EntellektuelForum Forum Ana Sayfa EntellektuelForum

 
 SSSSSS   AramaArama   Üye ListesiÜye Listesi   Kullanıcı GruplarıKullanıcı Grupları   KayıtKayıt 
 ProfilProfil   Özel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapınÖzel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapın   GirişGiriş 

AHLÂK, HUKUK, SİYASET VE...

 
Bu forum kilitlendi: mesaj gönderemez, cevap yazamaz ya da başlıkları değiştiremezsiniz   Bu başlık kilitlendi: mesajları değiştiremez ya da cevap yazamazsınız    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> AHLAKÎ DÜŞÜNCELER
Önceki başlık :: Sonraki başlık  
Yazar Mesaj
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Sal May 11, 2010 4:00 am    Mesaj konusu: AHLÂK, HUKUK, SİYASET VE... Alıntıyla Cevap Gönder

AHLÂK, HUKUK, SİYASET VE BAYKAL
Alihaydar Can

“Ele, bele, dile, ihanet olmaz
Keserler fermani imanım kıyarlar cane.”
Akıncı türküsü’nden


Ahlâkın bir toplumun “iyi-güzel-doğru”larını belirleyen temel değerler sistemi olduğundan yola çıkarsak; ferdî alandan sosyal/içtimaî alana kadar bu alanları belirleyen ne kadar disiplin (hukuk, iktisat siyaset, sanat, estetik vb.) varsa...

Ahlâkın, bu disiplinleri temellendiren, şekillendiren ( yapılandıran/müesseleştiren/kurumlaştıran) prensip/ kanun/ kural/kaidelerin dayanağı olan “üstsistem”in ismi olduğunu kolayca anlarız...

Böyle bir ahlâkın bugün, bu toplum ve bu devlet için sözkonusu olup olmadığı bir yana...

Böyle bir “üstdeğerler sistemi”ne dayanılmadan ne doğru bir devlet yapılanması, ne de iyi bir toplumsal dokunun teşekkülü ne de güzel insanların varlık sebebleri söz konusu olamaz...

“İyi-güzel-doğru”yu belirleyen temel değerler sistemine (ahlâka) sahip olmayan devletler ve toplumlarda genel bir “kötü-çirkin-yanlış” algılaması da tabiî olarak oluşamaz...

Ne ne ye göre "iyi-doğru-güzel", ne neye göre “kötü-çirkin-yanlış”?

Bunun “bana göre-sana göre-ona göre”si olmaz; ancak “bize göre”si olabilir. Bu da ancak “bana göre, sana göre, ona göre”ye müştereklik sağlayacak “üsttdeğerler sistemi” olan bir ahlâkı benimsemekle mümkün olur...

“Ben güzel Ahlâkı tamamlamak üzere gönderildim” diyen bir Peygambere 1000 küsur yıl ümmetlik ettikten sonra sen tut bunu “gericilik/irtica” olarak nitele ve yerine de hiç bir şey koyma...

Doğru veya yanlış hiç bir ahlâkı yok CHP’nin...

Allah’ın Resulü’mün yukarıdaki Hadisi “Güzel Ahlâk”ın yanında “Güzel olmayan/ çirkin ahlâklar" olduğunu da işaret etmiyor mu?

CHP’nin güzel veya çirkin hiçbir ahlâkla hiçbir bağı veya bağlamtısı olduğunu duyup işiten var mı?

Varsa yoksa laiklik...

Başka da bir şey yok...

CHP, TC’yi kuran parti...

Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana hem ferdî hem içtimai alanda bir çok hukukî, iktisadî, siyasi, sosyal değişim dönüşüm (adına devrim de denilen) gerçekleştirildi. Bunlara dayalı olarak bir çok yapı ve müssseler oluşturuldu. Yasalar çıkarıldı, kararname, tüzük, yönetmelikler yapıldı, kararlar alındı, emirler verildi...

Bütün bunlar yapılırken “ahlâkî” bir tercih/ihtiyaç belirten bir tek yetkili-etkili şahısı hatırlayan var mı?

Matbuat Umum Müdürlüğü’nün bütün gazete ve dergilere yolladığı “Bundan böyle her türlü neşriyatta Allah ve ahlâktan bahsetmek yasaktır.”(1) emri ise tek başına ne demek istediğimizi açıkça anlatıyor...

Kuruluş döneminde ahlâk bir ihtiyaç olarak değil, acilen kurtulunması gereken bir yük olarak görülmüştür.

Osmanlı’dan devraldığımız “İslâm ahlâkı”nın değerler sistemi ile CHP ileri gelenlerinin gerçekleştirmek istedikleri devlet ve toplumu kurmaları mümkün müydü?...

Bakınız bu Konuda Prof. Dr. Şerif Mardin ne diyor:

[Prof. Dr. Şerif Mardin, (..), Osmanlı'da mahallenin gerçek bir bilim olduğunu ve toplumu temsil ettiğini hatırlattı. Mahalleyi oluşturan unsurların başında camilerin geldiğini anlatan Şerif Mardin, Cumhuriyet'le birlikte caminin yerini alan okulların iyiye, güzele ve doğruya yönelik derinlemesine felsefeler üretemediğine dikkat çekti. Mardin, "Avrupa'da insanlar dindar olsun olmasın, iyiye, güzele ve doğruya dair felsefe üretmişlerdir. Binlerce sayfa yazı üretmişlerdir. Bizim Cumhuriyet öğretimizde iyi, doğru ve güzeli derinlemesine araştıralım diye bir şey yok. Orada binlerce sayfa tartışma bulamazsınız. (..)" açıklamasında bulundu. (..) 'Yurtta Sulh Cihanda Sulh' sözlerinin derinlikli bir felsefenin ürünü olmadığını aktaran Şerif Mardin, Kemalizmi kuru bir ideoloji şeklinde tanımladı. Kavramın Türkiye'de tartışılmasının bugüne kadar mümkün olmadığını belirten Mardin, tartışan kişinin hayatının kalan günlerini hapishanede geçireceğini iddia etti: "Kemalizm hakkında uzun çalışınca ne kadar kuru bir ideoloji olduğunu rahatlıkla anlayabiliyorsunuz. Bu ideoloji topluma iyi, güzel ve doğru hakkında hiçbir şey verememiştir." (..) Prof. Dr. Mardin, Laikliği tartışmaktan korkuyoruz. Yani laikliği tartışırsanız günlerinizi hapiste geçirebilirsiniz.'' Dedi] (2)

Bir uzman olarak Şerif Mardin Hoca, CHP’nin ideolojisi olan Kemalizmin “topluma iyi, güzel ve doğru hakkında hiçbir şey vereme”diğini çok açık ve net olarak ifade ediyor...

Buna göre partisine mensup evli bir kadın milletvekiliyle zina ettiği belgelenen CHP genel Başkanı’nın Partiden niçin bir kahraman gibi uğurlandığını, istifasının niçin “onurlu bir davranış" olarak değerlendirildiğini rahatlıkla anlayabiliriz...

Çünkü bir siyasi parti olan CHP’nin bağlı olduğu herhangi bir ahlâkî sistem yok...

CHP’nin ahlâk hakkında en belirhgin görüşü “İslâm ahlâkı”nın “gericilik/irtica” ve bu ahlâka bağlılı olan(müslüman)ların da“gerici-mürteci” olduğudur.

Başka da bir şey yok...

“Çağdaşlık, ilericilik, laiklik” gibi içi boş üç beş kelime...

Öyle de olunca bütün semavî dinlerin müştereken yasakladığı zina fiili hakkında CHP’lilerin niçin olumsuz bir tavır al(a)madıkları ortaya çıkıyor:

“İyi-Güzel-Doğru”n olmayınca “kötü-çirkin-yanlış”ın da olmuyor...

Geriye kaba bir hedonizm kalıyor:

Haz veren herşey meşru(iyi-güzel-doğru)dur....

***
Bu komploymuş...

Olabilir...

De...

Senin Genel Başkanınla Milletvekilini zinaya zorlayan bir dış tehdit (Silah zoru, şantaj vb.) var mı?

Yok...

İlaçla, uyuşturucu ile veya zorla içki içirilerek iradeleri zaafa uğratıldı mı?

Yok...

Bu iki kişi yatağa kendi rızalarıyla girip Zina etmeselerdi böyle bir kaset ortaya çıkabilir miydi?

Yok...

Peki kardeş...

Bu görüntüleri alanlar iyiniyetli değiller; eyvallah da...

Güle oynaya yatağa girenlerin bu “komplo”ya hiç mi katkıları yok?

Bizi bu gibi durumlarda tuzağa düşmememiz için “Hırsızın hiç mi kabahati yok” diye uyaran Nasreddin Hoca’yı da mı hatırlayanınız yok?..

***

Başa dönecek olursak....

İster devlet kuralım... İster bakkal dükkanı açalım... İster kanun yapalım... İster eğitim sistemi dizayn edelim... İster siyasî parti kuralım... İsterse başka herhangibir şey yapalım...

Bunun “İyi güzel doğrusu”nun NASIL yapılacağını bize gösterecek olan şey ahlâktır...

Böyle bir ahlâk yoksa...

Ne yapılırsa yapılsın yapılan şey keyfî/ilkesizdir.

Genel bir geçerliiliği/meşruiyeti yoktur...

İktidar olursun...

AKP gibi...

İlk yaptığın icraatlardan biri “Zinayı suç olmaktan çıkarmak” olur...

Sonra da zina yaparken cürmü meşhut/suçüstü yakalanan Ana Muhalefet Partisi Liderinin bu durumuna ne diyeceğini bilemezsin...

Yalandan “Üzüldük müzüldük” gibi bir şeyler gevelersin ve içinden bildiğin bütün duaları okursun ki; bir densiz gazeteci çıkıp su soruyu sormasın:

-Hangisine efendim? Baykal’ın Partili bir milletvekiliyle zina yapmasına mı? Yoksa Zina yaptıklarının ortaya çıkmasına mı?

Zina suç değilse neyine üzülüyorsun?

Üzülünecek birşeyse, suç olmaktan niye çıkardın?..

Veya ana muhalefet partisi lideri olursun...

Oy depolarından biri olan Alevî-Bektaşîleri kafaya almak için her yıl Hacı Bektaş Şenlikleri’ni kaçırmayıp Hünkâr’ın huzurunda el bağlarsın?

Ama onun “eline, beline, diline hakim olmak” tarzında formüle ettiği İslâm ahlâkına tam zıd bir fiili işlerken kameralara yakalanırsın...

“Yahu şeytana uyup ettik bir halt. Özür dilerim..”. demek yerine “Bu bir komplodur” demeyi tercih ederek sadece “BELİNE” değil, aynı zamanda “DİLİNE” de hakim olamadığını açık etmiş olursun...

Şu işe bak ki...

Partidaşların olan “Alevî-Bektaşî”ler de Hünkâr Hazretleri'nin bu formülünü nedense o an hatırlayamaz ve seni alkışlarla, gözyaşlarıyla ve “inadına Baykal” sloganlarıyla uğurlarlar...

Zinaya alkış tutan ve zinakârın arkasından gözyaşı dökenleri Hünkâr Hazretleri görseydi acep ne derdi?

Dipnotlar:
1- Chp'li Şükrü Saraçoğlu imzasıyla basına "Allah ve ahlâktan bahsetmek yasaktır!" tamimi gelir. Bu tamimi bir Fransız görür ve şöyle der: «Yeryüzünde hiçbir hükümet, hiçbir rejim bu kadar alçalmamıştır!» Hasan Ali Yücel Merhum Üstad'a "Akademideki hocalığınızla Büyük Doğu'dan birini seçmenizi ihtar ederim!" fermanını o sıralarda yazar ve Üstaddan:"Elli kişilik bir sınıftansa bütün vatana hitap edici kürsüyü, yani Büyük Doğu'yu seçtiğimi ihtarınıza karşı ihtar ederim!" cevabını alır. Bunun üzerine Üstad o sıralarda ders verdiği Akademiden kovulur. Ve kanunsuz olarak askere alınır. Yıl 1943-1944... Kaynak: Necip Fazıl Kısakürek’in " Hesaplaşma" isimli konferansı.

2- Zaman gazetesi, 24 Mayıs 2008.


AHLÂK, HUKUK, SİYASET VE BAYKAL-2-

Alihaydar Can

“Kedi fareyi tutarken arslan gibidir ama kaplanla karşılaşınca fareye döner.”
Şeyh Sadi




Henüz olayın dumanları tüterken kaleme aldığımız yazının birinci bölümünde hadisenin köpürtülen magazin ve küçük siyasî hesaplar tarafına hiç bakmadan doğrudan doğruya ahlâkî temelden yola çıkarak yorum yapmayı tercih ettik...

İyiki öyle yapmışız...

Yoksa gündem, işin köpürtülen magazin ve küçük siyasî hesaplar yanıyla meşgul edilip işin bir facia olan “ahklâkî” yanı gürültüye getirilecekti...

RTE=AKP bile, bizim yazıdan kaç gün sonra uyanıp, “üzüldük müzüldük” gibi timsah gözyaşı dökmekten kurtuldu da adam gibi konuşmaya başladı...

***

Yine aynı çizgide olayı yorumlamaya devam edelim...

Bu olayda tek ahlâksızlık evli bir adamla, evli bir kadının zina etmesi değildir...

Bu hadisenin bir yönü...

Hadise içiçe/zincirleme ahlâksızlıklardan oluşuyor...

Hadiseden sonra medyaya dökülenlerden öğrendiğimize göre...

Bu iş Baykal’ın dediği gibi “Bir haftalık” bir mevzu değil...

Zülfü Livanelli “Kasetin 8 yıllık” olduğunu söylüyor (3)...

Yine CHP çevrelerinden medyaya sızan/sızdırılan bilgilere göre CHP’de bu “iş”den haberdar olmayan kimse yok gibi...

Kadın, Kitap pazarlamacısı olarak girdiği CHP binasında sadece kitap satmakla kalmıyor... Hemen bir sekreterlik işi ayarlıyor... Ardından Baykal’ın özel kadem müdireliği gibi çok stratejik bir makama yükseliyor... Orada ali kıran başkesen kesiliyor ve onun istemediği hiçbir partili Baykal’la görüşemez hale geliyor...

“Ben milletvekili olmak istiyorum” diye tutturunca Baykal, Sav’a “Nesrin’i seçilebilecek bir yerden listeye koy” emri veriyor. Yıllarını partiye vermiş o kadar kıdemli üye, aday adayı bile olamazken; Önder Sav Mersin’den seçilebilecek bir yer ayarlıyor... Baytok “Hayır” diyor, “Ben Ankara’dan aday olmak istiyorum”... Sav herhalde içinden koca bir “ohaaa” çektikten sonra Baykal’a "Ankara’nın mümkün olmayacağını” anlatmaya çalışıyor... Ama nafile...

Baykal “Nesrin’i Ankara’dan seçilebilecek yere koy, gerisine karışmayacağım Ankara listelerini sen hazırla” diyor...

Bunları magazincilik yapmak için anlatmıyorum...

Bunlar zaten o amaçla yazıldı çizildi anlatıldı...

Göstermek istediğim şey burada ahlâka aykırı olan tek fiilin “zina” olmadığı...

Başka ne mi var?

Sevilay Yükselir çok açık anlatıyor:

[(..)Pekiiii... Bunun yanı sıra, "Bu skandal, CHP'de yıllardır siyaset yapan ancak rozet taşımaktan, pankart sallamaktan, slogan attırılıp meydanlarda yürütülmekten başka bir iş yaptırılmayan CHP'nin onurlu, şerefli, haysiyetli kadınlarının hakkının yendiğini gün gibi ortaya çıkarmıştır!" tartışmasını yaptık mı, yapmadık mı?
Dahası, "Baytok milletvekili olmadan evvel, burnundan kıl aldırmayan, yeri geldiğinde asan, kesen, her seçim öncesi aday adaylarının Baykal ile görüşme taleplerinde kendi önceliklerini ortaya koyan, gözüne kestirdiğini isterse milletvekili, isterse belediye başkanı adayı yaptıran ve hatta Baykal'ın hangi partili ile ilişkiye gireceğine, hangisini seveceğine, sevmeyeceğine karar veren, canını sıkanın ipini çektiren, onu ciddiye almayan adamın anasını belleyen, burnundan fitil fitil getiren, özel kalem müdiresi olmaktan çok Genel Başkan'ın ruh ikizi gibi davranan Nesrin Baytok çok siyasinin ahını almıştır. Çok can yakmıştır geçmişte. Acaba bütün bu yaşadıkları ilahi adaletin bir tecellisi midir?" diyerek sorgulamadık mı kendi aramızda?
Allah aşkınıza doğruyu söyleyin. Zamanında, kocası Can Baytok'un Odesa adlı bilişim şirketine aralarında Şişli'nin de olduğu CHP'li belediyelerden verilen milyon dolarlık ihaleleri öğrenince öfkelenmedik mi?
Baykal ve Baytok arasındaki yasak ilişkiye dair dedikodularımız kulisleri çalkalamadı mı?
Onu 2007 seçimlerinde milletin vekili olarak Meclis'e taşıdığında, "Ohaaaa! Bu kadarı da fazla! Millet yıllarca çalışıp didinsin bu parti için bir halt olamasın. Baytok ise Baykal'la kurduğu özel ilişki sayesinde tereyağından kıl çeker gibi Meclis'te koltuk kapsın! Olmaz böyle rezalet! Olmaz böyle adaletsizlik!" diyerek isyan etmedik mi?
Sevgili CHP'liler. Kaçınız, "Baykal'a kendini kabul ettirmenin yolu Nesrin'den geçer" deyip, genel merkeze gidince ilk onun kapısını çalmadınız? El etek önünde durup, "Nesrin Hanım bugün yine çok güzelsiniz! Harikasınız! Memleketten size bal, tereyağı, kayısı kurusu, tarla domatesi, kendi üretimimiz olan ayakkabılardan getirdim" demediniz? Onun gazabına uğrayıp, "siyasi hayatım kararmasın" düşüncesiyle kaçınız Baytok'un odasına girerken besmele çekmediniz?
Ayrıca birçok defalar, birçoğunuz kendinizi yerden yere atıp, "Bu kadın eni sonu Genel Başkanımızın başını yiyecek! Bir an evvel genel merkezden uzaklaştırılmalı!" demediniz mi birbirinize? Şimdi ne oldu peki?
Hakikaten dediğiniz oldu! Nesrin, Erdal İnönü, Aydın Güven Gürkan, İsmail Cem, Ertuğrul Günay, Hikmet Çetin, Erol Tuncer, Hasan Fehmi Güneş, Bedri Baykam, Mehmet Moğultay, Erol Çevikce, Tarhan Erdem, Murat Karayalçın, Gürbüz Çapan, Mustafa Sarıgül, Adnan Keskin, Seyfi Oktay, Celal Doğan, Onur Kumbaracıbaşı, Hurşit Güneş ve Ercan Karakaş gibi kurt siyasetçilerin bile yıllarca uğraşıp, didinip yiyemedikleri genel başkanınızı topu topu 5 dakikalık bir filmle yedi! Ve bitirdi! Hepinize geçmiş olsun...]
(4)

Yukarıda kısaca değindiğimiz ama günlerdir medyanın her türlüsünde binbir çeşidini okuduğunuz, izlediğiniz, dinlediğiniz ayrıntılara bakıldığında...

Bu zinanın kadın tarafının siyasette füze hızıyla yükselişine dair ipuçları vermiyor mu?

Bu nedir?

Buna “Bedenini rüşvet olarak ikram etmek/rüşvet olarak almak” olarak niteliyor Açık İstihbarat yorumcusu: “Bir siyasi liderle, o siyasi liderin verdiği kararla milletvekili olan bir kadının arasındaki cinsel ilişkinin görüntüleri seks değil, rüşvet görüntüleridir.Baykal'ı bir odada rüşvet alırken gösteren bir görüntü olsaydı nasıl buna"özel parasal hayatı" kılıfı takılamayacaksa; rüşvetin tenle ödenen versiyonuna da "özel cinsel hayatı" bahanesi uydurulamazdı.” (5)

Haksız mı?

Rüşveti veren de... Alan da...

Bu rüşvet her ne olursa olsun yerleşik ahlâk ve hukuk kurallarını ihlal etmiş olmuyor mu?

Hadi rüşveti veren kendi “bedeni”nden verdi...

Peki bu rüşveti alan karşılığında ne verdi?

Partinin statejik bir makamı olan özel kalem müdüreliğinden sonra Ankara Milletvekilliği...

Biri partinin öbürü partililerin kesesinden...

Rüşvet almak bir ahlâksızlık mı?

Evet...

Perki aldığın rüşvetin karşılığını bari kendi cebinden ödesen?

Yok...

Partinin ve partililerin kesesinden ödüyorsun...

Bu nedir?

"Bu skandal, CHP'de yıllardır siyaset yapan ancak rozet taşımaktan, pankart sallamaktan, slogan attırılıp meydanlarda yürütülmekten başka bir iş yaptırılmayan CHP'nin onurlu, şerefli, haysiyetli kadınlarının hakkının yendiğini gün gibi ortaya çıkarmıştır!" diyor ya Sevilay yükselir...

Haksız mı?

Haklıysa...

“CHP'nin onurlu, şerefli, haysiyetli kadınlarının hakkının yendi” ise...

Bu hak yenmesi olayı zinadan ayrı bir haksızlık/ahlâksızlık değil mi?

Bu Zinanın birinci dereceden mağdurları olan eşlerin, çocukların, torunların, ailelerin, hısım ve akrabaların yaşadıkları acılar, üzüntüler nasıl telefi edilecek?

Buna bakan bile yok...

Varsa yoksa CHP genel başkanlık koltuğuna kim oturacak?

Baykal geri dönsün diyenlerle, Kılıçdaroğlu gelsin diyenler boğaz boğaza dövüşüyor...

CHP’nin ahlâkî bir problematiği asla yok...

“Kaseti o mu sızdırdı bu mu sızdırdı?” kısır döngüsünde tartışılıyor her şey...

Halbuki basında yazılanlardan görüyoruz ki bu kasetin içeriğinden neredeyse bütün CHP yöneticileri ve delegeleri haberdar...

Öyle ki 32 dakikalık bir kaset olduğunu bile biliyorlar...

Yani kaset ortaya çıkmasaydı, içeriği/muhtevası “no problem”...

İşte anlatmaya çalıştığımız şey bu...

Zinadan da, rüşvetten de, bir kötülüğe siyasi ikbal veya rant için katlanmaktan da beter olan şey bu: Ahlâkın ferdi ve toplumsal/içtimaî hayatın olmazsa olamaz/temel unsuru oluşundan bile habersiz olan insanların bu ülkenin yönetiminde 86 yıl boyunca iktidar veya muhalefet olarak söz sahibi olmaları....

Ahlâk bizi insan yapan... Bizi hayvanlardan, bitkilerden ve cansız objelerden ayıran en önemli unsur...

Ferdî ve içtimaî/toplumsal hayatın temeli/yapıtaşı...

Onsuz ne insan olur, ne toplum ne de devlet ne de “insanca hakça bir düzen”...

O olmazsa pis bir oportünizm/fırsatçılık kalır ortada ki, bununla kurulsa kurulsa bugünkü gibi bir “kapkaç düzeni” kurulur...

Bu yüzden de en azından Hıristiyan ahlâkının genel kabul gördüğü ABD’de aynı türde bir skandal ortaya çıktığında bakın ne oluyor:

[ABD Kongresi Indiana eyaleti milletvekili Mark Souder, 18 mayısta kendi sekreteriyle ilişkisi olduğuna dair seks kaseti ortaya çıktı. Mark Souder, gelen tepkiler üzerine yaptığı basın toplantısında, "30 yıllık eşimi aldattım, Amerika halkını aldattım. 20 Mayısta (bugün) milletvekillikten istifa edeceğim"dedi.
Souder, açıklamalarında ilişki içinde olduğu kişinin adını ve detaylarını vermedi. Eşinin ve ailesinin kendisiyle birlikte basın mensuplarının karşısına çıkmak istediğini söyleyen Souder, ancak hatanın kendisinde olduğu ve bu sorumluluğu tek başına taşımak istediği için basının karşısına yalnız çıktığını söyledi. Souder, "Sevdiklerimi incittiğim için çok utanıyorum. Birçok dostumu ve benim için çalışan insanları hayal kırıklığına uğrattığım için çok üzgünüm" dedi. Souder'in ilişki içinde bulunduğu kişinin ise Tracy Jackson olduğu ABD basınında yer alıyor. 2004 yılında yarı zamanlı olarak Souder'in Indiana'daki bölge ofisinde çalışmaya başlayan Jackson'ın daha sonraki yıllarda Souder'in yanında çeşitli görevlerde bulunduğu bildirildi.]
(6)

ABD Kongresi Indiana eyaleti milletvekili Mark Souder, kendi sekreteriyle ilişkisi olduğuna dair seks kaseti ortaya çıktıktan iki gün sonra “30 yıllık eşimi aldattım, Amerika halkını aldattım” diyerek istifa ediyor...

