EntellektuelForum Forum Ana Sayfa EntellektuelForum

 
 SSSSSS   AramaArama   Üye ListesiÜye Listesi   Kullanıcı GruplarıKullanıcı Grupları   KayıtKayıt 
 ProfilProfil   Özel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapınÖzel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapın   GirişGiriş 

Important Notice: We regret to inform you that our free phpBB forum hosting service will be discontinued by the end of June 30, 2024. If you wish to migrate to our paid hosting service, please contact billing@hostonnet.com.
İRADE FELSEFESİ, SIGMUND FREUD, CARL GUSTAV JUNG, NUMINOSUM

 
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> FELSEF'Î DÜŞÜNCELER
Önceki başlık :: Sonraki başlık  
Yazar Mesaj
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Prş Arl 15, 2016 11:33 pm    Mesaj konusu: İRADE FELSEFESİ, SIGMUND FREUD, CARL GUSTAV JUNG, NUMINOSUM Alıntıyla Cevap Gönder

İRADE FELSEFESİ, SIGMUND FREUD, CARL GUSTAV JUNG, NUMINOSUM, ANİMA VE ANİMUS
Fikrî Kavramlar Üstüne Denemeler: 2
Selim GÜRSELGİL
14 Aralık 2016

İRADE FELSEFESİ

Birinci bölümden alarak devam edelim…

“Geist malumdur” diye başlamıştık. Şunu belirtmemiz de gerekir: İBDA Mimarı her zaman “geist = malum” diye kullanmaz. Bazen ona “ruh”, bazen “ben”, bazen “kader” dediği gibi, “malum” kelimesini de bir çok defa tek başına değil, “malum – sır” şeklinde ifâde eder. Bu ifâdeyi – bana sorarsanız- bazen arasındaki tire işaretini görmeden de okuyabilirsiniz: “Malum sır”…

Schopenhauer, ki Hegel’in en büyük düşmanıdır, “geist” kavramını –herhalde- hiç kullanmaz. Ancak Schopenhauer’ın felsefesinin neredeyse bir başlığı olan “irade” kavramını, Schopenhauer hemen hemen bu anlamda kullanır. Nitelemesi Hegel’den farklı olmakla birlikte, Schopenhauer’in “irade” dediği şey, Hegel’in “geist”i ile üstüste gelecek biçimde yaklaşık olarak şöyle tanımlanabilir:

– Kişinin toplumla ilgili küçücük parçacığı (idrak) dışında kalan bütünlük yönü!

Schopenhauer’da şuur ve şuuraltı yerine, idrak ve irade vardır. Ve bu iradenin kapsamı –tıpkı geist gibi- çok geniştir. Bunun içinde, insan iradesi dışındaki her şey (zaman zaman ona da yer lütfeder), bütün varlık vardır; bütün varlık, insan dahi, bu gayrı şahsî iradeden doğmuştur. İnsanda şuura çıkmayan, Schopenhauer’ın yanlış biçimde “idrak edemediği” dediği her şey de bu irade’dir. Schopenhauer onun hayatı ve kâinatı yarattığını, ama “Allah” olmadığını, kendinden menkul bir güç olduğunu söyler.

Schopenhauer’ın “irade”si, yaklaşık olarak Hikemiyatın “malum – sırr”ına karşılık geldiği halde, onun yanından geçer ve onunla tam ters bir istikamete gider. Gittiği yerde Varoluşçuların “saçma – uyumsuz” adını verdikleri bir insan idrakı ve -açıkçası- intihar felsefesi vardır. Modern filozoflar arasında intiharı ilk öven, üremeyi, cinsiyeti ve karşı cinse duyulan ilgiyi ilk kötüleyen Schopenhauer’dır. Tolstoy’un Kroyçer Sonat’ını bu felsefenin bir edebiyatı gibi görebilirsiniz. Kroyçer Sonat’ın kahramanı intihar etmese bile karısını öldürür ve artık bir kadına ihtiyacı yoktur. Varoluşçular ise intihar felsefelerini cinsiyeti kutsayarak yaparlar.

İrade felsefesinde her şeyin bir sebebi vardır, fakat hiçbir şeyin bir mânâsı yoktur. Hayat, sebeplerle birbirine bağlanmış şekilde husule gelmişse de mânâsı yoktur. Tıpkı Darwin’in tekâmül nazariyesi gibi… Sebep var, mânâ yok; “absürd”… Her şeyi “absürd bir irade”nin yarattığı kanaatinde!..

