EntellektuelForum Forum Ana Sayfa EntellektuelForum

 
 SSSSSS   AramaArama   Üye ListesiÜye Listesi   Kullanıcı GruplarıKullanıcı Grupları   KayıtKayıt 
 ProfilProfil   Özel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapınÖzel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapın   GirişGiriş 

İstanbul; emeğin yağması kamunun talanı

 
Bu forum kilitlendi: mesaj gönderemez, cevap yazamaz ya da başlıkları değiştiremezsiniz   Bu başlık kilitlendi: mesajları değiştiremez ya da cevap yazamazsınız    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> AHLAKÎ DÜŞÜNCELER
Önceki başlık :: Sonraki başlık  
Yazar Mesaj
Ekim



Kayıt: 21 Arl 2007
Mesajlar: 2634
Konum: Kanada

MesajTarih: Cmt Eyl 19, 2009 1:53 am    Mesaj konusu: İstanbul; emeğin yağması kamunun talanı Alıntıyla Cevap Gönder

Nihal Kemaloğlu nihal.kemaloglu@aksam.com.tr
İstanbul; emeğin yağması kamunun talanı

İkitelli ve Halkalı'da etkili olan sel, 'imaj kent' İstanbul'un' zeminindeki balçığı gösterdi. Sınırlı bir alandaki afete bile müdahale edemeyen ve güvenlik sağlayamayan bir metropol vardı karşımızda.
Kıpırdayamayan, ağır, hantal yerel yönetim, 'küresel ısınmayı' suçluyordu.
Anladık ki; yıllardır İstanbul'u rehin alan büyük ve arsız organizma neoliberalizm şehri çoktan yutmuştu...
Araçlarda boğulanlar, çamur basmış yerleşim ve sanayi alanları, toprağa ve suya karışan kimyasal atıklar, ilkel kurtarma çalışmaları, çamurlu malları kapan 'sırnaşıklık ve arsızlık', nasıl kırılgan bir noktaya varıldığının ispatıydı.
Şehir sadece altyapısal, kriz yönetimi olarak değil, sosyal yapı olarak da çökmüştü.
En küçük bir tetiklenmede kaosu başlatacak bütün koşullar meğerse hazırmış!
Neoliberalizmin gücü şehri ve insanlarını dümdüz etmişti.
Toprağı kalmayan çamurkentte toplum olabilmenin bütün zamkı da bitmişti.
Sele kapılan malları naylon torbalara dolduranların görüntülerinde' yıllardır rantla yönetilerek yağmalanmış' bu şehre çok acı uyarılar vardı..
Esas yağmanın eriyen sosyal doku olduğunu kimse anlayamıyordu.
Yedi işçi kadının cesetleri kaldırım üzerinde yatarken yolun karşısında ellerindeki mallarla kaçışanları izledik.
Bir tanesi elindeki ütüyü şöyle açıklıyordu: 'Burası kamuya ait değil mi?'
Sahi 'kamu' artık böyle bir anlamdı ortak zihnimizde 'beraber talan edeceğimiz alan'.
Kamu kaynaklarının ve imkanlarının talanı belli ki dikkatle gözlenmişti.
Sosyal devletten ve sosyal haklardan yalıtılmış bir ülkede kamunun çağrışımı buydu!
Çürümüş sosyal sistemin kurbanları ya ölü ya da suçlu haline geliyordu.
Çanak çömlek toplayanların başka şehirden geldiği açıklaması 'neyi aklıyorsa', kadın işçilerinin hayatını kaybettiği yük minibüsünün sadece o gün için kullanıldığı yalanı da 'o'nu aklıyordu'.
Mal taşınan minibüste pekala işçi taşınırdı. Hanidir 'emek' alınıp, satılan, kiralanan bir mal bu piyasada.
Ölünceye dek kimsenin merak etmediği 'penceresiz hayatların' sahipleri kadın tekstil işçileridir.
Tekstil sektörünün en ucuz işgücüdür.
Sendikasız, güvencesiz, iradesiz, sessiz bir mala dönüşen kadın işçiler çöküntü semtlerdeki merdiven altı ekonomisini var ederler.
Ünlü tekstil markalarının 'özgür kadına' yönelik reklamlarının 'ikiyüzlülüğünü' tekstil kadın işçilerinin çalışma koşulları ele verir...
Maliyetleri düşüren, karlılığı körükleyen ve sosyal hakları yıkan neo-liberalizm İstanbul'da şahlanır.
Zorunlu göçle İstanbul'a gelmiş kalabalık ailelerin kızları vasıfsız, ucuz emeğin özneleri olur.
Sonra penceresiz yük minibüsüne binerek yoksulluğun mahallelerine dönerler.
Şehri görmezler, bilmezler. Bildikleri, apartman altlarında havasız, karanlık dokuma atölyeleridir .
Emeğin yağması, kamunun talanı için İstanbul büyük merkezdir.
İstanbul 'varaklı kamuflajını' düşürünce, tenekeden çatma, çamurdan yapma metropol varoş olduğunu gördük...
İçindeki bütün gettocukları yutacak 'büyük gettonun' gelişinin işaretlerini de duymuyor henüz.


Nihal Kemaloğlu nihal.kemaloglu@aksam.com.tr
İstanbul batarken!

