EntellektuelForum Forum Ana Sayfa EntellektuelForum

 
 SSSSSS   AramaArama   Üye ListesiÜye Listesi   Kullanıcı GruplarıKullanıcı Grupları   KayıtKayıt 
 ProfilProfil   Özel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapınÖzel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapın   GirişGiriş 

“Suriye İşi” Hem Çok Karışık, Hem De Çok Riskli
Sayfaya git 1, 2, 3  Sonraki
 
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> DÜNYA BİR İNKILÂP BEKLİYOR
Önceki başlık :: Sonraki başlık  
Yazar Mesaj
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Cum Ağu 19, 2011 1:05 am    Mesaj konusu: “Suriye İşi” Hem Çok Karışık, Hem De Çok Riskli Alıntıyla Cevap Gönder



“Suriye İşi” Hem Çok Karışık, Hem De Çok Riskli -1-
Murad Salih
22.08.2011



Durum tıpkı Batı emperyalizminin 1. ve 2. Irak saldırıları öncesi gibi...

Batı emperylizmi sahip olduğu dev medya tekelleri ve onların yerli borazanları eliyle Suriye yönetimine karşı müthiş bir dezenformasyon/karalama/yalanhaber kampamnyası yürütüyor...

Bu dezenformasyon kampanyasının en şiddetlisi de Türkiye’de sürdürülüyor...

Türkiye’yi yönetenlerin 2. Irak saldırısı öncesi yaptıkları gibi “Bağdat’a ilk bombalar düşer düşmez dolarlar kasaya girecek” benzeri bir kirli ve gizli mutabakata vardıkları anlaşılıyor...

Nasıl mı?

Bu konuda hiç çbir şey bilmiyor olsanız dahi...

Bugüne kadar “taşeron” lâfını bir iltifat gibi algılayıp emperyalizmin kirli planlarına “eş başkan” sıfatıyla yer aldıklarını gururla açıklayanların...

Bugün, muhalefetten gelen “taşeron” benzetmesine, suçüstü yakalanmanın telaşı içinde saçma sapan açıklamalarla karşılık vermelerinden de vaziyeti anlayabilirsiniz...

Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu uluslarası ililşkiler hocasıdır...

AKP’nin Dışişleri Bakanı olmak gibi, kendisi ve kariyeri açısından çok talihsiz bir tercih yapmayıp da üniversitedeki hocalığını sürdürüyor olsaydı...

Ve...

Ders sırasında öğrencilerinden biri, “komşularla sıfır sorun” politikasından başlayarak (ki, türkiye’nin menfaatleri açısından doğru bir politika idi) “Şam fatihliği”ne doğru evrilen, evrilirken de tıpkı Libya’nın haçlılar tarafından yağma ve talanı için işgalinde haçlıların safında çok aktif bir tutumla yer almakla, “komşularla sıfır sorun politikası”dan resmen çarkedilmesi gibi, o politikanın tam tersi bir uygulama yapılmasını “tek kelimeyle nasıl izah edersiniz?” diye bir soru sorsaydı Davutoğlu hocanın aklına ilk gelecek kelime herhalde ”Taşeronluk” olurdu...

Ama şimdi...

“Taşeron” kelimesini duyar duymaz vücut kimyası değişiyor...

Çünkü muhalefetin (CHP ve MHP) bu nitelemesi doğru...

Emperyalizmin taşeronluğu pis bir iştir... Bunu Davutoğlu hoca benden daha iyi bilir...

Tunus’un devrik diktatörü Zeynel Abidin Bin Ali, Mısır’ın devrik diktatörü Hüsnü Mübarek, Yemenin yarı devrik diktatörü Abdullah Salih de bir zamanlar Batı emperyalizmi adına ülkelerinde ve komşu ülkelerde aynı iş ile iştigal ediyorlardı...

Şimdiki durumlarına bakıp ibret almak gerekmez mi?

Emperyalizm son kullanma tarihi geçmiş taşeronlarını hiç duraksamadan tarihin çöplüğüne atıyor... Buı da genellikle ya kendi halkı tarafından linç edilmek ya da bir mapushane hücresine tıkılarak ölümü beklemek şeklinde oluyor...

İnsanoğlu işte...

Çiğ süt emmiş, şeytan ve nefsin gazına kolayca geliyor... O gaz da hırs şeklinde ortaya çıkıp gözleri kör ediyor...

Bu hırslarını da Batı emperyalizminin emrindeki medyanın dezenformasyon kampanyaları ardına gizliyorlar...

Siz hiç Recep Tayyip Erdoğan, Bülent Arınç veya benzerlerinin Haçlı Orduları (Ramazan, bayram, kandil, kadir gecesi demeden fasılasız olarak) Irak, Afganistan veya Libya’nın üzerine 2. Dünya savaşı’nda kullanılanların toplamından fazla bombalar yağdırıp milyonlarca müslümanı kadın, çocuk, yaşlı, genç, hasta, sağlıklı, asker sivil ayırımı yapmadan katlederken...

Göz yaşları dökerek, “Bu ne zulümdür” diye feryat ettiklerini duydunuz mu?

Aksine...

Haçlılar Irak işgal ve katliamlarını rahatça yapsınlar diye Mersin Limanı'nı, Habur Sınır Kapısı'nı ve İncirlik Üssü'nü emirlerine amade kılmamışlar mıydı?

CIA’nın korsanlık yaparak kaçırdığı müslümanlara rahatça işkence yapabilmesi için, işkence uçaklarına hava sahamızı ve hava alanlarıımızı kullanma iznini vermemişler miydi?

Haçlıların Afganistan’ı kolayca işgal edip Afgan halkını rahatça katletmeleri için 1 tugay muharip Mehmetçiği onları korumak için oraya yollayan da onlar değil miydi?

İsrail Lübnan’ı havadan ve karadan ateş altına alıp yakıp yıkarken, kılı kıpırdamayanların, Hizbullah’ın mukabelesinden İsrail’i korumak için Mehmetçiği Lübnan’a kim yollamıştı?

Bütün bu pis işlerileri gözünü kırpmadan yapan adamların...

Suriye ayaklanması etrafındaki “Vay dinsiz imansız Nusayri Alevî Esad, Mübarek Ramazan günü Sünnî Müslümanlara nasıl zulmediyor... Buna dur demek lâzım arkadaş... Suriye bizim iç işimizdir.. Dalarız... Zalim Esad’ı indirir Suriye müslümanlarını kurtarırız” gibi vicdan gösterilerinde zerre kadar inandırıcı bir yan, yön, unsur var mıdır?

Bir halk bunu düşünemeyecek kadar ağır bir medya hipnozuna alınabilir mi?

Göreceğiz...

Bu işler hem bunları yapanlar, hem bunu yapanlara destek olanlar için sonu hayırlı olacak işler değildir...

Bu işler sadece yapanları ve onlara destek olanları değil, bu yapılanlar karşısında susanları da felâkete sürükleyecek ve hatta helâk edebilecek kadar tehlikeli ve riskli işlerdir...

Evet...

Suriye’deki rejim bir azınlık diktatörlüğüdür...

Baas Partisini ele geçiren Nusayrî azınlık... Parti içinde geniş bir tasfiye yaptıktan sonra devleti de ele geçirerek Suriye’de bir azınlık diktatörlüğü kurmuş ve ülkenin çoğunluğunu teşkil eden Sünnî Müslümanlar üzerinde insafsız bir zulüm mekanizması oluşturmuş, katliamlar, haksız tutuklama ve işkenceler, gözaltında kayıplar, yargısız, infazlar her türden hak gaspları yapmıştır ve yapıyor da olabilir...

Ama bu bugünün işi değil ki...

Beşşar Esad’ın babası Hafız Esad iktidara geldiğinden beri durum böyle...

Hafız Esad, Hama’da 50 binden fazla Sünnî müslünan’ı topluca katlederken Türkiye hükümeti hiçbir reaksiyon göster(ebil)lmiş midir?..

Ya bugün?

Hükümet Suriye meselesini konuşurken ABD elçisi... Başbakanlık binasına gelip bu konuşmaya bir şekilde dahil oldu mu, olmadı mı?...

ABD dışişleri Bakanı deseniz zaten bir ayağı veya bir kulağı her daim Anklara’da değil mi?...

Bunlar yetmiyormuş gibi bu iş için, Obama Tayyip Erdoğan’ı zırt pırt arıyor mu aramıyor mu?...

Sonra da muhalefet bu işin adını koyunca kızıyorlar...

“Biz taşeron değiliz" diyorlar...

İyi de...

Birader bu işde siz nesiniz?

Onu söyleyin de biz de bilelim...

Böyle bir durumda Türkiye’nin “başkaları adına” Suriye’ye askerî veya siyasî veya iktisadî müdahalesi...

Ne Türkiye halkı için ne de Suriye halkı ve özellikle de Suriyeli Sünnî çoğunluk için herhangi bir fayda sağlamaz...

Aksine her iki ülkenin kardeş halklarının arasını bozar...

Küçük bir misal:

[Suriyeli din adamı Şeyh Adnan Abdulkerim El Osman, ''Suriye'deki olayların baş sorumlusu Tayyip Erdoğan'dır'' diyor. Uluslararası mahkemelerde bir dava açılırsa şahit olacağını söyleyen El Osman: ''Erdoğan'ın yaptıkları dinsizliktir. Halkımız Erdoğan'ın gerçek yüzünü gördü ve ihaneti affetmez.'' ''Erdoğan'ı Allah ıslah etsin; dini bütün sanırdık, yaptıkları dinsizliktir. Suriye halkı Erdoğan'ın gerçek yüzünü son 1 ayda gördü. Suriye'yi bilmiyor, bu halk ihaneti affetmez.” Diye de devam ediyor.] (1)

Al sana “komşularla sıfır sorun”...

Bu daha başlangıç...

Sonrası ise felâket...

Nasıl mı?

Dipnotlar:

1- Zahide Uçar, SUR-iye, http://m.facebook.com/BanuAVAR?view=feed&filter=14


(Devam edecek)

“Suriye İşi” Hem Çok Karışık, Hem De Çok Riskli -2-
Murad Salih
23.08.2011




Bu ülkenin gerçek ve onurlu aydınları Türkiye’nin Suriye’ye Batı emperyalizminin taşeronu olarak siyasî, iktisadî veya askerî bir müdahalesinin, her iki ülke halkları başta olmak üzere bütün bir bölge halkları için ve hatta bir dünya savaşını tetikleyebilecek olması dolayısı ile bütün dünya halklarının zararına ağır sonuçlar doğurabileceğini her zeminde söyleyip yazıyor ama...

Bütün cehdini Türkiye’yi Suriye ile sıcak çatışma durumuna getirmek için halka, hükümete, orduya ve meclise gaz vermeye ayırmış ABD/AKP/Fetullah medyası bunlara karşı kör ve sağır....

Şimdi o kıymetli analizlerden alıntılar yaparak durumun vehametine dikkatlerini çekerken, o analizlerin tamamını okumak isteyenler için de adreslerini dipnotlara koyacağım...

Banu Avar şöyle diyor:

[Soru şu: Neden şimdi tehditler savuranlar, 2011’e kadar onlarca yıldır, baskı zulüm ve demokrasi dışı uygulamaları sözkonusu etmemiştir?!

Bu soruların cevabı onların dilinde ‚konjonktür’!

Bizim için bellidir: Ortadoğunun sırası gelmiştir!

Irak’dan aşağılara kayma /paylaşma vaktidir! Enerji kaynakları su yolları stratejik bölgeler çeteler arasında rekabetin durumuna göre pay edilecektir!

Dolayısıyla ’Kurt, kuzuya ‚suyu bulandırıyorsun. Seni ne yaparsan yap yiyecem!’ demektedir. Bu oyunda kuzuyu yakalayıp boynunu bıçağa hazır etme işi Türkiye’ye verilmek istenmektedir!

Bu haberin kokusu yayıldığında sessiz bir çığlık yeri göğü inletmiştir…

Türk milleti komşu akraba Suriye’ye KARŞI bir müdahaleye DİRENECEKTIR!

Bunu belki de en iyi duyan batının içerdeki adamları, temsilcileri, işbirlikçileridir!

Batının deli gömleği içinde kıvranıp milleti de deli gömleği içine sokmak isteyenler becerememişlerdir.. Ayrıca gelecekleri de belirsizdir…

Küresel çete savaşları içinde kimin üstte kalacağı da belirsizdir. Bu toz duman arasında iki kardeş millet, başlarındakiler ne derse desin elele verecektir. Geçen yüzyılda tüm coğrafya el değiştirecekken, bu yöntemle tarihin akışını değiştirmişlerdir.]
(2)

A. Metin Akpınar şöyle diyor:

[Irak’ta ve Afganistan’da verdikleri ağır kayıplar nedeniyle Batı halkları Ortadoğu’da yeni bir savaşa bulaşmak istemiyorlar. Bu nedenle ABD ve AB ülkeleri Suriye’nin üzerine Türkiye’yi sürmek istiyorlar.

Başbakan Suriye’deki gelişmelerin Türkiye’nin içişi olduğunu söyleyerek Batı’nın tetikçisi olacağını ilan etti.

Batı medyası Suriye’ye karşı tutumundan dolayı Başbakan Erdoğan’ı göklere çıkaran yazılarla dolup taşıyor. Esad’ı durdurursa ancak Recep Tayyip Erdoğan durdurur türünden yazılar bunlar. Bizim yandaş gazeteler bu yazıları her gün haber yapıyor, yandaş kanallar da bu yazıları her sabah Recep Tayyip Erdoğan’a tapınma kıvamında, adeta ilahi okur gibi okuyor.

CIA ajanlarının ve ABD elçilerinin en önemli görevi bulundukları ülkenin sivil ve askeri bürokratlarıyla, kabine üyeleriyle, başbakanıyla, cumhurbaşkanıyla ilgili bilgi toplamaktır. ABD, zamanı geldiğinde bu bilgileri şantaj aracı olarak kullanmaktan çekinmez.

Mesela Wikileaks belgelerinden öğrendik ki, Recep Tayyip Erdoğan’la Dolmabahçe’de yaptığı toplantıda eski genelkurmay başkanlarımızdan Yaşar Büyükanıt, CIA ajanlarının kendisi hakkında oluşturduğu dosyalarla susturulmuş.

Daha kaç tane generalimiz bu tür dosyalarla susturuldu, ya da kullanıldı, bilen var mı?

Wikileaks belgeleri arasında Başbakanımızın İsviçre bankalarında bazı mevduat hesaplarının olduğu iddiası yer almıştı.

Yandaş medya Deniz Baykal için benzer iddialarda bulununca, Baykal İsviçre Konsolosluğu aracılığı ile edindiği belge ile İsviçre bankalarında kendisinin ve yakınlarının hiçbir hesabının olmadığını kanıtlamıştı. Ama Başbakanımız nedense bu yola başvurmadı.

Libya’da isyan başlayınca Başbakanımız ne demişti, bir hatırlayalım: .

“NATO’nun Libya’da hiçbir işi olamaz.”

Ancak kısa bir süre sonra NATO uçaklarının Libya’yı bombalamaya başladığını,Türkiye’nin bu NATO harekatı içinde yer aldığını gördük.

Önüne ne kondu da, Başbakanımız Libya konusunda tavır değiştirdi? ]
(3)

Mehmet Ali Güller Şöyle diyor:

[Önce üç saptama yapalım:

Birincisi, Başbakan Erdoğan’ın “sabrımızın sonuna geldik, Suriye bizim iç meselemiz” şeklindeki çıkışı, akılla, diplomasi bilmemezlikle, ciddiyetsizlikle açıklanamaz. Bu çıkışın tek açıklaması vardır: Tayyip Erdoğan BOP Eşbaşkanı’dır!

İkincisi, Erdoğan’ın bu “savaş kışkırtan” açıklaması, en çok İsrail’i memnun etti. Bir kez daha ABD-İsrail-Türkiye ekseni adına bölgesel çıkış yapan Erdoğan, Türkiye’nin bölgedeki itibarını daha da düşürdü!

Üçüncüsü; ısrarla altını çiziyoruz: Baş aşağı giden ABD’nin, bölgeye ilişkin atak yapabilmesinin tek şartı, Türkiye’ye dayanmasıdır. AKP’nin ötesinde, Ankara’nın tümden ABD planlarına teslim olması, Washington’un adımlarını ve kararlarını belirleyecektir. (..)

SURİYE DEĞİL BÖLGE YANAR!

Suriye konusu, ABD – İran savaşının ön cephesidir. ABD’nin Türkiye üzerinden yaptığı Suriye atağı, İran’ın Kuzey Irak üzerinden aldığı inisiyatife yanıt arayışıdır.

Öte yandan Suriye, Libya’dan farklı olarak Rusya için çok daha belirleyici öneme sahiptir. Suriye’nin Tartus limanındaki Rus deniz üssü, Rusya’nın denizaşırı iki üssünden biridir ve en önemlisidir! Bu durum, Moskova’yı BM Güvenlik Konseyi’nde, Irak ya da Libya kararlarından daha sağlam bir tutum almaya zorlayacaktır.

Dolayısıyla Türkiye, bu adımla sadece bölge ülkeleriyle değil, dünya ile de karşı karşıya kalacaktır.

Ayrıca ABD’nin Suriye’ye saldırısı Irak ya da Libya saldırılarından çok daha büyük bir sonuç yaratır. Suriye’ye saldırı, bölgesel bir savaşa yol açar. İsrail ve İran’dan başlayarak, bölgede pek çok devlet birbirine girer!

Org. Necip Torumtay’ın 20 yıl önce sadece Türkiye’yi değil, bölgeyi de bir ölçüde yangından kurtaran tutumu, bugün daha da büyük bir ihtiyaçtır.]
(4)

Serdar akinan şöyle diyor:

[Suriye tüm Ortadoğu coğrafyasında kilit öneme sahip. Suriye'nin karışması belli aktörler açısından bekalarını etkileyecek bir tehdit demektir. Kim bu aktörler? Hizbullah, Hamas, AKP, Kürtler ve elbette İran...

Suriye Sykes-Picot sonrası şekillenen Ortadoğu'nun tam kalbinde yer alıyor. Şimdi o Ortadoğu yeniden tasarlanmaya çalışılırken hedefte elbette Suriye var... Batı, Irak işgalinde hedeflerinde Suriye olduğunu açıkça ilan etmişti. İran varlığı ve etkisi bu planı sadece öteletti.

11 yıllık iktidarı boyunca çeşitli krizlerle yüzleşen Devlet Başkanı Beşşar Esad, Batı açısından, bir reformist değil, modernist oldu.

Ülkede çok önemli kararlara imza attı. Ancak babasından kalan bu siyasi mirasın bakiyesinde tüm yapıyı kontrol eden muazzam bir bürokratik Alevi elit var. Hafız Esad döneminde öylesi bir polis devleti oluşturulmuş ki bu yapının dünden yarına dönüştürülmesi neredeyse imkansız. Bu yapı keyfi tutuklamalarla korku salmaya devam ediyor. ]
(5)

[Suriye'de maalesef Pandora'nın kutusu açıldı. Görünen o ki Baas Partisi, 48 yıllık iktidarını ölümüne savunacak. Sistemin kudretli aktörlerinin inadı, Suriye'nin etnik ve mezhepsel yapısından ötürü bu coğrafyaya çok yüksek bir maliyet getirecek. Türkiye maalesef bu süreçten kaçınılmaz olarak etkilenecek.
Gelişecek olaylar İslam dünyası ve muhafazakar aydınlar için daha şimdiden turnusol kağıdı vazifesini görüyor. Muhafazakar kalemlerimiz aylar önce yere göğe koyamadıkları Beşşar Esad'ın üzerini bir hamlede çiziverdiler. Bu tavır değişikliği bir noktaya kadar anlaşılabilir bir şey ama bölgede olan bitenler karşısında nasıl hizalanacağınız sizin kimliğinizden çok vicdanınızla alakalı olmalı. Hele bundan sonra en mühimi bu olacak.
Zira...
Yaşananlar bir anlamıyla Sykes Picot anlaşmasıyla şekillendirilen Ortadoğu'nun dönüşümüdür. Nihayetinde bu bir paylaşım savaşıdır. Bölgede; etnik ve mezhepsel, siyasal ve kültürel, askeri ve ekonomik o kadar farklı ilişki ağlarıyla birbirinin yanında ve karşısında yer alan gruplar var ki bu yapıdaki hareket başlı başına geleceğimizi şekillendirecek.

Suriye ve Türkiye bu yapıda kilit taşı... Bu yapıyı ayakta tutan dengeler ise o kadar karmaşık ve oynak ki ezberinizi ve referanslarınızı her gün tazelemeniz elzem]
(6)

[Geçen günlerde Nuray Mert Lübnan'daydı... Olan biten üzerine sohbet ederken o da şu çarpıcı tespiti yaptı: Mevcut rejimlerde yaşayanlar memnun değil. Batılı sistem açısından Sünni dünyada güçlü bir muhatap yok. ABD baskılamasıyla da İran nüfuzu eksilmiyor artıyor. Mısır sokaklarında bile İran ve Nasrallah'ın popülaritesi var. Batı'ya kafa tutan tek aktör İran ve direniş örgütleri... Bu dünya sistemi açısından sürdürülebilir bir denge değl... Sünni dünyasında bir muhatap olması istenen bir şey. ABD uzun süredir Mübarek'i mecburen destekliyordu. Değişimi kaçınılmaz buluyordu. Şayet süreç iyice savrulmazsa yeni kurulabilecek iktidar denklemleri daha fazla popüler desteğe sahip olacak. Batılı sistem açısından daha güçlü muhataplar olacak. Filistin meselesi ve İran'ın dengelenmesi açısından böylesi bir süreç başladı. İran'ın zaten rolü zayıflıyor. Suriye'ye destek veremeyebilir... Seneye seçim var ve içeride büyük sorunları var... Batı bundan memnun... İran çok dikkatli davranıyor ama olan biten İran'ı çatışma alanına çekebilecek bir düzeye ulaşabilir. Bu bölge açısından katastrofik bir durum olur.
İran Bahreyn'i bile sineye çekmek zorunda kaldı. Suriye de elden giderse aynı sabrı gösteremezler. ]
(7)

[Esad Ailesi'nin kökleri Lazkiye yakınlarındaki Kurdaha adlı Alevi köyüne uzanıyor. Aile o köyde 'Wahhish' olarak anılıyormuş. 'Wahhish' yani canavar...

Beşşar'ın dedesi Ali Süleyman öylesine sevilmiş ve güvenilmiş ki aileye 1927'de 'Esad' soyadı verilmiş. Yani Aslan...
(..)
Yeni dünya düzeninde 'Demokrasi' kavramını açıkça iğfal eden ruh hastası Neo-Con'ların listesinde üst sıraya Suriye yani Beşşar Esad yazıldı. Bush çetesi 'Teröre karşı küresel savaş'ta başarılı olsaydı hiç şüphe yok ki üçüncü hedef Şam'dı. O yıllarda aşağılanan, suçlanan ve izole edilen Suriye, Esad önderliğinde bu krizi güç bela atlattı. 2005'te Lübnan'da Hariri'nin öldürülmesi ile başlayan süreç yıllar sürdü ve Suriye ordusunu Lübnan'dan çekti. 2007'de İsrail nükleer tesis iddiasıyla Suriye topraklarına hava saldırısı düzenledi.
WikiLeaks, Amerikan Dışişleri'nin 2005 ve 2010 yılları arasında Londra merkezli Beşşar Esad muhaliflerine 12 milyon dolar gizli para yardımı yaptığını açıkladı.
(..)
protestoculara maalesef eğitimli toplum polisi değil muhaberat (istihbarat) ve milisler müdahale ediyor. Muhaberat yani istihbarat denilince de tek bir yapı yok. Bizdeki MGK benzeri doğrudan Beşar Esad'a rapor veren yapının altında askeri istihbarat, Hava Kuvvetleri İstihbarat, devlet istihbaratı ve siyasi istihbarat yapılanmaları var. Suriye, bu anlamda, Türkiye'den farklı olarak istihbaratı elinde tutan bir polis devleti değil ama muhaberat devleti...
Hafız Esad dönemindeki yolsuzluk ve işkenceleriyle toplumda nefret uyandıran Şabiba'ya gönderme yapmak için muhalifler tarafından Şabiba (Arapça'da katil köpekbalığı) adı takılan milislerin başında ise Esad'ın iki kuzeni görev yapıyor.]
(8)

İbrahim Karagül şöyle diyor:

[Suriye'nin bir karış toprağının işgaline izin vermeyiz. Suriye'nin iç savaşa girmesine, mezhep çatışmalarına sürüklenmesine izin vermeyiz vermemeliyiz. Suriye'nin, akıtılan bunca kana rağmen yine de iç barış yolunda atabileceği adımlar olduğu kanaatindeyiz. Suriye'ye yönelik askeri müdahaleyi, gerekçesi ne olursa olsun, karşı çıkacağız.] (9)

Aydınların Suriye ve AKP’nin Suriye’ye "taşeron fatihlik hamlesi"nin sebepleri ve muhtemel sonuçları hakkındaki görüşleri böyle...

Dipnotlar:

2- Banu Avar, “Suriye Düşerse”, Türkiye de Düşer
18.08.2011, http://entellektuel.s4.bizhat.com/viewtopic.php?t=3993
3- A. Metin Akpınar, “AKP’NİN TAŞERONLUĞU MECBURİYETTEN”,
AĞU 20. 20011, http://entellektuel.s4.bizhat.com/viewtopic.php?t=3993

4- Mehmet Ali Güller, “ABD’NİN SURİYE PLANI”, 10 Ağustos 2011 Aydınlık Gazetesi / s:7 http://entellektuel.s4.bizhat.com/viewtopic.php?t=3993

5- Serdar akinan, NEDEN SURİYE?, 03 Nisan 2011, http://www.mizikacilar.com/HaberDetay.aspx?ID=759

6- Serdar akinan, “KİMLİK Mİ VİCDAN MI?”, 06 Nisan 2011, http://www.mizikacilar.com/HaberDetay.aspx?ID=762

7- Serdar akinan, KAN DEĞİRMENİ, 24 Nisan 2011, http://www.mizikacilar.com/

8- SERDAR AKİNAN, “ASLAN'IN İKİNCİ BAHARI”, 09 Mayıs 2011, http://www.mizikacilar.com/

9- İbrahim Karagül, “Rejimin, iktidarın batsın senin!”, YENİ ŞAFAK, 02 Ağustos 2011


(Devam edecek)

“Suriye İşi” Hem Çok Karışık, Hem De Çok Riskli -3-
Murad Salih
24.082011

Aslında bu fotoğraf bile anlatmıyor mu çok şeyi... Daha fotoğraftaki yazının mürekkebi kurumadan vazgeçti bile.. Eee böyle oluyor demek ki "eşbaşkanlık" dediği...

Muhalefet partilerinin bu konudaki görüşleri de meselenin doğru anlaşılmasına katkı sağlayacak nitelikte...

CHP Grup Başkanvekili Emine Ülker Tarhan şöyle diyor:

['Türkiye ABD'nin 'emir eri' mi?'

CHP Grup Başkanvekili Emine Ülker Tarhan, TBMM’de düzenlediği basın toplantısında gündemdeki konuları değerlendirdi.
Emine Ülker Tarhan, AKP’nin izlediği Suriye politikasını sert sözlerle eleştirerek, “Türkiye Cumhuriyeti Amerika’nın mektup ve mesajlarının temize çekme aparatı mıdır? Ortadoğu’daki postacıbaşı mıdır, Türkiye Amerika’nın emir eri midir diye soruyoruz” dedi.

-Tarhan, “Türkiye’nin Şam konusundaki yol haritası nedir, bölge yeniden bir sorunlar yumağı haline getirilmek mi isteniyor, Türkiye komşusu ile bir sıcak çatışma ortamına mı çekilecek, bunun endişesini yaşıyoruz. Bu sorunların yanıtını bekliyoruz” dedi.

-“İSTENİLEN SERT TEDBİRLER NEDİR?”-

Dışişleri Bakanı’nın Şam ziyareti öncesi önemli telefon ve ziyaret trafiği yaşandığını belirten Tarhan, ABD Dışişleri Bakanı Clinton’ın, Davutoğlu’nu önceki gün telefonla arayarak mesaj ilettiğini basından öğrendiklerini söyledi. Daha sonra Türkiye Masası Şefi Hoff’un Türkiye’ye gelerek Dışişleri Bakanlığı yetkilileri ile görüştüğüne işaret eden Tarhan, “ABD temsilcisi Türkiye’den sert tedbirler alınması için Esad’a baskı yapın talebini iletmiş. Hükümete sormak gerekiyor. İstenilen sert tedbirler nedir?” diye sordu.]
(10)

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu şöyle diyor:

["Bunun adı ihanettir!"
(..) CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, CHP Merkez Yönetim Kurulu (MYK) toplantısının ardından bir basın toplantısı düzenledi ve Başbakan Erdoğan'ın AKP İl Başkanları toplantısında kendisine yönelttiği eleştirileri ve "Dışişleri Bakanımız bölge hakkındaki projeksiyonumuzu açıkça komşu bir ülkenin cumhurbaşkanına iletirken, bakanımızın oraya Türkiye'nin mesajını değil de, başka bir ülkenin mesajını götürdüğünü iddia etmek bir büyük gafletin değilse, şifa bulmaz bir cehaletin ilanı değil mi?" sözlerini yanıtladı. "Sayın Başbakan Hükümet'in Suriye politikasını eleştirirken bizim kullandığımız taşeron sözcüğüne bir hayli içerlemiş görünüyor" diyerek sözlerine başlayan Kılıçdaroğlu, "Devletler arasında taşeronluk sözleşmesi olmaz. Siz kendi kendinizi o duruma düşürürsünüz veya düşürmezsiniz. Sayın Başbakan bize cevap yetiştireceğine önce bakanıyla kendi arasındaki üslup ve tutum farkını ortadan kaldırmalıdır" diye konuştu. Başbakan Erdoğan'ın "Sabrımızın sonuna geldik. Suriye bizim iç meselemizdir"sözlerinden bütün dünyanın "Türkiye Suriye'ye müdahale edecek" sonucu çıkardığını, bu görüşlerin Batı basınında yazıldığını anlatan Kılıçdaroğlu, "Esasen Sayın Başbakan'ın beyanlarını başka türlü yorumlamak mümkün değil" dedi. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'nun "Suriye'ye müdahaleyi asla düşünmüyoruz" dediğine dikkat çeken Kılıçdaroğlu, "Ya aralarında fikir uyuşmazlığı var, ya kafaları karışık, ya da Sayın Başbakan'ın sözlerini ciddiye almamamız gerekiyor. Sayın Başbakan sokakta ve sokak tarzıyla politika yapmaktan vazgeçmelidir. Dış politika ciddi bir iştir. Dış politika hem sokakta yapılmaz, hem de sokağın duygularıyla yapılmaz" diye konuştu.

Dışişleri Bakanı Davutoğlu'nun "son uyarı" için Suriye'ye gittiğini, AKP'nin bir sözcüsünün "Davutoğlu Şam'dan dönünce bir yol haritası çizeceğiz" dediğini belirten Kılıçdaroğlu, şöyle devam etti:
"Başbakan'ı da, Bakan'ı da açıklama yapan iktidar partisinin sözcüsünü de ciddiyete davet ediyoruz. Sizin bir yol haritanız bile yokken neye dayanarak komşunuzu uyarıyor, tehdit ediyorsunuz? Bizim söylediğimiz gayet basit, sorumuz ise gayet açık ve net. Siz Suriye sorununda böylesine taraf konumuna girerken, bu sorunu yönetiyor gibi ortaya çıkarken bütün dünyaya Türkiye savaşa giriyor, Suriye'ye müdahale gündemde imajını verirken hedefiniz neydi? Ne yapmak istiyorsunuz? Kimin adına yapıyorsunuz? Bunu neden TBMM ile, TBMM'de grubu bulunan partilerle, anamuhalefet partisiyle paylaşmıyorsunuz?"

Ankara'da güvenlik zirvesi yapılırken daha bakanların ayrılmadığı sırada ABD'nin Ankara Büyükelçisi Ricciardone'nin oraya adeta bir "baskın" yaptığını dile getiren Kılıçdaroğlu, iç ve dış kamuoyuna büyükelçi ile başka bir zirve yapıldığı görüntüsü verildiğini belirterek "İç ve dış kamuoyuna verdiğiniz görüntü bu. Zirve öncesi, zirve sonrası ABD Büyükelçisi'nin bildiğini biz bilmiyoruz. TBMM Başkanı da parlamento da parlamentoda grubu olan partiler de bilmiyor. İşte sorun bu. Siyasi nezakete sığmayan sözlerle bize saldırmanızın nedeni de bu. Siz de çok iyi biliyorsunuz ki böylesine angaje olduğunuz bir konuda yol haritanızı daha sonra çizeceksiniz. Yani siyasi bir hedefiniz yoksa siz başkalarının siyasi hedeflerine taşeronluk yapıyorsunuz demektir" diye konuştu.
Kılıçdaroğlu, Libya konusunda da benzer gelişmelerin yaşandığını dile getirerek sözlerini şöyle sürdürdü:
"NATO'nun Libya'da ne işi var' diyen siz değil miydiniz? Daha sonra NATO'nun müdahalesine destek olarak tıpkı Irak'ta olduğu gibi yüzlerce müslümanın öldürülmesine, okyanusta boğulmasına katkıda bulunmadınız mı? Dış politika stratejiniz eğer ülkenizin yüksek çıkarları, bekası ve sokaktaki insanın refahı bakımından artı değer üretmiyorsa doğru tespit edilmemiş demektir. Cehaletin büyüğü budur. Eğer bu, cehaletten kaynaklanmıyorsa bunun diğer adı da ihanettir."

"Meclisine, anamuhalefetine ve halkına değil de Batı'nın egemen güçlerine bilgi vermeyi düstur edinenler egemen güçlerin taşeronluğunu yapanlardır"diyen Kılıçdaroğlu, Başbakan'a "Sayın Başbakan, siz anamuhalefeti eleştirseniz de bu böyledir, suçlasanız da bu böyledir. Sizinki toplum vicdanının isyanı sonucu suçluların ve suçluluğun telaşıdır. Bu aynı zamanda taşeronluğun tescilidir" diye seslendi.]
(11)

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli şöyle diyor:

[MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin Suriye’deki Olaylar ve AKP Tutumu ile ilgili görüşleri;
Akdeniz’in batısında başlayan arkadan kumandalı sözde değişim dalgası, sonunda Suriye’yi bütünüyle etkisi altına almış ve çok vahim bir noktaya getirmiştir.
Esasında Büyük Ortadoğu Projesi’nin tüm unsurları bir araya gelmekte, yönetim ve rejim değişiklikleriyle başlayan sürecin, sınırların değişmesine kadar hız kesmeyeceği görülmektedir.
Nitekim Libya ve Suriye’deki gelişmelerin istikametini bu zaviyeden okumak ve anlamlandırmak gerekmektedir.
AKP hükümetinin bu durum karşısındaki tutum ve takındığı tavır ise sorunlu ve bir o kadar da tehlikeli neticelere kapı aralamıştır.
Başbakan Erdoğan’ın BOP’un izdüşümünde vasat bulan, komşu coğrafyalara dönük parçalanma ve kaos senaryosuna, Türkiye’yi figüran olarak dahil etmesi her açıdan utanç ve endişe verici olmuştur.
Buna bağlı olarak kendisinin Ortadoğu’nun köhnemiş diktatörleriyle kurduğu yakınlık ve dostluk da birer birer bozulmaya başlamıştır.
Geçtiğimiz yılın Kasım ayında, Kaddafi’nin elinden ‘İnsan Hakları Ödülü’ alınırken dile getirilen ‘kardeşim’ beyanları, yerini bir süre sonra derin bir ihtilafa ve karşıtlığa bırakmıştır.
Libya’ya yapılan uluslararası müdahale sahiplenilerek İzmir’de lojistik imkânların sunulması ve arkasından da Kaddafi muhaliflerinin İstanbul’da ağırlanması ve hatta tanınması bir AKP ikiyüzlülüğü olarak tarihe geçecektir.
Bu doğrultuda sırayı Suriye almış ve hedefe de Devlet Başkanı Beşşar Esad yerleştirilmiştir.
Küresel çevrelerin AKP’yi Suriye üzerine kışkırtması, dozu ve seviyesi kaçan tahrikleri önümüzdeki dönemin birçok olumsuzluğa gebe olacağını göstermiştir.
Son gelişmelerden sonra, Asi Nehri üzerinde temeli atılan Dostluk Barajı vesilesiyle dile getirilen kardeşlik mesajlarının, kalkan vizelerin, Antep’le Halep’in kaderinin yeniden birleşeceğine dönük ifadelerin ve Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği kararlarının bir anlamı da olmayacaktır.
Başbakan Erdoğan’ın bağımsız ve egemen bir devlet olan Suriye’yi iç mesele olarak takdim etmesi Türkiye’yi akıbeti meçhul dar ve karanlık bir tünele sokacaktır.
Bu sayede, ülkemizin iç meselelerine başkalarının karışması ve doğrudan doğruya müdahil olması mümkün hale gelecek ve emsal teşkil edecektir.
Ve böylelikle bölücülüğün uluslararası bir mesele olması için bütün faktörler bir araya gelecektir.
Bundan dolayı Başbakan Erdoğan konuşmalarının nereye varacağını ve hangi sonuçları doğuracağını görmeli ve bugünden dikkatli, sorumlu ve ferasetli hareket etmek zorunda olduğunu bilmelidir.]
(12)

Hepsi bu kadar mı?

Değil...

Diğer muhalefet partilerinin de konunun anlaşılmasına katkı sağlayacak görüşleri var...

Dipnotlar:
10- 09 Ağustos 2011, Akşam Gazetesi.
11- 10 Ağustos 201, Cumhuriyet gazetesi.
12- Ağu 13, 2011, http://www.merkezilce.com/?p=681


(Devam edecek)


“Suriye İşi” Hem Çok Karışık, Hem De Çok Riskli -4-
Murad Salih
26.08.2011



BDP Grup Başkanı Selahattin Demirtaş şöyle diyor:

[[b]"TÜRKİYE, SURİYE İLE SAVAŞA SÜRÜKLENİYOR"

DİYARBAKIR BDP Grup Başkanı Selahattin Demirtaş, Türkiye'nin şu anda Suriye ile adım adım savaşa sürüklendiğini iddia etti.
DİYARBAKIR BDP Grup Başkanı Selahattin Demirtaş, Türkiye'nin şu anda Suriye ile adım adım savaşa sürüklendiğini iddia etti.
Demirtaş, partisince Kayapınar Belediyesi Kültür Merkezi'nde düzenlenen toplantıda yaptığı konuşmada, , Suriye'deki gelişmelerin hükümetin içerideki politikalarını belirleyen temel gelişmeler olduğunu savunarak, hükümetin bununla ilgili politikasının yanlış olduğunu bildirdi.
Başbakan Erdoğan'ın Suriye'deki gelişmelerle ilgili "Tahammülümüz kalmadı" şeklinde açıklama yaptığını, bunun diplomaside çarenin tükendiği anlamına geldiğini öne süren Demirtaş, şöyle konuştu:
"Diplomaside çare tükenmişse bir ülkenin komşusuna tahammülü kalmamışsa bunun adı nedir; bir sonraki adım savaştır. Başbakan 'Suriye'ye karşı savaşabiliriz' diyor. Tek başına hem de ne Meclise, ne muhalefete, ne halkına soruyor, ne bilgi veriyor. Suriye'ye savaş açacak neredeyse. Tek adam, tek parti iktidarını bunun için yaratmaya çalışıyor. Türkiye şu anda adım adım Suriye ile savaşa sürükleniyor. Başbakan bunu Türkiye'nin gözünün içine baka baka yanıltarak yapıyor. Sayın Dişişleri Bakanı bugün Suriye'de, kendisi orada, ben açıkça sormak istiyorum. Sadece Türkiye'nin Dışışleri Bakanı sıfatıyla mı oradadır, hayır; yanında başka bir sıfatı da var, aynı zamanda ABD'nin elçisi sıfatıyla oradadır. Kimse kimseyi kandırmasın. Amerika'nın çıkarları var."
-"KOMŞULARLA SIFIR SORUN POLİTİKASI ÇÖKMÜŞTÜR"-
Demirtaş, Başbakan Erdoğan'ın Ortadoğu'daki gelişmeleri görüp, sözde Irak'ta yaptığı hatayı Suriye'de yapmamak üzere kamuoyuna sormadan kamuoyunu hazırladığını söyledi.
Davutoğlu'nun Suriye'ye 37 kez gitmekle övündüğünü iddia eden Demirtaş, şöyle devam etti:
"İlla 38 defa mı gitmeniz lazımdı? Hani 37 defa Suriye'ye gidip ilişkileri iyi hale getirmiştiniz. Bununla övünen bir Dışişleri Bakanı, bugün ültimatomu kendisine verilen, talimatı tebliğ etmek üzere yine Şam'dadır. Demek ki AKP'nin komşularla sıfır sorun politikası çökmüştür. AKP olabilecekleri önceden görememiştir, dış politikasını buna göre oturtamamıştır. Gelinen noktada komşuların tamamıyla sorunlu bir politika, Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana sorunların hiç biri çözülmeden bütün dış politika çökmüştür.
Yarın öbür gün sıra İran'a gelecek, İran'a dönük baskıya sıra gelecek. Esat rejimi düştükten sonra sıra İran'a gelecek, molla rejimine karşı bu defa AKP saldırmaya başlayacak. Bugün İran'ın sivil köylere yönelik saldırılarına sesiz kalan AKP yakın zaman sonra İran'a sıra geldiğinde yine tavrını uluslararası güçlerden yana koyup, 'efendim İran derhal düzenlemeyi yapmalıdır, sivillere saldırı yapmamalıdır' diyecektir. Bu kadar omurgasız, ilkesiz dış siyaset, Türkiye'yi işte bu hale getirmiştir."][/b] (11)

HAS Parti Genel Başkanı Numan Kurtulmuş şöyle diyor:

[Numan Kurtulmuş, Suriye'ye uluslararası bir müdahaleye fırsat verilmemesi gerektiğini belirterek, Türkiye'nin ''süreçlerde daha aktif olması'' çağrısında bulundu.

