EntellektuelForum Forum Ana Sayfa EntellektuelForum

 
 SSSSSS   AramaArama   Üye ListesiÜye Listesi   Kullanıcı GruplarıKullanıcı Grupları   KayıtKayıt 
 ProfilProfil   Özel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapınÖzel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapın   GirişGiriş 

Müptezel Yüzyıl

 
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> SİNEMA-TV-TİYATRO
Önceki başlık :: Sonraki başlık  
Yazar Mesaj
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Pts Oca 03, 2011 5:02 pm    Mesaj konusu: Müptezel Yüzyıl Alıntıyla Cevap Gönder

Mücahit Küçükyılmaz
Müptezel Yüzyıl

Gerçekliği yeniden sunan ya da daha da ileri giderek, yeniden üreten bir kitle iletişim aracı olarak televizyonun, elbette, tarihi olduğu gibi aktarmasını bekleyemeyiz. Ancak televizyon veya sinema, gerek ideolojik gerekse reel endüstriyel kaygılarla, bilinen ve kayıt altına alınmış olandan bile çok daha farklı bir tarih kurgulamaktan çekinmiyorsa, bu pervasızlığın sert eleştirilere maruz kalması da doğaldır. Zira görsellikle desteklenmiş bir sözlü mit, raflarda yığılı kitabî/yazılı bilgiye göre daha hızlı yayılma ve sonuç alma niteliğini haizdir. Görsel medya endüstrisinin sahipleri bunun fena halde farkında oldukları için, sık sık tarih hakkındaki cehaletlerini ele verme pahasına da olsa, kullanım değeri taşıyan bir meta ve görsel bir nesne olarak onu işin içine katarlar. Nitekim dünya sinemasının ilk örnekleri arasında, Quo Vadis ve Cabiria (İtalya 1913) ile Griffith’in “Bir Milletin Doğuşu” ve “Hoşgörüsüzlük” (ABD 1914 – 1916) gibi, konu olarak tarihî öykülerden beslenen pek çok film bulunuyor.

Peki, etkili bir öykünün oluşturulmasında görsel bir nesne olarak tarihten yararlanmak ya da tarihin belli bir kesitini kullanmak ne gibi sonuçlara yol açar? Kitlelerin hafızasının nasıl yeniden inşa edildiğini ortaya koyan bu sonuçları belli başlı kavramsallaştırmalar altında ele almak faydalı olabilir.

Anakronizm ya da Zamansızlık

Bugüne hitap eden “modern” bir aygıt olarak televizyon, tarihi, görselleştirilmeye hazır ideolojik ve ticari bir malzeme deposu olarak sıkça kullanır. Öyle olunca, tarihî olay, kişi ya da nesnelerin kendi bağlamlarında oluşan gerçeklikleri değil, onların günümüze hitap eden yönleri öncelik kazanır ve televizyon, gayet pragmatik bir gerekçeyle bu noktaya odaklanır. Çünkü televizyon, hız çağının önde gelen bir tüketim aracıdır; acelesi vardır, kitleleri bir yandan doyururken, aynı zamanda yeni açlar yaratma peşindedir. Bu yüzden onun asıl derdi tarihsel gerçeklik değildir. Fakat televizyon veya sinemanın tarihe yaklaşımının tutarsızlık derecesinde reel problemlere yol açması, özellikle filmlerde gülünç ve anakronik sahnelerin yer almasıyla sonuçlanabilmektedir. Örneğin, Truva filminde o dönemde henüz icat edilmemiş olan üzenginin kullanımı; saatli, marlboro tişörtlü Malkaçoğlu’nun traktör yolunda at sürmesi, Orçun Sonat’ın oynadığı ve 7. yüzyılda geçen Hazreti Ömer filminde 17. yüzyılda Itri tarafından bestelenen “salaten ümmiye”nin söylenmesi…

İndirgemeci Mantık

Yine televizyon, kitlelere hitap eden popüler bir araç olarak, doğuştan sığ ve basit olmak zorundadır. Bu nedenle televizyonda görselleştirilen tarihsel süreçler, süre, dekor, bütçe gibi unsurların kısıtlamasıyla, daraltılır ve belli bir kesite indirgenerek sunulur. Buna göre, bütün bir tarihsel süreç, tekdüze biçimde akmış ve ancak modern zamanlarda “ilerlemeci” bir nitelik kazanmış gibidir. Osmanlı denince, sarıklı, kavuklu veya fesli adamlar; Roma denince, serpuşlu miğfer giyen askerler; Antik Yunan için, peştemalvari tek parça elbise giyinmiş kişiler gösterilir ve izleyici tek bir kare ile yüzlerce yıllık dönemi algıladığına ikna edilir. Daha uzak geçmişe doğru gidildikçe bu indirgemeci yaklaşım güçlenir, zira bugünden uzaklaştıkça bilgiler bulanıklaşır; yakın geçmiş ise doğal olarak daha ayrıntılı bir biçimde tasvir edilebilir. Oysa bize modern dönemdeki kadar hızlı görünmese de, tarihin akışı çeşitli dönüşümler ve hayati kırılmalarla doludur. Bu çerçevede, televizyonda Orta Çağ hepten karanlıktır; baskınlar, salgınlar, büyü, cadı avları, derebeylikler, skolastik anlayışın hükümranlığı ile sembolize edilir. Yine Roma’ya saldıran kim olursa olsun, genellikle aynı görsellikle sunulur; barbar, kirli saçlı, karışık sakallı, iri kıyım insanlar… Ridley Scott’ın Gladyatör ya da Dick Lowry’nin Atilla filmleri hatırlandığında, bu konuda televizyon ve sinemanın hâkim Batılı paradigmanın oryantalist ve ötekileştirici tarzına uyan bir dil kullandığı görülür.

Dramatik Deformasyon

Eğer söz konusu olan deneysel bir film ya da durum tasviri yapan bir kısa film değilse, televizyon ve sinema senaryosunun, dramatik çatışma unsurlarını barındırması beklenir. İçinde hiçbir gerilim ve merak unsuru bulunmayan bir tarihî film senaryosu asla cezbedici olmayacaktır. Bu yüzden tarihsel gerçeklik bilinçli olarak dramatik öğelerle bezenir ve yapıbozumuna uğratılır. Örneğin, Truva filmindeki Helen, Homeros’un anlattığına göre, 6 yaşında bir kız çocuğuna sahiptir; ama filmde buna yer verilmesi Helen-Paris arasındaki dramatik aşk öyküsünü desteklemeyecek bir bilginin öne çıkmasına neden olabilirdi. Machiavelli, Prens’te, İmparator Commodus’un çok iyi bir kılıç ustası olduğunu, fakat kendisine meydan okuyan isimsiz bir gladyatörün karşısına çıkma gafletinde bulunarak arenada öldüğünü yazar. Oysa aynı Commodus, Scott’ın Galadyatör filminde kız kardeşine tecavüz eden bir anti-kahramandır ve daha önce idam ettirmeye çalıştığı General Maximus tarafından arenada öldürülür. Üstelik General Maximus, İmparatorun kız kardeşinin de sevgilisidir ve böylece izleyiciyi tam anlamıyla tatmin edecek bir tarihsel kurgu ortaya çıkmaktadır.

İmgesel Deformasyon

Yazılı ve sözlü belgeler sayesinde hakkında bilgi sahibi olduğumuz tarihî kişilikler, televizyon ve sinemada aktörlerin görünümüne bürünerek izleyicinin karşısına çıkar. Özellikle güçlü karakter oyuncularının canlandırdığı tarihî kişiliklerin, gerçek fizyonomileri hakkında izleyici zihninde belirli bir imge oluşmakta ve bu da yeni, bambaşka bir televizüel veya sinematografik kişilik olarak ortaya çıkmaktadır. Sonuçta, gerçek tarihî kişiliğin gerçek niteliklerinin de toplumsal bellekte yeri ve önemi kalmaz. Mustafa Akkad’ın Çağrı filminde oynayan Anthony Quinn’in Müslüman toplumun ortak belleğinde yer alan ve yüzlerce yıllık hilye-tasvir geleneği tarafından aktarılan Hazreti Hamza tasavvurunun yerini alması bu bakımdan anlamlıdır. Yine Battal Gazi destanlarında iri yarı, esmer, bıyıklı ve sarıklı olarak anlatılan kahramanın, Cüneyt Arkın’ın kişiliğinde mavi gözlü, cılız ve açık tenli bir görünüm kazanması izleyici muhayyilesinde benzer bir etkiye yol açmaktadır.

Tarihin Yatak Odasına Kamera Sokmak

Örneklerini özellikle oryantalist sinemada bolca gördüğümüz için, muhteşem değil, Müptezel Yüzyıl olarak adlandırdığım diziye gelince; adı üstünde haram ve mahrem kavramlarıyla akraba olan hareme girmeye çalışan yeni bir Maupassant’ın Topal Şeytan’ı ile karşı karşıya olduğumuz anlaşılıyor. İç gıcıklayıcı oryantalist meraktan beslenen ve onu besleyen dizide, gerçek anlamda kapıları kamuya açılmamış olan Osmanlı Sultanlarının haremine iletişim araçlarıyla göz atılmak isteniyor. Kanuni’nin belki de 24 saati içerisinde 7–8 saatlik bir kısmını oluşturan yatsı namazı ile sabah namazı arası dilim açıklığa kavuşturuluyor! Öyle ki, Padişah yatak odasına girer girmez arkadan kamera, sonra Hürrem giriyor ve dizinin özü, sabahın ilk ışıklarıyla son buluyor. Kılıcın haritaya saplandığı ve aslında tarihî gerçekliğin özünü oluşturan, Süleyman’ı muhteşem cihangir yapan kısımlar ise, harem merkezli öykünün artistik dolgu kısmı olarak istimal ediliyor. Mevcut kıyas unsurları arasındaki Tudors, Rome, Spartacus gibi dizilerin ortak yönü de tarihin yatak odasına kameranın girmesi ve tahrik edilen mahremiyet merakının sanal olarak tatmin edilmesidir. O nedenle, ben ona “muhteşem” diyemeyeceğim, çünkü Kanuni’yi muhteşem yapan haremdeki performansı değil, “kıtaları birer atlas kumaş gibi kesip biçen” kılıcı ve adalet duygusudur; müptezel yüzyıl dizisinin farkı ise, kendi tarihine yerli oryantalizm şaşılığıyla bakmasıdır. Üstelik 25 yaşındaki Kanuni’yi 45 yaşında gösteren, yuvarlak kafalı, cam gözlü, kirli sakalı ve kalın bıyıkları birbirine karışmış bir aktörle canlandırmak, açık bir maddi hatadır. Şimdiye kadar bir türlü karakter oyuncusu olamayıp tip oyuncusu düzeyinde kalan ve tipi de Kanuni ile alakalı olmayan bir oyuncu, hadi Kanuni’yi oynamadan onun suretine dair bir şey okumadı ya da aynaya bakmadı, diyelim; dizinin danışmanları o sırada ne yapmaktadır?

Yukarıdaki 4 kavramsal sonuç dışında, tarihin filme alınması ile modern insanın tabiata, eşyaya, yer altına, yer üstüne, denizlere, uzaya, madde ve manaya, hayvanlara, hatta diğer insanlara hükmetme iştiyakı arasında da dikkat çekici bir bağ bulunuyor. Ancak burada sinemacının aşması gereken yaman bir paradoks var: Tarih, yani geçmiş mukadderdir, olmuş bitmiştir ve değiştirilemez. O halde geriye, bildik bir yöntem, tarihe dramatik unsurlar ekleyip, mesela onun yatak odasını ifşa edip geçmişe hükmetme arzusuyla tutuşan modern insanın mahremiyet merakını tahrik/tatmin etmek kalıyor. Ne yazık ki, bu süreçte sadece tarihin kendisi değil, tarihçiler de kullanılıp nesneleştiriliyor.

*Mücahit Küçükyılmaz, Medya Araştırmacısı
Kaynak: haber10

Hürrem değil Emmanuel bu yahu!
Aziz ÜSTEL
austel@stargazete.com
3 Ocak 2011

Yakında yayına girecek “Muhteşem Yüzyıl” adlı dizinin fragmanlarına şöyle bir baktım, inanamadım! Sözüm ona Kanuni’nin gençliği, Hürrem’le aşkının anlatıldığı bir dizi diye tanıtılmıştı kanal sorumlularınca.

Fragmanlarsa, ilk gençlik yıllarımda izlediğim, Emmanuel Arsan’ın romanından yapılan, Silvia Kristel’in başrolde oynadığı “Emmanuel” filmini hatırlattı bana!

İçindeki tarihsel hataları, varsa eğer, şimdilik tarihçilere bırakalım da, Harem konusuna göz atalım kısaca.

Harem, salt bu fragmanlardan bile anlaşabilecek, son derece çarpıtılmış ve örneğin Ellen Michelette’nin yazdığı “Harem” adlı, hadi seks demeyeyim, “iç gıcıklayıcı” romanını neredeyse birebir çağrıştırıyor. Ama Demet Altınyeleklioğlu’nun yazdığı, tarihsel gerçeklerle hayal gücünü harmanlayan “Moskof Cariye Hürrem”le hiç ilgisi yok, örneğin!

Hele hele “The Concubine, The Princess and the Teacher: Voices from the Harem” yani “Cariye, Sultan ve Öğretmen: Harem’den Sesler” adlı kitaptan, uzak durmuş besbelli, kapağını bile açmamış.

Cariye, Douglas Scott Brooks’un kitabında, “Filizten” adlı bir hatundur. Haremde günlerin çok ama çok sıkıcı geçtiğini, Cariyelerin büyük bir çoğunluğunun, bırakın Sultan’ın yatağına girmeyi, Sultan’ı görmediğini anlatır. Sultan, II. Abdülhamid’in kızı Ayşe Sultan, öğretmense Sultan V. Mehmet’in çocuklarına ders veren İngiliz bir öğretmendir. Onların birebir yaşadığı harem, ahlaksızlığın değil, ahlak ve terbiyenin egemen olduğu, “ev düzeninin” sürdürüldüğü bir mekandır. Terbiye, nezaket ve zerafet ödüllendirilir; şirretlik, yaygaracılık hele hele eşcinsel ilişkilere hiç de hoş görüyle bakılmaz. İşkenceyse...kimsenin aklına bile düşmez!

Harem üzerine yazılmış bir sürü uyduruk kitap vardır batılıların yayınlayıp durduğu yıllar yılı. Fragmanlar eğer dizinin bütününü yansıtıyorsa, o zaman hangi kitaplardan yararlanıldığını sormak hakkımdır sanırım!

