EntellektuelForum Forum Ana Sayfa EntellektuelForum

 
 SSSSSS   AramaArama   Üye ListesiÜye Listesi   Kullanıcı GruplarıKullanıcı Grupları   KayıtKayıt 
 ProfilProfil   Özel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapınÖzel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapın   GirişGiriş 

Masonluk ve Türevleri

 
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> ÇÖPLÜK
Önceki başlık :: Sonraki başlık  
Yazar Mesaj
admin
Site Admin


Kayıt: 31 Arl 2006
Mesajlar: 831
Konum: Belarus

MesajTarih: Cmt Şub 09, 2008 6:25 pm    Mesaj konusu: Masonluk ve Türevleri Alıntıyla Cevap Gönder

Paşakay: "Cumhuriyeti ve değerlerini korumak her Türk Masonunun asli görevidir"

Masonlar, Cumhuriyet Bayramı dolayısıyla, kendilerini kapatan Atatürk'ün kabrini ziyaret etti

28.10.2005 Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası Büyük Üstadı Kaya Paşakay ve Masonlar Birliği üyeleri, 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı nedeniyle bugün Anıtkabir'i ziyaret etti.
Masonlar Büyük Locası Üstadı Paşakay, beraberindekilerle birlikte Atatürk'ün Mozolesine çelenk koydu. Daha sonra Misak-ı Milli Kulesi'ni ziyaret ederek Anıtkabir Özel Defteri'ni imzaladı. Paşakay, deftere şunları yazdı:
"Cumhuriyet Bayramı'nın 82. yıldönümünü gururla kutlamanın heyecanı içinde yüksek huzurunuzdayız. Cumhuriyet ve değerlerini korumak ve sonsuza dek yaşatacağımıza olan inancımızı ve kararlılığımızı bir kez daha teyit ederim. Manevi varlığın, ilke ve devrimlerin yolumuzu her zaman aydınlatacaktır. Türkiye'mizi bağımsızlık, özgürlük, barış ve sevgi dolu nice aydınlık yarınlara ve Cumhuriyet Bayramları'na doğru götürmeye çalışmak her Türk Masonunun ve aile bireylerinin vazgeçilmez görevidir. En derin özlem, sevgi ve saygılarımla."
Paşakay ve beraberindekiler hatıra fotoğrafı çektirdikten sonra Anıtkabir'den ayrıldı.
netgazete

Taha Kıvanç
Bilderberg: Büyük hayal kırıklığı

Dünya Bankası Başkanı Robert Zoellick'in “Gelişmekte olan 28 ülke ekonomik kriz riski altında” dediğini dünkü Yeni Şafak'ta okumuş olmalısınız. Zoellick, Dünya Bankası'nın başından skandalla uğurlanan Paul Wolfowitz'in halefi. Wolfowitz 1 Mart tezkeresine “Hayır” demiş olan Türkiye'nin ABD'den özür dilemesini talep etmesiyle ünlü bir Neo-Çılgın'dı; Zoellick de onun gibi Dick Cheney ekolünden biri...

Zoellick'in geç kalmış uyarısı beni farklı bir zihinsel seyahate çıkardı; 2006'da Ottawa/Kanada'da yapılan Bilderberg toplantısına... O sıra ABD Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı koltuğunda oturuyordu Zoellick. Geçmişinde Golden Sachs gibi bir finans kuruluşunda yöneticilik de bulunan, eski diplomat yeni Dünya Bankası sorumlusu, acaba son iki yılın Bilderberg katılımcılarına, “Arkadaşlar, büyük bir küresel krize doğru gidiyoruz” uyarısında bulunmuş muydu?

Beni Ottawa sonrası listeden düştükleri, Zoellick'in de konuşmacı olduğu İstanbul (2007) ve Chantilly (ABD) toplantılarına çağırmadıkları için ilk elden bir bilgiye sahip olmam imkânsız; ancak katıldığım tek toplantıda edindiğim dostluklar sayesinde istediğim bilgilere ulaşabiliyorum. “Bilderberg toplantılarında kriz konusunda uyarıldınız mı?” soruma cevap bulabilecek durumdayım.

Bilderberg ekonomik kriz konusunda pek çok bakımdan önemli.

Krizin adında yer alan 'küresel' sözcüğü 'dünya hükümeti' diye de anılan Bilderberg'le doğrudan ilintili bir kere. 'Küreselleşme' denilen olgu 1950'lerden beri bu yolda bastıran Bilderberg grubunun ürünüdür. 'Küresel kriz' denilen gelişmeyi ilk tahmin edeceklerin Bilderberg çatısı altında toplananlar olmasını beklenir.

Hemen tahmin edebileceğiniz gibi, Bilderberg'in çekirdek kadrosunda çok sayıda bankacı ve finans sektörü temsilcisi de var; uluslararası kurumların tepe yöneticileri de toplantılara katılıyor. Chantilly (2008) toplantısına Merill Lynch şirketinin 2 ve 3 numaraları Harold E. Ford ile William McDonough da katılmış sözgelimi; aynı toplantıda ABD Hazine Bakanı Henry Paulson ile ABD Merkez Bankası'nın 1 numarası Ben Bernanke de bulunuyormuş...

Böyle bir kadronun katıldığı bir küresel toplantıda, şimdilerde dünyayı sarsan 'küresel kriz' ile ilgili öngörüler bütün oturumları işgal etmiştir herhalde...

Aklımda bu düşünce, sorularıma cevap aramak üzere son Chantilly toplantısına katılanlardan bilgi derleme çabasına giriştim. Hayal kırıklığına uğradığımı baştan söylemeliyim. Hayır, kaynaklarım ser verip sır vermedikleri için değildi bu hayal kırıklığım, toplantıda konuşulanlar hakkında yeterince bilgi sahibi oldum çünkü. Hayal kırıklığım, 'dünya hükümeti' diye de bilinen Bilderbergçilerin bu yılki toplantısında, kapıya dayandığı halde, “Büyük bir kriz geliyor” endişesinin pek duyulmamış olmasından...

“Her şey yolunda, tedirginliğe gerek yok” havasında da değillermiş, ama hepsinin durumunu sarsacak bir kriz beklentisi de işitilmemiş...

Düşünün: Son Bilderberg toplantısı 5-8 Haziran 2008 tarihlerinde yapıldı. Toplantı yeri olan Chantilly ABD'deydi. ABD bir yıla yakın bir süredir 'mortgage krizi' denilen bir büyük altüst oluş yaşıyordu. (Bir kaynağım, toplantıda, “Geçen yıl İstanbul'da yapılan toplantımızda 'mortgage krizi'ni öngörememiştik” ezikliği yaşandığını da aktardı bana.) Daha o sıralarda Bear Stearns ile kapıya dayanmış ve bir ay sonra patlayıp Merrill Lynch dahil önemli bir çok finans kuruluşunu yerle bir edecek olan 'dev küresel kriz' beklentisini dile getiren pek çıkmamış... Düşünebiliyor musunuz?

Chantilly'de bulunmuş bir kaynağım toplantılarda aldığı notları benimle paylaştı.

Koltuğu itibariyle önemli bir konuşmacı, özellikle Uzak Doğu kaynaklı tasarrufların dünya piyasalarına girmesinin kredi faizlerinde düşüş etkisine yol açtığını, bunun da riski fazla yeni finansal mekanizmalar doğurduğunu anlatmış. Yine de “Durum şu yakınlarda biraz düzeldi” demeyi ihmal etmeden...

“Sizinkilerden biri” dedi kaynağım, “Amerikan Merkez Bankası'nın sorunların yeniden baş göstermesini engellemek üzere ne tür tedbirler aldığını sordu. O sayede, bir kriz ortamından geçildiğini ve sorunun çözümünün zaman alacağını işittik.”

Katılımcıların bazısını fazla endişeli gören bir konuşmacı, yatıştırmak için, “Amerikan ekonomisi o kadar devasa ki, bir sektörde kriz çıksa bile diğer sektörler bundan etkilenmeyebilir” demiş...

Tevekkeli, adamlar beni bir daha toplantılarına çağırmadılar...

Gelecek yıl yapılacak Bilderberg toplantısına, sürekli katılımcılardan bazısı şirketlerini veya konumlarını kaybettikleri için gidemez herhalde.
yeni şafak

İlker Paşa'ya Büyük Hakaret
15 Haziran 2008

Vakit, Başbuğ'la ilgili ikinci belgeyi dün yayınlamıştı. Fakat belgede gözden kaçan bir ayrıntı vardı. Türkiye'nin Kara Kuvvetleri Komutanı'na hakaret gibi sözler vardı.

İlker Başbuğ'a Büyük Kulüp'e kabulünde hakaret gibi sözler...

İlker Başbuğ'un Büyük Kulüp'e kabul belgesini dün Vakit Gazetesi yayınlayınca Genelkurmay'dan sert açıklama geldi. Açıklamanın ardından üyeliğiyle ilgili bir ayrıntı gözlerden kaçmıştı. Oysa Büyük Kulüp'e üyeliğe kabulünü gösteren resmi belgede Türkiye Cumhuriyet Kara Kuvvetleri Komutanı İlker Başbuğ'a hakeret dolu sözler yer alıyor:

Kara Kuvvetleri Komutanı hakkında yapılan 'tetkik' ve 'soruşturma' tartışmanın odağı haline geldi.

Kara Kuvvetleri Komutanı İlker Başbuğ’un Büyük Kulüp’e üye olduğu ortaya çıktı. Üyeliğe kabul edildiğini gösteren bu şok belgede, İlker Başbuğ hakkında hakaret kabul edilebilecek ifadelere yer veriliyor. Başbuğ’un bütün geçmişi araştırıldığı ve sabıka kaydı olup olmadığı incelendikten sonra kulübe kabul edildiği ele geçirilen belgede yazıyor.

Belgeden, Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral İlker Başbuğ’un 1882 yılında İngiliz Elçisi Sir Alfred Sandison tarafından kurulan “Büyük Kulüp” adlı derneğe üyelik başvurusunda bulunduğu ve başvurusunun kabul edildiği anlaşılıyor. Dernek Başkanı Duran Akbulut, İlker Başbuğ’a gönderdiği 18.12.2006 tarihli yazıda şunları kaydediyor: “Büyük Kulüp Derneği'ne üyelik için yapmış olduğunuz başvurunuz ilgili kurullarca tetkik edilmiş olup, Yönetim Kurulumuzun 09.12.2006 tarihinde yapmış olduğu toplantıda üyeliğe mani haliniz bulunmadığı anlaşıldığından, Büyük Kulüp üyeliğine kabulünüze karar verilmiştir.”

Yazıdaki “tetkik edilmiş olup” ve “üyeliğe mani haliniz bulunmadığı” ifadeleri, “Kulüp, Türkiye Cumhuriyeti'nin en önemli makamlarından birinde bulunan bir komutanla ilgili ‘güvenlik soruşturması’ yapmış” şeklinde yorumlanıyor.

Üyeliğe kabul yazısının devamında da şöyle deniliyor: “Bilgi edinmenizi rica eder, aramıza hoş geldiniz der, üyeliğinizin size ve kulübümüze hayırlı olmasını diler, saygılar sunarım.”

“SABIKA KAYDINA BAKTIK”

Kulüp yetkilileri, her üye adayına olduğu gibi Başbuğ’un da “güvenlik soruşturması”na tabi tutulduğunu belirterek, “Adaylar hakkında 10-15 gün süren bir araştırma yapılıyor. Sabıka kayıtlarına bakılıyor, ona göre üyeliğe kabul ediliyor veya edilmiyor. Bir de adayın içeriden referansının olması gerekiyor” bilgilerini verdiler.

BU NASIL BİR KULÜP?

“Seçkinler kulübü” olarak da bilinen Kulüp’ün resmi internet sitesindeki şu bilgiler dikkat çekiyor: “1882 yılında İngiliz Elçisi Sir ALFRED SANDISON tarafından başlatılan çalışmalar sonucu: diplomat, yönetici ve işadamlarından oluşan 30 kurucu üyenin sosyal amaçlarla kurdukları (CERCL’E a’PERA) adlı kulüp 1884 yılında (CERCL’E d’ORIENT) adını almıştır… Toplumumuzun tarihindeki en büyük bunalımların ve değişmelerin yaşandığı sürecin tanığı olan kulübümüz aynı zamanda bu olaylarda rol üstlenmekle birlikte, üyelerinin bunlara fiilen katıldığı bir cemiyet olmuştur.”

İŞTE O KULÜBÜN YÖNETİM KURULU

Duran Akbulut (Yönetim Kurulu Başkanı)

Yüksel Yalova (2. Başkan)

Mehmet Seren Dinçler

O. Taylan Kendirli

Melih Tavukçuoğlu

Tevfik Altınok

Mehmet Nuri Kuriş

Atalay Şahinoğlu

Mehmet Özcan

Mustafa İscan

Aslan Adıgüzel

YEDEK ÜYELER

Numan Erdem

Figen Tanyeri

Müge Yazgan

Reyhan Şahin Benzes

Burhan Çavuşoğlu

Alper Poyraz

BALOTAJ KURULU

Org. Çevik Bir (Başkan)

Bedri İnce (2. Başkan)

Haşmet Olgaç (Asbaşkan)

Perviz Zekioğlu

Koptagel İlgül

Misel Gülçiçek

Turhan Sarıgülle

Sadettin Sükan

Hakkı Kalkavan

Coşkun Bekar

Vedat Bayram

Hakan Öncel

Başar Nuhoğlu

Behruz Vatandost

İsmail Yıldız

YEDEK ÜYELER

Mahmut Tanyol

Elif Göktan

Mehmet Sena Yüceöz

Hakan Kefoğlu

Sami Gören

DİSİPLİN KURULU

Mehmet Moğultay (Başkan)

Nazmi Akiman (2. Başkan)

Şükrü Aytekin İlhan

Org. Necati Özgen

Erol Cihan

Emekli Amiral Nezih İşeri

Eski Müsteşar İlhan Kesici

Sevgi Gümüştekin

Mehmet Yıldırım

Fikret Öztamur

İlter Ural

YEDEK ÜYELER

Ruşen Sağıroğlu

Tekin Akmansoy

Ercüment Ünlü

Kerem Ertan

Sinan Kılıç

SİCİL KURULU

Uğurman Yelkencioğlu (Başkan)

Yüksel Erikmen (2. Başkan)

Serdar Tepe

Adem Ceylan

Haydar Yanıkoğlu

YEDEK ÜYELER

Sami Behar

Hande Yılmaz

Işık Seyran

DENETLEME KURULU

Engin Berker (Başkan)

Kadir Boy

Erol Pelister

YEDEK ÜYELER

Haluk Demirtopuz

Mehmet Vodina

İbrahım Çehreli

(Bugün)

MASON TEŞKİLATININ LİDERİ ÖLDÜ

Dünyanın önde gelen Mason teşkilatlarından ''Malta Şövalyeleri''nin 33 derecenin üstündeki ''Üstad-ı Azamı'' İngiliz Andrew Willoughby Ninian Bertie bugün Roma'da 78 yaşında öldü.
09.02.2008
İngiliz Reuters ajansı, 1988'de ''Üstad-ı Azam'' mevkiine mazhar olan Bertie'nin Şövalyeler'in merkezinin bulunduğu İtalya'nın başkenti Roma'daki hastanede öldüğünü bildirdi, ancak sebebini belirtmedi.

Fransa İmparatoru Napolyon zamanında 1798 yılında Malta'dan çıkarılan Şövalyeler'in teşkilatı Roma'ya taşındı.

Tarihte Haçlı Seferleri'ne katılmış olan Şövalyeler, Malta'da 1565 yılında Padişah Kanuni Sultan Süleyman'ın sevk ettiği Osmanlı donanmasıyla çarpıştı.
STAR

Dalan'ın Dönmeyeceğinin Kanıtı
03 Mart 2009
Bedrettin Dalan'ın söylediğinin aksine dönmemek üzere gittiği ve sağlık nedeninin de hikaye olduğunun kanıtı ortaya çıktı. Konumunu devretmiş... Hem de kime?

Sağlık sorunları sebebiyle yurtdışına gittiğini iddia eden İstek Vakfı ve Yeditepe Üniversitesi eski Yönetim Kurulu Başkanı Bedrettin Dalan’ın, kendisine gelen ‘kaç’ ihbarından sonra yetkilerini Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Üyesi Namık Kemal İzler’e bıraktığı ortaya çıktı.

Vakit Gazetesi'nin haberine göre; Tuğgeneral Nurettin Işık’ın, bir ziyareti sırasında Aydın Doğan’a, yeni bir operasyonla ilgili tüyo verdiği ve Doğan’ın da Dalan’a ‘Seni de içeri alacaklar’ dediği iddia edilmişti.

Öte yandan; usulsüzlük ve yolsuzluk yapıldığı iddiaları üzerine mercek altına alınan İstek Vakfı ve Yeditepe Üniversitesi’nin kayyuma devredilebileceği belirtiliyor.

Sağlık sorunları sebebiyle yurtdışına gittiğini iddia eden Bedrettin Dalan’ın, kaçmadan 1 ay önce tüm yetkilerini Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Üyesi Namık Kemal İzler’e bıraktığı ortaya çıktı. Bu arada usulsüzlük ve yolsuzluk iddiaları üzerine mercek altına alınan İSTEK Vakfı ve Yeditepe Üniversitesi'nin kayyuma devredilebileceği öğrenildi...

Ergenekon davası kapsamında aranan İstek Vakfı ve Yeditepe Üniversitesi eski Yönetim Kurulu Başkanı Bedrettin Dalan’ın, yurtdışına kaçmadan 1 ay öncesinden, yerine vekil atadığı ve bunu da YÖK’e bildirdiği ortaya çıktı. Önce İngiltere, ardından da İsrail ve ABD’ye uçan Dalan’ın, sağlık sorunları sebebiyle yurtdışında bulunduğu iddia edilmesine rağmen, tüm yetkilerini 1 ay öncesinden devretmesi, bir daha dönmeyeceğinin işareti olarak yorumlanıyor.
HER ŞEYİ HÂLLETTİ ‘KAÇ’ İHBARINI BEKLEDİ
Yeğeninin uyuşturucu olayı sebebiyle gündeme gelen Tekirdağ Şarköy 95. Zırhlı Tugay Komutanı Tuğgeneral Nurettin Işık’ın, son Ergenekon dalgası öncesi Aydın Doğan’la görüşerek, “Dalan’ı da içeri alacaklar” dediği ve Doğan’ın da Dalan’a haber salarak kaçmasına sebep olduğu ileri sürülürken, operasyondan haberdar olan Dalan’ın, 1 ay öncesinden İstek Vakfı ve Yeditepe Üniversitesi’ndeki tüm yetkilerini vekil tayin ettiği Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Üyesi Namık Kemal İzler’e bıraktığı ortaya çıktı. Hakkındaki iddialar sebebiyle çok önceden tüm resmî işlerini hâlleden Dalan, kendisine gelen ‘kaç’ ihbarından sonra ülke dışına çıktı.

YENİ BAŞKAN, HÜR VE KABUL EDİLMİŞ MASONLARDAN
Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Üyesi ve Eczacıbaşı Holding İnşaat Grup Başkanı olduğu belirtilen Namık Kemal İzler’in isminin, 17 Kasım 2008’de Yüksek Öğretim Kurumu’na (YÖK) bildirildiği belirtildi.

YEDİTEPE ÜNİVERSİTESİ KAYYUMA DEVREDİLEBİLİR
Öte yandan Ergenekon zanlılarının buluşma merkezi olduğu ortaya çıkan İstek Vakfı’na bağlı Yeditepe Üniversitesi’ndeki yolsuzluk ve usûlsüzlük iddiaları da mercek altına alınıyor. İstek Vakfı’nca verilen bursların çoğunun, vakfın kaynaklarının suîistimal edilerek Ergenekon’la ilişkili asker ve sivillerin çocuklarına verilmesi, Yeditepe Üniversitesi’ni kayyuma devretmek için yeterli sebep olduğu belirtiliyor.
aktifhaber

Sinan Aygün'ün Mason Belgesi
08 Mayıs 2009

Ergenekon iddianamesinin ek klasörlerinde Sinan Aygün'ün mason kimliğine yer veriliyor. Aygün üstünde çıkan kimlikle ilgili polis sorgusunda şunları söylemiş:

Ergenekon Terör Örgütü isimli yapılanmanın, kökü dışarıda masonlarla olan ilişkisine bir delil daha ortaya çıktı. Her fırsatta milliyetçilikten ve muhafazakarlıktan dem vuran, kendisini Anadolu çocuğu olarak niteleyen Ergenekon sanığı ATO Başkanı Sinan Aygün'ün, kökü dışarıda Hür ve Kabul Edilmiş Mason cemiyetine üye olduğu, yapılan üst aramasında loca kimliğinin çıktığı, Aygün'ün emniyet sorgusunda bunu kabul ederek kamuoyunda buranın çok gizli bir birim olmasından etkilenerek mason olmaya karar verdiğini beyan ettiği öğrenildi.

Kendilerini ulusalcı olarak niteleyen Ergenekon Terör Örgütü sanıklarının, kökü dışarıda Masonlarla olan bağlantısı adım adım ortaya çıkıyor. Masonların düzenlediği toplantılara katılıp konuşmalar yapan Ergenekon sanığı emekli Org. Hurşit Tolon ve Mason olduğunu Silivri'de görülen Ergenekon davasının çapraz sorgusunda itiraf eden Ümit Sayın'dan sonra, kendisini milliyetçi-muhafazakar olarak niteleyen ATO Başkanı Sinan Aygün'ün de kökü dışarıda Mason Locası, Hür ve Kabul Edilmiş Masonlara kayıtlı olduğu belirlendi. Hür Masonların ‘Hoşgörü' isimli locasında ‘Entered Apprentice' derecesi ile kaydı bulunan Sinan Aygün'ün emniyet sorgusunda bunu doğruladığı öğrenildi.

LOCA NUMARASI 94/154

Ergenekon iddianamesi ek delil klasöründe yer alan bilgiye göre Sinan Aygün'ün gözaltına alındığında yapılan üst aramasında mason kimliğine rastlandığı, kimlik üzerinde yapılan detaylı incelemede Aygün'ün kökü dışarıda Mason yapılanmasının “Hoşgörü–101” koduyla kurduğu locaya 94/154 koduyla kayıtlı olduğu belirtildi.

94'TE MERAKTAN MASON OLMUŞ SONRA İSTİFA ETMİŞ AMA LOCA KİMLİĞİNİ 12 YILDIR ÜZERİNDE TAŞIYOR

ATO Başkanı Sinan Aygün, İstanbul Emniyeti'nde yapılan sorgusunda kendisine sorulan “Yapılan üst aramanızda Türkiye Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Locası tarafından 18 Kasım 1994 tarihinde şahsınızın adına düzenlenmiş arkasında imzanızın bulunduğu üye kartı olduğu görülmüştür.
Bu bağlamda siz mason musunuz? Şayet masonsanız su an aktif bir göreviniz var mıdır, değilseniz neden mason üyelik kartı aldınız?
Masonların düzenlediği toplantı ve organizasyonlara katılıyor musunuz? Detaylı bilgi veriniz” şeklindeki soruya karşılık, 1991 yılında Masonluğu çok merak ettiği için şu an ismini vermek istemediği bir arkadaşı vasıtasıyla başvurduğunu, fakat başvurusunun reddedildiğini, kamuoyunda buranın çok gizli bir birim olmasından ötürü kendisinin de ilgisini çektiğini, bu sebepten tekrar başvurduğunu ve masonluğa kabul edildiğini, iki üç sene aralıklarla Ankara Mithatpaşa Caddesi'nde bulunan locaya gittiğini, daha sonra istifa ettiğini söylerken, İstanbul Emniyeti'nde kendisine sorulan Mason üyelik kartını halen hangi maksatla üzerinde taşıdığına ilişkin soruya ise “Herhangi bir nedeni yok. Çok kullanmadığım bir cüzdan içerisinde kalmış” cevabını vermiş.

SAYIN, 3. DERECEDEN MASON

Ergenekon davasının tutuklu sanıklarından Doç. Dr. Ümit Sayın da kendisinin mason olduğunu kabul etmiş, Silivri Ceza İnfaz Kurumu Yerleşkesi'nde görülen Ergenekon davasındaki çapraz sorgusunda savcı Nihat Taşkın'ın, mason olup olmadığına ilişkin sorusuna Mavi Loca'da 3. dereceden mason olduğu cevabını vermişti.

“ATATÜRKÇÜ MASONLAR TOPLANTISINDA HURŞİT PAŞA DA VARDI”

Bu arada; ismi Karargah Evleri yapılanmasında geçen Ergenekon sanığı Kemal Aydın'dan ele geçirilen belgelerde ise emekli Orgeneral Hurşit Tolon'un masonların toplantılarına katıldığı belirtilmiş, "Mart–20 Kent Otel'de Atatürkçü masonlar, Hurşit Paşa da vardı" şeklinde ifadeler yer almıştı.
Kaynak: Murat Alan Vakit

Seçkinleri Deşifre Eden Anket
05 Haziran 2009 08:53

Bilgi Üniversitesi ‘Seçkinler ve Sosyal Mesafe’ konulu bir araştırma yaptı. Seçkinlerin, Kürtlere, Türbanlılara, halka, AKP'ye bakışı adeta şok etti. İşte sonuçlar...

Eğitim, kariyer ve sosyal konumlarına göre seçilen 40 kişiyle yapılan ankete göre ‘seçkin’ler sahip oldukları konumu, yeni gelen ‘ikinci sınıf diploma’ sahipleriyle paylaşmak istemiyor.

Seçkinler, başörtüsünü ‘tehdit’ olarak algılarken, Kürt sorununun nereden çıktığı konusunda kafaları karışık. Azınlıklar ise sustukları müddetçe iyi arkadaş.

SEÇKİNLERİN ZİHNİYET KODLARI

Türkiye’nin en iyi okullarından mezun, iyi bir kariyer ve gelir sahibi ‘seçkin’lerinin topluma bakışı, tartışma yaratacak bir ayrımcılığı ortaya koydu.

Bilgi Üniversitesi Sivil Toplum Çalışmaları Merkezi tarafından yayınlanan, Galatasaray Üniversitesi Siyaset Bölümü öğretim üyeleri Prof. Füsun Üstünel ve Doç. Dr. Birol Caymaz’ın hazırladıkları ‘Seçkinler ve Sosyal Mesafe’ konulu araştırmada, ‘prestijli’ orta ve yüksek öğretim kurumlarından mezun, orta üst sınıf mensubu, iyi mesleki pozisyonlara sahip, kendini Cumhuriyetçi, laik değerlerin taşıyıcı olarak gören kesimlerin Türkiye’nin temel meseleleri üzerinden Lozan azınlıkları, Kürtler ve muhafazakarlara yönelik algı ve temsillerini ve bu bağlamda ötekileştirme söylemi ele alındı.

‘BİZ’ VE ‘ONLAR’ AYRIMCILIĞI

Araştırmaya katılanların çoğunun başörtüsü meselesine ‘biz’ ve ‘onlar’ çerçevesinden baktığı ifade edilerek, en ılımlı söylemde bile ‘ötekine’ tehdit algısının olduğu vurgusu yapıldı. Ayrıca görüşülen kişilerin neredeyse tamamının, eşi başörtülü olan bir kişinin Cumhurbaşkanlığına tepkili olduklarına yer verildi.

REJİM SORUNU YOK, İŞGAL VAR

Kendilerini cumhuriyetin değer ve kazanımlarının taşıyıcısı olarak gören seçkinlerin ‘yeni gelenleri’ yani AK Parti’yi orada olmayı hak etmemiş işgalciler olarak gördüğü tanımına yer verildi. Bütün katılımcılar Cumhuriyet Minglerine katılırken katılımcılardan birinin darbe olsa destek vereceğini söylemesi dikkat çekti.

TÜREMİŞ ‘SEÇKİNLERLE’ SAVAŞ

Araştırmada, Cumhuriyetçi-laik seçkinlerin, rejim ve laiklik ile ekonomik ve sosyal iktidar korkusuna ilişin şu çarpıcı saptamalar yer alıyor: ‘Modernlik nostaljisinde, ekonomi ve siyaset alanlarında seçkin okulların mezunlarının uzun süredir kurmuş oldukları tekelin ‘ikinci sınıf diploma sahipleri’ tarafından tehdit edilmesi ve hatta kırılması olgusu ‘köklü’ ve türemiş seçkinler ve temsil ettikleri hayat tarzları arasında bir tür mücadelenin varlığına işaret ediyor.

KAPATMA ANTİDEMOKRATİK AMA...

Birçok kişi parti kapatmanın demokratik niteliği konusunda kuşkularını ifade etmelerine rağmen AK Parti söz konusu olduğunda bu yönde bir çözümü tercih ediyor.

KÜRT SORUNU NEREDEN ÇIKTI

Kürt sorununa ilişkin olarak ise katılımcılar DTP’nin meclisteki varlığından rahatsız olunduğu ve Kürt sorununun temelinde yabancı kışkırtması ve ekonomik nedenler aranıyor. Kamusal alanda görünmemek şartıyla azınlıklarla, ‘romantik birliktelik’ söz konusu. Gayrimüslüm komşuya sahip olmak, bir prestij durumu.

Sadece ‘seçkinler’ kadrolaşabilir!

Araştırmada AK Parti karşıtlığı konusunda birincisi daha keskin, ikincisi görece daha ılımlı iki eğilim olduğu görüşüne yer verildi. Katalımcıların bir bölümü asıl tehlikenin sermayede yaşandığına inanıyor. Melek (47), kadrolaşmayla ilgili kaygılarını dile getirerek, ‘Aslında herkes kadrolaşıyordu ama kadrolaşıldığı zaman hep sizin gibi seçkinler birbirine benzeyen insanlar kadrolaştığı için biz onları hissetmiyorduk, şimdi daha farklı insanlar kadrolaşıyor. Onun için hissediyoruz. Şimdiye kadar ezilmiş, kıyıda köşede kalmış adamlar birden bire güç sahibi oluyorlar. Bu çok tehlikeli. AKP’nin getirdiği kadroya bakın şimdiye kadar ezilmiş tipler, şimdiye kadar hiç o şansı elde edememiş tipler.’ dedi.

Eskiden Kürt sorunu diye bir sorunumuz mu vardı...

Araştırmada Kürt Sorunu başlıklı bölümünde ‘prestijli’ okulların mezunlarının yaşamöykülerinde Kürtlerin yer almadığı, bu nedenle verilen yanıtların yakınlık kavramından uzak olduğuna vurgu yapıldı. Sorunun kökeni hakkında bilgi sahibi olmadıklaı gözlenen katılımcıların büyük bölümü Kürt sorununun PKK ile ortaya çıktığını düşünüyor. Kürt kökenli arkadaşı olduğunu hatırlamayan Leyla (30), ‘Hani ben Kürt’üm diyen, öyle bir şey yoktu’ şeklinde yanıt verdiği görüldü. Robert Kolej ve Boğaziçi İşletme Fakültesi mezunu Doğan (32) Kürtleri sevmediğini ifade ederek, ‘Ben şey olarak da Kürtleri çok sevmememin nedeni de hala kabile hayatı yaşıyor olmaları.’ yanıtını verdi. Bağcılar’da askerliğini yaparken kendi ifadesiyle ‘Doğu’yu gördüğünü söyleyen Berk (28) ‘Ben mesela kısa dönemleri daha tehlikeli gördüm, üniversite bitirmişlerdi. Yani okumuş Doğulular, okumamış olanlardan daha tehlikeli geliyor bana. Düşünme kapasitesine göre böyle şey oluyorlar, tehlikeli...’ diyor.

Köşk’te türban iğrenç hissettirdi

Araştırmada görüşülen kişilerin neredeyse tamamının eşi başörtülü olan bir kişinin Cumhurbaşkanlığına tepkili olduklarına yer verildi. Doğan (32) örtülü eşin imaj bozduğunu söyledi ve ‘Cumhuriyet balosunda görmek istemem adamı, orada beyaz Türklüğüm çıkar, elim ayağım oynar’ dedi. ‘Cumhurbaşkanının eşinin başörtülü olması size ne hissettirdi’ sorusunu Begüm (34) ‘iğrenç hissettirdi’ şeklinde yanıtladı.

Başörtü görmek bile istemiyorum

Ayla (41) türbanlılar için ‘çok kalabalıklar’ ifadesini kullanırken, ‘Size cesaretlerini anlatamam, bizler asla öyle olmadık onlara karşı’ ifadesi yer aldı. Türbanlılar yokmuş gibi davrandığını söyleyen Sevcan da (38), örtünme biçimleri arasında bir farklılık gördüğünü söyleyerek, ‘Benim için onların türbanlıların tek bir adı var, sıkmabaş. Sıkmabaş aşağı, sıkmabaş yukarı.

Ben sıkmabaşlarla iş yapmıyorum. Mümkünse görüşmeyeceğim. İnsan olabilir, bilmem ne olabilir’ dedi. Gülşen (53) ise üniversitede başörtülü öğrencilerin eğitim görmesini onaylamadığnıı, hatta iğrenç bulduğunu söyledi. Yasemin (28) de başörtülerle hiçbir ilişkisi olmadığını, görmek bile istemediğini ifade etti.

Azınlıklara ‘şartlı’ hoşgörü

Araştırmaya katılanların hepsinin en yakın arkadaş çevresi arasında gayrimüslimlerin bulunuyor. Ancak seçkinler azınlık sorunlarını bu arkadaşlarıyla konuşmayı heç tercih etmiyor. çünko taktirde aralarının gerilebileceğini belirtiyorlar.

Azınlık orunları hakkında yeterli bilgi sahibi olmayan katılımcılar gayrımüslim vatandaşların hakları konusunda ise çeliykiye düşüyor: Ali (23) (Okulları olsun ama oralarda Türk müdür bulundurulması yabancı tahdidi alazalmak adınadır.) Sevcan (38), (Geçmişte belki haksızlığa uğradılar ama şu an tam tersi biliyor musunuz. Türkiye’yi parselleyip satıyorlar. 5 kuruş da vergi vermiyorlar.)
aktifhaber

18 Eylül 2009 07:09
Masonların Karanlık Türkiye Planı
Ergenekon iddianamesi ek delil klasöründe çıkan skandal bir belge masonların Türkiye ve Müslümanlar üzerinde karanlık planlarını açıkça ortaya çıkardı.

İddianamenin ek delil klasörlerinde yer verilen Avrupa Merkez Masonlarının eylem planlarının da Türkiye'deki masonlara iletilmek üzere alınan kararlar sıralanıyor.

“HALKÇI PARTİLERDEKİ BİRADERLER ÇOĞALTILSIN”

Fransızca'dan Türkçe'ye tercümesi yapıldıktan sonra iddianameye konulan, karanlık örgütün yalnızca üst düzey üyelerine gönderdiği ve örgüt içi gizli kararların yayınlandığı Rönesans isimli mecmuada yayınlandığı belirtilen eylem planı dudak uçuklatıyor.

Planda Türkiye'deki ‘Halkçı partiler' cümlesi kullanılarak bu partilerin kadrolarındaki “biraderlerin” miktarının çoğaltılması gerektiğine, maddi kaynaklarla destekleneceklerine değiniliyor.

MASON VE YAHUDİ KARŞITLARI BELİRLENİP İMHA EDİLECEK

İddianamede yer alan gizli toplantının en can alıcı kararı “Mason ve Yahudi aleyhtarı bütün gelişmeleri tespit etmek ve bunları önlemek” başlığı altında toplanıyor.

Alınan karar göre Türkiye'deki bütün mason ve Yahudi karşıtı gruplar belirlenecek ve “Masonik ideallerin gerçekleşmesini önleyebilecek hareketleri imha” edilecek.

CEMAATLERİN ARASINA FİTNE SOKARAK BİRBİRİNE DÜŞÜRMEYİ AMAÇLAMIŞLAR

Toplantıda alınan bir başka kararda ise dini gruplar arasında oluşan ihtilafların tespit edilerek körüklenmesi gerektiği ve aralarına fitne sokulan bu grupların önce masonluk aleyhindeki etkilerinin zayıflatılması daha sonra basında bulunan biraderler vasıtası ile bu grupların yok edilmesi gerektiği belirtiliyor.

ROTERYEN VE LİONS KULÜPLERİNİN ARDINDA DA MASONLAR VAR

Eylem plandaki dikkat çekici ayrıntılardan bir diğeri ise Türkiye'de faaliyet gösteren Rotary ve Lions kulüplerinin sözde hayır ve kültür organizasyonu. Çevirisi yapılan belgede ‘Masonlar hakkındaki önyargı problemini çözmek, müttefikimiz olan Rotary, Lions vs. gibi kulüpleri bu göreve yöneltmek. Halkın sempatisini kazanmak için kültürel kampanyalar tespit etmek.' İfadeleri ile bu teşkilatların düzenlediği sözde yardım faaliyetlerinin ardındaki gerçek itiraf ediliyor.

HEDEF TÜRKİYE'Yİ ELE GEÇİRMEK

İşte masonların sinsi planlarındaki çarpıcı kararlar:

1-Mason ve Yahudi aleyhtarı bütün gelişmeleri tespit etmek ve bunları önlemek

2- Masonik ideallerin gerçekleşmesini önleyebilecek hareketleri imha etmek

3- Hassas noktalarda görevli biraderlerin isimlerinin açıklanmasını önleyecek hayati tedbirler alınması

4- Gerici, dinci teşekküllerin önlenmesi konusunda daha dikkatli ve hassas davranılması için basındaki biraderlerin uyarılması.

5- Halkçı partilerin kadrolarındaki biraderlerin miktarının çoğaltılması ve bunların etkilerinin takviyesi

6- Mali problemler konusunda Avupa Localarından yardım ve işbirliği istenmesi.

7- Müttefikimiz olan Rotary, Lions vs. gibi kulüpleri bu göreve yöneltmek. Halkın sempatisini kazanmak için kültürel kampanyalar tespit etmek.

8- Dogmatik dini inançlardan uzak tutulması için halkı eğitmek

9-. Radikal İslamcı hareketlerin kontrol edilerek uzun vadede yok edilmesi

10- Dini grupların arasındaki ihtilaf ve bölünmelerin körüklenerek masonluk aleyhindeki etkilerinin zayıflatılması

11- Dini akımların toplugücünün değişik odaklara yönlendirerek masonik ideallere zarar vermelerinin önlenmesi.

12- Bilinen ve etkili antimasonik yazar ve yayınlarının faaliyetlerinin durdurulması.
Kaynak: Vakit

MASON ÜSTADLARI BİRBİRİNE GİRDİ

10 Kasım 2009
Masonların yolsuzluk davası giderek genişliyor. 2005 yılından beri karşılıklı suçlamalarla ikiye bölünen loca, yargıda hesaplaşıyor
Eski Büyük Üstad Kaya Paşakay ve iki yöneticisinin ihracıyla başlayan kavga, mahkemeye yansımıştı. Beyoğlu 5. Asliye Ceza Mahkemesi'nde bu dava devam ederken ikinci bir dava daha başladı. Bu da yine 2005 yılına ait bir ihaleyle ilgili yolsuzluk iddiasına dayanıyor. İzmir Alsancak ve Karşıyaka localarının tadilatını yapan firmaya 216 bin lira fazla ödeme yapıldığı öne sürülüyor. Beyoğlu 2. Asliye Ceza Mahkemesi'nde görülen davanın dün yapılan ilk duruşması, masonların çekişmesini gün yüzüne çıkardı. Bir önceki Büyük Üstad Asım Ak'in, avukatı aracılığıyla şu anki Büyük Üstad Salih Evcilerli ve kendisinden önceki Büyük Üstad Kaya Paşakay'ı suçladı. Kendisinden belgelerin gizlendiğini ileri sürerek mahkeme aracılığıyla bu belgeleri talep etti.

4 BÜYÜK ÜSTAD YARGILANIYOR

22 kişinin yargılandığı davanın sanıklarının dördü büyük üstad. Bunlar, şu anki loca başkanı Evcilerli, bir önceki başkan Ak'in, ondan önceki başkan Paşakay ve yine eski büyük üstadlardan Demir Savaşçın. 3 eski büyük üstad mahkemeye gelmezken Evcilerli, hâkim karşısına çıktı. İlk davada olduğu gibi bu da Ak'in yönetimindeki Hür ve Kabul Edilmiş Büyük Mason Locası ile İçişleri Bakanlığı'nın açtığı bir dava. İddianame, mülkiye müfettişlerinin yaptığı incelemeye dayanıyor. Fakat Ak'in ve yönetimindekiler de kendi açtıkları davanın sanıkları durumuna düştü. Çünkü Ak'in de 2005 yılında yönetim kurulu üyesi ve başkan yardımcısıydı.

Duruşmaya 22 sanıktan 9'u katıldı. Salih Evcilerli'nin yanı sıra dönemin yönetim kurulu üyeleri Osman Naci Endem, Ferhat Saraçoğlu, M. Kemal Tumay, Ahmet Örs, R. Harun Kuzgun, İlker İnal, Naif Timur ve Selim Erşan Tinay'ın savunmaları alındı. Sanıklar suçlamaları reddederken Evcilerli, "Bu derneğin başkanı olarak, tıpkı diğer kardeşlerim gibi, sanık sıfatıyla burada bulunmaktan fevkalade üzgünüm." dedi.

Asıl tartışma, Asım Ak'in'in avukatı Zehra Yılmaz Harmantepe'nin söz almasıyla başladı. Ak'in, avukatı aracılığıyla 2005 yılındaki yönetimin, kurul üyelerinden habersiz bazı kararlar aldığını iddia etti. İzmir'deki inşaat işinin de bu çerçevede ihale edildiğini, kendisinin büyük üstad seçilir seçilmez iddiaları araştırarak suç duyurusunda bulunduğunu belirtti. Bu belgelerin kendisine ulaşmadığı için yazılı savunma hazırlayamadığını aktaran Ak'in, mahkeme kanalıyla belgeleri talep etti. Avukat Harmantepe, Büyük Üstad Evcilerli'ye bu belgelerin neden kendilerine verilmediğini sordu. Ayrıca, "Derneğin zarara uğratıldığı iddiasıyla devam eden birinci davaya, şu anda dernek başkanı olarak müdahil olmayı düşünüyor musunuz?" sorusunu yöneltti. Evcilerli, belgelerin gizlendiği iddiasını reddetti. Müdahil olup olmayacağı sorusuna karşılık da yönetim kurulu ile görüşmeden bir cevap veremeyeceğini söyledi. Bunun üzerine avukat Yılmaz Harmantepe, "Eğer bu belgeler bize verildiyse, neden savunma yapamıyoruz? Bu doğru değil, belgeleri istiyoruz." dedi. Harmantepe ayrıca her iki davanın birleştirilmesi talebinde bulundu. Fakat diğer sanıkların avukatları, iki davanın birbirinden farklı olduğunu öne sürerek, birleştirme talebine itiraz etti. Mahkeme, duruşmayı 17 Aralık 2009'a erteledi.
ZAMAN

10 Aralık 2009
Mason Davasında Beklenen Karar

Mason locasının üç eski yöneticisi hakkında açılan davada karar çıktı.
Mason locasının üç eski yöneticisi hakkında açılan davada karar çıktı. Dün açıklanması beklenen karar, davaya bakan savcının evine hırsız girdiği için ertelenmişti.

Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası Derneği'nin 3 eski yöneticisi, ''görevi kötüye kullanmak'' suçundan yargılandıkları davada beraat etti.

Beyoğlu 5. Asliye Ceza Mahkemesi'ndeki duruşmaya, tutuksuz sanıklar Kaya Paşakay, Ali Sait Sevgener ve Ahmet Koray Darga katıldı.

Duruşmada esas hakkındaki görüşüna açıklayan Beyoğlu Cumhuriyet Savcısı Hüseyin Aslan, tüm dosya kapsamına göre Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası Derneği yöneticisi oldukları bildirilen sanıklara verilen dernek parasının usulüne uygun bir şekilde harcanmadığı ve yapılan harcamaların usule aykırı olduğunun tespit edildiğini bildirdi.

Bunun üzerine tanzim edilen özet iş raporu ve tüm dosya kapsamında sanıkların hizmetleri nedeniyle kendilerine verilen dernek parasını usule aykırı harcadıklarını ifade eden Aslan, bu nedenle sanıkların TCK'nın ''görevi kötüye kullanmak'' suçunu düzenleyen 155/2 maddesi uyarınca ayrı ayrı 4'er kez cezalandırılmasını istedi.

Savcılık görüşüne karşı diyecekleri sorulan sanık avukatlarından Köksal Bayraktar, savcının görüşüne katılamadığını belirterek, müvekkillerinin beraatını talep etti.

Duruşmada son savunması sorulan sanık Kaya Paşakay, harcamaların dernek tüzüğünün 25. ve büyük locanın 28. maddesine uygun olarak yapıldığını ileri sürerek, ağırlama giderlerinin her zaman yapıldığını ve yeni yönetim kurulu başkanının da aynı harcamanın her yönetim kurulu tarafından yapıldığını, kendilerinin de aynı şekilde davrandıklarını bildirdiğini söyledi.

Paşakay, kendisinin herhangi bir suiistimal düşüncesi ve kastının olmadığını ifade ederek, beraatına karar verilmesini istedi.

Sanık Ali Sait Sevgener de 18 yıldan beri bu derneğin üyesi olduğunu ve yönetim kurulunda çalıştığını anlatarak, yapılan harcamaların yönetim kurulu kararlarına dayandığını bildirdi.

Ahmet Koray Darga da derneğin 35 yıllık üyesi olduğunu ifade ederek, hiçbir zaman dernek adına suistimal yapmaya yeltenmediğini savundu.

Davayı karara bağlayan Hakim Ferit Altın, sanıklara atılı suçlardan mahkumiyetlerine yeter kesin ve inandırıcı delil bulunamadığı kanaatine vararak, 3 sanığın beraatına karar verdi
aktifhaber

P3 Locası Yüksek Yargıyı Kuşatmış
17 Temmuz 2010

İtalya, Gladio’nun beyni olduğu ortaya çıkınca kapatılan P2 Mason locasından sonra şimdi de P3 locasını soruşturuyor. Soruşturmanın ucu yüksek yargı üyelerine uzandı.
İtalya’da siyaseti ve ekonomiyi etkileme amacı taşıyan P3 adlı derin ve gizli örgütlenmeyi ortaya çıkarma iddiasıyla açılan soruşturma, işadamları ve siyasetçilerin ardından yargı mensuplarına da uzandı.

Yargıtay Başsavcılığı ve Yüksek Yargı Kurulu, gizli örgütlenmeyle ilişki içinde görünen bazı yargı mensupları hakkında işlem başlattı. Soruşturmayı yürüten Roma Cumhuriyet Savcılığı da gizli örgütlenmeyle ilgili olarak eski Yargıtay başkanı Vincenzo Carbone, Lombardia Bölge Başkanı Roberto Formigoni ve senatör Marcello Dell’Utri’nin ifadesini alacak. Yargıtay Başsavcılığı ise Milano Temyiz Mahkemesi Başkanı Alfonso Marra başta olmak üzere telefon dinlemelerine takılan savcı ve yargıçların ifadelerini almayı kararlaştırırdı.

Yüksek Yargı Kurulu ihtiyati tedbir olarak Marra’nın görev yerinin değiştirilmesi için harekete geçti. Gizli örgütlenmenin, ihalelerde usulsüzlük, siyasi nüfuz oluşturma ve yüksek yargıyı etkileme girişimlerini ortaya çıkaran takip ve telefon dinleme süreci, bir hafta önce Sardinyalı işadamı Carboni, Arcangelo Martino ve eski yargıç Pasquale Lombardi’nin gözaltına alınmasıyla sonuçlanmıştı.

Soruşturma, Ekonomi Bakan Yardımcısı Nicola Cosentino’nun yanı sıra yerel yönetimlerde bazı siyasilerin istifasına yol açmıştı. Telefon kayıtlarına göre zanlılar kendi aralarındaki konuşmalarda Başbakan Silvio Berlusconi’den “Sezar” diye söz ediyor. Berlusconi ise örgütten pek endişe duymuşa benzemiyor: “P3 mü? Bir bardak suda fırtına koparılıyor. Hadise dört emeklinin İtalya’yı değiştirmeye soyunmasından ibaret gibi görünüyor. Bu ülkeyi ben değiştiremedim, onlar mı değiştirecek.”

1981’de feshedilmişti

Örgüt “P3” adını, İtalya’da 1970’li yıllarda faal olan gizli “P2” Mason locasından alıyor. 1981’de feshedilen P2 üyesi 78 yaşındaki işadamı Carboni’nin, şimdi de P3 adı altında yeni gizli örgütlenmenin elebaşı olduğu iddia ediliyor.

Vatikan tacize karşı atakta

Vatikan, papazların çocuk taciziyle mücadele amacıyla benimsenen yeni önlemleri açıkladı. Roma Katolik Kilisesi’ni son yıllarda ciddi biçimde sarsan skandal, Polonyalı Papa 2. Jean Paul’ün 2001’de “vahim suçlar” konusunda yaptığı yasal düzenlemede önemli değişiklikleri de beraberinde getirdi. Çocuk tacizine karışan papazlara, kilise hukukuna göre verilecek cezalar arttırılırken, Dinsel Öğretiler Kurulu’na, kardinalleri ve patrikleri de yargılama yetkisi tanındı. Alman Papa 16. Benediktus’un onayıyla yürürlüğe giren yeni düzenlemede, taciz ve tecavüz suçlarına ilişkin zamanaşımı süresi 10 yıldan 20 yıla yükseltildi. Suçun çok ağır olduğu özel durumlarda, zamanaşımına itibar edilmemesi de mümkün kılındı.

P2 locası neydi?

P2 veya Propaganda Due, İtalya’da 1945’ten itibaren faaliyet gösteren bir Mason locasıydı. “Devlet içinde devlet” olarak nitelenen P2’nin adı, İtalya tarihinin en büyük rüşvet ağının ortaya çıktığı “Tangentopoli” skandalı, banker Roberto Calvi ve araştırmacı gazeteci Mino Pecorelli’nin öldürülmesi gibi ülke tarihini sarsan suçların planlandığı merkez olarak geçti. İtalyan derin devletini soruşturan Savcı Felice Casson ise P2’nin Gladio’nun beyni olduğunu ortaya çıkardı. Locanın lideri işadamı Licio Gelli’nin evine düzenlenen baskında ele geçirilen belgelerde, aralarında eski başbakanların da olduğu İtalya’nın en seçkin bin kişisinin locanın üyesi olduğu yer alıyordu. Başbakan Silvio Berlusconi de bu isimlerden biriydi.
aktifhaber

Mason’a Dost Müslüman’a Düşman
09 Ağustos 2010
2003’te hazırlanan Balyoz Darbe Planı’nda, İslâmî hassasiyete sahip dernek, gazete ve dergilerde çalışanlar tek tek fişlenip “darbeden sonra gözaltına alınacaklar” listesi oluşturulmuş... ‘Balyoz’cuların, kendilerine destek vereceğini söylediği 321 dernek

2003’te dönemin 1. Ordu Komutanı Orgeneral Çetin Doğan tarafından hazırlandığı belirtilen ve Fatih Camii ile Beyazıt Camii’nin bombalanmasından, kendi savaş uçağımızın düşürülmesine kadar birçok korkunç eylemin yer aldığı Balyoz Darbe Planı iddianamesinin delil klasörlerinde şok bilgiler yer alıyor.
2003’te AK Parti iktidarını devirmek üzere hazırlanan en kanlı darbe girişimi olarak adlandırılan Balyoz Darbe Planı’nda en ince detay bile hesap edilmiş.



Balyoz Darbe Planı sanığı olan Dönemin Jandarma İstihbarat Şube Müdürü Kıdemli Albay Kubilay Aktaş tarafından hazırlanan belgelerde, İslâmî hassasiyete sahip yayın organlarının İmtiyaz Sahipleri ve Sorumlu Yazı İşleri Müdürlerinin fişlendiği, gazete ve televizyonların adreslerinin çıkarıldığı görülüyor. Darbeciler, darbenin ardından el konulacak ve kapatılacak dernekler tespit etmiş, İstanbul genelinde gözaltına alınacak İslâmî duyarlılığa sahip grupların, liderlerin listesini çıkarmış.

EL KONULACAK VE KAPATILACAK DERNEKLERİN ADLARI

Balyoz sanığı Emekli Albay Kubilay Aktaş tarafından hazırlanan, “İstanbul İlinde Kapatılacak Dernekler - El Konulacak ve Kapatılacak Derneğin Adı” başlıklı gizli belgede şu ifadeler yer alıyor.
Adaleti Savunanlar Derneği (ASDER) - (Bölücü)
Türkiye İranlılar Hayır Derneği - (İrtica, Bölücü)
İran Sanayici ve İşadamları Derneği - (İrtica, Bölücü)
İlim Yayma Cemiyeti - (İrtica, Bölücü)
Özgür Düşünce ve Eğitim Hakları Derneği (Özgür-Der) - (Bölücü)
Müstakil Sanayici ve İşadamları Derneği (MÜSİAD) - (İrtica, Bölücü)
Hukukçular Derneği - (Bölücü)
Demokrat Hukukçular Derneği - (Bölücü)
Deniz Feneri Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği - (İrtica, Bölücü)
Ensar Vakfı - (İrtica, Bölücü)
Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı - (İrtica, Bölücü)
İnsan Hakları ve Mazlumlar İçin Dayanışma Derneği (Mazlum-Der) - (Bölücü)
İmam Hatip Lisesi Mezunları ve Mensupları Derneği (ÖNDER) - (İrtica, Bölücü)

DARBEDEN SONRA EN BÜYÜK
DESTEKÇİLERİ MASONLAR
İslâmî duyarlılığa sahip derneklere el koymak isteyen darbeciler, darbe sürecinde Mason dernekleriyle ortak çalışma yapmayı planlamışlar. Balyoz’a destek verecek 321 derneğin sıralandığı belgede, Mason fraksiyonlu olanlar önemli yer tutuyor. Belgede 253 Mason derneği, darbe sürecinde ‘desteklenecek ve ortak çalışılacak dernekler’ arasında yer alıyor.
Atatürkçü Düşünce Derneği ve Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’nin İstanbul’daki toplam 49 şubesi, darbede faydalanılacak dernekler olarak belgede yer alıyor.

İRTİCAİ GRUPLAR TARAFINDAN
YAYIMLANAN GAZETE VE DERGİLER
Balyoz Darbe Planı kapsamında, İslâmi duyarlılığı önceleyen gazete ve dergiler hedef alınmış, gazete ve dergilerin imtiyaz sahipleri ile sorumlu yazı işleri müdürleri fişlenmiş. Ülkücü ve Alevi görüşleri ile öne çıkan yayın organları dahi takip edilmiş.

