EntellektuelForum Forum Ana Sayfa EntellektuelForum

 
 SSSSSS   AramaArama   Üye ListesiÜye Listesi   Kullanıcı GruplarıKullanıcı Grupları   KayıtKayıt 
 ProfilProfil   Özel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapınÖzel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapın   GirişGiriş 

BİR KUMPAS HİKÂYESİ: KUŞ ÖTMEZ KONAĞI

 
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> EDEBÎYAT
Önceki başlık :: Sonraki başlık  
Yazar Mesaj
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Cmt Arl 24, 2016 9:01 pm    Mesaj konusu: BİR KUMPAS HİKÂYESİ: KUŞ ÖTMEZ KONAĞI Alıntıyla Cevap Gönder

BİR KUMPAS HİKÂYESİ: KUŞ ÖTMEZ KONAĞI
E. Doğan ŞEYHOĞLU
22 Ekim 2016

Uçsuz bucaksız bir bozkır ortasında Arayolu adında bir köy… İnsanlar günlük işleriyle huzur içinde yaşayıp giderken, köye eşkıya musallat olmuş. Köyün ağa ve muhtarı Mülayim Ağa kara kara düşünürken, bekçi Çakır Kamil kendinden emin:

-Ben bu eşkıyayı def ederim!

Ağa, pek inanmak istemez ama “haydi öyleyse, göster kendini” diye sırtını sıvazlamaktan başka da çaresi yoktur.

Şu olmuş bu olmuş. Bekçi bir yolunu bulup eşkıyayı def etmiş. Daha sonra bir kurt yerleşmiş içine ki, sormayın: “Mülayim Ağa’dan benim neyim eksik? Üstelik köyü eşkıyadan kurtardım. Muhtarlık da, ağalık da bana yakışır.”

Böylece postayı koyar ve Mülayim Ağa köyü terk etmek zorunda kalır.

Anlatılanlara göre eski bekçi ve yeni muhtar Çakır Kamil’in ilk işi eski köye yeni adetler getirmek olmuş… İtiraza yeltenenleri de bir güzel benzetmiş.

Bir zaman sonra terk-i dünya edince de yerine oğulları geçmiş…

Eski tas eski hamam…

“Kolluk bende kıllık bende!” edasıyla marabanın ensesinde epey bir zaman boza pişirmişler.

Yapılanlar köylünün canına tak etmiş ve bu musibetten kurtulmanın çaresini aramaya koyulmuşlar.

Şöyle böyle derken, uyanık mı uyanık bir bakkal köylü “bu çaresizliğinden bana iyi ekmek çıkar” diye hesap yapıyormuş. Sırıkoğullarının Reşat!

Altan alta “Kamiloğulları’nın zulmünden köyü ve köylüyü ancak kendisinin kurtarabileceğini” kulaktan kulağına fısıldatmış.

Yakınlarda bir başka yer… Yeniköy… Civarının en büyük köyü… Başında zalimliği dillere destan Sami Ağa…

Sami Ağa, bütün köylerin haracını toplar. İstediği köyden istediği tarlayı alır, kimin muhtar olacağına kadar, o karar verir. Kamiloğulları’nın yiğitliği sadece maraba kısmınadır. Yoksa, Sami Ağa’dan it gibi korkarlar.

Kamiloğulları’nın yaptıkları haksızlıklar artıkça şikayetlerinin de ardı arkası kesilmez olmuş. Şikayetler Sami Ağa’nın kulağına bir şekilde ulaşmış, ulaştırılmış. Ağrımaz başını ağrıtmak istemeyen Ağa, Kamiloğulları’yla işlerin yürümeyeceğini düşünmeye başlamış…

Bu arada, şu fırsatçı Bakkal Reşat kendine kimlerin yardımcı olacağını düşünürken, aklına sidikli Ramize’nin kart kızı sümüklü Fadile gelmiş; “Fadile, bohçacı olduğundan kulağı deliktir, hem de Sami Ağa’yla arası iyidir.” Bakkal Reşat, Sami Ağayla arasını yaparsa Fadile’yle evleneceğini vaat eder. Fadile buna dünden razıdır. Sözünü yerine getirir. Bir yandan Reşat ile Sami Ağanın arasını yapar, diğer yandan alttan alta Kamiloğulları’na karşı ağayı doldurur. Tabii bu süreçte Fadile ile Reşat’ın da düğünü olur.

