EntellektuelForum Forum Ana Sayfa EntellektuelForum

 
 SSSSSS   AramaArama   Üye ListesiÜye Listesi   Kullanıcı GruplarıKullanıcı Grupları   KayıtKayıt 
 ProfilProfil   Özel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapınÖzel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapın   GirişGiriş 

Halit Refiğ

 
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> SİNEMA-TV-TİYATRO
Önceki başlık :: Sonraki başlık  
Yazar Mesaj
Ekim



Kayıt: 21 Arl 2007
Mesajlar: 2634
Konum: Kanada

MesajTarih: Pts Ekm 12, 2009 11:53 pm    Mesaj konusu: Halit Refiğ Alıntıyla Cevap Gönder

Halit Refiğ'i Kaybettik
Ulusal sinema akımının öncüsü yönetmen Halit Refiğ İstanbul'da hayatını kaybetti.
11.10.2009

Türk sineması önemli köşetaşlarından birini yitirdi.
Acı haber bu sabah İstanbul'dan geldi; Yönetmen Halit Refiğ, tedavi gördüğü hastanede hayatını kaybetti.
Bir süredir İstanbul'daki Memorial Hastanesi'nde tedavi gören Halit Refiğ, bu sabah saat 8.20'de hayatını kaybetti.
Halit Refiğ'in kaybı, yalnızca usta bir sinemacının kaybı değildi. Refiğ, iyi bir yönetmen olmasının yanı sıra, Ulusal Sinema akımının da öncüsüydü.
Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, "Ülkemizin düşünce dünyası için çok önemli bir düşünür, bir yönetmen bir yazar, bir düşünür kaybettik" dedi.
Usta yönetmenin acı haberi Altınportakal Film Festivali'nde bulunan sanatçıları da hüzne boğdu.
Ekrem Bora: "Türk sinemasının ve Türk edebiyatının büyük üstadıydı Allah rahmet etsin."
Yusuf Sezgin: "Çok dolu, çok birikimli, oyuncuyu rahat ettiren, keyif veren bir yönetmendi."
Ünlü yönetmenin vefatının festivale rastlaması yürekleri biraz daha burktu.

Tanju Gürsu: "Altınportakal Film Festivali'nin ilk yönetmenlerindendi. Bu tanrının kaderi ölümü aynı güne denk geldi."
Mustafa Alabora: "Türk sinemasının ulusal bir hale gelmesi ve yeni bir anlatım biçimi bulabilmesi için kitaplar yazmış filmler çekmiş çok değerli bir sanatçıdır.
TRT

Sanat dünyası, Halit Refiğ'in cenazesinde buluştu

15:30 - Tedavi gördüğü hastanede 75 yaşında hayatını kaybeden ünlü yazar ve yönetmen Halit Refiğ, sevenlerinin gözyaşları arasında son yolculuğuna uğurlandı. Refiğ için Teşvikiye Camii'nde cenaze töreni düzenlendi. Törene, Refiğ'in eşi Gülper Refiğ ve yakınları başta olmak üzere Saadet Partisi (SP) Genel Başkanı Numan Kurtulmuş, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, Beşiktaş Belediye Başkanı İsmail Ünal, Orhan Gencebay, Türkan Şoray, Fatma Girik, İlker İnanoğlu, Nuri Alço, Kıvanç Tatlıtuğ ile çok sayıda sanatçı katıldı. 13.10.2009 İSTANBUL netgazete


Ulusal Sinema Kavgacısı: Halit Refiğ
Mahmut Çetin
info@biyografi.net

Halit Refiğ’in fikir ekseni

Türkiye’de edebi akımlar gibi, sinema akımları da, yapay ayrımların eseridir. Tarihi birer zaruret olması gereken bu akımlar, yapay olarak şekillenmiştir. Ancak bu durum bile kültürel hayata canlılık getirmesi hasebiyle, faydalı sayılabilir.

Türk Sineması’nda tiyatro etkisinde sinema (Muhsin Ertuğrul dönemi) ve Yeşilçam Sineması (1950’den 1970’lere) dönemlerinden sonra,bazı akımların doğduğu görülmüştür. Ulusal Sinema, Milli Sinema ve Devrimci Sinema akımları gibi.

Ulusal Sinema Akımı’nın fikri zemini, Kemal Tahir’in eserleridir. Akımın öncü yönetmenleri Halit Refiğ ve Metin Erksan’dır. Halit Refiğ, Ulusal Sinema Akımı tartışmaları çerçevesinde ele aldığı görüşlerini, ‘Ulusal Sinema Kavgası’ adıyla kitaplaştırmıştır.(1) Eserlerin işlediği konular, Halit Refiğ sinemasının eksenini oluşturur. Buna göre konular şöyle sıralanabilir:
1)Doğu İslam ve Batı hıristiyan toplumlarının farklı değişme çizgilerinin mukayesesi.
2)Medeniyetlere göre estetik tezahür ve doğu-batı sanatlarındaki şekillenme.
3)Aydın yabancılaşması ve batılılaşmanın seyri.
4)Türk Sineması bir çeşit halk sanatıdır.

Ulusal Sinema Kavgası’nın ele aldığı konulardan birincisi, Doğu İslam ve Batı hıristiyan toplumlarının farklı değişme çizgilerinin mukayesesidir. Batının sanat eserleri ve estetik felsefesi batı toplumlarının ekonomik yapısı ve kendine özgü üretim ilişkilerinin bir sonucu olarak düşünülmelidir. Köleliğe dayanan Antik Yunan ve Roma toplumlarından, toprak köleliğine dayanan feodal Batı Avrupa toplumlarına geçen, toprakta özel mülkiyetten sonra, sanayi ve ticarette belli bir sınıfın egemenliğine dayanan batılı toplumların sanatları ve estetik anlayışlarıyla; tarihin hiç bir devrinde genel olarak kölelik, özel olarak toprak köleliği bulunmayan, toprakta devlet mülkiyetine dayanan, son ikiyüz yıl gösterilen bütün çabalara rağmen daha halen egemen bir sanayi sınıfı yetiştirememiş olan Türk toplumunun sanatları ve estetik anlayışı arasında bir fark bulunmalıdır herhalde.

Eserin ikinci önemli problematiği, medeniyetlere göre estetik tezahür ve doğu-batı sanatlarındaki, şekillenme olarak ifade edilebilir. “Batı sanatlarını Türk sanatlarından topyekun ayıran en önemli temel mesele,ferdiyet meselesidir. Batı sanatları toplumsal bir konu anlatsa bile,bireyin dramı üzerine kurulmuştur. Geleneksel ve klasik Türk sanatlarında (yani ister halk ister saray sanatı olsun) fert önemli rol oynamaz. Önemli olan toplumun içinden temsilci tiplerin tasviri ve kamusal bilinçtir.”

