EntellektuelForum Forum Ana Sayfa EntellektuelForum

 
 SSSSSS   AramaArama   Üye ListesiÜye Listesi   Kullanıcı GruplarıKullanıcı Grupları   KayıtKayıt 
 ProfilProfil   Özel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapınÖzel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapın   GirişGiriş 

Bağımlılık Paradigması : Tanzimat

 
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> YAKIN TARİH
Önceki başlık :: Sonraki başlık  
Yazar Mesaj
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Cmt May 01, 2010 11:22 pm    Mesaj konusu: Bağımlılık Paradigması : Tanzimat Alıntıyla Cevap Gönder

Bağımlılık Paradigması : Tanzimat
Özcan Yeniçeri
Yeniçağ Gazetesi

Dünya’ya düzen vermek idealini kaybedenler, bir süre sonra kendilerine çeki düzen verilmesi için başkalarının yardımına ihtiyaç duyar hale gelirler.

Büyük düşünüp gereğini yapamayanlar, sonunda küçük düşmek kaderinden kendilerini kurtaramazlar. Türkiye tarihin, son üç yüz yılı, böyle bir sürecin hikâyesidir.

Toplumlar olayları kendi idrak ve çıkarları doğrultusunda anlamlandırma yeteneğini kaybettiklerinde, varlıklarına karşıt ölçüleri kullanmak zorunda kalırlar. Tanzimat ve sonrasında yaşananlar, tamı tamına böyle bir süreci bize anlatır.

Sorun, Tanzimat’ın amacı, faydası, gerekliliği ya da sakıncaları değildir.

Sorun; Tanzimat’la birlikte Türkiye Türklerinin kendilerine, tarihlerine ve varlıklarına Batı’dan bakmaya başlamalarıdır. Hatta biraz daha iler giderek diyebiliriz ki sorun, Türklerin o dönemlerde kendilerine Batı’dan bakmaları değil bu bakışı kutsallaştırmalarıdır.

Türkiye ve Türk tarihine Batıdan bakışı kurumsallaştırarak gelenek, adet ve siyasi inanç alanı haline getirmeleridir.

Var olma kaygısı!

Bu bakımdan Tanzimat ile başlayan bağımlılık paradigmasını yakından irdelemek, olguyu algılamak için zorunluluktur.

Osmanlı yönetimi 19. yüzyıldan itibaren Avrupa’nın hedefi olmaktan çıkmak için denemedik yöntem bırakmamıştı.

Bir yandan korunmak ve savunmak için askeri eğitim usullerini, diğer yandan Avrupa’nın Türklere karşı olan önyargılarından (barbar) kurtulmak için de Avrupa’nın kurumlarını aynen taklit etmişti.

Osmanlıdaki Batılıya yönelme macerasının altında, her şeyden önce ontolojik kaygılar vardır.

Tanzimatla yapılan düzenlemeler zorunlu çöküşün doğal sonucuydu.

Ed. Engelhardt, Tanzimat adlı eserinde bu durumu şöyle anlatır:

“Osmanlı, düşüşün en kötü devirlerini hatırlatan bu tehlikeli safhada da canlanmaya, kendini yenilemeye teşebbüs etti; ilişkiler kurmayı aradı, sürekli olarak kendini titizlikle uzak tutmuş olduğu bir uygarlığın etkilerine kapısını açtı, böylece Avrupa camiasının ilgisini, manevi yardımını sağlamayı ve Hıristiyan dünyasının geri kalmış kıtaya karşı kolonizasyonunu ertelemeyi başardı.”

İstemeyerek kendine yabancılaşmak!

Türk halkının olmasa bile ülkeyi yönetenlerin kafası, karşılaşılan şartlar ve zorunluluklar tarafından Avrupa işaret ediliyordu.

1830’lu yıllarda Rusya’dan dönen Kaptanı Derya Halil Paşa,

“Avrupa’yı örnek almakta gecikirsek, toptan Asya’ya göç etmemiz gerekeceğini şimdi daha iyi anlıyorum”

diyecektir.

Zamanın Darülmuallimin Müdürü Sati Bey ise İçtihat dergisinde şöyle yazmıştı:

“Biz garbı isteyerek taklit etmedik, onun hücum ve istilasına maruz kalarak hükmü nüfuzu altına geçtik”

diyecektir. Bu değerlendirmelerden yarım asır sonra Kılıçzade Hakkı da bir başka vesileyle şunları yazacaktır.