Bizimklerin erkek olanı Parti genel başkanlığından istifa ettiğini açıkladıktan hemen sonra geri dönüş için kolları sıvayıp çalışmaya başlıyor...

CHP tabanının bu ahlâksızlığı içine sindiremeyeceği anlaşılıp da yeni bir genel başkan adayı ortaya çıkınca da “kaderine küsüyor”...

Her ikisi de halen Milletvekili maaşı dahil milletvekilliğinin bütün imkânlarını kullanıyor...

“Ne eşimi aldattım” diyen var, ne “Türkiye halkını aldattım” diyen...

Kızarma özelliğini kaybetmiş bir yüzle ne anlam yükledikleri belirsiz bir “komplo” teranesi tutturmuşlar bununla aklanabileceklerini zannediyorlar......

Tam bir oportünizm/fıesatçılık örneği...

Buradan da anlıyoruz ki; ortada bir komplo varsa; o, internete düşen görüntüler değil, CHP’nin kendisidir...

Haa bir de CHP’ye umut bağlayan gariban takımı var ki onların halini de Haşmet Babaoğlu bakın nasıl anlatıyor:

[(..) Siyaset konu olduğunda bizim medya sokağı unutur. Ta ki seçim günü akşamı tokadı yiyinceye kadar!
Yoksa "halk" dedikleri kendi okur kitleleri ve patronun, yöneticilerin, yazarların yaşadıkları mahallelerin genel atmosferidir.
(..)
***

Şimdi CHP için de aynı şey oluyor!
CHP'ye oy veren kitlelerin günlerdir neler yaşadığını iki satır olsun değerlendirmeye almıyor medya!
Medyanın birdenbire ortaya çıkan koyu CHP'lilerine göre Kılıçdaroğlu'nun aday olmasıyla her şey hale yola koyuldu.
Delegeler şöyleymiş, il başkanları böyleymiş, MYK'da şöyle olmuş, "Kılıçdaroğlu'na Gandi demek yakışırmış" falan...
Hepsi yazılıyor, sabahlara kadar tartışılıyor da...
Sade CHP'liye ne oldu, soran var mı?
CHP'li falan olmayan; sokaktaki insanın ideolojisini gözlemleyip analiz etmekten öte siyasete epeydir bir yakınlık duymayan ben söyleyeyim mi?..
Deniz Gezmiş'le Deniz Baykal'ı yan yana getirecek aymazlıktaki "bindirilmiş kıtaları" bir yana bırakın! Ama gerçek şu...
Sokaktaki CHP'liler şoktalar!
***

Kaset komplosundan başlamadı bu şok hali! Hayır!
Baykal'ın Pensilvanya mesajıyla başladı.
Hafiften sıkılsalar bile Baykal'a hep bağlı kalan; hoşlarına gitmeyen her gelişmeyi "cemaat"e bağlayan; kabul günlerinde bile "Sarıgül'ün arkasında F-tipi destek varmış" dedikodusu yapanlar bir anda dağıldılar.
Kılıçdaroğlu'nun çıkışı bu "dağılma"yı sona erdirdi sanıyorsanız, yanılıyorsunuz.
(..)
Kafalarında kurup yıllar içinde pekiştirdikleri ve içinde güvenli hissettikleri "Türkiye, siyaset ve CHP" üzerine analizleri bir anda paramparça oldu.
Kendilerini hiç iyi hissetmiyorlar! Ama bu gerçek Gandi Kemalci medyanın umurunda değil!
(..)]
(7)

Yazıya noktayı koymadan bir gıdımda günübirlik siyasete girelim:

Babaoğlu haklı... Bu Pensilvanya meselesi CHP tabanını gerçekten şoka soktu...

Düğün değil, bayram değilken Baykal Pensilvanyalı Hocasına ne diye selâm çaktı?

Pensilvanyalı Hoca’nın Türkiye distribütörü Hüseyin Gülerc,e Baykal Pensilvanyalı muhabbetinin yeni olmadığını gizliden gizliye uzun yıllardır devam etiğini Vatan Gazetesinde yayınlanan röportajında açıkladı...

Ne iş?

Gariban CHP’liye “F tipi aşağı, F_tipi yukarı" muhabbetti yaparken gizliden gizliye Pensilvanyalı ile öpüşüp koklaş?

Kasetle beraber de bu gizliliği açık et...

Ya kasetin 32 dakikalık tekmili birden orijinali Pensilvanyalı da veya o kaseti elinde tutanlarla Pensilvanyalı arasında bir bağ var ki...

Baykal alenen selâm çakıyor...

Bu selâmla...

“Sen şu kaset mevzuunu bağla... Ben de senin her istediğini yapayın” demek mi istiyor?

Bilmiyoruz...

Ama o kadar kıdemli gazeteci kuyrukta beklerken... AB-D’nin fırlama tetikçisi Rasim Ozan Kütahylı’ya verilen randevyu da, Pensilvanyalı Hoca mevzuuna iliştirirseniz...

Kasetin orijinalinin Okyanus ötesindeki bir emperyalist ülkede olduğunu ve onlar tarafından servis edildiğini, içeriğinin de yüzdeyüz gerçek olduğunu, bu yüzden de Baykal’ın Varan-2’nin yayınlanmaması konusunda girişimler yaptığını da düşünebilirsiniz...

“Kasetn devamınıi yayınlamayın da ne isretseniz harfiyyen yapayım..” mesajı göndermeye çalışırken zart diye Kılıçdaroğlu’nun ortaya çıkarılması karşısında ise üzerinin çizildiğini anlayarak “kaderine küstüğünü” de düşünebilirsiniz...

Siz ne düşünürseniz düşünün plan yürürlüğe konmuştur...

Baykal’la başlayan tasfiye, CHP ve Kemalizmle onu koruyup kollayan asker ve sivil bütün unsurları da kapsayarak sürecek gibi görünüyor...

Bu iyi bir şey midir?

O “iyilik”ten ne anladığınıza bağlı...

Yani doğrudan ahlâkınızla ilgili..

Şeyh Sadi’nin sözünü bu yüzdenen başa aldık...

Gariban halka “gericiler yobazlar cumhuriyet ve Atatürk düşmanları” diye üst perdeden Arslanlar gibi kükreyen kedilerin, Pensilvanya Kaplanı karşında fareler gibi kem küm edişlerini ıskaladık sanmasınlar diye...

Hele sık kullandıkları bir sözleri var ki:

“Ne yani sen cumhuriyete, onun kurucu değerlerine(yani bize-CHP’ye demek istiyor) meydan mı okuyorsun?”

“Evet meydan okuyorum. Sence bir sakıncası mı var” diye bir karşılık almayacağıdan emin olarak yapılan bu küstahlığın sahiplerine soruyorum:

“Dersim İsyanı”nı CHP kanla bastırmadı mı?

Dersim halkının çoğunluğu Zaza kökenli Alevîlerden oluşmuyor muydu?

Katliamdan kurtulan Dersimlileri kitleler halinde batıya sürgün eden de CHP değil miydi?

Peki Şimdi CHP’nin başına kim geliyor?

Zaza kökenli Dersimli bir Alevî dedesi...

Bu, “Cumhuriyete ve onun kurucu değerlerine(yani CHP’ye) açık bir meydan okuma” değise nedir?

Burada meydan okuyan kimdir ki; sizler kaplanla karşılaşmış zavallı bir kedi gibi tir tir titriyorsunuz?

Dipnotlar:
3- Zülfü Livaneli, “O kaset 8 yıllık”, 09 Mayıs 2010 , Vatan.
4- Sevilay Yükselir, “Eyyy CHP'liler! Uyanın artık! Çünkü kral çıplak!” , Sabah
5- Bkz: http://www.acikistihbarat.com/Haberler.asp?haber=8846
6- “Kasedi çıkan Amerikalı milletvekillikten istifa etti”, 19.05.2010, Netgazete

7- Haşmet babaoğlu, “Sokaktaki CHP'linin halini soran var mı?”, 20 Mayıs 2010, Sabah


Kasedi çıkan Amerikalı milletvekillikten istifa etti

23:54 - ABD Kongresi Indiana eyaleti milletvekili Mark Souder, 18 mayısta kendi sekreteriyle ilişkisi olduğuna dair seks kaseti ortaya çıktı. Mark Souder, gelen tepkiler üzerine yaptığı basın toplantısında, "30 yıllık eşimi aldattım, Amerika halkını aldattım. 20 Mayısta (bugün) milletvekillikten istifa edeceğim"dedi. 19.05.2010 WASHINGTON netgazete

Baykal Rüşvet (Seks Değil) Görüntülerinin Gereğini Yaptı, Çıtayı Yükseltti
Açık İstihbarat
10.05.2010

Görüntüler seks değil, rüşvet görüntüleri idi.

Bir siyasi liderle, o siyasi liderin verdiği kararla milletvekili olan bir kadının arasındaki cinsel ilişkinin görüntüleri seks değil, rüşvet görüntüleridir.

Baykal'ı bir odada rüşvet alırken gösteren bir görüntü olsaydı nasıl buna "özel parasal hayatı" kılıfı takılamayacaksa; rüşvetin tenle ödenen versiyonuna da "özel cinsel hayatı" bahanesi uydurulamazdı.

Ve nihayetinde bütün komplo suçlamalarına rağmen mızrak çuvala sığmadı ve Baykal gerekeni yaptı.

Üzülerek; kendisini en azından bu süreçte son hareketinin doğru bir karar olması vesilesi ile kutluyoruz.

Bu görüntülerin ardından; siyasi arenada Tayyip Erdoğan'a karşı edeceği her "siyasi dürüstlük", "siyasi reform" , "siyasi ahlak" retoriğinin anlamsızlaşacağının kendisi de farkına vardığı ve gereğini yaptığı için Türk siyaseti ve CHP adına şerden hayır doğacak bir dönemeçteyiz.

Arkadan; "yapma başkan" diye bağıranlar ise Baykal'ı değil, kendini düşünen bir zihniyetin çığırtkanlığından başka bir şey değildir.

Baykal istifası ile başka bir alanda yere düşürdüğü bir çıtayı, bazıları için sorunlu olabilecek bir yüksekliğe taşımıştır.

Bu noktadan sonra Türk siyasetinde "ahlak" ve/veya "cinsellik" kavramının "kişisel" boyutu ile "kamusal" boyutu arasında net bir çizgi çekilmiştir ve Baykal'ı en azından istifası ile bu net çizgiyi çizen lider olarak hatırlayabiliriz.

İktidar gücünü kullanarak, en yakınındaki kadınlarla cinsel rüşvet ilişkisine giren ve aldıkları bu cinsel rüşveti politik güç dağıtarak hakeden diğer liderler de artık düşünmeye başlamalıdır.

Bir gün bizim de RÜŞVET (Seks değil) kasedimiz ortaya çıkar mı ; İstanbul ve Ankara'daki "rezidanslar" gün gelir dile gelir mi diye?

Açık İstihbarat

12 Mayıs 2010
CHP'den Şampanyalı Kutlama!
Star yazarı Şamil Tayyar, Baykal videosunun ortaya çıktığı süreçten sonraki gelişmelerle ilgili çarpıcı iddialar ortaya attı.

Şamil Tayyar, Baykal videosunun ortaya çıktığı süreçten sonraki gelişmelerle ilgili çarpıcı iddialar ortaya attı.

Bugün TV'de yayınlanan Temsilciler Meclisi programında Baykal'a ait olduğu iddia edilen seks kaseti ve beraberinde yaşanan gelişmeler masaya yatırıldı.

CHP'liler şampanyalı kutlama yaptı

Programa, Star Gazetesi Ankara Temsilcisi Şamil Tayyar'ın yapmış olduğu açıklamalar damga vurdu. CHP'li bir başkan yardımcısının gazetelerin yayın yönetmenlerini arayıp olayın gazetelerin manşetten büyük vermesini ve Türkiye'nin gündemine düşmesini istediği yönünde şahitlerin olduğuna vurgu yapan Tayyar: ''Pelit Kafe'de CHP'li ünlü bir ismin bu kaset olayının ardından 'artık önümüz açıldı diyerek şampanya ile kutlama yaptı'' sözleriyle yeni bir tartışmayı gündeme getiridi aktifhaber

Sevilay Yükselir / Sabah
Eyyy CHP'liler! Uyanın artık! Çünkü kral çıplak!

Yazdım daha evvel değil mi? "Yatak odaları odaların içerisinde en mahrem olan alanlardır. Bu nedenle bu odaları kah dürbünle, kah anahtar deliğinden izlemek büyük alçaklıktır! Hele de insanları donlu veya donsuz gizli kameralara çekip seyretmek ya da seyrettirmek şerefsizliktir! Günahtır! Adiliktir!" diye.

Son birkaç günde yazılanlara, konuşulanlara, yorumlara bakınca da, bütün toplumun bu konuda hemfikir olduğundan yana zerre kadar şüphem de kalmadı artık.

Tabii ki hepimiz çok üzüldük, Deniz Baykal'ın siyasi kariyerinin böyle alçakca bir tuzak ve saldırı ile sonlandırmış olmasına.

Ancakkkk...

"Keşke daha dikkatli olsaydı. Keşke böyle bir zafiyetin içerisine düşmemiş olsaydı. Keşke o görüntülerdeki kadın TBMM'ye taşıdığı 19 yıllık özel kalemi, sekreteri Nesrin Baytok değil de, Ornella Mutti ya da Sophia Loren olsaydı..." dedik mi, demedik mi eyyy sevgili CHP'liler?

Dedik!

Pekiiii... Bunun yanı sıra, "Bu skandal, CHP'de yıllardır siyaset yapan ancak rozet taşımaktan, pankart sallamaktan, slogan attırılıp meydanlarda yürütülmekten başka bir iş yaptırılmayan CHP'nin onurlu, şerefli, haysiyetli kadınlarının hakkının yendiğini gün gibi ortaya çıkarmıştır!" tartışmasını yaptık mı, yapmadık mı?

Dahası, "Baytok milletvekili olmadan evvel, burnundan kıl aldırmayan, yeri geldiğinde asan, kesen, her seçim öncesi aday adaylarının Baykal ile görüşme taleplerinde kendi önceliklerini ortaya koyan, gözüne kestirdiğini isterse milletvekili, isterse belediye başkanı adayı yaptıran ve hatta Baykal'ın hangi partili ile ilişkiye gireceğine, hangisini seveceğine, sevmeyeceğine karar veren, canını sıkanın ipini çektiren, onu ciddiye almayan adamın anasını belleyen, burnundan fitil fitil getiren, özel kalem müdiresi olmaktan çok Genel Başkan'ın ruh ikizi gibi davranan Nesrin Baytok çok siyasinin ahını almıştır. Çok can yakmıştır geçmişte. Acaba bütün bu yaşadıkları ilahi adaletin bir tecellisi midir?" diyerek sorgulamadık mı kendi aramızda?

Allah aşkınıza doğruyu söyleyin. Zamanında, kocası Can Baytok'un Odesa adlı bilişim şirketine aralarında Şişli'nin de olduğu CHP'li belediyelerden verilen milyon dolarlık ihaleleri öğrenince öfkelenmedik mi?

Baykal ve Baytok arasındaki yasak ilişkiye dair dedikodularımız kulisleri çalkalamadı mı?

Onu 2007 seçimlerinde milletin vekili olarak Meclis'e taşıdığında, "Ohaaaa! Bu kadarı da fazla! Millet yıllarca çalışıp didinsin bu parti için bir halt olamasın. Baytok ise Baykal'la kurduğu özel ilişki sayesinde tereyağından kıl çeker gibi Meclis'te koltuk kapsın! Olmaz böyle rezalet! Olmaz böyle adaletsizlik!" diyerek isyan etmedik mi?

Sevgili CHP'liler. Kaçınız, "Baykal'a kendini kabul ettirmenin yolu Nesrin'den geçer" deyip, genel merkeze gidince ilk onun kapısını çalmadınız? El etek önünde durup, "Nesrin Hanım bugün yine çok güzelsiniz! Harikasınız! Memleketten size bal, tereyağı, kayısı kurusu, tarla domatesi, kendi üretimimiz olan ayakkabılardan getirdim" demediniz? Onun gazabına uğrayıp, "siyasi hayatım kararmasın" düşüncesiyle kaçınız Baytok'un odasına girerken besmele çekmediniz?

Ayrıca birçok defalar, birçoğunuz kendinizi yerden yere atıp, "Bu kadın eni sonu Genel Başkanımızın başını yiyecek! Bir an evvel genel merkezden uzaklaştırılmalı!" demediniz mi birbirinize? Şimdi ne oldu peki?

Hakikaten dediğiniz oldu! Nesrin, Erdal İnönü, Aydın Güven Gürkan, İsmail Cem, Ertuğrul Günay, Hikmet Çetin, Erol Tuncer, Hasan Fehmi Güneş, Bedri Baykam, Mehmet Moğultay, Erol Çevikce, Tarhan Erdem, Murat Karayalçın, Gürbüz Çapan, Mustafa Sarıgül, Adnan Keskin, Seyfi Oktay, Celal Doğan, Onur Kumbaracıbaşı, Hurşit Güneş ve Ercan Karakaş gibi kurt siyasetçilerin bile yıllarca uğraşıp, didinip yiyemedikleri genel başkanınızı topu topu 5 dakikalık bir filmle yedi! Ve bitirdi! Hepinize geçmiş olsun...

Şimdi size yakışan, o gidince kaybedecekleri mevki ve koltukların derdine düşen Baykal yandaşı adamların gazına gelip, "Geri dön... Geri dön..." şarkısının ritmine ayak uydurmak değildir. Sizden beklenen, Türkiye solu adına önünüze bakıp, evrensel sol değerlere sahip çıkan, genç, dinamik ve uzun yol adamı olan bir genel başkan için çalışmaktır.

Çünkü eski kral artık çıplak yakalanmıştır! Yeniden giydirseniz bile, halk nezdinde o çıplak silüeti asla ama asla unutulmayacaktır!

Baykal’ın hatırlattığı “zina suçu”!..
Müyesser Yıldız
12 Mayıs 2010

CHP’nin müstafi Genel Başkanı Deniz Baykal’a ait olduğu iddia edilen kasetin gerçekliğinden önce olayın “ahlaki ve fıkhi” boyutu tartışıldı, bunun “zina” olduğu söylendi.

İstifası istenerek de bir anlamda Baykal’ın cezası kesildi.

(..)

Zina ve AB

“Zina suçu”yla ilgili bu tartışmalar, bizi Eylül 2004’te yaşanan büyük siyasi ve ekonomik krize götürdü. Türk Ceza Kanunu değiştiriliyor ve Başbakan Erdoğan yeni düzenlemede “zina”nın suç sayılmasını istiyor, İslâmcı gazete ve yazarlar ile MÜSİAD gibi örgütlerden tam destek alıyordu. O günlerde yine Zaman Gazetesi’nde yazan Ali Bulaç da “Hem günah, hem suç” dediği zinanın suç sayılmasını savunurken, şu ağır benzetmeyi yapıyordu:

“Zina, toplumsal açıdan ‘sivil fuhşa’ zemin hazırlayan temel faktördür; resmi ‘genel evler’ veya ‘randevu evleri’nden taşar, sivilleşip toplumsallaşır…”

Kelimenin tam anlamıyla kıyamet koptu… Borsa çöktü… AB, “Ya zina, ya AB” diye rest çekti… Batıcı gazeteler, yazarlar ve TÜSİAD, Erdoğan’a savaş açtı… Dönemin Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, Erdoğan’ın “zina” ısrarı karşısında istifanın eşiğinden döndü.

Ancak Erdoğan Nuh dedi Peygamber demedi. Brüksel’e çağrıldı. Giderken de şöyle rest çekti:

“Zina düzenlemesi din kökenli değildir. İslam’da bu tür cezalar yoktur. Biz bunu ailenin, kadınların korunması için yapmak istiyoruz. Zinaya toplumumuzda hassasiyet var. Türkiye’nin kendi iç şartları var. Halkımızın büyük çoğunluğu istiyor.”

Başbakana yakın kaynakların medyaya sızdırdığı bilgilere göre Erdoğan, Brüksel’de de AB’ye “ders” verecek, “Yasalar hazırlanırken tüm ülkelerin kültürel değerlerini, vatandaşların beklentileri ve isteklerini dikkate aldığını” söyleyecekti. Hatta AB’nin, tam üye Katolik İrlanda’nın dini nedenleri öne sürüp, kürtaj yasağını sürdürmesine göz yumduğunu hatırlatıp, kendisini kahvaltıya çağıran dönemin Belçika Başbakanı Guy Verhofstad aracılığıyla tüm AB ülkelerine, “Biz teslimiyet değil, eşit seviyede ortaklık istiyoruz” mesajı gönderecekti.

Ancak Başbakan Erdoğan, Brüksel’de Avrupa Parlamentosu Başkanı ile birlikte düzenlediği basın toplantısında, AKP iktidarı döneminde zina konusunun bir daha gündeme gelmeyeceğini belirtip, “TCK’nın içinde olmayan herhangi bir madde oraya girmeyecektir. Bizim hükümetimizin ardından ne olur bilemem ancak AKP iktidarı, yeni TCK ile yoluna devam edecektir” açıklamasını yaptı.

Erdoğan, AB’nin genişlemeden sorumlu üyesi Verheugen’le görüşmesi esnasında da dönemin TBMM Başkanı Bülent Arınç’ı telefonla arayıp, “zinasız” TCK’nın çıkarılması için Meclis’in Pazar günü toplanmasını istedi. AB, “Türkiye’nin önünde engel kalmadı. Ek şart yok” dedi. Piyasalar coştu, iş dünyası moral buldu!..

Gazetelerin attığı başlıklar

Bugün Baykal olayı vesilesiyle dolayı veya dolaysız “zina” imasında bulunan gazetelerin, o zaman attığı manşetlere de bakalım:

Zaman: AB yolunda engel kalmadı… Erdoğan’ın olumlu geçen Brüksel temaslarıyla Türkiye, AB hedefine bir adım daha yaklaştı… 5 yayın yönetmeni Erdoğan’ın reformist kimliğinde birleşti… (Adı geçen yayın yönetmenleri, Ekrem Dumanlı, Ertuğrul Özkök, Mehmet Yılmaz, İsmet Berkan ve Ergun Babahan’dı)

Yeni Şafak: Gitti, Çözdü, Geldi… Ankara’da koparılan TCK fırtınası, Başbakan Erdoğan’ın Brüksel ziyaretiyle son buldu.

Türkiye: Brüksel’den rekor geldi… Geçtiğimiz hafta TCK gerginliği yaşayan piyasa, dün kilitlendiği Brüksel’den gelen mesajla, sıçramasını yaptı. Başbakan Tayyip Erdoğan’ın Brüksel temaslarına odaklanan piyasa, Erdoğan’ın “Problem kalmadı” ve Verheugen’in “Türkiye yapması gerekenlerin hepsini yaptı. Raporun önünde engel yok” açıklamasıyla büyük bir moral kazandı. İstanbul Menkul Kıymetler Borsası (İMKB) Endeksi, ikinci seans açılışında 22 bini aşarak tarihi zirveler yaptı.

Milli Gazete: Efelik sökmedi… ‘İçişlerimize karıştırmayacağımız’ AB’ye, tam teslim olduk. Türkiye’ye iki günde 1 katrilyona malolan zina tartışması sırasında “AB içişlerimize karışamaz” çıkışını yapan Başbakan, Verheugen karşısında yelkenleri suya indirdi.

Hürriyet: Yolumuz Açıldı… Başbakan Erdoğan’ın Brüksel gezisinde zina pürüzü aşıldı. Erdoğan, TCK için söz verince, AB yeşil ışık yaktı.

Milliyet: AB Kapısı Açıldı… Erdoğan Verheugen’e, “TCK’yı Ekim’den önce zina maddesi olmaksızın geçireceğiz, ancak başka şart istemeyiz” mesajı verince hiç sorun kalmadı.

Vatan: Harika sonuç… Verheugen, “Başbakan güvence verdi. Türkiye’nin önünde artık hiçbir engel kalmadı” dedi.

Sabah: Biz Avrupalıyız… Başbakan Erdoğan, AB ile TCK krizini Brüksel’de yine kendisi çözdü. Attığı adımla AB hedefi 41 yıldır hiç olmadığı kadar yakına geldi.

Star: 5 dakikada krizi çözdü… TCK üzerinden sorun çıkarmak isteyenlerin hevesleri de kursağında kaldı.

Akşam: Tam Yol Avrupa… Brüksel’de tarihi uzlaşma. Erdoğan, TCK’yı zinasız çıkarma sözü verdi. Verheugen AB kilidini açtı.