Ulusal Sinema Kavgası üçüncü ana mesele olarak, aydın yabancılaşması ve batılılaşmayı tartışır. Batıcılığı geri kalmış toplumların aydınlarının, kendi toplumlarının kalkınamaması karşısında, gelişmiş toplumlara aşağılık kompleksiyle özenmesi şeklinde bakar. Ve kendi yerini izah eder: “Bunlara karşılık ağır hücumlara hedef tutulan biz Türk sinemacıları ikinci görüşü benimsemiş durumdayız. ‘Sanat evrenseldir’ diye memleketimize sızdırılan kültür emperyalizminin yayılmasına set çekmeğe, önce düşüncede bağımsızlığımızı kaybetmekle başlayan bu akımın, daha sonra ekonomik bağımsızlığın ve neticede siyasal egemenliğin kaybına giden bir yol olduğunu anlatmaya çalışıyoruz.”

Refiğ’in en önemli tespitlerinden biri Türk Sinemasının bir halk sanatı olduğudur. Refiğ’e göre,Türk toplumu kendi gelişme çizgisinde, ilerleyememiştir. Aydın yabancılaşması, devlet organlarının yanlış hedeflere yönlendirilmesine, lüzumsuz savaşlara girilmesine ve tepeden inmeci tavırlara sebep olmuştur. Bu çarpık değişim sırasında Doğu İslam sanatlarının seyri de değişikliklere uğramıştır. Edebiyatta nesir geleneğimizden hareketle kurgulu tahkiye eserlere yönelmemiz gerekirken, Fransız romanı esas alınarak birtakım yapay eserler üretilmiştir. Karagöz, kukla ve orta oyunundan hareketle, bu tarz geliştirilerek modern seyirlik sanatlara ulaşmamız gerekirken, kaynağı eski Yunan’ın dini törenlerinden alan batı tiyatrosu esas alınmıştır. Teknik bir sanat dalı olan yedinci sanat sinema ise, yine bu batıcı zihniyet elinde geri kalmıştır. Çünkü Tek Parti döneminin tek sinemacısı Muhsin Ertuğrul elinde sinema, çarpık ve halkına yabancı bir tiyatro oluşumunun, beyazperdeye taşınmasından başka bir şey değildir.

1950 sonrasında gelişen “..Yeşilçam sineması, aynı yıllarda tıpkı siyasetin halka açılışı gibi,sinemanın halka açılışı ve ulusal özellikler taşımaya başlaması bakımından sinema tarihimizde ileri ve olumlu bir adımdır.”

Halit Refiğ, Türk Sinemasını bir halk sanatı olarak ele alır. “Türk sineması doğrudan doğruya Türk halkının film seyretme ihtiyacından doğan ve sermayeye değil emeğe dayanan bir sinema olduğu için, halk sinemasıdır. Bugün Türk Sinemasında bir filmin yapımına yetecek kadar sermayesi olan prodüktörler bile filmlerinde çalıştıracağı kimseleri isimleriyle işletmelerden, filmin tamamlanmasında kendi kendisinin ödeyeceği uzun vadeli bonolar alarak iş yapmakta, yani halkın açık kredisine, emekçilerin kanaat ve sabrına dayanmaktadırlar...” 1970’lere kadar böyle bir yapıda seyreden sinemamız, Türk Sinemasına ayrılan kontenjanın kaldırılmasıyla, Batı emperyalizminin ülkemizdeki bütün sinema salonlarına örtülü olarak el koyması ile yokluğa mahkum edilmiştir. Her yıl üretilen sınırlı sayıdaki Türk filmi de istisnaları olmakla birlikte, halkına yabancılaşan temaları ele almaktadır. Sinemamız halkımıza yabancılaştığı ölçüde, onun desteğinden mahrum kalmaktadır.(2)
KAYNAKLAR
(1)Ulusal Sinema Kavgası Halit Refiğ Hareket Y. İstanbul 1971
(2)İslam Sanatının Yeniden Teşekkülü Mahmut Çetin Adım Y. İstanbul 1991 sf.122-125


XXX

Düşünür Sinemacı: Halit RefiğMahmut Çetin mcetin@biyografi.net

Halit Refiğ, sinema filmleri yanında Türk Düşünce Hayatı’nın sorunları üzerinde de fikirler üreten bir fikir adamıdır. Bu yönüyle o, Türk Sineması’nda haklı ve onurlu bir seçkinliğe sahiptir. Onun çabaları yerli düşünceye bir katkıdır ve Türk Milliyetçilerinin tabii olarak faydalanacağı bir isimdir.

Doğu, Batı ve Türkiye

Halit Refiğ bu eserinde, Batı sorgusuna devam etmektedir. Refiğ, Batı karşısında temel sorunumuzu şöyle özetliyor: “Bugün karşısında olduğumuz mesele şu: Amerikan modeli gerçekten insanlığın vardığı son ve nihai durak mıdır? Japon Amerikan düşünürü Fukuyama'nın dile getirdiği gibi, tarih bitmiş midir?” Refiğ bu soruyu, Batı’nın hususen de Amerika’nın çözümsüzlüğünü işaret ederek şöyle cevaplıyor: “Bence tarih ancak insanlığın ortadan kalkmasıyla bitecektir. Bu açıdan 1992 Rio Çevre Konferansı global olarak dünyanın en güncel ve en önemli sorunlarının dile getirilmesine fırsat sağlamıştır. Dünyada çevre kirlenmesi ve doğal dengenin bozulması, bütün canlılarının varlığını tehdit eder durumdadır. Dünya azınlıktaki varlıklılarla, çoğunluktaki yoksulların oluşturduğu yeni bir Kuzey-Güney bölünmesi ile karşı karşıyadır. Amerika bu durumda Rio'da açıkça aczini ortaya koymuştur. Böylece yeni bir dünya düzeni için örnek ve önder olmaktan çıkmıştır.”(1)

Gerçeğin Değişkenliği

"Batı-Doğu çatışması binlerce yıldır sürüp durur, daha önemlisi bu çatışmanın tarih içinde, alanı ve geçit yeri hemen her zaman Anadolu olmuştur. Bunun İslâmlığın doğuşundan sonraki bir başka adı da "Hilal-Salip çatışması"dır. Saldırıların çoğu Batıdan gelmiştir (Toynbee). Gerekçesi de "Barbarlara ölüm", "Kafirlere yani müslümanlara ölüm"dür. Halit Refiğ’e göre bugün de, bütün aldatmacalara rağmen durum değişmiş değildir. Buhranlı dönemeçlerin hepsinde Batı’nın Doğu’ya karşı hemen bir düşman cephe kurarak dikildiği görülür. Bu durumda, şimdiye kadar yürütmeye çabaladığımız anlayışta ve biçimde Batılılaşma hiçbir faydalı sonuç veremez.(2)


Halit Refiğ Kimdir ?

1934 yılında İzmir’de doğdu. Robert Kolej'de okudu. 1956 yılında dergi ve sinema yazıları yazmaya başladı. 1957 yılında Atıf Yılmaz'ın asistanlığını yaparak, sinemaya başladı. İlk filmi "Yasak Aşk"ı 1960'da yönetti. 1974-75 yıllarında TRT Kurumu adına "Aşk- ı Memnu" dizi filmini çekti. Aynı kurum adına 1978-83 yıllarında "Yorgun Savaşçı" dizisini çekti ama bu filmin yakıldığı ilan edildi. Bilahare yayınlandı. 1976-77 yıllarında ABD'de Wisconsin Üniversitesi'nde, 1984 yılında da Ohio Denison Üniversitesi'nde eğitim çalışmalarına katıldı. Yönetmenin yurtiçi ve yurtdışında yayımlanmış makalelerinin yanı sıra, Ulusal Sinema Kavgası, Doğu, Batı ve Türkiye, Gerçeğin Değişkenliği /Kemal Tahir adlı kitapları var.