13 Aralık 2016



SIGMUND FREUD

Dostoyevski’nin “Yeraltından Notlar”ını saymazsak veya onunla başlayarak, “şuuraltı” kavramını ilk defa tanımlayan Sigmund Freud olmuştur. Freud’da bu kavram, henüz Carl Gustav Jung’da yerli yerine oturmadan önce, tıpkı Dostoyevski’deki gibi “ferdî kötülüğün yatağı” anlamındadır.

Bilim tarihine hizmetleri inkâr edilemeyecek olan Sigmund Freud, bununla beraber geliştirdiği bazı teoriler bakımından, bizim gibi Allahçı ve ahlâkçı kesimler tarafından sürekli bir eleştiri konusu yapılmaktan ve yerden yere vurulmaktan kurtulamayacaktır. Ancak bu eleştiri ve yergilerin de, mevzunun istediği seviyede ve ilmî bir surette olmak, basitleştirmeye ve hafifsemeye gelmemek, yine ilim ve fikir adamlarınca ele alınmak lüzumu vardır.

Nitekim insan tabiatının ve insan psikolojisinin temel düğümü saydığı Oidipus Kompleksini, insan tabiatından değil, içinde yetiştiği Yahudi kültüründen aldığını ilk söyleyen ben değilim; Freud ayarında ve ona yakın ilim adamlarıdır. Bu mevzuda Batı’da çok sert eleştiriler de yapılmıştır. Bunların en önemlisi, hiç şüphesiz, önce öğrencisi ve sonra muarızı olan Jung‘un yaptığı sert eleştiri ve ardından geliştirdiği “yeni psikanaliz“, daha doğrusu “analitik psikoloji”dir.

Yani ben burada sözümü bizim İslamcıların –hemen her zaman- yaptığı gibi “O Yahudi!” diye tek kelimelik fikirsiz ve şuursuz harcamalardan almıyorum; bir ilim adamını, yine onun ayarında, hattâ bazı yönleriyle ondan da üstün bir başka ilim adamına dayanarak eleştiriyorum.

Buradan bakınca kendimiz de görebiliyoruz ki, bu ensest (aile içi sapık ilişki) denilen olay, Yahudi kültürü içinde çok yaygın ve dahası “kutsal” bir olay. En azından, birkaç bin yıldır Tevrat diye okudukları kitaba bu olayı öyle bir nakşetmişler ki, her gün, her okudukları bu kitaptan, eşeğin aklına karpuz kabuğunun düşmemesi mümkün görünmüyor.

Açıyorsunuz “tekvin” babını. Lût Peygamber anlatılıyor. İki kızıyla şehirden kaçmış ve bir mağaraya sığınmış. Lût Peygamber uyurken, kızlarından biri demiş: Babamla birlikte olalım, ondan döl alalım da, soyumuz kesilmesin… Öbürü iknâ olmuş. Lût Peygamber uyurken ona -nasıl başardılarsa, hatta mağarada nereden buldularsa- şarap içirmişler. Uyurken sarhoş olmuş Lût Peygamber. Sonra kızlarından teki koynuna girmiş. Lût Peygamber ilişkiye hazır hale getirmiş. Sonra onunla birleşip ondan döl almış.

Ertesi gece diğer kız aynı şeyi yapmış. Uyurken şarap içirilen ve kızları koynuna giren Lût Peygamber, top atsan uyanmaz o halde! İki kız da babalarından çocuk doğurmuş. Soyları böylece devam etmiş…

Şimdi böyle, uydurma bir kutsal kitabı olan kültürden, elbette bizzat yaşayanların anlattıkları yüzlerce ensest vak’ası da çıkar, Oidipus Kompleksi de… Freud‘un yaptığı bunu sadece, içinde yetiştiği kültürden alıp tüm insanlara mâletmeye çalışmak… “Siz misiniz bizi ensestle, sapkınlıkla suçlayan, şimdi görün gününüzü“… İntikamın böylesi!

