Bu yürüyüş beklemeyi de nihayete erdirdi.
Kılıçdaroğlu’nun ardı sıra yürüyenler, “Usta”nın “dost omuzbaşlarını, omuzlarının yanında duyanlar”ı gibi, yürümeyen ve konuşan bu tipleri “arkalarında boş sokaklar gibi bırakarak” yürüdüler.
“Yolunda pusuya yattıklarını,
arkadan çelme attıklarını
bilerek”
yürüdüler de, yola pislik dökebileceklerini akıllarına bile getirmediler.
Ama döktüler.
“Biz buyuz” dediler.
Yürüyener ise sadece alkışlayıp, “yürekten güldüler”.
Sabrettiler, belki bilmeden;
“Sabredin, gelecektir, solmaz, pörsümez Yeni!” diyen “Üstad”ı…
Cehennemi Cennete Çevirebilme…
Sartre’ın “Cehennem başkalarıdır” şeklinde bir sözü vardır ya, işte Adalet Yürüyüşü, siyasi tercih anlamında “farklı” olan ve bu yönüyle birbirinin cehennemi olma potansiyeli taşıyan insanlara da bir “yol” sundu, “buyur yürü” diyerek…
Bu konuda “sen böyle düşünüyorsun”, “ben ise şöyle düşünüyorum” o yüzden “biz asla anlaşamayız”dan; samimi anlamda “ben böyle düşünüyorum ama senin gibi adalet istiyorum” diyerek ortak bir tavır geliştirebilme alanı yarattı.
Cehennemi belki de cennete çevirebilmenin bir yolu oldu bu yürüyüş…
“Usta”, “Üstad” ve Yürüyen Şiir
Bu yürüyüş Kılıçdaroğlu’nundu.
Çünkü “ben yürüyorum” diye yola düşen ilk o oldu.
Adalet talebi ise, sadece eline “adalet” pankartı alıp yürüyen Kılıçdaroğlu’nun talebi değildi…
Milletvekili arkadaşları tutuklanan, yürüyüş kortejini düzenleyen milletvekillerinin de değildi…
Miting meydanlarındaki CHP üyelerinin, ya da CHP’ye oy verenlerin de…
Adalet, onu talep eden herkesindi.
“Vermeyecekler! Alacağız!” diyerek yola düşen, samimi olan herkesin…
Adalet’i parti isminde değil, bir hak olarak sokakta arayanların…
Çile okuyanın da, Memleketimden İnsan Manzaraları okuyanın da…
“Usta” diyenin de, “Üstad” diyenin de…
Kaynak: İleri Dergisi, Sayı: 73, Temmuz-Eylül 2017 _________________ Bir varmış bir yokmuş... |
|