Sinema filmleri

Yasak Aşk, Seviştiğimiz Günler, Gençlik Hülyaları, Şehirdeki Yabancı, Şafak Bekçileri, Gurbet Kuşları, Şehrazat, Kırık Hayatlar, Haremde Dört Kadın, Güneşe Giden Yol, Üç Korkusuz Arkadaş, Karakolda Ayna Var, Bir Türk'e Gönül Verdim, Adsız Cengaver, Aşk Fırtınası, Fatma Bacı, Kızın Var mı Derdin Var, Yedi Evlat İki Damat, Vurun Kahpeye, Sultan Gelin, Aşk-ı Memnu (TV için), Yaşam Kavgası, İhtiras Fırtınası, Yorgun Savaşçı, Teyzem, Kurtar Beni, Hanım, Karılar Koğuşu, İki Yabancı, Dokuz Dağın Efesi, Leyla ile Mecnun, Alev Alev, Kurtar Beni
Son Darbe.

KAYNAKLAR
(1)Doğu, Batı ve Türkiye 10 Yılda Nereden Başladık, Nereye Geldik ? Halit Refiğ Ufuk Kitapları İstanbul 2002
(2)Gerçeğin Değişkenliği / Kemal Tahir Halit Refiğ Ufuk Kitapları İstanbul 2000

biyografi.net

'Yorgun Savaşçı'nın son selamı
12 Ekim 2009

Dün İstanbul'dan gelen sıcak haberin 'yakıcılığı', festivalde soğuk bir hava estirdi. Halit Refiğ'in ölüm haberi, Türk sinemasının 60'lı yıllarına saygı duruşu yapan festivalin ikinci gününe denk geldi.
Ali Koca'nın haberi

Halit Refiğ'in sinemaya girişi, kuramcılık yanını gösterdiği eleştiri yazılarıyla başlasa da, esasen Kore Savaşı'na uzanır. Savaş sırasında 8 mm. kamerayla çektiği filmlerle sinemaya adımını atar. 50'li yılların ortalarından itibaren gazete ve dergilerde sinemamız üzerine yazdığı eleştirilerle deyiş yerindeyse 'ortalığı karıştırır'. Türk sinemasının günümüzde bile zayıf sayılabilecek kuram yönüne el atar, Nijat Özön'le beraber. Yaşamak Hakkımdır filminde Atıf Yılmaz'a asistanlık yapan Refiğ, 1960'ta ilk filmini çeker.

Halit Refiğ deyince hemen yanı başına Kemal Tahir ismini de yazmak gerek. Tahir'in 1962'de yazdığı Gurbet Kuşları'nı Refiğ, iki yıl sonra sinemaya uyarlar. Refiğ'in 'toplumcu gerçekçi' sanat anlayışını bire bir yansıtır bu film. Yeni bir hayat umuduyla İstanbul'a gelen Maraşlı Bakırcıoğlu ailesinin reisi Tahir Emmi "Sırt sırta verdik mi, kolay. Dağları bedesten ederiz, vallahi!" der. Önceki gün festivalin açılışında bu kare geçiyordu perdeden. Ardından da filmin oyuncularından Tanju Gürsu sahneye çıktı.

Halit Refiğ, Gurbet Kuşları'yla ilk Altın Portakal'ın en iyi yönetmeni, film de en iyi filmi seçildi. Sonrasında, kitleleri salonlardan uzaklaştıran 'buhran yılları' gelince Refiğ de televizyona yöneldi. Burada yine Kemal Tahir'den Yorgun Savaşçı'yı TRT adına çekti. Ancak dönemin askerî yönetimi, filmin yakıldığını ilan etti. Film, 1993'te televizyon ekranlarında gösterildiğinde çoktan efsane olmuştu bile. 1989'da çektiği Karılar Koğuşu, yine bir Kemal Tahir uyarlaması. Film, Halit Refiğ'e bir yıl önce Hanım'la aldığı ödülü bu kez Yusuf Kurçenli'yle beraber son defa getirir. Refiğ, kafasındaki 'ulusal sinema'yı büyük ölçüde yapmıştı. Ancak içinde bir ukde kaldıysa, o da Devlet Ana'yı çekmek olsa gerek. Bir ara 'devletin' bile devreye girdiği filmi çekemeden ayrıldı dünyadan. 1996'da 'hayatımın filmi' dediği Köpekler Adası'nı Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı'nın desteğiyle çekti, ancak film gösterime giremedi. 2000'lere gelindiğinde Refiğ, tıpkı efsane filmindeki gibi yorgun bir savaşçı olmuştu. Geçtiğimiz yıl, Köpekler Adası'nın Beyoğlu Sineması'ndaki gösteriminde, hastalığına rağmen, hâlâ aynı heyecanı taşıyordu. Temmuz ayında Murat Tokay'a verdiği ve gazetemizde yayınlanan son röportajında ise, "Kendimi büyük bir doygunluk içinde hissetmekteyim. Meslek hayatımda büyük zirve Yorgun Savaşçı'dır. Öyle bir olayı yaşamış olmanın bana getirdiği bir huzur, tatmin var." demişti.

Önceki akşam 46. Antalya Altın Portakal Film Festivali'nin o uzadıkça uzayan açılış töreninde 60'lı yılların 20'ye yakın Yeşilçam yıldızı sahneye çıkmış ve seyircileri selamlamıştı. Ancak hiçbirinin selamı, Halit Refiğ'in dün bu dünyadan ayrılırken İstanbul'dan gönderdiği selam kadar akılda kalmayacak. Selamın alındı Yorgun Savaşçı.

Adam gibi adamdı...

Süleyman Turan: Türk sinemasının önemli bir yönetmeniydi. Entelektüel yanı çok güçlüydü. Onunla güven içinde çalıştık. Sinema eleştirmenliğinden geldiği için teorisyen yönü çok iyiydi.

Tanju Gürsu: Sadece kültür bakımından değil, her bakımdan Türkiye'deki ender insanlardan biriydi. Ama öncelikle adam gibi adamdı. Hem ağabeylik hem hocalık yaptı bize. Gurbet Kuşları filminde başrol oynadım. İnsan ilişkileri çok iyiydi. Halit Refiğ için sinema dünyasında kimse kötü konuşmaz.

Ediz Hun: Daha çok film çekebilirdi. Ama hayat işte... Açılış töreninde 60'lı yılların sinemacıları onurlandırıldı. O da davetliydi, ama gelememişti. Yaprak dökümü başladı. Hepimiz yaşlanıyoruz.

Nilüfer Aydan (eski eşi): Çok değerli bir insan ve sinemacıydı. Sadece eski eşim değil, aynı zamanda dostumdu. Filmlerinde önemli mesajlar verdi. Sinemanın önemini onun sayesinde öğrendim. Metin Erksan, Atıf Yılmaz, Lütfi Akad ve Halit Refiğ gibi yönetmenler biz alaylılara hocalık yaptılar.