Bu ülkede çok sayıda kişinin ölümü ile sonuçlanan olayları üzüntüyle takip ettiklerini, Ortadoğu'nun huzura kavuşmasını beklerken komşu ülke Suriye'deki iç çatışmaların artmasının bölgeyle ilgili endişelerini artırdığını belirten Kurtulmuş, Suriye'nin acilen sakinleşmesi için ''yol haritası olabilecek önerileri'' olduğunu ifade etti.
Bu çerçevede ABD, İngiltere, NATO veya İsrail'in Suriye'ye müdahalesine izin verilmemesi gerektiğine dikkati çeken Kurtulmuş, şunları kaydetti:
''Gelinen noktada, Suriye'ye uluslararası müdahaleyi önleyebilecek en önemli aktör Türkiye'dir. Bu sebeple, Türkiye, Suriye'ye dış müdahaleyi engelleyecek şekilde daha aktif bir politika izlemeli, açıklamalarla yetinmeyerek sürece dahil olmalıdır. Gerekirse taraflar arasında arabuluculuk rolü üstlenmelidir. Türkiye, askeri müdahaleye gerek kalmayacak bir çözüm için İslam İşbirliği Teşkilatı, Arap Birliği ve BM nezdinde acilen sonuç alıcı girişimlerde bulunmalıdır.' Türkiye'nin, bölgedeki çalışmalarında ve Suriye ile kurulacak ilişkilerde, ABD veya başka bir koalisyon adına değil, doğrudan Suriye halkının menfaatlerini önceleyerek sürece dahil olduğunu açıkça deklare etmeli ve diplomatik süreçlerde buna uygun davranmalıdır.”]
(12)

DP Genel Başkanı Namık Kemal Zeybek şöyle dyor:

[“Ordunun Suriye'deki Batağa Batmasına İzin Vermeyeceğiz'”
DP Genel Başkanı Zeybek, İzmir'de partilileriyle iftar yemeğinde buluştu
'Ordunun Suriye'deki batağa batmasına izin vermeyeceğiz' DPGenel Başkanı Namık Kemal Zeybek, dış güçlerin planlı şekilde İslam ülkeleri arasına fitne sokmaya çalıştığını iddia ederek, "Türkiye ordularının Suriye'de böyle bir bataklığa saplanmasına izin vermeyeceğiz" dedi.
Türkiye'de, Atatürk'ün gençliğe hitabesinde anlattığı günlere benzer günler yaşandığını ve bütün bunların "alıştıra alıştıra" yapıldığını öne süren Zeybek, "Sağ olduğumuz sürece, bayrağımız dalgalandığı sürece milli ve manevi değerlerimizi yok etmeyi başaramayacaklar" dedi.
AKP'nin politikası teslimiyetçi Dış güçlerinin uyguladığı planlar çerçevesinde AK Parti iktidarının teslimiyetçi bir politika izlediğini iddia eden Zeybek, son günlerde Suriye'de de uygulamaya konulan planlara Türkiye'nin dahil edilmeye çalışıldığını öne sürdü. Zeybek, "Amaç, İslam dünyasındaki ülkeler arasına fitne sokmak, Müslümanları bölmektir. Türkiye'yi alet etmeye çalışıyorlar. Türkiye ordularının Suriye'de böyle bir bataklığa saplanmasına izin vermeyeceğiz" dedi.]
(13)

Bağımsız Türkiye Partisi (BTP) Genel Başkanı Prof. Dr. Haydar Baş şöyle diyor:

[“İşgale ortam hazırlanıyor”

Bağımsız Türkiye Partisi (BTP) Genel Başkanı Prof. Dr. Haydar Baş, son günlerde hem güneyimizdeki Suriye, hem de Kuzey Doğumuzdaki Gürcistan’da meydana gelen olaylar ve gelişmeler hakkında değerlendirmelerde bulundu. BTP Lideri Prof. Dr. Haydar Baş, Türkiye’nin bir ateş çemberine alınmak istendiğine dikkat çekti.

ABD komplosu bu kez Suriye’de

Bilhassa Ortadoğu’daki hadiselerin arkasında dış etkenin olduğunu düşünmemenin mümkün olmadığını söyleyen BTP Genel Başkanı Prof. Dr. Haydar Baş, Suriye’de bir futbol müsabakasından sonra başlayan ve gittikçe yayılan çatışmaların, Büyük Ortadoğu Projesi ve dolayısıyla da Büyük İsrail Projesi kapsamında değerlendirilmesi gerektiğine işaret etti. BTP Lideri Prof. Dr. Haydar Baş, şöyle konuştu:

“(..) Soğukkanlılıkla hazırlanan bir planın, projenin bir ayağıdır. ABD’nin Ortadoğu üzerindeki hesabını bilmeyen yoktur. Bu hesabın birinci ayağında Irak’a girdi. Ama giriş gerekçesi ortada kaldı. Kitle imha silahı butlanı batıl oldu. Dünya da eleştirmeye, yargılamaya başladı. Ama bir tarafta da gözü Suriye’de, İran’da, Türkiye’de idi. Yine gerekçesiz bir şekilde Suriye’ye girmek istese bu kez dünya, ‘Irak’a bir şey demedik ama müsaade et de şimdi diyelim’ deme noktasına gelebilir. Bu tür olaylar olursa, ileride BM kuvveti maskesiyle orada kontrol ve murakebeyi elinde tutmak isteyebilir. Dolayısıyla bu olaylar Suriye’yi işgal projesidir. Hadiseler büyümeye devam ederse Beşşar Esad’a, ‘BM’yi, yani ABD’yi davet et’ diyeceklerdir. ABD böyle bir komplo içerisindedir.”

İsrail de işin içinde

BTP Lideri Prof. Dr. Haydar Baş, devamla İsrail ile başta Başkan Bush olmak üzere ABD’yi yönetenlerin inançlarının, akaidlerinin Ortadoğu’daki olaylarda kesişme, örtüşme gösterdiğini söyleyerek, şöyle dedi: “Suriye’yi, İran’ı, Irak’ı hatta Türkiye’yi içeren şekilde bir büyük savaşın, kıyamet savaşının vukubulması bir akaid gereğidir. Başkan Bush’un mensubu bulunduğu Evangelist mezhebinin inancı budur. Bunu vazedenler ise Yahudilerdir. Buna göre Ortadoğu’da bir kıyamet savaşı çıkacak, Hz. İsa yeryüzüne inecektir. Evangelistler bunun gerçekleşmesini isterken, Yahudilerin inancına göre de Arz–ı Mev’ud ideali bu olaylardan sonra gerçekleşecektir. Ortada böyle garip bir proje var ve bu projenin gereği adım adım icra ediliyor. Çok enteresandır ki bu proje İslam coğrafyasında cereyan ediyor. Dolayısıyla Suriye’deki olaylar Büyük İsrail ve Büyük Ortadoğu projesinin bir parçasıdır.”]
(14)

İşçi Partisi Genel Başkan Yardımcısı Bedri Gültekin şöyle diyor:

[İşçi Partisi, Genel Başkan Yardımcısı Bedri Gültekin, Mersin’de düzenlediği basın toplantısında AKP hükümetini, Suriye konusunda ‘emperyalist ülkelerle işbirliği’ yapmakla suçladı.
Gültekin, Suriye rejiminin, Türkiye’ye, ‘dost bildiğimiz ülkeler bizi sırtımızdan hançerledi’ mesajı gönderdiğini kaydetti.
AKP hükümetinin 1 yıl öncesine kadar vizeleri kaldırdığı, ortak bakanlar kurulu toplantıları yaptığı Suriye’nin yaşadığı iç kargaşada taraf haline geldiğini belirten Gültekin, “AKP hükümetinin, gizlemeye bile gerek duymadan Suriye’deki çatışmaya taraf olması Türkiye’nin çıkarlarına aykırıdır. Çünkü Suriye’de yapılan, Türkiye’yi bölme provasıdır. Suriye siyasal ve toplumsal olarak Türkiye’nin prototipidir. Suriye’deki iç savaş ve bölünme kaçınılmaz olarak Türkiye’ye yansır. Suriye’de asıl hedef Türkiye’dir. Büyük Ortadoğu Projesi’nin hayata geçirilmesi için ihtiyaç duyulan en büyük hedef Türkiye’nin etnik ve mezhepsel olarak bölünmesi, çatışma ortamına itilmesidir. Türkiye’de etnik ve mezhepsel çatışmayı tetiklemek isteyenler Suriye’yi kullanıyorlar. Suriye’nin birliği ve dirliği, Türkiye’nin birliği ve dirliğidir. Suriye’nin toprak bütünlüğü Türkiye’nin toprak bütünlüğüdür. Suriye’nin nasıl ve kim tarafından yönetileceğine Suriye halkı karar vermelidir.” diye konuştu.]
(15)

Meclis içindeki ve meclis dışındaki muhalefet partilerinin görüşlerine de özet olarak baktıktan sonra...

Suriye meselesinin görünen üç yönü var...

Birincisi, Suriyelileri ilgilendiren ve onların karar verip halletmeleri gereken, Suriye’nin bir iç meselesi olduğudur ki, bu yön selim akıl sahipleri tarafından hiçbir şüpheye yer bırakmayacak kadar açıkça görülüp izah ediliyor...

İkincisi , bütün dünyayı, bütün yeraltı ve yerüstü zenginlikleriyle birlikte topyekûn ele geçirdikten sonra ele geçirdikleri bu topraklar üzerindeki insanların tamamını köleleştirmeyi öngören Batı emperyalizminin Büyük OrtaDoğu Projesi (BOP) ismiyle başlattığı yağma, talan ve işgal saldırısının bir parçası olarak Suriyeyi Türkiye'ye işgal ettirmek istiyor ki; bunun da gizlisi saklısı kalmayıp,her şeyiyle deşifre olunca “eşbaşkanlar” dımdızlak ortada kala kaldı...

Üçüncüsü, Batı emperyalizmi can havliyle bu saldırgan politikaları sürdürürken, bu saldırganlığa karşı can pahası direnen müslüman halkların, hesapta olmayan bu direnişleri sebebiyle evdeki hesapları bir türlü çarşıya uyduramadığından, iktisadî olarak tam bir çöküşün eşiğine geldi ve “s.çtı cafer bez getir” hesabı “Yetiş AKP, bu ilşi yapsan yapsan sen yaparsın, sen aslansın, sen kaplansın” hesabı bir yandan gaz verirken, öbür yandan kapalı kapılar ardında kendilerine kimbilir neler gösteriyor veya vaadediyorlarsa... AKP tam bir köle sadakatiyle bu "taşeronluk" işini kendini helâk edercesine yerine getiriyor...

Ve...

Bunu da saklamadan, gizlemeden, göstere göstere, adeta “gururla” yaptığı halde yüz de elli oy alabiliyor...

“Siz nasılsanız, öyle yönetilirseniz” ölçüsüyle bu duruma bakarsak; :milletin yüzde ellisinin şaftının kaydığına, balatalarının sıyrıldığına, feleğinin şaştığına hükmetmemiz icab etmez mi?

Aklın dereği böyle görünse de...

Rasyonel (maddî/aklî) alan/olandan, İrrasyonel (manevî/akıl ötesi/akılüstü) olan/alana uzanmak da faydalı olacaktır...

Zira...

Dipnotlar:
11- 09.08.2011, http://www.haber3.com/
12- 12 Ağustos 2011, Star gazetesi.
13- 14.08.2011, http://www.dyp.org.tr/
14- 17.03.2004, Yeni Mesaj
15- 23 Haziran 2011 http://www.gazeteimece.com/


(Devam edecek)

“Suriye İşi” Hem Çok Karışık, Hem De Çok Riskli -5-
Murad Salih
08.09.2011

[img][/img]

“En geniş anlamıyla BİLGİ, , en geniş anlamıyla NAKİL yoluyla alınır.
Bu nakil davası içine, madde ve tabiattan topluma, madde üstü olanına, hem varlık ve hem de bilgi niteliğine kadar hepsini katıyorum”
(16)

***

Haçlı taşeronu olarak birilerinin girmeye niyetlendiği yer Suriye...

Yani Şam’dır...

Şam ise...

İnsanoğlunun ilk kurduğu şehirlerden biridir...

Tarihi insanlık tarihiyle denk bir şehirden bahsediyoruz...

Kimler geldi kimler geçti bu Şam’dan ama...

Gelip gidenlere inat Şam halâ ayakta...

Böyle bir şehir ne köksüz New York’a benzer, ne tarihsiz Washington’a...

Bugünkü Batı, Batı’nın herhangi bir şehri yokken...

İnsanoğlu’nun ayakları Batı topraklarına henüz ayak basmamışken Şam vardı...

Bu yüzden de...

Şam öyle her kafasına esen kötü niyetlinin rahatça girebileceği...

Girse bile girdiği haliyle yekpare/tek parça olarak çıkabileceği bir yer değildir...

Sırlar şehri Şam-ı Şerif...

Şerefli Şam...

Şerefli çünkü...

Hz. İbrahim, Hz. Hud, Hz. Lut, Hz. Davut, Hz. Nuh, Hz. Eyyûb, Hz. İsa ve Kâinatın Efendisi'nin mübarek ayakları şereflendirmiş Şam coğrafyasını...

Sahabeler, Allah dostları, şehidler, halifeler, sultanlar, Şam topraklarında ya muhtelif zamanlarda bulunmuşlar veya kıyamete kadar kabirlerine mekân kılmışlar Şam’ı... (17)

Şam’ın şerefini ayaklar altına almaya kalkan eninde sonunda Şam’ın ayakları altında kalır...

Niçin mi?

[Zeyd İbnu Sabit radıyallahu anh anlatıyor: "Biz bir gün Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın yanında idik. Parçalar üzerinde Kur'ân (ayetlerini) tanzim ediyorduk. Aleyhissalatu vesselam: "Şam'a ne mutlu!" buyurdular. Ben: "Bu mutluluk nereden geliyor ey Allah'ın Resûlü?" diye sordum. "Çünkü, buyurdular, (Rahman'ın) melekleri onun üzerine kanatlarını geriyorlar!"(Tirmizi, Menakıb)] (18)

Muaz b. Cebel r.a. rivayet ediyor: Allah Rasulü s.a.v. söyle buyurdu:

[“Ey Muaz, Allah benden sonra Aris’ten Fırat’a kadar Şam bölgesini size nasib edecek. Oranın erkekleri, kadınları ve dulları kıyamete kadar sınır bekçisidirler (murabit). Herhangi biriniz Şam sahillerinden birini yahut Beyt-i Makdis’i (Kudüs) seçerse kıyamete dek cihad halindedir.” ] (19)

Lügatta Şam kelimesi:

[Akşam. akşam yemeği."Şe'm, şâm" Arapçada "sol" mânâsına gelir. "Yemen" sağ demek olduğundan Hicaz'a nisbetle sol taraftaki memleketlere Şam, sağ tarafdaki beldeye de Yemen ismi verilmiştir. * Suriye ve Lübnan memleketlerine de Şam denilmiştir. * Arabların Dımışk dedikleri şehrin adı. * Nuh'un (A.S.) oğullarından "Şam"ın nesli tarafından bu memleket mâmur edildiği için Şam denildiğini söyleyenler de vardır. (Kamus)] (20)

[Şam adının kökeni
Arapça'da tam olarak Dimeşk eş-Şām (دمشق الشام) denir. Genelde Dimeşk kısaltmasıyla hitap edilir fakat Şamlılar başta olmak üzere Araplar eş-Şam tercih ederler. Eş-Şam Arapça'nın Kuzey kelimesinden gelir. Büyük Suriye'ye Bilād eş-Şam (بلاد الشام) demişlerdir. Avrupa dillerine (Damas, Damascus, Damasco gibi) Yunanca Damaskos (Δαμασκός)'dan geçmiştir. Eski Aremice (Eski Ahit İbrani harfiyle)'de Darmeśeq (דרמשק) = İyi sulanmış yer'den gelmektedir. M.Ö 14 yüzyıla ait Amarna yazılarında Akkad dilinde Dimašqa olarak geçmektedir.Çok sayıdaki ilçelerinin adları hala Aramicedir.]
(21)

İşte Şam böyle bir yerdir...

Bu Şam, sadece bugünkü Suriye’nin başkenti Şam’dan ibaret de değildir...

Bilad-ı Şam (Şam beldeleri) denilen yer...

Bugünkü Suriye’nin tamamı, bugünkü Ürdün’ün tamamı, Bugünkü Lübnan’ın tamamı, Bugünkü Filistin’in (Siyonistlerin işgali altındaki bütün beldeler de dahil) tamamı...

Kısaca Arabistan yarımadasının üst kısmıyla Anadolu’nun güneydoğusu ve Bugün kü Mısır ile Akdeniz arasında kalan bölgenin tamamını kapsamaktadır. Ve “kıyamete kadar” Cihad ehlinin faaliyet alanıdır...

Bu Şam’ın ilk fatihi ise Amr bin Âs hazretleridir...

Amr bin Âs hazretleri dahi bir komutan olduğu kadar “Arab’ın dört siyasî dehası”ndan biriydi..

Diğerleri ise...

Hz.Muaviye b. Ebi Süfyan (Radyallahu anh):

Ağırbaşlılıkta, işleri teenniyle takip etmede ün yapmıştır. O siyasî dehası ile hilafeti sırasında devlet yönetiminde saltanat usulünü kabul ederek, sınırları genişleyen İslâm ülkesinin her halife değişiminde ortaya çıkması muhtemel kanlı iç kargaşalıklarını önlemiş ve iç istkrarı sağladıktan sonra bütün gücünü dışa yöneltmiş ve Bilad-ı Şam Merkezli Emevî devletinin bir ucu Kuzey afrika da öbür ucu İspanya’da, bir başka ucu Anadolu’da, diğer bir ucu Kafkaslarda büyük bir İslâm imparatorluğu haline gelmesinin yolunu açmıştır. O’nu sultanlık kurmakla itham edenler o günden Osmanlı’nın sonuna kadar bir başka siyasî model geliştirilemediği gerçeğini niçin ısrarla gözden kaçırırlar?

Kötü olan saltanat değil, saltanatın kötüye kullanılmasıdır.

Hz. Muaviye’den bu yana İslâm devletleri hep sultanlar tarafından yönetilmiş İyi sultanlarla iyiye, kötü sultanlarla kötüye doğru gitmiştir.

Ehl-i Sünnet’in İslâm’ı defalarca dünya İmparatorluğu yapmasını bir türlü içlerine simdiremeyen kötülük İmparatorluğu Bizans’ın haçlı dölleri ile Şia. Saltatın bilinen hiçbir mahzurunu taşımayan Başyücelik Devleti modeli karşısında niçin üç maymunu oynamaktadır?

Saltanatın bütün mahzurları Velayet-i Fahih modeli denilen bugünkü İran modelinde fazlasıyla yok mudur? O'nu Ahmedinejad'a sormak lâzım. (22)

Hz. Muğire b. Şu’be: Büyük işler adamı olarak meşhurdur.

Ziyad b. Ebih (Bazılarına göre, Muaviye b. Ebih’in kardeşi). Küçük-büyük her problemi kolaylıkla çözebilme maharetiyle ünlüdür.

İslam çok kısa sürede bu askerî ve asiyasî liderlerin önderliğinde Bir dünya devleti haline gelmiş ve o günün kötülük İmparatorluğu Bizans, Bilad-ı Şam (ortadoğu) 'dan sürülerek, Diyar-ı Bekrr’den daha Batı’ya çekilmek zorunda kalmıştı.

Dipnotlar:
16- Salih Mirzabeyoğlu, ÖLÜM ODASI B- YEDİ, 65. Bölüm.

17- [ŞAM… Tarihin önemli ilim, kültür, sanat ve irfan merkezlerinden bir yer. Kimlere uğrak olmamış ki? Peygamberlere, sahabîlere, tabiîlere, kelamcılara, fakihlere, dilcilere, şairlere, muhaddislere, müfessirlere…
Zeyd İbnu Sabit radıyallahu anh anlatıyor: "Biz bir gün Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın yanında idik. Parçalar üzerinde Kur'ân (ayetlerini) tanzim ediyorduk. Aleyhissalatu vesselam: "Şam'a ne mutlu!" buyurdular. Ben: "Bu mutluluk nereden geliyor ey Allah'ın Resûlü?" diye sordum. "Çünkü, buyurdular, (Rahman'ın) melekleri onun üzerine kanatlarını geriyorlar!"(Tirmizi, Menakıb)
Hz. İbrahim, Hz. Hud, Hz. Lut, Hz. Davut, Hz. Nuh, Hz. Eyyûb, Hz. İsa ve Hz. Muhammed'in (sas) belli dönemlerde Şam'da bulunması da Suriye'yi Müslüman âlemi için cazibe merkezi haline getiriyor. Hz. İbrahim'in Nemrud'un ateşinden çıktıktan sonra hicret ettiği yer olan Şam, ayrıca şehit edilen Hz. Yahya'nın mübarek başını da bağrında taşıyor. Şam'daki Emeviye Camii'nde yer alan türbe, ziyaretçi akınına uğruyor. Kerbela hadisesinde vefat eden Hz. Hüseyin'in mübarek başı da Emeviye Camii avlusunda. Ünlü İslam komutanlarından Selahaddin-i Eyyûbi'nin kabri de Emeviye Camii'nin hemen yanı başında. Bilal-i Habeşi Hazretleri, Medine'de ezan okumayı bırakınca, Hz. Ebu Bekir döneminde Şam'a geliyor ve burada vefat ediyor. Cafer bin Ebu Talip, Dihyetü'l Kelbi, Abdullah ibn-i Ümmü Mektum ve Ebu Derda gibi binlerce sahabenin kabri de Şam'da. Muhyiddin-i Arabi Hazretleri, Halid-i Bağdadi, Mevlânâ, İmam-ı Gazali ve Üstad Bediüzzaman Said Nursi gibi zadlar, bu topraklarda tarihin yönünü değiştiren eserleri hazırlamışlar. İmam-ı Gazali, İhya-yı Ulumiddin'i Emeviye Camii'nde yazıyor. Üstad Bediüzzaman Hazretleri meşhur hutbesini Emeviye Camii'nde okuyor. İbn-i Arabi'nin ve Bağdadi'nin türbesi de Şam'da. Sürgünde vefat eden Sultan Vahdettin'in kabri de Şam'da. Kanuni Sultan Süleyman tarafından Mimar Sinan'a yaptırılan Süleymaniye Camii gezilmeyi bekleyen yerlerden biri. Osmanlı zamanından kalan meşhur Hamidiye Çarşısı, alışveriş yapılabilecek bir mekan.
Köklü bir tarihi olan Suriye'de İbranilerden Bizanslılara, Selçuklulardan Osmanlı'ya kadar birçok medeniyet hüküm sürmüş. Emevi İmparatorluğu'nun, Memlûk Devleti'nin merkezi olan Suriye, 1400 yılında, Timur tarafından saldırıya uğrayıp yok edilmiş. 1517'de Osmanlı egemenliğine girmiş ve tam 403 sene boyunca Osmanlı tarafından yönetilmiş. I. Dünya Savaşı'nda Osmanlı yönetiminden çıkan bölge, 1946'ya kadar Fransa yönetiminde kalmış. Suriye 1946'da bağımsız olmuş. ]
Talha İmamoğlu, Mübarek Şehir Şam (Suriye -1), 24 11 2010 http://www.tarihvebugun.org/2010/11/mubarek-sehir-sam-suriye-1.html

18- Agm.

19- Ahmet Miroglu, “KUDÜS'ÜN FETHI: KUDÜS KİMLERE AĞLIYOR”, Semerkand dergisi, 06/2002

20- http://www.osmanlicasozluk.net/

21- Vikipedi: Özgür Ansiklopedi tr.wikipedia.org/

22- Bu yetkiler hangi sultanda vardı:
[VELAYETİ FAKİH:
Velayete Fakih kuramı 1960’larda Humeyni tarafından ortaya atıldı.Kuram Şia mezhebinin ideolojik temelleri üzerine kurulmuştur.Humeyni Velayete Fakih kuramı vasıtasıyla Şia mezhebinin siyasal sistem örneğini gerçekleştirmiştir.Bu kuram Şia mezhebinin “imamet” kuramının devamı olarak belirtilmiştir. (..) Velayete Fakih kuramını 1960 yıllarında Irak’ın önemli kentlerinden Necef kentinde Humeyni,din derslerinde ortaya koymuştur.Peygamberler ve imamlara özgü “velayet” (Mutlak otorite) fakihler için de geçerlidir.1979’da İran devrimi gerçekleştiğinde Humeyni Velayete Fakihi İran Anayasası’na aldırdı.
İran Anayasasının 5. Maddesine göre “12. İmam gaybeti nedeniyle iktidar ve imamet adil,takva sahibi,zamanın icaplarını bilen,gözüpek,becerikli,tedbirli fakihin ühdesindedir.” (..) .57. maddeye göre “İran İslam Cumhuriyeti’nde egemenlik güçleri:yasama gücü,yürütme gücü,yargı gücü Velayete Fakih denetimindedir.Velayete Fakih’in görev ve yetkileri:
*İslam Cumhuriyeti’nin genel politikalarını belirlemek (..)
*Alınan genel kararların yürürlüğe girmesini denetlemek.
* Referandum ilan etmek.
* Silahlı kuvvetlerin genel komutanı.
* Savaş ve barış ilan etmek ve güçlerin seferberliği.
* Gözetici Konsey’in Fakih üyelerini atamak.
* Ülkenin en yüksek yargı makamını atamak.
* Genelkurmay başkanın atanması ve azli.
* Devrim Muhafızları Genel Komutanını ataması ve azli.
* Milli Savunma Yüksek Konsey kurulması.
* Silahlı Kuvvetlerin en üst düzey komutanlarını belirlemek.
* Milli Savunma Yüksek Konseyi önerisi
*Seçilmiş ve henüz göreve başlamamış cumhurbaşkanının onaylanması.
* Meclisin siyasi yetersizlik vermesindeen sonra cumhurbaşkanını azletmek.
* Radyo-Televizyon kurumu Velayete Fakih’e bağlıdır.
* Yasama,yürütme ve yargı güçleri arasındaki sorunları çözmek.
* Maslahat Konsey üyelerini belirlemek.
Cuma Namazı İmamı kurumu da Velayete Fakih’e bağlıdır.Cuma Namazı İmamları kentin idari ve siyasi sorumluluklarından fazla güce sahiptir.Velayete Fakih’e bağlı olan kurumlar:
1 – Yoksullar ve Gaziler Vakfı(Bonyade Canbazan ve Mostezefin)
2 – Şehitler Vakfı(BonaydE Şehid)
3 – İmdad Komitesi(Komiteye Emdad)
4 – 15 Hurdad Vakfı(Bonyade Panezdehe Gordad
Devrimden sonra 1989’a kadar Humeyni Velayete Fakih görevini üstlenmiştir. Velayeti fakih bir kurum değil bir kavramdır. türkçe çevirisi fakih'in (fıkıh adamının, ulemanın) önderliği şeklinde yapılabilir. humeyni'ye gelene kadar bu kavram genellikle ulemanın kendi malları üzerinde tasarrufu olmayan çocuklar, akıl hastaları gibi, kişilere vasilik yapması şeklinde algılanmıştır. humeyni ise velayeti fakih kavramını tamamen siyasallaştırmıştır. ona göre ancak çok iyi yetişmiş ve kendini geliştirmiş en üst seviyedeki ulemalar, ayetullahlar, gerçeği kavrayabilir ve dünyayı algılayabilirdi. bu bakımdan halkın esaretten kurtulması için gerçeği gören ve onu yönlendirecek ulemanın önderlik yapmasından daha doğal bir şey olamazdı. bu şekliyle velayeti fakih kavramı humeyni'nin 1970'lerin başında yazdığı "velayeti fakih: islam devleti" adlı kitabında ortaya çıkmış, islam devleti kurulduktan sonra humeyni velayeti fakih olmuştur. ]
Emre Bayır, Kırıkkale Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü 4. Sınıf Çağdaş Devlet Sistemleri Dersi Notu, (21.12.2001)
(devam edecek)


"Davutoğlu Daha Çooook Uykusuz Geceler Yaşayacak"
28 Ocak 2012



Dünyanın ünlü ekonomi dergilerinden biri olan The Economist, Türkiye'nin aktif dış politikasının gittikçe daha yoğun ve karmaşık bir hale geleceğini yazdı. Dergi, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu için "Daha çooook uykusuz geceler yaşayacak"" yorumunu yaptı.

Türkiye'nin "aktif" dış politikasının kendi sorunlarını yarattığı, komşularıyla zorluklar yaşandığı yorumları yapılıyor. The Economist dergisi, "dış politikanın stresinden dolayı Ahmet Davutoğlu'nun, kısa bir süre önce bir gece ter içinde uyandığını" anlattı.

Dergi, Ahmet Davutoğlu'nun "Libya'daki bir krize dair bir kabus gördüm. Gerçek kriz ise Suriye'de idi ve sonra da uyuyamadım' sözleriyle başladığı Türkiye'nın dış politika anlayışı analizine "Kesin olanı ise, onun daha çok uykusuz geceler yaşayacağıdır" cümlesiyle son verdi.

"Türkiye'nin dış politikada sorunlu bir zaman dilimine girdiğine" dikkat çeken dergi, Aktif bir dış politika yürütmenin komşularda bir takım sorunlara yol açtığını belirtti. Türkiye'nin de kısmen yeraldığı Ortadoğu bölgesindeki karışıklıklardan bahseden Economist, Libya ve Suriye meselelerinin Ahmet Davutoğlu'nun canını oldukça sıktığını belirtti. Dergi, komşularla sıfır sorun politikasının mimarı olarak gösterilen Davutoğlu'nu daha zorlu günlerin beklediğine vurgu yaptı.

Fransız Senatosu'nun "soykırımların inkarı"nı cezalandıran tasarını onaylamasına" işaret eden dergi, "Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın yeni misilleme önlemlerini uygulanacağını söylese de ilan edilmediği"ne işaret ettiği analizde Türkiye'nin, Fransa ile krizin Avrupa Birliği ile ilişkiler üzerindeki etkileri fazla önemsemeyebileceğini, üyelik müzakerelerinin zaten durduğunu ancak sorun yaratan sadece Avrupalıların olmadığı vurgulandı.

"Amerika'nın bölgedeki maşası"

Maliki ile "söz düellosunun Türkiye'nin Amerika sonrası Irak için hiçbir zaman bir planının olmadığını gösterdiği" yönündeki görüşlerine yer veren dergi, Erdoğan'ın daha İslami destekçilerin ise, NATO radar sistemini ev sahipliğini yapma kararını anımsatarak Türkiye'nin "Amerika'nın bölgedeki maşası" haline geldiğini savunduklarını yazdı.

"Davutoğlu, daha çok uykusuz geceler yaşayacak"

"Sayın Davutoğlu, radar sisteminin İran veya Rusya'yı hedeflediğini reddediyor ama oldukça şaşırtıcı biçimde Türkiye'nin Amerika ile bağlarındaki altın döneminden söz ediyor" da denildiği analizde Türkiye'nin, baskılanan Arap kitlelerine güçlü bir ilham oluşturduğunu belirtti. Dergi, analizi şu sözlerle noktaladı:

"Esad'ın kuvvetleri, masum sivilleri katletmeyi sürdürürken, Suriye'de birçok kişi Türkiye'nin kendilerini kurtarmaya koşacağını umuyor. Ancak Türkler, bunu sadece bir isteyenler koalisyonun bir parçası olarak yapar. Ufukta bir başkanlık seçimi varken, Amerika da dış maceralarıyla pek ilgili değil. NATO'nun da, müdahale etmesi pek beklenemez. Bu durumda bir katliam gerçekleşirse ne olacak? Türkiye, sınırın diğer tarafına kuvvet gönderir mi? ve bunu yaparsa, İran ne gibi bir yanıt verir? Davtuoğlu'nun bu sorulara hazır yanıtları yok. Kesin olanı ise, onun daha çok uykusuz geceler yaşayacağıdır."
haber1001

Rusya: Suriye karşıtı her kararı veto edeceğiz
27-01-2012

YDH- Rusya’nın Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nden Suriye aleyhine çıkacak her kararı veto edeceğini açıkladığı bildirildi.

El- Arabiya televizyonu acil koduyla duyurduğu haberinde Rusya’nın, Suriye Cumhurbaşkanı Beşşar Esed’i görevden çekilmeye çağıran her türlü Güvenlik Konseyi kararını veto edeceğini açıkça ifade ettiğini bildirdi.

El-Cezire televizyonu da Moskova’nın Suriye Cumhurbaşkanı Beşşar Esed’i çekilmeye çağıran her türlü kararı engelleyeceğini açıkladığını duyurdu.

Amerika’nın Birleşmiş Milletlerdeki Daimi Temsilcisi Susan Rice, Arap Birliği’nin Suriye planının desteklenmesi için Güvenlik Konseyi üyelerine çağrıda bulunmuştu.
http://www.yakindoguhaber.com/

Barzani: Suriye’de değişim bizim değil, sizin göreviniz
28-01-2012
YDH- Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi Başkanı Mesud Barzani, Suriyeli Kürtlerin katıldığı Erbil Konferansında Kürtlerin Suriye’deki her türlü gelişmeye hazırlıklı olması gerektiğini söyledi.

Kurdpress haber ajansının bildirdiğine göre bugün Erbil’de düzenlenen ve Suriyeli Kürt grupları bir araya getiren konferansta konuşan Kürdistan Bölgesel Yönetimi Başkanı Mesud Barzani, Suriyeli Kürtlerin bu ülkede gelecekte yaşanacak her türlü gelişmeye hazırlıklı olması gerektiğini söyledi.

Suriye’de yaşanan gelişmelerin Irak Kürdistan Bölgesi açısından büyük önem taşıdığını belirten Barzani, “Suriye’deki Kürtlerin nüfusu, iki milyona ulaştı. Bu ülkede yaşanacak her türlü değişiklikte Kürtlerin çıkarlarının göz önünde bulundurulması gerekiyor” dedi.

“Suriye’de değişim, bizim değil sizin görevinizdir” diyen Barzani, Suriyeli Kürtlere gelecekte nasıl hareket edecekleri konusunda yardım edeceklerini söyledi.

Suriyeli Kürtlere destek olacakları sözünü veren Mesud Barzani, “Kürdistan Bölgesi’nin size destek vermesinin şartı, sizin birlik ve beraberliğinizi korumanızdır. Bu doğrultuda siz ne karar alırsanız biz onu destekleyeceğiz” diye konuştu.

Suriyeli Kürtlere kararlarında şiddetten uzak durmalarını ve diyalog yolunu seçmelerini öğütleyen Barzani, Erbil’de düzenlenen konferansın amacının da ortak bir söylem belirlemek ve tüm dünya devletlerine barış ve kardeşlik mesajı vermek olduğunu söyledi.

Kürdistan Bölgesel Yönetimi Başkanı Mesud Barzani, Kürtlerin varlığını inkar etme döneminin artık geçtiğini vurguladı ve sorunların silahla çözülme zamanının da geçtiğini belirterek “Bu ulusal kongre aracılığıyla Araplara, Türklere ve Farslara dostluk elimizi uzatıyoruz ve tüm dünyaya Kürt milletinin barışçı bir millet olduğu mesajını veriyoruz” dedi.
http://www.yakindoguhaber.com/

Suriye’ye yönelik Arap Batı taslağı değiştirildi
02-02-2012
YDH- Arap ve Batı ülkelerinin BM Güvenlik Konseyi’ne sundukları Suriye’ye yönelik karar taslağının bazı bölümlerinin değiştirildiği bildirildi.

El-Arabiya televizyonunun haberine göre Arap ve Avrupa Birliği ülkeleri tarafından hazırlanarak Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ne sunulan Suriye karşıtı karar taslağının bazı maddeleri, Rusya ve Çin’in tutumunun değiştirmesini sağlamak amacıyla değiştirildi.

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde üzerinde değişiklikler yapılan karar taslağının cuma günü oylanacağı bildirildi.

Taslakta yapılan en önemli değişikliğin Suriye’ye silah satımının yasaklanmasını öngören ifadelerin metinden çıkarılması, Suriye’deki sorunun yabancı bir askeri müdahale olmaksızın barışçı yollarla çözümlenmesi ve Suriye hükümetiyle muhaliflerin Arap Birliği ile istişare edilerek Moskova’da diyalog başlatması gerektiğinin vurgulanması oldu.

Değiştirilen taslak metnine Suriye’nin reformlar yapması gerektiğine dair bir maddenin eklendiği ve bu maddede reformlar konusunda bir ilerleme sağlanmamasından üzüntü duyulduğunun ifade edildiği açıklandı.

Rusya, Çin ve Hindistan, Arap Batı karar taslağı diye adlandırılan taslağın önceki haline karşı çıkmış ve taslaktan Suriye’ye yönelik askeri müdahaleye işaret eden her türlü maddenin taslaktan çıkarılmasını istemişti.

Moskova ayrıca Suriye’ye yönelik ekonomik cezalandırmaya da karşı olduğunu açıklamıştı.
http://www.yakindoguhaber.com/

ABD Şam'daki büyükelçiliğini kapattı
6 ŞUBAT 2012

Amerika Birleşik Devletleri, Şam'daki büyükelçiliğini kapattı.
Amerikan Dışişleri Bakanlığı, Büyükelçi Robert Ford'un diğer büyükelçilik personeliyle birlikte ülkeyi terkettiğini duyurdu.

Bakanlık, Suriyeli yetkililerin büyükelçiliğin güvenlik kaygılarını yeterli ölçüde gideremediklerini bildirdi.

Amerikan hükümeti iki hafta önce Esad yönetimini büyükelçiliğin daha iyi korunması konusunda uyarmış, aksi taktirde personelin ülkeden ayrılacağını duyurmuştu.

ABD'nin büyükelçiliğini kapatma kararı ardından İngiltere de Suriye'deki büyükelçisini geri çağırdığını açıkladı.
BBC

"Beşşar Esed’in gücünü hafife almışız"
7-03-2012

Beşşar Esed’in gücünü hafife almışızYDH- Fransa Dışişleri Bakanı Alain Juppe, Suriye Cumhurbaşkanı Beşşar Esed’in gücünü hafife aldıklarını itiraf etti.

YDH- Fransa Dışişleri Bakanı Alain Juppe, Suriye Cumhurbaşkanı Beşşar Esed’in gücünü hafife aldıklarını itiraf etti.

İrna haber ajansının bildirdiğine göre Le Monde gazetesine demeç veren Fransa Dışişleri Bakanı Alain Juppe, Suriye Cumhurbaşkanı Beşşar Eased’in gücünü ve hükümetinin dayanıklılığını hafife aldığını itiraf etti.

Suriyeli muhalifler içerisinde derin görüş ayrılıkları ve çekişmeler bulunduğuna dikkat çeken Juppe, muhaliflerden ihtilaflarını bir yana bırakıp birlik olmalarını istedi ve “biz Suriyeli muhalifleri Ulusal Konsey’in çatısı altında birleştirmek için elimizden geleni yaptık” dedi.

Suriye’deki Hıristiyanların geleceği konusunda endişeli olduklarını belirten ve demokratik bir yönetimde Hıristiyanların durumunun daha iyi olacağını söyleyen Juppe, “maalesef Hıristiyanlar bile Beşşar Esed’i destekliyor” dedi.

Uluslar arası toplumun Suriye Cumhurbaşkanı Beşşar Esed’in gücünü ve hükümetinin dayanıklılığını hafife aldığını itiraf eden Alain Juppe, “Biz, çok sayıda kişinin muhaliflere katılacağını düşünmüştük” dedi.

Fransa Dışişleri Bakanı Alain Juppe, Suriye’deki isyancılara silah desteği vermenin sakıncalı olacağını belirterek bunun Suriye’de korkunç bir iç savaş çıkmasına sebep olabileceğini söyledi.
http://www.yakindoguhaber.com/




_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Sal Arl 25, 2012 1:11 am tarihinde değiştirildi, toplam 38 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Pts Ağu 22, 2011 10:48 pm    Mesaj konusu: Suriye Düşerse, Türkiye de Düşer Alıntıyla Cevap Gönder



“Suriye İşi” Hem Çok Karışık, Hem De Çok Riskli -6-
Murad Salih
12.09.2011



İslam çok kısa sürede bu askerî ve siyasî liderlerin önderliğinde Bir dünya devleti haline gelmiş ve o günün Kötülük İmparatorluğu Bizans, Bilad-ı Şam’ (ortadoğu) dan, Diyar-ı Bekr’den daha Batı’ya çekilmek zorunda kalmıştı. Aynı dahi Llderler kuşağı komutasındaki İslâm ordusu; Diyar-ı Bekr’in Batısına kovaladığı Bizans’ın bütün savunma hatlarını yara yara Konstantiniyye Surlarına dayanmıştı. (23)

Oryantalistlerin, Şii taifesinin ve onların etkisindeki bazı “Müslümanların” Hazin Kerbelâ hadisesini kalkan yaparak giriştikleri Emevî (ehl-i sünnet) düşnanlığının altında bu Bizans döllerinin kuyruk acısı yok mudur?