Yüzyılın ayıbı!
Taha KURUTLU
8 Ocak 2011

Görünen köy kılavuz istemezmiş derler. “Muhteşem Yüzyıl” isimli dizinin fragmanı yayınla­nınca bir tartışma almış yürümüştü. Her şeye rağmen “bir izleyelim görelim” diye düşündüm. Zira sonra “İzlemeden konuşuyorsun!” eleştirileri ile karşılaşmam pek tabii idi. İlk bölümün bazı kısımlarını izledim. Rezalet bir yana cahilce yazılmış bir senaryo ile karşılaştım. Dizide Avrupalıların “Le Magnifique” yani “Muhteşem” diye tabir ettikleri Kanuni Sultan Süleyman Han’ın dönemi işleniyor. Ancak tam bir oryantalist işi. Bölümün neredeyse tamamı harem dairesinde geçiyor. Ancak bizim bildiğimiz haremde değil oryantalistlerin kurgulayıp yıllarca tablolarında ve eserlerinde işledikleri “fantastik haremde”.

Kanuni Sultan Süleyman Osmanlı Devletinin en uzun süre tahta kalan padişahı olmakla beraber en çok sefere çıkan padişahıdır. Öyle ki saltanat süresinin (46 yıl) çok az bir kısmında tahtında oturduğu bilinmektedir. Ömrü seferlerde geçmiştir. Ancak mezkûr dizide durum hiçte böyle değildir. Kanuni’nin adaleti, hoşgörüsü, kudreti gibi birçok meziyeti ortada dururken Kanuni bir “kadın düşkünü” gibi gösterilmektedir. Bu durum ise onun tarihi şahsiyetine hakarettir. Hürrem Sultan’a olan aşkını böylesine rezilce başlatmak acaba ne kadar doğrudur? (Aşkı anlatmak için illaki erotizm teması işlemek gerekmez.) Kanuni acaba bunlarla anılmak ister miydi? Tüm bunları bir kenara bırakarak tarihi anlamda yapılan teknik hatalara geçmek istiyorum.

Öncelikle gerçekte Tatarlar tarafından kaçırılarak Osmanlı ülkesine gönderilen Hürrem (Aleksandra) 13-14 yaşlarındadır. Ancak dizideki Hürrem bu gerçeğe uymamaktadır. Bir başka örnek; o dönemde “Harem Dairesi” olarak bilinen yani saray kadınlarının ve cariyelerin kaldığı bölüm dizideki gibi Topkapı’da değil Eski Saray’dadır. (Bugün İstanbul Üniversitesinin olduğu yer.) Harem’in Topkapı’ya taşınması çok sonradır. Anakronik bir durum söz konusu. Bir diğer husus Padişahların bile destursuz ayak basamadığı Harem dairesini, Pargalı İbrahim nasıl bu kadar rahat izlemektedir? Bu tamamen usule aykırı bir durumdur. Muhaldir. Cehalettir. Ayrıca Pargalı yine oryantalist iddiasına uygun olarak ile zorla devşirilmektedir. Hâlbuki devşirme zorla yapılmazdı. Bir sürü kurala tabi idi. Dizi de detay olarak bunlar gibi birçok teknik hatalar var.

Bu örneklerden de anlaşıldığı gibi dizi yapımcıları reyting uğruna tarihi, oryantalist bir yaklaşımla seyirciye sunmaktadırlar. Harem, çıplak cariyelerin dolaştığı ve herkesin rahatça girdiği bir mekân değildir. Bu olgu oryantalistlerin çizdiği tablolarla kültürümüze sokuşturmaya çalıştıkları fantezilerden ibarettir. (Batı, doğuya olan hayranlığını kendi fantezileri ile süsleyerek bir hayal dünyası oluşturmuştur.) Oysa harem duvarlarında aile hayatı ve terbiye ile alakalı ayet ve hadisler yazılıdır. Osmanlı her şeyden evvel bir protokol devletidir. Harem Dairesinin de çok ciddi protokolleri vardı. Padişahlar her canları istediklerinde harem dairesine girmek şöyle dursun haremde bulunan cariyelerin birçoğunu görmemişlerdir. Padişaha veya şehzadeye gönderilecek cariyeye Valide Sultan yoksa Harem Kethuda Kadını veya son olarak yüksek rütbeli bir cariye olan Başhazinedar karar verirdi. Kanuni Sultan Süleyman kadınlara düşkün bir padişah değildi. Hürrem’den sonra bile bir iki cariye ile iktifa etmiştir. Aklı fikri harp ve devlet işlerinde olan bir padişahı böyle ucuz senaryolarla itham etmek ne kadar doğrudur? Bütün bunları bilmeyen birinin bu diziyi izleyerek tarih öğrenmesi büyük bir vebaldir. Herkes bu dizideki Kanuniyi örnek alırsa olacakları bir düşünün!

Tarih bir reyting aracı değildir. Tarih bir milletin hafızasıdır. Biz hafızamızı yitirmedik. Ben Osmanlı’nın böyle bir yüzyılını hatırlamıyorum.
habertaraf

Harem Halkı
İnceleme: Ahmet Şimşirgil

Harem Nedir?

Harem lûgatte korunan, mukaddes ve muhterem yer anlamına gelir. Ev, konak ve saraylarda genellikle iç avluya bakacak bir şekilde planlanan, kadınların yabancı erkeklerle karşılaşmadan rahatça günlük hayatlarını sürdürdükleri kısımdır. Burada yaşayan kadınlara da harem deniyor olması, İslamiyet'in bu bölümlere, özellikle hane kadınlarıyla belirli bir kan bağı dışında kalan erkeklerin (nâmahrem) girişini yasaklamasından kaynaklanır.

Osmanlı devlet teşkilâtında harem-i hümâyûn tabiri hem haremi hem de enderunu içine alır. Enderun padişah, saray ve devlet hizmetinde bulunacak erkeklerin, harem ise ikametgâh görevinin yanında kadınların yetiştirilmesi için bir eğitim müessesesidir. Bu bakımdan hareme yüksek dereceli kadınlar akademisi de denilebilir. Burada en alt kademe olan cariyelikten ustalığa kadar bir terfi sistemi bulunmaktadır.

Haremin bu son derece çarpıcı ve ilgi çekici yönü ne yazık ki, hep geri plana itilmiş ve yeterince değerlendirilmemiştir. Buna karşılık harem hayatının gizliliği ve mahremiyeti herkese malum olduğu halde özellikle batılı yazarlar tarafından hiç bilinmeyeni en bilinen kısmıymış gibi harem hakkında anlatılanlar basit ilişkiler üzerine kurulmuştur. Buradaki bilgilerle senaryolanan çeşitli film, roman ve tiyatrolarda da maalesef çok geniş bir teşkilata sahip bulunan haremin asıl fonksiyonu göz ardı edilmiş veya maksatlı olarak unutturulmaya çalışılmıştır.

Oysa son yıllarda harem üzerine yapılan yerli ve yabancı bilim adamlarının yaptıkları çalışmalar Osmanlı sarayının harem bölümünün padişahın evi ikametgâhı olmasının yanısıra dünyada eşi benzeri görülmeyen bir mektep hüviyetinde olduğunu gözler önüne sermektedir.

Harem-i Hümayun hakkında on yıllık yorucu bir mesai sonunda arşiv belgelerine dayalı bir doktora tezi hazırlayan Amerikalı uzman Leslie Peirce "Biz batılılar İslam toplumunda cinselliği saplantı haline getirmek gibi eski ama güçlü bir geleneğim mirasçılarıyız. Harem, müslüman cinsel duyarlılığı üzerine kurulu Batı efsanelerinin kuşkusuz en yaygın simgesidir" dedikten sonra haremin amaç ve teşkilatı hakkında verdiği bilgiler aleyhteki iddialara en güzel cevaptır.

"Hanedan ailesi üyeleri için harem bir ikametgâhtı. Sultan ailesinin hizmetkârları için ise bir eğitim kurumu diye tarif olunabilir. Genç kadınlar sadece padişaha uygun cariyeler ve annesiyle diğer ileri gelen harem kadınlarına nedimler sağlamak amacıyla değil, aynı zamanda askerî/idarî hiyerarşinin tepesine yakın erkekler için uygun eş sağlama amacıyla eğitilirlerdi. Enderun, saray içinde padişaha kişisel hizmet yoluyla erkekleri nasıl saray dışında hanedana hizmet hazırlıyorsa, harem de kadınları padişah ve annesine kişisel hizmet yoluyla dış dünyadaki rollerini almaya hazırlıyordu.

Azat edilerek enderun mezunları veya diğer görevlilerle evlendirilen bu kadınların payına da kocalarının oluşturduğu erkek hanelerini (selamlık) tamamlayan haremler oluşturmak düşerdi.

Sultan hanesinin kurduğu teşkilat ve eğitim kalıbı bu köle evlilikleri vasıtasıyla çoğaltılarak Osmanlı yönetici sınıfının sosyal ve politik temelini oluşturuyordu. Saray eğitim sisteminin -hem erkek hem de kadınlar için- ana hedeflerinden biri hükümran hanedana sadakatin aşılanmasıydı. İmparatorluk elitini sarmalayan bağları erkekler kadar kadınlar da sürdüğü için elitin sadakatinin odağında sadece padişahın kendisi değil, aynı zamanda sultan hanesinin kadınları, yani bir bütün olarak haneden ailesi vardı."

Yine 17. yüzyıl bazı batılı yazarlardan haremin gizliliğinin yaznısıra harem hakkında konuşamların da fanteziler üretmekten başka bir şey yapmadıklarını gözlemlemek mümkündür.

"Sarayın, ikinci avluya girmelerine izin verilen yabancıların gidebildiği kadarını gördüm... İçeriyi görmedim. Ama hükümdarlarına karşı huşu duyduklarını gösteren şahane bir sessizlik ve saygı içindeki sonsuz bir görevliler ve hizmetkârlar kalabalığı ile karşılaştım." (Henry Blunt, A Voyage into the Levant, 1638).

"Kadınlar dairesine ilişkin bir bölümü buraya, okuyucuya bu daireyi iyi bilmenin imkânsızlığını anlatabilmek için dahil ediyorum... Buraya erkeklerin girmesi yasaktır ve bu yasak Hristiyan manastırındakinden çok daha büyük bir dikkatle uygulanır...

Sultanın aşk hayatının niteliği gizli tutulur. Bunun üzerine konuşmayacağım ve bu konu hakkında hiç bir bilgi edinemedim. Bu konuda fantezi kurmak kolay ama doğru bir şeyler söylemek alabildiğine güçtür." (Jean-Baptiste Tavernier Nottvelle Relation de l'interieur du serrail de Grand Seigneur, 1675).

"Kardeşim, Osmanlı imparatorlarının sarayı konusundaki merakını herkesten kolay giderebilirim. Çünkü yirmi yıldan fazla bir süredir bu sarayın içine kapalı kalmış biri olarak güzelliklerini, yaşam tarzını, disiplinini gözlemleme zamanım oldu. Çeşitli yabancı gezginlerin bir kısmı dilimize de çevrilmiş olan bir çok fantastik tasvirine inanılacak olursa b sarayın büyülü bir yer olmadığını hayal etmemek güçtür... Fakat sarayın asıl güzelliği içinde gözlenen düzende ve burada yaşayan güçlü kişilerin hizmetine bakacak olanların eğitiminde yatar." (François Petis de la Croix, Ett General de l'Empire Ottoman, 1695).

Osmanlı Sarayı'nın harem bölümünde kimler yaşadı? Vazifeleri nelerdi? Nelere sebep oldular? Acı ve tatlı hatıraları ve tarihi gerçekleriyle bir yazı dizisi.

Bu yazı Tarih ve Düşünce Dergisinden alınmıştır. Yazının diğer bölümleri için: http://entellektuel.s4.bizhat.com/viewtopic.php?p=4958#4958

Osmanlı sadece Kanuni ve Hürrem'den ibaret değildir...
Mehmet BARLAS
8 Ocak 2011

Osmanlı denilince televizyondaki dizi yüzünden bugünlerde aklımıza Kanuni ve Hürrem geliyor.
Oysa Osmanlı'dan bugüne kalan o kadar çok olgu var ki...
Mesela müzik var.
Osmanlı bestekârlarının söylediğimiz dinlediğimiz bestelerini, şarkılarını düşünün bir kez.
Farklılıkların zenginlik olduğunun kanıtıdır bu müzik.
Sadece Ermeni, Rum, Yahudi besteciler yok Osmanlı'da.
Mesela 17'nci yüzyılda İstanbul'a gelip yerleşmiş "14 Acemler" diye bilinen bestekârlar da var.
Ergunerlerin "Osmanlı Davulları" albümünde bu "Acemler"in Devr-i Revan usulündeki akıcı ve sürükleyici bir Rast bestesine rastladım.
Farsça bir besteydi bu.
Bu dili bilenler için aynen aktarayım:
"Hem kamer, hem zühre vü hem müşteri der asuman
Arzu mendend-i mihahendi sâzı bişnevend
Nağme-i uzzâl-ı şehnâz-ü segâh hem beyat
Rast ez Nikriz ez şayet Hicaz bişnevend."
Bunun Türkçe anlamını internette, Yavuz Yektay'ın bir makalesinde buldum.
Şöyleydi:
"Ay ve yıldızlar nasıl asumanda ise, makamlarımızı da çeşit çeşit sazlarımız söyledi. İçinde eğer Hicaz söylenirse, Rast, Nikrîzdir."
17'nci yüzyıl İstanbul'unda söylenip dinlenmiş Farsça bir beste tarihin sonsuz boşluğunda yok olup gidebilirdi.
Ama öyle olmamış.
Münir Nurettin Selçuk, Fatih Sultan Mehmet zamanında yaşamış olan Bursalı Ahmed Paşa'nın murabba türünde aşağıdaki şiirini almış...
"Gül yüzünde göreli zülf-i semen-sây gönül
Kara sevdaya yiler bî-ser ü bî-pây gönül
Dimedüm mi sana dolaşma ana hay gönül
Vay gönül vay gönül vay gönül ey vay gönül
Bizi hâk itdi hevâ yolına sevdâ n'idelüm
Pây-mâl eyledi bu zülf-i semen-sâ n'idelüm
Kul idinmezdi güzeller bizi illâ n'idelüm
Vay gönül vay gönül vay gönül ey vay gönül"
Münir Nurettin Selçuk 20'nci yüzyılda 17'nci yüzyıl Acemlerinin bestesini 50 notadan 4-5'ini değiştirerek "Gül yüzünde göreli zülf-ü semen sây gönül" şarkısında aynen kullanmış.
Eğer Osmanlı'ya ilgi duyuyorsanız bunları da hatırlamanız gerekmez mi?
Veya "Acemaşiran"daki "Aşir"ın dost, arkadaş anlamına geldiğini ve "Acemaşiran"ın da "Acem dostlar" veya "Acemlerin arkadaşları" manasını taşıdığını bilirseniz, Osmanlıyı daha iyi anlarsınız.
Sabah

'Muhteşem Yüzyıl'a rekor şikayet
08.01.2011

Radyo ve Televizyon Üst Kuruluna (RTÜK) 2010 yılının dokuz aylık döneminde 64 bin 664 bin vatandaş bildirimi yapılırken, kamuoyunda tepkilere yol açan ''Muhteşem Yüzyıl'' dizisiyle ilgili 11 Aralık-6 Ocak tarihlerinde 74 bin 911 şikayet geldi. gazetepoer

Şuna ‘Muhteşem Yüzyıl’ değil ‘uçkur davası’ desene!
Aziz ÜSTEL
9 Ocak 2011

Muhteşem Yüzyıl” dizisinin senaryosu, daha ilk bölümden belli ki, 1920’li yıllarda yazılmış bir kitapla, İngiltere Kraliyet ailesi, Tudor sülalesinin en uçkuruna düşkün kralı VIII. Henry’nin yaşam öyküsünden harmalanmış!