Eşref Kolçak: Arkadaş canlısı olduğu için onunla çalışmak güzeldi. Hanım filminde çalışmıştık. Rekabet ve gerginlik bizim işimizde pek iyi sonuç vermez. Onunla iyi anlaşırdık. Çalışkan ve neşeli biriydi.

Sinemadaki yeri tartışılmaz

Vecdi Sayar (Altın Portakal Genel Sanat Yönetmeni): İlk Altın Portakal'ını aldığı bu festival zamanı onu yitirmemiz garip bir rastlantı. Biz bu yıl 60'lı yılları tema olarak belirlerken o kuşaktan birini festival günlerinde kaybetmek ayrıca üzüntü verici. Türk sinemasında hem yönetmen hem de kuramcı olarak yerini aldı. Fikirleri tartışılabilir, ancak sinemamızdaki yeri tartışılamaz. Sinemayı aynı zamanda bir düşünce alanı olarak değerlendirdi.

Az sayıda kuramcıdan biri

Alin Taşçıyan (Sinema eleştirmeni): Türk sinemasının az sayıdaki kuramcısından biriydi. Ulusal sinema akımı çerçevesinde gerçek bir savaşçıydı. Hazin bir sona uğramış yapıtı Yorgun Savaşçı gibi kendisi de yorgun düşmüştü. Dönem müsait olsa belki author olacak bir sinemacıydı. Hatta son dönem filmlerinde yeni kuşak diye tanımladığımız sinemanın temellerini atacak birtakım öğelere sahip 'Hanım' gibi filmlere imza attı.

'Gerçeği arıyorum' diyordu

Hülya Koçyiğit: Türk sinemasının temel taşlarındandı. Kıymetli dostumdu, ama bir filmde çalışabildim kendisiyle. Karılar Koğuşu'nda yer almıştım ve Altın Portakal kazanmıştım. Dostluğu çok önemliydi, çünkü çok derin bir entelektüeldi. İnsanı seven, yaşama değer veren bir insandı. Hastaneye ziyaretine gitmiştim. Durumu ağırdı, fakat mücadele ediyordu. Bütün tevazuuyla hayata tutunmaya çalışıyor ve 'Hep gerçeği arıyorum' diyordu.

(Zaman)

ENGİN ARDIÇ
Yorgun Savaşçı ne anlatır?

Yeri cennet olsun, çok sevgili Halit Refiğ'in anılmak ya da övülmek için benim kalemime ihtiyacı yok... Bol bol okudunuz bunları. Eleştirmek de bugün yersiz ve densiz kaçacak, hele zaman geçsin, acısı dinsin, ona da geliriz.
Merhumun en iyi filmi olarak çok kişi "Yorgun Savaşçı"yı gösterecektir, ben her zaman "Karılar Koğuşu"ndan yanayım. Hani şu, "ayıp oluyor" diye "Kadınlar" Koğuşu yapılan ve böylece Kemal Tahir'e de büyük bir saygısızlık edilen roman ve onun filmi, Kemal Tahir'in gençliğine inanılmaz derecede benzeyen Kadir İnanır'ın, Hülya Koçyiğit'in, Tuncer Necmioğlu'nun, Perihan Savaş'ın mükemmel oyunları... Hatırlarsınız.
Solcu geçinen bazı dıngıllar, "komünistlikten" içeri girmiş aydınların dramının anlatıldığı, başından sonuna Nâzım Hikmet'i sayıklayan eseri "sağcı" bulmuşlardı, sırf Kemal Tahir yazdığı, Halit Refiğ çektiği için! Kendilerinden "sıtkımın sıyrılması" o döneme rastlar.
Yakın tarihimizde bir de "Yorgun Savaşçı'nın yakılma meselesi" olduğunu, çok genç değilse herkes bilecektir.
Bu filmin yalnızca kopyaları yakıldı, yıllar sonra bir özel televizyon kanalı sevgili dostumuz Tunca Yönder'e aynı diziyi yeniden çektirip yayınlamaya başlayınca da, devlet televizyonu tarafından apar topar gösterildi, daha doğrusu gösterilmek zorunda kalındı! Yani, bir değil, iki "versiyonu" vardır, keşke şu günlerde ikisi de yayınlansa, seyirci ikisini de yeniden seyretse, karşılaştırsa... Okumayı sevmeyen gençlik de, "klasiklerin mangasını okur gibi" eser hakkında hiç değilse bir fikir edinse...
Gene bazı dıngıllar da, Yorgun Savaşçı'da "Atatürk düşmanlığı" yapıldığını söylerler. (Bizim yazılarımız için de söylemezler mi?)
Filminin yasaklı olduğu yıllarda, 12 Eylül'ün en azgın döneminde bile romanı bütün kitapçılarda rahatça bulunuyor, serbestçe satılıyordu! Bugün de öyledir. Bunu görmek istemezler.
Ne anlatıyordu Yorgun Savaşçı?
Adı üstünde, Türk subaylarının dünya savaşından çıkarken nasıl yorgun olduklarını ama kurtuluş savaşımızı örgütlemek ve başlatmak için canlarını dişlerine takıp, en büyük yokluklar ve zorluklar içinde mücadele ettiklerini...
Asıl "zülf-ü yâre" dokunan gerçekler şunlardı:
Batı Anadolu köylüsü, Yunan işgalinin başladığı dönemde, subaylardan çok daha yorgun ve isteksizdi... On yıldır her cephede dövüşmüş, çok şehit vermişti... Artık direnmeye yanaşmıyor, teslim oluveriyordu... Kendisini uyarmaya gelen subaylara da "memleketi felakete sürükleyen İttihatçılar" oldukları gerekçesiyle soğuk davranıyor, hatta karşı çıkıyordu... Dünya savaşı serüveniyle bir kurtuluş mücadelesi, bir ölüm kalım meselesi arasındaki farkı göremiyor, sezemiyordu...
Buydu. Hepsi bu. Bürokrasinin gıcık kaptığı, bu oldu. Oysa bu gerçekti.
Yorgun Savaşçı'yı üstünkörü bile okuyan ve "ortalama zekâya" sahip herhangi bir kişi, orada, çete çarpışmalarına karşı "düzenli ordunun", Çerkes Ethem'e karşı Mustafa Kemal Paşa'nın savunulduğunu görecektir. Romanın bitiş cümlelerine bakmak bile yeter.
"Köylünün bürokratlar tarafından örgütlenmeden hiçbir halta yaramayacağının" ileri sürüldüğünü de görecek ve buna da şaşacaktır hatta... (Kemal Tahir buna "koşulmak" tabir ederdi.)
Diyeceğim şu ki, Yorgun Savaşçı, Kemal Tahir'in bürokratları ve bürokrat kafalıları "en çok memnun edecek" eseridir!
Ama anlattığı basit gerçekler bile "kahraman halkın kendiliğinden silaha sarıldığı" safsatasını doksan senedir işlemeye çalışanlara ağır gelmiştir. Mesele bundan ibarettir.
Bizim gerçek Atatürk'ü tanıtmaya ve sevdirmeye çalışan yazılarımızın da bazı bozkır çocukları tarafından "arka taraflarından" okundukları gibi...

sabah gazetesi

Aşkın, namusun ve vatanın isyanı(*)
Doğu Perinçek
O GECE

Elindeki çiçek sepetini Şule’ye verip salonun ortasında durdu. “Ben sinemacıyım” dedi, “önce girdiğim mekâna şöyle bir bakarım.” Ben de, “Güzellik adına mı” dedim, “Bu evde aşkla, severek aldığım bir tek Şule var, geri kalan her şey oradan buradan toplanmıştır.” “Öyle değil” diye cevap verdi, “Her taraf kitap, her taraf resim, bir uyum var. Zaten aslolan bu evde aşkın bulunmasıdır.” Ve devamla: “Hayatımı dolu kılan aşktır, namustur ve vatandır. Sizlerin de öyle.”

