EntellektuelForum Forum Ana Sayfa EntellektuelForum

 
 SSSSSS   AramaArama   Üye ListesiÜye Listesi   Kullanıcı GruplarıKullanıcı Grupları   KayıtKayıt 
 ProfilProfil   Özel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapınÖzel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapın   GirişGiriş 

Ahmet Kaya

 
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> MÜZİK
Önceki başlık :: Sonraki başlık  
Yazar Mesaj
Ekim



Kayıt: 21 Arl 2007
Mesajlar: 2634
Konum: Kanada

MesajTarih: Cmt Oca 03, 2009 8:08 pm    Mesaj konusu: Ahmet Kaya Alıntıyla Cevap Gönder

Ahmet Özcan
Açık Mektup: Ahmet Kaya

TRT Kürtçe yayın vesilesiyle Ahmet Kaya'da gündeme geldi. 2004 yılında ona yazılmış açık mektubu tekrar yayınlıyoruz. (haber10)

"HOŞÇAKAL GÖZÜM"

"..birer yolcuyduk aynı ormanda kaybolmuş
aynı çıtırtıyla uyanan birer serçe
hep aynı yerde karşılaşırdık tesadüf bu
birer tomurcuktuk hayatın kollarında
birer çiğ damlasıydık
bahar sabahında gül yaprağında
..hiç yoktan susturuldu şarkımız
..göğsüm daralıyor yüreğim kanıyor
olmasaydı sonumuz böyle.."

Yusuf Hayaloğlu


Sevgili Ahmet Kaya,

Seni kaybedeli kaç yıl oldu, bilmiyorum. Açıkçası ömrünün o son deminde garip bir yabancılaşma girmişti aramıza. Hiç tanışmadık, konuşmadık ama bil ki -son yılların hariç- aynı takım yıldızının uçarı çocuklarıydık.
Vefat haberin geldiğinde, içimde bir şeylerin koptuğunu, derin bir sızı hissettiğimi itiraf etmeliyim. Sana mı üzülmüştüm, "biz"e mi, hazin sonuna mı yoksa bütün bir ülkenin içinde bulunduğu akıl tutulmasına mı, hatırlamıyorum. O gece, sanırım sabahın üçüydü ve istanbul'un büyük caddelerinden birinde yürürken, şu el arabasında kaset satan kürt gençlerden birine rastlamıştım. Senin kaseti teybine takmıştı ve son sesini açmıştı. "Başkaldırıyorum" çalıyordu, ardından "Bugünde ölmedim anne","Kum gibi", "Acılara tutunmak", "yüreğim kanıyor"... Yarım saat kadar ona uzaktan eşlik ettim. Hüngür hüngür ağlıyordu ve eminim bu halde sabaha kadar dolaştı. Ahmet Kaya ölmüştü, ölmeye zorlanmış ve yenilmişti, öyle mi? Emin değilim.

Bir süre sonra Karadenizli oldukları anlaşılan bir grup genç, arkadaşlarını askere gönderme "şenliği" yaparken, o şaşırtıcı şizofrenilerden birine tanık olmuştum. Gençler önce horon tepmiş, ardından Tarkan şarkıları eşliğinde dans etmişlerdi. Sonra… yorulup yere çömelerek neredeyse bir saat boyunca Ahmet Kaya'dan söyleyip, sigara içmişlerdi. Sen, tam da öldürüldüğün yerde yaşıyordun. Bütün ülkeye, her kesime, her sınıfa, etniğe, mezhebe, yaşa, mesleğe malolduğun anda "tehlike" olmuş, manşetlerden hedefe konmuştun ya, işte tam oradan türküler söylemeye devam ediyordun. Yüzlerce yıldır olduğu gibi bir kez daha aramızdan birini "kurban" vermiş, sonrada sessizce üzülmüştük. Öldüğün günlerde bile senin şarkıların tüm tv ve radyolarda adeta sansüre uğrayarak çalınmamıştı ya, seni kurban olarak seçenlerin, 'biz'im dinleyeceğimiz türküleri dahi seçecek kadar her şeye görünmez bir şekilde dahil olduğunu anlamıştık.
İşte bu sahnelerden sonra sana mektup yazmayı kafaya koydum. Çünkü; mağdurların trajedisi, son derece sıkıcı bir filme benziyor artık. Bu filmi tekrar izlemek istemiyoruz.

Mark ve Engels; ünlü manifestolarında, "Burjuvazi, bütün ulusları acı içinde yok olma pahasına, burjuva üretim tarzına uymaya zorlar. Onları kendisinin uygarlık dediği şeyi içlerine almaya, yani bizatihi burjuva olmaya zorlar. Tek kelimeyle burjuvazi kendi imgesine bakarak bir dünya yaratır." Diyorlar.
El hak, bizim Lümpen bürokrat-burjuvazi de, yarattığı kendisine benzer dünyaya, "biz"i devşirerek kabul etme lütfü bahşediyor. Tepeden tırnağa kir ve çürümüşlükten ibaret olan bu düzen(ek)de devşirilme ya da dışlanma dışında bir alternatif bırakmıyorlar. Biz'e de bu oyunun dışında durmak düşüyor. Hani 1995'teki büyük Paris grevinde işçilerin dağıttıkları bildiride denildiği gibi: "Toplum para üzerine kurulduğu müddetçe, bizim hiçbir zaman yeterli paramız olmayacak."

Sevgili Ahmet,
Sen işte bu "biz"im, sesimiz, tınımız, türkümüzün yorumlarından biriydin. 'Acılar içinde yok olmaya zorlananların' bestelerini yapıyordun. Davasına bir aşık gibi bağlananlar, aşkını ideallerine kurban edenler, aşağıdan bakışın bilincinde olanlar, tutunamayanlar, başaramayanlar, kazanamayanlar, senin şarkılarında dile geldi. Konuştu, haykırdı, ağladı yıllar boyu… 1980'li yıllarda, 12 Eylül'ün öncesi ve sonrası travması seni, Özalizm'in transformasyonu Sezen Aksu'yu doğurmuştu ve "biz" her ikinizi de sevmiştik. Hem birbirinizi karşılıklı olarak ima ediyor, hem örtük bir şekilde dışlıyordunuz. Sen, karabudun'un protest ağıtlarını, Sezen ise akbudunun konformist sancılarını yansıtıyordu. "Bir yanımız yaprak döker, bir yanımız bahar bahçe"ydi. Biliyorsun şimdi, yanımız yönümüz kalmadı artık. Sezen, kendisini küçük parçalar halinde dağıtarak öldürdü. sezen'den doğan 'popstar parçacıklar', O "parçalanmamış" Sezen'deki 'biz'e dönük rafine aşkın ağıtları yerine, 'entertainment' endüstrisinin yapay gürültüsünü yayma görevini üstlendiler.


Sen ise, anlaşılmaz bir şekilde, hala anlayamadığım bir şekilde adeta 'intihar ettin'. Ölmeden önce yaşadığın o 'biz'e yabancılaşma süreci her ne ise, seni kişiliğinden beslenen sosyal ve ideolojik hatalara sürüklemişti. Aslında, galiba, seni de Sezen'i de vareden psiko-politik dönem kapanmıştı, nesnel temelleriniz tükenmişti.

Peki, başka türlü bir süreç yaşanamaz mıydı? Başka bir final tasarlanamaz mıydı acaba? Bilemiyorum, belki olması gereken oldu. Ama yine de içimde ikinize, özellikle de sana karşı bir kızgınlık, küskünlük var. Çünkü sizin bu son'unuz, benim için, bu toplumun, ülkenin, "biz"im son yaşam belirtisinin sonu gibi geldi hep. Bu nedenle tedirgin ve karamsarım. Ahmet Kaya ve Sezen Aksu yoksa, bir kuşağın yaşamsal harmonisi durmuşsa, ne var peki? Kavgalar, acılar, sancılar, uğruna ölünesi aşklar yoksa, kavuşamama, kavuşup kaybetme, kaybettikçe olgunlaşma yoksa, ne var?
Çürüme tabii ki!.. Acılar ve hüzünlerle arınma bitince, kir birikir ve "biz" sizden sonra tam da bu durumdayız işte. Senden sonra, "iyi ki ölmüşüm" diyeceğin günler yaşadık, yaşıyoruz. Daha kötü günleri de bekliyoruz ve siz artık yoksunuz. Sanatçılarımız yok, şairlerimiz, edebiyatçılarımız, türkülerimiz, dil'imiz, tınımız yok artık. Savunmasız ve 'ses'siz durumdayız. Ne ruhlarımızı yatıştıran bir isyan, ne bozkırlarımızı yeşertecek gözyaşımız kalmadı. O herşeye ve herkese meydan okuyan kavga ve aşk, o mağduriyetten mağrurluk üreten eda, o hüznü asalete dönüştüren tavır, o büyük insan trajedisi yok artık. Küçük ihtirasların büyük örgütlenmeler çıkardığı ve bunun "herkes" tarafından ayakta alkışlandığı bir garip komedinin tedirgin seyircileriyiz şimdi.

Sevgili Kaya,
Sana neden kızgın ve küskün olduğumu merak ettin, biliyorum. Açıklayayım: sana kızgınım, çünkü sen de yol'un sonunu getiremedin. Küskünüm çünkü, son yıllarında "biz"i bırakıp, aramızdan bazılarına türkü söyler olmuştun.
Bizim aşamadığımız yapısal eksikliklerimizden biri de sevgili Kaya, başarıyı taşıyamamak. İktidarı, mülkü, parayı, şöhreti, makamı, mevkiyi zar zor elde edip, elde tutamamak. Onlardan yeni bir dünya kuramamak, sürekli ve kalıcı inşaatlar yapamamak. Başarmak ama başarıyı kurumsallaştıramamak. Sen, kendi alanında çok önemli birşey başarmıştın. Olmayan bir müzik türüyle olanı anlattın, dişinle tırnağınla, yüreğinle ve yeteneğinle yükseldin, yayıldın, yerleştin. Hep olduğun gibiydin ve hep olmak istediğinin peşindeydin.
Sonra…! Sonrası yok işte… Daha rafine, daha kuşatıcı, daha kalıcı olana dönüşmek yok. Sanki bilinçaltlarımıza yerleşmiş bir "zirve" varsayımımız var ve "Biz" hep o zirveye "Çıkma", hastalık düzeyinde "Zirve"ye ulaşma güdüsü ile davranıyoruz. Gerçekte öyle bir zirve yoktur. Egemenlerin ürettiği ve bize de kabul ettirdiği bir yanılsama vardır. Zira kendilerinin tepemizde olduğuna ve bize yukardan baktıklarına, bir şekilde hepimizi inandırmışlardır. Gerçekte, onların bizden aşağıda olduklarını; iktidarın, paranın, mülkün, şöhretin -eğer bir etik amacı yoksa- esasen içine girdiğini düşkünleştiren, eline ulaştığını aşağı çeken, hükmettiğini bozan, çürüten bir insan-altı güdü olduğunu unutmuşuzdur. Çaresizliğimiz, mülksüzlüğümüz, güçsüzlüğümüz, biz'i bu katlanılabilir mecburiyetleri yüceltmeye zorlar. Onlardan oluşan bir düzeni, tek gerçek düzen olarak "kavrar", herşeyimizi o düzeni ele geçirmek, içine girmek, bir benzerini yaratmak üzerine ayarlarız. O zirve zannedilen yere "düşen" bazı insanlarımız, oranın ne tür bir çukur olduğunu çabuk anlar ve bir tür yalnızlaşma sürecine girer. Orası zirve değildir ve çıkacak bir yer yoktur. Orası "biz"e uygun bir yurt değildir. Bu hayal kırıklığı, hala içinde biz'den birşeyler taşıyanları çırılçıplak bırakır. Sen işte onlardan biriydin Ahmet Kaya… Bu yalnızlığı yaşadın ve yalnız öldün. Bu "zirve" sandığın yerden geri dönüp, ikinci bir hayatı, kalıcı olanın, evrensel olanın, tarihsel olanın üretilmesine dönük bir ikinci "exodus"u, yani büyük çıkışını yapabilirdin. Sen bunu yapabilecekken yapmadığın için, etrafını saran küçük zirve düşkünlerinin ideolojik ve etnik kuşatmasına teslim oldun ve hazin sonu yaşadın.


