EntellektuelForum Forum Ana Sayfa EntellektuelForum

 
 SSSSSS   AramaArama   Üye ListesiÜye Listesi   Kullanıcı GruplarıKullanıcı Grupları   KayıtKayıt 
 ProfilProfil   Özel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapınÖzel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapın   GirişGiriş 

OSMANLIDA ŞEHİR, MAHALLE VE İKTİSADİ YAPI

 
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> OSMANLI TARİHİ
Önceki başlık :: Sonraki başlık  
Yazar Mesaj
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Cum Ekm 14, 2011 9:59 pm    Mesaj konusu: OSMANLIDA ŞEHİR, MAHALLE VE İKTİSADİ YAPI Alıntıyla Cevap Gönder

Ahilik kültürü ve kapitalizm
Lütfi Bergen (*)
26 Kas 2014



Ahilerin tasfiyesi, onların pazara mal sunamaması neticesinde ortaya çıktı. Bu da ailenin dağılarak her bireyin ihtiyaçlara uğratılmasına yol açtı. Batı, Yunan-Roma geçmişindeki polis-metropolis ekonomi-politiğini güncellerken bize ait ve denenmişliği üzerinden henüz 250-300 yıl geçmiş ahilik tasavvurunun güncellenmesi ütopik değildir.


Ahilik sisteminin temeli olan bedestenlerden günümüze kalanlarında bugün de ticari faaliyetler devam ediyor. [Fotoğraf: Getty/Arşiv]


Ahilik; mesleki bir organizasyon, lonca, meslek odası olmanın ötesinde, çok farklı bir Müslüman toplum pratiğidir. Ancak Yahudi-Hristiyan geleneğini de havidir. Kural olarak ahiliğin, feta/fütüvvet teşkilatının Anadolu’da Doğu-Batı çatışması tezine uygun yeniden üretimi olarak görülmesi gerekir. Bilindiği üzere feta kavramından gelen fityan/fütüvvet; yiğit, cesur, delikanlıca ortaya atılan adam demektir. Fütüvvet kelimesi sözlükte "soy temizliği; mertlik, gençlik, yiğitlik, delikanlılık; cömertlik, el açıklığı" anlamlarına gelir. Feta- fütüvvet meselesini üç katmanlı bir tasavvurdan hareketle izah edebiliriz:

1) Hz. Âdem’den beri gelen nebevi zincir içindeki feta;
2) Hz. Peygamber’in (SAV) getirdiği Kitap/Kuran-ı Kerim öncesinde toplumsal yapılarda yer alan sosyal bir kavram olarak feta;
3) Hz. Peygamber’in irşadı sonrası ortaya çıkan bir ahlâk-mertlik uygulaması olarak feta.

Hz. Peygamber’in irtihalinden sonra feta-fütüvvet üç değişik koldan yürümüştür: Ali fetası: Şii direniş ve teşkilat sistemi olarak fütüvvet; Abbasi fütüvvetçiliği ve Anadolu fütüvvetçiliği: Ahilik. Ali fetası ve Abbasi fütüvvetçiliğinin "yukardan aşağı" oluşturulmuş siyasi niteliği baskınken, Anadolu fütüvvetçiliğinin askeri-iktisadi öze sahip yarı-otonom yapılar olduğu tartışmasızdır.

Ahilik ve işletme toplumu

Ahilik (Anadolu fütüvvetçiliği), geçmişin birikimini içselleştiren, fakat bunu iktisadi yapı, sosyal düzen, kollektivist pazar-üretim ilişkileri halinde düzenleyen bütüncül bir yapının dinamiklerinden biridir. İslam toplumlarında kurumların (vakıf-tımar sistemi, ahilik-mahalle teşkilatı-hane-çarşı-hukuk sistemi ve iskân politikasının) birbirinden müstakil ele alınmaları imkânı yoktur. Ahiliği vakıf sisteminden kopararak ele almak mümkün değildir. Müslüman toplumlarda ideal toplumsal tasavvur, piramit inşa etmez. Tepede yönetici azınlık, tabanda emeği istismar edilen bir çalışan platformu yani sömürü nesnesi bulunmaz. İslam toplumlarında yöneten-yönetilen ilişkisi "adalet dairesi" denilen ve her zümrenin diğer bir zümre ile ilişkisini/muhtaçlığını zaruri kılan bir yapı arz eder. Bu yapının sürdürülebilmesi için burjuvalara yer verilmemesi kaçınılmazdır.
Mevcut "Ahi Dernekleri"nin ahilikle ilgisi olmadığı gibi Esnaf ve Sanatkâr Odaları ve lonca teşkilatlarının da "Ahi" sayılamayacağını söylemeliyiz. Bunun sebepleri şöyle sıralanabilir:

I) Ahi esnafları, hane işletmeleridir. Her ahi ustası, bir işletme ve bir hane demektir. Haneler vergi birimidir. Hanelerin birleşmesi "mahalle" sistemi, mahallelerin birleşmesi ise "şehir" yapısı ortaya çıkarır. Ahilik, şehir kurucu bir iktisadi örgütlenmedir. İslam şehirlerinde meskenler arasında fabrika imalatı yapılamaz. Günümüz ticari işletmesi ise hane değil birey (burjuva) işletmesidir ve kent mesken-işyeri-imalathane gibi alanları henüz keskin olarak ayıramamıştır.

II) Ahiler tek çeşit ürün üretirler. Bu, ahi işletmesinin başka mesleki sahaya yatırım yapamaması demektir. Bir mesleki intisabın aynı anda lokantacılığa, turizme, otomotive yatırım yapmaya kalkışması ahiliği bozucu olarak algılanır. Somuncu Baba, sadece somun satabilir.