AKİT GAZETESİ VE CUMA DERGİSİ
“RADİKAL İSLÂM” DİYE FİŞLENMİŞ
Dönemin Jandarma İstihbarat Şube Müdürü Kıdemli Albay tarafından hazırlanan belgede; Akit gazetesinin İmtiyaz Sahibi Rayip Arpacık ve Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Mehmet Özmen fişlenmiş. Akit gazetesinin “Radikal İslâm” görüşünde olduğu notunu düşen darbeciler, söz konusu gazetenin açık adresini de yazmış.
Haftalık yayın yapan Cuma Dergisi’nin İmtiyaz Sahibi Ülkü Kumral ve Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Mehmet Uzun da fişlenmiş. Cuma Dergisi’nin de, Akit gazetesi gibi “Radikal İslâm” görüşünde olduğu belirtilmiş.

Akademya (İBDA-C)
Aksiyon Dergisi (Nurculuk)
Altınoluk Dergisi (Erenköy Cemaati)
Bireyden Dergisi
Cem Dergisi (Alevi)
Diyanet Dergisi (Radikal İslâm)
Haksöz Dergisi (Radikal İslâm)
İstanbul MHP Aylık Haber Bülteni (Ülkücü)
Kadın ve Aile (Nakşibendi)
Mazlum-Der Dergisi (Milli Görüş)
Mektup Dergisi (Radikal İslâm)
Milli Gazete (Milli Görüş)
Milliyetçi Hareket (Ülkücü)
Müslüman Genç Dergisi (Radikal İslâm)
Nefes (Alevi)
Selam (İran Yanlısı)
Türkiye Gazetesi (Işıkçılık)
Yeni Şafak gazetesi (Milli Görüş)
Zaman gazetesi (Nurculuk)
Balyoz Darbe Planı iddianamesinde;
“İrticai Gazete ve Dergiler” isimli Word dosyası ile ilgili yapılan dijital teknik incelemede, dosyanın “14.01.2003” tarihinde “Kubilay Aktaş” isimli bilgisayarda oluşturulduğunu, en son “17.02.2003” tarihinde “HYILDIRIM” isimli bilgisayarda gözden geçirilerek kaydedildiği tespit edildiği bilgisine yer veriliyor.

İSTANBUL İLİNDE GÖZALTINA
ALINACAK İRTİCAİ GRUP LİDERLERİ
Balyoz sanığı Emekli Albay Kubilay Aktaş tarafından hazırlanan belgede, İstanbul’da gözaltına alınacaklar çıkarılmış. İşte o liste:
Abdulkadir Demirkaya
Adnan Oktar
Ahmet Saruhan
Ali Osman Zor
Arif Ahmet Denizolgun
Cemal Arvas
Enver Ören
Halil Elkatmış
Hamza Türkmen
Haydar Baş
Hüsnü Aktaş
Mahmut Ustaosmanoğlu
Mehmet Emin Birinci
Mehmet Kurdoğlu
Mehmet Kutlular
Musa Topbaş
Mustafa İslâmoğlu
Mustafa Sungur
Müslüm Gündüz
Necmettin Erbakan
Nurettin Coşan
Rıdvan Kaya
Sadettin Ustaosmanoğlu
Said Nuri Ertürk
Sıddık Dursun
Tahir Gül
Zekeriya Şengöz

Kaynak: Vakit

Aktan'ın Bilinçaltında Yatan Gerçek

Ülke gündemine bomba gibi düşen Yargıtay 8. Ceza Daire üyesi Hamdi Yaver Aktan'a ait olduğu iddia edilen konuşması içerisinde geçen bir cümle Aktan'la ilgili önemli bilgiler veriyor
Analiz Mevlüt Avşar
01 Eylül 2010

Yargıtay 8. Ceza Daire üyesi Hamdi Yaver Aktan'ın "ben kaostan yararlanırım" sözü masonik ritüeller içeriyor.

Türkçenin gündelik akışına uygun olmayan bu kelime aslında masonların bakış açısını resmediyor.

Bir yaratıcıya inanmayan bu anlayışa göre evren bir "kaos"un oluşmasından meydana gelmiştir.

ORDO AB CHAO

Tarikatta 33 dereceye (en yüksek derece) ulaşabilen mason üyelere takmaları için bir mücevher veriliyor. Bu mücevher iç içe geçmiş bir üçgenle süsleniyor. işaret, şeytani teslisi ve 666 sayısını temsil ediyor. Mücevherin üzerinde latince 'Ordo Ab Chao' yazıyor. Bunun anlamı şu: ‘Kaostan Kaynaklanan Düzen.’

İlluminati, dünya hükümeti kurmak için kaoslardan ve krizlerden yararlanıyor. Zıt güçleri birbirleri ile çarpıştırarak kaos yaratıyor. Yaratılacak kaos sonucunda bir dengeye ulaşılması planlanıyor. Böylece 'Kutsal imparatorluk' kurulacak. Dönüşüm tamamlanacak.

BiRKAÇ MiLYON iNSAN FEDA EDiLEBiLiR

Kendilerini dünyanın efendileri olarak gören bu insanlar, amaçlarına ulaşabilmek için birkaç milyon insanı feda edebilirler. Dönüşümü gerçekleştirmek için gerekli olan kaos ortamını bizzat kendileri yaratırlar.

Eski Mısır'ın Materyalist Evrim İnancı

İngiliz mason yazarlar Christopher Knight ve Robert Lomas, The Hiram Key (Hiram Anahtarı) adlı kitaplarında Eski Mısır'ın masonluğun kökeninde çok önemli bir yeri olduğunu anlatırlar. Yazarlara göre Eski Mısır'dan çağdaş masonlara miras kalan en önemli düşünce ise, "kendi kendine var olan ve rastlantılarla evrimleşen evren" fikridir. Bu ilginç gerçeği şöyle açıklamaktadırlar:

Eski Mısırlılar maddenin her zaman için var olduğuna inanıyorlardı; onlar için bir yaratıcının mutlak olarak hiçlikten bir şey yapmasını düşünmek mantık dışıydı. Onların görüşüne göre, dünya, kaosun içinden düzenin doğmasıyla oluşmuştu... Bu kaotik duruma "Nun" adı veriliyordu ve aynı Sümerlerin tanımı gibi... karanlık, güneşsiz, sulu bir derinlikti, bu derinliğin kendi içinde bir gücü vardı, bu yaratıcı güç kendi kendine düzenin başlamasını emretmişti. Kaosun maddesinin içinde yer alan bu gizli güç, kendi varlığının bilincinde değildi; o bir olasılıktı, düzensizliğin rastgeleliği ile birleşmiş bir potansiyeldi.

Dikkat edilirse burada anlatılan inanç, günümüzde materyalist felsefe tarafından savunulan ve "evrim teorisi", "kaos teorisi", "maddenin öz örgütlenmesi" gibi terimlerle bilim dünyasının gündeminde tutulan görüşlerle tam bir uyum içindedir. Nitekim Knight ve Lomas da üstteki satırların ardından konuya şöyle devam etmektedirler:

Şaşırtıcıdır ki, bu yaratılış tarifi, günümüzde modern bilim tarafından kabul edilen görüşle, özellikle de karmaşık dizaynların tamamen evrimleşerek ve matematiksel olarak kendini tekrarlayarak düzensiz yapılardan çıkabileceğini savunan "kaos teorisi" ile kusursuz bir uyum içindedir.

Knight ve Lomas, Eski Mısır inançlarının "modern bilim" ile uyum içinde olduğu iddiasındadırlar, ancak aslında "modern bilim" derken kast ettikleri, başta vurguladığımız gibi, evrim teorisi veya kaos teorisi gibi materyalist kuramlardır. Bu kuramlar, her ne kadar hiçbir bilimsel dayanakları olmasa da, son iki yüzyıldır zorla bilime empoze edilmekte, bilim tarafından desteklenen görüşler gibi sunulmaktadır.

Kuşkusuz şu ana kadar anlatılanlar anlamlı bir tablo oluşturmaktadır. Eski Mısır'ın büyücülerinin felsefesinin hala canlı olması ve bu canlılığı günümüze taşınmasında etkili olmuş bir zincirin (Kabala-Tapınakçılar-Masonluk zincirinin) izlerinin bulunması, bir rastlantı değildir.

Acaba gerçekten de 18. yüzyıldan bu yana dünya tarihine damgasını vuran, devrimler, felsefeler ve sistemler kuran masonluk, Eski Mısır büyücülerinden gelen bir felsefenin mi mirasçısıdır?
aktifhaber

Yaşer'in Eşi 'Misyoner Temsilcisi'
22 Aralık 2010
“Misyonerlikle” suçlanan ve hakkında yakalama kararı çıkarılan Çağdaş Eğitim Vakfı eski Başkanı Gülsever Yaşer'in eşi de “misyoner temsilcisi” çıktı.
Ergenekon soruşturması kapsamında Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği(ÇYDD) ve Çağdaş Eğitim Vakfı(ÇEV) yöneticilerine yönelik soruşturma kapsamında hazırlanan iddianame gündemdeki yerini koruyor. İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından kabul edilen iddianamede 8 sanık bulunuyor. Mahkemenin kabul kararı ile birlikte firari sanık eski ÇEV Başkanı Gülseven Yaşer hakkında yakalama kararı çıkarıldı. Ergenekon soruşturması kapsamında hazırlanan iddianamede “misyonerlikle” suçlanan ve hakkında yakalama kararı çıkarılan ÇEV eski Başkanı Gülsever Yaşer'in eşiyle ilgili de şok iddialar yer alıyor.

EŞİ YAŞAR YAŞER
İddianame hazırlık aşamasında iken “tedavi için gittiği” ABD'den dönmeyen ve firari durumda olan ÇEV eski Başkanı Yaşer'in eşi Yaşar Yaşer'in, Hıristiyanlığın bir kolu olan Protestanlığın Türkiye'de yayılması için faaliyet gösteren Dünya Kiliseler Birliği'nin Türkiye Temsilcisi olduğu belirtiliyor. Bu iddia bizzat MİT Raporu'nda geçiyor.

MİT RAPORU'NDA DA ADI GEÇİYOR
Milli İstihbarat Teşkilatı'nın bir süre önce Başbakanlığa sunduğu ve Türkiye'de ki misyonerlik faaliyetlerini anlatan bir raporda, Gülseven Yaşer ile başında bulunduğu ÇEV'in de adı yer alıyor. Milli İstihbarat Teşkilatı İstihbarat Başkanı Cemal Uzgören imzasaıyla 24 Nİsan 2001 tarihinde Başbakanlığa gönderilen iki sayfalık yazıya göre, Hıristiyanlığın bir kolu olan Protestanlığın Türkiye'de yayılması için faaliyet gösteren Dünya Kiliseler Birliği'nin ülkemizdeki temsilcisi durumundaki Amerikan Bord Heyeti, bu faaliyetini Sağlık ve Eğitim Vakfı eliyle yürütüyor. Yazıda Amerikan Bord adına Türkiye'de faaliyet yaptığı belirtilen Vakfın mütevelli heyetinin başında ise Gülseven Yaşer'in kocası Yaşar Yaşer bulunuyor. MİT Raporu şöyle: “Faaliyetlerini yabancı müessese sıfatı ile yürüten ve son yıllarda yeni mülk edinmeyen Amerikan Bord Heyeti'nin tasarrufu altındaki mülklerinide Sağlık ve Eğitim Vakfına (SEV) devrettiği ve hali hazırda faaliyetlerini SEV aracılığıyla yürüttüğü intikal eden bilgilerdendir. Öte yandan Amerikan Bord Heyeti'ne bağlı olarak faaliyet gösteren Kitab-ı Mukaddes şirketinin yöneticisi olan Süryani asıllı Emanuel Bağdaş'ın, Türkiye Ermenileri Patriği Metrof Mutafyan ile Fener Rum Patriği Bartholomeos Arhondonis'in Haziran 2000 ayı içinde yaptıkları görüşmede vardıkları mutabakat gereği, 17 Ağustos 1999 Marmara depremi ardından ortaya çıkan Kiliseler arası deprem yardım komisyonu başkanlığı yaptığı öğrenilmiştir. Amerikan Bord Heyeti ile aynı adreste faaliyet gösteren SEV Vakfı'nın ise ülkemizde sağlık, eğitim, kültür, kurum ve kuruluşlarına yardım amacıyla 1968 yılında kurulduğu, vakfın üye sayısının yaklaşık 12 bini buluduğu, üyelerinin Amerikan Bord Heyeti ve SEV'e bağlı okullardan mezun olan şahıslardan oluştuğu, 1999 yılı itibariyle 15 Trilyon TL'yi bulan malvarlığına sahip olduğu yönünde duyumlar alınmıştır.”

SEV OKULU KAPATILMIŞTI
Misyonerlik yaptığı MİT raporuyla belgelenen SEV Vakfı'nın selefi Amerikan Bord'a ait Tarsus Amerikan Koleji dini propaganda yaptığı gerekçesi ile kapatılmıştı.

FİNANSÖR MASON LOCALARI
SEV bir mason kuruluşu olarak gösteriliyor. Türkiye Büyük Locası'nın Mimar Sinan dergisinde yayınlanan ve Loca'nın internet sitesinde de yer alan 2008 yılı faaliyet raporunda, “Loca'nın kurduğu kurumlar” olarak şu ifadeler yer alıyor: “Sağlık ve Eğitim Vakfı (SEV), Cüzamla Mücadele Cemiyeti, Yoksul ve Hasta Öğrencilere Yardım Vakfı geçmişte veya günümüzde Türkiye Büyük Locası'nın kurmuş olduğu yardım amaçlı vakıflardır.”

SEV MÜTEVELLİ HEYETİ:
Prof. Dr. İlter Turan (Başkan) (TAC '59)
Dilek Erzik (Başkan Yardımcısı) (UAA'61)
Yaşar Yaşer (TAC '51)
Mete Akyol (TAC '55)
Josef Amado (TAC '67)
Ceyda Aydede (ACI '73)
Prof. Dr. Mustafa A. Aysan (TAC '52)
Tarık Bozbey (TAC '68)
Gülsen Çapa (ÜAA '66)
Şükran Çelebi (ACI '75)
Candan Çilingiroğlu (ACI '74)
K. Erhan Dumanlı (TAC '67)
Muhteşem Ekenler (TAC '77)
Kenneth Frank
Sema Gökçen (ACI'61)
Hasan Güleşçi (TAC '56)
Tülay Güngen (ACI '74)
Mehmet Gür (TAC '69)
İlter H. Gürel
Esin Hoyi (ÜAA '58)
Oktay İşcen (TAC '45)
Bülent Kalpaklıoğlu
Hazım Kantarcı (TAC '63)
Prof. Dr. Ahmet N. Koç (TAC '51)
Prof. Dr. Sedefhan Oğuz (ÜAA '75)
Prof. Dr. Zeynep İ. Önsan (ÜAA '64)
İbrahim Paksoy (TAC'68)
Yılmaz Poda (TAC '49)
Demir Sabancı (TAC '89)
Naci Sığın (TAC '80)
Tamer Şahinbaş (TAC '58)
Ejide Tanık (ACI '72)
Prof. Dr. Aykut Toros (TAC '63)
Sait Tosyalı (TAC '75)
Aykut Tuzcu (TAC '67)
Yrd. Doç. Dr. Engin Ünsal (TAC'55)
Füsun Üstün (ÜAA '64)
Dr. Warren H. Winkler
Mehmet Yaltır (TAC '67)
Feyhan Yaşar (ACI '74)

ONURSAL MÜTEVELLİLER:
Zeliha Dural (ÜAA '46)
Anna G. Edmonds
Burhan Karaçam (TAC '64)
Johannes Meyer
Sevindik Özev (ÜAA '49)
Sevim Öztahtacı
Harold Schoup
İstemihan Talay (TAC'64)
Müjde Tekil (ÜAA '60)
Berin Tümer
SEV Yönetim Kurulu: Kurul üyeleri Mütevelli Heyeti tarafından gizli oyla kendi üyeleri arasından veya dışarıdan seçilecek olan en fazla dokuz üyeden oluşuyor. 7 Kasım 2009 tarihinde göreve gelen Yönetim Kurulu üyelerinin tamamı SEV okullarından mezun.

YÖNETİM KURULU ÜYELERİ:
Başkan, Erhan Dumanlı (TAC '67)
Mehmet Yaltır (TAC '67)
Defne Erdur Bekdik (ACI '94)
Gülsen Çapa (ÜAA '66)
Piraye Erdem (ACI '80)
Prof. Dr. Serdar Küçükoğlu (TAC '76)
Mehmet Gür (TAC '69)
Prof. Dr. Sedefhan Oğuz (ÜAA '75)
Prof. Dr. Ahmet Ceranoğlu (TAC '67)
YEDEK YÖNETİM KURULU ÜYELERİ:
Hazım Kantarcı (TAC '63)
Zeynep Arabacıoğlu Özbilen (ÜAA '83)
Pınar Aksoğan (TAC '9)
Tülay Güngen (ACI '74)
Füsun Üstün (ÜAA '64)
Prof. Dr. Ayşın Baytan Ertüzün (ACI '77)
Prof. Dr. Emre Akkuş (TAC '76)
Salim Erdem (TAC '75)
İbrahim Orhon (TAC '71)

Kaynak: Habervaktim

Zeki Alasya(Alasia) Kimdir



18 Nisan 1943 yılında İstanbul'da doğdu. Robert Koleji'nin orta bölümünü bitirdi.
Sanat hayatına 1959'da MTTB tiyatrosunda amatör olarak başladı. Bir süre dekoratörlük ve rehberlik yaptı. Çeşitli tiyatrolarda çalıştıktan sonra Devekuşu Kabare Tiyatrosu'nun kurucuları arasında yer aldı.
Film çevirmeye 1973'ten sonra başladı. Metin Akpınar ile birlikte Türk sinemasında yeni bir ikili oluşturdular. Birçok filmde yer aldı.

Üstad Nazımlığa yeni seçilmiş!
Namaz karşıtı çıkışıyla gündemde olan oyuncu Zeki Alasya'nın henüz 10 Ocak 2011'de masonlukta 1. Nazırlığa seçildiği ortaya çıktı. Kıbrıs'lı bir ailenin çocuğu olan oyuncunun, soy ismini adanın eski adı Alasia'dan aldığı ileri sürüldü.

DALAN'IN PARTİSİNE GİRMİŞ
Genellikle azınlıkların eğitim gördüğü Robert Koleji'nden mezun olan Zeki Alasya, Ergenekon'ın firari sanığı Bedrettin Dalan'ın 17 Mayıs 1990'da kurduğu Demokrat Merkez Partisi'ne girmiş ancak bir süre sonra Kastamonu'da yaptığı bir konuşmayla siyasetten uzak kalmaya karar vermiş.

BEŞ TAVUK BİR HOROZ
70'li yıllarda Yeşilçam'da esen erotik film çevirme rüzgarına Alasya da kapılmış. 1974 yapımı “Beş Tavuk Bir Horoz” isimli erotik filmde rol almış.

Sadece Gerçek SAYFASI


En son admin tarafından Cmt Ekm 11, 2008 9:52 pm tarihinde değiştirildi, toplam 1 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder E-posta gönder Yazarın web sitesini ziyaret et
admin
Site Admin


Kayıt: 31 Arl 2006
Mesajlar: 831
Konum: Belarus

MesajTarih: Pzr Ağu 03, 2008 7:34 pm    Mesaj konusu: Mesrutiyet, Ergenekon, Masonlar Alıntıyla Cevap Gönder

Taha Kıvanç/Yenişafak

Garih dosyasının kapağı açılırken

Yener Yermez'in cezaevinden gönderdiği mektup Ergenekon savcılarını harekete geçirdi. Herhalde kendisinin beklediği de buydu. Ergenekon davasıyla kurulacak irtibat, biraz deşilirse, altından müthiş bir çapanoğlu çıkartabilir.

Bellekler zayıf olduğu için, yedi yıl önce gündeme bomba gibi düşen 'Garih cinayeti' etrafında o dönem yazılıp çizilenleri hatırlamıyoruz; oysa en 'umulmadık' ihtimaller en tahmin edilmeyecek çevreler tarafından dile getirilmişti o günlerde...

Sözgelimi, Milliyet gazetesi, cinayete 'Masonik' bir boyut katmıştı... Milliyet'in günlerce manşetten sürdürdüğü haberleri okudukça, “Yoksa bunlar 'cinayeti Türk Gladiosu işledi' demek istiyorlar da, bunu dolaylı biçimde mi anlatıyorlar?” sorusu beynimi kıvrandırıp duruyordu...

İtalya'da Gladio skandalı patladığında, herkes, örgütün 'pür asker' bir yapıya sahip olduğunu düşünmüş, en tepe yönetici için komuta kademesinden isimler üzerinde spekülasyon yapılmıştı. Sonra hayret verici gerçek bütün kabulleri sarstı: 'Gladio' askerî bir örgüttü, ama beyin takımı sivildi. Lucio Gelli adlı bir işadamının çalışma odasında örgütün şeması ve üye fişleri ele geçirildi: İtalya'nın öndegelen işadamları, gazetecileri, hukukçuları, bürokratları, generaller ve istihbaratçılarla birlikte, 'P-2' adını taşıyan ve 'Gladio'yu yönlendiren bir locanın üyeleriydiler...

Üzeyir Garih cinayeti sonrası Milliyet “Cinayet masonik bir hesaplaşma olabilir mi?” sorusunu akla düşüren ayrıntılar üzerinde durunca, ben de, ister istemez, “Acaba?” diye sormaya başladım. Kitaplardan edinilen “Masonik hesaplaşmalarda ateşli silâhlar yerine kılıç veya bıçak kullanılır; öldürücü yaralamalar vücudun belli yerlerine yapılır” bilgilerle yayınlar müthiş ilginçleşiverdi...

Cinayette Masonik irtibatı başlatan, konuyla ilgili ilk ve tek mülâkatını Milliyet'ten Eylem Türk'e veren İshak Alaton oldu. “Üzeyir Bey yüksek dereceli bir Masondu” bilgisini veren İshak Bey, bir başka bilgiyi daha Milliyet muhabiriyle paylaştı: “Cinayetin olduğu gün, Üzeyir Garih, 'dul bir kadının çocuklarına yardım için' yanına 10 bin dolar almıştı...”

Milliyet, ertesi gün, “Dul kadının çocuğuna yardım Masonlukta tehlike işareti: Röportajdaki sır” manşeti ile çıktı. Mehmet Y. Yılmaz'ın yönettiği Milliyet'te çıkan haberin girişini okuyalım:

“İşadamı Üzeyir Garih'in 50 yıllık ortağı ve dostu İshak Alaton, Milliyet'ten Eylem Türk'le yaptığı röportajda iki önemli noktayı ortaya koydu. Alaton'un ilk söylediği 'Üzeyir Garih'in mason olduğuydu.' İkincisi ise Garih'in öldürüldüğü gün 'dul bir kadının çocuklarına yardım için yanında 10 bin dolar bulunduğuydu.' Alaton'un yaptığı 'dul kadına yardım' açıklamasıyla yine Alaton'un açıkladığı 'Garih masondu; hem de üst derece masondu' ifadesi ilginç bir birliktelik oluşturdu.

“Çünkü, masonlar üzerine yazılan kitaplara göre, masonlar tehlike anında sıkça 'dul kadının çocuğuna yardım edin' sözlerini kullanıyor.”

Milliyet aracılığıyla birilerine mesaj gönderilmeye çalışıldığı belliydi de, bu mesajın Milliyet tarafından deşifre edilmesi isteniyor muydu acaba? Bu sorunun cevabını ortak dostlarımızdan almıştım o günlerde: Mülâkatın yayınından mutlu olmuştu İshak Alaton, ama Masonik şifreyi açıklayan haberden hoşlanmamıştı...

Masonlar zor durumda kaldıklarında kendilerine yardım elinin uzatılması için birkaç değişik tavır takınırlar; bununla bekledikleri o sırada karşı karşıya bulundukları kişinin 'birader' olup olmadığını anlamaktır. Nezarete alındığında, mahkemeye çıkartıldığında, gümrükle başı derde girdiğinde... Elinin hareketiyle, duruşuyla, gözleriyle özel mesaj verir Birader; anlaşılmadığını gördüğünde, içinde 'dul kadın' sözcüğü geçen bir cümle kurar...

Adnan Keskin o sırada çalıştığı Radikal'de mahkemelerde tanığı olduğu 'dul kadın' şifrelerini sıralayıverdi:

“Masonlukta 'tehlike' anlamına geldiği bildirilen 'dul kadına yardım' sözü, 'beyaz enerji' dâvâsında da geçmişti. (..) İki işadamından rüşvet almakla suçlanan Eski TEAŞ Genel Müdürü Muzaffer Selvi, haziran ayındaki duruşmada, 'Bu parayı bir çalışanımızın dul kalan eşine yardım için aldım' dedi. Karadeniz Enerji'nin sahibi Doğan Karadeniz de bu ifadeyi 'Bu parayı genel müdüre gönüllü verdim, bir dul kadına ev alacağını söylemişti' ifadesiyle destekledi. Dâvânın diğer sanıklarından Mustafa Gecek de rüşvet verme suçunu reddederken, 'Selvi'ye 10 bin dolar verdim. Ancak bu dul bir kadına yardım amacıyla istenmişti, parayı kendisine havale ettim' dedi.”

Şimdilerde Hürriyet'te yazan Mehmet Y. Yılmaz şifreyi çözmüş olabilir o dönem...

Menderes: Müsteşarım Mason
24 Kasım 2008

"Müsteşarım bile meşrıkı a'zam (masonların başkanı). Burnumun dibine bile böyle adamlar koydular...." Menderes'in Masonlarla çarpıştığı konu...

İlahiyat fakültelerinin ilk adımı olan yüksek İslam enstitülerinin açılışı için Adnan Menderes'in büyük gayret gösterdiği öğrenildi. Enstitü talebi ile gelen heyeti Başbakanlık'ta kabul eden Menderes'in "Hayatım pahasına bile olsa imam hatip okullarının yüksek kısmını açacağım." dediği ortaya çıktı.

BURNUMUN DİBİNDE BİLE MASON VAR

Heyette bulunan Prof. Dr. Cevat Akşit, o gün yaşananları anlattı. Menderes'le gece yarısı gizli bir görüşme yaptıklarını söyleyen Akşit, Başbakan'ın toplantı esnasında ağlayarak şu sözleri söylediğini aktarıyor: "Eğitim-öğretim sahasında din konusuna önem veremiyoruz. Bunu laikliğe aykırı sayıyorlar. Arkadaşlarım beni yalnız bırakıyorlar. Yalnızım, müsteşarım bile meşrıkı a'zam (masonların başkanı). Burnumun dibine bile böyle adamlar koydular."

1960 darbesine adım adım yaklaşıldığı 1957 yılında enstitü talebiyle kendine gelen heyeti geri çevirmeyen Menderes, heyeti ikişer kişilik gruplar halinde kabul etmiş. Prof. Dr. Akşit, görüşmenin nasıl gerçekleştiğini şöyle anlatıyor: "Demokrat Parti grup başkan vekili olan amcam aracılığı ile randevu aldık. Darbenin ayak sesleri yavaş yavaş geliyordu. Rahmetli Menderes hiçbir heyeti kabul etmiyordu. Çok sıkıntılı bir dönemden geçiliyordu. Amcama 'İmam hatip okuluna hayır diyemem' demiş. 'Ama gece gelsinler. Toplu girmesinler, ayrı ayrı kapılardan girsinler. Ben tembih edeceğim. Kapıdan birer ikişer alacaklar.' diyerek bizi gizlice kabul etti." Heyeti gece geç saatlerde Bakanlar Kurulu toplantı salonunda ağırlayan Menderes, özel personelini de odadan çıkartıp kapıyı kilitleyerek görüşmeye başlar. Görüşme samimi bir ortamda geçer. Talepleri dinleyen Başbakan duygulu bir konuşma yapar. Memleketin iman olmadan ayakta duramayacağını dile getirerek, "Milletimizin mayası ahlaktır, imandır, İslam'dır. Eğer biz bugün ayaktaysak, ak sakallı bir dedenin kucağında büyüdüğümüz için ayaktayız. Eğitim-öğretim sahasında din konusuna önem veremiyoruz." der ve ağlamaya başlar.

Rahmetli Başbakan Adnan Menderes bütün girişimlerine rağmen o yıl enstitüyü açtıramaz. Başta bakanları buna karşı çıkar. Ertesi yıl Milli Eğitim bakanını görevden alır, yerine vekaleten Tevfik İleri'yi atayarak İslam enstitüsünü kurmayı başarır. Açılış 59 öğrenci ile yapılır.
Haber: Mükremin Albayrak/Zaman

Kasklı Sapık Mason Çıktı
14 Kasım 2008

Ankara'da 9 çocuğa tecavüz eden ve kamuoyunda "kasklı sapık" olarak tanınan tenör Şahin Öğüt, "MASON" çıktı. Üstelik çok güçlü referanslarla...

Tartışma sırasında Öğüt, “Siz benim arkamda kimler var biliyor musunuz?” diye, görevlileri tehdit ederken, mason olduğu ortaya çıktı. Vakit, cezaevine nakli sırasında Öğüt ile görevliler arasında ilginç diyaloglar yaşandığını öğrendi. Diyalogların ardından sapık Şahin Öğüt, görevlilerin anlamakta güçlük çektiği ilginç şeyler anlatmaya başladı.

Bağlantılarıyla görevlileri korkutmaya çalışan Öğüt, ortaya attığı sapık fikirlerinin dayanaklarını da anlatıyordu. “Üstadım” diye gösterdiği “Bernard Moro” ile bu ismin eşi olduğunu söylediği “Fatma Zümrüt Hanım”dan övgüyle söz eden Öğüt, “Askerlikten önce tanışmıştık, kendileri 27. derece üst düzey masondur. Beni de masonluğa onlar aldırdılar. Bana dokunursanız başınıza iş alırsınız” diye görevlileri tehdit etmeye kalkıştı. Bunun üzerine görevlilerden biri Öğüt’e “Bu gavur mu var başınızda, sizi yönetenler hep yabancı mı?” diye sordu. Öğüt de, mason yöneticileri arasında Doğan Üvey gibi isimlerin de olduğunu söyledi.

“ÇOK KONUŞURSAM BENİ ÖLDÜRÜRLER”
Cezaevi aracında rütbeli personelle tutuklu Şahin Öğüt arasında yaşanan diyalog bu noktadan sonra iyice masonluk üzerine kaydı. Görevlilerin “Peki bu masonlar nerede toplanıyor, adı ne bu yerin?” yönündeki sorusu üzerine Şahin Öğüt, şunları söyledi: “Çok konuşursam beni öldürürler. Kimse cesedimi bile bulamaz. Hem de kimin öldürdüğünü bile anlayamazlar, kim vurduya giderim. Onların her yerde böyle pis işlerini yaptıracak adamları vardır. Birisi namusunu temizlemiş gibi göstererek burada beni öldürtebilir.”

LOCAYA SORDUK
İnternet ortamından ulaştığımız Türkiye’deki masonlar listesinde Doğan Üvey ile Üstad Bernard’ın da ismi geçiyor. Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası’nı arayarak, kasklı sapık Şahin Öğüt’ü ve Öğüt’ün verdiği Üstad Bernard, Fatma Zümrüt ve Doğan Üvey’i sorduk. Loca yetkilileri, bu isimlerin üyeleri olup olmadığını açıklayamayacaklarını belirterek “Konu hakkında bir açıklamada bulunamayacağız” dediler. Loca yetkilileri, Öğüt’ün “Arkamda masonlar var” sözleriyle ilgili de açıklama yapmaktan kaçındılar.

MASONLAR MI KORUDU?
Ankara’da siyah kask ve motoruyla takip ettiği, bazıları çocuk 9 kıza tecavüz ettiği iddiasıyla tutuklanan ödüllü Devlet Opera ve Bale Sanatçısı Şahin Öğüt’ün, 2001’de de tecavüz suçlamasıyla yargılandığı, ancak beraat ettiği ortaya çıkmıştı.
Haber: Fatih Akkaya/Vakit

Meşrutiyet, Ergenekon, Masonlar

03 Ağustos 2008 11:12
Mustafa Armağan Meşrutiyet ile Ergenekon arasındaki Masonik hattı yazdı. İşte Meşrutiyet'ten İtalyan Gladyosu'na ve Ergenekon'a masonik bağlantılar...

Meşrutiyet ile Ergenekon arasındaki Masonik hat

Mustafa Armağan / Zaman

“Milliyet”in internet sitesindeki başlığın sırrını çözmekle meşgulüm. Canım, şu “Manastırlı komutan” manşetinden bahsediyorum. Duymuşsunuzdur mutlaka. Kimden mi bahsediyor?

Önümüzdeki ay koltuğuna oturması kesinleşen 26. Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’dan. Peki “Milliyet” şu günlerde 100. yıldönümünü yaşadığımız Meşrutiyet İhtilali’ni başlatan mermilerin ilk olarak Manastır’da sıkıldığına atıfta bulunuyor olabilir mi? O zaman köşeye sıkışmış ‘birilerinin’ müsterih olmaları gerektiğine dair bir ima mı gizli burada? Bilemiyoruz. Ancak neresinden bakarsanız bakın, manidar bir başlıkla karşı karşıya olduğumuz kesin.

Son yıllarda okuduğum en net mesajlı yazılardan birisi Hüseyin Gülerce tarafından kaleme alındı. Gülerce 30 Temmuz 2008 tarihli “Zaman”da çıkan “Masonluk Ergenekon’un neresinde?” başlıklı yazısında sarsıcı sorularla dikkatlerimizi Ergenekon’un Masonik şifresini kırmaya yöneltiyordu.

Gerçekten de Mason locaları bu tür gizli örgütlenmelerin hep bir yerlerindedir. Gladyo’yu bitiren savcı Felice Casson’un İtalya’daki P-2 Mason locasının örgütle bağlantısını açığa çıkarışından tutun da, Ergenekon iddianamesindeki İlhan Selçuk’un İstanbul’da Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası’nda darbeyi planlayanlarla bir araya geldiği bilgisine kadar pek çok bağlantı, meselenin bir komplo teorisinin sınırlarını aştığını gösteriyor.

Bu kadarla da kalmıyor, Büyük Doğu Locası Paris’te bir toplantı düzenliyor, Üstad-ı Azam Jean-Michel Quillardet, başörtüsünün serbest bırakılmasına karşı çıkarak yasanın “Türk laikliğinin bünyesinde açılan tehlikeli bir gedik” olduğunu savunabiliyor ve kafamız iyice karışıyor. Bu ne öfke böyle? “Yoksa laiklik konusunda Masonlara bir güvence verilmiş de haberimiz mi yok?” diyesi geliyor insanın.

Hüseyin Gülerce ise ısrarla soruyor: “Yasak olmasına rağmen Silahlı Kuvvetler bünyesinde masonlar var mıdır? Masonluğu tespit edildiği için bünyeden çıkarılan generaller var mıdır? Milletin evlatları için, orayı ele geçiriyorlar, buraya sızıyorlar dile dünyayı ayağa kaldıranlar, masonluk konusuna gelince neden suspus oluyorlar?”



Ancak 100 yıl evveline dönersek, Meşrutiyet için ayaklananların asker ve sivil önderleri arasında hatırı sayılır miktarda Mason bulunduğunu biliyoruz. Merkezi Selanik’te bulunan Macedonia Risorta Locası ile yine Selanikli Jön Türklerin kurduğu Osmanlı Hürriyet Cemiyeti (adı daha sonra İttihat ve Terakki Cemiyeti olmuştur) arasındaki bağlantılar giderek daha net bir şekilde açığa çıkıyor. Cemiyete girecek olanların önce Mason olması, yani ‘tekris edilmesi’ gerekiyordu. Böylece 1901-1908 yıllarında 23’ü karargâhları Rumeli’de bulunan ve İkinci ve Üçüncü Orduların en üst rütbeli ‘muvazzaf’ subaylar olmak üzere tam 188 İttihatçı Masonluğa alınmıştır.

Kendisi de cemiyetten olan Ahmet Bedevi Kuran’ın verdiği bilgilere göre Masonluk İttihatçılar arasında o kadar onsuz olmaz bir hal almıştı ki, cemiyette iki türlü üye vardı. Bir kısmı Mason locasına girenlerdi ki, bunlara “li ebeveyn kardeş” (ana baba bir kardeş) deniliyordu. Mason locasına girmeyen üyelere ise “li eb” (baba bir kardeş) kardeş diye hitap ediliyordu. Öz kardeş ve üvey kardeş de diyebilirdiniz buna. Nitekim sonradan Cemiyetin bir numarası haline gelen Talat Paşa ve milletvekili yapılan Emanuel Karasso’nun Macedonia Risorta Locası’nın ilk üyeleri ve 33 derece Mason olan üstad-ı azamları yapıldığını biliyoruz.

Gerçi o mücadele günlerinde bu normal görünüyordu ama sonraları savunmaya geçen İttihatçılar “Onlar bizi değil, biz onları kullandık” diyeceklerdi. Ancak kimin kimi kullandığı çok değil, 10 yıl içinde belli olacaktı.

Peki bunlar birer spekülasyon mu?

Bakın, öyle gizli saklı belgeleri değil, açık belgeleri kullanacağım. Birincisi, ihtilalin o sıcak günlerinde Meşrutiyetin hemen ardından Adalet Bakanlığı’na getirilecek olan Macedonia Risorta Locası üyelerinden Manyasizade Refik Bey’in İngiliz gazetesi “The Morning Post”a verdiği demeç. İttihatçıların İtalyan Masonluğundan manevi destek gördüklerini doğrulayan Refik Bey, Macedonia Risorta ve Labor et Lux localarının kendilerine “büyük hizmetler verdi”ğini ve barınak sağladığını gayet soğukkanlı bir şekilde anlatmış ve şöyle devam etmiştir:

“Orada Masonlar olarak toplanıyorduk, çoğumuz da Masonduk, fakat aslında örgütlenmek için toplanıyorduk. Bunun yanı sıra yoldaşlarımızın büyük bir bölümünü, üyelerini ince eleyip sık dokuyarak seçmeleri nedeniyle Cemiyetimiz için bir elek işlevi gören bu localardan seçtik… Ayrıca bu localar, ihtiyaç halinde İtalyan Sefaretinden müdahale teminatı almış olan İtalyan Grand Orienti’ne bağlıydı.”

Demek ki neymiş? 1) İttihatçı Masonlar olarak toplanıyorlarmış; 2) Yoldaşlarının büyük bir bölümünü Masonlar arasından seçiyorlarmış; 3) Çünkü Masonlar cemiyete adam almakta ustaymış; 4) Ayrıca da Abdülhamid herhangi bir şekilde olaylara müdahale etmek isterse İtalyan Elçiliğinden güvence almışlarmış.

Kim söylüyor bunu? İttihatçıların sözüne en çok itibar ettikleri ve bu yüzden de ilk Meşrutiyet kabinesine Bakan yaptıkları zat.

İşe bakın ki, aynı Manyasizade Refik Bey, ihtilal coşkusu içinde ikinci bir demeç verir. Bu defa Paris’te çıkan “Le Temps” gazetesine verdiği demeçte şunları söyler:

“Masonluk ve İtalyan Masonluğu bize manen destek verdi… Hakikatte İtalyan locaları İttihat ve Terakki’ye yardımcı oldular, bizleri korudular, bizlere birer sığınak oldular. Çoğumuz Mason olduğumuzdan teşkilatlanmak için genelde localarda toplanırdık. Üyelerimizi de localardan seçmeye çalışırdık, çünkü locaya üye olabilmek için sıkı bir kontrolden geçilmekteydi.”

Siz düşünedurun, geçtiğimiz günlerde gazetelerden bir haberi koyuyorum masaya:

“Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası, bütün bağlı kuruluşlarına II. Meşrutiyet’in 100. yıl kutlamalarının 2008 boyunca çeşitli etkinliklerle kutlanması talimatı vermesi üzerine “Meşrutiyet defileleri”, kitap tanıtımları, konferanslar ve benzer etkinlikler düzenlendi.”

Meğer sadece defile değil, darbe de düzenleyeceklermiş!

Cevheri GÜVEN
Buraya herkes giremez

Ankara’da kim kiminle iş peşinde, kim kiminle kontakta, kim kimin koynunda diye meraktaysanız, İran caddesinde turlamanız yeterli.

Caddenin başında Kavaklıdere Tenis Kulübü ve Papermoon karşılıklı olarak Ankara’nın güçlü isimlerini ağırlarlar. Sol boy üzerinde ise Hilton ve Sharaton Otelleri eskisi kadar olmasa da önemli buluşmalara sahne olur.

Caddenin en kilit mekanı Kavaklıdere Tenis Kulübü’dür. “Paranın gücünün girmeye yetmediği alan” statüsündeki kulübün her üyesi seçmedir ve müesses nizamın güçlü isimlerinin vazgeçilmez buluşma mekanıdır.

İçeriye kapağı atabilmeniz için 7500 YTL gibi bir “bağış”ta bulunmanız gerekiyor. Yıllık aidat ta cabası. Ama bu sorun değil. İçeriden iki üyenin referansı gerekiyor. Bu referansları temin ettikten sonra asıl zorlu kısım başlar. Çünkü mevcut üyelerin oybirliği ile yeni üye kabulü mümkün.

Kulübün yüksek duvarlarından içerisinin görülebildiği tek yerden dikizlerseniz, kortların bakımsız olduğunu görürsünüz. İsmi “tenis kulübü” olsa da bu mekanda tenis pek fazla oynanmaz. İçeride genelde başka oyunlar ve oyun planları vardır.

Külübün ismini ilk kez Anayasa Mahkemesi Başkanvekili Osman Paksüt ve eşi Ferda Paksüt’ün dinlenme iddisıyla duydu pek çok kişi.

Oysa İran Caddesi 4 numaradaki bu mekan, özel buluşmaların, kaçamakların, ya da gizli toplantıların yapılabilmesi için biçilmiş bir kaftan.

Anayasa Mahkemesi Başkanvekili Osman Paksüt ve eşi Ferda Paksüt, 13 Mayıs’ta Tenis Kulübüne giderken Doblo marka bir polis aracının kendilerini dinlediği iddiasını gündeme taşımışlardı.

Ferda Paksüt daha sonra Ergenekon Operasyonu kapsamında ifade vermek durumunda kalmıştı. Geçtiğimiz hafta da Paksüt’ün “yasal olarak” dinlendiği ortaya çıktı. Bu durum medyada “İddia doğruymuş o araç Paksütleri dinliyormuş” şeklinde verildi. Oysa yasal olarak dinlenenlerin peşine araç takılmıyor. Merkezden takma yöntemiyle kolayca hallediliyor bu işler.

Her bir üyenin oy birliğiyle alındığı bu mekanın üyeleri arasında sıkı bir güven ilişkisi var. Bu “aynı dünyanın” insanları olmalarından kaynaklanıyor. Eşine az rastlanır homojenlikte bir topluluk.

İşte bu durum, şu sıralar üyeler arasında tedirginlik konusu. Kulübün iki sıkı müdavimi Turhan Çömez ve Ferda Paksüt’ün Ergenekon’a takılması, bu homojenlikteki grup için tedirgin olmaya yeter bir sebep. Uyanık üyelerin şimdiden kulüpten ufak ufak yol aldığı konuşuluyor.

Bunda, Ferda Paksüt’ün Ergenekon Operasyonu kapsamında verdiği ifadeden tek bir satırın bile medyada yer almaması en büyük etken. Ergenekon sanıklarının hemen hepsinin ifadelerine belli ölçüde ulaşabilen gazeteciler, Ferda Paksüt’ün ifadesinde resmen duvara tosladılar.

Ferda hanımın ne kadar konuştuğu, neler anlattığı en çok külüp üyelerini tedirgin ediyor olmalı. Ergenekon’un, kulüp ve Paksüt’le bağlantıları sadece Turhan Çömez’le sınırlı olmayabilir.

Ergenekon terör örgütü kapsamında aranan Turhan Çömez’e -kendisi de Ergenekon’dan ifade vermek durumunda kalmadan önce- yakın dostum demekten çekinmeyen Paksüt, kamuoyu önünde bu ölçüde konuşabiliyorsa, içeride nasıl konuşmuştur acaba?

Acaba gizemli buluşmalarının mekanı olan Tenis Kulübünde, bazı üst düzey şahıslar ile devlet görevlileri arasında çok özel sohbetler yapılmış mıdır?

Herşey Ferda Paksüt’ün uzun saatler boyunca verdiği ifadenin ortaya çıkmasıyla belli olacak. Ankara Adliyesi’ndeki muhabirlerin alttan girip üstten çıkmalarına rağmen sözkonusu ifadelere ulaşamamaları; İstanbul’daki Ergenekon muhabirlerinin de tek satır bilgi elde edememeleri ilginç bir durum.

Bakalım uzun Ergenekon yolunda kimler savcılarla işbirliği yapıp paçayı kurtaracak, kimler yanacak?

24 Kasım 2008 Pazartesi
aktifhaber

MASONLARDA TÜRK BAYRAĞI TARTIŞMASI

16 Mayıs 2009 07:05
Türk masonları localarının girişine bayrağı asmanın ‘evrensel masonik değerlere uygunluğunu tartışıyor.
localarında asılı olan Türk bayraklarının ‘masonluğun evrensellik ilkesi’ ile bağdaşıp bağdaşmadığını tartışmaya açtı. Bazı masonlar, localara Türk bayrağı asılmasının ‘evrensel masonik değerlerle çeliştiği’, dünyadaki mason localarının hiç birisinde o ülkenin ulusal bayrağının bulunmadığı belirtilerek, Türk localarının, bağlı oldukları merkez localardan (Ritin) sürekli uyarı aldıkları bildirdi. Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası, Özgür Masonlar Büyük Locası ve Türkiye Büyük Locası bu konuda ortak bir karar almak için bir araya geldi. Locaların ‘Üstad-ı Azamları’nın belirli bir uzlaşma zemini aradıkları ve alınacak ortak karara kesin olarak uyulması gerektiği üzerinde birleşildiği kaydedildi.

Bayrak tartışması, Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası tarafından çıkartılan Mimar Sinan dergisinde de konu edildi. Dergide bu konuda bir de forum açıldı. Loca yetkililerinin, masonların forumda dile getirdikleri sorulara cevabı ise dikkat çekici. Yetkili, Türk bayrağının localarda olmaması gerektiğini savunanlara, ‘Her ülkenin kendine özgü olan kültürel ya da yöresel kurallar ve geleneklerine saygı duyularak bunlara olabildiğince uyum sağlanır, böylece daha az dikkat çekilir’ cevabını veriyor
Star

Garih İçin Masonlar Birbirine Girdi
08 Haziran 2009 12:36

Cinayet sonrası suspus olan Mason locaları şimdi Üzeyir Garih için birbirine girdi.

Mason locaları, Garih'i “O bizim üyemizdi” diye sahiplenmeye başladı...

Birbirleri ile kamuoyu önünde tartışmaktan kaçınan, ancak kendi aralarında büyük bir çekişme içinde oldukları bilinen Türkiye'deki iki büyük mason locası, bu kez de İstanbul'da mezarlıkta uğradığı bıçaklı saldırı sonucu hayatını kaybeden işadamı Üzeyir Garih üzerinden birbirine girdi.

Üzeyir Garih'in mason olup olmadığı, Garih hayattayken bilinmiyordu. Ortağı İshak Alaton, cinayetten sonra Garih'in mason olduğunu açıkladı. Bunun üzerine gerek Emniyet yetkilileri, gerekse kamuoyu “Küresel birtakım planların uygulamaya koyulabilmesi için gerekli finansal desteği sağlamakta ayak dirediği için ezoterik çevrelerce öldürüldü” iddialarının üzerine gitti. Yine o günkü iddialara göre Emniyet her iki mason locasına da giderek inceleme yaptı ve bazı loca yetkililerinin ifadelerini aldı. O tarihlerde her iki mason locası da Garih'in kendilerine üye bir mason olup olmadığına dair herhangi bir açıklama yapmayarak Garih'i sahiplenmemişlerdi.

GARİH CİNAYETİ SORUSU
Masonların kendi aralarındaki özel sorunların tartışıldığı ve özel duyuruların yer aldığı, sadece mason olanlara Loca'da ve elden teslim edilen Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası'na ait Mimar Sinan dergisinde, şu soru tartışmaya açıldı: “Üzeyir Garih cinayetinin masonlarca işlendiği iddia ediliyor. Buna neden olarak ise sürekli ödenen meblağın artması ve isteklerin yerine getirilmemesi gösteriliyor. Hatta bir yerde Sayın Garih'in öldükten sonraki halinin gizlendiği, merhumun sol dizi ve gözünün istenerek parçalandığı ve bu gibi darbelere maruz kaldığı, bu öldürme yönteminin ise sadece büyük sorunlar çıkartan masonların kendi kardeşlerince uygulanan bir infaz biçimi olduğu iddia ediliyor. Eğer bu konuda bir hata yaptıysam şimdiden özür diliyorum. Saygılarımla.”

“Büyük Üstad” adına yukarıdaki soruya şu cevap verildi: “Masonlara ‘Üzeyir Garih'i siz mi öldürdünüz?' sorusunu sormanız gereksiz ve yanlıştır. Üzeyir kardeşimizin vefatı bizleri derinden üzmüştür. Katili bulunmuş ve kanun önüne çıkartılmıştır. Bu üzücü olayın dahi, masonlar tarafından yapılmış olduğunun iddia edilmesi ve kardeşlerimizi kendimizin öldürüyor olduğumuzun söylenmesi, masonlara atılan iftiraların seviyesi hakkında size bilgi verecektir. Bizler kardeşlerimize yardım etmek ve destek olmak için çabalarız.”

KİME TÂBİ İDİ TARTIŞMASI
Yine Garih konusunda aynı dergide bir başka soru ise şöyle yer aldı: “Üzeyir Garih Özgür Masonlar Mahfili'ne tabi değil miydi? Nasıl kardeşimiz oluyor? Saygılarımla.” Bu soruya Loca'nın cevabı ise şöyle: “Hayır. Üzeyir Garih bir Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası üyesi idi. Muntazam masondu. Kardeşimizdi.”
Buna karşın Özgür Masonlar Büyük Locası, Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası'nın bu görüşlerine itiraz ederek, kendilerinin de “muntazam mason” olduğunu, sırf Garih ismine karşı “muntazam mason” yakıştırmasında bulunmamak için, Üzeyir Garih'in adı geçen loca tarafından sahiplenildiğini belirtti. Garih'in masonluğa en çok yaklaşan üstün niteliklere sahip bir insan olduğu fakat derecesi hakkında bilgi verilemeyeceği öne sürülerek, “Masonluğun şahsında vücut bulduğu örnek bir masondu. Üzeyir Bey mason olduğunu saklamadı ama kimse de ona bunu sormadı. Biz onun masonlukla gurur duyduğuna inanıyoruz” denildi.

TAHKİKAT DOSYASINDA BİLE OLMAYAN EVRAKLAR ERGENEKON'DAN ÇIKMIŞTI
Savcı Zekeriya Öz'ün hazırladığı 2 bin 455 sayfalık Ergenekon iddianamesinde, tutuklu sanıklardan İstanbul Üniversitesi Öğretim Üyesi Doçent Ümit Sayın'ın evinde yapılan aramalarda, işadamı Üzeyir Garih'in öldürülmesiyle ilgili hazırlanan tahkikat evrakları ele geçirilmişti. Bu evraklardan bazılarının, tahkikat dosyasında olmadığı ve asıllarının Sayın'ın evinde bulunduğu iddia edilerek, şöyle deniliyordu: “Üzeyir Garih'in öldürülmesi ile ilgili hazırlanan tahkikat evraklarından oluşan doküman, içerisinde çeşitli konular hakkında el yazısı ile yazılmış notlar, çeşitli konular ile ilgili yazılmış resmî yazılar, çeşitli isim ve telefon numaraları, işadamı Üzeyir Garih'in öldürülmesi ile alakalı hazırlanan tahkikat evrakları (Üst yazı, Ekspertiz Raporları, Adil Tıp Kurumunun Yazıları, Kriminal Raporlar vb.) Asayiş Şube Müdürlüğü ile yapılan yazışmada Üzeyir Garih'in öldürülmesi ile ilgili hazırlanan ve gönderilen 63 adet tahkikat evrakından 118-140 ve 154 numaralı dokümanların tahkikat dosyasında olmadığı, 29-31-33-35-37-39-1 numaralı dokümanların asılları ile aynı, diğer 53 adet dokümanın dosyasında bulunan fotokopileri ile aynı olduğu bildirilmiştir.” Bu evrakların, Üzeyir Garih'in dizi ve gözü özellikle tahrip edilerek öldürüldüğü, bu öldürme biçiminin “masonik usulle infaz” anlamına geldiği ve bu yöndeki iddiaları haklı çıkartacak nitelikte olduğu belirtiliyordu.
aktifhaber

Arıtman Yine 'Çok Milliyetçi'
28 Temmuz 2009 11:45

Atatürk'ün yasakladığı,gayrı milli kurum olan Masonlar Büyük Locası'nda Üstad-ı Muhteremin eşi Canan Arıtman 'milliyetcilik'i yine kimseye bırakmadı.
İlişkili HaberlerTüm HaberlerArıtman ABD'deki Camiye El AttıCHP AKP'nin 'Yargı'sını AlmalıCHP: Adli Tıp Kurumu AraştırılsınCHP'li Belediyeler CezalandırılıyorCHP'ye Mahkemeden Kötü Haber

Millet bilinci silinmek isteniyor

ARITMAN, “Ne mutlu Türk’üm diyene” yazılarının silinmesiyle ilgili ilk önerinin de Gül’den geldiğini hatırlatarak “Bu, AKP zihniyetinin genel görüşü. Bir millet olma duygumuzu, ortaklıklarımızı bitirmeye, millet bilincimizi silmeye çalışıyorlar” dedi.

Genelkurmay onayı gerekli

AKP’li vekillerin parti yönetimine sunduğu raporda yer alan “Ne mutlu Türküm diyene, yazıları silinsin” önerisinin gerçekleşebilmesi için Genelkurmay Başkanlığı’nın onayı gerekiyor. Çünkü silinmesi istenen yazıların birçoğu askeri bölge içinde.

Irkçı ilan ediliyor
CHP’li Arıtman, millet olma bilincini yitiren ulusların ulusal ve üniter yapıyı da yitirmiş olacağına dikkat çekerek “Demek ki az yazmışız dağlara. Daha fazla yazmamız gerekiyormuş. Atatürk yıllar önce bu oyunları görmüş ve demiş, ’Ne Mutlu Türküm Diyene’ diye. Şimdi ise, Türküm demek bir ayıp olarak nitelendiriliyor. Türküm diyene saldırılıyor, ırkçı ilan ediliyor” yorumunu yaptı.

