EntellektuelForum Forum Ana Sayfa EntellektuelForum

 
 SSSSSS   AramaArama   Üye ListesiÜye Listesi   Kullanıcı GruplarıKullanıcı Grupları   KayıtKayıt 
 ProfilProfil   Özel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapınÖzel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapın   GirişGiriş 

GÖNÜLLÜ SÖMÜRGELİĞİN ANAHTAR KAVRAMI: KÜRESELCİLİK

 
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> FİKİR YAZILARI
Önceki başlık :: Sonraki başlık  
Yazar Mesaj
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Cum Hzr 06, 2014 1:01 am    Mesaj konusu: GÖNÜLLÜ SÖMÜRGELİĞİN ANAHTAR KAVRAMI: KÜRESELCİLİK Alıntıyla Cevap Gönder

GÖNÜLLÜ SÖMÜRGELİĞİN ANAHTAR KAVRAMI: KÜRESELCİLİK
Prof.Dr.Nurullah Çetin
03 Haziran 2014



Son yıllarda bazı kişiler, dolaylı cümle kurmayı filan da bırakarak açıktan açığa ve pervasızca küreselleşmeyi övmeye, milliyetçiliğe saldırmaya başlamışlardır. Bazı gazete yazarları ve televizyoncular, kendilerine aydın denilenler, orada burada konuşanlar, etkili ve yetkili makamları işgal edenler, Türk milletine küreselleşmenin faziletlerini anlatırken, milliyetçiliğin ne kadar kötü bir şey olduğunu da söyleme gereği duyuyorlar.

Globalizm ya da Türkçesiyle küreselleşme, genel anlamda gelişen teknolojik, bilimsel imkanlarla ve buna bağlı olarak
iletişim ve ulaşım imkanlarının artmasıyla dünyanın küçülmesi, bütün devlet ve milletlerin siyasi, ticari, ilmî, sportif,
kültürel vb alanlarda iç içe geçmesi, işbirliği yapması, birbirleriyle alışverişe girmesi filan diye anlatılır. Buna göre artık
milletler içine kapanmamalı, dünyaya açılmalı, uygar dünyayla birlikte hareket etmeli, küreselleşmeli, gelişmiş
devletlerle her türlü işbirliğine girmelidir.

Küreselleşme, esasında birbirleriyle münasebete giren milletler ve devletler bakımından iki yönlü bir olgudur. Eğer
münasebete giren taraflar eşitse, ya da haklarını koruyan bir bilince sahipse o zaman küreselleşme her iki taraf için
faydalıdır. Bunun tersine bir taraf güçlü diğer taraf zayıfsa, o zaman küreselleşme güçlü devlet için avantajlı, zayıf
taraf içinse zararlıdır. Bunu bizim için uyarladığımızda şu ortaya çıkıyor: Bugün Türkiye, en çok Amerika ve Avrupa
devletleriyle münasebete girmektedir.

Batı, ekonomik, teknolojik vs alanlarda üstün durumda olduğundan Türkiye ile küreselleşme işi sırasında ilişkiler eşit
düzeyde olmuyor. Emperyalist batı, dayatmacı, ezen, sömüren, yağmalayan konumda; millî şuurdan yoksun,
dolayısıyla Türk milletinin haklarını savunmayanların yönetiminde olan bir Türkiye ise ezilen, yağmalanan, talan
edilen, hep zarar gören konumunda olmaktadır. Dolayısıyla böyle bir küreselleşme, Batının lehine; Türkiye’nin ise
aleyhinedir. Bunun somut sonuçlarını sadece şimdi değil, uzun yıllardır maalesef yaşıyoruz.

Mesela Türkiye, Avrupa Birliği ile küreselleşme macerasına girdiğinden bu yana Avrupa Birliği komiserleri, sömürge
şefleri, jandarmaları Türkiye’ye hep emirler vermekte, iç işlerimize karışmakta, dayatmalarla kanun çıkartmakta,
tehdit, şantaj ve başka yollarla anayasamızı değiştirtmeye çalışmaktadırlar. Hatta iç işlerimize karışabileceklerini
açıkça söylemekten kaçınmamışlardır. Nitekim Avrupa Birliği sömürge valisi edasındaki Avrupa Birliği
komiserlerinden biri olan Joost Lagendijk, “Türkiye AB’ye girmek istiyorsa içişlerine karışmak görevimiz. Gelecekte
de karışacağız.” sözüyle bu küstahlığı göstermiştir.