Başarıyı elde tutmak, iktidarın, mülkün, paranın, şöhretin sahibi, efendisi olmak, kalıcı ve köklü olmak, büyük insanların işi… sen o insanlardan biriydin, eminim. Ama sanıyorum "zirve yanılsaması" seni de yol'dan çıkardı. Belki etrafındaki küçük insanların yönlendirmesi, belki başka bilmediğim bir neden, yol'unun mantıki sonucuna yürümeni engelledi. Orada kalman için Yol'a çıktığın gibi devam etmen yeterliydi, sen zirvede kalmanın paniğiyle popülizme prim verdin. Yanlış anlama, ölmeden önceki o kürtçe türkü olayından bahsetmiyorum. O konuda senden çok ilerde laflar edildi, mesafeler alındı. Zaten o mesele adalet ve vicdan açısından bir sorun bile değildi, biliyorsun. Diğer bir çok konu gibi etnisite temelli gündemlerde, görünenin gerisinde, milleti o zirve kumpasına sokarak sahte bir kavganın tarafı yapıp dövmenin malzemelerinden biriydi. Çanakkale, Filistin, Sarıkamış dağlarında yatan dedelerimizin kar altındaki naaşları, kürt yada türk değil, 'Biz' olarak uyuduğu sürece o konuda sorun yok, bundan eminiz. Etrafını kuşatan etnikçi marjinaller, zamanla bu milletin mensubu olmanın etnisitenin ötesindeki manalarının idrakine yeniden varacaklar. Varamayanlar ise kendi dar etnopolitik çukurlarında heder olmayı sürdürecek. Bu çukurun militanları değil, sevgili kaya, asıl sorunumuz, kendisini bu ülkenin sahibi zanneden oligarşik elitlere bizim de o vehimle davranıyor olmamızdır. Onları iktidarın, ekonominin, dış politikanın, kültürün, sanatın ve müziğin zirvesinde 'görmemiz'. Zirvede olan biz'iz Sevgili Kaya. Zirve biz'im "biz" olarak durduğumuz yerdir. İyi, doğru ve güzel olan, bizimle yaşar. Haklı ve meşru olan "biz"iz. Yüksekte duran, sağlıklı olan, temiz olan "biz"iz. Senin müziğin onların o sahte müzik zirvelerini paramparça ederek hepimizle buluşmuştu, biliyorsun. Demek ki, biz doğru ve iyi bir iş yapınca, karşılıklı vehimlerden oluşan balonlar uçup gidiyor.


"Onların" düzeni, ne özenebileceğimiz ne de içine girebileceğimiz bir düzen değildir. "Onlar", bizden çaldıklarını bize karşı kullanmanın, bize yukardan bakarak bizi aşağılık kompleksine sokmanın, bizi yanıltmanın şeytani formülü dışında hiçbirşeye sahip değiller. Bizim dedelerimizin komutanlarını bizi dövmenin sembolü yaparlar, bizim babalarımızın emeğiyle döşenen demirağlarını bize sövmenin marşı yaparlar, bizim vergilerimizden çaldıklarıyla yapıp ettiklerinden, bizi aşağılamanın "yaşam tarzı"nı üretmişlerdir. Biz ise biteviye onlara özenir, onlara yalakalık yapar, onların gözüne girmeye çalışırız. Onların onayını alınca sevinir, onlar "gibi" davranmayı deneyince övünürüz. Bu nedenle hep "kazandıkça kaybederiz."


Seni, işte bu kompleksi olmayan bir sanatçımız olduğun için sevmiştik. Sadece Kürd'e,Cumartesi annelerine, aleviye değil, başörtülüye, cuma annelerine de sahip çıkmış, yani "biz"im, hepimizin, tüm milletin olmuştun. Hepimiz sende birşeyler bulmuş, heryerde türkülerini dillerimize yerleştirmiştik. Keşke, bu yol'un sonuna kadar gidebilseydin. Keşke, biz'i heyecanlandıran, arındıran, eğiten daha rafine daha derinlikli besteler yaparak finale erseydin.Keşke bir ekol, bir okul olarak senden sonra bile devam edecek çağdaş bir Pir Sultan, Karacaoğlan figürüne dönüşseydin. ..keşke…

Sevgili Kaya,
Aslına bakarsan, senden sonra "suret-i haktan" görünen bir yeni çürüme ve hatta parçalanma sürecinin içine girdiğimiz için, sen "o eski güzel günlerin" hatırlatıcısı olarak daha fazla "anlam" kazanıyorsun. Bu küçük insanlar ülkesinde küçük sanatçı müsveddelerinin yaydığı kirden korunmak için, sana daha çok kulak vereceğiz. Ruhlarımızı diri tutmak, kavgalarımızı unutmamak, yaşamsal harmoniyi kaybetmemek için sana ihtiyacımız var. "Çukura inenler"den mayası temiz kalanların çıkıp geri geleceği günlere kadar, bu çürümüş düzeni topyekün değiştirip, insanımızı yüceleştiren, herkesi yeteneği ve emeğine göre muktedir kılan, mülk, para, şöhret ve makamların efendisine dönüştüren özgürlük ve adaletin büyük ülkesini inşa edene kadar, seni dinleyeceğiz. Çocuklarımıza da seni dinlemeyi öğreteceğiz. Sen işte bu "dava"nın simgelerinden biri olarak, daima türkülerini söyleyeceksin. Biz, işte o günler için ve o günlere kadar, sana elveda demeyeceğiz. Sana sadece hoşçakal diyeceğiz… "kendine iyi bak, bizi düşünme, su akar yatağını bulur"…
Hoşçakal gözüm…

ahmetozcan1@yahoo.com

Annesinin linç ettiği bir çocuk: Ahmet Kaya
Mehmet Kenan Kaya
(mehmet.kenan@aksam.com.tr)


Onu ilk kez, Harbiye Açıkhava Sahnesi'ndeki bir resitalde izledim. 12 Eylül'ün üzerinden 6 yıl geçmiş, ama hiçbir şey geçmemişti. Taş sıralarda bir avuç seyirci, merdivenin iki yanında yüzlerce polis...

Ve sahnede sakallı, orta boylu bir adam.

Nazım Hikmet'in, Attila İlhan'ın, Ülkü Tamer'in, Hasan Hüseyin'in şiirlerinden şarkılar söylüyordu.

2 yıla 4 albüm sığdırmış ve bir anda sol'un yeni sesi olmuştu.

15 yaşındaydım ve Radyoevi'nin önünden geçerken, köşedeki polisin beni çevirmesinden korkuyordum. Çünkü ekip otosunun içi resitalden çıkanlarla doluydu. Suçu Ahmet Kaya şarkılarını dinlemek olan insanlarla...

Sonra...

Peş peşe öteki albümleri çıktı Ahmet Kaya'nın.

Entelejensiya önce sahip çıkar gibi yaptı. Sonra fazla yerel ve arabesk bulup reddetti: Bu genç ve öfkeli Malatyalı, hem çok arkaik hem fazla popülistti. Üstelik 'mavi'nin 'a'sını kısa söyleyecek kadar 'öteki'...

Ama az rastlanır bir yanı olduğu da görmezden gelinemedi: 1 Mayıs 1977'de ölümle burun buruna gelen, 5 arkadaşının cesediyle Taksim Meydanı'nın ortasında kalakalan, en yakın dostlarını 12 Eylül işkencelerinde kaybeden o çocuk, bütün o travmalara ve üzerindeki büyük baskıya rağmen hala çok cesurdu.

Evet; belki müziği arkaik, diksiyonu bozuk ve daha bir sürü şeydi ama... Öfkesi de, şarkıları da sahiciydi.

Albümlerinin yüz binlerce satması, bekar odalarında, mahalle aralarında çalınması; 5 vakit namazındaki teyzelerin onu dinlemesi de bu yüzdendi belki...

Ahmet Kaya, sosyalist kimliğini, protest müziğini öte bir yere taşımış, sanki bir sihirle onu aşmış ve bir halk figürüne dönüşmüştü.

'O mahur beste çalar, Müjgan'la ben ağlaşırız'daki alaturka keder de, 'İçimde ölen biri var'daki teslimiyet hissi de açık yarası kanayan, kafası karmakarışık halkı kuşatıyordu. Onu, sağı da, solu da, başı da kıçı da dinliyordu artık.

Ama çok tuhaf bir şey daha vardı:

1957 Malatya'da, Kürt bir baba ile Türk bir annenin 5'inci çocuğu olarak doğan, yoksulluk içinde büyüyen, hayatta kalmak için sadece bağlamasına tutunabilen o adamı halk seviyor, ama sevdiğini söylemiyor, ciddiye almıyormuş gibi davranıyor ama ciddiye alıyor, tehlikeli bulmuyor ama tehlikeylimiş gibi davranıyordu. O, halkın çocuğu; ama dışlanmış ve yalnız bir çocuktu.

Ve galiba, şarkılarındaki tekil söylemin, kaybetmişlik vurgusunun, sığınma isteğinin, anne imgesindeki abartının nedeni de buydu.

Ve bir gün...

12 Şubat 1999'da, Magazin Gazetecileri'nin törenine katıldı. Sahneye çıktı, ödül için teşekkür etti ve Kürtçe bir klip çekmek istediğini söyledi.

Evet, sadece bunu...

Ve o anda... Bir linç harekatı başladı.

Çatallar kaşıklar havada uçuştu.

Öfkeli kalabalığın arasından sıyrılan bir kadın magazinci 'Sünnetsiz pezevenk' diye bağırdı.

Serdar Ortaç, 'Bu devirde kimse padişah değil' şarkısını değiştirerek 'Atatürk yolunda Türkiye! Bu vatan bizim, ellerin değil' diye haykırmaya başladı.

Yetmedi, Reha Muhtar öncülüğündeki protestocu grup '10. Yıl Marşı'nı söyledi. 'Hastir çekilmişim yani kendi öz yurdumdan' dediği şarkıdaki gibiydi her şey...

O da şarkının devamında söylediğini yaptı ve öz yurdundan 'çekip gitti'...
Sonrası malum: 16 Kasım 2000 sabahı Paris'teki evinin koridoruna yığılıverdi. Kalbi durdu ve 43 yıllık kısa ömrü sürgünde sona erdi.

Önceki gün, Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, TRT'nin Kürtçe yayınını değerlendirirken bence siyasi kariyerinin en önemli açıklamalarından birini yaptı ve 'Ahmet Kaya'nın suçu neydi. Kürtçe albüm yapmak istediğini söyledi. Ülkemizi terk etmek zorunda kaldı. Gereksiz acılar çektiği için onu hüzünle hatırlıyorum' dedi.

Bakan'ı dinlerken, 15 yaşımda, polis kordonu altındaki Açıkhava'da yeni doğmuş kızı için bestelediği şarkıyı söyleyen adamı hatırladım. 'Çok uzakta öyle bir yer var, o yerlerde mutluluk var' diyen Ahmet Kaya'yı... Ve o konserden birkaç gün sonra, onu mahkemeye çağıran savcıyı, 'Söyle bakalım, neresi o yer?' diyen hakimi.

Şimdi şunu itiraf etmeliyim: Beni bu yazı için masaya oturtan şey, aslında gerçekten arkaik, çoğu sabun köpüğü olan Ahmet Kaya şarkıları değildi. Sadece kendi ülkesinde 'öteki'leştirilmek, hırpalanmak, sövülmekle büyüyen hüznüydü onun...