Bu soruya, Amr bin Âs hazretlerinin, küfffarı hem er meydanında hem de masabaşında nasıl dahiyane bir şekilde dize getirdiğini kısaca gördükten sonra siz karar verin:

[Amr bin Âs hazretleri, Hz Ebû Bekir’in hilâfeti sırasında, önce Umman’daki mürtedleri (İslâm’dan dönenleri) sonra da Hz Ebû Bekir tarafından çağrıldığında, Medine’ye gelerek, Benî Kadaa mürtedlerini yola getirdi Sonra Umman’a döndü
Hz Amr bin Âs irtidat kargaşasını bastırdıktan sonra, Hz Ebû Bekir tarafından Irak ve Şam’ın fethine gönderildi (m 634) yılında Ecnadin muharebesini yaparak, Bizanslıları mağlûb etti Bu savaştan sonra Şam’ın fethi İslâm ordusuna nasîb oldu Şam’ın fethinden sonra, Bizanslılarla Fahl ve Yermük savaşlarını yaptı İslâm ordusu, Bizans ordularını üst üste mağlubiyete uğrattı Bu arada Dımaşk, Fahl, Yermük, Kansereyn ve diğer birçok yerler alındı Haleb, Menbee ve Antakya halkı ile sulh yapıldı Yermük savaşı neticelendikten sonra, Amr bin Âs hazretleri fetihlere yöneldi

Gazze, Sabastin, Nablus, Ledda, Mabni, Beyt, Cirin, Amvas arka arkaya feth olundu Ancak, Kudüs daha feth edilememişti

Hz Amr bin Âs, Kudüs’ü kuşattı Kudüs hükümdarı, Halife’nin bizzat gelmesi halinde şehri teslim edeceğini bildirdi

Bunun üzerine Hz Ömer, Şam’a geldi Sulh ile işi halletti Kudüs böylece müslümanların eline geçti

Hz Amr bin Âs, Filistin’in fethi tamamlanınca, Hz Ömer tarafından Filistin valisi oldu Halife’den izin alarak Mısır’ı fethe koyuldu Mısır’a girdi Bazıları çok uzun süren, peşpeşe savaşlardan sonra Mısır feth edildi

Amr bin Âs (r a ) Mısır’dan sonra, Kuzey Afrika’ya yönelerek Trablusgarb ve Siyre’yi de fethetti Trablus ve civarının, feth edildiğini Halife’ye bildirdi, Tunus, Merakeş ve Cezayir’in de fethi için izin istedi Fakat daha fazla ileri gitmenin mahzurlu olacağı, orada kalmanın daha uygun olduğu halife tarafından bildirilince, Amr bin Âs daha fazla ilerlemedi Mısır vâlisi tâyin edildi. Hz. Osman zamanına kadar bu vazîfede kalan Amr bin Âs hazretleri, Hz Osman zamanında Mısır Valiliği’nden alınarak Medine’ye getirildi Halife’nin müşaviri oldu]
(24)

***

Bundan 15-20 yıl evvel, İslâm aleminin bugünün kötülük İmparatorluğu önünde, adım adım gerileyen ve sıfırı tüketmek üzere olan halinin mahzunluğu içinde Karaköy’deki vapur iskelesine doğru yürüyor ve bu ahirzaman fitnesinden nasıl çıkabileceğimizi düşünüyordum. Çaresiz ve üzgündüm. Dalgın dalgın yürürken sanki birisi başımı yukarıya doğru kaldırdı. Orada o güne kadar hiç farkına varmadığım ok işareti şeklinde bir tabelâ vardı. Bu tabel’anın üstünde “Amr ibnel As (RA).” Yazıyordu...



Allah Allah...

Bu büyük sahabenin kabri buradaydı da ben mi farketmemiştim...

Tabelânın işaretlediği yöne yürüdüm...

Yeraltı Camii...

Kim niçin yaptı bilmiyorum ama herhalde İstanbul’un ilk kuşatması sonrası...

Bir muterem zat...

O zamanlar, Bizans'ın silah deposuolarak kullanılan bu mahzende, diğer iki güzide sahabeyi defnederken veya o sahabelerin kabirleri bulunduğu zaman, onun için de bir makam yapmış...

Gün gelir...

Ahir zaman olur...

Müslümanların üstüne belâ ve fitneler sağanak gibi yağmaya başlar...

Ümmet-i Muhammed şaşkınlık ve çaresizlik içinde bu fitnenin önünde savrulur giderken...

Birileri onları hatırlar... Onların hayatlarından hisseler devşirirler de...

Devranı tersine döndürecek bir huruçla...

Kötülük İmparatorluğu'nun hücumlarına göğüslerini siper ederek, hem dik durrmayı hem de diklenmeyi becerirler...

Diye mi düşündü bilemem ama...

Çok iyi bir iş yaptığı kesin...

O an...

İçim aydınlandı...

Ferahladım...

Ümitlerim tazelendi...

Bugün, "Kâfirlerin orduları çok güçlü biz onlarla başedemeyiz. Onun için teslim olup onların otoritesine boyun eğmemiz gerekir” diye ümmetin kalblerine korku ve ümitsizlik tohumları serpen aşağılık “fitnetüzaman” sapıklıklarına karşı Amr bin As hazretlerinin şu tavrı tam bir cevaptır:

Mısır gazasında, Mısır’ın veliahtı müzakere ister...

Amr bin As hazretleri kabul eder...

Bir kibir heykeli gibi azametle onu bekleyen Mısır Veliahtı Arsütalis’in huzuruna atından inmeden ve kılıcını teslim etmeden çıkar...

Veliaht ve adamlarındaki azamet, kibir, şatafat ve süspüs karşısında Amr bin Âs hazretleri tebessüm ederek:

“Size dünyada verilen şeyler, tekrar geri alınacak birkaç dünya menfaatidir. Hâlbuki Allahü teâlâ’nın vahdaniyetine îmân edip işlerinde O'na tevekkül edenler için, Allahü teâlâ indinde olan şeyler daha hayırlı ve bâkidir, dâimidir.” meâlindeki âyet-i kerîmeyi [Şurâ: 36] okudu ve atından indi.

Veliaht kibir ve azametle Amr bin As hazretelerine hava basmaya kalkarak:

-“Ey Arab kardeş! Siz bizden ne istiyorsunuz? Bize kasdedenler dâimâ elleri boş olarak ve hezîmete uğrayarak dönmüşlerdir. Biz şu ansda sizden kalabalık olduğumuz gibi ayrıca başka yerlerden de takviye kuvvetler gelecektir. Siz bizimle baş edemezsiniz.” dedi.

Veliaht’ın bu böbürlenmesine karşılık olarak Amr bin Âs hazretlerinin cevabı çok kısa ve kesin oldu:

-“Bizler, kalabalık ordulardan korkmayız. Çünkü Allah , bize yardımını, zaferi ve bizi yeryüzünün vârisleri kılacağını vaadetti. Şimdi sizin önünüzde şu üç tercih var: Ya Îslâmı kabûl edersiniz, ya cizye verirsiniz, veya savaşırız!”

Bugün Fitnetüzzamanlar tarafından “Onlar çok kalabalık, onlar çok güçlü, onların teknolojisi çok yüksek o yüzden onlara boyun eğip, otoritelerine tabi olmalıyız” diye kalplerine korku tohumları ekilen şakirtler için...

Amr bin As hazretlerinin “Bizler, kalabalık ordulardan korkmayız”cevabı tam bir ilaçtır...

Bu yüzden Şam’ın kilidini açan ve Bilad-ı Şam, Mısır ve Kuzey Afrika’yı İslâm toprağı olmakla şereflendiren ve Resulullah Efendimizin övgü ve takdirine mazhar olmuş, örnek insan, büyük kumandan ve devlet adamı Amr bin As hazretlerinin insan takatının ve idrakının sınırlarını zorlayan hayatından hissemize bir ibret damlacağı düşer de; bu damlacık onun himmetini celbeder ümidiyle,o muhteşem hayata ana çizgileri halinde bir daha bakmak istiyoruz...

[Eshab-ı kiramın meşhurlarından. Büyük kumandan. İsmi Amr bin As, künyesi Ebu Abdullah ve Ebu Muhammed’dir. Annesi Nabiga binti Harmele’dir. Peygamber efendimizin doğumundan bir kaç sene sonra Mekke’de doğdu. 664 (H. 43)te Mısır’da vefat etti.

630 (H. 8)da Mekke’nin fethinden altı ay önce Halid bin Velid ile Medine’ye gelerek Müslüman oldu. Hazret-i Ebu Bekir ve hazret-i Ömer’in de yer aldığı üç yüz kişilik ordunun başında kumandan olarak Zat-üs-Selasil Gazasına gönderildi. Mekke fethinde ve Huneyn gazasında bulundu. Peygamber efendimiz tarafından Umman valiliğine tayin edildi. Hiç azlolunmadı. Hazret-i Ebu Bekir’in halifeliği zamanında mürtedlerin (dinden dönenlerin) yola getirilmesinde büyük kahramanlıklar gösterdi. Hazret-i Ebu Bekir tarafından Şam’ın fethine gönderildi. Başkumandan Halid bin Velid’in idaresinde cereyan eden Yermük Muharebesinde büyük kahramanlıklar gösterdi ve Şerahbil ile beraber ordunun sağ kanadını idare etti. Yermük Muharebesi, İslam ordusunun zaferiyle bitti. Amr ibni As, Ecnadin’de Rum ordusunu bozguna uğratarak bütün Ürdün ve Filistin’i zaptetti. Hazret-i Ömer’in halifeliği sırasında Filistin valiliğine tayin edildi. Daha sonra Mısır’ın fethi için vazifelendirildi. Mısır’ı feth edince, oranın valiliğine tayin edildi. Amr bin As, Mısır’ı feth ettikten sonra, Kuzey Afrika’ya yönelerek, Trablusgarb ve Siyre’yi feth etti. Hazret-i Osman zamanına kadar Mısır valiliği vazifesinde kalan Amr ibni As, hazret-i Osman’ın müşaviri oldu. Hazret-i Muaviye'nin halifeliği sırasında yeniden Mısır valisi oldu. Ömrünün sonuna kadar bu vazifede kaldı. 664 (H. 43)te 93 yaşındayken Mısır’da vefat etti. Cenaze namazını oğlu Abdullah kıldırdı. Mukattam mevkiine defn edildi.

Müslüman olduktan sonra bütün ömrünü İslam dinini yaymak için savaş meydanlarında geçiren Amr ibni As, orta boylu, cesur, edib ve beliğ idi. Çok fasih bir Arapça ile Kur’an-ı kerim okurdu. Akıllı, bilgili, siyasette usta ve asker bir sahabi olan Amr bin As, askeri dehası yanında, devlet idaresinde de dahi idi. Mahkemelerin tanzimi, vergi toplanması gibi işlerde büyük başarıları görülmüştü. Fustat şehrinde ilk minareli camiyi yaptırdı. Kahire ile Kızıldeniz arasında on dokuz kilometrelik bir kanal açtırarak Hicaz bölgesine gemilerle yiyecek sevketti.]
(25)

Amr bin Âs hazretlerinin, 664 senesinde, ölüm döşeğinde son sözleri şunlar oldu:

- “Allahım! Sen emrettin, biz emrine isyân ettik. Sen nehyettin biz tersini yaptık. Affına sığınırız. Allahım! Sen bize yardım et. Suçluyum. Özürümü kabûl et. Senden af diliyorum. Senden başka ilâh yoktur.”

O’nun rivayet ettiği bir Hadis-i Şreif:

[Bir kişi Resûlullahefendimize geldi ve “Yâ Resûlallah amellerin en efdali (en üstünü) hangisidir” diye sordu.
Peygamber efendimiz, “Allahü teâlâya îmân edip, kalb ile tasdik etmek, O’nun yolunda cihad etmek ve Hacc-ı Mebrûr (kabul olunan hac) dır” buyurdu.
O kişi “Biraz daha söyler misiniz yâ Resûlallah" dedi. Resûlullah “İnsanlara yumuşak söylemek, fakirlere çok yemek yedirmek, vermesi lâzım ve vâcib olmayan şeyleri, seve seve vermek ve güzel ahlâktır.” buyurdu.]
(26)

Dipnotlar:
23- “Hz. Peygamber’in (as) etrafını çevreleyen insanlar arasında bir deha patlamasına şahit olunur: Raşit Halifeler, Halid b. Velid, Amr b. As, Muaviye b. Ebi Süfyan, Ziyad b. Ebih, Mugire b. Şube, Sa’d b. Ebi Vakkas... ve daha bir çokları bir insan ömrüne sığdırılamayacak büyük işlerin üstesinden gelmişlerdir. Halid b. Velid, o güne kadar küçük, lokal kabile savaşlarında başarılar gösterirken, müslüman olduktan kısa bir süre sonra o güne göre hiç yaşamadığı bir tecrübe ile karşılaşıyordu; dönemin süper gücüyle yaka paça olmak sıradan bir insanın işi değildi. Çölün sade hayat şartları içinde çadır kurmak belki çok pratik ve kullanışlıydı. Ancak müslüman kumandanlar komşu coğrafyaya açılmaya başladıklarında müsait topraklara yeni yeni şehirler kuruyorlardı. Sa’d b. Ebi Vakkas’ın biyografisini yazan tarihçiler, büyük kumandanın dopdolu hayatında Fustat’ı inşa edişini sıradan bir ayrıntı olarak kaydederler; zira kendisinden sonra gelen müslüman kumandanlar, medeniyetin beşiği olacak Bağdat ve Basra’yı mevsimlik Ukaz panayırını kurma kolaylığı içinde vucuda getirivermişlerdi..”
Fazla Seçenek Yok, Akif Coşkun, http://www.herkul.org/yazarlar/index.php?view=article&article_id=246

24- http://www.mumsema.com/misafir-sorulari/151234-samin-fethini-ve-beytul-makdusun-fethini-ogrenmek-istiyorum.html

25- http://turk.ch/islam/eshab/meshurarabdahilerinden.htm

26- İSLÂM ALİMLERİ ANSİKLOPEDİSİ, 1.CİLD, TÜRKİYE GAZETESİ YAYINLARI http://www.bizimsahife.org/kutuphane/islam_alimleri_ans/cild/01Cild/2/22.htm


(Devam edecek)

“Suriye İşi” Hem Çok Karışık, Hem De Çok Riskli -7-
Murad Salih



Büyük Doğu İdeolocyası’nın temel prensiplerinden biri “ruhçuluk”tur...

Ruhçuluğun ne olduğunu İdeolocya Örgüsü’nden görelim:


[• Ruhçuluk, eşya ve hâdiseleri, kendi içlerinden çıkan kuru müşahade ve kuru tecrübe, kuru akıl ve kuru bilgi kanunları üstünde, madde göziyle görülemez ve ölçülemez müessirlere bağlamak anlayışıdır.

• Ruhçu odur ki, beş hasse kadrosu içindeki ham ve kaba madde âlemini, o kadronun dışında ve üstünde, gıyabında ve mâverasında, üstün bir sebep kutbuna iliştirerek mânalandırır.]
(27)

Madem ki “ruhçuluk “Gerçek mânasiyle mü’minlerin, eşya ve hâdiselere bakışındaki mizaç ve uslûp ölçüsü”dür.

Öyleyse...

İrrasyonel/akılüstü/manevî/ruhî alandan eşya ve hadiselerin aktığı istikameti tahmin etme çabamıza devam edelim...

Bunu yaparken de, bugün İslâm adına ortaya çıkan bir takım küçük ve güdük adamların “Allah Kur’an’da bunu demek istemiştir”, Peygamber hadiste şunu demek istemiştir” gibi; “Külli Akl”ı ve “mutlak olan”ı kendi küçük ve güdük akıllarına indirgeyen kaba sabalıklardan uzak durmaya çalışacağız..

Resulullah Efendimiz kıyamete kadar Müslümanlar arasında cereyan edecek pek çok hadiseyi haber vermiştir. Haber verdikleri haber verdiği gibi olmuş ve olmaya da devam etmektedir.

[Hz. Huzeyfe'nin ifadesiyle etrafında üç yüz kişi toplayabilecek fitne başlarını adları, baba adları, kabile adlarıyla bildirmiştir.
Yani fitne ile ilgili oldukça teferruata inen ihbarlarda bulunmuştur.(..) : Teysir müellifinin koyduğu başlıktan, bu hadislerin iki kısımda mütalaa edilebileceğine inanıyoruz
1- İsmi zikredilen sarih fitneler.
2- İsmi zikredilmeyen, umumî vasıfları zikredilen fitneler.
İsmi zikredilenleri, şarihler hadiseler vuku buldukça "bu fitne falan hadiste haber verilen fitnedir" diye belirtmişlerdir. İkinci kısmı, izmi zikredilmeyen, vasfı zikredilen fitneler teşkil eder. Kıyamete kadar, İslam aleminin her köşesinde her devirde vukua gelecek hadiselere bunları tatbik etmek mümkündür. Ancak, hadis sarih olmadığı için, bu çeşit tatbiklerde ve yorumlarda kesin ifadeden kaçınmak gerekir, ihtimalli konuşmak ihtiyata muvafık olur.]
(28)

Şam’a kötü niyetle ve haçlıların taşeronu olarak ordular göndermeye niyet edenlerin bu niyetlerinin nasıl bir kaousu tetikleyebileceklerini gösterebilmek için, adına “ahir zaman fitnesi” denilen ve Resulullah Efendimiz tarafından haber verildiğinden bu yana 1400 küsur yıldır bütün ümmet-i Muhammedin şerrinden Allah’a sığındığı “büyük fitne/kargaşa/sapkınlık/sapıklık/ doğru yoldan ayıran şey” üzerinde bir nebze durmak gerekmektedir:

[Bir hadiste, giderek ağırlaşacak olduğu bildirilen dört ayrı fitneden bahsedilmektedir: "Dört (büyük) fitne vukua gelecek. Birinci fitnede kan dökmek helal addedilecek; ikincisinde hem kan hem de mal helal addedilecek; üçüncüsünde kan, mal ve ferc (ırza tecavüz) helal addedilecek. Dördüncüsü ise Deccal fitnesidir."
Ebu Davud'da yer alan bir rivayet de dikkat çekicidir. İbnu Ömer anlatıyor: "Biz bir grup kimse, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in yanında idik. Bize fitnelerden bahsetti ve ısrarla üzerinde durdu. Bu meyanda "demirbaş fitne"yi (fitnetu'l-ahlas) mevzubahs etti. Derken dinleyenlerden birisi: "Ey Allah'ın Resulü, demirbaş fitne de nedir?" diye sordu. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): "O, (kin, husumet ve düşmanlık sebebiyle insanlardan) kaçmaktır, (mal ve ehil yağmalandığı için) açıkta kalmaktır. Sonra refah fitnesi (fitnetu'sserra) var. Bunun dumanı Ehl-i Beytimden bir adamın ayaklarının altından (gelir). O, kendisini benden zanneder, o benden değildir. Benim dostlarım müttaki kimselerdir. Sonra insanlar, ilmi ve fikri nakıs olduğu için ehil olmayan, kararsız bir kimsenin etrafında toplanırlar. Sonra yaygın (yani herkese bulaşan) fitne (fitnetu'dduheyma) gelir. Bu fitne ümmetimden kimseyi istisna etmez, hepsine bir darbe vurur. Her ne zaman bittiğine hükmedilse, yine başlar ve temadi eder gider. Bu fitne zamanında kişi, mü'min olarak sabahlar, kâfir olarak akşamlar. Bu zamanda insanlar iki ayrı gruba ayrılır:
1) İman grubu ki, burada nifak yoktur.
2) Nifak grubu ki burada da iman yoktur.
İşte siz bu durumda iken, artık sabah-akşam Deccal'ın gelmesini bekleyin."] (29)


***

Peki fitne nedir?

“Fitne kelimesinin küfür, azgınlık, sapıklık, günah, rezillik, rüsvalık, ayrılık, birisini azdırmak, delilik, iç ihtilaf ve kargaşa, kavga, kalbin (dünyevî) bir şeyi fazlaca beğenip, ona meyletmesi, hoşuna gitmesi, bela, azap, musîbet gibi anlamları vardır.” (Abdü'r-Raûf el-Mısrî, Mu'cemü'l-Kur'an, Beyrut, 1367 /1948, II, 71; İbnü'l-Manzûr, Lisanü'l Arab, Beyrut 1698 XIII. 317 vd ) İnsanlar arasında meydana gelen ihtilaf, ihtilâl, eşkiyalık ve kavgalara da fitne denir. Bazı hadis ve ayetlerde söz konusu kelime daha ziyade bu manâdadır. (Tecrid-i Sarih Tercemesi, XII, 290) (30)

Bu Hadiisin, bugün olan biteni doğru anlamamızı sağlıyacak önemli ikaz ve işaretler ihtiva ettiğini hissetmiyor muyuz?

Bu Hadis-i Şerif’e bir daha bakalım:

- Demirbaş fitne/fitnetu’l-ahlas: (Kin, husumet ve düşmanlık sebebiyle insanlardan) kaçmak, (mal ve ehil yağmalandığı için) açıkta kalmak (hali)...

- Sonra refah fitnesi (fitnetu'sserra) var: Bunun dumanı Ehl-i Beytimden bir adamın ayaklarının altından (gelir). O, kendisini benden zanneder, o benden değildir. Benim dostlarım müttaki kimselerdir.

Dumanı Bir adamın ayaklarının altından gelen refah fitnesi?

Arap ülkelerinin başındaki aç gözlü çapulcuları paraya boğan ve zenginlikleri arttıkça azgınlıkları, sapıklıkları ve sapkınlıklarını arttıran Petrol olabilir mi?

Petrolse...

Arap ülkelerinin başındaki petrol zengini aç gözlü çapulcuları durumu şudur: Onlar kendilerini müslüman zannederler (hattâ Suud’un sapıkları gibi sadece kendilerini müslüman zannederler) ama aslında onlar, “benden değildir.” Hükmünün muhataplarıdır.

Çünkü O’nun gerçek dostları “müttaki kimseler”dir.
Müttaki, takva sahibi olan kişi demektir.

Takva , korkma, sakınma, Allah korkusuyla günahlardan korunmak demektir. Muttaki, takva üzere yaşayan mü’min demek olur.

Takvada ilk akla gelen, haramları terktir. Bunu, mekruhlardan sakınma takip eder. Mekruh, çirkin bulunan, hoş karşılanmayan fiil, söz ve hâllere denir. Bunların terk edilmeleri de takvadandır. Daha sonra şüpheliler karşımıza çıkar. Bunların da mekruhlar gibi haramla bir başka komşulukları vardır. Hakkında kesin bir hüküm olmayan işlerde, takvaya uygun olanı, haram olma ihtimalini gözeterek o fiilleri terk etmektir. Sonra mübah ve helâl olanlar gelir. Bunlardan yeteri kadar istifade edip israftan sakınmak da takvadandır.

Takvanın üç mertebesi vardır:

1. Şirkten takva: İman ederek şirkten korunmak. Kişi böylece ebedî cehennemde kalmaktan korunmuş olur.

2. Masiyetten takva: Büyük günahları işlemekten, küçüklerde de ısrardan sakınmak. Takvanın en yaygın mânâsı budur.

3. Masivadan takva: Kalbini, Hak’tan alıkoyan her şeyden uzak tutmak. (31)

- Sonra insanlar, ilmi ve fikri nakıs olduğu için ehil olmayan, kararsız bir kimsenin etrafında toplanırlar...

Bu, “insanlar, ilmi ve fikri nakıs olduğu için ehil olmayan, kararsız bir kimse” tarifi...

Pensilvanya civarında mukim ve her ağzını açtığında “ben cahilim, ben hainim, ben kemterim, ben işe yaramaz acizin biriyim, benim peşimden gelmeyiiiin” diye zırıl zırıl ağlayan ama; kendi nefsine asla “madem naehil birisin; çekil bir kenara, kaybol ortalıktan, bir izbe bul, bir kovuğa gir, işlediğin bunca günah-ı kebair için af dile!” demek gelmeyen, gizli kibir abidesi zatı çağrıştırmıyor mu?

Onu ve bütün İslâm alemindeki ona benzeyen saptırıcı sapıkları...

Ne kadar da çoklar, ne kadar çok...

- “Sonra yaygın (yani herkese bulaşan) fitne (fitnetu'dduheyma) gelir. Bu fitne ümmetimden kimseyi istisna etmez, hepsine bir darbe vurur. Her ne zaman bittiğine hükmedilse, yine başlar ve temadi eder gider. Bu fitne zamanında kişi, mü'min olarak sabahlar, kâfir olarak akşamlar. Bu zamanda insanlar iki ayrı gruba ayrılır:

1) İman grubu ki, burada nifak yoktur.
2) Nifak grubu ki burada da iman yoktur.

İşte siz bu durumda iken, artık sabah-akşam Deccal'ın gelmesini bekleyin."

“Yaygın (yani herkese bulaşan) fitne (fitnetu'dduheyma) zamanında Küfür’den İslâm’a, İslâm’dan küfre geçiin çok kolaylaşaçağı ve artacağı görülüyor..

İnsanlar sabah müm’min...

Akşam Kâfir...

Akşam mü’min...

Sabah kâfir...

"İletişim çağı"?

Televizyon, bilgisayar, cep telefonu, tablet şu bu...

Her tür bilgi bir “tık” mesafesinde...

İyiyi arayan her türlü iyiye...

Kötüyü arayan her türlü kötüye...

Saniyeler için ulaşabiliyor mu?...

Evet...

Neydi?

Fitnetu'dduheyma/Yaygın (yani herkese bulaşan) fitne...

Bu fitne zamanında...

Gri bögeler kalkıyor:

“Bu zamanda insanlar iki ayrı gruba ayrılır:
1) İman grubu ki, burada nifak yoktur.
2) Nifak grubu ki burada da iman yoktur.”


Ya Müslümansın ya kâfir..

Ortası, ortalaması, aması, fakatı yok...

Her şey çok net...

“Taraf olmayan bertaraf olur!”

“Ya bizdensin ya onlardan!”

Gibi...

Bunun bitişiği ise...

Deccal...

Dipnotlar.
27-) ) [(..)
• Ruhçunun usulü (enfüsî – sübjektif) ve onunla beraber muğdil ve girift, maddecinin usulü de (âfâkî – objektif) ve onunla beraber basit ve düpedüzdür? Öyle ki, ruhçu, kâinatı topyekün ebediyet yolcusu insanın mihrakında toplarken, maddeci, kâinatı topyekûn fenâya mahkûm maddenin mihraksızlığında dağıtır.
(..)
• Madde ilimlerinin, büyük ruh muvazenelerini altüst edecek ve kurucusunun elinden kaçıp kurtulacak kadar murakebesiz terakkisini çerçeveleyen asrımızda, (robot)laşmış insanoğlunu yeniden avlama ve maddeyi yeniden sindirme kudretinde bir imanın fışkırmaması yüzünden, dünya, en derin buhranını çekti ve nihayet bu buhranın fiil halinde kıymetini yaşadı ve hâlâ onu yaşamakta…

• BÜYÜK DOĞU’nun, bütün bir vatan kurtarıcılığı çapında gördüğü ruhçuluk, ilmî ve felsefî delâleti içinde, ferdî ve içtimaî bütün mukaddesler zeminini kucakladıktan sonra, bu zeminin ufuk çizgisine de muhtaç olanıdır; yâni Allahtan gelen, Allaha giden ve arada, yeni insan ve cemiyeti bütün mukaddesleriyle ihtiva eden ruhçuluk… Ve bizim elimizde ruhçuluk, Allaha, hem de Peygamberinin mutlak yolundan bağlı olmanın bir neticesidir. Gerçek mânasiyle mü’minlerin, eşya ve hâdiselere bakışındaki mizaç ve uslûp ölçüsü… (..)] Necip fazıl Kısakürek, İdeolocya örgüsü, Sayfa: 347-349,
Büyük Doğu Y+ayınları, 4. baskı, 1976, istanbul.

28- Prof.Dr. İbrahim Canan, "Kütüb-i Sitte Muhtasarı ve Şerhi" (Hadis Ansiklopedisi) 13. CİLT, Akçağ Yayınları.

29- Age. 13. Cilt.

30- Bkz. http://www.ayetler.com/data/kavramlar/fitne.htm


(Devam edecek)



“Suriye İşi” Hem Çok Karışık, Hem De Çok Riskli -8-

Murad Salih
09.10.2011



Ancak...

Deccal’’a geçmeden Süfyan’a bakmak lâzım....

Süfyan doğru tespit ve teşhis edilmeden Deccal’ı tespit ve teşhis mümkün değildir...

Çünkü Süfyan, Deccal’in -moda tabiriyle- “eşbaşkan”ı,(taşeronu, tetikçisi, büyükelçisi, emireri) gibi birisidir...

Rivayetlerdeki Kötülük İmparator’u Deccal, Süfyan’ın yardım ve yatakçılığı olmasa, kötülüklerini dünyaya ve özellikle de İslâm dünyasına taşıma/yayma ve yaygınlaştırma işinde asla başarılı olamayacak durumdadır.

Çünkü Deccal harbi/açık kâfir, Süfyan’sa Müslüman görünümlü gizli kâfir/münafıktır.

Müslümanlar onu kendilerinden zannettikleri için, bir nevi “kurtarıcı” olarak görüp itaat edecekler ve farkına varmadan Deccal’in tuzağına kolaylıkla düşeceklerdir...

Said-i Nursî hazretleri Süfyan’ı “İslâm Deccali” olarak niteleyerek; onun müslümanlar için “Büyük Deccal” olarak isimlendirdiği asıl Deccal’den daha tehlikelikeli olduğunu söylüyor: “:Fitnesi, bu ümmet-i Muhammed’e (A.S.M.) şeytandan daha te’sirli olan, bir şerir zâlim olacaktır.” (32)

Peki fitnesi, ümmet-i Muhammed’e Şeytan’dan daha te’sirli olacak olan, bu kötü ve zâlim Süfyan ne yapacaktır?

“İslâm Deccalı olan Süfyan dahi, şeriat-ı Muhammediyenin (A.S.M.) ebedî bir kısım ahkâmını nefis ve şeytanın desiseleri ile kaldırmağa çalışarak hayat-ı beşeriyenin maddî ve manevî rabıtalarını bozarak, serkeş ve sarhoş ve sersem nefisleri başıboş bırakarak, hürmet ve merhamet gibi nurani zincirleri çözer; hevesat-ı müteaffine bataklığında, birbirine saldırmak için cebrî bir serbestiyet ve ayn-ı istibdad bir hürriyet vermek ile dehşetli bir anarşistliğe meydan açar ki, o vakit o insanlar gayet şiddetli bir istibdaddan başka zabt altına alınamaz.” (33)

İslâm şeriatı’nın bir kısım ebedî hükümlerini nefis ve şeytanın desise/hileleriyle kaldırmaya çalışarak...

İnsanların hayatının maddî ve manevî bağlarını bozarak/çözerek...

Serkeş ve sarhoş ve sersem nefsleri başıboş bırakarak...

(İnsanlar arasındaki) hürmet ve merhamet gibi nurani zincirleri çözer..

Böylece kokuşmuş istek ve arzular bataklığında, birbirine saldırmak için cebrî (zorlayıcı) bir serbestiyet ve dayatmacı bir hürriyet verererek dehşetli bir kargaşaya yol açar.

Öyle ki bu hale gelmiş bir toplumsal hayat (otoriter ve totaliter) şiddetli bir baskı rejimi olmaksızın kontrol edilemez (hale gelir).

Burada tarif edilen şey...

Bugünün Kötülük imparatorluğu AB-D’nin bütün dünyaya ve özellikle de İslâm dünyasına her türlü şeytanî hile ile, o olmazsa silah zoruyla dayattığı “demokrasi” ye ne kadar benziyor değil mi?

***
Said Nursi hazretleri Osmanlı İmparatorluğu’nun çökmeye başladığı 19. yüzyılın sonu ile 1. Dünya Savaşı’nın patladığı 20. Yüzyılın başındaki olağanüstü ve olağandışı kaotik ortamı içinde Hadis-i Şeriflerde belirtilen şahısların (Deccal, Süfyan, Mehdi) zuhur vakti olarak düşündüğünden o yüzyıldaki bazı kişi ve fikir akımlarıyla eşleştirmiş, onlar zannetmiş ve o hadislerin manâlandırmalarını da ona göre yapmıştır...

Bu dehşetli fitne döneminde bir ara kendini bu işleri düzeltecek insan (Mehdî) olarak düşünmüş... Hz. Mehdî’nin hem Siyasî hem de askerî bir lider vasıflarını taşıyan biri olduğunu bildiği için de...

Olan bitene, olmayacak yerlerde müdahil olmayıp, kopacak dünya savaşında hazır düşmanlar birbirine girmişken, çökmekte olan İmparatorluğun kurtuluş hamlesini sessiz ve derinden hazılamakla meşgul Sultan 2. Abdülhamid Han’ı pasif görmüş olmalı ki; yine çökmekte olan İmparatorluğu kurtarmak fikri etraında örgütlenen ihtilalci İttihad ve Terakki Cemiyeti saflarına aktif olarak katılmış. Sultan 2. Abdülhamid Han’ın hallinden sonra iktidarı ele geçiren İttihad ve Terakki Cemiyeti liderlerinden Enver Paşa ile birlikte çalışmaya devam etmiş ve onun örgütlediği Teşlkilat-ı Mahsusa isimli bir nevi istihbarat, istihbarata karşı koyma ve kotrgerilla örgütümün aktif bir ajanı olarak faaliyet göstermiş. İşgale karşı Milis (silahlı sivil) gücü oluşturarak ve bu güce bizzat komuta ederek sıcak çatışmalara katılmış ve Ruslara esir düşmüş ve şehadetine kadar Enver paşa ile fiili irtibatını sürdürmüştür...

Ancak...

İmparatorluk çöktükten sonra...

Kendisi’nin Mehdî olmadığını anlamış ve o dönemini “eski Said” olarak isimlendirerek üzerine bir çizgi çekmiş ve siyasetten elini eteğini çekerek; geelecek olan zata (Hz. Mehdi) yardımcı olmak gayesiyle “İman davası”na odaklanmış ve vefatına kadar da bu davasında sabit kalmıştır...

Allah ona ve bütün müm’minlere rahmet etsin...

Onun Şualar isimli risalesinin 5. Şua’sı münhasıran Deccal Süfyan ve Hz. Mehdî ile ilgili hadislerin tefsiri ile ilgilidir.

“Said Nursi hazretleri Osmanlı İmparatorluğu’nun çökmeye başladığı 19. yüzyılın sonu ile 1. Dünya Savaşı’nın patladığı 20. Yüzyılın başındaki olağanüstü ve olağandışı kaotik ortamı içinde Hadis-i Şeriflerde belirtilen şahısların (Deccal, Süfyan, Mehdi) zuhur vakti olarak düşündüğünden o yüzyıldaki bazı kişi ve fikir akımlarıyla eşleştirmiş, onlar zannetmiş ve o hadislerin manalandırmalarını da ona göre yapmıştır...”

Dedik ya...

O Mehdilik iddiasından vazgeçmiş ama...

Büyük Deccal ve İslâm Deccal’i tanımlarını vefatına kadar sürdürmüştür...

O'nun yolundan yürüdüklerini iddia eden talebelerinin çoğunluğu ise Merhum’un Büyük Deccal ve İslâm Deccal’i tanımlarına ilaveten O’nun sağlığında vazgeçtiği ve “eski Said” olarak isimlendirdiği “Mehdî”lik iddiasını da ona atfederek üç yanlışı birden işlemektedirler...

Çünkü Hadislerde apaçık görünen şey; Deccal, Süfyan ve Hz. Mehdî’ ile Hz. İsa’nın aynı dönemde bizzat (sağ olarak) yaşayacakları/karşılaşacakları ve savaşacaklarıdır.

Halbuki...

Said Nursî hazretlerinin Büyük Deccal olarak işaret ettiği Komünizm çökmüş... (34)

Süfyan olarak işaret ettiği MK ölmüş...

Talebelerinin (kemdisi bu iddiadan açıkça vazgeçmesine rağmen) Mehdî olarak ilan ettikleri Said Nursî hazretleri de vefat etmiştir. (35)

Bu durum Yeni bir Deccal, yeni bir Süfyan ve yeni bir Mehdî tanımı yapılmasını zorunlu hale getirmiyor mu?

Dipnotlar:

32-) Maidet-ül Kur’an sh: 27. ( Bediüzzaman Hazretlerinin çok kıymettar bir talebesi olan Ahmed Feyzi Abi’nin yazıp Üstad’a verdiği bir risaleciği olan Maidet-ül Kur’an’ı, Hz. Üstad bizzat tashih edip Tılsımlar Mecmuasının sonuna dahil etmiştir. Fakat sonra zamanın nezaketi vs. durumlardan ve maslahata binaen o devrede çıkarılmıştır. Fakat o risale Risale-i Nur Külliyatının neşredilmeyen kısımlarına kabul edilmiştir. Yani muhteviyatı hak ve hakikattır ve Bediüzzaman Hazretlerinin tasdikinden geçmiştir.)

33- Bediüzzaman said Nursi, Şualar sh: 593.

34- “İslam memleketindeki dini kusurlar, gayretullaha daha çok dokunuyor. Yani İslam Deccalı’nın tahribatı ehemmiyete alınmalıdır. Sadece Büyük Deccalın insanlık dünyasında yaptığı inkar*ı Uluhiyyet (ateizm) ve komünizim gibi dinsizlik cereyanlarına hassas olup, İslam Deccalının sinsice ve münafıkane yaptığı tahribatlar çeşitli mülahazalarla nazara alınmazsa hakiki hizmet yapılmamış olur. Hatta Süfyaniyetin devamına sebebiyet verilmiş olur.” Bkz: http://www.ittihad.com.tr/index.php?option=com_content&task=view&id=321&Itemid=30

35- Bu konuda son devir Ehl-i Sünnet alimlerinden Ebubekir Sifil’in görüşü şöyledir:

[Said Nursi merhumun, hadislerde haber verilen “ahir zaman mehdisi” olduğu kim(ler) tarafından ileri sürülüyorsa, esasen bu müddeanın delilini de onların getirmesi gerekir; doğrusu budur.
Ancak yukarıdaki sorunun muhatabı olarak benim söyleyebileceğim şudur: Gerek Mehdi’nin, zuhurunu haber veren hadislerde mezkûr özellikleri, gerekse Said Nursi merhumun eserlerinde müteaddit yerlerde Mehdi hakkında söyledikleri göz önünde bulundurulduğunda, onun “ahir zaman mehdisi” olduğunu söylemek mümkün görünmemektedir.
Her şeyden önce ilgili rivayetlerde Mehdi’nin zuhur edeceği ortam oldukça net biçimde tasvir edilmiştir. Söz konusu tasvirlerden anlaşılan odur ki, Mehdi’nin zuhur edeceği zaman diliminde ve sonrasında dünyada küresel bir kargaşa olacaktır. Said Nursi merhumun Mehdi olduğunu söyleyenler ise lokal bir durumu ve onun aktörlerini çeşitli zorlama tevil ve benzetmelerle –deyim yerindeyse– “anlam genişlemesine uğratarak” rivayetlerle mutabık hale getirmeye çalışmaktadırlar.
İkinci olarak –yukarıda da söylediğim gibi– “ahir zaman mehdisi”nin hadislerde bildirilen kişisel özellikleri ile Said Nursi merhumun özellikleri birbirine uymamaktadır. Mehdi, Hz. Peygamber (s.a.v)’in soyundan gelecek ve –tıpkı Hz. Peygamber (s.a.v) gibi– babasının ismi Abdullah, kendi ismi ise Muhammed olacaktır. Ayrıca Mehdi, İslam ordusunun başında fiilen savaşacaktır. Onun döneminde Hz. İsa (a.s) nüzul edecek ve Deccal zuhur edecektir.
Bunların hiç birinin Said Nursi merhum için söylenemeyeceği açık olduğu gibi, merhumun, Mehdi konusunu işlediği yerlerde söyledikleri de, bu sıfatın kendisi hakkında kullanılmasına imkân verir nitelikte değildir. Konu hakkında kelam ettiği hemen her yerde hep üçüncü şahıs kipiyle konuşmuş, “şöyle olacak, böyle gidecek…” tarzında ifadeler kullanmıştır.
Bütün bunlardan daha önemlisi, merhum henüz hayattayken –tabii ki muhalifleri tarafından– “mehdilik” iddiasında bulunmakla suçlanmıştır. Acaba Said Nursi merhumun bu suçlama hakkındaki tavrı ne olmuştur?
“Şualar”ın “Ondördüncü şua” kısmında yer alan ifadelerini birlikte okuyalım:
“İddianamede benim hakkımda dört esas var.
“Birinci esas: Güya bende tefahur ve hodfuruşluk var ve kendimi müceddit biliyorum.
“Ben bütün kuvvetimle bunu reddederim. Hem mehdîlik isnadını hiç kabul etmediğime bütün kardeşlerim şehadet ederler. Hattâ Denizli’deki ehl-i vukuf “Eğer Said mehdîliğini ortaya atsa bütün şakirtleri kabul edecek” dediklerine mukabil, Said, itiraznamesinde demiş ki: “Ben Seyyid değilim. Mehdi Seyyid olacak” diye onları reddetmiş…”
Keza “Tarihçe-i Hayat”ın “Afyon Hayatı” kısmında da şöyle demiştir:
“Bazı emarelerle bildim ki, gizli düşmanlarımız, Nurların kıymetini düşürmek fikriyle, siyaset mânâsını hatırlatan Mehdilik dâvâsını tevehhüm ile, güya Nurlar buna bir âlettir diye, çok asılsız bahaneleri araştırıyorlar. Belki benim şahsıma karşı bu işkenceler, bu evhamlarından ileri geliyor. Ben, o gizli zâlim düşmanlara ve onları aleyhimizde dinleyenlere derim: Hâşâ, sümme hâşâ! Hiçbir vakit böyle haddimden tecavüz edip iman hakikatlarını şahsiyetime bir makam-ı şan ü şeref kazandırmaya âlet etmediğime bu yetmiş beş, hususan otuz senelik hayatım ve yüz otuz Nur Risaleleri ve benim ile tam arkadaşlık eden binler zâtlar şehadet ederler…”
Konu hakkında ayrıca “Ondördüncü şua”nın yukarıda naklettiğim kısım dışında birçok yerine ve “Kastamonu Lahikası”, 73. ve 118. mektuplara da bakılabilir.]
Bkz: http://www.ebubekirsifil.com/index.php?sayfa=detay&tur=gazete&no=204

(Devam edecek)


“Suriye İşi” Hem Çok Karışık, Hem De Çok Riskli -9-
Murad Salih
10.10.2011



Getiriyor ama bu yazının konusu o değil...

Biz bu konuya niçin girdik?

Çünkü “Suriye işi” Süfyan’ın tanınması, açığa çıkması ve açıklanması ile çok bağlantılı bir iş...

***

Önce Deccal ile Süfyan’ı birbirinden kesinlikle ayırmak gerekiyor. Çünkü bu iki kötülük kaynağı yaptıkları kötülükler birbirlerine çok benzediği için sıklıkla karıştırılıyor:

[SEKİZİNCİ MES'ELE: Rivayetler, Deccal'ın dehşetli fitnesi İslâmlarda olacağını gösterir ki, bütün ümmet istiaze etmiş.

لاَ يَعْلَمُ الْغَيْبَ اِلاَّ اللّهُ Bunun bir te'vili şudur ki: İslâmların Deccal'ı ayrıdır. Hattâ bir kısım ehl-i tahkik İmam-ı Ali'nin (R.A.) dediği gibi demişler ki: Onların Deccal'ı Süfyan'dır. İslâmlar içinde çıkacak, aldatmakla iş görecek. Kâfirlerin Büyük Deccal'ı ayrıdır.]
(36)

İslam’ın deccalı Süfyan müslümanların içinden çıkacak fakat, irtidat ederek kâfir olacak; ama küfrünü gizleyerek müslümanları aldatarak fitnesini yaygınlaştıracak.

