EntellektuelForum Forum Ana Sayfa EntellektuelForum

 
 SSSSSS   AramaArama   Üye ListesiÜye Listesi   Kullanıcı GruplarıKullanıcı Grupları   KayıtKayıt 
 ProfilProfil   Özel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapınÖzel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapın   GirişGiriş 

Teknomedyatik dünyada aşk ve ahlak

 
Bu forum kilitlendi: mesaj gönderemez, cevap yazamaz ya da başlıkları değiştiremezsiniz   Bu başlık kilitlendi: mesajları değiştiremez ya da cevap yazamazsınız    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> AHLAKÎ DÜŞÜNCELER
Önceki başlık :: Sonraki başlık  
Yazar Mesaj
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Çrş Nis 06, 2011 6:37 pm    Mesaj konusu: Teknomedyatik dünyada aşk ve ahlak Alıntıyla Cevap Gönder

Prof.Dr.Erol Göka
Teknomedyatik dünyada aşk ve ahlak
3 Nisan 2011
Timaş Yayınlarından yeni kitabım "Aşk Her şeyi Affederse: Teknomedyatik Dünyada Aşk ve Ahlak"
isimli kitabımın önsözünü haber10 okurlarıyla paylaşıyorum.



AŞK HER ŞEYİ AFFEDERSE
Teknomedyatik dünyada aşk ve ahlak

ÖNSÖZ

Bugün, insanlık tarihinin önceki devirlerine benzemeyen, oldukça değişik bir dünyada yaşıyoruz; başkaları başka adlar veriyorlar biz “teknomedyatik dünya” diyoruz. Geleneklerin egemen olduğu eski zamanlardan hatta yirmi-otuz yıl önceki modernlik günlerimizden adeta eser yok. Ama elbette bugünlere iki yüzyıl önce Batı’dan başlayan modernliğin doğal sonucu olarak gelindi, insanlık tarihindeki müthiş değişimin hikayesi iki yüzyıl önce Batı’dan başladı. Bugün gelinen noktada özellikle enformasyon (bilişim) ve biyoteknoloji alanındaki yüksek teknoloji ve medya baştanbaşa hayatlarımızı kuşatıyor, zihniyet yapılarımızı biçimlendiriyor. Bilimsel keşifler ve teknolojik imkanlar, hayatlarımızı daha dün hayal bile edemeyeceğimiz şekilde değiştiriyor, kolaylaştırıyor ama bir yandan toplumumuzu ve psikolojimizi de allak bullak ediyorlar.
Bazıları bilimsel ve teknolojik gelişmelerin kendilerinin de büyük risk oluşturduğunu, dünyanın kıyamete sürüklendiğini söylüyor ama bize göre yaşadığımız zamanların asıl tehlikesini toplumdaki ve psikolojilerimizdeki henüz gideceği yeri kestiremediğimiz değişiklikler oluşturuyor. Modern zamanlarda aldığımız riskler o kadar fazla ki bazı düşünürler, yaşadığımız topluma “risk toplumu” diyorlar. Göz gözü görmüyor, ağzı olan konuşuyor. Tüm eski yapılar sökülüyor, ideolojiler, büyük anlatılar yıkılıyor. İnsanlığın büyük bir ahlak ve maneviyat krizi yaşadığından bahsediliyor. Hakikat bir tane değil artık herkesin kendisine göre doğrusu var. Cinsel kimliklerimizin temelleri bile sarsıldı. Kadınlar ve erkekler olarak farklı gezegenlerden geldiğimiz söyleniyor. “Katı olan her şey buharlaşıyor.” Dünya elimizin altından kayıp gidiyor.
Bugünün dünyasında ortaya çıkan değişikliklere ister iyi ister kötü diyelim, galiba tek bir şeye itiraz edemeyiz. Bu dünyanın daha fazla barış ve adalete, daha fazla sevgiye ve merhamete ihtiyacı var. İhtiyacını duyduğumuz şeyleri konuşabilmek için aşk iyi bir başlangıç olabilir diye düşündük ve aşk üzerine yazılar, kitaplar kaleme aldık. Aşktan hiç umudumuzu kesmedik. Aşkın, insanın içinde taşıdığı sevgi potansiyelini görmek, “öteki” sayesinde kendimizi ve Varlık’ın hakikatini tanımak için dün olduğu gibi bugün de muhteşem fırsatlar sunduğuna inandık. Okuyucumuz da bizimle birlikte aşka güvenip insanlığa olan umudunu canlı tutsun diye iki yıl önce “Kadınlar Erkekler Aşıklar” kitabını kaleme aldık.