Bu da, magazin figürleriyle kırıştırıp imaj kaybeden, sonra da kendini 'öteki' gibi gösterip durumu kurtarmaya çalışan 'dahi'lerinkine benzemediği, 'gerçek' olduğu için canını acıtıyordu insanın...
43 yaşında, dilini bilmediğin bir ülkede, karanlık bir koridora yığılmaksa hüzün...

Bunu şarkılarında 'anne' diyerek aslında ülkesine seslenen ve annesi tarafından linç edilen bir çocuk anlatabilirdi çünkü.

Cici ve şımarık veletler değil!

akşam

Perihan Mağden/Radikal

‘Nerden baksan tutarsızlık/Nerden baksan ahmakça’

Sabah; sersem ve sepelek uyandım. Daha doğrusu uyanamadım. Bütün gece Ahmet Kaya’nın Öldürülüşüyle çalkalanmıştı, anlaşılan ruhum.
Pazar gecesi zıplarken kanallar arasında İbo Şov’da Hadise’yle birlikte Serdar
Ortaç’ı gördüm.
İbo Şov; nerdeyse Zoraki Yer Hareketleriyle, MilliÇapkınımız bayrağını (kendi kendine çektiği) direkten indirmeme keşliği/gayretkeşliğiyle, mütemadiyen Hadise’ye asılır gibi yapıyor.Du.
Hakiki değil! Biz onun Asena’yla vs.
ne cilveleşmelerini biliriz: hevesi kaçmış bir libido. Karşılıksızlıkta.
Ama Serdar Ortaç bitmiş tükenmiş bir halde; kendi taklidiyle, Serdar Ortaç kırıntılarıyla idare etmeye çalışıyor.Du.
BİR ZAMANLAR şarkılarını onca bize has ve feci eğlenceli/oyuncaklı/caklı bulduğum Serdar Ortaç: bitmiş bir çocukadam şimdi.
En azından: benim indimde. Bitti. Tamamiyle.
Tam Serdar Ortaç İbo Şov’da zorlar ve zorlanırken; CNN Türk’te (hayret! herhalde Taha Akyol yoksunluğu sayesinde) Ahmet Kaya Belgeseli gösterilmekte.
10 Şubat 99’daki geceyi bize hep sansürleyerek ‘sundular.’ Magazin Hanzolarımızın cümleten Ahmet Kaya’yı linç ettikleri geceyi. Hani.
Eminim, daha ellerinde, ellerde NE ‘footage’lar var. Ama bu defa Serdar
Ortaç’ın Ahmet Kaya’nın katlindeki ‘rolünü’ açık seçik izleme imkânı tanınıyor bizlere, CNN Türk ekranında.
Ahmet Kaya, yakında Kürtçe BİR ŞARKI okuyacağını ve bunun klibini çekeceğini söyleyip yürekli bir TV’cinin bunu göstereceğini ümit ettiğini söylüyor.
Ödül töreninde.
Sahnede! HEPSİ BU.
1 Kadın KörükFitne bağırıp çağırmaya başlıyor “Yürekli bir televizyoncu, BU vatan hainine cevap versin!” diye.
Sonra duvara yakın bir masaya sinmiş otururlarken dehşet ve şaşkınlık içinde
Gülten-Ahmet Kaya çifti; tam ortalık durulmuşken, Faşizan Çocuklar Sirki
olayı unutmaya yüz tutmuşken-
Serdar Ortaç sahnede meşhuuur ‘Padişah’ şarkısının sözlerini: “Bu devirde kimse sultan değil, hükümdar değil, padişah değil/Atatürk yolunda tüm Türkiye/Bu vatan bizim, ellerin değil” diye değiştirerek okumaya başlıyor.
Yaratıcı Yumurcak! Faşizan Hezeyanlarının dinmemesi için, bu yaratıcılığı fırsat biliyor Magazin Faşoları- azıp kuduruyorlar. Anında.
Çatal bıçak fırlatmalar Kaya çiftine!
Bağrış çağrış: binbir iğrençlik! Gülten Kaya’nın alnına bir çatal isabet ediyor.
Ahmet Kaya çok kötü oluyor; neye uğradığını şaşırıyor, eşinin DE maruz kaldığı bu sözel ve fiziksel Grup Tacizi karşısında.
Görüntülerde ‘sakınılıyor’; ancak Meşhuuur ZırvalamaÇapası Reha Muhtar, herkesi marş söylemeye davet ediyor. Sahnede BoruÇocuk Serdar Ortaç mikrofondan bangırdatırken, hep bir ağızdan 10. Yıl Marşı’nı söylemeye başlıyor Magazin Hanzoları.
Garsonlar bedenlerini Ahmet ve Gülten Kaya’ya siper ediyorlar. Gülten Kaya anlatıyor: Çok az sayıda kişi yardımlarına koşuyor. Diyelim: Mehmet Aslantuğ. Yatıştırmaya çalışıyor ortalığı. Yalnızca bir-iki kişi. Diğer Magazin Canavarları tek yürek, bu linci gerçekleştiriyorlar.
Sırf bu şövalyeliği yaptığı/yapabildiği için, ömrümün sonuna kadar hürmetle anacağım artık yeminle Aslantuğ’un adını. Ortaç’la Muhtar’ı hayatımın sonuna kadar Kara Birer Ruhsal Leke olarak aynen, göreceğim gibi. Gördüğüm gibi.
Sıradan Faşizmin Yağ Lekeleri.
TARAF TUTMAMIZ LÂZIM!
Sonra salondan/otelden kaçış/kaçırılış sahneleri var. Ahmet Kaya’nın ellerini kaldırıp HİÇBİR ŞEY DEMEDEN “Ben hep sizin AYNI Ahmet KAya’nızım gözüm” diyen
yüz ifadesi+beden dili var.
Bindirildiği takside yüzünde aynı şaşkın ifade var: Kötülüklerin Dağından ansızın inenler tarafından, bağından tekme tokat KOVULAN adamın ifadesi. Yüreği, toprakları için sevgiden çatlayan adamın daha o saniye başlayan acısının, sıla hasretinin ifadesi Aynen Hrant’ınki gibi.
Amma çok Bu Topraklar’ı sevdi bu iki adam. Birini öldürdük acısından,
birini öldürttük.
Bu ‘meşum’ geceden dört gün sonra Resmi Büyük Gastemiz ‘Ayıp ettin gözüm’ manşetiyle çıkıyor. Meğer 93’te Berlin’de Kürdistan toprakları haritası arkasında konsere çıkmışmış Ahmet Kaya!
Bu ‘fotoğrafı’ hiçbir zaman mahkemeye teslim etmiyor Büyük Gaste. Ne gerek var? ‘The damage is done.’
Paris’te kalbi kırıklıktan öldürdüğümüzde Ahmet Kaya’yı; kaç yaşındaymış biliyor musunuz? 43! KIRK ÜÇ yaşındaymış memleketinden bir nevi Linç Kampanyasıyla atılmış bulunan Ahmet Kaya!
Buraları sevmek bir ‘zaruret’; buralar bizi sevmese de. Bitmeyen bir ev ödevi.
Sabah andı.
Ben mesela; Serdar Ortaç’ın kiç zırvası şarkılarını DAHİ artık sevemeyeceğim için, buraları onlar kadar: Hrant kadar, Ahmet Kaya kadar sevmiyorum. ‘Düzelinceye’ kadar da sevemeyeceğim. Af buyurun.
Birileri bana; kızımın başına, Ahmet Kaya’nın kızının başına gelenlerin gelmeyeceğinin teminatını verinceye kadar.
Ahmet Kaya’nın kızı, bizleri bağışlayıncaya kadar. Hrant Dink’in oğlu yurdunda sıkıştırılmayıncaya kadar.
Gülten Kaya’nın, Rakel Dink’in içlerine akıttıkları artık; gözyaşları dininceye kadar.
Ahmet Kaya Heykeli Beşiktaş meydanına, Hrant Dink Anıtı Şişli’ye dikilinceye kadar. Suçumuzu kabul edinceye kadar. Suçluları teslim edinceye kadar, kayıtsız şartsız, hakikatin zindanlarına.
Yazının başlığı ‘Başım Belada’ şarkısından Ahmet Kaya’nın. ‘Kirli sakalıyla’ sözlerini onun, ‘kirli saçlarıyla’ sözleriyle değiştirerek; a-ha buraya alıntılıyorum:
“Fişlenmişim adım eşgalim bilinmekte
Üstelik göğsümde: yani tam şuramda
Kirli saçlarıyla bir eşkıya gezinmekte.”

AHMET KAYA'YA LİNÇ GİRİŞİMİNİN PERDE ARKASI

Ünal Tanık: Ahmet Kaya olayında, olayın başka bir konu var. Magazincilerin ödül töreninde Ahmet Kaya Kürtçe şarkı söylemek isteyince adeta linç edildi. Bu olayın perde arkasında Ertuğrul Özkök ve damadı Ercan Saatçi vardır. Ercan Saatçi'nin o dönemde birlikte olduğu grup Ahmet Kaya'nın da bir eserini ti'ye alan bir parça seslendirmişlerdi. Ahmet Kaya Unkapanı'nda plakçılar çarşısında Ercan Saatçi'ye bir tokat attı. Ercan Saatçi bunu unutmadı ve kayınpederi Ertuğrul Özkök ile adeta Ahmet Kaya hakkında linç kampanyası başlattılar. Ahmet Kaya'nın Kürtçe şarkı söylemek istemesi de fitili ateşledi. Kaya yurt dışına kaçmak zorunda kaldı.
haber7

16 Mart 2010
"Vay Şerefsiz" Hayatımızı Bitirdi
Ahmet Kaya'nın eşi Gülten Kaya, Ertuğrul Özkök'ün Hürriyet'te Ahmet Kaya için attığı "Vay şerefsiz" manşetinden sonra hayatlarının bittiğini söyledi..

Ertuğrul Özkök'ün Hürriyet'te Ahmet Kaya için attığı "Vay şerefsiz" manşetinden sonra nasıl bir duruma düştüklerini anlatan Gülten Kaya, Özkök'e ağır suçlamada bulunarak 'dolaylı cinayet' yorumuna katıldı. Dink örneği verdi, çektiklerini anlattı...

Gülten Kaya, Hürriyet gazetesinin eşi Ahmet Kaya için 20 Temmuz 1999’da attığı "Vay şerefsiz” manşetinden sonra hayatlarının bittiğini söyledi.

Habertürk televizyonunda Balçiçek Pamir’in “Söz Sende” programının konuğu olan Gülten Kaya, Hürriyet Gazetesi’nin eski genel yayın yönetmeni Ertuğrul Özkök’e sert tepki gösterdi.

Özkök’ün Hürriyet’e attığı “Ayıp ettin gözüm” ve “Vay şerefsiz” manşetlerini hatırlatan Gülten Kaya, “Vay şerefsiz’den sonra bizim hayatımız bitti” dedi.

"SALİMEN AVRUPA’YA GİDİŞİ NUCİZEVİ"

Pamir’e “Yarın Habertürk gazetesinde birisi için böyle bir manşet atarak deneyin bakın o insanın hayatını nasıl yok etmiş olursunuz. Sizin marifetinizle her an öldürülebilir. Ahmet Kaya’nın buradan salimen Avrupa’ya gidişi son derece mucizevî.” diyen Kaya, “vay şerefiz manşetinden sonra” neler yaşadıklarını şöyle anlattı:

“O başlıktan sonra inanılmaz şeyler oldu bizim hayatımızda. Sokağa çıkamaz olduk. Açıkçası çok konuşmadık böyle şeyleri. Yüzüne yerleşen ifadeyi unutmuyorum ben. Hayatım boyunca da unutmayacağım. Çok kısa mesafeler arasında olan evimizle ofisimiz arasında gidip gelememeye başladı Ahmet. Sokaktaki insanlar gazeteler bir şey yazınca onu tartışmasız doğru kabul ediyorlar.”