“Değil Asya’ya çekilmek, kutuplara firar etsek Avrupalılar gibi düşünmedikten, Avrupalılar gibi çalışmadıktan sonra orada dahi yakamızı bırakmazlar, mevcudiyeti mukaddesei indiye ve milliyetimizi muhafaza ettirmezler. Bugün Avrupa’dan tardettiler, yarın dünya yüzünden kaldıracaklardır”.

Yamanma işe yarar mı?

Ortada düşmanın dayattığı kurallara iltica ederek ayakta kalmaya çalışan bir çaresizlik vardır.

Tanzimat gerçekte, İkinci Viyana Bozgunu sonrası Osmanlı Devletinin art arda uğradığı bozgunlara bir son verme girişimiydi.

Ancak bu daha çok kendisini yutmak isteyen düşmana benzeyerek, onun şiddetinden korunmak içgüdüsüne benzer bir tavrı çağrıştırıyordu.

Devleti ayakta tutmak için yapılan bu girişim, ne ilk olacaktı ne de son.

İşin ilginç tarafı da devleti kurtarma noktasında fazla bir işe yaramayacak olmasıdır.

Yamanma ve yaranma politikaları dün işe yaramamıştı.

Bugün işe yarayacak mıdır? Siz ne dersiniz?

12 Eylül Referandumu: KIRK KATIR MI YOKSA 40 SATIR MI? -3-
Ali Haydar CAN



Geçen bölümü şöyle bitirmiştik:

[Bu anayasa değişikliği için “Bu 'Yedi Düvel' Anayasasıdır” diyen Banu Avar çok haklı...

Ancak 1924 Anayasası da dahil, TC’nin bütün anayasaları ve o anayasalar üzerinde yapılan bütün değişiklikler de "Yedi Düvel anayasası" değil mi?
İşte bunu görmediğimiz zaman, “detaylarda” boğulmaya başlamışız demektir...]


Ne demek istediğimizi tam olarak izah edebilmek için Türkiye’nin “Anayasa tarihi” ne kısaca gözatmamız gerekecek...

Anayasa Batılı bir kavram ve hukuk tarihi açısından oldukça yeni sayılır. (3)

Bizim ilk Anayasamız 1876 tarihli...

O zamanki ismi “Kanun-ı Esasî”...

Esas/temel Kanun... (4)

Devletlerin bir anayasaya gerçekten ihtiyacı olup olmadığı bugün halâ hukukçular arasında tartışılıyor...

Gerçekten böyle bir ihtiyaç olsaydı 18. yüzyılın sonuna kadar hiçbir devletin anayasası yoktu; o devletler devletler anayayasasız olarak da pekâla varolabildiler...

İngiltere’nin halâ bir anayasası yoktur... Ama İngiltere devletinin işleyişinde bundan kaynaklanan bir aksaklık da yoktur...

Peki Osmanlı İmparatorluğu kuruluşundan 600 yıl sonra niçin bir anayasaya ihtiyaç duydu?..

Bunu anlayabilmek için en azından Tanzimat’a kadar gitmek lâzım:

[Dünya’ya düzen vermek idealini kaybedenler, bir süre sonra kendilerine çeki düzen verilmesi için başkalarının yardımına ihtiyaç duyar hale gelirler.

Büyük düşünüp gereğini yapamayanlar, sonunda küçük düşmek kaderinden kendilerini kurtaramazlar. Türkiye tarihin, son üç yüz yılı, böyle bir sürecin hikâyesidir.

Toplumlar olayları kendi idrak ve çıkarları doğrultusunda anlamlandırma yeteneğini kaybettiklerinde, varlıklarına karşıt ölçüleri kullanmak zorunda kalırlar. Tanzimat ve sonrasında yaşananlar, tamı tamına böyle bir süreci bize anlatır.


Sorun, Tanzimat’ın amacı, faydası, gerekliliği ya da sakıncaları değildir.

Sorun; Tanzimat’la birlikte Türkiye Türklerinin kendilerine, tarihlerine ve varlıklarına Batı’dan bakmaya başlamalarıdır. Hatta biraz daha ileri giderek diyebiliriz ki sorun, Türklerin o dönemlerde kendilerine Batı’dan bakmaları değil bu bakışı kutsallaştırmalarıdır.

Türkiye ve Türk tarihine Batıdan bakışı kurumsallaştırarak gelenek, adet ve siyasi inanç alanı haline getirmeleridir.


