EntellektuelForum Forum Ana Sayfa EntellektuelForum

 
 SSSSSS   AramaArama   Üye ListesiÜye Listesi   Kullanıcı GruplarıKullanıcı Grupları   KayıtKayıt 
 ProfilProfil   Özel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapınÖzel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapın   GirişGiriş 

İslamofobi: Neyin Fobisi?

 
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> FİKİR YAZILARI
Önceki başlık :: Sonraki başlık  
Yazar Mesaj
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Cum Tem 29, 2011 11:39 pm    Mesaj konusu: İslamofobi: Neyin Fobisi? Alıntıyla Cevap Gönder

İslamofobi: Neyin Fobisi?
Doç. Dr. Aliye Çınar
22 Ağustos 2011



Avrupa düşüncesi teşekkül ederken, üzerindeki özellikle İslam Orta Çağ düşüncesinin etkisi inkâr edilemez. Bu, düşünsel bakımdan etkinlik, coğrafi ve kültürel bakımdan da yayılma anlamına gelir. Bu bağlamda Kudüs ve İsrail’in, dahası İstanbul’un Müslümanların elinde olması,Avrupa’yı tedirgin etmiştir. Haçlı seferlerinin altında da bunlar yatmaktadır. Bir tür hegemonya savaşıdır Haçlı zihniyetinin sonuçları. Batı düşüncesi ve toplumunun, Müslümanlara karşı fobi geliştirmesinin nedenlerinden biri budur.

Diğeri ise, Batı düşüncesinin bizzat kendi algı ve doğasından kaynaklanmaktadır. Çünkü onlara göre ideal kültür ve akıl Batı’dır. Bu bakış açısına göre tarih, adeta bir sarmal gibi İsa’nın açılımından ibarettir. Dolayısıyla Avrupa sadece Müslümanlara karşı değil, Batı dışındaki tüm diğer topluluklara karşı da dominant olma isteğini sürdürmektedir. Zira Avrupa düşüncesinde bütün insanlık, Batılılaşmaya mahkûmdur veya ancak bu şekilde bir gelişimden söz edilebilir. Öyle ki tarihin sonunda İsa vardır ve tarih, yani insanlık tarihi İsa’nın aktüelleşmesinden ibarettir. Nitekim Fukuyama’nın Tarihin Sonu tezinde, gerçekleşmiş olan uygarlığın veya tarihin adeta omurgası ve kaldıracı İsa’dır. Dolayısıyla Hristiyanlaştırma da bir tür insanlık kaderidir.

Dolayısıyla Türklere ve Müslümanlara karşı geliştirilen fobinin ilk parametresi genel, ikincisi ise özeldir. Siyasi ve ideolojik bir temelden beslenir bu fobi. Dahası bir travmadan. Travmanın kökleri ise çok eskilere İslam düşüncesinin ve medeniyetinin yükselişte olduğu dönemlere dayanır.

Geleceğe dönük kaygı ise, Avrupa’nın ekonomik kriz yaşamasına bağlı siyasi, eğitsel ve kültürel alandaki düşüşüne karşılık, Ortadoğu’nun elinde bulundurduğu güçler ve potansiyeller dahası Türkiye gibi kilit noktaların güç kazanmaya devam etmesidir. Bu iki kıskaç arasında kalan Avrupa paranoya geliştirmiştir ve geliştirmeye devam etmektedir.

Haçlı seferleri mevcut tehlikeyi bertaraf etmeyi kılıçla gerçekleştirmeyi düşünmüştür. Orta Doğu’daki Müslümanların yaşadıkları kaynakları ve toprakları Avrupa’ya dâhil edebilme esaslı bir projedir. İlginç olan İslam’ın kılıç dini olduğunu söyleyen Hıristiyan dünya, itiraz ettiği şeyi bizzat kendisi uygularken, meşru bir gerekçeye sahiptir. Zira Hıristiyanlaştırma projesi makul ve olması gereken bir programdır. Haçlı zihniyeti hem güç bakımından gelişmeyi hem de Hristiyanların sayısını arttırmayı hedeflemiştir.