Gülper Refiğ ve Halit Refiğ ile gece yarılarına kadar süren muhabbetimiz böyle başladı. Biraz sonra Zerrin Öztürk ve eşi Şair Hüseyin Haydar da aramıza katıldı.

Aşk, namus, vatan: Bugün küresel kapitalizmin çiğnediği değerler…

Halit Refiğ’in milli sineması aşkın, namusun ve vatanın isyanıdır. Paranın saltanatına isyan!.. Evet, baştan sona bir isyan sinemasını yansıtır o ürünler. Bir aşk, namus ve vatan ustası, ayaklarını Doğu topraklarına basarak aşka, namusa ve vatana tecavüz eden Batılı zalimlerin karşısına dikilmiştir.

DOĞU’NUN MANİFESTOSU

Halit Refiğ’in Doğululuğunu anlamak, aslında Halit Refiğ’i anlamaktır. Çünkü O, derin birikimiyle çok açık görmüştür ki aşk, namus ve vatan savaşını ancak Anadolu ve Asya topraklarının derinlerinden kuvvet alarak verebilirdi. Batı emperyalizmi, yalnız bir sömürü, yalnız bir zulüm olayı değildir. Sömürü ve zulüm, Doğu saltanatında da vardı. Ama ilk kez bir sistem; aşkı, namusu ve toprağı çiğnemektedir. İnsanın özü, insanın varlık nedenleri ayaklar altında inlemektedir. Doğu milletleri ezilirken, ezilen aşktır; ezilen namustur ve ezilen, insanı emziren topraktır; üzerinde yaşadığımız doğadır.

Halit Refiğ’in sinemasında ezilenlerin birleşmesi, âşıkların birleşmesidir; namusluların bir olmasıdır; vatanseverlerin cephe tutmasıdır. Siz istediğiniz kadar vurun kahpeye!

Bu bağlamda Halit Refiğ, tıpkı Fransız İhtilali’nin “Liberte, egalite, fraternite” manifestosu gibi, Doğu’nun çağdaş bildirgesini üç sözcükle ilan etmiştir:
“Aşk, namus, vatan!”

Bu, bir yeni uygarlık bildirgesidir.

Paranın esaretine karşı aşkın özgürülüğü!

Paranın zulmüne karşı namusun eğilmezliği!

Gözüdönmüş mal mülk düşkünlüğüne karşı vatana sadakat!

Huntington namındaki Frengistanlının “Medeniyetler çatışması” dediği Doğu-Batı savaşında, Halit Refiğ, cephesini kesin bir duruşla belirleyenlerdendir.

Sinemasındaki esas oğlanlara, vurulduğumuz kızlara bakalım; hep o duruştur:
Parayla değil, aşkla mutluyuz!

Namusumu satın alamazsın, sözüm namusumdur!

Vatan, sizin malınız ve mülkünüz değildir!
(..)

Para peşinde koşanlar, aşkı ne bilir!

Namus, en başta sözünden dönmemektir; insana ve topluma bağlılıktır.
Vatan, onun bunun değildir; hepimizindir. Vatan özelciler tarafından gasp edilemez; ancak paylaşılabilir. Sinemasındaki ağaların, patronların arazisi, arsası, bankası vardır; yoksulların ise vatanı. Ve emekçiler, paylaşmaya mecburdurlar. Bizim vatanımız!

Halit Refiğ aşk, namus ve vatan ile paylaşma arasındaki bağlantıyı özenle işlemiştir. Toplumsal gerçekçi sineması burada somutlaşır.

Evet somutluk, evet önce eylem, önce hayat!

Her eylemde en öndedir; Parti’nin her önemli çıkışında, her tarihi toplantısında gelir en önde durur. Öncüdür, fedaidir, göğsü siperdir.

O, kitaplardan hayata giden ve bu yüzden her an ipini koparabilecek bir entel değil; hayata ve insana sarılarak, o insan sıcaklığında ideolojiyi keşfeden aydınlarımızdandır. Emperyalizme, kapitalizme karşı sağlam duruşu, kuru bilgiden değil, önce hayattan, daha doğrusu hayattan yola çıkan insan merkezli bilim ve sanattan kaynaklanır.

Halit Refiğ, yüzeysel solculardan, daha doğrusu ipini koparmış anarşistlerden apayrı olarak, devlet kuruculuğu ile uygarlık yaratıcılığı arasındaki bağı saptamıştır.

BÖYLE ÖLÜNÜR ASYA EFSANELERİNDE

Doğa bilimi ne derse desin, uygarlık bilimine göre insan Asyalıdır.

En eski, en köklü insan duruşu, Asya’dadır.

Halit Refiğ, o insanlık ve uygarlık köklerine sarılmıştır.

En son, adına hayasızca “Ergenekon” denen tertibe karşı meydan okuyuşu da, bir Asya kahramanlığıdır; bir Anadolu yiğitliğidir.

“Beni de alın” demiştir, Haber Türk beyazcamından. Duruşunu yüzlerine çarpmıştır.

Ölüme birkaç hafta kala, vücudu eriyen, yüzü süzülen Halit Refiğ, bilinciyle, yüreğiyle dipdiridir. Bağdat’ın halifesine meydan okuyan Azerbaycan dağlarının Babek’i gibidir o an. Benzi soluk görünmesin diye, kesilmiş ellerindeki kanı yüzüne süren gururlu Asya kahramanıdır. O an gözlerinden fışkıran ateşle bir efsane olmuştur. Doğu destanlarında, Şehname’lerde 700 yıl, 500 yıl işte o ateşle yaşanır. Halit Refiğ, o duruşuyla, o bakışıyla bin yıllara uçup gitmektedir.

SON BAKIŞ

Halit Refiğ, bu dünyayı bırakıp giderken, efsanesiz kalan Batı’ya, efsanelerin yurdu Doğu’dan göz ucuyla, gururla bakmaktadır.
Son bakış diye buna denir. Halit Refiğ sinemasındaki efsane kahramanının son bakışı!

Ve son beyanname:

Aşkıma dokunamazsınız, beni de alın!

Namusuma el uzatamazsınız, beni de alın!

Vatanımı çiğneyemezsiniz, beni de alın!