Radikal: Rapor Tamam Sıra Kararda… Başbakan, AB ile krizi, zinayı suç haline getirmekten vazgeçerek bitirdi.
avaztürk

Baykal’ın manevra kabiliyeti
Mustafa ERDOĞAN
merdogan@stargazete.com

Siyasal süreci etkileyen çok sayıda dinamiğin varlığı yüzünden siyasetin geleceğine ilişkin öngörülerde bulunmak her zaman risklidir. Türkiye siyasetinin kendine özgü yapısı bu tür tahminleri daha da riskli hale getiriyor. Türkiye siyasetinde olağan dışı etkenler her an devreye girip tahminleri altüst edebilir. Deniz Baykal’ın merkezinde yer aldığı son “skandal” bunu doğrulayan yeni bir örnek olmuştur.

Baykal’ın şimdilik sadece CHP genel başkanlığından istifa etmesiyle sonuçlanan bu olay ilk bakışta yalnızca onun kendisini (ve ailesini) ilgilendiren bir “mahremiyet” meselesi olarak görülebilir. Çoğulcu-demokratik toplumlarda siyasi liderlerin özel hayatlarında toplumun genel-geçer ahlâk anlayışıyla uyum içinde olmaları diye bir zorunluluk elbette yoktur. Ne var ki, meseleyi bundan ibaret görmek olayın “kamusal” yanını görmezlikten gelen bir yaklaşım olurdu.

Bu olayın “kamusallığı”nın bir yanı şudur: İfşa edilen kaset sahih ve oradaki görüntülerden ulaşılan olgusal sonuç doğruysa, bir siyasi parti lideri malum türdeki özel ilişki içinde olduğu partnerinin milletvekili seçilmesini sağlamıştır. Siyasi ahlâk açısından kabul edilir olmayan bu durum elbette hem “CHP kamusu”nu hem de genel kamuyu ilgilendirmektedir.

Olayın başka bir kamusal yanı daha var: Kişiler arasındaki mahrem ilişkileri kayda alıp daha sonra bunları alenileştirmek hukuk-dışıdır. Kamuyu en fazla kaygılandırması gereken de, bu tür işleri yapanların kayıt altına aldıkları ilişki ve olayları siyasetçilere şantaj yapmak üzere muhafaza etmeleridir. Onun için, bu gibi “kirli” işleri meslek haline getirmiş olan kişi veya odakları bir an önce ortaya çıkarıp onları hak ettikleri hukuki müeyyideye çarptırmak da kamu otoriteleri için bir görev olarak ortaya çıkmaktadır.

Böyle olaylar olunca, tabii herkes “işin içyüzü”nü anlamaya çalışır. Bu skandalda da öyle oldu ve olup-bitenleri açıklama iddiasıyla çeşitli senaryolar ortaya atıldı. Başlangıçta, bunun, Deniz Baykal’ın iktidar partisinin öncülüğünü yaptığı demokratik değişim sürecini engelleme “misyonu”nu başaramayacağının artık belli olmasından hayal kırıklığına uğrayan statükocu odakların işi olduğu ileri sürüldü. Buna göre, söz konusu odaklar Baykal’ı tasfiye ederek, bu misyonu daha iyi götürebilecek, yıpranmamış yeni bir lideri devreye sokmak istemişlerdir.

Bu genel çerçeve içinde düşünülebilecek başka bir açıklama bu “operasyon”un amacının yeni bir liderin yönetiminde CHP’nin BDP ile işbirliğini sağlamak olduğunu iddia ediyor. Nihayet, bunun, Türkiye siyasetinin iki temel aktörü durumundaki AKP ve CHP’yi “zayıf” bir koalisyona götürecek, uluslararası ayağı da bulunan senaryonun bir parçası olduğu da başka bir tez. Baykal ve CHP yönetimi ise bir “komplo” olduğunu düşündükleri olayı partilerini çökertme çabasının bir ürünü olarak görüyorlar.

Bunların her biri, yazarlarının Türkiye siyasetinin genel manzarası hakkındaki görüşlerinden hareketle yapılan akıl-yürütmelere dayanan kurgular olarak kendi içinde tutarlı olabilir ve pek çok kişiyi ikna da edebilirler. Ama yine de hepsi tamamen veya kısmen yanlış olabilir. Kim bilir belki de ortada küçük bir kişisel hesaplaşmadan başka bir şey yoktur.

Parti başkanlığından istifa ettiyse de, takındığı tavır bir bütün olarak düşünüldüğünde Baykal’ın bu olayda pek de iyi bir sınav verdiği söylenemez. Öyle görünüyor ki, Baykal hükümeti hedef göstermekle kendi kişisel mağduriyetini partisine yönelik bir komplo gibi takdim etmek suretiyle, meselenin yukarıda işaret ettiğim “kamusal ahlâk”a ilişkin boyutunu gözardı etmeye çalışmaktadır.

Öyle veya böyle, bu badireyi de atlatmayı başarırsa, Baykal’ın siyasi zekâsını hafife alanların yanılmış oldukları ortaya çıkacak.


13 Mayıs 2010 Star Gazetesi

14 Mayıs 2010 10:57
Kaset 32 Dakika Baykal Da Biliyor
Milliyet gazetesi internet sitesinde Baykal’a ait mahrem görüntülerin süresinin 32 dakika olduğu yazıldı.

Milliyet gazetesi internet sitesinde Baykal’a ait mahrem görüntülerin süresinin 32 dakika olduğu yazıldı.

Kasetin tamamıyla ilgili yapılacak bir araştırma soruşturmada cevaplanmayan sorulara da ışık tutabilecek. Yine milliyet.com.tr’nin haberine göre, kulislerde Baykal’ın kasetin daha uzun olduğu konusunda bilgi sahibi olduğu konuşuluyor. aktifhaber


Sevilay Yükselir
Sabah Gazetesi
Hepimiz Nesrin Baytok'uz!
14 Mayıs 2010

Kural hiç değişmiyor. Ne zaman, içinde aşk, ihanet, seks olan bir olay patlak verse, derhal bizim mahallenin kadın hakları savunucusu kalemler başkaldırıyor ve ilerisini gerisini tartmadan, düşünmeden o olayın kahramanı kadını dosdoğru mağdur ilan ediyor!

Türkiye'nin günlerdir tartıştığı bu son skandalda da maalesef durum değişmedi yine!

"Nesrin Baytok mağdurdur ve maçoluğa kurban gitmiştir" diyerek, Baytok için bir mağduriyet kampanyası başlatan bu arkadaşlara, izninizle bir hemcinsleri olarak seslenmek istiyorum bu köşeden;
Sevgili Mutlu Tönbekici, sevgili Ayşe Arman, çok sevgili Balçiçek, Rahşancım, Yazgülü Hanım. Bakın. Bir kere en başından söyleyeyim size, derdim sizlerle polemiğe filan girmek değil bu konuda. Derdim, aslında perde arkasında neler olup bittiğini bilmeden yazdığınız bu konuda sizleri enine, boyuna aydınlatmak! Arkadaşlar yanılıyorsunuz! Hem de fena halde yanılıyorsunuz! Tabii böyle olması da gayet normal. Çünkü çalışmıyorsunuz! Kusura bakmayın ama sizler, geride kalan çocukları düşünmeden tenceredeki çorbayı bol kepçeden dağıtan karavanacılara benziyorsunuz! Amiyane tabirle oturduğunuz yerden üfürüyorsunuz! Olayı, sıradan bir vatandaş gibi blackberry ya da iPhone'larınızdan okuyup ya da evdeki dev ekran tv'lerinizden izleyip, her zamanki lügatinizden parçalıyorsunuz! Oysa ben ve benim gibi hâlâ muhabir ruhuyla gazetecilik yaparak yazı yazan kalemler ne yapıyor biliyor musunuz? Bu skandalın adeta travma yarattığı Türkiye'nin ana muhalefet partisi CHP'de neler olup bittiğini bizzat yakından izliyor. Hem de yıllardır yapıyoruz bunu. Onların kurultaylarını, kongrelerini, panellerini, yemeklerini, mitinglerini ve aklınıza gelebilecek her türlü organizasyonlarını asla kaçırmıyoruz. Nabız tutuyoruz ve bire bir gözlemliyoruz. Mesela çok isterdim daha birkaç ay evvel yapılan İstanbul İl Kongresi'ndeki 640 delegenin sadece ve sadece 39'unun kadın olduğu o korkunç manzarayı kendi gözlerinizle görmenizi. Ya da söz konusu kaset skandalının patladığı cumartesi gecesi İstanbul İl Başkanlığı'nın düzenlediği gecedeki o berbat atmosferi! Partinin emektar kadınlarının tuvaletlerde neler konuştuğunu, 52 yaşındaki kadın avukatın nasıl öfke kustuğunu... Onun, "Hukuk Fakültesi'nde öğrenciyken sol adına çarpıştım. Bedel ödedim, hapis yattım. Sonrasında sendikalarda mücadele ettim. Belki bu tecrübelerimden faydalanırlar dedim CHP'ye üye oldum. Biliyorsun tam 12 yıldır bu partideyim ve milletvekili adayı olmak için yüz kere gittim genel merkeze. Yalvardım kaç defa Nesrin Baytok'a, 'Bir dakikalığına da olsa beni Baykal'la görüştürsün' diye. Görüştürmedi. Sahip çıkmadı. Aksine hep önümü kesti. 2007'de o milletvekili adayı yapılınca kahroldum. Kızdım kendime. Küfrettim. Kocam ve çocuklarım, 'Boşuna tırmalıyorsun. Senden bir halt olmaz!' dediler. Ama yılmadım. Devam ettim. Ancak bugün skandal patlayınca anladım ki biz boşuna çabalayıp durmuşuz! Boşuna emek vermişiz bu partiye!" diyerek söylenmesini...

Keşke, yıllardır, "İnadına sol, inadına CHP" diye slogan attırılan o kadınların çığlıklarını, haykırışlarını kendi kulaklarınızla duysaydınız.
Ve keşke, kendisine, "Milletvekilliğinden istifa edecek misiniz?" diye soranlara, "Asla! Ben bu işe 20 yıl emek verdim" diyen Nesrin Baytok'un yaşanan skandala rağmen, onurunun, şerefinin filan derdinde olmadığının, tek derdinin emekli olunca sahip olacağı milletvekilliği hakları olduğunun farkına varabilseydiniz!

Ve keşke, adeta, "Hepimiz Nesrin Baytok'uz" demeden evvel aslında haysiyeti ile siyaset yapmaya çalışan binlerce kadının hakkını nasıl gasp ettiğinizin farkına varsaydınız!
Keşke!

4 Mayıs 2010
'İhanet Eden Mağdur Değildir'

Kendisine Baykal ile ilgili kaset iddiaları sorulan Başbakan Erdoğan, "Eşlerine ihanet edenler mağduru oynayamaz. Muhafazakar bir anlayışa sahip olan toplumuz bunu ters karşılar." açıklaması yaptı... haber101

Aktifhaber Okuyucu Yorumlarından:

ZİHNİYET AYNI....
DİLEK
ADAMIN 70 YAŞINDA ZİNA ETTİĞİ İDDİA EDİLİYOR CHP Lİ GENÇLER AÇLIK GREVİ YAPIYOR... NASIL BİR GENÇLİK YETİŞTİRDİKLERİNİ GÖRÜN... CHP Lİ OLDUKLARINI SAKLAYIP UTANACAKLARINA " ÖN TEKER NEREYE GİDERSE ARKA TEKER ORAYA GİDER " ATASÖZÜ BUNLAR İÇİN SÖYLENMİŞ.. AYNI ZİHNİYET DEVAM EDİYOR...
14 Mayıs 2010 Cuma 13:5

rezillik diz boyu
deli dumrul
yahu arkadaş Madem bu baykal ipleri elinde tutacak ve GölgeBaşkanlığa devam edecekte neden istifa etti anlamadım Millet buna ne diyecek Sen uçkur işlerinden istifa ettin amaç Partim zarar görmesin diye Fakat Başkanlığı kağıt üzerinde braktın ama Demir Yumruk yine görev başında anlaşılırgibi değil Baykal kongrede Başkan aday olmayı düşünenlerin üzerinde öyle bir baskı kurduki Aday olan sanki Komplonun parçasımıygibi duruma düşecek Yani rezillik diz diz boyu Baykal özür dileyeceğine neyin peşinde
14 Mayıs 2010 Cuma 13:55

BU NASIL İSTİFA
KADİR
BU NASIL İSTİFA ZERRE KADAR ANLAMADIM YA,MADEM İSTİFA EDİYOSUN,PARTİDEN VE MİLLETVEKKİLİĞİNDENDE İSTİFA ETTE O ZAMAN ALNINDAN ÖPEYİM SENİ BAYKAL EFENDİ,BU ŞARK KURAZLIĞINA KARNIMIZ FAZLASIYLA TOK,ARTIK BU HALK 50 SENE ÖNCESİNİN HALKI DEĞİL,ARTIK HAYVAN TERLEDİ YEMİYOR.
14 Mayıs 2010 Cuma 14:06

...
birisi
özel kalemini milletvekili yapma şekline göre milletvekilini acaba genelbaşkan yaparken baykıl ın nasıl fantazileri var acaba?
14 Mayıs 2010 Cuma 14:08

YAZIKLAR OLSUN
MEHMET DEMİRCİOĞLU
BİRİDE ÇIKIP ŞU AHLAKSIZLIĞI KONUŞMUYOR GİDECEKMİ GİTMEYECEKMİ KİM GELECEK NE OLACAK SANKİ GAZİ OLDU BU ADAM DÜŞTÜĞÜ DURUMUN TERBİYESİZLİĞİNDEN HABERİ YOK AÇ KALANLARIN GALİBA,, VATAN MİLLET ADINA BİR İŞ YAPARKEN BAŞINA BİRŞEY GELMİŞ GİBİ MADUR OLDU YÜCELTİLİYOR O YAŞTA UTANMADAN SIKILMADAN O İŞLERİN PEŞİNDE BİRİ ŞİMDİDE BU DURUMU İLE GÜNDEMİ KARIŞTIRYOR ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİ SIRASINDA MİLLET MESELELERİ BİTTİMİ İŞSİZLİK VAR BİLMEM NE VAR DİYEN C.H.P LİLER BUNLAR BİTTİMİ SİZ NEYLE UĞRAŞIYORSUNUZ
14 Mayıs 2010 Cuma 14:30

gandi aman dikkat..
forsa
denish efendi yahu insan biraz utanmaz mı? bir skandaldan dolayı istifa etmek zorunda kalmışsın. objektiflere gülerek poz veriyorsun. gandi kemal yahu insan biraz utanmaz mı? bir skandaldan dolayı istifa etmek zorunda kalan birisinden icazet dilenmeye gitmişsin. objektiflere gülerek poz veriyorsun.
14 Mayıs 2010 Cuma 14:36

Bakmayın
Metin Kaya
siz şu andaki görüntülere. Herkesin bir beklentisi var. Beklentisi olanlar hayal kırıklığına uğrayınca önümüzdeki günlerde neler olacak neler bir bilseniz. Herkes eteğindekini dökecek, birbirini satacak, suçlayacak, daha ne kasetler çıkacak. Daha dahaaaa.. 14 Mayıs 2010 Cuma 15:29

Y.N. Öztürk'ün Eşi Fena Çaktı

Yaşar Nuri Öztürk'ün eşi Canan Öztür, Baykal'ın istifasına neden olan skandal kasedi, 5N 1K programında değerlendirdi. Öztürk çarpıcı tespitlerde bulundu...

Aktifhaber

Yaşar Nuri Öztürk'ün eşi Canan Öztürk, Deniz Baykal'ın istifasına yol açan seks kasitini, katıldığı 5N 1K programında değerlendirdi. Canan Öztürk yaşanan kaset skandalında kimin madur durumda olduğunu ve toplumumuzun aile yapasını tekrar gözden geçirmesi gerektiğini vurguladı...

İşte Canan Öztürk'ün konuşmalarından satır başları...

- Yaşanılan bu olayda her zaman aldatılan madurdur ve bu gibi olayları sağa sola çekmenin bir anlamı yoktur...

- Sayın Başbakanımıza, yapmış olduğu önemli açıklamalar için; gerçek madurlar adına, çeşitli baskılar nedeniyle kendini ifade edemeyenler adına, mücadele gücü olmayanlar adına ve hepsinden önemlisi parçalanan aileler adına çok çok teşekkür ediyorum.

- Ben, evlat ve torun sahibi olan biri olarak kısaca şunu söylemek istiyorum, bir an önce aile yapımızı sorgulayalım. Bu çekirdek yapıya ne kadar özen gösteriyoruz, bu çekirdek yapı bizlerden neler istiyor bilmemiz gerekiyor. Ayrıca evlilik birlikteliği başlarken bir takım sorumluluklar alıyoruz bu sorumlulukların bilincinde miyiz?

- Toplum olarak, birey olarak aile yapımızı biraz inceleyelim. Son yıllarda ailelerde şöyle bir anlayış yaygınlaşmaya başladı, ben bunu bir virüs gibi görüyorum, "ben yaparım olur" karşı tarafta ya kabul eder yada çeker gider. Bu mantık çok ağır ve yanlış bir mantık. Bu mantık toplumda çok büyük bir kara deli olurşturuyor ve buraya çocuklarımız atılıyor. Aile bağları gevşedikçe toplumun bağları da gevşiyor....

ANAN ÖZTÜRK'ü tebrik ediyorum..Serdaroglu
Yerli Oryantalist İlahiyatçı Prof.Yaşar NURİ ÖZTÜRK tarafından andatılmış Canan Hanım yorumunda sonuna kadar haklı.Kendisini gönülden tebrik ediyorum.Bu arada e.eşinden öğrendiği Refommist dini görüşler varsa onlarıda ayrıca gözden geçirsin.Eşlerine ihanet edenler,potansiyel suçludur.Onları savunmak ,savunanıda aynı safta yapar.
15 Mayıs 2010 Cumartesi 17:28
AHLAKSIZLIGI SAVUNMAKEMEKLI ÖGRETMEN
YABANCI ÜLKELERDE BILE BÖYLE BIR SEY OLSA COK ABES GÖRÜLÜYORDA MÜSLÜMAN BIR ÜLKEDE TOPLUMUN AHLAKINI BASIN VE YAYIN YOLU ILE BOZMAYI ILKE EDINMIS BIRILERININ GIZLI SILAHSÖRLERI TARAFINDAN NORMAL GÖRÜLÜYOR.TABI BU KADINLARIN TUZU KURU NEDENINI YAZMAYACAGIM.
15 Mayıs 2010 Cumartesi 16:56
KIYAMET KOPARSA SASIRMAMALI HAYDAR
ESINI ALDATANLARIN BU ÜLKEDE KAHRAMAN ILAN EDILDIGI CAGDAYIZ ARTIK.
15 Mayıs 2010 Cumartesi 16:45
nereye gidiyoruz?ahbe hayat
bu kadınlar hangi memlekette yaşadıklarını sanıyorlar. orda kadın türk toplumunun yapısında olanların ne anlama geldiğini anlatmaya çalışırken çağdaş ve avrupalı!!!!!!!!!!!! oldugunu sanan hanım efendiler çıkmış sekx hayatından dem vurmaya çalışıyorlar. kaldıki onlar neyi savunacağını dahi bilmeden yorum yapıyorlar. unuttukları bir şey var hemcinsleri mağdur edilmiş aldatılmış. göremiyorlar kaldıki hanımlar tek bir cevap var burda nüfusun %99 deniyor ama nüfusu %80 olan bir ülkedeyaşıyorsunuz
15 Mayıs 2010 Cumartesi 15:45

stediğini alamamanın hüsranıemre
kadıncağız aslında yarayan bir kana var buna temas etmek istiyor ama cüneytin derdi bu değilki reyting gençler çocuklar aileler o derin ahlaksızlık çukuruna atılmış kimin umurunda bence herkes günün birinde ihtiyarlayıp sonrada bu dünyadan geçip gideceğini düşünsün ve inanıyorsada vereceği hesbı iyi yapsın bir ömürde ben kendime ne yaptım topluma ne yaptım hayatımı sadık ve temiz yaşadımmı sonuç 2m kefen 1 mezartaşı taşın üstünde falan oğlu/kızı ruhuna fatiha veya bir buket çiçek gerisi lafıgüzf
15 Mayıs 2010 Cumartesi 10:47
tersyüzfatih koca
son SON BAYKAL OLAYI BİR DAHA GÖSTERDİKİ AHLAKİ AÇIDAN TOPLUM ÖZELDE DE CHP ZİHNİYETİ İFLAS ETMİŞ DURUMDA KARISINI VEKİLİYLE ALDATAN ADAMI KAHRAMAN YAPTILAR AZİZ BAYKAL OLMASINA AZ KALDI AHLAK NOKTASINDA TAŞLARIN BAĞLANDIĞI KÖPEKLERİN SALIVERİLDİĞİ SAHİPSİZ KÖYE DÖNDÜK
15 Mayıs 2010 Cumartesi 11:06

Zalime arka çıkmakTalha
Mağdur aldatılansa aldatan haksız zalim günahkar asi şahsiyetsiz hak hukuk gözetmeyen demektir. Peki sorarım size Fethullah Gülen neden mağdur için üzüntülerini belirtmedi de zalim günahkar hak hukuk gözetmeyen için ÜZÜNTÜLERİNİ SUNDU? Bunu açıklayabilecek bir baba yiğit varmı? Fethullah Gülen hakıza arka çıkan biri mi? Fethullah Gülen 10000lerin lideri Öyle ise onun hareketlerini iyice incelemek lazım. Çünkü tabiler genelde taklit eder. Onun bir yanlışı 100bin yanlış demektir
15 Mayıs 2010 Cumartesi 11:59
duyduklarım gerçek olamazsemina
inammıyorum şok halindeyim.baykalın yaptığı çirkin bir fiildir(binkerede yüzbin kerede bu böyledir)bu insanlar baykalı aklamak için kelimeleri ne kadarda dikkatli seçiyorlar.eeee kem küm.yazıklar olsun hepside kadın yani.gazeteci albayrak bir şeyler söylemeye çalışıyor hemen ağzına lafı tıkıyorlar.bakın burda basit bir aldatma yok.bu fiilden yola çıkarak top yekün bir aldatma var.halkı, seçmeni p.teşkilatlarını eşleri aldatma var.başka bir yönü belkide bu kasetle yapılan şantajla baykal ülkenin

CHP; Tuncelililer partisi mi olacakSerdar
CHP'de mezhepçiler çok hırslı...Ancak Rumelililer, Arnavutlar, Abhazlar, Çerkesler, Gürcüler, Lazlar, Sünni Yörükler; mezhepçilere karşı müthiş öfkeli..Kemal Kılıçdaroğlu, Yılmaz Ateş, Gürsel Tekin, Ali Topuz vs. adeta Baykal'ı ablukaya aldılar...Baykal ise CHP'nin başına mezhepçilerin geçmesi durumunda partinin dörde bölüneceğini düşünüyor..Bu nedenle yeniden CHP'ye dönecek..Ancak ALDATMA Olayı; bu defa aile çevresinde ciddi sorun olmaya başlayacak gibi..Hem Baykal, hem de Baytok ailesinde.
15 Mayıs 2010 Cumartesi 12:44
......
baykal iktidar olmadan ne meziyetleri çıktı. bir de iktidara laf söylüyor. yok yetim hakkı yok dürüstlük yok hukuk diyor. kendi bir de iktidar olursa yani yetkiyi milletten alırsa siz düşünün milletin halinii...götürülmedik bir kulak arkamız kalır sanırım.
15 Mayıs 2010 Cumartesi 12:47
Çöküyoruz!Onur
Türk Ailesi resmen dağılıyor.Aldatma, ihanet, alkol kullanımı, boşanmalar çığ gibi..Değer yargıları alt üst oluyor! Kimse kimseyi güvenmiyor!..Herkes korku içinde…Sevgi ve hoşgörü yerine nefret ve çatışma körükleniyor..Fitne, fesat şebekeleri her yerde fink atıyor; 5.kol faaliyetleri ve psikolojik savaş had safhada, tam gaz.Türk Milleti ve Devleti içten çökertilmeye çalışılıyor! TV’lerimizde ALDATMA ve ŞİDDET konulu haftada tam 250 DİZİ FİLM gösteriliyor! Aile reisi, artık AŞK-I MEMNU; zina!

kim bunlarali veli deli
bunlarda kim oluyorki ekrana çıkıp bu ülkenin ahlak yapısı ile dalga geçiyor.herşeyden önce cüneyt denen adamı kendi istediği doğrultuda konuşmadığı ve başbakan erdoğana teşekkür etti diye kısa sürede telefon görüşmesini kesip lafını daha bitirmeyen kadının bağlantısını kestiği için kınıyorum.diğer bayanlarda hangi ülkede yaşadıklarını sanıyorlar da baykalın sex ilişkilerinin kime ne zararı var diyorlar müslüman bir ülkede yaşıyorsunuz sexi o kadar çok seviyorsanız porno yıldızı olun.b
15 Mayıs 2010
aktifhaber

15 Mayıs 2010
Savunma Bakanı Evden Kovuldu!
Hollanda Savunma Bakanı'nın eşini, yanında çalışan bir kadın ile aldatması ülke gündemine bomba gibi düştü.