Yine aynı kişi, “301. madde Türkiye’nin imajını zedeliyor. Düşmanlarınızın elinden bu silahı alın.” diyerek
anayasamızı değiştirtme direktifi veriyor, “Ordu provakasyonlara başladı. PKK ile çatışmayı seviyor. Bu onu güçlü
ve önemli kılıyor.” diyerek Türk ordusu düşmanlığı yapıyor. İşte böyle bir küreselleşmede Avrupa Birliği emir
veren, Türkiye ise talimatlara göre kendini yöneten bir konuma düşürülmek isteniyor ki, bu tür bir küreselleşmeyi
Avrupa elbette olumlu bir şey olarak algılar ve bize de sevimli gösterir. Peki bizim böyle bir küreselleşmeyi
savunmamız ne anlam ifade ediyor?

Emperyalist Batı, Türk milletinin yüzyıllara dayanan kazanımlarını birer birer yağmalarken, Türkiye’yi açık pazar
hâline getirirken, istediği her şeyi yaptırırken “oh ne güzel, güzel güzel küreselleşiyoruz”, diye sevinebilir. Peki bu
tür bir küreselleşme bizim neyimize oluyor?

Emperyalist Batı, küreselleşme adına Türk tarımını felce uğratmaya çalışıyor. Tohumlarımıza kadar hâkim olup,
Türk tarımını öldürmek için her türlü alavere dalavereyi dayatıyor. Emperyalist Batının sömürgeci kurumları olan
Dünya Bankası, İMF gibi kuruluşlar, Türkiye’yi ve bizim gibi diğer mazlum İslam ülkelerini tam bir mahkumiyet
kıskacı altında kıpırdayamaz hâle getirmek istiyorlar. Paraya, ürüne, hizmet sektörüne, devlete tam hâkimiyet
sağlayarak bizi köleleştirmek ve sürü hâlinde bırakmak istiyorlar. Bunun adı küreselleşme oluyor. Ve bu
küreselleşmeciler, bütün dünyayı tek elden idare edilen bir köye döndürmek için millî devlet yapılarını önce
gevşetmek, çözmek ve giderek parçalayıp etkisiz hâle getirmek istiyorlar. Onun için küreselciler, bütün tezgahlarını
bozacak olan milliyetçiliğe, millî devlet anlayışını savunanlara savaş açmış durumdalar.

Bir bütün olarak emperyalist Batı, bize Cuma namazlarında okuyacağımız hutbelere kadar karışıp hangi ayeti
okuyamayacağımızı belirlerken, millî tarihimizi, Türklük bilincimizi çocuklarımıza istediğimiz gibi öğretmemize mani
olurken, ahlaksızlık, fuhuş, şehvet, şiddet, tüketim, çürüme endüstrisi hâlini alan kokuşmuş kültürünü
çocuklarımıza dayatırken ortaya çıkan bu küreselleşme kimi mutlu eder acaba?

Demek ki biz siyaseten, ekonomik olarak, bilimsel olarak zayıf kaldıkça güçlü emperyalist ülkelerle küreselleşme
ilişkisine girdiğimiz zaman sürekli zararlı çıkan taraf biz olacağız. Bu tür bir küreselleşme ilişkisinin varacağı yer,
zamanla önce Türk milletinin elinde nesi var nesi yoksa yağmalanması, talan edilmesi ve sonra yok olup gitmesidir.

İşte bu yok olup gidiş sürecine, yağmacı, dayatmacı, tasfiyeci, Türk düşmanı emperyalist küresel çete
oluşumlarına dur diyecek olan Türk milliyetçi ruhudur. Küreselleşme adı altında Türk millî varlığının yok olmasını
önleyecek direnç noktaları, güvenlik mevzileri milliyetçi şuurla inşa edilebilir.