Yüzyıl kılıç salladıktan sonra hâlâ bir fili kulağından tutup fırlatan Zaloğlu Rüstemler gibi, Halit Refiğ, o son bakışında yine yorulmayan savaşçıdır.

Yorgun Savaşçı’yı perdeye getirmiştir, kendisi yorulmaz savaşçı olarak savaşa savaşa ölüme gitmiştir. Asya’da böyle ölür efsane kahramanları.

FETHEDİLEMEYEN KALE

Halit Refiğ, bir kaleydi.

Asya’nın savaş kuralı budur, kaleyi ele geçirmek için kahramanını dize getireceksin. (..)

“Beni de alın” derken, o hilebazlara son kez gururla bakıyor ve “beni fethedemezsiniz” diyordu. Her şeyi yapabilirsiniz, hatta öldürebilirsiniz, ama fethedemezsiniz!
(..)

Çünkü aşkı fethedemezler, namusu fethedemezler, vatanı fethedemezler!

DOĞU’NUN AYAKLANAN GURURU

Halit Refiğ, Batı emperyalizmi karşısında son yıllarda gururu incinen büyük bir milletin gururuydu.

Binlerce yıllık bir gururdur bu.

Halit Refiğ’ler, Doğu âleminin incinen gururunun isyancılarıdırlar.

Silivri duvarlarının önünde, Demirtaş Ceyhun ile birlikte kameraya verdiği son resme uzun uzun bakınız, doya doya bakınız, o gururun ayaklandığını göreceksiniz.

Dağları ateşlerle eriten halka önderlik eden Ergenekon Demircisinin duruşundaki vakarı, gururu göreceksiniz o resimde.

Onların sesleri, o günden beri Silivri duvarlarını zangır zangır sallamaktadır. Öncü aydınların efsanevi gücüdür bu ve sonuna kadar gerçektir.

BENİ DE ALAMADINIZ!
Ben de, Halit Refiğ’in bin yıllar boyunca duvarları sallayacak ve yıkacak sihirli nefesiyle ve onun çok sevdiği ismimi O’nun isminin yanına yazarak, buradan sesleniyorum:

Beni de alın!

Türkçesi şudur:

Beni de alamadınız!

Müjdat Gezen’in diliyle şudur:

“Sıkıysa alın!”

Öncüler ilan etmişlerdir:

Ne aşk, ne namus, ne vatan size teslim olacaktır.

Siz aşka, namusa ve vatana savaş açtınız; aşkın, namusun ve vatanın ayakları altında kalacaksınız!

Bütün açılımlarınız, sizin kendinize açtığınız mezarlardır!

Kazın mezarlarınızı!
(..)

Kaynak: Aydınlık dergisi

Yönetmen Halit Refiğ mezarı başında anıldı

Yönetmen Halit Refiğ, birinci ölüm yıl dönümünde Zincirlikuyu Mezarlığındaki kabri başında anıldı. Refiğ için mezarı başındaki anma törenine eşi Gülper Refiğ, sinema sanatçısı Müjde Ar, Gazeteci yazarlar Taha Akyol ve Haluk Şahin'in de aralarında bulunduğu aile yakınları ile sevenleri katıldı. 11.10.2010 İSTANBUL netgazete

"MENDERES'İ NATO ASTIRDI"
28 Mayıs 2012


16 TEMMUZ 2009'DA, AYNI GÜN İÇİNDE NİŞANTAŞI, BÜYÜKADA VE SETÜSTÜ'NDEYDİM. HALİT REFİĞ'İN SON RÖPORTAJINI YAPABİLMEK İÇİN. RÖPORTAJIN YAYINLANDIĞI PAZAR GÜNÜ, SABAH 11.00 CİVARINDA BANA BİR TELEFON AÇMIŞ VE, "BEDİA, BUNU YAYINLADIN... VE BENİM GÖZÜM AÇIK GİTMEYECEK, SANA TEŞEKKÜR EDERİM" DEMİŞTİ... KEŞKE GİTMESEYDİ, ONA DAHA SORACAĞIM ÇOK SORU VARDI...
DÖNEMİN TANIKLARI İLE BİR 27 MAYIS RÖPORTAJI..
HALİT REFİĞ'İN SON RÖPORTAJI:


17 Şubat 1959'da Kıbrıs görüşmeleri için İngiltere'ye giden Adnan Menderes ve kurmaylarını taşıyan uçak inişe geçtiği sırada 'teknik bir arıza' sonucu düştü. 21 kişilik yolcu ve mürettebattan oluşan Türk heyetinden sadece yedi kişi kurtulabilmişti. Kazadan sağ kurtulanlardan biri de dönemin Başbakanı Adnan Menderes'ti. Başbakan, yurda döndüğünde havalimanında İsmet İnönü'nün karşıladığı Menderes'i coşkuyla karşılayan halk, sokakta neredeyse adak koyunları yerine çocuklarını kesecekti. Başbakan olarak gitmiş, Kıbrıs Fatihi olarak geri dönmüş ve bir kez daha halkın sevgisini kazanmıştı. Üstelik, nasıl ve neden düştüğü de bir muamma olan uçaktan sağ kurtularak bir politikacıdan ilah mertebesine yükselmişti. Halkın Menderes'in kurucusu olduğu Demokrat Parti'ye güveni artarken, Başbakan, Dışişleri Bakanı fatin Rüştü Zorlu ve Maliye Bakanı Hasan Polatkan'la birlikte Türkiye'nin açıklarını tespit etmeye başladı. Ülke, bir tarım ülkesi olarak, elinde bolca işlenmesi gereken ürüne sahipti. Fakat bunları işleyecek sanayi altyapıyı tanzim edecek para ve güçten çok uzaktaydı. NATO (Kuzey Atlantik Anlaşması Örgütü) Türkiye'nin tarım ülkesi olarak kalmasını istiyor, sanayi ülkesi haline gelmesine sıcak bakmıyordu. Çünkü sanayileşme, bağımsızlık demekti. Halit Refiğ'in deyimiyle "söz dinlemeyen bir adam" olan Menderes, gerekli parayı temin edebilmek için müttefiki ABD'den yardım istedi. Kore Savaşı'nda Türk ordusunun ADB askerlerine destek veren ve kritik noktalarda cankurtaran görevi görmesine rağmen istenen yardımı yapmadı. İşte 27 Mayıs'ı başlatan süreç de, bu üç siyasetçinin Türkiye'nin sanayileşme altyapısı için gerekli 300 milyon dolarlık bu paranın peşine düşmesiyle başladı. Yassıada'da mahkemeye çıkarıldığında hakkında 6-7 Eylül olaylarına müdahale etmemek, örtülü ödeneği zimmetine geçirmek, devlet radyosunu siyasi çıkarları için kullanmak ve anayasayı ihlal etmek gibi birçok suçtan dava açılmıştı. Daha önce kulaktan kulağa yayılan yeni bir tezi, Halit Refiğ ve Üner Kırdar ile konuştuk. Bu da Menders ve iki bakanın Moskova ilişkilerinin NATO tarafından onaylanmaması. Bütün bu süreci gerçek öykülere ve birinci ağızlardan yazılmış kaynaklara göre senaryolaştıran Halit Refiğ ile 27 Mayıs'ı ve Menderesler'i kimin öldürdüğünü, Üner Kırdar ise babası Lütfü Kırdar vasıtası ile tanık olduklarını HABERTÜRK'e anlattı.