Toplumsal yapıların ve psikolojilerimizin günümüzde bir deprem, bir alt-üst yaşadığını, kadın-erkek ilişkilerinin insanlığın sorunu haline geldiğini, toplumsal cinsiyet, cinsel kimlik konularının meydan okumalarına topyekün insanlık olarak ilk kez maruz kaldığımızı söyledik. Bize göre insanlığı bugüne kadar getiren gemi, en çok aile ve mahremiyet ilişkileri alanında yaralanmıştı. Aile ve mahremiyet ilişkileri alanında yepyeni şeyler yaşıyorduk ama her yeni yaşantı, yeni sorunlarla birlikte geliyordu. Bir yandan sorunlara çözümler bulmaya çalışıyorduk ama bir yandan da irili ufaklı binlerce yeni sorun ortaya çıkıyordu.
“İnsan hakları çağı” adını verdiğimiz zamanımızın hıza tapınmasını eleştirdik; tıpkı ürettiğimiz teknolojik aygıtlar gibi hızlı yaşadığımızdan bahisle, Eski Türklerin çocuklarına ad olarak koydukları, sakinliği ve metaneti temsil eden “Yavaş” kelimesini şimdi artık hakaret olarak kullandığımızdan yakındık. Kadın-erkek ilişkilerinde yaşanan değişiklikleri, mahremiyet dönüşümlerini çok olumlu bulan, hiç kaygılanmadan süreci akışına bırakmamız gerektiğini söyleyen, ailenin yıkılmasını umursamamamızı, “gay ilişkileri”ni model almamızı ciddi ciddi öneren günümüz düşünürlerinin bizi kaygılandırdığını dile getirdik.
Kaygılanan yalnızca biz değildik. Ruh sağlığı profesyonellerinin çoğunluğu ve düşünürler, modernliğin bilim ve teknoloji alanında müthiş ilerlemeler getirmesine rağmen kadın-erkek ilişkilerinde aynı başarıyı sağlayamadığını hatta insanlığın yönünü tarih-öncesi barbarlık devirlerine döndürdüğünü söylüyorlardı. Bilim insanları, nasıl olup da coşkulu bir aşkla başlayan evliliklerinin % 60'ının hunhar davranışlarla ve boşanmayla bittiğini, oysa geçmişte “görücü usulü”yle yapılan evliliklerde, aynı çatı altında yaşamaya itilmiş çiftlerin nasıl olup da birbirlerini sevmeyi öğrenebildiklerini anlamayı kendilerine dert ediniyorlardı.
Birçok düşünüre göre, kadın-erkek ilişkilerinde yaşanan kaosun sorumlusu, yakınlıkları değil cinsiyetler savaşını destekleyen, “post-modern kültür”dü. Post-modern kültür, biyolojik ve liberal rekabet ilkelerini kışkırtıyor, bu yüzden duygusal ortamda kıtlık baş gösterirken çiftler arasındaki iktidar mücadelesi artıyordu. Üstelik bu iktidar mücadelesi, sevgi maskesi altında gizleniyordu. Demokrasiyi tüm yaşama ve aile içine yayma amaç edinildiği halde, ailede, eşler ve kardeşler arasında da tıpkı toplumda olduğu gibi liberal rekabet, birbirini alt etme hırsları yayılıyordu. İnsanlar birbirlerinin yüzlerine gülüyor ama alttan alta birbirlerinin gözünü oyuyorlardı.
Tüm bunlara rağmen “aşk” bizi umutlandırmaya devam etti. Zira geçmişle bağımızın koptuğu, geçmişin ve geleneğin horlandığı yaşadığımız günlerde “aşk” aynı zamanda bizim geçmişle, insanlık tarihiyle bağımızı kuruyordu. Aşk, insanlık tarihi boyunca bu dünyadan gelip geçmiş insan kardeşlerimizle yegane ortak noktamız, insanlığın, insan olmanın en aşina izlerini taşıyan yaşantıydı.