Milliyetçi ruh, küresel çetelere der ki; milletim için gerekli olan kanunları bağımsız olarak ben çıkarırım, sen bana
kanun dayatamazsın. Sen kendi dinini tahrif etmişsin, bozmuşsun ama benim dinimi bozamazsın. Camimde hangi
ayeti okuyacağıma, ders kitabımda hangi ayetlere yer vereceğime ben karar veririm. Üretim yapan ve kâr getiren
bütün kurum ve kuruluşlarım benim milletimin malıdır, sana peşkeş çekemem. Hele vatan toprağımı hiçbir şart
altında sana satamam. Bu vatan toprakları bana şehit dedelerimin kanlarıyla miras kaldı. Müslüman Türk milletimin
kendine ait özgün kültürel değerlerini, inanma ve yaşama tarzlarını senin keyfin için yok edemem ve senin
kokuşmuş ahlak anlayışını, insanı çürüten kültür ve sanatını alamam.

Dışardan emperyalist Batının kendi menfaatleri için küreselcilik oynaması, bize küreselciliğin faziletlerini sayıp
dökmesi, buna karşın milletin menfaatlerini küresel çetelere karşı koruyan milliyetçi ruhu öldürmek istemesi kendisi
açısından anlaşılabilir bir şey. Emperyalist Batının sömürge politikalarını kolaylaştıran bir araç olarak küreselcilik, batı
için gerekli olabilir ama bizim için felakettir. Bu felaketi fark eden ve önleme dinamiklerine sahip olan da milliyetçi
ruhtur.

Bugün Türkiye’de küreselci geçinmek ve milliyetçi düşmanlığı yapmak demek, Türk milleti ve Türkiye Cumhuriyeti
Devleti ile ilgili siyasi kararları, Türk milleti değil de Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği gibi milletlerarası örgütler versin,
biz de onlara uyalım demektir. Yine küreselci olmak demek, ekonomimiz, mal varlıklarımız, paramız, bankalarımız,
borsamız, toprağımız, tarımımız üzerinde çok uluslu banka ve şirketlerin hâkim olmasını istemek demektir.
Özelleştirme adı altında mal varlıklarımızı yabancılara peşkeş çekmek demektir.

Türkiyeli küreselcilerin küreselciliği bu kadar sevmelerinin bir gerekçesi, kişisel menfaatlerini emperyalistlerin
menfaatleriyle birleştirmesi, onlarla maddî anlamda işbirliğine girmesidir. Bir başka gerekçesi de bunların çoğunun
Türk düşmanlığı histerileridir. Bunlar, ya Türk olmadıklarını söylerler, ya Türk iseler bile Türklüklerinden utanan
mankurtlaşmış tiplerdir. Küreselcilik bunlara Türk millî varlığını ve devletini yok etme, Türk ordusunu etkisiz hâle
getirme, Türkiye’yi etnik parçalara ayırma imkanı sağlamaktadır.

Türk düşmanlığına dayalı etnik ırkçılar, amaçlarına ulaşabilmek için küreselciliği bir araç olarak kullanmaktadırlar.
Çünkü onların amaçları ile küreselci emperyalistlerin emelleri birleşmektedir. Emperyalist küreselci çeteciler, güçlü
bir Türk milleti ve birleşik, dayanışmacı, bütünlüklü bir Türk millî yapısı istemezler.

Küreselci cerbezelerden, demagojilerden birisi de milliyetçiliğin içe kapanmak olduğu şeklindedir. Bu tamamen
yalandır ve insanları aldatmaya dönüktür. Küreselciler, sadece Amerika ve Avrupa Birliği ile tek taraflı kazıklanmaya
dayalı küreselci ilişkiye girerler. Milliyetçi ruha sahip Türkler ise sadece batılı ülkelerle değil, bütün dünya devletleri ve
milletleriyle eşitlik ve hakkını gasp ettirmeme ilkelerine göre ilişki kurarlar.