III) Ahilik bir "birikim ideolojisi" değil bir "geçim ideolojisi"dir. Kapitalist birikime ahi felsefesinde yer yoktur. Örneğin; Taksiciler Odası'na kayıtlı taksi sahiplerinin ahilik içinde yeri olduğu söylenemez. Çünkü pek çok kentte taksi plakası, sermaye olarak Ticaret Kanunu’nun belirlediği şirketlerin sermaye sınırından daha yüksek bir bedele sahiptir. Limited şirketlerin asgari sermaye zorunluluğu 10.000 ve anonim şirketlerin asgari sermaye zorunluluğu 50.000 TL iken, ticari taksi plakası bedelleri büyük kentlerde 500.000 TL’yi geçer.

IV) Ahi felsefesinde işveren-işçi dikotomisi kurulamaz. Usta-çırak ilişkisi kurulabilir; bu ise kayınpeder-damat gibi bir ilişki ya da bağlanma tarzıdır. Hz. Musa (AS) ile Hz. Şuayb arasındaki ilişki böyledir. Dolayısıyla "çırak"lık, "adam yetiştirmek" ve aileye "oğul katmak" ile ilgili bir iktisadi-irşadi kurbiyeti ifade eder ki başka türlü "akı/ahi/kardeş" kavramlarına erişmek mümkün olmaz.

Anadolu’da böylesi bir sistem kurulmuştur. Ancak bu sistemin kurulması için birkaç dinamik de işleme konmuştur:
1) Çırak olmayan kişi, sermayesi var diye meslek erbabı kabul edilmemiştir.
2) Meslek erbabına, sermaye birikimi için fırsat verilmemiştir. Müslüman toplumda işletme sahiplerinin yoğunluğu önemsenmiş, işçi sayısının artmaması esas kabul edilmiştir.
3) Çok işletme prensibi, "yaygınlaşmış pazar" demektir.
4) Pazarın lüks tüketim mallarından korunması asıldır. Ahiler şehrinde her hane, kendi imal ettiği emtiaların tüketicisidir.

“Dindar burjuvanın işletmesini dualarla açması, ahilik felsefesinin yürütüldüğü anlamına gelmez. Ahi felsefesinde bedestenin mülkiyeti kamuya aittir; bir mesleği (ustalığı) olmayanın dükkân işletmesi mümkün değildir; işveren/işçi dikotomisi kurularak ticari hayat belirlenmez. Ahi fikrinde, toplumun hemen tamamı kendisi için üretim yapan küçük işletmedir, hane işletmedir; bunlar ancak ürün fazlasını piyasaya sürer. ”
Lütfi Bergen