[Bir rivayette, "İslâm Deccalı Horasan taraflarından zuhur edecek" denilmiş. (Kenzü’l-Ummal, 11:261,301; Şerü’s-Sünne, Begavi, 7:326).
(Gaybı ancak Allah bilir.) Bunun bir tevili şudur ki: Şarkın en cesur ve kuvvetli ve kesretli kavmi ve İslâmiyetin en kahraman ordusu olan Türk milleti, o rivayet zamanında Horasan taraflarında bulunup daha Anadolu’yu vatan yapmadığından, o zamandaki meskenini zikretmekle Süfyanî Deccal onların içinde zuhur edeceğine işaret eder.]
(37)

Said Nursî hazretleri yukarıdaki iktibasta Süfyan’ın Türklerin içinden zuhur edeceğini söyle miyor mu?

Evet...

Pekiyi...

Bir de şu Hadis-i Şerif’e bakalım:

[- Naitn b. Hammad, Kâab'cian tahric elti, O şöyle dedi:
“Beni Abbas'ın değirmeni döndüğü zaman, bayrak sahipleri atlarını Şam'da zeytin ağaçlarına bağladığı zaman ve bu ordu ile Allah'ın," Esheb ve ailesini" yok ettiği zaman, onlardan kaçacak ve saklanacak kimsenin kalmadığı zaman... Caferiler ve Abbasiler düştüğünde, "Ciğer yiyen oğullarının " (Süfyaninin) Şam minberine oturduğunda Berten kavmi de Şam'a geldiği zaman, işte bu Mehdi'nin çıkış alâmetidir.”]
(38)

[“Hadisi şerif. (..) “Süfyan askerleri, Şam bölgesinde zeytin ağaçlarının dibine atlarını bağlamadıkça, atlarını bağlayıp dinlendirmedikçe (..)”
Ben Şam’a gittim. Bu Hadis-i Şerif’i okuduğumda Antakya’da, Hatay’da zeytin ağacının olduğunu bilmiyordum, gerçekten bilmiyordum. Oralara gidince aaa bi baktım, ben zeytini birtek ege bölgesinde var zannediyorduk. Aaa, ordada zeytin ağaçları var. Biz Şam’a kadar gittik aaa baktım taze taze o Şam yolundan, Dimeşk yolunda zeytin ağaçları dikmişler. Eyvah dedim ya, hadisi şerif nasıl tecelli ediyor. Süfyan orduları, (..), o bölgeye gelip yerleşmedikçe, oturmadıkça, o ordular o zaman için at, ordunun silahı, ordunun bineği, o ordular oraya yerleşmedikçe (..)”]
(39)

Allah Resûlü, "Sizleri benden sonra çıkacak yedi fitneden sakındırırım" buyururken, "Şam'ın merkezinde zuhur edecek” Süfyanî fitneyi de bunlar arasında saymıştır.(40)

Şimdi ne oldu?

Süfyan Müslümanların içinden ve Türkler arasından (Türkiye'den) çıkacak...

Fitnesini müslümanları altadarak yaygınlaştıracak...

Çünkü müslümanların içinden çıktığı halde dininden dönüp kâfir (mürted) olacak ama bunu gizleyecek; işini münafıkane görecek...

Belki de, asıl yüzünü ordularını oraya gönderip yakıp yıkarak işgal ettikten sonra, “Şam’ın merkezi”nde gösterecek...

( Bilad-ı) Şam’ın kadim (en eski) merkezi neresi?

Dımaşk, yani bugünkü Suriye’nin başkenti Şam...

Ve büyük ihtimalle...

Suriye’ye (Bilad-ı Şam’ın merkezine) hangi müslüman ülke ordularını işgal için sokarsa...

O ülkenin devlet veya hükümet başkanı Allah Resulü’nün 1400 küsur yıl önceden ümmetini fitnesinden sakınmaya davet ettiği Süfyan olacaktır...

Yarına kimin sağ çıkacağını bugünden bilemeyeceğimize göre; Süfyan’ın adını bugünden teleffuz etmemiz de mümkün değildir...

Ancak bu tablo bugünden o güne (Süfyan’ın ordularının Şam’a giriş gününe) kadar değişmezse; Süfyan’ın kim olabileceği aşağı yukarı belli olmuş durumdadır.

Ogüne kadar Müslümanları müslüman görünerek aldatmayı başaran ve fitnesini sinsice yaygınlaştıran Süfyan’ın gerçek yüzü “Şam’ın merkezi”nde ortaya çıktığında, onun peşinden koyunlar gibi giden müslümanların, hali ne olacak onu bilemem...

İşte “Suriye işi” bu yüzden hem çok karışık hem de çok riskli...

Bu yazdıklarımızın Süfyan’a bir tesiri olmasını elbette beklemiyoruz...

O misyonunu vakti geldiğinde “gururla” ifa edecektir...

İkazımız Süfyan’ı Müslüman zannederek onun peşinden gidecek müslümanlaradır:

Bu "Suriye işi" hayırlı bir iş değil...

Suriye’ye kim haçlı çıkarlarını korumak için ordu gönderiyorsa o gidiş hayırlı bir gidiş değildir...

Kendizi, evlâtlarınızı, yakınlarınızı, sevdiklerinizi Süfyan’dan ve Süfyan’ın ordularından uzak tutmaya çalışınız...

“Görelim Mevlâm neyler...”

Dipnotlar:

32-) Maidet-ül Kur’an sh: 27. ( Bediüzzaman Hazretlerinin bir talebesi olan Ahmed Feyzi’nin yazıp Üstad’a verdiği bir risaleciği olan Maidet-ül Kur’an’ı, Said Nursi hazretleri bizzat tashih edip Tılsımlar Mecmuasının sonuna dahil etmiştir. Fakat sonra zamanın nezaketi vs. durumlardan ve maslahata binaen o devrede çıkarılmıştır. Fakat o risale Risale-i Nur Külliyatının neşredilmeyen kısımlarına kabul edilmiştir. Yani muhteviyatı Bediüzzaman Hazretlerinin tasdikinden geçmiştir.)

33- Bediüzzaman said Nursi, Şualar sh: 593.

34- “İslam memleketindeki dini kusurlar, gayretullaha daha çok dokunuyor. Yani İslam Deccalı’nın tahribatı ehemmiyete alınmalıdır. Sadece Büyük Deccal’ın insanlık dünyasında yaptığı inkarı Uluhiyyet (ateizm) ve komünizim gibi dinsizlik cereyanlarına hassas olup, İslam Deccalı’nın sinsice ve münafıkane yaptığı tahribatlar çeşitli mülahazalarla nazara alınmazsa hakiki hizmet yapılmamış olur. Hatta Süfyaniyetin devamına sebebiyet verilmiş olur.” Bkz: http://www.ittihad.com.tr/index.php?option=com_content&task=view&id=321&Itemid=30

35- Bu konuda son devir Ehl-i Sünnet alimlerinden Ebubekir Sifil’in görüşü şöyledir:
[Said Nursi merhumun, hadislerde haber verilen “ahir zaman mehdisi” olduğu kim(ler) tarafından ileri sürülüyorsa, esasen bu müddeanın delilini de onların getirmesi gerekir; doğrusu budur.
Ancak yukarıdaki sorunun muhatabı olarak benim söyleyebileceğim şudur: Gerek Mehdi’nin, zuhurunu haber veren hadislerde mezkûr özellikleri, gerekse Said Nursi merhumun eserlerinde müteaddit yerlerde Mehdi hakkında söyledikleri göz önünde bulundurulduğunda, onun “ahir zaman mehdisi” olduğunu söylemek mümkün görünmemektedir.
Her şeyden önce ilgili rivayetlerde Mehdi’nin zuhur edeceği ortam oldukça net biçimde tasvir edilmiştir. Söz konusu tasvirlerden anlaşılan odur ki, Mehdi’nin zuhur edeceği zaman diliminde ve sonrasında dünyada küresel bir kargaşa olacaktır. Said Nursi merhumun Mehdi olduğunu söyleyenler ise lokal bir durumu ve onun aktörlerini çeşitli zorlama tevil ve benzetmelerle –deyim yerindeyse– “anlam genişlemesine uğratarak” rivayetlerle mutabık hale getirmeye çalışmaktadırlar.
İkinci olarak –yukarıda da söylediğim gibi– “ahir zaman mehdisi”nin hadislerde bildirilen kişisel özellikleri ile Said Nursi merhumun özellikleri birbirine uymamaktadır. Mehdi, Hz. Peygamber (s.a.v)’in soyundan gelecek ve –tıpkı Hz. Peygamber (s.a.v) gibi– babasının ismi Abdullah, kendi ismi ise Muhammed olacaktır. Ayrıca Mehdi, İslam ordusunun başında fiilen savaşacaktır. Onun döneminde Hz. İsa (a.s) nüzul edecek ve Deccal zuhur edecektir.
Bunların hiç birinin Said Nursi merhum için söylenemeyeceği açık olduğu gibi, merhumun, Mehdi konusunu işlediği yerlerde söyledikleri de, bu sıfatın kendisi hakkında kullanılmasına imkân verir nitelikte değildir. Konu hakkında kelam ettiği hemen her yerde hep üçüncü şahıs kipiyle konuşmuş, “şöyle olacak, böyle gidecek…” tarzında ifadeler kullanmıştır.
Bütün bunlardan daha önemlisi, merhum henüz hayattayken –tabii ki muhalifleri tarafından– “mehdilik” iddiasında bulunmakla suçlanmıştır. Acaba Said Nursi merhumun bu suçlama hakkındaki tavrı ne olmuştur?
“Şualar”ın “Ondördüncü şua” kısmında yer alan ifadelerini birlikte okuyalım:
“İddianamede benim hakkımda dört esas var.
“Birinci esas: Güya bende tefahur ve hodfuruşluk var ve kendimi müceddit biliyorum.
“Ben bütün kuvvetimle bunu reddederim. Hem mehdîlik isnadını hiç kabul etmediğime bütün kardeşlerim şehadet ederler. Hattâ Denizli’deki ehl-i vukuf “Eğer Said mehdîliğini ortaya atsa bütün şakirtleri kabul edecek” dediklerine mukabil, Said, itiraznamesinde demiş ki: “Ben Seyyid değilim. Mehdi Seyyid olacak” diye onları reddetmiş…”
Keza “Tarihçe-i Hayat”ın “Afyon Hayatı” kısmında da şöyle demiştir:
“Bazı emarelerle bildim ki, gizli düşmanlarımız, Nurların kıymetini düşürmek fikriyle, siyaset mânâsını hatırlatan Mehdilik dâvâsını tevehhüm ile, güya Nurlar buna bir âlettir diye, çok asılsız bahaneleri araştırıyorlar. Belki benim şahsıma karşı bu işkenceler, bu evhamlarından ileri geliyor. Ben, o gizli zâlim düşmanlara ve onları aleyhimizde dinleyenlere derim: Hâşâ, sümme hâşâ! Hiçbir vakit böyle haddimden tecavüz edip iman hakikatlarını şahsiyetime bir makam-ı şan ü şeref kazandırmaya âlet etmediğime bu yetmiş beş, hususan otuz senelik hayatım ve yüz otuz Nur Risaleleri ve benim ile tam arkadaşlık eden binler zâtlar şehadet ederler…”
Konu hakkında ayrıca “Ondördüncü şua”nın yukarıda naklettiğim kısım dışında birçok yerine ve “Kastamonu Lahikası”, 73. ve 118. mektuplara da bakılabilir.]
Bkz: http://www.ebubekirsifil.com/index.php?sayfa=detay&tur=gazete&no=204
36-) Bediüzzaman said Nursi, Şualar, 5. Şua, ÜÇÜNCÜ KÜÇÜK MESELE.

37- Age., SEKİZİNCİ MES'ELE.

38- CELÂLEDDİN SUYUTI'NİN TASNİFİNDEN HADİSLER AHIR ZAMÂN MEHDİSİNİN ALAMETLERİ sh:41

39-) Bu bölüm, Mevlevî dergahı şeyhlerinden Bayındırlı Hacı Mustafa ÖZBAĞ efendinin, 02 Haziran 2007 ile 11 Ağustos 2007 tarihleri arasında Karabaş-i Veli Tekkesinde cumartesi akşamları yapmış olduğu sohbetlerden derlenen konuşma metinlerinden iktibas edilmiştir.
Sohbetin bu hadis-i Şerif’le ilgili bir başka bölümü de şöyledir:
[Enteresan hadis: “Ben-i Abbas’ın değirmeni döndüğü zaman, bayrak sahipleri atlarını”, hadisleri yi dinleyin, bu hadisleri açıklıcaz tekrar yerli yerine koycaz, “bayrak sahipleri atlarını Şam’da zeytin ağaçlarının arasında bağladığı zaman ve bu ordu ile Allah’ın ezhep ve ailesini yok ettiği zaman, onlardan kaçacak, saklanacak kimsenin kalmadığı zaman, Caferiler ve Abbasiler düştüğünde ciğer yiyen oğulların, yani süfyanın Şam minberine oturduğunda berberi kavmi de Şam’a geldiği zaman işte bu Mehdi’nin çıkış alametidir”. Hadis Naim bin Kabban Hammad nakletmiş. Şimdi tekrar, tek tek, madde madde iyi dinleyin. Madde madde yorumlucaz.

Ben-i Abbas değirmeni döndüğü zaman: Hz. Abbas Mekke’den Medine’ye hicret etmedi. Mekke’deki işi faizle iştigal etmekti, yani para satardı ve Resulullah sallallahu aleyhi ve selem hazretleri, onun Mekke’de para satmasını, faizcilik yapmasını men etmedi. Ne zaman Mekke fetholdu, Mekke’de İslam tecelli etti, İslam hukuku tecelli etti, Allah Resulu hutbeye çıktı: “İlk kaldırdığım faiz, amcam Abbas’ın faizleridir” dedi ve “ Faizi bugün aldım ayağımın altına ezdim, çiğnedim.” dedi. Demek ki, gün gelecek Abbas’ın değirmeni döncek. Yani, faiz meşru hale gelcek. Faiz meşru hale gelcek, şimdi bütün dünya üzerinde faiz meşru hale geldi mi? Geldi. Elektriği ödemeyen faiz öder, telefonu geç yatır faiz öder, doğalgazı geç yatır faiz öder, doğru mu? Doğru. Vergi dairesine vergini geç yatırırsan faiz ödersin. Herhangi bir şeyi geç yatır, faiz ödersin. Şimdi büyük işletmeler, büyük firmalar herhangi bir ödemeyi veya herhangi bir parayı geç ödediğinde faiz alıyor mu? Alıyor. Meşru hale geldi mi? Geldi. Demek ki, Ben-i Abbas’ın değirmeni dönmeye başlamış. Bu göründü mü bütün ümmeti muhammedin içersinde? Görüldü. Bu zaten görünen bir şeydi, koyduk kenara.

“Şam’da zeytin ağaçlarına bağladığı zaman ve bu ordu ile” demek ki, Şam bölgesi şu; şimdiki Şam değil, Dimeşk değil. Onun adı Dimeşk’tir. Şam dendiğinde Irak, Suriye’nin büyük bir kısmı, Irak’ın büyük bir kısmı, İran’ın bir kısmı, Türkiye’nin de doğu ve güneydoğu komple, doğunun bir kısmı hatta Konya’ya kadar coğrafik olarak eski dilde Şam bölgesidir. Demek ki Şam’a, zeytin ağaçlarının dibine bayrak sahipleri atlarını bağlıcak. O bildiğimiz beygir değil bunlar. Bayrak sahibi deyince devlet akla gelir. Eski dilde devletlerin bayrakları olur. Şuanda da devletlerin bayrakları var. Demek ki Şam bölgesine, zeytin ağaçlarının dibine herkes savaş araçlarını, askerlerini dolduracak, bağlıcak. Şam bölgesine askerler gelcek, yığılcak askerler. Şimdi yığıntı yapılıyor mu askerler? Nereye gidiyor askerler? Şam bölgesine gidiyor. Ve Şam bölgesinde bir yığılma var mı? Var. Ondan önce Şam bölgesini bombaladılar, başkaları da geldi oraya oturdu mu? Amerika geldi oturdu mu? Geldi oturdu.

Hadisi şerife bak, diyor ki: “Şam bölgesine, ağaçların dibine bayrak sahipleri gelip oturduğu zaman.” Bayrak sahipleri gidiyor şimdi oraya ve ortadoğuya, ortadoğuya komple, bütün dünya devletleri asker yığıyor. Görüntülü veya görüntüsüz. (..)İsrail de oraya asker yığıyor, Amerika da asker yığıyor, İngiltere de asker yığıyor, Avrupa devletleri de asker yığıyor. Burdaki illaki asker resmi asker olması şart değil. Orda gizli ajanları var, gizli örgütleri var.(..) . Hadisi şerifin sonunu dinleyin bakın: “Ordaki ordu ile ezhep ve ailesini yok ettiği zaman. (..)Ya bu o Irak’taki kimseye ait, Irak devlet başkanına ait, ya da Suriye devlet başkanına ait bu. Ya da Şam şuan ki Dimeşk’in başında bulunan. Burda “ezhep ve ailesi” diyor, ezhep burda ne? Hafız Esad! Yakındır. Suriye’de de bir karışıklık olup, Suriye’de devleti idare edenlerin kaççak yer arayıp ve onların enselendiği, yakalanıp öldürülceği zaman. Hedef Suriye’dir ve ordaki o insanlar. Irak’ta mesele bitti, ve orda hedefte Suriye var, ardından ne var? Ardından Caferiler var, yani İran var, farisiler var. Ve ordaki kim var? Abbasiler var, yani Abbasi dediği Sünniler, ordaki Abbasi imparatorluğundan kalan kalıntılar. Onlar da düştüğü zaman, yani orda o kadar hercü merc olcak ki, orda kimin kimi öldürdüğü belli olmacak, orda kimin haklı kimin haksız olduğu belli olmucak. İran, Suriye, Irak, Lübnan kangölü olcak. Türkiye’nin güneydoğusu da buna dahil. O hercü mercü yaşıcak orası. O hercü mercü tadçak. O oluk oluk kanları izlicek insanlar. Hala da izlemiyor musunuz?]

40-} [Hz. Halid ibn-i Urfuta RA
18/11. “Sizleri benden sonra vuku bulacak yedi fitneden sakınmaya davet ederim: Medineden çıkacak bir fitne, Mekke'den çıkacak bir fitne, Yemen'den çıkacak bir fitne, Şam'dan çıkacak bir fitne, şarktan çıkacak bir fitne, garbdan çıkacak bir fitne... Bir fitne de Şam'ın merkezinden zuhur eder ki, işte bu Süfyânî'nin fitnesidir. (Mehdi AS'dan bir sene evvel çıkacak bir fitne.)]Bkz: http://www.dervisan.com/kitap/kiyamet/kucuk.htm


"Batı ve Arap medyasındaki Suriye haberleri tek yanlı ve dezenformatif"
15 OCAK 2012


BBC'nin haberi:

Suriye haberlerinde medya özeleştirisi

İngiliz gazeteci Patrick Cockburn, Independent on Sunday gazetesindeki yazısında Suriye'den gelen haberlere atfedilen güvenilirliği sorguladı.

"Hiç bir gazeteci sadece ‘güçlü söylentiler’e dayanarak katliam, işkence ve toplu tutuklama haberleri yapamaz. Her televizyon, gazete ya da radyonun editörü bu tür bir haberi reddeder. Ama ya gazetecimiz ‘söylenti’ sözcüğünü çıkarıp kaynak olarak yerine 'YouTube' ya da 'blog yazarı' kelimesini koyarsa... En azından son zamanlardaki deneyimimiz gösteriyor ki, editörler buna onay vermekle de kalmayıp muhtemelen gazeteciyi interneti akıllıca kullandığı için tebrik ediyor."

"BBC ve diğer televizyon kanalları her akşam Suriye'den kargaşa görüntüleri yayınlayıp, bunların doğru olup olmadığını bilmediklerini söylüyor. İnsanlarsa haklı olarak, BBC ve diğer kanallar bu görüntülerin gerçekliğinden emin olmasalar bunu haberlerine tek kaynak olarak kullanmayacaklarını düşünüyor. Yazılı basında da blog yazarları kendilerine aynı şekilde kolayca yer buluyor."

Cockburn, doğru açıdan çekildiğinde küçük bir gösterinin büyük görüneceğini, bir kentin bir sokağındaki çatışmanın 'onlarca kasabada çatışmalara kanıt' olarak gösterildiğini belirtiyor.

"Teknik ilerlemeler hükümetlerin bilgiyi bastırmasını zorlaştırdı. Ama propagandacının işini de kolaylaştırdı.

"Irak'ın işgali sırasında Avrupa ve Washington'da siyasi elitler bölünmüş olduğundan gazetecilerin farklı görüşler dile getirmesi kolaylaştı. Ama bugün yabancı medyada isyancıları haklı, var olan hükümetlerin haksız olduğu gibi ezici bir görüş birliği var. BBC gibi kurumlar için çok dengesiz yayınlar birden kabul edilir hale geldi.

"Kuruluşundan bu yana Orta Doğu'da bilgi üzerinde devlet tekelini kırmak için büyük emek veren El Cezire de maalesef bugün Libyalı ve Suriyeli isyancıların eleştirel olmayan propaganda koluna dönüştü.

"Suriye muhalefetinin isyanının başarıya gerçekte olduğundan daha yakın olduğu izlenimi vermesi gerek. Suriye hükümeti, protestocuları bastıramadı, ama onlar da hala rejimi devirmekten uzak.

"Sürgündeki liderler Batının Libya'da olduğu gibi kendi lehlerinde bir askeri müdahalede bulunmasını istiyorlar, oysa koşullar çok farklı. Medyayı manipüle etmenin amacı Batı ve Arap müttefikleri bu koşulların var olduğuna ikna etmek. İnternetten pompalanan dezenformasyon bulutunun altında bu yatıyor."

ABD Suriye'deki Büyükelçiliğini Kapatıyor
21 Ocak 2012

ABD, Suriye'deki güvenlik durumundaki kötüleşme nedeniyle bu ülkedeki büyükelçiliğini kapatmayı planladığını bildirdi.

Amerikan dışişleri bakanlığından yapılan açıklamada, ''özellikle bomba yüklü araçlarla düzenlenen saldırıların artmasının ardından, Şam'daki güvenlik durumunun bozulmasından ve Amerikan diplomatik personelinin güvenliğinden duyulan kaygı'' dile getirildi.
Açıklamada, büyükelçiliğin korunması amacıyla ek güvenlik tedbirleri alması için Suriye hükümetine çağrıda bulunulduğu, Şam'ın bu talebi ''incelemekte olduğu'' kaydedildi.
Amerikan dışişleri bakanlığı açıklamasında, önümüzdeki günlerde somut tedbirler alınmaması durumunda büyükelçiliği kapatmaktan başka bir seçenek kalmayacağı belirtildi. TRT



Kılıçdaroğlu: "Emperyalistlere taşeronluk yapmayacağız!

18 Mart 2012
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, ''Birileri Suriye'ye girmiyor, Türkiye'nin sırtını sıvazlıyor Suriye'ye girin diye. Emperyalist güçlere taşeronluk yapmayacağız'' dedi.

Kılıçdaroğlu, Türkiye Harp Malulü Gaziler Şehit Dul ve Yetimleri Derneği Niğde Şubesi'nin açılış töreninde yaptığı konuşmada, şöyle devam etti:

''Afganistan'dan 12 şehidimiz geldi. Şu soruyu soracağız kendimize, 'Afganistan'da ne işimiz vardı?' 1 Mart tezkeresine 'hayır' dedik, yoksa Irak'tan yine yüzlerce, binlerce şehit gelecekti. Suriye'yi de oturup düşünmeliyiz. Birileri Suriye'ye girmiyor, Türkiye'nin sırtını sıvazlıyor Suriye'ye girin diye. Suriye bizim komşumuz, kardeşimizdir. Emperyalist güçlere taşeronluk yapmayacağız, bunun sözünü veriyoruz sizlere. Biz kendi ülkemizde barış içinde, huzur içinde yaşamak istiyoruz, kardeşçe yaşamak istiyoruz. Kişinin inancı, kimliği ne olursa olsun, bu coğrafyada aynı havayı teneffüs ediyoruz. Barış, huzur ve kardeşlik içinde yaşamak istiyoruz. Özgürlüğümüzü ve bağımsızlığımızı kimse elimizden alamaz. Halkımızı, insanımızı, bütün insanları seviyoruz.''
Haber1001

Suriye Annan Planı'nı kabul etti
27 MART 2012



Suriye yönetiminin Birleşmiş Milletler Özel Elçisi Kofi Annan'ın sunduğu barış planını kabul ettiği açıklandı.
Sözcüsü, Annan'ın bu kararı "şiddet ve kan dökülmesine son verebilecek, muhtaçlara yardım ulaştıracak, Suriye halkının meşru taleplerinin yerine getirilmesi için siyasi diyalog sağlanmasına elverişli ortam yaratacak önemli bir ilk adım olarak gördüğünü" söyledi.

Annan'ın 10 gün kadar önce Suriye yönetimine sunduğu ve şimdi dünya başkentlerinde ele aldığı altı maddelik plan, Cumhurbaşkanı Beşar Esad'ın yerleşim merkezlerinden askerlerini çekmesini, tüm tarafların çatışmalara en azından günde iki saat ara vererek insani yardımın ulaşmasına olanak vermesini, yönetimin isyan sürecinde gözaltına aldığı kişileri serbest bırakmasını öngörüyor.

Bu adımları atması için Şam yönetimine bir takvim dayatılmazken, Cumhurbaşkanı Esad'a görevden ayrılma çağrısı da yapılmıyor.
Sözcü Ahmed Fevzi, planın başarısının uygulanışında yatacağını vurguladı, Annan'ın tüm taraflarla her düzeyde işbirliğini sürdüreceğini söyledi.

Annan'ın Barış Planı

1. Suriye halkının istek ve endişelerine yanıt sunacak Suriye öncülüğünde bir siyasi süreç
2. Sivillerin korunması için BM gözetiminde her tür silahlı şiddete son verilmesi
a) Hükümet meskun alanlara asker sevkini ve silah kullanımını durdurup buralarda bulunan askerleri çekecek
b) Muhalefet çatışmalara son verme taahhüdünde bulunacak
3. Tüm taraflar çatışma yaşanan bölgelere insani yardım sevkini sağlayacak ve insani amaçlarla her gün iki saatlik sükunet dönemleri sağlanacak
4. Yetkililer keyfi şekilde tutuklanmış kişilerin serbest bırakılması sürecinin hızını ve kapsamını artıracak
5. Yetkililer ülkede gazeteciler için hareket serbestisi temin edecek
6. Yetkililer toplanma ve barışçı şekilde gösteri yapma hakkına saygı gösterecek.
BBCT

HOMS'DAKI PATLAMALARI ÖNCEDEN HABER ALMAK!..
28 MART 2012

Bu arada, Suriye'den bazı "ilginç" haberler geliyor...

Suriye'deki Batılı basını izleyen Suriye kaynakları, CNN muhabirlerinin, Homs'daki büyük patlamadan önce Homs'a geldiği ve daha patlamadan önce, patlamanın olduğu bölgede kameralarını kurduklarını iddia ediyor. Hedef, oradaki petrol boru hattıydı... (tıklayınız: http://www.politaia.org/terror/cnn-und-der-anschlag-auf-die-pipeline-in-homs-syriatruthnetwork/ )
http://konstantiniye.blogspot.com/








_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Sal Nis 10, 2012 11:18 pm tarihinde değiştirildi, toplam 27 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Pts Eyl 12, 2011 1:08 am    Mesaj konusu: Suriye Düşerse, Türkiye de Düşer Alıntıyla Cevap Gönder

Suriye Düşerse, Türkiye de Düşer
Banu Avar
18.08.2011



Suriye-Türkiye Dostluk Komitesi, Suriye’de yaşayan Türk ve Suriyeli vatandaşların son emperyal saldırıya, karşı durmak için oluşturdukları bir sivil toplum girişimi.

Suriye iş dünyası ile işbirliği içinde ve tabii ki resmi kuruluşlardan izin alarak Türkiye’den bir heyeti Suriye’ye davet ettiler. Ben de davet edilenler arasındayım.

Komite başkanı Prof. dr Mehmet Yuva, bu heyet oluşturulurken, TBMM içindeki bir çok milletvekili ve siyasinin , AKP’den CHP den MHP’den Saadet Partisinden, bir çok ismin, her cenahtan gazetecilerin davet edildiğini söyledi. Ulaşamadığı bazı isimlere ulaşmakta kendisine yardımcı oldum.

Çünkü böylesi bir ziyaretin iki komsu ve akraba millet arasında şart olduğu kanısındayım. Nazlı ılıcak’tan, Reha Muhtar’a kadar, Fatih Altaylı’dan Salih Tuna, İbrahim Karagül’e, Balçiçek İlter’e, Ahmet Hakan’a kadar tüm basın yayın organlarında çalışan gazeteci ve televizyoncular ayrım gözetilmeksizin davet edildi. Bir kısmıyla doğrudan ben görüştüm.

Akademisyen ve çeşitli konuların uzmanları, Kamusen gibi sendika başkanları davet edilmişti. Birçoğunun cevap bile vermediği öğrenildi. Bunda ‚yukarısı ne der’ endişesinin hakim olduğu satır aralarında söylendi.

Emperyal tehdit altında olan, sokaklarında batılı aktivist ve silahlı çetelerin fink attığı, her yanından bir anda pıtrak gibi terörist faaliyet fışkıran Suriye, Arap baharı adı altında bölgeyi çökertme operasyonunda bir halkadır. Farklı batılı istihbarat çeteleri pimi çekilmiş bombaları dara’da, deir ez Zor’da lazkiye’de , şam’da patlatmaya kalkmişlardır. Devlet terör faaliyetlerine karşı orduyu alarma geçirmiştir.

Dışarda yıllardır çöreklenmiş ‚muhalefet’ batı istihbaratı ile eşgüdümlü saldırmaya başlamıştır. Içerde ‚peaceful’ barışcıl (!) eylemciler, tonlarca silahla sokakaları kana bulamış, kamu binalarını yakmış, öldürdükleri insanları köprülerden fırlatmışlardır… Suriye’nin içinde terör orduları ve istihbarat ajanları fink atmaktadır.

Ama küresel basında tek cümleyle özetlenebilir bir haber vardır!: ‚Suriye halkının demokratik taleplerine karşı duran eli kanlı diktatör!’

Soru şu: Neden şimdi tehditler savuranlar, 2011’e kadar onlarca yıldır, baskı zulüm ve demokrasi dışı uygulamaları sözkonusu etmemiştir?!

Bu soruların cevabı onların dilinde ‚konjonktür’!

Bizim için bellidir: Ortadoğunun sırası gelmiştir!

Irak’dan aşağılara kayma /paylaşma vaktidir! Enerji kaynakları su yolları stratejik bölgeler çeteler arasında rekabetin durumuna göre pay edilecektir!

Dolayısıyla ’Kurt, kuzuya ‚suyu bulandırıyorsun. Seni ne yaparsan yap yiyecem!’ demektedir. Bu oyunda kuzuyu yakalayıp boynunu bıçağa hazır etme işi Türkiye’ye verilmek istenmektedir!

Bu haberin kokusu yayıldığında sessiz bir çığlık yeri göğü inletmiştir…

Türk milleti komşu akraba Suriye’ye KARŞI bir müdahaleye DİRENECEKTIR!

Bunu belki de en iyi duyan batının içerdeki adamları, temsilcileri, işbirlikçileridir!

Batının deli gömleği içinde kıvranıp milleti de deli gömleği içine sokmak isteyenler becerememişlerdir.. Ayrıca gelecekleri de belirsizdir…

Küresel çete savaşları içinde kimin üstte kalacağı da belirsizdir. Bu toz duman arasında iki kardeş millet, başlarındakiler ne derse desin elele verecektir. Geçen yüzyılda tüm coğrafya el değiştirecekken, bu yöntemle tarihin akışını değiştirmişlerdir.

Bu bölgede müslümanı müslümana kırdırma oyunu da, etnik savaşlarla bölüp yutarak Asya’nın enerji kaynaklarına uzanma oyunu epey eskidir!

Bu oyuna karşı Avrasya’nın da elinde güçlü kozlar vardır. Ve zamanı geldiğinde bu hain oyunun en sert dönemecinde yani Türkiye İran, Suriye halkasında batının oyunu bir kez daha bozulacaktır.

İşte o nedenle bizler bu millete ve bu milletin akrabası olan kardeş milletlere güveniyoruz. Kirli çete oyunlarına karşı onlarla elele vermeye, sorunlarımızı batılı sırtlanlar araya girmeden kendi aramızda konuşmaya gidiyoruz.

Emperyalizm Ermenistanla Gürcistanla Yunanistan’la İsrail’le Türk heyetlerini kaynaştırmaya çalışırken , gazetecileri kanka ilan ederken alkışlıyorlardı… Şimdi iki komsu ülkenin aydınları , batı dayatması bir maceraya karşı durmak için, bir komşu ve akraba ülkeyi ziyaret ederken hakaret ve çamur kampanyası açtılar.

Küresel çetelerin oyunları ancak bölge ülkelerinin dayanışmasıyla bozulur. O nedenle İran Suriye Türkiye Rusya arasındaki herhangi bir yakınlaşma Batılı çevreler ve işbirlikçilerinin ödünü koparır.

Provokasyonlar, suikastler, terör eylemleri sahneye konur… Bölge ülkeleri arasına kama sokulur! Çamur kampanyaları sahibinin sesi ekranlardan yayılır: ‚

Onlar Suriye ajanı! Ergenekonun Suriye kolu!’ ‚zaten ne Arabın yüzü ne Şam’ın şekeri!’

Hem arap’ın yüzü hem şamın şekeri!

Onlar bizim akrabalarımız..

Bizim derdimiz ne Esad’a destek olmak ne baas partisini savunmak.. Hiçbiri sütten çıkmadı..

Ama kardeş ve akraba Suriye halkıyla elele, bu bölgede kurulan kapandan çıkabiliriz…Tüm dengeleri bozacak bir ülkeler arası çatışma, bu coğrafyayı yüzyıllarca sürecek bir istikrarsızlığa mahkum edecektir. Ortadoğunun ortasında duran israil kördüğümü gibi 2. 3. 4. kördüğümler meydana getirecektir. Ve böylesi bir müdahale Türkiye’yi de yokedecektir.. O nedenle diyoruz ki:

Suriye düşerse, Lübnan düşer, Suriye düşerse İran düşer, Suriye düşerse Türkiye düşer…

Avrasya kilidi dağılır… O kapıdan girenler Avrasyayı mahveder..

Ve Türkiye müdahil olmadan bu bölgede Batı kanlı heveslerini hayata geçiremez.

İşte o nedenle Suriye ve Türkiye’deki akil insanlar, aydınlar, gazeteciler, siyasi şahsiyetler, sanatçılar Suriye Türkiye Dostluk hareketi çatısı altında bu gidişe DUR! Diyecekler.

Emperyal hedefler uğruna bölgemizin kana bulanmasına izin vermeyecekler.

Türkiyeyi yönetenler, hergün şehit veren bu ülkeyi kimin kana buladığını bilmektedirler. Kandil’den Kuzey ırak’dan çıkan yılanın başı Pentagon’da NATO’da Birleşmiş Milletler’de AB’ organlarının içindedir.

Savaşacaksak onlarla savaşılır.. Tehdit altında bırakılan bölge ülkeleriyle değil!

www.banuavar.com



AKP’NİN TAŞERONLUĞU MECBURİYETTEN
A. Metin Akpınar
AĞU 20. 20011



Suriye Arap dünyasının en güçlü ve önemli ülkelerinden biridir, İran’ın bölgedeki en iyi, belki de tek dostudur. Yıllardır İsrail’e karşı Filistinlilerin hakkını korumaya çalışmış, bu uğurda ağır bedeller ödemeyi göze almıştır. Batı’nın ille de ele geçirmek istediği ülkelerin başında yer almaktadır.

Irak’ta ve Afganistan’da verdikleri ağır kayıplar nedeniyle Batı halkları Ortadoğu’da yeni bir savaşa bulaşmak istemiyorlar. Bu nedenle ABD ve AB ülkeleri Suriye’nin üzerine Türkiye’yi sürmek istiyorlar.

Başbakan Suriye’deki gelişmelerin Türkiye’nin içişi olduğunu söyleyerek Batı’nın tetikçisi olacağını ilan etti.

Batı medyası Suriye’ye karşı tutumundan dolayıBaşbakan Erdoğan’ı göklere çıkaran yazılarla dolup taşıyor. Esad’ı durdurursa ancak Recep Tayyip Erdoğan durdurur türünden yazılar bunlar. Bizim yandaş gazeteler bu yazıları her gün haber yapıyor, yandaş kanallar da bu yazıları her sabah Recep Tayyip Erdoğan’a tapınma kıvamında, adeta ilahi okur gibi okuyor.

CIA ajanlarının ve ABD elçilerinin en önemli görevi bulundukları ülkenin sivil ve askeri bürokratlarıyla, kabine üyeleriyle, başbakanıyla, cumhurbaşkanıyla ilgili bilgi toplamaktır. ABD, zamanı geldiğinde bu bilgileri şantaj aracı olarak kullanmaktan çekinmez.

Mesela Wikileaks belgelerinden öğrendik ki, Recep Tayyip Erdoğan’la Dolmabahçe’de yaptığı toplantıda eski genelkurmay başkanlarımızdan Yaşar Büyükanıt, CIA ajanlarının kendisi hakkında oluşturduğu dosyalarla susturulmuş.

Daha kaç tane generalimiz bu tür dosyalarla susturuldu, ya da kullanıldı, bilen var mı?

Wikileaks belgeleri arasında Başbakanımızın İsviçre bankalarında bazı mevduat hesaplarının olduğu iddiası yer almıştı.

Yandaş medya Deniz Baykal için benzer iddialarda bulununca, Baykal İsviçre Konsolosluğu aracılığı ile edindiği belge ile İsviçre bankalarında kendisinin ve yakınlarının hiçbir hesabının olmadığını kanıtlamıştı. Ama Başbakanımız nedense bu yola başvurmadı.

Libya’da isyan başlayınca Başbakanımız ne demişti, bir hatırlayalım: .

“NATO’nun Libya’da hiçbir işi olamaz.”

Ancak kısa bir süre sonra NATO uçaklarının Libya’yı bombalamaya başladığını,Türkiye’nin bu NATO harekatı içinde yer aldığını gördük.

Önüne ne kondu da, Başbakanımız Libya konusunda tavır değiştirdi?

Başbakanımızın komşularla sıfır problem politikasını ortaya attıktan sonra çok kısa bir süre içinde Suriye ile Türkiye arasındaki ilişkiler tarihte daha önce hiç olmadığı kadar gelişti. Bu gelişmeler olurken Suriye’deki rejim Baas rejimiydi, ülkenin başında da Beşar Esad vardı. O günden bu yana Suriye’de herhangi bir rejim değişikliği olmadı, Esad’ın yerine de bir başkası gelmedi.

Önüne ne kondu da, Başbakanımız bir anda can ciğer komşusuna düşman kesildi.

Diyeceksiniz ki, Arap baharı ile birlikte Suriye’de halk hareketleri başladı da ondan.

Halk hareketleri Bahreyn’de de başladı, Yemen’de de başladı, hala da devam ediyor. Suriye’de demokrasi yoksa Suudi Arabistan’da da yok, körfez ülkelerinde de yok. Ama bizim Başbakanımızın bu ülkelerdeki rejimlere karşı tavır aldığını gören de yok.

Milli Görüşçüler Avrupa ülkelerinde yüzbinlerce vatandaşımızın canını yaktılar. Yeşil sermaye soygunları yıllarca sürdü. O soygunlarda yer alan Milli Görüşçülerin ezici çoğunluğubugün AKP saflarında siyaset yapıyor.

Can alıcı soru şu:

Başta Almanya olmak üzere, Avrupa ülkelerinin elinde o soygunlarla ilgili belge olmaması mümkün mü?

Başları sıkıştıkça Batı ülkelerinin o belgeleri AKP’nin önüne koymadıklarını kim iddia edebilir?

Batı, yeşil sermayenin perişan ettiği kendi vatandaşı yüzbinlerce insanın dramını neden yıllardır görmezden geldi? Türkiye ile ilgili Wikileaks belgelerine neden yüz çevirdi? Batı ülkelerinde, oğlu, iş adamları tarafından okutulduğu ortaya çıkan bir siyasetçi üç gün bile görevde kalamazken, Batı medyası bizim Başbakanımızın oğlunun ABD’de kimin parasıyla okuduğuyla niye ilgilenmez? Oğlunu okutmaya para bulamayan Erdoğan, nasıl oldu da oğluna gemi alabildi, sorusunu sormaz?

Batı neden AKP’yi yere göğe sığdıramaz?

Türkiye’de kuyruğu ellerinde bir iktidar işlerine geldiği için olmasın sakın?

Kılıçdaroğlu, Suriye’nin aynı Irak gibi mezhep ve ırk temelinde parçalanmak istendiğini, sıranın Türkiye’ye gelmekte olduğunu görüyor, “Türkiye emperyalist ülkelerin taşeronu olmamalı” diyor.

Taşeron olmamak için niyet yetmez, aynı zamanda temiz olmak gerekir.

Çok açık değil mi? Batı, elindeki yolsuzluk dosyalarıyla AKP‘yi teslim almıştır.

AKP’nin taşeronluğu gönüllülükten değil, zorunluluktan kaynaklanıyor; o yüzden taşeronluğu bırakması çok zor.
Odatv.com

ABD, Suriye'deki vatandaşlarını geri çağırıyor
16 Eyll 2011
Anadolu Haber
Amerikan Dışişleri Bakanlığı, Suriye'deki ABD vatandaşlarına ülkelerine geri dönme çağrısında bulundu.

Bakanlık, yayımladığı uyarı notunda, Suriye'de bulunan ABD vatandaşlarından, ticari ulaşım olanakları mevcutken ülkeyi derhal terk etmelerini istedi.

Uyarıda, ülkede yaşanan şiddet olaylarının belirsiz ve istikrarsız bir duruma yol açtığı belirtildi.

Bakanlık ayrıca, Suriye'ye seyahat etmeyi planlayan ABD vatandaşlarının da bu planlarını ertelemeleri gerektiğini bildirdi.





Kuklacının Oyunları ve Pinokyo'nun Halleri
Fatma Sibel Yüksek



Emperyal güçlerin Tayyip Erdoğan'a İslam alemini "hizaya getirmeye" yönelik bir rol verdikleri artık aşikâr. Savaşların yorucu ve masraflı olduğunu görüp bu kez bir "rol model" yaratmaya karar verdiler. Sosyal medya üzerinden patlatılan "Arap baharları" ve akabinde Tayyip Erdoğan'a güçlü bir medya desteği eşliğinde yaptırılan turlar...