“DİNK GİBİ ÖLDÜRÜLECEKTİ”

Hrant Dink için yapılan yayınlara da göndermede bulunan Gülten Kaya, Ahmet Kaya’nın da ö dönem Dink gibi saldırıya uğramasının an meselesi olduğunu söyledi. Gülten Kaya Kaya, Ahmet Kaya için o dönem yapılan yayınlara “dolaylı cinayet” dedi.

“DOLAYLI CİNAYET”

Kaya şunları kaydetti: “ Hrant Dink olayında olduğu gibi siz bir süreci köpürtüp bir noktaya getiriyorsunuz. Sonra “buyurun” diye atıyorsunuz önlerine. Kuşkusuz oradan çıkıp, sevgili Rakel’in (Rakel Dink – Hrant Dink’in eşi) deyimiyle bebekten yaratılmış bir katilin Ahmet’e fiilen zarar vermesi an meselesiydi. Onun için bazı gazeteciler Ahmet Kaya’nın aramızdan ayrılışına “dolaylı cinayet” diyorlar. Çok kabul ediyorum bu tanımı. Bu bir dolaylı bir cinayettir. Bunda çok ciddi payı vardır o insanların. Onun için böyle ekranda falan ben konuşurken bile kirlendiğimi hissediyorum. Yani bu insanların bahsi geçtiğinde kirlendiğimi hissediyorum. Kirleniyorum adeta. Bu insanlar hala gazete yönetiyorlar hala ekranlarda olabiliyorlar ve hala konuşabiliyorlar.”

"AYIP ETTİN GÖZÜM"

14 şubat 1999 tarihli Hürriyet, Ahmet Kaya'nın sonradan fotomontaj olduğu ortaya çıkan PKK bayrağı önündeki resmine istinaden manşetinde "Ayıp ettin gözüm" ifadesini kullanmış ve şu ifadelere yer vermişti: "Ona Türk-Kürt diye bakmadık... Türküleriyle ağladık, güldük... TV'lerden evlerimize konuk ettik... Meyhanelerimizde rakı içtik... Sakalı, atkısı ve göbeği ile bizden biriydi çünkü... Meğer öyle değilmiş Ahmet... Bebeğe, kadına, dedeye, askere kurşun sıkanlardanmış... PKK'lı Ahmet... Yazıklar olsun..." http://webarsiv.hurriyet.com.tr/1999/02/14/hurriyet.asp

“VAY ŞEREFSİZ”

Hürriyet bu sefer 20 Temmuz 2009 tarihli nüshasında, "Vay şerefsiz" şeklinde Türk basınında eşi görülmemiş ağırlıkta bir manşetle çıkarak Ahmet Kaya için ağır şu ifadeleri kullanmıştı: “Şarkıcı Ahmet Kaya, milyarlar kazanıp ekmeğini yediği Türkiye'ye yine kin kustu, ‘‘Arabamı, şerefsizlerin memleketinde bıraktım’’ diyerek 64 milyona hakaret etti.” http://webarsiv.hurriyet.com.tr/1999/07/20/hurriyet.asp

"DAHA YUMUŞAK ATABİLİRDİM"

Ertuğrul Özkök geçtiğimiz günlerde 32. Gün Programında Mehmet Ali Birand’ın soruları cevaplamış ve Ahmet Kaya için attığı “Ayıp ettin gözüm” ve “vay şerefsiz” manşetlerinin ağır olduğunu söylemişti.

Özkök şunları söylemişti: “En büyük hata değil de, hata diyelim. Mesela Ahmet Kaya, çok sevdiğim bir müzisyendi; magazinciler gecesinde ben de oradaydım; ama o konuşmayı yapmadan kalkmıştım. Bugün olsa, onun hakkındaki o iki manşeti, daha yumuşak atardım. Gerçi, aynı şey Ahmet Kaya için de geçerli, keşke öyle bir gecede düşüncelerini biraz daha yumuşak tonda dile getirseydi.”

Haber 7


Gülten Kaya'dan Ertuğrul Özkök'e ağır çıkış: "Sen kim oluyorsun?"

16 Mart 2010 Salı, 20:19:19
Balçiçek Pamir’le Söz Sende’nin bugünkü konuğu sanatçı Ahmet Kaya’nın eşi Gülten Kaya’ydı. Kaya programda çarpıcı açıklamalar yaptı. İşte o açıklamalardan bazıları:

Balçiçek Pamir: Ertuğrul Özkök geçenlerde açıklamalar yaptı o günlerle ilgili olarak ne diyorsunuz? O zamanlar “şerefsiz” manşetleri atılmıştı diye hatırlıyorum.

Gülten Kaya: Açıkçası o tür insanlar için artık insani olarak sadece üzülüyorum çünkü onun için artık yapacak pek fazla bir şey yok. Ahmet Kaya’yla ilgili atılan başlıklar Hrant Dink’le ilgili atılan başlıklar, Kürt halkıyla ilgili, 28 Şubat sonrası atılan başlıklar… Öldürülen Kürt işadamlarıyla ilgili, o gazetelerde listelerin yayınlanması filan o kadar çok günah var ki ortada. Bu kadar ağır günah var ki ortada dolayısıyla bu kadar ağır günahlar işleyen bir insana ben insani vicdanım üzerinden üzülüyorum. Sadece üzülüyorum yani çok yazık.

BP: Özür dilemek de bir erdem olarak görülüyor mu peki?

GK: Evet tabii ama her özür çok değerli değildir. Yani özür kıymetle bir davranış biçimidir ama her özür de çok değerli değildir açıkçası. Bu kadar günah işlemiş insanların özrü bana toplumla dalga geçmek gibi filan geliyor.

BP: Özkök 32. Gün’de Birand’la Rıdvan Akar’ın sorularını yanıtladı. O röportajda da Ahmet Kaya bolca konuşuldu, seyrettiniz mi?

GK: Özellikle seyretmedim. Ahmet Kaya ile ilgili kısmını seyretmedim. Final konuşmalarının bir kısmını seyrettim yalnızca. Bana çok vahim geldi açıkçası. Gündem belirleyen gazeteciler olarak bir araya geliyorlar, oturup konuşuyorlar ve sohbet eder gibi konuşuyorlar. Yani o kadar ağır konuların üzerinden o kadar naif geçiyorlar ki bunlar bu ülkede onların marifetiyle yapılmamış gibi ya da onlar bunun mağdurları olmamış gibi.

BP: Birand da mesela çok mağdurlarından bir tanesi.

GK: Evet bir andıç mağdurudur bana göre de. Nasıl o kadar tolere edebiliyor mesela, ben tolere ediyor olmasına da inanamıyorum çünkü böyle olunca bu ülkede yapanın yanına kar kalıyor. Halbuki yapanın yanına kar kalmamalı. Mehmet Ali Birand kendi andıçlanmasıyla ilgili bile soru sormuyor da diğeri bahsediyor bundan. Bu iyi bir fotoğraf değil. İyi fotoğraf ne? Bu ülkede kötülük de ettiyseniz iyilik de ettiyseniz bu ülkeye, ki medya üzerinden çok büyük kötülükler yapıldı, bundan sonra sizin hayrınızın dokunabilmesi için yine bu ülkeye oturup gerçekten her şeyi ortaya dökmek, yüzleşmek ve özür demiyorum, ayıp ettik filan demekten geçiyor.

BP: Orada beni rahatsız eden ki yazdım da hatta geçen gün. Ahmet Kaya’yı Abdullah Öcalan’ın posteri önünde gösteren fotomontaj fotoğraflardı… Birkaç manşet vardı değil mi yanlış hatırlamıyorum.

GK: Aslında çok manşet var ama 8 sütuna manşeti olabilmiş Ahmet Kaya Hürriyet’e, onlardan bir tanesi “Ayıp ettin gözüm”dü, onun sık kullandığı bir söze gönderme yapılmıştı, diğeri ise “Vay şerefsiz”di.

BP: Özkök orada dedi ki ‘Evet, biraz fazla kaçmıştı galiba’ Benim en rahatsız olduğum cümle o oldu. Biraz fazla kaçmıştı dediği de ‘Vay şerefsiz’ Ondan sonra neler yaşandı sizin hayatınızda?

GK: Bizim hayatımız bitti zaten. Bitti. Bırakın Ahmet Kaya’yı yarın deneyin, Habertürk gazetesine bir tane böyle bir manşet atın birisiyle ilgili. Ne yapmış olursunuz? Onun hayatını tamamen yok etmiş olursunuz. Sizin marifetinizle o her an öldürülebilir. Yani Ahmet Kaya’nın salimen Avrupa’ya gidişi son derece mucizevi. Çünkü o başlıktan sonra inanılmaz şeyler oldu bizim hayatımızda. Sokağa çıkamaz olduk bir kere.

BP: Sabah açtınız gazeteyi ve gördünüz mü, öyle mi oldu?

GK: Öyle gördük, evet.

BP: Neydi mesela, Ahmet Kaya nasıl bir yorum yaptı?

GK: Açıkçası çok konuşmadık böyle şeyleri biz. Çünkü konuşmak bile acı veriyordu ama hani… Mesela yüzüne yerleşen ifadeyi hiç unutmuyorum, hayatım boyunca da hiç unutmayacağım, çok kısa mesafeler arasında olan evimizle ofisimiz arasında bile gidip gelememeye başladı Ahmet. Yani bizim sokaktaki insanlar gazeteler bir şey yazınca onu doğru kabul ediyorlar. Yani oradan informe oluyorlar çünkü. Bizim ülkemizde hele çok böyledir yani. Onun için Hrant Dink olayında olduğu gibi siz bir süreci köpürtüp köpürtüp bir noktaya getiriyorsunuz, ve sonra buyrun diye atıyorsunuz önlerine. Kuşkusuz ki ordan çıkıp sevgili Rakel’in deyimiyle hani bebekten yaratılmış bir katilin Ahmet’e fiilen zarar vermesi an meselesiydi. Yani onun için bazı gazeteciler Ahmet’in aramızdan yarılışına dolaylı cinayet diyorlar. Kabul ediyorum bu tanımı, bu bir dolaylı cinayettir ve çok ciddi payı vardır o insanların. Onun için böyle ekranda filan böyle inanı –n ki ben konuşurken bile kirlendiğimi hissediyorum. Yani bu insanların bahsi geçtiğinde kirlendiğimi hissediyorum, çok açık söylüyorum. Yani kirleniyorum adeta. Ve bunlar hala gazete yönetiyorlar, hala ekranlarda olabiliyorlar ve hala konuşabiliyorlar.

Mesela diyor ki ‘Keşke öyle bir gecede düşüncelerini biraz daha yumuşak bir tonda ifade etseydi’. Bu nasıl faşizan bir şeydir yani? Sen nasıl kendini bir erk olarak görüyorsun da bunu bize dikte ediyorsun? Kürt halkının canına okunmuş, adam kendi ana dilini kullanamıyor, ana dilinde şarkı okuyamıyor, son derece tebessümle bunu açıklamaya çalışıyor. Yumuşak tonu nedir bunun? Sonra bunu nasıl bir medya çalışanı dikte edebilir bir sanatçıya? Bakar mısınız yani burada bir samimiyet yok. Burada kendisinin bile hala içselleştiremediği son derece faşizan bir tutum var. Öyle yapsaydı da ben filan… Kendini bu ülkede her şeyin üzerinde bir erk olarak görme, bu ruh bozukluğudur başka bir şey değil.

BP: Bu sizi öfkelendiriyor mu gücendiriyor mu?