Kapitalist kıtlık ekonomisi karşısında Ahilik

Ahilik felsefesinin hareket noktası "üreticilerin pazarı"nın büyümesidir. Üretici pazarının büyümesi, mal arzı ve bolluk demektir. Kira bedeli, sermaye kazanma yolu olarak görülmediğinden emtia fiyatlarını yükseltmez. Kapitalizmin hareket noktası, "tüketicilerin çarşısı" ve mal-hizmet lojistiğinin tekelleşmesidir; mülkiyet bir sermaye birikimi olup kamuya ait değildir. Üretim arzı, görünüşte bolluk oluştursa da bu bolluk stoklanır; ürünler cadde mağaza/Alış Veriş Merkezi (AVM)/zincir mağaza depolarında yığılır.
Modern toplumda kapitalizme direnç gösterilemiyor. Çünkü kentin kendisi hem tekelci pazar, hem proleterleşmiş toplum, hem emek dışı gelirin büyütüldüğü "çitleme yani insanlar arasında eşitsizlik alanı" ve hem de lojistiğin yani mal ve sermayenin serbest dolaşımının kapitalistleştiği sahadır. Diğer taraftan kentler burjuva/köle-meta emek çatışmasının sahasıdır.
Ahilerin tasfiyesi, onların pazara mal sunamaması ve pazarın "çarşılaşması" neticesinde ortaya çıkmıştır. Bu, ailenin (hane) dağılarak her birey için konut, her birey için otomobil, vs. gibi ihtiyaçlara uğratılmasına sebebiyet vermiştir. İhtiyaçların ferdileşmesi/şahsileşmesi de borçlanma doğurur. Batı, antik Yunan-Roma geçmişindeki polis-metropolis ekonomi-politiğini diyalektik bir süreçle güncellerken bize ait ve denenmişliği üzerinden henüz 250-300 yıl geçmiş bir iktisat tasavvurunun yeniden güncellenmesi ütopik değildir.
Çarşı, kapitalistik bir yapıdır; mülkiyetin metalaşmasının sonucunu yansıtan bir kavramdır. Kelimenin etimolojisine girmeden bu ayrımı yapıyorum. Müslümanların ticaret zihniyetinde "rekabet" bulunmaz. Ahi düşüncesinde, dünya pazarı için üretim yoğunluğuna gerek duyulmaz ve rekabetçi ticaret yapılmaz. İslam şehirlerinde, merkezde bir pazar-bedesten varsa da bu, günümüzdeki gibi yoğun mülkiyet değerine maruz değildir. Bunun nedeni, bedestenin vakıflarca kurulmasıdır. Mülkiyet kamusaldır, kamu yararınadır. Vakıf, mülkiyetin sahibi olarak esnaftan kira toplasa da geliri kamuya harcamak zorundadır. Vakıflar hamam, han, köprü, medrese inşa eder. Şehirlerde nüfus yoğunlaşması halinde devletin ahaliyi mahalle olarak iskân zorunluluğuna tabi tutma hakkı vardır. Nüfusun yoğunlaşmasına izin verilmemesi, küçük esnafın asırlarca "ahilik/Anadolu fütüvveti" geleneğini sürdürebilmesine imkân vermiştir.
İslam toplumlarında bir diğer önemli husus, her hanenin "barınma hakkının asıl kabul edilmesi" düsturudur. Bu çerçevede hanelerin kendi evlerine sahip olduğu, evleri için borçlanmadığı, mülkiyete dayalı bir borçlanma/kölelik mekanizmasının çalıştırılmadığı ortadadır. Büyük sermayenin rekabet gücü, pazarın tasfiye edilmesine sebebiyet vermez. Nüfus yoğunluğu ve mülkiyetin kamu kontrolünden çıkarılmasıyla oluşturulan "çarşı" fikri, ahi şehirlerini bozmuştur. Ne olursa olsun talebi yoğunlaştırdığınız her ilişkisellikte rekabet, yıkıcı ve sınıfsal bölünmeye uğratıcıdır. Kentleşme, ahilik düzeninin bozulmasının ana sebebidir.
Din: Sermayenin rıza üreticisi değil, iktisat
Sermayenin kazanç yolları hakkında eleştirel bakışı olmayan Ahi Dernekleri ile Esnaf ve Sanatkâr Odaları’nın, "Proleter emek ile sermayenin kazanç hırsı, ahlâki değerlerin eşliğinde rıza üretmeli." anlamına gelecek perspektife yaslandığı açıkça görülüyor. Ahilik meselesi, gerek merkezi dini söylem gerekse siyasi seküler söylemin içinde "ahlâk, toplam kalite ve iş güvenliği" kapsamında ele alınıyor; kapitalizm sorunlaştırılmıyor. Oysa Ahilik egzotik bir figürasyon değil, toplumun bütününü kucaklayan ve belirleyen nizam sisteminin uzamıdır. Osmanlı şehrinde mahalleler, merkezdeki cami ve bedestene göre biçimlenmişti. Ahilik de şehri ve ticari hayatı belirleyip kontrol eden; hakları, fiyatları, mesleki belirlenmişlikleri ve standartları koruyan bir müesseseydi. Ahilik felsefesi, Müslüman pazarının her türlü tekel zihniyetinden kurtarılmasını temel almaktaydı.
Müslüman bir tacir-esnafın, başkasını batıracak kadar kazanması caiz değildir. Pazarın özgürleştirilmesi, pazarda kimsenin tekelleşmemesi, pazarın şahsi mülklere dönüştürülmemesiyle mümkündür. Ahiliği, meslek ahlâkı içinde tanımlayarak kapitalist sürece eklemlemek, işçi kültürüne dönüştürmek şeklindeki yaklaşımlar bu sisteme ait değildir. Çünkü ahilik esasen işçi kültürü değil, küçük işletme kültürüdür.
Ahiliğin tasfiye edilmesi, iki sonuç ortaya çıkarıyor:
I) Serbest emek, "kendi için emek" proleterleşerek "meta emeğe" dönüşüyor.
II) Türkiye halkı, proleterleşirken toprağını kaybediyor. Zira kentleşme, aynı zamanda topraksızlık demektir.
Dindar burjuvanın işletmesini dualarla açması, ahilik felsefesinin yürütüldüğü anlamına gelmez. Yukarıda da ifade edildiği üzere; ahi felsefesinde bedestenin mülkiyeti kamuya aittir; bir mesleği (ustalığı) olmayanın dükkân işletmesi mümkün değildir; işveren/işçi dikotomisi kurularak ticari hayat belirlenmez. Ahi fikrinde, toplumun hemen tamamı kendisi için üretim yapan küçük işletmedir, hane işletmedir; bunlar ancak ürün fazlasını piyasaya sürer. Dolayısıyla çarşı/AVM/cadde mağazacılığı/zincir marketler, "ahi" olamayacak derecede kapitalist işletmelerdir.

* Lütfi Bergen, yazar ve serbest avukat. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nden mezun oldu. 1995 yılında Dergâh dergisinde yazın hayatına başladı. 2009'dan itibaren internet platformlarında makaleleri yayımlanmaya başladı. 'Edebi Metinde Din-İktisat' (Ayışığı Kitapları, 2000) başlıklı eseri 2012 Türkiye Yazarlar Birliği Edebi Tenkit Ödülü aldı. Bergen'in kitaplarından bazıları: 'İsyandan Dirliğe' (Ebabil Yayıncılık, 2010), 'Kozmosta Yerlilik: Evlerimizi Kaybediyoruz' (Hitabevi, 2013), 'Kenti Durduran Şehir' (MGV Yayınları, 2013), 'İslamcılık Söylem ve Eylem: Bir Şiddet Eleştirisi' (MGV Yayınları, 2014), 'Kent-İslam ve Kapitalizm: Şehre Yürüyelim Batı Yıkılacak' (Doğu Kitabevi, 2014), 'Medeniyet: Müslüman Toplumsallığın İnşası' (MGV Yayınları, 2014) ve 'Devlet ve Allah: Anadolusol Bakış' (Doğu Kitabevi, 2014).

Kaynak: http://www.aljazeera.com.tr/gorus/ahilik-kulturu-ve-kapitalizm

OSMANLIDA MAHALLE
Dr. Mümtaz AYDIN

Günümüzde, büyük şehirlerde yaşayan gençler için mahalle pek bir şey ifade etmemeye başlamış, bunun yerine semt, site, banliyö, uydu kent gibi tabirler anlamlı hale gelmiştir. Küçük şehirler, kasaba ve köylerde ise az çok mahallenin ne olduğu hala bilinmektedir. Fakat orta yaş üzerindekiler için mahalle kelimesi çok şey ifade etmektedir. Bu neslin sıkça kullandığı mahalle mektebi, mahalle bekçisi, mahallenin bakkalı, mahallenin imamı, mahalle arkadaşı, mahalle komşusu, mahallenin fakiri, mahallenin zengini gibi müşahhas ifadeler ile mahallenin namusu, mahallenin şerefi, mahallenin asayişi, mahallenin huzuru gibi mücerret ifadeler Osmanlının derin tarihine, zengin kültürüne ve engin medeniyet anlayışına yaslanmaktadır.