Kaynak:Yeniçağ

01 Ekim 2009
1 Numaraya Mason Kalkanı

Şamil Tayyar'dan Ergenekon bombaları... Dalan'a bavulla para götüren işadamı kim? 1 Numaraya neden ulaşılamadı? Masonların ETÖ'deki yeri ne?

Gazeteci Ömer Şahin’in hazırlayıp sunduğu Kanal A'daki “Görüş Farkı programına katılan gazeteci Şamil Tayyar, yine çok tartışılacak açıklamalarda bulundu. Şamil Tayyar, Ergenekon firarisi Bedrettin Dalan’a çok ünlü bir işadamının bavulla para götürdüğünü ve bunun da devletin kayıtlarında olduğunu iddia etti. Tayyar, MİT ve Emniyet’e de çağrı yaptı: "İsmini açıklamayamazlar, hadi açıklasınlar”

Bedrettin Dalan’ın gizli bir güç tarafından korunduğunu söyleyen Şamil Tayyar’ın açıklamaları şöyle:

Ş.T: Şu soruya cevap bulsunlar. Bedrettin Dalan Rusya’ya gittiği zaman kendisini ziyaret eden ve çantasıyla para götüren iş adamı kim?

Ö.Ş: Bunu bilerek mi soruyor sunuz?

Ş.T: Bilerek söylüyorum ve devletinde kayıtlarında olduğunu bilerek söylüyorum. Ve bunu milli istihbarat teşkilatınında emniyet istihbaratının da bildiğini iddia ediyorum…

Ö.Ş: Yani bilinen bir işadamı mı bu da?

Ş.T: Kesinlikle…Onun ismini açıklayamazlar.hadi açıklasınlar..

Ö.Ş: Peki isimleri niye açıklamıyorsun burada? Siz niye açıklamıyorsunuz?

Ş.T: Şimdi Ömer bey bizim seninle bir arkadaşlığımız var, hukumuz var fakat bu soruyla anlıyorum ki arkadaş olmadığımızı sen beni göndereceksin cezaevine… Şimdi şunu söyleyeceğim bilmek ayrı bir şey ispat etmek ayrı bir şey. Ben bunu bildiğimi söylüyorum. Çünkü çok özel bilgilere ulaştığım kanaatindeyim. Ama yarın siz bunu açıkladığınızda eğer bu kuruluşlar size destek vermezler ve ispat için belgeleri görüntü kayıtlarını mahkemeye sunmazlarsa, siz kendinizi anlatamazsınız ve yalancı duruma düşersiniz.. Ama bu kadar iddialı konuşmamın sebebi, çok önemli bir işadamı bu kadar yeri dolaşırken cebinde 3 kuruş olamadan nasıl dolaşacak? Ve bu iş adamı çok önemli iş adamı..

1 NUMARAYI P2 MASON LOCASI MI KORUYOR?

Şamil Tayyar: Ergenekon Masonlara dayanınca,1 Numaraya Ulaşılamadı

Şamil Tayyar, Ergenekon operasyonunun mason locasına uzanmasından sonra devletin zirvesindeki mutabakatın bozulduğunu, ABD’nin de araya mesafe koyduğunu iddia etti.

Tuncer Kılınç, Bedrettin Dalan, Kemal Gürüz gibi şöhretli isimleri kapsayan 10’ncu dalganın Ergenekon’da dönüm noktası olduğunu söyleyen Tayyar, sözlerine şöyle devam etti:

"Başbakan’a gidildi, Genelkurmay’da farklı toplantılar yapıldı. Mutabakat hasar görünce soruşturmayı cesaretlendiren irade ortadan kalktı. 1 numaraya gidilecekti belki, o büyük dalganın önü kesildi. Artık şunu söyleyebilirim bundan sonra asla büyük dalga olmaz. Onuncu dalgaya kadar çünkü onuncu dalgadan sonra Amerika’da bir kenara çekildi.

Çünkü onuncu dalgada mason localarına dayandı ve ondan sonra da çok ciddi hem İsrail'in hem ABD’nin orada bir pozisyon aldığını görüyoruz. 10’ncu dalgadaki isimlere ve mason localarına bakın orada o tabloyu çok iyi görürsünüz.

Rahmetli Bedri İncetahtacı (RP eski milletvekili) bu P2 mason locasıyla ilgili çok fazla konuşmuştu. Sonra bir trafik kazasında öldü. Ben onun kaza olduğuna da inanmıyorum. Dolayısıyla karşımızda çok güçlü bir lobi var, hafife almamak lazım"
aktifhaber

02 Ekim 2009
Mason Locasından Al Bursu!
28 Şubat sürecinden itibaren üniversite öğrencilerine burs dağıtan masonlar, bu yıl 624 öğrenciye burs verecek. Ama bu bursu herkes alamıyor. Şartları var...

İşte Vakit gazetesinde yer alan haberin orjinali...

Üniversitelerde yeni eğitim dönemi başlarken masonlar da boş durmuyor. 28 Şubat Süreci'nde burs dağıtma kararı alan masonlar, bu yıl da 624 öğrenciye burs verecekler. Üniversitelerdeki mason hocaların tavsiyeleri, diğer referanslar ve kişisel başvuruların incelenmesiyle kapsamlı mülakatlar yapılarak dağıtılan burslarla “Laik, çağdaş, Atatürkçü gençler” yetiştirilmesi öngörülüyor. Burs alan öğrenciler, her ay bir gün masonlarla bir araya gelmek zorunda.

DESTEKÇİLER ARASINDA “ÇAPKIN” CAN DA VAR, NATO DA
Kısa adını, masonluğun önemli sembollerinden birisini oluşturan “gönye”den aldığı ileri sürülen Gön-Bir ile Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası, bursiyerlere gelir elde edebilmek için her yıl Ankara'da yaklaşık 3 bin masonun katıldığı “panayır” düzenliyor. Masonlara destek veren kuruluşlar arasında NATO da bulunuyor. “Çapkınlığı” basına yansıdığı için boşanma kararı almak zorunda kalan gazeteci Can Dündar da, konferansla masonların bursiyerler için gelir elde etmesine katkıda bulunuyor. Topkapı Sarayı'nda içkili toplantılar yapılmasına göz yuman Topkapı Sarayı Müdürü Prof. Dr. İlber Ortaylı da konferanslarıyla masonlara destek veren bir diğer isim.

Kökü dışarıda karanlık kuruluş masonluk, bu yıl da elini üniversitelerin üzerinden çekmiyor. Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası'nın 1997 yılında aldığı karar uyarınca üniversite öğrencilerine burs verme uygulaması bu yıl da devam edecek. Masonlar, 2009-2010 eğitim sezonunda 624 öğrenciye eğitim bursu dağıtacak.

BURS DAĞITMAYA 28 ŞUBAT SÜRECİ'NDE KARAR VERDİLER
Masonlar, 28 Şubat Süreci'nin başlangıç yılı olan 1997 yılında, hem localar hem de aynı yıl kurulan Gönül Birliği Derneği üzerinden üniversitelerde burs verilecek öğrenci arayışına girişti. Kısa adını, masonluğun önemli sembollerinden birisini oluşturan “gönye”den aldığı ileri sürülen Gön-Bir, o tarihten itibaren her yıl burs verilen öğrenci sayısını arttırdı.

KAPSAMLI ARAŞTIRMA VE MÜLAKAT YAPIYORLAR
Burs vererek, “Atatürk ilkelerine bağlı, laik görüş ve düşüncelerle donatılmış, çağdaş, aydın gençler” yetiştirmeyi amaçladıklarını belirten Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası ile Gön-Bir, bu vasıflara sahip üniversite öğrencisi bulabilmek için üniversitelerdeki mason hocaların da yardımıyla fakültelere kayıt yaptıran öğrencileri incelemeye alıyor. Ayrıca referansla veya kendiliğinden gelen öğrenciler de burs değerlendirme sistemine sokuluyor. Burs verme karar süreci, kapsamlı mülakatlar sonucunda tamamlanıyor. Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası'nın verilerine göre, loca ve Gön-Bir, 2004 yılında 353 öğrenciye burs sağladı. Ayrıca ülke çapındaki localar kendi bünyelerinde 156 öğrenci okuttu. Burs uygulaması 2005 yılında ise bin 200 öğrencinin işleme konulması ve 200 öğrenci ile mülakat yapılması sonucunda gerçekleştirildi. Aynı yıl sadece Ankara'da mason eşlerinden oluşan “hemşireler” de 44 öğrencinin eğitim masraflarını üstlendi. İzmir'deki mason locaları ise 71 öğrenciye burs verdi.

HER AY ÖĞRENCİLERLE TOPLANTI VAR
Belirlenen kurallara göre bursa hak kazanan öğrenciler, her ayın ilk pazar günü o şehirdeki masonlardan oluşan “Eğitim Komisyonu” ile toplantı yapmak zorundalar. “Eğitim Komisyonu”, bursiyerlerle bir araya geldiği toplantılarda, öğrencilerin okullarıyla ilgili yaptığı açıklamaları dinliyor, değerlendirmelerde bulunuyor, varsa herhangi bir sorunla ilgili müdahale kararı alıyor.

“ÇAPKIN” CAN'DAN MASONLARA DESTEK
Masonlar, burs kaynakları sağlayabilmek için çeşitli etkinlikler düzenliyorlar. Bu kapsamda; Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası yardım amaçlı konserler verirken, Devlet Tiyatroları da salon kapatan masonlar için gala programları gerçekleştiriyor. Ayrıca, Gön-Bir Ankara'daki masonların katılımıyla yaklaşık 3 bin kişilik bir “panayır” düzenliyor. Bir tür kermes organizasyonu olan “panayır”larda gelir getirecek etkinlikler gerçekleştirilirken, masonlara yakın bilim adamı, gazeteci, yazar ve sanatçılara konferans verdiriliyor. Geçtiğimiz günlerde bir kadınla öpüşürken objektiflere yakalanan ve bunun üzerine eşinden boşanma kararı almak zorunda kalan gazeteci Can Dündar da, destek amacıyla geçtiğimiz yıllarda masonlara bir konferans vermişti. Topkapı Sarayı'nda içkili toplantılar yapılmasına göz yuman Topkapı Sarayı Müdürü Prof. Dr. İlber Ortaylı da konferanslarıyla masonlara destek veren bir diğer isim. Masonlar yine burs harcamalarında kullanmak üzere 2004 yılında NATO'dan da kaynak temin etmişlerdi.
aktifhaber

17 Aralık 2009
Masonların Acı Kaybı
Bir gazetenin ilan sayfasında, sol üst köşede mason işaretli taziye haberi...Emekli General büyük üstat vefat etti...

Subayların derneklere üye olması yasak
Türk Silahlı Kuvvetleri her türlü siyasi tesir ve düşüncelerin dışında ve üstündedir. Bundan ötürü Silahlı Kuvvetler mensuplarının siyasi parti veya derneklere girmeleri bunların siyasi faaliyetleri ile münasebette bulunmaları, her türlü siyasi gösteri, toplantı işlerine karışmaları ve bu maksatla nutuk ve beyanat vermeleri ve yazı yazmaları yasaktır.

Subayların mason derneklerine, lions ve rotary kulüplerine üye olması da yasak. Aksi hareket eden subaylar hakkında ise, yasal işlem yapılması gerektiği vurgulanıyor. TSK'da subay ve astsubayların, mason derneklerinin dışında da bazı vakıf, dernek ve kulüplere üye olması da yasaklanmış.



Hürriyet gazetesinde yayınlanan taziye ilanındaki ayrıntılar çok inginç.

Bir General Masonlukta 'Büyük Üstad" ve 'En Muhterem" olabiliyor.

İlk savunma ama o emekli paşa, dünyada emeklilikten başlayan ve bu makama çıkabilen bir tane örnek bulunamaz......

Taziyede masonik sembollere yer verildiği gibi yine masonluğa has kavramlar kullanılmış. 'Büyük Üstat' ve 'Evrenin Ulu Mimarı' gibi sözcükler buna örnektir.

Masonların dereceleri

Masonların daha üst derecelere yükselebilmesi için büyük özverilerde bulunmaları, bol miktarda bağış yapmaları gerekir. Locaya sıkı bağlılık sırların özenle korunması ve kardeşliğe saygı önemlidir. Loca içinde itaat ve bunun ortaya konulması istenir. Elbette yükselinilen her derece şan, para ve makamı beraberinde getirmektedir.

Masonluğa tekris edilerek alınan bir kimse, Remzî ve felsefî dereceler içinde yükselerek masonluğun en üst seviyesine (33. derece ve ötesi...) çıkabilir.

Çırak olarak masonluğu alınan birisi, sırasıyla “Kalfa”lığa ve sonra da Usta-Üstad’lığa yükselir ki, buna Nafak artırımı ismi verilir.

1. dereceden 33. dereceye yükselmek için 7 sene gerekmekte olduğu zannedilmektedir. Bu rakam, kesin değildir elbette; ama aşağı yukarı bu kadar sene içinde 33. dereceye yükselme gerçekleştirilir.

Herhangi bir ritte, dördüncü derece ve yukarısına devam edebilmek için Büyük Loca'ya bağlı olarak çalışan düzenli bir Locada Üstat derecesine sahip olmuş olmanın yanı sıra, bu ana Loca ile ilişkilerinin herhangi bir dönemde düzensiz olmaması ve yükümlülüklerinin aksatılmadan yerine getirilmesi gerekir. Kendi Locasında düzensiz ilan edilen bir üyenin, yüksek derecelerdeki üyeliği de otomatik olarak düşer.
SA/Aktifhaber

Türkiye Dışişleri'ndeki Monşer Zihniyeti ve Nabi Şensoy İstifası
Tuğrul Keskingören
Açık İstihbarat

Dunyanin her ulkesinde oldugu gibi, Turkiye'yi temsil eden elcilik ve konsolosluklar ulkelerindeki secimle isbasina gelmis hukumete karsi lobi faaliyeti yapamazlar ve yapmamalari gerekir. Onlarin yasal gorevi yurt disinda yasayan Turk vatandaslarinin sorunlarina yardimci olmak ve Turk dis politikasinda "Turk halkinin yararina" ikili iletisimlerde bulunmaktir. Devlet memuru statusu geregi izlenmesi gereken program budur.

Oysa Turkiye Disisleri Bakanligi'nda bulunan monser zihniyete bagli kucuk mutlu bir azinlik, kulturel olarak ne Turk, ne de Islam ile hernangi bir bagi bulunmayan bazi elciler ve elcilik gorevlileri, ne yazik ki halk tarafindan secilmis hukumetlere karsi yurt disinda, bilhassa ABD'nin baskenti Washington'da lobi faaliyeti yapagelmislerdir.

Bu gizli ajandanin en son ornegi, AK partiye karsi uzun bir suredir derinden lobi faaliyeti yapan Nabi Sensoy'dur. Gecmiste de bilinen ornekler vardir. Baki Ilkin 1999'da ve Faruk Logoglu da 2001
yilinda MHP'ye karsi ayni politikalari izlemislerdir.

Monser zihniyete sahip olan elciler bu tip hukumet karsiti calismalarini ve lobilerini genelde direkt olarak elcilikler ve konsolosluklar uzerinden degil fakat, paravan kuruluslar vasitasi ile yonetirler.

Ornegin 1998 yilinda MHP'nin hukumet ortagi olmasi uzerine bu koalisyondan rahatsiz olan donemin elcisi Baki Ilkin, TUSIAD Washington temsilcisi Abdullah Akyuz vasitasi ile 1998 yilinda MHP aleyhine duzenlenen toplantinin organize edilmesinde perde arkasindan onemli bir rol oynamistir. Turkiye Cumhuriyeti Basbakani Bulent Ecevit'in 1999 yilinda Beyaz Saray'da Bill Clinton'i ziyareti sirasinda ise, Nabi Sensoy skandalindan daha onemli bir skandal, Baki Ilkin ve mustesar Huseyin Dirioz tarafindan MHP'li bakan ve milletvekillerine yonelik bulunulmustur.

Hatirlanacagi uzere ekonomik acidan cok onemli olan bu ziyaret sirasinda Dunya Bankasi ve IMF ile bir dizi antlasmalar imzalanmis ve Dunya Bankasi'nda calisan Kemal Dervis, donemin "Washington elcisi Baki Ilkin tarafindan" Bulent Ecevit'e lanse edilmistir. Daha sonraki yillarda Kemal Dervis ekonomiden sorumlu devlet bakani olarak Turkiye'ye getirilmis ve Dervis'in dayattigi ozellestirme politikalari sonucu MHP'li Ulastirma Bakani Enis Oksuz istifa etmistir.

Genelde monser zihniyeti gudumundeki elciler, kendilerini secenleri ve secilmisleri, egitilmesi ve yonetilmesi gereken bir kitle olarak gorduklerinden, onlar icin hukumetler ve siyasi partiler aleyhinde yurt disinda yaptiklari lobi faaliyetleri gayet normaldir. Cunku Turk halki ile ayri kulturel dunyalara mensupturlar.

Karen Fogg'un emaillerinde ortaya cikan Isvec Buyukelcisi Selim Kuneralp'in Fogg'a gonderdigi emailde yazdigi;

"Sevgili Karen, dünkü mesajimda yanlislikla büyükelçiligin e-posta adresini kullanmisim. Hala geçerli olan eski adresime yazmaya devam etmen gerek. Yoksa senin mesajlarini burada herkes okuyabilir"

seklindeki bir aciklamadan kacinmamistir. Boyle bir emaili, eger ki ABD'nin Ankara Buyukelcisi yazmis olsaydi, bugun Seul elcisi olan Kuneralp hemen emekli edilmis, ve hakkinda ulusal guvenligi zaafa ugratmaktan FBI tarafindan sorusturma acilmis olurdu. Bu farklilik bize, Turkiye'nin sahipsizler ulkesi lakabinin yerindeligini hatirlatiyor.

Turkler, Muslumanlar, Kurdler ve tum "onlar" kategorisinde tanimlanan halk, kisacasi beyaz olarak tanimlanmayan herkes sahipsizdir. Cunku halk onlarca, ulkenin zencileri, yonetilmeye ve egitilmeye mahkum bir kitlesidir.

Onlarca, Nabi Sensoy kadar Turkiye'nin cikarlarini koruyabilme yetisine sahip degildir "diger hariciler." Onlar herseyi sizden daha iyi bilir ve daha derin iliskileri vasitasi ile Turkiye'nin yararlarini herkezden fazla gozetirler. Fakat bahsi gecen yarari(!) tartismaya asla acmazlar. Acaba Nabi Sensoy’un bu “vatanseverligi” Kaya Pasakay’in ekurisi olmasindan mi kaynaklanmaktadir sorusunu akla getirmektedir. (6 Aralik 2006, Aksiyon Dergisi, http://www.aksiyon.com.tr/detaylar.do?load=detay&link=12243).

Baki Ilkin sonrasi donemde Washington'a, 2001 yilinda, Faruk Logoglu atanir. Logoglu Amerikan AFS bursu ile 1960'li yillarda ABD'de okurken, CIA tarafindan kontrol edilmekte (http://www.marxists.org/subject/africa/nkrumah/neo-colonialism/ch01.htm) oldugu soylentileri ile bilinen Baris Gonulluleri (Peace Corp) olarak adlandirilan kurum mensubu kisilerin egitiminde onemli bir rol ustlenir.

Turkiye'ye dondukten sonra ise Disisleri Bakanligina girer. Ancak arabesk Turk filmlerinde gerceklesebilecek bir rastlanti misali Logoglu, "kaderin cilvesi" olarak daha sonra burs aldigi ABD'ye Turkiye elcisi olarak tekrar geri gelir. Baris Gonullulerinin bir cogu ise emekli olmus ve Arkadaslar (http://www.arkadaslar.info/) adiyla bir dernek kurmuslardir.

Faruk Logoglu "Arkadaslarin" yaptiklari toplantilara katilirken, esi Mimi Logoglu vasitasi ile de Washington'daki Turkiye derneklerini organize etme calismalari icine girmistir. Tek merkezden yonlendirilme calismalarina demek daha dogrudur aslinda.

Dernekleri Mimi Logoglu’na yakin Oya Bain, Engin Holstrom, Guler Koknar; lobileri ise Gunay Evinch, Lydia Borland, Dana Bauer (eski CIA gorevlisi) vasitasi ile yeniden yonlendirmeye calisir. Bir benzerini ayni kisiler vasitasi ile Nabi Sensoy 2006 yilindan sonra yapmaya baslar.

Turkiye'den Washington'a atanan her Turk elcisi ve esi, Washington'da bulunan kucuk bir guruba mensup kisilerce Turk elciligindeki ve derneklerindeki "seckin gruplara" takdim edilir, baglantilar kurulur. Bu surec bir cesit masonik yapilanmadir.

Yani bu surecte yeni elci ile Musevi lobisini ve Washington'daki fisilti erkani tarafindan beltway cetesi olarak tamimlanan "ceteyi" tanistirma operasyonudur. Iste bu ilgi cekici surec sonucu Washington eski elcisi Faruk Logoglu her ay baska bir Musevi dernegini ve sinagogunu ziyaret ederken, hic bir Turk camisini ziyaret etmemesi bu baglamda en guzel ornekleri teskil eder. Faruk Logoglu emekli olduktan sonra, AK parti aleyhinde Milliyet'teki roportajinda(11 Eylul, 2006, Milliyet Gazetesi, http://www.milliyet.com.tr/2006/09/11/guncel/agun.html) Mart tezkeresinin gecmesi icin Amerikali Islam dusmani irkci savas cetesinden Paul Wolfowitz'e

"tavsiyem, sizin resmi kanallardan gelen bilgi ve görüslere itibar etmeniz gerektigidir. Böyle yaparsaniz daha kazançli çikarsiniz"

tavsiyesinde bulunurken, acaba kimin yaninda hareket etmektedir?

Islam dusmani Wolfowitz'in uyesi oldugu Washington Ortadogu Enstitusu(http://www.washingtoninstitute.org/) Turkiye masasi Baskani Soner Cagaptay ise Basbakan Erdogan'in Washington'u ziyaretinden hemen once, yani 7 Aralik 2009 tarihinde Los Angeles Times gazetesinde "Islamci Dis Politikanin Muslumanlara zarar verdiğini" (When Islamist foreign policies hurt Muslims http://www.latimes.com/news/opinion/commentary/la-oe-cagaptay7-2009dec07,0,7721940.story) yazarak, AK partiye agir elestiriler yapmistir.

Türkiye'nin Washington elcisi olan Nabi Sensoy'da, bu elit kavrami içinde yerel elit ile küresel elit arasindaki dengeleri koruyan ve sistemin devami için politikalar uygulayarak onlari denetleyen yapisi, derin devlet kavraminda merkez konumundadir.

Çünkü ABD'de bir butun olarak yasayan Türkleri solcu, sagci, Islamci Kürtçü olarak fisleyen bir zihniyet ancak derin devlet veya Gladyo mekanizmasi içinde degerlendirilebilir. Türkiye'nin Washington elcisi olan Nabi Sensoy'un etkisi, Türk halkina yonelik degil ama, kendi elitsel çikarlarini korudugu Amerika'daki Türk derneklerinden ATAA'da yasanan baskanlik seçimlerinde de görülmüstür. Sensoy secimle isbasina gelen yönetimi elçilikteki makamina davet ederek, "sizinle devleti arkama alarak ugrasirim" mealinde bir tehdit savururken, Sensoy'un anladigi devlet ile halkin tanimladigi devlet anlayisi arasindaki farki cok iyi görmek lazimdir.

Nabi Sensoy'un Washington'dan gidisine uzulen tek bir kesim vardir. Onlar da, yillardir lobi faaliyetleri altinda Turkiye'nin parasini carcur eden, kurduklari dernekler ve kurumlar vasitasi ile besinci kol faaliyeti surduren, "Arkadaslar" gurubunun gonullu uyeleridir.

Iste bu gonullu uyelerden bazilari 2004 yilinda ABD Disisleri Bakanliginda Turk kadinlari adina yaptiklari bir toplantida, Recep Tayyip Erdogan'in esinin basortulu olmasindan duyduklari rahatsizligi, Turk kadinini temsil edemeyecegi iddiasi ile dile getirirken (http://www.habervitrini.com/haber.asp?id=139325), bu toplantiya katilan kisiler arasinda Nabi Sensoy'un yakin dostu Turk Amerikan Dernekleri sekreteri Oya Bain'in yani sira, donemin elcisi Faruk Logoglu'nun mustesari Naci Saribas'inda esi de vardir.

O kadar ilginctir ki; adeta Nabi Sensoy'un muridleri gibi bir izlenim sergileyen ATAA'ya bagli bu kisiler, Sensoy'un istifasinin ertesi gununde, Basbakan Erdogan ile ayni masada yer
alabilmek icin adeta protokolu delen bir toplantida gorunmekten erinmemislerdir (http://www.turkishny.com/headline-news/2/20571--babakan-erdoan-ataa-bakan-evinc-ve-beraberindeki-heyeti-kabul-etti). Kral öldü, yasasin yeni kral zihniyeti de bu olsa gerek.

Turkiye'de 2007 Temmuz secimlerinden once yapilan Cumhuriyet mitinglerinin bir benzeri 20 Mayis 2007 tarihinde Washington'da gerceklestirilir. Turkiye'de yapilan mitingler genelde anti-emperyalist ve anti-amerikanci bir tavir sergilerken, Washington'da yapilan miting ise daha ziyade Islam karsiti, ARI hareketininde destekledigi SOROSCU bir renktedir.

Fakat bu gosterinin daha ilginc olan yani ise gosteriyi organize edenlerin Nabi Sensoy'un idaresindaki elcilik calisanlari ile olan organik iliskileridir. Daha ilginc yani ise, "hukumetten para aliyoruz, bu mitingde bizim gorunmemiz dogru olmaz" seklinde yorumda bulunan Beltway cetesi mensuplarinin, Basbakan ile bulunduklari yemekten oturu duyduklari mutlulugu aksettiren tebessumleridir.

AK Parti'yi kapattirma calismalarini ozel yazismalar ile birlikte yuruttukleri NC milletvekili Virginia Foxx'u da yemege davet etmis olmamalari ise, ilgincin de otesindedir. Bu baglamda anlasilmasi gereken en onemli husus; Nabi Sensoy'un AK Parti'ye karsi olmasindaki nedenler ile toplumun AK partiyi elestirdigi kistaslarin ayni olmamasidir.

Recep Tayyip Erdogan'in Washington ziyareti oncesi ABD kongresinde ARI gurubu/hareketi bir toplanti(http://www.todayszaman.com/tz-web/news-193474-ari-sponsors-pro-ergenekon-conference-at-us-congress.html) organize etmistir.

Bu toplantiya Turkiye'de yasayan Ingiliz kokenli ve Washington'da Ingiliz istihbaratina calistigi iddia edilen Gareth Jenkins konusmaci olarak katilmis, ve yazdigi Ergenekon raporunu (www.silkroadstudies.org/new/docs/silkroadpapers/0908Ergenekon.pdf) sunarken AK Partinin ve emniyet genel mudurlugu icindeki Fethullahci polislerin "Ergenekon" davasindaki rollerini elestirmistir.

Oysa ayni Gareth Jenkins bazi emniyet gorevlilerini, emekli CIA ve pentagon gorevlilerinin calistigi Jamestown Foundation'a lanse eden kisidir. Bu toplantiyi organize eden ARI gurubunun baskanligini ise Nabi Sensoy'un bizzat kendisinin "yakin dostu" olarak tanimladigi, gunun, Turk Disisleri Bakanligi avukati Gunay Evinch yapmaktadir.

ARI gurubunun vergi formlarinda Gunay Evinch'in ev adresi gosterilmektedir. ARI gurubunu Washington'da destekleyenlerin basinda ise eski Houston Konsolosu Guler Koknar'in basinda oldugu Turk Kultur Vakfi gelmektedir. Nabi Sensoy ise bu yapilanmada, adeta, merkez yurutme komitesi baskanligi konumunda bir role sahip olarak gorunmekteydi.

Bence AK Parti'nin veya Ahmet Davudoglu'nun, Nabi Sensoy'a, patronun kim oldugunu hatirlattigi mesaji cok yerinde olmustur. "Bu memlekette bizim dedigimiz olur" zihniyetine agir bir cevapta bulunulmustur.

Hatta Sensoy'un istifasi, bu zihniyete cekilen kilic ustundeki ilk kan goruntusu sergilemektedir. Demokrasilerde patron, secenler ve secilmislerdir. Secilmisler tarafindan atananlar degil. Turkiye'nin sahibi, Turkuyle, Kurduyle, Muslumani, laiki ile bizleriz, halktir, millettir. Ataturk'un ifadesi ile; Egemenlik kayitsiz sartsiz milletindir. Kendilerini halktan ustun goren, toplumu ise yonetilmesi gereken bir kitle olarak algilayan monser zihniyet degil. Bundan dolayidir ki, AK Parti'nin izledigi politikalara katilmayabilirsiniz, ve nitekim ben de katilmiyorum fakat, monserlere verdikleri yanit olarak, bir daha memuru oldugunuz devlet aleyhi bir siyasi girisim ve lobi faaliyetinde bulunursaniz, Washington'daki "Turkiye" elcisi Nabi Sensoy gibi erken emekli edilirsiniz ikazini, butun partilerin, siyasi ve sosyal guruplarin cok iyi ozumlemesi gerekir diye dusunuyorum.

Gazeteci Yilmaz Polat'in Cumhuriyet gazetesinde Nabi Sensoy'un istifasi ile ilgili aktardigi

"Hiçbir büyükelçi, emekliligine 2 ay kala, kariyerindeki basarilardan sonra 'ise yaramaz' edalarini, kaprislerini sineye çekmez, çekemez..."(13 Aralik, 2009, Cumhuriyet Gazetesi)

cumlesini kabul etmek mumkun degildir. Hangi basaridir bu, neyin basarisidir, halki kucuk goren zihniyetin basarisi midir diye sormak gerekir diye dusunuyorum. Yillardir Washington'da kurduklari dukaliklar ile Turkiye'de darbe yapip, binlerce insani magdur edip, onlarcasini asanlarin hesap vermesi gerekirken, AK parti bu hesapta basta degil en sonlardadir. Turkiye'yi Amerika'ya bagimli hale getirenler AK parti veya Fethullahcilar degil, liyakat nisanlari alanlar ile monser zihniyete sahip olanlardir. Onlari elestirme cesaretini kendisinde goremeyenlerin AK Partiyi elestirmeye haklari oldugunu dusunmuyorum. Daha da otesi, kuresel elitlerin acisini hafifletmeye calismak olarak
algiliyorum.

Washington'daki beyaz Turklerin monser zihniyeti, AK Partiye karsi bu tip faaliyetlerde bulunurken, unutulmamasi gereken bir nokta ise AK Parti'nin de belli olcutler icersinde Washington'da dayandigi bazi gurup ve kisiler olmasidir.

Mesela Recep Tayyip Erdogan'in son ziyaretinde Amerika'daki bazi guruplar ile iletisim kurmasinda lobi yapan isimleride unutmamak gerekir.

AK Parti'nin Washington'da dayandigi zihniyetlerden birisi ise, Amerikan Harp Akademilerinde calisan Islam dusmani Wolfowitz'in John Hopkins Universitesinden asistani Omer Taspinar ve Kurt aciliminin Disisleri ayagi olan ve Washington'a elci olarak atanmak istenen, MIT'te dosyasi bulundugu ifade edilen eski Israil elcisi Namik Tan'dir.

Namik Tan'in "1994 yilinda Disisleri Bakanligi icin yazdigi" hizmete ozel Kurt raporu ile AK Parti'nin Kurd acilimi arasinda buyuk benzerlikler olmasi ise dikkat cekicidir.

Onumuzdeki gunlerde Washington'a atanacak olan elcinin kim olacagi, AK Parti'nin elit seckinlere yonelik tavrindaki samimiyeti arz edecektir.


En son admin tarafından Cmt May 16, 2009 9:16 pm tarihinde değiştirildi, toplam 1 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder E-posta gönder Yazarın web sitesini ziyaret et
Ekim



Kayıt: 21 Arl 2007
Mesajlar: 2634
Konum: Kanada

MesajTarih: Sal Oca 06, 2009 6:30 pm    Mesaj konusu: iÇERDEKi MASONUN YALANI ORTAYA ÇIKTI Alıntıyla Cevap Gönder

GENERAL İNFAZINDA MASON İZİ

17 Şubat 2009 08:29
General Rızayev'in Azerbaycan'da mason locasının kurulmasına karşı olduğu için ortadan kaldırıldığı ileri sürüldü. Aliyev'in masonların izin talebini geri çevirmesinde, en çok güvendiği komutan olan Rızayev'in tavsiyesiyle hareket ettiği iddia edildi.
Azerbaycan Hava Kuvvetleri'ne 17 yıldır komutanlık yapan General Rail Rızayev'in öldürülmesinin ardındaki sır perdesi aralanıyor. Türkiye'den bir grup istihbaratçının Bakü'ye giderek Azerbaycan'da darbe girişiminde bulunan Ergenekon terör örgütünün muhtemel uzantıları ve Rızayev suikastiyle ilgili incelemelerde bulunduğu belirtilirken, cinayette Masonların parmağı olduğu ileri sürüldü. İddiaya göre, Rızayev, 2003'te loca kurmak için Devlet Başkanı Haydar Aliyev'e müracat eden masonlara karşı olduğu için ortadan kaldırıldı.

DARBEDE ALİYEV'İ DESTEKLEDİ

Konuyla ilgili gazetemize bilgi veren eski istihbaratçılar, Bakü yönetiminin birbirine rakip gruplardan oluştuğunu belirterek Rızayev'in bunlardan hiç birine dahil olmadığını söylediler. General Rızayev'in tarafsızlığı sayesinde Devlet Başkanı İlham Aliyev'in güvenini kazandığı ve bu nedenle uzun süre Hava Kuvvetleri Komutanlığı'ndan alınmadığı belirtiliyor. Ancak 1995'te Ergenekon sanığı emekli Tuğgeneral Veli Küçük'ün başını çektiği Abdullah Çatlı ve ekibinin yeraldığı darbe girişimini engelleyen isimlerin başında gelen Rızayev'in uzun süredir Aliyev karşıtlarının boy hedefi haline geldiği belirtiliyor.

Azeri güvenlik birimleri bu nedenle suikastin arkasındaki uzantılara ulaşabilmek için birkaç senaryo üzerinde duruyor. Azeri güvenlik güçlerinin üzerinde durduğu senaryolardan birine göre, suikastin arkasında masonlar var.

MASON LOCALARINA KARŞI

Buna göre, Rızayev, masonlar'n ülkede loca kurma iznine karşı olduğu için ortadan kaldırıldı. Azeri istihbarat kaynaklarına çok yakın bir uzman, “Rızayev'e ülkede birçok oluşum karşıydı. En başta Aliyev karşıtlarının hedefiydi. Masonların Azerbaycan'da loca kurma taleplerinin de Aliyev'e çok yakın olan Rızayev'e takıldığı biliniyordu. Cinayette mason parmağı olabilir. Bu nedenle çok kapsamlı bir soruşturma yürütülmeli” dedi.

6 YILDIR İZİN BEKLİYORLAR

Türkiye Büyük Mason Locası, 14 Haziran 2003 tarihli toplantısında, ileride Azerbaycan'da kurulması düşünülen bağımsız bir Büyük Loca'nın çekirdeğini oluşturacak bir Loca kurulması için çalışmalara başlama kararı aldı. Bu amaçla üç büyük ilden beş üst düzey masonun katılımıyla bir komisyon kuruldu, 'Yeni Ufuk'adı verilen komis-yonun başkanlığına da bir Azeri getirildi.

Komisyon 2003'te Haydar Aliyev yönetimine Bakü merkezli bir loca için başvurdu, ancak olumlu cevap alamadı.

Bu arada Azeri basını generallerin Rızayev'in ailesine taziyeye gitmediklerini yazdı. Haberlerde 'bir suikastler süreci mi başlıyor, sırada başkaları mı var?' soruları yeraldı.

2008'de Aliyev izin vermedi

Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası'nın yayın organı Tesviye dergisinin Mart 2008 sayısında, Azerbaycan Büyük Mason Locası'nın yakında kurulacağı müjdelenmişti. Duyuruda “Bugün değişik vadilerde Loca çalışmalarına muntazaman devam etmekte olan Kardeşler ve tekris olmayı bekleyen hariciler, Bağımsız Azerbaycan Büyük Locası'nın kurulmasında üzerlerine düşen onur verici görevi gerçekleştirecekler” denilmişti. Ancak yaklaşık bir yıldır izin bekleyen masonlara, Aliyev yönetiminden gerekli izin verilmedi.

yeni şafak

08 Ocak 2009 Perşembe

Mason locaları, Lions ve Rotaryen kulüpleri Yahudi terörüne suskunlar

Türkiye tek ses, tek yürek olup Gazze'deki vahşeti lanetlerken, üzerlerine vazife olmayan hemen her konuda açıklama yapma gereği duyan mason locaları, Lions ve Rotaryen kulüpleri ile 500. Yıl Vakfı'nın insanlık dramı karşısında sus-pus kalması dikkat çekiyor. TÜSİAD ise dün vahşete dilinin ucuyla tepki gösterdi.

Aslan Değirmenci'nin haberi

Yurdun dört bir tarafında gerçekleştirilen protesto eylemleri ile soykırımcı Yahudiler lanetlenirken, tüm siyasi parti temsilcileri İsrail'e tepkilerini hemen her ortamda dillendirirken bazı kuruluşlardan halen ses yok. Türkiye tek ses terör devletini lanetlerken; TÜSİAD, Mason locaları ve alt kuruluşları olan Lions ve Rotary kulüplerinden Yahudilerin Gazze'de başlattıkları soykırıma dair bugüne kadar en ufak bir tepki gelmedi. Musevi Cemaati ve Hahambaşılık gibi sessizliğe bürünen bu kuruluşların, 367 tartışmalarından başörtüsü özgürlüğüne kadar hemen her konuda görüş bildirirken, İsrail'in vahşetine sessiz kalmaları "Müslümanlara olan düşmanlıkları tescillendi" şeklinde değerlendirildi.

"İT İTİ ISIRMAZ"

Diyanet-Sen Genel Başkanı Ahmet Yıldız, 'temsilde hata olmaz' diyerek, "İt iti ısırmaz. Analar dul, çocuklar ise öksüz ve yetim kalıyor. Babalar ise kahramanca mücadele verirken şehit düşüyor. O kadar ki artık çocuklar parklarda oynayacağı yaşta şehit ediliyor. Bebek katillerini lanetlemeyen bizden değildir. Her konuda gerilim meydana getirmek için açıklamalar yapanlar bugün dillerini yutmuşlar. Hepsi İsrail'in iş ortağı ve soykırımın da yandaşıdır. Onların tüm ürünlerine ambargo koyalım" dedi.

"SİZİNLE BİR ÖMÜR UZLAŞMAYACAĞIZ"

İsrail vahşetine tepki göstermeyenlerin muhakkak olarak İsrail ile önemli ilişkiler içinde olduğunu belirten Yıldız, "Türkiye bir olmuş, tek vücut halinde katliamı lanetliyor. Sağcısı solcusu alanlarda 'Kahrol İsrail' sloganları ile mazlum Filistin halkının yanında olduğunu gösteriyor. Peki, bunlar neden sessiz? Oysa dün başörtüsüne özgürlük söz konusu olduğunda lobilerini harekete geçirip hep birlikte 'HAYIR' dememişler miydi? Milletin içinden gelen bir Cumhurbaşkanı için yine koro halinde 'OLAMAZ' diye görüş bildirmemişler miydi? Peki, sivil anayasa ve Ergenekon operasyonu gündeme geldiğinde ne demişlerdi? Hep beraber, 'UZLAŞALIM.' Uzlaşma günü bugündür. Bugün bizimle zulme karşı uzlaşmayanlarla biz bir ömür boyu uzlaşmayacağız" dedi.

"İHANET ŞEBEKESİ"

Tüm İlahiyat Fakülteleri ve Yüksek İslâm Enstitüleri Mezunları Derneği (TİYEMDER) Genel Başkanı Selahattin Yazıcı ise terör devleti İsrail'i en azından kınamayanların büyük bir ihanet içinde olduklarını belirterek, "Bunlar ihanet şebekesidir. Her zaman güçten yana tavır koyan, toplumun hiçbir değerini tanımayan, düşman ile işbirliğini geçmişten günümüze gelenek haline getirenlerdir. Bugün soykırım gerçekleştiren terör devleti İsrail'i eleştirmeyerek Müslümanlara olan düşmanlıklarını ispatlayan çevreleri kınıyorum. Bizler topyekun bunlara artık Müslüman mahallesinde salyangoz satamayacaklarını göstermeliyiz. Bu kesimlerin ürettikleri, ortak oldukları ve işbirliği içinde oldukları şirketlerin mallarını tüketmemek farz olmuştur" şeklinde konuştu.

"ORTAK SES ONLARI RAHATSIZ ETTİ"

Terör devleti İsrail'in saldırıları sonucunda Türkiye'deki birliktelikten söz konusu kişi ve tüzel kişilerin son derece rahatsız olduğunu vurgulayan Yazıcı, "İşte vahşet ve işte Çağlayan Meydanı. İşte Diyarbakır, Ankara ve tüm Türkiye... TBMM çatısı altında olan ve olmayan tüm siyasi temsilciler, görüşü ne olursa olsun tüm sivil toplum örgütleri... Hepsi meydanlarda. Hepsi birlikte bu vahşeti kınarken bunların sessiz kalması ihanet olduğu kadar bu ruhtan rahatsız olmalarındandır da aynı zamanda" dedi.

"NE ALAKA. BİZ BU İŞLERE BAKMIYORUZ"

Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası yetkilileri de görüş belirtmediler. "Loca tarafından bugüne kadar İsrail soykırımını eleştiren ya da kınayan bir açıklamanız yok. Bu önemli konu hakkında loca ne düşünüyor?" şeklindeki sorumuza kendini yetkili olarak sunan, ancak ismini açıklamayan bir şahıs "Ne alakası var? Biz bu işlere bakmıyoruz. Biz fikir üretiriz" cevabını verdi.

Ankara Rotary Kulübü Başkanı Haluk Aydemir de, ısrarla görüşme taleplerimizi geri çevirirken, sekreteri aracılığıyla, "Bugün Türkiye ayakta ve yurdun dört bir tarafında İsrail vahşeti kınanıyor. Bu vahşete Rotary Kulübü olarak tepki göstermemenizin nedeni nedir? Niçin sessizsiniz?" şeklindeki sorumuza cevap verilmedi.

Türk Lions Vakfı Başkanı Turan Şaikoğlu'nun sekreterleri görüşme talebimiz karşısında kendisinin gün boyu toplantıda olduğunu belirtirken, "İsrail'in mazlum Filistin halkına yönelik başlattığı yok etme operasyonu hakkında görüşlerini almak istiyoruz" talebimize gün boyu cevap gelmedi.

BUGÜN ANKARA'DA YİNE EYLEM VAR

Bu arada İsrail'in vahşi saldırılarına tepkiler bitmek bilmiyor. Bugün de Ankara Özgürlük Platformu tarafından İsrail Büyükelçiliği önünde saat 20.00'da, 20 sivil toplum örgütü eylem düzenleyecek.


ASLAN DEĞİRMENCİ- VAKİT




İÇERDEKİ MASONUN YALANI ÇIKTI
06 Ocak 2009 07:43


Ergenekoncu Ümit Sayın'ın çapraz sorgudaki Garih yalanı resmi belgelere takıldı..

Ümit Sayın, çapraz sorguda Garih cinayetinden hapis yatan Yener Yermez'in itiraflarını “Ben enstitüde görevliydim. Adlı Tıp'ta Yermez'i görmem mümkün değil” diye yalanladı. Ancak 2 kurumun o tarihte tek çatı altında olduğu ortaya çıktı. Sayın'ın avukatının 'Yermez 5 Aralık'ta Adli Tıp'a sevkedilmedi' sözlerini ise resmi belgeler yalanladı.

Ergenekon tutuklusu Ümit Sayın ve avukatının Üzeyir Garih'i öldürmek suçundan hapis yatan Yener Yermez'in itiraflarına karşı savunma yaparken gerçekleri saptırdıkları ortaya çıktı. Yermez'in Galatasaray-Bercelona maçının oynandığı 5 Aralık 2001 tarihini vererek 'Ümit sayın Adli Tıp'ta odama geldi, 'senaryo değişti, cinayeti üstelenceksin' dedi' iddiasına karşın Ümit Sayın 'Yermez'le Adli Tıp'ta karşılaşmam mümkün değil, o tarihte Adli Tıp Enstitüsü'nde görevliydim' şeklinde savunma yaptı.

Avukatı ise Yermez'in o tarihte Adli Tıp'a sevkedilmediğini söyledi. Ancak Garih davasındaki Adli Tıp belgeleri Sayın ve avukatının gerçekleri saptırdığını ortaya koydu. Belgelere göre Yermez, 3 Aralık'tan 6 Aralık 2001 tarihine kadar Adli Tıp'ta muayene edildi. Sayın'ın söylediği gibi Adli Tıp ve Adli Tıp Enstitüsü'nün de o tarihte ayrı binalarda olmadığı anlaşıldı.

ENSTİTÜ VE ADLİ TIP 2001'DE AYNI BİNADA

Ergenekon davasının dünkü duruşmasında çapraz sorguya alınan Ümit Sayın'a hakim Hasan Hüseyin Özese, Yener Yermez'i tanıyıp tanımadığını sordu. Savunmasındaki gibi Yermez'i tanımadığını söyleyen Sayın ise Yeni Şafak'ın haberlerini kastederek 'Bazı sağcı gazetelerde Adli Tıp Kurumu'nda görüştüğüm yazıldı. Ben Adli Tıp Enstitüsü'nde görevliyim. İkisi çok farklı kurumlardır. Yermez'in enstitüye getirilmesi imkansız. Dolayısıyla kendisi ile hiç karşılaşmadım" dedi. Yeni Şafak'ın ulaştığı bilgilere göre Sayın'ın söylediği gibi Adli Tıp ve Adli Tıp Enstitüsü'nün ayrı binalarda olmadığı anlaşıldı. Garih cinayetinin 2001 yılında iki kurumun aynı çatı altında olduğu, binaların 2007'de ayrıldığı öğrenildi.

5 ARALIK'TA SEVK YOK

Ümit Sayın'ın avukatı Mehmet Nuri Aytekin ise Yener Yermez'in itiraflarının yalan olduğunu öne sürerek, Galatasaray-Barselona maçı olan 5 Aralık 2001 tarihinde müvekkili ile görüşmesinin imkansız olduğunu ileri sürdü. Yener Yermez'in 10 ya da 11 Eylül 2001'de tutuklandığını, bir tutuklunun 5 Aralık günü durduk yere Adli Tıp Kurumu'na getirilemeyeceğini dile getiren Aytekin, cezaeviyle ilgili yaptıkları incelemede böyle bir şeyin olmadığını öğrendiğini kaydetti.

KIŞLA'DAN ÇIKIŞ 3 ARALIK'TA

Garih davasının dosyalarında da yeralan iki belge ise Sayın ve avukatını yalanlıyor. İlk belgeye göre, 3 Aralık 2001 tarihinde Yener Yermez'in tutuklu bulunudğu Hasdal Kışlası Ceza ve Tutukevi Müdürlüğü, Eyüp Cumhuriyet Başsavcılığı ve askeri savcılığa yazı yazarak Yener Yermez'in Adli Tıp'a sevkinin yapılacağını bildiriyor.

YERMEZ 3 GÜN ADLİ TIP'TA

İkinci belgeye göre de 3 Aralık'ta Adli Tıp'a sevkedilen Yener Yermez burada 3 gün boyunca psikiyatrik ve bedensel muayeneden geçirililiyor. 6 Aralık'ta muayenesi biten Yermez hakkında, Gözlem İhtisas Dairesi'nden 3 uzman ile, Adli Tıp Kurumu Başkanı Prof. Oğuz Polat'ın imzalarının yeraldığı 'Ceza ehliyeti yerinde' raporu veriliyor.

Senaryo değişti cinayeti üstlen

Yener Yermez, Yeni Şafak'ın Üzeyir Garih'in aile dostu Doğan Kasadolu'nun iddialarına yer verdiği haberlerine cezaevinden gönderdiği mektupla cevap vermişti. Yener Yermez mektubunda “1.5 milyon dolar teklif ettiler. Can güvenliğim için cinayeti üstlendim” demişti. Yermez Ergenekon sanığı eski Adli Tıp Uzmanı Ümit Sayın'ın ifadesini değiştirmemesi için kendisini yönlendirdiğini de ileri sürerek, "Ümit Sayın, birlikte bir süre otelde kaldığımız Meral'i bulup mahkemeye getirebileceğini söylemişti. İki gün sonra da telaşlı bir şekilde gelip 'Yener, gerekli kişilerle görüştüm. Ancak şu an itibarıyla ifadeni değiştirmeni istemiyorlar' dedi. O cinayetle ilgili çok şeyi biliyor" şeklinde konuşmuştu. Yermez Sayın'la ilk görüşmesi için Galatasaray Bercelona maçının oynandığı 5 Aralık 2001 tarihini vermişti.

(Yeni Şafak)

Hüseyin GÜLERCE
Zaman
Encümen-i Daniş'te masonlar var mı?
29 Ocak 2009

Eski MGK Genel Sekreteri emekli Org. Tuncer Kılınç'a Encümen-i Daniş sorusu sorulmasaydı, bu konu hiç gündeme gelmeyecekti. Gördük ki, Encümen-i Daniş öyle sıradan bir sivil toplum örgütü falan değil. Üyeleri oldukça yaşlı ama Türkiye'nin ihtiyar heyeti ile karşı karşıya değiliz.

Tamam, oturup konuşmuşlar ama iş orada kalmamış, raporlar, mektuplar yazmışlar. Bunları cumhurbaşkanlarına, başbakanlara göndermişler. En önemlisi de, mesela 1994'te Cumhurbaşkanı Demirel'e gönderdikleri mektupta yazılanlar, üç sene sonra karşımıza aynen 28 Şubat kararları olarak çıkmış.

ETÖ ile Encümen-i Daniş arasında ne ilgi var? Bu topluluğun en önemli üyelerinden birinin, yani eski Genelkurmay Başkanı emekli Org. Hüseyin Kıvrıkoğlu'nun adı, o çok merak edilen "1 Numara" olarak geçiyor. ETÖ davasının en önemli sanıklarından İP lideri Doğu Perinçek önceki gün "1 numara İsmail Hakkı Karadayı değil, Hüseyin Kıvrıkoğlu'dur." deyiverdi. Hedef mi saptırıyor, tehdit mi ediyor, mesaj mı veriyor anlaşılamadı. Tam da onun böyle konuştuğu gün, Kıvrıkoğlu, Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ'u ziyaret etti.

Karadayı ve Kıvrıkoğlu'nun, sanki suç kendilerine de bulaşırmış tavrı ile Veli Küçük için, "o adamı tanımam", "Cumhuriyet Gazetesi'nin hisse devrinde demek benim adımı kullanmış." demeleri kafaları hayli karıştırdı. Veli Küçük de, "Ayıp olmuyor mu?" kabilinden "Emrinizde çalıştım, o adam değilim." dedi. Öyle ya komutanlar, Şemdinli'deki bir astsubayı bile tanıyıp, "iyi çocuktur" diye hatırlarken, Karadayı'nın koskoca jandarma generalini tanımaması, hafıza kaybı ile izah edilebilir mi?

İtalya'da Gladyo davasına bakan, devlet içindeki çeteleri, cinayet örgütlerini çökerten ve onlara liderlik yapan sivil kadroları mahkûm ettiren Felice Casson, çok önemli bir noktaya ısrarla işaret ediyor. "Gladyo'nun beyin takımı P2 Mason Locası'nın mensuplarından oluşuyor." diyor. Geçtiğimiz pazartesi günü gazetemizde Ali İhsan Aydın'ın, Casson ile yaptığı röportaj yayınlandı. "Gladyo ile ilgili düzenlediğiniz operasyon içinde yüksek yargı mensupları da var mıydı?" sorusuna Casson şu cevabı veriyor: "Evet. Özellikle Propaganda Due (P2) mason locası söz konusu olduğunda... Roma'dan, Floransa'dan yüksek yargı mensuplarının işin içinde olduğu görüldü."

Casson'un ifadelerini okurken, Gladyo davası ile ETÖ davası arasındaki müthiş benzerlik ilk dikkati çeken husus oluyor. Orada beyin takımı masonlardan oluşuyorsa, ister istemez "bizde durum nedir?" sorusu akıllara geliyor. Hele bir de Encümen-i Daniş'in en çok başörtüsü, imam hatip ve Kur'an kursları ile mücadele ettikleri ortaya çıkınca daha da işkilleniyorsunuz. Çünkü, hatırlayınız, Meclis'te başörtüsü ile ilgili Anayasa değişikliği kabul edildikten ve CHP değişikliği Anayasa Mahkemesi'ne götürdükten sonra, konuya Fransız mason locası da müdahil olmuştu. Tıpkı Encümen-i Daniş gibi onlar da Türkiye'nin etkili çevrelerine bir mektup yazdılar. Hem de öyle gizli bir mektup değil, açık mektup...

Haber yine Zaman'da Ali İhsan Aydın imzasıyla 16 Şubat 2008'de "Fransız masonlardan başörtüsü fetvaları" başlığı ile çıktı. Konu, Kıta Avrupası'nın en eski ve en büyük mason locası olan Büyük Doğu'nun (Grand Orient) Paris'teki toplantısında gündeme geldi. Fransa Büyük Üstad'ı Jean-Michel Quillardet, başörtüsünün üniversitelerde serbest bırakılması için "geriye gidiş" ifadesini kullandı ve TBMM'den geçen düzenlemenin "Türk laikliğinin yeniden tanımlanması yolunda açılan tehlikeli bir gedik" olduğunu savundu. Quillardet, başörtüsünün İslamî olmadığını, Kur'an'da yer almadığını ve sonradan üretildiğini ileri sürdü. Türkiye'deki masonlarla sağlam bir diyalog kurduklarını söylemeyi de ihmal etmedi.

Ben buradan yetkililere sesleniyorum. Encümen-i Daniş kurulduğundan beri, üyeleri arasında mason var mıdır? Varsa bunlar kimlerdir?

Vatandaş olarak bunu bilmek, bizim hakkımızdır. Demokrasi açıklık rejimi ise, şeffaflık herkes için geçerliyse, masonluk da gizli bir örgüt değilse, merakımızın giderilmesi gerekir...

HÜSEYİN GÜLERCE - ZAMAN

Hurşit Paşa Mason Mu?
02 Mayıs 2009 09:01

Atatürk Mason Locaları'nı yasaklamıştı ama ETÖ Yöneticisi olmakla yargılanan Org. Tolon Moson toplantılarına katılmış. Belge kendilerinden çıktı.