“Aşk, istisnai, çok özel bir insanlık hali. Birçoğu yanlış olsa da, kelimeler duygulardan arındırılarak pörsütülmüşse de, çok ama çok şekerli bir çay gibi abartılmış bir romantizm içimizi kaldırsa da insanlar hala çokça aşktan söz ediyor…
Aşk var, insanın aşık olma, sevme yeteneğinde hiçbir körelme, azalma yok, onun için umutlanalım. Ama kabul edelim ki, ortalık toz duman, insan ilişkilerindeki rahatsızlıklar aşk alanında da ortaya çıkmış ve hastalıklı aşk yaşantıları gün geçtikçe artıyor. Hepimizi tedirgin eden, aşk adı altında olumsuz yaşantılar, giderek çirkinleşen bir istismar kültürü de var. Kadın-erkek ilişkilerindeki sorunların çözümünde, sevginin gücünden yararlanalım yararlanmasına ama önce aşk adına sökün eden şu istismar kültürünü aşalım, hastalık hallerini gerçek aşktan ayırt edelim.
Bu istismar kültürünü aşabilmek için aşkın pek güzel sevgi ve coşkusuna epey bir dozda alçak gönüllülük ve saygı katmamız gerekli. Belki bunun için eski zamanlardan bazı kavramları ödünç almalı, karşılıksız, özverili sevgi (agape) ve mahcubiyet (aidos) üzerine çok ama çok düşünmeliyiz... Henüz çok acemisi olduğumuz ve nereye gideceğini bilmediğimiz bu istismar kültürü, bir bakıma bir ergenlik kültürü. Zafer düşkünlüğümüz, kendimizi beğenmemiz ama aynı zamanda sıkıntılı ve endişeli oluşumuz biraz da ondan. Bir ergen, yetişkin hale gelirken neler yapıyorsa biz de onu yapmalıyız o zaman. İnsanın hatalarından ders almasını, ustalaşıp, bilgeleşmesini destekleyen, aşkı iki insanın bir fırsattan yaratabilecekleri şeyler toplamı olarak gören bir kültüre sahip olmak için çalışmalıyız.”
Böyle söyledik “Kadınlar Erkekler Aşıklar”ın “Sonsöz”ünde. Şimdi aynı ifadeleri “Aşk Her Şeyi Affederse” kitabımızın “Önsöz”ünde tekrar ediyoruz.
Aşk bizi hep umutlandırdı, insanın yarını adına ona hep güvendik ama yaşadığımız zamanlara ilişkin kaygımızı aşk bile gideremedi. Çünkü evet, aşk “öteki”ne karşı en yoğun olumlu duygular, düşünceler, hayaller öbeğiydi; onun sayesinde “öteki”nin kıymetini anlıyor, varoluşumun hakikatine uzanma imkanı yakalayabiliyorduk ama aşk, “öteki”ne karşı sorumluluklarımızı bize hatırlatıp durmakla mükellef olan ahlaki duyarlılıkla bir arada değilse insanın, insanlığın aleyhine işlemeye başlıyordu, tıpkı günümüzde olduğu gibi. Aşkın ahlakla bağlarının her geçen gün daha da koptuğu, “Aşk her şeyi affeder mi?” diye şarkılar söylenen, sadakatsizlikle aşkın aynı yerde olamayacağını bir türlü anlayamamış bir dünyada yaşıyoruz uzunca bir zamandan beri. Teknomedyatik dünyada ruhlarımız bir türlü huzur bulmuyor, birbirimize güvenimiz de giderek azalıyor, çoğumuz şüphe içinde kıvranıyoruz. Bu dünyaya daha fazla barış ve adalet, sevgi ve merhamet katılabilmesi için, aşkın asla tek başına yeterli olmadığını yaşadığımız günler başımıza vura vura öğretti. Birbirimizin kıymetini bilmeden, birbirimize güvenmeden, insan olmanın, dayanışmanın tadını almadan yani ahlak olmadan daha fazla yol alamazdık. Aşkın tekrar “Hakka erdirici” niteliğine kavuşabilmesi, hak ettiği yeri hayatlarımızda alabilmesi için nasıl bir dünyada yaşadığımız konusunda daha çok kafa yormalı, aşka daha çok ahlak karıştırabilmeliydik. Bu nedenle bir kez daha karşınızdayız.