Gel zaman git zaman… Sami Ağa Arayolu köyünün yanındaki İkisu köyüyle kavga eder ve köye el koyma planları yapmaya başlar. Bunu bilen Reşat, son hamlesini yapar:

–İkisu köyüne el koyacaksan bu iş Kamiloğulları’yla olmaz! Bunu ancak benimle işbirliği yaparak başarırsın. Onların gazını sadece ben alabilirim. Kamiloğulları’nın çiftliğine kahya olmama yardımcı ol, karşılığını alırsın.

Diğer taraftan Arayolu halkına:

-İkisu halkı akıllı olup Sami Ağaya karşı gelmeseydi! Ona yardımcı oluyorsam Kamiloğulları’ndan kurtulmanız için…

Deyip halkı sakinleştirir.

Günler aylar birbirini kovalar…

Fadile ile Reşat’ın sonraları adı Piç Zeki’ye çıkacak bir oğulları olur. Piç Zeki eli iş tuttuğu yaşta çiftliğin kahyası olur. Babasının(!) nasihatlerinden olsa gerek, Kamiloğulları’na kumpas kurar.

Sümüklü Fadile’nin akrabalarıyla gece Kamiloğulları’nın ağıllarının kapısını açıp ekinleri yedirip ertesi gün zararın on katını tahsil etmek gibi akla hayale gelmedik türlü dalaverelerle Kamiloğulları’ndan Topal Şahin’i kodese tıktırır.

Bakkallıktan kahyalığa terfi eden Reşat’a ne zaman şikayetçi olmak isteseler, “benim oğlum yanlış yapmaz; hem O’nun sözü benim sözümdür” diye tersler.

Derken efendim, şu olmuş bu olmuş… Kamiloğulları küçük birkaç tarlaya razı olup konağı terk etmişler. Köylüye zamanında çektirdiklerinden olsa gerek kimse taraflarına bakmamış…

Önce Bakkal, sonra Kayha Reşat, artık Reşat Ağadır!

Sümüklü Fadile bütün akrabalarına köyün en mümbit tarlalarını bahçelerini dağıtmış.

Mutlu mesut günler geçerken, Reşat Ağa’nın namı almış yürümüş.

Yeniköylü Sami Ağa’nın amcalarının gasp ettiği Yakuplu köyündeki garibanların da kulağına erişmiş. Reşat Ağa’nın yanına birkaç gariban gelip kendilerini de kurtarmaları için yalvarmış. Reşat Ağa şöyle bir gerindikten sonra “tamam hallederiz!” diye adamlara ümit vermiş. Garibanlar bin bir dua ile yanından ayrılmış.

Bütün bunları duyan Fadile “Yakuplu muhtarına gücümüz yetmez, arkasında Sami Ağa var, hem Yakuplunun çulsuzlarından bize ne?” diyerek itiraz etmiş. Erkeklik onurunun daha fazla rencide edilmesine tahammül edemeyen Reşat Ağa okkalı bir Osmanlı -pardon!- Gürcü tokadı akşetmiş.

-Bu evin, bu köyün reisi benim, ben ne dersem o olur!

Ateş seni kim yaktı?

Sen misin bana tokat vuran? Sümüklü Fadile’nin öfkesinin Reşat Ağadan geri kalır tarafı yokmuş.

Açmış ağzını yummuş gözünü.

-Ulan hırsız sahtekar, düne kadar uyuz bir bakkaldın! Benim sayemde Reşat Ağa oldun! Ben sana yapacağımı bilirim!

Demiş ve kapıyı çekip gitmiş.

Konağın avantacılarını bir telaş almış ki, sormayın gitsin.

Aralarını bulmaya çalışsalar da nafile.

Reşat Ağa:

–Ne istedi de vermedim? Bu bana yapılır mı? diye hop oturup hop kalkarken gelenleri geri çevirmiş.

Çevirmiş çevirmesine de, “yediğim haltların hepsini bilen Fadile’ye karşı ne yapacağım” diye kara kara düşünmeye başlamış. “Bu mesele ölüm-kalım meselesidir hayatta kalmak için her yol mubahtır!” diye karar almış.