Osmanlıda mahalle, birbirini tanıyan, birbirlerinin davranışlarından mesul ve birbiriyle dayanışma içindeki kişilerin yaşadığı yerdir; sınırları genellikle cadde veya sokaklarla belirlenmiş, merkezinde cami veya mescit bulunan yerleşim yerleridir. Genelde cami, şehrin merkezini oluşturan bir veya birkaç mahallede bulunur; diğer mahallelerdeki insanlar da cuma namazı için buraya gelir. Cami çevresinde ayrıca alışveriş merkezleri bulunur, pazarlar genellikle buralara kurulur. Böylece haftanın bir günü şehirdeki insanlar buralarda toplanır, birbirleriyle görüşür ve haftalık ihtiyaçlarını temin eder. Diğer mahallelerde ise sadece mescit bulunur ve bunun hemen yanında okul öncesi ve ilköğretim seviyesinde eğitim veren bir muallimhane (dershane) vardır. Ayrıca buralardaki bakkal, kasap, terzi, ayakkabıcı vs. küçük esnafa ait dükkan ve işyerleri mahallenin günlük ihtiyaçlarına cevap verir.

Mahalle idari olarak Osmanlının en küçük yönetim birimidir. Bilindiği gibi Osmanlı, başlarında valilerin bulunduğu eyaletlerden oluşuyordu. Eyaletler ise sancaklardan oluşur ve buralar sancakbeyi tarafından yönetilirdi. Sancaklar kadı tarafından idare edilen kazalara bölünmüştü. Kazalar ise mahalle ve köylerden oluşuyordu. Bu en küçük yönetim biriminin başı, daha doğrusu temsilcisi muhtarlık sistemine geçilinceye, yani İkinci Mahmut dönemine kadar imam idi. İmam, camideki vazifesinin yanında, mahallenin asayişini sağlamakla ve ihtiyaçlarını karşılamakla görevliydi. Köylerde de, mahallelere benzer bir yönetim tarzı vardı.

İmam asayişle ilgili olarak mahallede olup bitenden birinci derecede mesuldü. Burada cereyan eden öldürme, yaralama, hırsızlık gibi inzibat olaylarının yanında, zina, fuhuş, taciz gibi gayrı ahlakiliği de takip edip güvenlik kuvvetlerine bildirirdi. Mahalleyle ilgili bütün işlerde devletle muhatap olur ve mahalleyi temsil ederdi. Şehrin idarecisi olan kadı, bağlı olduğu kurumun en üst düzey yetkilisi tarafından tayin edilirken, imam bizzat padişah tarafından bir beratla tayin edilirdi. Bu da onun devlet ve halk nazarında ne derece büyük bir öneme sahip olduğunu gösterir. Padişah tarafından gönderilen emir ve fermanlar, imam tarafından halka duyurulur ve takibi yapılırdı. Bu şekilde imam, devlete karşı haklar ve görevler konusunda mahalleliyi temsil ederken, mahallede de padişahı temsil ederdi.

Osmanlı mahallesi, hem asayiş bakımından, hem de sosyal hayat açısından kolektif bir anlayışa dayanıyordu. Mahalleli, müteselsil (zincirleme) olarak birbirine kefildi. Burada meydana gelen öldürme, yaralama gibi olaylarda, olayın faili bulunamadığı taktirde, bütün mahalleli mesul tutulur ve mağdur tarafa ödenmesi gereken diyet (kan parası) sakinlere paylaştırılırdı. Hatta Yavuz Sultan Selim zamanında çıkan kanunnameye göre, meydana gelen hırsızlık olaylarından ve zararın ödettirilmesinden mahalle halkı mesuldür. Mahallede bir asayişsizlik olmaması için herkesin dikkat ve gayret göstermesi temin edilerek oto-kontrol sağlanmıştır. Böylelikle fail-i meçhul olaylarda halkın suçluyu saklamasının ve suçu örtbas etmesinin önüne geçilmiştir.

Aynı mesuliyet ve oto-kontrol, ahlaki hususlarda da söz konusudur. Mahallede meydana gelen veya şüphelenilen gayrı meşru olaylarda imam, suçlu veya zanlıları güvenlik görevlilerine bildirir, mahallelinin bu yoldaki şikayetlerinden ilgilileri haberdar ederdi. İmam ve mahalle ileri gelenlerinin, şüpheli evlere baskın düzenleme yetkileri vardı. Gayrı ahlaki davranışları olduğu bilinen kimseler mahalleli tarafından istenmeyen kişi ilan edilir ve görevlilerce başka bir yere sürülmesi istenirdi. Ancak imam ve mahalleli, suçlu veya zanlılara bizzat ceza verme yetkisine sahip değildi, sadece onları adalete teslim edebilir veya mahalleden dışlamak suretiyle cezalandırabilirdi.

Kötülüğü önleme kolektif şuuruyla devlet, başkentten kilometrelerce uzaktaki yerlere kolaylıkla hakim olabiliyordu. Nasıl ki her sokak süpürüldüğünde bütün şehir temiz olur idiyse, bu uygulama sayesinde de bütün ülkede huzur ve asayiş sürüp gidiyor, suç oranı azalıyordu.

Hayırlı işlerde mahalleli yine ayni kolektif şuurla hareket ediyordu. Bu tür işler için her mahallede bir Avarız Vakfı kurulmuştu. Mahalle sakinlerince oluşturulan yönetim kurulu tarafından idare edilen bu vakfın gelir kaynağı, yine mahallelinin ayni-nakdi bağış veya hibeleriydi. Kira getiren ev, dükkan gibi mallar da buraya vakfedilebilmekteydi. Mahallede ihtiyacı olanlara borç veya kredi de verilmesi açısından bu vakıf bir nevi sosyal yardımlaşma sandığı gibiydi. Avarız vakfının gelirleri mahalledeki hastalara, fakir olanlara ve evlenmek isteyip de ekonomik durumu müsait olmayanlara yardımda kullanılırdı; fakirlerin cenazelerinin kaldırılması, su yolları, cami, mescit, mektep gibi yerlerin tamiratı, tadilatı yapılır ve ısınma, aydınlatma gibi sair giderler karşılanırdı; imam, müezzin, muallim gibi mahalle görevlilerinin maaşları ödenirdi; mahalleye yeni taşınanların yerleşme ve memleketine gidecek olanların yol masrafları karşılanırdı. Vergisini ödeyemeyenlerin vergileri de bu fondan ödenirdi.