Ergenekon sanıklarından emekli Orgeneral Hurşit Tolon'un masonların toplantılarına katıldığı ortaya çıktı. İsmi Karargah Evleri yapılanmasında geçen Kemal Aydın'da ele geçirilen bir not, ikinci iddianameye girdi. Notta, "Mart-20 Kent Otel'de Atatürkçü masonlar, Hurşit Paşa da vardı." yazıyor.

Aydın, ifadesinde, notta yazan 'Hurşit Paşa' sözü ile Tolon'un kastedildiğini söyledi. Böylece, ulusalcıların toplanma merkezlerinden biri olan Kent Otel'de masonik toplantıların yapıldığı da tespit edildi. TSK'da ordu komutanlıkları yapmış bir ismin Atatürk'ün yasakladığı mason localarına nasıl üye olabildiği merak konusu.

İlk iddianame, Ergenekon'un masonik yapılanmaları kendisine örnek aldığını açıkça ortaya koymuştu. Ergenekon belgelerinde de bu husus var. İddianamede, "Örgütün sivillerle bazı askerî şahısların yönetiminde masonik yapılanma benzeri bir yapılanma olduğu, bizzat örgütü tarif eden ve prensiplerini belirleyen Ergenekon dokümanından anlaşılmaktadır." deniyordu. İkinci iddianamede de bu bilgileri destekleyecek ayrıntılar var. Hurşit Tolon dışında diğer mason Ergenekonculara da yer verildi. Bunlardan biri, emekli Tuğamiral İlker Güven. Evinde yapılan aramada, kendisine ait 15 Haziran 1996 tescil tarihli masonik diploma bulundu. Güven'in 1994 yılında Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası'na üye olduğu, 1998 yılında da üstad seviyesine yükseldiği tespit edildi. Güven, Güney Locası'nın kurucu üyesi.
aktifhaber

Loca'dan Türk Masonlara Uyarı
02 Mayıs 2009 08:41

İtalya'daki Gladio operasyonundan ders alan LOCA, Türk Masonlara önemli uyarılarda bulunmuş. İşte Türk Masonlara tavsiye edilen tedbirler..

2. iddianamenin ek klasörleri arasında çarpıcı bir belge ortaya çıktı. Sanık Şener Eruygur'dan ele geçirilen ve 36. klasörde yer alan belge 'Convent'te (Otel) alınan kararlar' başlığını taşıyor. Avusturya'daki mason toplantısında alınan ve kamuoyuna içeriği deklare edilmeyen belgenin girişinde, "İtalya'daki P2 skandalından sonra 31. ve 33. maddelerde işaret edildiği gibi Yunanistan'daki kardeşlerin açıklamaları krize neden oldu. Buna benzer olayların Türkiye'de de meydana gelebilmesi mümkündür. Kardeşlerimize gerekli tedbirleri derhal almalarını tavsiye ederiz." deniliyor.

Türkiye'deki masonların daha güçlü ve tedbirli olabilmesi için neler yapılması gerektiği konusunda tartışan localar, gerektiğinde masonik yapıların ve Yahudi aleyhtarlarının tespit edilerek imha edilmesini bile kararlaştırmış.

HALKÇI PARTİ'DE BİRADERLERİ ARTIRALIM

Masonların verdiği kararların anlatıldığı belgede ilginç ifadeler yer aldı. Türkiye'de özellikle 'hassas noktalardaki' ve basın sektöründe söz sahibi biraderlerin uyarılması gerektiğine dikkat çekilerek, hayati tedbirlerin alınması öngörülüyor. Tüm tedbirlerin alınarak deşifre olmalarının önlenmesi için gereken her şeyin yapılması talimatı veriliyor. Alınan kararlar sıralanırken şu başlıklar öne çıkıyor: Dinci teşekküllerin önlenmesi konusunda daha dikkatli ve hassas davranılması için basındaki biraderlerin uyarılması. Halkçı partilerin kadrolarındaki biraderlerin miktarının çoğaltılması ve bunların etkilerinin takviyesi. Türk devletlerinin Türkiye Cumhuriyeti ile birleşmesini önlemek üzere kamuoyunun böyle bir birliğin zararlı olacağı yolunda yönlendirilmesi. Dini gruplar arasındaki ihtilaf ve bölünmelerin körüklenerek, Masonluk aleyhindeki etkilerinin zayıflatılması. İsmi geçen mason biraderlerin dayanışmalarının güçlendirilmesi."

aktifhaber

'Mason Motorize Birlikler' Geliyor
10 Mayıs 2009 16:02

Masonlar gençlerin peşinde... Masonluğu gençleştirme projesi kapsamında Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası bakın nasıl bir karar aldı...
İlişkili HaberlerTüm Haberler
Sinan Aygün'ün Mason Belgesi

Masonlar gençleri localara çekmek için, ilerlemiş yaşlarına bakmaksızın çok ilginç yöntemler geliştirmeye başladılar.

Masonluğu gençleştirme projesi kapsamında Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası çok ilginç bir karar daha aldı. Loca bünyesinde “Mason motorize birlikler” kuruluyor. Böylece gençlerin localara ilgisinin artacağı umuluyor. Mason motor kulüplerinin ilki İstanbul'da kurulurken, yakında Ankara ve İzmir'de de birer motor kulübü açılacak. Kulüpte yer alan ilk mason kursiyerlerin yaş ortalamasının 50 ile 60 arasında olacağı, ancak zamanla bu ortalamanın aşağılara inmesi hedefleniyor. Kulübün arması da belli oldu. ABD'deki benzer bir mason motor kulübünün pergelli ve akbabalı arması kullanılacak.

MASON ÜSTADI: GENÇLİĞE AÇILMAK İÇİN MOTORA DA BİNERİZ

Masonların yeni “Büyük Üstadı” Salih Evcilerli, motor kulübünün masonlar için garip karşılanmaması gerektiğini, bunun başka ülkelerde örneklerinin bulunduğunu söyledi. Evcilerli, gençliği açılma ve gençleşmenin gerekleri neyse hepsini yapacaklarını vurguladı.

Masonlar gençleri localara çekmek için, ilerlemiş yaşlarını bakmaksızın çok ilginç yöntemler geliştiriyorlar.. Masonluğu gençleştirme projesi kapsamında Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası çok ilginç bir karar daha aldı. Loca bünyesinde “Mason motorize birlikler” kuruluyor. Böylece gençlerin localara ilgisinin artacağı umuluyor. Mason motor kulüplerinin ilki İstanbul'da kurulurken, yakında Ankara ve İzmir'de de birer motor kulübü açılacak. Kulüpte yer alan ilk mason kursiyerlerin yaş ortalamasının 50 ile 60 arasında olacağı, ancak zamanla bu ortalamanın aşağılara inmesi hedefleniyor. Kulübün arması da belli oldu. ABD'deki benzer bir mason motor kulübünün pergelli ve akbabalı arması kullanılacak. Masonların yeni “Büyük Üstadı” Salih Evcilerli, motor kulübünün masonlar için garip karşılanmaması gerektiğini, bunun başka ülkelerde örneklerinin bulunduğunu söyledi. Masonların yeni “Büyük Üstadı” Salih Evcilerli, motor kulübünün masonlar için garip karşılanmaması gerektiğini, bunun başka ülkelerde örneklerinin bulunduğunu söyledi. Evcilerli, gençliği açılma ve gençleşmenin gerekleri neyse hepsini yapacaklarını vurguladı.

DÜNYADA ÇÖKERKEN TÜRKİYE'DE YÜKSELİYOR MU?

Masonluğun bütün dünyada çöküşe geçtiği ve 2010'larda mevcut mason nüfusunun yüzde 40 azalacağı, ABD'li mason kuruluşlar tarafından itiraf edilirken, Türkiye'de masonların ek “mabet” inşasına başladıklarını açıklamaları dikkat çekiyor. 2009 yılında Türkiye'deki Masonluğun Yüzüncü Yıl kutlamalarını yapan masonlar, gençlerin kendilerine ilgisinin arttığını belirtirken, İstanbul Anadolu yakasına iki mabet inşaatı başlattıklarını duyurdular.

İKİ YENİ “MABET” İNŞAATI BİTMEK ÜZERE

Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası yeni “üstadı” Salih Evcilerli, bu yıl Anadolu yakasında iki “mabet” inşaatının bitirileceğini belirterek, “15 bin kardeşten oluşan nüfusumuz gençleşti. Türkiye'de genç nüfus dünden farklı olarak camiamıza ilgi duyuyor ve aramıza katılıyor. Net büyümemiz yılda yüzde 2,5 - 3,5 arasındadır. Dünya Masonluğu içerisinde Türk Masonluğu çok önemli bir yerde bulunuyor” dedi.

“GENÇLER MABETLERİ DOLDURUYOR” İDDİASI

Evcilerli, mason yayın organı Tesviye Dergisi'ne şu açıklamaları yaptı: ‘İstanbul'da merkezde, yani Nur-u Ziya'da çalışma şartlarımız mekan açısından fevkalade daraldı. Çare üretmek mecburiyetindeyiz. İstanbul'daki 7 bin kişinin yaklaşık yüzde 40'lık kısmı Anadolu yakasında hem oturmakta hem çalışmakta. Nur-u Ziya'da artık büyüme şansını elde edemeyeceğimize göre, Anadolu yakasında bir kompleks yaratarak bu ihtiyacı karşılayabileceğimizi düşünmekteyim... Anadolu yakasında bu kompleksi yarattığımız zaman hem Nur-u Ziya'nın hem de Masonluğumuzun İstanbul'daki mekan sıkıntısını gidereceğiz. Aynı zamanda nüfusumuzun bu iki yerleşkede çok daha hızlı bir biçimde artacağını, ayrıca tasarruf da sağlayacağımızı düşünüyorum. Geçmişte Nur-u Ziya'da başlatılan bir inşaatımız var. Burada iki Mabet ve onlarla ilgili sosyal altyapı programlanmıştı. Bu inşaatın yarısı tamamlanmış halde. Geçici bir çözüm olarak, bir süre için ihtiyacı karşılayabilmek amacıyla, bu inşaatı tamamlayıp, devreye almak gerekebilecek. Ama bunun da yeterli bir çözüm olabileceğini düşünmüyorum.”

“DÜNYANIN AKSİNE BİZ BÜYÜME TRENDİNDEYİZ”

“İstanbul'da iki binamızdaki mabetler hemen her gün dolu. Genç nüfus dünden farklı olarak caiamıza ilgi duyuyor ve aramıza katılıyor. Türk Masonluğu bugün Dünya Masonluğu içinde çok saygın bir yere sahip. Gerek maddi imkanlar, gerekse Masonik yapısı, ritüel uygulamaları ve nüfusumuzdaki gelişmemiz açısından baktığımız zaman net büyümemiz yılda yüzde 2,5 - 3,5 arasındadır.”

LOCA ALTI GENÇLERİ BİLGİLENDİRME MERKEZLERİ KURULDU

Masonlar, gençliğe açılım projesi kapsamında İstanbul'da Nur-u Ziya'daki locanın altında satış reyonu bile açtılar. Burada gençlere yönelik masonik hediyelik eşya, masonik armalar, bültenler satılıyor. Ayrıca masonluk hakkında gençlerin merak ettikleri de bu bürolarda cevaplandırılıyor. Benzer bir uygulamanın Ankara Kızılay'daki locada da hizmeti gireceği kaydedildi.

Kaynak: Ali Eyvaz/Vakit

15 Mayıs 2009 Cuma
Bilderberg`e Türkiye`den kimler davet edildi?.

Dünyanın önemli işadamlarını, devlet yetkililerini ve akademisyenlerini bir araya getiren Bilderberg Konferansı bu yıl Yunanistan`da yapılıyor.Türkiye`den de toplantıya önemli isimler katılıyor.İşte Bilderverg gerçeği ve toplantıya Türkiye`den davet edilen isimler.
Çeşitli ülkelerden yüzden fazla kişinin katılacağı konferans bugün Atina yakınlarındaki Vuliagmeni`de başlayacak ve üç gün sürecek.

Türkiye adına Babacan katılıyor
Bu konferansa Türkiye`den ekonomiden sorumlu Başbakan Yardımcısı Ali Babacan, Koç Holding Yönetim Kurulu Başkanı Mustafa Koç, Akbank Yönetim Kurulu Başkanı Suzan Sabancı Dinçer, Borusan Holding CEO`su Agah Uğur ile "Milliyet" yazarı Sami Kohen katılacak. Bu yılki toplantının gündemine, küresel ekonomik krizle ilgili konular hâkim. Ayrıca küresel ve bölgesel siyasal sorunlar da tartışılacak.

Bilderberg CFR bağlantısı
Bilderberg, uluslararası siyonizmle yakın bağlantılı hatta onun bir teşkilatı olduğu bilinen organizasyonlardan olan Dış İlişkiler Komitesi (CFR)`nin Avrupa ayağını oluşturmak amacıyla 1954`te, Hollanda`da Oosterbeek şehrinde Bilderberg Oteli`nde kurulmuştur. Örgüt de ilk toplantının gerçekleştirildiği otelin adını alarak Bilderberg Group (Bilderberg Grubu) diye adlandırılmıştır. CFR üyelerinin birçokları aynı zamanda Bilderberg üyesidir.

CIA`nın rolü
Bilderberg Grubu`nun kurucuları arasında Hollanda prensi Bernhard ve Polonyalı sosyolog Dr. Joseph Hieronim Retinger de vardır. Retinger, Bilderberg`in fikir babası olarak bilinir. Aynı zamanda CFR üyesidir. Bilderberg`in kuruluşunda, ABD istihbarat örgütlerinin, özellikle CIA`nin rolü olduğu bilinmektedir. Prens Bernhard ise eski bir Nazi SS üyesidir. Burada bir çelişki karşımıza çıkıyor. Ancak bu çelişkinin izahı sözü epey uzatmamızı gerektirir. Biz bu yazımızda yine Bilderberg ile ilgili genel bilgiler vermeye devam edelim.

Bilderberg`in amacı
Bilderberg, dünyanın yönetimi ve küreselleşme konusunda her yıl farklı ülkelerde toplantılar yapar. Toplantılar son derece gizli şartlarda ve özel ortamlarda yapılır. Toplantıları genellikle her yılın Mayıs ayına denk gelmektedir. Katılanlar yaklaşık üç günlük toplantı süresince dış dünya ile bağlantılarını koparmak zorunda kalıyorlar. Örgütün üyesi olanların dışında hiçbir gazeteci veya yazar toplantıya alınmaz. Üye olanlar da dışarıya bir şey sızdırmazlar. Dolayısıyla medyanın toplantıların içeriği hakkında herhangi bir bilgi edinmesi mümkün değildir.

Örgütün "Spotlight" isimli bir dergisi yayınlanmaktadır
Bilderberg toplantılarının ana amacı dünya siyaseti üzerinde önceden programlamalar yapmak ve projeler geliştirmektir. Konuşulacak ve tartışılacak konular önceden tespit edilir. Ama bu tespiti örgüt hiyerarşisinin üst kademesinde yer alanlar yapar. Katılanlar ise sadece görüş beyan ederler. Bilderberg Grubu`nun kendi iç hiyerarşisi açısından daimi üyelik, üyelik ve herhangi bir toplantıya katılma arasında fark olduğunu hatırlatalım. Bununla birlikte toplantılara katılmak da grupla bir bağ kurmayı ve siyasi sahnede grubun kararlarına ters düşecek tutumdan kaçınmayı beraberinde getirir.

Milli Gazete

Oray EĞİN
Akşam
Bilderberg'den bildiriyorum
18 Mayıs 2009
Atina

Bizi yavaş yavaş mı yoksa hızlıca mı öldüreceklerine karar veriyorlar şu anda! Polis barikatını aşamayıp kaldırımda beklemek zorunda kalan orta yaşlı bir Yunanlı böyle diyordu Vouliagmeni'de karşılaştığımızda. Hemen arkasında bir minibüsün arka kapısını açıp bagaj kısmına oturan iki turist - ayaklarında Astir Palace'ın otel terlikleri - plajda geçen bir günün ardından odaya dönüp dinlenmeyi umut ediyorlardı. O kadar kolay değil tabii ki... Bir saattir bekliyorlarmış.

Cuma akşamı Yunan komünistlerinin günüydü protesto için. Astir Palace'a giden tek şerit gidiş tek şerit dönüş yolun girişinde toplanmışlar, şiddete dönüşmeyen bir eylem gerçekleştirmişlerdi. Bir, bir buçuk saat kadar. Sonra olaysızca dağılmışlar.

Cumartesi günü de aşırı sağcı/faşist LAOS Partisi'nin mensupları protesto bayrağını devralmışlar ve bu 'Anti Yunan toplantının dağılması'nı talep etmişler. Bir kişi polise saldırdığı için gözaltına alınmış. Solcu Yunanlılar faşistlerin neden bu toplantıyı prostesto ettiğini anlayamamışlar tabii ki...

Evet, 14-17 Mayıs tarihleri arasında Atina'da Bilderberg toplantısı gerçekleşti.

HERKES 'BİR SEBEPTEN' ATİNA'DA

Astir Palace'a varana kadar üç ayrı güvenlik noktasından geçtik. Birkaç kere kimliklerimiz soruldu, araba ayrıntılı bir şekilde arandı ve hatta bir keresinde de polis eskortuyla ilerlemek zorunda kaldık.

'Otelde şu anda bir toplatı var.'Herkesin söylediği bu.

Hiç kimse adını koymuyor, otel görevlilieri 'Hiçbir şey söylemememiz gerekiyor ama herkes zaten biliyor' diye kıkır kıkır gülüyor. Polisler ser veriyor sır vermiyor. Etraf takım elbiseli ve telsizli adamlarla dolu.

Dahası, ne katılımcıların kim olduğu ne de konuşulan konular 'bilinmiyor.'

Dünya Bankası Başkanı Robert Zoellick'in 14 Mayıs'ta -tam da toplantıya denk gelen tarihte - ne olduğu bildirilmeyen bir iş için Atina'da olduğu söyleniyor mesela. Aynı şekilde Deutsche Bank'ın başkanı Jo Ackermann da Avrupa'da bir yere seyahat ediyormuş.

Muhtar Kent'in de burada olduğu otelde konuşuluyordu, Mustafa Koç'u ise cumartesi öğledensonra 'moladan' istifada golf'e gitmek üzereyken gördüm.

1954 yılında Polonyalı siyasi danışman Josesph Retinger tarafından kurulan Bilderberg Grubu'nun en büyük özelliği toplantıların büyük bir sır perdesi arkasında düzenlenmesi. Katılımcı listesi ve konuklar açıklanmadığı gibi resmen 'Bilderberg' diye bir topluluk, organizasyon da yok. Dolayısıyla toplantıların ardından herhangi bir açıklama ya da basın bülteni de yayımlanmıyor. Toplantıya 130 civarında isim davetle katılabiliyor; yüzde 30'u her sene varolan kemik kadro, diğerleri ise çağrılıyor.

Bu sır perdesi Bilderberg'i olduğundan daha önemli bir toplantı gibi göstermeye de yetiyor. Avrupa Birliği'nin burada kurulduğu, geçen sene insanların chip'lenip etikelenmesine karar verildiği, dünyanın burada yönetildiği gibi iddialar dolanıp duruyor ortalıkta.

14 Mayıs'ta Atina'da başlayan toplantının gündemi 'ekonomik kriz'miş mesela; böyle iddialar var. Ama 'domuz gribi'nin de tartışılacak maddeler arasında olduğu söyleniyor.

Bu sene Türkiye'den kimlerin katılacağını Milliyet'ten okuduk. The Times ise bu toplantıların artık ciddiye alınmaması gereken bir organizasyon olduğunu ima eden epey alaycı bir yazı yayımladı.

Ama bu zoraki açıklık bile dedikoduların yayılmasını engellemedi.

ÖMRÜNÜ BILDERBERG'E ADAYAN GAZETECİ

Peki 'deniyor, söyleniyor' sözleri nereden çıkıyor? Jim Tucker adlı Amerikalı gazeteci ömrünü Bilderberg'i keşfetmeye, toplantılara sızmaya ve buralardan komplolar çıkarmaya adamış. Bilderberg katılımcıları arasında iyi kaynakları olduğu biliniyor.

Görüldüğü gibi, Bilderberg'den komplo çıkarmak sadece bizim basındaki kolonya kokulu yazarlara özgü değil.

Gerçi onlar da yıllarca gözlerinde büyütüp büyütüp sonunda davet edildikleri toplantının ardından hiçbir şey yazamamışlardı!

Çünkü geleneksel olarak dünyanın en lüks otellerinde toplanan

Bilderberg'cilerin yaptığı çok önemli bir şey yok aslında.

Altışar dakikadan üç panelist güncel olaylar (bu sene ekonomik kriz) hakkında kısa bir konuşma yapıyor, ardından da katılımcılar soru soruyor. Birinin sorusu diğerinin cevabıyla, ötekinin tepkisiyle uzadıkça uzuyor ve sabah 9:00'dan akşam 17:00'ye kadar bir Sivil Toplum Kuruluşu ya da bir üniversite paneli gibi sıkıcı bir tempoda ilerliyor toplantı.

İKİ F-16, BİN GÜVENLİK GÖREVLİSİ

Bilderberg'in bu kadar önemsenmesinin sebebi tamamen yaratılan hava. 130 kişiyi korumak için bin polis görevli olursa, SAT komandolarından otelin üzerinde uçan iki F-16'ya kesin yollardan 24 saat izlenen koridorlara kadar abartılı güvenlik önlemleri gizemin artmasına neden oluyor. 'Bu kadar korunuyorsa kesin çok ciddi şeyler oluyor' hissi uyandırılıyor.

Her sabah balkondan iskeleye yanaşan zodyak bottan karaya atlayan SAT komandolarını görüyorum.

Otelin lobisinde yıllardır bu toplantıları yakından takip eden bir Amerikalı'yla konuşuyordum ve bana 'Brüksel'de, Almanya'da buradakinden çok daha ilginç toplantılar yapılıyor, ama onlar kamuoyuna açık olduğu için bu kadar ilgi çekmiyor' dedi ve sanırım Bildeberg mit'ini kolayca açıkladı.

Oray Eğin - Akşam
oray.egin@aksam.com.tr

Dünyayı yönettiği iddia edilen 'Bilderberg'in çekirdek kadrosu, bu ayın başında New York'ta gizli bir zirve gerçekleştirmiş

25 Mayıs 2009 Dünyayı yönettikleri iddia edilen zenginler ve akademisyenlerin katıldığı Bilderberg Toplantıları'nın ardından sayılı isimlerin buluştuğu yeni bir 'gizli zirve' ortaya çıktı. Dünyaca ünlü Rockefeller Vakfı'nın yönetim kurulu başkanı David Rockefeller'in ev sahipliğinde düzenlenen gizli zirve'nin adı da 'Good Club'.

AMAÇ YARDIMSEVERLİK Mİ?

Yeni Şafak gazetesinde yer alan haberde, isminin açıklanmasını istemeyen bir yetkilinin verdiği bilgiye göre, bu ay başlarında dünyanın en zengin iki ismi Bill Gates ve Warren Buffett, aralarında David Rockfeller ile birlikte, Amerika'nın en zengin ve en etkili isimleri, Rockefeller Üniversitesi'nde manzarası Doğu Nehri'ne bakan özel bir odada uzun bir masa etrafında toplandı ve dünya için daha iyi ne yapabileceklerini tartıştılar.

Gates ve Buffett'e milyarderler Oprah Winfrey ve Ted Turner, New York Belediye Başkanı Michael Bloomberg ve George Soros gibi dev isimler eşlik etti. Diğer katılımcılarla birlikte bu grubun 1996 yılından bu yana hayır kurumlarına toplam 70 milyar dolarlık bağış yaptıkları söyleniyor. Ülkenin en zengin isimlerinin gizli şekilde biraraya gelmeleri ve bunu basından gizli tutmak için çaba sarfetmeleri komplo teorisi üreticilerini harekete geçirirken, katılımcılar ısrarla toplantının sadece "yardımseverlik" amacı taşıdığının altını çiziyorlar.

ÖNCESİ DE VAR SONRASI DA

Gates Vakfı mütevelli heyeti üyesi Patricia Stonesifer, "Bu gizli kapaklı bir buluşma değildi, bu sadece özel bir buluşmaydı. Toplantı yaklaşık 5 saat sürdü, öğleden sonra başladı ve akşama yemeğine kadar devam etti. Daha öncede bu şekilde toplantılar düzenlenmişti fakat katılımın bu kadar yoğun olduğu bir toplantı ilk kez yapıldı. Katılımcılar daha sonra tek-rar biraraya gelmek üzere anlaştılar. Tartışmalar küresel sağlık, ABD'deki eğitim çalışmaları, burs konuları gibi meseleleri de içeren geniş bir dağılım gösterdi" dedi.

Hiç kimsenin haberi olmadı

Toplantıya katılan isimlerden New York Belediye Başkanı Bloomberg, "Şehrin her yerinde insanlar bir araya gelip sohbet ederler ve bu toplantıların basına duyurulması gerekmez. Bu şehirde zengin ve etkili insanlar da var, ve onlarında bir araya gelip sohbet etmeleri normal karşılanmalı", dedi. New york'taki gizli toplantı hakkında birçok detay ve organizasyonun lojistiği ile güvenliği konusundaki soru işaretleri tartışılmaya başlanırken böyle büyük bir organizasyonun basından gizlenebilmesi de dikkat çekti.
netgazete

BUKALEMUNLAR
yaver
ATANUR LOCASI ANK./VADİSİ kuruluş tarihi 2 kasım 1981 kurucu üye Yalçın ışımer (tümgeneral(G.A.T.A.)) diğerleri Turgut artun, Tuncay kesim, Celaşin egel, Ahmet erdem, Murat yegül, Taner ercan, Levent yaveroğlu, Alp öyken, Merih sunol, Hamdi sarıkardeşoğlu, Tufan subaşı, Yılmaz oktay, Etuğrul erdoğan, Bülent soldamlı, Ahmet döl, Hasan ikizoğlu, Akın bertan, Ceyhan güner, Yener özgün, Şener şiri, Güner gücük, Fahri bilgiç.
16 Haziran 2009 Salı 15:51
http://www.aktifhaber.com/news_view_comment.php?id=227870

GATA'nın Mason Listesi
22 Haziran 2009 11:55

Vakit, Ergenekon'un kilit isimlerine tahliye yolunu açan raporlarıyla gündeme gelen GATA'daki görevlilerden Mason olanların isimlerini yayınladı...

Ergenekon soruşturmasının kilit adamlarına verdiği sağlık raporlarıyla tahliye yolunu açan GATA, çok farklı iddialarla gündemde. GATA'da görevli bazı askerlerin yasak olmasına rağmen Rotaryen ve Masonlarla ilişkili oldukları belirlendi.

Vakit'in ele geçirdiği belgelere göre GATA Haydarpaşa Eğitim Hastanesi Hematoloji servisinde görevli Yrd. Doç. Dr. Tbp. Yb. Alev Erikçi ile eşi Dr. Hakan Erikçi Ataşehir Rotary Kulübü üyesi. Alev ve Hakan Erikçi'nin Rotary Kulübü'nde faaliyetler sırasında çekilmiş görüntüleri bulunurken, Ataşehir Rotary Kulübü'nün çiftin aralarına katılması sebebiyle merasim bile yaptığı anlaşıldı.

GATA'DA MASON OLMAYAN YÜKSELEMİYOR

GATA Haydarpaşa Eğitim Hastanesi'nde son iki yıldan beri mason olmayan kişiler öğretim üyesi olamazken, mason olanların hiçbir bilimsel kritere bakılmaksızın öğretim üyesi olmasının sağlandığı iddia ediliyor. Hematoloji servisinde görevli Yrd. Doç. Dr. Tbp. Yb. Alev Erikçi ve eşi Hakan Erikçi'nin Ataşehir ROTARY kulübüne üye olduktan sonra üyelik belgelerini diğer hastane görevlilerine göstererek onların da üye olmalarını teklif ettiği kaydedildi.

GATA SORULARIMIZI CEVAPLAYAMADI

Üst düzey bir mason olduğu ileri sürülen GATA Baştabibi Tbp. Tuğg. Yusuf Ziya Yergök'ün ise Haydarpaşa'da Caddebostan Lions Kulübü için bağış topladığı iddia edildi. Söz konusu iddialar hakkında soru sorduğumuz GATA Haydarpaşa Eğitim Hastanesi Komutanlığı'nın ise sorularımızı cevaplamaktan kaçınması dikkat çekti. GATA Komutanlığı'na Tuğgeneral Yusuf Ziya Yergök ile ilgili 3 gün önce geçtiğimiz yazılı sorular cevaplandırılmadı. Sorular, “Tuğgeneral Yusuf Ziya Yergök'ün mason olduğuna dair iddialar doğru mudur? Tuğgeneral Yusuf Ziya Yergök'ün Haydarpaşa Caddebostan Lions Kulübü için bağış topladığı doğru mudur? Doğruysa herhangi bir işlem yapılmış mıdır?” şeklindeydi.

MASONLARIN TSK'YA SIZMA ÇALIŞMALARI İDDİANAMEDE VAR

Ergenekon tutuklusu Doç. Dr. Ümit Sayın'ın 1997'de Amerika'da iken yazdığı bir mektubu iddianameye alan savcılar, mektubu masonların Türk Silahlı Kuvvetleri'ne sızmasına delil olarak gösterdi. Masonluğun "Üstad"lık makamında bulunduğu ve masonik faaliyetlerini yürütebilmek için demokrasiyi, laikliği ve Atatürkçülüğü maske olarak kullandığı ortaya çıkan İstanbul Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Ümit Sayın'ın bir mektubu daha çarpıcı bir gerçeği gözler önüne seriyor. Ergenekon savcıları, Sayın'ın 1995 ile 2001 yılları arasında Amerika'da Wisconsin Üniversitesi Nöroloji Bölümü'nde bilimsel araştırma yaptığı sırada yazdığı mektupları delil olarak Ergenekon iddianamesine koydu. Ümit Sayın, GATA'da çalışan, mason olduğunu iddia ettiği Prof. Dr. İ. Tayfun Uzbay'a gönderdiği mektupta kendisini başarılarından dolayı tebrik etti.

GATA MASON ÜSSÜ GİBİ

Ayrıca Ümit Sayın, Ergenekon sanığı Adnan Akfırat'la Messenger yazışmasında GATA'da çok masonun olduğunu ileri sürmüştü. Soruşturmayı yürüten savcılar, 339. delil klasörünün 443. sayfasındaki mektubu Masonların TSK'ya sızmasına delil olarak değerlendirdi. Belgenin başına not düşen savcılık, şu ifadelere yer verdi: "Aşağıdaki masonik içerikli mektup, Ümit Sayın tarafından GATA'dan Tayfun Uzbay'a yazılmıştır ve masonların ordumuza nasıl sızdıklarını göstermektedir." Mektubunda Türk akademisini tembelliğin ve verimsizliğin hakim olduğu ve Bizans entrikalarına benzeten Sayın, ileri sürdüğü gibi bir ortamda Uzbay'ın GATA'da başarılı çalışmalara imza atmasını takdire şayan buldu. İstanbul'un bilim konusundaki ciddiyetinden şüphelendiğine dikkat çeken Sayın, Uzbay'a 1995'te İstanbul Tıp Fakültesi Deneysel Tıp Araştırma Merkezi'nin (DETAM) müdürlüğüne Prof. Dr. Hikmet Koyuncuoğlu'nu kendilerinin getirdiğini belirtiyor. Sayın, mektubunun sonunda Amerika'da Kemalist, laik ve demokratlar olarak örgütlendikleri bilgisini veriyor.

MESSENGER'DAN MASON YAZIŞMASI

Ümit Sayın ile Adnan Akfırat'ın GATA'daki Masonlar üzerine 18.02.2001'de Messenger'dan yaptıkları yazışma şöyle:
Ümit Sayın: Çetin Yetkin ve Işıklı mason locaları Türkiye'de çok gerekli
Adnan sys: Rumeliler grubu konusunda bilgin var mı?
Ümit Sayın: İsimler var ama bunları konuşmamak lazım (...)
Ümit Sayın: Ertaç Tinar'ı mahfilde Yalım Erez'le kol kola dernekte gördüm
Ümit Sayın: Yani tüm iş dünyasının kilit noktaları
Adnan says: Ali Şen, Çevik Bir, İzzettin Doğan ekibi için Rumeliler deniyor?
Ümit Sayın: Çevik Bir mason
Adnan says: Hangi locada
Ümit Sayın: Bazılarını ABD'deki locaya kaydediyorlar
Ümit Sayın: Ömer Şarlak, mason, eski GATA komutanı
Ümit Sayın: Tüm basın elimizde ama Kıvrıkoğlu GATA'daki bazı kardeşlerimize zarar verdi
Adnan says: GATA'da tanıdığın var mı senin
Ümit Sayın: Elbette GATA'daki masonların çoğunu biliyorum. Ananı ve babanı gözden çıkaracak kadar davamıza sahip olduğunda iç grubumuza girebiliyorsun, çekirdek grup çok gizlidir. Doğu Bey de çekirdekte, o iyi bilir
Adnan says: Bana bile bugüne kadar hiç belli etmedi.

Kaynak: Vakit

Vakit'in Dilipak İntikamı!
25 Ağustos 2009 11:06Dilipak'ın evi tazminata karşılık satılınca Vakit harekete geçti. Erkaya'nın 3 lüks dairesini ortaya çıkaran Vakit şimdi de Erkaya'nın oğlunun mason kaydına ulaştı...

Vakit yazarı Abdurrahman Dilipak'ın evinin, 28 Şubat sürecinin etkin isimlerinden Oramiral Güven Erkaya'nın ölümü üzerine köşesinde "Hakkımı helal etmiyorum" ifadesini kullandığı gerekçesiyle çarptırıldığı tazminata karşılık satılması üzerine, Vakit'ten büyük bir misilleme geldi. Vakit Dilipak'ın satılan evinin parasını alan Erkaya'nın varislerinin peşini bırakmıyor.

Güven Erkaya'nın 3 lüks dairesinin olduğunu ortaya çıkaran Vakit, bugün de Güven Erkaya'nın oğlu Argun Erkaya’nın Büyük Mason Mahfili’nin İstanbul kayıtlarındaki ismine ulaştı.

Bugün sürmanşetten "Askeri savcı daha neyi bekliyor?" sorusunu yönelten Vakit gazetesi, Erkaya'nın oğlunun 'mason kaydı'nı yayınladı.

İşte Vakit'in bugün sürmanşetten verdiği Erkaya'nın 3 lüks dairesi haberi ile Erkaya'nın oğlunun mason çıktığı yönündeki haberi...

Askerî savcı daha neyi bekliyor?

Güven Erkaya'nın, 2'si Etiler Alkent sitelerinde, 1'i Ulus'taki Kibele Konutları'nda 3 lüks dairesinin olduğunun ortaya çıkması, gündeme bomba gibi düşerken, İlhami Erdil konusunda acilen soruşturma başlatan askeri savcılığın, Erkaya için hala harekete geçmemesi, “Askeri savcılık daha neyi bekliyor” sorusuna yol açtı.

Deniz Kuvvetleri eski Komutanı Oramiral Güven Erkaya'nın daire sahibi olduğu Kibele Konutları'nın müteahhidi Korkmaz Yiğit Vakit'e konuştu. Yiğit, Kibele Konutları henüz inşaat halindeyken, Güven Erkaya da görevdeyken Erkaya'nın bir daire aldığını doğruladı. Güven Erkaya'ya emekliliğinin ardından Kibele'de büro açtığını doğrulayan Korkmaz Yiğit, “Emekli olduktan sonra bizim yaptığımız binalardan bir tanesini ofis olarak kullanması için tahsis ettik. 1997'de emekli olduktan sonra birkaç yıl orayı kullandı, biz de bu durumdan büyük memnuniyet duyduk” dedi. Erkaya'nın Kibele Konutları 21. Blok'tan daire aldığını belirten Korkmaz Yiğit, “Kendisine elimizden gelen yardımı yaptık. Ama Güven paşa ödemelerde güçlük çektiğini söyledi. Benim bildiğim kadarıyla bu daireyi bir süre sonra sattı. Sonradan aldıysa bilmiyorum. Çünkü ben Gülden hanımla 2000 yılında Güven paşanın ölümünden itibaren hiç konuşmadım. Kibele'de annem, kardeşlerim ve yakınlarım oturmasına rağmen yönetimde olmadığım için kimlerin daire alıp sattığını çok iyi bilmiyorum. Sitede toplam 196 daire var. Bu 196 dairenin de tamamını sattık. Daireler satıldıktan sonra Güven paşa veya ailesi ilerleyen yıllarda bir yer almıştır veya almamıştır bilmiyorum. En doğrusu yönetime sormak lazım. Yönetimin verdiği bilgiler kesinlikle doğrudur” diye konuştu.

EV GÜLDEN ERKAYA ÜZERİNE KAYITLI, SİTE YÖNETİCİLERİNE KOMŞU

Korkmaz Yiğit'in yönlendirmesi ile Kibele Konutları'nın Site Müdürü Hamit Tuğ ile görüştük. Tuğ, Kibele Konutları 21. Blok'ta Gülden Erkaya adına kayıtlı bir daire olduğunu doğruladı. 2 numaralı dairede Gülden Erkaya'nın kızı Asuman Kıratlı oturuyor. Komşuları kendilerini kiracı olarak biliyor ama Asuman hanım annesinin dairesinde ikamet ediyor. Asuman Kıratlı'nın komşuları ise site yöneticisi Gülem Karakulak ve Korkmaz Yiğit'in asistanı Sibel Hanım. Edinilen bilgiye göre Gülden Hanım'ın dairesi bir süre önceye kadar kiradaydı. Mart ayı içerisinde Asuman Kıratlı Etiler Mahallesi Tunca Sokak'taki evlerinden bu siteye taşındı. Asuman Kıratlı'ya ise bir süredir tatilde olduğu için ulaşılamadı.

Korkmaz Yiğit'in, Güven Erkaya'nın donanma komutanı olduğu (1992-1995) dönemde bir dairenin parasını ödemekte zorlandığı sözleri, o gün bir dairenin parasını ödemekte zorlanan Erkaya'nın 3 yıl sonra ikisi Etiler Alkent'te 3 daireyi nasıl aldığı sorusunu gündeme getirdi. Yiğit'in sözleri dairelerin paralarının nereden bulunduğu yönündeki kuşkuları arttırdı.

ERDİL'İN RÜTBELERİ VE DAİRELERİ ELİNDEN GİTTİ

Bilindiği gibi 1997'de Deniz Kuvvetleri Komutanlığı'ndan emekliye ayrılan Güven Erkaya'nın, emekliliğinin ardından Etiler'de jet sosyetenin ikamet ettiği Alkent'te 2, Kibele Konutları'nda da 1 dairesinin olduğu ortaya çıkmıştı.

Deniz Kuvvetleri eski Komutanı İlhami Erdil'in Alkent Sitesi'nde 2 dairesinin olduğu tespit edilmiş, askeri mahkemede yapılan yargılama sonucunda Alkent'teki 2 lüks daireye devlet el koymuştu. Yargılama sonucu İlhami Erdil 1 yıl hapis yatmış, ayrıca rütbeleri de sökülmüştü.

Deniz Kuvvetleri eski Komutanı Oramiral Güven Erkaya'nın 3 lüks daireyi asker maaşı ile nasıl aldığı tartışılırken, Kibele Konutları'nın müteahhidi Korkmaz Yiğit'ten de şok açıklamalar geldi. Yiğit, Erkaya'ya Kibele Konutları'ndan daha inşaat halinde bir daire sattığını, ancak Güven Erkaya'nın ödemede zorluklar yaşadığını iddia etti.

ERKAYA’NIN OĞLU ARGUN MASON ÇIKTI

28 Şubat sürecinde dindar insanlara yaptığı baskılarla bilinen Batı Çalışma Grubu’nun kurucusu Deniz Kuvvetleri eski Komutanı Oramiral Güven Erkaya’nın oğlu Argun Erkaya’nın, Büyük Mason Mahfili’nin İstanbul üyelerinden birisi olduğu ortaya çıktı.
Güven Erkaya’nın varislerinden oğlu Argun Erkaya’nın ilginç bir bağlantısı tespit edildi. Galatasaray Lisesi mezunu olan Argun Erkaya’nın Büyük Mason Mahfili’nin İstanbul kayıtlarında ismi yer alıyor.

Argun Erkaya’nın isminin yanında baba adı olarak “Güven” ismine yer verilmesi dikkat çekiyor. Galatasaray Lisesi camiası ile iyi ilişkileri bilinen Argun Erkaya, Galatasaray Spor Kulübü’nün yurtdışı gezilerini organize eden Pacha Tour’un da genel müdür yardımcılığını yapmıştı.

25 Eylül 2009 11:17
En Büyük 22 Masona Dava!

Masonlara ikinci yolsuzluk davası açıldı. Bu kez içinde 3 "büyük üstad"ın bulunduğu 22 mason, 216 TL'lik vurgunla suçlanıyor...Haberi Paylaş : Google Yahoo Facebook Digg Del.icio.us Reddit

Milyonluk yolsuzluk yapmakla suçlanan eski üstad Kaya Paşakay'ın yargılanması sürerken mason camiası, ikinci yolsuzluk davasıyla sarsıldı.

Aralarında hukukçu, emekli asker, öğretim görevlisi, mimar ve CEO'ların bulunduğu 22 mason yönetici hakkında dava açıldı. E-posta zinciri kuran masonlar, yöneticilere 'istifa' çağrısında bulundu.

Bu hafta bir dizi etkinlikle 100. yılını kutlayan masonları sarsan ikinci yolsuzluğu Mülkiye başmüfettişleri ortaya çıkardı.

Beyoğlu Cumhuriyet Savcılığı'nın hazırladığı iddianamede, locada yapılan denetimde, derneğin İzmir merkez ve Karşıyaka ubelerinde kullanılan binalarda yaptırılan tadilat ve ve dekorasyon işleri için fazla ödeme yapılarak Dernekler Kanunu'na aykırı davranıldığı belirtildi.
aktifhaber

Argun Erkaya şimdilerde ise Levent’teki Galatasaray Soysal Tesisleri içindeki 1481 isimli restaurantı işletiyor. Büyük Mason Mahfili’nin listesinde Argun Erkaya’dan önce gelen isimler ise dikkat çekiyor. Buna göre Argun Erkaya’dan önce listede şu isimler yer alıyor; Onnik oğlu Hüsüman Ardaşeş, Levon oğlu Orakyan Aret, Hasan oğlu Argun Karagöz, Şevket oğlu Argun Yelutaş ve Serkis oğlu Ari Gürman.”
aktifhaber

03 Ekim 2009 13:32
Koç'un Baykal'lı Yemeği Deşifre
Doğan konusunda TÜSİAD paramparça. Koç destekçi konumunda. Bunun sebebini ETÖ'nün de konuşulduğu Koç'un yemeği açıklıyor. Strateji Baykal'dan.



Basına kapalı olarak gerçekleştirilen, işadamlarının gazetecilerden gizlenmeye çalıştığı ve telefonların kapatıldığı Rahmi Koç'un Baykal ile işadamlarını buluşturduğu yemekli zirvenin perde arkası...

Doğan Grubu, Koç’la birlikte TÜSİAD’da vergi salvosu yaptı. Doğuş ve Sabancı’yı kendilerine destek vermemekle eleştirdi. Yalçındağ’ı başkan görmek istemeyen üyeler seslerini yükseltiyor

1- Doğan Grubu’na kesilen rekor vergi cezalarının ardından Türkiye’nin en etkin iş dünyası örgütü TÜSİAD’da yaşanan çatlak artık iyice su yüzüne çıkıyor. Bugüne kadar hemen hemen tüm konularda ortak tavır belirleyerek birliğini sürdüren Patronlar Kulübü vergi cezası ve sonrasında yaşanan gelişmeler konusunda üç parçaya bölünmüş durumda.

Bu üç parça:

1) “Vergide özerklik” sloganıyla, kendisine kesilen cezalara karşı çıkan Doğan ile bu grubun arkasında durup konuyu tüm derneğin sorunu haline getirmeye çalışanlar,

2) Konu kendilerini doğrudan ilgilendirmediği için uzakta duranlar (ki, bu grup büyük ölçüde hem Doğan Grubu’nu hem de Maliye’yi karşılarına almamak için de böyle bir tercih içinde)

3) Vergi konusunda Doğan Grubu’nu haksız bulup, söz konusu grubun içinde bulunduğu durumun TÜSİAD’a da zarar verdiğini düşünenler.

STRATEJİ BAYKAL’DAN

TÜSİAD’ın önceki gün yaptığı basına kapalı Yüksek İstişare Konseyi (YİK) toplantısından medyaya, daha doğrusu Doğan Ailesi’ne ait Milliyet gazetesine sızan konuşmalar, ilk grubun taraflarını büyük ölçüde belli ediyor.

Doğan Grubu’na kesilen cezaya karşı Koç Grubu’nun da eleştiri dozunu yükselttiği ve dernekte konuyu gündeme getirdiği görülüyor. İlk grubun önceki gün YİK toplantısında yaptığı salvonun strateji ve taktik planlamasında pazartesi günü CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’la Rahmi Koç Müzesi’nde yapılan toplantının önemi büyük. 1 Ekim tarihli Star’da, Rahmi Koç Müzesi’ndeki o toplantıda, Baykal’ın yemek masasında işadamlarına “İktidara gelirsem vergiyi özerkleştireceğim!” sözü verdiğini duyurmuştuk. Ancak bilmemize rağmen, Baykal’ın yanı sıra Arzuhan Doğan Yalçındağ, Rahmi Koç, Mustafa Koç, Cem Boyner, Hüsamettin Kavi, Ali Kibar, Bülent Eczacıbaşı gibi TÜSİAD’ın önemli isimlerinin katıldığı söz konusu toplantıda geçen diyalogların bir kısmını yayınlamadık. Amacımız ekonomiyle ilgili bir konuyu magazinleştirmemek ve siyasallaştırmamaktı. Fakat Hürriyet yazarı Yalçın Doğan’ın perşembe günkü köşesinde konuya değinmesi ve dün yaşananlar elimizdeki bilgileri paylaşmaktaki sakıncaları ortadan kaldırdı. O yemek masasında konuşulanlar arasında Doğan Grubu’na kesilen vergi cezası da yer aldı. Baykal, kendisine cezayı şikayet eden Arzuhan Doğan Yalçındağ dahil TÜSİAD üyelerine özetle “Bana şikayet ediyorsunuz ama kamuoyunun karşısında suskun kalıyorsunuz. Erdoğan’ın politikalarını destekliyorsunuz” anlamını taşıyan sözler sarfetti. Yani Deniz Baykal bir yandan “İktidara gelirsem vergi konusunda istediklerinizi yaparım”, diğer yandan “Bunun karşılığında da siz de desteğinizi verin. Suskunluğunuzu bozun, hükümete karşı konuşun” mesajı verdi.

KOÇ VE DOĞAN GRUBU

Bu gelişmelerin ardından önceki gün yapılan TÜSİAD toplantısı enteresan gelişmelere sahne oldu. Hem Arzuhan Doğan Yalçındağ hem de Koç Ailesi bireyleri ‘Artık susmayalım, masaya yumruğumuzu vuralım!’ gibi çarpıcı sözlerle suskunluğu bozdu. TÜSİAD’daki vergi gündemi Milliyet gazetesine kulis haber olarak yansıdı. Milliyet “TÜSİAD’da atışma” başlığıyla YİK toplantısında yaşananları manşetine taşırken, konuyu gündeme getirdi. Yani bir nevi Rahmi Koç Müzesi’nde yemekte geçen konuşmalara ilişkin ilk ciddi adım atıldı.

Bir başka önemli ayrıntı da haberi yayınlamak için neden Hürriyet yerine Milliyet’in seçildiği. Ekonomi dünyası uzun süredir TÜSİAD ve Başkan Arzuhan Doğan Yalçındağ’la bağlantılı ‘atlatma!’ haberleri Doğan Grubu’nun amiral gemisi Hürriyet’te okumaya alışmıştı.

Ancak bu ‘atlatma’ haber Milliyet’te yayınlandı. Sanıyoruz Doğan Grubu daha etkin hale getirmeye çalıştığı Milliyet’in yeni yayın kadrosuna önemli bir başlangıç jesti yaptı.

Sabancı, Şahenk ve Akın’a işaret

2- TÜSİAD yönetiminde Doğan ve Koç Topluluğu’nun önderliğini yaptığı gruba ‘konudan uzak durarak’ destek vermeyen ikinci bir grup daha var. Buradaki işadamlarının kim olduğuna ilişkin kulislerde birçok isim dolaşıyor. Ancak daha somut bir belge Milliyet’te dün yayınlanan haberin satır aralarında gizli. Milliyet’in dünkü haberinde bir nevi pasif kalmakla eleştirilen bu işadamları hakkında şu sözlere yer veriliyor:

“Önceki akşam da Yüksek İstişare Kurulu (YİK) kokteylindeydik. Katılım yüksekti. Rahmi Koç’un, Deniz Baykal ile verdiği “işadamları yemeğine”, beklenen bazı önemli simaların katılmaması mevzusu çekiştiriliyordu. Bundan 6 ay önce Başbakan Erdoğan ile düzenlenen yemeğe ise ilgi daha çoktu. Bu durumda ortaya şu soru atıldı: Ankara’dan çekindiler mi?”

ŞAHENK BİR SONRAKİ BAŞKAN

Yazı doğrudan adres gösteriyor. Başbakan Erdoğan’la 22 Mayıs’ta Rahmi Koç Müzesi’ndeki yemekli toplantıya katılan işadamları listesiyle, geçtiğimiz pazartesi Baykal’la yapılan zirveye katılanlar karşılaştırıldığında TÜSİAD’ın zirvesindeki üç isim ön plana çıkıyor: Sabancı Holding’in Başkanı Güler Sabancı, Doğuş Grubu’nun patronu Ferit Şahenk ve Akfen’in sahibi Hamdi Akın. Sabancı ve Şahenk isimleri çok önemli. Çünkü TÜSİAD’ın yönetiminde en etkili olan 4 aileden ikisini bu isimler oluşturuyor. Ferit Şahenk’e de bir sonraki TÜSİAD Başkanı gözüyle bakılıyor.

Doğan Grubu’nu yönetimde istemeyenler

3- TÜSİAD’daki üçüncü grubu YİK toplantısında “Aydın Doğan’ın medya gücünü kullanarak elde ettiği avantajlar unutulmasın” sözleriyle Arzuhan Doğan Yalçındağ’a en ağır eleştiriyi getiren Hayat Holding Yönetim Kurulu Üyesi Yıldırım Aktürk’le benzer görüşü paylaşan isimler oluşturuyor.

ANADOLU SERMAYESİ ÇOĞUNLUĞU OLUŞTURUYOR

Bu grup 578 üyeli TÜSİAD’da sayısal olarak az değil. Ancak güç ve etki olarak yönetimdeki grupların yanında fazla bir ağırlıkları yok. Çoğunluğunu Anadolu sermayesinin oluşturduğu grupta AK Parti’ye yakın siyasal düşünceleri paylaşan önemli isimler de bulunuyor.

Ancak grubun genel olarak ortak tavrı Doğan Grubu’nu suçlamaktan çok kesilen vergi cezasının TÜSİAD’ın gündeminde neden bu kadar fazla yer aldığı.Buna karşın birçoğu Doğan Grubu’nun yayın organlarıyla sorun yaşamamak için konuşurken ismini açıklamıyor.

Dün kendilerine telefonla ulaştığımız bu isimlerden bir tanesi şu sözleri söyledi: “Doğan Grubu vergi konusunda kendince haklı olabilir. Ancak Arzuhan Doğan Yalçındağ’ın TÜSİAD Başkanı olması ve konuyu derneğin ortak sorunu haline getirmesinden dolayı büyük bir rahatsızlık konusu. Arzuhan Hanım tabii ki bu fikirleri savunabilir. Fakat Dernek Başkanlığı’ndan istifa etmeli. TÜSİAD üyelerinin suskun kalması bu yüzden. Çünkü böyle bir konuya dahil olmak istemiyorlar.”

Özetle Patronlar Kulübü TÜSİAD’da Milliyet’in dediği gibi bir ‘atışma’ değil, ‘parçalanma’ var...

Vergi siyasallaşmadı ayrıcalık isteyen var

AK Parti Grup Başkan Vekili Nurettin Canikli, TÜSİAD’ın vergi idaresinin özerkleştirilmesi ile ilgili açıklamalarına sert cevap verdi. Canikli, vergi idaresindeki yönetimin siyasallaşmadığını ancak bazı kesimlerin kendilerine ayrıcalık istediğini savundu. TÜSİAD Başkanı Arzuhan Doğan Yalçındağ, verginin demokrasinin saygınlığını zedeleyen bir araca dönüştüğünü, Yüksek İstişare Konseyi (YİK) Başkanı Mustafa Koç ise vergi kurumunun siyasallaşmasından ciddi endişe duyduğunu söylemişti.

ÇOK RAHATSIZ EDİCİ AÇIKLAMALAR

Canikli, TÜSİAD’dan gelen bu açıklamaları ‘çok rahatsız edici’ olarak niteledi. Canikli, geçmişte belli büyüklükteki mükelleflerin çok fazla vergi incelemesinin konusu yapılmadığını belirterek “Şimdi birileri bu dokunulmazlık zırhının, ayrıcalığın devam etmesini istiyor. Hiç kimse ayrıcalığa sahip değil” dedi. Maliye’nin Doğan Grubu’na bilerek araştırma yaptığı suçlamalarına da değinen Canikli “TÜSİAD belki kendileri için dokunulmazlık istiyor” diye konuştu. Hiç kimseye lehte veya aleyhte muamele yapılmayacağını dile getiren Canikli, vergi incelemesi yapılan dört AK Parti milletvekilinin ceza aldığını ve bu cezaları ödediğini anlattı.

Kaynak: Star

05 Ekim 2009 10:08Koç'un Doğan Desteğinin Sırrı
Doğan Grubu'na verilen cezayı Baykal'lı yemekte masaya yatırtan ve TÜSİAD'da Doğan'a destek için çırpınan Koç'un asıl derdi anlaşıldı...Haberi Paylaş : Google Yahoo Facebook Digg Del.icio.us Reddit

Doğan Grubu'na kesilen 3.7 milyar TL'lik vergi cezasının ardından Koç Grubu kendilerine yönelik vergi incelemesinden rahatsız olduğu iddia edildi.

Doğan Grubu'nda Maliye tarafından tespit edilen ve ödenmesi istenen 3.7 milyar TL’lik vergi kaçağı ve cezası, TÜSİAD'ın içinde de sert tartışmalara neden olmaya başladı.