Herşey gerçek olamayacak kadar muntazam, gerçek olamayacak kadar organize. Erdoğan'ı karşılayan kalabalıklardan tutun, ellere tutuşturulan afişlere kadar herşeyin parası ödenmiş.

Ve batı, tarihinde hiç bir "müslüman lidere" vermediği desteği Tayyip Erdoğan'dan esirgemiyor. Gaz vermenin dozu abartıldıkça abartılıyor. Batının en etkili yayın organlarında gün geçmiyor ki Tayyip Erdoğan'a övgüler düzen bir başyazı yayımlanmasın.

Bu büyük oyunun planlayıcıları, karşı tarafın rol kapmaya bu kadar aç tutumu karşısında sanki gülümsemekten ve dalga geçmekten de kendilerini alamıyorlar. Desteğin giderek abartılı bir hâl almasını biraz da bu dalgacılığa bağlamak icap ediyor. Köyün delisine "Sen valisin" deyip neşe bulmak gibi...

İsrail bile oynanan oyunun öylesine farkında ki, İsrail'li yetkililer Tayyip Erdoğan bu rüyadan uyanmasın diye adeta çırpınıyorlar. TSK envanterindeki vida sayısını bile bilen bu adamlar, "Türkiye ile savaşmaya gücümüz yetmez" açıklamaları yaparak alenen dalga geçiyorlar.

Tayyip Erdoğan'a verildiği anlaşılan bu rol kalıcı mıdır, yoksa sadece bir "deney" midir şimdilik bilinmiyor.

Planın sarpa sardığı noktalar yok değil. Örneğin, kendisinin inanmadığı bir "laiklik düzenini" Arap toplumlarına satmaya kalkışması iyi olmadı. Tayyip Erdoğan'ın eline konuşma notları tutuşturanlar, genlerinde yatan oryantalizmin tuzağına düştüler ve Arap milliyetçiliğinin doğal direncini hiçe saydılar.

Arap toplumunun şişirilmiş kalabalıklardan ibaret olmadığını, "Türkiye modelinin" öyle hemen kabul görecek bir şey olmadığını çok da iyi hesaplayamadılar.

Tayyip Erdoğan, Araplara laiklik dayatmasında bulunurken, rejim ihraç etmeye çalışan bir adam konumuna düştü. Müslüman Kardeşler hareketinin bu dayatmaya yönelik gözlerden kaçırılmış tepkisi, projede ilk büyük gediğin açıldığını gösterecek önemdedir.

Arap dünyasının Türkiye'yi sorgusuz sualsiz bir model olarak kabul edeceğini düşünmek için Tayyip Erdoğan'ın çevresindeki yalakalar kadar cahil olmak gerekir. (..)

Şu aşamada işi sembollerle , Erdoğan'ı alnından öpen isyancı fotoğrafları ile götürmeye çalışıyorlar, Arap toplumlarının güçlü eğilimlerini görmezden geliyorlar. Diktatörlere karşı birikmiş tepkinin bir anda "Türkiye modeli" sevdasına dönüşeceğini düşünüyorlar. (Ki o diktatörlükler de bizzat bugün sözümona Arap Baharı'nı destekleyen emperyalist devletler tarafından kurulmuş ve korunmuştur. Bu büyük çelişkiyi Hakan Albayrak gibi 'yüreğinin götürdüğü yere giden' adamların bile göremeyişi, bu kesimin rotayı ne kadar kaybettiğini gösterir).

Şimdi, Tayyip Erdoğan'a verilen bu rolün kalıcı bir pozisyona dönüşeceğini düşünenler cenahında sessiz ama büyük bir itiş kakışın yaşandığını müşahade etmekteyiz. Sözümona yeni "İslam dünyası liderinin" etrafında konuşlanmak, ona sesini duyurmak, sözünü geçirmek isteyenler birbirini kırıyor. Akıllarınca, büyük küresel yapılanma içinde yerlerini alacaklar, güçlerine güç, servetlerine servet katacaklar!

Bu manada, Zaman gazetesinde son günlerde belirmeye başlayan "Tayyip Erdoğan eleştirileri" dikkat çekicidir. Zaman gazetesinin cemaatim ABD'deki merkezini en iyi yansıtan yazarı Ali Ünal, “Ustalık dönemiyle ilgili üç endişe” başlığını verdiği yazıda Erdoğan’a "yakınlarından gelen eleştirilere kulak vermeme" siteminde bulunuyor. Hatta, daha da ileri gidip Erdoğan'ı "kendini beğenmişlikle" suçluyor.

Aynı şekilde Bülent Korucu da Tayyip Erdoğan'a "Parti içi muhalefete geçit vermeme" suçlamasında bulunuyor. "Demokratlık" görünümü verilmiş bu tepkileri cemaatin Erdoğan'a yönelik uyarıları olarak okumak gerekir.

Yeni "İslam Alemi Liderini" kolundan, paçasından çekiştirenler, kendi etkisi altına almaya çalışanlar sadece iktidar içi unsurlar değil. Projenin bizzat sahibi olan batıda da Tayyip Erdoğan üzerinde farklı dengelerin savaşı sürüyor. Rolünü abartmasından rahatsız olanlar var, Erdoğan'ın "kontrol dışına çıkabileceği" uyarısında bulunuyorlar. Bir yandan onu "Mustafa Kemal'den sonra en büyük lider" ilan ederken, bir yandan da "Ancak Putin gibi anayasayı değiştirip 2015 ve ötesinde iktidarda kalırsa otoriter eğilimlerinin artabilir' ihtiyatında bulunuyorlar. (Bkz. New Statesman Dergisi).

Timsahların iştahını kabartan bir diğer konu "Kürt açılımı" ve PKK..

Tayyip Erdoğan burada da deyim yerindeyse kapanın elinde kalıyor. MİT-PKK görüşmesinin ortaya çıkması ile Erdoğan'ın halk nezdinde güven katbedeceğini, dolayısıyla teröre karşı daha sert bir tutum izlemesi gerektiğini savunanlar ile Erdoğan'ın MİT-PKK görüşmesinin arkasında durması ve bunu "barış için yeni bir fırsat" olarak değerlendirmesini isteyenler var.

Erdoğan'ın birinci eğilime, yani PKK ile ipleri koparmaya daha yakın bir konumda durması, batıllı kesimleri ve Cengiz Çandar, Mehmet Ali Birand gibi "batılı kalemleri" endişelendiriyor.

Bu manada, The Economist dergisi, "Erdoğan, müslüman ülkelere ilham veriyor" gazını tekrarladıktan sonra, "Kürt sorunu ve Erdoğan'ın giderek şahinleşen tutumu, hükümetin başarılarını etkileyebilir" uyarısında bulunuyor. Ve de Soli Özel'in "hükümet bu gidişatını değiştirmezse yakında bir Kürt baharıyla karşı karşıya kalabilir" şeklindeki yorumu aktarılıyor...

Hâsılı, çiçeği burnunda "İslam Lideri'nden" istenen şeylerin ve isteyen kesimlerin haddi hesabı yok. Paçaların bu kadar asılanın olduğu bir "İslam lideri" de yalpalıyor doğal olarak.

Ayrışma ve rol kapma mücadelesi o kadar çeşitleniyor ve dalgalar halinde yayılıyor ki "Ergenekon" ve PKK-MİT görüşmesi çerçevesinde çatallanmaya başladığı anlaşılan Emniyet-MİT, Emniyet içi ve MİT içi çekişmeler bile yörüngesini Erdoğan'ın liderlik meselelerine çevirmekten kendisini alamıyor. Emniyet'in verdiği konu başlıkları için gırtlağını paralamakla görevli Rasim Ozan Kütahyalı, geçen gün Beyaz Tv'de "Emniyet ve MİT içindeki demokrat unsurlar birbirine düşmemeli" diyerek birileri adına bir barış çubuğu uzattı.

Velhâsıl acele ediyorlar... Tayyip Erdoğan'a verilen rol henüz deneme aşamasındadır, tutup tutmayacağı belli değildir. Tutmadığı noktada, Abdullah Gül'ün yıldızının parlaması, Tayyip Bey'in de Dimyat'a pirince giderken evdeki bulgurdan olması söz konusudur.

Arap çölleri tehlikelidir. insanın akıbeti -Allah korusun- Sir Lawrence gibi olabilir...

Sürmeli gözlerinizle Hollywood filmlerine konu olduğunuzla kalırsınız sonra...

(..)
Kaynak: Açık istihbarat

Ahmedinejad: "Batılı ülkeler, Libya’ya yaptıkları gibi Suriye’ye de saldırmayı düşünüyor"
26 Ağustos 2011 Cuma

İran Cumhurbaşkanı Ahmedinejad, Lübnan’daki Hizbullah’a bağlı El Manar televizyon kanalına da Suriye için tavsiyelerde bulundu ve Suriye halkı ve devletinden reform için bir araya gelip diyalog yoluyla sorunlarını çözmesini istedi.

İran Cumhurbaşkanı Ahmedinejad, şöyle konuştu:

"Batılı ülkeler, Libya’ya yaptıkları gibi Suriye’ye de saldırmayı düşünüyor. Suriye hükümeti ve halkı bir araya gelip anlaşmaya varmalılar. Reformlar gerekiyorsa bunu Batılıların müdahalesine izin vermeden kendileri yapmalılar. Halkla lider arasında bir sorun varsa iki taraf oturup belli bir zaman çerçevesinde bunu çözmelidir. Batılılar, kimseye reform getirmeyecek. Onlar insanlık için çalışmıyor; para, petrol ve siyası istila için çalışıyor."

İran devlet televizyonundan da yayınlanan röportajda muhabirin, "Türkiye’nin Suriye’deki gelişmelere karşı tutumu sizin için sürpriz oldu mu? Acaba bu yaklaşım tarzı gelecekteki iki ülke ilişkilerini etkiler mi?" sorusu üzerine Ahmedinejad, "Sürekli Türk yetkililerle temas içindeyiz ve bizim için sürpriz olmadı. Batılıların komploları çok karmaşıktır. Ülkeler, kısa süreliğine onlardan diğeri aleyhine kullanılmaması için dikkatli olmalıdır. Batı, maliyetini bölge ülkelerine ödeterek bölgeye musallat olma peşindedir" diye konuştu.
haber1001

"ABD'nin posta beygiri gibi..."
27 Austos 2011



MHP Genel Başkan Başdanışmanı Mustafa Hidayet Vahapoğlu, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'na yönelik CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun "dış güçlerin taşeronu", BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş'ın ise "Amerika'nın elçisi" eleştirilerini bir adım daha ileriye götürdü.

MHP Başdanışmanı Vahapoğlu Libya'daki muhaliflere destek vermek için sıkça bu ülkeye giden Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu için "Amerika'nın posta beygiri gibi" ifadesini kullandı.

MHP İl Başkanlığı tarafından dün akşam bir otelde verilen iftara katılan Mustafa Hidayet Vahapoğlu, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'nu hedef aldı:

"Amerika Birleşik Devletleri, İngiltere ve Avrupa Birliği'nin bölgedeki planlarını yerine getirebilmek için Türk askeri dahil devletin bütün imkanları kullanılabildiği gibi, Türk devlet geleneğini ayaklar altına alan bir takım uygulamalar yapıyor. Dün Kaddafi'den ödül alabilmek için çadırının kapısında bekleyen sayın Erdoğan, onun verdiği ödül ile şereflendiğini söyleyen sayın Başbakan, bugün Kaddafi'nin muhaliflerini desteklemek üzere 'Amerika'nın posta beygiri gibi' habire Dışişleri Bakanını gönderiyor."

İftar programına, MHP Genel Başkan Yardımcısı Emin Haluk Aydın, Genel Sekreter Yardımcısı Abbas Bozyel, Genel Başkan Başdanışmanı Mustafa Hidayet Vahapoğlu, Kars İl Başkanı Muhsin Ağçay, Iğdır İl Başkanı Cahit Erol, Koçköy Belediye Başkanı Esat Aydın, Azerbaycan Başkonsolosu Ayhan Süleymanov, Ülkü Ocakları İl teşkilatı, kadın kolları ile çok sayıda partili katıldı
haber1001

DYP lideri Özaçıkgöz: Suriye diğerleri kadar kolay lokma değil

Doğru Yol Partisi (DYP) Genel Başkanı Çetin Özaçıkgöz, Suriye’deki olayların Libya’dakiler kadar kolay sona ermeyeceğini, Türkiye’nin Suriye’yi karşısına alması durumunda İran, Çin ve Rusya’yı da karşısına alacağını savundu.

Özaçıkgöz yaptığı yazılı açıklamada, Libya’daki olayların sona ermesine rağmen Suriye’de yaşananların bitmesinin o kadar kolay olmadığını öne sürdü.

İran, Çin ve Rusya’nın Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esad’ın yanında yer aldığını savunan Özaçıkgöz, açıklamasında, "Suriye’yi karşımıza alırsak İran, Çin ve Rusya’yı da karşımıza alırız. Suriye diğerleri kadar kolay lokma değil.

Batılı ülkeler ve ABD Türkiye’yi öne sürmüş durumdalar. Hükümetin, Suriye ile askeri çatışmaya gidecek söylemlerden uzak kalması şarttır. Üslubuna son derece dikkat etmesi lazımdır" ifadelerine yer verdi.
Milliyet

İran'dan, "Bölgesel Kriz" Uyarısı
28.08.2011
İran, Suriye'de oluşabilecek iktidar boşluğunun daha önce eşi görülmemiş bir bölgesel krize yol açabileceği uyarısında bulundu.

İran, Suriye'de oluşabilecek iktidar boşluğunun daha önce eşi görülmemiş bir bölgesel krize yol açabileceği uyarısında bulundu.

İran Dışişleri Bakanı Ali Ekber Salihi, yarı resmi ISNA haber ajansına yaptığı açıklamada, "Yemen'de, Suriye'de veya başka ülkelerde insanların haklı talepleri vardır ve hükümetler bunlara mümkün olduğunca çabuk cevap vermelidir" diye konuştu.

Suriye'nin hassas komşularla çevrili bulunduğuna işaret eden Salihi,

"Suriye yönetim sisteminde bir boşluk oluşursa bunun daha önce eşi görülmedik sonuçları olur" diyerek, Suriye'de meydana gelecek bir değişikliğin bölgesel krize yol açabileceğini sözlerine ekledi. - LÜBNAN
haberler.com/

İran: "Komplocuların Suriye’de başarılı olmasına izin veremeyiz. Suriye’yi hedef alanlar, aslında İran’daki İslam Devrimini hedef alıyor"
28 Austos 2011
Anadolu Haber

New York Post gazetesi, İranlı Kayhan gazetesinin kullandığı “Türkiye bilmeli ki İslam Cumhuriyeti, Suriye’ye yönelik komploların başarısızlığını sağlamak için elindeki tüm olanakları kullanacak” ifadelerine vurgu yaptı.

New York Post gazetesinin tanınmış yazarı İran doğumlu Ortadoğu uzmanı Amir Taheri, “Suriye: Türkiye İran’a Karşı” başlığını kullandığı köşe yazısında Suriye ayaklanmasının “iki bölgesel rakip Türkiye ve İran arasında bir güç mücadelesine” yol açtığı yorumunu yaptı.

Türkiye’nin bir süre tereddüt gösterdikten sonra Esad rejiminin daha fazla yürüyemeyeceği kararını vermiş gibi göründüğünü kaydeden Taheri, Türkiye’nin, Suriye muhaliflerinin toplantılarına ev sahipliğini yaptığını, petrol ve gaz ithalatına ambargo dahil, AB’nin yeni yaptırımlara “destek” ifade ettiğini belirtti.

Suriye’deki “25 milyar dolarlık yatırımları”yla Türkiye’nin elinde bazı kozların olduğunu belirten Taheri, Türkiye’nin, şirketlerinden Suriye’ye yeni sermaye enjekte etmemelerini istediğini de öne sürdü.

Yazıda Esad’ın iktidarı bırakması ve onun yerine de geçici bir yönetimin kurulması yönündeki Türkiye pozisyonunun, başta Suudi Arabistan ve Körfez ülkeleri olmak üzere, bazı bölgesel güçlerce desteklendiği belirtilirken “Avrupa Birliği de, sanki Türkiye’nin Suriye konusunda öncülük etmesini istiyor” denildi.

Buna karşın gazete, “bazı Arap ülkeleri, tarafsız kalıyor çünkü Türkiye’nin geçiş stratejisinin, ABD’nin sağlam desteği olmadan kredibilitesinin bulunmadığına inanıyorlar” diye yazdı.

Bu plana İran’ın karşı çıktığı vurgulandığı köşe yazısında İran’ın Suriye’ye sağladığı destekle ilgili bazı ayrıntıları verdikten sonra İran’ın, haziran ayına kadar Suriye konusunda tam kararını vermediği gibi göründüğünü ancak şimdi dini lider Ali Hamaney’in net bir biçimde Esad’ın lehinde ağırlığını koymaya karar verdiği yorumunu yaptı. Yazıda şöyle devam edildi:

“Hamaney’in görüşlerini yansıtan günlük Kayhan gazetesi, bu hafta bir başyazısında ‘Komplocuların Suriye’de başarılı olmasına izin veremeyiz. Suriye’yi hedef alanlar, aslında İran’daki İslam Devrimini hedef alıyor’ dedi. Gazete ayrıca, ‘Türkiye bilmeli ki İslam Cumhuriyeti, Suriye’ye yönelik komploların başarısızlığını sağlamak için elindeki tüm olanakları kullanacak’ uyarısında da bulundu.”

New York Post yazarı, Kayhan gazetesinin “uyarı”sı ile ilgili, “Üstü kapalı tehdit, Tahran’ın, Türkiye’ye karşı mücadele eden terörist grupları yeniden aktif hale getireceğidir. Aslında İran Kürt İşçi Partisi’nin (PKK) silahlı unsurlarının hareketlerine koyduğu yasağı şimdiden kaldırdı” değerlendirmesinde bulundu.

Ahmedinejad, Suriye'ye neden cephe aldı?
9 EYLÜL 2011



Rejim karşıtı muhaliflerin protestolarını şiddet kullanarak bastıran Suriye'yi eleştiren ülkeler kervanına İran da katıldı.
Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad, Esad yönetiminden operasyonlara son vermesini ve reform yapmasını istedi.

Ahmedinejad'ın yıllardır ülkesinin stratejik ortağı olan Suriye'yi, üstelik de böyle açıkça eleştirmesinin ardında ne yatıyor?
New York Times gazetesinde yer alan bir yoruma göre bunun iki sebebi var:
İranlı lider silahsız protestoculara ateş açan Esad rejimini destekledikçe, ülkesinin Arap dünyasındaki imajının zarar gördüğünü düşünüyor.
İran yedi aydır süren eylemler süresince Suriye hükümetine maddi ve manevi destek vermekle suçlanıyor.
Ahmedinejad ayrıca protestolar uzadıkça, bölgedeki en önemli stratejik ortağı olan Şam yönetiminin devrilme olasılığının arttığı görüşünde.
"İran, Suriye'ye bakarken Hizbullah'a, Hamas'a ve İslami Cihad'a nasıl ulaşabileceği sorusunu hep aklının bir köşesinde bulunduruyor"
Profesör Anuş İhtişami
New York Times'a göre eğer Esad devrilirse Şii İran'ın gücü azalır, Sünni çoğunluklu Suudi Arabistan ve Türkiye'nin gücü artar.
Ayrıca Lübnan'daki Hizbullah'a silah sevkiyatında kullandığı başlıca güzergahı da kaybeder.
Gazeteye göre İran'da bazı çevreler Esad hükümetine verilen mutlak destek yüzünden, Türkiye gibi bölgesel rakiplerin güçleneceği bir ortam yaratılmasından şikayetçi.
'Gaflet'
İngiltere'deki Durham Üniversitesi'nden Anuş İhtişami de "Protestolar başladığında İran tam bir gaflet sergiledi. Protestocuları teröristler, Batılı Siyonist komplocular diye niteledi" diyor.
"Ancak zaman geçip de hava değiştikçe, özellikle Kaddafi düşüp de dikkatler Suriye'ye çevrilince zorda kaldı."
BBC'nin sorularını yanıtlayan İhtişami'ye göre Esad'dan sonrasını düşünmeye başlayan İran, son 3-4 aydır eylemlerde Tahran karşıtı sloganlar atıldığını görünce endişeye kapıldı.
Anuş İhtişami, Ahmedinejad yönetiminin Arap dünyasında bu yıl görülen tüm halk ayaklanmalarını "İran'daki başarılı devrimin mirasçıları" olarak gösterme çabası içinde olduğunu söylüyor.
"Ayrıca hepsinde İslamcıların iktidara gelmesini umuyor." diyor.
İhtişami'ye göre İran, Suriye'ye bakarken Hizbullah'a, Hamas'a ve İslami Cihad'a nasıl ulaşabileceği sorusunu hep aklının bir köşesinde bulunduruyor.
Bu örgütlerin tümü Şam'da varlık gösteriyor. Esad düşerse, İran'ın bu örgütler üzerinde ve dolayısıyla da genel olarak Arap siyaseti üzerindeki etkisi azalabilir.
Peki Ahmedinejad'ın da eleştirilere katılması, Beşar Esad üzerinde diğer baskılardan daha etkili olur mu?
İhtişami'ye göre "Evet, Esad büyük olasılıkla oyunun sonuna geldiğinin farkında."
BBC

SURİYE’DE KULUÇKA DÖNEMİ
Bülent ESİNOĞLU
08.09.2011



Haçlı ülkeleri yumurtaları tavuğun altına kodular. Civcivlerin çıkmasını bekliyorlar.
Civcivler çıkacak, palazlanacak. Suriye’de yeniden, bu sefer daha büyük bir ayaklanma yaratacaklar.

Haçlının orta vadede ki planı şimdilik budur.

Foreign Polisy Dergisi, Suriye’den Türkiye’ye geçen muhaliflerin Türkiye’de eğitildiğini videolar ile gösterdi.

Başka bir ülkenin iç işlerini kendi iç işleri saymak, sadece beyanatlar ile olmuyor.

Gereğini de yapıyorlar…

Suriye’den gelenlerin silahlı eğitim yapması, Amerikan silahlarını ve teçhizatlarını kullanır hale getirilmesi kısa zamanda olabilecek bir husus değildir.

Zaten, Suriye’ye yapılacak bir askeri müdahalenin, büyük direnç ile karşılanacağını ve hazırlıkların yeterli olmadığını anlayan NATO tarafı, Suriye işini orta vadeli işler içine koydular.

Bu arada, zamanı yeterince iyi kullanmak adına, Suriye içinde yürüttükleri ajanlaştırma, mezhep ayırımı, etnik ayırımı ve militanların silahlı eğitimi olarak değerlendiriyorlar.

Suriye’den gelenlerin beş bin kişisi hala Antakya’da ikamet ediyorlar.

Bir kısmı, silahlı eğitimden geçirilerek bekletilecektir.

Hem iç kalkışmayı organize etmek, silahlı saldırılar düzenlemek üzere yürütülen bu hazırlık çalışmaları yürütülüyor.

Eğer dış müdahale olacaksa, bu ekiplerin dış müdahaleyi kolaylaştırma gibi, bir görevleri olacaktır.

Gerek bizim eşbaşkanların, gerekse, Haçlının diğer sözcülerinin Suriye ile ilgili sessiz kalmalarının nedeni bu hazırlıklardır.

Haçlıya hizmet etmede kusur etmediğimizi ve etmeyeceğimizi başka türlü ispat edemeyeceğimize göre…

Libya’ya gemilerimizi ve uçaklarımızı gönderdik.
Afganistan’a askerimizi gönderdik.
Bosna’da, Somali’de, Lübnan’da, Irak’ta Haçlıya yardım ve yataklık ettik.

Başlığa Suriye’de Kuluçka Dönemi demiştim.
Asıl Amerika’nın kuluçkaya yattığı asıl ülke, Türkiye’dir.

Bir şey dikkatinizi çekmiştir. Zaman Gazetesi hariç diğer yayın organları Füze Kalkanını doğrudan savunamadılar.

AKP kendi tabanına dahi Haçlı ile birlikte Müslümanlara tuzak kurma işini anlatamadı.

Olumlu gelişme olarak değerlendiriyorum. Hala varı ile yoğu ile Amerika’ya tümden teslim olmamış büyük bir çoğunluk var.

Kaynak: http://www.ordumillet.com/Content.aspx?haberID=1541&B=suriyede-kulucka-donemi

Suriye Sınırına 'Yıldırım' Tatbikat
04 Ekim 2011
Türk Silahlı Kuvvetleri, Suriye, Rum Kesimi ve İsrail ile gergin günler geçirildiği dönemde Hatay'da kritik bir tatbikat yapacak.
Tatbikatın merkezi Suriye sınırına yakın bir bölge olan Hatay olacak. Yarın askeri tatbikat sürerken Başbakan Tayyip Erdoğan da Güney Afrika ziyareti sonrasında bölgedeki Suriyeli mültecileri ziyaret edecek.

Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esad’la köprüleri atan Türkiye, Hatay’da Suriye sınırına yakın bölgede 5-13 Ekim tarihleri arasında askeri tatbikat yapacak.

Uluslararası haber ajansı Reuters da tatbikatın 7 bin Suriyeli mültecinin bulunduğu Hatay’da yapılacağına vurgu yaptı. Beşşar Esad yönetimine askeri ambargo uygulamaya başlayan Türkiye, Şam’a yeni yaptırımlar uygulayacağı sinyalini de vermişti.

Tatbikatın yapılacağı yerin stratejik bir diğer önemi de İsrail ve Rum kesimi ile yaşanan kriz. Mavi Marmara'nın ardından bozulan ilişkiler, İsrail'in Rum kesimi ile Ada'nın çevresinde başlattığı petrol ve doğal gaz arama çalışmalarının ardından başka bir noktaya ulaşmıştı.

KAMU KURUMLARI DA KATILACAK

Genelkurmay Başkanlığı’nın internet sitesinde yer alan bilgi notunda ise Hatay’da YILDIRIM-2011 seferlik tatbikatı yapılacağı ve tatbikatta 730 yedek personel, 40 araç ve bir özel nakliyat firması ile kamu kurum ve kuruluşlarının bazı unsurlarının katılacağı vurgulandı.

Her yıl başka bir yerde yapılan tatbikat uzun bir aradan sonra ilk kez Suriye sınırı yakınlarında yapılıyor. Geçen yıl Denizli merkezli yapılan YILDIRIM seferberlik tatbikatı önceki yıl da Erzurum'da yapılmıştı.

Suriye'ye BM baskısını artırma girişimi veto edildi
5 EKİM 2011

Birleşmiş Milletler'de muhalif eylemlere karşı uygulanan baskı dolayısıyla Suriye'ye karşı daha sert adımlar atılmasını öngören karar tasarısı Rusya ve Çin'in vetoları ile reddedildi.
Orta Doğu'da adım adım yayılan deprem

Hazırlanan tasarının BM Güvenlik Konseyi'ne sunulması, metinde vetoların önüne geçecek şekilde değişikliklere gidilmesi için bir süredir erteleniyordu.
Müzakerelerin son ana dek sürdüğü bildiriliyor.
Bu nedenle Konsey'e üye Avrupa ülkeleri öncülüğünde hazırlanan taslak, ilk haline göre yumuşatılmış ve Şam yönetimine yaptırım yerine 'hedefe uygun tedbirler' uygulanmasını öngören bir şekil almıştı.
Taslakta Şam yönetimi şiddet olayları nedeniyle kınanıyor, baskılar devam ederse, yaptırımlarla karşılaşabileceği uyarısında bulunuluyordu.
ABD yönetimi BM Güvenlik Konseyi'nce alınacak kararla, Suriye'ye şiddetin son bulması mesajının güçlü şekilde iletilmesini umduğunu kaydediyordu.
Almanya da dünyanın sokaklardaki Suriyelilerle dayanışma içinde olması gerektiğini savunmuştu.
Ancak Rusya, metinde Suriye'nin iç işlerine müdahale edilmemesi ilkesine saygı duyulduğunu kaydeden bir ifade bulunmadığını; askeri bir müdahaleyi olasılık dışı bırakan bir açıklama da olmadığını kaydederek karar tasarısına karşı çıktı.
Çin'in daimi temsilcisi Li Baodong, Suriye'nin içişlerine müdahale fikrine karşı olduklarını kaydetti.
İki daimi üyenin vetosunun yanında, 15 üyeli Konsey'in geçici üyeleri Güney Afrika, Hindistan, Lübnan ve Brezilya da çekimser oy kullandı.
Dolayısıyla, Fransa'nın, İngiltere, Almanya ve Portekiz ile hazırladığı karar tasarısı reddedildi.
Fransa: Veto siyasi tercih
Fransa'nın BM daimi temsilcisi Gerard Araud oylama sonrası, "Bu vetonun taşıdığı anlam konusunda şüpheye yer yok." diye konuştu.

Araud, "Bu kullanılan ifadelerle ilgili bir mesele değil. Bu bir siyasi tercih meselesi. Bu Konsey'in Suriye aleyhindeki tüm kararlarının reddedilmesi" dedi.
Araud, vetonun kendilerini durdurmayacağını, hiç bir vetonun Suriye yönetimine açık çek veremeyeceğini kaydetti.
Rusya'nın daimi temsilcisi Vitali Çurkin ise, vetolarının Avrupa ile yaklaşımları arasındaki çelişkiye işaret ettiğini, Avrupa heyetlerinin yaklaşımının "krizin barışçı yollardan çözümüne karşı" olduğunu savundu.
Moskova yönetimi böylesi bir kararın, Suriye'ye Libya'da yaşanan türden bir müdahalenin kapısını aralayabileceğine inanıyor.

Fransa'nın BM Daimi Temsilcisi:''Veto bizi durduramaz''

Karar tasarısı metnini hazırlayan Fransa'nın BM Daimi Temsilcisi Gerard Araud da karar tasarısının veto edilmesinin kendilerini durdurmayacağını belirtti. Araud bu yapılanın ''siyasi bir seçim'' olduğunu, Rusya ve Çin tarafından verilen bu vetonun Suriye'deki rejime ''beyaz kart'' vermeyeceğini söyledi.

Rusya'nın BM Daimi Temsilcisi Büyükelçi Vitali Çurkin ise Suriye'ye karşı yaptırım felsefesi içerdiği için tasarıya karşı olduklarını, karar tasarısının Suriye'deki krizin barışçıl çözümüne karşı olduğunu savundu.

Çin'in BM Daimi Temsilcisi Büyükelçi Li Bandong ise yaptırımların doğru yol olmadığını söyledi.

Suriye'nin BM Daimi Temsilcisi Büyükelçi Beşar Caferi, BM Güvenlik Konseyi'nin Suriye'ye karşı karar tasarısı hazırlayan Batılı üyelerini Suriye'nin içişlerine karışmakla suçladı.

BM Güvenlik Konseyi'nin Suriye'deki rejimi kınayan ve rejime karşı çeşitli önlemlerin alınmasını isteyen karar tasarısının Rusya ve Çin tarafından reddedilmesinin ardından Konsey'de söz alan Suriye'nin BM Daimi Temsilcisi Büyükelçi Beşar Caferi, Batılı ülkelere yüklendiği konuşmasında, bu ülkelerin Suriye'ye karşı saldırgan bir söylem kullandıklarını, söz konusu Batılı ülkelerde Suriye karşıtı bir ön yargı olduğunu belirterek ülkesinin demokratik süreci güçlendirecek kapsamlı bir reform paketini uygulamakta olduğunu savundu.

ABD'nin adını vermeyen Caferi, Konsey'de bir ülkenin 1945'den bu yana İsrail'i korumak ve Filistin'i devlet olma hakları dahil her türlü hakkından koparmak için 50 kez veto hakkını kullandığını söyledi. Caferi bu kapsamda, yine isim vermeden ABD'yi suçlayarak ''Bu da soykırıma taraf olmak, buna göz yummak ve İsrail'in işgal ettiği Arap topraklarında işlediği katliamlara destek olmak demektir'' diye konuşunca, ABD'nin BM Daimi Temsilcisi Susan Rice başkanlığında tüm Amerikalı diplomatlar, daha sonra da İngiltere'nin BM Daimi Temsilcisi Büyükelçi Mark Lyall Grant Konsey salonunu terk etti.

Ülkesinde terör olaylarının yaşandığını söyleyen Caferi, bu olaylar sonucunda pek çok kişinin öldüğünü ifade etti. Caferi bu kapsamda bazı ülkelerin Suriye'de insan haklarının ihlal edildiğini öne sürerek ülkenin içişlerine karışmaya çalıştıklarını, bu yönde Suriye'ye karşı uluslararası bir kampanya yürütüldüğünü, oysa ülkede terör olaylarının yaşandığını belirtti. Caferi, yine isim vermeden bazı ülkelerin de bu terör gruplarının liderlerine sponsor olduklarını, destek verdiklerini, onları koruduklarını ve art arda konferanslar düzenlediklerini savundu.

Konsey toplantısının ardından gazetecilere konuşan Caferi, karar tasarısını hazırlayan 4 AB ülkesine yüklendi. Fransa'nın Suriye'yi 25 yıl işgal ettiğini, Suriye'yi 5 parçaya bölmek istediğini, İngiltere'nin de aynı şekilde davranan sömürge devleti olduğunu ve tarih boyunca Araplar'ı kandırdıklarını belirten Caferi, aynı şekilde Almanya ve Portekiz'i de sömürgecilikle suçladı.

BM kaynaklarına göre, Suriye ordusunun çeşitli kentlerdeki yönetim aleyhtarı eylemlere müdahalesinde son altı ayda en az 2.700 kişi öldü.
Avrupa Birliği ve ABD bir süredir Şam yönetimine karşı bazı yaptırımlar uyguluyor.
Türkiye'nin yakında Suriye'ye karşı yaptırım kararı alabileceği öne sürülüyor.
BBC/haber1001

Türkiye, NATO adına Suriye'yi işgale mi hazırlanıyor?
Selçuk Salih Caydi
6 EKIM 2011

NATO, ağırlığını Türk Ordusu'nun oluşturacağı bir askeri operasyonla Suriye'yi işgale mi hazırlanıyor? WorldNetDaily'de Aaron Klein imzalı bir yazının başlığı, NATO'nun yeni bir savaşa hazırlandığı şeklinde. Suriyeli bir diplomatın sözlerine dayanan ve salı günü (4.10.11) yayımlanan haberde, halen NATO birliklerinin Türkiye'de işgal hazırlıkları yaptıkları söyleniyor. Suriyeli diplomat, Rusya'dan silah yardımı gördüklerini, mesela S-300 roketleri aldıklarını, ama Rus desteğinin kesilebileceğini, ABD ve AB'nin Rusya'ya ekonomik teşvikler yaparak bu desteğin önünü kesebileceğinden endişe duyduklarını da anlatmış. Ruslar, Suriye'de halen "askeri danışmanlık" sıfatıyla bulunmaya devam ediyorlar.
Tam da bu haberin internete düştüğü gün, Suriye Cumhurbaşkanı Beşar Esad, olası bir NATO saldırısından sözetti. Esad, Ortadoğu'yu ateşe vermekle tehdit ediyor. Esad'ın sözlerini Rusların RIA Novosti ajansı da dün abonelerine ayrıntılarıyla geçti. Bunun, Türkiye'yi de dolaylı olarak ilgilendiren bir yanı var. Esad'ın İran Fars ajansı tarafından yayımlanan açıklaması, 9 Ağustos günü Ahmet Davutoğlu'na söylediklerinin birebir aynı olabilir mi?
Esad, Suriye'ye saldırılması halinde İsrail'i yüzlerce roketle vuracağını söylüyor! Bu detayı da, İran'ın resmi haber ajansı Fars yayımladı. Aynı kaynağa göre Esad, NATO ile Suriye arasında arabuluculuk yapan Davutoğlu'na, İsrail'i nasıl vuracağını söylemiş. Esad'ın haberde geçen sözleri aynen şöyle: "Şam'a karşı herhangi bir çılgınca adım atılırsa, en fazla altı saat içinde yüzlerce roketi ve topu Golan tepelerine getirtirim ve onları Tel Aviv'e doğru ateşletirim".
Esad, Davutoğlu'na başka birşey daha, Suriye'ye bir saldırı halinde İran'ın da karşılık vereceğini söylemiş -ki çok mantıklıdır, çünkü Suriye düşerse onu İran izler. NATO Suriye'ye saldırılırsa İran, İran körfezindeki Amerikan gemilerine saldıracakmış, üstelik Esad'ın sözleriyle: "Bütün bunlar üç saat içinde olacak. Onu izleyen üç saat içinde de İran Amerikan gemilerine saldıracak. Amerika'nın da Avrupa'nın da çıkarları tehlike altına girecek."
Türkiye-Suriye arasında yapılan gizli bir görüşmeyi bizzat İran resmi ajansının bu şekilde açıklaması, İranlıların Esad'ın sözünün arkasında olduklarını gösterir...
Bu durumda Türkiye'nin İsrail düşmanlığının laftan başka pek bir kıymeti-harbiyesi olmadığı, iç politikaya/tribünlere yönelik bir tür "PR çalışması" olduğu anlaşılıyor. Türkiye'nin Suriye'ye ve İsrail'e bu kadar sertleşen dilini açıklamanın, birbiriyle bağdaştırmanın ve anlayışla karşılamanın imkanı yok...
Heşey çok geç olmadan, çok kesin ve net bir biçimde savaşa karşı çıkmak gerek. Suriye'ye saldırmak da ne demek?!.
http://konstantiniye.blogspot.com/

Davutoğlu: ''Suriye ile savaş dahil her türlü senaryoya hazırız''
07 Ekim 2011
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, gündeme dair tüm sorulara cevap verdi.



Suriye ile yaşanan gerilimle ilgili değerlendirmelerde bulunan Davutoğlu "Kamuoyunda bazı provakatif yaklaşımlar var. Sanki Türkiye Batı bloku adına Suriye'ye bir gündemin parçasıymış gibi davranılıyor. İhale bize kaldı demek doğru olmaz. Çünkü bölgenin ihalesi zaten bizimdir. Kimseden bu konuda nasihat almayız. Bizim için bir güvenlik sorunu olduğunda Suriye ile gerektiği takdirde savaş dahil her türlü senaryoya hazırız." ifadelerini kullandı.
haber1001

Suriye, Sınırını Türklere Kapattı
2011.10.08
Suriye, Nusaybin Sınır Kapısı'ndan Türk vatandaşlarının Suriye'ye girmesine izin vermiyor.
Suriye, Mardin'in Nusaybin ilçesindeki Nusaybin Sınır Kapısı'ndan Türk vatandaşlarının Suriye'ye girmesine izin vermiyor.

Nusaybin Kaymakamı Murat Girgin, Aa muhabirine yaptığı açıklamada, dün akşamdan bu yana Suriye tarafında yaşanan olaylardan dolayı bugün Nusaybin Sınır Kapısı'ndan Türk vatandaşlarının Suriye yetkililerince Suriye tarafına geçişine izin verilmediğini söyledi.

Suriye'ye geçmek için sınır kapısına gelenler, Suriye tarafından görev yapan yetkililer tarafından geri gönderildi. - NUSAYBİN
http://www.son-dakika.gen.tr/

AKP “SURİYE”DE YALNIZ KALDI
AĞU 20 20011

AKP, Suriye polikalarında yalnız kaldı. Libya operasyonu sürecinde bölünen muhalefet partileri, Suriye krizinde Erdoğan’a karşı ortak tavır aldı. Muhalefet, Libya konusundaki tavrından ders çıkardı. AKP, Suriye konusunda yanız kaldı.

Erdoğan; bu sert demeçlerle ilan ettiği Suriye tavrını mecliste tartışmayınca, muhalefeti karşısında buldu.

“T.C. KENDİ KOMŞUSUNUN İÇ İŞLERİNE KARIŞMAMALI”
AKP’nin Suriye politikalarını eleştiren CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, Erdoğan’ı “Emperyalist güçlerin taşeronu” ilan etti.
Çok geçmeden, eleştiri kervanına MHP de katıldı. MHP lideri Devlet Bahçeli, yazılı açıklamasında Büyük Ortadoğu projesine vurgu yaptı.

Başbakan Erdoğan’ın BOP’un izdüşümünde vasat bulan, komşu coğrafyalara dönük parçalanma ve kaos senaryosuna, Türkiye’yi figüran olarak dahil etmesi her açıdan utanç ve endişe verici olmuştur.

AKP Hükümeti’nin Suriye’ye karşı uyguladığı politikanın, Türkiye’nin çıkarları ile bir ilgisi yoktur. Söz konusu olan Amerikan çıkarlarıdır

İşçi Partisi de hükümete sert çıktı. Genel Başkan Vekili Mehmet Bedri Gültekin, kameralar önünde “AKP’yi ABD çıkarlarına hizmet etmekle” suçladı:
“Suriye ile savaşacak olan Türkiye; İran, Arap Dünyası, Rusya ve Çin ile karşı karşıya gelecektir.Bütün dostları ile kavgalı hale gelen bir Türkiye, Amerika’nın bölme planlarına kaçınılmaz olarak teslim olacaktır.Onun için Suriye ile savaş demek, sonuç olarak Diyarbakır’ın 2. İsrail’in merkezi olmasının yolunu açmak demektir.Tayyip Erdoğan, Amerika’nın Bölge planlarında görevli “Eşbaşkan” olarak daha 2004 yılında Kanal D ekranından Diyarbakır’ı Büyük Ortadoğu Projesi’nde bir merkez yapacağını ilan etmişti. Camdan evde oturan, Komşusunun penceresine taş atmaz. Türkiye bugün, Kürt sorunuyla, toplumsal çelişmeleriyle, kırılgan ekonomisiyle camdan bir ev gibidir.”

Demokrat Part lideri Namık Kemal Zeybek ise, Erdoğan’ı “Ortadoğu’nun jandarmalığına soyunmakla” suçladı.

DSP, ÖDP ve TKP’den de, AKP’nin Suriye politikasını onaylamadıklarını dile getirdi.
ulusalkanal.com.tr

ABD’NİN SURİYE PLANI
Mehmet Ali Güller
10 Ağustos 2011

Önce üç saptama yapalım:

Birincisi, Başbakan Erdoğan’ın “sabrımızın sonuna geldik, Suriye bizim iç meselemiz” şeklindeki çıkışı, akılla, diplomasi bilmemezlikle, ciddiyetsizlikle açıklanamaz. Bu çıkışın tek açıklaması vardır: Tayyip Erdoğan BOP Eşbaşkanı’dır!