Kendi içine kapanan bir devlet ve millet olmadıkları gibi sadece Batıyla ilişki kurmakla yetinmek de istemezler.
Menfaatleri icabı olarak dünyada kim varsa onlarla her türlü münasebete girerler. Giderler gelirler, alış veriş
yaparlar, işbirlikleri yaparlar vs. Ama bu münasebetlerde kimseyi sömürmezler ve kimseye kendilerini
sömürtmezler, milletin haklarını gavura peşkeş çekmezler. Türk millî kültürünün yok olmasına değil, tam tersine
bütün dünyaya yayılmasına çalışırlar.

Küreselci ibişler, Avrupa Birliği’ne girersek Amerika’yla iyi ilişkiler kurarsak, dinler arası diyalog kurarsak İslamı
oralarda da yayarız gibi alakasız bir şeyden bahsederler. Bir defa emperyalist Batı, kurumsal işbirliklerinde hiçbir
zaman, gel İslamını bende yay demez, bunun için gerekli olan altyapının kurulmasına da izin vermez. Nitekim
Batının bugün İslam karşısındaki sert önlemleri, uygulamaları ve politikaları ortadadır. Onlar o kadar aptal ve enayi
değildir. Tam tersine bu tür ilişkilerden Batı, kendi hesabına yararlanmak ister. Yani dinler arası diyalog, Avrupa
Birliği üyeliği vs gibi kurumsal yapıları, misyonerlik için kullanabilecekleri bir zemine dönüştürür.

Nitekim, bu süre içinde meyvelerini de bol bol almaktadırlar. İkincisi, sen İslamı yaymak istiyorsan buna bir mani
yoktur. Tebliğ müessesesi, her zaman açıktır. Dinler arası diyalog kurmadan önce de, Avrupa Birliği’ne girmene
gerek kalmadan da tebliğ yapılmıştır, yapılmaya devam eder. Buna bir mani yok. Kaldı ki İslam sadece Batıya tebliğ
edilecek bir din değil, bütün insanlığa tebliğ edilecek bir dindir. Âlemlere rahmet olarak gelmiş bir dindir.

Özgüvenini kaybetmiş mankurt küreselci aydınlar, saf ve gafil Türklere mesela şöyle diyorlar: Gelişen bilimsel,
teknolojik imkan ve şartlar altında Dünya bir köye döndü, millî sınırlar, devletler, bayraklar, ekonomiler, kültürler
artık anlamını yitirdi. İletişim ulaşım imkanları çoğaldı. Bütün dünya birbirleriyle her türlü ilişkiye ve işbirliğine geçti.
Bu durumda uygar dünyayla birlikte hareket etmeliyiz, onlarla aynı birlik yapısı içinde yer almalıyız, küreselleşmemiz
lazım. Milliyetçilikle dünyada yalnızlığa itilip, dünyadan tecrid edilerek yok olacağımıza küreselleşerek ayakta kalalım.
Bizim etimiz ne budumuz ne, dünyaya kafa tutamayız. Onlarla sulh yoluyla anlaşarak geçinebiliriz vs.

Bu tiplerin en acınası hâllerine Mütareke ve Millî Mücadele döneminde şahit olduk. O zamanın mankurt küreselcileri
İngiliz mandacılığı, Amerikan mandacılığı istiyorlardı. Bunların karşısında da Türk milletinin haklarını savunan, bu
uğurda gerekirse, ya istiklal ya ölüm diye savaşa atılan milliyetçi Atatürk vardı. Mütareke döneminde ülkemizi işgal
eden İngiltere, Fransa, İtalya, Yunanistan, Amerika gibi devletler, birleşik haçlı orduları hâlinde bizi yok etmek, Türk
millî varlığını tarihten silmek için gelmişlerdi. Bugün bu devletler, değişik yollardan, diplomasiyle, siyasetle,
ekonomiyle, medyayla, kültürle, propagandayla Avrupa Birliği ve Amerika Birleşik devletleri olarak karşımıza
çıkmışlardır.