Mahalledeki bu resmi dayanışmanın yanında, ayrıca mahallenin zenginleri, mahallelerindeki fakirleri kollayıp gözetirlerdi. Zekat, sadaka, fitre gibi yardımlar yapılırken mahalleli tercih edilirdi. Mahalledeki komşuluk ilişkilerinin ne derecede olduğu şu atasözünden de anlaşılmaktadır, "İyi bir komşuya sahip olmak bir eve sahip olmaktan daha önemlidir, çünkü komşu komşunun külüne muhtaçtır." Mahalledeki maddi-manevi yardımlaşmanın temelinde "Komşusu açken tok yatan bizden değildir. (hadisi şerif)" şuuru yatmaktadır.

Osmanlı şehirlerinin bazılarında Müslüman olmayan nüfus bir mahallede toplandığı gibi, Müslüman mahallelere de dağılmıştı. Müslüman ve gayrı Müslimler arasında, bugün bile övgüyle anılan bir hoşgörü ve komşuluk münasebeti mevcuttu. Müslüman nüfus hakim unsur olmasına rağmen, komşularına karşı hoşgörülü davranmış, din, örf-adet, kılık-kıyafet gibi temel hak ve özgürlüklerine karşı toleranslı olmuştur. Buna karşılık Yahudi ve Hıristiyanlar da Ramazan’da Müslümanların inançlarına saygı göstermiş, açıkta bir şey yiyip içmemişlerdir. Aynı mahallede hem mescit, hem kilise, hem de havra olabilmiştir.

İdari açıdan mükemmeliyetin yanında, kötülüklerin önlenmesine, iyiliklerin teşvik edilmesine ve bizzat bunun pratiğe taşınmasına bakıldığında, Osmanlı mahallesinde bir mahalle medeniyetinin oluştuğu kolayca görülmektedir. Bu da, Osmanlının uzun ve bereketli ömrünün mükemmel bir şuurdan beslendiğini göstermektedir.

Sızıntı Haziran 2003 Yıl :25 Sayı :293

Dev bloklara ''mahalle'' direnişi
14 Ekim 2011
Bursa'daki, 'Osmanlı Coğrafyasında Mahalle Kültürü Sempozyumu'nda, şehir yaşamının vazgeçilmez unsurlarından mahalle kavramının tarihsel süreçteki değişim seyri ele alındı.

Osmanlı'nın kaleleri ve geleneksel çarşılarını ele alan sempozyumların üçüncü ayağı olan ''Osmanlı Coğrafyasında Mahalle Kültürü Sempozyumu'', Bursa'daki Atatürk Kongre Kültür Merkezi'nde (AKKM) devam ediyor.

Bursa Büyükşehir Belediyesinin, Tarihi Kentler Birliği (TKB) ve Çevre ve Kültür Değerlerini Koruma ve Tanıtma Vakfı (ÇEKÜL) ile ortaklaşa düzenlediği sempozyumun öğleden sonraki bölümünde, şehir yaşamının vazgeçilmez unsurlarından mahalle kavramının tarihsel süreç içerisindeki değişim seyrine ışık tutuldu.

Çeşitli üniversitelerden bilim insanlarının tebliğlerde bulunduğu sempozyumda, modern yaşamın kıskacındaki mahalle olgusunun geleceğine ilişkin öngörüler ele alındı.

-Mahallelilik bağı-

Bilkent Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Özer Ergenç, Osmanlı toplum hayatında mahalle ve mahallelik kavramıyla aidiyetlik duygusu arasında yakın bir ilişki bulunduğunu belirterek bunun, Anadolu coğrafyası başta olmak üzere tüm imparatorluk toprakları için geçerli bir tespit olduğunu dile getirdi.

Osmanlı'nın ilk başkenti Bursa'da da bu gerçeğin yüzyıllar boyunca yaşandığını vurgulayan Ergenç, şöyle devam etti:

''Tarihi İpek Yolu üzerinde bulunan Bursa, yüzyıllar boyu çeşitli kültürlere ev sahipliğinde bulunmuş, tarihin nefes alıp verdiği bir şehir. Bursa;nın Türk tarihi açısından önemi ise Osmanlı;nın ilk başkenti olmasıyla başlar. 6 padişahın hüküm sürdüğü Bursa, Osmanlı sosyal hayatının tüm renklerini bünyesinde barındırır. Dolayısıyla, Osmanlı;ya ruh veren mahalle yaşamından en renkli kesitleri Bursa;nın kent sosyolojisinde görmek mümkün.''

Mahalle ve mahallelilik kavramının yerini, dev blokların çevrelediği site yapılanmalarının aldığına dikkat çeken Ergenç, bu durumun komşuluk ilişkilerinin de sonunu getirdiğini vurguladı.

Bahçeşehir Üniversitesi Öğretim Üyesi Dr. İklil Selçuk ise Osmanlı mahallelerindeki üretim ve kadın emeğinden söz etti. Kadınların mahalle yaşamında aktif görevler üstlendiğine işaret eden Selçuk; dokumacılık, nakış dikiş, ebelik, süt annelik, temizlik, mısır satma, seyyar satıcılık gibi işlerde kadın girişimcilerin söz sahibi olduğunu dile getirdi.

Bilkent Üniversitesi Tarih Bölümü Başkanı Dr. Mehmet Kalpaklı ise Osmanlı şehirlerine hayat veren yegane unsurun mahalle kültüründen kaynaklandığını vurguladı.