Şehir bazen cehennemin kendi olur. Çünkü insanlar şehri bir cehennem tasarımında inşa etmişlerdir.
Metropolde yaşıyor olmanın emniyetsizliğine apansız bir sabah yakalanırsınız.
Otoyolda giderken dört metreye varan selle bir anda sarılıverirsiniz.
Akıntının kuvvetiyle savrulurken ve o an nasıl güvensiz bir şehirde yaşadığınızı anlarsınız.
TIR'ların sürüklendiği otoyol altınızdan sökülür, şehir biter ayaklarınızın altında.
Artık şişme botlara kalmıştır kaderiniz, helikopterlerin ne kadar ağırlık taşıyacağı ve vinçlerin çekim gücü belirler hayatınızı.
Canınız 'sınırlı kurtarma' olanaklarıyla sınırlıdır.
Derin ve ağır farkındalığı böyle zamanlarda tecrübe edilir.
Nasıl 'yaşanamaz bir yeri' şehir sandığınızı da anlarsınız!
Ceset torbaları gelmeye başlamıştır bile...
Siz o tekstil atölyesinin kapısında sel sularının bastığı servisteki yedi kadından biri olabilirsiniz.
Camları bulunmayan, adına servis denilen metalik bir tabutta olabilirsiniz
Çatıların, arabaların üzerinde mahsur kalmış İstanbullular neler düşündüler acaba?
Büyük bir çukura çevrilen İstanbul böyle bir felaketi epeydir bekliyordu.
Çünkü İstanbul bir sel çanağı olarak yapılandırılmış, aynı zamanda deprem bölgesi olarak sereserpe yayılan bir şehrimizdir.
12 milyon insanın yaşadığı İstanbul gitgide 'cehennemin öteki adı' oluyor.
İstanbul'u sel aldı klişesine artık biz de teslim olmayalım.
Şehir planlamacılarının ve Mimarlar Odası'nın yıllardır süren uyarılarına karşın rant şehri olmaya devam ediyor İstanbul.
İnanılmaz bir yapılaşma yaşıyan bu kent sahiden planlı mı?
Sağanak yağışı emecek toprağın ekolojisi kalmadığından söz ediliyor.
Kurutulan dere yataklarının üzerinden otoyollar geçiyor.
Denize ulaşamayan yağmur suyunun sızacağı toprak da bataklık da kalmamış!
Biriken su akıntı gücüyle binaları, yolları önüne katıp ilerlemeye çalışıyor.
Yüzde 70'i kaçak yapılandırılmış İstanbul yağmur sularını drenaj sistemini kanalizasyona vererek bertaraf edildiğini geçmiş sellerden biliyoruz..
Doğa bilgisiyle hayata tutunabiliriz, bilimin ölçümleri yaşam mekanlarını kurar.
Bu bilgileri yok sayan, su havzalarını, dere yataklarını betonlaştıran 'zihniyet' bunu felaket olarak niteleyecektir.
Üstüne üstlük 3. köprünün planları yapılırken, bölüşümü hesaplanırken...
Sosyal devletin gereği olan afet, imar, şehircilik ve yapı denetim yasalarının mahiyetini kavramayan ama açgözlü kentsel dönüşüm projelerine saplanan anlayış bu defa sahiden sorgulanmalıdır.
Siyasi ve ekonomik rantın insan güvenliğini yok saydığı yapılaşmaya karşı doğanın intikamına tanık oluyoruz.
Doğa kendi dengesinin bozulmasını affetmiyor son tahlilde.
Büyük plazaların, geniş otoyolların yer aldığı İkitelli'nin ve Basın Ekspres yolunun nasıl bir tıkaç olup girdap merkezine döndüğünü izliyoruz.
Bu 2 bin 700 yıllık şehrin tarihindeki 'en büyük sel felaketi' ifadesi bile içinde nasıl bir çelişki taşıyor.
Kadim İstanbul sele karşı 'bilge şehircilik bilgisiyle' duruyor, depremlerde durduğu gibi.
Toprağı bitmiş bir kentin yağmuru bile anafor olup insanları yutuyor.
İstanbul batıyor, sulara gömülüyor, insanlar umutla kurtarılmayı bekliyor..
Belediye Başkanı 'tedbirsizliğin sonuçları' diyor.
Kimin tedbirsizliği Sayın Başkan 'iş yeri servisinde hayatını kaybeden yedi kadının tedbirsizliği mi?'
Yoksa Ayamama deresinin yanında bulunan garajdaki TIR'larda boğulan şoförlerin tedbirsizliği mi?

Akşam
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder
Önceki mesajları göster:   
Bu forum kilitlendi: mesaj gönderemez, cevap yazamaz ya da başlıkları değiştiremezsiniz   Bu başlık kilitlendi: mesajları değiştiremez ya da cevap yazamazsınız    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> AHLAKÎ DÜŞÜNCELER Tüm zamanlar GMT
1. sayfa (Toplam 1 sayfa)

 
Geçiş Yap:  
Bu forumda yeni başlıklar açamazsınız
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz
Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız


Powered by phpBB © phpBB Group. Hosted by phpBB.BizHat.com


Start Your Own Video Sharing Site

Free Web Hosting | Free Forum Hosting | FlashWebHost.com | Image Hosting | Photo Gallery | FreeMarriage.com

Powered by PhpBBweb.com, setup your forum now!
For Support, visit Forums.BizHat.com