Şimdilerde söz konusu olan İslamofobiye gelince; benzer ancak farklı bir durumla karşı karşıyayız. 11 Eylül olayıyla bu duruma yani sömürge stratejisine Amerika öncülük etmek istemiştir. Sömürebilmek için, çatışmayı din üzerinden sürdürse de amacına her hâlükârda ulaşamamıştır. Irak’ı kurtarma veya kurtaramamamanipülasyonu iyi bir örnektir. Amaç siyasi ve ekonomik çıkarlar olduğu için, Amerika açışındanİslam hiçbir zaman fobi konusu olmamıştır. Zira koloni ruhu, faydacı ve ilerlemeci bir bakışa sahiptir. Avrupa gibi geçmişte bir hesabı yoktur Osmanlı ve Türklerle. Nitekim bunun sembolik ifadesi olması bakımından B. Obama, “ben İslam”la savaşmam dedi. Onun geçmişinde düşmanlık tohumları barındıran bir hikâye yoktur. Zira sonradan varlık sahnesine çıkmış bir Kıta ve amacı patronluğu elinde bulundurmaktır.

11 Eylül olayından sonra Avrupa ve Amerika bu nokta üzerinden ayrılmıştır. Böylece İslamofobi Avrupa’nın kucağına düşmüştür. Bir başka ifadeyle kâbusu olan veya bilinç dışına kilitlediği saldırganlar, bilinç düzeyine akın etmiştir. İşte bu tam bir taarruzdur. Bu taarruza sıcak cevap verme durumu ise Danimarka’daki karikatür krizi veya Norveç’teki saldırıdır.

Avrupa sömüremeyeceğini anladığı gibi, düşüşe geçtiğini de derinden görmeye başladı. Bu kızgınlık ve öfke doğaldır ki saldırı olarak tecessüm etmektedir. Paylaşılmak istenen pastadan pay alamayacağını anlayan Avrupa, başka planlarla bu sömürüyü sabote etmektedir.

Müslümanların meseleyi bir din mücadelesi olarak algılaması ise paranoyaya ayna tutmadır. Zira onlarda da bir ötekileştirilme ve dışlanma fobisi vardır. İslamofobi hikâyesi sayesinde batı kazanmaktadır. Asıl fobi, geri kalmışlıktan kaynaklanan Doğu’dadır. Ancak mevcut durumda din, Batı dünyasının çok ciddi bir sorunu değildir. Zira ateist ve seküler bir Batı dünyasında tarihi dinler, adeta rafa kaldırılmış gibi görülmektedir.

Nitekim Papa, Avrupa hasta dediğinde, seküler bir Avrupa’ya işaret etti ve geleneksel kilise tabanına dönmeyi teklif etti. Gerçi çatışma ve bölünme bir din mücadelesi olacaksa, sadece isimsel değil, karşımızda duran ve köklü eylemsel düzlemde var olan bir Hristiyan Batı dünyasından söz etmemiz gerekir.

11 Eylül olayından tutalım da Norveç katliamına ve diğer kundaklama vakalarına varıncaya kadar pek çok sıcak gelişmenin gösterdiği önemli bir tablo açığa çıktı: Avrupa’da yaşayan çoğu zamanda asimile olan Türkler ve Müslümanlar, “biz kimiz?” diyerek aidiyet sorusunu sordular. Bir başka ifadeyle kendilerinin kimliksiz olduklarını, aidiyetlerine dokunulunca fark ettiler.