Millî Mücadelemiz dönemindeki İngiliz ya da Amerikan mandacıları ile günümüzdeki her ne pahasına olursa olsun
Avrupa Birliğine girmeliyiz, bu yolda onlar ne emir verirse yapmaya hazırız, onlar tekmeleriyle ağzımıza vursa da biz
eteklerine yapışıp yalvaracağız ya da Amerika süper devlet, ona karşı çıkamayız, onunla birlikte hareket etmeliyiz
deyiciler aşağı yukarı aynı düşünce paralelindedirler. Millî Mücadele döneminin mandacılarının gerekçeleriyle
günümüz tam teslimiyetçi küreselci batıcılarının gerekçeleri aşağı yukarı birbirine benzemektedir.

Mondros Mütarekesi’nin imzalanmasını müteakip emperyalist batılı devletler ülkemizi işgal etmiş, bu ortamda Allah’a
ve kendine güvenini kaybetmiş bazı mankurt aydın ve siyasetçiler, kurtuluşu hemen bu işgalci devletlerin birinin
eteğinin altına sığınmakta yani onun mandaterliğini, onun yönetimi altına girmeyi, yani gönüllü olarak sömürge
olmayı kabul etmekte bulmuştu. Hatta Sivas Kongresi’nde bu mandacılar açık açık fikirlerini söylediler.

Reşit bey gibi bazıları Fransız mandasını istemiş, hatta Fransız Muhipler Cemiyeti kurulmuş. Öte yandan Şahin ve
Ahmet Dino gibi bazı kişiler Türk-İtalyan Dostluk Derneği’ni kurarak bunlar da İtalyan mandasını istemişler. Fakat
hem Fransız hem de İtalyan mandacıları zayıf kaldılar. Asıl kuvvetli taraf İngiliz ve Amerikan Mandacıları idi. Yani ülke
yönetimini İngiliz ve Amerikalılara teslim etmek isteyen teslimiyetçi küreselciler çoğunluktaydı. Bu durum bugün de
değişmemiştir.

20 Mayıs 1919’da Türkiye’yi İngiltere’nin sömürgesi yapmak isteyen mankurtlar, İngiliz Muhipleri (Dostları)
Cemiyeti (Derneği)’ni kurdular. Bunlar para, makam, mevki, zenginlik hayali, iş vaadi vs. dağıtarak kısa zamanda
sadece İstanbul’da pek çok üye kaydetmişler. Bu Cemiyet, İngiltere başbakanı Lloyd George’un Türkiye’yi
sömürge yapmak için kurdurttuğu bir sivil (ya da “sefil” diye de okunabilir) toplum kuruluşu idi. Bu cemiyet
açıktan açığa İngiliz himayesini istemiş ve bu konuda imza kampanyası bile yapmıştı.

Nitekim İngiliz Muhipleri Cemiyeti’nin lideri Sait Molla şöyle demişti: “Memleketimizin hâl ve istikbalini (içinde
bulunduğu zor durumu ve geleceğini) kurtaracak yegane çare İngiliz himayesidir. Millet zaman geçirmeden bu
himayeyi istemelidir.”[1] Bugün de Türkiye’yi batının sömürgesi yapmak için kurulmuş ve gavur fonlarından
beslenen pek çok sivil toplum kuruluşu bulunmaktadır.

O zamanlar Refi Cevat Ulunay isimli mankurt bir gazeteci, emperyalist işgalcilere gönüllü sömürge olmak
propagandasını yapan Alemdar gazetesinin 19 Mayıs 1919 tarihli nüshasında “Kimi İstiyoruz?” başlıklı bir yazısında
şunları söylemiş: “Her gün bir uzvumuz (organımız) koparılacağına tenimizi bir doktora teslim edip kurtulalım.
Anglosaksonlar bulundukları yere öyle bir hayat nefh ederler (üflerler) ki onu istikbale (geleceğe) karşı kuvvetli bir
namzet (aday) olacak bir mevkiye (konuma) getirirler.”

Dönemin mankurt başbakanlarından Tevfik Paşa, 11 Kasımda göreve gelir gelmez Dail Mail gazetesine şu demeci
vermiş: “Gayemiz, İngiltere ile eski dostluğumuzu canlandırmaktır. İtilaf devletlerinin bizi biraz tecrübeli şahısların
emrine vermeleri lazımdır.”[2] Kaşarlı mankurtlardan Ahmet Emin Yalman ise “Bir süre iyiliğimizi isteyen bir yol
göstericiden ders almaya ve destek görmeye ihtiyacımız var.”[3] demiş. Bugün de böyle düşünen aydın ve
siyasetçiler mebzul miktarda var.