Dünyanın en liberal ve özgürlüklere saygılı ülkelerinden biri olan Hollanda, son yılların en büyük skandalını yaşıyor. Seks skandallarının seyrek görüldüğü ülkede, Hristiyan Demokrat Partili Savunma Bakanı'nın eşini, birlikte çalıştığı bir kadın asker ile aldattığının ortaya çıkması büyük tartışma yarattı. RTL Boulevard programı tarafından ortaya çıkarılan habere göre evli ve 2 çocuk sahibi Jack de Vries, ordu konusunda danışmanı Melissa Goede ile birkaç ay önce gizli aşk yaşamaya başladı.

Eşi Harriet de Jong, kocasının bu ilişkisini öğrenince bakanı kapının önüne koydu. Gidecek bir yeri olmayan Vries de çareyi başkent Amsterdam'daki Frederick Askeri Kışlası'na taşınmakta buldu. İlişki basına yansıyınca bir açıklama yapan bakan, "Özel bir meseleye iyi bir çözüm bulmak için biraz zaman geçirmek istiyorum" diyerek iddiaları kabul etti.

Yasak aşk, ülkede büyük bir tartışma da başlattı. Asker sendikası AFMP/FNV Başkanı Wim van den Burg, "Kendisi aile ve ahlâk üzerine konuşmalar yapan bir isim. Şimdi karısının arkasından iş çevirdiğini, sevgilisini yurtdışı gezilerine götürdüğünü öğreniyoruz. Burada bir sorun olduğunu aşikâr" diye konuştu.

'Özel hayat değil, bakanlığı ilgilendiriyor'

Savunma Bakanlığı Çalışanları Sendikası VBM/NOV Başkanı Jean Debie de De Telegraaf gazetesine yazdığı makalede "Bu ilişki sadece bir özel hayat meselesi değildir. Savunma Bakanlığı'nın kurallarına göre, kurum içinde birlikte olanlar bunu üstlerine bildirmek zorunda. Bakan bunu yapmadığı için, artık hiçbir çalışandan bunu bekleyemez" dedi. Partisi de Vries'e sırtını döndü. Hristiyan Demokratlar, 9 Haziran'daki seçimler öncesi bakandan istifa etmesini istedi

cannuri
bizim kadın dernekleri .eşini aldatan baykal çıkınca sus pus kesildi..ortalıktan toz olduLAR ..EĞER BUNU YAPAN BİR AKPLİ OLSA İDİ tv lerde sabahtan ,sabaha çeneleri durmazdı .STAR ile kanal D 24 saatlerini bu işe tahsis ederdi .akp aleyhi mitingler düzenlenirdi .hüseyi üzmezin edepsizliğine neler yaptıklarını gördük chp li azdırılmış kadın kıtalarının
15 Mayıs 2010 Cumartesi 21:02
aktifhaber

16 Mayıs 2010
'Eline Diline Beline Sahip Ol...'
Başbakan Erdoğan CHP eski Genel Başkanı Baykal’ın kendi üzerinden siyaset yapmasını çok sert şekilde eleştirdi ve tarihi ziyaret sonrası değerlendirmede bulundu.

Toplumun midesi bu kadar geniş mi
Kaset skandalından mağduriyet çıkarmaya çabalayan eski CHP lideri Deniz Baykal ile CHP yöneticileri için Başbakan Erdoğan'dan zehir zemberek açıklamalar geldi. "Baykal'ın istifası CHP'ye oy kazandırdı' iddiasına sert çıkan Erdoğan, "Türk toplumunun midesi bunları kaldıracak kadar geniş değil. Ahlak değerleriyle oynayanlara prim vermez" dedi
Baykal debelendikçe batıyor

Başbakan Erdoğan CHP eski Genel Başkanı Baykal’ın kendi üzerinden siyaset yapmasını sert şekilde eleştirdi: “Pisliğe battı, debelendikçe batıyor. Buna destek verenleri de kınıyorum. Partimde böyle birşey olsaydı derhal ihraç ederdim.”

Yunanistan’a tarih bir ziyaret gerçekleştiren Başbakan Erdoğan dönüş yolunda gündemle ilgili çarpıcı açıklamalarda bulundu. CHP eski Genel Başkanı Deniz Baykal’ın internete düşen görüntüleri için “Konu savcıda” diyen Erdoğan, Atina dönüşü uçakta gazetecilere şu mesajları verdi: “Aldatan mağdur değildir” derken bunu hem erkek hem kadın için söylüyorum. Ben talimatları verdim. Kurumlara “incelensin” dedim. Ankara Başsavcısı soruşturma başlattı. Bundan sonra benim yapabileceğim bir şey yok.”

PİSLİĞE BATTI, DEBELENDİKÇE BATIYOR

“Beyefendi Genel Kurul için bizim üzerimizden siyaset yapmasın. Önce adama sorarlar “Bu odaya girdin mi? Girmedin mi? Bu ne kadar ahlaki değilse, daha sonra yaptığın da ahlaki değil. Pisliğin içinde debeleniyor. Debelendikçe batıyor.”

DESTEK VERENLERİ ŞİDDETLE KINIYORUM

“Bazı medya da ona destek veriyor. Baykal’ın istifası CHP’ye oy kazandırmış. Yahu bu toplum ahlaki değerlerinden bu kadar yoksun mu? Midesi bu kadar geniş mi? O zaman oyunu artırmak isteyen her parti, bu ahlaksızlık zinciri içinde yer alsın. Yarım saat bir saat sonra istifa etsin... Bu millet, ahlak değerleriyle oynayanlara prim vermez.”

ELİNE BELİNE DİLİNE SAHİP OLAMAYAN...

“İsmini anmak istemiyorum, o istifa edene parti yönetimi kadroları hala ah vah deyip sahip çıkıyorsa, kınıyorum. Partimin içinde de böyle bir şey olsa, derhal ihraç talebiyle disiplin kuruluna sevk ederim. Tahammülü mümkün değil. Bizim kitabımızda bir kelime var; Edep... Eline, diline, beline sahip olmayanla yola çıkılmaz.”

KENDİ EVİ OLSA ÖNCE BEN SAVAŞ AÇARIM

Bu özel hayat değil. Genel Başkanın kendi yatak odası olsa ilk savaş açan ben olurum. Ama ev kendi evi değil. Daha detaylara beni sokmayın.

MİLLETVEKİLLİĞİNDEN NEDEN İSTİFA ETMEDİ

Beyefendi çok cesur davrandı ama milletvekilliğinden istifa etmedi. (İstifa eder de Meclis onayına sunulursa) Tavrımın ne olacağını şimdiye kadarki açıklamalarımdan anlarsınız. aktifhaber

07 Haziran 2010
Baykal'ın Kasetine Şok Yorum
Balçiçek Pamir’le Söz Sende’nin bugünkü konuğu CHP Genel Sekreter Yardımcısı Gülsün Bilgehan’dı

Bilgehan programda 2007 seçimlerinde kendi yerine Nesrin Baytok’un aday gösterilerek milletvekili seçilmesi ve kendisinin alt sıralara konulduğu için seçilememesi ve Baykal’ın istifasından sonra şimdi üst yönetimde görev almasını ilginç bir cümleyle yorumladı.

Balçiçek Pamir’in “2007 yılında seçim bölgeniz değiştirildi. Yerinize Nesrin Baytok konuldu. Ardından siz ikinci bölgede alt sıralara yerleştirildiniz ve sonrasında da seçilemediniz. Biliyorsunuz Deniz Baykal ve Nesrin Baytok’la alakalı tatsız da bir olay yaşandı. Sonrasında genel başkan değişti ve siz şimdi partide yönetimdesiniz. Nasıl yorumluyorsunuz, buna ne diyorsunuz?” sorusuna Gülsün Bilgehan tek cümleyle cevap verdi: “Kaderin garip bir cilvesi diyorum. Hatta bazen neler oldu, nasıl oldu diye de düşünüyorum.” aktifhaber
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Prş Oca 26, 2017 8:05 pm tarihinde değiştirildi, toplam 7 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Ekim



Kayıt: 21 Arl 2007
Mesajlar: 2634
Konum: Kanada

MesajTarih: Cum May 21, 2010 6:02 pm    Mesaj konusu: ASIL MAĞDUR OLCAY HANIM Alıntıyla Cevap Gönder

Romanya'da 'yolsuzluk affına' karşı Ticaret Bakanı Jianui istifa etti: Çocuğumun yüzüne bakamam
02 Şubat 2017



Romanya'da bazı suçlara af getiren tasarıya karşı on binlerce insan sokağa çıkmıştı

Romanya, göreve başlayalı bir ay bile olmayan hükümetin yolsuzluğa karışan kişileri koruyan kararnamesi nedeniyle çalkalanıyor. Gazete Duvar'ın haberine göre, 250 binden fazla kişinin hükümete karşı sokağa dökülmesinin ardından, Ticaret Bakanı lorin Jianu ‘Çocuğumun yüzüne bakamam’ diyerek kararnameye tepki gösterip istifa etti.

‘Çocuğumun yüzüne bakamam’

Jianui, Facebook sayfasında yaptığı açıklamada şu tepkiyi gösterdi: “Etik olan davranış, istifa etmek. Profesyonellikten değil, çocuğum için. Onun gözlerinin içine nasıl bakacağım ve ona yıllar sonra ne diyeceğim? Ona babasının bir korkak olduğunu ve inanmadığı adımları desteklediğini, yoksa kendisiyle ilgili olmayan bir hikayeden çekip gittiğini mi söyleyeceğim?”

Cumhubaşkanı da tepki gösterdi

Sosyalist-liberal koalisyon hükümetinin birçok dosyanın suç kapsamından çıkarılmasını öngören kararnamesine tepki gösterenler arasında, Devlet Başkanı Klaus Iohannis, yardımcısı, Yüksek Mahkeme, Başsavcılık ve Yolsuzlukla Mücadele Kurumu da var. İktidarda olan Sosyal Demokrat Parti’nin lideri ve Başbakan Sorin Grindeanu kararnamenin ‘cezaevlerindeki kalabalığı azaltmak için’ gerekli olduğunu savunuyor. Romanya Anayasa Mahkemesi’yse, kararname konusundaki görüşlerini iletmeleri için hükümet, parlamento ve savcılığa 7 Şubat’a kadar vakit verdi.

Tartışmalı kararname ne içeriyor?

Romanya’da komünizmin çöküşünden bu yana en geniş tabanlı protesto gösterilerine yol açan kararnamenin, koalisyon ortağı Sosyalist Parti’nin (PSD) Genel Başkanı olan ve görevin kötüye kullanılmasına yardım ederek 25 bin euro zarara yol açmakla suçlanan Liviu Dragnea’yı korumayı amaçladığı öne sürülüyor. Kararnamenin içeriği şöyle:

Yolsuzluk davalarının takibi konusunda yargıya kısıtlamalar getiriliyor;

Görevi kötüye kullanma suçlamasına yönelik hapis cezası, zararın 44 bin euroyu aştığı hallerle sınırlandırılıyor;

Romanya hükümeti, beş yıldan kısa hapis cezası alanların affını öngören bir tasarıyı da Meclis’e sundu. Aftan, yolsuzluk nedeniyle hapiste bulunan birçok siyasetçi dahil, yaklaşık 2 bin 500 mahkûmun yararlanacağı tahmin ediliyor.
T24

Demek ki adamın ar damarı henüz çatlamamış: ‘Yolsuzluk affı kanunu’ nun mimarı Romanya Adalet Bakanı istifa etti
9 Şub, 2017



‘Yolsuzluk affı kanunu’ nedeniyle eylemlerin sürdüğü Romanya’da Adalet Bakanı Florin Iordache istifa etti.

Tartışmalı yasanın mimarlarından olan Adalet Bakanı Iordache, gazetecilere yaptığı açıklamada ‘İstifamı sunmaya karar verdim. Tüm yaptıklarım yasaldı” dedi.

‘Yolsuzluk affı kanunu’ olarak anılan yasanın ‘anayasaya uygun’ olduğunu savunan Iordache, kamuoyunu sakinleştirmekte başarısız olduğunu kabul etti.
Romanya hükümeti ülkede yüzbinlerce kişinin kanuna karşı protesto eylemleri düzenlemesinin ardından yasayı 5 Şubat’ta geri çekme kararı almıştı.
Muhalifleri, sadece 44 bin euro meblağının üzerindeki görevi kötüye kullanma suçlamalarına hapis cezası getiren kanunun, ülkede yolsuzlukla yapılan mücadeleyi zayıflatacağını savunuyordu.
Eylemciler, Sosyal Demokrat Başbakan Sorin Grindeanu’nun da istifasını istiyordu.
Sosyal Demokrat Parti liderliğindeki koalisyon hükümeti, dün muhalefetin gensoru önergesine karşı iktidarını korumayı başarmıştı.
Hükümetin düşürülmesi için muhalefet tarafından verilen gensoru önergesine destek 161’de kalmıştı.
Önergenin kabul edilmesi için az 233 milletvekilinin desteğine ihtiyaç duyuluyordu.
sputnik

Rezaletten doğan kahraman!: Baykal
20 Mayıs 2010
Sami ÇANDARLI
samicandarli@aktifhaber.com

Nereden başlayacağımı bilemiyorum.

CHP lideri Deniz Baykal’ın kendi partisindeki evli bir milletvekili ile yaşadığı gayr-i meşru ilişkisinin görüntülerinden sonra istifa ederken yaptığı konuşma “tuzun kokmasından” da öteye bir şey.

Baykal kasetten dolayı istifa ediyor ama partisi tarafından alkışlara karışık gözyaşları arasında “Gitmeeee!” yakarışlarıyla beraber istifa ediyor.

Ona gitme diyenlere sormak lazım. Gitmesin de ne yapsın adam…. sırada hanginiz var diye.

Bu ne pes bayağılık… bu ne mezhebi genişlik öyle.

Yaşı seksenlere dayanmış bir sosyal demokrat olan Baykal adının karıştığı bir rezaletten sonra adam gibi istifa edip bir kenara çekilmeyi bile beceremiyor.

Bir yandan istifa ederken öte yandan da yaptığından utanacak yerde kahraman edası ile falanı filanı suçluyor.

Kendi rezaletinden kahramanlık çıkarmaya çalışıyor.

Küllerinden doğan kahramanları duyardık ta rezaletinde doğan kahramanı ilk kez görüyorum doğrusu.

Baykal’ın durumu “şüyuu vukuundan daha beter” sınırını çoktan aşmış, ama yetmiyormuş gibi adam istifa ederken bile “özrü kabahatinden daha büyük”.

Ben şahsen bu olay karşısında tepki vermesi gereken CHP milletvekillerinin bırakın tepki vermeyi alkışlarla Baykal’a sahip çıkmalarını bir türlü anlayamıyorum doğrusu.

Beşer şaşar! Adam bir hata yapmış olabilir. Ama utanmak ve hayâ diye bir şey de vardır yani.

Demek ki, CHP örgütü ve parti tabanının midesi bunu kaldırabiliyor.

Oysa bu olaydan sonra Baykal, Japonlar gibi intihar edemese bile, bir istifa dilekçesi bırakarak arkasına bile bakmadan sessiz sedasız bir köşeye çekilebilirdi.

Ama adamdaki edaya ve cesarete bakın hele. Mücadelesine devam edecekmiş.

Konunun özü kasetteki görüntüler olduğuna göre Baykal mücadele derken “kasetteki mücadeleyi”(!) mi kast ediyor acaba?

Bir de sorumlu hükümet ve başbakanmış.

Sen uçkuruna sahip olma sorumlu Başbakan olsun.

Sanki karısını kendi partisindeki evli bir kadın milletvekili ile aldatan o değil de Tayyip Erdoğan’mış gibi adam onu suçluyor.

Yüzsüzlüğün, arsızlığın bu kadarına da pes doğrusu..

Oysa ben, CHP örgütünün tamamı olmasa bile olaya adı karşına bayan milletvekilline oy veren seçmenlerin Baykal’ın o milletvekilinin sahsında kendi onurlarına tecavüz ettiği iddiası ile namusu davası açmalarını beklerdim.
aktifhaber

Hümeyra ÖZTÜRK
Aldat(n)ma/k
19 Mayıs 2010

Evveli ömre bir yoldaş edinişti, bir söz veriş, emaneti yüklenişti. İhanet, unutuş kadar uzaktı başlangıçta. Gözde samimi bir bakış, sözde içten bir duyuş, kalpte alakayı hissediş, halde şefkati yakalayış ve serde gönle alıverişti.

Aklın baştan gidişi, ayakların yerden kesilişi, yüreğe korun düşüşü, yananın alevler arasında kendini gülistanda bilişi, bir gülistan ki canı fedanın göze alınışıyla ateşin serin ve selametli kılınışı, sonra bir lütufla maşuğun da aşığına pervane oluşu ve pervanenin kendini aleve bırakışıyla bir yangının ortasında birbirine varıştı.

Birbirine varış; yarımlardan geçiş, tamı buluş, eş oluştu, lakin aşk, gecelerde ölürdü büyürken hasrette ve dahi ruhun alevi artırırken sevdayı, ateş tenle buluşunca sönerdi aşk.

Sadakatle taçlanmıyorsa muhabbet ve güçlenmiyorsa iradeyle, sabırla törpülenmiyorsa ülfet, insanın gizli olana merakı keşfedilene şükürle sükun bulmuyorsa, nisyandan gelen insan çamurundaki unutkanlıkla bırakıyorsa ardında dünün heyecanını, emeğini, fedakarlığını… Yetmiyordu sevmek.

Ahiri sözden dönüş müydü? Memnu olana yaklaşmak yakınlaşmayı getirirdi kimi zaman, tanımanın alışmayı, alışmanın sevmeyi getirdiği gibi çok zaman. Ondandır belki denmesi: ‘… yaklaşmayın’

”Gönül bu, kayar” El hak, gönül kayar, yani ki yanlışa düşer, aldatır hani, yani aldanır. Kutlu bir beraberlikken kendini tamamlayanla yaşanan, yabancıya uzanınca eller, fıtrata saplanır. İki kişilik değildir oysa her vurgun. Her vurgun değildir bir vuslat için. Bazen vurgun yalnız, özle hasbihal için, sabır için, iradenin hakkını vermek için, bir kez daha geriye dönmek için, vefayı sindirmek için, tutulan ellerin kadrini bilmek için, yanıbaşındakinin, dizi dibindekinin alışılmış sevgisini yeniden duymak için, yıllarda yenilenen halle sevgiliyi bir kez daha keşfetmek için… Her şey cazibesini yitirir zamanla. Şehirler, çarşılar, pazarlar, koşuşturmacalar, arkadaşlar gelir- geçer bazen, dünde var olanlar günde eskir, insan yıpranmaya müptela… Kavrar insan bir daha; aile edindiğinin yanında ehemmiyet verilen her şey, yalnızlıkta pek cüz’i, bir solukta yaşanıp yıpratılacak, vazgeçilecek, bıkılacak, siliniverilecek basitlikte değil hiçbir şey.

Ayna olan kimliğine yetmediğinden aynalar, kırıp döküyordu insan kendi gibi olanı; yine sevmediğinden doğup batanı, ebedi olanı arıyordu; üşütüyordu bedeni arzular, ruhun yangınlarında. En kötüsü de buz ve volkan dağının arasında kalmak oluyordu. Bir bulmacaydı bu dönüp dolaşıp oyalanılan. Defalarca aynı sorular sorulan, tekrar tekrar cevap verilen. Her defasında aynı sonuca ulaşılan. Her defasında eksikliğe bulaşılan. Yine başa dönüp hakikati aranılan. Bulunamayan. Bir bulmaca, çözülemeyen. Yakınlığından görülemeyen…

Ondandır serlevhada ‘Aldat(n)ma/k’ denilişi, ‘Aldatma’ yani ‘Aldanma’ diye seslenilişi ve bir düşüşün eklenişi ‘Aldatmak’ yani ‘Aldanmak’…
aktifhaber
ASIL MAĞDUR OLCAY HANIM
17 Mayıs 2010

Başbakan'ın, 'Eşini aldatan mağdur olamaz' açıklaması skandalın ahlaki boyutunu yeniden gündeme getirdi.
Kadın örgütleri temsilcileri asıl mağdurun Baykal'ın aldattığı eşi Olcay Hanım olduğuna dikkat çekerken kadınların yok sayılmasını ise eleştirdi.

Başbakan Erdoğan, skandal kasetin hükümet komplosu olduğunu ileri süren eski CHP lideri Deniz Baykal'a cevap verirken "Eşlerine ihanet edenleri biz hiçbir zaman bu toplumun içinde kalkıp da mağdur olarak göremeyiz" demişti. Kadın örgütleri temsilcileri de Baykal'ın ahlakı siyasete değişmesini eleştirirken, asıl mağdurun eşi Olcay Baykal olduğuna dikkat çektiler.

TAVRI ÇOK UTANÇ VERİCİ

İş ve Meslek Sahibi Kadınlar Derneği Arzu Özyol, skandal kaset kadar, kamuoyunda Baykal'ın tek mağdurmuş gibi gösterilmesinin utanç verici olduğunu söyledi. Özyol, Baykal'ın eşi Olcay Baykal ile milletvekili Nesrin Baytok'u kastederek, "Neden hiç kimse kadınların mağduriyetinden bahsetmiyor. Erkek egemen Meclis'in üyeleri, niçin kadının mağduriyeti konusunda sessiz kalmayı yeğlemektedirler?" dedi.

AĞZINA BİLE ALMADI

KADER Yönetim Kurulu Başkanı Çiğdem Aydın da skandal kasetin ortaya çıkmasından sonra kadınların yok sayılmasını eleştirdi. Aydın şöyle konuştu: "Baykal skandalla ilgili açıklamasında eşi dahil olaydan zarar gören kadınları ağzına bile almadı. Nesrin Boytak'tan bile 'o kişi' diye bahsetti. Baykal'ın kullandığı dil gerçekten çok acı. Bizi görüntülerin içeriği ilgilendirmiyor. Ancak üslup ve bakış açısı asıl mağdurların kadınlar olduğunu gösterdi."

Eşini yok sayıyor

Ayrımcılğa Karşı Kadın Derneği Genel Sekreteri Neslihan Akbulut, Baykal'ın Baytok'tan 'o kişi' şeklinde bahsetmesinin vahim olduğunu belirterek, "Bundan daha da vahimi Baykal'ın eşinin asıl mağdur olmasıdır" dedi. Akbulut, Nesrin Baytok'un eşinin de mağduriyetten nasibini aldığını söyledi. Akbulut "Baykal skandalı siyasi bir ayak oyunu olarak gösteriyor. Ahlaki yanına hiç değinmi-yor. Ortaya çıkan ilişkisi kadar bu durum da eşini mağdur etmektedir" diye konuştu.

Dördü de psikolojik destek almalı

Skandal kasetin ortaya çıkmasından sonra Baykal'ın ortaya koyduğu tavrı değerlendiren Psikiyatrist Prof. Nevzat Tarhan Baykal için "Duruşunda samimiyet yok. Hem suçlu hem güçlü gibi davranıyor" ifadesini kullandı. İnsanların hata yapabileceğini ancak hatayı savunmanın hatadan büyük bir yanılgı olduğunu anlatan Tarhan, "Eşini aldatan siyasetçi toplumu da ülkeyi de aldatmış olur. Siyasette insan ilişkilerinde güven en önemli unsurdur. Başbakanın etik olarak bu konuda açıkça uyarması önemlidir" diye konuştu. Baykal'ın eşinden hiç söz etmeyerek, Nesrin Baytok'tan da 'o kişi' diye bahsetmesinin "Bastırılmış, ezilmiş bir kişilik" belirtisi olduğunu söyleyen Tarhan "Olcay Hanım'ın sessizliğini korumasının iki sebebi olduğunu düşünüyorum. Ya çok seviyor ya da ciddi bir baskı hissediyor" değerlendirmesini yaptı. Tarhan, skandalda ismi geçen dört kişinin de toplum içinde başı dik dolaşabilmesi için psikolojik yardım alması gerektiğine dikkat çekti.

'Ben yaparım olur' anlayışı

Benzer bir olayda mağdur olan eski CHP milletvekili ve HYP Genel Başkanı Yaşar Nuri Öztürk'ün eşi Canan Öztürk de Başbakan Erdoğan'ın gerçek mağdurlara dikkat çekmesinin önemli olduğunu söyledi. Bir televizyonun canlı yayınına katılan Öztürk, "Son yıllarda ailelerde şöyle bir anlayış yaygınlaşmaya başladı, ben bunu bir virüs gibi görüyorum, 'ben yaparım olur' karşı taraf ya kabul eder ya da çeker gider. Bu mantık çok ağır ve yanlış bir mantık. Bu mantık toplumda çok büyük bir kara delik oluşturuyor ve buraya çocuklarımız atılıyor. Aile bağları gevşedikçe toplumun bağları da gevşiyor" dedi.