Ateist olan pek çok Müslüman ailelerden gelen kişi, bu dini anlamaya dahası savunmaya başladı. Ötelendiklerini tam olarak fark edinceye kadar kaybolduklarını anlamamışlardı. Bu olaylar bir bakıma, eve dönüş veya sıla özlemini tetikledi. Sömürgeciliğin mekanizmasını kavrayan bu göçmenler, kendilerinin maskeli olduğunu gördükleri gibi, Batı’nın da paravanlar ardında sürekli –çıkarları gereği– onları pohpohlayarak, alay ettiklerini ve diş biledikleri açıkça idrak ettiler.

Nerden bakarsak bakalım amaç ekonomi ibreli, kültürel bir manevradır; Doğu’nun medeniyeti ve kültürel devinimi kaygı yaratmaktadır. Küreselleşen bir dünyada yerel kimliklerden söz edilemezken, kültürün güncellenmesinin tehdit altında olduğu görülmüştür. Bunun için yeni anlatılara, dahası mitoslara ihtiyaç vardır. Mitlerini kaybeden Batı, Müslümanlara asıl, kültür üzerinden saldırmaktadır. Müslümanlar kutsal kitaplarıyla şu ya da bu şekilde bağlarını sürdürmektedirler. Asıl tehlike budur. Çünkü mitleri var olmaya devam eden bir topluluk,gelecekte daha güçlü olacaktır.

Kültürel hafızası geçmişe dönerek yeni anlam ufukları yaratabilecek bir Müslüman topluluk, ciddi tehlikedir. İnsan aklının gelişim bakımından bir bakıma tavan yaptığı şimdilerde, kimlik, anlam ve değer bakımından yalıtılmayan bir toplum, kesinlikle ileriki yıllarda söz ve güç sahibi olacaktır. Mesele, insanın buharlaşıp buharlaşmadığıdır. Mekanikleşen ve buharlaşan bir insan profili, müsvedde olmaya mahkûm olacaktır. Asıl sancı bunun emaresidir. Sözünü ettiğimiz durumu insan bazında da düşünebiliriz. Bütün bir kişi olabilen sağlıklı benlikler ile böyle olmayan parçalanmış benlikler arasındaki var olma gücü açıktır. Aynı durum toplumlar için de geçerlidir. İşte sözünü ettiğimiz bu farklılık ve farkındalık ciddi manada bir fobi nedenidir.

Norveçli failin anlatısından bile bunu görmek çok kolaydır. Dinle ilgisi olmayan fail, sözde tarihi bir arka plan oluşturma derdindedir. Tıpkı anlam bunalımı yaşayan insanların bir tür şeytani anlatı içinde satanizmi vurgulamaları gibi, Breivik’inde tapınak şövalyelerini arkasına alması, kaybettikleri mitlerin bir tür kayıp halka olduğunun itirafıdır. Breivik’in söz konusu tarikatla bağlantısından ziyade, şundan söz etmemiz daha isabetlidir: Onun bir mite veya efsaneye tutunma çabası, mitlerini yitiren Batı insanın çıldırmanın eşiğinde olduğunu gösterirken; dahası kaybedilen mirasın farkında olunmakla birlikte, artık çok geç kalındığının bir itirafıdır.

aliyecinar@gmail.com
Kaynak: haber10

Bu ‘İslamofobi’nin Neyi Farklı?
Doç. Dr. Aliye ÇINAR
Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitesi
29 Temmuz 2011



Müslümanların Avrupa'da gücü hızla ele geçirdiğini ve Avrupa'nın değerlerini silme yolunda ilerlediğini düşünen Norveçli fail, 2020 yılını da tehlikenin sınırı olarak ilan ediyor.

İslamofobi, Batı’nın sömürgecilik geleneğinden beslenmiştir ve beslenmektedir. 11 Eylül olayından sonra yaşanan en dikkat çekici İslamofobi atağı “Norveç’in 11 Eylül’ünü yaşadığı şimdilerdeki tablodur. Ancak bunun refleksi dahakarmaşıktır. Demek oluyor ki bundan böyle,çok kolay sömürülemeyeceği düşünülen bazı ülkeler ve onun vatandaşlarını, gelecekte daha çok tehdit beklemektedir.