Evliya Çelebi'nin Seyahatnamesi'nde bu durumu çarpıcı ifadelerle dile getirdiğini anlatan Kalpaklı, mahalle kültürünün yaşatılabilmesi için mahalle müzelerine ihtiyaç olduğunu söyledi.
haber10

BATAN KENTLERİN MARKALARI
lütfi bergen



Osmanlı’da tatbik edilmiş “Hane sistemi” küresel kapitalist kanun mantığının kabul ettiği “konut dokunulmazlığı” fikrinden daha temelli bir yaklaşım olarak “konut (ev) edinme hakkı” ile beraber “iş (istihdam edilme) güvencesi” getirmektedir. Sosyal bir yaklaşım. Bu olguyu önemsemeliyiz. Zira şimdi yerel seçimler arefesinde bir çok Başkan adayı “sosyal belediyecilik” kavramına atıf yaparak kent yoksullarına seçildikleri zaman kamu hizmetlerinin kalitesinden ve erişebilirliğinin artırılmasından bahsedecek. Eğitim, sağlık, toplu taşıma, güvenlik, teknik altyapı, beledî kamuya ait hizmetlerde fırsat eşitliğinin sağlanacağını vaad edecek. Bazı belediyeler kültür sanat faaliyetleri ile sivil toplum örgütleri ile geliştirecekleri ilişkileri de öne çıkaracaktır. Mekânın kültürel kimliğini yeniden canlandırmaya dönük anıt yapı, parke taşlı sokak düzenlemeleri, yöresel kent dekorları, parklar, oyun ve spor alanları, yöresel mimarî restorasyon, yaya bölgeleri, engelli yürüyüş bantları, pazar yerleri, çevre düzenlemeleri, vs. yatırımlar gündeme gelecektir. “Sosyal belediyecilik” kavramı ile yürüyen yerel başkanların yapıp ettikleri son tahlilde idealizmin bir yansıması olabilir. Ancak Türkiye’nin son on beş yıllık kentleşme sürecine baktığımızda “sosyal belediye”ciliğin gösterdiği faaliyetlerin arka tarafında başka bir gerçeklik bulunduğunu sanırım kimse reddedemeyecektir? Türkiye son on beş yıldır hızla kentleşmiş, kırsalını boşaltmıştır. Kentleşmenin bu derece yoğunlaşması belediyeciliğin kapitalist zihniyetlere teslim olduğunu ve aslında idealist bir belediye hizmeti kalmadığını hatıra getirmelidir. Kapitalizm, üretim / pazar / ticaret ilişkilerini merkezîleştirmektedir. Nüfusu belli merkezlerde toplamak belediye hizmetlerinin temel arayışı haline gelmiştir. Bu nedenle siyasetle uğraşanların “marka kent” terimini boş yere kullanmadığı söylenebilir. “Marka kent” terimi kapitalist gelişme sürecinin politize edildiğini göstermektedir.

Kapitalist gelişme sürecinin tersine Anadolu’da kırsal alanda ve şehirlerde “hane” dışında bir yaşam alanı modeli kurulmamıştır. Osmanlı idari sisteminde nüfus, vergi ödeyenlere göre kayıtlıdır. Vergi vermeyenin “sayılmadığı” ancak vergi verenin de işsiz ve evsiz kalmadığı bir sistem olarak Osmanlı idari yapısının Batı’da görülen kent ve burjuva hareketine benzemediği açıktır. Osmanlı’da bunun sağlanması evlerin oluşturduğu mahalle ile mümkün olmuştur. Mahalle, zengini ve fakiri ile dayanışma içinde olan “hane”lerin oluşturduğu topluluğun yaşadığı yerdir. Mahalleler halinde örgütlenme, her topluluğun hem kültürel homojenliği tesis niyetini, hem de mahalle içindeki farklı meslek sahiplerinden küçük bir şehir oluşturma gereğini zorlamıştır. Bu manada mahalleler her zaman aynı meslek sahiplerinin ya da sınıfsal yapıların bir arada oturduğu gettolar değildir. Kültürel homojenlik, heterojen meslek erbablarının birlikteliği ile sağlanmakta ve bunun aracı da aynı merkezdeki ibadethane olmaktadır. Artan nüfus mekanın değerini artırmasın, işsizliği büyütmesin diye bölünür ve yeni bir mekânda iskan edilirdi. Kent yoğunlaşmasının yaşanmaması siyaset edilirdi.

Küresel kapitalist firmalar hegemonyalarını tesis ettikten sonra “kentsel bölge” denilebilecek yeni bir kavramdan bahsedilmeye başlandı. Bu kavram “ulus devlet” modelinin içinde nispeten bağımsız, nüfusu on milyonu aşan kenti yani metropolisi ifade etmektedir. “Marka kent” şeklinde de ifade edilebilecek bu “kentsel bölgeler”in asıl amacı kendine turist, öğrenci, göçmen, sanayici, üretici, işçi, tüccar, sermaye çekebilmektir. Kentin ileri gelenleri “sosyal belediye” siyasetini “marka kent” idealinin kamuflajı, aracı, maskesi kılmayı zaruri görüyorlar. Aslında “marka kent” terimi ile “meta kent”in anlaşılması kaçınılmaz sayılmalıdır. Dolayısıyla kentin mülkleştirilmiş her değerini satmaya yönelik bir “nüfus, sermaye, emek” ortamı oluşturmak politikanın asıl derdi haline gelmiştir. Osmanlı’da kişisel mülkiyetin sınırlandırılması, ticaret / tarım / üretim sahalarının kamuya ya da vakfiyelere ait kılınması nedeniyle kentin satılması (metalaşması), kentsel alanın markalaşması söz konusu edilemiyordu. Bu nedenle sosyal belediyeciliğin tüm ezberleri Osmanlı için anlamsızdır. Bu gelenekte “özgürleşimci yerellik” mahallenin kendisini “sosyal” kılmaktaydı. Bu nedenle Osmanlı şehrinde nüfus yoğunlaşması “kıyamet alameti” sayılır, mülk edinmeye “yerin altı var” nazarından bakılırdı.