Yenisafak

Mehmet Yılmaz'
19 Mayıs 2010
Baykal'a Komplo Filan Kurulmadı

CHP'nin Baykalcı kanadının önde gelenleri, Deniz Baykal'ın istifasına yol açan olayı “ABD emperyalizminin bir komplosu” olarak niteliyorlar.

İşin ilginç yanı bazı “yandaş yazarlar” arasında da bu işin bir “Amerikan komplosu” olduğunu düşünenler var. Ama elbette onların bundan çıkardıkları sonuç farklı!

Bu konuşmaları dinledikçe aslında hiç girmeyi istemediğim bir konunun üzerinde durmaya karar verdim.

Önce “komplo” ne demek, ona bakalım.

Türkçeye, Fransızcadan girmiş bir kelime bu. Sözlükler, “bir kimseye, bir kuruluşa karşı toplu olarak alınan gizli karar, gizli düzen, topluca ve gizlice yürütülen herhangi bir plan, tuzak” olarak tanımlıyorlar.

Eğer bu bir komplo ise, söz konusu görüntülerin öncelikle “kurmaca” olduğunu düşünmemiz gerekiyor. Teknolojinin olanakları ile böyle bir kurmaca görüntü elde ediyor ve bunu sonra yayımlayarak Baykal'ı CHP'nin başından istifaya zorluyor olmalılar.

Oysa görüntüler bizzat Baykal tarafından da yalanlanmadı. Hatta istifa konuşmasında, görüntülerin “yeni çekildiğini” bile söyledi.

Görüntü kurmaca olmadığına göre ikinci seçenek Baykal'ın oraya, o hanım ile zorla sokulmuş olması olabilir ki böyle bir durum da yok.

Yani bir “tuzaktan ve gizlice kurulmuş bir düzenden” söz edebilmek mümkün değil.

Bu durum olsa olsa Deniz Baykal'ın kişilik haklarına karşı bir saldırı olarak nitelenebilir.

Özel yaşamına ilişkin bir durumun gizlice kaydedilerek yayılmasından ve bunun sonucunda da istifaya zorlanmasından söz edebiliriz.(

Milliyet

Serdar Turgut
serdarturgut@superonline.com
Beyaz Türklüğün ölümü

Zaten 'ahlak'ları sorunluydu. İnanç ile zorlamalı bir ilişkileri vardı. Yaşadıkları topluma tamamen yabancılaşmışlardı.

Kendi 'varoşlarında' (Evet Nişantaşı, Etiler türü yerler de bir tür varoşturlar) rahatsız edilmeden sonsuza dek yaşayıp gideceklerini düşünüyorlardı.
Ama olmadı, değişen toplumsal dengeler nedeniyle tüm düşünceleri ve yaşam tarzları sorgulanmaya başlandı.

Rahatsız oldular, paniklediler ve fena halde dağılmaya başladılar.
En sonunda kendilerine ait olduğunu sandıkları parti olan CHP de intihar etmeye başladı.

Açıkçası çok kısa bir süre önce, sanki memleketin tek sahipleriymiş gibi davranan Beyaz Türkler dağıldılar, sahipsiz kaldılar ve tarih sahnesinden silinmeye başladılar.

***
Televizyonda ısı yalıtımı düzeniyle ilgili bir reklam görüyorum. İçi yalıtım maddesi ile kaplanmış bir duvarın iki yanında sıcak ve soğuğu temsil eden insanlar koşarak geliyorlar, zıplayıp duvara doğru fırlıyorlar ve duvara çarpıp yıkılıyorlar, nakavt oluyorlar.

Ben son zamanlarda CHP'nin durumunu bu kadar mükemmel anlatan başka bir film olabileceğini sanmıyorum.

Yıllardır bu parti içinde hizipler var, birbirlerine düşmanlar. Düşmanlıklarının nedenini kimse, kendileri de dahil, bilmiyorlar.

Aslında BTE (Beyaz Türk Erkekler) den oluşan bir grup bunlar. Toplumun beklentileri, arzuları farklı, onlar bunun hiç farkına varmadan ve de bunu pek umursamadan (Bu tavrın her zaman yanlış olacağını söylemek, teorik açıdan yanlıştır ama bu tamamen başka bir konu) yıllardır aynı lafları bıkmadan usanmadan tekrarlıyorlar, toplum onlardan bıktı, onlar birbirlerinden bıkamadılar bir türlü. Üstelik son zamanlarda iyice azdılar da.
Halk onların birbirleriyle kavgalarına anlamadan ve fazla da ilgilenmeden bakıyor (Bu da bir tür halk geleneğidir). Bu nedenle yıllardır parti tek bir adım ileriye gidemedi yerinde sayıyor.

Adamlar birbirlerine saldırıyorlar ama reklamda olduğu gibi kendi gerçeklikten kopukluklarının oluşturduğu görünmez bir duvara çarpıp çarpıp; sapır sapır yere dökülüyorlar. Kavgalarının ne kendilerine ne de o duvara benzer biçimde ayağını yere sağlam basmış gibi duran ve kendini bu tür insanlara karşı yalıtmış olan topluma bir faydaları var.

Reklamdaki duvar, hiç olmazsa enerji tasarrufu sağlarken gerçek yaşamdaki o görünmez duvar, ona kafamızı vurmaya ısrarlı olduğumuz takdirde, bizim enerjimizi tüketip duruyor.

***
Bu adamların birbirleriyle kavgalarını ve kafalarını görünmez duvarlara çarpıp yere yıkılmalarını seyretmekten nedense bir türlü bıkamamış olan BTE başı Deniz Baykal (Ve evet oymakbaşı olmak gibi bir şey bu) o hayatı pek sevdiğinden olsa gerek, iç kavgayı durduracak görünmez duvarları yıkabilecek, yeni başkan adaylarının ortaya çıkabilmesini durmadan engellemeye çalışıyor.

Parti içinde o görünmez duvara fırladığı takdirde kafasını çarpmayacak ve yıkılıp bayılmak yerine o görünmez duvarı delip geçebilecek tek insan olan Kemal Kılıçdaroğlu'yla ilgili olarak 'sözde partinin' içinde son iki gündür yaşanılanlar, bu olan biteni hayretler içinde seyretmekte olan Beyaz Türklerin arasındaki utanma duygusunu henüz kaybetmemiş olan insanları, neredeyse hasta edecek düzeyde mide bulandırıcıydı.

***
Deniz Baykal'ın o hayatı neden bu kadar fazla sevdiğini ve bir türlü bırakamadığını anlamaya çalışıyorum ama bunun rasyonel bir açıklaması maalesef yok. Belki de parti başkanı olmak, ona çapkınlık yapabilmesi için uygun bir kılıf hazırlıyordur. Sadece bu nedenden dolayı başkanlık koltuğuna bütün vücuduyla sarılmış ve bırakmak istemiyor olabilir.


***
Anlayacağınız Deniz Baykal, görevinden alınmış eski yayın yönetmenlerinin durumuna düşmek istemiyor olduğu için tekrar ısrarla başkanlığa dönmek istiyor galiba.

Nasıl ki yayın yönetmenleri görevden alınınca, karılarına çalışıyorum çok işim var diye yalan söyleyip çapkınlık yapmak imkanları artık kalmıyorsa, Deniz Baykal da hayatın bu zalim darbesini yemek istemiyordur.

***
Tabii nasıl ki artık çapkınlık yapmak imkanına sahip olamıyor diye kendisine acınılıp hiçbir kişi yayın yönetmenliğine geri atanmıyorsa biz de Deniz Baykal da artık çapkınlık yapamayacak diye ona acıyıp genel başkanlığa geri dönüşünü desteklemek zorunda değiliz. Biz zorunda değiliz, Kemal Kılıçdaroğlu hiç değil.

Baykal'ın aksine Kemal Bey kendisine çapkınlık yapması için kadın tarafından ısrar gelse bile bunu uzun bir açıklama yapıp reddedermiş gibi bir havası var.

Görüntüler insanı gayet tabii ki yanıltabilir. (Yere bakar yürek yakar türünde folklorik absürd laflar bu tür durumlar için söylenmiş olmalı çünkü o cümlenin düşünülebilmiş olmasının başka makul bir açıklaması yok).
Ancak inşallah yanılmıyorumdur. Çünkü Deniz Baykal'dan sonra o da çapkın çıkarsa doğrusunu isterseniz ben acayip korkmaya başlarım.
Ya çapkınlığı da giriştiği her iş gibi ciddiye alırsa; bu konuda da azimle, ilkeli bir şekilde çalışırsa. Ya çapkınlık üzerine hazırladığı bir ayrıntılı dosya varsa veya o dosyadaki her bilgiyi uygulamaya da karar verirse.
O zaman bu adamın son derece tehlikeli olacağını da tahmin etmek pek zor değil.


***
Beyaz Türklerin partisi olan CHP anladığım kadarıyla bugüne kadar başkanlarının kaçamakları hakkında konuşmamak ve üstünü örtmek amacıyla mükemmel bir dayanışma sergilemişler. Bu biraz kalabalık bir akşam vakti Papermoon'un barında herkes tarafından tanınıp bilinen bir adamın, birdenbire yanındaki güzel ve genç kızı öpmeye başladığında bardaki diğer erkeklerin adamı tanımıyorlarmış gibi davranmaya başlamalarına benziyor.

Beyaz Türkler hayatta nasıl davranıyorlarsa partilerindeki Beyaz Türkler de aynen öyle davranmış.

Keşke çapkınlığın üstünü örtmekteki dayanışmayı, bazı önemli fikirler, ilkeler açısından da gösterebilselerdi.

***
Görünen o ki Deniz Baykal başkanlığa dönüş yaparsa, buna sevinecek tek toplum kesimi Viagra türünden hapların üreticisi şirketlerde çalışanlar olacak. Bunun dışında onun dönmesini gerçekten arzulayan insan toplumda pek yok ama Baykal toplumun görünmez duvarlarını pek seviyor, buna çok alışmış. İlla da gerçeklikten kopuk yaşayıp, görünmez duvar engelleri oluşturacak partisine.

Baykal inşallah ayıp olarak algılanacak bir şey (Hayır o aklınıza ilk geleni değil, zira o konuda durabileceğini pek sanmıyorum, alışmış kudurmuştan beterdir) yapmaz da, umarım başkanlığa geri dönmek için mücadeleyi bırakır.

Akşam

Murat Bardakcı/Habertürk
Bu İşe “Zina” Denir

Deniz Bey yok kaderine küskünmüş de, yok Kemal Kılıçdaroğlu’nun CHP Genel Başkanlığı’na adaylığını koyması konusunda “kaçırarak ve beni yok sayarak yaptılar” demişmiş de, yok kendisinin fikri alınmadığı için kırgınmış da, vesaire, vesaire...

NEDEN HALA SENDEN İCAZET ALMALARINI BEKLİYORSUN?

Gazeteler, günlerdir Deniz Bey’in dönüş hayallerini açıkça ortaya koyan böyle haberlerle dolu ama, her nedense bir Allah’ın kulu çıkıp da “Yahu kardeşim, sen malûm rezaletten sonra başka çaren kalmadığı için istifanı verip gittin ama neden hâlâ senden icazet almalarını bekliyorsun?” diye sormuyor.

İş bu kadarla da kalmıyor, Deniz Bey’in avukatları, hadisenin üzerinden bu kadar gün geçtikten sonra, kasetteki görüntülerin Deniz Baykal ile Nesrin Baytok’a ait olmadığını şimdi iddia ediyorlar...

Bonjur beyler, bonjur! Sabah şerifleriniz hayrolsun... Bundan iki hafta öncesine kadar aklınız neredeydi? O zaman bir “Acaba?” kuşkusuna mı kapılmıştınız, yoksa bu son açıklamalarınız kurultay öncesindeki nihai hamlelerden mi ibaret?

YETİŞ EY BACAK KILI!
Üstelik avukatlar da yetmemiş olacak ki, “kriminal bilirkişi” olduğu söylenen bir zat bulunmuş, o zat da dün bir açıklama yapmış, Deniz Bey’in bacağındaki ve baldırındaki kılların dağılımını incelediğini söylemiş ve “kılların görünümü doğrultusunda”, gizli çekimlerdeki kişinin Deniz Baykal olmadığını buyurmuş!

İşte, Türk siyasetinin CHP sayesinde getirildiği son nokta: Memleketin koskoca anamuhalefet partisinin kurultayı öncesinde, sabık liderin bacak ve baldır kılları tartışılıyor; kıllardan, tüylerden, isilikten, sivilcelerden medet umuluyor!

Artık çok gecikmiş olan bir işi yapmak, yani Baykal’a ait olduğu iddia edilen gizli çekim konusunda meselenin adını tam olarak koymak ve bu işin ne demek olduğunu açıkça konuşmak zamanı gelmiştir.

Peşinen söyleyeyim: İddiaları gözler önüne seren böyle bir çekimin yapılmış olması ahlâk ve namus kavramlarıyla bağdaştırılacak bir iş değildir. Ama işin bir başka tarafı da mevcuttur, görüntüler Deniz Bey tarafından bugüne kadar açıkça yalanlanmamış olduğu için artık “doğru” kabul edilmektedir ve çekim ne kadar utanç verici ise, yalanlanmamış olan ilişki de aynı şekilde utanç vericidir.

RECEP ZÜHTÜ MÜ OLMALI?
Türkçe’de, bu işin tek bir adı vardır: Zina! Evli erkekle evli hanım arasında gayrımeşru bir ilişki sözkonusu ise, buna “zina” denir. Zina, gerçi bundan birkaç sene öncesine kadar her ne akla hizmet edilerek suç olmaktan çıkartılmış ise de toplumun bazı değerlere bağlılığını hâlâ muhafaza eden çoğunluğunun nazarında büyük bir ayıptır ve semavî dinlerde de en büyük günahlar arasında sayılır.

Bu şekilde bir ilişkisi olduğu ortaya çıkan politikacı ise, dünyanın hangi memleketinde olursa olsun görevini bırakmak zorundadır, bırakmasa da zaten bizde olduğu gibi bıraktırırlar!

ZİNANIN ÖDÜLLENDİRİLMESİ..
Meselenin aslı bu iken bir tarafın geri dönme hayalleri kurmasının, “kadın dayanışması” bahanesi ile diğer tarafı mağdur gösterme çabalarının ve CHP’nin liderliğine hazırlanan Kemal Kılıçdaroğlu’nun “İmkân buldukları takdirde Deniz Baykal’ı Çankaya’da görmek istediklerini” söylemesinin tek bir yorumu vardır: Zinanın ödüllendirilmesi!

Bizde bütün bunlara sebep olan bir politikacının hâlâ hayaller kurmaktan ve “Ben buradayım” demekten vazgeçmesi için galiba Recep Zühtü’nün yaptığına benzer bir işe kalkışması gerekiyor...

Recep Zühtü’nün kim olduğunu ve ne yaptığını mı merak ettiniz? Yazmaya pek elim varmıyor, dolayısı ile bir zahmet siz araştırıverin!

25 Mayıs 2010
Halk TV': Zina Boşanma Sebebidir

Düne kadar Baykal'ın yanında yer alan ve yayınlarında Baykal'ın tüm konuşmaları veren Halk TV, şimdilerde sadece Kılıçdaroğlu haberleri veren CHP endeksli kanal haline geldi.

Sav kasetin devamı gelir diyerek Baykal'ın siyasete dönüşünün önünü tıkarken Halk TV'de zina konusunu bir programında gündeme getirdi. "Cumhuriyet Kadınları" isimli programda zinanın boşanma nedeni olduğu belirtilerek Olcay Hanıma üstü kapalı göndermelerde bulunuldu.

Zekai Görgülü
ROL MODELLER
27 Mayıs 2010 Perşembe 11:32
z.gorgulu@hotmail.com


Her ne kadar modern algı, evlilik dışı ya da hemcinsler arasındaki cinsel ilişkileri suç olmayan “bireysel hak” olarak görse de, bu bizim dinimize/geleneğimize göre zinadır/haramdır/günahtır/ahlaksızlıktır…

Bu tür ilişkilerin toplumda yaratacağı savrulmalar, gayri ahlaki ilişkiyi yaşayanların toplumsal statülerine göre farklılıklar arz edeceği muhakkaktır hiç kuşkusuz.

Özellikle toplumda “rol model” olmayı başarmış starların/liderlerin yaşam biçimleri, hayranları tarafından hep taklit edilegelmiştir.

Böyle bakıldığında starların/yıldızların/liderlerin toplumsal dönüşümlerdeki olumlu/olumsuz etkileri tartışmasız bir gerçektir.

Liderlerin/starların “rol model” olma noktasında toplumda yeni modalar, hassasiyetler, genel-geçer değerler yarattıkları da bir vakadır.

Hayranlar, liderlerinden hep etkilenmişler, onu taklit etmişlerdir. Çünkü lider, onların gözünde hayatı yeniden üreten bir “değer”e tekabül etmektedir.

Bu bağlamda rol modellerin her yaptıklarının doğruyu ya da erdemi işaret ettiği düşünülür. Zira lider/rol model olmak böyle bir şeydir çünkü.

Rol modellerin, toplumları hidayete erdirmede ya da felakete sürüklemedeki etkileri, tarihsel bir gerçeklik olarak önümüzde durmaktadır.
(..)
haberciniz

8 Mayıs 2010
Fatih Altaylı/Habertürk
Sizce ne derdi?

SEVGİLİ okurlar.

“Biz senin yanlış yazmayacağını biliyoruz” diyenleriniz kadar, “Fatih Altaylı doğru olmayan bir şeyi mi yazdı” diye düşünenleriniz de vardır mutlaka bu yat olayıyla ilgili.

Bir kısım kompleksli gazeteciler de, yalan yanlış bilgilerle ve yalanlarla bana saldırıyorlar bu meseleyle ilgili olarak .

Ve bazıları da “Deniz Baykal seni yalanladı” diye benim yalan yazdığımı söylüyorlar.

Ben de onlara bir soru sormak istiyorum.

Deniz Baykal’ın görüntülerle belgelenen ilişkisini ben bundan çok değil 1 ay önce yazsaydım, deseydim ki, “Deniz Baykal’ın Nesrin Baytok’la ilişkisi var”...

Sizce Deniz Baykal ne derdi?

“Evet var” mı derdi yoksa bana dava açacağını, haysiyetiyle oynandığını mı söylerdi.

Bu soruya kafanızda bir yanıt vermenizi rica ediyorum.

Hiç merak etmeyin.

Ben asla yalan yazmam.

Doğrularım bazen birkaç gün sonra ortaya çıkar, bazen birkaç yıl.

Ama elbet çıkar.

8 Mayıs 2010 22:10
Gandi Dede Soyundan Geliyormuş
Kaset skandalının ardından CHP'nin başına geçen Kemal Kılıçdaroğlu'nun Alevilikte “önder” kabul edilen “Dede soyundan” geldiği söyledi.

CHP'nin yeni Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun en kurultay sırasında ve sonrasında en büyük heyecan dalgasını memleketinde yaşattığı belirtiliyor. Öte yandan kaset skandalının ardından CHP'nin başına geçen Kemal Kılıçdaroğlu'nun Alevilikte “önder” kabul edilen “Dede soyundan” geldiği ve kendisiyle yapılan bir röportajda, “Alevi dedesiyim ama bu makamı hiçbir zaman kullanmadım. Sakinliğim buradan aldığım terbiyeden kaynaklanıyor” dediği ortaya çıktı.

DEDELİK MESELESİ
Kılıçdaroğlu'nun 29 Mart yerel seçimleri öncesinde bir gazeteciye yazılmamak şartıyla söylediği bu sözler, o dönem kısa süre içinde basın camiasında duyulunca, benzer bir soruyu Zaman'dan Nuriye Akman da sordu. Kılıçdaroğlu ona da, “Ben dede soyundan gelmekle beraber dedelik yapmadım. Dedelikte kendinizi o yola adamanız lazım. O zaman bürokrasiyi bırakmanız lazım. Dedelikte içinizde olağanüstü bir sevgi olmalı. Kesinlikle kin tutmamalısınız” diye cevap verdi. Akman'ın, “Öyle olmadığınız için mi dede olmadınız?” sorusuna ise Kılıçdaroğlu, “Hayır, ben öyleyim. Kimseye beddua etmiş değilim. Eğer bir yerde bir yanlışlık varsa önce kendimde kusur ve eksik aramaya çalışırım” dedi.

DERSİM KÖKENLİ ALEVİ KURULUŞLAR DA HEYECANA KATILDI
Öte yandan Kemal Kılıçdaroğlu'nun CHP'nin başına geçmesi, memleketi Tunceli'de büyük sevinçle karşılanırken, Tunceli kökenli Alevi kuruluşlar, yayın organları ve internet sitelerinde de bir heyecan dalgası meydana getirdi. Alevi camiada en önemli tartışma konusunun Kemal Kılıçdaroğlu olduğu belirtiliyor.

MEHDİ BEKLİYORDUK GANDİ GELDİ
Bağımsız iletişim ağı Bianet ile Kurdistan-aktuel.com'da yayımlanan Alevi yazar Hüseyin Aygün'un yazısında, şu ifadeler dikkat çekti: “Amerikalılar ‘we can' demişlerdi. Dersimliler şaşkın, umutsuz, cesur ve temkinli. Yüzyıllardır Mehdi yi bekliyorlar, ‘Mehdi gelecek, bizi kurtaracak'. Şimdilerde Mehdileri Gandi Kemal gibi. Mustafa Kemal in koltuğuna bir Alevi, hem de Kızılbaş Dersimli oturacak! Buna inanmıyorlar. ‘Baykal da oyun çok'. Kurban kesenler, dua edenler, mum yakanlar, adak adayanlar, ‘Alevi Vali yok, CHP'yi Alevilere vermezler' diyenler, ‘Dersimli hem de Pir geleneğinden' diyenler, ‘CHP'yi ancak hemşerimiz diriltir' lafları ve daha pek çok şey.”

“GANDİ KEMAL'DEN BEKLENTİLERİMİZ VE DERSİM'DEN SORULAR”
Hüseyin Aygün, yazısında, Kılıçdaroğlu'ndan beklentilerinin olduğunu ve ona Dersimlilerin soracağı sorular olduğunu dile getirerek, şunları belirtiyor: “1938 felaketinde ailesini kurşun ve sürgünlere veren Nazmiyeli Karabulut ailesinin oğlu Kemal Kılıçdaroğlu, Dersimlilere ne söyleyecek? Devlet adına -hadi devlet değil!-, CHP adına bir özür dileyecek mi? Buzdan adam Öymen CHP vitrininde bir ad olacak mı?Yıllarca ‘Ben Elazığlıyım', ‘Ben Erzincanlıyım' diyen Dersimliler ‘Ben Dersimliyim' diyebilecek mi? Ana dilleri olan Zazaca ve Kürtçe de isterlerse eğitim alabilecekler mi? Cemlerini-cemaatlerini ‘devlet korkusu' olmadan yapacaklar mı? Yüzyıllardır ‘Biz de İslamız, biz de Müslümanız' diyen Kızılbaşlar ‘Biz Kızılbaşız' diyerek dolaşabilecek mi? ‘Tuncelili', ‘Kızılbaş' diye -üstelik mahkeme kararına rağmen- hakim yapılmayan Tuncelili Mahir'in derdine deva bulacak mı? Ordudaki, emniyetteki, bürokrasideki Alevi karşıtlarını terbiye edecek mi?”

***

DEDELİK NEDİR?
Uluslararası Alevi kuruluşu Hakder'in “dedelik” kurumuyla ilgili görüşü şöyle: Sünniler ve Şiilerin camilerde Hocası veya İmamı, Hıristiyanların da kiliselerde papazları olduğu gibi, Alevi toplumunun da Dedeleri vardır. Dede Cem törenlerine önderlik eder, diğer bazı dinsel törenlerde görev yapar. Toplum tarafından saygı görür, birçok konuda ona danışılır. Yani Dede Alevi toplumunun sosyal ve manevi lideridir. Alevilikle ilgili bilgiler bugüne kadar dedelerle, babadan oğula (bazen kızına) aktarılarak ulaşmıştır. Devlet tarafından otoriteye karşı bir tehdit olarak görüldüğü veya aşırı dinci gruplarca dinsizlik sayıldığı için Alevilik eskiden gizli tutulurdu. Son birkaç yıldan beri birçok Alevi dernek ve kurumlarının kurulmasıyla birlikte, Alevilikle ilgili bilgilerin Dedelere, Dede çocuklarına ve yeni nesillere aktarılmasına çaba sarf edilmektedir. Alevi toplumu ve kurumları günümüzde Dedelik yapacak kişilerin kaliteli ve bilgili olmaları koşulunu öne sürmektedirler. Dedelik soydan sürmesi kuralı vardır. Yani babadan oğula geçmektedir.”