TÜSİAD’ın geçen hafta yapılan toplantısında TÜSİAD Başkanı Arzuhan Doğan Yalçındağ’ın gündeme getirmesiyle başlayan tartışmada Koç Grubu Yönetim Kurulu Başkanı Mustafa Koç ve uzun bir aradan sonra toplantılara katılmaya başlayan kardeşi Ali Koç, Arzuhan Doğan Yalçındağ'a destek vererek “Verginin siyasallaştığını” öne sürdüler.

Buna karşın TÜSİAD içinde başını eski üst düzey bürokratlardan, DPT’de üst düzey görevler üstlenmiş Yıldırım Aktürk'ün çektiği grup ise derneğin vergi gibi hassas bir konuda taraf ve müdahil olmasını istemiyor. Yönetim Kurulu toplantısında, Mustafa-Ali Koç kardeşlerin Doğan Grubu’na destek olmak amacıyla tavır alınmasını ve vergi cezasına hep birlikte itiraz edilmesini istemeleri ve Ali Koç’un masaya yumruk vurup “Artık TÜSİAD’ın masaya yumruk vurması lazım” diyerek TÜSİAD'ın geçmişte hükümetler üzerinde daha etkin olduğunu ve bu etkinliğin yine sağlanması gerektiğini söylemesi üzerine Yıldırım Aktürk'ten itiraz geldiği medyaya sızdı.

Aktürk’ün “TÜSİAD’ın ilanla hükümet devirdiği günlerin" geride kaldığını ima etmesi ve Doğan’a kesilen vergi cezasının haklı olup olmadığını bilmediklerini söylemesinin ardından yönetim kurulunda gerginlik çıktığı ve Arzuhan Doğan Yalçındağ’ın toplantıyı terk ettiği ortaya çıktı. Yıldırım Aktürk'ün Doğan Grubu'nu suçlayan sözlerini örnekler vererek sürdürmesi, Doğan’ın geçmişte diğer gruplar üzerinde medya gücünü kullanarak haksız rekabet yaptığını ve özelleştirme ihalelerinde medya gücüyle hükümetleri etkilediği günleri hatırlatması TÜSİAD yönetim kurulundaki gerilimi tırmandırdı.

Toplantıda sessiz kalan üyelerin de sessizliklerini koruyarak bir anlamda Aktürk’ü desteklediklerini ima etmeleri, patronlar ulübündeki derin çatlağı da ortaya çıkardı. Bir yanda geçmişten bu yana yakınlıkları bilinen Koç-Doğan işbirliğinin TÜSİAD’da yeniden ağırlık kazanmasını isteyenler, diğer yanda ise işadamları derneğini politikanın dışında tutmak isteyenler TÜSİAD yönetimini ikiye böldü.

KOÇ DA İNCELENİYOR

Bu arada TÜSİAD’ın bazı üyeleri, Koç Grubu’nun kendi şirketlerinde yürütülen vergi incelemelerinden rahatsız olduğunu ve “Verginin siyasallaştığı” söylemi ile Doğan Grubu'nu koruyor gibi görünürken, aslında kendilerine yönelik incelemeleri de gerektiği zaman gündeme getirmek istediklerini öne sürüyorlar.

TÜSİAD'ın hükümete karşı tavır almasını isteyen Koç-Doğan cephesinin yönetimde yeterli desteği sağlayamaması üzerine, Koç-Doğan cephesi, TÜSİAD'ın en etkin organı olan “Başkanlar Konseyini” toplamak ve hükümete karşı geçmiş dönemlerde olduğu gibi tavır alınmasını sağlamak üzere harekete geçtiler.

Buna karşın muhalif grup ise şimdiye kadar ülkenin çok önemli konularında sessiz kalan TÜSİAD’ın sadece vergiyle ilgili bir konu için hükümete karşı harekete geçmesini doğru bulmadıklarını açıkça söylüyorlar.

Koç ve Doğan’ın vergi meselesindeki işbirliğinin, TÜSİAD içinde giderek derinleşen bir çatlağa yol açacağı işadamları arasında konuşuluyor. Aralarında Alphan Manas’ın da bulunduğu bazı üyelerin TÜSİAD’dan istifa edebileceklerini söylemesi işadamları arasındaki rahatsızlığı açıkça gösteriyor.

Kaynak: Habertürk

Mustafa Armağan
Zaman Gazetesi
Mason olan Osmanlı padişahı kimdi?

03 Ocak 2010 Pazar 09:56Sultan II. Abdülhamid üzerinde neden ısrar ettiğimi soranlara şu cevabı veriyorum: Eğer Abdülhamid modernleşmeye yeni bir yön belirlemese, Frenkleşme aynı hızda sürseydi, bugün başörtüsü başta olmak üzere pek çok güncel sorunu tartışmıyor olurduk.
Dinî pek çok simge gibi başörtüsü de folklorik bir mahiyete bürünmüş olurdu da ondan.

Abdülhamid'in yaptıklarını hakkıyla değerlendirebilmek için 'O olmasaydı ne olurdu?' sorusunu da sormamız şart. Tahttan indirilişinin 100. yılında Masonların bayram etmesinden tutun da, Guantanamo'da Müslüman esirlerin sinirlerini bozmak için, haham kılıklı birilerinin 'İstanbul'a


En son Ekim tarafından Pzr Oca 03, 2010 11:30 pm tarihinde değiştirildi, toplam 1 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder
Ekim



Kayıt: 21 Arl 2007
Mesajlar: 2634
Konum: Kanada

MesajTarih: Çrş Ekm 07, 2009 9:09 pm    Mesaj konusu: CHP'nin Adayı Bir Mason Üstadı Alıntıyla Cevap Gönder

CHP'nin Adayı Bir Mason Üstadı
CHP'li Kılıçdaroğlu'nun listesinde yer alan Parvus Efendi'nin kim olduğun öğrenince çok şaşıracaksınız. Bilgiler mason üstadlığıyla sınırlı değil...

Atılgan Bayar/Akşam

CHP'nin Parvus Efendi'sinin gerçek adı Alexander Israel'dir ve...

Kemal Kılıçdaroğlu'nun, Tayyip Erdoğan'a nispet yaptığı açılım listesindeki bir ismi görünce gözlerim yerinden oynadı:
Parvus Efendi!
Kim yahu bu, diyeceksiniz... Anlatayım...
Bu adamın gerçek adı, Alexander Israel Helphand.
Adından da anlayacağınız gibi, bir Yahudi. Ama bu Alman/Rus vatandaşının Yahudi kimliğinden çok daha farklı vasıfları var.
Bir kere Alman, Rus ve Osmanlı ihtilallerinde bu ülkelerde bulunuyor ve ihtilalleri kışkırtıyor.
Aktif bir Bolşevik teoriysen.
Ve fakat, 2. Meşruiyet'ten sonra Osmanlı'da, hem ülkeyi bölünmeye götüren İttihat ve Terakki'yi; hem de daha sonra Türk Milliyetçiliği'nin kurucularını doktrine ediyor.
Ziya Gökalp, Yusuf Akçura ve Tekin Alp (Moiz Kohen)'e teorik ağabeylik yapıyor. Milliyetçi yayınlarda, yazılar yayınlıyor.
İttihat ve Terakki üzerindeki etkisiyle, Osmanlı'nın Almanya'nın yanında 1.Dünya Savaşı'na girmesini kışkırtıyor.
Savaş süresince silah ticareti yapıyor, dünyanın sayılı zenginlerinden biri oluyor ve Lenin devrimini finanse ediyor.
Lenin ise, devrimden sonra, ortalığı karıştırabileceği endişesiyle onu ülkeye kabul etmiyor.
1924 yılında, dünyanın en zengin adamlarından biri olarak ölüyor.
Buraya kadar okuduklarınız gözünüzün önüne bir profil getirmiştir.
Şimdi daha ileri gidelim ve Kılıçdaroğlu'nun açılım listesindeki Parvus Efendi, yani Alexandre Israel Helpland hakkında İLK KEZ BU SÜTUNDA OKUYACAĞINIZ BİLGİLERE GEÇELİM:
Parvus Efendi aynı zamanda büyük bir Mason üstadıydı. Ama o devirdeki Masonluğu bugünkülerle karıştırmayın. Dönemin Mason localarında gizli ama doğrudan siyaset planlaması yapılıyordu.
Moskova'daki Uranis locasına üyeydi.
Türkiye'de Abdülhamit'in devrilmesinde büyük rol oynayan ve merkezi Rusya'da olan Astrea locasını, Abdülhamit'in burnunun dibinde oluşturmuştu.
Keza, kendi yetiştirmesi Jalobinsky, ilk Siyonist örgüt olan Meskala'yı İstanbul'da kurmuştu.
Tarihte şöyle bir baktığımızda; Osmanlı'yı Filistin'i kaybedeceği bir savaşa girmesi konusunda teşvik eden bu adamın, tesadüf bu ya, o topraklarda yeni bir devlet kurulmasının teorik altyapısına da aynı zamanda katkıda bulunmuş olduğunu görüyoruz.
Türk sosyalistleri ve milliyetçileri ise Parvus Efendi'yi çok sevmişti. Değil mi ki, hem bolşevikti hem de Türk Milliyetçiliği'ne teorik katkılarda bulunuyordu... O vakit Lenin ona kapıları kapatsa da, iyiydi... Parvus Efendi onlara 'anti-emperyalist' yüzünü göstermişti sadece...
Peki CHP'nin açılım listesinde hangi niteliğiyle yer alıyor Parvus Efendi?
Bu soruya da, Kılıçdaroğlu cevap versin, zahmet olmazsa...

Parvus Efendi
Engin Ardıç
Sabah

Başbakan partisinin kongresinde bir konuşma yaptı, "sahip çıkılması gereken değerli kişiler" listesi verdi, muhalif basın üç gündür tartışıyor... Başbakan'a uyuzluk olsun da torba dolsun...
Nasreddin Hoca'nın "şuna değdi, buna değmedi" hesabı gibi, "şu var da bu neden yok" geyiği ayyuka çıktı.
Başbakan'ın listesini, Kemal Kılıçdaroğlu da beğenmemiş. Beğenmesi beklenemezdi.
Ancak Sayın Kılıçdaroğlu, bu gibi durumlarda hemen akla gelen Yaşar Kemal, Aziz Nesin "harcıalem" isimleri saydıktan sonra, bu listede "Parvus Efendi"yi de görmek istediğini belirtmiş.
Kılıçdaroğlu, Parvus Efendi'yi, Tatyos Efendi, ya da Yorgo Bacanos gibi birisi sanıyor olmalı!...
Üstelik Parvus "Efendi" ha... "İttihatçı ağzıyla" söylenişi... Liman von Sanders "Paşa", Von der Goltz "Paşa", Yarbay Lange "Bey" gibi bir şey...
Bu adamın asıl adı, Alexander Helphand.
Türk olmadığı gibi, "Osmanlı tebaı" falan da değildir.
Kendisi bir Alman ajanıdır.
Aynı zamanda silah taciridir.
O dönemin Alman gizli servisi tarafından "sosyalist rolü oynamakla" görevlendirilmiştir, hani bizim Mahir Kaynak gibi...
Nitekim, 1917 yılında Rusya'nın daha da karıştırılması, büsbütün çökertilmesi ve savaştan çekilmesi için Lenin ve arkadaşlarını Zürih'ten hani o ünlü "mühürlü trenle" Almanya'yı dikine geçerek İskandinavya üzerinden Petersburg'a gönderen de bu adamdır! Pazarlığı o yürütmüştür.
Düşman topraklarından düşmanla anlaşarak rahatça geçen, "Alman smokiniyle devrim gerdeğine giren" Lenin'i eleştirmek doksan yıldır hiçbir komünistin aklına gelmemiştir, işin o yanını geçelim şimdi...
Parvus "namıyla maruf" Helphand, İstanbul'da uzun süre bulundu.
Görevi, Almanya'ya domalmış İttihat ve Terakki büyüklerine akıl öğretmekti.
Savaşı kazanırsak bir Alman sömürgesi haline gelecek olan Türkiye'yi buna hazırlamak... Özellikle, İttihatçılar'ın "Turancılık" ideolojisini iyice körüklemek... (Rus İmparatorluğu parçalanıp Enver Kafkasya'ya dalsın ki Bakû petrolleri Almanlar'a kalsın!)
İttihatçılar bu adama "izzet ve itibar" ettiler, el üstünde taşıdılar. Ağzının içine baktılar. Şimdi de, İttihat ve Terakki'nin mirasçısı olan Cumhuriyet Halk Partisi mi bakacak yani?
Meraklısı bilecektir: Parvus, Kemal Tahir'in romanlarında, özellikle Yorgun Savaşçı'da da "Carlos Çorbacı" olarak geçer...
Buraya kadarını Google'a bakmadan, bu adamın dilimize de tercüme edilmiş biyografisine yeniden şöylesine bile bir göz atmadan, hafızamdan, kafadan yazdım sevgili dostlar... Bir densiz işgüzar çıkıp da "araklıyor" demesin diye... Merak eden açar bakar, okur. Doğum tarihini, ölüm tarihini falan da öğrenir. Burası ansiklopedi sayfası değildir. Bize düşen, değinmektir.
Fakat Kılıçdaroğlu bu potu cahilliğinden kırdıysa kötü... Bilerek konuştuysa, o daha da kötü...
Benim söyleyeceğim şudur: Parvus'u "kültür mozaiğimiz" içinde kabul eden Kemal Kılıçdaroğlu'na, değil oy vermek, günahımı bile vermem

15 Ekim 2009
Korsan Mahyalar Mason İşi Çıktı

İstanbul'un kurtuluşu nedeniyle tarihi camilere asılan ve büyük tepki toplayan mahyalarla ilgili ilginç bir iddia ortaya atıldı. İşte resmi belge...Haberi Paylaş : Google Yahoo Facebook Digg Del.icio.us Reddit

Vakit'in internet sitesinde yer alan ilginç iddia ve mahyaların asılmasıyla ilgili resmi belge...

Camilere din dışı ibarelerin mahya olarak asılması girişiminin ardından masonik bir komplo çıktı. İşte masonların yan kuruluşu rotaryenler bünyesinde hazırlanan beş aşamalı sinsi plan:

1- Camilerin mahyalarında dindışı ve milli içerikli öğelere yer verdirmek!

2- 29 Ekimde camilere çapraz bayrak astırarak büyük bayraklarla camilere cemaat sevki sağlayıp buna karşı çıkanları bayrak düşmanı olarak mimletmek!

3- 10 Kasım'da camilere bayrakların yanı sıra Atatürk posterleri astırıp buna karşı çıkanları Atatürk düşmanı ilan etmek!

4- Camiler üzerinden rotaryenlerin “hayır faaliyetlerinde bulunduğu” görüşünü kamuoyuna yaymak!

5- Rotaryenlerin yaptıkları hayır faaliyetleri çerçevesinde sembolik birkaç camiden yardım toplanması ile önemli bir imaj kırılması sağlamak!

Masonlar, provokasyon amaçlı bu sinsi planla hem toplumu kamplara ayırıp hem de ilk kez Müslümanların mabetlerini kullanarak halk nezdinde kendilerini legalleştirip amaçlarını gerçekleştirmiş olacaklar.
Camilerde yaşanan “mahya krizi”nin arkasından masonların yan kuruluşu rotaryenler çıktı. Habervaktim'in rotaryen çevrelerden edindiği bilgilere göre, beş aşamalı bir plan hazırlandı. Buna göre; 29 Ekim'de Sultanahmet Camii'ne çapraz bayrak asılacak ve camilere ellerinde büyük bayraklar olan cemaat sevki yapılacak. 10 Kasım'da ise camilere bayrak yanında Atatürk posterleri de astırılarak provokasyonlar gerçekleştirilecek. Rotaryenler son olarak cami kürsülerinde değişik isimler altında kurdukları sözde yardım kuruluşlarının “kendilerinin hayır işlerinde bulunduklarına” dair vaaz verdirilmesi ile cami avlularında değişik isimler altında kurulmuş rotary kulüplerine para yardımı toplatılması için de girişimde bulunacaklar.
İşte sinsi planın ayrıntıları:

BEŞ AŞAMALI SİNSİ PLAN

28 Şubat sürecinde karanlık odakların hayata geçirdikleri psikolojik taktikleri andırır biçimce gündeme gelen ve kamuoyunda büyük tepki toplayan mahyalara din dışı ibareler yazdırılması bir mason taktiği olarak uygulamaya konuldu. Toplam beş aşamadan oluşan girişimin önümüzdeki günlerde farklı yönleriyle devam edeceği belirtiliyor. Uygulama planına göre, Sultanahmet Camii'ne çapraz bayrak asılması, büyük bayraklarla camilere cemaat sevkinin sağlanması, bu uygulamaya yönelik olası itirazlar için de basındaki destekçiler aracılığıyla “Türk bayrağına karşı çıkıyorlar” şeklinde haber ve yorumlar yaptırılması öngörülüyor.

29 EKİM'DE “BAYRAK PROVOKASYONU”

İlk aşama olan camilerin mahyalarında dindışı ve milli içerikli öğelere yer verdirmenin ardından, 29 Ekim'de de “bayrak provokasyonu” ile planın uygulamasına devam edilecek. Daha sonra ise 10 Kasım'da bir başka atraksiyon gerçekleştirilecek. Buna göre, 10 Kasım'da yine camilere bayrakların yanı sıra Atatürk posterleri de astırılacak. Tek parti döneminde zaman zaman görülen “Atatürk mahyası” uygulamasının bir benzeri böylece hayata yeniden geçirilecek.

“ALLAH RIZASI İÇİN ROTARYENLERE YARDIM”

Masonların yan kuruluşu rotaryenlerin planının son iki aşamasında ise yine camiler üzerinden kuruluşlarının “hayır faaliyetlerinde bulunduğu” görüşünü kamuoyuna yayma ve sonrasında da maddî yardım toplama yer alıyor. Bu çerçevede, rotaryenlerin “evrensel değerleri” ile “yaptıkları hayır faaliyetlerinin” cami kürsülerinden anlatılması için yetkililer nezdinde girişimlerde bulunulacak. Bu tür açıklamalara direnen yetkili bürokratlar ile din görevlileri için ise medya desteğiyle “toplumu bölme” suçlamasında bulunan yayınlar gerçekleştirilecek. Son aşamada ise sembolik birkaç camide “rotaryenlerin hayır işlerinde” kullanılmak üzere yardım toplaması planlanıyor.

BÜROKRATİK DESTEK DE VAR

Vakit'in ele geçirdiği bir belge de, masonik kuruluş rotaryenlerin, bürokratik kadrolardaki destekçilerinin çalışmalarını gözler önünde seriyor. Vakıflar Genel Müdürlüğü İstanbul Bölge Müdürü İbrahim Özekinci imsazıyla 24 Eylül 2009 tarihinde İstanbul Müftülüğü'ne gönderilen yazıda, İstanbul Valiliği'nin bir faks emrinden sözedilip, masonik plandaki taleplere kolaylık gösterilmesi isteniyor. Yazıda, şöyle deniliyor: “Valilikten gelen ilgili yazıda, 6 Ekim İstanbul'un Düşman İşgalinden Kurtuluşu'nun yıl dönümü ile ilgili olarak 5-6 Ekim 2009 tarihinde akşamları yanacak şekilde Sultan Ahmet Camiine ‘Ordumuza Şükran Borçluyuz', Süleymaniye Camii'ne ‘Ne Mutlu Türküm Diyene', Eminönü Yeni Camiye ‘Milli Birlik Esastır', Üsküdar Cedit Valide Camiine ‘Kurtuluşun Kutlu Olsun', Eyüp Sultan Camiine ‘Önce Vatan', vecizeleri ile Cumhuriyet'in 86. yıl dönümü kutlamaları çerçevesinde ise Sultan Ahmet Camine ‘Çapraz Bayrak', Süleymaniye Camine ‘Yaşasın Cumhuriyet', Eminönü Yeni Camiye ‘Türk, Öğün, Çalış, Güven', Üsküdar Cedit Valide Camiine ‘Cumhuriyet Fazilettir', Eyüp Sultan Camiine ‘Milli Birlik Esastır' vecizelerinin 28-29 Ekim 2009 tarihlerinde akşamları yanacak şekilde mahya olarak yazılması istenmektedir. Bu çalışmalar sırasında mahya ekibine gerekli kolaylığın gösterilmesi için ilgililerin talimatlandırılmasını arz ederim.”


Kaynak: Yener Dönmez/Habervaktim

Aydın Doğan’ın Ergenekon korkusu
Mustafa YÜREKLİ

Bilmem Emin Karaca’nın “Bir Medya Patronunun Öyküsü” alt başlığıyla yayınlanmış 'Plazaların Efendisi: Aydın Doğan' isimli kitabını okuyanınız var mı?
Bilmem Emin Karaca’nın “Bir Medya Patronunun Öyküsü” alt başlığıyla yayınlanmış “Plazaların Efendisi: Aydın Doğan” (2.Baskı, Karakutu Yayınları, 2003) isimli kitabını okuyanınız var mı? Bu kitapta, benim en çok dikkatimi çeken, daha doğrusu çok merak ettiğim soruların cevabını bulduğum bölüm, Aydın Doğan’ın Milliyet ve Hürriyet gazetelerini alışıyla ilgili bölümleri..

Sözü uzatmadan Aydın Doğan’ın Milliyet ve Hürriyet’i İnan Kıraç sayesinde aldığını söylediğini belirteyim: “İnan Kıraç’ın Milliyet’i almamda çok büyük manevi katkıları oldu. Hürriyet’i aldığım dönemde de bankalarından kredi aldım.” diyor. Bu büyük desteği, “dostlukla açıklıyor. Siz bu dostluğu “mason biraderliği” olarak anlayabilirsiniz.

Milliyet ve Hürriyet gazetelerinin satışının ünlü mason İnan Kıraç tarafından Almanya’da ayarlanışı, üzerinde durulması gereken bir ayrıntıdır. Aydın Doğan ve İnan Kıraç bugün Cumhuriyet gazetesi ortaklarındandır, aynı zamanda.

MİLLİYET’İN ALMANYA’DAKİ SATIŞINDA İKİ MASON

Cumhuriyet’in kuruluşundan beri Türkiye’de medya Selaniklilerin kontrolündedir. Medya, Yahudilerin, dönmelerin ve masonların iyi örgütlü oldukları, kale gördükleri ve ellerinde bulundurma konusunda savaş verdikleri bir alandır.

Gazetecilikte Bab-ı Âli dönemi yaşanırken, “medya patronlarının mesleği de gazetecilikti” edebiyatıyla saklanan bir husustur, bu Türk medyasının Selaniklilerin kontrolünde olduğu gerçeği. Hürriyet’in başında Sedat Simavi, daha sonra oğlu Erol Simavi, Cumhuriyet’in başında Yunus Nadi Abaloğlu, Vatan’ın başında Ahmet Emin Yalman, Milliyet’in başında Ali Naci Karacan ve Sabah gazetesinin başında Dinç Bilgin gibi dönmelikle mahut medya patronu şahısları burada anmakla yetineceğim.

Milliyet gazetesinin başına Ali Naci Karacan’dan sonra oğlu Ercüment Karcan geçer ve 1975 yılından itibaren gazeteyi satıp yurt dışına yerleşmeyi düşünmeye başlar. Hasan Pulur, Milliyet’in satışıyla ilgili anılarını anlatırken, “Gazetenin Ercüment Bey tarafından satılacağına dair söylentiler çıkmaya başlamıştı. Önce Kadir Has alacak dendi, Selahattin Beyazıt alacak dendi, daha bir sürü isimler atıldı ortaya. Biz bunların hepsini Babıâli dedikodusu olarak alıyorduk. Hatta o günlerde ben köşemde “Evet Milliyet satılıyor, her gün 1 liraya’ şeklinde bir yazı da yazmıştım. Ercüment Bey’in de hoşuna gitmişti.” diyor. (s. 62)

Ercüment Karaca’nın damadı ve gazetenin önemli yazarlarından Mehmet Ali Birand o günleri “1975’ten itibaren gazeteyi satmayı kafasına koymuştu. ‘Bıktım bu memleketten, bu ülkede yaşamaktan’ deyip duruyordu. O sıralarda bir de kal sorunu çıktı. Semiramis’in de üzerinde etkisi büyüktü.’Kalk gidelim Ercüment, dışarıda oturalım.’diye tutturmuştu. Ancak gazetenin satılmasına Abdi İpekçi en büyük engeldi.“ diyerek anlatıyor. (s. 62)

Bir başka Selanikli olan Abdi İpekçi’nin engellemesi sonucu, Milliyet böyle falana satılacakmış, yok filan talipmiş söylentileriyle dört yıl geçer, 1979 yılına girilir. Aydın Doğan, 1974 Kıbrıs Harekâtı ile 12 Eylül 1980 askeri müdahalesi arasındaki altı yıllık karışık dönemde tarih sahnesine çıkar ve ateşli bir şekilde Milliyet’e talip olur. Abdi İpekçi, “buzdolabı, çamaşır makinesi satıcısı”na gazetenin satışını engellemektedir. (s.65)

31 Aralık 1979 Çarşamba günü Abdi İpekçi, Ankara’da Başbakan Bülent Ecevit’le görüşüp İstanbul’a döner, Milliyet’e geçip “Durum” köşesini yazan Dış haberler Servisi Şefi Sami Kohen’le Humeyni’nin İran’a dönüşünü işleyen yazısına çalışıp “İran’da Beklenenler” başlığını koyduktan sonra patronu Ercüment Karacan’la buluşmak üzere gazeten ayrılır ve Nişantaşı’ndaki evinin önünde 19:30 gibi öldürülür.(s.64) Uğur Mumcu, Abdi İpekçi cinayeti üzerinde durur, Aydın Doğan’ı gündeme getirir. Aydın Doğan, Abdi İpekçi’yi öldürmeye azmettirmekten dolayı yargılanır. (s. 69) Uğur Mumcu, derin devletin, Kontur Gerilla’nın üzerine gittiği için 24 Ocak 1993'te Ankara'da Karlı Sokak'taki evinin önünde, arabasına konan C-4 tipi plastik bombanın patlaması sonucu suikaste kurban gitti. Suikastin failleri halen bulunamadı.

Refik Erduran’ın anlattığına göre, Ercüment Karaca, Abdi İpekçi’nin öldürülmesi üzerine, karamsarlığa düşer, panik yapar, bocalamaya başlar ve Milliyet’i Aydın Doğan’a satar. Milliyet’i satın alışını Aydın Doğan şöyle anlatıyor: “Benim çok yakın arkadaşım olan İnan Kıraç’a ‘Ercüment Karacan’ı tanıyor musun? Gazeteyi satıyormuş. Ben talibim.’ dedim. İnan’la müşterek bir dostumuz vardı: Vedat Urul. Vedat Urul Amerika’da mühendislik mektebinde okurken Ercüment Karacan’ın arkadaşıymış. Almanya’da oturuyordu o zamanlar. O hafta İnan Almanya’ya gitti. Vedat, havaalanında İnan’ı karşılıyor. Diyor ki ‘Ercüment de bizim evde, hadi, bize yemeğe gidelim.’ Yolda, İnan gazete işinden bahsediyor. ‘Aydın senin de dostun. Böyle bir mesele var. Ercüment Bey’e bahsetsen’ diyor. Vedat da Ercüment’e bahsediyor. Ercüment Bey’le (Karacan) İstanbul’da Abdullah Efendi Lokantası’na gittik, birlikte yemek yedik. Üç dört görüşme sonra da anlaştık. Bu iş böylece bitti.” (s.70, 71)

1979 Milliyet’i Aydın Doğan’a satması için Ercüment Karaca’yı Almanya’da İnan Kıraç ile Vedat Urul “ikna” etmişler. Milliyet’in satışını ayarlayanlar iki ünlü mason: İnan Kıraç, (d. 1937, Eskişehir) ünlü bir mason işadamı ve sanayicidir. Vehbi Koç'un kızı Suna Kıraç ile evlidir. Uzun süre Koç Holding'de üst düzey yöneticiliklerde bulunmuştur. Üst düzey masonlardan Vedat Urul ise 1992 yılında 63 yaşındaki eşinin İslamiyet’ten Hıristiyanlığa geçişiyle gündeme gelmişti.

EĞEMENLER ARASINDAKİ GÜÇ VE ÇIKAR İLİŞKİSİ

Cemil Ertem, Taraf Gazetesi’ndeki köşesinde (9 Eylül 2009) “Türkiye iktisat tarihini öğrenmek isteyenlerin, hangi dönemin ayrıntısına girmek isterlerse, o dönemin medyasının kimin elinde olduğuna ve ne yönde yayın yaptığına bakmaları gerekir. Bu anlamda bizdeki medya rekabeti aynı zamanda, egemenler arasındaki güç ve çıkar çatışmasıdır da.” demişti. Şimdi bakalım, medya tarihi Türkiye’nin ekonomik tarihini ne kadar yastıyor, diye.

Aydın Doğan ile Koçların damadı İnal Kıraç arasındaki ilişki hala sürüyor.

ETÖ iddianamesindeki bilgilere göre Rahmi Koç, İlhan Selçuk'la özel görüşmelerde bulunuyor ve Cumhuriyet gazetesinin yaşaması için elinden gelen her şeyi yapıyor… İlhan Selçuk da, Rahmi Koç'u, “Dostum” diye tanımlıyor. İlhan Selçuk, Rahmi Koç'un eniştesi İnan Kıraç'ı Cumhuriyet gazetesine destek veren Cumhuriyet Vakfı'nın Danışma Kurulu'na, Koç Grubu'ndan Hakan Gören'i de Vakıf Yönetim Kurulu üyeliğine getirmiş!.

Cumhuriyet Gazetesi İmtiyaz Sahibi İlhan Selçuk, "Cumhuriyet gazetesinin şu anki hissedarlarını ve gazete yöneticilerinin kimler olduğunu" şöyle açıklıyor: "Cumhuriyet gazetesinin asli sahibi Cumhuriyet Vakfı'dır. Cumhuriyet Vakfı'nın iştiraki olan birden çok şirket vardır. Gazeteye finansman temin etmek amacıyla Vakıf bünyesinde Yenigün Holding A.Ş. isimli şirket, bu şirketlerden birisidir. Bu şirketin hissedarları; Turgay CİNER'den Mehmet Emin KARAMEHMET'e, Aydın DOĞAN'dan İnan KIRAÇ’a kadar yaklaşık 185 kişidir. Ancak bu şirketin söz ve yetki sahibi imtiyazlı ortağı Cumhuriyet Vakfı'dır." demişti.

Bilindiği gibi Mehmet Emin Karamehmet, Aydın Doğan ve İnan Kıraç, terör örgütü sanığı olarak gözaltına alınan İlhan Selçuk şartlı olarak serbest bırakıldığında, kendisine geçmiş olsun ziyaretinde bulunmuşlardı.

Aydın Doğan ile İnal Kıraç Yedi Tepe Üniversitesi Mütevelli Heyeti’nde de beraberler. Mütevelli Heyeti'nin başkanlığını Bedrettin Dalan'ın yaptığı Yeditepe Üniversitesi, resmi sitesinde Doğan Holding Yönetim Kurulu Başkanı Aydın Doğan, Koç Holding Yönetim Kurulu eski Üyesi İnan Kıraç, 500. Yıl Vakfı Başkanı Jak Kamhi, eski Başbakan Bülent Ulusu, Danıştay 3. Daire eski Başkan Yardımcısı N. Ülker Turgut, Danıştay ile Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu eski Üyesi Zuhal Çokar, T.C. Merkez Bankası eski Başkanı Yavuz Canevi ve Yeditepe Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Ahmet Serpil'in de mütevelli heyet üyesi olduğu bilgisine yer veriliyor. Sitede, Mütevelli Heyeti Başkanı ve üyelerinin birlikte çekilen fotoğrafı da bulunuyor. Aydın Doğan, gülümseyerek poz vermiş.

Bilindiği gibi Ergenekon Terör Örgütü İddianamesi'nde Rahmi Koç'un Ergenekon tutuklusu emekli Tuğgeneral Veli Küçük ile buluşmak istediği, Ergenekon zanlısı Cumhuriyet Gazetesi İmtiyaz Sahibi İlhan Selçuk'la holding binasında sürekli görüştüğü yer alıyor. Ergenekon Terör Örgütü soruşturmasında yargılanan ve sağlık sorunları olduğu iddiasıyla tahliye edilen emekli Orgeneral Hurşit Tolon'un GATA'da önemli misafirler ağırladığı belirlendi. Koç Holding patronu Rahmi Koç'un GATA'da Hurşit Tolon'u ziyaret ederek bir saat görüştüğü ortaya çıktı. Daha önce Ergenekon soruşturması kapsamında tutuklanan ATO Başkanı Sinan Aygün'ü ziyaret eden Mustafa Koç'tan sonra babası Rahmi Koç'un da GATA'da Hurşit Tolon'la görüşmesi akıllara birçok soru işaretleri bırakmıştı.

Koç Holding Yönetim Kurulu Başkanı Mustafa Koç'un sahibi olduğu Beko Ticaret A.Ş'nin, Tuncay Özkan'ın sahibi olduğu dönemde Ergenekon Terör Örgütü'nün sözcülüğünü yaptığı iddia edilen Kanaltürk'e kuruluş aşamasında 8.440.000 YTL'lik (8 trilyon 440 milyar Türk Lirası) ödeme yaptığı da ortaya çıkmıştı.

Kısaca Aydın Doğan, “Plazaların Efendisi: Aydın Doğan” kitabında anllatığı Milliyet ve Hürriyet gazetelerini satın almasında yardımcı olan İnal Kıraç ve Koç Ailesi, Ergenekon Terör Örgütü iddianamesinde adı geçen Hurşit Tolan, Bedrettin Dalan, İlhan Selçuk, Mustafa Balbay ve Tuncay Özkan’la aynı fotoğrafta buluşmaları manidar değil mi sizce de? Medyanın tepesindekilerle iş dünyasının zirvesindekilerin Ergenekon Terör Örgütü iddianamesindeki üst düzey isimlerle 1975’ten itibaren, son 35 yıldır iç içe olmaları, niçin kimseyi şaşırtmıyor acaba? Emin Karaca’nın ellerine sağlık, “Plazaların Efendisi: Aydın Doğan” kitabını zevkle okudum.. Aydın Doğan’ın en büyük korkusunun Ergenekon korkusu olduğunu düşündüm, bu ilişkilere bakınca. Bakalım zaman neler gösterecek..
haber7

19 Ekim 2009 14:14
YÖK Haberal'ı Da İhya Etmiş

Dalan'ın Yeditepe'sine usulsüz olarak trilyonlar aktaran ETÖ sanığı Gürüz'ün başkanlığındaki YÖK, Haberal'ın Başkent Üniversitesini de es geçmemiş...

Yeditepe Üniversitesi'ne usulsüz olarak 7 trilyonluk kaynak aktaran YÖK, Ergenekon sanığı Mehmet Haberal'ın Başkent Üniversitesi'ne de kanunlara aykırı olarak trilyonlar aktarmış

Ergenekon terör örgütü sanığı Kemal Gürüz'ün YÖK Başkanlığı döneminde Ergenekon terör örgütünün firari sanığı Bedrettin Dalan'ın üniversitesine, Hazine Müsteşarlığı'nın "Üniversite gerekli kriterleri taşımıyor", "ÖSYM, YÖK ve üniversite kayıtları arasında tutarsızlıklar var" uyarılarına rağmen 7 trilyonluk kaynak aktarıldığını gözler önüne seren VAKİT, şimdi de bir başka Ergenekon sanığının üniversitesine ve yine Gürüz döneminde yapılan "kanuna aykırı kaynak aktarımlarını" gündeme getiriyor.

SAYIŞTAY TESPİTLERİ

Sayıştay müfettişleri, Başbakanlık Hazine Müsteşarlığı'nda yaptıkları teftişler neticesinde, ETÖ sanığı Mehmet Haberal'ın Yönetim Kurulu Başkanı olduğu Başkent Üniversitesi'ne aktarılan kaynaklar hakkında 1998 ve 2000'de tespitlerde bulundu. Müfettişler, bu tespitlerin ardından Hazine Müsteşarlığı'na yazı göndererek Başkent Üniversitesi'ne kanunlara aykırı olarak aktarılan paraların Hazine'ye iadesini talep etti. Hazine bürokratları da, bu talepleri uygun gördü ve paraların tahsil edilerek Hazine'ye iadesine karar verdi. Ancak, aktarılan paraların Başkent Üniversitesi'nden tahsili siyasi baskılardan dolayı bir türlü gerçekleşemedi.

BU BELGELER DE HABERAL'IN ÜNİVERSİTESİNE KANUNSUZ AKTARIMLARA İLİŞKİN

Başbakanlık Hazine Müsteşarlığı'nın 30.06.2000 tarihli yazısındaki şu ifadeler "kanunsuz aktarımı" açıkça ortaya koyuyor:

"Sayıştay Başkanlığı'ndan alınan 97-4/306 sayılı sorgu kâğıdında 2547 sayılı Yüksek Öğretim Kanunu Hükümlerine aykırı olarak Başkent Vakıf Üniversitesi'ne 1997 Mali Yılında 337.750.000.000 TL. devlet yardımı yapıldığı."

Aynı belgenin sonuç bölümünde de şu ifadeler dikkat çekiyor:

"Bu kapsamda, 1997 yılında Başkent Üniversitesi'ne yapılan ekli listede belirtilen toplam 337.750.000.000,- TL'lik ödemenin Devlet Muhasebesi Yönetmeliğinin 107. maddesi uyarınca ilgili hesaplar çalıştırılarak, 492.011.110.000 TL'lik yasal faizleriyle birlikte tahsil edilmesi..."

BU DA BİR BAŞKA USULSÜZ AKTARIM BELGESİ

Başbakanlık Hazine Müsteşarlığı'nın 17.11.1998 tarihli bir başka yazısı da, Başkent Üniversitesi'ne usulsüz aktarımın gelenek haline geldiğini gösteriyor: "İlgili kayıtlı soru kağıdında Yüksek Öğretim Kanunu Hükümlerine aykırı olarak Başkent Üniversitesi'ne, 1996 Mali yılında 18.000.000.000 TL devlet yardımı yapıldığı..."

TAHSİLAT YAPILAMADIĞI GİBİ AKTARIM MİKTARLARI ARTIRILMIŞ

Sayıştay müfettişleri, üniversiteye haksız kaynaklar aktarıldığını defalarca tespit etti, Hazine Müsteşarlığı, bu tespitlere dayanarak defalarca bu haksız aktarılan paraların tahsilini istedi. Peki bu tahsilatlar gerçekleşti mi?.. Süleyman Demirel ve Ahmet Necdet Sezer'in Cumhurbaşkanlıkları, Kemal Gürüz'ün de YÖK Başkanlığı dönemlerinde gerçekleştirilen bu aktarımların tespitler sonrasında Hazine'ye geri döndürülmesi bir yana, üniversitenin devlet yardımından aldığı pay her geçen yıl katlanarak arttı. 2000'li yıllarda trilyon barajını aşan Başkent Üniversitesi, 2001'de 1 trilyon 50 milyar, 2002'de ise 1 trilyon 515 milyar TL "devlet yardımı" aldı.

VAKİT'in ele geçirdiği belgeler, "Ergenekon'un firari sanığı" Bedrettin Dalan'ın Yeditepe Üniversitesi'nin yanı sıra, bir başka Ergenekon sanığı Mehmet Haberal'ın Başkent Üniversitesi'ne de büyük miktarlarda, kanuna aykırılığı belgelerde ifade edilmiş aktarımlarda bulunulduğunu gözler önüne seriyor.

CUMHURBAŞKANLIĞI'NA BAĞLI DEVLET DENETLEME KURULU ÇAPRAZ KONTROL YAPSIN

Belgeleri VAKİT için değerlendiren bir Maliye müfettişi, Dalan'ın üniversitesine ilişkin dosyanın VAKİT'in dilekçesiyle YÖK yönetimine intikal ettirilmesinin önemli bir adım olduğunu belirtmekle birlikte, bu ilişkileri özellikle Cumhurbaşkanlığı'na bağlı Devlet Denetleme Kurulu'nun incelemesinin yararlı olacağının altını çiziyor. Üniversitenin işine geldiği şekilde hareket edebileceğini belirten müfettiş, şöyle devam ediyor:

"Üniversitelere aktarılan kaynaklara ilişkin belgeler, Maliye'de, Milli Eğitim Bakanlığı'nda, Hazine'de, YÖK'te ve ilgili üniversitede bulunmaktadır. Devlet Denetleme Kurulu'nun elinde çapraz kontrol yapma imkanı vardır. Bu çapraz kontrol neticesinde bütün gerçekler olduğu gibi ortaya çıkar. Sayın Cumhurbaşkanımız Abdullah Gül'ün bu konuda hassasiyet göstereceğine inancın tam olması gerekir."

Kaynak: Vakit

MASONLARDAN 100 YILLIK İTİRAF MI?

17 Kasım 2009 21:22
Masonların 100. yıl programına katılıp izlenimlerini yazan deprem uzmanı Prof. Dr. Ahmet Ercan’ın bir masonla konuştukları tartışma başlatacak. İşte 100 yıl önce başlayan Türkiye macerası
Cemal A. Kalyoncu-Aksiyon

Yıl, 1908… Aylardan ağustos... İkinci Meşrutiyet ilan edileli bir ay olmuş. Beyoğlu’ndaki Tokatlıyan Oteli salonlarında toplanan İstanbul ve Rumeli localarının Türk ve yabancı katılımcıları, yeniden bir millî masonluk teşkilatı oluşturmak için bir aradalar. İtalya, Fransa, Mısır ve Belçika yüksek şûraları, onlara rehberlik etmeye dünden hazır olduklarını belirttiler.

Aynı yıl Belçika’da düzenlenen Yüksek Şûralar Toplantısı’nda bizzat Belçika Yüksek Şûrası’nın teklifi ile Türkiye’de yeniden bir yüksek şûra kurulması kararı verildi. Bu vazife de Mısır Yüksek Şûrası’na tevdi edildi.

Bu emeller üzerine 3 Mart 1909’da yapılan toplantıda Türkiye Yüksek Şûrası hayata geçirildi. İttihatçılardan Talat Paşa da burada görevliydi. Türkiye Büyük Locası ise 13 Temmuz 1909’da kuruldu. Yani 1909 senesi, İstanbul’daki masonlar için oldukça hareketli bir seneydi.

100 yıl önce böyle başlamıştı masonların Türkiye’deki macerası.

2009 yılında, büyük üstatlığını Salih Evcilerli’nin yaptığı Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası bir dizi etkinlik düzenledi. PTT’nin özel pul baskılı kart hazırlayarak katıldığı 100. yıl dönümünün ilk etkinliği temmuz ayındaydı ve ENKA Eşref Denizhan Açıkhava Tiyatrosu’nda bir konserle bir araya geldi mason biraderler. 25 Eylül’de, bu sefer Hilton Oteli’nde, 450 kadar mason ile eşleri ve 400’ü aşan sayıda da yabancı konuğun katıldığı bir program düzenlendi. Hem de harem selamlık. Ardından da Four Seasons’da akşam yemeği yendi. Bunları masonların kendi açıklamalarından değil, başka kaynaklardan öğreniyorduk. Mesela, mason olmamasına rağmen bu toplantılara katılan deprem uzmanı Prof. Dr. Ahmet Ercan’dan… Ercan, kendi adını taşıyan internet sitesinde ‘Masonlarla yarım gün’ başlığı altında, 100. yıl toplantısındaki izlenimlerini kaleme almıştı.

Ercan’ın yazısı çok enteresan bir diyalogla sona eriyordu. Okuyoruz: “Yanımdaki bey, üst kuşak bir mason olan, İzmir’den sayın bir katılımcı. Onunla söyleşiyi kaynattık. Çok içten bir masondu. Oradaki herkes mason üstadı muhterem iken benim çağrılı olmamı bir süre algılayamadı. Türkiye’de olan 215 gözün (locanın) başkanları birkaç özrü olan dışında tümü oradaydı. Katılımcı bey bana masonluk üzerine edinmek istediğim bilgileri yetkin bir ağızla bir bir anlattı.”

Prof. Dr. Övgün Ahmet Ercan’ın yazısının en ilginç bölümü, İzmirli mason iş adamı ile aralarında geçen şu diyalog:

“Yeryüzünde tüm masonlar birbirleriyle dayanışma içindedirler.”

Ahmet Ercan: “Örnek?”

“İran’da Ayetullahlar, Şah döneminde mason olanları astılar. Bunun hesabını er ya da geç verecekler.”

Ercan: “Şaka mı bu?”

“Yok gerçekçiyim. Tüm Amerikan başkanları masondur. Türk büyükleri de öyle... Tüm masonlar bu öcü beklerler.”

Ercan: “Bak sen!”

“Bir üstadı muhteremin isteklerini, bulunduğu gözün üyeleri kesin yerine getirir. Bu sözler bir buyruktur.”

Ercan: “Ne, her şey mi?”

“Töreye aykırı olan işler dışında her şey.”

Ercan: “Yönetim içinde de mason var mı?”

“Çok… Hem de en üst düzeylerde. Kaldı ki masonlarla çok iyi geçinir. Bunun nedenlerini de iyi bilir. O nedenle bize dokunmaz. Ancak bizim kimliklerimiz devletin elinde vardır. Bu bilgileri ellerinde tutarlar.”

Ercan: “Bu gizem niye?”

“Bunu yanıtlamak güç. Bırakın o bizde kalsın.”

Yazı, kendi adına açılmış web sayfasında idi ama yine de herhangi bir internet kazasına maruz kalmamak için önce yazının Ahmet Ercan’a ait olup olmadığını öğrenmemiz gerekiyordu. Kendisine ulaştığımızda Ercan, konsolos olan eşini temsilen davet edilip katıldığı toplantıdan kişisel izlenimlerini kaleme aldığını, yazının kendisine ait olduğunu söyledi. O toplantıda kendisini gören mason arkadaşlarının şaşırdığını ifade eden Ercan, aynı masayı paylaştığı masonun söylediklerini yorum katmadan aktardığını iddia etti.

Prof. Dr. Ercan, Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın soyundan. Deprem uzmanı Ercan, Mehmet Ali Paşa’nın çocuk veya torunlarından birinin de locaya kayıtlı bulunması ve ayrıca ailesinin de masonların çokça bulunduğu Selanik’ten göçmen gelmesinden mülhem, kendisinin de mason bir aileden geldiğinin düşünüldüğünü tahmin ediyor. Pek çok kez masonluğa davet edilen Ercan, 100. yıl toplantısına katılanların gerek ilişkilerinden, gerek kendisine anlatılanlardan çok etkilenmiş. O yüzden de bu hislerini yazıya döküp halkla paylaşmak istemiş:

-100. yıl toplantısına katılanlar arasında sizi şaşırtan kimseler var mıydı?

“Onu söylemeyeyim. Çok, ne insanlar var yani. Birçoğunu da kamuoyu tanıyor.”

-Meslek grubu olarak tasnif yapsak ne söyleyebilirsiniz?

“Bizim (İstanbul) Teknik Üniversite’den dahi öğretim üyeleri vardı. Yani toplumun böyle kaymak tabakası, seçkin insanlar. Televizyonlardan vardı. Şimdi burada bazı şeyleri açıklarsam birçok şeyi karıştırmış olurum.”

İsmi bizde mahfuz İzmir doğumlu mason iş adamı ise Prof. Dr. Ahmet Ercan’la yemekte yarım saat kadar sohbet ettiğini doğruluyor; fakat yazılanların pek çoğunun doğru olmadığını söylüyor.

Masonluğunu saklamadığını, üyeliğinin eski olduğunu belirten iş adamı, masonluğun kesinlikle politika ile ilgilenmediğini iddia ettikten sonra şunları anlatıyor bize: “İran’da Ayetullahlar, Şah döneminde mason olanları astılar. Bunun hesabını er ya da geç verecekler. Ben böyle bir şey söylemedim. İran’da masonlar Ayetullah döneminde asıldı, dedim. Yani bana şöyle soru sordu. Dünyada mason olmayan ülkeler var mı? Var dedim, İran. Niye? Şah’tan sonra tamamı asıldı ve kalanı da yurt dışına kaçtı, dedim. ‘Tüm Amerikan başkanları masondur. Türk büyükleri de öyle. Tüm masonlar bu öcü beklerler.’ Hayır, böyle bir laf da etmedim. Amerikan başkanlarının bir kısmı masondur dedim. Bunu söyledim. Ama bu şekilde bir cümle ile çerçevelemedim işi. ‘Yönetim içinde mason var mı?’ Evet, vardır. Bu lafı söylemişimdir. Sonra ‘Tüm masonlar dayanışma içindedir.’ Doğrudur. Herhangi bir şekilde söylemedim. Lafın arasında geçmiş olabilir.”

Cevap hakkı için aradığımız mason iş adamı, Ahmet Ercan’ın oraya nasıl davetli olduğunu ve nasıl geldiğini de bilmediğini vurguluyor.

Masonluk ve masonlar hâlâ bir kapalı kutu. Bir profesör, katıldığı bir toplantıdan bu kadar etkileniyorsa gerisini siz düşünün. Onca seneye rağmen kendilerini tam manasıyla açmayı düşünmüyorlar kamuoyuna. Aslında, Türkiye’deki 90. kuruluş yıllarına denk gelen dönemde, 1998-99’da, o zamanki Büyük Üstat Sahir Talat Akev ile bir açılıma giden mason teşkilatı, özellikle son süreçteki olaylar yüzünden tekrar içine kapandı. Bilindiği gibi Loca’da ‘yolsuzluk’ yapıldığı gerekçesiyle, 2003-2005 yılları arasında Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası Büyük Üstadı olan Kaya Paşakay ve iki yöneticisi ihraç edilmişti. Mahkeme süreçleri devam eden masonlar, geçen hafta da 2005 yılına ait bir ihaleyle ilgili yolsuzluk iddiası çerçevesinde mahkeme ediliyordu. Son dört Büyük Üstadlar olan Demir Savaşçın, Kaya Paşakay, Asım Akin ve Salih Evcilerli’nin yargılandığı davaya sadece şimdiki Büyük Üstat Evcilerli katıldı.

Türkiye’deki mason yapılanmasının tam da ‘açılıma’ karar vermesinden bir süre sonra tekrar içine kapanmasının bu olaylarla ilgili olduğu tahmin ediliyor. Hatta kendi içlerine o kadar kapandılar ki, geçen aylarda, 100. yıl kutlamaları ile ilgili ne tür faaliyetleri olduğunu öğrenmek istediğimiz Büyük Üstat Salih Evcilerli, kendisine telefonla ulaşmamızdan rahatsız olmuş, muhabirle değil de yayın yönetmeni ile konuşmak manevrasıyla sorularımıza cevap vermeden telefonu kapattırmıştı.

Masonlar, kendilerinin yanlış bilindiğini ısrarla vurgular hep. Büyük Üstat Evcilerli de Loca’nın internet sitesinde bu durumu şöyle ifade ediyor: “Dünyada Hür Masonluk kadar eski ve önemli olup da tam ve doğru anlaşılamamış başka bir kurum yoktur. Bu, yalnız ülkemizde değil, dünyada da öyledir.” Türk halkı ve dünya milletlerinin masonları ‘tam ve doğru’ anlamamasında, haklılık payı var mıdır acaba?

Şimdi aktaracağımız bir yemin metni bu kuşkuyu doğrulayacak nitelikte. Çünkü yıllardır masonlar konusunda araştırmalar yapıp kitaplar yazanlar dahi böyle bir yemini duymadıklarını söylüyor. Demek ki masonların bir kamuoyuna deklare ettikleri yemin metni bir de kendi içlerinde bağlı kaldıkları ayrı bir metin söz konusu. İşte virgülüne dokunmadan o yemin: “Biz aşağıda isimleri yazılı şovalyeler, serbest irademizle ve tam arzumuz ile kainatın ulu mimarı ve kralı balta şovalyelerinin Lübnan Prenslerinin Kolej huzurunda vaad ve taahhüd ederiz ki bu derecenin sırlarını bu derecenin altındaki dereceler masonlarına bildirmeyeceğiz ve vaad ve taahhüd ederiz ki bütün kuvvetlerimizle çalışan sınıfın kardeşlerini yükseltmeye, onların hayat şartlarını i’la etmeye ve çocuklarını terbiye ve talimin iyiliklerinden faydalanmaya çalışacağız, sa’yi tebcil ederek, faziletli ve zeki işçiyi kendimizle kanunda müsavi (eşit) sayacağız.”

Yeminin burası ilginç: “Bu vaad ve taahhüdlerimizi tutmadığımız takdirde buzlu Lübnan dağlarında, karlar içerisinde, sefilane ölmeye razıyız. İşbu taahhüdnameyi istiklal reokajının 26 Nisan 1960 tarihli celsesinde imza eyledik. Ertuğrul Kemal Eyüpoğlu, Ali Fuat Berkman, Abdullah Atasağun, Şükrü İmre, Ali Rıza Tezel, Abdi Alkan, Mümtaz Rek, Kazım İsmail Gürkan, Ali Ratıp Dinçer, Reşit Güvengil, Nami Serdaroğlu.”

Belge, ‘mason yemini’ üst başlığı ile 4 Mayıs 1960 tarihinde, yani 27 Mayıs Darbesi’nden 3 hafta kadar önce “İstiklal areopajının (masonlukta 19 ile 30. arasındaki felsefi localara verilen ad. C.K.) 26 Nisan 1960 tarihine rastlayan Salı günü saat 18’de in’ikad eden celsesinde ekli yemin varakasında isimleri yazılı Kralî Balta Şovalyelerinin 18 dereceden 22. dereceye terfi merasimlerinin yapılmış olduğu kardeş sevgi ve saygılarımızla arz olunur.” ön yazısı ile büyükelçi Coşkun Kırca’nın babası, Loca’da Amir Hakim olan Mehmet Ali Haşmet Kırca, Celal Öget ve Suat Arpat tarafından Türk Yüksek Şûra Riyaseti’ne sunulmuş.

Belge, ilgili toplantıda bulunan idarecileri ile aralarında o zamanlar daha Devlet Su İşleri Genel Müdürü olan Süleyman Demirel’in de bulunduğu uzun bir mason üye listesini de kapsıyor.

Masonlar ve masonluk üzerine uzun yıllar çalışmalar yapmış gazeteci-tarihçi Orhan Koloğlu ile araştırmacı Süleyman Yeşilyurt’a da sorduğumuzda, böyle bir yemin duymadıkları cevabını alıyoruz. Biraz daha araştırınca, masonlukta 33. dereceye kadar yükseltilirken her bir derecede farklı bir bağlılık yemini edildiği anlaşılıyor. Burada da belirtildiği gibi 18. dereceden 22. dereceye intisab ettirilenler Kralî Balta veya Lübnan Prensi adına yemine tabi tutuluyor. Metinde geçen Lübnan Prenslerinin Kolej huzuru tabiri de 22. derecedeki mason mabedinin adı oluyor.