Aragon Prensesi Katharine, Ann Boleyn, Jane Seymour, Katherine Howard ve daha nice hatunla, salt tahttan aldığı gücü kullanarak evlenmesini, erkek evlat doğuramayanların kellesini almasını, sarayda kadın, kız, dişi ne varsa canlı yaratık bırakmayıp hepsiyle halvet olmasını, ayrıntılı bir biçimde anlatan “TUDORS” adlı diziyi nasıl da çağrıştırıyor. Bu kadar olur! Ama tabi “Tudors”da çok sağlam, tarihsel gerçekleri yansıtan bir senaryo var, birinci sınıf oyuncular var, teknik kusursuz... Ama aşna fişna bizim “Muhteşem Yüzyıl”la bire bir örtüşüyor! Orada da işveli ve de cilveli bir eşcinsel var, kadınların arasında dolanıyor; tam bir dedikodu kumkuması. Birbiriyle itişip kakışan hatun dolu, kralın hem gözüne hem de yatağına girmek için çaba harcayan. Ann Boleyn ise sanki Hürrem’in gençliği!

Gelelim Harem faslına ve 1920’li yıllarda Akbar del Piampo takma adıyla yazılan, “Harem’de Muhteşem Geceler” (Magnificent Nights in the Harem) adlı kitaba.

Bu kitaba göre “Harem”, salt Sultan’a hizmet eden bir tür kadın harası! Sultan, Haremağalarından birini çağırıyor, o gece istediği kadını tanımlıyor, “şöyle balık etinde, siyah saçlı, beyaz tenli olsun; yirmisinden de gün almasın sakın!” Haremağası da istenen cariyeyi yaka paça huzura getiriyor. Ondan sonrası... Ondan sonrası pornoya girer birader!

Şimdi, böyle bir diziye gerek var mı?

Var elbette. Kanuni’nin de, Yavuz’un da Fatih’in de, diğer padişahların da yaşam öykülerini, resmi tarihin dar ve uyduruk kalıpları dışına çıkarak yayınlamak gerek. Ama zaten resmi tarihin tümüyle çarpıttığı bir Osmanlı var belleklere kazınan. “Muhteşem Yüzyıl” gibi bir dizi bu çarpıklığı ortadan kaldırmak yerine, bunu katmerleştiriyor!

Ha bir de “muhafazakarlar bu diziyi eleştiriyor” gibi bir saçmalık var! Az buçuk tarih bilen, mürekkep yalamış, geleceğin geçmişten kesildiğini kavrayan herkes bu diziyi eleştirir, ister muhafazakar, ister liberal, isterse komünist olsun!
Star

BATI 'MUHTEŞEM' DEDİ BİZ 'KANUNİ' DEDİK
09 Ocak 2011
46 yıllık saltanatı süresince Osmanlı sınırlarını iki katı genişleten, Doğu'dan Batı'ya pek çok sefer düzenleyen ve ömrü Zigetvar Kalesi'ni fethettiği esnada son bulan 'Muhteşem Süleyman' gerçekte nasıl biriydi? 'Kanun Koyucu'nun hüküm sürdüğü Osmanlı'da 'harem' nasıl bir yerdi?
Konunun uzmanları, 'Muhteşem Yüzyıl' dizisinde anlatılanların gerçekleri çarpıttığını söylüyor. Çok merak edilen soruları uzmanlara sorduk. İşte gerçek 'Muhteşem Süleyman'..

Cariyelerle ilişki gülünç

Tarihçi-yazar Prof. Dr. Sait Öztürk: Devşirilen çocukların yetiştiği yer 'enderun'sa eğer, devşirilen kız çocuklarının yetiştirildiği yer de 'harem'dir. Burada mesleki eğitim verilir; Kur'an öğreniminden, okuma yazma eğitimine, edep-adap kaidelerinden görgü kurallarına kadar birçok alanda eğitimler kurumsal eğitmenler tarafından sağlanır. Cariyeler (hizmetkarlar) ücretli çalışandır. Tüm sarayın işlerine bakarlar. Sayıları 300'e kadar çıkar. Tedarik, saray mutfağı, çocukların eğitimi, bakımı, banyoların temizliği ile ilgili ayrı ayrı kurulan dairelerde çalışırlar. Kayıtlara göre Topkapı Sarayı'nda çalışan hizmetçi (cariye) Kanuni döneminde ortalama 30 akçe ücret alırmış. Padişahın bu kadınlarla yatıp kalkması Cumhurbaşkanının Çankaya'da çalışan kadınlarla birlikte olması kadar gülünçtür.

Bazı bilgiler hayali

Tarihçi-yazar Yrd. Doç. Teyfur Erdoğdu: Harem, ister İslam'a göre isterse de başka bir hukuka veya geleneğe göre 'yabancılara kapalılık' arzeden bir birimdir. Bu mekân, giremeyenlerin hayal güçlerini kullanmalarına neden olmuştur. Osmanlı'nın, Endülüslü Arapların, Çinlilerin ve Japonların muhatabı olan Batılılar da bu mekânlarda sadece harem sahibine haz verecek kadınların ve oğlanların saklandığını düşünmüşlerdir. Harem hakkında ürün verenlerin bir kısmı haremin kıyısından bile geçmemiş olmalarına rağmen, oturdukları yerden hayal güçlerini kullanarak eserler vermişlerdir. Haremi tasvir eden çoğu kaynak Batılıların gerçekle ilgisi olmayan tablo ve gravürleridir.

Kanuni'nin üç eşi vardı

'Kanuni' kitabının yazarı tarihçi Okay Tiryakioğlu: Osmanlı İmparatorluğu'nun 10. padişahı olan Kanuni Sultan Süleyman, 27 Nisan 1494'te Trabzon'da doğdu. Babası ondan önce İmparatorluğu yöneten Yavuz Sultan Selim, dedesi ise II. Bayezid. Şair, sanatkar ve aynı zamanda alim bir şahsiyet olarak bilinen Kanuni, bir yandan devletin halk arasında en muteber nesne olduğunu söylerken, diğer taraftan da hiçbir devletin insan sağlığı kadar önemli olamayacağını vurgulamıştır. Onun sergilediği bu anlayış, Osmanlı devlet idaresinin de ipuçlarını verir. Batılılar, babası Yavuz Sultan Selim ölünce "Arslan öldü yerine kuzu geldi" demişlerdir. Oysa Kanuni, Belgrad'a dayandığında hepsi şaşkınlığa uğramıştı. O günlerde Avrupa ilk kez siyasi birliğini kazanmıştı ki, bu defa Kanuni karşılarına dikilmişti. Kanuni ima edildiği gibi onlarca kadınla birlikte olmadı. Sadece üç eşi ve toplam 13 çocuğu vardı.

Osmanlı sınırlarını iki katına çıkardı

'Osmanlı'nın Kayıp Atlası' kitabının yazarı tarihçi Mustafa Armağan: Ekim 1520 ile 6 Eylül 1566 yılları arasında Osmanlı İmparatorluğu'nu yöneten Kanuni, babasından aldığı 6.5 milyon kilometrekarelik ülke sınırını, 46 yıllık padişahlığında iki katına çıkardı. Belgrat, Rodos, Mohaç, Bağdat, Tebriz, Boğdan, Preveze, Macaristan ve Zigetvar'ın tamamını alan Kanuni, Estergon ve Safevi topraklarının da bir kısmını imparatorluk topraklarına katarak sınırları toplamda 14.8 milyon kilometrekareye ulaştırdı.

Batı 'Muhteşem' dedi biz 'Kanuni' dedik

Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları (İSAM) Vakfı Başkanı, İslam Hukuku Uzmanı Prof. Dr. Mehmet Akif Aydın: Osmanlı Devleti, İslam hukukunu uygulayan bir devletti. Osmanlı, devlet başkanına da bu anlamda yetkiler verdi. İslam hukukunda her alan ayrıntılı biçimde düzenlenmediği için padişahlar önce ferman sonra da kanunla bunları düzenlemek istedi. İşte Sultan Süleyman'ın en büyük özelliği bu dönemde Osmanlı'yı bir 'kanun devleti' haline getirmiş olmasıdır. Özellikle ceza ve arazi düzenlemelerinde tüm dünyada ses getiren ciddi kanunlar çıkarmıştır. Askeri alanda yaptığı çalışmalar ve devlet adamlığındaki başarıları nedeniyle Batı, ona 'Muhteşem Süleyman' dedi; bizler ise 'Kanuni' sıfatını vermekle yetindik.

İmanı kuvvetliydi ibadete düşkündü

'Bilinmeyen Osmanlı' kitabının yazarı Prof. Dr. Ahmet Akgündüz: Kanuni Sultan Süleyman tarih, edebiyat ve dini bilgilerin yanında askeri alanda da yoğun bir eğitim dönemi geçirdi. Şebinkarahisar, Kefe ve Manisa'da valilik yaptı. Kanuni'yi, Venedik elçisi Bartelemeo Contari şöyle tanımlıyor: "Çalışmaya düşkün; bütün insanlar onun hükümdarlığında iyilik ümit ediyor." İmanı kuvvetli bir alimdi. Divan Edebiyatı'nın en fazla gazel yazan şairi rekoru hâlâ Kanuni'de. Ondan bize 2 bin 779 adet gazel ulaştı. Çok az uyuyan, geceleri ibadetle geçiren, gündüzleri meydanlarda olan bir padişah... Ölümü de savaş meydanında olmuştur.

Bilim ve sanat onun döneminde zirve yaptı

'Kayıtdışı Tarihimiz' kitabının yazarı tarihçi-yazar Yavuz Bahadıroğlu: Onun döneminde ülke sınırları öyle bir noktaya ulaştı ki, Osmanlı İmparatorluğu dünyada 20 milyon kilometrekareye dolaylı olarak hükmeder hale geldi. Tahttaki henüz birinci yılında sefere çıkmaya başladı, ömrü de bir fetih sırasında son buldu. Osmanlı'yı Osmanlı yapan seçkin isimlerin çoğu onun döneminde yetişti: Piri Mehmed Paşa, Lütfi Paşa, Sokullu Mehmed Paşa, Kemalpaşazade, Ebussuud Efendi, Barbaros Hayrettin, Nişancızade Mustafa, Mimar Sinan, Karahisari, Matrakçı Nasuh, Behram Ağa, Fuzuli, Baki...

Google'da Kanuni'ye hücum

'Muhteşem Yüzyıl' dizisi Osmanlı'yı yeniden ülke gündemine taşırken, 'Kanuni Sultan Süleyman' da internet arama motoru Google'da en çok aratılan isimlerden biri haline geldi. Google'ın kelime istatistik hizmeti Adwords'a göre 'Kanuni Sultan Süleyman' kelimesi geçtiğimiz hafta içinde 27 bin defa arandı. Dizi üzerinden devam eden tartışmalarda harem konusu da bir başka merak konusu oldu. 'Harem' kelimesi son iki haftada rekor kırarak 74 bin defa internet üzerinde arandı. Buna karşın 'Muhteşem Yüzyıl' dizisinin aranma istatistiği bin 600'de kaldı. Birçok tarihçi ve ilahiyat uzmanı dizide anlatılanların ne İslam'la ne de Osmanlı'yla bağdaşmadığını söylerken, Kanuni portresinin harem etrafında anlatılması, dikkatleri Osmanlı sultanının üzerine çekti.

Harem eğlence yuvası değildi

Osmanlı uzmanı Prof. Dr. Abdülkadir Özcan: 'Devşirme' tabiri, insan kaynağı sağlamak amacıyla gayrimüslim nüfusla yapılmış hukuki geçerliliği olan gönüllü sözleşme anlamını taşır. Osmanlı nüfusunda sadece Müslümanlar yaşamadığından, ancak hizmetler de tüm imparatorluğa götürüldüğünden devşirme sistemi uygulanmıştır. O dönemde çocukların zeki olanları saray ve enderuna eğitim için verilirdi. İslam hukuku çerçevesinde gayrimüslim toplumla yapılan gönüllü bir anlaşmadır bu. 'Harem'deki cariyeler devşirmelerin kadın kısmıdır. Sarayda eğitim gören kız çocuklarıdır. Dizide gösterildiği gibi eğlence yuvası değildir.

Bakış açısı oryantalist

Sanat tarihçisi Prof. Dr. Selçuk Mülayim: Harem, Osmanlı kültür dünyasının en bilinmeyen kısmıdır. Oraya giren kadın sayısı bile çok azdır. Oryantalist vurgulara dayanan bir harem imajı var. Dekolteli dolaşan kadınlar, havuz başlarında oturan kadınları resmeden gravürlerle dolu her yer. Elbette böylesi daha fazla reyting yaptırır, ancak tarihi gerçeklere de dikkat etmek lazımdı. Dizide kimse saç tıraşlarına dokunmamış. Bu bir çelişki. Ayrıca o dönemde hiç kimse padişahın karşısına kavuksuz şekilde çıkamazdı.

Tarih çarpıtılmamalı

'Sekiz Ülke Sekiz Yönetmen Sinan' belgeselinin senaristi Cihat Zembat: 'Sekiz Ülke Sekiz Yönetmen Sinan' belgeselini çalışırken Kanuni dönemini haftalarca inceledik. Kanuni ve Mimar Sinan aynı dönemde yaşadılar. Ancak dizinin tarihi gerçeklerle ilgili olmadığımı söyleyebilirim. Tarihle ilgili iş yaparken 10 defa düşünmek zorundayız. Hele ki konu Osmanlıysa... Zira bu ülkede Osmanlı hakkında konuşmak uzun yıllar sakıncalıydı. Yeni yeni, hasret kaldığımız değerlerle yüzleşirken daha dikkatli olmak gerek. Bir dizi, kurgusaldır ama kurgunun tarihi değiştirme hakkı olmamalı.