Kaynak:Habervaktim

CHP'den MHP'ye Geçen Seks Skandalları
09 Eylül 2010
Deniz Baykal'ı CHP Genel Başkanlık koltuğundan eden seks kasedinin amacı az çok belliydi; fakat son günlerde kaset skandallarının MHP'ye sıçraması ne anlama geliyor?...
Son günlerde ünlü siyasetçilerin internete peş peşe görüntüleri düşmeye başladı. Bunlardan en çarpıcı olanı Deniz Baykal’ın Nesrin Baytok’la olan görüntüleriydi. Bu görüntüler Baykal’ın genel başkanlık koltuğunu bırakmasına neden oldu.

Daha sonra başka bir CHP’li Akif Hamzaçebi’nin görüntüleri çıktı. Hamzaçebi, CHP’de Baykal’ın karşısında yer alan ekipteydi ve Kılıçdaroğlu’na en yakın isimlerdendi. Baykal’ın ihanetle suçladığı Önder Sav tarafından desteklenmiş ve kongre sonrası Grup başkanvekili olmuştu.

Hamzaçebi, kendisine kurulan komploda Baykal’dan farklı olarak AKP’yi suçlamadı ve Başsavcılığa yaptığı suç duyurusunda beraber cinsel içerikli görüntüleri yer alan kadın S.K.’yı suçladı. Hamzaçebi kendisine komplonun kurultayın 2. Günü kurulduğunu belirttiği suç duyurusunda, S.K’nın kurultayda kendisiyle tanıştığını ve adım adım samimiyetini ilerleterek anlık insani zafiyetinden faydalandığını iddia ediyor. Hamzaçebi, olayın detaylarını uzun uzun anlattıktan sonra, bu tuzağı S.K’dan başkasının kuramayacağını belirtiyor.

Aynı anda CHP kulislerinde Baykal’a yakınlığı ile bilinen Y.A.’in, S.K.’yla uzun süredir tanıştığı bilgisi dalga dalga yayıldı. Ve ima yollu Hamzaçebi’nin başına gelenlerin adresi olarak bu nokta işaret edilmeye başlandı.

Ankara tüm bunları konuşurken, farklı gelişmeler yaşanmaya başladı. Bu sefer “çıplak video”nun hedefinde CHP değil MHP vardı. MHP’li Bekir Aksoy’un çıplak görüntüleri ortaya çıktı. Ancak bu seferki görüntülerde çıplaklık dozunun yüksekliği dikkat çekiyordu. Baykal ve Hamzaçebi’nin görüntüleri belli ölçüde sansurlenmişti. Ama MHP’li Aksoy’un görüntüleri bütün cinsel ilişkiyi çırıl çıplak gösterir şekildeydi.

Ancak ilginç bir şey oldu ve bu görüntüler, birkaç internet sitesiyle sınırlı kaldı ve MHP Grubu hariç kimse tarafından fark edilmedi ve olay kapandı.

Ancak olay burada bitmedi. Bu kez Aksoy’un görüntüleri biraz sansürlenerek internete kondu ve bu sefer daha yaygın biçimde izleyiciye ulaşmaya başladı.

54. Hükümet'te Devlet Bakanlığı da yapan Ankara Milletvekili Bekir Aksoy, Çiller döneminde oldukça kritik bir isimdi. Devletin derin kanadına yakınlığıyla bilinen Aksoy’un bu görüntüleri oldukça ilginç. Görüntülerdeki kadının oldukça genç olduğu görülüyor. Ve görüntüler de çok net. CHP içindeki komplolar, hizipler ve hesaplaşmalar herkesin malumu. Ancak bu kasetin MHP’de tam olarak nereye oturduğu henüz netleşmiş değil. Ankara kulisleri bu sorunun cevabını arıyor.

Kaynak: Türktime

Baykal Beni Taciz Etti
07.03.2011
Baykal ile ilgili ilginç iddia

Savcılık sorgusundan sonra serbest bırakılan Oda Tv yazarı İklim Ayfer Kaleli’nin bir telefon görüşmesinde Deniz Baykal’la ilgili taciz iddiasında bulunduğu ortaya çıktı. İddiaya göre 2 ay önce Meclis’teki odasında Baykal tarafından tacize uğrayan Kaleli, patronu Soner Yalçın’ı aradı. Son operasyonla gözaltına alınan Kaleli’ye Emniyet Müdürlüğü’ndeki sorgu sırasında Soner Yalçın’la yaptığı ve dinlemeye takılan bu görüşme hatırlatıldı.

Kaleli, “Bu görüşmede Deniz Baykal’ı tekrar arayıp taciz iddiasıyla ilgili kayıt yapabileceğinizi söylüyorsunuz. Böyle bir kayıt yaptınız mı? Amacınız nedir?” sorusuna, “Anlattıklarımın doğru olduğunu belirtmek için Soner Yalçın’a inkar ederse kayıt yapabilirm dedim. Ama kayıt yapmadım” diye cevap verdi http://www.haber365.com/

Baykal O İddialara Yanıt Verdi
07 Mart 2011
CHP eski Lideri Deniz Baykal, Odatv yazarı İklim Ayfer Kaleli'yi tacizde bulunduğu iddiasına ne dedi?
Ergenekon soruşturması kapsamında gözaltına alınan ve ifadesi alındıktan sonra serbest bırakılan gazeteci İklim Bayraktar'ın, savcı Zekeriya Öz'e çok çarpıcı açıklamalarda bulunduğu ileri sürüldü.

BAYKAL O İDDİALARA YANIT VERDİ

Gazeteport, Odatv yazarı İklim Ayfer Kaleli'nin taciz iddialarını 'Deniz baykal'a sordu. Deniz Baykal o iddialara yanıt verdi.

Deniz Baykal, Gazeteport yazarı Safile Usul ile aralarında şu konuşma geçti;

- İyi günler sn. Baykal. Ben Gazeteport yazarı Safile Usul. "İzniniz olursa size bir sorum olacak?

- Hayır hayır sanmıyorum. Ne soracağınızı tahmin ediyorum. Bugün gazetelere yansıyan o konu.

- Evet o konu efendim.

- Hayır buna cevap vermeyeceğim. Bu konuda bir açıklamam yok.

- Teşekkür ediyorum iyi günler.

ERGENEKON MEDYA DALGASINDA ORTAYA ÇIKAN İDDİALAR

İddilara göre Bayraktar, Deniz Baykal'ın kendisini taciz ettiğini öne sürdü. Bayraktar, teknik takibe takılan görüşmelerinde ise, tacizi görüntülemek için Kılıçdaroğlu'ndan cihaz istediğini ancak 'kendi imkanlarınla yap' cevabını aldığını iddia etti.

EVET HEM ELLE HEM AĞIZLA

Bayraktar röportaj için 21 Ocak 2011’de Meclis’teki odasına gittiği Baykal’ın kendisini taciz ettiğini ileri sürerek durumu dinlemeye takılan telefon görüşmesinde Soner Yalçın’a şöyle anlattı: “Utanç verici bir durum. Evet elle ve ağızla. Zor attım... Bak şimdi size bir şey anlatayım mı? Bu görüşme başka bir yerde olsaydı kıyameti koparırdım. Ama Meclis’te ve odasındaydım. Güvenlikle beni dışarı attırsa rezillik. Der ki bana tacizde bulundu. Aleni yaptı ki dondum kaldım. Ona ‘kafanız güzel mi?’ dedim. Bana, ‘Sen çok fevrisin. Hayatı bu kadar ciddiye alma. Hepsi hikaye gel seninle havuza gidelim” dedi ve ev numarasını verdi. Numaranın temiz olduğunu rahatlıkla konuşabileceğimizi söyledi.

Ertesi gün Baykal’ın sekreterini tekrar aradım. ‘Ben odatv’den İklim’ dedim. Hemen telefona geldi ve ‘odatv’den misin sen?’ dedi. ‘Bugün gözlerine ve güzelliğine, aurasına kapılıp gözlerimi ayıramadığım bayan gazeteci mi yani’ dedi. Adamın telefonda ilk cümlesi bu oldu, ‘evet’ dedim.”

BÖĞÜRE BÖGÜRE AĞLAMAK İSTİYORUM

İddiaya göre eski YARSAV Başkanı Ömer Faruk Eminağaoğlu’yla yaptığı telefon görüşmesi de teknik takibe takılan Bayraktar, Kılıçdaroğlu ile görüşmesini şöyle anlattı: “Böğüre böğüre ağlamak istiyorum. 45 dakika görüştük. Ama inancımı, umutlarımı yitirdim. O kadar açık konuştum ki. Ama yok bundan bir cacık olmaz. ‘Sana en büyük balığı getireceğim. Bana destek ver, güç ver, cihaz ver’ dedim. ‘Yok olmaz sen kendin yap getir’ dedi. Ben yaptıktan sonra youtube’a koyar yayınlarım sana ne ihtiyacım var.”
aktifhaber

PİŞKİNLİK: KİMSENİN YÜZÜ BİLE KIZARMIYOR
Prof. Dr. Nurullah AYDIN
05.04.2011

Türkiye’de siyaset, ithamlarla yapılıyor. Tarihte kişiler arası, partiler arası, gruplar arası çekişmeler olmuştur. Biri diğerini eleştirdikçe sivrilmiş halkta güven verebildiği nispette, iktidara gelebilmiştir.
Genellikle ne diyorlar; Acizler. Cahiller. Yalancılar. Aymazlar. Çaresizler. İftiracılar. Utanmazlar. Yalana kılıf arıyorlar. Çamur atıyorlar.

Bu ithamları kürsüdeki bir siyasetçi, bir akademisyen, bir gazeteci sarf edebiliyor.

Aslında konuşamıyorlar demek lazım. Konuya hakim olamadıkları sık sık şey sözcüğü kullanmalarından ya da yaptıkları tarih hatalardan belli oluyor.

Görüntü şu: konuşuyorlar; konulardan, belgelerden, yasalardan, bahsediyorlar. Dinledikçe niye bu kadar uzun anlaşılmaz konuştuklarını anlamıyorsunuz.

Dikkatli bakınca görüyorsunuz ki, konuşmuyorlar; çırpınıyorlar!

Birilerince verilen görevi en iyi şekilde yapmak istiyor; emri verenlerin gözüne girmek istiyorlar. Döne döne aynı konulardan bahsediyorlar çünkü!

Ne yazık ki hep küfrediyorlar. Sanki suçluların telaşı içindeler.
Gelişmeleri izleyenler yanında kırıntı bilgilerle yorumlar yapanlar da var.

Ne yazık ki birileri sabırlı olmadan esip, gürlüyor. Belgelerden telaşlananlar var.

Çok az bilgiyle, bir fırsat olarak görüp buradan nasıl saldırırız, nasıl mağdur rolü tekrar oynar, cahil halk yığınlarını kandırırız derdine düşmüş durumdalar.

Siyasetçiler, akademisyenler, gazeteciler; ülke için, çözüm politikaları üretmekten aciz olduğu kadar maalesef siyaset üretmek noktasında bile büyük bir acziyet içinde!

Her türlü iddiayı gündeme taşıyorlar. Dini istismar ettiler, yoksulları istismar ettiler. Esiyorlar, bağırıyorlar, çağırıyorlar. Her seferinde yüzleri kızarıyor. Çünkü söyledikleri yalan, doğru değil. Sabah iftira atıyorlar, öğlen altında kalıyorlar. Öğlen itham ediyorlar, akşam çark ediyorlar. Akşam söyledikleri yalan oluyor, sabah yalanlıyorlar.

Kendilerine ait cümle kalmadığı için, gerçekleri yalanlama yoluna gitme yarışına girdiler, sonrada unutturmaya çabaladılar. Yandaşlarının gayretli savunmalarından, gündemdeki gerçeklere yer vermemelerinden, halka yansıtmamalarından, medet umar hale geldiler.

Koro halinde gündemi değiştiren açıklamalar yapıyorlar. Halkın gözünden gerçekleri kaçırabiliyorlar.

Aleyhlerine bir konu gündeme geldiğinde şikayet edenler, yandaşların hezeyanlarına sarılmış durumdalar. Bu hezeyanlara sarılacak kadar acizler. Başkalarına yaptıkları iftiralardan, bu iddialardan, medet umacak kadar çaresizler. Fırsatçılık en önemli özellikleri haline gelmiş.

Türkiye'yi sırça köşklerinden izleyen, makam ve yetki güçleri ile her dediklerini yaptıranlar, bugün artık kendi hezeyanlarıyla siyaset üretiyorlardı, bugün onu da yapamaz hale geldiler.

Nereden geldiğine bakmadan, aslını astarını araştırmadan, arkasındaki niyet, hedef, gaye hakkında en küçük bir endişe taşımadan buna sarılmak en hafif tabiriyle fırsatçılıktır.

Oysa; Bu tür iftiraları atıp bunları ispatlayamayanlar ne kadar alçaksa, bu iftiraları manşetleriyle, söylemleriyle yayanlar, bu iftiraları siyaset malzemesi yapanlar da aynı derecede müfteridir, alçaktır.

Kişileri seversiniz veya sevmezsiniz, haz edersiniz ya da etmezsiniz ama ülkeye, millete, kendine saygısı olanlar; hiçbir menfaat beklentisi olmayanları, görüşlerinden dolayı etkisizleştirme ve itibarsızlaştırmak için yetkiyi kötüye kullanarak susturmamalıdır.

Siyaset, seviye ister, nezaket ister. Siyasetçi hakşinas olmalıdır, gerçeği çarpıtmak, yalan ve iftiradan medet ummak bir siyaset tarzı olamaz, siyaseti yalan ve iftira üzerine kuranlar hiçbir zaman amaçlarına ulaşamazlar.

Günün Sözü: Hakareti, iftira etmeyi siyaset dili haline getirenlerin iktidarı uzun süreli olmaz.
ordu millet

Cumhurbaşkanı Schmitt görevinden istifa etti...
02 Nisan 2012
Macaristan Cumhurbaşkanı Pal Schmitt, tezinde intihal yaptığı gerekçesiyle doktora unvanının alınmasının ardından istifa etti.

Parlamentoda yapılan oylamada Schmitt'in istifa talebi 5'e karşı 338 oyla kabul edilirken 6 milletvekili çekimser kaldı.
Bugün

Japonya Başbakanı Halktan bakanların yaptığı 'yolsuzluk' için özür diledi
20 Ekim 2014



Japonya'da iki kadın bakan yolsuzluk ve seçim yasalarını ihlal ettiği iddiaları üzerine istifa etti. Japonya Başbakanı halktan özür diledi.

Japonya'da hükümetin kadın üyelerinden Ticaret ve Endüstri Bakanı Yuko Obuchi yolsuzluk, Adalet Bakanı Midori Matsushima ise seçim yasalarını ihlal ettiği iddialarının ardından istifalarını sundu.

Japonya siyasetinde yükselen bir isim olarak gösterilen Obuchi hakkında geçen hafta ortaya çıkan iddia, 2012'deki seçim kampanyasında toplanan parayı usulsüz şekilde kullandığı yönündeydi.

Ülkenin eski başbakanlarından birinin kızı olan 40 yaşındaki Obuchi, geçen ay Başbakan Shinzo Abe'nin kabinede yaptığı değişiklik sonucu bakan olmuştu. Bakan Obuchi, iddiaların ardından halktan özür dilemek zorunda kaldı.

Obuchi'nin istifasından saatler sonra, Abe tarafından 2012'de göreve getirilen 58 yaşındaki Adalet Bakanı Midori Matsushima da istifasını duyurdu.

Matsushima hakkında, seçim yasalarını ihlal ederek bir festivalde, üzerinde resmi ve siyasi görüşlerinin bulunduğu kağıt yelpaze dağıttırdığı, ayrıca bazı polis memurlarını başkent Tokyo'daki evinde güvenlik personeli olarak çalıştırdığı iddiaları bulunuyor.

Muhalefetteki Demokrat Parti, geçen hafta Matsushima hakkında dava açmıştı.

Japonya Başbakanı Shinzo Abe, istifaların ardından kamuoyundan özür diledi ve Obuchi ve Matsushima'yı bakan olarak kabineye aldığı gerekçesiyle sorumluluğu üstlendiğini kaydetti.

Japon medyası, kadınların üst düzey yönetime katılımını arttırmayı hedefleyen Abe'nin kabinesindeki iki kadın bakan hakkındaki iddiaların hükümeti zor durumda bırakacağını belirtiyor.
Cumhuriyet

OECD: En yüksek yetkililerin karıştığı soruşturmada 96 kişi takipsizlik aldı, bu ciddi bir endişe kaynağı
24 Ekim 2014



Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı (OECD) rüşvetin önlenmesine ilişkin gelişmelerden ciddi endişe duyduğunu açıkladı. OECD’nin “Rüşvetle İlgili Çalışma Grubu”, Türkiye’nin rüşvet uygulamalarıyla mücadele sözleşmesini uygulama seviyesine ilişkin saptamaların yer aldığı raporu tamamladı. Raporda, dış rüşvete ilişkin bazı uyarılar yer alırken iç rüşvet konularının da endişe kaynağı olmayı sürdürdüğü belirtildi.

Raporda, “Diğer birçok ülkedekiler gibi Türkiye’nin şirketleri yolsuzluğa eğilimli sektör ve ülkelerde iş yapıyor. Buna karşın Türkiye’de 2003’te suç olan uygulamalardan sadece 10 iddia Türk yetkililerin dikkatine geldi. Türkiye bu iddiaların sadece 6’sı için soruşturma açtı, 3’ü kapandı. Ça ışma Grubu
Türkiye’nin uygulama çabalarında yetersiz proaktif olmasından endişe duyuyor” ifadeleri yer aldı. Raporda, iç rüşvete ilişkin de saptamalara dikkat çekildi.

Türkiye’nin 2013 Aralık’ta iç rüşvet, para aklama ve altın kaçakçılığının içinde bulunduğu, hükümetin en yüksek düzeydeki yetkililerinin karıştığı yüksek profilli bir soruşturma deneyimi yaşadığı kaydedilen raporda, “2014 başında Türk hükümetinin, bazı savcı ve hâkimlerin yanında, Aralık 2013 soruşturmasına dahil olanların da aralarında bulunduğu birkaç yüz adet polisi atamaya tabi tuttu. Kısa süre sonra Türk parlamentosu seçilmişlerin yargı üzerindeki gücünü artıran tartışmalı bir yasa çıkardı. 1 Eylül 2014’te, Aralık 2013 soruşturmasına yeni atanan savcı 96 kişinin soruşturulmasına gerek olmadığı kararını verdi. Siyasi müdahalenin dış rüşvet soruşturmalarını ve savcıları etkileyebileceği riski, Çalışma Grubu’nun ciddi bir endişe kaynağı olmaya devam ediyor” denildi.

Aynı olaylarla ilgili örneğe raporun bir başka bölümünde de değinilirken bunların Türkiye’deki kolluğun tarafsızlık ve bağımsızlığıyla ilgili algılamaları etkilediği kaydedildi. Raporda, Anayasa Mahkemesi
Başkanı’nın geniş çaplı atamaların yargı bağımsızlığına zarar verdiği görüşünü ifade ettiği de hatırlatıldı.
Cumhuriyet

Yılmaz Özdil: Bu ülkede mesele daima… Ayakkabı meselesidir
20 Aralık 2016
Sözcü yazarı Yılmaz Özdil, meydana gelen terör saldırılarıyla ilgili çarpıcı bir yazı kaleme aldı.

Yılmaz Özdil, "En son, Kayseri'deki canlı bomba saldırısında 13 arkadaşıyla birlikte şehit olan Zonguldaklı er Kenan'ın annesi… Cenazeye yazlık bez ayakkabısıyla gelebildi, hava eksi iki dereceydi, önce kağıt havluyla sarmaya çalıştılar, sonra akıl ettiler, bot alıp giydirdiler. Mesele, Türk Kürt Ermeni meselesi değildir. Alevi Sünni Musevi meselesi değildir, asla. Bu ülkede mesele daima ayakkabı meselesidir" dedi.

Yılmaz Özdil'in "Ayakkabı" başlığıyla yayımlanan (20 Aralık 2016) yazısı şöyle:
Şırnak'ta şehit düşen Şanlıurfalı onbaşı Kasım'ın çocukları, iki yaşındaki Zeliha'nın çorapları yırtık pırtıktı, üç yaşındaki Güneş'in çorabı bile yoktu.

 Hakkari Çukurca'da 16 şehit verdiğimiz karakol baskınında sol bacağını kaybeden İzmirli Bülent'in haciz konulan ve faiziyle birlikte geri istenen protezi.
Hakkari Yüksekova'da mayına basarak iki bacağını kaybeden Bursalı gazi Selçuk'un, akil adamlar toplantısında, akil adamların kafasına fırlattığı protezi.
 Hrant Dink'in ayakkabısı, tabanı delikti, kalemini satıp ballı kredilerle villa kapacağına, 10 senedir aynı ayakkabıyı giyiyordu.

 Danıştay'da, görevi başında katledilen Mustafa Yücel Özbilgin'in ayakkabısı, 35 senelik hakimdi, malum, o maaşla ne uzarsın ne kısalırsın, anca çocuklarını namusunla büyütürsün, bu nedenle değiştirememişti, devamlı giyilmekten köselesi erimişti.

 Adapazarı'nda bir marketin arka sokağı… Çöp konteynerine boşaltılan bozuk sebze meyveyi, beline kadar konteynerin içine sarkarak toplamaya çalışan bir annenin kara lastik ayakkabıları.

Denizli'deki tekstil işçilerinin çıplak ayakları… İşten atıldılar, üç senedir haklarını alamıyorlardı, hiç kimse ilgilenmiyordu, dertlerini anlatamıyorlardı, belki bi Allah'ın kulunun dikkatini çeker diye yalınayak protesto gösterisi yaptılar.
İsmi Gül, yedi yaşında, Van'ın Ortanca köyünde 23 Nisan Çocuk Bayramı'nda Hadise'nin düm tek tek şarkısı eşliğinde dans ediyor, önden bakınca çizmeye benziyor, arkadan bakınca topukları yok.

 İsmi Melek, 12 yaşında, Şanlıurfa'nın Kayalar köyünde yaşıyor, köyde okul yok, Siverek'e okula gitmeye çalışıyor, yerde kar var, ayakkabısı yok, terlikle.
Ermenek'te 17 arkadaşıyla birlikte rahmetli olan madencimiz Tezcan'ın 75 yaşındaki babası Recep amcanın cızlavetleri.

 Ayakkabı kutuları… Devlet bankasının genel müdürünün evinden çıktı, balya balya istiflenmiş vaziyette 2.5 milyon euro ve 2.5 milyon dolar vardı, üstüne faiz ödendi, imam hatip lisesi yapılmak üzere geri verildi. Paralar iade edildi ama, adli emanete teslim edilen ayakkabı kutularını kimse almadı, ayakkabı kutuları sayın devletimize kaldı.

 Şırnak'ta el yapımı patlayıcı tuzağıyla şehit düşen Sivaslı uzman çavuş Yıldırım'ın babası… Cenaze törenindeki ayakkabıları, hem evladı gibi, hem duygularımız gibi, paramparça.

En son, Kayseri'deki canlı bomba saldırısında 13 arkadaşıyla birlikte şehit olan Zonguldaklı er Kenan'ın annesi… Cenazeye yazlık bez ayakkabısıyla gelebildi, hava eksi iki dereceydi, önce kağıt havluyla sarmaya çalıştılar, sonra akıl ettiler, bot alıp giydirdiler.
Mesele, Türk Kürt Ermeni meselesi değildir.
Alevi Sünni Musevi meselesi değildir, asla.
Bu ülkede mesele daima…
Ayakkabı meselesidir

Medya Faresi

Türkiye yolsuzluk algı endeksinde 9 basamak düştü
25 Ocak 2017



Uluslararası Şeffaflık Örgütü'nün dünyanın yolsuzluk algı endeksine dair hazırladığı haritada, sarı renkten kırmızı renge doğru yolsuzluk algısıgiderek artıyor.

Berlin merkezli Uluslararası Şeffaflık Örgütü'nün açıkladığı 2016 Yolsuzluk Algı Endeksi'nde Türkiye, 176 ülke içinde geçen yıl bulunduğu 66'ncı sıradan 75'inci sıraya düşerek 9 basamak geriledi.

Endekste kamu hizmetlerine yönelik yolsuzluk algısının yüksekliği 0 puanla nitelenirken algı azaldıkça puan 100'e doğru ilerliyor.

Türkiye, 2016 yılında son beş yılın en düşük skorunu elde ederek 41 puan aldı. 2015'te 42, 2014'de 45, 2013'te 50, 2012'de 49 puan almıştı.

'Popülist liderler yolsuzluk algısının yükselmesine neden oluyor'
Raporda sistemsel yolsuzluk ve eşitsizliğin birbirini körüklediği belirtilirken, popülist liderlerin yolsuzluk algısının yükselmesine yol açtığı aktarıldı.