Askerlerin üyeliğinin yasak olmasına rağmen bu cenahtan pek çok mensubu bulunan masonluk, kamuoyuna açılmaya bir türlü karar veremediği sürece, Büyük Üstat Salih Evcilerli gibi bundan sonraki üstadların da ‘yanlış anlaşılıyoruz’ yakınmaları Türkiye’de ve dünyada bitmeyecek galiba.

Tarihçi-gazeteci Orhan Koloğlu:

Masonlar, sömürgeci mantıkla gelir ülkeye

Masonlar on yıl önceki 90. yıl kutlamalarını yaparken beni 15-20 defa konferanslara çağırdılar. O zaman sadece Abdülhamit ve Masonlar kitabım çıkmıştı. Cumhuriyet Dönemi Masonlar kitabı çıkınca, orada tabii bu iç dedikodular falan da var bir haylice. Bu iç kavgalar da başlayınca içe kapandılar, benimle de ilişkiyi kestiler.

Beni masonluğu aramaya sevk eden olay, 1890’lı yıllardaki Osmanlı basınını tararken gördüğüm haberler oldu. Müthiş şaşırdım hatta. Küçük küçük haberler. Mesela diyor ki ‘Dün Pera, Beyoğlu’ndaki bilmem ne mason locasında tören yapıldı, tören Hamidiye Marşı ile açıldı. Sultanın başyaveri geldi, 100-150 altın da bağışta bulundu.’ Buna şaşırdım. Abdülhamit gibi adam… Hamidiye Marşı ile balo açılır mı? Üstüne de para veriyor. Araştırdığım zaman anladım ki adamları satın alıyor. Diyor ki ‘politika yapmayın, istediğiniz kadar balo yapın, benim marşımı söyleyin. Hiç umurumda değil.’

Bu, müthiş bir politika. Ve hakikaten etkiliyor da masonları. Ama İttihatçıların mason locasından yararlanmalarındaki asıl sebep de bu. Mason locaları tehlikeli değildir dediğin zaman İttihatçılar gitmişler Makedonya’da bir tek locayı ele geçirmişler, Makedonya Risorta’yı. Ama bir tek loca. Yani İttihatçıların on tane locası yok. Ondan sonra da asıl masonlar, İttihatçılar toplantı yapmaya başlayınca ayrılıp başka loca kuruyorlar. İttihatçılar mason yemini etmez. Onlar tabanca üzerine yemin ederler, apayrı bir hikâyedir. İttihatçılar locayı Abdülhamit polisinin kontrolünden kurtulmak için kullanıyorlar. Dikkat edin localarda İttihat Terakki hâkim, masonluk İttihat Terakki’ye hâkim değil. Yani Abdülhamit de masonları kullanmıştır.

İngilizlerin, 1919’da İstanbul’a hâkim olduklarında ilk yaptıkları iş mason locasını tamamen İttihatçılardan temizlemek olur. Kendilerine bağlı hâle getirirler. Çok ayrı politik oyun var orada. Mason locasının başına eski İttihatçı Rıza Tevfik’i getiriyorlar. Rıza Tevfik, Talat ve Enver’le kavga etmiş, İttihat Terakki’den uzaklaşmış ama başlangıçta İttihatçı. Mason locasının başına getirip Doğu Locası’ndaki bütün ittihatçıları tasfiye et diyorlar ona. İngiliz politika oynuyor. Atatürk’ün 1935’te onları kapatması da bu. Orada belirgin bir belge bulamadım ama Atatürk, Şükrü Kaya’ya, Loca’nın başkanına kapattırıyor. Demek ki bir şey hissettik ki. (Adnan) Menderes masonlukla oynamıştır. Menderes nasıl oynadı? Destek almaya çalışıyor. Bu tabii sadece içeriye yönelik değil, dışarıya da yönelik.

Bugün ise şu var. Kendi içlerindeki hırlaşmalara baktığın zaman pek fazla güçlü olduklarını zannetmiyorum. Avantacılıktan mahkemelik oldular. Özgürlüklerin elde edilmediği zamanlarda Batı’da etkindiler. Bize, yani İslam dünyasına, yani gelişen toplumlara hakikaten sömürgeci bir mantıkla gelirler.

Kaynak: Aksiyon

Büyük Skandal : Masonlara Devlet Desteği
Ali Rıza Özkan
Anafor



(..)

Cemal Kalyoncu adında marifetli bir gazeteci var. Zaman ve Aksiyon'da yazıları, haberleri yayınlanıyor.

Önceki hafta çıkan Aksiyon dergisinde gene bir yazısı yayınlandı. Bilin bakalım, konu neydi? Masonlar!

Cemal Kalyoncu'nun yazısından, masonların ülkemizde 100 yıllık örgütlü var oluşlarını kutladıklarını, 2009 yılı içerisinde bu amaçla çeşitli etkinlikler düzenlediklerini ve planladıklarını öğreniyoruz. 25 Eylül'de Hilton otelinde düzenlenen bir davete katılmış olması nedeniyle, Prof. Ahmet Ercan ile de bir söyleşi yapılmış. Ercan'ın, "masonların olmadığı tek ülke İran" sözleri manşete çıkarılmış.

Ancak, Cemal Kalyoncu tam da, "merdi kıpti şecaat arzederken sirkatin söyler" ata sözümüzü anımsatacak bir şekilde, yazısının başına öyle bir bilgi koymuş ki, bu bilginin sayın Ercan'ın verdiği bilgilerin yanında özgül değeri tartışılmayacak önemde ve ağırlıkta olmakla birlikte, ülkemizdeki tüm dengeleri de yeniden belirlemesi gerekir.

Cemal Kalyoncu'yu bu kadar önemli gazeteci yapan bilgi nedir, bırakalım kendisi açıklasın:

"2009 yılında, büyük üstatlığını Salih Evcilerli'nin yaptığı Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası bir dizi etkinlik düzenledi. PTT'nin özel pul baskılı kart hazırlayarak katıldığı 100. yıldönümünün ilk etkinliği temmuz ayındaydı ve ENKA Eşref Denizhan Açıkhava Tiyatrosu'nda bir konserle bir araya geldi mason biraderler. 25 Eylül'de, bu sefer Hilton Oteli'nde, 450 kadar mason ile eşleri ve 400'ü aşan sayıda da yabancı konuğun katıldığı bir program düzenlendi. Hem de harem selamlık. Ardından da Four Seasons'da akşam yemeği yendi. Bunları masonların kendi açıklamalarından değil, başka kaynaklardan öğreniyorduk. Mesela, mason olmamasına rağmen bu toplantılara katılan deprem uzmanı Prof. Dr. Ahmet Ercan'dan..."

Evet, Cemal Kalyoncu, daha yazısının başında, Türkiye Cumhuriyeti devletinin resmi posta idaresi olan PTT'nin, ülkemizdeki örgütlü mason varlığının 100. yılı "anısına" resmi kartpostal bastırdığını açıklıyordu.

Böylece, Türkiye masonlarının hangi hükümet zamanında "en özgür" çalıştıklarını da öğrenmiş oluyorduk. Tabii ki, Cemal Kalyoncu'yu bu gazetecilik başarısı için kutlamamız gerekir. Hatta, yılın gazetecisi ödülü vermeyi şimdiden öneriyorum.

(..)

Nereden nereye!

Büyük Kulüp hakkında da, mason örgütlenmesi olduğu yolunda dinci bezirgan medya, haberler yapmştı. Bu haberlerin asıl amacının, Büyük Kulüp üyeleri TSK mensuplarının yıpratılması olduğunu biliyorduk.

Büyük Kulüp yöneticilerinin, karşılaştıkları yıpratma kampanyasından kurtulmak için, üye AKP yöneticilerini isim isim açıklamasıyla dinci bezirgan medya birden "derin" bir sessizliğe gömülmüştü.

AKP yöneticilerinin mason örgütlenmesi olduğu iddia edilen kuruluşlara üye olmaları, hepimiz için önemlidir. Çünkü, bu örgütlenmelerin ülkenin kaderiyle ilgili kritik görev noktalarında bulunan şahsiyetlerle özellikle ilgilendiklerini biliyoruz.

Dolayısıyla, her Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı için, önemli görevlerdeki kişilerin hangi örgütlere üye olduğu bilgisi çok önemlidir. Ne yazık ki, dinci bezirgan medya, Büyük Kulüp tarafından yapılan basımn açıklamasını yayınlamadı!

Şimdi karşı karşıya olduğumuz durum çok daha fazla önem arz etmektedir. Çünkü, devletim resmi bir kurumunun masonlar gibi oldukça tartışmalı bir örgütlenmenin "anısına" kartpostal bastırması, bu örgütlenmenin devlet eliyle koruma altına alındığını da gösterir. Bu durumda, millete hükümet tarafından verilmesi gereken bir hesap vardır!

Bilmemiz gereken bir gerçek de, kutlamanın belirli bir örgütün 100. kuruluş yıldönümü nedeniyle yapılmadığıdır. Masonlar, örgütlü varlıktan söz ederken, bunu, kendilerinden önce kurulmuş olan mason örgütlerine de sahip çıkarak yapıyorlar.

(..)!

Türkiye Cumhuriyeti tarihinde böyle bir rezalet yaşanmadı! Masonluğu hakkında sayısız dedikoduların dolaştığı Süleyman Demirel zamanında bile, masonlara böylesi bir ayrıcalık tanınmadı, tanınamazdı!

Bu ayıpla yaşamak, AKP'nin sorunu.

Ülkemizin sorunu ise, var ise, masonlara verilen bu tavizin ardında dönen pazarlıkları öğrenmek ve AKP'ye hak ettiği cevabı vermektir.

Açık İstihbarat


Taha Kıvanç
Yeni Şafak Gazetesi
Büyük Üstad ve Biraderler beraat etmiş
12 Aralık 2009

Bugün bir fikri takip yazısı okuyacaksınız. Loca'nın parasını şahsi işleri ve eşi için kullandığı iddiasıyla yargılanan 'Büyük Üstad' ve iki arkadaşı mahkeme tarafından beraat ettirilmiş. Bildiğim kadarıyla aynı konuda benzer başka davalar da var, ama ilk karar bu işte.

Sizler de bilesiniz diye yazıyorum: Bugüne kadar Masonluğun güçlü olduğu ülkelerde, örgüt veya yöneticileri aleyhine açılan davalarda 'cezalanan' pek olmadı. Bırakın örgütle ilgili mali açıdan yolsuzluk ithamlarını, kurbanının yanıbaşında elinde kanlı bıçakla yakalanan Mason zanlılar bile, Stephen Knight adlı İngiliz araştırmacıya göre, bir yolunu bulup cezadan yırtabiliyor...

Bizde herhalde böyle olmuyordur.

Knight Türkçeye 'Biraderlik' adıyla çevrilmiş önemli eserinde (The Brotherhood), İngiliz yargısı ve polis teşkilâtında Mason biraderlerin birbirleriyle nasıl dayanışma içine girip ayıpları kapattıklarını örneklerle anlatıyor. Ona göre, Mason biraderlerin birbirini tanımasına vesile olan simgeler bu tür durumlar içinmiş... Örgüte girerken edilen ve sonuçta bir Mason'un zor durumdaki bir başka Mason'u her halükârda koruyacağına dair yemin de aynı sonucu almaya yarıyormuş...

Düşünün: Suç işleyen bir 'Birader', Emniyet'te önemli görevlerde bulunan Loca'dan kişilere, kendisinin de Mason olduğunu belli ediyormuş... Sinyali alan polis şefi girişte ettiği yemini hatırlıyor ve kanıtları perdeleyecek biçimde davranıyormuş... Mahkemeye çıkılınca da aynı şey; yargıçlar arasında 'Birader' bulunup bulunmadığını yine sinyalle öğrenip onun üzerinde yoğunlaşıyormuş zanlı...

Scotland Yard ve Adalet Bakanlığı 'Biraderlik' kitabında anlatılanların gerçeği yansıtıp yansıtmadığını öğrenmek için soruşturma açtı ve ardından her iki kurumda ciddi bir temizlik yaşandı.

Orası İngiltere. Masonluk orada vücut buldu. Bizde herhalde böyle bir şeyler olmuyordur.

Beraatle biten konu, Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası yeni yönetiminin, eski Büyük Üstad döneminde yolsuzluk yapıldığı iddiasıyla ilgiliydi. Mahkemeye sunulan dilekçede, çok kişisel harcamaların bile ortak kasadan yapıldığı ileri sürülüyordu. Sanıkların avukatı, “Yapılan harcamalar toplum yararına yapılmıştır” demiş... Hâkimler de 'beraat' kararını vermiş...

Neticede Masonlar'ın ortak parası 'dul kadının kesesi' demek; o keseden istediği gibi sarf etmeye yetkili Büyük Üstad... Öyle olmalı ki, eski Büyük Üstad, “Harcamalar örf ve âdetlerimize uygun yapılmıştır” diye kendisini savunmuş...

Bu 'dul kadının kesesi' aynı zamanda bir sembol, birinin kendisinin Mason olduğuna dair verdiği bir işaret...

Üzeyir Garih kanlı bir biçimde öldürüldüğünde ortalığa serilen 'komplo' senaryolarına, en yakın iş arkadaşı, “Bunların hiçbiri doğru değil; kendisi o gün bir arkadaşının dul eşine para götürüyordu, onbin doları bizzat ben verdim” tepkisini vermişti. Bu açıklamayı yaptığı Milliyet gazetesi “Bu bir Masonik semboldür” manşetini attı ertesi gün...

Milliyet'in manşetine yansıttığı cesur tanım üzerine, Ankara'da bürokratların yolsuzluk davalarını takip eden Radikal'in o zamanki adliye muhabiri Adnan Keskin tanık olduğu benzer sembolik çıkışları haberleştirdi. 'Dul kadın tesadüfü' başlıklı haberinde ilginç ayrıntılar yer alıyor. Okuyalım: “İşadamı İshak Alaton'un, cinayete kurban giden ortağı için sarf ettiği 'Üzeyir Garih, öldürüldüğü gün dul bir kadına 10 bin dolar yardım edecekti' sözleri, dikkat çeken bir tesadüfle daha da tartışmalı hale geldi. Masonlukta 'tehlike' anlamına geldiği bildirilen 'dul kadına yardım' sözü, 'beyaz enerji' dâvâsında da geçmişti. (..)

“İki işadamından rüşvet almakla suçlanan Eski TEAŞ Genel Müdürü Muzaffer Selvi, haziran ayındaki duruşmada, 'Bu parayı bir çalışanımızın dul kalan eşine yardım için aldım' dedi. Karadeniz Enerji'nin sahibi Doğan Karadeniz de bu ifadeyi 'Bu parayı genel müdüre gönüllü verdim, bir dul kadına ev alacağını söylemişti' ifadesiyle destekledi. Dâvânın diğer sanıklarından Mustafa Gecek de rüşvet verme suçunu reddederken, 'Selvi'ye 10 bin dolar verdim. Ancak bu dul bir kadına yardım amacıyla istenmişti, parayı kendisine havale ettim' dedi.”

Mahkemenin birkaç ay önce verdiği karar şu oldu: “Ankara 4. Ağır Ceza Mahkemesi, eski TEAŞ Genel Müdürü Selvi'yi 15 yıl, eski TEAŞ Yönetim Kurulu Üyesi Peker'i 10 yıl, Sönmez'i ise 3 yıl 4 ay hapse mahkum etti. Mahkeme, 'Cürüm işlemek amacıyla teşekkül oluşturmak ve yardım etmek' suçundan yargılanan sanıkların ise beraatına karar verdi.”

O kadar mesaj boşuna mı verilmiş?

18 Aralık 2009 10:58
Pamukoğlu'nun Sağ Kolu Mason
Hak ve Eşitlik Partisi Genel Başkanı emekli Tümgeneral Osman Pamukoğlu'nun 2. Adamı Lions kulüplerinin kurucusu çıktı.

Ulusalcı söylemleri ve duyarlı medya kuruluşlarını yakmakla gündeme gelen Osman Pamukoğlu'nun Genel Başkanlığını yürüttüğünü Hak ve Eşitlik Partisi'nin Genel Başkan Yardımcısı Bahadır Özgün'ün, Ankara Keçiören Lions ve Anadolu'da bulunan Leo Kulüplerinin üst yönetimini (District) kurup, Kurucu Genel Başkanlıklarını yaptığı öğrenildi.

ÖZGÜN'ÜN GURUR DUYDUĞU ÖZGEÇMİŞİ

Özgün'ün kendi kişisel sitesi olan www.bahadirozgun.com'da yer alan özgeçmişinde, kökü dışarıda olan Lions kulüplerinde yıllarca canla başla çalıştığını ve üst yönetiminde görev aldığını övünerek anlattığı görülüyor.

Bahadır Özgün'ün kişisel Web sitesinde ‘hakkımda' başlıklı kısım tıklandığında kendisini şu şekilde tanıttığı görülüyor: “Askerlik sonrası sistemi ve çalışmalarını yakından tanımak amacı ile girdiğim Lions derneklerinin gençlik teşkilatı olarak tanımlayabileceğim LEO kulüplerinden Ankara Keçiören Leo Kulübünün kurucu asbaşkanlığı ve ardından başkanlığı görevinde bulundum. Daha sonra 118-U bölgesi olarak tanımlanan o süreçte tüm Anadolu'da bulunan Leo Kulüplerinin üst yönetimini (District) kurup, Kurucu Genel Başkanlığı görevine seçimle geldim. Görev sürem sonunda Lions derneklerine veda ettim.”

MASKE DÜŞTÜ

Sıkı bir AB karşıtlığıyla tanınan Pamukoğlu'nun kökü dışarıda kulüplerin kuruculuğunu ve başkanlığını yapanlarla birlikte hareket etmesi de manidar bulundu.

Kaynak: Vakit

21 Aralık 2009 08:16Masonlar TSK'ya Nasıl Sızdı?
Emekli Tuğgeneral Cavit Yenicioğlu'nun Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası eski üstadı olduğunun ortaya çıkması tartışmaları da beraberinde getirdi.Haberi Paylaş : Google Yahoo Facebook Digg Del.icio.us Reddit İlişkili HaberlerTüm Haberlerİstifa Eden Komutan KonuştuOrdu Yeniçerilikten ÇıkamadıKARARGAH'TA İMHA TELAŞIHavadan Telekulak DönemiKriminal: İmza Albay Çiçek'in


Emekli Yarbay Tevfik Diker, subayların derneklere üye olmasının yasak olduğuna dikkat çekerek, "Rahmetli Atatürk'ün Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ne zararlı faaliyette bulundukları gerekçesi ile kapattırdığı mason localarının TSK'nın general kadrosuna nasıl sızmış olduğunu ibretle seyrediyoruz." dedi.

"Org. Başbuğ, TSK'ya sızan localarla mücadele edecek mi?" sorusunu yönelten Tevfik Diker, TSK'daki yapısal bozukluğu ispatlayan tipik bir örnekle karşı karşıya olduklarını kaydetti. Diker, ülkenin selameti açısından, TSK'nın içindeki masonları, rotaryenleri ve lionslara üye olan mensuplarını temizlemesi gerektiğini söyledi.

Türk Silahlı Kuvvetleri'nin, her türlü siyasi tesir ve düşüncelerin dışında ve üstünde olduğunu vurgulayan emekli Yarbay, şunları kaydetti: "Hürriyet gazetesinde yayınlanan taziye ilanındaki ayrıntılar çok ilginç. Bir general masonlukta 'Büyük Üstad' ve 'En Muhterem' olabiliyor. Ama o emekli paşa, diye savunma yapanlara sesleniyorum. Emekli olur olmaz bu makama kadar yükselmek locada mümkün mü? Dünyada emeklilikten başlayan ve bu makama çıkabilen bir başka örnek var mı? Taziyede masonik sembollere yer verildiği gibi yine masonluğa has kavramlar kullanılmış. 'Büyük Üstat' ve 'Evrenin Ulu Mimarı' gibi sözcükler buna örnektir."
aktifhaber

Abdullah Muradoğlu
Yeni Şafak Gazetesi
Atatürk ve Masonlar..
22 Aralık 2009

Bazı okurlar, 1935'de Mason localarının neden kapatıldığını soruyorlar.

Hikayeyi tam olarak bilmiyoruz.

Bildiğimiz şu, Atatürk'ün talimatıyla Mason locaları bir kalemde faaliyetten men edildi.

Alın size bir gerekçe, bir postta iki sultan olmaz.

Hükümet ve parti içinde masonlar vardı ve ayrı bir organizma olarak görünüyordular.

1935'te Meclis'te bulunan CHP Van Milletvekili İbrahim Arvas'ın aktardığına göre Atatürk eski Adalet Bakanı Esat Mahmut Bozkurt'tan CHP Grubu'nda Masonlar aleyhinde bir konuşma yapmasını istedi.

O konuşma Mason localarının kapatılacağının bir işaretiydi.

Masonların Cumhurreisi Atatürk nezdindeki girişimleri de sonuçsuz kalmıştı.

Arvas, Atatürk'ün localara izin vermesini isteyen grubu hakaret ederek makamından kovduğunu belirtir.

Tartışmanın detayını merak edenler İbrahim Arvas'ın "Tarihi Hakikatler" isimli kitabına bakabilirler.


* * *
Gelin bu hikayeyi bir de Mason üstad-ı azamı Kemalettin Apak'tan dinleyelim.

Türkiye'de Masonluğun tarihi üzerine bir kitap yazan Apak, Mason localarının 1935 Ekim ayında birdenbire faaliyetini durdurmak gibi bir emr-i vakiyle karşı karşıya geldiğini belirtir.

"Bu elemli hadise için verilecek kati hükmü tarihe ve gelecek mason nesillerine bırakmak belki daha doğru olacaktır" der..

Apak, Mason localarının kapatılmasında diktatoryal ve totaliter zihniyetli bazı yabancı memleketlerdeki komünist ve faşist rejimlerinin o zamanlar takip ettikleri Masonluk aleyhtarı politikalarının serpintilerinden alınan ilhamların da etkili olduğunu ifade eder.

Dr. İsmail Hurşit, Emlak Bankası Direktörü Muhittin Osman Omay, Dr. Fuat Süreyya Paşa, Muhip Kuran, Devlet Şûrâsı Reisi Mustafa Reşat Mimaroğlu, Ankara Valisi Nevzat Tandoğan ve milletvekili Dr. Rasim Ferit'ten teşkil edilen bir Mason heyeti Ankara'da Dahiliye Vekili Şükrü Kaya ile görüşür.

Şükrü Kaya da bir Masondur.

Şükrü Kaya, Masonlar tarafından sürdürülen sosyal ve kültürel faaliyetlerin bir süreden beri "Halk Evleri" tarafından yapılmakta olduğunu belirterek, Masonluk faaliyetlerinin tatil edilmesine partice karar verildiğini bildirir.

Elden gelen bir şey yoktur, hükümet bu kararı uygulamak zorundadır.

Masonlara ait binalar da Halk Evleri'ne devredilecektir.

Masonlara başkaca hiçbir yol bırakılmadığından o görüşme esnasında hazır tutulan bir beyanname heyete imzalatılır.


* * *
Mason Localarına son veren beyanname 10 ekim 1935'te "Anadolu Ajansı" tarafından radyolara servis edilir.

Beyannamede Türk Mason Cemiyeti'nin gönüllü olarak faaliyetlerine son verdiği ve dernek mallarının de Halk Evleri'ne bağışlandığı belirtiliyordu.

"Cumhuriyet" gazetesinde locaların kapatılması talimatının, CHP'nin son fırka programında yer alan "Kökü dışarıda bulunan teşekküller memleketimizde yer bulamayacak" şeklindeki bir maddesine dayandırıldığı da yazıldı.

Dahiliye Vekili Şükrü Kaya da gazetelere verdiği demeçte, "Türk Masonları kendi ideallerinin hükümetin esas programında dahil olduğunu görerek kendi teşkilatlarını kendileri feshetmişlerdir. Hükümetin bu iş üzerinde hiçbir teşebbüsü ve alakası yoktur" diyecekti.

Gerçeğin böyle olmadığını Mason üstadı Kemalettin Apak "Türkiye Mason Derneği" tarafından basılan ve sadece üyelere dağıtılan kitabında anlatıyor.

Apak'ın anlattığına göre İstanbul, Ankara ve İzmirdeki güzel lokal binaları elden gitti, sütunlar yıkıldı ve avadanlıklar darmadağın oldu.

Velhasıl, Masonlara göre locaların kapatılması politik bir tavizin sonucudur..

Yani Masonlar, aleyhlerindeki tezvirat nedeniyle harcanmıştır.


Masonlara müjdeyi veren İngiliz Kralı'ydı..

Mason locaları İsmet Paşa devrinde, 1948'de yeniden açıldı.

Peki mason locaları 1935'den 1948'e kadar uykuya yatmış mıydı?

Kemalettin Apak'ın anlattığına bakarsak, kısa bir süre için uykuya yattığı söylenebilir.

Ama Masonlar evlerde, lokantalarda ve gazinolarda toplanmaya devam ettiler.

Localar kapanmıştı lakin "Mason Yüksek Şûrâsı" faaliyetteydi.

Mesela 16 mason, 1935 ve 1947 yılı arasında "33. Derece"ye terfi ederek Mason Yüksek Şûrâsı'na alınmıştı.

Masonlar bir yandan da locaların yeniden açılması için hazırlık yapıyorlardı.

Başta İtalya ve Almanya olmak üzere bazı ülkelerde de Masonlar zor durumdaydılar.

Bu konuda Amerika'daki ve İngiltere'deki Masonlardan da müjdeli haberler gelmekteydi.

Mesela 1943'te İngiliz Kralı VI. George "İngiltere Birleşik Büyük Locası Üstad-ı Azamlığı"na getirilmesiyle ilgili törende bir nutuk çekmişti.

Kral George, Mason localarının kapatıldığı ülkelerde locaların yeniden kurulması gerektiğini bildiriyordu.

Haber Anadolu Ajansı tarafından da duyurulmuştu.

Yabancı ülkelerdeki Masonların rehberliğe ve yardıma ihtiyaç duyduklarını belirten Kral George bakın neler söylemiş:

"Farmasonluğun dağıtıldığı veyahut faaliyetlerine nihayet verildiği memleketler de vardır. Bu hal, bu teşekküllerin tarihinde kederli bir safhadır. Şundan şüphem yoktur ki, şartlar elverdiği zaman dünya büyük locası farmasonluğun yeniden kurulması için yardımını yapacak ve farmasonluğun geçirmiş olduğu nekbet devresinden daha ziyade kuvvetlenmiş olarak çıkacaktır.."

Türkiye'de o gün 5 Şubat 1948'de geldi.

Masonlar, "Türkiye Mason Derneği" unvanıyla yeniden ve resmen faaliyete geçiyordu.

GÜRSEL TEKİN de KULÜPÇÜ
Ada
BU YIL BÜYÜK KULÜP'te Yağız Ali Dağlı`nın listesinde bulunan eski Kara Kuvvetleri Komutanı emekli Orgeneral Aytaç Yalman, (DALAN'ın) Yeditepe Üniversitesi Rektörü Prof. Ahmet Serpil ve Oyakbank Yönetim Kurulu Başkan Vekili Mehmet Özdeniz seçimi kaybederek yönetime giremedi.Oy vermeye gelenler arasında Yaşar Büyükanıt ve Hüseyin Kıvrıkoğlu, TBMM eski Başkanı Köksal Toptan, İçişleri eski Bakanı Mehmet Ağar, CHP İstanbul İl Başkanı Gürsel Tekin, sanatçı İbrahim Tatlıses gibi isimler de vardı.
06 Nisan 2010 Salı 20:49
aktifhaber

Masonların yeni büyük üstadı Remzi Sanver

20 Haziran 2010 Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası'nın yeni büyük üstadı Remzi Sanver oldu. Eski Büyük Üstad Salih Evcilerli'nin istifa etmesi nedeniyle olağanüstü seçime giden masonlar, 5 aday arasından Sanver'i seçti. Zaman gazetesinin haberine göre; locanın 32. büyük üstadı olan Sanver, mason locasının efsane isimlerinden Haluk Sanver'in oğlu. Bilgi Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Remzi Sanver, 5 aday içerisinde en genç aday olanı.
Olağanüstü konvan (genel kurul), locanın Taksim Nur-u Ziya Sokak'taki merkezinde yapıldı. Konvanda ceza avukatı Önder Öztürel'in kazanması bekleniyordu. Bu sonuç sürpriz olarak değerlendirildi.

İlk turda Öztürel ve Sanver en çok oyu aldı. Bunun üzerine diğer 3 aday ikinci tura girmedi. Doktor Ahmet Kalın'ı destekleyen Kaya Paşakay'a yakın isimler ikinci turda Sanver'e destek verdi. Fakat her iki aday da eşit oy alınca üçüncü tura geçildi. Bu turda rakibine 15 oy fark atan Prof. Dr. Remzi Sanver, büyük üstat seçildi. 8 Mayıs Cumartesi günü İstanbul Hilton Oteli'nde yapılan malî genel kurulda, Salih Evcilerli yönetiminin faaliyet raporu reddedilmişti. Bunun üzerine salonu terk eden Evcilerli de istifasını sunmuştu. Evcilerli, 2006 yılında yolsuzluk gerekçesiyle ihraç edilen Paşakay'ın ekibindeydi. Mahkemede beraat etmesinin ardından da 2010 başlarında kendisini yeniden locaya almıştı. Asım Akin, Tunç Timurkan ve Can Arpaç gibi eski büyük üstadların başını çektiği karşı ekipse buna tepki göstererek malî genel kurulda faaliyet raporunun reddedilmesini sağlamışlardı. netgazete

ÇYDD'nin masonlarla bağlantısı

Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği ve Çağdaş Eğitim Vakfı'nın mason localarıyla bağlantıları ortaya çıktı.

Ergenekon kapsamında haklarında iddianame hazırlanan Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği (ÇYDD) ve Çağdaş Eğitim Vakfı'nın (ÇEV) mason localarıyla bağlantıları ortaya çıktı.

Zaman'da yer alan haberdeki soruşturma dosyasına giren bir rapora göre, iki dernek 'deşifre' olmamak için burslarını kestikleri bazı PKK'lı öğrencileri masonların üyesi olduğu Türkiye Yüksek Şûrası'na yönlendirildi. Resmî adı Türkiye Fikir ve Kültür Derneği olan şûranın, PKK eylemlerinde gözaltına alınan S.A., A.D.T. ve Ç.T.'ye burs verdiği tespit edildi. İddianameye giren ÇYDD toplantı notlarında, "İsmi deşifre olanların kayıtları silinsin, ancak burs verilmeye devam edilsin." deniyordu. Masonlarla ilgili rapor, derneklerin bu konuda farklı bir yöntem daha izlediğini ortaya koydu.

Ergenekon soruşturması kapsamında hazırlanan ÇYDD iddianamesinde yer alan suçlamalardan biri de, derneğin, PKK'lı oldukları belirlenen öğrencilere burs verdiği idi. İddianameye göre Ergenekon'a 'eleman temini' ile görevli olan ÇYDD ve ÇEV, eylemlerde kullanmak üzere ilişkiye geçtiği PKK'lı öğrencilere burs veriyordu. Aramalarda ele geçirilen ve iddianamede yer alan notlarda, 'PKK'lılara verilen bursların kesilmemesi' gerektiği aktarılıyordu.

İki dernekle ilgili ilginç bir bağlantı daha ortaya çıktı. ÇYDD ve ÇEV'in 'deşifre olmamak' için burslarını kestikleri PKK'lı öğrencileri mason derneklere yönlendirdiği ortaya çıktı. Söz konusu iddia, soruşturma kapsamında hazırlanan rapora da yansıdı. Edinilen bilgilere göre, İstanbul Üniversitesi (İÜ) Tıp Fakültesi öğrencisi S.A., 27 Kasım 2007 tarihinde Eminönü'nde PKK/Kongra-Gel terör örgütü tarafından bir aracın kundaklanması olayıyla ilgili gözaltına alındı. Üst aramasında, yasa dışı sözde Kürdistan dokümanları da çıktı ve tutuklandı. Rapora göre, ÇYDD'nin bursiyerleri arasındaydı. Dernekten 9 Kasım 2006 ile 11 Haziran 2008 tarihleri arasında toplam bin 800 lira burs aldığı tespit edildi.

28 Ağustos 2008 tarihinde Türkan Saylan ile x bayanın yaptığı telefon görüşmesinde, ismi belirtilmeyen bayan, Emniyet'in rektörlüğe S.A. ile ilgili bilgi verdiğini aktarıyor ve öğrenciye burs vermeye devam edip etmeyeceklerini soruyordu. Saylan ise, "Hayır hayır" dedikten sonra öğrenciyi burs işleriyle ilgili Filiz adındaki kişiye yönlendirmesi talimatını veriyordu. Ardından ilginç bir gelişme oldu. Avşar, bursun verilmediği yaz aylarının ardından yeni öğretim sezonuyla birlikte Türkiye Fikir ve Kültür Derneği'nden burs almaya başladı. Kendisine, 6 Kasım 2008 ile 30 Nisan 2009 tarihleri arasında toplam 700 lira burs verildi.

Bir diğer öğrenci de İÜ Hukuk Fakültesi öğrencisi A.D.T. O da 26 Aralık 2003 ile 16 Ağustos 2006 tarihleri arasında ÇYDD'den toplam 2 bin 615 lira burs aldı. Bu bursu alırken, 2004 yılı içerisinde, PKK/Kongra-Gel terör örgütünün o dönemdeki üniversite yapılanması olan BAGEH içerisinde üst kurulda faaliyet gösterdiği tespit edildi. Aynı yılın 8 Mart Dünya Kadınlar Günü mitinginde yüzünü peçe ile kapatarak terör örgütünün kadın yapılanması bayrağını açtığı gerekçesiyle hakkında işlem yapıldı. Daha sonraki süreçte bursu kesildi ve o da Türkiye Fikir ve Kültür Derneği'nden burs almaya başladı. Kendisine, 1 Kasım 2007 ila 1 Ağustos 2008 tarihleri arasında 900 lira burs verildi.

ÇEV'den burs aldığı anlaşılan Ç.T. de bir PKK eylemine katılmaktan gözaltına alındı. Sonraki süreçte, 1 Kasım 2006 ile 31 Temmuz 2007 tarihleri arasında dernekten toplam 850 lira burs aldı. 3 öğrencinin bursunun kesilmesinin sebebi ise PKK ile bağlantıları değil, yıl sonunda not dökümlerini getirmemeleri.

Öğrencilerin sabıka durumlarını takip etmiyoruz

Türkiye Fikir ve Kültür Derneği, burs için ilan vermiyor. Tamamen kapalı bir sistem. Yüksek Şûra, zaten kapalı ve gizemli bir yapı olan mason locasının üzerinde ve daha da içe dönük bir oluşum. Birçok insanın yerini dahi bilmediği Şûra'ya, dışarıdan herhangi bir insanın normal bir derneğe girer gibi girebilmesi de mümkün değil. 33 dereceli bir mason olan Yüksek Şûra'nın başkanı Avukat Mehmet Güven Akçar, üç öğrencinin kendilerinden burs aldığını


En son Ekim tarafından Sal Nis 06, 2010 7:52 pm tarihinde değiştirildi, toplam 1 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder
Ekim



Kayıt: 21 Arl 2007
Mesajlar: 2634
Konum: Kanada

MesajTarih: Pzr Oca 03, 2010 11:33 pm    Mesaj konusu: Mason olan Osmanlı padişahı kimdi? Alıntıyla Cevap Gönder

22 Mart 2010
Mason Üstadlarına Suikast Yapacaktı

Bugün 10 kişinin gözaltına alındığı Ergenekon operasyonuyla ilgili şok bir bilgi ortaya çıktı

Bugün 9 ilde yapılan ve 10 kişinin gözaltına alındığı operasyonların, İstanbul’da aydınlatılan bir suikast planının ardından başlatıldığı öğrenildi.

Kısa süre önce Erzincan Cezaevi’nde çıkan bir kişinin, Mason Üstadları Kaya Paşakay ve Prof. Mustafa Asım Akin’e suikast planladığı belirlendi. Suikastı planlayan söz konusu şahsın, İstanbul Terörle Mücadele Ekipleri tarafından yakalandığı belirtildi.

Gözaltına alınan şahsın bugün Ergenekon soruşturması kapsamında bürosu aranan avukat Yusuf Erikel başta olmak üzere gözaltına alınan diğer şahıslarla irtibatlı olduğu öne sürüldü.

Yusuf Erikel, İkinci Ergenekon Davası'nda örgüt yöneticisi oldukları gerekçesi ile yargılanan Durmuş Ali Özoğlu, İbrahim Özcan, Kemal Aydın, Neriman Aydın, Teğmen Mehmet Ali Çelebi'nin avukatlığını yapıyor.
Kaynak:Elma Haber

Mustafa Armağan
Zaman Gazetesi
Mason olan Osmanlı padişahı kimdi?

03 Ocak 2010

Sultan II. Abdülhamid üzerinde neden ısrar ettiğimi soranlara şu cevabı veriyorum: Eğer Abdülhamid modernleşmeye yeni bir yön belirlemese, Frenkleşme aynı hızda sürseydi, bugün başörtüsü başta olmak üzere pek çok güncel sorunu tartışmıyor olurduk.
Dinî pek çok simge gibi başörtüsü de folklorik bir mahiyete bürünmüş olurdu da ondan.

Abdülhamid'in yaptıklarını hakkıyla değerlendirebilmek için 'O olmasaydı ne olurdu?' sorusunu da sormamız şart. Tahttan indirilişinin 100. yılında Masonların bayram etmesinden tutun da, Guantanamo'da Müslüman esirlerin sinirlerini bozmak için, haham kılıklı birilerinin 'İstanbul'a girip türbesini yakacaklarını' söylemelerine kadar uzanan bir 'nefret çemberi', onun hangi oyunları bozduğunu yeterince göstermekte değil midir?

Bu 'sinsi', 'içten pazarlıklı', 'cimri' diye yaftaladıkları Şehzade, planları buruşturup bir kenara atmış ve Osmanlı'nın tasfiyesini Cihan Harbi'nin kanlı paylaşımına kadar ertelemeyi başarmıştı. Onlar kızmasın da kim kızsın?

Bundan 138 yıl önce bir Osmanlı veliahdının Masonluğa girdiğini, hem de 18. dereceye kadar yükseltildiğini biliyor musunuz? Üstelik tahta da çıkmıştı bu hanedan üyesi. Fakat...

İşte o 'fakat'ın altında ne çıyanlar kaynamakta olduğunu anlamak için Tarih Dede'yi dikkatle dinlememiz lazım.

Sultan Abdülaziz, 1867 yılında yeğenleri şehzade Murad ve Abdülhamid ile oğlu Yusuf İzzeddin efendilerle birlikte bir Avrupa seyahatine çıkar. Paris, Londra, Viyana derken dönemin kralları, kraliçeleriyle tanışırlar. Sultan Abdülaziz, zemzemini hiç yanından eksik etmemiştir ya, "Veliahd-ı Saltanat" Mehmed Murad Efendi, çarpık ilişkiler ağına ilişmiştir çoktan.

Gayet iyi Fransızca bilmesi, görüştüğü devlet adamlarını hemen etkiliyor, liberal fikirleri Avrupa'nın siyasî mahfillerinde göz dolduruyordu. Bu 27 yaşındaki şehzade, er veya geç Osmanlı Devleti'nin başına geçecekti. Öyleyse üzerine oynanabilirdi. Nitekim Osmanlı Devleti üzerindeki planlar, artık geleceğin V. Murad'ına endekslenmişti.

Kendisi de Mason olan Prof. Enver Ziya Karal, V. Murad'ın, bu gezide Galler Prensi'nin girişimleriyle Masonluğu kabul etmeye karar verdiğini ve böylece İngilizlerin ondan faydalanmak istediklerini açıkça söyler. (Osmanlı Tarihi, cilt 8, s. 500.)

Nitekim 20 Ekim 1872 Pazar akşamı saat 7 sularında Kadıköy'de, Proodos Locası'nın kurucusu Louis Amiable'ın Mason lokali haline getirilen evinde Veliahd Murad Efendi, "tekris" töreniyle Masonluğa ilk adımını atar. İş burada da kalmaz, kardeşi Nureddin 8 Ağustos 1873'te, öbür kardeşi Kemaleddin ise 24 Ağustos 1875'te aynı törenle Masonluğa girerler. Nureddin Efendi'nin tekris töreni yapılırken bir adım daha atılmış ve Veliahd Murad'ın Masonlukta 18. dereceye yükseltilmesi töreni icra edilmiş, yani artık "Üstad" olmuştu.

Belki çoğunuz şaşırdınız ama konuyla ilgili belgeler, Masonların matrikül defterindeki kayıtlar Paris'teki Bibliothêque Nationale'dedir; dahası, Boğaziçi Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Edhem Eldem'in dediğine bakılırsa, V. Murad'ın oğlu Salahaddin Efendi "İhtimam" adlı hatıratında babasının Masonlarla yazışmalarından genişçe bahsetmektedir. Anlayacağınız, kanıtları bol bir olay karşısındayız.

Nihayet Murad Efendi, 30 Mayıs 1876 günü bir askerî darbeyle tahta oturtulur. Ancak hesaplar tutmamış, kendisine büyük ümitler bağlanan V. Murad kısa sürede aklî dengesini yitirmiş, cinnetin sınırlarına çarpmaya başlamıştır. Sadece 93 gün sonra cülus protokolünü tamamlaması için gereken "kılıç alayı" dahi yapılamadan (yani tam padişah olmadan) aynı cunta tarafından tahttan indirilecekti. Şimdi sıra, 3 ay öncesine kadar hiç hesapta olmayan 'sinsi' Şehzadeye gelmişti, Abdülhamid'e.



Şehzade Abdülhamid'i amcası Sultan Abdülaziz ve kuzeni Yusuf İzzeddin ile Avrupa gezisi dönüşünde Avusturya'dayken gösteren bu nadir fotoğraf, İBB'nin "Sultan II. Abdülhamid Arşivi İstanbul Fotoğrafları" kitabından alınmıştır.

Halbuki işler nasıl da inceden inceye planlanmıştı. Bir Mason hanedan üyesi tahttaydı. Avrupa memnundu, cunta memnundu, Masonlar memnundu. Padişah da babası "Abdülmecid'in ıslahat fikirlerini daha köklü ve daha geniş bir plan dahilinde tatbik etmek tasavvurunda idi."

Peki neydi bu plan?

Onun ne menem bir şey olduğunu Büyük Doğu (Grand Orient) Locasından V. Murad'ın dostu Skalyeri'ye yazılan mektupta ayan beyan görebiliyoruz:

"Sevgili kardeşim, eserinize devam ediniz ve yeni kardeşe 2. ve 3. dereceleri aynı gizlilik içinde veriniz. Öyle yapınız ki, bu derecelerin tedrisatı aklında ve kalbinde silinmeyecek izler bıraksın. Böylece Masonluğa, vatanınıza ve insanlığa çok büyük bir hizmette bulunmuş olacaksınız."

Nitekim İttihatçıların meşhur Dr. Nazım'ı da, Meşrutiyet'ten hemen sonra Fransa Maşrık-ı Azam'ında "Farklı gökler altında ama aynı 'eser' için çalışıyoruz" sözlerini sarf edecekti.

Peki neydi Abdülhamid'in müdahalesi yüzünden aksayan ve ondan sonra yapımına devam edileceği söylenen bu 'eser'? Siz cevabı düşünedurun, ben Abdülhamid'in Masonik dalgayı nasıl göğüslediğini özetleyeyim:

1870'lerde devleti ele geçirme planları yapan Mason locaları, Abdülhamid'in ağırlaşan politik baskıları yüzünden belirleyici güç olmaktan çıkmış, siyaset dünyasındaki varlıklarını duruma göre düzenleyen bir teşkilat halini almıştı. Bir zamanlar devleti yönetmeye kalkan Masonlar, Sultan Hamid döneminde geri adım atarak içe kapanıyor ve yeni bir uyanışı iple çekiyorlardı.

(..)

Yazıda Semih Tezcan ve İsmail İşmen'in "İlk Türk Masonları ve Sultan Murat V" (1968) adlı kitapçığı ile Edhem Eldem'in "Toplumsal Tarih"in Eylül 1996 ve Suha Umur'un "Tarih ve Toplum"un Ocak 1987 tarihli sayılarındaki yazılarından faydalandım.

06 Ocak 2010
DEMİREL'DEN MASONİK TEHDİT
Ergenekon savcılarının sorularından rahatsız olan Demirel mosonlara has simgelerle tehdit etti...

Eski Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel Milliyet'ten Fikret Bila'ya konuştu.....

Savcıların, Hava Kuvvetleri Komutanı emekli Orgeneral İbrahim Fırtına’ya yönelttikleri sorulardan bazıları da 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’le ilgiliydi. Fırtına'nın verdiği cevaplar sonrası cevap sırası Demirel'e geçti...

Demirel'in cevap cümleleri arasında geçen, masonlar arasında anlamıyla bilinen ve yaygın olarak kullanılan deyim olan " dikili taşı yıkmak istiyorlarsa, o dikili taş başlarına geçer.” cümlesinin derin anlamını tercüme etmeye yardımcı olalım ......

Masonların önem verdikleri sembollerden biri de, Eski Mısır mimarisinin önemli unsurlarından biri olan "obelisk"tir. Üzerlerinde Eski Mısır'ın hiyeroglif yazıları kazınmış olan obeliskler, asırlar boyu toprak altında gizli kaldıktan sonra 19. yüzyılda gün ışığına çıkarılmış ve daha sonra da New York, Londra ve Paris gibi Batılı kentlere taşınmışlardır. Bunlardan biriside Sultanahmet meydanında bulunan "dikilitaş"tır. Obelisklerin en büyüğünün gönderildiği ülke ise ABD'dir ve bu işi masonlar organize etmişlerdir. Çünkü obeliskler ve üzerlerinde taşıdıkları Eski Mısır figürleri, masonlarca kendi sembolleri olarak kabul edilmektedir.

Mimar Sinan dergisinde, New York'taki 21 metre boyundaki büyük obelisk için şu yorum yapılır:

"Mimari avadanlığın sembolik kullanılışında en canlı misal 1878 yılında Mısır Hidîvi İsmail tarafından ABD'ne hediye edilen ve adına Kleopatra iğnesi denilen anıttır. Bu anıt bugün New-York'taki Central Park'ta bulunmaktadır. Üzeri masonik amblemlerle doludur. Anıt aslında Heliopolis'te Güneş-Tanrı adına kurulmuş olan ve bir inisiasyon merkezi olan tapınağın girişine MÖ 1500 yıllarında dikilmiş bulunmakta idi."

Anlaşılan Demirel masonik literatüre çok yatkın......

Fikret Bila/Milliyet
Demirel: Türkiye cadı kazanına döndü

Basına yansıyan haberlere göre, savcıların eski Hava Kuvvetleri Komutanı emekli Orgeneral İbrahim Fırtına’ya yönelttikleri sorulardan bazıları da 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’le ilgiliydi. Savcıların, emekli Org. Fırtına’ya, “Sarıkız kod adlı plandan ve bu plan çerçevesinde yürütülen çalışmalardan Demirel’in haberi var mıydı? Mustafa Özkan sizin yanınıza gelmeden neden Demirel’e uğramasının sebebi nedir? Bu şahıs, Süleyman Demirel’den size ne mesaj getirdi?” biçiminde sorular yönelttikleri kamuoyuna yansıdı. Fırtına’nın da belirtilen görüşler hakkında “Bilgi sahibi değilim” yanıtını verdiği de haberlerde yer aldı.
9. Cumhurbaşkanı Demirel’le, dün bu konuyu konuştum. Demirel, savcıların gündeme getirdiği konularla ilgili olarak şu değerlendirmeleri yaptı:

‘Cadı kazanı’
“Türkiye cadı kazanına döndü. At izi it izine karıştı. Neyin önemli neyin önemsiz olduğu da birbirine karışmış durumda. Her gün ortaya yeni bir şey atılıyor. Ne aranıyor, ne amaçla aranıyor, anlayabilmiş değilim. Kumandanların sorgulanması sırasında benim adım geçiyor. Üçüncü şahıslar arasında geçiyor. Bu benim dışımda bir olay.”

‘50 kişi görüş sorar’
9. Cumhurbaşkanı Demirel, komutanların Mustafa Özkan aracılığıyla kendisinden görüş aldıkları iddiasına ise şu karşılığı verdi:
“Şimdi ben buna ne diyeyim? Benden günde 15 ile 50 kişi arasında görüş soran, görüş alan olur. Ben düşünceleri görüşleri gizli, saklı olan biri değilim ki? Düşüncelerim, görüşlerim ortada. Daha yine yılbaşı vesilesiyle görüşlerimi ortaya koydum. Görüşlerimi isteyen o beyanımda okur, öğrenir. Benim düşüncelerim belli.”

‘Ben de söylemezsem’
Demirel, vatandaşların her gün kendisini ziyaret ettiğini, görüşlerini öğrenmek istediklerini anımsattıktan sonra şöyle devam etti:
“Yılbaşı vesilesiyle yaptığım açıklamada görüşlerimi çok açık bir şekilde kamuoyuyla paylaşmıştım. Eğer ben görüşlerimi söyleyemeyecek durumdaysam, kimse söylemez. Sorgu sualle bana bir şeyler bulaştırmak isteniyorsa, bana bulaşmaz, kendilerine bulaşır. Eğer Türkiye’de dikili taşı yıkmak istiyorlarsa, o dikili taş başlarına geçer.”

‘Sarıkız ve Demirel’
Demirel, Türkiye’de hadise ihdas edilmeye çalıştığını belirterek, şu değerlendirmeyi yaptı:
“Türkiye’de hadise ihdas etmek, olay çıkarmak için kaşımalar yapılıyor. Bu doğru bir yol değildir. ‘Sarıkız ve Demirel’ diye bir olay orta yerde. Benim gördüğüm, yapılanlar dedikodu kazanının mahkemeye çıkarılmasıdır. Başka bir şey değildir. Ortaya atılan olaylarla benim aramda ilgi kurulmaya çalışılıyor. Ama böyle bir şey yok.”

Benimle ne ilgisi var?
Demirel, savcıların yönelttiği sorularda isminin geçmesini şöyle değerlendirdi:
“Haberlere ben de baktım. Başka kişiler arasında bazı konuşmalar geçtiği iddia ediliyor. Bu kişiler arasındaki konuşmalarda benim adım geçiyor. Ben bu olayın neredesindeyim, hiçbir yerinde. Bazı kişiler kendi aralarında konuşmuş deniliyor. Benimle ne alakası var? Benim dışımda yapılmış konuşmalar olduğu iddiasıyla sorular sorulmuş. Tümüyle benim dışımda.”
aktifhaber

Bülent Arınç Mason mu?
Anafor
04.01.2010

Büyük Kulüp adıyla bilinen ve mason örgütlenmesi olduğu iddia edilen bir kuruluş vardır. Elimde somut kanıt olmadığından, böyle bir iddiayı tekrarlamak niyetinde değilim. Ancak, burada bizi ilgilendiren, mason örgütlenmesi olduğu iddia edilen Büyük Kulüp üyelerinin arasında üst düzey AKP yöneticilerinin olmasıdır.

Vakit gazetesi, 14 Haziran 2008 tarihinde, İlker Başbuğ’a saldırmak amacıyla, Büyük Kulüp’ün aslında bir mason örgütlenmesi olduğu iddiasını ortaya atınca, Büyük Kulüp YK Başkanı Duran Akbulut yaptığı açıklamada AKP’li üyelerini de açıklayıverdi:

“AKP milletvekili Sn. Şaban Dişli, AKP E. Milletvekili ve Milli Savunma Başkanı Sn. Cengiz Kaptanoğlu, AKP E milletvekili Sn. Muharrem Eskiyapan, 22. dönem AKP İstanbul milletvekili Sn. Gülseren Topuz, 22. dönem İstanbul milletvekili ve İçişleri Bakanı Sn. Abdülkadir Aksu ve halen Akparti Başkan vekili Sn. Mehmet Dengir Mir Fırat da üyeliğinden onur duyduğumuz üyelerimiz arasındadır.”

Yani, eğer Vakit ve dinci bezirgan kuruluşların ve emekli tarih öğretmeni Cezmi Yurtsever’in iddiası doğru ise, o halde AKP’nin şu an 2 ve 3 numaralı isimlerinin de bir mason örgütü üyeleri olduğu ortaya çıkmış oluyor! Bu durumun ortaya çıkması, doğal olarak, AKP’de suskunlukla karşılandı!

Masonların 100. örgütlü varlığını kutlamaya devletin kurumlarının da katılımını en azından sessiz kalarak onaylayan AKP hükümeti, kendi üst düzey yöneticilerinin Büyük Kulüp üyeliğine de sessizlikle cevap verdi!

Bu durum, bana, şimdi anlatacağım daha eski bir olayı hatırlattı.

AKP'nin, hükümeti kurar kurmaz, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’e, görülmekte olan türbanla ilgili bir dava nedeniyle avukat göndermesi gerekiyordu.

Kimi gönderdiler dersiniz?

Münci Özmen. Dışişleri bürokratlarından olan Münci Özmen, AİHM’de, şimdiki ABD Büyükelçisi Namık Tan’ın ifadesiyle, “hükümetin görüşünü” yansıttı.

Peki, daha sonraları “velev ki siyasi simge” diyerek radikal türban savunuculuğu yapan hükümetin görüşü ne idi, dersiniz?

“Devletlerin eğitim kurumları üzerinde bu tür düzenlemeler yapmaya hakkı”

vardır! Aynen böyle! Münci Özmen’in mason olduğu iddiaları daha önce sıklıkla dile getirildi. Ben şimdiye kadar, bu iddianın yalanlandığını duymadım.

Aynı şekilde, AKP hükümetinin protokol müdürlüğünü yapan, 4 yıl Brüksel Büyükelçiliği görevinden sonra Dışişleri Bakanlığı Başdanışmanı görevine başlayan Fuat Tanlay da, şu an Ergenekon adı verilen davada tutuklu yazar Ergün Poyraz’ın açıklamalarına göre mason!

AKP’nin üst düzey yöneticilerinin, milletvekillerinin mason olduğu iddialarından sonra, AKP iktidarı döneminde yıldızı parlayan bürokratların da mason olduğu iddialarını ciddiyetle analiz etmek zorundayız.

Çünkü, mason ilişkisi AKP’nin kimin hükümeti olduğu sorusunun da cevabı olacaktır.