GK: Böyle insanların aramızda olması öfkelendiriyor açıkçası. Aramızda olmaları ve hala kamuoyunu bilgilendirmekle yükümlü olmaları beni çok öfkelendiriyor. Çünkü bu ülkenin bunu hak etmediğini düşünüyorum. Her şeye rağmen hak etmediğini düşünüyorum.

habertürk

16 Mayıs 2010
Ortaç'a Ahmet Kaya Çatalı!
Bahar Şenlikleri kapsamında düzenlenen konserde şarkıcı Serdar Ortaç'a bir grup öğrenci tarafından 'çatal' fırlatıldı.

Hacettepe Üniversitesi Beytepe Kampüsü'nde dün akşam düzenlenen Bahar Şenliği'nde konser veren Serdar Ortaç'a bir öğrenci grubu çatal fırlattı. Grubun 11 yıl önce Magazin Gazetecileri Derneği'nin gecesinde Ahmet Kaya'ya Ortaç'ın 'çatal' fırlatmasını protesto ettiği öğrenildi. Grubun saldırısı üzerine Ortaç sahneyi terk etti. Ortaç'ın sahneyi terk etmesinin ardından binlerce kişinin katıldığı konserde saldırıyı gerçekleştiren grup ile diğer öğrenciler arasında arbede yaşandı.

Yaşanan arbedede öğrenciler bira şişeleri ile birbirlerine saldırdı. Yaşanan kavgada bazı öğrenciler yaralandı. aktifhaber

Ahmet Kaya'ya Büyük Haksızlık Yaptık!
30 Temmuz 2010
Müzisyen Ahmet Kaya'ya kaşık-çatal atıldığı olaylı geceye ilişkin daha önce ölene kadar konuşmayacağını söyleyen Şenay Düdek, Sabah yazarı Sevilay Yükselir'e konuştu
Ortak bir arkadaşımız, "Şenay o gece Ahmet Kaya'ya 'sünnetsiz pezevenk' diye bağırdığından dolayı çok pişman! Çok üzgün! Onu tanısan asla yakıştıramazsın! Asla konduramazsın bu lafı nasıl ettiğine" deyince aramak geldi içimden...

Çevirdim telefonunu... Sanki aramamı bekliyormuş gibiydi...

Çünkü açar açmaz saydırmaya başladı Şenay; "SABAH'ı elime aldığımda ilk okuduğum yazarlar arasında sen varsın Sevilay. Seni tanımıyorum ama yüreğin, kalemin, duruşun acayip yakın geliyor bana. Adımı görünce yazdığın yazıda inan çok üzüldüm! Keşke yazmadan önce beni arasaydın. Keşke sorsaydın bana, 'O gece neden o ayıbı işledik?' diye"

Bunun üzerine atladım tabii; "Peki şimdi anlat. Neden?" dedim...

"İnan hatırlamıyorum bile o sözleri sarfettiğimi. Sanırım alkolün etkisiyle oldu her şey. Sonradan çok üzüldüm. Çünkü ben Ahmet Kaya'yı çok severim. Büyük bir bestekârdı... Büyük bir müzisyendi... İnanmazsan aç sor. Arif Sağ'a... Seyyal Taner'e... Selda'ya... Arda Uskan'a... Çok meşk etmişliğimiz vardır birlikte Ahmet Kaya'yla... Hayranıydım onun... Ama o gece çok garip bir durum oldu. Gaza geldik hep beraber işte" dedi...

"Peki geriye dönüp baktığında ne diyorsun Şenay?" diye sordum bu kez...

"Büyük haksızlık ettik. Keşke yaşanmamış olsaydı o gece Sevilay. Ahmet Kaya büyük bir sanatçıydı ve hâlâ onun yeri doldurulamadı. Bunu korkudan filan söylemiyorum. Bak ben Allah'tan başka kimseden korkmam! Kimseye verecek bir hesabım da yok! Ama üzülüyorum."
(..)

Ahmet Kaya'nın Son Gecesi
13 Kasım 2010
10 yıl önce Paris'te hayatını kaybeden Kaya'nın son gününde yanında olan Sinemalife Dergisi Yazarı Deniz Keziban Çakıcı, o günü yazdı.

Türkiye'nin ilk online sinema dergisi Sinemalife, on yıl önce hayatını kaybeden Sanatçı Ahmet Kaya'ya sayfalarını açtı. Dergi, şarkıları, duruşu, muhalif kimliğiyle fenomen olan Ahmet Kaya'nın hayatını anlatan, 'Uçurtmam Tellere Takıldı' adlı belgeseli kapak yaptı. Dergide belgeselin yönetmeni Ümit Kıvanç ve Ahmet Kaya'nın eşi Gülten Kaya ile yapılan geniş bir söyleşi yer alıyor. Kıvanç, Magazin Gazeteciler Derneği'nin (MGD) 1999'da yapılan ödül gecesinde Ahmet Kaya'nın "Kürtçe şarkı yapacağım" sözü üzerine salonda çatal bıçak fırlatılmasını ve otelden normal yollardan çıkarılmamasını mizansen olarak değerlendiriyor.

Sinemalife yazarı Deniz Keziban Çakıcı ise Ahmet Kaya'nın son gününü kaleme aldı. Sanatçının son gününde yanında olan Çakıcı, yazısında, Ahmet Kaya'nın doktor kontrolünde yaşadıklarını şöyle anlatıyor: "Gün boyu bir doktor odasından çıkıp diğer doktor odasına, bir kontrolden çıkıp diğer kontrole girdik. Çocuksu bir mahcubiyet içinde, giyindi-soyundu, tepeden tırnağa muayene edildi. Her girdiğimiz odada ve her katıldığımız kontrolde çocukça bir sabırsızlıkla çıkıp gitme telaşı içindeydi. Doktorların ne dediklerinden çok 'ne zaman bu işkencenin biteceğiyle ilgiliydi. Onlar ne derse desin Ahmet 'tamam mı, bitmiş mi? Bu son doktor mu?' diyordu."

Çakıcı, sanatçının son akşamına ilişkin şu notları düşüyor:

"Ahmet'in oturduğu salona hep birlikte dönüp ana haber bültenini izlerken hangi haberin aslında ne dediğini konuşuyoruz. 'Ne olur, ne olur ki şimdi, şu an, ilk kalkan uçağa binip dönsem?' diyor Ahmet, oturduğu koltuktan çocukça bir heyecanla ayaklanıp. O gece boyu Türkiye'nin aranmadık bölgesi ve Avrupa'nın aranmadık kenti kalmadı herhalde. Tüm eşini dostunu telefonla arıyor." Deniz Keziban Çakıcı'nın Ahmet Kaya'dan duyduğu son cümle ise, "Tabanlarımın altında ecel dolaşıyor, o kadar tabanlarımın altında dolaşıyor ki ecel, evde bir başıma dolaşmaktan vazgeçiyorum." oluyor. aktifhaber

"Cam gözlerinizle kibir saçmaya devam ediyorsunuz"
Sırrı Süreyya Önder'den Ertuğrul Özkök'e "kalleşlik" yanıtı
19 Kasım 2010

Hürriyet Gazetesi Yazarı Ertuğrul Özkök, Eyüp Can'ın Radikal'de yayınladığı bir Ahmet Kaya röportajından yola çıkarak "eski defterleri" açmıştı. Ahmet Kaya'ya o günkü yaklaşımla bugünkü yaklaşımın farklı olmasını "zamanın ruhu" diye tanımlayan Özkök, Radikal Yazarı Sırrı Süreyya Önder'e de şu sözlerle sitem etmişti:

"Eyüp Can'ın o mülakatının yayınlandığı sayfadan üç sayfa sonra bir yazar, Magazin Gazetecileri Derneği'nin gecesinde Ahmet Kaya'ya tepki gösterenler için ne diyor:
“Çatal bıçak fırlatırken köpüklü ağızlarıyla hamasi marşlar söyleyen herkes, Hazreti İsa'yı öldürmeye gelen askerlere öperek işaret eden Yehuda'dır.”
Peki o manşeti atan Hürriyet'in yöneticileri için ne diyor:
“Kinlerini kusan kalleşler...”
Söyler misin Süreyya kardeş; senin eline biraz daha medya gücü verselerdi, bizler için acaba daha ne manşetler atardın?"

Sırrı Süreyya Önder, dünkü köşesinde "Faşizm çok ayıp bir şeydir" başlıklı yazısıyla Özkök'e yanıt verdi:

Sayın Özkök, benim Ahmet Kaya’ya yaptıklarınızı ‘kalleşlik’ olarak nitelememe hislenmişsiniz. İsmimi anıp anmama kararsızlığınız sürerken birdenbire ‘Süreyya Kardeş’iniz oluvermişim. Bana, medyada daha büyük bir iktidarım olsa ne tür manşetler atacağımı sormuşsunuz. Sorunuzun cevabı yazımın
başlığındadır.
Curzio Malaparte
Sayın Özkök, size, aslen İtalyan olan bir gazeteciden bahsetmek istiyorum. Gazetecinin adı Curzio Malaparte.
Gençliğinde faşist partiye üye olmuş fakat insanlığı ağır basınca yazıları sansürlenmiş, ev hapsine alınmış, sürgün edilmiştir. 1941’de Rus cephesinin açılmasıyla birlikte, inşallah oralarda ölür umuduyla, teğmen rütbesi ve savaş muhabirliği göreviyle bölgeye gönderilmiştir. Ancak yazılarının yarattığı rahatsızlık, Hitler’in kulağına kadar gitmiş ve Ukrayna’da tutuklanmıştır. Malaparte, yazdıklarını gizlice İtalya’ya sokarak savaşın korkunçluğu üzerine tarih boyunca yazılmış en iyi eserleri bizlere miras bırakmıştır.
Ülkemizde Kuzey Yayınları’ndan çıkan ‘Kaputt’ adlı anlatısının bir bölümünü kısaltarak aşağıya alıyorum.
“1941 yılı sonbaharında Ukrayna’da Poltawa yakınındaydım. Bölgede partizanlar kaynaşıyordu. Bir gün, bir Alman subayı topçu konvoyunun başında bir köye girdi. Köyde tek bir canlı yoktu, evler çoktan terk edilmiş gibi görünüyordu...
Atların nal sesleri hemen hemen uzaklaşmış, ovanın çamuru içinde boğulmuştu ki birden bir kurşun vızladı ‘Halt!’ diye bağırdı subay. Kafile yine durdu, kuyruktaki batarya yine köy üzerine ateşe başladı...
Cam gözler masumun
kalbini göremez
Subay yüksek sesle saymaya başladı: ‘Dört, beş, altı. Bir tek tüfeğin ateşi bu. Köyde sadece bir kişi var.’ O anda bir gölge, elleri havada koşarak kara duman bulutundan sıyrıldı, askerler partizanı yakaladılar, iterek subayın önüne getirdiler. Subay eğerinin üstünden eğilip partizana baktı: ‘Ein kind’ (Bir çocuk) dedi alçak sesle. En fazla on yaşında bir çocuktu bu. Zayıftı, acınacak haldeydi. Elbisesi paramparça, yüzü kapkaraydı. Saçları kavrulmuş, elleri yanmıştı. Ein kind!
Bir ara subay, çocuğun önünde durup, uzun uzun ve sessizce yüzüne baktı ve sıkıntı dolu bir sesle:
‘Dinle!’ dedi. ‘Sana kötülük etmek istemiyorum. Benim işim bacak kadar çocuklarla savaşmak
değil. Lieber gott! Savaşı ben icat etmedim ki?’
Bir süre sustu, sonra insana garip gelen bir yumuşaklıkla sordu:
‘Bak, benim bir gözüm camdır. Asıl gözümün hangisi olduğu kolay anlaşılmaz. Hemen, hiç düşünmeden hangi gözümün cam olduğunu söyleyebilirsen serbest bırakırım seni.’
Çocuk hiç tereddüt etmedi:
- Sol göz, dedi.
- Nasıl bildin?
- Çünkü ikisinden, soldaki daha insan gibi bakıyor.”
10 yaşın cesareti
Sayın Özkök, Nazi subayının ettiği “Savaşı ben icat etmedim ki” lafı size bir yerlerden tanıdık geliyor mu? Peki çocuğun akıbetini merak ediyor musunuz? Sizce Nazi subayı, bu muhteşem cevap karşısında çocuğun yanağını okşayıp gözlerinden öpmüş olabilir mi?
Çocuğun hazin sonunu daha ilk satırda tahmin ettiğinizi düşünüyorum. 10 yaş masumluğunda ve çaresizliğinde birçok insana sadece cam gözlerinizle baktınız çünkü.
Sizinle kişisel bir hesabım olamaz. Sadece yaygın bir yanlışın en kristalize olmuş halisiniz ve sadece bundan dolayı yazımın konusu oldunuz. Sizde olmayıp bizde olan en önemli şey, 10 yaşındaki bir çocuğun cesaretidir. Bu cesaret bizleri öldürdü, siz cam gözlerinizle kibir saçmaya devam ediyorsunuz hâlâ.
Kardeşlik gereği
Size bir ‘kardeş’iniz olarak gerçekten kardeşçe bir şeyler söyleyerek bitirmek istiyorum.
Siz bir röportajınızda en büyük korkunuzu, tekrar Dışkapı-Çinçin dolmuşlarına binmek zorunda kalmak olarak tarif etmişsiniz. İktidar ve güç tapınıcılığının böyle marazi yan tesirleri vardır. Ruh hallerimizdeki temel fark da budur. Biz ekmeksiz kaldığımızda, sofrasına bizim için fazladan bir tabak koyabilecek yüzlerce yoksul hane buluruz. Siz ekmeksiz kaldığınızda, eline ekmek verdiğiniz insanlar da dahil olmak üzere, ikram edilecek bir bardak çay bulamazsınız.
Kibri ve korkularınızı bir kenara koyup içtenlikle özür dilemeyi düşünün derim. Ben bu yazıyı, sanki siz değil de kızınız “Babama nasıl kalleş dersiniz” diye sormuş
kabul ederek yazdım. Siz mesela Ahmet’in kızı Melis’in gözlerinin içine bakarak yazdığınız şeyleri tekrar edebilir misiniz?
Habertürk