Rapoda, "Türkiye ve Macaristan gibi otokratik liderlerin olduğu ülkelerde puanın düştüğü görülüyor. Popülist hükümetin yönetimden gittiği Arjantin'de ise skor yükseliyor" ifadeleri kullanıldı.

Uluslararası Şeffaflık Örgütü Başkanı José Ugaz, "Sadece ifade özgürlüğün, siyasi süreçlerde şeffaflık ve güçlü demokratik kurumların olduğu ülkelerde sivil toplum ve medya iktidardakilere hesap sorabilir ve yolsuzlukla başarılı bir şekilde mücadele edilebilir" açıklamasını yaptı.

2016'dan yeni yıla miras: Popülizm

'Yolsuzluğun panzehri kuvvetler ayrılığı'

Türkiye'de bulunan Uluslararası Şeffaflık Derneği Yönetim Kurulu Başkanı E. Oya Özarslan ise, Türkiye'nin endeksteki düşüşünün nedenleri olarak "yolsuzlukla mücadele alanında son yıllarda hiçbir gelişme yaşanmaması, ulusal ve uluslararası kurumların bu konudaki uyarılarının dikkate alınmaması, şeffaflıktan ve katılımcı yönetim anlayışından her geçen gün daha da uzaklaşılması ve kurumsal erozyon yaşanmasını" gösterdi.

Oya Özarslan "ekonomik olarak da zor bir dönemeçte bulunan Türkiye'nin bu gibi endekslerdeki seyrinin, uluslararası piyasalardaki konumu açısından da riskini artırmakta olduğunu" açıkladı.
Özarslan, "yolsuzluğun panzehrinin güçlü kurumları olan, kuvvetler ayrılığı, denge ve fren mekanizmalarına sahip tam bir hukuk devleti olduğuna" dikkati çekti.

Danimarka birinci, Somali sonuncu

Rapora göre, en iyi performansı gösteren ülke 90 puanla Danimarka oldu. Danimarka'yı Yeni Zelanda, Finlandiya, İsveç, İsviçre ve Norveç takip ediyor.
Türkiye 75'inci sırayı Bulgaristan, Kuveyt ve Tunus ile paylaşıyor. Türkiye'den önceki sıralarda ise Bahreyn, Gana, Burkina Faso, Sırbistan ve Solomon Adaları yer alıyor.
BBCT
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Pts May 31, 2010 12:35 am    Mesaj konusu: CD’LERE ESİR DÜŞMÜŞ BİR “YÖNETİCİ ELİT”LE NEREYE KADAR? Alıntıyla Cevap Gönder

CD’LERE ESİR DÜŞMÜŞ BİR “YÖNETİCİ ELİT”LE NEREYE KADAR?
Alihaydar Can
04.06.2011



Baykal’ın CD’sinin birinci bölümü internete düştüğünde ”AHLÂK, HUKUK, SİYASET VE BAYKAL“ başlığı altında konunun medya tarafından özenle gizlenen “ahlâkî” tarafına değinmiş ve bu CD’lerin muhtevasından ve bunların servis edilişinden daha vahimi, konunun bütün ilgili tarafları açısından tam bir ahlakî zaafı açığa vurduğunu izaha çalışmıştım (1).

Bu defa Yargıtay, Deniz Kuvvetleri Komutanlığı ve MHP’de ortaya çıkan kaset skandalları üzerinden konunun başka bir boyutuna temas etmek istiyorum: TC’deki iflahı/ıslahı gayrıkaabil (Kurtarılması/düzeltilmesi imkânsız) çürüme...

Ortaya çıkan bu skandallar şüphesiz buzdağının görünen yüzü kadardır ve asıl büyük kütle gözlerden gizlidir.

Bunu MHP’nin millet vekili adaylığından kaset zoruyla istifa ettirilenlerden biri bakın nasıl ifşa ediyor:

[-Başbakan diyor ki, “Ancak eşle yaşanan özel hayattır”...

-Başbakan’a sormayacağız nasıl yaşayacağımızı. Bir namus bekçilikleri eksikti. Bu Meclis’te, hatta AKP sıralarında kaçamak yapmayan var mı? Güldürmeyin beni, komik olmasınlar...] (2)

“Komik olmasınlar” diyor...

“Bu Meclis'te , hatta AKP sıralarında” zina etmeyen mi var?” Diyor...

Bu ne demek?

“Bu Meclis’te” kim varsa...

Hepsinin CD’lerinin olması mümkün...

Geçelim...

İstanbul Özel yetkili Savcılığı’nca Deniz Kuvvetleri Komutanlığı bünyesinde yürütülen ve astsubayından amirallerine kadar yüzlerce ismin adının geçtiği (ki bazı isimlerin adları ailecek geçiyor) bir soruşturmaya:

[İnanılmaz Şantaj Yöntemleri

Asker, polis ve bürokratlara tuzak kuran fuhuş çetesinin şifreli dosyaları açıldıkça, zanlıların şantaj yöntemleri de deşifre ediliyor...
Asker, polis ve bürokrat avcısı fuhuş çetesinin çalışma yöntemi deşifre edildi. Şebeke, fuhuş için aracılığa zorlanan askeri öğrencileri, 'Sonunuz Münevver gibi olur' diye tehdit etmiş.

Kısa süre önce çökertilen Kocaeli merkezli şebekenin, gizli kameralarla, Rusya'dan getirilen kadınlarla ilişkiye giren asker, bürokrat, işadamı ve polisleri kaydettiği tespit edilmişti. İ.S. adlı bir albayın evinde bulunan klasörler ise çetenin fuhuş andıcını gözler önüne sermişti. Grupla bağlantılı çalışan askeri okul öğrencilerinin evinde kurbanlara ait iç çamaşırları bulunduğu iddia edilmişti. Albayın bilgisayarında bulunan şifreli dosyalardan çok çarpıcı belgelerin çıktığı öne sürüldü.

GÖRÜNTÜSÜ VAR - YOK

İddialara göre, belgelerde YAŞ'ta terfi alması beklenen Deniz Kuvvetleri personelinin isim listesi yer aldı. Şebeke, tuzak kurulan kişilerin karşısına 'görüntüsü var-görüntüsü yok' diye notlar tutmuş. Fuhuş için kullanılan kadınlar ile fuhuşa zorlanan bazı askeri öğrencilerin neler yapması gerektiğine ilişkin rapor hazırlanmış.

'FUHUŞ NİYE YAPILMALI'

Operasyonda, 'fuhuş neden yapılmalı?' ve kız öğrencilerin fuhuşa nasıl zorlanacaklarına ilişkin 9 sayfalık bir belge de bulundu. Belgelerde çeteye çalışan erkek öğrencilerin isimlerinin karşılarına, hedef gösterilen kız öğrencilerin adları yazılmış. Fuhuş'a aracılık etmeyen öğrencilere de Münevver Karabulut cinayeti örnek gösterilerek 'Sonunuz Münevver gibi olur. Başınızı ve bacaklarınızı ayrı ayrı yerlerde bulurlar' tehdidi savrulmuş. Şebekenin, ' Geçen yılki Ş. isimli öğrencinin başına gelenleri unutmayın' diyerek tehdit ettiği bilgisi de raporda yer aldı.

KOMUTANA İHALE ŞANTAJI

Çetenin, askeri ihaleleler için de devreye girdiği belirlendi. Deniz Kuvvetleri'nin radar kamera ihalesini çetenin desteklediği firmanın kazanamadığı, grubun bu nedenle bir komutana kızıp, görüntüleriyle şantaj yaptığı iddialar arasında.

FİYAT BİÇMİŞLER

POLİSİN ele geçirdiği belgelerde 14 kız öğrencinin ve 25 subayın isminin yer aldığı iddia edildi. Bir Deniz Üs Komutanlığı'nda görevli kadın Yüzbaşı Y.E. tarafından hazırlandığı öne sürülen belgelerde öğrenciler için fiyat bile biçilmiş. Kızlar ile jigalo olarak kullanılan erkek öğrencilerin fiyatları 2 bin 500 lira olarak belirlenmiş. Ele geçirilen belgeler arasında veresiye defter notları da yer alıyor. Fuhuş için gönderilen kızların aldıkları paralar ile borçlu subaylar gibi notlar tutulmuş. ]
(3)

Yukarıdaki haber o dosyadaki durumun özetin özetinin özeti bile değil...

Teferruata girsek yıllarca sürecek kimin şeyinin kimin şeyinde olduğunun asla anlaşılamadığı Dallasvari bir dizi film olur...

Adamlar -Çok üst düzeyleri de dahil olmak üzere-, amiralinden astsubayına, genel müdüründen alt düzey memurlara kadar bir çok bürokratı belden aşağısından kıskıvrak yakalayarak Ordunun, TÜBİTAK’ın en gizli, en staratejik bilgi, belge ve projelerini ele geçirrmişler..:

Yine Ergenekon Davası dosyalarından birinin içinde 90 küsur Yargıtay hakiminin porno görüntüleri çıktı...

Düşünün 90 küsur Yargıtay hakiminin kimselerin görmesini isteemediği ahlâkdışı CD’leri ortalıkta dolanıyor...

CD’yi kapan Yargıray’a koşup istadiği kararı çıkarıyor...

Ergrnekon Davası Savcısı bunları Yargıtay Başkanı’na yolladı...

Sonra ne oldu?

Hiiiç...

O Yargıtay Başkanı bir kaç gün önce gözyaşları içinde emekli oldu..

O hakimlerse orada görev yapmaya devam ediyor: “Yüce Türk Uluısu Adına” kararlar veriyor...

Tıpkı CD’leri ortaya çıkan asker/sivil bürokratların “devlet ve millet için” canla başla “çalışmaya” devam etmeleri gibi...

Bu CD’leri ele geçirenlerin TSK’da, Yargıtay’da TBMM’de ve diğer kurum ve kuruluşlarda lehlerine çıkaramayacakları hiçbir karar, almayacakları hiçbir ihale, çalmayacakları hiçbir gizli bilgi, belge ve proje yok...

Ondan sonra “Vaaay hakim kozmik odaya nasıl girer?” ulusalcı muhabbetleri yapılıyor...

Kardeşim bu CD’lerle dost düşman, hırlı hırsız hiç kimsenin girmediği devlet odası/sırrı, bitirmediği yasadışı bir işi mi kalır ki; kafayı kozmik odaya giren hakime takıyorsunuz?..

Girmedik bir o kalmıştı oda giriversin...

Ha bir eksik, ha bir fazla...

Devlet devlet olmaktan çıkmıış...

En düzey personelinden en alt düzeryine kadar CD’lere, rüşvetlere, şantajlara teslim bayrağı çekmiş...

Bitmiş...

Batmış...

Çökmüş...

Bazıları işin nutuklarla, kuru gürültülerle kapatılıp sürdürülebileceğini zannediyor...

Bunları geçiniz...

Laiklik maskesi altında yaklaşık 80 yıldır sürdürülen kuduz bir İslâm düşmanlığı ile varılacak yer işte budur:

Gırtlağına kadar ahlâksızlık bataklığıına gömülmek...

Gömülürken de beraberinde devleti de sürüklemek...

CD’lere, rüşvetlere, şantajlara esir düşmüş, gırtlağına kadar ahlkâsızlığa gömülmüş bir “yönetici elit”le bu çürümüş yapının en ufak bir sarsıntıyla bile un ufak olup gittiğini yakında herkes görecek...

Seçim mi?

Ne seçimi?

Dipnotlar:
1-) Bkz: http://entellektuel.s4.bizhat.com/viewtopic.php?t=2709
2-) 22 Mayıs 2011 , "Evet kaçamak yaptım ama...", Balçiçek İlter'’in röportajı, Habertürk gazetesi.
3-) 17 Ağustos 2010, Akşam gazetesi.



Prof. Dr. Hacı Duran
Günahların İktidarları

Ana Muhalefet Partisi’nin genel başkanı sayın Baykal’ın istifası ile sonuçlanan ve bu partide taşların yerinde oynamasına yol açan hadise, birçok yönden önemli bazı konuları yeniden tartışmaya açtı. Baykal’ın kendisi bu hadiseyi bir komplo olarak değerlendirdi. Bu komplonun siyasi olduğunu, siyasi hesaplar uğruna iffet, hayâ ve ahlak ilkelerinin çiğnendiğini söyledi. Komplo teknikleri ile yürütülen siyasetin, yasal düzeni içinden çıkılmaz hale getirdiğini belirtti. İktidar partisini suçladı ve uzun süredir genel başkanlığını yaptığı CHP’nin başkanlığından istifa etti.

CHP’nin genel başkan yardımcısı Yılmaz Ateş ise, malum kasetle gösterime konan gayrı ahlaki görüntüleri ve CHP’nin kurultayını aynı bağlama oturttu. CHP kurultayının alçakça bir ortamda gerçekleştiğini söyledi. Malum olduğu üzere kurultay kaset görüntülerinin aktörü olan Baykal ve yandaşlarının tasfiyesi ile sonuçlandı. Ateş’in açıklamalarından, Baykal’ın tersine konudan sorumlu olanların hükümet değil, kurultayı Baykal’ı devirme hareketine dönüştüren parti içi örgütlü güçler olduğu anlaşılmaktadır.

Kasetteki görüntüler hakkında siyasi yorumlar fazlasıyla yapıldı. Başbakan sayın Erdoğan ise görüntüleri eşlere ihanet ve saygısızlık olarak değerlendirdi. Kadın hakları savunucuları ise konuya bu bağlamda yaklaştı. Böylece konunun ahlaki ve dini yönü seküler bir değere dönüştü. Konu iki kişi arasında geçen gayrı meşru bir cinsel ilişki olmaktan çıktı. Türk siyasetinin belirleyicisi oldu.

Kayıtlı gayrı meşru cinsel ilişkilerin gösteriminden, CHP’nin genel başkanı olarak çıkan Kılaçdaroğlu’nun çevresinde inşa edilen söyleme ve oluşturulan imaja bakıldığında, bambaşka bir manzara ile karşılaşmaktayız. Sanki kaset komplosu, CHP için yeni bir soluğa dönüşmüş, AK Parti iktidarına karşı onlara taze bir kan vermiş. Komplonun komplosu dene bilecek iddiaların arkası da kesilmiyor. Öte taraftan bazı yazar ve televizyon konuşmacıları ise, iğrenç görüntülerin iktidar partisini devirmek için gündeme getirildiğini söylemeye başladı. Kılıçdaroğlu’nun ekibi ile birlikte CHP’nin başına getirilmesi ve Baykal’ın tasfiyesi için düzenlenmiş olan bu kurgu, ilerde mevcut iktidar partisini de tasfiye edecekmiş.

Yukarıda anlatılanların hepsi, iki kişi arasında geçtiği anlaşılan gayrı meşru bir cinsel münasebetin, medyatik gösterime konması ile başlamıştır. Gayrı meşru cinsel münasebetin gösterimi, yukarıda söylenenleri özetlersek, Ana muhalefet partisi genel başkanı ve yönetiminin değişmesi ile sonuçlanmıştır. Beklendiği söylenen değişmeler ise bu yeni yönetimin CHP’yi iktidara taşıyacağı yolundaki umutlardır. Gandi ve Ecevit kasketi benzetmeleri ise tarihi metaforları, sembolleri ve nostaljileri cinsel gösterimle inşa edilen bu yeni iktidar arayışlarını temellendirme çabalarıdır.

Benim asıl üzerinde durmak istediğim konu, mahrem ve gayrı meşru bir cinsel durumun, gösterimi ve dolaşımının bir ülkenin iktidar ilişkilerini etkilediğini ve belirlediğini ortaya koymaktır. Ulrich Beck, Siyasallığın İcadı adlı eserinde, imgelerin ve metaforların iktidar sağladığından ve halkı yönetme fırsatları yarattığından bahseder. İktidar ilişkileri, siyasi çatışmalar ve mevki elde etme savaşları, düşman imgeler üzerinden yürütülür. Düşman gerçekten nesnel olarak var değildir. Kurgulanmıştır, muhayyeldir. Ancak medyatik gösterim ve propaganda aracılığı ile bilinçlerde somutlaşma etkisi gösterir. Don Kişot’un muhayyel düşmanlara saldırması kurgusu burada gerçek ve saldırılacak somut bir gruba dönüşmüştür.

Malum görüntüleri, karşılıklı suçlamaları, koltuk değişikliklerini ve yeni iktidar arayışlarını bu bağlamda değerlendirdiğimizde ilginç bir manzara ile karşı karşıya olduğumuz ortaya çıkmaktadır.

Olup bitenler, geleneksel dil ile ifade edilecek olursa, ortada işlenen bir cinsel günah vardır. Bu günahı işleyenlerin kim oldukları malum görüntülerle yeterince açıktır. Ancak geleneksel değerlere göre günah olan bir davranış, modern değerlere göre bilindiği gibi her zaman suç değildir. Hatta Türk Ceza Kanununa göre zinanın suç olmadığı da açıktır. Bu durumda laik olduklarını, modern olduklarını ve pozitif yasaların üstünlüğüne inandıklarını her zeminde savunan CHP’nin seçkinleri, genel başkanlarını geleneğe ve dini inançlara göre günah olan bir davranıştan dolayı cezalandırmış oluyorlar. Bu da onların laik ve çağdaş diye bilinen değerleri henüz tam olarak özümsemediklerine işaret etmektedir. Çünkü kanuna göre suç olmayan bir davranıştan dolayı bir insanı cezalandırmak ve linç etmek de suçtur. CHP delegeleri töreye göre genel başkanlarını ve ekibini linç etmişlerdir. Partiden tasfiye etmekle cezalandırmışlardır. Siyasi retoriklere göre kurgulanmış bir töre cinayeti işlemişlerdir.

Öte taraftan geleneğe göre cinsel günahların ifşası, gösterime konması ve açıkça konuşulması da günahtır. Bir mümin cinsel bir günah işlese bile bunu saklamalıdır. İfşa etmemelidir. Başka insanlar da insanların bu tür günahlarını araştırmamalıdır, konuşmamalıdır. Çünkü cinsel kabahatlerin açıklanması, iffetsizliktir, hayâsızlıktır. Zina kendi başına bir suç olmakla birlikte, zinanın ifşası ve gösterime konması daha büyük bir suçtur. Dolayısı ile genel başkanlarının cinsel bir kabahatini kayıt altına alarak gösterime koyan ve bu gösterimi kendi iktidarları için araçsal bir değere dönüştüren gruplar, iktidarlarını başkalarının günahlarına bağlı olarak inşa etmiş oluyorlar. Baykal olup biteni iffetsizlik ve hayâsızlık olarak tanımlamakla kendisine atfedilen kabahati saklamaya ve örtmeye çalışıyor. Onun bu tutumu İmam-ı Gazzali’nin haya ile ilgili olarak yazdıklarına da uygundur.

Ancak Baykal’ın işlediği günahı gösterime koyarak parti içi dengeleri değiştirenler ve iktidar hazırlığı yaptıklarını söyleyenler, geleneğe göre iffetsizliği ve hayâsızlığı kendileri için bir umuda dönüştürmüş oluyorlar. Yılmaz Ateş, CHP kurultayının alçakça kurgulanmış bir ortamda gerçekleştiğini söylemekle bu duruma işaret etmiş olmaktadır.

Cinsel bir günahın, bir partinin yapısını bu kadar etkilemesi, beraberinde başka sorunları da gündeme getirmektedir. Bilindiği gibi, cinsel günahlar yapıları itibarıyla bireyseldir. Günahı işleyen iki karşı cinsle ilintilidir. Bu durum en azında geleneksel toplumlarda ve adaletin kişisel sorumluluklara bağlı olarak uygulandığı zihniyet dünyasında böyledir. Fakat son zamanlarda medyatik gösterime konan cinsel günahların kamuoyunca, tamamen siyasal ve ideolojik bağlamlarla ele alındıklarını ve konuşulduklarını müşahede etmekteyiz. Bundan dolayı bireysel günahlar, siyasal birer değere dönüşmektedir. Araçsallaşmaktadır. CHP’nin bir cinsel günahın gösteriminden dolayı bu kadar çok değişmesi, yeni sloganlarla kendini ifade etmesi ve Ecevit’in şapkası gibi tarihi metaforları propaganda malzemesi yapması bu etkinin boyutlarını gösteren somut örneklerdir.

Geleneksel değerler, yani cinsel günahlar, bir taraftan çağdışı olarak görülürken, diğer taraftan çağın siyasal ilişkilerini belirleyen aktörlere dönüşmektedir. Cinsel özgürlükleri savunanlar ve cinsel gösterimleri kendileri için kazanç kapısı olarak gören kapitalist medya patronları da ilginçtir, bu kayıtlı görüntüleri dolaşımda tutmaktan hoşlanıyorlar. Bu görüntüleri onlarda kendileri için bir kazanç kapısı olarak görebiliyorlar. Cinsel günah birileri için, medyatik ve siyasi linç olurken, birileri için iktidar kapılarının açılması açısından önemli olmaktadır. Öte taraftan pornografi sektörü için şehvetin yayılması ve azamileştirilmesi işlevi görmektedir.

Cinsel günahların iffet ve hayâ bağlamında ele alınmasının önemi de burada ortaya çıkmaktadır. Çünkü cinsel günahların aleniyet kazanması, onları siyasallaştırmaktadır, meşrulaştırmaktadır, araçsallaştırmaktadır. Birilerine yeni iktidar kapıları açarken, birilerini iktidardan etmektedir.

duranhaci@gmail.com
haber10

Kübra öldü, siyasi ahlak sınıfta kaldı
Merve Bildirici
12 Mayıs 2011

Mitinglerde liderlerin değindiği konuların başında, kaset skandalının yanı sıra, Samsun Tekkeköy’de beslenme yetersizliği nedeniyle yaşamını yitiren Kübra da vardı.

12 Haziran Genel Seçimlerine bir ay kala siyasi atmosferde yaşananlar ve seçim meydanlarında sarf edilen sert ve bir o kadar da alaycı sözler, “siyaset-ahlak” ilişkisini yerle bir etti; etmeye de devam ediyor. Düelloya çıkar gibi seçim meydanlarına çıkan iktidar ve muhalefet partisi liderlerinden en talihsiz olanı, sanırım kaset skandalı ile derinden sarsılan MHP.

CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu; Yükseköğretime Geçiş Sınavı’nda yaşanan ve ÖSYM’nin kabul ettiği şifre skandalından İzmir Büyük Şehir Belediyesi’nde “yolsuzluk yapıldığı” iddiaları ile 7’si bürokrat 17 kişinin tutuklanmasına, bir çok gazetecinin cezaevinde tutuklu bulunmasından 22 Ağustos tarihinde Türkiye’nin tanışacağı yasaklı internete kadar pek çok konuyu mitinglerine taşıyadursun; MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli yasadışı kaset kayıtlarından ve başrol oyuncularından partisini kurtarmaya çalışıyor! Bunu yaparken kullandığı kaba üslup ise içler acısı. Gerçi; kasette bulunan kadınların “imam nikahlı eşleri” olduğunu söyleyerek Cumhuriyet Savcılığının suç duyurusunda bulunduğu konular arasında yerlerini alan, özürleri kabahatlerinden büyük Genel Başkan Yardımcısı Bülent Didinmez ve eski İstanbul İl Başkanı İhsan Barutçu milletvekilliği adaylığından istifa etti. Bu istifalar MHP’yi kurtarır mı; bilinmez. Çünkü kasetlerde, başörtülü kadınlardan muhafazakarlara, Alevilerden toplumun değişik kesimlerine kadar ağza alınmayacak bir sürü çirkin diyalog MHP’nin bu yöneticileri ile ilgili genel bir fikir de veriyor. Halifelerin dahi içki masasına meze yapıldığı görülen kasetlerde öne çıkan bir diğer ayrıntı ise ihale pazarlıkları. Kimin nereden ne kadar rant sağlayacağı. Kasette gerek kadınlarla gerekse kendi aralarında yapılan konuşmalara bakılacak olursa bir partinin geldiği noktaya “yazık” demekten başka söyleyecek bir şey kalmıyor. Bütün bunların yakın şahidi Bahçeli’nin ise şapkasını önüne koyup düşünmesi gerekiyor. Ama O bunu yapacağı yerde hırsız-polis oyunu ile kaset skandalının altına imzası olanların peşine düşüyor.

Çok değil, yakın bir zamanda, Deniz Baykal’ın CHP Genel Başkanı olduğu dönemlerde yaşananları hatırlayacak olursak, hedefin sadece MHP’yi seçim öncesi yıpratmak olmadığını anlarız. CHP’deki kaset skandalı, Genel Başkan değişikliğine kadar gitmişti. O dönemde CHP, kasetlerin kimler tarafından medyaya servis edildiği konusunda farklı kesimleri hedef göstermişti ve işin aslı hiç de öyle çıkmamıştı.