İkincisi, Erdoğan’ın bu “savaş kışkırtan” açıklaması, en çok İsrail’i memnun etti. Bir kez daha ABD-İsrail-Türkiye ekseni adına bölgesel çıkış yapan Erdoğan, Türkiye’nin bölgedeki itibarını daha da düşürdü!

Üçüncüsü; ısrarla altını çiziyoruz: Baş aşağı giden ABD’nin, bölgeye ilişkin atak yapabilmesinin tek şartı, Türkiye’ye dayanmasıdır. AKP’nin ötesinde, Ankara’nın tümden ABD planlarına teslim olması, Washington’un adımlarını ve kararlarını belirleyecektir.

Bu üç saptamadan sonra ABD’nin Suriye planını incelemeye geçebiliriz.

ABD Suriye’ye saldırabilmenin koşullarını yaratabilmek için Nisan’dan bu yana uğraşıyor. Ancak koşullar ve zaman sürekli Washigntonûn aleyhine işledi.

ABD Türkiye’yi sürece dahil eden şu hamleleri sırasıyla denedi:

1. HAMLE: MUHALEFETİ BİRLEŞTİRMEK

Birinci hamle, Türkiye üzerinden Suriye muhalefetinin örgütlenmesiydi. Antalya’da muhalefet toplandı ancak çok parçalı muhalefet Batı’nın tüm gayretlerine rağmen birleştirilemedi.

2. HAMLE: HALKI SINIRA YIĞMAK

ABD’nin ikinci hamlesi, silahlandırdığı gruplar üzerinden yapacağı bir kışkırtıcı eylemle, halkın bölgeyi terketmek zorunda kalıp, sınırı geçip Türkiye’ye sığınmasıydı. AKP daha operasyon başlamadan çadırkent işine soyundu. Plan başta yürüdü. 15 bin Suriyeli sınırı geçip Türkiye’ye sığındı. Ancak Şam yönetimin doğru tutumu, halkını geri çağırması sonuç verdi ve çadıkkent tüm kışkırtıcı faaliyetlere rağmen gün geçtikçe geri dönüşlere sahne oldu. Şu anda yerleşimciler 5 bin civarında…

3. HAMLE: KENT DÜŞÜRMEK

ABD’nin üçüncü hamlesi, dayanak oluşturacak bir kentin ele geçirilmesiydi. Tıpkı Libya’da Bingazi’de olduğu gibi, muhalefetin kontrolüne geceçek bir kent karargah yapılacak ve oradan Şam’a yürünecekti.

Ancak Şam sağlam önlem aldı! ABD önce kuzeyden Cisrişugur’dan denedi, başaramadı. En güneyden Dara’dan denedi, aşiretleri geçemedi. Sonra merkezden Hama’dan denedi, ordu bastırdı. Şimdi de ülkenin doğusundan, Deyrelzor’dan deniyor ama yine sonuç alamıyor.

4. HAMLE: TÜRKİYE’YLE SICAK ÇATIŞMA

Bu üç hamleden sonuç alamayan ABD’nin şimdiki ve dördüncü hamlesi, Suriye’yi fiilen bir başka ülkeyle sıcak çatışmaya zorlamak. İşte burada AKP’nin devreye girdiği görülüyor. Yanlışlıkla düşecek bir top, istenmeden ateşlenecek bir silah gibi gerekçelerle tarihte savaşların çıktığı hep görülmüştür!

SURİYE DEĞİL BÖLGE YANAR!

Suriye konusu, ABD – İran savaşının ön cephesidir. ABD’nin Türkiye üzerinden yaptığı Suriye atağı, İran’ın Kuzey Irak üzerinden aldığı inisiyatife yanıt arayışıdır.

Öte yandan Suriye, Libya’dan farklı olarak Rusya için çok daha belirleyici öneme sahiptir. Suriye’nin Tartus limanındaki Rus deniz üssü, Rusya’nın denizaşırı iki üssünden biridir ve en önemlisidir! Bu durum, Moskova’yı BM Güvenlik Konseyi’nde, Irak ya da Libya kararlarından daha sağlam bir tutum almaya zorlayacaktır.

Dolayısıyla Türkiye, bu adımla sadece bölge ülkeleriyle değil, dünya ile de karşı karşıya kalacaktır.

Ayrıca ABD’nin Suriye’ye saldırısı Irak ya da Libya saldırılarından çok daha büyük bir sonuç yaratır. Suriye’ye saldırı, bölgesel bir savaşa yol açar. İsrail ve İran’dan başlayarak, bölgede pek çok devlet birbirine girer!

Org. Necip Torumtay’ın 20 yıl önce sadece Türkiye’yi değil, bölgeyi de bir ölçüde yangından kurtaran tutumu, bugün daha da büyük bir ihtiyaçtır.

Aydınlık Gazetesi / s:7

Sürdürülebilir borçlanma = zorunlu taşeronluk
Murat Çabas
23.08.2011



AKP Hükümetinin sürdürülebilir borçlanma mantığı birçok taviz içeren politikayı da beraberinde getirmektedir. Adeta Türkiye’ye, “al parayı ver tavizi” denilmektedir.
Bu çerçevede AKP iktidarı döneminde yaşanan bol tavizli süreç iktisadi bağımsızlığın ne kadar önemli olduğunu bir kez daha gözler önüne sermiştir.
Bu makalemde her daim borç aramanın temel nedenlerinden olan cari açık konusunu ve sonuçlarını irdelemeye çalışacağım.
AKP’nin şakşakçısı konumunda bulunan bir takım ekonomistler “cari açık finanse edilebildiği müddetçe bir sorun yoktur” diyorlar. Bu ifade Türkiye’yi tamamen çıkmaza ve iflasa doğru sürükleyen, hatta yaşanan iflasın üzerini örten bir ifadedir.
Türkiye’nin cari işlemler açığı, 2011 yılının ilk yarısında, geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 122,9 artarak, 45 milyar 8 milyon dolara yükseldi.
Geçen yılın ilk 6 ayında, cari açık 20 milyar 247 milyon dolar düzeyindeydi.
Ekonomideki gidişat aynen devam ederse, önlem alınmazsa 2011 yılının tamamı için hedeflenen 70 milyar dolarlık cari açık rakamının çok çok üstünde bir cari açıkla karşılaşabiliriz.
Peki, cari açık neden kaynaklanmaktadır?
Türkiye, üretimde ve ihracatta finansının yüzde 90’ınını yabancı sermayeyle, hammaddesini, enerjisini ise yine yüzde 90’lar seviyesinde ithalatla karşılamaktadır. Son yıllarda en temel tüketim ürünlerini de ithal etmeye başlamıştır. Örneğin canlı hayvan, tarım ürünleri vs.
Üretimde de tüketimde de dışa bağımlı hale gelen Türkiye, büyüdükçe, dış ticaret hacmi arttıkça, hatta ihracatı arttıkça cari açığı büyüyen bir ülke haline gelmiştir.
Bu açıdan bakıldığında Türkiye’nin büyümesi demek cari açığının, dolayısıyla borçlarının artması demektir.
800 milyar doları bulan borç, yılda 70 milyar doları aşan cari açık ne demektir?
Bugün AKP hükümeti, ABD ve AB’nin taleplerini harfiyen yerine getirdiğinden dolayı ona ödül olarak bu cari açığı kapatabilecek ve mevcut borcu bir şekilde döndürebilecek para temin ediliyor.
AKP hükümetinin yetkilileri, bu her tarafı taviz kokan borçlanmaya “sürdürülebilir borçlanma” diyor.
Dikkat ediniz, bu para hibe edilmiyor, faizli borç olarak takdim ediliyor. Yani Batılı ülkeler bir taraftan siyasi, hukuki, ekonomik tavizler koparırken diğer taraftan paralarını faizli bir şekilde satarak ya da borsa, hazine bonosu gibi sıcak para piyasalarında kontrollü bir şekilde oyun oynayarak karlarına kar katıyorlar.
Yarınki yazımda Batılı ülkeler cari açığı finanse edecek parayı bizlere takdim ederken ne tür tavizler koparıyorlar onlara değineceğim.
Kaynak: Yeni Mesaj

PKK'NIN ARKASINDA SURİYE VAR KAMPANYASI
21.08.2011

Sabah Gazetesi bu gün önemli bir konuda kampanya başlattı. Konunun ucu
İran ile Türkiye'nin arasını açmaya gidiyor.
Anlatacağım konu başka malum gazeteler de işlenmeye başlandı.
O da, Suriye'nin PKK'yı desteklediği ve son gelen şehitlerimizin
katlinin arkasında Suriye'nin olduğu şeklindedir.

Aslında bu tür haberlerin arkasında, CIA'nın olduğu, pişmiş kelle gibi
sırıtmaktadır. Şu sıralarda, CIA'nın derdi, Türk halkını Suriye'ye
karşı müdahale ye hazırlamak ya...

Ne yapıp edip, Suriye ile PKK'yı aynı karede göstermesi gerekiyor.

Suriye ile PKK'yı aynı karede göstermenin yetmeyeceğini, asıl İran ile
PKK'nın aynı karede gösterilmesi gerektiğini, bu kışkırtma uzmanları
çok iyi biliyorlar.

Sabah'ın haberine göre, Türkiye, İran'ın Kandil Kampına girdiğinde,
Karayılan'ın yerini İran'a bildirmiş. İran Karayılan'ı tutukladığı
halde serbest bırakmış.

Yıllardır Amerikan işgali altındaki Irak'ta Amerika tarafından
beslenip, silahlandırılan PKK, birden bire, Suriye ve İran'ın
himayesinde oluverip çıktı.

Nereden bakarsanız bakın, yalan bir haber. Yalan ama Türk halkının
kafasının içine bir kurt sokma işine başladıklarını gösteren bir
işarettir.

Öteden beri söylediğimiz bir husus iyiden iyiye su yüzüne çıkmaya başladı.

Amerika'nın yakın hedef olarak belirlediği İran saldırısı için Türk
halkının hazırlanması gereken bir zamana gelinmiştir.

Suriye'ye müdahale edilebilmesi için Türk halkının hazırlandığını
sanan Amerika, şimdiden İran için hazırlıklara başlamıştır.

Sabah Gazetesinin saptırmalarına açıklık getirmeden önce, şunu bir
kere daha belirmek isteriz.

Suriye, Türkiye'nin ön cephesidir. Suriye düşerse, Türkiye de düşer.
Suriye ve İran düşerse, Türkiye bölünür.

Muhtemel Suriye ve daha sonra İran savaşının PKK ile
bütünleştirilmesi, Büyük Ortadoğu Projesinin gereğidir. Esas Amerikan
Planı da budur. Başka türlü de, ne AKP, ne de Amerika Türkiye'yi
bölemeyeceğini bilmektedir.

Soru şudur. Neden siyasi iktidar, kendisini, Amerika'nın her dediğini
harfiyen yerine getirmek mecburiyetinde hissetmesidir?

Oysa arkasında %50 halk desteği vardır. Daha fazlasını da bu ortamda
alabilir. Çünkü karşısında muhalefet yoktur. Amerika'ya, Suriye işinde
ben(rte) yoğum diyebilir.

Böyle diyerek karşı koymak yerine, Amerika Irak'ta Müslümanlara
saldıracaksın diyor. Saldırıyor. Amerika Libya'daki Müslümanlara
saldıracaksın diyor, saldırıyor.

Suriye'ye saldıracaksın diyor, saldırıyor.

Siyasi iktidar içerideki Müslümanlardan oy alıyor, dışarıdaki
Müslümanlara saldırıyor.
İnsanın aklına ister istemez, şöyle bir şey geliyor.

Amerika'nın elinde, bunlarla ilgili öyle bir şey var ki, Amerika
bunları istediği yönde kullanabiliyor.(Wikileaks Belgelerinde, Amerika
bir miktar bunun ucunu gösterdi.)

Afganistan'a gidilecek, gidiyor. Libya'ya gidilecek, gidiyor.

Velhasıl, Amerika'nın aklına ne gelirse, çıkarı neyi gerektirirse,
buna yap diyor. Bu da yapıyor.

Şimdi içinde yaşadığımız durum budur.

Amerika, kendi isteğine göre, Türkiye halkını tam kıvamına
getirecekken, karşısına direnenler çıkınca, yaptıkları planlar bozulma
tehlikesine giriyor.
Türk halkının önüne doğruları koyan İşçi Partisi, Ulusal Kanal ve
Aydınlık Gazetesine de bunun için operasyon düzenleniyor. Yöneticileri
ve gazeteciler F-tipi gladyo tarafından enterne ediliyor.

http://www.ordumillet.com/

SURİYE: GİTTİK, GÖRDÜK VE DÖNDÜK
İsmail MÜFTÜOĞLU
Ağu 25, 2011



Türkiye – Suriye Dostluk Grubunun davetlisi olarak, ülkemizin her kesiminden yazar, çizer, akademisyen, siyasetçi, bürokrat ve televizyon programcılarından müteşekkil bir heyetle, 21 Ağustos 2011 Pazar günü Suriye’ye gittik ve 24 Ağustos 2011 Çarşamba günü de yurdumuza avdet ettik.

Suriye’de cereyan eden ve basınımızda farklı farklı yorumlara neden olan olayları yerinde görmek, ilgili, yetkili ve vatandaşlardan bilgi almak suretiyle değerlendirmeler yapmaya çalıştık.

Seyahat esnasında Şam’da ve Hama’da gördüklerimiz, üstelik olayların yoğun geçtiği Hama’daki gözlemlerimiz, olayların gazetelerde yazılanlar gibi olmadığını, tam aksi abartıldığını göstermiştir. Çünkü caddelerde askerlerin bulunmadığını, ancak bazı gözetleme noktalarına son derece az olmak üzere, emniyet mülahazası ile askerlerin yerleştirildiğini gördük. Sokaklarda taşkınlığa mütedair hareketlerin bulunmadığını, tatil münasebetiyle bazı kurumlarda çalışanların yoğun bir şekilde çalıştıkları kapılardan çıkışının, bir taşkınlık haberi olarak verildiğini, oysa bunların sokak hareketleri olmadığını müşahede ettik. Ancak bazı grupların Beşar Esad lehine slogan attıklarını da gördük.

Hama Valisinin brifingde yaptığı konuşmada, kendilerince terörist bazı grupların muhtelif yerlerde aniden saldırılara geçtiklerini, silahlı olduklarını, subay lokalini, adliye binasını ve şehrin dışında polis karakolunu bastıklarını, karakolda 16 kişinin öldürüldüğünü ifade ile bunlara karşı meşru müdafaa zımnında kendilerini koruduklarını beyan etmiştir. Gerçekten de yakılan binaları gördüğümüzde, sayın valinin açıklamalarını teyit etmiş oldu.

Görebildiğimiz, gerek Şam’da, gerek Hama da, gerekse Şam – Hama yolu boyunca geçtiğimiz tüm kasabalarda, bir sessizliğin hakim olduğudur. Ama Türk basınında yer alan haberlerden maksat –ki doğru haberler değil, milletimizi manüpile etme haberleridir– emperyal güçlere bir nevi taşeronluk yapmak ve kuzuyu kurda yedirme haberleridir. Nitekim gerek Tunus’da, gerek Libya’da, gerekse Mısır ve şimdi de Suriye’de aynı oyunun oynandığı ve Ortadoğu’da emperyal güçlerin son kale durumunda olan Suriye’yi de ortadan kaldırmak suretiyle bu bölgenin yer altı ve yerüstü zenginliklerine el koyma hareketlerini temin zımnında ahaliyi provoke ettikleri kanaatindeyiz.

Emperyal güçlerin slogan olarak kullandıkları demokrasiden maksatları, uygulamaları sonucunda ortaya çıkmış Irak’ta bir milyon Müslümanın, Tunus, Filistin, Bahreyn, Yemen, Libya vs İslam ülke halklarının kanını dökmeleridir. Bu hal, günübirlik meydana gelmiş değildir. Yeşil kuşak projesinin bir nevi uygulamaya konulmasıdır. Yani 22 İslam ülkesini dizayn etme adına sömürmek ve bahis konusu ülkelerin hükümranlığını ortadan kaldırmaktır. Bunun ahlaki yönü olmadığı gibi, hukuki olduğu da söylenemez.

Suriye’nin hasım olarak alınması, bugün için İsrail’le savaşan tek İslam ülkesi olmasındandır. İsrail’in ilerleme heveslerini önlemesindendir. Yoksa halkın inisiyatifi ile olayların oluşmadığını, halkla yaptığımız görüşmeler ortaya koymuştur. Suriye’ye haksız bir saldırı sonucunda, Irak’ta olduğu gibi Osmanlı kültür mirası da yok olacak, böylece haçlı seferleri nihai hedefine ulaşmış olacaktır. Bir başka açıdan da, Selahaddin Eyyubi’den intikam alınmış olacaktır.

Bizim ülkemizin meseleye kardeşlik anlayışı içerisinde yaklaşması gerekir. Ayı ile aynı yatağa girmemesi gerekir. Zira biz kardeşiz. Müminin felaketine sebebiyet verebilecek bir hareketin içinde bulunmamamız lazımdır. Aksi halin Irak’taki gibi feci durumların zuhuruna sebebiyet vereceğini, böylece manevi sorumluluğumuzun da ilanihaye devam edeceğini anlamamız lazımdır. Dolayısıyla şartlar ne olursa olsun bir İslam ülkesi ile karşı karşıya gelmeyi asla doğru bulmuyor, bunun aksi politikaları kimden sadır olursa olsun onaylamıyoruz. Diğer taraftan diplomatik geleneğe ters ve milletler arası hukuka aykırı bir şekilde, bağımsız olan herhangi bir ülkenin toprağına göz dikmek insanlıkla kabili izah değildir.

Türk basınının büyük bir bölümü maalesef yanlı davranma ve emperyal güçlere yalakalık yapma yarışı içindedir. Nitekim Hama’da polis karakoluna baskın yapıp, 16 polisin öldürüldüğü mahalde gazetesine bilgi vermeye çalışan bir muhabirin yaptığı gerçek dışı açıklamaları dinledikten sonra, yalan haberler sebebiyle hayretler içinde kaldığımızı ifade etmek isteriz. Haber adına insanların bu derece alçaklaşması, ancak bir bedelin karşılığı olabilir. Bu nevi gazetecilerin haberlerine güvenerek taraf olmak son derece yanlıştır. Millet olarak da bu gazete haberlerinden ve propagandalarından uzak durmalıyız.

Elbette ki grubumuzda bulunan gazetecilerden tarafsız ve objektif haber yapanlar da yok değildir. Bunların sayısı diğerlerine nispetle ziyadedir.

Suriye’de halka bir haksızlık varsa, elbette ki o haksızlığı onaylamamız da mümkün değildir. Çünkü zulüm kimden gelirse gelsin, biz ona karşıyız, zulmü onaylamayız. Zira zulmü onaylayanlar da zalimdir. Ülke olarak bizim Suriye’ye ağabey şefkati ile yaklaşmamız, problemlerini çözmek için Suriye yönetimine zaman bırakmamız gerekir. Aksine davrananları da önlemeye çalışmamız gerekir. Böylece kuzuyu kurda yedirmemiş oluruz.

İsmail MÜFTÜOĞLU
i-muftuoglu@hotmail.com
http://www.guncelmeydan.com/

Şam Diplomatik Dilini Sertleştirdi
09 Ekim 2011
Gelişmelerden kaygı duyan ve uluslararası arenada her geçen gün daha da yalnızlaşan Şam yönetimi ise diplomatik tarzını sertleştiriyor.
Dışişleri Bakanı Velid Muallim, Suriye muhalif hareketini tanıyanlara karşı sert yaptırımlar uygulayacaklarını söyledi.
TRT

"Türkiye'nin dış politikalarını yeniden gözden geçirmesi gerekir"
9 Ekim 2011

İran'ın dini lideri Hamaney'in askeri danışmanı, Türkiye'nin dış politikalarını yeniden gözden geçirmesi gerektiğini yoksa komşularıyla sorunlar yaşayacağını söyledi.

İran'ın dini lideri Ayetullah Ali Hamaney'in askeri danışmanı, Türkiye'nin Suriye, NATO füze kalkanı ve Müslüman Arap ülkelerinde laikliği destekleme politikalarını yeniden gözden geçirmesi gerektiğini yoksa kendi halkı ve komşularıyla sorunlar yaşayacağını söyledi.

İran'ın yarı resmi haber ajansı Mehr'e bir röportaj veren Hamaney'in askeri danışmanı Tümgeneral Yahya Rahim Safevi, Başbakan Tayyip Erdoğan'ın Arap ülkelerine yaptığı Türkiye usulü demokrasiyi benimseme çağrısını "beklenmedik ve hayal bile edilemez" ifadeler olarak nitelendirdi.

Rahim-Safevi, "Türk devlet adamlarının Suriye ve İran'a yönelik tavırları çok yanlış. Ben Amerika'nın hedefleri doğrultusunda hareket ettiklerine inanıyorum" dedi.

İranlı general, "Eğer Türkiye bu alışılmadık politikalarını terk etmezse, hem kendi halkını küstürecektir, hem de Suriye, Irak ve İran Türkiye'yle ilişkilerini yeniden değerlendirecektir" ifadelerini kullandı.

"TÜRKLER AMERİKALILARIN ÇİZDİĞİ YOLDA GİDİYOR"

Rahim-Safevi, "Bence Türkler yanlış yolda ilerliyor. Bu yolun onlar için Amerikalılar tarafından çizilmiş olması çok normal" dedi.

Hamaney'in danışmanı şöyle konuştu:

"Türkler şimdiye kadar birkaç stratejik hata yaptılar. Bunlardan bir tanesi Erdoğan'ın Mısır ziyareti ve laiklik modelini orada sunmasıydı. Mısır halkının Müslüman olduğunu düşünürseniz bu beklenmedik ve hayal bile edilemez bir durumdu" dedi.

TİCARET TEHDİDİ

Türkiye'nin NATO'nun füze savunma kalkanına ev sahipliği yapma kararını da eleştiren Rahim-Safevi, Ankara yönünü değiştirmezse iki ülke arasındaki ticaret ilişkilerinin riske gireceğini belirtti.

Rahim-Safevi, "Eğer Türk liderler dış politikalarını ve İran'la ilişkilerini netleştirmezse problemler yaşayacaklar. Eğer iddia ettikleri gibi İran'la ticaret hacmini 20 milyon dolara çıkarmak istiyorlarsa, en kısa sürede İran'la uzlaşmaları gerekiyor" dedi.
haber10
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Pzr Tem 08, 2012 10:31 pm tarihinde değiştirildi, toplam 10 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Pts Ekm 10, 2011 11:33 pm    Mesaj konusu: Hatay'a sığınan albayın Esad'ı devirme planı Alıntıyla Cevap Gönder

Libya Lideri Muammer Kaddafi’nin Şehadetinin Aynasında “Ahir Zaman Fitnesi” İle Yüzleşmek...
Ertuğrul Horasanlı
22.10.2011



[Allah Resulü, sahabelerine Deccal’ı anlatırken,
"Ben Deccalın yanında neler bulunduğunu,
kendisinden daha iyi bilirim."
diye söze başlıyor
ve şunları anlatıyor:
"Onun yanında akan iki nehir vardır. Biri dış
görünüşüyle beyaz bir sudur. Diğeri de
parlak bir ateş olarak görülür. Kim ona yetişirse,
ateş olarak görünen nehrin yanına varsın ve
başını eğip ondan içsin. Zira bu parlak ateş gibi
görünen nehir, soğuk bir sudan ibarettir."
]
(*)

Libya'nın lideri Muammer Kaddafi'nin haçlı ordusu NATO'nun bombalarıyla yaralanmış olarak isyancı-demokrat çapulcular tarafından yakalanarak linç edilerek öldürülmesinin yeni görüntüleri ortaya çıktı.

http://webtv.hurriyet.com.tr/'de yayınlanan bu görüntülerde Libya'nın lideri Muammer Kaddafi, şehit düşmeden önce, kendini alçakça linç etmeye ve soymaya çalışan isyancı-demokrat çapulculara “Evlâtlarım, ben sizin babanızım. Bana yaptığınız haramdır, siz günah işliyorsunuz. Bu olamaz. Siz haram nedir bilmiyorsunuz" diyor.

Görüntülerde, bir grup isyancı-demokrat çapulcu ayakkabıları ve ellerindeki sert cisimlerle Kaddafi'nin kafasına dakikalarca vuruyor.

Alnında delik açılan ve kanlar içinde kalan Kaddafi'nin "Bana yaptığınız haramdır, siz günah işliyorsunuz" sözlerine rağmen isyancı-demokrat çapulcular Libya Lideri Kaddafi'nin kafasına öldüresiye vurmaya devam ediyorlar.

Kaddafi’nin altın tabancasını çalan bir isyancı-demokrat çapulcu ise silahın namlusuyla Kaddafi’nin başına vuruyor.

Diğer bir görüntüde ise bir başka isyancı-demokrat çapulcu Kaddafi'nin üstünden kanlı ceketini ve parmağından eşi “Safiye1970” yazılı evlilik yüzüğünü çalmış olarak gözüküyor. Arkadaşları "Sakın bunu kimseye verme gelecekte 1 milyon dolardan fazlaya satarsın" diyor.

İşte Haçlı ordusu NATO'nun Libya'ya silah zoruyla getirdiği "demokrasi" böyle bir şey...

Bundan sonra...

Kaddafisiz Libya halkı bu çapulcu demokratlar tarafından demokratikleştirecek...

Saddamsız Irak ne hallere düştüyse, Libya’yı da o felaket bekliyor bilesiniz...

Vah Libya vah...

Haçlılar bütün dünyaya işte böyle bir “çapul demokrasisi” getirmek için var güçleriyle çalışıyor...

Kimi ülkelerin yöneticilerini rüşvetle satın alıyor...

Kimilerininkini şantajla bağlıyor...

Şehit Saddam Hüseyin, şehit Usame Bin Ladin ve şehit Muammer Kaddafi gibi satın alamadıklarını, teslim alamadıklarını, boyun eğdiremediklerinin ise önce ülkelerini işgal edip yakıp yııkıyor... Kendine muhalefet eden yerli halkı katliamlar ve işkencelerle bertaraf ediyor...

Sonra da, o liderleri o ülkenin en aşağılık sınıfından seçtiği işbirlikçilerinin eliyle canavarca infaz ediyor..

Kendine direnecek olanlara ibret olsun diye...

Bu kanlı infaz sahnelerinden, bazıları gerçekten ibret alıyor olmalı ki; bu son haçlı seferinin gönüllü sefiri, yardımcısı, yatakçısı, tetikçisi oluveriyor...

İnsanın aklına Resulullah Efendimizin, biz "ahir zaman müslümanlarını" ondan uzak durmaya çağırdığı "büyük fitne"nin, şu adına "demokrasi denilen şey" olabileceğine dair bir şüphe düşmüyor da değil yani...

Güvenilir bir Ehl-i Sünnet alimi bulsak da sorsak...

Adına bazılarının "ileri demokrasi" de dediği ve yere göğe sığdıramadığı bu şeyin gerçekten ne olduğunu anlamak istiyorsanız...

Irak'ın şehit Devlet Başkanı Saddam Hüseyin'in, işbirlikçi Şiiler tarafından katlediliş sahnesini hatırlayın...

O ahlâksız güruhun onca itip kakmasına ve aşağılamasına rağmen başı dik gümbür gümbür kelime-i şehadeti haykırmasını hatırlayın...

Canlı yayında naklen şehadet...

Dönün...

Mideniz bulana bulana da olsa...

Kusarak da olsa...

Libya Lideri Muammer Kaddafi’nin şehit olmak üzereyken bile kendi ülkesinin yoldan çıkmış çocuklarına, onları büyük bir günahın vebalinden korumak isteyen bir baba şefkati içinde: “Evlâtlarım, ben sizin babanızım. Bana yaptığınız haramdır, siz günah işliyorsunuz. Bu olamaz. Siz haram nedir bilmiyorsunuz" diye nasihat edişini görün...

Şehitlikten nefsin niye bu kadar korktuğuna dair de bir fikir edinme imkânı da yakalayabilirsiniz bu arada...

Hristiyanları, Yahudileri, putperestleri, dinsizleri, imansızları “hepimiz Adem’in çocuklarıyız, hepimiz İbrahimîyiz, hepimizin amentüsü bir, hepimiz aynı Allah’ın kuluyuz” diye sonsuz “bir hoşgörü ve diyalog” içinde “dost ittihaz eden” bazı gözü yaşlı sapıkların, mesele İslâm’ın bu şerefli şehit evlâtlarına geldiğinde; onlara nasıl kin kustuklarını, ne iftiralar attıklarını, onlardan nasıl nefret ettiklerini de hatırlarsanız...

Belki ısrarla unutturulmaya çalışılan, o olmasa da olurmuş gibi davranılan Kâinatın Efendisi’nin; bu zamanda, yani zamanın sonunda, yani “ahir zaman”da ümmetini bekleyen korkunç fitnelere dair 1400 küsur yıl öncesinden yaptığı ikazlara göz atmak da istersiniz...

Meselâ başlığın altındaki Hadis-i Şerif’e:

"Onun yanında akan iki nehir vardır...”

“Biri dış görünüşüyle beyaz bir sudur....”

“Diğeri de parlak bir ateş olarak görülür...”

“Kim o(zaman)na yetişirse, ateş olarak görünen nehrin yanına varsın ve başını eğip ondan içsin...”

“Zira bu parlak ateş gibi görünen nehir, soğuk bir sudan ibarettir..."

[Başka bir rivayette Deccal'lın "su ve ekmek dağları"na sahip bulunduğu da belirtilir.(52)

Müslim'de yer alan başka bir hadiste ise "onun cennet ve cehennemi bulunduğu, cehenneminin cennet, cennetinin de cehennem olduğu" bildirilir.(53) "Kendine tâbi olanları cennetine, tâbi olmayanları da cehennemine atar."(54)

Âlimler, bu hadisleri yorumlarken, "Deccal'ın kendisine boyun eğmeyen mü'minleri eziyet ve işkencelere atacağını" belirtirler. Aliyyü'l-Karî, "Onun suyu nimet ve lezzet, ateşi de meşakkat, azap ve elemdir"(55) der. Deccal’a boyun eğmeyen mü'minlerin "sıkıntı, belâ, çile ve meşakkat içerisinde kalacaklarını, buna rağmen Allah'ın lütuf ve ihsanıyla rıza, şükür ve sabır gösterecekleri anlatır."(56)] (**)

Öyle mankenlerle fingirdeşerek kakara kikiri, inşallah, maşallah, Mehdicilik oynamanın sahtekârlıktan başka bir anlamı yok yani..

Bugün dünyanın her tarafında Deccal ordularıyla boğuşan mücahid Müslümanlar, Deccal’e boyun eğerek onun arı duru, berrak görünen nehrine atlayarak serinlemeyi değil, onun “ateş nehrine” gözlerini bile kırpmadan atlamayı seçip şehadet şerbetini içerek Hem Allah’ın hem de Resulullah’ın emirlerine boyun eğiyorlar...

Bunu da “Deccal’a boyun eğmeyen mü'minlerin sıkıntı, belâ, çile ve meşakkat içerisinde kalacaklarını” bile bile yapıyorlar...

Guantanomo’ları...

Ebu Gureyb’leri...

Gizli açık toplama kamplarını...

İşkence uçak ve gemilerini...

Yargılı ve yargısız infazları...

En iğrenç işkenceleri...

En ağır hak gasplarını...

En katı mahrumiyeretleri bile bile...

Hepsini birden göze alarak...

Kendilerini “ateş nehirlerine” atıyorlar...

Deccal ve avanesi ise bunlara “diktatör, terörist, düşman” falan filan diyor...

Hadislerde Deccal’ın kendisine boyun eğmeyen müm’inleri binbir türlü işkence, eza, cefa, yokluk, yoksulluk, açlık ve susuzluk cehannenemine atacağı belirtildiği gibi, kendine tabi olan "müm’in"leri de yalancı cennetinde sayısız nimetlere garkedeceği de haber veriliyor...

Resulullah Efendimiz ne dediyse doğru olduğuna ve her şey onun haber verdiği gibi gerçekleşeceğine göre...

Demek ki; Deccal’in yalancı cennetindeki sayısız nimetlere tamah eden “mü’minler” de elbete olacaktır...

Milyar dolarlık servetlere hükmeden gözüyaşlı hocaefendilerden...

Milyon dolarlık Villalarda her türtlü lüks, şatafat içinde, vur patlasın çal oynasın oturan sahte Mehdî’lere, müteşeyyihlere, çıplak uyarıcılara, Tv şovmeni sapık ve saptırıcılara...

Her türlü yetki ve etki, makam ve mevkiler bahşolunmuş politikacılardan, bürokratlara...

Bunlardan nemalanan müteahhit, sanayici, tüccar ve esnaflara varıncaya kadar...

Bugün, milyonlarca “mü’min” dünyanın her tarafında deccal’in gözcülüğünü, sözcülüğünü, öncülüğünü, taşeronluğunu, tetikçiliğini canla başla yapmıyor mu?

Peki sizce bu iki grup “müm’min”den hangisi Resulullah Efendimizin emrini yerine getirmiş oluyor?

Hangisi O’nun emrini yerine getiriyorsa şüphesiz o ebediyyen kurtulmuştur...

***

Şimdi dönüp Libya Lideri Şehid Kaddafi’nin şehadet anını gösteren videoya yeniden bakalım...

Kaddafi, Deccal’in kendisine “Bana tabi ol, benim kulum ol, benim dediklerimi yap... Milyar dolarlarını yükle uçağına... Dünyanın istediğin ülkesine git çıtır çıtır ye!” teklifini kabul etseydi, şimdi dünyanın cenneti olarak nitelenen bir yerde, bin bir türlü nimet ve lezzete garkolmuş şekilde keyif sürecekti...

O ne yaptı?

“Ne kendimi, ne halkımı satmam, Libya’da doğdum, doğduğum topraklarda çarpışa çarpışa şehit olurum” dedi mi?

Dedi...

Dediğine son nefesine kadar sadık kaldı mı?

Kaldı...

Linç videosunda da görüldüğü gibi kendini “ateş nehrine” attı mı?

Attı...

Peki şimdi bu savaşı kim kazandı?

Şehadet şerbetini içen “diktatör” Kaddafi mi?

Yoksa o vahşî linç anında, kurban henüz son nefesini bile vermeden, onun üzerindeki kıymetli eşyayı yağmalayan ve hatta o eşyanın kıymeti hakkında fikir alışverişinde bulunan, Deccal’in işbirlikçisi çapulcu demokratlar mı?

Soru çok zor olduğu için bir ipucu verelim...

“Ferrasi'ni Satan Bilge”nin yazarı Robin Sharma şöyle diyor:

- "Bir insanın yaşayıp yaşamadığını anlamak istersen, nabzına değil onuruna bak, duruyorsa yaşıyordur..."

Dipnotlar:

* [Buharî, Fiten: 25, Enbiya: 50; Müslim, Fiten: 105 (H. 2935); Ebû Davud, Melahim: 14 (H. 4315).]

** Şaban Döğen, “Deccal'ın özellikleri nelerdir?”, 27.06. 2007, http://www.sorularlaislamiyet.com/

Kaynak: http://millibirlikruhu.blogspot.com/2011/10/ahir-zaman-fitnesi-ile-yuzlesmek.html

'Kaddafi'nin sonu Esad'a örnek olmalı'
18 Kasım 2011
Libya işbirlikçi Ulusal Geçiş Konseyi'nin eski Başbakanı işbirlikçi Cibril, şehit Libya lideri Muammer Kaddafi'nin yakalanması ve öldürülmesinin Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esad için öğretici bir örnek olması gerektiğini belirterek, "Kardeşlerim Abdullah Gül, Tayyip Erdoğan ve Ahmet Davutoğlu'ndan her desteği ve yardımı her zaman aldım. İhtiyaç duyduğumuz zamanlarda bizim için hep oradaydılar" diye konuştu.
haber1001

Hatay'a sığınan albayın Esad'ı devirme planı
10 Ekim 2011

Türkiye'ye sığınan ve Türk güvenlik kuvvetleri tarafından korunduğu belirtilen Suriyeli rejim muhalifi albayın gerilla tipi saldırılar planladığı iddia ediliyor

Dünya Bülteni/Haber Merkezi

İngiliz Independent gazetesi, Türkiye'ye sığınan Suriyeli Albay Riyad el Esad'ın, Beşar Esad rejimini devirmek için gerilla tipi saldırılar ve suikastler planladığını iddia etti.
Yeni kurulan Özgür Suriye Ordusu'nun komutanı olduğu kaydedilen Albay el Esad, Independent'a konuştu, "Bizi tepki göstermeye zorladılar. Suriye içinde örgütlenmiş haldeyiz. Bizler askeriz ve çalışıyoruz. Gücümüz yavaş yavaş artıyor" dedi.

Justin Vela imzalı haberde, "Albay el Esad'ın Türk koruyucularının göz yummasıyla birlikte taraf değiştiren Suriyeli askerlerce kurulan bu güç, Beşar Esad rejimini askeri güç kullanarak devirmek istiyor" denildi.

Albay el Esad, Suriye ve Türkiye arasında gidip gelen aracılar sayesinde Suriye'deki subaylarla eşgüdüm halinde olduklarını da savundu. Haberde, Riyad el Esad'ın Hatay'da Türk güvenlik görevlilerinin sürekli koruması altında yaşadığı kaydedildi.

Albay el Esad, stratejisini güvenlik yetkililerine karşı gerilla tipi saldırılar ve suikastlerin oluşturduğunu söyledi, ancak, geçen hafta öldürülen Suriye Müftüsü gibi, rejime yakın sivil isimlere karşı düzenlenen saldırıların sorumluluğunu üstlenmedi.
Şimdiye dek 200 bin kişilik Suriye Ordusu'ndan 10 ila 15 bin askerin taraf değiştirdiğini söyleyen Albay el Esad ayrıca, Suriye Ordusu'nda moralin düşük olduğunu ve gelecek haftalarda daha çok kişinin taraf değiştireceğini savundu.
Independent'ın haberinde, Türkiye'nin geçen Cuma günü Suriyeli Kürt siyasetçi Meşal Temmo'nun öldürülmesini kınadığı da hatırlattı.

HATAY'DA REUTERS'A DA KONUŞMUŞTU

Suriye silahlı kuvvetlerindeki görevini terk ederek taraf değiştiren en üst düzey subay olan Albay Riyad el Esad daha önce Reuters'a da açıklamalarda bulunmuş, Beşşar Esad'ı devirmenin tek yolunun güç kullanmak olduğunu söylemişti.
Suriye'de yabancı ülkelerin güçlerini görmek istemediklerini ancak uluslararası kamuoyunun isyancılara silah yardımı yapıp ülkenin hava sahasını uçuşa kapatması gerektiğini belirten Albay Esad, "Eğer bize bunu vermezlerse rejim devrilene kadar tırnaklarımızla savaşırız. Buradan Beşar Esad'a sesleniyorum: Halk senden daha güçlü" dedi.

Esad bu açıklamasında, ülkenin çeşitli noktalarında birlikler oluşturan isyancı askerlerin hükümet güçlerinin girişine engel olmak için köylerin girişine pusular kurduğunu belirtti.

Kendisinin Özgür Suriye Ordusu'nun komutanı olduğunu ve halen Suriye'de bulunan Teğmen Abdülrahman Şeyh liderliğindeki Özgür Subaylar hareketiyle işbirliği yaptıklarını söyledi.

"Bir savaş olmadan, Esad devrilmeyecek. Her kim olursa olsun, güç kullanarak liderlik yapan kişinin güç kullanmadan indirilmesinin imkanı yoktur" diyen Esad, rejimin kullandığı birçok "baskıcı ve kanlı taktik dolayısıyla ülkesinden ayrıldığını" çünkü şu an için Suriye'de bir emniyet ortamı bulunmadığını belirtti.

Ajansın haberinde, Albay Esad'ın da Alevilerin komutası altındaki Suriye ordusunun subaylarının birçoğu gibi Sünni olduğu ifade edildi.

Suriye rejiminin, Tunus'taki devrim sırasında aynı durumun kendi başına da geleceğini hissettiğini ve güvenlik önlemlerini artırdığını ifade eden Esad, "Bizi taciz etmek için ajanlar tuttular. Sürekli olarak izleniyorduk" dedi.

Esad, Halep'te bulunan hava kuvvetleri istihbarat birimine çağırıldığını ve burada köyünde gösteriler olduğu için akrabaları arasında silahlı gruplar bulunduğunu itiraf etmeye zorlandığını belirterek, bu olaydan sonra ülkeyi terk etmeye karar verdiğini söyledi.

'Suriyeli muhalif albay Türklerin korumasında'
10 EKİM 2011
Independent, dünya haberleri sayfalarında Türkiye'ye sığınan ve Türk yetkililer tarafından korunduğunu söylediği Suriyeli Albay Riyad el Esad'ın, Beşar Esad rejimini devirmek için gerilla tipi saldırılar ve suikastler planladığını yazıyor.

Haberde, Albay el Esad'ın yeni kurulan Özgür Suriye Ordusu'nun komutanı olduğu belirtiliyor.
Justin Vela imzalı haberde, "Albay el Esad'ın Türk koruyucularının göz yummasıyla birlikte taraf değiştiren Suriyeli askerlerce kurulan bu güç, Beşar Esad rejimini askeri güç kullanarak devirmek istiyor." deniliyor.

Albay el Esad, Independent'a verdiği mülakatta, "Bizi tepki göstermeye zorladılar. Suriye içinde örgütlenmiş haldeyiz. Bizler askeriz ve çalışıyoruz. Gücümüz yavaş yavaş artıyor" diyor.

Albay el Esad, Suriye ve Türkiye arasında gidip gelen aracılar sayesinde Suriye'deki subaylarla koordine olduklarını belirtiyor.

'Suriyeli muhalif albay Türklerin korumasında'

Haberde, Riyad el Esad'ın Hatay'da Türk güvenlik görevlilerinin sürekli koruması altında yaşadığı kaydediliyor.

Albay el Esad, stratejisini güvenlik yetkililerine karşı gerilla tipi saldırılar ve suikastlerin oluşturduğunu söylüyor.

Ancak el Esad, geçen hafta öldürülen Suriye Müftüsü gibi, rejime yakın sivil isimlere karşı düzenlenen saldırıların sorumluluğunu üstlenmiyor.