Kaynak: Haber 10

G.Kore'de intihar oranı neden artıyor?
8 KASIM 2011



Dünyanın en büyük on ikinci ekonomisi olan Güney Kore'de günde kırktan fazla kişinin intihar ediyor olması uzmanları harekete geçirdi.
Bir hayli yüksek olan bu rakam, ülkede bir kuşak önce karşılaşılan intihar oranlarının beş katı kadar fazla.
Bu durum Kore parlamentosunu harekete geçirdi ve hükümet yetkililerinin konuyla ilgili adımlar atması talep edildi.
Uzmanların cevap aradıkları soru birçok açıdan kalkınmış bir ülke olarak gösterilen Kore'de bu kadar fazla insanın hayatına neden son vermek istediği.
"Sorun ebeveynlerde"
Çocuk psikolojisi alanında uzman Kang-ee Hong'a göre soruna yol açan faktörlerin başında Koreli ebeveynlerin geleneksel değerleri bir yana bırakıp çocuklarını başarılı olmaya şartlandırmaları geliyor:
"Çocukluğun erken dönemlerinden itibaren çocuklara çok para kazanmaları ve başarılı olmaları gerektiği aşılanıyor.
Bu yüzden çocuklar yüksek notlar alamadıklarında ya da saygın okullara gidemediklerinde mutsuz oluyorlar, anne babalar da çocuklarına sahip çıkmıyorlar."
Psikolog Kang-ee Hong, Koreli çocukların erken saatlerden gece yarılarına kadar ders çalışarak en iyi üniversitelere girmeye çalıştıklarını, bunun sonucunda da yüksek maaşlı mesleklere sahip olmayı düşlediklerini söylüyor.
Koreli uzmanlar özellikle kırsal kesimlerde daha da yüksek olan intihar oranlarıyla baş etmek yönünde adımlar atıldığını, Kore toplumunun bu durumla yüzleşmeye başladığını ancak derinlerden kaynaklanan bu sorunun kolay bir çözümü olamayacağını belirtiyorlar.
BBC
_________________
Bir varmış bir yokmuş...
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Önceki mesajları göster:   
Bu forum kilitlendi: mesaj gönderemez, cevap yazamaz ya da başlıkları değiştiremezsiniz   Bu başlık kilitlendi: mesajları değiştiremez ya da cevap yazamazsınız    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> AHLAKÎ DÜŞÜNCELER Tüm zamanlar GMT
1. sayfa (Toplam 1 sayfa)

 
Geçiş Yap:  
Bu forumda yeni başlıklar açamazsınız
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz
Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız


Powered by phpBB © phpBB Group. Hosted by phpBB.BizHat.com


Start Your Own Video Sharing Site

Free Web Hosting | Free Forum Hosting | FlashWebHost.com | Image Hosting | Photo Gallery | FreeMarriage.com

Powered by PhpBBweb.com, setup your forum now!
For Support, visit Forums.BizHat.com