HAREM İLİM OCAĞIYDI

Son günlerde hepimizin kafası Harem konusunda karışık. Oryantalist yazarların hareme girme imkanları olmadığı halde, gayrımüslim ahbaplarının her dediklerini doğru kabul ederek, saçma söylentileri, birebir kitaplarına geçirmeleri sonucu oluşmuş bir harem efsanesi vardı elbette. Ancak geçtiğimiz hafta haremi ön plana çıkaran bir dizinin yayınlanmaya başlaması sayesinde kafalar yine karıştı. Biz de 'En iyi tarih kitabı' ödülünü alan "Osmanlı Kadını" kitabının yazarı Aslı Sancar'ın kapısını çaldık ve gerçek haremi sorduk. Oryantalist söylemde Harem'in tamamı Padişah'ın düşüp kalktığı cariyeler gibi gösterilir. Oysa Harem oldukça sıkı protokolleri olan, 5 vakit namaz kılınan, Kur'an okunan, hizmet eden kızların eğitim gördüğü bir okul. Padişahların eşleri Harem'deki kızlar arasından seçiliyor ama ortada gösterilmeye çalışıldığı gibi şuh kahkahalar atıp, tüller içinde oradan oraya salınan kızlar yok!

Osmanlı Üst Kimlikti

Aslı Sancar, Osmanlı'da ilk senelerde haremin küçük olduğunu, büyük haremin daha sonra geliştiğini söylüyor.

Sancar, Osmanlı'nın ilk senelerinde komşu devletlerin prensesleri ile evlenilirken, 15. asırdan sonra haremin tamamen köle sistemine dönüştüğünü anlatıyor. "Kölelik sistemini Osmanlı başlatmadı. Bu tüm dünyada devam eden bir sistemdi. Böyle bir harem kurulmasının amacı çocuk yaştan yetiştirilen, padişaha çok güçlü şekilde bağlı olan bir zümre oluşturmaktı. Hareme alınan bu kızların aileleri olmadığı için, padişaha karşı gelmelerini sağlayacak siyasi bir güçleri yoktu. Hareme alınanların kimlikleri önemli değildi. Dillerini öğrenmişler, dinlerini öğrenmişler, bütün örf ve adetleri öğrenmişler, etiketleri öğrenmişler. Küçük yaşta gelince yepyeni bir hayat başlıyordu. Yeni bir kimlik alıyorlardı. Osmanlı bir üst kimlikti."

Beş Vakit Namaz Kılınırdı

Haremde ciddi bir hiyerarşi olduğunu anlatan Aslı Sancar, haremin padişah ailesine hizmet eden kadınların kaldığı ve eğitildiği bir yer ve çok ciddi bir eğitim müessesi olduğunun bilinmesi gerektiğini söylüyor. "Her şey çok disiplinliydi. Çok ciddi bir protokol vardı. Kızlar saraya getirilir getirilmez İslam'ın temel ilkelerini ve ibadetlerini öğrenirlerdi; beş vakit namazlarını kılmaları gerekirdi. Bunun yanında Kur'an okumayı da öğrenirlerdi. Saray haremindeki kadınlar ibadetlerini büyük bir bağlılık ve özen içinde ifa ederlerdi. Padişaha cariye olabilecek güzelliğe ve cazibeye sahip olanlara okuma ve yazma da öğretilirdi. Musiki yeteneği olanlara belli bir sazı çalma, şarkı söyleme, raksetme eğitimi verilirdi. Dikiş dikmeyi, dantel ve örgü örmeyi de öğrenirlerdi. Saray terbiyesini yerli yerinde almaları sağlanırdı. Padişah ya da şehzade eşi olmayan, haremin yönetici kadrosu içinde yer almak istemeyen cariyeler dokuz yıllık hizmetin ardından özgürlüklerini isteyebilirlerdi. Bunun üzerine kendilerine bir azatlık belgesi verilir, evlenmeleri için biri bulunur, çeyizleri ile birlikte ev de verilir, ayrıca maaşa bağlanırlardı."

Eşleri Valide Sultan Seçerdi

Aslı Sancar'ın anlattıklarına göre haremde padişahın, valide sultanın, hanım sultanların, kızlarının hepsinin maiyetleri vardı. Hatta kalfaların bile maiyetleri vardı. Banyo servisi, yemek servisi, kahve sunma, giysilere bakma gibi herkesin ayrı bir vazifesi vardı. Bir kişi bir dalda ustalaşırdı. Harem nüfusu dönem dönem değişiyordu. 400 - 500 kişiye ulaştığı zamanlar vardı. Padişahın dikkatini çeken ya da Valide sultanın seçtiği cariyeler padişahın eşleri olurdu. İlk olan 1. kadın olurdu. Bu 4'e kadar devam edebilirdi. Sonra ikballer gelirdi. Bir daire onların kullanımı için ayrılırdı ve sıraları belliydi. Bir kadın ölmedikten sonra o sıra devam ederdi. Padişah kadınlarını sırayla ziyaret ederdi. Çocukları da şehzade ve sultan sayılırdı. Sarayda da padişahın odası, Valide sultanın odası, daha sonra birinci kadın, ikinci kadın gibi kadınların odaları sıralanırdı.

Saray İstikbale Açılan Kapıydı

Saraya Abhaza, Çerkez ve Gürcü kızları alınıyordu. Sancar, "Bazen aileler çok fakir olurdu. Gönüllü olarak verirlerdi kızlarını saraya. Çünkü o istikbali açık olan bir yoldu. Kızlar kabiliyetliyse sarayda hiyerarşi içinde yükselirlerdi. Kahya kadınların çok yüksek bir statüleri vardı. Hayır olarak cami, çeşme yaptırabilecek kadar maddi güçleri vardı. Harem bir kadın için çok üst bir kariyerdi. Bu yüzden, bugün herkesin Harvard'a gitmek istediği gibi, herkes saraya gitmek istiyordu. Saray istikbale açılan bir kapı olarak görülüyordu. Enderun'da, erkekler de eğitilir yetiştirilir, devlet kademelerinde ya da asker olarak görev alırlardı. Evlenmek isteyen kızlar da bu erkeklerle evlendirilirlerdi. Bu iki grup Osmanlı toplumunun elit tabakasını oluşturuyordu. Topluma karıştıklarında saray kültürünü yayıyorlardı."

Haremde kim ne yapıyordu

Daye Hatun: Sultanın süt annesi. Süt annelerin harem içindeki konumu yüksekti.

Kethüda Hatun: Haremin en üst dereceli yöneticisi olup bu makama padişah tarafından bilgisi tecrübesi ve terbiyesine bakılarak getirilirdi. Haremdeki bütün merasimleri o yönetir, kadınları padişah ve ailesi karşısında nasıl davranacaklarına dair o eğitirdi.

Haznedar Usta: Padişah haremde olduğu zaman hizmetini görmek üzere yanında olurdu. Padişahın giyim kuşamıyla, değerli taşarlıyla, haremin mali işleriyle ilgilenirlerdi.

Çeşnigir Usta: Padişahın yeme içmesinden sorumluydu. Padişaha sunulan yemekleri zehirlenme ihtimaline karşı önce o tadardı.

Çamaşır Ustası: Padişahın giyim kuşamının yıkanmasından sorumluydu.

İbriktar Usta: Ekibiyle padişahın ibriği, leğeni ve havlularından sorumluydu.

Berber Usta: Padişahın tıraş takımlarından sorumluydu.

Kahveci Usta: Padişaha kahve yapar ve sunardı.

Kilerci Usta: Kilerden sorumluydu. Padişaha yemek sırasında da sofra hizmetinde bulunurdu.

Kutucu Usta: Padişahın, kadınefendilerin ve ikballerin yıkanma ve üst baş giyinme sırasındaki hizmetini görürlerdi.

Külhane Usta: Hamamlardaki ocakların yakılmasından ve padişahın odalıklarının yıkanmasından sorumluydu.

Katibe Usta: Haremdeki disiplinin korunmasından sorumluydu. Hareme girip çıkanı kontrol eder, haremde bütün olup biteni gözlem altında tutardı.

Hastalar Ustası: Haremdeki sağlık görevlilerinin başıydı.

Ebe: Saray haremindeki doğum ve düşükler sırasında hizmet veren bir çok ebe vardı.

Dadı: Padişah çocuklarından her birine birer dadı ile kalfa verilirdi.

Bu kalfaların hepsinin şahsi hizmetçileri ve yardımcıları olurdu. Kalfalardan sonra, aynı hizmetleri valide sultanlar, kadınlar ve prensesler için gören kalfalar gelirdi. Bu kadınlar derecelerine göre maaş alırlardı.

Kaynak: Star/ Bugün

Alperenler Kanuni'nin Türbesinde Diziyi Protesto Etti

İstanbul Alperen Ocakları Muhteşem Rezaleti protesto etmek üzere bugün Kanuni Sultan Süleyman'ın kabri başına gitti.

09 Ocak 2011
Anadolu Haber

İstanbul Alperen Ocakları üyesi grup Kanuni Sultan Süleyman'ın, kabrinin bulunduğu Süleymaniye Camii bahçesinde basın açıklaması yaptılar.

Grup adına açıklama yapan Alperen Ocakları İl Başkanı Güven Hızarcı, "Muhteşem Yüzyıl adlı dizide sunulan sanal gerçeklikleri tartışmak tarihçilerin ve kamuoyunun takdirindedir. Muhteşem bir mazinin kanunlarını gelecek nesillere miras bırakan Kanuni'nin şahsında, dönemin oryantalist bir bakış açısıyla sunulması en büyük cehalettir. Ömrü halka ve hakka hizmetle geçen birinin zevk, sefahat sofralarında resmedilmesi en büyük ihanettir. Denetleyeci kurumların "izlenmesin bizde kaldıralım" cinsinden idarei maslahatçılık yapması ayrı bir cehalettir. Zira imaj dünyasında müstehcenliğin ve görselliğin albenisi etik değerlerle dengelenebilir. Bu nedenle dizinin sunumunun değişmesi yada yayından kaldırılması için sivil toplumun hissiyatını her programda dile getirmeye devam edeceğiz" diye konuştu.

'Muhteşem Yüzyıl için harekete geçin'
9 Ocak 2011
Muhteşem sultanın büyüdüğü mahalleden, onun büyüdüğü evin önünden seslendi.

Büyük Birlik Partisi (BBP) Genel Başkanı Yalçın Topçu, özel bir televizyon kanalında yayınlanan ve Kanuni Sultan Süleyman'a hakaret edildiği öne sürülen ''Muhteşem Yüzyıl'' dizisinin tarihi ve sosyolojik bilgiden yoksun olduğunu ve hemen hemen bütün milletin vicdanını rahatsız ettiğini söyledi. Topçu, ''Bu diziyle alakaları RTÜK'ün ve ilgili yerlerin harekete geçmesini bekliyorum'' dedi.

Topçu, Trabzon Belediye Başkanı Orhan Fevzi Gümrükçüoğlu'nu makamında ziyaret ettikten sonra kent merkezinde bir süre gezerek Kanuni Sultan Süleyman'ın doğduğu Ortahisar Mahallesi'ndeki Kanuni Evi'ne geldi.

Burada Osmanlı ve Kanuni Sultan Süleyman'ı konu alan ''Muhteşem Yüzyıl'' dizisiyle ilgili basın mensuplarının sorularını yanıtlayan Topçu, ''Tarihi bilgiden yoksun, sosyolojik hakikatten yoksun bir dizi ve bütün milletin hemen hemen vicdanını rahatsız etti. Bu vesileyle bu muhteşem sultanın büyüdüğü mahalleden, onun büyüdüğü evin önünden sesleniyorum. 'Bizim RTÜK ne işe yarar acaba' diyorum, milleti rahatsız eden hadiseler gösterilirken bu kurum ne iş yapar, bunun harekete geçmesi lazım. Milletin bu rahatsızlığına ilgililerin kulak vermesi lazım'' dedi.

Topçu, bu tip dizileri yapanların, tarihiyle, sosyolojisiyle, psikolojisiyle çok iyi araştırmalar yapıp bu işte yeterli, yetkin insanlardan oluşan bir kadro kurarak dizileri yapmaları gerektiğini belirterek, şöyle devam etti:

''Çala kalem, reytinge yönelik, bizim tarihimizin önemli şahsiyetlerini yıpratacak, alelade işler yapmamalıdırlar. Bunun için ben tekrar buradan bu diziyle alakalı RTÜK'ün ve ilgili yerlerin harekete geçmesini bekliyorum ve bu diziyi yapanlara da bir çağrıda bulunuyorum; siz doğru şeyler yaparsanız daha çok reyting alırsınız, illa yanlıştan mı reyting alacaksınız, yanlışlarınızdan vazgeçin, doğru şeyi yapın. Bu işlerin ehlisini bulun, tarihini, geçmişimizi bilen, bu insanların hayatıyla ilgili ciddi araştırmalar yapan insanları bulun ve yaptığınız işleri doğru yapın. Milletin vicdanıyla uğraşmayın, tarihimizi kirletmeyin, lekelemeyin.''

-''ÖZÜRÜ KABAHATLERİNDEN BÜYÜK''-

Topçu, söz konusu dizide Kanuni Sultan Süleyman ile ilgili somut hataların ne olduğunun sorulması üzerine de ''Doğrusu nerede var ki? Yani muhteşem Osmanlı, muhteşem Kanuni, hayatında en çok fetihler yapan bir hükümdar sanki dört duvar arasına, bir buçuk metre arasına sıkışmış gibi gösteriliyor. Bu hakikat mi, bu doğru mu? Bunun ne sosyolojik, ne tarihi bir hakikati var'' yanıtını verdi.

Ömrü fetihlerde geçen Kanuni'nin farklı kültürlerdeki insanlardan oluşan 24 milyon metrekare toprağa sahip bir hanedanlığa hükmettiğini ifade eden Topçu, ''Biz şimdi şu Anadolu coğrafyasında bin yıl bir ve beraber yaşamış insanlarla problemlerimizi gideremiyoruz. Kanuni, başka başka ırklardan, kanlardan, dinlerden 24 milyon metrekare toprak üzerindeki bir hanedanlığı yürütüyor, bir buçuk metreye sıkıştırmış kalmışlar. Ayıp böyle şeyler, çok ayıp. Bunu savunanlar ne diyor biliyor musunuz? 'Canım padişahlar bilmem ne yapmaz mıydı?' özürü kabahatlerinden büyük. Bir şey yapmaya çalışırken darmadağın oluyorlar'' diye konuştu.