Mesela aynı şekilde, cinlerin varlığına da inanır Freud. “Bilimsel” olduğu için veya “bilimsel yöntemlerle” bulduğu için mi? Hayır! Yahudi kültüründe yeri olduğu için…

19 Kasım 2011

CARL GUSTAV JUNG

Carl Gustav Jung, Salih Mirzabeyoğlu‘nun eserleri boyunca sık sık atıf yaptığı bir isim. Psikoloji alanında, Freud‘dansa her zaman onu tercih eder ve onun fikirlerine yer verir. Hattâ “Yağmurcu” isimli eseri, ismini doğrudan doğruya Jung’un anlattığı bir hadiseden alır ve onunla başlar.

27 temmuz 2011

NUMINOSUM

Jung psikolojisi’nde din ve dindarlık durumunu açıklamak üzere başvurulan anahtar kavram; numinosum… Kader gibi insana hükmünü hâkim kılan bir şey… Bazen “gönülsüzlük” durumu olarak yorumlanırsa da, tam olarak bu kastedilmiyor sanıyorum. Çünkü bir kimse bir dini gönülsüzce benimsemiş gibi görünebilir ama, hiç kimse gönülsüzce dindar olmaz.

Demek ki numinosum; “kuşatan” diye anlaşılsa yeridir. Veya İbda diline aşinâ olanlar “toplum malûmu” diyebilirler. Ama din ve dindarlığı tek başına açıklamaya yeten bir kavram mıdır? Hayır!..

29 Aralık 2011

ANİMA VE ANİMUS

Anima ve Animus ülkemizde doğru dürüst tanınmayan iki psikolojik kavram. Ödipus ve Elektra komplekslerini herkes biliyor da anima ve animus arketiplerine ilişkin maddelere bakıyorum, tırıvırı… Bu iki kavram; birer temel, yaratılıştan gelen hastalık olarak gösterilen Ödipus ve Elektra komplekslerine göre, çok daha seviyeli ve gerçekçi bir açıklamadır. Aslında mevzu, bana kalırsa biraz da bilerek karıştırılıyor ve her şeyin karman çorman olması, ahlâka karşı yürütülen bir mücadele taktiği olarak sunuluyor.

Şimdi düşünün; erkek çocuğunda Ödipus, kız çocuğunda da Elektra komplekslerinin olması, bunların en temel şeyler olması demek, ne demektir? Eğer bu teori doğruysa, eşcinselliğin doğuştan olduğu fikri kendi kendine çöpe gider. Eğer her erkek çocuğunda annesine ve her kız çocuğunda babasına yönelik bir gizli cinsel eğilim varsa ve bu eğilim çok temelse, adetâ bütün sosyal ve manevî hayat bu temel eğilimden kurtulmak için çırpınmakla geçiyorsa, o zaman eşcinselliğin “tabiî” (normal) olduğunu söyleyemeyiz. En azından bir “arıza”dır, bir “hastalık”tır, bilmem nedir, ama “tabii” olduğu söylenemez. Oysa bu çelişkiye aldırmadan özellikle bu “tabiilik” teorisi savunuluyor ki, sanırım amaç üzüm yemek değil, bağcıyı dövmek; yani sadece din ve ahlâkla savaşmak.

Baştan söyleyeyim: Ben Freud‘un büyük bir adam olduğuna, psikanalizin kurucusu olduğuna ve bilim tarihine çok önemli katkılar yaptığına hiç itiraz etmiyorum. Yalnız, bütün bunlarla birlikte “kötü niyetli” olduğunu da düşünüyorum. Bazı şeyleri özellikle, sadece din ve ahlâka karşı yürüttüğü savaşın âletleri olarak kullandığını… Freud‘un usta bir retorikçi olduğunu hepimiz biliyoruz. “Nevroz”u anlatırken, lafı nasıl din ve ahlâka getirdiğini, nasıl din ve ahlâkı “nevrotik vak’alar” olarak gösterdiğini ve bunları bir üslûp hüneriyle yaptığını anylayabilecek yaştayız. Onun için son derece “safça ve cahilce” sorular sorarak meseleye yaklaşırsam, beni bağışlayın; çünkü bunlar benden değil, Freud‘un “abese ircâ” ettiği mevzuun kendisinden kaynaklanıyor.