(..)

Bu bakımdan Tanzimat ile başlayan bağımlılık paradigmasını yakından irdelemek, olguyu algılamak için zorunluluktur.

Osmanlı yönetimi 19. yüzyıldan itibaren Avrupa’nın hedefi olmaktan çıkmak için denemedik yöntem bırakmamıştı.

Bir yandan korunmak ve savunmak için askeri eğitim usullerini, diğer yandan Avrupa’nın Türklere karşı olan önyargılarından (barbar) kurtulmak için de Avrupa’nın kurumlarını aynen taklit etmişti.

Osmanlıdaki Batılıya yönelme macerasının altında, her şeyden önce ontolojik kaygılar vardır.

(..)

Türk halkının olmasa bile ülkeyi yönetenlerin kafası, karşılaşılan şartlar ve zorunluluklar tarafından Avrupa işaret ediliyordu.

1830’lu yıllarda Rusya’dan dönen Kaptanı Derya Halil Paşa,

“Avrupa’yı örnek almakta gecikirsek, toptan Asya’ya göç etmemiz gerekeceğini şimdi daha iyi anlıyorum”

diyecektir.

(..)

Bu değerlendirmelerden yarım asır sonra Kılıçzade Hakkı da bir başka vesileyle şunları yazacaktır.

“Değil Asya’ya çekilmek, kutuplara firar etsek Avrupalılar gibi düşünmedikten, Avrupalılar gibi çalışmadıktan sonra orada dahi yakamızı bırakmazlar, mevcudiyeti mukaddesei indiye ve milliyetimizi muhafaza ettirmezler. Bugün Avrupa’dan tardettiler, yarın dünya yüzünden kaldıracaklardır”.

Yamanma işe yarar mı?

Ortada düşmanın dayattığı kurallara iltica ederek ayakta kalmaya çalışan bir çaresizlik vardır. (..)
] (5)

Kanun-ı Esasî Hikâyesinin özü Sayın Yeniçeri’nin şu cümlesindedir: “Ortada düşmanın dayattığı kurallara iltica ederek ayakta kalmaya çalışan bir çaresizlik vardır. “

Sırf bu çaresizlik sebebiyle hiç de ihtiyacımız yokken ateştopu gibi bir Anayasamız oldu...

Ve bu Anayasa, Devlet-i Ali Osman’ın çöküşünü durduramadığı gibi hızlandırıcı bir rol de oynadı...


Dipnotlar:
3- Dünyada ilk Anayasa 1781'de Amerika Birleşik Devletleri'nde yapıldı. Bunu, 1789 Fransız Devrimi sonunda 1791'de bu ülkede kabul edilen Anayasa izledi.
4- Kânûn-i Esâsî (Osmanlı Türkçesi: قانون اساسى) Fransızca Loi constitutionelle çevirisi olarak kullanılan Osmanlıca terkiptir. "Temel Kanun" ya da “Anayasa” anlamındadır. Bkz: Vikipedi: Özgür Ansiklopedi
5- “Bağımlılık Paradigması : Tanzimat”, Özcan Yeniçeri, Yeniçağ Gazetesi


(devam edecek)

Bu yazı dizisinin diğer bölümleri için: http://entellektuel.s4.bizhat.com/viewtopic.php?t=2937

Tünelin sonu: Tanzimat'ın tanzimatı
Yusuf KAPLAN
06/09/2010

Türkiye, mini-anayasa referandumuyla birlikte, yeni bir dönemece giriyor.

(..)

Millet, Türkiye'nin ne tür bir hengameden, savruluştan geçtiğini henüz idrak edebilmiş değil. Türkiye'nin Tanzimat'tan bu yana yaşadığı deneyimin ne olduğunu, Türkiye'nin temel sorununun ne olduğunu bilmiyor millet.

Daha da vahimi, Türkiye'deki entelijansiyanın 150 yıldan bu yana yaşadığımız savrulmanın, şizofreninin, travmanın, yapay çatışmaların ne olduğunu, bunların nedenlerini bile henüz idrak edememiş olması. Böyle bir entelijansiya, elbette ki entelijansiya değildir; endülüjans'tır, günahçıkarıcısı'dır; kapıkulu'dur sadece: Kapıları tutanların kulu.

Opportunizm, karakteri olmuş o yüzden. Hiçbir ilkesi, kutsalı yok.

Böyle bir insan kişisine entelijansiya denebilir mi?