Çünkü birey bazında bile, kişinin aşağıladığı bir insanın güç kazanması kriz cidarlarını tetikler. Bundan sonraki sahne, belki de buradan beslenecektir. Batı’nın bilinç dışında nüveleri bulunun kaygılar şunlardır: “Bizim işçimiz oldu; bizim sosyal devlet yapımızdan çoğu alt tabaka beslendi ve şimdi de ekonomide, bilgide ve yaşam standartlarında bu vatandaşın ait olduğu mihraklar yükselişte…Bu kabul edilebilecek bir şey değildir”.

Hasta Adam profilini temsil eden bir ülkenin, Osmanlı’nın geçmişi bilinirken; önemli bir jeo-politik yapıda yer alan Türkiye’nin ve ona dokunan arterlerin gelişmesi İslamofobiyi tetikleyebilecektir.

Nitekim Norveç saldırısının ardından fail amacını açıkça beyan etti: Batı Avrupa'yı Müslümanların ''ele geçirmesinden'' korumak istediğini söyleyen saldırgan, İşçi Partisini çok sayıda Müslümanın ülkesine gelmesine izin vermekle de suçladı.

Müslümanların Avrupa'da gücü hızla ele geçirdiğini ve Avrupa'nın değerlerini silme yolunda ilerlediğini düşünen Norveçli fail, 2020 yılını da tehlikenin sınırı olarak ilan ediyor. Failin ruhsal sağlığı tartışılsa da, bu bizatihi sözünü ettiğimiz konunun somut bir sembolüdür.

İngiliz asıllı Karen Armstrong kendi kültürel dokusu hakkında bakınız neler söylüyor: “Batı'da İslam düşmanlığının kökleri derindedir.Bu nefret tohumları, Haçlı Savaşlarıyla atılmıştır… Politikacılar bu derin kökleri ısrarla yeniden ortaya çıkarmaktadır. Batı medyası da bu süreçte olumsuz bir rol oynuyor. Osmanlı'nın yayılması, Batının insanlık onurunu ayaklar altına alarak yayılması gibi değildir", diyerek Batı’yı ve Doğu’yu kendiyerlerinde oldukça isabetli okumaktadır.

Ancak dünyanın yönünün, kültürel ve dini bir çatışma içine sokulması da politik bir manevradır. Ekonomik modernleşme ve sosyal değişim ile sarsılan yerel kimliklerin yerinin, yalnızca dinî ve kültürel bilinçlenme ile doldurulabileceği, derinden hissedilmiştir. Bu beraberinde, otantik ve yerel kültürlere dönüş eğilimini getirmektedir. Siyasi ve ekonomik rekabetin, jeo-kültüre bağlı hale gelmesinin nedeni budur.

Bundan böyle, 'mesele beşeri ve kültürel sermayeyi kullanma ve muhafaza etme' meselesidir. Bu da, globalleşmenin getirdiği krizle ilgili bir durumdur. Dolayısıyla savaş, çatışma ve mücadele kavramının içi, beklenmedik yeni oluşumlara gebedir. İşte bu yeni oluşumda, din ve kültür, yeniden önem kazanmaktadır.

Demek ki karikatür krizlerinden, 11 Eylül olayına ve Norveç 11 Eylül’üne varıncaya kadar pek çok konu üzerinden, tekrar tekrar gündeme getirilen İslomofi’nin altında barbarlık ve kılıç dini efsanesinden daha farklı bir algı yatmaktadır. Bu kadar aşağılanan ve sömürülen bir ötekinin, gün gelip sömürebileceği hayaleti, İslamofobinin yeni trendinin yakıtıdır.