Bu noktada, önemli bir soru ortaya atacağım: AKP’nin dört kare asından birisi olarak gösterilen Bülent Arınç da mason olabilir mi?

Bu sorunun bende oluşması, Ergün Poyraz’ın “Musa’nın Mücahiti” kitabından bir anekdotu hatırlamamla başladı.

Poyraz kitabında, Bülent Arınç’ın büyük mason üstadı olduğu artık herkesçe bilinen İhsan Doğramacı’dan övgü dolu sözlerle bahsetmesini konu ediyordu.

15 ve 16 Mart2007 tarihlerindeki günlük gazetelerde yer alan haberlere göre, TBMM Başkanı olarak, Doğramacı’yı telefonla arayarak, “müjdeyi bizzat verdiğini” açıklayan Bülent Arınç, TBMM Onur Ödülü’nün Türkiye’nin eğitimde kanayan yarası YÖK’ün kurucusu Doğramacı’ya verilmesini “Türkiye'ye yaptığı katkılardan dolayı” şeklinde açıklıyordu.

Liberallikleri safsatadan öte gitmeyen sözümona aydınların bugünlerde dillerinden düşürmedikleri “askeri vesayet”e biat konusunda en aşırı örnek olabilecek İhsan Doğramacı’nın, ülkemizin en üst makamı olan TBMM tarafından onurlandırılmasının nasıl bir “metin altı anlamı” olabilir?

Hele ki, bu seçimin Abdullah Gül tarafından önerilmiş ve TBMM Başkanlık Divanı tarafından oy birliği ile karar altına alınmış olduğunu da göz önüne alırsak, yüksek öğrenim sistemini tepetaklak ederek, bugünkü bilimden uzak üniversitelerin oluşmasını “başaran” Doğramacı’ya ödül verilmesinin kendisinin mason olması ile ilişkisi var mıdır, sorusu haklılık kazanır mı?

Kazanır ise, bu ödülün Bülent Arınç tarafından verilmesine özel bir anlam yüklemek doğru mudur? Bu soruların cevaplarının hayati derecede önemli kazandığını düşünüyorum.

Arınç başka bir vesile ile, diyor ki:

“Şunu açıklıkla söylüyorum. Türkiye’de masonlardan daha fazla gericiler yoktur. Hala iki bin yıllık Hiram ustalarının efsanelerine inanıyorlar. Hala pergelin, gönyenin, malanın peşinden koşuyorlar... Hala dul kesesi öpüyorlar... Hala gözleri kapalı sağda solda dolaştırılıyorlar...”

İlericilik-gericilik tartışmasında geleneğe bağlılığı, kültürel kökleri savunmayı sola karşı argümanlaştıran sağ geleneğin laf cambazlığını hitabet sanatıyla süslemesini göz önüne aldığınızda, bu sözlerde, kesin olarak saf eleştiri vardır, diyebilir misiniz?

Solcuların gericilik eleştirisini, geleneğe bağlılığa saldırı olarak tersyüz eden sağ geleneğin demagojilerine aşina iseniz, bu cümleleri sarf eden bir kişinin kesin olarak eleştiri getirdiğini söyleyemezsiniz.

Bir de şu sözlere bakalım:

“Bir işi Allah takdir etti mi, hiçbir beşeri kuvvet yoktur, onu önleyemez. Bir ışık, bir nur, bir ziya ki, onu Allah yaktı. Kimse onu üfleyerek söndüremez.”

Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Derneği’nin, Beyoğlu’nda, ismini kendilerinin belirlediği Nur-u Ziya Sokak’ta yerleşik olması gerçeği bir yana, “nur ve ziya” masonlar arasında gerçeğin ışığı, “nur ve ziyaya kavuşmak” ise, mason locasına kabul edilmek anlamında kullanıldığını belirtelim.

Ben, tekrar etmeliyim ki, Bülent Arınç’ın herhangi bir mason locasında üyeliği hakkında kanıtlara dayalı bir iddia ortaya atmıyorum.

Türkiye’de, bilime, ülkeye, siyasete çok daha fazla katkıda bulunmuş o kadar insan varken, TBMM Onur Ödülü’nün neden ülkenin eğitim sisteminin parçalanmasına katkıda bulunmuş ve masonluğunu kendi ağzından itiraf etmiş birisine verilmesini sorguluyorum.

Bu “iş”i neden AKP’nin ve neden en önde gelen yuneticilerden Bülent Arınç’ın üstlendiğini sorguluyorum. Övgü veya yergi dile getirirken kullanılan ifadeleri sorguluyorum. Kafasında kendi özgür iradesini taşıyan her insan gibi gerçeği arıyorum.

Ne dersiniz? Olayı, “masonlarla iyi geçinmek adına” AKP tarafından verilmiş bir taviz olarak mı değerlendirmeliyiz? Yoksa, AKP üst yönetimi ile mason kuruluşlar arasında daha güçlü bağlar mı söz konusudur? Görüş ve yorumlarınızı bekliyorum.

Kaynak: Anafor
acikistihbarat.com

MASON KADINLAR kapı dışarı EDİLDİ
[img]http://www.anadoluhaberim.com/upload/resimler/haber/phvRUig8mason.jpg [/img]
15 Şubat 2010, 18:29 Anadolu Haber

Kadın Mason Mahfili'ni çatısı altından çıkarma kararı aldı.

Özgür Masonlar Büyük Locası, 1991'de kurulmasına izin verdiği, sadece kadınlardan oluşan Kadın Mason Mahfili'ni çatısı altından çıkarma kararı aldı.

Özgür Masonlar Büyük Locası, 1991'de kendi bünyesinde farklı bir statüde kurulmasına izin verdiği, sadece kadınlardan oluşan Kadın Mason Mahfili'ni çatısı altından çıkarma kararı aldı. Karar, kadınlar arasında şok etkisi yaptı.

Özgür Masonlar Büyük Locası, 1991'de kendi bünyesinde farklı bir statüde kurulmasına izin verdiği, sadece kadınlardan oluşan Kadın Mason Mahfili'ni çatısı altından çıkarma kararı aldı. Toplam 14 bin masonun büyük bir çoğunluğunu temsil eden Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası, Özgür Masonları kadın masonlara yönelik ılımlı yaklaşımı sebebiyle "üvey kardeş" olarak kabul ediyordu.

Kadın masonlara yönelik bu katı yaklaşımın, Fransız ritinine bağlı Özgür Masonlar Büyük Locası'nı da etkisi altına alması, Türkiye'deki masonların son yıllarda bağlı oldukları ritinleri de geride bırakarak radikalleştiklerinin en temel göstergesi kabul edildi.

DIŞLANDILAR

Özgür Masonlar Büyük Locası'nın Türkiye'de halen kadınları loca içinde kabullenememeleri masonların inançlarının daha da radikalleştiğini ortaya çıkardı. Özgür Masonlar Büyük Locası, 1991'de kendi bünyesinde farklı bir statüde kurulmasına izin verdiği, sadece kadınlardan oluşan Kadın Mason Mahfilini, çatısı altından çıkarma kararı aldı.

Kadınlar, Türkiye'deki iki büyük mason locasından ılımlısı kabul edilen Özgür Masonlar Büyük Locası'ndan da dışlanmış oldu.

Spekülatif masonlar
Masonluk içinde kadın masonlara "spekülatif mason" tanımı uygun bulunmuştu. Erkeklerden oluşan ve tam anlamıyla gerçek mason kabul edilen masonlara ise "operatif mason" deniliyordu. Yüz elli yıllık bir tartışma olan kadın masonlar konusunda Fransa'da sadece kadınlardan oluşan locaların kurulmasına izin verilmişti.

Ancak bu kuruluşlar, bir süre sonra kadınlar tarafından aşağılayıcı bulunmuş ve Fransız localarının bünyesine kabul edilmişlerdi. Alınan kararla şok yaşayan 500 üyesi bulunan Kadın Mason Mahfili'nin, Fransız ritinine şikayet hazırlığında olduğu belirtildi.
aktifhaber

28 Şubat 2010
'Babam Yaşasa Silivri'de Olurdu'
28 Şubat'ın hayatta olmayan mimarı Güven Erkaya'nın oğlu Argun, o döneme ilişkin ilginç(!) tespitlerde bulundu.
Röportaj: Sanem Altan / Vatan

28 Şubat'ın hayatta olmayan mimarı Güven Erkaya'nın oğlu Argun, Erbakan'ın verdiği yemeğe dışardan rakı getirtilmesini ilginç bir şekilde yorumluyor. Argun Erkaya; "Babam yaşasa bugün Silivri!"de olurdu" diyor.

28 Şubat’la ilgili güzel, hatırlandığında insanı gülümsetecek bir anı ancak bu şekilde olabilirdi zaten. Argun Erkaya ile 28 Şubat röportajı yapmak. Argun, 28 Şubat’ın mimarlarından Deniz Kuvvetleri Komutanı Güven Erkaya’nın oğlu. Ama buluştuğumuzda çok şaşırdım. Galatasaray Lisesi’nden, turizmci, 45 yaşında, kibar, yumuşak neredeyse konuşmak istediğim konuyla hiç ilgili gözükmeyen, gülümseyen biriydi karşımdaki. Fikirlermiz taban tabana zıt ama tüm röportaj boyunca gülerek, bazen gözlerimiz dolarak konuştuk. Gerçekten artık benim güzel bir 28 Şubat anım var.

* 28 Şubat post modern darbesinin üzerinden 13 yıl geçti. Babanız bu hareketin mimarlarından Deniz Kuvvetleri Komutanı Güven Erkaya. Siz o dönemde kaç yaşındaydınız?
32 yaşındaydım. Babam hep 28 Şubat’ın mimarlarından gibi gösteriliyor ama bunu hiçbir zaman tek başına yapmadı. Orada bir komuta kademesi vardı. Ne yaptılarsa hep beraber yaptılar. Sözcülüğü babama düştü sanırım, o yüzden çok fazla öne çıktı. Ama laiklik çok önemliydi onun için, ondan hiçbir zaman ödün vermedi. Bu konuda hiç yumuşamadı.

* 28 Şubat zamanında babanız dolayısıyla Deniz Kuvvetleri Komutanlığı, bir başka Deniz Kuvvetleri Komutanı Özden Örnek’in günlükleri, Balyozda adının geçmesi, Eski Kuzey Saha Komutanı Feyyaz Öğütçü’nün tutuklanması, deniz kuvvetlerinin bir birliğinde Adi Başbakan parolası seçilmesi, kod adı Kafes Planı. Denizciler askerler arasında diğerlerinden biraz daha fazla “hassas” galiba laiklik konusunda...
Aynı şeyi ben de düşündüm, hatta geçen yaz Hurşit Tolon’la karşılaştım, ona da sizin bana sorduğunuz gibi sordum, “Niye bunlar ağırlıklı denizci” dedim. O da cevap veremedi, bilmiyor. Ben de bilmiyorum. Ama denizciler inanılmaz baskın gerçekten.

Babam orucunu da tutardı içkisini de içerdi, dinsiz değildi

* Güven Erkaya 2000 yılında vefat etti. Yaşıyor olsaydı, son üç senede olanları nasıl değerlendirirdi sizce?
Babam çok çalışan biriydi. Emekli olduktan sonra da durmadı, başbakan Mesut Yılmaz’ın Boğazlar konusundaki baş danışmanı oldu. Ben de onu düşünüyorum, şu anda yaşıyor olsaydı, kimbilir nerede olurdu? Herhalde Silivri’de. Biz oraya gidiyor, geliyor olurduk. Aklım almıyor bu olanları. Atatürkçü olanları böyle durumlara düşürmek ayıp gerçekten. Laik oldun mu dinsiz gibi gösterirlerdi, o 28 Şubat döneminde de. Oysa ki bilirim her gemide bir Kuran vardır. Babam orucunu da tutardı, içkisini de içerdi. Ramazan ayında ibadetini de yapardı.

* Babanızın o dönem Erbakan’ın, Askeri Şura toplantısında verdiği akşam yemeğinde rakı istemesi, çok konuşulmuştu. “Güven Erkaya ve içki” denilence aklıma bu geliyor.
O bir protestoydu. 39 derece ateşi vardı o yemekte. Ayakta zor duruyordu. Hastaydı. O işler çok abartıldı. Benim babam dinsiz bir adam değildi tabii ki. Çok da okuyan bir adamdı. O yüzden bu işler böyle yansıtılınca, üç dört defa Kuran’ı okudu. Her sabah 06.30’da kalkıp okurdu. Kuran’ı iyi bilirdi. Din karşıtı değildi. Erbakan ve Refahçıların devleti uzun vadede ele geçirmeye çalıştıklarını düşünüyordu. “2005-2010 yılında bunu başaracaklarını ümit ediyorlar” derdi babam. Erbakan’ın yemeğine giderken anneme demiş ki “Büyük bir ihtimalle bize içki vermeyecekler, basını da bunu ispatlamak için çağıracaklar.” Annem de “Ne evhamlısın olmaz, öyle şey” demiş. Şura yemeklerinde basının davet edilmesi alışık olunan bir şey değilmiş çünkü. Gittiğinde kapıda basını görünce iyice anlamış. Yemek başlamış, babam garsondan rakı istemiş. Garson “Yok efendim” demiş. Babam ısrarla istemiş. Sonra, emir subayından dışarıdan rakı almasını rica etmiş. Rakı gelmiş bardağına koymuş. Amacı Erbakan’ın oyunun bozmakmış yani.

İrtica Türkiye için PKK’dan daha büyük tehlike derdi

* Neden bu kadar kuvvetli bir şekilde irticanın geleceğine inanıyordu. Babanızı bu kadar korkutan şey neydi aslında?
96 Ocak’ta, Herkes PKK’dan yakınıyordu, babam “İrtica Türkiye için PKK’dan daha büyük tehlike” demişti. Buna çok inanıyordu. “Bir parti yüzde 50’nin üstünde oy bile alsa, demokrasinin kuralları uygulanacak diye şeriata dayalı bir din devleti kurulmasına hiç kimse göz yummaz. Halk bunu askerden ister. Umarım işler bu raddeye gelmez” derdi. Hatta hatırlıyorum, darbe olacak korkusu yayılmıştı o sırada, babam darbe yanlısı biri değildi ama bu korkunun işe yaradığını düşünmüştü. Ve Genelkurmay Başkanı’na “Bu korkuyla Erbakan seçime gider koltuğu Çiller’e bırakır, Demirel de görevi Çiller’e değil Mesut Yılmaz’a verir. Bu taktiğin olması için karargahların ışıklarını daha çok açalım ve konuşma dozunu artıralım” demişti. 163’üncü madde kalktığı için irticayla nasıl mücadele edilecek yeni bir yasa lazım derdi. Hükümet ve Meclis bunu yapmazsa meşruiyeti tartışılır derdi. Aslında arkasından bir cümlesi daha varmış ama İsmail Hakkı Karadayı’nın ricası üzerine onu söylememiş, “O zaman bir boşluk doğar o boşluğu da dolduracak anayasal kuruluşlar vardır.”

Tansu Çiller darbe olacakmış havasını başbakan olmanın yolu gibi gördü

* Özer Çiller bana yaptığımız röportajda “28 Şubat Erbakan’a değil Tansu’ya yapıldı” demişti. Babanızla yaptığınız sohbetlerde askerin Çiller’e karşı olduğunu hissetmiş miydiniz?
Babam şahıslara karşı değildi. Ama şöyle bir şey hatırlıyorum, başbakanlık sanırım dönüşümlü olacaktı, Erbakan ve Tansu Çiller arasında. Tansu Hanım sanki darbe olacakmış gibi olan havayı, başbakan olmak için yararlanabileceği bir şey gibi düşündü ve bu ortamı destekledi. Ama sonra darbe olacak bilgisini askerlerin aleyhine kullanmak istedi. Bülent Orakoğlu vardı başında, bir istihbarat birimi kurmuşlardı, İçişleri Bakanı Meral Akşener’e bağlı. Deniz Kuvvetleri İstihbarat Bölümü’ne de babam anlatmıştı, bir casus sokuyorlar. Darbe olacak bilgisini topluyorlar. Çiller’in bu darbe girişimini engellemek için komutanların hepsini emekli etmek istiyor. Bilmiyorum herhalde Demirel’in kendisini seçmeyeceğini öğreniyor. Babam, Cumhurbaşkanı Demirel’e giden kararnameyi görmüş. Ama sanırım Demirel görmeden Münif islamoğlu, Demirel’in danışmanı, onu babama getirmiş. BÇG kurulduğunda da yine Deniz Kuvvetleri’nden bir er bunu Çiller’e ulaştırmıştı.

* Sanki babanızla röportaj yapıyormuşum gibi sorular sormaya başladım, beni bağışlayın lütfen ama bilebilirsiniz belki diye soruyorum. Hepimizin detayları merak ettiği konular bunlar çünkü...
Ben babamla çok vakit geçiremedim aslında. Biz de çoğu şeyi gazetelerden okurduk ama babam hangi cümleyi kurmuş bilirdim. “Bu sefer de işi Silahsız Kuvvetler çözsün” lafını duyduğumda kimin söylediğini bilmiyordum ama hemen babamın söylediğini anladım. Telefon açtım, sordum “Evet” dedi. Demokrat bir adamdı. Sohbetlerinde hep Türkiye’yi anlatırdı, soru bile sordurmazdı, açık konuşurdu. Taner Baytok ve babamın söyleşi kitabında çok anısı var anlattığı. Hepsine asla vakıf değilim ama tabii ki takip ediyorsun bir şekilde. Bildiğim bir şeylerse anlatarım size.

Demirel’in bir dönem daha Cumhurbaşkanı olmasını istedi

* Demirel 28 Şubat sürecinde askerin güvendiği biri miydi?
Babam 7 yıllık Cumhurbaşkanı olduğu sürede çok başarılı buluyordu Demirel’i. Hatta 5+5 formülü tartışılmıştı bir ara... Babam Demirel’in bir dönem daha Cumhurbaşkanı olmasını istemişti. “Demirel laiklikten taviz vermedi” derdi. Silahlı Kuvvetler’in yanında yer aldı.

* Aslında babanız irtica tehdidini MGK gündemine aldırmak için çok uğraşmış değil mi?
MGK toplantılarında irtica sorunun bir türlü gündeme aldıramamıştı. “Aldıramıyorum” derdi. Epey bir uğraştı, sonunda aldırabildi. Bir MGK’da konuşma yapmış sonra da...

* Batı Çalışma Grubu’nu kurdu...
“MİT Başbakan’a, içişleri Çiller’e bağlı, bilgi alamayız” endişesi duyuyordu babam. Sokaktan gelecek ayaklanmaları bilebilmek adına bilgi toplamayı istiyormuş. Böyle doğmuş o grup. Genelkurmay’a babam teklif etmiş bir grup kurmayı. Asker tehlike olarak kabul ettiği her şey hakkında plan da yapar grup da kurar, çünkü tehlike anında ne yapacağını önceden belirler. Kadir Sarumsak bilgi sızdırmıştı, bu gazetelere düşmüştü, iş öyle büyümüştü. Yapılan normal bir şeydi.

Çocukken ondan korkardım bakışları sert ve keskindi

* İyi bir lişkiniz vardı sanırım babanızla..
12 yaşında Galatasaray Lisesi’ne girdim, yatılıydım, babamlar zaten İstanbul’da bile değildi, sadece yaz tatillerinde beraber oluyorduk. Lisenin son senesinde de turizme bulaştım. 14 sene profesyonel turist rehberliği yaptım. Yani neredeyse hiç evde yoktum ben. Tam rahat vakit geçirecektik ki, hastalandı bu sefer. Ama en iyi, yakın arkadaşlarımdan biriydi babam. Her şeyi konuşabiliyordum onunla. Yeri doldurulamadı bizim için. Dertleşip akıl aldığım, önemli karar arifelerinde isteyerek danıştığım biriydi. Fikirlerine değer verirdim. “Şunu yap, bunu yap” demezdi, “Ben böyle düşünüyorum” derdi. Ben düşünürdüm, “Doğru söylüyor” derdim, kendim yapardım. Sıcak biriydi, sevecendi. Özel hayatında sert biri değildi. Çok çalışırdı. Eve gelen biri de değildi. Geldiğinde de çalışırdı ama desteğini hiç eksik etmedi bizden. Analiz ve tahlil yeteneği çok yüksekti. Çocukken muğriplere gitmeyi çok severdim. Devir teslim törenlerine ailecek katılalım isterdi babam, onlara beraber katılırdık. Çocukken korkardım aslında. Bakışları keskin, etkileyiciydi. Karşısında duramazdım. Sonra korkuyla dolu bir ilişkimiz olmadı. Hatta “16 bin kişiye söz geçiriyorum, bir oğluma söz geçiremiyorum” derdi. Saygı hep vardı. Hiç “Sen” demedim. “Baba naber?” derdim gerçi ama...

Emir komuta mantığı bana çok ters. Asla asker olmak da istemezdim. Disiplin de bana göre değil. Hiç dayanamazmışım. Ama düşünüyorum şimdi, 1974 Kıbrıs çıkartmasında babamın komutasındaki Kocatepe muhribi battı. 36 yaşındaydı babam o sırada, ben şimdi 45 yaşındayım, aklım almıyor yapabildiklerini. Gemi battığında çok üzülmüştük. Ben 9 yaşındaydım, babamın ne iş yaptığını ilk o zaman anlamıştım. Gölcük’teydik, gemi evin önünden geçmişti, o tuhaf bir histi.

Güven Erkaya kimdir?

1938 doğumlu Güven Erkaya, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin çeşitli kademelerinde görev yaptı ve 1992-97 yılları arasında Oramiral oldu. Kıbrıs Barış Harekatı sırasında Türk uçakları tarafından vurularak batan Kocatepe muhribinin komutanıydı. 28 Şubat sürecinde Deniz Kuvvetleri Komutanlığı yapıyordu. 24 Haziran 2000’da vefat etti.

Vakit’in “Hakkımızı helal etmiyoruz” manşeti bel altıydı

“Dinci basın çok acımasız ve bel altından vurdu çoğu zaman. O zaman çok öfkelenmiştik. Vakit’ten Abdurrahman Dilipak ve Hasan Karakaya’ya tazminat davası açmıştık. ”Hakkımızı helal etmiyoruz“ manşeti hem çok üzdü, hem de çok sinirlendirdi. Davayı kazandık. 15’şer milyarlık davalardı. Ödemediler, ”Belge elimize ulaşmadı“ dediler. Buna inanmıyorum. Çünkü bir vasıtayla benim iletişim bilgilerimi bulup faks gönderdiler. Hatta faksı size getirdim, bakmak isterseniz. Faizlenmiş sonra bu. Bu miktarlara gelmiş. Hatta hâlâ ödemediler. Uğraşıyorlar.”

“Masonum” denmez ama evet ben Masonum

“Masonum. Özgür Masonlar grubu vardır, oradayım. Başka bir grup daha var. Aynı mantık ama yöntemlerimiz farklı. Ben 2000 yılında girdim. Ölmeden önce babama da sordum, ”Tabii gir, güzel bir şey, kötülüğü yok“ dedi. Kendisi değildi ama muhtemelen arkadaşları vardı. Ben kendimi geliştirmek, entelektüel düzeyimi artırmak, daha iyi insan olmak için girdim. Amacımız, ham taşı küp haline getirmektir, pürüzsüz hale getirmektir. Bu, kendi kendinizle hesaplaşıp kötü yanlarınızı ortaya çıkarıp törpülemeniz içindir. Kendinizi eğitiyorsunuz. ”Masonum denmez aslında. Bu gelinebilecek en büyük mertebe, öyle hemen Mason olamazsınız. Olmaya çalışırsınız, işin felsefesi bu. Tassavvufa benzer yanları vardır. Toplantılar yaparız. Her seferinde bir konu seçilir. Biri o konuyu araştırıp anlatır. Ahilik, sabetaycılık gibi, ben genellikle Atatürk’ü çok merak ederim, bu konuda araştırıp konuşma yaparım. Bir ritüeli, bir şekli var. Bir açılış yapılır.”

23 Mart 2010
Büyük Kulübe Üye Generaller
1882’de kurulan, iş adamı, siyasetçi ve sanatçıları bünyesinde barındıran Büyük Kulüp, genelkurmay başkanlarının üye olması ile de gündemden düşmüyor.

Üç eski genelkurmay başkanı İsmail Hakkı Karadayı, Hüseyin Kıvrıkoğlu ve Yaşar Büyükanıt oradaydı. Emekli generallerden de Cumhur Asparuk, Necati Özgen, İlhan Kılıç, Necdet Timur göze çarpanlar arasındaydı. Emekli Orgeneral Çevik Bir ile Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Salim Dervişoğlu zaten rakip listelerden aday oldukları için yarış hâlindeydiler.

Buna karşılık, iki sene öncesine kadar üyeliğinin devam ettiğini bildiğimiz, Türkiye’nin zor süreçlerinde görev yapmış eski Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök orada yoktu. Yine eski Genelkurmay Başkanı Mustafa Necdet Üruğ, eski Deniz Kuvvetleri Komutanı Vural Bayazıt, 12 Eylül’ün Millî Güvenlik Konseyi Üyesi Oramiral Nejat Tümer de ya üyelikleri düştüğü için ya da çeşitli sorunları sebebiyle katılmamışlardı, 14 Mart’taki Büyük Kulüp seçimlerine. Şimdiki Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’u ise oy kullanmak için görmek açıkçası sürpriz sayılabilirdi. Zira TSK İç Hizmet Kanunu’nun 43. maddesi, ‘Silahlı Kuvvetler mensuplarının derneklere girmeleri, bunların siyasi faaliyetleri ile münasebette bulunmaları, her türlü siyasi gösteri, toplantı işlerine karışmaları ve bu maksatla nutuk ve beyanat vermeleri ve yazı yazmaları yasaktır’ maddesi akıllara gelecekti. Ya da 1. Ordu Komutanlığı görevini tamamladıktan sonra 2006’daki Yüksek Şûra’da Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na geldiği sıralarda, 9 Aralık 2006’da Büyük Kulüp’e üyeliği kabul edilen Başbuğ, üyeliğini, 43. madde gereği Millî Savunma Bakanlığı’na bildirmişti. Bilmiyoruz tabii.

Askerler, kuruluş hikâyesi 1880’lere inen Büyük Kulüp’e her zaman ilgiliydi, ancak bu ilgi son zamanlarda ortaya çıkan fotoğraftan da anlaşılacağı üzere üst düzeye çıkmıştı. Kimi muvazzafken, kimi emekli olduktan sonra duhul etmişti kulübe. İşin ilginç tarafı, hepsi de genelkurmay başkanı olan İsmail Hakkı Karadayı, Hüseyin Kıvrıkoğlu, Hilmi Özkök, Yaşar Büyükanıt ve İlker Başbuğ paşaların Büyük Kulüp’e peşi sıra üye olmalarıydı.

Büyük Kulüp’ün 1987’de yayımladığı üye listesine kabaca baktığımızda, Oramiral İrfan Tınaz, Orgeneral İrfan Tansel, General Kaya Yazgan, Orgeneral Kemal Atalay, Orgeneral Kemal Kayacan, Orgeneral Haydar Sükan, Kıdemli Albay Muzaffer Ataklı, Amiral Necdet Şenergun, Koramiral Nejat Serim, Millî Güvenlik Konseyi Üyesi Osman Sedat Celasun, Orgeneral Selahattin Demircioğlu, Korgeneral Selahattin Çetiner, Hava Korgeneral Süleyman Muammer İnal ve daha pek çok rütbeli ismin eski üyeler arasında olduğu gözlerden kaçmıyordu. Yeni süreçte de başka askerî üyeler vardı ancak Büyük Kulüp kapalı bir kutu olduğu için onları bilme imkânı yoktu.

Değil rütbelilerin, iç hizmet kanununa göre er ve erbaşların askerlik vazifelerini yaptıkları süreçte dahi bütün sivil üyeliklerinin askıya alındığını beyan etmelerine rağmen muvazzaf askerlerin hangi rütbede olursa olsun bu tür kuruluşlara üye olması nasıl açıklanabilirdi? Ve Büyük Kulüp’te asker üye alma veya askerlerin üye olma sevdası nereden geliyordu?

Işın sırrı muhtemelen şu noktadaydı. Büyük Kulüp tüzüğüne göre 1. Ordu Komutanı derneğin tabii üyesi oluyordu. Göreve başladıkları sırada Büyük Kulüp Yönetim Kurulu tarafından makamlarında ziyaret edilen komutana dernek üyeliği öneriliyor, ilgili komutan da olumlu cevap verirse şeklen bir inceleme sonrası üyeliği başlatılıyordu. Bu anlayış sadece askerlere yönelik değildi. Kulüp, zaten ülkemizdeki yabancılar tarafından kurulmuştu. 1930’ların sonuna doğru yabancı ağırlığı azalsa da onlara gösterilen kolaylıklar hep sürmüştü. 23 Nisan 1944’te, dışişleri bakanlarının kulübedoğal başkan seçildiği süreçte, Numan Menemencioğlu’nun başkanlığındaki toplantıda askerlerin üyeliği yazılı olmasa da kabul görmüştü. Başkan Duran Akbulut tarafından tarihçi-gazeteci Orhan Koloğlu’na hazırlatılan “Cercle d’Orient’dan Büyük Kulüp’e” kitabında bu husus gözler önüne seriliyordu: “Beşinci madde okundu. Bay Numan Menemencioğlu bu maddedeki başkonsoloslar kelimesinin kaldırılması ile İstanbul’da re’sen vazife gören muvazzaf konsoloslar tabirinin kullanılmasını teklif etti. Ve böylece düzeltildi. Lütfü Kırdar, bu maddedeki komutan, askerî komutanların da belirtilmesini istedi. Ali Haydar bunun düşünüldüğünü fakat belirtmenin lüzumu olmadığını beyan etti. Menemencioğlu ancak bir tek kumandanın yeterli olduğunu söyleyerek bunun en ileri gelen askerî komutan şeklinde düzeltilmesini istedi ve bu teklif kabul edildi.”

Buna ek olarak, bugünkü tüzüğün 5. maddesindeki ‘devletin üst düzey görevlerinde bulunanlarla ülkemize ve derneğimize büyük hizmet ve yararları dokunan kişiler yönetim kurulu kararı ile onursal üye olabilirler’ şeklindeki kayıt da bu yolun nasıl işlediğine ışık tutuyordu.

Büyük Kulüp Başkanı Duran Akbulut, henüz Kara Kuvvetleri Komutanı iken kulübe üye olan Orgeneral İlker Başbuğ’un eleştirilmesini eleştirmiş, 6 bine ulaşan üye sayısının 60’ını eski ve yeni genelkurmay başkanları, kuvvet komutanları, korgeneral ve koramirallerin oluşturduğunu açıklamıştı. Akbulut ayrıca siyasetle ilgilerinin bulunmadığını, derneğe ait mekânlarda siyasi toplantılar düzenlenmeyeceğinin de tüzük hükmü olduğunu deklare etmişti. Acaba öyle miydi? Bunun için geçmişe bakmak gerekiyordu.

Orhan Koloğlu’nun bizzat Büyük Kulüp arşivine dayandırarak yaptığı çalışma, geçmişten örnekler sergilemesi bakımından önemliydi. Ancak daha da önemlisi, Duran Akbulut’un, gazeteci Faruk Mercan’a “1950’li yıllardan bu tarafa burada hükûmetler yıkılmış, hükûmetler kurulmuş.” ifadesini kullanmış olmasıydı.

Büyük Kulüp fikri, 1 Aralık 1881’de, “Avrupalıların Osmanlı topraklarında sadece kendilerinin egemen olduğu, hiçbir yerlinin -daha açıkçası Osmanlı yönetimini temsil eden bir kimsenin- etkili olmayacağı bir mekanizmanın kurulması tasarlanarak” oluşturulmuş ve Büyük Britanya Büyükelçisi Sir Alfred Sandison’un girişimleri ile harekete geçirilmişti. İlk etapta 90 kişilik bir üye aday listesi tespit edildi. Kuruluş işlemlerini Sandison, Graziani, Wrench, Th. Mavrogordato, Testa, Kont Collobiano, Vigoureux, Wallace, Bertrand’dan müteşekkil 9 kişilik hazırlık komitesi yürütecekti. 1882’deki genel kurul toplantısında oturum başkanlığına Alman Büyükelçisi Baron Hirschfeld seçildi. İlk tartışma kurucu üyeler listesi konusunda oldu. Sultan II. Abdülhamid’in yaveri İzzet Bey’in kurucu olarak kaydı yapılmamıştı. Orhan Koloğlu’na göre, Sultan Abdülhamid’in, Avrupalı elçilerin başrolü oynadığı, önemli ticaret ve maliye uzmanlarının ve bütün yabancı askerî ataşelerin yer aldığı böylesi bir kurumu göz ardı etmesi düşünülemezdi. Bunun üzerine istifalar oldu. Bir ara yol olarak da hazırlık komitesinin başkanlığına İran elçisi Muhsin Han’ın seçilmesi tercih edildi.

1882’de kurulan Cercl d’Orient’in kurucular listesindeki 78 kişiden 59’u, Osmanlı vatandaşı değildi. İçlerinde sadece İran elçisi Muhsin Han Müslümandı. Koloğlu’nun düştüğü kayda göre, Osmanlı tebaası kişiler içinde de sadece üç Türk vardı: Münir ve Refet beylerle Yaver Paşa.

1882-1907 yılları arasında kulübe 518 yabancıya karşılık 52 Osmanlı vatandaşı dâhil olmuştu. 1908-18 yılları arasında, -önde gelenleri dâhil- İttihatçı bir yığılma ile karşılaşmamıza rağmen durum 279 yabancı, 129 Osmanlı vatandaşı şeklinde idi. Cumhuriyet kurulduktan sonra 1923-36 yılları arasındaki oran 322 yabancı, 92 Türk üye olarak kayıtlara geçmişti.

1944’te Cercle d’Orient ismi Büyük Kulüp olarak değiştirildi. Kuruluşun ismi Serkldoryan olarak da okunuyor ve yazılıyordu. Kendisi de Büyük Kulüp üyesi olan Hüseyin Cahit Yalçın, kulübün nasıl Türkleştirildiğini anılarında şöyle anlatıyordu: “1914 tarihine gelinceye kadar Beyoğlu’ndaki Küçük Kulüp (İstanbul Kulübü, bu adla anılırdı) tamamen bir ecnebi yuvası sayılırdı. Beyoğlu’nda hüküm süren Levanten ruhu Türk’ün en büyük, en durup dinlenmek bilmez düşmanıydı. Aleyhimizde her türlü iftiralar ve fena sözler Beyoğlu’ndan çıkardı. Bu Türk aleyhtarlığı propagandasında Beyoğlu’nun mühim iki kulübünün büyük hissesi olabilirdi. (…) İttihat ve Terakki bunun farkındaydı. Büyük Harbin çıkması Beyoğlu’nun kulüplerini Türkleştirmek için bir fırsat temin etmişti. Talat vesair ileri gelenler, Yüksek Türk memurlarının ve Türk gençlerinin Senkldoryan’a ve Küçük Kulüp’e girmelerini, oralarda bir Türk ekseriyeti vücuda getirmelerini, oralarda da etkili olmalarını istiyorlardı.”

Kulüp tarihine baktığımız zaman sürekli bir gelir-gider dengesi gözetmekle meşgul olunduğu göze çarpıyordu. Dengenin sağlanması ve gelir elde etmek için de kulüp kapıları dışarıdan davet ve davetlilere açılıyor, kâğıt oyunları dâhil çeşitli salon oyunları da devreye sokuluyordu. Açık arttıkça bu oyunlara zam da yapılıyordu. Ülkenin içinden geçtiği savaş ve ekonomik sıkıntı yılları kulübe de yansımıştı, doğal olarak. Bu sıkıntılar neticesinde bazı dönemler üye sayısı çok geriliyordu. Bu da kulübün maddi kaybı demekti. Böyle dönemlerde, cazibe merkezi olmak için yerli-yabancı önde gelen isimlerin kulübe üye olması teşvik ediliyordu. Kulüp bazen restoran ve eğlence merkezi gibi de işletiliyordu, gelir elde etmek için.

Kulübün cazibe merkezi olması için bir dönem dışişleri bakanları kulübün tabii başkanı sayıldı. Hükûmetlerle bırakın yakınlaşmayı, iç içe girildi böylece. Numan Menemencioğlu, Necmettin Sadak, sonrasında sabık da olsa Tevfik Rüştü Aras dahi başkanlık yaptı kulübe. Adnan Menderes döneminde de iktidarın ilgisini çekme çabaları sonucu Menderes’in bakanlarından Mükerrem Sarol başkanlığa getirildi. Menderes’in başbakanlık müsteşarı, mason Ahmet Salih Korur da bu yıllarda üye olmuştu Büyük Kulüp’e. Hükûmetlerle sıcak temas sonuç vermiş, Mason Üstadı Şükrü Kaya’nın önerisiyle masonların uykuya yattığı bir süreçte, 1936 ile 1954 yılları arasında Büyük Kulüp 350 yeni üye kabul etmişti.

27 Mayıs 1960’ın kaldırdığı toz duman içinde herkes bir köşeye çekilince kulüp yine maddi gelirden yoksun kalmıştı. Hem üye sayısını artırarak gelir elde etmek hem de darbecilerin cirit attığı ortamda onlarla yakın temasta olmak için 17 Mart 1962’de yeni bir karar alındı. “Kurucu Meclis üyeleri ile devletin birinci ve ikinci derecedeki yüksek kademelerinden ve muadili diğer devlet teşekküllerinden emekliye ayrılmış olanlardan kulübe girmek isteyenlerin müracaat tarihinde cari duhuliyenin yarısı” alınacaktı.

Buna rağmen böyle bir dönemde bile kulüp, 15 Eylül 1960’ta, yani 27 Mayıs’tan 4-5 ay sonra Hazine’ye 30 bin lira bağış yapmıştı. Bunu nasıl izah etmek gerekirdi? 27 Mayıs’tan hemen sonra, 17 Temmuz’da eski millî savunma bakanlarından Hüsnü Çakır’ın başkanlığa getirilmesi Koloğlu’na göre ‘askerî iktidarla hoş geçinmenin yolu’ olarak değerlendirilmişti.

Siyasetten uzak kalma çabaları ne derece geçerli idi dernek için? Yine Koloğlu’na kulak verirsek, kulüp, daha başlangıçta siyasetle meşgul olmama ilkesini kabul etmişti: “Bakkalına, hamalına kadar her köşesi ve kişisi siyasete bulaşmış olan Beyoğlu’nda bunun uygulanması kolay değildi. Özellikle de kulübün en koyu uluslararası siyasetçileri bir araya getirme amacı güttüğünün bilinmesi bunun zorluğunu daha da belirginleştirmişti.” Buna rağmen 1908’deki 2. Meşrutiyet’in ilanına kadar geçen dönemde, onca olaya rağmen kulüp zabıtlarında siyasete dair pek iz yoktu. Peki, nasıl oluyordu bu? “Kulübün içinde siyaset, dikkatlerden uzak baş başa yapılan görüşmeler ve okuma salonundaki yayınların izlenmesi ile yürütülüyordu.” Tabii o zamanki şartlarda.

9 Ağustos 1915’te sadrazam olduğu sırada, Alman elçisi Wangenheim’ın yerine Büyük Kulüp Başkanlığı’na seçilen Sait Halim Paşa, komite toplantılarına aralıksız başkanlık etmişti. Büyük Kulüp üyeleri Osmanlı’dan bu yana toplumun ve devletin ileri gelenleri arasında yer alıyordu. İbrahim Hakkı Paşa da Sultan Abdülhamid zamanında kulübe üye olmuş, 1911’de sadrazamlığa gelmiş üyelerden biriydi. Ve kulübe eskisi gibi devam ediyordu. Hatta “İtalya elçiliği müsteşarı Garbasso’nun, Libya için Osmanlı Devleti’ne savaş ilanı notasını 29 Eylül 1911 gecesi, Paşa kulüpte her zamanki gibi briç oynarken sunduğu” söyleniyordu.

1950’lerden sonra, Demokrat Partililerin de toplumun ileri gelenlerini oluşturmasıyla yerli üyeler arasında hariciyeciler, bürokrasi mensupları ile iş ve sanat dünyasından da katılımlar artmaya başlamıştı. 1944’te kadınlara da önce eş durumundan üyelik yolunun açılması ile kulüp üye sayısını artırmaya başlamıştı. Üye çocuklarının dörtte bir oranında aidatla kabul edilmesiyle, kulüp, 1987 albümüne göre 2660 kayıtlı üyeye ulaşmıştı. O albümde ilk göze çarpanlar arasında Aydın Doğan, Ayhan Şahenk, Vehbi Koç, Erol Sabancı, A. Cevher Özden, Ali Balkaner, Ulusoylar, Erdoğan Demirören, Güven Sazak, Fuad Bezmen, müteahhit notu düşülmüş Hüsamettin Özkan, Fethi Çelikbaş, Murat Vargı, İbrahim Polat, Kadir Hasoğlu (Has), M. Emin Cankurtaran, Eşref Cerrahoğlu, Metin Aşık, Mustafa Süzer, Saray Halı’nın sahibi Necati Kurmel, Nejat Basmacı, Osman Merzeci, Ömer Dinçkök, Raif Dinçkök, Semih Sohtorik, Şehmus Tatlıcı, Ünal Temelli, Vural Arıkan, Zeynep Ekren (Özal), Bülent Ulusu, bugün Ergenekon firarisi Bedrettin Dalan, Adnan Kahveci, baba Kaya Çilingiroğlu, Bülent Eczacıbaşı’nın kayınpederi Turhan Esener, Cevdet Akçal, -o zaman memur sıfatı ile- Mehmet Ağar, Erol Aksoy, Hüsnü Özyeğin, Faruk Süren, Sami Erdem, Yalım Erez, Melih Sipahioğlu, Reşid Şerif Egeli, Sadettin Bilgiç, Mesut Yılmaz ve kuzeni Erol Yılmaz Akçal, Emin Şirin, Safa Reisoğlu, Altemur Kılıç, M. Ömer Çavuşoğlu, Can Bartu, Ercan Arıklı, Rauf Tamer, Güngör Uras, Togay Bayatlı, Çetin Emeç, Erol Simavi, Malik Yolaç, Ertuğrul Soysal, Fahrettin Aslan, Ajda Pekkan, Celal Şengör’ün babası m. Cemalettin Şengör, Coşkun Kırca, Nevzat Ayaz, Nüzhet Kandemir, Ümit Pamir, MİT üst yöneticisi O. Nuri Gündeş, mason üstadı Enver Necdet Egeran bulunuyordu. Üyeler arasında gayrimüslim iş adamlarının sayısı da az değildi.

Üye sayısı 6 bine ulaşan Büyük Kulüp, toplumun önde gelen vitrin isimlerine kapılarını açmıştı. Yurt dışında da Belçika, İspanya, İngiltere, İtalya, Fransa ve Almanya’da kardeş kuruluşları olan ve üyeleri buralardan karşılıklı avantajlı faydalanan Büyük Kulüp, askerlerin yanı sıra AK Parti’den ve akla gelen pek çok kesimden ismi bünyesinde barındırıyor artık. İbrahim Tatlıses, Hikmet Çetin, Köksal Toptan, Aykut Kocaman, Gül Sunal, Tekin Akmansoy, Ahmet Özal, Gürsel Tekin, Muharrem Eskiyapan, Abdülkadir Aksu, Dengir Mir Mehmet Fırat, Tufan Türenç, Tevfik Altınok, Doğan Cansızlar, Okan Oğuz, Yalçın Sabancı, A. İhsan Karacan...

1882’de Baron De Hirschfeld ile başlayan başkanlık yarışı, Raif Dinçkök’ün 1976’dan 94’e kadar uzun yıllar görev yapmasıyla devam etti. Dinçkök’ün vefatıyla boşalan başkanlığa eski başbakanlardan Bülent Ulusu geldi. O da bayrağı 1996’da Duran Akbulut’a bıraktı. Artık başkanlık seçimlerinin listeler savaşına döndüğü Büyük Kulüp’te, 2006’da Aytaç Yalman ile Necati Özgen ayrı listelerden yarışmıştı. 14 Mart 2010’daki seçimlerde ise 28 Şubat’ın önde gelen isimlerinden Çevik Bir, Duran Akbulut’un; Salim Dervişoğlu da Gündüz Kaptanoğlu’nun listesinde yer alıyordu. Mehmet Nuri Kuriş de yarışa katılmıştı. Sonuçta Duran Akbulut 1344 oyla, sadece 75 oy farkla Kaptanoğlu’nu geride bırakabildi. Kuriş, 395 oy aldı.

Büyük Kulüp tarihi ile ilgili yazılmış fazla kitap yok. Şeffaflaşmadan bahsetmek söz konusu değil. Üyeler ve başkan da topluma açık durmuyor. Türkiye’nin en karmaşık dönemlerinde önde gelen insanları bünyesinde barındıran böylesine kuruluşların tarihe ışık tutacak bilgilere sahip olduğu muhakkak.

Mali sıkıntılarını geride bırakan Büyük Kulüp, artık trilyonlara da hükmediyor. Kadıköy Çiftehavuzlar’da, üyelerine, eğlenceden sosyal aktiviteye çok zengin içerik sunan Kulüp’te masalarda neler konuşuluyor bilinmez ama bilinen son dönem genelkurmay başkanları ile Çevik Bir gibi, 28 Şubat sürecinde ‘çok çalışan’(!) subayların buraya sadece yorgunluk atmak için gelmediğidir, herhâlde.

Büyük Kulüp başkanları

19.03.1882- Baron De Hirschfeld

15.03.1883-Muhsin Han

14.12.1891-S.E.M De Melidow

09.12.1899-Prince Maurocordato

15.12.1902-Baron De Calice

08.12.1906-Comte De Dudzcele

13.12.1909-Baron de Marschall

04.05.1912-S.E. Mahmud Muhtar

06.12.1913-Baron De Kangenheim

11.12.1915-Said Halim Paşa

26.12.1919-M. Reşit Paşa

09.12.1922-G.O. Wallenberg

19.12.1935-A. Hamid Tarhan

08.10.1936-Cemil Topuzlu

02.05.1942-Fethi Okyar

06.02.1944-Numan Menemencioğlu

21.03.1946-Necmeddin Sadak

28.02.1953- Saffet Baştımar

14.03.1955-Tevfik Rüştü Aras

04.03.1956-Cavit Ekin

09.03.1958-Mükerrem Sarol

17.07.1960-Hüsnü Çakır

23.02.1964-Hamdi Akça

07.03.1965-Ali Esad Birol

11.02.1971-Sahir Kurutluoğlu

25.02.1976-Raif Dinçkök

1994-Bülend Ulusu

1996-Duran Akbulut

Kaynak: Aksiyon

Balyoz'un Arkasındaki Mason Dernekler
04 Ağustos 2010
Balyoz Eylem Planı iddianamesinin ek klasörleri, cuntacıların mason dernekleriyle yakın ilişkisini gözler önüne serdi.
Destek veren listesinde masonlar birinci sırada...

Jandarma Kıdemli Albay Kubilay Aktaş'ın hazırladığı iddia edilen "Plana Destek Verecek Dernekler" başlıklı belgede, 321 dernek ve locadan 254'ü masonlara ait.

Listede derneklerin yanında "fraksiyonu" ifadesi dikkat çekerken, "Atatürkçü, Cumhuriyetçi",

"Atatürkçü, sol"

"Atatürkçü, yardım amaçlı"

ibarelerinin dışında"Mason" ibaresi bulunuyor. Listedeki "Atatürkçü" dernekler arasında

Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği'nin (ÇYDD) 27 şubesi,

Atatürkçü Düşünce Derneği'nin (ADD) de 22 şubesi yer alıyor.

"Atatürkçü, sol" ibareli dernekler arasında Halkevleri'nin 8 şubesi yazılmış. Mason dernekleri ve locaları arasında da Lions, Rotaract ve Rotary gibi notlar düşülmüş.

Kaynak: Zaman

Haberal'ın Arkasında Masonlar Var
23 Aralık 2010

Ergenekon Terör Örgütü’nün üyesi olduğu gerekçesiyle yargılanan Mehmet Haberal’ın bir türlü hastaneden çıkamamasının nedeni belli oldu.
Ergenekon Terör Örgütü’nün üyesi olduğu gerekçesiyle yargılanan Mehmet Haberal’ın bir türlü hastaneden çıkamamasının nedeni belli oldu. Ayakta tedavi edilebildiğine dair sağlık raporuna rağmen sürekli gizli bir güç tarafından korunan Ergenekon Sanığı Mehmet Haberal’ın arkasındaki gizli gücün Masonik ilişkiler olduğu iddia ediliyor. 3. Ergenekon İddianamesi’nde Haberal’da ele geçirilen belgelerde Haberal’ın Ankara Doğuş Locası’nın 424 no’lu üyesi olduğu ve kökü dışarıda olan Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası Büyük Sekreter Haluk Sanver’in, 23 Kasım 2000 tarihinde Haberal’a hitaben bir mektup yazdığı ve Haberal’ın Loca’ya düzenli aidat verdiği ortaya çıkmıştı. Akit’in ulaştığı bilgilere göre Ergenekon Sanığı Mehmet Haberal’ı, dostu efsane mason Haluk Sanver’in birkaç ay önce Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası’nın yeni büyük üstadı olan oğlu Remzi Sanver’in İstanbul Üniversitesindeki biraderlerini devreye sokup Haberal’ı korumaya aldırdığı iddia ediliyor.

MASONLARIN YENİ BÜYÜK ÜSTADI SANVER

Ergenekon Sanığı Mehmet Haberal’ın kadim dostu eski Locanın 32. büyük üstadı olan Haluk Sanver’in oğlu Remzi Sanver birkaç ay önce, Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası’nın yeni büyük üstadı oldu. Eski Büyük Üstad Salih Evcilerli’nin istifa etmesi nedeniyle olağanüstü seçime giden Masonlar, 5 aday arasından Sanver’i seçti. Locanın 32. büyük üstadı olan Remzi Sanver, mason locasının efsane isimlerinden Haluk Sanver’in oğlu. Bilgi Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Remzi Sanver, 5 aday içerisinde en genç aday olanı. Olağanüstü konvan (genel kurul), Loca’nın Taksim Nur-u Ziya Sokak’taki merkezinde yaklaşık 6 ay önce yapıldı. Konvanda ceza avukatı Önder Öztürel’in kazanması bekleniyordu. Bu sonuç sürpriz olarak değerlendirildi. İlk turda Öztürel ve Sanver en çok oyu aldı. Bunun üzerine diğer 3 aday ikinci tura girmedi. Doktor Ahmet Kalın’ı destekleyen Kaya Paşakay’a yakın isimler ikinci turda Sanver’e destek verdi. Fakat her iki aday da eşit oy alınca üçüncü tura geçildi. Bu turda rakibine 15 oy fark atan Prof. Dr. Remzi Sanver, büyük üstat seçildi. 8 Mayıs Cumartesi günü İstanbul Hilton Oteli’nde yapılan malî genel kurulda, Salih Evcilerli yönetiminin faaliyet raporu reddedilmişti. Bunun üzerine salonu terk eden Evcilerli de istifasını sunmuştu. Evcilerli, 2006 yılında yolsuzluk gerekçesiyle ihraç edilen Paşakay’ın ekibindeydi. Mahkemede beraat etmesinin ardından da 2010 başlarında kendisini yeniden Loca’ya almıştı. Asım Akin, Tunç Timurkan ve Can Arpaç gibi eski büyük üstadların başını çektiği karşı ekipse buna tepki göstererek malî genel kurulda faaliyet raporunun reddedilmesini sağlamışlardı.

3. İDDİANAME’DEKİ MASONİK İLİŞKİLER

İşte, Ergenekon Sanığı Mehmet Haberal’ın 3. Ergenekon İddianamesi’nde yer alan Masonik ilişkilerin anlatıldığı o bölümler: “-16 ile numaralandırılmış, Üzerinde Sayın Mehmet Haberal yazılı, içerisinde Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası (İstanbul Türkiye) başlıklı mektup bulunan zarf içeriğinde; Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası (İstanbul Türkiye) antetli 15 Aralık 2000 tarihinde Mehmet Haberal’a hitaben yazılmış Büyük Sekreter Haluk SANVER imzalı aidat ödeme ve İntizama dönüş içerikli mektup olduğu, 275 ile numaralandırılmış, 1 Adet üzerinde Mehmet Haberal adına yazılı açık zarf içinde Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası başlıklı 23 Kasım 2000 tarihli Haluk Sanver imzalı bilgisayarda yazılmış mektubun içeriğinde; Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası antetli büyük sekreter Haluk SANVER imzalı ve mühürlü, 23 Kasım 2000 tarihli 424 Mehmet HABERAL 010 DOĞUŞ MUH:.L:. “sı üyesi” hitaben yazılmış Mehmet HABERAL’ın Loca’ya üyeliği ve aidatlar ile ilgili bilgisayar çıktısı yazı olduğu.”

Hastane gibi ambulans

İkinci “Ergenekon Terör Örgütü” davası kapsamında tutuklu bulunan Prof. Dr. Mehmet Haberal’ın, Adli Tıp Kurumu’na sevkinin 2. defa engellenmesi kamuoyunda tartışılıyor.

Prof. Dr. Mehmet Haberal’ı, Adli Tıp Kurumu’na sevk etmek için tedavi olduğu İstanbul Üniversitesi (İÜ) Kardiyoloji Enstitüsü’ne gelen ambulansın, İstanbul’a geldiğinde, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a tahsis edilen ambulans olduğu öğrenildi. İÜ Kardiyoloji Enstitüsü yakın kaynaklardan edilen bilgilere göre, ambulans tam donanımlı... En üst seviyede ve en donanımlı cihazlar bulunan ambulansta, uzman doktorlar hazır bekletiliyor. Ergenekon sanığı Prof. Dr. Mehmet Haberal’ın, Başbakan Erdoğan’a tahsis edilen ambulansı dahi kabul etmemesi dikkat çekiyor.

Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı ve Metris Cezaevi yetkililerinin, Haberal ve avukatlarının, “Ambulans, Adli Tıp Kurumu’na sevk için yeterli değildir...” şeklindeki iddialarını ortadan kaldırmak için söz konusu ambulansı tahsis ettikleri öğrenildi.

ENSTİTÜ, HABERAL’I 2 DEFA ADLİ TIP KURUMU’NA SEVK ETMEDİ

Ergenekon davasına bakan İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi; Prof. Dr. Mehmet Haberal’ın, Adli Tıp Kurumu’na sevk edilmesine yönelik karar almıştı. İÜ Kardiyoloji Enstitüsü; 23 Kasım 2010 ve 20 Aralık 2010 tarihlerinde, Prof. Dr. Mehmet Haberal’ın Adli Tıp Kurumu’na sevkine uygun görüş vermemişti. Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı ve Metris Cezaevi’nden sorumlu Cumhuriyet Savcısı, 20 Aralık 2010 tarihli raporu, İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’ne iletmişti. İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi, İÜ Kardiyoloji Enstitüsü’nün raporu hakkında 3. defa karar alacağı öğrenildi.