Şeytan Aldatması'nı yazma fikri nasıl oluştu?

Hülya Koçyiğit 1994 yılında, bana Adnan Menderes'in eşi Berin Menderes'in hayatını oynamak istediğini ve eşi Selim Soydan da yapımcılığı üsteneceğini söyledi. Filmin senaryosunu yazmamı istiyordu. Sorun, mesleye tek taraflı bakmamaktaydı. Bu nedenle basılmış tüm kaynakları okudum, Hülya Hanım'ın Adnan Menderes'in oğlu Aydın Menderes ile yaptığı konuşmayı dinledim.Ancak sadece bir kitap olarak kaldı çalışmamız, filme çekilmeyeceğini sonradan öğrendik.

Senaryonun filmleştirilmesi neden mümkün olmadı?

Film uyarlaması aşamasına gelindiğinde, anlaşılan o ki, başlangıçta Hülya Hanım ve Selim Bey'i teşvik etmiş olanlar, daha sonra bu sözlerini yerine getiremediler. Ben pek şaşırmadım açıkçası.

Peki teşvik edenler, konunun içeriğini bilmiyorlar mıydı?

Elbette biliyorlardı ama konunun kendisi çok hassas. Bu aşamalarda ben yoktum ama bildiğim kadarıyla planlar tatbik edilemedi. Her yönü kamuoyuna yansımış bir konu değil. Adnan Menderes bu ülkenin tabularından biri. Her yönü ile konuşulamıyor, ne ki filme çekilsin.

Menderes ve kurmayları, nasıl bir ihtiyaçtan çıktılar yola?

O dönemde Türkiye'nin sanayileşmeye ihtiyacı vardı. Sanayileşmediği takdirde büyük sosyal patlamalar yaşayacaktık. 6-7 Eylül Olayları da bunun tipik bir tezahürüydü zaten. Ama Türkiye'de gerekli sanayileşme için ihtiyaç duyulan altyapıyı gerçekleştirecek yatırımın sermayesi yoktu. Bunun için burada hesaplanan bir altyapı sermayesi vardı. Bu sermaye de Menderes'lerin peşine düştüğü 300 milyon dolardı.

ABD'den istenen 300 milyon dolar bu altyapı çalışmaları için miydi?

Evet. Aslında 1959'da güvenlik konseyi seçimleri vesilesiyle Başbakan Adnan Menderes, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Maliye Bakanı Hasan Polatkan Amerika'ya gidiyor. Gitmişken o tarihteki başkan Roosevelt ile görüşüyorlar ve ondan bu 300 milyon Dolar krediyi talep ediyorlar.

Fakat ABD bu krediyi vermiyor...

Roosevelt bu kredinin neden istendiğini soruyor. Sanayileşme altyapısı için gerek duyduklarını söylüyorlar. Müttefik olduğumuz için de bunu ABD'den istemekte çekince duymadıklarını dile getiriyorlar. Fakat Roosevelt'in yanıtı, hayır oluyor. Türkiye'nin NATO ittifakı içinde bir tarım ülkesi olduğunu ve NATO'nun tarım ihtiyaçlarını karşıladığını hatırlatıyor. Bu kurulu düzeni bozmayın şeklinde bir reddediliş yaşanıyor.

Mendereslerin sanayileşmede ısrar etmesi hangi sonucu doğurdu?

Böyle bir kredi alabilecek tek bir güç kalıyor ortada. O da Sovyetler Birliği. Lütfü Kırdar, 1960 başında bir tıp kongresine gidiyor. Gitmişken de Sovyet yetkilileri ile bu kredi meselesini görüşüyor. Sovyetler'den kredi isteme fikri de Dışişleri Bakanlığı Ekonomik İşler Dairesi Başkanı Semih Günver'den çıkıyor. Fatin Rüştü'ye o dönemin Rus devlet başkanı Kruşçev'in ılımlı bir politika izlediğini anlatıyor ve kredi konusunda yardımcı olabilecekleri düşüncelerini paylaşıyor.

Fikir Fatin Rüştü'nün aklına yatıyor mu?

Tabi ve hemen sonrasında bunu Adnan Menderes'e açmak istiyorlar. Menderes de Türkiye'nin sanayileşmesi ihtiyacını yeniden gözden geçirerek Lütfü Kırdar'a bu görevi veriyor.

Neden Fatin Rüştü değil de Lütfü Kırdar?

Parayı Fatin Rüştü getirseydi, aynı sonuç, daha hızlı gerçekleşecekti. Lütfü Kırdar sevilen ve saygı duyulan ama hepsinden önemlisi daha çok tanınan bir diplomattı. Parayı kültür alanında isteseler, eyvah Sovyet kültürü getiriliyor denirdi. O yüzden sağlık alanı için istemek daha akıllıcaydı.

Altyapı için aldıklarını söyleyemezler miydi?

Stalin rejimi yüzünden Türkiye'nin Sovyetler ile 1937'de ilişkileri donduruluyor. Bu nedenle de oradan para almanın, ülkeye komünizmi mi getiriyorlar soruları ile de yüzleşmek anlamına gelecekti. Ülkenin satıldığı düşüncesi yayılabilirdi.

MENDERESLER VATANPERVERDİ

ABD'ye başkaldırmayı göze alarak bir vatanperverlik mi gösterilmiş?

Menderesler, kuşkusuz vatanperver bir hareket gerçekleştirdi. Çünkü Amerikan yardımı sayesinde Türkiye'ye traktör girmiş ve tarım alanları iyice açılarak bir kaynak fazlası ortaya çıkmış. Özellikle İstanbul gibi şehirlerin mahallelerinde yığılan gecekondulardaki hayat o bahsettiğimiz sosyal patlama için her geçen gün daha da yoğrulmuş.

Türkiye'nin sanayileşmesini tek istemeyen ABD mi o dönemde?

ABD derken, NATO'yu aklımıza getirmeliyiz. Türkiye'nin sanayileşmesi onu daha bağımsız bir hale getirecekti. Oysa tarım ülkesi olarak kalsa, sanayi ürünleri bakımından hep batıya bağımlı kalacaktı. Ekonomik bağımsızlığın güçlenmesi Türkiye'den başka kimsenin işine gelmezdi.

27 MAYIS NATO DARBESİDİR

NATO, o dönem ikinci en güçlü ordusunun 27 Mayıs darbesini gerçekleştirmesine bu yüzden mi sessiz kalıyor?

Benim bu konudaki keskin düşüncem, 27 Mayıs bir NATO ydarbesidir. NATO tarafından yapılmıştır. Darbeyi ilan eden Alparslan Türkeş de o akşamki konuşmasında, 'Biz NATO'ya bağlıyız' demişti.

Menderes bu olan biten içinde nasıl bir sona hazırlandı?

Menderes söz dinlemeyen bir adamdı. Ülkenin menfaati için kalkıp çare aramaya devam etti. Ama ABD, Türkiye'den en çok yardımı gördüğü o dönemde bile vefasız bir müttefik oldu. Bu da adım adım onları sona yaklaştırdı.