Şimdiye dek 200 bin kişilik Suriye Ordusu'ndan 10 ila 15 bin askerin taraf değiştirdiğini söyleyen Albay el Esad ayrıca, Suriye Ordusu'nda moralin düşük olduğunu ve gelecek haftalarda daha çok kişinin taraf değiştireceğini savunuyor.

Independent'ın haberinde, Türkiye'nin geçen Cuma günü Suriyeli Kürt siyasetçi Meşal Temmo'nun öldürülmesini kınadığı da hatırlatılıyor.

Gazete, Temmo'nun Türkiye sınırında bulunan Kamışlı'daki cenazesine 50 binden fazla kişinin katıldığını, bu kalabalığın üzerine ateş açılması sonucu da beş kişinin öldüğünü hatırlatıyor.

Kürtlerin ayaklanmaya katılma tehdidi

Daily Telegraph ise, Temmo'nun ölümüyle birlikte Suriyeli Kürtler'in Esad rejimi karşıtı harekete destek verme tehdidinde bulunduğunu belirtiyor.

Gazete, Temmo'nun ölümüyle, Suriye Kürt toplumundaki önde gelen isimlerin ayaklanmaya katılma çağrısında bulunduğunu yazıyor.

Habere göre, Meşal Temmo'nun oğlu Fares Temmo "Babamın suikasti rejimin tabutuna son çiviyi çaktı. Büyük bir hata yaptılar" diyor.

Gazete, Suriye'deki 1 milyon 700 bin kişilik Kürt azınlığın Temmo'nun ölümüne dek, ayaklanmaya tam olarak destek vermediğini ve Kürtlerin çoğunlukta yaşadığı kentlerdeki rejim karşıtı gösterilerin görece küçük olduğunu söylüyor.

Beşar Esad rejiminin de Kürtleri kışkırtmamak için, daha önce diğer bölgelere kıyasla daha az güç kullandığı belirtiliyor.
BBC

Guardian: Esad Kürt kartını kullanabilir
30 Eylül 2011
İngiliz gazetesinde yer alan bir yazıda, BM'nin geri adımına rağmen, Türkiye'nin tek başına yaptırım uygulamakta kararlı olduğu belirtilirken, Esad yönetiminin Türkiye'ye karşı Kürt sorunu kartını kullanabileceğinin altı çiziliyor.

Guardian'da yer alan bir yazıda, BM Güvenlik Konseyi'nin Suriye'ye yönelik yaptırımlarda geri adım atarken, Türkiye'nin tek başına yaptırım uygulamakta kararlı olduğu belirtilirken, Esad yönetiminin Türkiye'ye karşı Kürt sorunu kartını kullanabileceğinin altı çiziliyor.
Martin Chulov imzalı habere göre, Başbakan Erdoğan'ın Ekim ayının ilk günlerinde Suriye'den kaçanların barındığı Hatay'daki kampa yapacağı ziyaretin ardından açıklanması beklenen yaptırımların ''siyasi, ekonomik ve askeri alanlarda'' olması planlanıyor.
Chulov, Bu yaptırımlar bir zamanlar çok yakın olan iki ülke ilişkilerini daha da kötüleştireceğini belirtiyor.
Dünya Bülteni

Söylem ile eylem -1
Hüsnü Mahalli
11 Ekim 2011
Akşam

Hükümetin 'Komşularla sıfır problem' söylemine yönelik eleştiriler çoğalınca ve Esad'ın CHP heyetine söylediklerini Cumhuriyet Gazetesi yayınlayınca Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu 12 meslektaşımızı davet ederek eleştirilere yanıt vermiş. Meslektaşlarımız bu sohbetin detaylarını kendi köşelerinde anlattılar. Herkesin üzerinde özellikle durduğu konu Suriye-Türkiye ilişkileri. Çünkü Suriye; Türkiye'nin dış politikasının yani 'Komşularla sıfır sorun' ilkesinin test edildiği yerdir.

Gelin birlikte bakalım.

2002 sonunda iktidara gelen AK Parti, ilk bölgesel açılımını Suriye ile başlattı. Suriye ile dostluk ilişkilerini başlatan hükümet, birçok nedenden dolayı Arap alemine çok daha kolay girdi. Türkiye'nin Suriye'ye açılımı ise AK Parti ile değil Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in Haziran 2000'de Hafız Esad'ın cenaze törenine katılmasıyla başlamıştı. Tıpkı Türkiye'nin Yunanistan'a açılımının rahmetli Ecevit ve İsmail Cem zamanında, İran'a açılımın da rahmetli Erbakan döneminde başladığı gibi.

Hemen söyleyeyim ben ilk günden itibaren AK Parti hükümetinin bölgesel açılımlarına hem Türk medyasında hem de Arap medyasında yoğun destek verdim. Arap ve uluslararası medyada AK Parti'ye verdiğim destek başlangıçta yoğun tepkiyle karşılanıyordu. Nitekim bugün AK Parti yanlısı gibi görünen birçok Arap gazeteci ve aydın beni 'AKP'li olmakla suçluyor' ve 'AKP'lilere güvenilmemesi gerektiğini' savunuyorlardı. Ben ise o zaman doğru yolda olduğuna inandığım AK Parti hükümetinin dış politika ile ilgili tüm söylem ve eylemlerine destek veriyordum. Ta ki 'Arap Baharı' başlayıncaya kadar. Çünkü 'Arap Baharı' olmamış olsaydı belki de bugün Türkiye önderliğinde bölgede olağanüstü önemli gelişmeler yaşanmış olacaktı. Olmadı ve olmadığı gibi Türkiye'nin tüm bölgesel ve uluslararası hesap ve kitapları karıştı.

Sırayla bakalım.

1- Geçen yıl Suriye ile birleşme aşamasına gelen ancak 'Reform yapmıyor' diye Esad'a kızan Ankara, şimdi bu ülkeyle ilişkilerde savaş sözcüğünü kullanmaya başladı.

2- Lübnan'da Batı yanlısı Saad Hariri hükümeti düşüp yerine Hizbullah'ın ağırlıkta olduğu hükümet kurulunca, Ankara'nın Lübnan ilişkileri de kötüleşiyor. Suriye'ye ve dolaysıyla Lübnan'a giden silahların geçişine izin vermeyen Türkiye, Hizbullah'ı kızdırmaktadır.

3- Mart Tezkeresi sonrasında Iraklı tüm taraflarla olağanüstü ilişkiler geliştiren Ankara, şimdi yalnıza 'Sünni İslamcıların' bir bölümü ile iyi ilişkilerini sürdürüyor. Çünkü İran etkisindeki Şii'ler Ankara'nın Suriye'deki 'Sünni ' Müslüman Kardeşler'e verdiği destekten dolayı tedirgin. Çünkü Suriye'de olası bir iç savaş öncelikle Amerikalıların yakında çekileceği Irak'taki Şiileri ilgilendirecektir. 2005'ten bu yana demokratik açılımların Kürt sorununu çözmeye yetmediğini, AK Parti hükümetinin PKK ile diyaloğunun sonuç vermediğini gören Iraklı Kürt liderler ise alenen söylemeseler de Ankara ile ilişkilerine giderek mesafe koyuyor.

Özetle Suriye ve Lübnan ile olduğu gibi Türkiye'nin Irak ilişkileri de kötüleşiyor.

4- Bir diğer önemli komşu İran. Türkiye'nin İran ilişkileri son 3-4 yılda olağanüstü olumluluk içinde seyretti. Ancak hükümetin İran'ı 'Şii olduğu için Suriye'yi'' destekliyor suçlamasında bulunması ve son olarak Malatya'da Amerikan radarlarını yerleştirmesi Tahran'ı çok kızdırmışa benziyor. Tepkiler giderek yükseliyor ve sertleşiyor. Amerikan Predator uçaklarının İncirlik'e yerleştirilmesiyle bu tepkiler daha da artacağa benziyor.
Özetle Ankara daha bir yıl öncesine kadar ideal bir ilişki içinde olduğu bu dört ülkeyle gerginlik dönemine girmiştir. Bölgedeki genel kanı 'Sünni Türkiye; Alevi Esad ve onun yandaşları Şii Bağdat, Tahran ve Hizbullah'a karşı'.
Ama işin ilginç tarafı Türkiye bu ülkelerin düşman olduğu Yahudi İsrail'e karşı söylemini de giderek sertleştiriyor. Yahudi sözcüğünü ben değil İsrailliler kendi ülkeleri için kullanıyor. Aynı tanımı Başbakan Erdoğan'ın Medeniyetler İttifakı Projesi'ndeki ortağı İspanya Başbakanı Zapatero geçenlerde ısrarla kullandı!

Yarın: Diğer komşulara bakalım.
http://www.aksam.com.tr/soylem-ile-eylem-1-4105y.htm

Esad yanlıları ABD, Türkiye ve AB'yi protesto etti
12.10.2011
T24 - Suriye'nin başkenti Şam'da bir araya gelen Esad yanlıları, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nde Suriye aleyhinde karar çıkmasını engelleyen Rusya ve Çin'e teşekkür etmek için düzenlenen mitinge katıldı. Topluluk ABD, AB ve Türkiye karşıtı sloganlar attı.

Şam'ın en büyük meydanlarından biri olan "Yedi Deniz Meydanı"nda gerçekleştirilen mitingde Rusya ve Çin'e teşekkür sloganlarının yanı sıra Beşar Esad'a destek ve birlik sloganları atıldı. Miting alanı üzerinde uçuş yapan askeri helikopterden Rusya ve Çin bayrakları açıldı.

Anadolu Ajansı'nın haberine göre, "Alevi, Sünni, Şii, Hristiyan, Kürt, Arap aramızda ayırım yok", "Mezhepçiliğe hayır, Suriye'nin birliğine evet", "Halk Beşar'ı istiyor" sloganları atan göstericiler, Fransa ve ABD'nin yanısıra Türkiye aleyhine de sloganlar attı. AB'yi Suriye'ye müdahalede bulunmamaları yönünde uyardı.

Göstericilerden Ahmet Ebu Alaa, sonuna kadar Esad'ın arkasında olduklarını ifade ederek, "Halk onun arkasında olduğu sürece ona birşey olmaz. Allah, Suriye ve Beşar, hepsi bu kadar" dedi.

Bir diğer gösterici Ebu Hüseyin ise, "Çin ve Rusya'ya şükranlarını sunduklarını ve Beşar Esad'a desteklerini göstermek için buraya geldiklerini, Suriye'nin yıkılamayacağını, hep ayakta kalacağını" söyledi.

SMS'le davetiye

Bir gün öncesinden SMS yolu ile halka katılım daveti gönderilen gösteride, Suriye, Baas Partisi ve Hizbullah bayraklarının yanı sıra dev boyutta Rusya ve Çin bayrakları taşındı. Mitinge çeşitli din ve mezheplerden din adamlarının katılması da dikkat çekti.

Hükümet karşıtı ayaklanmaların başlangıcından bu yana Şam'da yapılan Esad yanlısı en kalabalık gösteri olduğu söylenen miting, halkın önemli bir kısmının reform sürecini kendi içinde halletmek istediğinin, yabancı müdahale karşı olduğunun da bir göstergesi oldu.

Şimdilerde Esad'ın, rejim karşıtı halkın taleplerini ve Çin ile Rusya'nın tavsiyelerini göz önünde bulundurarak, yeni bir anayasanın hazırlanması yolunda çalışmalar yaptığı belirtiliyor.

Kaynak: http://www.t24.com.tr/

VURACAK!..
İsmail MÜFTÜOĞLU
12 Ekim 2011
i-muftuoglu@hotmail.com



Türkiye’nin Suriye’ye saldıracağı anlaşılıyor. Bu karar Türk hükümetinin inisiyatifi ile alınan bir karar değil, Yeni Dünya Düzenini kurmaya çalışan emperyal güçlerin verdiği bir karardır. Türkiye’nin Suriye’ye vuracağı, Sayın Başbakanın gerek BM Genel Kurulunda ve gerekse Somali ve Güney Afrika ülkelerine yaptığı ziyaretler esnasındaki açıklamalarından net olarak anlaşılmaktadır. Ama bazı geri zekalılar bunu algılayamayabilir.

Peki, Türkiye Suriye’ye niçin vuracak? Önümüzdeki dönemlerde İran’a vurmak için İsrail’in önünü açmak amacıyla. İsrail ile meydana getirilen gerginliklerin temelinde yatan gizli gerekçe de, budur.

‘Bak, biz İsrail’e meydan okuyoruz, İsrail’in önünü açmak mı, aklın alacağı iş mi’ denebilir. Ama yaşayanlar görecek ki, Suriye meselesi halledildikten sonra İran, ABD’nin desteğinde İsrail tarafından vurulacaktır.

Bu hengamede bizim karımız ne olacak? Sadece, ABD’nin stratejik ortaklığı. Bir makam adına, Müslüman olan bir ülkeye vurulabilir mi? Vurulur tabii. Orada sistem insanları öldürüyor gerekçesi komik olmaz mı? Öldürme olaylarını bahane ederek, daha büyük kıyımlara neden olabilecek bir savaş göze alınabilir mi?

Yıllardan beri gördüğümüz manzaralar neyin nesidir? Başkalarını suçlarken, biraz da kendimize baksak iyi olmaz mı? Diğer taraftan stratejik ortak kabul ettiğimiz ABD, bizim başımıza terörü musallat eden değil mi?

İnsan haklarından dem vurup, ABD Ortadoğu’ya demokrasi getiriyorum diyerek bir milyon Irak’lıyı öldürmedi mi? Şimdi sormak gerekir. İnsan haklarını koruma adına Suriye’ye bir müdahale olur ve yüz binlerce Müslümanın ölümüne sebebiyet verilirse, ABD’nin Irak’ta akıttığı kan ile Suriye’ye vurulduğunda akıtılacak kan arasında bir fark kalır mı? ABD’ne zalim diyenlerin, şimdi aynı zulmü icra etme hevesine kapılmaları şaşkınlık değil mi?

Biz millet olarak zalimlere iltifat etmeyiz. Zulüm kimden gelirse gelsin onlara karşı tavır koyarız. Ama zalim bir rejimi defetmek iddiasıyla, daha ağır bir zulümle, binlerce insanın kanını dökmeyi göze almak, hangi manevi kalıba sokulabilir, ca-i sualdir, doğrusu.

Bütün dünya biliyor ki, bu oyunların planlayıcıları ABD ve ırkçı emperyalizmdir. Irkçı emperyalistler ile yan yana gelmek nasıl izah edilebilir? Suriye’nin ortadan kaldırılması veya zayıf düşürülmesi kimin hayrına olacak? El cevap, İsrail’in. Neden? Çünkü İsrail’le elan savaşan Suriye’dir. Bu engel aşıldığında İsrail’in Ortadoğu’da saldırganlığı artacaktır.
Zira İsrail, ne BM’in almış olduğu kararlara ve ne Çin ve Sovyet Rusya’nın tavırlarına, ne de Türkiye’nin meydan okumalarına aldırış bile etmiyor. Çünkü elinde dünyaya hükmeden altın, petrol ve nükleer güç vardır.

Akıllı dış politika, dolduruşa göre yapılmaz. Ülke menfaatleri dikkate alınarak yapılır. Sınır komşuları ile münasebetleri sıcak tutarak yapılır. Bu anlayışı gerecek bir dış politika, hayra vesile olmaz. Hele hele beş asır aynı bayrak altında, aynı manevi coğrafyada yaşayanların birbirlerini, sebep ne olursa olsun, hasım görmesi ancak manevi çoraklaşma ve dünyevileşme adına yapılabilir.

Unutmamak gerekir ki, iki testi çarpışınca biri kırılır, diğeri de çatlar. Zarar her ikisine de raci olur. Şimdi aynı kültürün mirasçıları olarak Suriye ve Türkiye’nin kapışmasının mantıklı bir yönü olabilir mi? Bu kalkışmada tahrik edilecek olan Osmanlının devasa muhteşem eserleri değil midir? Hangi kuru mantıkla bunlar algılanmaz. Bazıları kendilerini Yavuz Sultan Selim Hana benzeterek Ortadoğu’ya hakim olma hevesine kapılabilir. Ama hayallerini frenleyemeyenlerin sonu hep hüsran olmuştur. Sezar’ın, İskender’in, Napolyon’un, Hitler’in ve Stalin’in sonu gibi.
Kaynak: ajans5

Suriye: 'Türkiye'nin tutumu anlaşılmaz'
28 Ekim 2011

Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esad'ın siyasi ve basın danışmanı Buseyna Şaban, Türkiye'nin kendileriyle bir öğretmen edasıyla konuştuğunu belirterek, 'Türkiye'nin bu turumunu gerektirecek bir şey yapmadık' dedi.

İngiliz Independent gazetesinin deneyimli Ortadoğu muhabiri Robert Fisk'e Suriye'nin başkenti Şam'da demeç veren Buseyna Şaban, Türkiye'nin Suriye politikasını anlaşılmaz onlarak nitelendirdi.

"Suriye, Türkiye'ye Arap dünyasının kapılarını açtı" diyen Şaban, "Türkler Suriye'ye vizesiz giriyor. Suriye pazarları Türk mallarıyla dolu. Türkiye'nın bu tutumu takınmasının altında daha büyük nedenler olmalı. Türkiye NATO üyesi ve füze kalkanı bu ülkeye kuruluyor. Türkiye'nin pastadaki payı ne bilmiyorum" şeklinde konuştu.

'VATANDAŞLIK SÖZÜ VERİLDİ'

Suriye'de geçtiğimiz mart ayında başlayan şiddet olayları sonrasında Hatay'a gelen Suriyeli mülteciler konusuna da değinen Şaban, "Türkiye'ye kaçıp daha sonra dönenler, Türklerin kendilerine vatandaşlık vaadinde bulunduğunu söylediler. Idlib'den kaçan birisi niçin Türkiye'ye gitmek ister? Neden Halep'e gitmez?"

'ASKERE ATEŞ EMRİ VERİLMEDİ'

Beşşar Esad'ın siyasi ve basın danışmanı Buseyna Şaban, Suriye'de şiddet olayları başladıktan sonra askerin protestoculara ateş etmesi yönünde bir emir verilmediğini iddia etti.

'BENİM DOLARLARIM YOK'

Esad rejiminin bazı yetkililerine ekonomik yaptırım uygulayan ABD'nin listesinde Buseyna Şaban da bulunuyor. Şaban, ABD'nin kendisine karşı ekonomik yaptırım kararı almasının bir anlam ifade etmediğini dile getirerek, "Benim servetim yok, sadece bir servetim var o da halkımın sevgisi. ABD'liler serveti sadece "dolar" olarak algılıyorlar. Benim dünyanın hiçbir yerine tek bir dolarım yok" şeklinde konuştu.

Timetürk

NYT: Özgür Suriye Ordusunu Türkiye destekliyor
28 Ekim 2011

ABD'nin etkin gazetelerinden New York Times'ta yer alan habere göre, Suriye'de ordudan ayrılıp Beşar Esad yönetimine karşı silahlı mücadele başlatan askerlerin oluşturduğu Özgür Suriye Ordusu'nun militanları Türkiye'de barınıyor.

New York Times, Özgür Suriye Ordusu'nun örgütnün komutan ve onlarca onlarca militanının bulunduğu kampların Türk askerleri tarafından korunduğunu yazdı.
MİLİTANLAR HATAY'DA
Liam Stack imzalı haberde çarşamba günü Suriye'de 9 askerin öldürülmesiyle sonuçlanan çatışmaya karışan militanların Hatay'daki Suriyelilerin kaldığı kampta kalanlardan oluşturulduğu yönünde iddialar olduğunu yazıyor.
'ASKER MİSİN SİVİL MİSİN DİYE SORMUYORUZ'
Türk Dışişleri yekililerinin kampın sadece "insani" amaçla kurulduğunu söylediklerini aktaran New York Times, üst düzey bir yetkilinin iddialar ilişkin, "Biz Suriye'den kaçan insanları barındırıyoruz orada. Gelenlere asker misin, sivil misin diye sormuyoruz" sözlerine yer veriyor.
SURİYE HALKIYLA BERABERİZ
Özgür Suriye Ordusu lideri Riyad Esad'la da görüşen New York Times muhabiri bu görüşmeyi Türk Dışişleri'nin ayarladığını ve bir dışişleri yetkilisinin söyleşi sırasında hazır bulunduğunu yazdı. Gazeteye konuşan Albay Esad "Biz Suriye halkının lideriyiz. Suriye halkıyla beraberiz" diyor.
MUHALİF LİDER ESAD'I TÜRKLER KORUYOR
Yerel bir yetkilinin ofisinde yapılan söyleşide Esad'ı biri keskin nişancı, ağır silahlı 10 Türk askeri tarafından korunduğunu belirtiliyor. İsyancı lider Albay Esad'ın her seferinde Türkiye'ye minnettarlığını sınduğunu yazan gazete, Türk yetkililerin ise silahlı gruplara destek verdiği yönündeki haberleri reddettiğini kaydediyor. Gazete son olara Albay Esad'ın "Biz Suriye halkını koruyan bir orduyuz. Silahlı mücadele için hazırlanıyoruz. Eğer uluslararası toplum silah desteği verirse rejim çok çok kısa zamanda düşer" sözlerine yer veriyor.
Türkiye Dışişleri Bakanlığı'nın bu konuda nasıl bir tepki vereceği merakla bekleniyor.
Timetürk

Esad: Suriye'ye müdahale deprem yaratır
30 EKİM 2011



Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad, Batı'nın ülkesine müdahalesinin "deprem" yaratacağı uyarısında bulundu.
İngiltere'de yayımlanan Sunday Telegraph gazetesine mülakat veren Esad, müdahalenin Suriye'yi yeni bir Afganistan'a dönüştürebileceğini söyledi.

'Tüm bölge yanar'

Esad "Suriye şimdi bölgenin merkezi. Fay hattı. Eğer zeminle fazla oynarsanız, depreme yol açarsınız. Suriye'deki bir sorun tüm bölgeyi yakar. Eğer plan Suriye'yi bölmekse, tüm bölge bölünür. Başka bir Afganistan, ya da olnarca Afganistan daha mı görmek istiyorsunuz?" dedi.

Suriye Cumhurbaşkanı demecinde, ayaklanmanın ilk aşamasında güvenlik görevlilerinin "birçok hata" yaptığını kabul etti, ama şimdi sadece "teröristleri" hedef aldıklarını söyledi.

Arap Baharı'na devrilen liderlerden farklı yanıt verdiklerini belirten Esad, "İnatçı bir hükümet gibi davranmadık. Protestoların altıncı gününde reformları başlattım" diye konuştu.

Ayaklanmayı "İslamcılıkla Pan-Arabizm (Atlas Okyanusu'ndan Arap Denizi'ne Arapların birliğini savunan ideoloji) arasındaki mücadele" olarak tanımlayan Esad, "1950'den beri Müslüman Kardeşler'le savaşıyoruz. Ve bu savaş hala devam ediyor" dedi.

Esad'ın bu açıklamaları, Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Ban Ki-mun'un Suriye yönetiminin baskılara son vermesi çağrısını izliyor.

Cumartesi günkü olaylarda en az 50 sivil ve güvenlik görevlisinin öldüğü bildiriliyor.

Protestocular, tankların Humus kentindeki tarihi bir bölgeyi bombalaması sonucu 21 sivilin öldüğünü söyledi.

Hükümet ise Humus'ta 20 askerin hayatını kaybettiğini, İdlib kentinde de otobüslerine düzenlenen saldırı sonucu 10 güvenlik görevlisinin öldüğünü duyurdu.

Beşar Esad yönetimine karşı Mart ayında başlayan ayaklanmada şimdiye kadar 3 binden fazla kişinin öldüğü haber veriliyor.
BBC

Ankara, ABD’nin Suriye iç savaşına verdiği onayın neresinde?
Alptekin DURSUNOĞLU
30/09/2011



Ankara, ABD’nin Suriye iç savaşına verdiği onayın neresinde?Suriye’deki iç savaşın Türkiye’yi, nasıl etkileyeceğini 2003’te Irak’a getirilen demokrasi tecrübesini hatırlayarak ve onun şu an güneydoğuya nasıl yansıdığını göz önünde tutarak tahmin edebiliriz.



Suriye’de yaklaşık 8 aydır devam eden bunalım, geçtiğimiz hafta başında Suriye ordusundan ayrıldığı belirtilen askerlerin kurduğu “Özgür Suriye Ordusu” adlı örgütün “rejime karşı silahlı mücadele başlatma”[1] kararı ile yeni bir aşamaya girdi.

Silahlı mücadele kararının, son derece heterojen bir yapıya sahip olan “Suriye muhalefetinin” ne kadarının onayını veya desteğini aldığı şimdilik meçhul gözükse de Amerikan Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Mark Toner’in, silahlı mücadele kararını “rejimin binlerce kişiyi öldürmesine verilmiş doğal bir tepki”[2] olarak nitelemesi, Şam yönetimi tarafından ABD’nin “teröristlere” verdiği destek şeklinde algılandı.[3]

Suriye’de sekizinci ayına giren iç karışıklıklar sırasında muhaliflerin silah kullandığı ve bu çerçevede Suriyeli 800 güvenlik görevlisinin hayatını kaybettiği bilindiği için “Özgür Suriye Ordusu” adlı örgütün silahlı mücadele kararı aldığını açıklaması, aslında pek de yeni bir gelişme gibi gözükmeyebilir.

Ancak, Suriyeli muhaliflerin daha önce de silah kullanmasına rağmen, Washington’un “silahlı mücadeleye onay” açıklamasını, “Özgür Suriye Ordusu”nun 27 Eylül’deki kararına kadar geciktirmiş olması, anlamlı gözüküyor.

Amerikan Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Mark Toner’in Washington’un “Suriye iç savaşına onayı” şeklinde de okunabilecek olan açıklamasının Özgür Suriye Ordusu’nun silahlı mücadele kararı almasından hemen sonra yapılmasının anlamları üzerinde tahminde bulunmayı sonraya bırakarak, Suriye’de yaşanan süreci kısaca hatırlamakta fayda var.

1- 18 Mart’ta Der’a kentinde, duvarlara “halk rejimin devrilmesini istiyor” diye yazan çocukların polisin işkencesine ve halkın da yerel yöneticilerin aşağılamasına maruz kalmasıyla başlayan küçük çaplı gösteriler, Cumhurbaşkanı Beşşar Esed’in, bölgede yaşanan gelişmeleri doğru okuyamaması ve olayı basit bir asayiş sorunu olarak gördüğünü düşündürecek bir tutum içerisine girmesi sebebiyle zaman içerisinde ciddi bir bunalıma dönüştü.

2- İsrail’in güvenliğine karşılık bölgesel diktatörlüklerin garanti altına alınmasını öngören Camp David düzeninin iki önemli kalesi olan Tunus ve Mısır’da gerçekleşen devrimler, ABD ve bölgesel müttefiklerini bu düzene karşı bölgede direniş ekseni lehine bir denge unsuru olan Suriye üzerine yoğunlaşmaya sevk etti.

3- Suriye halkının rejimin diktatör niteliğine yönelik tepkisi, ABD ve bölgesel müttefiklerine “demokrasi, özgürlük ve insan hakları” kavramları üzerinden Suriye’nin iç işlerine müdahil olma konusunda geniş bir imkan sundu.

4- ABD ve bölgesel müttefikleri, Suriye’de bir Tunus veya Mısır tecrübesi yaşanabileceği ihtimalini göz önünde bulundurarak Şam yönetimine karşı ilk birkaç ay söylem düzeyinde kalan baskılar yaptılar; ancak bu baskıları somut siyasi, ekonomik veya askeri müdahale düzeyine taşımadılar. İlk birkaç ay Suriye’ye karşı düşük profilli baskı politikası izleyen ABD ve müttefikleri, bu süreç içerisinde atılacak muhtemel adımlar karşısında hem rejimin hem de muhaliflerin sergileyeceği potansiyellerini, imkanlarını ve kabiliyetlerini gözlemleme imkanı buldular.

5- Suriyeli muhaliflerin, bölgedeki uydu kanallarının da verdiği güçlü propaganda desteğiyle gösterileri kitleselleştirme ve büyük kentlere yayma stratejisinin başarısızlığı mayıs ayı sonlarına doğru iyice anlaşılmış tüm çabalara rağmen, Şam ve Halep’e yayılamayan gösterilerin Ürdün, Lübnan ve Türkiye sınırlarındaki küçük kentlerle sınırlı kaldığı görülmüştü. Bu durum, Suriye için bir Tunus veya Mısır modelinin söz konusu olamayacağının göstergesiydi.

6- Haziran ayı başlarından itibaren Suriye için yeni bir model arayışına girildiğini gösteren gelişmeler yaşanmaya başlandı. Suriye ile neredeyse eş zamanlı olarak isyan anaforuna maruz kalan Libya modelini çağrıştıran bu gelişmelerin ilki 31 Mayıs-3 Haziran tarihleri arasında diasporadaki rejim muhaliflerine Antalya’da Libya’daki Ulusal Geçiş Konseyi’ne benzer bir örgütün alt yapısını oluşturacak bir toplantı imkanının tanınması, ikincisi ise Cisr eş-Şugur kentinde 120 polisin öldürülerek Türkiye’ye mülteci akınının başlatılmasıydı.

7- Cisr eş-Şugur kentinde Libya’nın Bingazi kentinde olduğu gibi bir kurtarılmış bölge yaratılamadı, mülteci akını ise tüm teşviklere rağmen 10 bini geçmedi ise de Suriye’de rejim değişikliği için Libya’nın model alındığını düşündüren adımların atılmasına devam edildi. Suriye’de rejim değişikliği konusunda Libya modelinin esas alındığı o kadar açık bir şekilde yansıtıldı ki isyana liderlik etmek üzere kurulan ve sayısı beşi aşan örgütlerin tümüne Libya’daki gibi “Ulusal Geçiş Konseyi” adı verildi.

8- İsyana liderlik edecek bir örgüt, kurtarılmış bir bölge, civar ülkelerden askeri lojistik destek, sivilleri koruma gerekçesine dayandırılan Güvenlik Konseyi kararı ve nihayet uluslar arası müdahale aşamalarını öngören Libya modeli, Suriye’deki rejim değişikliği için hayata geçirilmeye çalışıldı. Bu çerçevede hazirandan bu yana diasporadaki muhalifler Türkiye, Fransa ve Katar’da bir ulusal geçiş konseyi kurmaya çalışırken, içerideki silahlı gruplar ise ramazan ayında Hama, Humus ve Deyr ez-Zor kentlerini bir kurtarılmış bölge haline getirme girişiminde bulundular.

9- Mayıs ayı ortalarından itibaren Suriye konusunda ekonomik ve siyasi yaptırımlar için girişimler başlatan ABD ve Batılı müttefikleri, BM Güvenlik Konseyi’nde Rusya, Çin ve Güney Afrika’nın direnişiyle karşılaştılar. Ancak Suriye’nin ramazan ayında silahlı gruplara kurtarılmış bölge yaratma izni vermemek için kullandığı askeri yöntemler, ABD’nin Suudi Arabistan ve Katar gibi bölgesel müttefiklerinin aksine Şam yönetimiyle diyalogu sürdürme yanlısı gözüken Türkiye’nin giderek Şam’la diyalogu kesme noktasına varmasına gerekçe teşkil etti.

10- Diasporadaki rejim karşıtlarıyla isyana liderlik edecek örgüt kurma ve içeride kurtarılmış bölge yaratma konusunda şimdiye kadar yaşanan başarısızlık Suriye devrimi stratejisinde kısmi değişikliğe gidilmesine yol açtı. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, BM Genel Kurul toplantısına katılmak üzere gittiği Amerika’da ABD Başkanı Barack Obama ile görüştükten sonra Şam yönetimi ile diyalogu kestiklerini belirterek Ankara’nın Suriye’ye, Washington’la koordineli olarak bazı yaptırımlar uygulayabileceğinin sinyalini verdi.[4] 800 güvenlik görevlisinin öldürülmesine ve “halkı korumak için uluslar arası müdahale”[5] çağrısı yapmalarına rağmen şimdiye kadar “gösterilerinin barışçı olduğunu ve uluslar arası müdahaleye karşı olduklarını” savunan Suriyeli muhalifler, geçtiğimiz hafta silahlı mücadele kararı aldılar.[6] Amerika da Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Mark Toner aracılığıyla bu kararı onayladı.

Suriyeli muhaliflerin daha önce de silah kullanmasına rağmen, Washington’un “silahlı mücadeleye onay” açıklamasını, “Özgür Suriye Ordusu”nun 27 Eylül’deki kararına kadar geciktirmiş olmasının anlamlarına geri dönecek olursak.

Yaşanan sürece ilişkin yukarıda yapılan özet, Suriye’de bir rejim değişikliği için Tunus ve Mısır modelinin ihtimal dışı bırakıldığını ve Libya modelinin en elverişli model olarak görüldüğünü gösteriyor. Bununla birlikte Suriye’de henüz bir kurtarılmış bölge ve isyana liderlik edebilecek bir örgüt bulunmuyor. Ayrıca yaşanan 8 aylık tecrübe, diasporadaki muhaliflerin içeride gösteriler düzenleyen muhalif kesimlere liderlik edebilecek bir yeteneğe ve nüfuza sahip olmadıklarını gösteriyor.

Binaenaleyh hem içerideki muhalif kitlelere liderlik edebilecek hem de kurtarılmış bir bölge yaratabilecek bir örgütün tıpkı Libya’da olduğu gibi ancak ordudan koparılacak askerler ve saf değiştirecek devlet yetkilileri tarafından kurulabileceği öngörülüyor.

Riyad Esed gibi ordudan ayrılmış ve şu an Türkiye’de bulunan askerlerin öncülüğünde kurulan bir örgütün hele de Türkiye sınırındaki bir kentte kurtarılmış bölge yaratması durumunda, Şam yönetimiyle ipleri koparmış Türkiye’den lojistik destek sağlaması, sivilleri koruma gerekçesine dayandırılan Güvenlik Konseyi kararı ve nihayet uluslar arası müdahale aşamaları için zemin yaratabilir.

Ancak silahlı mücadelenin büyümesi ve rejimi sarsacak şekilde etkili olmaya başlaması durumunda kaçınılmaz olarak tırmandırılacak provokasyonlarla Suriye’nin Lübnan’ı da tutuşturacak bir iç savaş yangınına sürüklenmesi son derece muhtemel gözüküyor.

Amerika’nın Suriyeli muhaliflerin “silahlı mücadele” yöntemine, bütün bu sonuçları göz önünde bulundurarak onay verdiğini düşünmemek için hiçbir sebep yok. Hem Suriye’deki tüm muhalifler hem de Şam yönetimi nezdinde saygınlığı olan Mişel Kilo, Fransız haber ajansına verdiği demecinde barışçı gösterilerin azaldığına, silahlı eylemlerin ise arttığına dikkat çekerek iç savaş endişesini dile getiriyor.[7]

Amerika’dan hemen onay alan bu silahlı mücadelenin Suriye’yi iç savaşa götürmesi kaçınılmaz gözüküyor.

Peki bu muhtemel sonuçtan Suriye ile olan ilişkilerini Şam-Tel Aviv dolaylı müzakerelerine arabuluculuk yapmak ve Şam’ı “uluslar arası sisteme kazandırmak” rolü üzerine kuran Türkiye nasıl etkilenebilir?

Ankara’nın, son süreçte Suriye’ye “demokrasi” ve “insan hakları” baskısı yaparak ve İsrail’le kontrollü bir gerginlik sürdürerek bölgede ciddi bir kamu diplomasisi nüfuzu kazandığı doğru; fakat dış destekle ve silahla getirilmeye çalışılan demokrasinin Suriye’de sebep olacağı iç savaşın Türkiye’yi, nasıl etkileyeceğini 2003’te Irak’a getirilen demokrasi tecrübesini hatırlayarak ve onun şu an güneydoğuya nasıl yansıdığını göz önünde tutarak tahmin etmek mümkün.
alptekindursunoglu@gmail.com
http://www.yakindoguhaber.com/

'Esad karşıtı ordu Türkiye'den yönetiliyor'
4 KASIM 2011



İngiliz gazetesi Daily Telegraph'ın bugünkü sayısında yer alan Türkiye'yle ilgili haber, "Özgür Suriye Ordusu" isimli Beşar Esad muhaliflerinden oluşan silahlı kuvvet hakkında.
Daily Telegraph'ın haberinde yaklaşık 15.000 kişiden oluşan ve Esad'a karşı mücadeleye geçmeye hazırlanan ordunun Türkiye'den kontrol edildiği söylenmiş.
İlgili Haberler
Ankara, Suriyeli muhalifleri 'resmen' kabul etti
Suriye, Arap Birliği'nin barış planını kabul etti
'Suriye'de uçuşa yasak bölge ilan edilsin'
İlgili Konular
Orta Doğu, Türkiye
Türkiye'nin doğusunda sıkı güvenlik önlemleriyle korunan bir kampta Daily Telegraph muhabiriyle görüştüğü belirtilen, ordunun komutanı Albay Riyad el Esad'ın "yeni Suriye'nin ordusu biz olacağız" sözlerinin aktarıldığı haberde, Ankara'nın harekete üstü örtük bir şekilde onay verdiği söylenmiş.
Daily Telegraph’ın haberinde ayrıca Özgür Suriye Ordusu'nun Türkiye'de bulunan komutanlarına Türk dış işleri bakanlığı üzerinden ulaşıldığı ve komutanların Türk güvenlik birimi tarafından korunduğu bildirilmiş.
Türkiye'nin Suriye'yle kısa bir zaman önce sıkı olan ilişkilerinin an itibariyle bir hayli gergin olduğunun hatırlatıldığı haberde, Özgür Suriye Ordusu'nun, Türkiye-Suriye sınırı aşıp saldırılar düzenleyip düzenlemediğini görüşülen komutanlarca açıklığa kavuşturulmadığı söylenmiş.
Suriye'nin farklı noktalarında örgütlü olan ordunun geçen hafta dokuz kişinin ölümüne yol açan saldırıyı üstlendiği belirtilmiş, ve İstanbul'da ilan edilen muhaliflerden oluşan Suriye Ulusal Konseyi'nin silahlı gücü olma teklifini bekledikleri söylenmiş.
Geçtiğimiz hafta İsrail'de yayınlanan Haaretz gazetesinde de Türkiye'nin Suriye Özgür Ordusu'na destek sağladığı iddia edilmişti.
BBC

Suriyeli muhaliflere efendilerinden emir geldi!
BANU AVAR
‎( Sayfa Yönetimi )

Suriyeli muhaliflere efendilerinden emir geldi! Silah bırakmayın, teslim olmayın...
"Esad Yönetimi’nin ‘Silahları teslim edin, affedelim’ çağrısına ABD’den uyarı geldi. ABD Dışişleri Bakanı Sözcüsü, “Kimseye şu an rejim yetkililerine teslim olmasını tavsiye etmem” dedi. Şam, ABD’nin açıklanmasına sert tepki gösterdi..."

Hürriyet'in haberi:

Esad’a kanmayın teslim olmayın
6 Kasım 2011

Esad Yönetimi’nin ‘Silahları teslim edin, affedelim’ çağrısına ABD’den uyarı geldi. ABD Dışişleri Bakanı Sözcüsü, “Kimseye şu an rejim yetkililerine teslim olmasını tavsiye etmem” dedi. Şam, ABD’nin açıklanmasına sert tepki gösterdi.

SURİYE-ABD ekseninde ‘af’ gerginliği çıktı. ABD Dışişleri Bakanılığı Sözcüsü Victoria Nuland, Suriyeli muhalifleri Beşar Esad yönetiminin ‘silahları teslim edin’ çağrısı konusunda uyardı. Nuland, “Şu anda Suriye’de kimsenin rejim yetkililerine teslim olmasını tavsiye etmem. Esad rejiminin tutmadığı sözlerin uzun ve derin bir tarihi var” dedi. Şam Yönetimi, ABD’nin bu tavsiyesi ‘sorumsuzluk’ diye niteleyerek “Suriye’nin içişlerine karışmak ve silahlı gruplara destek vermek” anlamına geldiğini savundu.
Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad önceki gün ülkedeki rejim muhaliflerine silah taşıyan, satan ve dağıtan kişilerin bir hafta içinde karakollara teslim olmaları durumunda affedilip derhal serbest bırakılacaklarını ilan etmişti. Arap Birliği ise kendi teklif ettiği barış planının başarılı olmaması durumunda “Suriye ve bölgede felaket sonuçlar doğacağını” açıkladı.
Türkiye’den izin yok
Washington Post Gazetesi, Suriyeli muhaliflerin güvenlik güçlerine yönelik saldırıları artırdığını, sadece Hama’da her hafta ortalama üç asker veya polisin öldüğünü bildirdi. İsyancı askerlerin kurduğu ‘Hür Suriye Ordusu’nun Türkiye’de bulunan ve gazeteye konuşan koordinatörü Ayham el Kürdi, “Ankara, muhalif askerlerin sınır ötesi saldırı düzenlemesine veya silah kaçakçılığına izin vermiyor” dedi.

İki günde 26 öldü

Bu arada Suriye’de güvenlik güçleri bayram öncesi büyük operasyon başlattı. Önceki gün cuma namazı sonrasında yapılan gösterilerde Humus’ta 9, Kanaker’de 7, Hama’da 2, Sakba’da 1 muhalif olmak üzere toplam 19 protestocunun öldürüldüğü bildirildi. Dün de Humus’ta tank ateşinde 3 sivil öldü, onlarcası yaralandı. Türkiye sınırındaki İdlib’de ise rejim yanlısı dört Şebiha milisi öldürüldü. Salı gününden beri ölü sayısı 80’i aştı.
http://www.facebook.com/


Suriye: ABD ciddi bir tehdit
10 Kasım 2011

Suriye Dışişleri ve Gurbetçiler Bakanı Velid El Muallim, ABD Suriye ile ilgili açıklamalarının Arap Birliği’nin ortak çalışmalarına ve geleceğine yönelik ciddi bir tehlike oluşturduğu ifade etti.

Suriye Dışişleri Bakanı Velid El Muallim, Arap Birliği Genel Sekreteri Nebil El Arabi’ye gönderdiği mesajda, ABD’nin Suriye ile ilgili açıklamalarına değindi. ABD’nin Suriye’ye yaptığım yapılması konusunda yaptığı açıklamaların Arap Birliği’nin ortak çalışmalarına ve geleceğine yönelik ciddi bir tehlike oluşturduğunu savunan Muallim, ülkesinin üzerinde anlaşmaya varılan çalışma planını uygulayacağını ve bir hafta içerisinde birçok maddeyi uygulamaya başladığını ifade etti.