11 Eylül saldırısının faili Muhammed Atta ve Pansilvanya’da düşen uçaktaki terörist olduğu iddia edilen Lüblanlı Ziyad Cerrahi’nin Ortadoğulu kimliğine rağmen; Norveç olayını radikal bir Hıristiyan olan Anders Behring Breivi’ingerçekleştirmesi üzerinde düşünülmesi gereken bir meseledir. Çünkü bu defa, sömürgeyi, sömürme üzerinden ve de kardeşi kardeşe düşman kılarak gerçekleştirmekten ziyade; tam da karşıt cenahtan, asıl düşmanlık hattından (İslam-Hristiyan) ateşi fitillemek söz konusudur. Şimdilerde ikinci hikâye sahnededir.

Dünyamızdaki bölünmeler dini ve kültürel değil, siyasi nedenlerden kaynaklanmaktadır. Ancak çatışma, kültür ve din üzerinden sürdürülüp siyasi arenaya katılmaktadır. Dünyada bir güç dengesizliği var, güçsüzler büyük güçlere meydan okuyor, bunu yapmak için de genellikle dini bir dil kullanmaktadırlar. Aslında fundamentalizm dediğimiz şey, çoğunlukla milliyetçiliğin dini formu olarak, bir kimlik iddiasıyla ortaya çıkıyor. XIX. yüzyıl Avrupası’nın milliyetçilik ideali artık paslandı ve Ortadoğu’ya yabancı geldi. İslam dünyasında insanlar, sömürge geçmişinin ardından köklerine dönmek amacıyla, kendilerini din üzerinden tekrar tanımlıyor.

Fundamentalizmin varoluş gerekçesini izah eden Armstrong, önemli saptamalarda bulunmaktadır: “Nerede Batı tipi bir toplum olmuşsa, orada mutlaka, fundamentalizm de ortaya çıkmıştır. Nitekim ben bunları yakından inceledim. Hepsinde de gördüğüm şudur: Bu insanlar Batı’nın gerçek maksadının, hakiki imanı ve dini değerleri yok etmek olduğu kanaatini taşıyorlar. Bu fundamentalistler, hayatta kalma mücadelesi verdiklerine inanıyorlar. Üzerlerine fazla gidildiği ve duvara dayandıkları zaman da mecburen saldırıya geçiyorlar”.

Bizim fundamentalizm dediğimiz militan dindarlık XX. yüzyılda dünyadaki tüm önemli inanışlarda ortaya çıktı. Yani fundamentalist Budizm, Hıristiyanlık, Yahudilik, Sihlik, Hinduizm ve Konfüçyanizm olduğu gibi fundamentalist İslam da var. Kısacası, pozitivizm ve sekülerizmin indirgemeciliği karşısındaki diğer sarkaç olarak sahneyi almıştır fundamentalizm.

Fundamentalizmin, sömürgeciliğe ve asimilasyona karşı bir direnç olarak var olduğu gerçeği, önemli bir husustur. Temele tutunma zımnen şunu söylemektedir: Dinin ortadan kazınması arzusuna karşı mücadele edilmelidir. Dinler arasındaki fundamentalist mücadele ise iktidar ve yayılma kavgasıdır.

Fundamentalizm din ve siyaseti birbirinden ayıran modern laik topluma karşı bir başkaldırıdır. Bir reaksiyon olarak ortaya çıkan dindar bir karşı-kültürcü hareket, esasında tepki gösterilen sömürgeciliğin yapısını ifşa etmektedir. İlkin, Batı tipi toplumun bir din karşıtı olduğunu açığa çıkmaktadır. Buna karşılık olarak da fundamentalistler, modern kültürden dışlanan dini, yeniden merkeze getirmek istiyor.

Yahudi, Hıristiyan ya da Müslüman, fundamentalizmin tüm çeşitlerinin kökeninde yok edilme korkusu yatar. Fundamentalistler laik ya da liberal toplumun kendilerini yok etmek istediğine inanır. Bu bir paranoya değil: Yahudi fundamentalizmi iki önemli olayı temel alır; ilki Nazi soykırımı, ikincisi ise 1973’teki Yom Kippur Savaşı.