Meselâ diyor ki; Ödipus kompleksi her erkekte doğuştandır ve erkeğin bütün din ve ahlâkı, sosyal normları onu bastırma içgüdüsünden doğmuştur… Bir kere hayvandan geldiysek, ben buna inanmam. Çünkü hayvanlarda böyle bir genel eğilim görmüyoruz; varsa, önce hayvanlarda bunun ispatı gerekir. “Hayvandan insana geçiş” aşamasında bize bir yerden bulaştıysa, o zaman bunu bastırmaya niye uğraşıyoruz? Bu bastırma gayreti nereden geliyor bize? Niye ayıp sayıyoruz bunu? Yani, “hayvandan insana geçiş”te, bizde aynı ânda hem Ödipus ve Elektra kompleksleri, hem de din ve ahlâk duygusu mu oluştu? (Buna kargalar bile güler!)

Bir şey daha var: Freud, her türlü sevginin kökenine “işte bunlar hep seks” hesabı, libidoyu koyuyor. Bunun yanında `destrudo‘yu eşantiyon olarak vermesine bakmayın siz; laf kalabalığı… Bunlar, ilk defa İmam-ı Gazalî‘nin dile getirdiği iki kavramdır: “Şehvet” ve “gazap” der onlara; nefs‘in temel eğilimleri olarak… Ve İslâm tefekküründe ondan sonra da çok işlenmiştir. Freud önce bu iki kavramı alıp Lâtinceleştiriyor, birine libido, ötekine destrudo diyor; sonra da destrudo‘yu libido felsefesine salata yapıyor. Zirâ bütün ruhî hayatı, nevrozların tamamını libido‘ya bağlıyor… Ve bununla da kalmıyor, her türlü sevgiyi, hattâ aşkın kendisini bir libido faaliyeti olarak gösteriyor.

Diyelim ki ben yolda giderken, bir kedi yavrusu gördüm: “Aa, ne sevimli şey!” Durdum, eğildim, 20 saniye kadar başını okşadım ve yoluma devam ettim… Bu bir sevgi belirtisi midir? Hiç şüphesiz! Adına şefkat diyeyim, merhamet diyeyim, ne dersem diyeyim; bu bir sevgi gösterisidir. Pekâlâ libido bunun neresinde? “Sahibolma” davranışı yok, bir şey yok… Sonra bir dostumla karşılaştım, hasretle kucaklaştık, oturduk çay içtik, sohbet ettik. O bana çok sevdiği nişanlısından söz etti, ben ona 2 yaşındaki kızımdan… Sonra da vedalaşıp ayrıldık. Libido bunun neresinde? Erkekçe dostluk bir tür “soysuzlaşma” mı sayılıyor?

Eski Yunanlılar Eros ve Afrodit‘in arasını ayrırken, onları farklı farklı kişileştrirken, Freud‘dan çok daha steril bir anlayışa sahiptirler. Eros, erkekçe dostluğu, daha doğrusu “hikemî aşk”ı ifâde eden bir kavramdı; Afrodit ise, karşı cinse duyulan “şehvanî aşk”… Efsanler içinde kavramların mânâlarındaki farklılaşmalar bir yana, Eflatun Şölen risalesinden böyle anlatır.

Freud ise Eros ve Afrodit‘i birbirine karıştırmak bir yana, `Oidipus` ve `Elektra` efsanelerini de tamamen çarpıtmıştır. Annesiyle babasının savaşında babasını destekleyen Elektra‘nın hikâyesinden Elektra kompleksi çıkarmanın ne kadar zorlama olduğu zaten bilinir. Fakat daha meşhur olan Ödipus kompleksi için de Oidipus‘un efsanesi tamamen çarpıtılmıştır. Tragedya yazarı Sofokles, burada, ne yapılsa edilse insanın kaderinden kaçamayacağını anlatır. Milyonda bir görülecek bir lânet eseri, bilmeden babasını öldüren ve annesiyle evlenen bir gencin acıklı hikâyesine yer verir. Herhalde buradan bir Ödipus kompleksi çıkarıldığını görseydi, önce kendisi intihar ederdi!