Bugün de MHP ve Genel Başkanı Bahçeli, CHP’nin yolundan ilerliyor. Kaset skandalı ile zor günler geçiren Bahçeli, kendisine gösterilen ilk hedefe – hükümete ve Fethullah Gülen hareketine- peş peşe suçlamalar yöneltmeye devam ediyor. Karşı taraftan suçlamalara yanıt ise gecikmiyor. İlk yanıt suçlamaların hedefindeki Faruk Bayındır’dan geldi. Önceden AK Parti Küçükçekmece Meclis Üyeliği yapan ve milletvekili aday adayı olan Bayındır, Bahçeli’nin suçlamalarına karşı soluğu savcılıkta aldı. Gülen ise suçlamalara internet sitesi ve Zaman Gazetesi aracılığı ile yanıt verdi ve yapılanı “insafsızca iftira ve saldırı” olarak niteledi.

Ve sonuç… Gülen’e, Bahçeli’nin suçlamaları karşısında CHP’li Muhammet Çakmak sahip çıktı. Parti Meclisi üyesi din sosyoloğu Dr. Muhammed Çakmak, Fethullah Gülen’e yönelik iftiraları “büyük saygısızlık” olarak değerlendirdi. Böylece CHP’den okyanus ötesine bir gül atılmış oldu.

Burada iyi analiz edilmesi gereken konu, toplumun belli bir kesiminin oy attığı bir siyasi partinin varacağı nokta… Seçim sonuçlarının az çok tahmin edildiği – AK Parti yine birinci parti olarak çıkacak, anketler bunu gösteriyor, kavganın nedeni ise hala muğlak - Türkiye’de kaset skandalları ile MHP’ye ne yapılmak istendiği. Baykal dönemi CHP’sinde olduğu gibi parti içinde tartışmalara zemin hazırlamak olabilir mesela. Ya da yıpranan bir MHP’den gitgide eriyen bir MHP’ye doğru çözülmenin ilk adımları atılabilir, sonuçta da 12 Haziran’da parti barajın altında kalabilir. Herhangi bir siyasi partinin barajın altına kalması ise Türk siyaseti açısından olumlu bir gelişme olmasa gerek.

Ortada bir başka gerçek daha var ki, o da AK Parti’yi yakından ilgilendiriyor. Kulislerde yeni kaset skandallarına ilişkin spekülasyonlar yapıladursun, en çarpıcı açıklama BDP’nin bağımsız milletvekili adaylarından Altan Tan’dan geldi. MHP’deki kaset skandalını değerlendiren Tan, “Sayın Başbakan dikkat etsin, kendi adamlarının hatta eski birkaç bakanın kasetleri piyasaya düşerse 66 dizilik, Hürrem Sultan dizisi çıkacak ortaya" sözleriyle yeni bir tartışmanın da fitilini ateşledi. Dedikodu kazanı o dakikadan sonra kaynamaya başladı tabii. “Kim?”, “Hangi eski bakan?”, “Hangi siyasetçi?” soruları kafaları kemirmeye başladı. Bu gidişle siyasetin başı kaset skandalları ile daha çok ağrıyacağa benziyor.

Düşüncesine kilit unsur olarak ahlakı seçen ve “Politikayı ahlaktan yükseltmeyi” doğru bulan Çinli filozof Konfüçyus’un kuramı da son yaşananlarla boyut değiştirmiş oldu. Ahlakın politikayı ve politikacıları beslemesi şöyle dursun, siyasetin yanından bile geçmediği kanıtlandı. Tüm değerler ahlaksızlığa teslim edilerek, yıpratma, yok etme ve silme aracı olarak kullanılmaya başlandı. 2.5 aylık bebeği açlıktan ölen bir annenin duyguları bile iç edilerek acımasızca kullanıldı. Mitinglerde liderlerin değindiği konuların başında, kaset skandalının yanı sıra, Samsun Tekkeköy’de beslenme yetersizliği nedeniyle yaşamını yitiren Kübra da vardı. Bebeğin ölümü şüpheli bulundu ve “açlıktan ölüp ölmediğine ilişkin somut delil için” gözler Adli Tıp Kurumu’na çevrildi. Bebeğin ölüm sebebinden daha acı olan, bir annenin; her gün seçim meydanlarında “açlıktan öldüğünü iddia ettiği” bebeğinin adının zikredilmesiydi. Yoksulluğunun hatırlatılması, bu yoksulluğa bir kurban vermiş olduğunun kafasına defalarca kazınmasıydı.

Kübra, siyasi tartışmaların odağına oturtulan ne ilk ne de son bebek olacak. “Seçim zaferini doğru gidilen yolda her şey mubahtır!” düsturundan hareket eden siyasetçilerin karşısına daha çok “Kübra”lar çıkacak, “Kübra”lar ölecek ve Türkiye’de siyasi ahlak sınıfta kalmaya devam edecek.
haber10

"Ben olsam istifa ederdim"

Anthony Weiner'ın seks skandalı ABD'nin gündeminden düşmüyor
14 Haziran 2011
ABD Başkanı Barack Obama, Temsilciler Meclisi'nin Demokrat Partili üyesi Anthony Weiner'ın twitter skandalıyla ilgili olarak "Onun yerinde olsam istifa ederdim" dedi.

Galeri için tıklayınız...

Weiner'ın genç bir kadına internet üzerinden müstehcen fotoğrafını gönderdiğini itiraf etmesinin ardından ABD'de Weiner'e yönelik sular durulmadı.

Temsilciler Meclisi'nde Demokrat azınlık lideri Nancy Pelosi dahil birçok Demokrat milletvekilinden istifa çağrıları alan Weiner, buna rağmen istifa etmeyeceğini açıklamıştı. Ancak konuya dün ABD Başkanı Obama'nın da ilk kez dahil olmasıyla, Weiner'ın üzerindeki baskılar iyice arttı.

NBC'de katıldığı programda, Weiner'in birçok kadına internet üzerinden gönderdiği müstehcen mesaj ve fotoğrafları "büyük ölçüde uygunsuz" bulduğunu belirten Obama, Weiner'ın kendisini, eşini ve ailesini utandırdığını söyledi.

"Eğer ben onun yerinde olsaydım istifa ederdim" diyen Obama, "yeteri kadar etkili hizmet veremeyeceğiniz bir noktaya geldiğiniz takdirde, muhtemelen geri çekilmelisiniz" ifadesini kullandı.

Demokrat Parti yetkilileri tarafından, Weiner'ı istifa etmeye çağıran bir tasarının geçirilebileceği ihtimali dillendirilirken, böyle bir tasarının, bağlayıcı olmasa da Weiner'e karşı partisi içinde var olan güçlü muhalefeti ortaya koyabileceği ifade ediliyor.
habertürk

CHP'yi Sarsacak ŞOK KASET İddiası!
27 Ağustos 2011
CHP Ankara İl Başkanlığı, Yenimahalle Belediyesi ve Gürsel Tekin üçgeninde süren 300 milyon dolarlık rant kavgası yeni bir boyut kazandı.
Yolsuzluğu ihbar ederek istifa eden İl Başkanı Tarık Şengül, üst düzey bir partili aracılığıyla gelen işadamı ile yaptığı görüşmeyi kayda aldığını açıkladı. "Üst düzey partili"nin ise Gürsel Tekin olduğu belirtiliyor.

CHP Ankara İl Başkanlığı, Yenimahalle Belediyesi ve CHP Genel Merkezi üçgeninde süren 300 milyon dolarlık rant kavgası yeni bir boyut kazandı. İddiaların sahibi olan eski Ankara İl Başkanı Tarık Şengül, bahse konu olan genel başkan yardımcısı ve müteahhit hakkında bilgi vermeyi reddederken, görüşmeyi kayda aldığını açıkladı.

BELGELERİ VERECEK

CHP'yi karıştıran iddialarla ilgili Kılıçdaroğlu da komisyon kuracaklarını açıkladı.

Kılıçdaroğlu, Şengül'den de belgelerle birlikte olayın raporunu istedi. Şengül ise dün yaptığı açıklamada, "Genel Başkan iddiaların ciddiye alınıp değerlendirileceğini söyledi. Ben de elimdeki bilgi, belge ne varsa bir kaç gün içinde Genel Merkeze ileteceğim" ifadelerini kullandı.

SORUŞTURMA GÖSTERMELİK

Şengül kendisine rüşvet teklif edilmediğini aksine iş takipçiliği yapmasının istendiğini de itiraf ederek, "O iş adamının ismini açıklamayacağım. Bunu muhatapları açıklasın" diye konuştu.

Fakat Şengül'ün gazeteci Can Dündar'a teklife ilişkin elinde bant kaydığı olduğunu açıklaması kafaları karıştırdı. Kasete rağmen bir komisyonun kurulacak olması incelemenin de göstermelik olacağı kuşkusunu doğurdu.

TEDİRGİN OLDUM

Şengül, CHP yönetimini zora sokacak şu açıklamayı yaptı: "Biz dosyayı incelerken mayıs ayında bir işadamı, üst düzey bir partili aracılığıyla randevu istedi. Tedirgin oldum. Çünkü gelen, Ankara'da müteahhitlik, arsa alım satım işleri yapan, siyasetle de uğraşan bir işadamıydı. Tuzak olabileceği korkusuyla görüşmeyi kayda aldırdım. İşadamı, Çayyolu'ndaki imar değişikliğine Şehir Plancıları Odası'nın açacağı davaya engel olmamı istedi. Karşılığında 'Seçim çalışmalarında kullanırsınız' diyerek maddi destek vaat etti. İşadamının çabası anlaşılır da, bizim siyasilerin aracılığını hazmetmek zor." Şengül, Çayyolu'ndaki arazi ile ilgili yapılan imar değişikliği sonucu 188 konut sayısının 5 kat civarında artarak 892'ye ulaşmasının sağlandığını ve ortada 300 milyon dolarlık bir rant oluşturulduğu iddiasında bulunmuştu.
aktifhaber

Baykal'la İklim Hanım'ın Şok Diyalogları
10 Eylül 2011
Odatv iddianamesinde Eski CHP Lideri Deniz Baykal ile Odatv muhaberi İklim Bayraktar arasındaki şok diyaloglar da ortaya çıktı.

Odatv soruşturması kapsamında hazırlanan iddianamenin mahkemece kabul edilmesi sonrası o iddianamenin içeriği de ortaya çıktı.

İddianamede Baykal tarafından taciz edildiği iddia edilen Odatv muhabiri İklim Bayraktar ile CHP'nin Eski Genel Başkanı Deniz Baykal arasında geçen telefon konuşmaları da var.

İşte İklim Bayraktar ile Deniz Baykal arasında geçen samimi telefon konuşmaları;

Deniz Baykal ve İklim Bayraktar da iddianamede

İddianameye daha önce CHP Genel Başkanı Deniz Baykal tarafından taciz edildiğini öne süren İklim Ayfer Bayraktar Kaleli'nin, Baykal ile yaptığı telefon görüşmelerini kayıtları da girdi.

Kaleli'nin bu görüşmelerinde ısrarla Deniz Baykal ile buluşmak istediği anlaşılıyor.

İki isim arasındaki görüşme iddianamede şu ifadelerle yer aldı:

İklim'in "Komşu komşu hu sen çok hayırsız çıktın ya" "...aramıyorsun ölüyorum zatüreden" dediği,

Baykal'ın "Ya sen de aramıyorsun" dediği,

İklim'in "Yemin ederim ölüyorum şimdi iyiyim ve eşimde yok seyahatte" dediği,

Baykal'ın "Sağlıklı olup ta hayatın hakkını vermen için bütün şartlar müsaitmiş" dediği,

İklim'in "O şartlar hep müsaitte ben hasta olmasam" dediği,

21 Şubat tarihli telefon görüşmesinde ise İ.Kaleli'nin "bugün uğrayacam sana yarım saat filan"dediği,

Baykal'ın "Yav ev kadın var bilmem ne karmakarışık" dediği" dediği tespit edildi.

Bayraktar'ın CHP lideri Kılıçdaroğlu ile yaptığı görüşmeler de iddianameye girdi.
aktifhaber

İsviçre Hesapları İstifa Getirdi
Mehmet Ali Güller
16.04.2013



Bazı siyasetçilerin İsviçre hesapları nedeniyle çalkalanan Fransa’da ilk istifa geldi.

Madiapart internet sitesinin editörü Edvy Plenel önce Bütçe Bakanı Jerome Cahuzak‘ın İsviçre’de hesabı olduğunu yazdı. Bakan dört ay boyunca bu iddiayı yalanladı.

Ardından savcılık bu hesabın ortaya çıkarılması için girişim başlattı.

Bütçe Bakanı Cahuzak bunun üzerine 1992 yılında açtığı 600 bin avroluk bir hesabı olduğunu itiraf etmek zorunda kaldı. Ancak ortaya çıktı ki, Cahuzak 600 bin avro değil, örneğin 2009’da bu hesaba tam 15 milyon avro aktarmıştı. Fransa Bütçe Bakanı bu gerçek üzerine istifa etmek zorunda kaldı.

Edvy Plenel, şimdi de Dışişleri Bakanı Laurent Fabius‘un İsviçre’de gizli bir hesabı olduğunu iddia etti. Fabius tıpkı Cahuzak gibi iddiayı yalanlıyor. Ancak Fransızlar Cahuzak‘tan sonra kabinede ikinci bir “yalancı bakan” bulunduğundan eminler! Bakalım Fabius ne zaman istifa etmek zorunda kalacak?

Erdoğan’ın İsviçre hesapları

İsviçre’de gizli hesap konusu haliyle Türkiye’deki bir iddiayı da yeniden gündeme getirdi: Erdoğan‘ın 8 hesabı.
1. Doğu Perinçek, Hayrullah Mahmut imzalı bir e-postada yer alan bu iddiayı 3 Aralık 2010’da Ergenekon davasında açıkladı:

2005 yılının ilk çeyreğinde ABD Büyükelçisi Eric Edelman, Tayyip Erdoğan ile görüşür.

Edelman, Erdoğan’ın önüne, İsviçre’deki sırdaş hesabıyla ilgili dosyayı atar ve İncirlik üssü, Kıbrıs, Kuzey Irak, Afganistan ve Kürt sorunu konularında ABD’nin isteklerini yapması karşılığında, dosyayı gizli tutacaklarını söyler.
2. Daha sonra ortaya çıkan Wikileaks belgeleri iddiayı doğrular niteliktedir. Örneğin Eric Edelman 30 Aralık 2004 tarihli kriptoda şunu yazmıştı:

“İki ayrı kaynaktan edindiğimiz bilgiye göre, Erdoğan’ın İsviçre bankalarında sekiz ayrı hesabı var.”

ABD Büyükelçisi, bu bilgiyi önce Washington’a geçmiş, yaklaşık üç ay sonra da ülkesinin çıkarlarını AKP’ye uygulatmak için Erdoğan‘ın önüne getirmiştir. Gazeteci Hayrullah Mahmut da, bu bilgiye yaklaşık bir yıl sonra ulaşmış ve internette duyurmuştur.
MİT: 8 hesapta 800 milyon Dolar

3. Konu daha sonra, Silivri Cezaevi’nde hayatını kaybeden MİT’çi Kâşif Kozinoğlu‘nun Aydınlık‘a açıklamalarıyla de gündeme gelmişti. Kozinoğlu, Başbakan Erdoğan’ın İsviçre bankalarındaki 8 ayrı hesapta yaklaşık 800 milyon dolar parası olduğunu açıkladı. (Aydınlık, 19 Kasım 2011)
Kozinoğlu, bu bilgiyi, Alman istihbarat örgütü BND’nin de 30 milyon avro karşılığında temin ettiğini ifade etti. Almanya’nın belge ve bilgileri Eyşan Adalarındaki İsviçre Bankası müdürü üzerinden elde ettiğini belirten Kozinoğlu, Berlin’in belgeleri Erdoğan‘a karşı koz olarak kullandığını vurguladı.
Kâşif Kozinoğlu, Erdoğan‘ın İsviçre bankalarındaki gizli hesaplarıyla ilgili bilgileri CIA’ya da Bülent Arınç‘ın verdiğini söyledi.
Zürih’e hangi Bakan gitti?
4. Mehmet Baransu, adresine özel mesajlar veren bir yazısında şöyle diyordu:

“Parantezi kapatırken, AK Partili bir ismin 2004 yılında İsviçre’ye neden gittiğini, gelirken yanında bulunan valizde kaç milyon dolar olduğunu, bu paranın Türkiye’ye neden getirildiğini de doğrusu merak ediyorum.” (Taraf, 19 Aralık 2011)
Kendisine bavulla teslim edilen belgeleri yıllardır konuşulan Baransu‘nun nedense bu iddiası hiç konuşulmadı!

Ancak İsviçre-Zürih’e giden bu bakanı Fatih Altaylı da biliyordu.
5. Fatih Altaylı yıllar önce Hürriyet’teki köşesinde

“Bir bakan niye gizlice Zürih’e uçar?” başlıklı bir yazı kaleme almıştı:

“THY’nin Ankara’dan Münih’e haftada iki gün ‘direkt’ seferi olduğu halde, halen Bakanlık koltuğunda oturan bir bakanımız geçtiğimiz nisan ayında ‘farklı’ bir yol izleyerek Münih’e gider.

Bakanımız, Münih’e gitmek için 21 Nisan günü Lufthansa’nın LH 3361 sayılı seferine biner. Oradan da yine Lufthansa ile Zürih’e geçer. Zürih’te kimsenin ne olduğunu bilmediği bir ‘İşini halleder’ ve 23 Nisan günü yine aynı yolu izleyerek Münih’e, Münih’ten de Lufthansa’nın 3362 numaralı seferiyle Ankara’ya döner.

Konuştuğum ilgililer, Bakan’ın Lufthansa’yı ‘gizlilik’ kaygısıyla tercih etmiş olabileceğini, Ankara’daki VIP’in kullanıldığı durumlarda THY dışındaki uçakların kayıtlarının tutulmadığını söylediler.“

(Hürriyet, 7 Aralık 2004)

Aydınlık Gazetesi

Olacak iş değil: 28 bin dolarlık bir Yolsuzlukla suçlanan Güney Kore Başbakanı istifa etti
20.04.2015



Sputnik News'in haberine göre; Güney Kore Başbakanı Lee Wan-koo, yolsuzluk skandalı yüzünden istifa etti.

Younhap News'un haberine göre Başbakan Lee, istifa dilekçesini Cumhurbaşkanı Park Geun-hye'ye sundu.

Park, nihai kararını iş gezisinden döndükten sonra verecek.

Bir işadamından 28 bin dolar rüşvet almakla suçlanan Güney Kore Başbakanı, iddiaları reddederek haklı olduğunu kanıtlamak için hayatını vermeye hazır olduğunu açıkladı.

Lee Wan-koo, Cumhurbaşkanı Park Geun-hye tarafından Ocak 2015'te başbakanlık görevine getirilmişti.

haber 93

Tuncay Mollaveisoğlu: Yavuz hırsız, Kılıçdaroğlu ve yolsuzluk!
28 Eyl, 2016



Önce büyük resme bakalım;
Türkiye görünmez bir holdingin kuşatması altında.
Rantın olduğu her alanda iktidara yakın şirketler ön planda…
Özelleştirmelerden, belediye ihalelerine, enerjiden, köprü, otoyol, altyapı projelerine kadar paranın, ihalenin olduğu hemen her iş AKP’li siyasetçilerden geçiyor.
Sadece son 13 yılda kamu kaynakları; TOKİ, özelleştirmeler, imar rantı, TMSF üzerinden AKP’ye yakın iş adamlarına aktarıldı… Milyar dolarlık zenginlikler yaratıldı. Kamudan yandaş özel sektöre servet ve mülkiyet transferi yapıldı!
AKP, siyasetinin ekonomik temelini bu sisteme dayandırıyor. Muhalefet partilerinin karşısında yalnızca bir siyasi parti yok, yeni zenginleri ile milyarlarca dolara hükmeden, bu paralarla yandaş radyo, televizyon, gazete, internet siteleri kurduran, kamu kaynakları ile bu medya kuruluşlarını destekleyen, ihaleler yolu ile medya patronlarına “yaptıkları hizmetin karşılığını veren” devasa bir ekonomik çarktan söz ediyorum. Bir holding yapılanmasından.
Siyaset yeni zenginler yaratıyor, el verdiği iş adamları da bağışlar, reklamlar, yardımlar yolu ile siyasete “katkı” sağlıyor.
Elbette yeni değil, on yılların ağır hastalığıdır bu. Ve demokrasimizle de yakından ilgilidir…
Hazine yardımları hariç siyasi partilerin finansmanının neredeyse tamamı “kayıt dışıdır” ve defterin kağıdın olmadığı, kaydın tutulmadığı, rant üreten, şeffaf olmayan koşullarda bu rantı dağıtan sistem, hukukun güçlüden ve paradan yana çalıştığı, eşit koşulların ortadan kaldırıldığı bir düzen, yolsuzluk üretmeye mahkûmdur.
AKP’nin yolsuzluk ekonomisini taçlandıran, adeta kurumsallaştıran düzeni ile siyasi tarihimizde ayrı bir yeri vardır. Yolsuzluklar yoksulluğa neden oluyor, yoksullaşan vatandaş iktidarın gıda ve para yardımına muhtaç hale geliyor. Milyonlarca hane bu zincirin zorunlu bir halkası… Birbirini besleyen çağ dışı bir sarmal!
Türkiye’yi dönüştüren, teslim alan yolsuzluk ekonomisine isyan etmek için “tertemiz” olmak gerekir. Başta siyasi parti liderleri, belediye başkanları ve milletvekillerinin… Ancak siyaset bataklıkta beyaz ayakkabılarla dolaşmaya benziyor. Çamur bir şekilde gelip ayağınıza yapışıyor.
***
Bir örümcek ağı gibi Türkiye’yi saran yolsuzluk haritasında CHP’li Beşiktaş Belediyesi tartışılıyor. Beşiktaş Belediye Başkanı’nın hakkındaki iddialar ile ilgili Kemal Kılıçdaroğlu talimat vermiş, CHP bir komisyon kurarak iddiaları incelemiş ve yönetime sunmuştu. Şimdi tartışma “sunulan dosyanın gereği yapılacak mı?” üzerine… Belli ki iddiaları inceleyen ekip yolsuzluk yapıldığını düşünüyor.
Belediye başkanlığı seçimlerini hatırlıyorum; adaylar belirlenirken öncelikle yolsuzluğa bulaşmayacak, aynı zamanda iş yapacak isimler arandı. Ama evdeki hesap bazı belediyelerde şaştı! Siyasetin iç dinamikleri, parti içi güç dengeleri, liyakat yerine “benim adamım olsun” dayatmaları bu sonucu hazırladı! Kemal Kılıçdaroğlu’nun bembeyaz kıyafetinde yolsuzluk çamuru tutmaz ama izi de kalmamalı! Çünkü siyasi liderler kurdukları ekipten de sorumludur.
Daha önce Ataşehir Belediyesi’ndeki iddialar ile ilgili yargıya gidilmişti. Sonucu bekleyip göreceğiz. Beşiktaş için ise parti yönetiminin disiplin sürecini başlatıp başlatmayacağı tartışılıyor.
***
Siyasi kariyerini temiz siyaset üzerine inşa eden Kemal Kılıçdaroğlu sürecin gereğini yapacaktır. CHP, Kılıçdaroğlu’nun yolsuzluklara karşı net duruşu ve mücadelesi nedeniyle iddialara karşı her zamankinden daha hassas.
Ve yine, Kılıçdaroğlu’nun kamuoyunda kabul gören “yolsuzlukla mücadele misyonu” AKP’nin yıkamayacağı en güçlü algı…
Hiçbir belediye başkanının ilmek ilmek örülmüş “temiz lider” algısını sabote etmeye hakkı yok!
Unutulmasın; memleketin her yerinden yolsuzluk çamuru akıyorken, sorumluları CHP’yi hâlâ 23 yıl önce yaşanan İSKİ skandalı ile vurmaya çalışıyor.
Yavuz hırsız ev sahibini bastırmasın…
yeniçağ
_________________
Bir varmış bir yokmuş...
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Önceki mesajları göster:   
Bu forum kilitlendi: mesaj gönderemez, cevap yazamaz ya da başlıkları değiştiremezsiniz   Bu başlık kilitlendi: mesajları değiştiremez ya da cevap yazamazsınız    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> AHLAKÎ DÜŞÜNCELER Tüm zamanlar GMT
1. sayfa (Toplam 1 sayfa)

 
Geçiş Yap:  
Bu forumda yeni başlıklar açamazsınız
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz
Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız


Powered by phpBB © phpBB Group. Hosted by phpBB.BizHat.com


Start Your Own Video Sharing Site

Free Web Hosting | Free Forum Hosting | FlashWebHost.com | Image Hosting | Photo Gallery | FreeMarriage.com

Powered by PhpBBweb.com, setup your forum now!
For Support, visit Forums.BizHat.com