Türk halkı Menderes'ten nefret etti mi?

Hayır. Türk halkı ne o günde ne de bugünde Menderes'ten hiçbir zaman nefret etmedi. Sadece halka bazı şeyler anlatılıyordu ve birçok şey de eksik kalıyordu.

Batıdan görmediğimiz yakınlığı Sovyetler'den gördüysek, neden ısrarla batıya yöneldik?

Bizi batıyla nispeten dostluk kurmaya iten neden Sovyet tehdidiydi. Sovyet tehdidi ağır bastığında Türkiye'yi yanlarına kazanmak istediler. Fakat bunu yaparken de asla kendi biçtikleri değerden fazlasını vermediler. Kıbrıs meseleleri yaşanırken, Sovyetler'de rejim devam ediyordu. Ama ne zaman ki Ruslar rejimlerini değiştirdiler, bizim başımızda bir Kürt sorunu belirdi.

Bu 300 milyon Doların ABD'den alınması ile Rusya'dan alınması fark yaratır mıydı?

ABD'den de Rusya'dan alınsaydı da sonuç değişmeyecekti. Belki siyasi açıdan ABD'nin bizden talepleri olabilirdi ancak, Menderes o yolda canını verdikten sonra, aradığından fazlasını Süleyman Demirel temin etti.Demirel Rusya'dan aldığı kredilerle Aliağa Rafinerisi, Seydişehir Aliminyum Tesisleri ve İskenderun Demir-Çelik'i meydana getirdi. Bu üç temel altyapı, Türkiye'nin bugüne gelmesini sağladı.

DEMİREL PARANIN HAYRINI GÖRDÜ

Demirel, paranın hayrını görebildi mi?

Türkiye'nin kalkınması açısından görmüştür ama o da iki sefer darbe geçirdi. Neyse ki idama kadar gitmedi iş. Zincirbozan'la yetinildi. Dış ticarette sanayi ürünleri birinci sırada geliyorsa bunun köklerini bu dönemlerde aramak gerekir. Ama hiç kolay olmadığını da unutmamalıyız.

Bunların yaşanması gerekir miydi?

Bugün geldiğimiz noktaya bakınca, bunların yaşanması gerekliymiş diyebiliriz. Demirel değil de Ecevit başbakan olmuş olsaydı ya da herhangi başka biri gelseydi de bu doğal ihtiyacı görür ve uygulardı. Ülkenin gerçeği buydu.

Mendereslerin idam edilmesinin hakkı verildi mi?

Bugün Türkiye'de Menders, Zorlu ve Polatkan'ın idam edilmiş olmasını haklı gören kimse kalmamıştır sanıyorum. Adlarına havalimanları açılıyor, anıtlar dikiliyor, kimse de sesini çıkarmıyor.

Krediler istenirken, karşılığında Sovyetler'e ne gibi tavizler verilecekti?

Sovyetler'den kredi istenirken verilecek en büyük taviz, NATO'dan çıkmak olurdu. Fakat böyle bir talep ne Menderes zamanında ne de Demirel zamanında gelmedi.

MENDERES, ZORLU VE POLATKAN'I NATO ASTIRDI

Bu insanların boşuna idam edildiğini mi söylüyorsunuz?

Tam olarak bunu söylüyorum. Ayrıca benim kendi kanaatim her üçünün de katilinin NATO olduğudur. 27 Mayıs darbesini yapanlar, defalarca bizim NATO'ya bağlı olduğumuzu hatırlatarak bunu göstermiş oldular.

O dönem Menderes'in dolabından çamaşır çıkıyordu. Şimdiyse Ergenekon'dan yargılananların dolaplarından da silah, para çıkıyor. Arada benzerlik var mı?

Ciddi bir tutanak olmayınca bu tür şeylere başvuruluyor. O dönemki çarpıklıkların bugün en tipik örneği Ergenekon. Bu laf yüzünden, çok değer verdiğim, Türkiye için hizmetlerini, vatan sevgilerini bildiğim dostlarım şu anda yargılanıyor. Mehmet Haberal ne yapmış, Mustafa Özbek ne yapmış, bana bir anlatın.

O GECE NE OLDU? // ÜNER KIRDAR


Semih Günver, dönemin Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu, sanayileşme altyapısı için ihtiyaç duyulan sermayenin Rusya'dan alınabileceğini söylediğinde, Zorlu derhal bu fikri Başbakan Adnan Menderes ile paylaştı. O sıralarda, diplomatlığa yavaş yavaş adım atan, Büyükelçilik ve Birlemiş Milletler Kalkınma Fonu Danışmanlığı yapan Üner Kırdar, babası Lütfü Kırdar'ın Moskova görevini aldığı akşamı HABERTÜRK'e anlattı. "Akşam işten eve geldiğimde, evde bir hareketlilik vardı. Annem ve hizmetliler evde telaş halinde koşturuyor, babam sağa dola yapılması gerekenleri anlatıyordu. Fatin Rüştü babamı aramış,. Sayın Başbakan'ın kendisiyle görüşmek istediğini iletmişti. Babam derhal hazırlanıp, Başbakanlık konutuna gidebileceğini söylemişti. Zorlu, buna gerek olmadığını belirtmiş, Başbakan'ın yani Menderes'in bir viski içmek ve evimize misafir olmayı tercih etmişti. Babam bizi üst kata gönderdi. Alt katta yalnız onlar kalmıştı. Babama Ankara'nın en iyi profesörlerinden oluşan bir heyetle için Moskova'ya bir tıp kongresi için gideceğini ve bu sırada da ülkenin ihtiyacı olan sermaye için devlet yetkilileri ile görüşeceğini söylemişlerdi. Babam memnuniyetle kendisine verilen bu görevi kabullenmiş ve birkaç gün içinde hazırlıklarını tamamlayıp, 1960 Ocak ayında heyetle birlikte Moskova'ya gitti. Orada Stalin'in mezarını ziyaret etmişler, babam soğuktan kalp spazmı geçirmiş fakat 10 gün süren görüşmelerin olumlu geçtiği müjdesiyle dönmüştü. Bunun üstüne Adnan Menderes, Moskova'ya gideceğini Nisan ayında açıkladı. 27 Mayıs'ta ise darbe gerçekleşti. Yassıada'dan çıktıktan üç ay sonra ölen babamın anneme vasiyeti, Üner siyasete girmesin olmuştu."

Kaynak: http://www.haberturk.com/blog/bedia-ceylan-guzelce/745922-menderesi-nato-astirdi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder
Önceki mesajları göster:   
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> SİNEMA-TV-TİYATRO Tüm zamanlar GMT
1. sayfa (Toplam 1 sayfa)

 
Geçiş Yap:  
Bu forumda yeni başlıklar açamazsınız
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz
Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız


Powered by phpBB © phpBB Group. Hosted by phpBB.BizHat.com


Start Your Own Video Sharing Site

Free Web Hosting | Free Forum Hosting | FlashWebHost.com | Image Hosting | Photo Gallery | FreeMarriage.com

Powered by PhpBBweb.com, setup your forum now!
For Support, visit Forums.BizHat.com