Topçu, diziyle ilgili olarak ilk tepkiyi partisinin verdiğini, hukuki yollara başvurduğunu, demokratik tepkisini de ortaya koyduğunu belirtti. haber10

Devletine ve milletine ihtişam veren Kanuni

Adem Yavuz IRGATOĞLU
ayavuz.habertaraf@gmail.com
10 Ocak 2011

Tarihi şahsiyetlerin yer aldığı “Muhteşem Yüzyıl” dizisi ve vizyona giren “Hür Adam” filmi, tartışmaların odağındaki yerini aldı. Tabii bir de geçmişteki filmler…

Her zaman olduğu gibi bu tartışmanın içerisine de Atatürk’ün ismini dâhil etmeye ‘hevesinde’ olanlar var! Bunlar, yeni ‘senaryolar’ için son sürat çalışıyorlar! Birazdan nasıl olduğunu anlayacaksınız. Reha Muhtar’ın cumartesi günkü yazısının başlığı şöyleydi: “Osmanlı’da ayağa kalkanlar Mustafa’da niye sus pustu?”

Bu başlığı atan Muhtar, sonrasında da “Osmanlı’da hareme ve içkiye ayağa kalkanlar, ‘Mustafa’ filminde niye sus pustular? Fikriye olayını araştırmakla, Hürrem Sultan’ı anlatmak arasında bir fark yok...” şeklinde yazısını devam ettirerek, Atatürk’ün ismini bu tartışmanın odağına yerleştirdi. Bir başka örnek de “Bediüzzaman Said-i Nursi ile Mustafa Kemal arasında yaşandığı varsayılan bir sohbet. Said-i Nursi’nin, Atatürk karşısında ayak ayaküstüne atması ve Atatürk’e gönderdiği mektup” da bir diğer tartışmanın konusunu oluşturuyor.

Bu tartışmanın daha çok uzun süre devam edeceğini var sayarak biz “Muhteşem Yüzyıl”a geri dönelim. 16. asır tarihimize 46 yıllık saltanatı ile mührünü basan şanlı padişah, Avrupalıların, ‘Muhteşem’ sıfatını kullandıkları, Akdeniz’i, Kızıldeniz’i ve Basra Körfezi’ni birer Müslüman Türk gölü haline getirip, Osmanlı Sancağı’nı Umman ve Hint Denizlerinde dalgalandıran Sultan Süleyman... Kendi döneminde adaletiyle, idaresiyle, iktisadi, ilmi, kültürel, sanatsal faaliyetleriyle bütün dünyaya örnek olmuş bir Kanunî’den bahsediyoruz.

Oryantalizmin tavan yaptığı senaryolarla halkın zihnini karıştırmaya çalışanların bu ‘çabası’ Osmanlı’yı ‘rencide etmek’tir. “Devletin baht yıldızı idi, ama kendi bahtının yıldızı o kadar parlak olmadı” mısralarıyla anlatılan, 4 oğlunun ölümünü görüp, ‘devletin bekası için’ bunlardan 2’sinin ölüm emrini verme ızdırabına katlanmak zorunda kalan Kanunî Sultan Süleyman, yeni nesillere tam bir ‘şehvet rezaleti’ ile anlatılıyor!

‘Dervişin fikri ne ise zikri de odur’ misali, fikirleri oryantalizm olanlar, zikirlerini de ondan yana kullanmak için gerçekleri(!) yeni ‘seneryo’larla anlatma gayretindeler! Osmanlı tarihinde bir devirin kapandığı, Türk milletinin binlerce yıllık macerasında erişebildiği en yüksek noktayı temsil eden Kanunî’nin hayatını; ‘kadın, eğlence ve içki’ üzerine kurgulayıp, o şanlı tarihi ayaklar altına almaya kimsenin hakkı yoktur!

Himayesi altındaki bir devlete yapılan tecavüzü önlemek üzere seferden sefere koşan ecdadı, ‘aklında ve fikrinde sadece kadın varmış’çasına göstermek ne kadar doğru bir tarih anlayışıdır? Bunu sorgulamak için tarihçi olmaya gerek var mıdır? Kırk altı yıl boyunca Tebriz’den Viyana’ya kadar zaferden zafere koşan bir nesle atfen kullanılan dil ve eylem arasındaki büyük çelişkinin izahı mümkün müdür? “Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla Divan toplantısını açıyorum” diyen bir dile karşılık, padişah adına bilmem ‘hangi kadının neresini kontrol etmek’ sapıklıktan başka nedir?

Kanunî’nin mütevazı bir hayat yaşadığını birçok kaynaktan okuduğumuz gibi, Prof. Dr. Erol Güngör’ün “Tarihte Türkler” kitabından da okumak mümkündür. Güngör’ün kitabından aktaracak olursak: “Aşırılıklardan hep kaçındı. Zenginlik içinde mütevazı sayılabilecek bir hayat sürdü. Batıllar ona ‘Muhteşem Süleyman’ adını veriyorlardı. Ama o kendinden çok devletine ve milletine ihtişam vermişti… Süleyman Han, yaptığı işleri kanuna uygun kılmayı prensip edinmiştir. (…)Kanun ve nizamlara gösterdiği fevkalade riayet yüzünden ‘Kanunî’ unvanı ile yâd edilmiş, bu unvan adeta ona isim olmuştur.”

72 yaşında iken, o meşakkatli yolculuğa çıkarak Hakk’ın emanetini harp meydanında teslim etmek isteyip; son nefesini top, tüfek sesleri; kılıç şakırtıları arasında teslim-i ruh etmiş bir padişahı, ‘her gün bir kadınla yatan’ şeklinde göstermek cahillik alametidir. Bütün hayatı boyunca adımlarını, Allah rızası için atmaya çalışmış olan bu cihangir padişah, Tevhid uğruna hiçbir fedakârlığı göze almaktan çekinmemiştir. “Allah Allah diyelim, sancak-ı şahı çekelim, Yürüyüp her yandan Şark’a sipahi çekelim.” diyen de O’dur. (Muhibbi mahlası)

Allah’ın kudretini bilip, O’ndan himaye isteyerek Hz. Muhammed’din ümmetinden yardım niyaz eden, Türklerin kendisine ‘Kanunî ve Gazi’; Avrupalıların ise ‘Muhteşem’ dedikleri Süleyman Han’ı “farklı kişilik”te göstermek doğru değildir.

Unutulanlar: Dünyada hiçbir düşmanın eğemediği başları, Allah’ın emrine tevekkül içinde eğen, vefat ettiğinde Belgrad halkının elbise yerine çul giyip feryat ve figana başladığı Sultan Süleyman’ın saltanatı sona erse de Allah’ın saltanatı sonsuzdur unutmayalım.
habertaraf

Muhteşem uçkur
Serdar AKİNAN
10 Ocak 2011

Onca zırva yapımdan sonra nihayet birileri tarihimiz üzerine dikkat çekecek, ucuz olmayan bir diziye imza atmayı başardı...

Geçenlerde sevgili Ömer Vargı bir vesileyle beni sahibi olduğu TEM stüdyolarında gezdirdi... 'Muhteşem Yüzyıl'ın seti bu dev platoların neredeye yarısını kaplıyor... Dekorun sadece bütçesi değil, tasarım ve işçilikteki özeni de dudak uçuklatıcı.

Türkiye gündemine bir anda oturması böylesi bir dizinin rating alarak yaşaması açısından çok önemli... İki açıdan.

İlki sektörün büyümesi açısından... İkincisi tarihimizi hatırlamak ve köklerimizi sulamak açısından... Peki ya senaryoya yönelik eleştiriler?

Kanuni uçkuruna bu kadar düşkün müydü? Hayır, bizim aklımız oramızda... Para kazanmak isteyen yapımcı ve yayıncıların mahirliği de bizim aklımız neredeyse orada... Yoksa 46 yıllık saltanatı süresince Osmanlı sınırlarını iki katı genişleten Kanuni, dizide ima edildiği gibi onlarca kadınla birlikte olmadı. Sadece üç eşi ve toplam 13 çocuğu vardı. Kanuni, babasından aldığı 6.5 milyon kilometrekarelik ülke sınırını, 46 yıllık padişahlığında iki katına çıkardı. Belgrat, Rodos, Mohaç, Bağdat, Tebriz, Boğdan, Preveze, Macaristan ve Zigetvar'ın tamamını alan Kanuni, Estergon ve Safevi topraklarının da bir kısmını imparatorluk topraklarına katarak sınırları toplamda 14.8 milyon kilometrekareye ulaştırdı. Şebinkarahisar, Kefe ve Manisa'da valilik yaptı. Divan Edebiyatı'nın en fazla gazel yazan şairi rekoru hala Kanuni'dedir... Ondan bize 2 bin 779 adet gazel ulaştı. Onun döneminde tarihimizin en mühim isimleri yetişti... Piri Mehmed Paşa, Lütfi Paşa, Sokullu Mehmed Paşa, Kemalpaşazade, Ebussuud Efendi, Barbaros Hayrettin, Nişancızade Mustafa, Mimar Sinan, Karahisari, Matrakçı Nasuh, Behram Ağa, Fuzuli, Baki en bilinenleriydi... Dizinin yapımcılarının bu ummanda konsantrasyonlarını 'divan'a değil de 'harem'e yoğunlaşmalarının izahı başka ne olabilir ki?

Başta söylediğimi bir kez daha hatırlatayım... Adı üstünde, bu bir dizi... Kurgu... Kurgusal... Elbette daha dikkatli olmalı. Nihayetinde tarihimizin en kıymetli figürünü; özel hayatını rating mezesi yapmamalı... Ama bir yandan da bu bir Türkiye gerçeği... Halkımız belki merak edip, 'Yahu, bu Kanuni sevişmekten kalan vakitte ne yapmış?' diye açıp biraz tarih okur... Bu da benim avuntum...

Akşam

NTV'de Osmanoğlu rahatsızlığı

NTV'de Banu Güven'in konuğu olan Osmanoğlu torunlarından Adile N. Osmanoğlu Tars, Muhteşem Yüzyıl'ı tartıştı. Dizinin Osmanlı'nın imajına büyük darbe vurduğu sözleri sunucu ile konuğu sık sık karşı karşıya getirdi.

14 Ocak 2011
Anadolu Haber

Muhteşem Yüzyıl tartışmasında yeni boyut. NTV’de Banu Güven’in programına konuk olan Adile M. Osmanoğlu Tars, dizinin Osmanlı’nın imajına büyük darbe vurduğunu savundu. Program sunucusu Güven ise konuğunu konuşturmamak için elinden geleni yaptı.

Padişahın aşkından önemli şeyler olduğun söyleyen Adile Osmanoğlu Tars, filmde Sultan Süleyman’ın çok garip şekilde gösterildiğini söyledi. Banu Güven’in ‘Siz tarihçi değilsiniz’ sözü üzerine Tars, “Evet tarihçi değilim ama Osmanlı’da bir padişah hiçbir zaman böyle acayip acayip şeyler yapmazdı.” Dedi. Tars, bizim ailemizde de birtakım şeyler konuşulurdu, biz Padişah’ın ulaşılmaz bir noktada olduğunu biliyoruz. Filmin içinde öyle bir hale gelmiş öyle bir laubalilik yapılmış ki Sultan Süleyman bahçelerde dolaşan sıradan bir insan haline getirilmiş. Bu Meral hanımın hayal dünyasıdır” dedi.

Banu Güven’in Kemal Kılıçdaroğlu ile yaptığı görüşmede dizi ile görüşlerini sorduğunu hatırlatması üzerine Osmanoğlu’nun gülmesi Banu Güven’i rahatsız etti. Güven, “Eğer sizin eleştirileriniz bir belgesele olsa idi ben buna hiç itiraz etmem görüşlerinize saygı duyardım. Ama bu bir film.” Dedi. Güven, “ Sizin atalarınızdan söz ediyoruz. Ailenizden ve yüzyıllarca öncesinden söz ediyoruz. Ancak bu kişilikler tüm topluma mal olmuş kişilikler.” Sözü üzerine Osmanoğlu Tars, “ Size öyle gözüküyor. O kişinin sizlere de faydası oldu. Dünya bu insanlara saygı ile karşılıyordu. Siz böylesine saygı duyulan bir imajı kalkıp böyle yapamazsınız.” Dedi.

Banu Güven, şehzade ile ilişkilerinin böyle yaşandığına ilişkin sözlerine ise Osmanoğlu, “ O da doğru değil, Benim babam, babaanmem Ayşe Sultan ile birlikte oturmak istediğinde dahi böyle bir laubalilik yoktu. “ dedi.

Banu Güven, bunu bir tarih kitabında okuduğunda veya bir film veya belgeselde görüldüğünde farklı değerlendirilmesi gerektiğini söylemesi üzerine Osmanoğlu Tars “ O zaman başka şahıslar kullanılsaydı. Osmanoğlu’nun adı kullanılmasaydı Hayali bir fantezi yapılsaydı” dedi. Banu Güven, “Aile içinde herkes sizin gibi mi düşünüyor” sözü üzerine Osmanloğu Tars “Aklı başında bütün aile böyle düşünür” dedi. Banu Güven, ailenin bir başka ferdi olan Roksan hanımın diziyi onayladığı şeklindeki sözlerine ise Osmanoğlu Tars “ Hayır yine yanılıyorsunuz. O da benim gibi düşünüyor. Onu da ekranlara emrivaki bir şekilde getirdiniz. Can Dündar’ın karşısına öyle çıkardınız. “ dedi. Osmanoğlu Tars, Roksan’a “Dizinin fragmanı gösterildi ve Roksan, diziyi görmeden bir şey söyleyemem dediğini anlattı. Orsanoğlu Tars, Roksan’ın kanala başka bir konu için çağrıldığını ve programda başka sorular yöneltildiğini söyledi.

Banu Güven, Sultan Süleyman’ın 16. Yüzyılda yaşadığını ve harem hayatını bir kurgu içinde televizyonlara taşındığını dile getirirken Osmanoğlu Tars, “Bizim insanımız henüz böyle bir kurguya hazır değil. İnsanlar olayların böyle olduğuna inanıyor. “ dedi. Banu Güven, ‘İnsanların neye hazır olup olmadığını neye dayanarak söylüyorsunuz Böyle olmadığına inanalar da var ” sözü üzerine Osmanoğlu Tars “Maalesef bunun böyle olduğuna inanan insanlar var. Bu konulara özel dikkat isteyen konular var. Daha önce Hürrem Sultan’ı da yapmak istediler ve başarısız oldular.