İlk işi, küstürdüğü Kamiloğulları’nın gönlünü almak olmuş…

Zeki’nin kendi oğlu olmadığını ve aldatıldığını aslında İKTİDARSIZ olduğunu, Fadile’nin Sami Ağa’nın hesabına çalıştığını, Yakuplu köyündeki garibanlara yardım etmek istediği için Fadile’nin kendisiyle uğraştığını anlattırmış emrindeki bohçacılara…

Selametlik köylülerin yüreği mağdurlara karşı pek yufka olduğundan, sanırım, hikâyedeki cilalı boynuz ayrıntısını fark edememişler…

Adımlar dergisi

KUŞÖTMEZ KONAĞINA HIRSIZ GİRMİŞ!.. “Ama Karıya, Ama Paraya”
E. Doğan ŞEYHOĞLU
23 Aralık 2016 

İBDA Mimarı Salih Mirzabeyoğlu’nun Kültür Davamız isimli eserinden:

“İnsanın şuuru, ölçülebilir ve anlaşılabilir mahiyetiyle faaliyetinin muhtevasındadır; faaliyetin muhtevası, aktüalize olmuş “ahlâkî karakter”in ele verilişidir.

Bir dünya görüşünün, kurma, koruma, düzenleme veya düzen ve rejim plânına geçme mücadelesi “siyaset” ifâdesi kapsamında olduğuna göre, bir insanın faaliyeti, onun dünya görüşünü ele verir; “faaliyet”, bir insanın dünyaya bakış şuurunun siyasetidir.

(……..)

Faaliyetlerin değer ölçülerine nisbeti, “hak” ile “hakikat” arasındaki uygunluktur ki, “ahlâk”tır. Hakikate uygun hakkın tecellisi, “ahlâkî ölçüler”le mümkün… Diğer bir ifâdeyle: Her dünya görüşü aynı zamanda ahlâkî bir görüştür.” (Kültür Davamız, Salih Mirzabeyoğlu, İBDA Yayınları, 1982, Shf; 134)

İslâm ahlâkının en başta gelen kaidelerinden birisi yalan söylememektir. Öyle ki diğer bir çok günah için söylenmeyen itikada yönelik tehdit, yalan söylemek üzerine yapılmıştır. Yalan söylemek, sözünde  durmamak ve emanete ihanet etmek münafıklık alâmeti sayılmıştır.

Bizim mutlak ölçülerimiz yukarıda sıraladıklarımızdır. Nefsimizi, dostlarımızı, düşmanlarımızı bu ölçüler çerçevesinde değerlendirir ve ona göre istikametimizi tayin ederiz.

İkili münasebetlerinde, daha doğrusu şahsî menfaatleri sözkonusu olduğu zaman yalana tahammül edemeyen kişilerin siyasîlerin yalanlarına gösterdikleri müsamaha ve savunmacı tavır, bu çevrelerin “şuur”unun ve “ahlâkî karakteri”nin mahiyetinin anlaşılması için yeterli karinedir. Başka bir ifâdeyle, yalan söylemeyi meşru kabul eden bir “ahlâk”!

İşte böyle bir ahlâkla mücehhez zevatın bir yıl -hatta bir hafta- içerisinde kendi kendilerini tekzip eden onlarca beyanları, en son Rusya Büyükelçisinin öldürülmesiyle ahlâkî sükutun -şimdilik- ufkunu gösterdi.

Bir hafta önce Rusya temsicilikleri önüne protesto çağrıları yapan kişiler Rus Büyükelçisinin öldürülmesiyle pabucun pahalı olduğunu hissettiklerinden olsa gerek taziye kuyruğuna girdiler. Gerçi biraz uyanık olan aradan sıyrılmacı tipler bir hafta önceden Suriye’de Rusya ile aynı şekilde müttefik olan İran’ı “şeytanlaştırma” propagandasına başlamışlardı bile. Rusya’yı “barış güvercini” İran’ı Rusya’nın hayırlı işlerine engel olan “çıbanbaşı” şeklinde gösterme yarışına girdiler.