Belediyelerin “marka kent” fikrine bu derece râm olmaları İbn Haldun’un kötümser tarih felsefesini yaşayabileceklerini hatırda tutmayı gerektirmektedir. İbn Haldun’a göre bedavetten hadarete doğru yürüyen umranlaşma (imarın yaygınlaşması) çöküşle karşılaşmayı icbar etmektedir. Bu yaklaşımı kentleşme üzerinden yeniden üretirsek: kentlerin, iş imkânları, eğitim, sağlık, gıda çeşitliliği, kültürel mekânları, sermayeye sunduğu malî / vergi oranı-muafiyeti / pazar imtiyazı gibi imkânlar sebebiyle kapitalistleri ve emekçileri kendine çektiği ortaya çıkar. Nüfusun, sermayenin, emeğin, pazarın merkezileşmesi nedeniyle kısa zaman içinde gayrimenkul fiyatları yükseliyor. Eski kentsel yapıların yıkılıp yeniden yapılması, sosyal ve fiziki altyapının elden geçirilmesi, kentin çeperlerine doğru büyümesi kaçınılmaz oluyor. “Çöküş” işte bu noktada başlıyor. Çünkü bu büyümenin (su, altyapı, organizasyonu yürütecek istihdam masraflarını) ihtiyaçlarını karşılamak için vergi salınıyor. Verginin salınması kent hayatının pahalılaşması ve maliyetlerin artması demek oluyor. Şirketler büyüyen maliyetlerden kaçmak için düşük maliyetli başka yerlere taşınıyor. Kentteki işsizlik suç oranının yükselmesine ve kentin güvenlik bunalımına yakalanmasına neden oluyor. Kent bu süreçte iflas ediyor.

ABD tarihinde kent iflasının yaşanması yukarıdan beri söylediklerimizi teyid eden ibretlik bir hadisedir. Amerika Birleşik Devletleri’nde Detroit 18 milyar doları aşan borçları nedeniyle iflasını istedi. Kısaca “marka olayım satılayım” derken elde patlayıp “hayalet kente” dönmek de var. Nitekim bu hayaletin emareleri şimdiden görünmeye başladı bile. Kentler batmadı belki ama, AVM’ler batmaya başladı. Eğer terkedilmiş AVM süreci başlamışsa, kentlerin de batacağı hesaba katılmalıdır. İbn Haldun dahi kendi dönemindeki gözlemlerinden hareketle devletlere yüzyirmi sene ömür biçmişti. İşportada bir takım adamlar her an “batan kentin malları bunlar” diyebilir.

http://lutfibergen.blogspot.com/

Salih Mirzabeyoğlu Niçin İçeride? AKP Niçin İktidar?
Av. Ahmet Arslan

Salih Mirzabeyoğlu 9 seneden fazla süredir cezaevinde…....

Salih Mirzabeyoğlu'nun yılladır cezaevinde olmasına mukabil, hayatları Salih Mirzabeyoğlu'nun hayatı etrafında gezinmekle ve bundan prim devşirme hesabı ile geçmiş kişilerden birisi Cumhurbaşkanı, birisi Başbakan, birisi Anayasa Mahkemesi Başkanı, birçoğu da milletvekili… SalihMirzabeyoğlu, Üstad Necip Fazıl'ın en yakını iken -halen de öyle- Abdullah Gül ve Recep Tayyip Erdoğanda Büyük Doğu'nun ve Salih Mirzabeyoğlu'nun etrafında görünmeye çalışıyordu. Salih Mirzabeyoğlu Akıncılar teşkilatının liderliğini yaparken Recep Tayyip Erdoğan, Abdullah Gül onun etrafında gezinmekteydi.

12 Eylül öncesinde Salih Mirzabeyoğlu'nun başında bulunduğu hareketin yayın organı olan Gölge dergisinin Ankara sorumlusu, şimdi Anayasa Mahkemesi Başkanı olan Haşim Kılıç'tı.

Salih Mirzabeyoğlu, Büyük Doğu idealinin kurucusu Üstad Necip Fazıl'ın dünya çapındaki takdimine muhatap olan, hayatını bu ideale vakfetmiş ve hayatı bu çerçevede eser vermekle geçmiş olan insan…

RecepTayyip Erdoğan'ın Necip Fazıl'la ilgisi ise ancak "Hatırla sevgili" dizisindeki uydurma ve sipariş üzerine yapılan sahnelerde mevcut… Hal böyleyken Salih Mirzabeyoğlu idama mahkum edildi; -sonradan bu ceza ağırlaştırılmış müebbet hapse dönüştürüldü-;parti isimleri bile Salih Mirzabeyoğlu'nun isim babası ve lideri olduğu "Akıncılar" teşkilatının daha sonraki ismi olan "Akıncı Güç"ün kısaltılması "Ak-Güç"ten aparma bu tipler, AK Parti ismiyle iktidar oldu. Salih Mirzabeyoğlu'nun çıkardığı yayın organın ismi de "Akıncı Güç"tü…

AK Parti niçin iktidar oldu?"Salih Mirzabeyoğlu, niçin içerde?.." sorusunun cevabı verile bilirse AKP'nin niçin iktidar olduğu da kendiliğinden ortaya çıkar kanaatindeyiz.Hukukun siyasallaşmasının bariz bir örneği olarak,emir komuta silsilesi içerisinde delilsiz mesnetsizverilen mahkumiyet hükmü ve yargılamadaki hukuksuzluklar bir tarafa, Salih Mirzabeyoğlu, "İBDA-C Örgütü"nün yöneticisi olduğu iddiasıyla idam cezasına mahkum edildi.