Banu Güven, programın sonuna geldiğini söyledi ancak cevap alamadığı konular olduğunu belirterek “ Osmanlı padişanları çok eşli olması bir gerçek mi değil mi” dedi. Osmanoğlu Tars, “Onların çok eşli olduğunu herkes biliyordu. O dönemin şartlarını bugün ile mukayese edemezsiniz. Çok eşli olması beni rahatsız etmiyor. Çünkü artık böyle değil” dedi.

Osmanoğlu Tarzi, “Bir şey yapılacaksa adam gibi başından itibaren doğru şekilde ortaya konsun herkes gizlenen saklanan şeyleri daha iyi görür” sözü üzerine Banu Güven’in şimdi bitimem gerekiyor dediği program daha sonra Sultan Abdulhamit’e ve tazminatta yaşananlara geldi.

(Haber7)

Kanuni'yi oynayan Halit Ergenç'in ayak bileği kırıldı

18 Ocak 2011 "Muhteşem Yüzyıl" dizisinin Kanuni Sultan Süleyman'ı Halit Ergenç, 40 gün daha alçıyı ayakla kamera karşısına geçecek. Milliyet gazetesinin haberine göre; geçen çarşamba günü Okan Yalabık'la kılıç dersi alırken kırılan sol ayak bileği alçıya alınan Ergenç, bu şekilde çalışmaya devam edecek. netgazete

Saadet 'Muhteşem' protestolarına devam edecek!

Saadet Partisi Gençlik Kolları yurt genelinde ''Muhteşem Yüzyıl'' adlı diziyi protesto etmeye devam ediyor.

27 Ocak 2011
Anadolu Haber

Abdulbasit Körük / Özel Haber

Geçtiğimiz günlerde Saadet Partisi Gençlik Kolları üyesi gençler yurdun dört bir yanında düzenledikleri protestolarla ''Muhteşem Yüzyıl'' adlı diziyi protesto etmişlerdi. Protestoları yurt genelinde yaygınlaştıran Saadet Partisi teşkilatları organize bir şekilde dizi yayından kalkıncaya kadar bu protestoların süreceğini dile getirdiler.

''Protestolarımız dizi yayından kalkıncaya kadar sürecek''

Show Tv binası önünde Kanuni'li protestosuyla dikkat çeken SP İl Gençlik Kolları Başkanı İsmail Acar'ın ''dizi yayından kalkıncaya kadar mücadelemizi sürdüreceğiz'' sözlerinin ardından SP'nin İstanbul ilçe teşkilatları da mezkur diziyi birer basın açıklamasıyla protesto ettiler.

Şimdi sıra Eyüp'te

SP Eyüp ilçe teşkilatının da ''Muhteşem Yüzyıl'' adlı diziyi Eyüp Sultan Meydanı'nda gerçekleştireceği basın açıklamasıyla kınayacağı belirtildi. Yoğun bir katılımın olması beklenen protestonun Eyüp Sultan'da yapılacak olması da ayrıca anlamlı bulunuyor.

SP Eyüp İlçe Teşkilatı'ndan yapılan açıklamada şu ifadelere yer verildi;


Saadet Partisi Eyüp Sultan Gençlik Kolları olarak, geçtiğimiz günlerde yayına girmesine müsaade edilen ve tarihimizle ilgili gerçekleri yansıtmaktan uzak olmasından ziyade kötüleyen bir üslupla kurgulanmış olan “Muhteşem Yüzyıl” adlı diziyi protesto etmek için Eyüp Sultan Meydanı önünde toplanarak bir basın açıklaması tertip edeceğiz.

Tarih : 30.1.2011 - PAZAR
Saat : 13:00
Yer : Eyüp Sultan Meydanı - Eyüp


Kanuni'yi TV dizisinde çok yanlış anlatıyorlar

26 Eylül 2011
Tarihçi Cezmi Yurtsever, "Muhteşem Yüzyıl" dizisinde Kanuni'nin cinsel taciz sahnesine isyan etti. Kanuni dönemine ait yasa metinlerini bulduğunu belirten Yurtsever, "Kanuni diziyi izleseydi utancından kimsenin yüzüne bakamaz ve kendi cinsel organının kesilmesi cezasını uygulardı" dedi.
Yurtsever, yaptığı açıklamada, Kanuni Sultan Süleyman dönemi olaylarını anlatan "Muhteşem Yüzyıl" dizisinin topluma yansıttıkları üzerine, Osmanlı arşivinde Kanuni ve Hürrem Sultan ile ilgili belgeleri araştırdığını belirterek, gerçeklerle Muhteşem Yüzyıl'da gösterilenler arasında tarih biliminin ahlaki değerlerini hiçe sayan önemli çelişkiler gördüğünü söyledi. Elde ettiği bütün bilgi ve belgeleri kullanarak "Muhteşem Yalanlar" kitabını yayınladığını kaydeden Yurtsever, "Muhteşem Yüzyıl dizi filminin
20. bölümünün son sahnesinde Kanuni, Topkapı Sarayı'ndan çıkarak kız kardeşi Hatice'nin evine misafir oluyor. Ve aynı gece Sadıka isimli hizmetli kadını zorla tutarak, "cinsel taciz ve ilişkide" bulunuyor. Aynı dizinin izleyen bölümlerinde de bu olayın yansımaları gösteriliyor" dedi.
Osmanlı arşivinde Kanuni dönemine ait yasa metinlerini bulduğunu belirterek bahsi geçen yasa metninde kadınlara zorla cinsel taciz ve ilişkide bulunanlar için verilecek cezaları aktaran Yurtsever şunları kaydetti:
"Metinde, eğer oğlan veya kız çeken kimselerin ihanet ile evine girenin avrat veya kız çekmeğe bile varanın (cinsel taciz ve ilişkiye girenin) siyaset için (ceza olarak) zekerini (cinsel organını-penis) keseler" ifadeleri yer alıyor. Eğer Sultan Süleyman yaşasa ve kendi dönemini anlatan Muhteşem Yüzyıl dizisini izleseydi utancından kimsenin yüzüne bakamaz ve kendi cinsel organının kesilmesi cezasını uygulardı. Muhteşem Yüzyıl'ın tarih danışmanı Sayın Erhan Afyoncu, dizi filminin kurgulanmasına onay vermiş
olmakla altından kalkamayacağı sorumluluk altına girmiştir. Kanuni Sultan Süleyman'ın Muhteşem Yüzyıl dizi filminde cinsel tacizde bulunan bir kişi olarak gösterilmesine isyan ettim."

HÜRREM SULTAN'IN DEFTERLERİNDE YAZILANLAR ŞAŞIRTIYOR
Osmanlı arşivinde Hürrem Sultan ile ilgili defterler ve belgeler üzerinde yaptığı araştırmalarda da şaşırtıcı bilgilere ulaştığını söyleyen Yurtsever, "Hürrem Sultan, 1550'li yılların başlarında kurduğu Kudüs Vakıf İmarethanesi'nde din ve ırkına bakılmaksızın ihtiyaç sahiplerine her gün 3 kez çorba ve etli aş servisi yapılmasını ve günde 120 kilo bal ile bin 300 ekmek harcanmasını istemiş. Hürrem Sultan'ın benzer hizmetleri Mekke ve Medine'de de sürdürülmüş. Hürrem Sultan İslam dininin yayıldığı Hicaz
bölgesi ve Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed'in miraca yükseldiği Mescidi Aksa yakınında gerçekleştirdiği dini hayır hizmetleri ile saygıyla hatırlanacak kişiliğe sahiptir. Oysa Muhteşem Yüzyıl dizisinde gösterilen ve şeytani hareketlerin kaynağı olan Hürrem Sultan karakterinin topluma sunulması, Süleymaniye Camii'ndeki türbesinde yatan Hürrem Sultan'ın kemiklerini sızlatmaktadır" ifadelerini kullandı.
netgazete

"Muhteşem Yüzyıl" dizisinin rol alan Hasan Küsmüş'ün başına gökten taş düştü
09-10-2011

Şişli`de kaldırımda yürürken kafasına bir binanın dış cephesinden beton parçaları düşen dizi oyuncusu Hasan Küsmüş, kaldırıldığı hastanede öldü
Gülbağ Mahallesi Şahinler Sokak`ta kaldırımda yürüyen "Muhteşem Yüzyıl" dizisinin yanı sıra bazı dizilerde rol alan Hasan Küsmüş`ün (49) başına, 5 katlı bir binanın dış cephesinden yağmurun etkisiyle gevşeyen beton parçaları düştü.
Olay yerine gelen sağlık ekipleri, Küsmüş`ü ambulansla Okmeydanı Eğitim ve Araştırma Hastanesine kaldırdı. Küsmüş, burada yapılan tüm müdahalelere rağmen kurtarılamadı.
haber1001

'Muhteşem Yüzyıl' yabancı gözüyle çekilmiş
Marmara Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil, televizyonda yayınlanan 'Muhteşem Yüzyıl' dizisinde anlatılanların gerçekleri yansıtmadığını söyledi. Prof. Şimşirgil, "Bunlar, adeta yabancıların gözündeki 'Barbar Türk' imajını pekiştirmek için yapılan bir çalışma gibidir" dedi. 25.12.2011 ZONGULDAK netgazete


Muhteşem Yüzyıl dizisinin Senaristi Meral Okay Akciğer Kanserinden Öldü



Bir süredir akciğer kanseri tedavisi gören Meral Okay'ın, bu sabah saatlerinde evinde hayatını kaybettiği belirtildi.

Meral Okay yarın Bebek Camisi'nde kılınacak cenaze namazın ardından Zincirlikuyu Mezarlığı'nda toprağa verilecek.

Bir süredir akciğer kanseri tedavisi gören ve bu sabah vefat eden Meral Okay için yarın öğle vakti Bebek Camisi'nde cenaze namazı kılınacak.

Meral Okay'ın naaşı cenaze namazının ardından, Zincirlikuyu Mezarlığı'nda toprağa verilecek.

Meral Okay'ın vasiyeti ne olacak?

Bu sabah hayatını kaybeden ünlü oyuncu ve senarist Meral Okay'ın vasiyeti yerine getirilmeyecek.

Meral Okay'ın eşi ünlü oyuncu Yaman Okay da yıllar önce kanserden yaşamını yitirmişti. Meral Okay, ölmeden önce verdiği verdiği bir röportajda vasiyetini açıklamıştı. Okay, öldükten sonra cesedinin yakılarak küllerinin üç parça halinde sadece bir yakınının bildiği yerlere savrulacağını açıklamıştı. Fakat bugün ajanslara vasiyetten farklı bir haber düştü. Habere göre 53 yaşında vefat eden Meral Okay, yarın Bebek Camisi’nde kılınacak cenaze namazının ardından Zincirlikuyu Mezarlığı’nda toprağa verilecek.

Bugün gazetesinden Bilal Özcan'ın yazısından dizinin akıbetiyle ilgili bölüm:

Muhteşem Yüzyıl'ı bitirecek itiraf

Yayın hayatına başladığı ilk günden bugüne hem çok eleştirilen hem de çok izlenen dizi Muhteşem Yüzyıl senarist Meral Okay'ın ölümüyle sarsıldı


Bugün Gazetesi Magazin Müdürü Bilal Özcan dizinin bel kemiği Meral Okay'ın
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Prş Mar 02, 2017 11:37 pm tarihinde değiştirildi, toplam 13 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Sal Oca 18, 2011 11:50 pm    Mesaj konusu: Kanûnî’nin Pîrleri veya ‘İhtişâm’ın Manevî Yüzü Alıntıyla Cevap Gönder

Dr. Hayati Bice
Kanûnî’nin Pîrleri veya ‘İhtişâm’ın Manevî Yüzü
18 Ocak 2011

Onlar ne uydururlarsa uydursunlar, ne yaparlarsa yapsınlar, bu millet Kanûnî gibi Osmanlı sultanlarını hataları ile birlikte âdetâ bir evliyâ olarak sevmeğe devam edecektir.

Geçtiğimiz iki hafta boyunca bir TV kanalında yayınlanan “Muhteşem Yüzyıl” dizisinin körüklediği ilgi ile hemen her yayın organının bir yerinden tutup kendince tarif ettiği Kanûnî Sultan Süleyman’ın manevî ilgileri konusu karanlıkta kaldı. Bu dizi ve yorumlarda ortaya çıkan Kanûnî Sultan Süleyman portresinin gözleri bağlanarak elleriyle temas ettikleri fili tarif etmeleri istenen dervişlerin fil tarifinden pek de farkı olmadığı söylenebilir.

“Harem” odaklı olarak kurgulanan dizide, yapım ekibi ve senaristinden -ortaya koydukları eserden hareketle- Kanûnî Sultan Süleyman döneminin maneviyat iklimini şekillendiren mürşidleri konusunda bir şey beklemek ne kadar yersiz ise, bu konuda birçok programa konuk edilen veya yazan tarihçilerin de konuya teğet geçmeleri o kadar ilginçtir.

Osmanlı Geleneğinin Maneviyat Cephesi

Kurucusu Osman Gazi’nin mürşidi –ve kayınpederi- Şeyh Edebalı’dan başlayarak Osmanlı geleneğinde maddi gücü temsil eden sultan ile maneviyatı temsil eden mürşidler arasındaki ilişkiyi dile getiren o kadar çok kaynak vardır ki tamamından söz etmeğe başlansa bir kitap hacminde bir makale yazmak gerekecektir. Sadece ders kitaplarında bile yer bulmuş olan Yıldırım Bayezid ile Emir Sultan, Fatih Sultan Mehmed ile Ak Şemseddin arasındaki ilişkiye işaret etmek bu konuda yeterli bir fikir verecektir. Bursa’dan Konya’ya, Kastamonu’dan Hacıbektaş’a nerede bir evliya türbesi var ise orada bir Osmanlı Sultanı’nın elinin uzanması ile gerçekleştirilmiş bir imar faaliyetine tanık olmamız Osmanlı erkinin maneviyat büyükleri ile olan ilişkisinin büyük bir saygıyı dile getiren ifade eden somut kanıtları olarak hâlâ ayaktadır.