Diğer taraftan Halep’in teslimini, sosyal medyada büyük bir direniş oluyormuş gibi lanse ettiler. Halep’te Rus bombardımanında öldürülen çocuk cesetleri fotoğrafları paylaşarak kontrollü ajitasyon  yapmayı ihmâl etmediler. “Kontrollü ajitasyon” demişken, Mısırda Suud destekli darbe olduğu günlerde “rabiacılığın” revaçta olduğu zamanlarında; darbeye tepki gösteren her samimi insan gibi, o zaman ki başbakanın oğlu Bilal Erdoğan Suud’u hedef alan twitler atmış ve bir süre sonra kaldırmıştı. Sonradan yayınlanan meşhur tapelerden öğrendik ki Tayyip Erdoğan’ın ikazıyla twitlerini silmiş. Ne yazık ki “ideal mevceleri körelmemiş” birçok samimi genç, vitrindeki ağabeyleri gibi profesyonel (onlar gibi iki yüzlü bir ahlâk sahibi) olmadığı için “hakikatte İslâm’a ihanet” projesi olan siyasî hareketlerin gazıyla bu türden “hatâ”lara düşebiliyor. Belki de polis Mert’in “talihsizliği” onu uyaran bir babasının olmamasıydı.

Meselenin politik, stratejik, polisiye yönünü bir tarafa bırakalım… Malum çevrelerin Büyükelçi cinayetinden sonraki telaşları hayli ilginçti. Hele bir tanesi vardı ki sormayın gitsin. Üç-dört gün evvel canlı yayında Halep için gözyaşı (!) döken insan, Rus Büyükelçiliğine taziye sırasına giriyordu ki sevgili Aydın Kalkan gönüldaşın “HALEP’İ SATAN BOP MÜCAHİDLERİ VE TÜRKİYE’DEKİ “İSLÂMCI ABİLER”İN TİMSAH GÖZYAŞLARI” yazısının mücessem delili olduğunun farkında değildi.

Hedefi doğru seçmek, yanlış seçmek ayrı dava, ama sen Rusya’ya “kahrolsun!” diye bağırdığın ve kitleyi politik hesaplarla bu şekilde bağırmaya teşvik ettiğin ânda, o kitle içerisindeki samimi ve henüz abilerinin iki yüzlü ahlâkına bürünmemiş kesim işi fiîliyata dökmek ister. İşte polis memuru Mert’in böyle bir hissiyattaki fedaî olması-olma ihtimâli profesyonel ağabeylerini tedirgin ediyor. O yüzden dört koldan ahlâksızca karalama yoluna gidiyorlar. Buradaki “ahlâk” tan kasıt bizim ahlâkımız, yoksa, kendi dünya görüşlerine göre son derece ahlâkî davranıyorlar.

Anadolu’nun bir şehrinden Avrupa’ya çalışmaya giden bir gurbetçi… Telefonun olmadığı, mektupların dört gözle beklendiği zamanlar… Köyden mektup geliyor selâm-kelâmdan sonra havadisler anlatılıyor. Köydeki eve birilerinin girmeye teşebbüs edip, başarılı olamadıklarından bahsediyorlar. Hâliyle gurbetteki bizim “delioğlan”ı büyük bir sıkıntı basıyor; boşa koyuyor dolmuyor, doluya koyuyor almıyor. Tabiî durumu fark eden arkadaşları soruyorlar. Bizimki: “Delioğlan, bizim eve birileri girivemek istemişte, emme garıya emme parıya orasını bilmiyoz. Garı için girdilese möhüm deel. Ya para için girdilese heç eyi deel!” (Delioğlan, bizim eve birileri girmek istemişler. Belki hanım için belki para için orasını bilmiyoruz. Hanım için girdilerse mühim değil, eğer para için girdilerse hiç iyi değil!)

Yukarıda aktardığımız ayniyle olmuş hikâyedeki gibi Ankara’daki işbirlikçi çevreleri endişeye sevkeden husus, suikastçının herhangi bir devletin hesabına cinayeti işlemesi değil. O meseleyi “hâlletmek” kolay; kim ne istiyorsa üç aşağı beş yukarı bir şekilde anlaşılır, istedikleri verilir. Fakat mesele hamasî duygularla kendini fedâ edebilen bir fedaî ise, işte işler burada karışır.

Adımlar Dergisi
_________________
Bir varmış bir yokmuş...
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Önceki mesajları göster:   
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> EDEBÎYAT Tüm zamanlar GMT
1. sayfa (Toplam 1 sayfa)

 
Geçiş Yap:  
Bu forumda yeni başlıklar açamazsınız
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz
Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız


Powered by phpBB © phpBB Group. Hosted by phpBB.BizHat.com


Start Your Own Video Sharing Site

Free Web Hosting | Free Forum Hosting | FlashWebHost.com | Image Hosting | Photo Gallery | FreeMarriage.com

Powered by PhpBBweb.com, setup your forum now!
For Support, visit Forums.BizHat.com