An Gelir- Onsuz 10 Yıl'
12 Aralık 2010 Pazar
Akşam

Fransa'da kalp krizi geçirerek hayatını kaybeden sanatçı Ahmet Kaya ölümünün 10. yıldönümünde düzenlenen 'An Gelir-Onsuz 10 Yıl' başlıklı konserle anıldı. Geceye katılan Kültür ve Turizm Bakanı Eruğrul Günay, 'Hükümet adına buradayım. Çok duygulu saatler yaşadık' dedi

LÜTFİ Kırdar Kongre ve Sergi Sarayı'nda dün akşam düzenlenen Ahmet Kaya'yı anma gecesine Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, BDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş, Gülten Kışanak, BDP Milletvekilleri Akın Birdal, Sırrı Sakık, bağımsız milletvekili Ufuk Uras, Diyarbakır Belediye Başkanı Osman Baydemir katıldı. AK Parti Grup toplantısında anma konserine katılacağını açıklayan Başbakan Erdoğan, Mardin programının yoğunluğu ve hava koşullarının elverişsiz olması nedeniyle katılamadı.

MANŞETLER VE ÇATALLAR

Salonda 1999'da Ahmet Kaya'yı hedef gösteren gazete manşetleri ile Ahmet Kaya'nın DGM'de yargılandığı döneme ilişkin gazete kupürleri ile Çıplak Ayaklar Kumpanyası'ndan Mihran Tomasyan'ın hazırladığı 'Çatallar' çalışması yer aldı. Gecede, Ahmet Kaya ile ilgili belgesel gösterildi. Belgeselde sanatçı türbanlı öğrencilerin eğitim özgürlüğüne desteğini vurgularken, 'Annemin başındaki türbanı kimse çıkaramaz sözlerine yer verildi. Kaya'nın değişik yerlerdeki konserlerinde ülkenin bölünmesine izin vermeyeceği yönündeki sözleri defalarca gösterilirken, ayrıca ülkesine olan özlemi de 'Ben yorgansızlıktan değil vatansızlıktan üşüyorum. Bir gün mutlaka döneceğim, ama öyle ama böyle...' sözleriyle anlatıldı.


3 DİLDE HOŞ GELDİNİZ
Konserin başlangıcında konuşan yönetmen Sırrı Süreyya Önder, 3 dilde hoş geldiniz diyerek, 'Birisi bilinen ikisi bilinmeyen dilde hoş geldiniz' dedi. Kaya'nın Kürtçe şarkılarını yayınlayacak kanal aradığını belirten Önder, 'Bugün bütün televizyon kanalları burada. Onlar da hoş geldiler. Bunun için 10 yıl ve yüzlerce can vermek gerekti. Halen bu kan akmaya devam ediyor' dedi.

Günay: Bundan sonrası daha güzel olacak
Geceye katılan Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Ahmet Kaya'yı sevgiyle, saygıyla, rahmetle anmak için toplandıklarını belirterek, 'İnşallah bundan sonrası geride bıraktığımız günlerden daha güzel olacak. Hem Sayın Başbakan hem de kendi adıma geldim. Sayın Başbakan'ın en içten duygularını da Gülten Kaya arkadaşımıza aktardım' dedi. Yakın tarihle ilgili bir belgesel izlediklerini belirten Günay şunları söyledi: 'Gerçekten çok duygusal, önemli ve öğretici bir akşam oldu hepimiz için. Bundan sonra bu ülkenin insanlarına kıyılmasın. Bu hepimiz için öğretici olsun yeteri kadar, birleştirici, barıştırıcı olsun. Bir kez daha onu sevgiyle ve rahmetle anıyorum.'

Bülent ŞANLIKAN-Sayit DURMAZ

Dirisine Eziyet Ettin Bari Mezarında Rahat Bırak
Sevilay Yükselir
Sabah

22 Haziran 2011

Muhterem bundan birkaç hafta önce verdiği bir röportajda, "Hayallerinizin sınırı hangi noktada?" sorusuna, "Sınırı yok! Mini etekle beş vakit namaz kılınacağını, başörtüsüyle içki içilebileceğini düşlüyorum" dediğinde bazılarınız çok hiddetlenmişti.
Ve benden bu densizlik karşısında bir iki kelam laf etmem istenmişti...
Neye yalan söyleyeyim. O tarihlerde fazla aldırış etmemiştim bu yönde gelen taleplere.
Artık onun ve tayfasının "Sitcom" adını verdikleri o sahte şovlarını bir de ben bu köşeye taşıyıp daha fazla mutlu etmek istememiştim.
Çünkü şu anlaşılmıştır ki artık bu adamın yazı yazmaktaki tek gayesi -olumlu ya da olumsuz- bir şekilde konuşulmak!
Mümkün olduğu kadar tartışılmak!

O bilmiyor mu sanki yüzde 90'ından fazlası Müslüman olan bir ülkede, "Mini etekle namaz kılınmasını hayal ediyorum" dediğinde nasıl bir reaksiyonla karşılaşacağını.
Bilmiyor mu o yazıya rastgelen insanların yüzde 80'inden fazlasının kendisine diz boyu hakaret ve küfür edeceğini?
Bal gibi de biliyor.

Peki muhterem bunu bile bile neden hâlâ ısrarla absürt ve aykırı olmaya çalışıyor?
Biliyorum garip bir durum ama emin olun bu adam yaptığı bütün şovların arkasından gelecek o küfürlerden, hakaretlerden ve eleştirilerden enteresan bir şekilde haz alıyor.

Onunla uzun yıllar çalışan bir arkadaşım, daha önceleri Ahmet Kaya ile ilgili birkaç kez bu muhteremi yazdığımda dayanamayıp uyarmıştı; "Şimdi sen sanıyorsun ki bütün bu yazdıkların bu adamı kızdırır. Utandırır ya da bunalıma sokar değil mi? Yanılıyorsun. Boşuna kalem oynatıyorsun. Ve farkında olmadan onun adını bu köşeye taşıyarak, onu tartışarak adamın şovlarına kan taşıyorsun. Besliyorsun yani onu. Lütfen yapma!" demişti.
İşte içinizden birileri ısrarla, "Yaz ne olur yaz!" falan dese de onun için takmıyordum.
Takmayacaktım da, kendi kendime verdiğim söz üzerine...

Ancak pazar günü onu Ahmet Kaya'nın mezarı başında görünce dayanamadım yine.
"Yuhhh!!!" dedim artık...
"Şov olur da, böylesi olmaz arkadaş!"
TRT Türk Edith Piaf'ı anlatan bir program çekecekmiş. Onu da sunucusu yapmaya karar kılmış. Almış Paris'e götürmüşler. Tesadüfe bakınız ki program çekiminin bir bölümü Pere Lachaise mezarlığındaymış. Edith Piaf'ın mezarı başında (Tesadüf falan değil tabii! Tamamen program yapımcısının PİAR uyanıklığı)...
Neyse...
Beyefendinin aklına birden, 11 yıl önce montaj fotoğraflarla hayatını kararttığı, hakkında "Vay şerefsiz!" diye manşet çaktığı Ahmet Kaya gelmiş. "Buraya gelmişken bari onu da ziyaret edeyim" demiş.
Gitmiş mezarının başına.
Pazar ekine şov yapacağını koymuş ya kafaya!
Bastırmış deklanşöre.
Boy boy...
Yandan, önden falan.
İşte o fotoğrafların üzerine döşendi sonra...
"Mezarlığa giderken, onun için ceket giydim, kravat taktım. Eminim, yaşasaydı, 'Bu façaya ne gerek var' derdi. Onun 'Saza niye gelmedin' şarkısını çok severim" diye...
Mezarı çok mütevazıymış rahmetlinin. Ayakucunda "Elveda sevgili ülkem" yazıyormuş. Çok hüzünlenmiş o cümleyi okuyunca. O hüzün sonrası aklına birkaç gün önce Berlin'de birlikte olduğu arkadaşı gelmiş. Hani şu Ergenekoncularla irtibatlı olduğundan yusuf yusuf olup Amerika'ya uzayan arkadaşı.
Onun da gözlerinde aynı hüzün varmış.
Kızsa da, haksızlığa uğrasa da o da vatanını çok seviyormuşşşşş!
Çünkü sürgün çok kötü bir duyguymuşmuşşş...

Allah aşkınıza şu şova bakın!
Aymazlığa, utanmazlığa!
Güya günah çıkarıyor muhterem rahmetlinin mezarı başında.
Ama meseleyi getirip nereye bağlıyor.
Neye ve kimlere hizmet ettiği belli olmayan, korkusundan okyanus ötesine uzayan Ergenekoncu kankasının durumuna...
İşte o sahnede ne yazık ki bende de film kopuyor.
Ve izninizle... Muhteremi bir kez daha zevklendirmek, kahkahalar attırmak için haykırmak istiyorum huzurlarınızda:

"Yuh sana Ertuğrul Özkök! Hakikaten yuh! Kankanın adını temize çıkarmak adına rahmetlinin mezarını bile kendine kalkan yapıyorsun! Yazıklar olsun e mi! Allah seni ıslah etsin! Sende vicdan yok kardeşim! Sen adam olmazsın! Sen, eşi benzeri olmayan bir yaratıksın! Yeter artık yeter! Rahmetliye diriyken eziyet ettin, bari mezarını rahat bırak be kardeşim! Yalvarıyoruz sana. Anma bir daha onun adını. Kullanma daha fazla!"

Ahmet Kaya'nın öyle biriyle fotoğrafı çıktı ki
21.11.2013



Geçtiğimiz hafta sonu Diyarbakır’da Başbakan Erdoğan ve Barzani bir araya geldi, aynı gün ise İbrahim Tatlıses ve Şivan Perwer sahnede düet yaptı. Başbakan Erdoğan, Diyarbakır’daki konuşmasında Ahmet Kaya’yı anımsatıp, Kaya’nın böyle bir günde Diyarbakır’da olacağını söyledi.