İslam Korkusu ve Barış Dini İslam: Paradoks

Barışı tavsiye etmelerinden dolayı Hz. Nuh, Hz. İbrahim, Hz. Musa ve Hz. İsa'yı onaylayan Kur'an, kendisi de böylece teslim olmaya, selâma (barışa) davet etmekteydi: "Ey iman edenler! Hepiniz topluca barış ve güvenliğe (İslâm'a) girin…"

Hem insanların kendi aralarında, hem de Allah'la barışık olmaları İslam ise, Hz. Nuh, Musa ve İsa da müslimin değil miydi? Elbette. Ancak burada tam bir kucak açış var ve bu sayede İslamiyet kapsayıcı bir kimlik hüviyetini kazanmıştır. Bu aynı zamanda, eksiksiz bir kimlik elde etme anlamına geliyordu. Selam, etimolojik olarak, barış, esenlik anlamına geldiği gibi, hesabın kapanması ya da tamamlanması manasına da geliyordu.

İşte bütün mesele, derinlerde burada düğümlenmektedir. Bu kimliği kabul etme ya da reddetme mücadelesinin diğer adıdır. İsrail-Filistin mücadelesi veya Pentagon'a saldırıyla iyice açığa çıkan dahası Norveç’de yaşanan İslamofobi paranoyası.

11 Eylül olayı, sömürgeciliğin sansürlenmiş hali olduğu gibi, Norveç tablosu da paravanlanmış sömürü riski altında olma paranoyasıdır. İlginç olanı da bütün bunlardan sonra bir İslamofobi olgusundan bahsedilmesidir. Refah düzeyi yüksek Oslo’daki eylem din karşıtlığı gibi görülse de, gerçekte Osmanlı ve Türklerin varlık sahnesindeki yerleri ve gelecekte alacakları pozisyona karşı bir saplantının tezahürdür.

Ancak bu takıntının kökleri insanlık kadar eskidir. Zira Habil ve Kabil hikâyesi güncellenen bir hikâye gibi görünmektedir. Israrla Habil'in öldürülmesi tekrarlanıyor sanki. Acaba Kabil niçin öldürmüştü kardeşini? Bunu asıl kaynaktan dinleyecek olursak: "Onlara Âdem'in iki oğluyla ilgili haberi hakkiyle oku. Hani her ikisi birer kurban sunmuşlardı, birinden kabul edilmiş, diğerinden kabul edilmemişti. (Kurbanı kabul edilmeyen, ötekine):" Seni öldüreceğim" demişti. Diğeri ise şöyle demişti: "Allah, yalnız kendisinden korkanlardan kabul eder" (Maide 20).

Kâbil kardeşi Hâbil'i "kıskançlık!" yüzünde öldürmüştür. Tıpkı, İslamofobi olgusunda olduğu gibi. 'Neden senin dininde kelam kemâle eriyor ya da sen neden daha kuşatıcı bir kimliğin müntesibisin' itirazı, Kâbil'in 'seni öldüreceğim' tehdidine ne kadar da benziyor!

http://www.haber10.com
_________________
Bir varmış bir yokmuş...
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Önceki mesajları göster:   
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> FİKİR YAZILARI Tüm zamanlar GMT
1. sayfa (Toplam 1 sayfa)

 
Geçiş Yap:  
Bu forumda yeni başlıklar açamazsınız
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz
Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız


Powered by phpBB © phpBB Group. Hosted by phpBB.BizHat.com


Start Your Own Video Sharing Site

Free Web Hosting | Free Forum Hosting | FlashWebHost.com | Image Hosting | Photo Gallery | FreeMarriage.com

Powered by PhpBBweb.com, setup your forum now!
For Support, visit Forums.BizHat.com