‘Muhteşem Yüzyıl’ın ‘Muhteşem Pîrleri’

Kanûnî Sultan Süleyman döneminde yaşamış olan evliyaullahın isimlerini evliyâ hayatlarının derlendiği Şakâyık-ı Numâniyye, Sefînetü’l-Evliyâ gibi Tabakât kitaplarından (1) izlemek mümkündür. Bunlar arasında arkalarında bıraktıkları manevî mirasın bugüne kadar taşınması ile tanınan Sünbül Sinan Efendi, Merkez Muslihiddin Efendi ve bu yazıda - Kanûnî Sultan Süleyman’ın süt kardeşi olarak kayıtlara girmesi nedeniyle- özellikle vurgulamak istediğim Beşiktaşlı Yahyâ Efendi isimlerini anmak gerekir. Kanûnî dönemi İstanbul’unun en yaygın tarikatı olan Halvetiyye tarikatının önde gelen isimleri olan Sünbül Sinan Efendi ve halefi Merkez Muslihiddin Efendi’nin cenaze törenine ilişkin kayıtlar Kanûnî Sultan Süleyman’ın bu pîrleri ile ilgisinin kanıtlarını sunmaktadır. Sünbül Sinân hazretleri, Kanunî’nin tahta oturuşunun 9. yılında 1529 senesinde ve seksen yaşlarında vefat edince cenâzesi Fâtih Câmiine getirildi ve Kanûnî’nin Şeyhülislâmlarından Ahmed Şemseddin ibn Kemâl Paşa'nın imâmetinde kılınan cenaze namazına binlerce İstanbullu yanında devlet erkânı da katıldı. Cenaze namazı sonrasında İstanbul’daki irşad faaliyetini sürdürdüğü Kocamustafapaşa’daki dergâhı ortasında kazılan kabri üzerinde yaptırılan türbesi halen de İstanbul’un önemli ziyaretgâhlarından birisi olarak bilinir. Sünbül Sinan’ın halefi Merkez Muslihiddin Efendi, kaynaklarda bizzat Kanûnî Sultan Süleyman’ın desteği ile yaptırılan dergâhında irşad faaliyetini sürdürdükten sonra 1551 yılında vefat eder. Şeyhülislâm Ebussuûd Efendi tarafından gasledilen cenazesinin getirildiği Fâtih Câmiinde, “Dünyâda riyâsız bir kimse olarak sadece bu Zât’ı görmüştük” diyen Ebussuûd Efendi tarafından o zamana kadar misli görülmemiş bir kalabalık cemaat ile cenâze namazı kılındı. Cemaatin kalabalıklığı yüzünden, uzunca bir sürede, Topkapı surları dışında Kanûnî Sultan Süleyman’ın annesi ‘Hafsa Sultan hayrâtı’ olarak yaptırdığı tekkedeki kabrine ulaştırılabilen bedeni Ebussuûd Efendi eliyle defnedilir. İstanbul’da hayatı adeta durduran bu cenaze törenlerine katılan devlet erkânı başında Kanûnî Sultan Süleyman’ın yer aldığını tahmin etmek hiç de zor değildir.

Kanûnî ve Beşiktaşlı Yahyâ Efendi

Kanûnî’nin süt kardeşi olarak kayıtlara geçen Beşiktaşlı Yahyâ Efendi arasındaki ilişkide kökleri tâa çocukluk günlerine kadar uzanan bir dostluk saklıdır. Rivayetlere göre Trabzon’da aynı hafta doğan ve salihâ bir hanım olması ile tanınan Yahyâ Efendi’nin annesinden ortaklaşa süt emdikleri kaydedilen Yahyâ Efendi’ye Kanûnî –ondan birkaç gün sonra dünyaya gözlerini açtığı için- “ağabey” derdi. Bu rivayetler ötesinde bazı kayıtlar Yahyâ Efendi’nin devlet yönetimi ile ilgili bazı konularda da “Cihan Sultanı” Kanûnî’ye müdâhil olabildiğini göstermektedir.(2) Yahyâ Efendi’nin Hızır a.s. ile Kanûnî’yi bir araya getirdiği hakkındaki menkıbe de bütün Türk coğrafyasındaki tasavvufî çevrelere ve kitaplara yayılacak kadar şöhret kazanmıştır. (3)

Beşiktaşlı Yahyâ Efendi’nin Kırgınlığı ve Sonrası

İddialara ve daha önemlisi halkın genel kanaatine göre Hürrem Sultan’ın telkinleriyle Şehzade Mustafa’nın babası tarafından verilen emir ile boğdurulmasından sonra bir de annesi Mâh-ı Devrân hatun saray dışına çıkartılınca Yahyâ Efendi, Kanûnî Sultan Süleyman ile olan yakınlığına güvenerek, Mâh-ı Devrân Gülbahar Hatun’u tekrar saraya alması, şefkat ve merhamet etmesi isteğinde bulunan bir mektup yazar. Bu isteğine olumlu yanıt alamayan Yahyâ Efendi bütün resmî görevlerini terk eder. Medresedeki görevinden ise 1553 yılında azlolunur ve günlük elli akçe ile emekli edilince de kendi isteği ile Beşiktaş’ta kendi mülkü olan bağında inzivaya çekilir.

Kanûnî’nin, malûm TV dizisi sayesinde herkesin ismini öğrendiği eşi Hürrem’in 1558’deki vefatı sonrasındaki ömrünü, son 8 yıllık hayatını dervişâne bir sâdelikle yaşayarak geçirdiği rivayet edilir. Bu dönemde Kanûnî ile bir Kadirî-Nakşî dervişi olan Beşiktaşlı Yahyâ Efendi arasında bir şeyh-mürid ilişkisi yaşayıp yaşamadığı meçhuldür. Bazı kaynaklara göre üveysi bir mürşid olan Yahyâ Efendi’ye intisâb ile seyr ü sülûk yapan Sultan Süleyman sufiyâne şiirler de kaleme almıştır. Manevi müşahadelere göre Beşiktaşlı Yahyâ Efendi’nin Kanûnî ile baş başa sohbete çekilerek kendisine “Lafzâ-i Celâl” zikrini tarif ettiği oda, bugünkü Yahyâ Efendi dergâhında mescid giriş kapısının sol yanındaki kapı ile girilen koridorun sonundaki odadır. Bu oda ile ilgili bir diğer rivayet Yahyâ Efendi ile Hızır a.s. sohbetlerinin de burada yapıldığı hakkında olup günümüze kadar ulaşmıştır.

‘Muhteşem Yüzyıl’ın Âkıbeti

İlk iki bölümünün içerik analizine göre gösterim süresinin %90’ı “kadın” ve “harem” sahneleri ile doldurulan malûm TV dizisinin sonraki bölümlerinde senarist Meral Okay ile tarih danışmanı Erhan Afyoncu bir şekilde Yahyâ Efendi’yi de kamera önüne, sahneye çıkarırlar mı?, yahut, “Muhteşem Yüzyıl” dizisinin ömrü ne kadar sürecektir?; bilemem. Fakat bildiğim bir şey var ki, onlar ne uydururlarsa uydursunlar, ne yaparlarsa yapsınlar, bu millet Kanûnî gibi Osmanlı sultanlarını hataları ile birlikte âdetâ bir evliyâ olarak sevmeğe devam edecektir.

Beşiktaş’taki dergâhındaki türbesini her gün yüzlerce ziyaretçinin himmet dilekleri ile ziyaret ettiği Yahyâ Efendi, maneviyat dünyasındaki icraatını yapmağa devam edecek; üveysiyyet yolu ile halen de sürdürdüğü irşadı ise -Allahu a’lem- kıyamet sabahına dek sürecek… (4)

(*)Dr. Hayati Bice

Araştırmacı-Yazar

atahayati@gmail.com

---------------------------------------------------------

(1) Taşköprülüzâde, Şakâiku’n Nu’maniyye fi Ulemai’d-Devleti’l-Osmaniyye; Osmanlı Bilginleri adı ile İz Yayınları arasında günümüz Türkçesi ile yayınlandı. İz yayıncılık İstanbul-2007. Hüseyin Vassâf’ın Sefînetü’l-Evliyâ kitabı ise önce Seha Neşriyat, yakınlarda ise Kitabevi Yayınları arasında günümüz okuruna sunuldu.

(2) “Bir gün Yahyâ Efendi, görev yaptığı medreseye gitmek için yola çıkmıştı. Yolda atının yularını tanıdığı bir papaz tuttu ve “Ey Yahyâ Efendi! Sana bir sorum var. Ölen kalan kim bilinmeden ölmüş bir gayr-i müslimden devlet haraç istiyor? Her sene yeni defter tutulmayıp, eski defter üzere vergi gidiyor. Bu nasıl iştir? Bu şekilde hareket dîninizde var mıdır?” dedi. Yahyâ Efendi bunları duyunca; “Hayır. Dînimizde ölmüş bir gayr-i müslim vatandaştan haraç alınmaz. Sonra çok fakir kazandığıyla güç geçinen kimseden ve çok yaşlı olanlardan da haraç alınmaz. Bunlar affolunmuşlardır. Sultânımız ona muhtaç değildir.” dedi. O zaman papaz; “Yahyâ Efendi şunu iyi bil ki, ölen kimsenin bile haracını isteyip, her yıl alırlar. Ne olur bunu Sultan Süleymân Han’a arzedin, haber verin…” dedi.

Bunları işiten Yahyâ Efendi celâllendi ve din gayreti ile medreseye vardı. Hemen kâğıt-kalem istedi ve Sultan Süleymân Hana hitâben; “Ey cihân sultanı Süleymân Han! Şimdi sana saltanat haram oldu. Zulmün ölen kişilere kadar uzandı demek. Bu mudur din gayreti? Halbuki böyle bir zulmü senin ecdâdın yapmamıştı. Bak, müminleri bir kâfir ilzâm ediyor, susturuyor, çâresiz bırakıyor.” diye yazdı. Sonra bu mektubu Sultan’a gönderdi. Mektup, Kanûnî’nin eline ulaşıp okudu. Tahtından indi ve bir adamını Yahyâ Efendi’ye göndererek dergâhına geleceğini bildirdi. Çok geçmeden saltanat kayığına binip Yahyâ Efendi’nin Beşiktaş’taki dergâhına vardı. Selâm verip “Ağabey! Bu mektup da nedir? Bunu bize siz mi gönderdiniz? Nedir suçumuz? Bize bunu beyân edip açıklayınız? Biz de işin hakîkatını bilelim. Saltanat bana neden haram oldu? Kime zulmeyledim?” diye sordu.

Yahyâ Efendi hazretleri ona; “Pâdişâhım! Bu ne iştir? Haraç defterlerini her sene niçin yenilemezsiniz? Ölmüş olan gayr-i müslimlerden memurlarınız hâlâ haraç toplarlar. Böyle ele geçen mal hiç helal olur mu? Yediğin, giydiğin haram olunca, elbetteki saltanat da sana haram olmuş demektir.” dedi.

Hayretler içinde kalan Kanûnî; “Allah biliyor ki, bu söylediklerinizden zerrece haberim yoktur.” dedi.

Yahyâ Efendi de; “O halde bu gaflet nedir? Yarın Allah’ın huzûrunda buna vereceğin cevap ne olur? Memurların gayr-i müslim malı alırlar. Bu kâfir hakkı, kul hakkı olur. Er-geç Allah’ın huzûruna çıkacaksın. Yakanı kâfirin eline vereceksin. Netîcede korkarım cehennem ateşine atılırsın. Cihân pâdişâhının kâfirle birlikte hesâba gelmesi lâyık mıdır? Bu mudur din gayreti? Kullara zarar verene, inletip ağlatana Allah’ın rızâsı yoktur. Sana yolların en hayırlısı gösterilmişken, buna Rasûlullah efendimiz hiç rızâ gösterir mi? Yaptırdığın iş yanlıştır. Niçin adâletle işlerini görmezsin? Dîninin bildirdiği yola gitmezsin? Şunu iyi bil ki, ey cihân pâdişâhı! Şöhret zînetinin hepsi bu dünyâda kalır. Eğer adâletle bir iş yaptıysan, sana kalacak odur.” buyurdu.

Kanûnî Sultan Süleymân Han bu sözleri işitince ağladı ve yanındaki vezîrine emredip; “Her sene evleri teker teker sayın. Gayr-i müslimlerden ölen kalanları yazın. Haraç hesâbını iyi tutun. Hazîneye haram para getirmeyin. Şunu iyi bilin ki, buna kesinlikle rızâm yoktur.” diye ferman etti.

Sonra da Yahyâ Efendi hazretlerine dönüp; “Sen bizim doğru yolu gösteren rehberimizsin. Gaflet uykusundan bizi uyandırdın. Bu sebeple Allah senden râzı olsun.” dedi.

Yahyâ Efendi de ona; “Ey cihân pâdişâhı! Tevbe edin ki, Allah affetsin. Bir daha gaflette kalıp zulüm etmeyiniz. Doğru yolu bırakıp eğri yola gitmeyiniz.” buyurdu.

Kanûnî ise Yahyâ Efendi’ye: “Ağabey! Şimdi artık bizim tahta geçmemize izin var mıdır?” diye sordu.

Yahyâ Efendi, Kanûnî’nin elinden tutup “Evet şimdi tahtına rahatça çıkabilirsin.” buyurdu.

(3) Kanûnî Sultan Süleyman, Yahyâ Efendinin Hz. Hızır’la sık sık görüştüğünü bildiğinden bir gün kendisine “Beni Hz. Hızır’la görüştürür müsün?” diye sorar. Yahyâ Efendi sadece, “Nasib” der. Bir gün Yahyâ Efendi ve Kanûnî tebdil-i kıyafet gezintiye çıkarlar. Kayıkçının birine takılıp, boğaza açılırlar. Tekneye Salı Pazarı’ndan boylu poslu, tertipli, temiz yüzlü, insan güzeli bir genç biner. Yanlarına ilişir ve Yahyâ Efendi ile muhabbete başlar. Genç ile Yahyâ Efendi arasındaki bu ledünnî sohbetten pek de bir şey anlamayan Kanûnî, dalgınlıkla, elini suya sokar, dalgaların etkisiyle değerli yüzüğünü denize düşürür. Sandaldakilere belli etmez ama yüzüğünün gittiğine çok üzülür. Kayık tam Kuruçeşme iskelesine yaklaşırken genç elini suya daldırır ve denizden çıkarttığı yüzüğü alıp Sultan Süleyman’ın avucuna bırakır. Kanûnî şaşkın bakışlarla bir sandaldan inip kayıplara karışan gencin ardından bir avucuna bırakılan yüzüğe bakar Yahyâ Efendi ile Kanûnî’ye der ki:

-Hadi bakalım gözün aydın. Aradığını gördün; yitirdiğini buldun işte…”

-Kimi gördüm?

-Hızır Aleyhisselam’ı.

-Hani nerede?

-Bir saattir sandalda yanımızdaydı.

-Yoksa o genç Hızır mıydı?

-Ta kendisiydi… Yüzüğünü bulunca da anlayamadın mı?