Başbakan Erdoğan Diyarbakır’daki buluşmadan 2 gün sonra Meclis’teki grup toplantısı sırasında “Ahmet Kaya’ya kim saldırdı” derken sözlerine şöyle devam etti: 'Kimler saldırdı? Gezi Parkı'nda bize saldıranlar saldırdı. Şimdi diyorlar ki ben o sırada tuvaletteydim ben o sırada dışarıdaydım ulan hepiniz oradaydınız. Kamera kayıtlarında hepinizi görüyoruz."

Erdoğan’ın bu sözleri sonrasında 14 yıl önce MGD gecesinde olanlar tekrar tartışılmaya başlandı. Bu tartışma sonrasında görüldü ki o gün orada olan birçok isim, bugün de AKP’ye yakınlığıyla biliniyor.

Tartışmayı noktalandıran ve Başbakan Erdoğan’a cevap veren Ahmet Kaya’nın eşi Gülten Kaya ise şöyle dedi:

“Gezi bir itiraz ruhudur. Elbette ki Ahmet Kaya bir itiraz ruhunun yanında olurdu...”

AHMET KAYA DOĞU PERİNÇEK’LE YAN YANA

Ahmet Kaya üzerinden tartışma devam ederken İşçi Partisi Genel Başkanı ve Aydınlık gazetesi yazarı Doğu Perinçek, köşesinde dikkat çeken bir bilgi paylaştı. Ergenekon tutuklusu Perinçek köşesinden Ahmet Kaya’ya ilgili şöyle yazdı: “Ahmet Kaya, 1976 ya da 1977 yılında Partimize katılmıştı. Anadolu yollarında beraber yürüdük. Partimizin gecelerinde yiğitliğin sesiydi. 1980'li yılların sonlarına kadar böyle gitti.

Nasıl oldu, arkadaşım Hasan Hüseyin Demirel daha iyi bilir, onun ustası sayılır, Ahmet Kaya "yorgun demokrat" oldu. Ezilenler, bütün eziklikleriyle onu yüreklerine bastılar. Kahpe feleğe küfredenlerin sevgilisi oldu.” (20 Kasım 2013)

Odatv, bir dönem Doğu Perinçek’le yan yana yürüyen Ahmet Kaya’nın beraber çektirdikleri fotoğraflara ulaştı.

Aydınlık gazetesinin fotoğraf arşivinde çıkan karelerde Doğu Perinçek ve Ahmet Kaya yan yana. Bir diğer fotoğrafta ise Ahmet Kaya, o dönem Perinçek’in Genel Yayın Yönetmenliğini yaptığı ‘2000’e Doğru’ dergisinde kapak...

İşte o fotoğraflar:


22 Nisan 1989 Almanya Duisburg 2000'e Doğru şenliği


15 Ocak 1989 '2000'e Doğru' Dergisi

Odatv.com

Ulan hakikaten de hepsi oradaydı
23/11/2013


Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın salı günü Meclis grup toplantısında yaptığı konuşmada söylediği, "Ulan hepiniz oradaydınız" sözleriyle ilgili en ilginç değerlendirmelerden biri Ahmet Hakan'dan geldi.

Ulan hakikaten de hepsi oradaydı

Hürriyet gazetesi yazarı Ahmet Hakan'ın bugünkü köşesinde yer alan yorum şöyle:

Ulan hakikaten de hepsi oradaydı
Serdar Gezi’de değildi...
İbrahim de Gezi’de değildi... Mahsun Gezi’ye uğramadı bile... Kadir Gezi’ye mesafeliydi...
Ajda, “Ne yani hepimiz Gezi’ye destek vermek zorunda mıyız” dedi... Reha Gezi’ye karşı
limoniydi... Muazzez Gezi’ye kapatmıştı gözlerini... Mustafa uzay kadar uzaktı Gezi’ye...
Adnan Gezi’nin kıyısından bile geçmedi... Özcan Gezi zamanı kayıplara karıştı... Ebru
Gezi’ye en uzak yerdeydi...
*
Serdar, “ AK Parti çok şükela” dedi... İbrahim düet yaptı... Kadir akil insan seçildi...
Mustafa zaten bildiğiniz gibi... Reha hükümete destek çıktı... Muazzez AK Parti
gecelerinde şarkılar söyledi... Adnan’ın Tayyip Bey’e sevgisi malum... Özcan’ın aşırı
sıcaklığı yoksa da bir soğukluğu da yok... Mahsun iktidara soğuk değil... Ajda, “Sayın
Bakanım sizin için canımızı feda etmeye hazırız” dedi... Ece desen zaten apolitik... Ebru
ağırbaşlı bir hükümetçi... Merhum Osman AK Parti milletvekili idi...
*
Ulan hepiniz oradaydınız be!

Ali İsmail geleceğin Ahmet Kaya’sı olacak
Ahmet Kaya konusu bugün sadece bir utancın konusudur.
Fırlatılan çatal bıçaklar, açılan davalar, oluşturulan havalar, atılan manşetler, yazılan
makaleler...
Hepsi ama hepsi, sadece ve sadece bir utancın konusudur, başka bir şeyin değil.
Ve hak edilmiş bir utançtır bu.
Lamı cimi yok.
*
Size bir şey söyleyeyim mi?
Bir zaman gelecek Eskişehir’in ortasında dövülerek öldürülen 18 yaşındaki Ali İsmail
konusu da bir utancın konusu olacak.
Bugün Ahmet Kaya üzerinden başkalarını utandırmak için çırpınanlar, yarın Ali İsmail
üzerinden utandırılacaklar.
Valilerin demeçleri, o demeçlere verilen tepkiler, suskunluklar, geçiştirmeler,
çarpıtmalar, çarpıtmalara zemin hazırlayan manşetler, sessizlikler, bir “Allah rahmet
eylesin”i bile esirgemeler falan...
Hepsi ama hepsi yalın bir utancın ve utandırmanın konusu olacaktır.
*
Fakat şöyle bir durum da var:
Nasıl ki bugün Ahmet Kaya konusunda pişkinlik geçer akçe olabiliyorsa, yarın da Ali
İsmail konusunda pişkinlik geçer akçe olacaktır.
O açıdan telaşa mahal yok.
Herkes rahat oynasın.
Hürriyet
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Cum Tem 23, 2010 11:52 pm    Mesaj konusu: AHMET KAYA'YA LİNÇ EKİBİNDENMİŞ! Alıntıyla Cevap Gönder

Nihal Kemaloğlu
nihal.kemaloglu@aksam.com.tr
'Hoşça kal sevgili ülkem'

Şöyle gönülden bir eyvallahı çok gördüğümüz, hoşça kal diyemediğimiz Ahmet Kaya, tutmayı 'hak etmediğimiz' bir yas olup, vicdanları yakıyor mu bilinmez.
Yüreğini eze eze incittiğimiz Ahmet Kaya'nın kapkara gözlerine eşlik eden geniş gülümsemesindeki mahcubiyeti görünce, kimler başını öne eğiyor o da bilinmez.

Ama zamanın bilge ve adil eli, onu ve bestelerini cesur hikayesiyle geleceğe doğru yerleştirirken, Ahmet Kaya'ya musallat popüler-medyatize 'kötülüklerin', tarihin mazgallarından sürüklenip gideceğine eminiz...

O halde onun şarkılarını her duyuşta loş gönlümüz 'çetin bir masumiyetin' sesine de kulak vermelidir ki bir daha Ahmet Kaya'nın üzerine çullanan karanlık, kimsenin yanına yaklaşamasın.

Dilini sürgülemeye kalkıp yurtsuzluğa sürgün ettiğimiz Ahmet Kaya'nın ülkesinde kalmış gözlerine, hoyratça kırdığımız yüreğine dokunmak artık imkansızdı.

Hazin gecikmelerin telafisinin mümkünü yok.
Geç kalmış nedametlerin de acelesi olmuyor.

Hayattayken 'kasılmış' vicdanlarımızın elbirliğiyle bin bir eziyeti esirgemediğiz Ahmet Kaya için, yıllar sonra sarf edilen müteessir ifadeler ne kadar zahmetsiz geldi değil mi?

Muhtemelen Kaya'nın ailesinin de kanını donduran, içini bunaltan bu pişmanlık beyanatları boşluktan laf sahibine geri dönüyordur.
Bir gece yarısı eline verilen pasaportla Paris'e yani sürgüne gönderilen Ahmet Kaya'nın Pere Lachaise mezarlığındaki kabrinde 'Hoşça Kal Sevgili Ülkem' yazıyor.

Gurbete bir yıl dayanan yorgun ve kırgın yüreğinde bestelediği şarkıları şimdi, nesilden nesile geçerek çoğalıyor.
Ahmet Kaya, şarkılarını Kürtçe okumak istediğini söyleme 'suçunu' işlemişti.

İster istemez Başbakan'ın referandum öncesi çıktığı TV programında Ahmet Kaya'nın Şafak Türküsü'nü söylediği bant kaydını izlerken dolan gözleri ve konuşması akıllara geliyor.

Kayıt, Başbakan'ın şiir okuduğu için hapis cezası alması üzerine, Ahmet Kaya'nın o zaman Belediye Başkanı olan Başbakan'a muhalif desteğini verdiği bir etkinlikle ilgiliydi.

Başbakan, 'Ahmet Kaya'ya ilişkin, Türkiye bu kadar büyük bedeller ödememeliydi' dedi.

Ve ilave etti. İşte; bu anayasa, bu bedel ödetmenin önüne geçiyor.
Eğer gerçekten öyleyse, Başbakan'a Ahmet Kaya'nın hatırasına yüklenen bedellerden birini de iletmek isteriz!

Ahmet Kaya'nın 12 Eylül darbesinin despotizmini anlatan şarkılarının halen 'yasaklı şarkılar' listesinde olduğunu, içlerinde 'An gelir', 'Dokunma yanarsın', 'Başkaldırıyorum' bestelerinin bulunduğu 10 şarkısının yasak olduğunu da hatırlatmak isteriz.

Başbakan, 'Ahmet Kaya şiir okuduğu için özgürlüğü elinden alınan bir belediye başkanı için kalkmış oralara gelmişti' dedi ve 'Gurbette vefatını unutamayız' diye andı.

Öyleyse, bir zamanların 'muhalif belediye başkanından' bugün de muhalif kimliklerin ve fikirlerin yaşatılmasında ve korunmasında daha da 'demokrat' özeni bekliyoruz demektir...

Yoksa siyasi görüşlerinden dolayı okuldan uzaklaştırılan, yargılanan üniversiteliler, tutuklanan gazeteciler, ağır ceza davaları açılan sanatçıların başbakanı olmak geçmişle aşılamaz büyük çelişki olarak tarihe kaydedilir...
Ahmet Kaya'nın yıllar önce geniş, sıcak yüreğinden kopup gelen 'muhaliflik' desteği belki de onun yadigarı büyük derslerden biridir.
Bizim de sürgüne gönderdiği sanatçısını yabancı topraklardaki kabrinde yatarken 'yad edenlerin' ülkesi olmaktan kurtulma zamanımız daha gelmedi mi?

http://www.aksam.com.tr/2010/10/02/yazar/18914/nihal_kemaloglu/_hosca_kal_sevgili_ulkem_.html

MAHZUN KIRMIZIGÜL AHMET KAYA'YA LİNÇ EKİBİNDENMİŞ!

23 Temmuz 2010
Ahmet Kaya'nın lince maruz kaldığı Magazin Gazetecileri Derneği'nin düzenlediği o meşhur gecede Mahsun Kırmızıgül'ün de linç ekibinde başı çektiği ortaya çıktı.
Konuyu bugünkü köşesine taşıyan Sabah yazarı Sevilay Yükselir, o gecenin montajlanmamış kasetini izleyince şok olduğunu söyledi.
İşte sevilay Yükselir'in yazısı:

Keşke ellerin kırılsaydı Mahsun Kırmızıgül!