Bu İngiliz Muhipler Cemiyeti hakkında biraz daha malumat verelim. İngiltere Büyükelçiliği baş tercümanı Mr. Ryan,
Hürriyet ve İtilaf Partisi genel başkanı Sadık Bey’den Association of the Friends of England in Turkey adında bir
cemiyet kurmalarını talep eder. Bunun üzerine partinin, ileri gelenlerinden Şura-yı Devlet (Danıştay) üyesi Sait
Molla İngiliz Muhipleri Cemiyeti’ni kurmaya talip olur. Bu şahıs, İngiliz Büyükelçiliğinden ayda 300 lira maaş alarak
İngiliz desteğiyle İstanbul gazetesini çıkarır. Cemiyete üye olacaklar şöyle bir belgeyi imzalarlar: “Aşağıda imzası
olan bizler adalet ve insanlığın koruyucusu İngilizlere muhip (dost) olduğumuzu imzamızla onaylar ve İngiliz
Muhipleri Cemiyeti namıyla bir cemiyet teşkiline karar verdiğimizi beyan eyleriz.”

Cemiyetin kuruluş beyannamesini Abdullah Cevdet kaleme alır. Cemiyetin görünürdeki başkanı Sait Molla ise de
gerçek lideri İngiliz Gizli Servisi (İntellegence Service) İstanbul şube başkanı ve İngiliz Yüksek Komiserliğinin baş
casusu, oryantalist, İslam bilgisi geniş Papaz Frew’dir. 21 Mayıs 1919 tarihli Alemdar gazetesinde cemiyetin kuruluş
sebebi şöyle açıklanır: “Cemiyet memleketin en yüksek simalarının dahi tasvibiyle (onayıyla) vücuda (meydana)
gelmiş olup ahalimizin şimdiye kadar açığa vuramadıkları sınırsız İngiliz sevgisinin belirmesine hizmet edecektir.”
Alemdar gazetesi de şöyle bir not düşer: “İngiliz dostluğunun bu ülke ve millet için ne büyük bir nimet olduğunu
yayınlarımızla sürekli tekrar ediyoruz.”

Millî menfaat yerine şahsi menfaatini öne alan birçok kişi yüksek seviyedeki memur, bu cemiyete üye olarak maddi
menfaat sağlamışlardır. Kuruluşundan sonraki 3 ay içinde 53 bin üyeye ulaşmıştır. 23 Mayıs 1919’da Sait Molla
tüm belediye başkanlarına tek kurtuluş yolunun İngiliz manda ve himaye fikrinin kabulü olduğunu telgrafla telkin
eder. Bu Cemiyet, Kürt Teali Cemiyeti, Teali-i İslam Cemiyeti ve Damat Ferit ile işbirliği içindedir. O zamanın sivil
toplum kuruluşları bu ve buna benzer kuruluşlardı.

Kürtçü ve bir kısım İslamcı görünümlü oluşumlar, İngiliz parasıyla fonlanıyorlardı. Bugün de bunlar hemen hemen
aynı yapı içinde varlıklarını devam ettiriyorlar. Bunların bir kısmı bilerek, bilinçlice bu işin içindeler, bir kısmı ise
bilmeden iyi bir şey olacak zannıyla yapıyorlar. Ama netice değişmiyor.

Emperyalist işgalci batılılara kök söktüren ve bütün projeleriyle birlikte ülkemizden def eden büyük Türk hakanı ve
mandacı küreselcilerin karşısında yer alan milliyetçi Mustafa Kemal Atatürk, Nutuk’unda İngiliz Muhipler Cemiyeti’nin
ne mal olduğunu şöyle açıklar:

“İstanbul’da mühim addolunacak (sayılacak) teşebbüslerden biri İngiliz Muhipler Cemiyeti idi. Bu isimden İngilizlere
muhip (dost) olanların teşkil ettiği (oluşturduğu) bir cemiyet (örgüt, dernek) anlaşılmasın. Bence bu cemiyeti teşkil
edenler, kendi şahıslarını ve menfaat-i şahsiyyelerini (kişisel menfaatlerini) sevenler ve şahıslarıyla menfaatlerinin
masuniyeti (korunması) çaresini Lloyd George hükûmeti marifetiyle (yoluyla) İngiliz himayesini teminde
arayanlardır. Bu bedbahtların İngiltere Devletinin küll (bir bütün) hâlinde bir Osmanlı devleti muhafaza ve himaye
etmek emelinde olup olamayacağını bir defa mülahaza edip etmedikleri (düşünüp düşünmedikleri) câ-yı
teemmüldür (düşünmeye değer bir noktadır.).

Bu cemiyete intisab edenlerin (girenlerin) başında Osmanlı padişahı ve halife-i ru-yı zemin (yeryüzünün halifesi)
unvanını taşıyan Vahideddin, Damad Ferit Paşa, Dahiliye Nezaretini (İçişleri Bakanlığını) işgal eden Ali Kemal, Adil ve
Mehmet Ali Beyler ve Sait Molla bulunuyordu. Cemiyette İngiliz milletine mensup bazı sergüzeşt-cûlar (maceracılar)
da vardı. Mesela rahip Frew gibi.. Ve muamelat ve icraattan (yapılan işlerden) anlaşıldığına göre cemiyetin reisi
rahip Frew’di.

Bu cemiyetin iki cephe ve mahiyeti vardı. Biri alenî cephesi (açık yönü) ve medenî teşebbüsatla İngiliz himayesini
talep ve temine matuf (yönelik) mahiyeti idi. Diğeri hafî ciheti (gizli yönü) idi. Asıl faaliyet bu cihette idi. Memleket
dahilinde teşkilat yaparak (örgütlenerek) isyan ve ihtilal çıkarmak, şuur-ı millîyi (milliyetçilik bilincini) felce uğratmak,
ecnebî müdahalesini (yabancıların içişlerimize karışmasını) teshil etmek (kolaylaştırmak) gibi hainane (haince)
teşebbüsat (girişimler) cemiyetin bu hafi (gizli) kolu tarafından idare edilmekte idi. Sait Molla’nın cemiyetin alenî
(açıktan) teşebbüsatında (girişimlerinde) olduğu gibi hafî cihetinde (gizli yönünde) de ondan daha ziyade
(rovelver) olduğu görülecektir. Bu cemiyet hakkında söylediklerim sırası geldikçe vereceğim izahat (açıklamalar) ve
icabında irae edeceğim (göstereceğim) vesaikle (belgelerle) daha vazıh (açık bir şekilde) anlaşılacaktır.”[4]

Türk milletinin küreselci felaketten kurtuluşunun yegane yolu, millî ruh ve şuura sahip olması, mankurtluktan bir
an önce sıyrılması, tam bağımsız ve bağlantısız millî bir politika izleyerek dünya milletleri arasındaki şerefli yerini
almasıdır.


[1] İstanbul Gazetesi, 21 Mayıs 1919.

[2] Gotthard Jaeschke, Kurtuluş Savaşı İle İlgili İngiliz Belgeleri, Ankara 1971, s.3

[3] Vakit, 21 Ağustos 1919

[4] Nutuk, Gazi Mustafa Kemal Tarafından, 1927, s.6

http://www.milliiradebirligi.org/#!gonullusomurgeliginanahtarkavr/cba5
_________________
Bir varmış bir yokmuş...
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Önceki mesajları göster:   
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> FİKİR YAZILARI Tüm zamanlar GMT
1. sayfa (Toplam 1 sayfa)

 
Geçiş Yap:  
Bu forumda yeni başlıklar açamazsınız
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz
Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız


Powered by phpBB © phpBB Group. Hosted by phpBB.BizHat.com


Start Your Own Video Sharing Site

Free Web Hosting | Free Forum Hosting | FlashWebHost.com | Image Hosting | Photo Gallery | FreeMarriage.com

Powered by PhpBBweb.com, setup your forum now!
For Support, visit Forums.BizHat.com