(4)Yahyâ Efendi Türbesi, 1569 yılında (Kanûnî’den 3 yıl sonra) vefat eden Yahyâ Efendi’nin kabri üzerine Sultan II. Selim talimatı ile Mimar Sinan tarafından inşa edildi. Eğer bu yazıyı okuyanlardan o üveysi irşaddan nasib almak isteyen olursa mescidin ön tarafındaki yer alan, Cumhuriyet dönemindeki son postnişin Abdulhayy Öztoprak Efendi’nin kabrini de ziyaret etseler ne iyi olur…

Kaynak: Haber10

Muhteşem Yüzyıl'a muhteşem lanet!
15 Ekim 2011
Muhteşen Yüzyıl dizisi ekibinin başı aksiliklerden kurtulmuyor

Hilal Öztürk'ün haberi:

İsmailağa Cemaati, Facebook'ta 'Muhteşem Yüzyıl' dizisinin 'ecdadın laneti'ne uğradığını ileri sürdü

Yayınlandığı günden beri gündemden düşmeyen Muhteşem Yüzyıl dizisi, önce Kanuni Sultan Süleyman’ın özel hayatının çarpıtıldığı, kadın düşkünüymüş gibi gösterildiği eleştirilerine hedef oldu. Eleştiriler dizinin seti önünde protesto gösterileri yapılmasına kadar vardı. Ancak Muhteşem Yüzyıl’a yönelik en ağır yorum İsmailağa Cemaati’nden geldi.

Cemaatin Facebook’taki ‘İsmailağa Gönül Dostları’ adlı grubunda ‘Ecdadın lanetine uğradılar’ başlığı altında, “Dizinin senaristi Meral Okay akciğer kanserine yakalandı. Dizide oynayan Hasan Küsmüş Şişli’de yolda yürürken kafasına mermer düşerek hayatını yitirdi. Başrol oyuncusu Halit Ergenç de sette bacağını kırmıştı’’ yorumu yapıldı.
Habertürk

"‘Muhteşem Yüzyıl’ı izledikçe intihar edesim geliyor"
21 Kasım 2011
Muhteşem Yüzyıl’daki hatalar yüzünden diziyi izlemeye dayanamadığını söyleyen eski Türk Tarih Kurumu Başkanı, MHP Milletvekili Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu “Kadınlar bu kadar dekolteleri açık dolaşmazlardı. Bir tarihçi olarak intihar edesim geliyor” dedi

Muhteşem Yüzyıl dizisinin son bölümünde bebeğinin ölümüne neden olan Hatice Sultan’ın bileklerini keserek intihar ettiği sahne tartışma yaratmıştı. Dizinin son bölümüyle ilgili HABERTÜRK’ün sorularını yanıtlayan eski Türk Tarih Kurumu Başkanı MHP Milletvekili Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu, Muhteşem Yüzyıl’ı yerden yere vurdu. Halaçoğlu şu tespitlerde bulundu:

BU KADAR DEKOLTE YOK: Dizide hareme herkes girip çıkıyor. Böyle bir şey olamaz. Kadınlar haremde öyle gezmezler. Kadınların kıyafetleri bu kadar dekolte değil. 17. yüzyılda İngiliz Sarayı’ndan ziyarete gelenler olmuş, onların izlenimlerini içeren tarihi belgeler var, Osmanlı kıyafetlerini örnek gösteriyorlar. Böyle açık saçık kıyafetlere ilişkin kayıt yok.

GERÇEĞE UYGUN OLMALI: Muhteşem Yüzyıl’daki bu sahneleri gördükçe bir tarihçi olarak intihar etmek istiyorum. “Tarih dizisi” olmadıklarını söylüyorlar ama eğer tarihi olayları anlatıyorsanız gerçeklere dayanacaksınız.

MATRAKÇI TARİH YAZMAZDI: Dizide Matrakçı Nasuh Efendi var. Gerçekte tarih yazmaz. 17. yüzyılda vakanivüs yok. Ama dizide tarih yazıyor.

O ZAMAN HAVAİ FİŞEK Mİ VAR: 16. yüzyılda padişahın doğumu havai fişekle kutlanıyor. Bu da nereden çıktı. Top atışı yapılır.

ARTIK İZLEMİYORUM: Kanuni, tahta çıkmadan babasının cenazesine gidiyor. Önce saray halkı biat ediyor. Bu konuda da yanlış bilgiler vardı. Padişah’ın karşısına kimse sarıksız çıkmaz. Her bir sarık rütbe gibidir. Padişah asla kimseyle yemek yemez. Saraya yeniçeri giremez. İlk bölümü izledim, o kadar yanlış var ki artık izleyemiyorum.

YABANCI KADIN TOPRAK İÇİN: Yabancı kadınlarla evlilik Orhan Gazi döneminde başlıyor. Fatih Sırp kralının kızını alıyor. Yabancı eğilimi bugün de var. Orası imparatorluk. Çoğu toprak karşılığı alınıyor.

HATİCE SULTAN VAKASI YOK: Hatice Sultan’ın çocuğunun ölmesi, intihar etmesi... Bu tür olaylar gerçeğe uygun değil. Daha uzun süre yaşıyor. Bütün bunlar halkın yanlış bilgilenmesine yol açıyor.

GAZETE HABERTÜRK / SALİHA ÇOLAK

Muhteşem Yüzyıl dizisinin Senaristi Meral Okay Akciğer Kanserinden Öldü
09 Nisan 2012


Bir süredir akciğer kanseri tedavisi gören Meral Okay'ın, bu sabah saatlerinde evinde hayatını kaybettiği belirtildi.

Meral Okay yarın Bebek Camisi'nde kılınacak cenaze namazın ardından Zincirlikuyu Mezarlığı'nda toprağa verilecek.

Bir süredir akciğer kanseri tedavisi gören ve bu sabah vefat eden Meral Okay için yarın öğle vakti Bebek Camisi'nde cenaze namazı kılınacak.

Meral Okay'ın naaşı cenaze namazının ardından, Zincirlikuyu Mezarlığı'nda toprağa verilecek.

Meral Okay'ın vasiyeti ne olacak?

Bu sabah hayatını kaybeden ünlü oyuncu ve senarist Meral Okay'ın vasiyeti yerine getirilmeyecek.

Meral Okay'ın eşi ünlü oyuncu Yaman Okay da yıllar önce kanserden yaşamını yitirmişti. Meral Okay, ölmeden önce verdiği verdiği bir röportajda vasiyetini açıklamıştı. Okay, öldükten sonra cesedinin yakılarak küllerinin üç parça halinde sadece bir yakınının bildiği yerlere savrulacağını açıklamıştı. Fakat bugün ajanslara vasiyetten farklı bir haber düştü. Habere göre 53 yaşında vefat eden Meral Okay, yarın Bebek Camisi’nde kılınacak cenaze namazının ardından Zincirlikuyu Mezarlığı’nda toprağa verilecek.

Bugün gazetesinden Bilal Özcan'ın yazısından dizinin akıbetiyle ilgili bölüm:

Muhteşem Yüzyıl'ı bitirecek itiraf

Yayın hayatına başladığı ilk günden bugüne hem çok eleştirilen hem de çok izlenen dizi Muhteşem Yüzyıl senarist Meral Okay'ın ölümüyle sarsıldı


Bugün Gazetesi Magazin Müdürü Bilal Özcan dizinin bel kemiği Meral Okay'ın akciğer kanserinden tedavi gördüğü günlerde menajer Ebru Keskin'e yaptığı itirafı yazdı: Ben iyi olmazsam dizi de olmayacak.

İşte Özcan'ın o yazısı:

"Basının yazdığına bakma, hiç iyi değilim"

Muhteşem Yüzyıl dizisinin mimarı oydu.

Proje tasarımı ve senaryosu ona aitti...

2 ay önce kendisini arayan menajer Ebru Keskin'e şunları söylemişti:

"Ben hiç iyi değilim, sürekli kemoterapi görüyorum. Ben iyi olmazsam dizi de olmayacak. Bu diziyi alt guruplara, alt ekiplere emanet etmeyeceğim. İyi olamazsam diziyi bitireceğim. 10 gündür hastanedeyim..."

Ebru Keskin, 20 gün önce bir oyuncusunu diziye sokmak için Meral Okay'ı aradığında yine benzer sözler duymuştu...

Ve sormuştu:

"Ama Meral Hanım, gazetelerde Sezen Aksu ile fotoğrafınız çıktı, basın iyi olduğunuzu söylüyor."

Aldığı yanıt çarpıcıydı:

"Bakma sen basının yazdığına, ben hiç iyi değilim. Şimdi oyuncunla ilgilenemeyeceğim. İyileşince ara, yine konuşalım."

Kaynak: haber1001


Ne oldu öldürebildin mi Şehzadeyi, Meral Hanım?
Ali Karahasanoğlu
10.04.2012

Olay şu: “Biz herkese hakaret edelim. Halkın büyük çoğunluğunun saygı gösterdiği tarihi şahsiyetleri/din adamlarını biz tahkir edelim. Onları farklı şekilde tasvir edelim.. Bunu yaparken, hortumlanan bankalardan aktarılan milyonlarca liralık bütçeleri kullanalım. Ama kimse bize, iki çift laf edemesin. Edenleri hemen yargısız infaza tabi tutalım. Hatta mütedeyyin insanları tahkir etmek için, dini değerleri bile istismar edelim!”

Kim yapıyor bunları?

Kendilerini toplumun efendisi sayan, bir avuç azınlık.

Bunlar bir gün devletin derin bürokratı olarak karşımıza çıkıyor... Bir gün derin siyasetçisi olarak... Bir gün profesörü, bir gün aktristi.. Bir gün senaristi olarak!

İşte onlardan birisi; Meral Okay ölmüş. Muhteşem Yüzyıl dizisinin senaristi imiş, kendisi..

Normal şartlarda, kendisi ile bir sorunumuz var mı?

Hayır..

O yolunu çizmiş, yürüyor.

Biz kendi yolumuzda yürüyoruz.

Ama olur muuu? Mutlaka çıngar çıkaracaklar..

Eski bir solak olarak, Stalin’in hayatını dizi yapacağına..

Stalin’e mesafeli ise (Olur ya, elin Rus’undan bize ne, biz ulusalcı değil miyiz, diyebilir), Nazım Hikmet’in hayatını dizi yapacağına..

Ortalığı velveleye vermek için, Kanuni Sultan Süleyman’ı, kendisine meze yapmaya kalkışıyor..

Kanuni’nin hayatını, gerçeğinden farklı göstermeye kalkışıyor.. Bu arada dini kavramları da hafife alıyor..

Bunları ben mi iddia ediyorum?

Hayır, hanımefendi kendisi anlatıyor..

Radikal’de Ezgi Başaran’a 1.5 sene önce verdiği röportajdan: “Haremle ilgili çok az şey biliyoruz. Çünkü Avrupa saraylarında olduğu gibi, Osmanlı sarayında da Hareme girebilen tek erkek padişahın kendisiydi. Elde çeşitli bilgiler var ama, çoğunluğu ‘Olsa olsa şöyledir’ diye anlatıyor Haremi. 16. Yüzyıl Haremi ancak idealize edilerek anlatılabilir ama, benim idealize ettiğim şeyle bir muhafazakâr erkeğinki birbirini tutmuyor.”

Yani ne demek istiyor Meral Hanım?

“Kanuni’nin Haremi hakkındaki bilgilerde somut bir dayanağım yok.. Uydurdum gitti” diyor..

Haydi uydurdun..

Peki, “uydurma” üzerine, dindarları tahfife kalkışmak da ne oluyor?

Aynı röportajda bakın ne diyor Meral Hanım: “Ben oradaki(Harem’deki) gündelik hayatı başka türlü kurguluyorum, onlar zannediyor ki beş vakit namazın üstüne beş daha kılınıyor, dualar ediliyor. Onlara göre orası büyük bir ilim ve irfan yuvası. Elbette eğitim de var Harem’de. Çünkü kızlar, şehzade yetiştirecek bilgi ve görgüye sahip olmalı. Öbür taraftan da Haremdekilerin ne sesi çıkabilir, ne hakları, ne de hukukları var. Kadınları köle statüsüne indirgeyen bir sistem var. Ama bunları görmek istemiyorlar.”

Kendisi itiraf ediyor: “Kurguluyor”!

O dönemde, köle statüsünde olan kadın ve erkekler var da.. Kadınların tamamının “köle olarak görülmesi” suçlaması nereden kaynaklanıyor, anlayabiliyor musunuz?

Anlamanız gerekmez zaten..

Onlar suçlarlar.. Olur biter..

Ama birisi “O kadın öldü” derse, sanki gerçekte o kadın ölmemiş gibi hep birlikte ayağa kalkarlar: “Küstah. Dinci. Ne biçim Müslümanlık bu? Ahlâksız..”

“Valide Sultan” kavramını oluşturmuş bir medeniyetin sahibi olan Osmanlı için, “Kadınları köle gibi görüyorlardı” derseniz, “ahlâklı” olursunuz..

Ama ölen kadına, “O kadın öldü” derseniz, “ahlâksız” olursunuz!

Devam ediyor aynı kadın:

“Bana ‘Kanuni’nin oğlu Şehzade Mustafa’yı ne zaman öldüreceksin?’ diye soruyorlar mesela.”

Ne cevap veriyormuş, aynı röportajdan okuyoruz, senarist Meral Hanım’ın cevabını: “Mustafa beş yaşında henüz.. ‘Tanrı ve iktidar izin verirse iki sezon sonra’ diyorum. Çok korkuyorlar bundan. Paranoyanın temelinde bunlar var.”

“Ölümün yerinin ve zamanının, yaratıcının takdiri”nde olduğu gerçeği ile alay eden bir solak kadın!..

“Tanrı izin verirse” diyerek, aklınca dalga geçiyor..

Şehzade’yi filminde öldürecekmiş!

Çok korkuyormuşuz bundan.

Paranoyamız varmış bu konuda..

Ne oldu?

Öldürebildin mi, Şehzade’yi Meral Hanım?

“Sen kazık mı çakacaksın dünyaya?” diyecekler hemen..

Olabilir; bu yazıyı yazmamla, okuyucunun okuması arasındaki kısa sürede bile, ben de ölebilirim.

Ama ben haddimi biliyorum. Gücümün ne olduğunun farkındayım.. Sizin gibi, “yaratıcı” ile (hâşâ) alay edercesine “Tanrı izin verirse” demiyorum, Meral Hanım aşıkları!

Yeni Akit'
_________________
Bir varmış bir yokmuş...
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Önceki mesajları göster:   
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> SİNEMA-TV-TİYATRO Tüm zamanlar GMT
1. sayfa (Toplam 1 sayfa)

 
Geçiş Yap:  
Bu forumda yeni başlıklar açamazsınız
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz
Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız


Powered by phpBB © phpBB Group. Hosted by phpBB.BizHat.com


Start Your Own Video Sharing Site

Free Web Hosting | Free Forum Hosting | FlashWebHost.com | Image Hosting | Photo Gallery | FreeMarriage.com

Powered by PhpBBweb.com, setup your forum now!
For Support, visit Forums.BizHat.com