Biz gazetecilerin kendi aralarında yaptığı sohbetler hayli ilginçtir. Eğer sohbete katılanlar gerçekten renkli kişiliklerse inanılmaz bir ortam yaşanır o anlarda. Çok hararetlidir ama bir o kadar da verimli geçer tartışmalarımız. İşte iki gece evvel de böyle bir an yaşadık bir grup gazeteci arkadaşımla. Rasim Ozan Kütahyalı'nın Kuruçeşme'deki evindeydik.

Bugün o gecede yaşananları anlatacağım sizlere.

Nereden geldik, nasıl geldik bilmiyorum ama bir ara konu Ahmet Kaya'ya ve lince maruz kaldığı Magazin Gazetecileri Derneği'nin düzenlediği o meşhur geceye geldi. Başladık tabii sorgulamaya... "Kim ne yaptı? Nasıl tepki gösterdi?" falan diye. Aramızda geceye tek tanıklık eden tek gazeteci Reha Muhtar'dı. Hatırlarsanız o dönem Show TV Haber'in başındaydı. Reytingleri olay yaratıyordu. Ayrıca o gecede, ödüle layık görülen "En iyilerden" biri de Reha'ydı. Ve maalesef linç girişimini başlatanlar arasında onun da adı geçiyordu. Epeyce dolmuş demek ki bu söylenenlere... Onun için uzun uzun anlatma ihtiyacı hissetti bizlere o gecede yaşananları. Sonra da, "Büyük haksızlık yapıldı bana!" dedi ve "Keşke o kaseti bulsak da izlesek ve siz de benim gerçekten ne yaptığımı görseydiniz!" diye ekledi.

Biz tam, "Tamam... Olur" falan derken Rasim salona gitti ve elinde bir DVD ile geri döndü! Ve "Hadi izleyelim" dedi. Yok yok adamda! Tam teşekküllü mübarek! Meğer o gecenin ham görüntüleri varmış elinde. Hiçbirimiz itiraz etmedik tabii... Geçtik televizyonun başına. Ve an be an, kare kare başladık hep beraber Ahmet Kaya'ya yapılan o alçakça saldırıların montajsız görüntülerini izlemeye.

Bir yandan izliyoruz bir yandan da şok üzerine şok yaşıyoruz. Tamam bugün gibi aklımda o gecenin görüntüleri ama hiç bu kadar detaylı olanı izlememiştim. Bir anda haysiyet celladı kesilen Serdar Ortaç'ın "Bu devirde kimse hükümdar değil, padişah değil" şarkısını söylerken Ahmet Kaya'nın oturduğu masaya dönüp, "Bu ülkeyi kimseye böldürtmeyiz! Teröre yem etmeyiz!" sözleri ile ne haltlar karıştırdığını biliyorduk ama onun buram buram provokasyon kokan şarkısını kimlerin ayakta alkışladığını bilmiyorduk mesela!

Kimler kimler... Saymakla bitmez ama biri vardı ki ben onu görünce beynimden vurulmuşa döndüm! Nutkum tutuldu sayın okurlar adeta! Sadece ben değildim tabii bu korkunç şaşkınlığı yaşayan. Nagehan Alçı dayanamayıp, "Olamaz ya! Bu Mahsun değil mi? Güneşi Gördüm diyen Mahsun! Ne yapıyor böyle?" diyerek ansızın fırladı ayağa...

İnanamadık. Defalarca Mahsun'un ayakta Serdar Ortaç'ı alkışlayan o sahnesini izledik.

Sonra işadamı Erdal Acar'ı gördük. Konuşmasını bitirdikten sonra protestolar arasında masasına doğru giderken Ahmet Kaya'yı durduruyor birden... Bir yandan bir şeyler söylüyor rahmetliye, diğer yandan da işaret parmağını sallıyor tehdit eder gibi! Küfür mü ediyor, "Bunun hesabını vereceksin mi?" diyor anlayamadık. Ama buna rağmen Ahmet Kaya gülüyor Erdal Acar'a. Hatta sarılıp omzunu okşuyor babacan bir tavırla! Sonra kısa ve küt saçlı bir kadın var görüntülerde. Tanıyamadık. Bas bas bağırıyor! Durmadan küfrediyor ve hakaret ediyor; "Atın bu vatan hainini dışarı!" diye. Bir başka kadın ise, Ahmet Kaya'ya dönüp; "Sünnetsiz pezevenkkkk!!!" diyor! Ben tanıyamadım o kadını ama Rasim, magazin gazetecisi Şenay Düdek olduğunu söylüyor. Tunca Yönder denen bir şahıs var ortamda. Dizi yönetmenimiymiş neymiş... Provokasyonun elebaşlarından. Savaş meydanındaymış gibi sloganlar atıyor. Hakaretler yağdırıyor. Sonra bir başka adam. Esmer, bıyıklı filan. Ahmet Kaya masada otururken eşi Gülten Kaya'yla oraya yönelip saldırmak istiyor ama bizim aslan parçası Savaş Ay araya girip püskürtüyor olası saldırıyı. Zaten Ahmet Kaya'ya ve eşi Güten Kaya'ya zarar gelmesin diye diplerinden ayrılmayanlardan tek gazeteci Savaş Ay! Diğeri de Mehmet Aslantuğ. Helal olsun! Durmadan insanları yatıştırmaya gayret ediyorlar salonda. Neyse. O gecede insafsızlık yaptığı için yazılıp çizilmesi gereken onlarca adam var ama ben haklı olarak en çok Mahsun Kırmızıgül'e takıldım. Ne diyecek çok merak ediyorum. "Ellerim kırılsaydı keşke!" falan mı diyecek acaba? Yoksa, "Dün dündür, bugün bugündür" mü? İyi ama o zaman dönüp sormazları mı bu adama? "Son dönemde özellikle Kürt Meselesinden esinlenerek daha doğrusu beslenerek çektiğin gişe hasılatları kıran o muhteşem filmlerinin hesabını nasıl vereceksin?" diye... Demezler mi; "Eyyy Mahsun... O gece o linç yaşanırken senin Serdar Ortaç'ı alkışlamak yerine Ahmet Kaya'nın yanında durman lazımdı. Durabilseydin. Korkaklık yapmayıp, bugünkü gibi, 'Kürdüm ulan bende!' diyebilseydin, Ahmet Baba'ya kalkan olabilseydin, belki de o hâlâ aramızda yaşıyor olacaktı. İki kere özür borçlusun sen şimdi. Biri, korkaklık yaptığın için! Diğeri de Ahmet Kaya'nın canıyla ödediği bedelin üzerinden bugün gişe rekorları kırarak cukkanı doldurduğun için!"

Sevilay Yükselir-sabah

"Türkiye'ye kötülük etmekten ruhu bozulmuş"
Ahmet Kaya'nın eşi Gülten Kaya'dan Ertuğrul Özkök için Söz Sende'de ağır sözler
26 Ekim 2010


Ahmet Kaya’nın hayatı “Uçurtmam tellere takıldı” adıyla belgesel oldu. Ahmet Kaya’nın eşi Gülten Kaya Balçiçek ilter’le Söz Sende de hem belgeseli anlattı hem de o dönemle ilgili çarpıcı açıklamalar yaptı…

Gülten Kaya Hürriyet Gazetesi eski genel yayın yönetmeni Ertuğrul Özkök’ün Söz Sende’de yaptığı açıklamalara cevap verdi. Özkök, Hürriyet’in attığı “şerefsiz” manşeti için “O Ahmet Kaya’nın çok sevdiği bir kelimeydi. Bugün olsa o manşeti atmazdım” demişti.

Gülten Kaya, Özkök’ü izledikten sonra “Acaba Ertuğrul Özkök bunları söyledikten sonra kendisini izledi mi? Merak ediyorum dedi.

GÜLTEN KAYA: ÖZKÖK TUTARSIZ…
Gülten Kaya Ertuğrul Özkök’ün tutarsız olduğunu söyledi ve şöyle devam etti:

“Bir tutarlılık aramaya çalışıyorum, argümana bakar mısınız? İki şeyi birbirine karıştırıyor. O dönemde hürriyet iki ayrı manşet atmıştı, biri “ayıp ettin gözüm” diğeri de “vay şerefsiz”… Şerefsiz onun çok sevdiği kelimeydi diyor. Şimdi Ahmet Kaya’nın çok yakınında bulunmuş olmak gerekiyor ki Ahmet Kaya’nın ne dediğini bilebilsin bir kere bu yok.

Onun kastettiği “Ayıp ettin gözüm” manşeti. Çünkü gözüm çok tipik kelimesiydi Ahmet’in, muhtemelen onu kastediyor. Onu bilemez çünkü..Ayrıca bilse bile,, bir en büyük gazetenin genel yayın yönetmeninin sorumlu tavrı bunu böyle açıklamak mıdır?

AHMET HİÇBİRZAMAN TÜRK HALKINA HAKARET ETMEDİ…
Gülten Kaya bu manşeti gördüğünde Ahmet kaya’nın nasıl tepki verdiğini de anlattı. Kaya’nın hiçbir zaman Türk halkına hakaret etmediğini söyleyen Gülten Kaya “Ahmet bu belgeselde şerefsiz kelimesini Türk halkını kastederek söylemediğini anlatıyor” dedi.

Gülten Kaya şöyle konuştu: “Ahmet’in söylediği,, her ülkenin şerefsizleri vardır. Türkiye de bundan muaf değildir. Asla Türkiye halkına şerefsiz demem,, bunu herkes bilir…” şeklindeydi dedi..

TÜRKİYE’YE KÖTÜLÜK ETMEKTEN RUHU BOZULMUŞ…
Gülten Kaya Ertuğrul Özkök’ün attığı “şerefsiz” manşeti için “şimdi bütün bunlar ortadayken atılan bu vahim başlığı,, pespaye başlığa tanım bulamıyorum.Hala şöyle savunuyor olmak hakikaten feci.İşte bunun adı nefret suçu uygar dünyada” diye konuştu.

Gülten Kaya aynı programdaki Ertuğrul Özkök’ün “Ahmet Kaya o manşetten 8 yıl sonra öldü” sözlerini de değerlendirdi.

Kaya, “Bence Türkiye’ye kötülük etmekten ruhu bozulmuş ya da hesap bilmiyor. Hürriyet o manşeti 1999’da attı. 2000 yılında da Ahmet i kaybettik. 2000 den 1999 çıkınca 8 yıl kalıyorsa geriye, bu matematiği Ali Nesin’e sormak lazım. Ama bu bir dil sürçmesi değil bilinçaltı. O manşet hayatımızı karartan manşettir” dedi. habertürk
_________________
Bir varmış bir yokmuş...
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Pzr Ksm 14, 2010 8:00 pm    Mesaj konusu: Ahmet Kaya'ya Yapılan Medya İnfazının Belgeseli Alıntıyla Cevap Gönder

Ahmet Kaya'ya Yapılan Medya İnfazının Belgeseli


























Kaynak: Haber10
_________________
Bir varmış bir yokmuş...
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Önceki mesajları göster:   
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> MÜZİK Tüm zamanlar GMT
1. sayfa (Toplam 1 sayfa)

 
Geçiş Yap:  
Bu forumda yeni başlıklar açamazsınız
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz
Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız


Powered by phpBB © phpBB Group. Hosted by phpBB.BizHat.com


Start Your Own Video Sharing Site

Free Web Hosting | Free Forum Hosting | FlashWebHost.com | Image Hosting | Photo Gallery | FreeMarriage.com

Powered by PhpBBweb.com, setup your forum now!
For Support, visit Forums.BizHat.com