Burada asıl konu edineceğim şey, entelijansiya konusu değil, entelijansiyanın konusu olması, kafa yorması gereken tanzimat'ın (nihâyet!) sonuna geldiğimizi haber veren son, kapanış, final perdesi.

Türkiye, referandumla birlikte, en azından son yarım asrın cerahatlerini temizleyecek: Bu son yarım asrın nasıl olup da bu ülkede yaşanabildiğini de sorgulayacak, süzgeçten ve gözden geçirecek. Ve Türkiye'nin 1960'lı yıllarla birlikte içine sürüklendiği zihnî savrulmanın, yokoluşun kökenlerinin Tanzimat'a kadar izinin sürülebileceğini görecek.

Bir süreç mantığından baktığımız zaman, bu yaşananları önyargılı bir gözle değerlendirmeniz pek mümkün olmaz.

Şöyle bir tanımlama çerçevesi çizebiliriz: Tanzimat, bir kırılma ânı'ydı; Cumhuriyet, bu kırılmayı gerçeğe dönüştürerek bu milletin kaderini ve istikametini dönüştürme ânı. 1960 darbesiyle başlayan (ve Türkiye'nin Batı'ya ilk kez entelektüel olarak bilfiil açılmaya başladığı) süreç, tastamam bir savrulma ânı.

Tanzimat'la birlikte kendimizden şüphe etmeye ve kendimize olan güveni yitirmeye başladık. Ayağımızı bastığımız zeminin kaydığını hisseder olmuştuk. O yüzden hâkim psikolojimiz, savunma psikolojisiydi. Savunma psikolojisinin hâkim olduğu vasat'ın bizi götürüp fırlatacağı iki yer olabilirdi: Direniş ve inkâr. Biz ikisini de yaşadık iç içe. Tanzimat, bir açıdan bakıldığında, bir yokoluş sürecinin başlangıcı; bir başka açıdan bakıldığındaysa bir diriliş, bir varoluş sürecinin başlangıcı.

Yani ortada salt olumlu ya da salt olumsuz bakışlarla kavranamayacak kadar karmaşık ve zorlu bir süreç var yaşanan: Sözgelişi, bir yandan Avrupa edebiyatı, sanatı, düşüncesi ile doğrudan -iyi kötü- temasa geçiyoruz; öte yandan da kendi özsuyumuzla, kendi medeniyet dinamiklerimizle, öncülerimizle.

Tanzimat ve özellikle de ardından gelen Meşrûtiyet sürecindeki canlı, verimli ve dinamik düşünce, sanat ve edebiyatı hayatına bir daha kavuşamadık: Ne söylendiyse Meşrûtiyet'te söylendi aslında ve biz Cumhuriyet'le birlikte bu kez yenilgi psikolojisiyle hareket edip kendimizi inkâra kalkıştığımız için, Meşrûtiyet'te söylenenleri, yapılan tartışmaları ve ortaya konan entelektüel birikimi, elimizin tersiyle itiverdik. Ortada gerek İslâmcılar, gerek milliyetçiler, gerekse Batıcılar açısından olsun gerçekten çok büyük bir birikim vardı; ve yolunu, yönünü ve ruhunu yitirmiş her insan türünün yapacağı şeyi yaparak en yakınımızdaki bu muazzam birikimi inkâr etmeyi marifet sandık.

O yüzden 1960'lara gelinince, yaşadığımız inkâr süreci, bizi intihara sürükledi: 1960 darbesinden sonra Türkiye'deki entelijansiyanın bu ülkenin varlık nedenini, tarihsel derinliğini, kültürel, estetik, sanatsal birikimini, zenginliğini oluşturan yegâne kaynak olan İslâm'la ilişkileri sıfırlandı.

(..)

YENİ ŞAFAK
_________________
Bir varmış bir yokmuş...
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Önceki mesajları göster:   
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> YAKIN TARİH Tüm zamanlar GMT
1. sayfa (Toplam 1 sayfa)

 
Geçiş Yap:  
Bu forumda yeni başlıklar açamazsınız
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz
Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız


Powered by phpBB © phpBB Group. Hosted by phpBB.BizHat.com


Start Your Own Video Sharing Site

Free Web Hosting | Free Forum Hosting | FlashWebHost.com | Image Hosting | Photo Gallery | FreeMarriage.com

Powered by PhpBBweb.com, setup your forum now!
For Support, visit Forums.BizHat.com