Sözgelimi; bir oğlan doğdu. Büyürken çırpındı, etti, annesinin imajından (Ödipus kompleksi) kurtuldu, komşunun kızına âşık oldu. Hatta ona sahip oldu diyelim… Pekâlâ bu durumdan sonra hâlâ annesine karşı saf bir sevgi duyması mümkün olmayacak mı? Onu büsbütün unutması, hafızasından çıkarması, sadece merhaba merhaba bir seviyeye indirmesi mi gerekecek? Veya bir erkek çocuğu, çocukluğunda annesini pek sevmiyor da babasını seviyorsa, eşcinsel eğilimli mi sayılacak?

…..

Mantıklı düşünmek gerekirse, bu sorular Freud’çuluğun saçmalığını gösterir. Ve bu saçmalığın en güzel tedavisi de Carl Gustav Jung‘un arketipler nazariyesidir; bir insan için neyin doğruluk, neyin sapıklık olduğunu oradan öğreniriz. Anima, her erkeğin ruhunda bulunan “en temel kadın imajı“dır. Erkek, kadını ruhundaki bu imaj sayesinde tanır ve sever. Eğer erkekte bir `anima` olmasaydı, onun kadına duyacağı ilgi ve sevgi de olmayacaktı. Aynı şekilde her kadının da animus‘u vardır. Bu imajlar güçlü ve zayıf olabilir, yetişme şekline bağlı olarak büsbütün silinebilir veya yer değiştirebilir; bir takım “sapma”lara yol açabilir… Yalnız bir şey var ki, insan iki cins içinde döner durur; üç olmaz.

Hayatın kendisi gözlemlendiğinde, Ödipus ve Elektra komplekslerini, onları bastırmak için gösterdiğimiz (!) bitip tükenmez çabaları, gördüğümüz (!) kâbusları destekleyecek hiçbir delil ile karşılaşmayız. “Anne“, henüz memede olan çocuklar için bile “kutsal bir sığınak”tır; ve “ilk varlık”tır. Baba ise “büyük otoite”… Baba ve anne, çocukların, kız çocuğu veya erkek çocuğu olmalarından bağımsız olarak sahip oldukları arketiplerdir. Oysa henüz konuşmaya başlamamış bir erkek çocuğunun, kendisinden bir kaç yaş büyük “komşu kızı” ile karşılaştığı ilk âna bakın bir de; veya aynı çağında kız çocuğunun, kız olmaktan duyduğu tabii memnuniyeti, buna ilişkin davranışlarını, kendinden büyük veya eşit komşu çocuklarına olan “aşklarını”…

(Siz çocuklar aşık olmaz mı sanıyorsunuz? Hem de nasıl! Asıl büyükler aşık olmaz. Aşk temelde çocukça bir duygudur. Hattâ henüz memede olan, konuşamayan bebeklerde aşk istidadı en fazladır. Eski Yunanlılar Eros’u “çocuk tanrı” olarak tasvir etmekte ne kadar da bilgece davranmışlardır.)

Şimdi, ebeveynine karşı duygusuna benzer mi bu? Benzemez. Çünkü “anne” ve “baba“dan ayrı arketiplerdir, “anima” ve “animus“… Eğer sağlıklı bir şekilde gelişirlerse, onları bastırma çabalarına da ihtiyaç kalmaz. Dahası, bu, ateist bir tez olarak da savunulabilir: Din ve ahlâk terbiyesi verilmemiş çocukların, ömür boyu bunlara hiç eğilim duymayabilmeleri, ama “anima” ve “animus” yine de sahip olmaları noktasından… Sahi, ateistler niye böyle duru bir görüşü savunmak yerine, son derece kötü niyetli bir yaklaşımı insanlığa kakalamaya çalışıyorlar? İnsanlık karşısında “insanlık”ı temsil etmek istememelerinden herhalde!

20 Ağustos 2012

Selim GÜRSELGİL
ADIMLAR Dergisi
_________________
Bir varmış bir yokmuş...
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Önceki mesajları göster:   
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> FELSEF'Î DÜŞÜNCELER Tüm zamanlar GMT
1. sayfa (Toplam 1 sayfa)

 
Geçiş Yap:  
Bu forumda yeni başlıklar açamazsınız
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz
Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız


Powered by phpBB © phpBB Group. Hosted by phpBB.BizHat.com


Start Your Own Video Sharing Site

Free Web Hosting | Free Forum Hosting | FlashWebHost.com | Image Hosting | Photo Gallery | FreeMarriage.com

Powered by PhpBBweb.com, setup your forum now!
For Support, visit Forums.BizHat.com