Bilindiği gibi 3. Ergenekon İddianamesi’ne göre Başkent Üniversitesi Rektörlüğüne baskın yapıldığı, yapılan baskında üniversite rektörü Prof. Dr. Mehmet Haberal’ın odasının arandığı, aramalar sırasında el konulan evraklar arasında bulunan ve Haberal’a hitaben yazılmış bir mektup bulunduğuna dikkat çekiliyor. Mehmet Haberal adına yazılı açık zarf içinde Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Locası antetli, 23 Kasım 2000 tarihinde hazırlanmış ve Büyük Sekreter Sanver imzalı mektupta, Haberal’a ilişkin kişisel bilgiler bulunduğu, Haberal’ın Ankara Doğuş Locası 424 no’lu üyesi olduğu ve 424 no’lu üyenin düzenli yatırılmış aidat makbuzlarının yer aldığı belirtiliyor.

Kaynak: Yeni Akit

ÇYDD'nin masonlarla bağlantısı

Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği ve Çağdaş Eğitim Vakfı'nın mason localarıyla bağlantıları ortaya çıktı.
8 Aralık 2010
Ergenekon kapsamında haklarında iddianame hazırlanan Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği (ÇYDD) ve Çağdaş Eğitim Vakfı'nın (ÇEV) mason localarıyla bağlantıları ortaya çıktı.

Zaman'da yer alan haberdeki soruşturma dosyasına giren bir rapora göre, iki dernek 'deşifre' olmamak için burslarını kestikleri bazı PKK'lı öğrencileri masonların üyesi olduğu Türkiye Yüksek Şûrası'na yönlendirildi. Resmî adı Türkiye Fikir ve Kültür Derneği olan şûranın, PKK eylemlerinde gözaltına alınan S.A., A.D.T. ve Ç.T.'ye burs verdiği tespit edildi. İddianameye giren ÇYDD toplantı notlarında, "İsmi deşifre olanların kayıtları silinsin, ancak burs verilmeye devam edilsin." deniyordu. Masonlarla ilgili rapor, derneklerin bu konuda farklı bir yöntem daha izlediğini ortaya koydu.

Ergenekon soruşturması kapsamında hazırlanan ÇYDD iddianamesinde yer alan suçlamalardan biri de, derneğin, PKK'lı oldukları belirlenen öğrencilere burs verdiği idi. İddianameye göre Ergenekon'a 'eleman temini' ile görevli olan ÇYDD ve ÇEV, eylemlerde kullanmak üzere ilişkiye geçtiği PKK'lı öğrencilere burs veriyordu. Aramalarda ele geçirilen ve iddianamede yer alan notlarda, 'PKK'lılara verilen bursların kesilmemesi' gerektiği aktarılıyordu.

İki dernekle ilgili ilginç bir bağlantı daha ortaya çıktı. ÇYDD ve ÇEV'in 'deşifre olmamak' için burslarını kestikleri PKK'lı öğrencileri mason derneklere yönlendirdiği ortaya çıktı. Söz konusu iddia, soruşturma kapsamında hazırlanan rapora da yansıdı. Edinilen bilgilere göre, İstanbul Üniversitesi (İÜ) Tıp Fakültesi öğrencisi S.A., 27 Kasım 2007 tarihinde Eminönü'nde PKK/Kongra-Gel terör örgütü tarafından bir aracın kundaklanması olayıyla ilgili gözaltına alındı. Üst aramasında, yasa dışı sözde Kürdistan dokümanları da çıktı ve tutuklandı. Rapora göre, ÇYDD'nin bursiyerleri arasındaydı. Dernekten 9 Kasım 2006 ile 11 Haziran 2008 tarihleri arasında toplam bin 800 lira burs aldığı tespit edildi.

28 Ağustos 2008 tarihinde Türkan Saylan ile x bayanın yaptığı telefon görüşmesinde, ismi belirtilmeyen bayan, Emniyet'in rektörlüğe S.A. ile ilgili bilgi verdiğini aktarıyor ve öğrenciye burs vermeye devam edip etmeyeceklerini soruyordu. Saylan ise, "Hayır hayır" dedikten sonra öğrenciyi burs işleriyle ilgili Filiz adındaki kişiye yönlendirmesi talimatını veriyordu. Ardından ilginç bir gelişme oldu. Avşar, bursun verilmediği yaz aylarının ardından yeni öğretim sezonuyla birlikte Türkiye Fikir ve Kültür Derneği'nden burs almaya başladı. Kendisine, 6 Kasım 2008 ile 30 Nisan 2009 tarihleri arasında toplam 700 lira burs verildi.

Bir diğer öğrenci de İÜ Hukuk Fakültesi öğrencisi A.D.T. O da 26 Aralık 2003 ile 16 Ağustos 2006 tarihleri arasında ÇYDD'den toplam 2 bin 615 lira burs aldı. Bu bursu alırken, 2004 yılı içerisinde, PKK/Kongra-Gel terör örgütünün o dönemdeki üniversite yapılanması olan BAGEH içerisinde üst kurulda faaliyet gösterdiği tespit edildi. Aynı yılın 8 Mart Dünya Kadınlar Günü mitinginde yüzünü peçe ile kapatarak terör örgütünün kadın yapılanması bayrağını açtığı gerekçesiyle hakkında işlem yapıldı. Daha sonraki süreçte bursu kesildi ve o da Türkiye Fikir ve Kültür Derneği'nden burs almaya başladı. Kendisine, 1 Kasım 2007 ila 1 Ağustos 2008 tarihleri arasında 900 lira burs verildi.

ÇEV'den burs aldığı anlaşılan Ç.T. de bir PKK eylemine katılmaktan gözaltına alındı. Sonraki süreçte, 1 Kasım 2006 ile 31 Temmuz 2007 tarihleri arasında dernekten toplam 850 lira burs aldı. 3 öğrencinin bursunun kesilmesinin sebebi ise PKK ile bağlantıları değil, yıl sonunda not dökümlerini getirmemeleri.

Öğrencilerin sabıka durumlarını takip etmiyoruz

Türkiye Fikir ve Kültür Derneği, burs için ilan vermiyor. Tamamen kapalı bir sistem. Yüksek Şûra, zaten kapalı ve gizemli bir yapı olan mason locasının üzerinde ve daha da içe dönük bir oluşum. Birçok insanın yerini dahi bilmediği Şûra'ya, dışarıdan herhangi bir insanın normal bir derneğe girer gibi girebilmesi de mümkün değil. 33 dereceli bir mason olan Yüksek Şûra'nın başkanı Avukat Mehmet Güven Akçar, üç öğrencinin kendilerinden burs aldığını doğruladı. Ancak herhangi bir kasıtlarının olmadığını savundu. Akçar, "Ben bunları bilmiyordum, sizden öğrendim. Bizim için hoş bir hadise değil tabii. Öğrencilerin sabıka durumlarını takip etmiyoruz. Bu, büyük bir eksiklik. ÇYDD ve ÇEV'le hiçbir ilgimiz yok. Bizim, öğrencilerin bu tür bağlantılarını tespit edebilmemiz mümkün değil. Bilinçli olarak yapılmış bir işlem kesinlikle değil. Öğrenciler burs verdiğimizi kulaktan kulağa duyup geliyorlar." diye konuştu.

ZAMAN

Masonlardan BALYOZ'a Tam Destek
20 Ocak 2011

Gölcük'te ele geçirilen belgelerde Balyoz darbesine destek verecek dernekler ve kapatılacak derneker de var. İşte Balyoz'a destek verecek mason dernekler...
Gölcük Donanma Komutanlığı'nda ele geçirilen Balyoz İddianamesi ek klasörlerindeki belgelerde, harekâtın gerçekleşmesi durumunda desteklenecek ve ortak çalışılacak dernekler bir bir sıralanıyor.

Belgede İstanbul'da faaliyet gösteren mason ve Lions derneklerinin bütün şubeleri ayrıntılı bir şekilde yazılmış.

Altında İstanbul Şube Müdürü Jandarma Kıdemli Albay Kubilay Aktaş'ın adının yer aldığı belgede İstanbul'da planı destekleyecekler arasında şu dernekler sıralanıyor:

BALYOZ'A DESTEK VERECEK DERNEKLER

Atatürkçü Düşünce Derneği,

Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği,

Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası Derneği,

Lions Kulüp Dernekleri, Leo Kulüp Dernekleri,

Rotary Kulübü Dernekleri,

Türkiye'deki Humboldt Bursiyerleri Derneği,

Büyük Mason Mahfili Derneği,

Küçük Mahfel Kulübü Derneği,

Mustafa Kemal Derneği, Darüşşafakalılar Derneği,

Terakki Vakfı Terakki Okulları Koruma Derneği,

Lozan Mübadilleri Derneği, Türkiye Kuvayi Milliye Mücahitler Derneği, H

alkevleri Derneği.

KAPATILACAK DERNEKLER

Aynı dosya içerinde yer alan bir diğer belgede ise harekâttan sonra İstanbul'da kapatılacak dernekler sıralanıyor.

Bu bağlamda azınlıklara ait birçok dernek;

Helsinki Yurttaşlar Derneği,

İnsan Hakları Derneği, İlim Yayma Cemiyeti, Türkiye-Yunanistan Dostluk Derneği, Adaleti Savunanlar Derneği,

Müstakil Sanayici ve İş Adamları Derneği (MÜSİAD) gibi dernekler yer alıyor.
aktifhaber

Masonlara suikast zanlısı Yusuf Erikel serbest
Ergenekon davası tutuklu sanığı avukat Yusuf Erikel, Mason üstatlarına suikast iddiasına ilişkin soruşturmada şüpheli sıfatıyla ifadesi alındıktan sonra serbest bırakıldı. Erikel, Ergenekon davası tutuklusu olduğu için tekrar cezaevine gönderildi. 14.02.2011 İSTANBUL netgazete

Mason oldum çünkü....
29-05-2011

Sinan Aygün Nuriye Akman`a mason olması konusunda ilginç açıklamalarda bulundu.

CHP Ankara Milletvekili adayı Sinan Aygün Zaman Gazetesi`nde Nuriye Akman`a verdiği röportajda nasıl mason olduğunu açıkladı.

MERAK ETTİM MASON OLDUM

-Duvarcı deyince aklıma geldi. Siz neden Mason oldunuz?

-Bir arkadaşım teklif etmişti. Ben her
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Pts Oca 03, 2011 4:39 pm    Mesaj konusu: Bir darbe planından söz edeceksiniz, Masonlardan .... Alıntıyla Cevap Gönder

Bir darbe planından söz edeceksiniz, Masonlardan söz etmeyeceksiniz
Abdurrahman DİLİPAK
3 Ocak 2011

Darbelerde parlamento, parti, vakıf, dernek, sendika, hepsi kapatılır. Kapatılmayan tek kurum vardır. O da Mason locaları.

Ve ilk oluşturulan ara rejim hükümetinde Bakanlar Kurulu’nun üçte iki üyesi Mason locasından oluşturulur.

Bu Ergenekon, Balyoz davası ile ilgili benim anlamadığım bir şey var. Darbe İstanbul’da değil, Ankara’da yapılır ama bu işin ucu bir türlü Ankara’ya uzamıyor. İkincisi; içinde Masonların olmadığı bir darbe planı olamaz ama bu işin ucu localara bir türlü uzamıyor.

Tam da “uzamıyor” derken, ilk haber geldi: 33 dereceli masonların yer aldığı Türkiye Yüksek Şûrası ile Ergenekon arasında bir bağlantı daha ortaya çıktı. Şûra'nın resmî adı olan Türkiye Fikir ve Kültür Derneği'nin, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği ve Çağdaş Eğitim Vakfı'ndan bursları kesilen PKK'lı öğrencilere kucak açtığı belirlenmişti. Şimdi de, son iddianamenin sanıkları arasında bulunan emekli Deniz Albay Aydın Ortabaşı'nın, üst düzey bir mason olduğu anlaşıldı. İddianamede, ÇYDD'den burs alan kız öğrencilerle askerî öğrencileri buluşturmakla suçlanan Ortabaşı, Şûra'nın yönetimi altında bulunan 31 dereceli bir mason. Aynı zamanda locanın Yüksek Haysiyet Divanı üyesi. 2009 yılı Masonik Hizmet Ödülü'nün de sahibi. Yüksek Şûra tarafından verilen ödülün gerekçesi ise ilginç: "Gölcük ve civarında kız öğrencilerin eğitimi konusundaki hizmetleri."

Hani subaylar derneklere üye olamazdı?. Bunlara yasa işlemiyor. Darbeci bir subay loca üyesi ise ona kim ne diyebilir ki!

Bu iş locaya ve Ankara’ya uzanmadan işin aslını öğrenemeyeceğiz.. Hâlâ birileri süreci kontrol ediyor.. Örgütün teslim olmama sebebi de bu..

Haberal olayı bu konuda bir turnusol kağıdı görevi yapıyor..

Çetin Doğan’ın da sembol bir rolü var mesela.. Çevik Bir de öyle..

Çevik Bir suçlanmıyorsa Çetin Doğan’ı niçin sorguluyorsunuz?.

Çetin Doğan darbe planı yapmış, Kenan Evren darbe yapmış..

Çevik Bir de “post modern bir darbe” yaptıklarını söylemedi mi?

Yasa önünde herkes eşit olmalı. Bu ikilem insanı düşündürmüyor değil..

Birileri bu çelişkilere bir açıklama getirmeli..

Eğer bu olaylar bu noktaya getirildikten sonra bu işin üstü örtülürse, bu ülkeye de, millete de yazık olur.. Hatta eğer suç yok idi ise bu sorgulama, bu işi gündeme getirenler ve sorgulamayı yapanlara yönelir. Eğer bu sorgulama sürecekse, o zaman bu iş burada kalamaz..

Parlamentonun, iktidarın ve yargının bu konuda üzerine düşeni yapması gerek..

Kurunun yanında yaş da yanmamalı.. Birileri cezalandırılırken aynı suça iştirak eden birileri himaye görmemeli.

Darbeyi bir kanser hücresine benzetirseniz, Ankara dışındaki komplikasyon alanları, metestaz alanlarıdır.. Asıl kanser hücresini almadan bu hastalıktan kurtulmak mümkün değil.

Bataklık kurutulmadan, sivrisineklerle baş edemezsiniz.

Hâlâ Kozmik Odanın sırrı ortaya çıkartılmadı.

İki kamyon el bombasının sırrı çözülmedi.

Hal böyle olunca hâlâ birileri, Malatya İnönü Üniversitesi Eczacılık Fakültesi örneğinde olduğu gibi, ikna odaları kurma hayalleri kurabiliyor.

Hiçbir şey yapılmıyor değil. 28 Şubat’ın mirası olan Başbakanlık Takip Merkezi tasfiye edildi en son ama, sanırım bu konuda daha hızlı hareket etmek gerekecek..

JİTEM yapılanması hâlâ devam ediyor.. Kaldı ki tek sorun JİTEM de değil. O JİTEM kadrosunda görevli silahlı 10.000 kişilik gizli ordu çalışanları için de bu süreç son derece rahatsız edici.. Belirsizlik, korku, kaygının beslediği bir tedirginliğin o insanların beyninde sebeb olduğu tahribatın aile çevresi üzerindeki yansımaları bile rahatsız edici.

Birilerinin artık bir dönemin bittiğinin farkına varması gerek. Haberal’dan sonra sıranın Ankara’ya gelmesi gerek artık. Bu, İstanbul’da işlerin bittiği anlamına gelmiyor.. İş dünyası ve media, bazı emekli ve muvazzaf paşalarla ilgili olarak İstanbul hâlâ önemli ve burada daha yapılacak çok iş var.

Kritik eşik aşılmış olsa da, artık geri dönüş mümkün olmasa da, daha işin başındayız.

Yeni Akit

Mason Ol Seni Hoca Yapalım !
09 Şubat 2011

Eski başbakanlardan birinin İHL'lerin kurulmasında aktif rol alan müderris Ökten’e mason olması karşılığında üniversite hocalığı teklif ettiği ortaya çıktı.
Eski başbakanlardan Şemsettin Günaltay’ın İmam Hatip Liselerinin kurulmasında aktif rol alan müderris Celalettin Ökten’e mason olması karşılığında üniversite hocalığı teklif ettiği ortaya çıktı. Timaş Yayınları’ndan çıkan “Dindar Bir Doktor Hanım” isimli eserde Cumhuriyet’in yakın tarihinde yaşanan olayların perde arkasına ilişkin çarpıcı anlatımlara yer veriliyor. Türkiye’nin ilk kadın doktorlarından Ayşe Hümeyra Ökten’le yapılan söyleşiyi konu alan eserde, Ökten’in yakın tarihe ışık tutan ifadeleri dikkat çekiyor.

Cumhuriyet’in kurulmasının ardından başlatılan inkılap hareketlerinin toplumdaki yansımalarına değinen Ökten, o yıllarla ilgili şunları dile getiriyor: “O zamanki en önemli sıkıntıyı ilim adamları yaşadı. Birden Arapça, din dersleri ortadan kalktı. O ihtiyar dedeler ve nineler bir kenara atıldı. Bir gece içinde sıfır oldular. Üstelik, çocuğu torunu mektepte sürekli onların aleyhinde telkin alır, dindarlar ‘softa, yobaz’ diye anlatılırdı. Camilere, imam ölünce yeni imam tayin edilmediğinden kapanırdı. Tekkeler yasaklanınca kimse gitmedi., orası boş kaldı, metruk oldu. Bu sefer yanındaki evlerde oturanlar oraya ya ot doldurup atını bağladı, ya da fukara ise girdi oturdu. “

Ökten, 1949’da 18. T.C. Hükümeti’ni kuran ve Demokrat parti iktidarına kadar başbakanlık görevini sürdüren Şemsettin Günaltay hakkında şu ifadelere yer veriyor: “Babam bir keresinde Beyazıt meydanında Şemsettin Günaltay’a rastlamış. 1940’lı senelerdi. O seneler mebustu. Babamın medreseden de ahbabıymış. Babama ‘Hoca gel mason ol, seni üniversiteye alalım, liselerde, orta mekteplerde sürünme. Şimdi üniversitede Arapça dersi var ama müsteşrikler okutuyor.’ Demiş. Babam mason olmayacağı için reddetmiş. “

TÜRKÇE EZAN OKUYAN SADETTİN KAYNAK FELÇ GEÇİRDİ

Ayşe Hümeyra Ökten’in röportajında dile getirdiği bazı hatıralar şu şekilde: “O yıllarda ezan Türkçe okunuyordu. Menderes 14 Mayıs 1950’de iktidara geldi. Haziran’da Ramazan başladı ve Arapça ezan yasağı kalktı. İlk teravihi kılmak Süleyman iye Camii’ne gittik. Caminin içi ve bahçesinin yarısı beyaz papatyalar gibi kadın cemaatle doluydu. Ezan Arapça okundu. Herkes sevinçten ağlıyordu. Türkçe ezanı ilk okuyan kişi Saadeddin Kaynak’mış. Sonradan tövbe etmiş, hacca gelmiş, ben orada gördüm; felç geçirmiş, ayağa kalkmıştı ama felç geçirdiği her halinden belliydi. O yollarda camilerde secde mahallinin yükseltilmesi de konuşulmuştu. Daha sonraki senelerde, 1961 ya da 1962 ılabilir; Üsküdar Şemsipaşa Camii’ne gitmiştim. Orada secde mahallini yerden 10-15 cm. yüksek yaptıklarını görmüştüm ama bir müddet sonra yükseklik kalktı.”

Yakın çevresinde “Celal Hoca” olarak anılan Mahmut Celalettin Ökten, İmam hatip okullarının açılmasında büyük emeği olan bir alim olarak tanınıyor. aktifhaber

İşte bilderberg 2011'e katılan Türkler
15 Haziran 2011
Geçtiğimiz hafta Bilderberg hangi partiyi destekliyor?yazımızla, dünyayı yöneten küresel güçlerin 59. gizli Bilderberg toplantısı için İsviçre'nin St. Moritz kentinde toplandığını yazmıştık. Tüm Türkiye'nin oy kullandığı 12 Haziran günü Bilderbergciler de üç günlük toplantılarının son gün mesaisini yapıyorlardı.

Türkiye seçimlere kilitlendiği için Bilderberg toplantısı pek tartışılmadı Türkiye'de bu yıl. Toplantıların Türkiye'de artık eskisi gibi rağbet görmemesinin bir diğer sebebi de adı 'Bilderberg uzmanı'na çıkan gazeteci ağabeyimiz Fehmi Koru'nun 2006 yılındaki toplantıya davet edilmesi...Zira yıllarca Bilderberg'in ne lanet bir karanlık örgüt olduğunu yazan Koru, o toplantıdan sonra bu lanet örgütten bahsetmez oldu.
Böylece Bilderberg de gizemini, çekiciliğini ve popüleritesini kaybetti Türkiye'de. Ülkemizde eskisi gibi rağbet görmese de, Bilderberg toplantıları tüm dünyanın gündeminde. Bu yılki toplantıyı ilginç kılan gelişme ise, ilk defa davet edilmemiş bir ismin toplantıya katılmak istemesi oldu. İsviçreli milletvekili Dominque Baettig toplantının yapıldığı otele girmeye çalıştı ancak toplantının güvenliğini sağlamakla görevli CIA ajanlarınca geri çevrildi.

Baettig ve arkadaşlarının Bilderberg'in beyinlerinden biri olarak bilinen ABD eski Dışişleri Bakanı Henry Kissinger'ın 'savaş suçlusu' olarak tutuklanmasına yönelik çağrı ve girişimi de başarısız kaldı.

Bilderberg, adını Hollanda'daki bir otelden alıyor. İlk kez 1954 yılında toplanan ve dünyanın iş ve siyaset çevrelerinden önemli isimleri bir araya getiren Bilderberg toplantılarında konuşulanlar kesinlikle dışarıya sızmıyor. Son yıllarda medyada da çokça tartışılmasında ve eleştiriler nedeniyle Bilderberciler ne konuşacaklarını başlıklar halinde yayınlıyorlar.

David Rockefeller'in başında bulunduğu Bilderberg grubu, bu yıl toplantıya hangi ülkeden kimlerin katılacağını da yayınladı. Ancak, toplantıya katıldığının bilinmesini istemeyenlerin isimleri listede yer almadı. Türkiye'den dört ismin yer aldığı listede, ilginçtir bu yıl parlamentoda halen görev yapan ne bir siyasetçi ne de gazeteci ismi yer aldı. Milletvekillerinden ya da gazetecilerden katılım olmuşsa da, isimlerinin o listede yer almasını istememiş olabilirler. Peki kim vardı listede?

Bilderberg'in resmi listesine göre, toplantıya her yıl katılan Koç Holding Yönetim Kurulu Başkanı Mustafa Koç dışında Turkcell'in CEO'su Süreyya Ciliv, DSP'li eski Devlet Bakanı Tayyibe Gülek Domaç ve Pekin&Bayar Hukuk Bürosu'ndan Şefika Pekin davet edilmiş. 9-12 Haziran tarihleri arasında üç gün süren toplantı Pazar günkü seçimlere denk geldiği için Türkiye'den katılan bu isimler oylarını büyük ihtimalle kullanamadılar.

Katılım listesi dışında toplantıda konuşulan konuları da şu şekilde sıralamış Bilderberg: Bütçe disiplini, Avro ve Avrupa Birliği'nin karşılaştığı zorluklar, yeni ekonomilerin rolü, sosyal ağlar, güvenlik konuları, Ortadoğu'daki gelişmeler, demografik zorluklar, Çin, İsviçre.

Başlıklardan da anlaşılabileceği gibi Bilderberg toplantısının bu yılki en önemli gündem maddesi ekonomi olmuş. Bunu katılımcılar listesinden anlıyoruz. Zira, toplantıya katılanların büyük çoğunluğu banka ve şirket yöneticileri ile ekonomi bakanlarından oluşuyor. Türkiye'den katılan dört isimden ikisi de holding yöneticisi. Ekonomi ağırlıklı geçen toplantıya Koç ve Civil'in davet edilmiş olması anlaşılır gibi duruyor ama acaba hukukçu Şefika Domaç ve DSP'li eski Bakan Tayyibe Gülek neden davet edilmiş? Ve en önemlisi de Türkiye ve Ortadoğu hakkında acaba neler konuşuldu? Keşke toplantıya katılanlardan biri toplantıda verdiği 'konuşmama' sözünden cayıp neler konuşulduğunu bize anlatsa...

Milli Gazete

KİM BU EJDER?
23 Haziran 2011



"(darbeler) ...Peki, karar verici bunlar (askerler) değilse kim, dediğinizi duyar gibiyim. Hepsine hükmeden, sözünü dinleten kim gerçekten? Kod adı Ejder!.."
Önce Avni Özgürel daha sonra Taha Kıvanç sordu... Kim bu Ejder?

İnan Kıraç'ın merkezinde yer aldığı "seçim tahmini polemiği" seçimler öncesinin en önemli polemiklerinden biriydi. Kıraç'ın 12 Haziran seçimleri ile ilgili tahmininin medyada yer bulmasıyla başlayan polemik, Başbakan Erdoğan'ın "Bir işadamının bu işlere bulaşması ciddi risktir" sözleriyle yeni bir boyut kazanmıştı.

Dünkü Hürriyet gazetesinde yer alan habere göre ise İnan Kıraç, bu polemik sonrasında, 9 Haziran günü AK Parti Genel Merkezi'ne giderek Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'la görüştü. Bu görüşme kulislere "helalleşme" olarak yansıdı.

1,5 SAAT BEKLEDİ ÖZÜR DİLEDİ

Bugün Takvim gazetesinde yer alan haber ise görüşmenin arka planını ortaya çıkarttı. Görüşmek için AK Parti Genel merkezine giden İnan Kıraç, burada Başbakan'ın Özel Kalem'inde tam 1,5 saat bekletildi.

Kıraç görüşmede, "CHP kazanacak" gibi bir sözünün olmadığını belirterek işadamları olarak böyle bir siyasi tartışmanın içine girmelerinin yanlış olacağını söyledi. Kıraç'ın ardından da Başbakan'dan özür dilediği bildirildi.

"NE OLDUM DEMEMELİ"

Bugün köşesinde bu konuya değinen bir başka gazeteci ise Zaman gazetesinden Taha Kıvanç oldu. "Ne oldum dememeli..." başlıklı yazısında konuya değinen Kıvanç satırlarını şöyle sürdürdü, "Hürriyet'in dünkü manşetine göre, İnan Kıraç helâlleşmiş Tayyip Bey'le... Ziyaret sırasında sadece 'yerli oto' konusunu mu konuşmuşlardır acaba? Merakı galip gelip "Böyle bir iddiaya girmek nereden çıktı İnan Bey?" sorusunu da yöneltmiş olabilir mi Başbakan Erdoğan?

Ya da, Vatan'dan Sanem Altan'ın gündeme taşıdığı, suikasta kurban girmiş basın mensuplarından Çetin Emeç'in eşinin, "Katili yakalandı, ama mahkum edilenin gerçek katil olduğunu sanmıyorum" dediğini öğrenince, "Bitmiş, kapanmış bir konuyu niçin açıyorsun?" diye azarlamak için telefon etmesinin sebebini sorgulamış mıdır? Dostlardan bazıları "Helâlleşmek için önce özür dilenmeli" görüşündeler; ben farklı düşünüyorum... Ama merakların karşılıklı tatmini için vesiledir önemli bir işadamının seçimden güçlenerek çıkmış iktidar partisinin lideriyle görüşmesi..."

Taha Kıvanç'ın yazısının son satırları ise şu şekildeydi: "Dün Radikal gazetesinde Avni Özgürel 'Ejder' adını verdiği birinden söz ediyordu. İlk karşılaştığımızda "Ejder de kim?" diye sormayı düşünüyorum. "

KİM BU EJDER?

Taha Kıvanç'ın sözünü ettiği Radikal gazetesinden Avni Özgürel'in dünkü köşesinin başlığı ise "Ejder yine kendini göstermeye başladı."

Özgürel'in, "Yeni CHP’nin inşası ve anayasa referandumu sürecinde yüzünü örten şapkayı, simasını perdeleyen gözlüğünü çıkarmasıyla varlığı hissedilmeye" başladı dediği Ejder, yine Özgürel'e göre seçim öncesinde "CHP'ye inancı giderek arttı. Genel seçimde Kılıçdaroğlu'nun yanında yer alacaktı."

Özgürel'in yazısının asıl vurucu kısmı ise şuydu: "(darbeler) ...Peki, karar verici bunlar (askerler) değilse kim, dediğinizi duyar gibiyim. Hepsine hükmeden, sözünü dinleten kim gerçekten? Kod adı Ejder!.."

Radikal Yazarı Avni Özgürel'in "Ejder yine kendini göstermeye başladı" başlıklı yazısı:

Olayları izahta iki farklı yaklaşım var... Bunlardan biri, görünene bakıp hükme varmak. İsabet oranı fazla yüksek olmayan, ancak pratik, çabuk, zahmetsiz bir yol bu. Hemen örnekleyeyim: 1972’de Sofya’ya kaçırılan THY yolcuları uçakta rehin tutulurken, hosteslerden biri silahlı eylemciyi başına metal tepsi vurmak suretiyle etkisiz hale getirmiş ve olayın sonlanmasını sağlamıştı. O an fotoğraflanıp olayı bilmeyenlere gösterilse ve “Burada saldırgan kim” diye sorulsa alınacak cevap, görünüşe bakarak hükme varmak dediğim durumdur... Abdi İpekçi’yi öldüren kişinin ülkücü camiaya mensup olduğunu öğrenince bunu yeterli sayan, kanaate varmak için daha ötesini araştırmaya gerek görmeyen tavırdan söz ediyorum.

Kestirme yolları seviyoruz

Türkiye’nin gerçeği, bu anlayıştan kaynaklanan hüküm listemizin hayli kabarık olmasıdır.

Turgut Özal’a suikast düzenleyen kişinin ruh hastası olduğunu belgeleyen rapora itibar etmek, Hrant Dink suikastı, Rahip Santoro cinayeti, Zirve Kitabevi katliamı ve benzeri hadiselerde faillerin tamamının 18 yaş eşiğinde yani çocuk mahkemesinde yargılanması gereken kişiler olmasını tesadüf saymak türünden hükümlerdir sözünü ettiklerim... Ya da ‘laik rejimin elden gittiği, şeriat tehlikesinin tırmandığı, Atatürk’ün emaneti cumhuriyet, devrimler ve çağdaş yaşam tarzının tehdit altında olduğu’ gerekçesine dayandırılarak sunulan askeri darbe seçeneğini ‘Madem durum bu denli vahim...’ diyerek makul görmek gibi.

Netice: Yanılgı!..

Darbeleri sahnede duran üç-beş generalin arzusu/ eseri/ marifeti zannetmek de –şayet gerisinde gerçeği perdeleme kastı yok ise- işte böylesi bir kestirmecilik! Tıpkı, fırsat ele geçtiğinde söz konusu kişileri yargı önüne çıkarmak için yapılan gösterilerin, boş vakitleri eylem yaparak değerlendirme arzusunun siyaset kalıbına dökülmesinden farkı olmadığı gibi.

Senaryosunu yazdığım ‘Zincirbozan’ sinema filmi bu sığlığa itirazdı..
Peki, gerçek sorumlu kim? Yani darbecilerin arkasında gölgede duranlar kim?
Bu sorunun cevabını ararken işaret parmağımızın gösterdiği iki hedeften biri Washington... Yani uluslararası sisteme hükmeden; ekonomik/siyasi/askeri güç dünyasının isimli isimsiz patronları ve onlar adına sahnenin önünde fotoğraf veren Beyaz Saray/Pentagon/CIA üçlüsü...

Bunlar hakkında doğru/yanlış/komplo teorisi vs. ama hayli şey yazıldı.
Darbelerin yerli ayağı konusuna gelince, bilinen sadece üniformalı takımın kendi arasındaki ilişki... İktidar Oyunu’nda bir oranda yazdım ama ötesi hâlâ sır... Ergenekon soruşturması dolayısıyla ortaya çıkan delil ve işaretler sebebiyle tutuklanmış kimi üst düzey muvazzaf/emekli subayın, akıl hocası mevkiinde görünen birkaç siyasetçi, gazeteci, akademisyen ya da hukukçuyu çarkı kuran/kontrol eden kişiler zannetmek akla ziyan...

Gazetelerde okudunuz... Kenan Evren, Tahsin Şahinkaya 12 Eylül 1980 darbesi konusunda ifadeye çağrıldılar. Önemsiz mi bu? Önemli. Eski 1. Ordu Komutanı Org. Çetin Doğan’ın, eski Hava Kuvvetleri Komutanı İbrahim Fırtına’nın, eski Deniz Kuvvetleri Komutanı Özden Örnek’in ve çok sayıda emekli/muvazzaf subayın tutuklanması da önemli... Ama unutulmaması gereken bir husus var: Bunlar geçmişte hangi mevkii işgal etmiş olurlarsa olsunlar, kendi başlarına ne karar verme ne darbe yapma ehliyetine/kabiliyetine sahip kişiler...

Esas karar verici

Peki, karar verici bunlar değilse kim, dediğinizi duyar gibiyim. Hepsine hükmeden, sözünü dinleten kim gerçekten?

Kod adı Ejder!.. Aslında siyasetle fazla ilgili olduğunu düşünmediğimiz, farklı konumda, farklı ilgileriyle tanıdığımız biri o. Siyaset sahnesinde siluetini yakın zamanda görmeye başladık... Görünmek istediğinden, bilinmekte sakınca görmediğinden değil. Siyasi haber ve yazılarda adının anılması, en son isteyeceği şeydi onun. Ama hem arkasına saklandığı güç katmanları yırtıldıkça yüzü seçilir oldu hem de varlığını göstermesi, kendisine inananların beklediği moral destek açısından kaçınılmaz hale geldi...

Yeni CHP’nin inşası ve anayasa referandumu sürecinde yüzünü örten şapkayı, simasını perdeleyen gözlüğünü çıkarmasıyla varlığı hissedilmeye başladı. Yarışı kazanamayacağını biliyordu Kılıçdaroğlu’nun ama apar topar sokulduğu yarışta yeteneklerini sınamak istedi onun. Medya desteğinde stabil/steril bir ortam oluşturdu onun için... Kamuoyunda düşüncesine, sözüne itibar edilen kim varsa elini/dilini tuttu. Ahalinin evet’le hayır arasında kıl payı denge olduğuna inandırılmasının, sonucu nasıl etkileyeceğini görmek istiyordu. TOBB, TÜSİAD, Türk-İş, DİSK... Sustular!.. Tayyip Erdoğan’ın ‘Bitaraf olan bertaraf olur’ zorlamasına rağmen hiçbiri hizayı bozmadı. Hepsine sözünü geçirmişti Ejder!.. Ve seçmenin yüzde 42’si ‘Hayır’ dedi. Ona göre bu iyi neticeydi. Başa güreşecek kıvama geldiğini düşündüğü CHP’ye inancı giderek artıyordu... Genel seçimde Kılıçdaroğlu’nun yanında yer alacaktı!..

Seçim umudu tutmadı

Kim bu, diyorsunuz. Söyledim, tanıdığınız, iyi bildiğiniz biri o... Bilmediğiniz, siyasetle bu denli ilgili olduğu... Hani, 2001’de birileri hükümetteki varlığına ihtiyaç kalmadığını düşündükleri MHP’yi koalisyondan atıp DSP ve ANAP’ın yanına Tansu Çiller’i yerleştirerek hükümet etme planı yaparlarken cürmü meşhut halinde yakalanmışlardı. Kurguyu yapan kişi o... Yurtbank patronu Ali Balkaner’in mahkeme ifadesinde “Bizler 18 büyük aileyiz. Hepimizin bağlı olduğu bir başkanımız var. 18 büyük aile bir havuz oluşturduk. Tüm ekonomi bunların elinde toplanıyor. İstanbul Menkul Kıymetler Borsası’nı manipüle eden kişi, bizim bağlı olduğumuz başkanımızdır. Tokyo Borsası’nda 800 milyon dolar kaybetti, bana mısın demedi” diye tarif ettiği kişi...

Seçim neticesi beklediği gibi olmadı Ejder’in... CHP yüzde 26’da kaldı. Oysa Kılıçdaroğlu’nun yüzde 30’u aşacağını ummuştu o. Tablo beklediği gibi çıksa asker bürokrasinin sesini yükseltmek için cesaret kazanacağını, Silivri’de rahatlama olacağını, AK Parti, özellikle Tayyip Erdoğan için tehlike çanları çalmaya başlayacağını hesaplamıştı. Olmadı!..

Bu durumda yıldı, gözü korktu, pes etti mi derseniz, elbette hayır!.. Çılgın proje yapmak sadece siyasetçilere mahsus ayrıcalık değil. Ayının kırk hikâyesi var, kırkı da armut üstüne!..

aktifhaber



Oslo zanlısı Mason mu?
23 Temmuz 2011
Norveç'te en az 91 kişiyi öldürmekle suçlanan Anders Behring Breivik'in Facebook'ta açtığı iddia edilen sayfada, mason kıyafetleriyle çektirdiği bir fotoğraf da bulunuyor.

Norveç'te en az 91 kişiyi öldürmekle suçlanan Anders Behring Breivik'in Facebook'ta açtığı iddia edilen sayfada, mason kıyafetleriyle çektirdiği bir fotoğraf da bulunuyor.

Norveç televizyonu ise, Breivik'in Oslo'daki bir mason locasına üye olduğu iddiasına yer verdi.

Ayrıca zanlı Anders Behring Breivik'in 2009'dan bu yana Nazi forumuna üye olduğu iddia edildi.

İsveç'te yayınlanan ırkçılık karşıtı dergi EXPO, zanlının Nordisk Nazi forumu üyesi olduğunu belirtti.

Bu arada Utoya adasındaki saldırıda yaralanan 19 kişinin ameliyata alındığı belirtildi.

İyibilgi.com

TFF Etik Kurulu'nda Bir MASON?

Şike ile ilgili hayati kararı veren Türkiye Futbol Federasyonu Etik Kurulu'nun Başkanvekili'nin mason olduğu ortaya çıktı...
Türkiye Futbol Federasyonu Etik Kurulu Başkanvekili Burak Oder’in Mason olduğu ortaya çıktı. Akit’in ulaştığı belgeye göre TFF Etik Kurulu Başkanvekili Yrd.Doç.Dr. Burak Oder’in, “135 Matrikuler” numarası ile Masonluk kaydını yaptırdığı belirlendi. Oder’in Masonluk literatüründe “Tekris” olarak bilinen Masonluk yeminini ise 18.09.2008 tarihinde yaptığı kaydedildi.

BİRADER TARTIŞMASI
Belgede aynı zamanda Bilgi Üniversitesi’nde öğretim görevliliği de yapan Yrd.Doç.Dr. Burak Oder’in işi, evlilik tarihi, eşinin adı ve ev adresine dair bir takım özel bilgilerin de yer alıyor.

Türk futbolundaki şike operasyonuyla büyük önem kazanan TFF Etik Kurulu’nun Başkanvekilliği görevinde bulunan Burak Oder’in kökü dışarıda Mason kuruluşuna üye olması yeni bir tartışmayı beraberinde getirdi. Futboldaki şikeyle ilgili alınan kararlarda Mason dayanışmasının etkili olup olmadığı merak konusu oldu.

KOCAMAN İKİNCİ LİGDEN BAŞLAMAK İSTEMİŞTİ

Geçtiğimiz günlerde Fenerbahçe Teknik Direktörü Aykut Kocaman bir basın toplantısı düzenleyip, UEFA’nın FB’yi Şampiyonlar Ligi’nden men etmesine tepki göstererek, Fenerbahçe’nin Süper Lig’den de düşürülmesini talep etmişti. Medyada Fenerbahçe’nin UEFA tarafından Şampiyonlar Ligi’nden men edilirken Süper Lig’den düşürülmemesinin, Etik Kurul ve Fenerbahçe kulübü içerisinde bulunan Masonların dayanışmasından kaynaklandığına dair iddialar yeralmıştı.

ETİK KURULU’NA MASON BASKISI

Fenerbahçe cephesinden bazı isimler, kulüp içerisindeki Masonların Etik Kurulu’na durumun idare edilmesi yönünde baskı kurduklarını ileri sürerek bu durumun Fenerbahçe’ye zarar verdiğini belirtmişti. Fenerbahçe kamuoyundan kimi isimler de Etik Kurulu’nun Fenerbahçe’nin durumunu sezon sonuna bırakmasına tepki gösterip bunun Fenerbahçe’ye zaman kaybettireceğini, eğer kulübün ceza çekmesi gerekiyorsa bunun bir an önce gerçekleşmesi gerektiğini dile getirmişti.

“KONUŞMAM DOĞRU OLMAZ”

İddialarla ilgili görüşüne başvurduğumuz Etik Kurulu Üyesi Burak Oder, bu konuda görüş belirtmesinin doğru olmayacağını belirterek, “Benim Etik Kurulu’ndaki görevim devam ediyor. Konuşmam doğru olmaz” dedi.

ETİK KURULU’NUN GÖREV VE YETKİLERİ

5894 Sayılı Türkiye Futbol Federasyonu Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun uyarınca ilk derece yargı kurulu olarak kurulan Etik Kurulu’nun TFF Statüsü’nün 60. maddesine göre görev ve yetkileri şöyle:

1. Etik Kurulu, TFF Başkanı’nın teklifi ve Yönetim Kurulu’nun kararı ile seçilecek bir başkan ve dört (4) asıl ve dört (4) yedek üyeden oluşur. Üyelerin tamamının 5 (beş) yıllık hukukçu olması zorunludur. Etik Kurulu, Türk futbolunun etik değerleri ve marka değerinin korunması ve toplumdaki saygınlığının zedelenmesinin önüne geçilmesi konusunda gerekli hukuki denetimleri yapar.

2. Etik Kurulu’nun görev süresi dört (4) yıldır. Bununla birlikte, TFF Yönetim Kurulu’nun görev süresi ile sınırlıdır.

3. Etik Kurulu’nun hiçbir üyesinin yerine, istifa etmediği veya çekilmiş sayılmadıkça yenisi atanamaz.

4. Etik Kurulu toplantı yeter sayısı üçtür. Kararlar toplantıda hazır bulunan üyelerin salt çoğunluğuyla alınır.

5. Etik Kurulu üyeleri üyelikleri süresince Genel Kurul delegesi olamazlar ve herhangi bir TFF kurul veya organında görev alamazlar. Etik Kurulu üyelerinin yeniden atanmaları mümkündür. 6. Etik Kurulu çalışma usül ve esasları TFF Yönetim Kurulu tarafından hazırlanan Etik Kurulu Talimatı’nda belirlenir.

ETİK KURULU ÜYELERİ

Türk futbolunda tarihe geçecek kararlar alacak olan Etik Kurulu kimlerden oluşuyor? İşte 5 kişiden oluşan Etik Kurulu’ndaki isimler: Prof.Dr. Oğuz Atalay (Başkan) Yrd.Doç.Dr. Burak Oder (Başkanvekili) Prof.Dr. İlyas Doğan (Üye) Av. Kemal Işkın Keleşoğlu (Üye) Av. Mert Kugay (Raportör)

aktifhaber

Bir Masonunun Kendi Başarısı Ve Kaybeden İslam Alemi.!



‎''Müslümanların herşeyini bozduk,yok ettik. Dinleri inançları,dine bağlılıkları... ve insanı duyguları yok oldu. Onların milli ve manevi değerlerini, batı medeniyeti!! potasında eriterek kendimize benzettik. İslamiyeti öğrenmeyi,yaşamayı,namaz kılmayı,Kur'an öğrenmeyi suç ve gericilik olarak göstermeyi başardık.Artık çoğu hiçbirşeye tam olarak inanmıyor. ONDÖRT ASIRLIK DİNLERİ,İTİKATLARINI,İBADETLERİNİ TARTIŞILIR HALE GETİRDİK!!! DERİN BOŞLUĞA DÜŞÜRDÜK. Bundan sonra siz misyonerlerin işi daha kolay oldu!! Maaş bağlayarak,vize vaadi,yurt dışı imkanı,hatta cinselliği kullanarak Müslümanları hıristiyan yapınız!!!....
(lois massignon,su dergisi,yıl 1,sayı:3,mayıs-haziran 2005)

Arapça Dersi' Masonları çıldırttı!..
26 Ocak 2012
Talim Terbiye Kurulu'ndaki Mason'un imzası kavga çıkarttı.

Milli Eğitim Bakanlığı’nca ilköğretim öğrencilerinin alabileceği seçmeli yabancı dil derslerinin arasına Arapça’nın da eklenmesini kabul eden yönetmeliğe atılan imza, Mason localarında tartışmaya sebep oldu.

MEB Talim Terbiye Kurulu’nun 13 üyesinden Mason olan Ahmet Sönmez’in imza atmasına Mason locaları tepki gösterdi.

Konuya köşesinde yer veren Sözcü Gazetesi yazarı Emin Çölaşan, atılan imzanın Mason localarında büyük bir kavgaya sebep olduğunu yazdı.

‘MASONLUK İLKELERİNİ ÇİĞNEDİ’

Çölaşan’ın köşesine taşıdığı kavganın detayları şu şekilde:
Ahmet Sönmez’e bu imzası nedeniyle locada tepkiler sergilendi, çok ağır eleştiriler aldı.

Arkadaşları kendisini kınadılar:

“Üstad, Emin Çölaşan belgesini yayınlayınca öğrenmiş olduk. Siz böyle bir kararın altına nasıl imza atarsınız?”
Verdiği yanıt ilginçti:

“Emin Çölaşan makbul bir adam mı yani, siz onun yazdığına ne bakıyorsunuz!..Ben imza atmasam bile, Arapça ders kararı nasıl olsa kabul edilecekti. Ben formalite icabı olarak imzaladım.”

Loca arkadaşları ısrarlıydı:

“Türkiye’yi geriye götürecek böyle bir kararın altına sizin imza atma hakkınız yoktur.”

Tartışmalar şiddetlendi.

Bazıları, kendisini Mason cemiyetinin locadan daha üst düzeyine şikayet etme kararı aldı. Gerekçeleri ilginçti:
“Bizim bir mensubumuzun, hangi görevde olursa olsun böyle bir karara imza atmaması gerekir. Bu imzasıyla, bizim sonuna kadar bağlı olduğumuz Cumhuriyet rejiminin ilkelerini çiğnemiştir.”

ÜST MASON MAKAMLARIN ŞİKAYET

Mason Ahmet Sönmez’in durumu, Çölaşan’ın yazısında belirttiğine göre üst makamlara şikayet ediliyor. Şikayet sonucunda gelen cevap ise şu şekilde:
““Cemiyetimizde, devlet memuru kardeşlerimizin sayısında zaten büyük azalma var. Mecbur kaldığı için böyle yapmıştır. Hakkında işlem yapılmasına gerek yoktur.”
AHMET SÖNMEZ’İN MEB VE MASON’LUK DÖNEMLERİ

1997 yılında Talim ve Terbiye Kurulu Bşk. Program Daire Başkanlığına atanan Sönmez, 2000 yılından bu yana MEB Talim ve Terbiye Kurulu Bşk. Kurulunun 13 üyesinden birisidir.

Çölaşan’ın yazdığına göre Ahmet Sönmez üst düzey bir Mason. Sönmez, Pergel Locası’nın “üstad-ı muhteremi” (yani Loca Başkanı) kimliğini taşıyor.

HABER5.COM

Türkiye'de Masonluk Tarihi Dizi Yazısı Üzerine Bir Eleştiri
Ali Rıza Üçer
İlk Kurşun
25.04.2012



Sayın Bojidar Çipof’un İlk Kurşun gazetesindeki “Türkiye’de Masonluk Tarihi (1-5)” dizi yazısının 3. Bölümünün girişinde:

“1925 yılında itibaren masonluğa karşı Türkiye’de tepkilerin başladığı gözlenir. Mason olmak üzere müracaat eden fakat masonluğa uygun görülmeyen eski Adliye Bakanı Mahmut Esat Bozkurt, o dönemde kapatılmaya uğraşılan tekke ve zaviyelerle birlikte masonluğu da kapattırmak için çaba harcıyordu. Dönemin güçlü siyasetçilerinden Şükrü Saraçoğlu ve Fevzi Çakmak da masonluk hakkında olumsuz düşüncelere sahiptiler ve Meclis’te sık sık masonluğa karşı konuşmalar yapmaktaydılar. Buna karşı masonlar da mecliste fevkalade güçlüydüler. Zira CHP’nin ağır toplarından mason olan çok milletvekili vardı.” deniyor.

Atatürk’ün Türk gençliğine emanet ettiği Cumhuriyetimizin temel taşlarını ören idealist aydınlanmacı kadronun öncülerinden Mahmut Esat Bozkurt “Masonlar Dinleyiniz!” kitabındaki (Kaynak Yayınları, Birinci Basım Ağustos 2005) polemiklerinde locaya başvurduğu ama kabul edilmediği iddiasının kendisini yıpratmak için loca çevresince uydurulan bir yalan olduğunu açıkça dile getirmiştir.

Kaldı ki Bozkurt’un bu polemikleri otuzlu yılların başında çok okunan Anadolu, Yeni Asır, Hürriyet gibi gazetelerde tefrika edilmiş, loca temsilcileri zaman zaman Bozkurt’a cevap vermişler, Mahmut Esat Bey de bu cevaplara daha sert karşılıklar vermiştir.

Loca temsilcilerinin Bozkurt’un bu iddiayı yalanlamasına rağmen bir belge gösterememeleri ve susmaları mânidardır.

Mahmut Esat Beyin Anadolu gazetesinde 25-28 Ekim 1931 tarihleri arasında yayımlanan

“FARMASONLUĞA: SON VE KISA CEVAPLARIM”

başlıklı dizi yazısında bu konuyla ilgili iddialara verdiği yanıt açık seçiktir:

“Tatbikatta ispat ediyorum ki, masonluk Türk milletinin haklarına tecavüze vasıta oluyor. Onun için mücadele ediyorum. Farmasonluğa girmek için talepte bulunduğum iddiasına gelince, hiçbir gün, hiçbir yerde böyle bir arzu göstermedim. Nitekim bu rivayetin asılsız olduğunu İzmir mason teşkilatı da ilan etti. Meğer İzmir’de Güneş Kulübü varmış. Bu ismi de yeni duydum ve bu tuhaf isme güldüm. Farmasonluğun hülyaları, azameti eski İran Şahlarının mübalağalarını da geçiyor.”

“Düşünebiliriz ki farmasonluğun en ziyade yayıldığı yer, İstanbul ve İzmir mıntıkalarıdır. Halk Fırkasının bütün teşkilatları bundan ibaret değildir. Bütün Türkiye’dir. Milyonlarca üyesi olan Halk Fırkasının içinde üç yüz, beş yüz, iki bin mason bulunması bu teşkilatın % 90′ının mason olması demek değildir. Vaktiyle Halk Fırkası’nın içinde Bektaşiler, Kadiriler, Mevleviler, Nakşibendiler vesaire de vardı. Fakat bunların mevcudiyeti, o tarikatların aleyhtarı olmamıza ve onların Büyük Şef’in işaretiyle kapatılmasına mâni olmadı. O kadar ki gizli farmasonluk müstesna olmak üzere tarikatların hepsi kapatıldı ve mensuplarıyla evvelce olduğu gibi bugün de hep beraber bir yolda, inkilap yolunda yan yana çalışıyoruz... Bizim bildiğimize göre, son muhalefetin başında yürüyenler de masonlardı. Mesela eski Serbest Fırka Lideri Fethi Bey farmasondur. Yanında çalışan erkânın büyük çoğunluğu da farmasondur. Halbuki Cumhuriyet Halk Fırkası’nın Büyük Reisi Gazi Hazretleri, Umumi Reis Vekili İsmet Paşa Hazretleri, Kâtibi Umumi Recep Beyefendi farmason değildir. Görülüyor ki Serbest Fırka erkânını farmasonlar Halk Fırkası ricalini de farmason olmayanlar teşkil ediyor.”

Mahmut Esat Bozkurt’un temel tezi şudur:

Masonluk evrensel olduğunu savunur bizse milliyetçiyiz, evrensellik iddiasındaki masonlar milli çıkarlarla emperyalist çıkarlar arasındaki çelişmede ikincilerden yana tutum alır, almak zorundadır. Bu nedenle cumhuriyetimizde masonların yeri yoktur.

**

Masonların laik, yurdunu seven Atatürk ilkelerine bağlı, ülke bütünlüğüne sahip çıkan insanlar olduğu propagandalarıyla masonik felsefe ve yapılanmanın cumhuriyet aydınlanması ile özdeş olduğu savlanmaktadır. Kendilerini Atatürkçü, cumhuriyetçi, laik ve ilerici olarak tanımlayan yazarlar bile bu propagandaları tekrarlamaktadır.

Bu vesileyle İlk Kurşun’da yayımlanan “Emin Çölaşan ve Masonluk” başlıklı yazımı hatırlatma gereği duydum.

Özcesi, siz Atatürkçü, cumhuriyetçi, yurtsever ve ulusalcıysanız masonları desteklemelisiniz, yoksa gericilerle aynı saflarda olursunuz denmektedir.

Oysa ki Atatürk, ulusal kurtuluş savaşıyla taçlanan Cumhuriyetimizi masonlarla kurmamış, en büyük eserini de masonlara değil Türk gençliğine emanet etmiştir.

Dahası dünyada eşi görülmemiş radikal bir girişimle mason localarının kapatılmasını sağlamıştır.

Yalın gerçek budur.

Cumhuriyetin aydınlanma felsefesini bu türden genel geçer bahanelerle masonlukla özdeşleştirme çabaları Cumhuriyet düşmanlarının ekmeğine yağ sürmekten başka bir işe yaramamaktadır.
www.acikistihbarat.com
_________________
Bir varmış bir yokmuş...
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Önceki mesajları göster:   
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> ÇÖPLÜK Tüm zamanlar GMT
1. sayfa (Toplam 1 sayfa)

 
Geçiş Yap:  
Bu forumda yeni başlıklar açamazsınız
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz
Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız


Powered by phpBB © phpBB Group. Hosted by phpBB.BizHat.com


Start Your Own Video Sharing Site

Free Web Hosting | Free Forum Hosting | FlashWebHost.com | Image Hosting | Photo Gallery | FreeMarriage.com

Powered by PhpBBweb.com, setup your forum now!
For Support, visit Forums.BizHat.com