Peki Emniyet Genel Müdürlüğü'nün raporuna göre İBDA- C'nin amacı ne ?: "Baş yücelik Devleti" ismiyle tüm Ortadoğu ülkelerini kapsayan tam bağımsız bir İslâmî devlet kurmak!"Bunu biz değil, dava dosyası içinde raporu bulunan Emniyet Genel Müdürlüğü söylüyor. Mahkeme kararıda bu gerekçeye dayandığına göre Salih Mirzabeyoğlu tüm İslâm ülkelerini kapsayan tam bağımsız birdevlet kurma iddiası sebebiyle ömür boyu hapis cezasına mahkum edilmiş oluyor.Bir başka bakış açısıyla, Salih Mirzabeyoğlu'nun gayesi, bir ölçüde, "Misak- ı Milli"nin gayesi ile çakıştığı için de idama mahkum edildiğini söyleyebiliriz.Nasıl mı? Devletin kurucu, temel belgelerindenolarak gösterilen, "ahd-ı milli" olarak da anılan misak-ı millinin amacı ne idi: Müslümanların çoğunlukta olduğu tüm topraklarda bağımsız bir İslâmî devletkurmak. Misak-ı Milli'nin 1. maddesi Müslümanların çoğunlukta olduğu tüm toprakların bölünmez bir bütün olduğunu ve prensip olarak ortaya koyuyor. Şöyle:"30 Ekim 1918 günü mütarekenin yapıldığı sırada düşman ordularının işgali altında kalan ve Arap çoğunluğunun oturduğu kısımların kaderi halklarının özgürce verecekleri oylara göre belirlenmek gerektiğinden,sözü edilen mütareke hattı dahilinde ve haricinde,dinen, ırken, ve emelen bir olan ve birbirlerine karşılıklı saygı ve fedakarlık duyguları taşıyan, sosyal bakımdan uyum içinde bulunan Osmanlı- İslam çoğunluğunun oturduğu bölgelerin tümü fiilen ve hükmen ve hiçbir sebeple ayrılmaz bir bütündür." Misak'ın 6. maddesi ise siyasal ve ekonomik yönden tam bağımsız bir devlet olma hedefini ortaya koyuyor. Yani misak-ı milli'nin hedefi de tam bağımsız, Ortadoğu'yu da kapsayan bir devlet kurmak. Salih Mirzabeyoğlu, mahkeme kararlarına ve emniyet genel müdürlüğünün raporuna göre, bu yüzden içeride… Tüm İslâm ülkelerini tek bayrak altında toplamayı idealize ettiği için… AKP ise tersine tüm İslâm ülkelerini Büyük Ortadoğu Projesi çerçevesinde ABD'nin sömürgesi haline getirmek istediği için iktidar… Salih Mirzabeyoğlu, Büyük Doğu'cu olduğu için içeride…AKP ise Büyük Ortadoğu'cu olduğu için iktidar…

Recep Tayyip Erdoğan, BOP'un eşbaşkanı olduğu için, aslında Anayasa'ya da aykırılık ifade eden bu rolü üstlendiği için Başbakan, Salih Mirzabeyoğlu isekendisine bu yönde yapılan teklifleri reddettiği ve halende reddetmekte olduğu için içeride. AKP, liderleri,Irak'taki katil, tecavüzcü sürüleri için "inşallah sağsalim evlerine dönerler" diye dua ettiği için, böyle demeyi önceden taahhüt ettiği için iktidar…Salih Mirzabeyoğlu ise, Amerika'nın başını çektiği emperyalist saldırıya karşı Şehid Saddam Hüseyin'i desteklediği için cezaevinde…AKP, antiemperyalist ve tam bağımsızlıkçı bir dünya görüşü olan "Büyük Doğu"yu "Küçük Ortadoğu"projesine tahvil ettiği, Büyük Doğuculuk'tan "Vahşi Batıcılığa" ve "Küçük Ortadoğuculuğa" iltica ettiği için iktidar. - Dünyada Büyük Ortadoğu Projesi tabiri yerine Genişletilmiş Ortadoğu tabirinin kullanıldığını,Türkiye'de ise Büyük Ortadoğu Projesi lafının ise AKP tarafından kitlelerin şuurundaki Büyük Doğu imajına hitap etmek için özellikle kullanıldığını belirtelim. Salih Mirzabeyoğlu'nun kurucusu olduğu Akıncı Güç, Ak-Güç ismine mukabil AK Parti, antiemperyalist ve yegane İslâmî dünya görüşü olan Büyük Doğu İdeolocyası'na mukabil Büyük Ortadoğu Projesi…Hiçbirisi tesadüf değildir. Zaten bu yüzden "AKP demeyin AK Parti deyin" diyorlar. Bir de antiemperyalist,tam bağımsızlıkçı meşhur Taraf Dergisi'nin sahte benzeri olarak Yeni Dünya Düzeni'nin destekçisi,Soros tarafından finanse edildiği söylenen Taraf Gazetesi var.Ergenekon Operasyonu vesilesiyle tutuklanan Ergün Poyraz, kitabında AKP isminin yabancı istihbarat örgütleri tarafından özellikle tavsiye edildiğini söylüyordu.

Bu da ayrı bir yazı konusu.

Baran, Sayı: 69
_________________
Bir varmış bir yokmuş...
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Önceki mesajları göster:   
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> OSMANLI TARİHİ Tüm zamanlar GMT
1. sayfa (Toplam 1 sayfa)

 
Geçiş Yap:  
Bu forumda yeni başlıklar açamazsınız
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz
Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız


Powered by phpBB © phpBB Group. Hosted by phpBB.BizHat.com


Start Your Own Video Sharing Site

Free Web Hosting | Free Forum Hosting | FlashWebHost.com | Image Hosting | Photo Gallery | FreeMarriage.com

Powered by PhpBBweb.com, setup your forum now!
For Support, visit Forums.BizHat.com