Muallim, Arap Birliği Genel Sekreterinin birlik yeminiyle, Arap devletlerinin birbirleriyle olan ilişkilerini koruyacak şekilde ABD’nin kışkırtıcı açıklamalarına cevap vermesi gerektiğini de kaydetti.

Öte yandan, Arap Birliği eksi Genel Sekreteri ve Mısır Cumhurbaşkanı adayı Amr Musa, Suriye’deki durumla ilgili Arap Birliği’nin ne yapacağı sorusu üzerine, “Arap Birliği çok yakında gerekli kararları alacaktır, cumartesi günü Arap Birliği Bakanlar Kurulu olağanüstü toplantı yapacak” diye konuştu.
haber10

Şam'da Arap Birliği protestosu
12 Kasım 2011
Katar'ın Şam Büyükelçiliği önünde toplanan bir grup, Arap Birliği'nin Suriye'nin üyeliğini askıya alması kararını protesto etti

Dünya Bülteni/ Haber Merkezi
Arap Birliği'nin bugün Kahire'de yapılan Dışişleri Bakanları Toplantısı'nda alınan birliğin çalışma planını uygulamayan Suriye'nin birlik üyeliğini askıya alma kararının yankıları sürüyor.
Şam'da Katar Büyükelçiliği önünde toplanan yüzlerce Esad yönetimi taraftarı Arap Birliği'nin kararını protesto etti. Ellerinde pankartlar taşıyan grup, Esad lehine ve Arap Birliği'nin kararını eleştiren sloganlar attı. Katar'ın Suriye Büyükelçisi Suriye dışında bulunuyor.
Esad yanlısı göstericilerin ülkenin diğer şehirlerinde de sokağa çıkarak Arap Birliği aleyhine gösteri yaptıkları belirtiliyor.

'Arap Birliği dış güçlerin emri altında'
12 Kasım 2011

Arap Birliği'nin Suriye'ye yaptırım kararının ardından Suriye heyetini temsil eden Büyükelçi Ahmet Yusuf, Birliği dış güçlerin dikte ettikleri emirleri uygulamakla suçladı.

Yusuf'un, toplantıda dönem başkanı Katar ve Arap Birliği Genel Sekreteri Nebil El Arabi aleyhinde içinde küfürlü sözler sarf ederek, Katar Başbakanı ve Dışişleri Bakanı Hamad Bin Casım hakkında ağır ifadeler kullandığı ve casusluk suçlamasında bulundu.

Katar Başbakanı ve Dışişleri Bakanı Hamad Bin Casım ise düzenlediği basın toplantısında, Suriye heyetinin başkanı Yusuf'a cevaben, ''Biz kimsenin ajanı değiliz. Sarf ettiği küfürlü sözlerden dolayı 'Allah onu affetsin' diyorum.'' diye konuştu.

Arap Birliği dışişleri bakanlarının bugün yapılan toplantısında Arap Birliği üyesi 18 ülke, kararlar leyhine oy verdi. Irak çekimser kalırken, Lübnan ve Yemen yaptırım kararlarına karşı oy kullandı.
haber10

Arap Birliği'nin kararına Davutoğlu'nan alkış
12 Kasım 2011

Dışişleri Bakanı Davutoğlu: ''Arap Birliği bugün aldığı kararlarla doğru bir adım atmıştır, bu kararları destekliyoruz' dedi.

Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Arap Birliği'nin bugün Suriye'nin üyeliğinin askıya alınması, Şam yönetimine yaptırım uygulanması yönünde aldığı kararlarla ilgili, ''Arap Birliği bugün aldığı kararlarla doğru bir adım atmıştır, bu kararları destekliyoruz'' dedi.

Bakan Davutoğlu, çalışma ziyaretinde bulunduğu Sırbistan'ın başkenti Belgrad'da AA ve TRT'ye Arap Birliği'nin Suriye ile ilgili aldığı kararı değerlendirdi.

Suriye kararı konusunda zaten Arap Birliği'yle çok yoğun ve süregiden istişareye dayalı bir ilişkilerinin olduğunu belirten Davutoğlu, ''Arap Ligi heyeti, bir süre önce Şam'a gitmeden önce Katar'da Genel Sekreter Nebil El Arabi ve Katar Başbakanıyla çok geniş görüşmeler yapmıştık. Ondan sonra da her önemli adım öncesi ve sonrasında karşılıklı görüşmeler yaptık'' dedi.

Bugünkü toplantı öncesinde de Arap Birliği Genel Sekreteri Nebil El Arabi ile görüşme gerçekleştirdiğini ifade eden Bakan Davutoğlu, bugün de toplantıyı müteakip tekrar kendisiyle görüştüğünü kaydetti.

Genel Sekreter Nebil El Arabi'nin aldıkları kararları kendisiyle paylaştığına işaret eden Bakan Davutoğlu, şöyle konuştu:

''Biz açıkçası Arap Birliği inisiyatifinin başarılı olmasını arzuluyorduk. Daha önce de bizim benzer inisiyatiflerimiz olmuştu. Bunu Arap Birliği'yle paylaşmıştık. Ama maalesef daha önce bizim inisiyatiflerimizde olduğu gibi Arap Birliği'nin çok iyi niyetli çabaları da Suriye yönetimi tarafından karşılık bulmadı. Arap Birliği bugün aldığı kararlarla doğru bir adım atmıştır, bu kararları destekliyoruz. Çünkü artık Suriye yönetiminin çok net bir mesajı algılaması lazım. Kendi halkıyla sıkıntı yaşayan kendi halkına karşı şiddet kullanan bir yönetimin meşruiyeti her yerde tartışılır.''

-''Suriye halkının haklı taleplerinin yanındayız''-

Bakan Davutoğlu, Türkiye olarak Suriye yönetimiyle çok uzun iyi ilişkileri olduğuna dikkati çekerek, açık yüreklilikle de kendileriyle her şeyi paylaştıklarını vurguladı.

Suriye'nin Arap Birliği'nin üyesi olduğunu, Arap Birliği'nin de bu ülkeyle kardeşçe sıkıntıları paylaştığını anlatan Bakan Davutoğlu, sözlerini şöyle sürdürdü:

''Bu tür iyi niyetli çabaların karşılıksız kalması neticesinde Arap Birliği'nin aldığı kararlar bizim de desteklediğimiz kararlar. Bunu da ben Arap Birliği Genel Sekreteri Nebil El Arabi'ye ilettim. Birlikte bundan sonra da çalışmaya devam edeceğiz. Her konuyu birlikte istişare edeceğiz. Zaten 16 Kasım'da Fas'ta Türk-Arap Forumu var. Türkiye ile Arap ülkelerinin ortak dışişleri bakanları toplantısı olacak. O toplantıda bu konuları daha kapsamlı şekilde ele alacağız. Bu konuda mutabık kaldık. Ayrıca Suriye Ulusal Konseyi ile bizim de ve Arap Birliği Genel Sekreteri'nin de temasları vardı. Bu temasları da sürdüreceğiz. Ben de o güne kadar (16 Kasım) Suriye Ulusal Konseyi'yle tekrar bir araya geleceğim. Arap Birliği Genel Sekreteri de 15 Kasımda tekrar Suriye Ulusal Konseyi üyeleriyle bir araya gelecek. 16 Kasımda tekrar bütün bunları istişare edeceğiz. Önemli olan burada Türkiye ile Arap Birliği arasındaki bu iş birliğinin sürmesidir. Biz Arap Birliği'nin bu kararlarına da çabalarına da tam destek veriyoruz. Artık Suriye yönetiminin bu mesajları doğru algılaması lazım. Biz her zaman vurguladığımız gibi; Suriye halkının haklı taleplerinin yanındayız. Bu haklı talepleri dile getiren kitlelere yönelik saldırılara karşı da net bir tutumumuz var. Bu net tutumu da her vesileyle dile getirdik. Arap Birliği'nin bugünkü kararları da Arap Birliği'nin tutumunun daha da netleşmekte olduğunu ortaya koyuyor.''

-''Arap Birliği'nin kararları çok ciddi mesajdır''-

Arap Birliği'nin bugün ezici bir çoğunlukla aldığı kararların çok önemli mesaj olduğunu vurgulayan Bakan Davutoğlu, sözlerini şöyle tamamladı:

''Yani 'üyelik faaliyetlerinin askıya alınması' çok önemli mesajdır. Daha sonra da gelebilecek adımları kendi aralarında istişare edeceklerdir. Ekonomik ve diğer adımları da karara bağlamış olduklarını ifade ettiler. Sivil kayıpların önlenmesi konusunda da Arap Birliği'nde belli görüşmelerin yapıldığı anlaşılıyor. Biz 16 Kasımda bu konuları tekrar ele alacağız.''
haber10

Türk Konsolosluğu'na saldırı!
Arap Birliği'nin kararının ardından yabancı temsilcilikler hedef alındı
13 Kasım 2011

Arap Birliği’nin yaptırım kararının ardından Suriye’deki yabancı temsilcilikler hedef alındı. Halep’teki Türk konsolosluğuna da saldırı girişiminde bulunan göstericiler, Türk bayrağını indirmeye çalıştı.

AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Ömer Çelik, Twitter hesabından yaptığı açıklamada, Halep’teki Türk konsolosluğuna da saldırı girişiminde bulunulduğunu söyledi.

Çelik, Türk güvenlik güçlerinin göstericilere müdahale ederek engel olduğunu belirtti.
habertürk

Esed Yanlıları Türk Büyükelçiliği'ne Saldırdı
13 Kasım 2011
Arap Birliği'nin yaptırım kararına tepki gösteren Esed yanlıları, Suudi Arabistan, Katar ve Fransa elçilik binalarına da saldırdı.

Arap Birliği'nin yaptırım kararına tepki gösteren Esed yanlıları, Suriye'deki diplomatik temsilcilikleri hedef aldı.
Şam'daki Türk Büyükelçiliği ile Halep'teki başkonsolosluğa saldırı girişiminde bulunuldu.
Suudi Arabistan, Katar ve Fransa elçilik binaları da saldırıya uğradı.
Arap Birliği'nin yaptırım kararına tepki gösteren Esed yanlıları, Suriye'nin başkenti Şam, Lazkiye ve Halep'teki çeşitli diplomatik misyonlara sopa ve kesici aletlerle saldırdı.
Suriye'nin başkenti Şam'daki Türk büyükelçiliğine de saldırı girişiminde bulunan Esed yanlıları, binadaki Türk bayrağını indirmeye çalıştı. Türk güvenlik güçleri, göstericilere müdahale ederek saldırıya engel oldu.
Eylemcilerin, Halep'teki Türk konsolosluğuna da başarısız bir saldırı girişiminde bulunduğu belirtildi.
Esed yanlıları, Şam'daki Suudi Arabistan ve Katar büyükelçilikleri ile Lazkiye'deki Fransız konsolosluğuna da saldırdı.
TRT

Haçlı ,işgali altındaki Irak: "Arap Birliği'nin kararı kabul edilemez
13 Kasım 2011

TC Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu Arap birliğinin kararının kendi tavsiyeleri doğrultusunda (yani ABD'nin talimatları demek istiyor) alındığını belirtip desteklerken; işgal altındaki Irak hükümeti ise, Arap Birliği'nin toplantılarına Suriye'nin katılmasını askıya alma kararını 'kabul edilemez' olarak niteledi.

Irak hükümet sözcüsü Ali El Debbağ, Suriye'den daha büyük krizlerle karşı karşıya kalan diğer ülkeler için aynı şekilde hareket etmeyen Arap Birliği'nin Suriye'nin üyeliğini askıya alma kararının kabul edilemez olduğunu belirterek, Suriye'nin istikrar ve emniyetinin Irak için önemli olduğunu vurguladı.

Irak hükümet sözcüsü açıkça ifade etmese de Arap Birliği'nin benzer karar almadığı ülkelerin Bahreyn ve Yemen olduğu düşünülüyor.

Batı kuklası Saad Hariri'den Lübnan'ın tutumuna tepki

Öte yandan, Lübnan'ın batı yanlısı eski Başbakanı Saad Hariri, Arap Birliği tarafından Suriye rejimine karşı alınan kararlara Yemen ile birlikte Lübnan'ın karşı oy kullanmasının "utanç verici" olduğunu söyledi.
haber1001

Suriye'deki diplomat aileleri Türkiye'ye dönüyor
Suriye'nin başşehri Şam'daki Türk büyükelçiliğinde vazîfeli diplomatlarımızın aileleri, dün gece meydana gelen saldırılar ve bayrak yakma küstahlığı üzerine, Türkiye'ye dönüyor. Diplomat ailelerinden 60 kişi, bu akşam saat 16.50 sularında THY uçağı ile Ankara'ya geldi. 13.11.2011 ŞAM netgazete

Gürsel Tekin: "Türkiye Egemen güçlerin taşeronu olursa Ortadoğu coğrafyası cehenneme dönüşür'"
14.11.2011


CHP Genel Başkan Yardımcısı Gürsel Tekin Antakya'da gazetecilerin sorularını cevapladı.

Suriye'deki olaylara değinen Tekin, ''Ortadoğu coğrafyası bu sorunlarla bugün karşı karşıya gelmedi. Uzun süredir çok ciddi sorunlarla karşı karşıya olan bir coğrafyada yaşıyoruz. Ama burada Türkiye'nin önemi çok büyük. Türkiye Mustafa Kemal Atatürk'ün deyimiyle 'yurtta sulh, cihanda sulh'u kendisine ilke edinmiş bir ülke'' ifadesini kullandı.

Gürsel Tekin, ''Egemen güçlerin burada hesapları olabilir. Türkiye'yi bunların hesaplarında taşeron olarak kullanmaya kalkışırsak, Ortadoğu coğrafyası bir cehenneme dönüşür'' dedi.

Bir yıl önce Başbakanın ''Suriye ve İran'la çok iyi ilişkiler içine girdiğini ve çok iddialı sözler söylediğini'' belirten Gürsel, şöyle devam etti:

''Başbakan, 'uzun süredir komşu ülkelerle olan sorunlarımızı kısa sürede bitirdik ve sıfır noktaya getirdik' demişti. Doğrusu hepimiz çok umutlandık ve uzun süredir beklenen komşu ilişkilerinin bu kadar kısa sürede sağlanması herkesi mutlu etmişti. Ama görünen tablo o ki şimdi sadece Suriye ile değil, aynı zamanda İran ile önümüzdeki süreçte Irak'la bu sorun yaşanacaktır. Sebebi de şu, Türkiye'de bir terör sorunu var. Türkiye'deki terör sorununu sadece Türkiye'nin iç politikalarıyla çözmek mümkün değil. Bir ayağı Suriye, bir ayağı İran ve bir ayağı da Irak'ta. Şimdi bir tarafta kendi iç sorunlarımızın bu kadar kabardığı bir dönemde, Suriye'yle İran'la Irak'la bu sorunları yaşamamızı, daha doğrusu Türkiye'nin bugüne kadar devam eden dış politikalarında bu durumu nereye koyacağız? Sayın Başbakanın bir yıl önceki politikalarından dönüş yapıp, mevcut noktaya gelmiş olmasını da anlamış değiliz.

CHP olarak bizim Suriye, İran ve Irak'la iyi ilişkilerimizin olması gerektiğine inanıyorum. Egemen güçlerin burada hesapları olabilir. Türkiye'yi bunların hesaplarında taşeron olarak kullanmaya kalkışırsak, Ortadoğu coğrafyası bir cehenneme dönüşür. Umut ediyorum ki egemen güçlerin taleplerini yerine getiren bir ülke değil, içeride ve dışarda barışı ve kardeşliği isteyen bir Türkiye Cumhuriyeti olalım. Komşu ülkelerimizde, özellikle Suriye ve İran ile olan ilişkilerimiz konusunda iktidarın daha temkinli, başkalarının hesabının değil, Türkiye'nin hesaplarının ön planda olduğu bir politikayı devam ettirmesini diliyorum.''

Suriye'ye olası bir dış müdahale konusunda CHP'nin tavrıyla ilgili soruya Tekin, ''Umut ediyorum ki böyle bir müdahale söz konusu olmaz. Çünkü Türkiye'nin Suriye'ye müdahale edebilecek bir koşulu yok. Hangi koşullarda müdahale edeceğiz, onu doğrusu bilmiyorum. Sayın Başbakanın deyimiyle, 'içerideki demokrasinin sadece Türkiye'de değil, komşu ülkelerimizde işlemesini' en çok biz arzu ederiz. Ama bundan dolayı bir müdahalenin söz konusu olacağını zannetmiyorum. Türkiye böyle bir maceranın içine de girmesin'' diye konuştu. haber1001







Suriye-Ürdün sınırında çatışma: 40 ölü
14 Kasım 2011
Suriye'nin Ürdün sınırı yakınlarında Suriye Ordusu iisyancılar arasında bugün çıkan çatışmada en az 40 kişi öldü.

İsyancılar, Hauran ovasındaki Hirbet Gazale kasabasında zırhlıların desteğindeki askerlerin ordudan kaçanlar ve isyancılara sa
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Sal Şub 21, 2012 9:16 pm tarihinde değiştirildi, toplam 5 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Pts Ksm 14, 2011 11:39 pm    Mesaj konusu: BEŞAR ESAD’A KARŞI ASKERİ DARBE PLANLANIYOR! Alıntıyla Cevap Gönder

BEŞAR ESAD’A KARŞI ASKERİ DARBE PLANLANIYOR!
Yılmaz Dikbaş
Eyl 14, 2011



Suriye’deki ayaklanmanın öncülerinden Radvan Ziyade, Türkiye’den telefon ederek Amerika’daki ‘Los Angeles Times’ gazetesine şunları söyledi:

“Ayakta kalmaya ve hükümete baskıyı sürdürmeye mecburuz. Eğer gösteriler durursa, Hükümete karşı oluşan uluslararası baskı da duracaktır.
Biz, ordunun bir gün darbe yapacağına inanıyoruz. askeri darbe işimizi çok kolaylaştıracaktır.”
Suriye Cumhurbaşkanı Beşar Esad’a karşı bir askeri darbe planlanmakta olduğunun kanıtları bir bir ortaya çıkmaktadır.

Kuveyt’te basılan günlük El-Vatan gazetesinin verdiği bir habere göre, Suriye ordusunda bir yarbay olan Hüseyin Harmuş, Suriye güvenlik güçleri tarafından tutuklanmıştır.
Hüseyin Harmuş, ordu içinde, “Özgür Subaylar Tugayı” kurarak darbe hazırlıkları içinde olmakla suçlanıyor.
Suriye’nin resmi yetkilileri, Hüseyin Harmuş’un Türkiye-Suriye arasında düzenli seyahatler yapmış olduğunun saptandığını söylemektedirler!

Şu soruyu sormak zorundayız.
AKP Hükümeti, bir süredir kendisine karşı açık muhalefet yürüttüğü Beşar Esad’ın, Suriye ordusu tarafından darbeyle yıkılmasına yardımcı mı olmaktadır?
Türkiye’de, her fırsatta, “Artık darbeler devri bitmiştir!” diye fetva verenler, komşu ve kardeş ülke Suriye’de, halkın ezici çoğunluğu tarafından sevilip desteklenen Beşar Esad’a askeri darbe düzenlenmesine yardım ve yandaşlık mı yapmaktadırlar?

Ne kadar saklanırsa saklansın, bu tür uluslararası ilişkilerin uzun süre gizlenmesinin artık mümkün olmadığı bilinmiyor mu?

Kaynak: edebiyatgazetesi

Ürdün Kralı Abdullah, Clinton'la görüştü

ABD’ye resmi ziyaret düzenleyen Ürdün Kralı II. Abdullah, ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’la görüştü.
17 Mayıs 2011

ABD Dışişleri Bakanı Clinton’la görüşen Ürdün Kralı II. Abdullah, halk hareketlerinin etkisindeki Ortadoğu’nun hangi yöne ilerleyeceğinde ABD’nin rolünün kritik olacağını söyledi.

ABD Dışişleri Bakanlığında gerçekleşen görüşme öncesinde basına kısa süreli açıklama yapan ikiliden Clinton, Kral II. Abdullah’ı ağırlamaktan büyük memnuniyet duyduğunu söyledi.

Clinton,“Kendisi dünyada devam eden olağanüstü değişimlerde güçlü ve istikrarlı bir sestir. Kendisi ABD için büyük bir dost ve ortaktır. Ürdün’ü bir çok ortak hedeflerimizi izlediğimiz ve birçok ortak çıkarlarımızı paylaştığımız bir ülke olarak görüyoruz” dedi.

Ürdün Kralı II. Abdullah da yaptığı kısa konuşmada ABD ile ilişkilere değer verdiklerini söyleyerek Washington’a sadece iki ülke arasındaki ilişkileri ve Ortadoğu’da karşılaşılan sorunları ele almak için değil aynı zamanda Arap ülkelerinde meydana gelen halk hareketlerini ele almak için geldiklerini söyledi.

Kral Abdullah, “Bu hepimiz için zor bir meseledir ve umarım doğru bir şekilde hallolur. Ortadoğu’nun hangi yöne doğru ilerleyeceğinde ABD’nin rolü kritik olacaktır” dedi. Kral Abdullah ayrıca görüşmelerde İsrail ile Filistinlileri müzakere masasına getirmenin yollarına bakacaklarını çünkü Ortadoğu’nun en önemli meselesinin İsrail-Filistin meselesi olduğunu söyledi.
haber7

Ürdün Kralı'ndan Esad'a çekil çağrısı
14 Kasım 2011

Ürdün Kralı BBC ile yaptığı söyleşide Esad’ın yerinde kendisi olsaydı “İstifa eder ve Suriyelilere yeni bir siyasi yaşam yolu açardım”şeklinde konuştu.

Öteyandan Suriye, üyeliğini askıya almaya karar veren Arap Birliği’ni “tehlikeli bir adım” atmakla suçladı.

Suriye Dışişleri Bakanı Velid El Muallim, Suriye’nin Arap Birliği üyeliğini askıya almaya yönelik Cumartesi günü alınan karara oybirliğiyle varılmadığını, oylamanın bu nedenle geçersiz olduğunu önesürdü.

Suudi Arabistan ve Katar’ın önderliğindeki 18 ülke Suriye’nin üyeliğinin askıya alınmasına ‘evet’ derken Suriye, Lübnan ve Yemen ‘hayır’ oyu kullandı. Irak ise oylamaya katılmadı.

Suriye’nin üyeliği, hükümetin, şiddet eylemlerinin sona erdirilmesini amaçlayan Arap Birliği barış anlaşmasını ihlal etmeye devam etmesi durumunda Çarşamba gününden itibaren askıya alınacak. Arap Birliği’ne üye ülkelerin dışişleri bakanları durumu ele almak üzere Çarşamba günü Fas’ın başkenti Rabat’ta toplanıyor. Toplantıya Dışişleri bakanı Ahmut Davutoğlu da katılacak

Şam Hükümeti’nin Arap Birliği’nin planını uygulamak için adım attığını ileri süren El Muallim, Rusya ve Çin’in Batı’nın Suriye’ye yönelik yaptırım uygulama planına karşı çıkmaya devam edeceği tahmininde bulundu.

Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov Moskova’nın Beşar Esat’a verdiği desteği yineledi, ülkesinin Suriye’nin Arap Birliği üyeliğinin askıya alınmasına karşı olduğunu belirtti. Çin ise Suriye’nin Arap Birliği’nin barış anlaşmasını bir an önce uygulamaya koyması gerektiğini bildirdi.

Öte yandan Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu hükümetin Suriye’deki diplomatik misyonuna yönelik saldırılara karşı kararlı bir tutum içinde olacağını söyledi. Davutoğlu, Türkiye’nin, Esat hükümetine karşı haklı bir mücadele içinde olan Suriye halkının yanında duracağını da sözlerine ekledi.
haber10

"İsrail'in İran'ı vurduğu gün, Türkiye'de Suriye'yi vuracak"
15 Kasım 2011



Arap Basınındaki Savaş Senaryosu

Al-Quds Al Arabi, İsrail'in İran'a saldırısına eş zamanlı olarak Türkiye'nin Suriye'ye saldırdığı bir senaryo çizdi. Başka gazete de, Türkiye sınırındaki tampon bölgeye dikkat çekti.
Suriye ile ilgili gelişmelere geniş yer veren Arap medyası, Türkiye’nin Suriye sınırında "tampon bölgesi" oluşturmak üzere olduğunu iddia ederken Londra’da yayımlanan Al-Quds Al Arabi de, İsrail’in İran’a saldırısına eş zamanlı olarak Türkiye’nin Suriye’ye saldırdığı bir çatışma senaryosu çizdi.

Arap medyası ve analistler, Suriye ile ilgili yorumlarında bu ülkenin artan izolasyonunun bölgesel savaş olasılığını yarattığını öne sürüyorlar.

Merkezi Londra olan Al-Quds Al Arabi’nin tanınmış editörü Abdel Bari Atwan, Türkiye’nin, Suriye’ye yönelik bir saldırısının, İsrail’in, Suriye’nin en yakın müttefiki olan İran’a saldırısına denk düşeceği bir çatışma olasılığını dile getirdi.

Abdel Bari Atwan, "Türkiye ile sınırda tampon bölgeler kurulmasının, sorunun uluslar arası boyutunu kazanması sürecinin ilk aşaması olabileceği" savına da yer verdi.

İngiliz Telegraph gazetesine göre, başka Arap gazeteleri, ilk defa geçen yaz dile getirilen bir iddia tekrarlayarak "Türkiye’nin, mülteciler için güvenli bir bölge yaratmak amacıyla ordusuna Suriye ile sınırında ‘tampon bölgesi’ oluşturma emrini vermek üzere olduğu"nu öne sürdüler.

Bu arada, Al-Sharq Al-Awsat gazetesinin baş editörü Tarık Alhomayed de, Esad rejimi için geri sayım başladığını savundu.

Arap Birliği’nin Suriye ordusunu sivillere karşı şiddet uygulamama çağrısına dikkat çeken Alhomayed, "Acaba bu, Suriye ordusuna bir darbe çağrısı mıdır?" sorusunu sorarken de "Suriye ordusunun şimdi önemli bir konumda olduğu düşünülebilir" dedi.
aktifhaber

İngiliz Basını AKP'nin Suriye'ye karşı Tavrından Çok Memnun
16 KASIM 2011

"Ama bu kadarı yetmez icraat lâzım" diyor...



BBC'nin haberi:

Türkiye'nin sert tavrı İngiltere basınında

Guardian'ın ön sayfasında yer alan haberlerden biri, Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan'ın Suriye Cumhurbaşkanı Beşar Esad'a dün sarfettiği öfkeli sözler.

Suriye lideri ''kanla besleniyor'', diye yazan Guardian, Başbakan Erdoğan'ın dünkü şu sözlerine atıfta bulunuyor.

Erdoğan, ''Mazlumun kanı üzerine, gelecek inşa edilmez. Aksi takdirde tarih bu tür liderleri kanla beslenen liderler olarak anar. Esad, sen de şu anda, o sayfayı açmaya doğru gidiyorsun.'' demişti.

Guardian, insan hakları savunucularının verdiği bilgilere göre, pazartesi günü Suriye'deki çatışmalarda 70 kişinin öldüğünü ve haftasonu Arap Birliği'nin Suriye'nin üyeliğini askıya almasından bu yana ölenlerin toplam bilançosunun 140'a ulaştığını bildiriyor.

Başbakan Erdoğan'ın Suriye liderine ''ucu uçurum olan yoldan bir an evvel dönmesi'' için çağrıda bulunduğunu yazan Guardian, Türkiye Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün de ''Suriye maalesef çıkmaz bir sokağa girdi.'' uyarısına yer veriyor.

Guardian ayrıca, Türkiye ile Suriye arasındaki ortak petrol arama çalışmalarının da Ankara tarafından durdurulduğunun altını çiziyor.

'Bıçak sırtında'

Daily Telegraph'ın da manşetlerinden biri, Başbakan Erdoğan'ın Suriye hükümetine dün yaptığı çıkış.

''Türkiye eski müttefikini uyardı:'' diye yazıyor Telegraph,
''Esad, bıçak sırtında''.

Erdoğan, dünkü konuşmasında, ''Suriye yönetimi, bıçak sırtı gibi ince ve tehlikeli bir çizgi üzerindedir.'' demişti.
Ortak petrol arama projesinin rafa kaldırılmasının yanısıra Türkiye'nin Suriye'yi ihraç ettiği elektriği durdurmakla da tehdit ettiğini yazan Telegraph, Ankara'nın kısa bir süre içinde Suriye'yi eleştiren çevrelerde en ön sıraya yerleştiğini bildiriyor.

Gazete, ilk kez üst düzey bir Türk yetkilinin basına açıkça sınırın Suriye tarafında mülteciler için bir tampon bölge oluşturma olasılığını gündeme getirmiş olmasına da dikkat çekiyor.

Tampon bölge?

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün danışmanı Erşad Hürmüzlü'nün ortaya attığı olasılık, Telegraph'ın ifadesiyle, ''Doğrudan askeri müdahale anlamını taşıyor.''

Türkiye Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'nun Arap Birliği toplantısına katılmak için Fas'a hareket ettiğini bildiren Daily Telegraph, Davutoğlu'nun ''Suriye halkına zarar vermeyecek yaptırımlar uygulanması'' çağrısına yer veriyor.

Gazete, Türkiye'nin şu ana kadar açıkladığı önlemlerin Suriye hükümeti üzerinde kısa vadede etkin bir sonuç vermektense, sembolik önemi açısından dikkate değer olduğunu belirtiyor.

Telegraph, Suriye'nin tükettiğinden daha çok elektrik üreten bir ülke olduğunun altını çizmiş.

Aynı haberi dış haber sayfalarında işleyen Times gazetesi de, elektriği kesme tehdidinin sembolik olduğu görüşünde. Times, Türkiye'den gelen elektriğin zaten Suriye'nin ihtiyacının sadece yüzde 6,7'sini karşıladığını belirtiyor.

Kim tahmin edebilirdi?

Konuyla ilgili bir yorum yazısına da yer veren Daily Telegraph'ın satırlarında, ''Yakın zamana değin komşularıyla sıfır sorun politikası vaadeden Türkiye'nin şu an Suriye'ye karşı uluslararası baskıların başını çekiyor olacağını kimse tahmin edemezdi. Ama doğrusu, Arap Birliği'nin kendi üyelerinden birisine, Libya'ya karşı askeri müdahaleyi destekleyeceğini de yakın zamana değin hiç kimse tahayyül edemezdi. Şu an ise, herşey mümkün.'' diye okuyoruz.

Yorum yazısında, Türk askerlerinin Suriye sınırında bir tampon bölge oluşturma ihtimaline özellikle dikkat çekiliyor. Bunun örneğinin 1991 yılında Saddam Hüseyin'den kaçan Kürtler için oluşturulan tampon bölge olduğu hatırlatılıyor.
Daily Telegraph'taki yorum yazısı, ''Ve bunun nasıl sonuçlandığını hepimiz biliyoruz.'' deniyor.
haber1001

"Suriye’nin bütünlüğünü savunmak, Türkiye’nin bütünlüğünü savunmaktır"(*)
Bülent Esinoğlu
KASIM 16, 2011
(..)
Bizim aklı evveller de, meseleyi demokrasi vardı yoktu diye, Amerika’nın propagandası yönünde akıl yürütürler.
Suriye’nin bütünlüğünü savunmak, Türkiye’nin bütünlüğünü savunmaktır.
Türkiye Suriye savaşsa, bundan kim karlı çıkar. Suriye ve Türkiye’nin karlı çıkmayacağı kesindir.
Irak’ın işgalinde, Irak’ın toprak bütünlüğünü savunmadık, ne oldu? Kukla İsrail (Kürt) devleti ortaya çıktı. Şimdi Suriye’nin toprak bütünlüğüne, Amerika ile birlikte saldırıyoruz, Suriye bölününce kim karlı çıkacak?
İsrail.
Biz İsrail için mi savaşacağız?
Biz İsrail için mi Suriye’nin istikrarını bozacağız?
Vaat edilmiş toprakları İsrail için mi hazırlayacağız?
Dışişleri Bakanı Devidoğlu’nun Suriyeli muhalifler ile Dışişleri konutunda toplantılar yapması, Müslüman Kardeşleri Suriye’ye karşı kullanması, çok tehlikeli sonuçlar yaratabilir.
Biraz varsayımlar üzerinden gidelim.
Amerika’nın doğrudan bir savaş daha yapacak ne ekonomik, ne de moral gücü vardır.
Suriye’deki bir iç savaş, Suriye’nin içinden de bir Kukla Kürt devleti çıkarır. Amerika’nın söylemi ile söylersek, Büyük Kürdistan’ı kendi elimizle kurmuş oluruz.
Şunu da hatırlamak gerekir. Savaş, savunma savaşı değilse, intihardır. Eninde sonunda ülkesini savunanlar, savunma savaşını kazanırlar.
Amerika bir oldubittiler peşindedir. Yeterince dolar basamamanın telaşı basmıştır.
Gül ve RTE’yi ateşe sürmenin, savaşı ucuza bağlamanın hesaplarını yapmaktadır.
Aydınlar ve yurtseverlerin, Amerika’nın bu yeni oyununa alet olmamaları hayati önemdedir. Ordunun tavrını belirleyecek olan da budur.
Suriye, Suriye’nin iç meselesidir.

* Bülent Esinoğlu'nun "Suriye Bitti Diyenler" başlıklı yazısından alıntıdır.
Kaynak: ip.org.tr

ABD, Türkiye'nin tutumunu memnuniyetle karşıladı

Beyaz Saray, Türkiye'nin Suriye konusundaki tutumunu mennuniyetle karşıladı. Asya turuna çıkan ABD Başkanı Barack Obama'ya eşlik eden Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Danışmanı Yardımcısı Ben Rhodes, ''Air Force One'' uçağında gazetecilere yaptığı açıklamada, Türkiye'nin, Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esad'ı eleştirmesinin, bu rejimin tecritini derinleştirdiğini söyledi.
''Türkiye'nin güçlü duruşunu çok memnuniyetle karşıladık'' diyen Ben Rhodes, Türkiye'nin yorumlarının, bugün Devlet Başkanı Esad'ın tecrit edildiği gerçeğini daha ileri götürdüğünü kaydetti.
haberderysı

CHP: Türkiye olası bir savaşı kaldıramaz
16.11.2011

CHP Sözcüsü Birgül Güler, "Türkiye sıcak bir savaşın içerisinde olmamalıdır. Hem Suriye hem de diğer bütün ülkelerle ilişkiler konusunda AKP'nin bağımsız bir dış politika yürütme zorunluluğu vardır. Daha başka güçlerin taşeronu olarak davranmak Türkiye gibi büyük bir ülkenin Hükümetine yakışmaz. Bu nedenle uyguladığı, izlediği politikayı AKP'nin bir kez daha gözden geçirmesi gerektiği kanısındayız." dedi.
haber1001

Lavrov: "Suriye'deki şiddet sadece hükümetten kaynaklanmıyor"
17 KASIM 2011



BBC'nin haberi:

Lavrov: Suriye'de olanlar iç savaşa benzedi

Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov Suriye'de yaşananları bir iç savaşa benzetirken, Fransa Dışışleri Bakanı Alain Juppe, Suriye'deki kriz konusunda görüşmeler yapmak için Türkiye'ye gidiyor.

Rus Dışişleri Lavrov, şiddetin durması için Arap Birliği'nin tüm taraflara çağrıda bulunması gerektiğini söyledi.

Moskova, geçen ay şiddet olaylarını kınayan ve hükümetle muhalif gruplar arasında diyalog çağrısı yapan bir BM Güvenlik Konseyi kararını veto etmişti.

Geçen Çarşamba günü, taraf değiştiren askerlerden oluşan Özgür Suriye Ordusu adlı örgütün, Şam'daki bir ordu üssüne saldırı düzenlediği belirtilmişti.

Saldırının ayrıntıları tam olarak bilinmiyor, ancak henüz doğrulanmamış haberlere göre olayda altı asker öldü.

Lavrov, Rus medyasına yaptığı açıklamada, "Televizyonda sözde Özgür Suriye Ordusu adlı yeni bir gücün bir hükümet hedefine organize bir saldırı düzenlediği haberini gördük. Bu tamamen iç savaşa benzer bir durum. Her nerede gelirse gelsin şiddet olaylarını durdurmak gerekli. Önemli, çünkü Suriye'deki şiddet sadece hükümetten kaynaklanmıyor" diye konuştu.
haber1001

Türkiye'nin Suriye'ye ihracatı yüzde 10 geriledi: Bu yıllık 185 milyon dolarlık kayıp demek



Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan, ekim ve kasım ayındaki ihracatın geçen döneme göre düşüş gösterdiğini belirterek, "Bu dönemde geçen yılın aynı dönemine göre ihracatımızdaki yıllık düşüş yüzde 10 olarak gerçekleşmiştir" dedi.

Çağlayan, Türkiye’nin en uzun kara sınırını paylaştığı ülkenin Suriye olduğunu ve Türkiye’nin dış dış ticaretinde önemli paya sahip olduğunu belirterek, şu bilgileri verdi: "Suriye ile ticari ve ekonomik ilişkiler özellikle serbest ticaret anlaşmasının 2007 yılında yürürlüğe girmesiyle önemli bir boyut kazandı. 2002 yılında 267 milyon dolar olan Suriye’ye ihracatımız 2010 yılında yaklaşık 7 kat artarak 1 milyar 857 milyon dolar seviyesine ulaştı. Şu anda Türkiye, Suriye ile önemli iki dış ticaret ortağı pozisyonunda. Aramızdaki ekonomik ortaklık anlaşması kapalı Suriye ekonomisini dünyaya açan en önemli araç özelliğini taşımıştır. Suriye’nin geçtiğimiz aylarda getirdiği ithalat yasağının kaldırılmasında ülkemizin göstermiş olduğu kararlı tutumun en büyük destekçisi Suriye iş çevresi olmuştur. Suriye’deki en büyük yatırımı olan ülke Türkiye’dir. Bu yatırımlar Suriye ekonomisinin kalkınmasına ciddi manada hizmet etmektedir.

Suriye pazarında yapılan üretimin yanında bu yatırımlar Suriye için önemli bir istihdam kaynağı teşkil etmektedir. Ülkemiz firmalarının Suriye’deki yatırımlarda istihdam ettikleri Suriyeli sayısı 5 binin üzerindedir.
haber1001

BANU AVAR
Sayfa Yönetimi: Tayyip Erdoğan'dan Küresel Haçlı Ordularına Suriye Daveti

''Suriye, enerji kaynakları noktasında yeterince zengin bir ülke olmadığı için, dünya kamuoyunda yeterince dikkat ve hassasiyetle izlenmiyor olabilir. Yeterince petrole sahip olmadığı için, Suriye, Libya kadar yankı uyandırmıyor olabilir. Ama bilmenizi isterim ki, Libya'da ölenler ne kadar insansa, ne kadar cansa, Suriye'de öldürülenler de o kadar insandır, o kadar candır. Libya için iştahlarını kabartanların, Suriye'deki katliamlar için sessiz ve tepkisiz kalması, insanlık vicdanında tamiri zor yaralar açmaktadır. Hiç şüphesiz, gerek Suriye'deki, gerek genel olarak Ortadoğu'daki sorunlar, lokal, bölgesel sorunlar değildir, küresel sorunlardır. Dolayısıyla, enerji arz güvenliği adına olduğu kadar, küresel refah, huzur, dayanışma adına, bölgede yaşanan trajediyi görmek, çığlıkları işitmek ve akan kanın durması için acilen tedbirleri almak zorundayız.''
http://www.facebook.com/

Suriye-Ürdün sınırında çatışma: 40 ölü
14 Kasım 2011
Suriye'nin Ürdün sınırı yakınlarında Suriye Ordusu iisyancılar arasında bugün çıkan çatışmada en az 40 kişi öldü.

İsyancılar, Hauran ovasındaki Hirbet Gazale kasabasında zırhlıların desteğindeki askerlerin ordudan kaçanlar ve isyancılara saldırdığını ve 20 kişiyi öldürdüğünü iddia etti.

İsyancılar, askerlerin saldırısının ardından başlayan çatışmalarda 20 askerin de hayatını kaybettiğini belirterek, bölgede ilk kez Esad'a karşı silahlı direniş gösterildiğini söyledi. haber1001

Rusya'nın İran'a yapılacak askeri saldırıya karşı uyarısı ve ciddi savaş hazırlığı hakkında
Selçuk Salih Caydi
17.11.11



Geçen hafta perşembe günü Rusya Federasyonu Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Alexander Lukaşeviç, dünyayı bir İran saldırısı konusunda uyarmıştı. En dikkat çekici olan, sert bir üslup kullanan sözcünün argümanlarıydı. Lukaşeviç, askeri müdahale için bir BM kararı istiyor ve ancak Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi'nden saldırı kararı çıkması halinde İran’ın cezalandırılabileceğini söylüyor.

BM'de konu gündeme geldiği takdirde başta Rusya'nın saldırıyı veto edeceği, herkesin malumu olmasına rağmen, uluslararası hukuk diye birşeyin olduğunu (yoksa da olması gerektiğini) hatırlatıyor. Gücün "kanunu" ile hareket eden "Saldırgan haydut devlet" mantığına karşı çıkıyor. İlginç olan, BM kararını şart koşan ve bunda yerden göğe haklı olan Rusya'nın, ABD-İngiltere-İsrail-Türkiye-Suudi Arabistan koalisyonunun İran ve Suriye'ye eşzamanlı saldırısı halinde, hareketlenmesi ihtimalidir. Rusya, müttefiki lojistik dev Çin'in desteğiyle tekniğiyle, İran'a Suriye'ye olacak bir saldırı durumunda haketlenmek zorunda kalabilir.Bu hareketlenmenin yıllardan beri, garip/absürd gizli servis operasyonları şeklinde başladığını biliyoruz. Anlamsız görünen birçok olay, anlam kazanabilir.

Lukaşeviç: "BM Anlaşmasına göre, güç kullanılması, sadece BM Güvenlik Konseyi'nin kararıyla, özellikle 51'inci maddeye dayanarak, savunma amacıyla olur ve bunların hiçbiri Güvenlik Konseyinde konuşulmadı. Bu nedenle güç kullanmak ve bu korkunç senaryoyu hayata geçirmek konusu, bir 'teori' olarak bile düşünmemeli" dedi.

Yeterince açık bir uyarı.

İran'ın nükleer programı bahanesiyle sistemin siyasi "en" merkezi (ABD-Büyük Britanya-İsrail) ve onların müttefikleri (Türkiye, Suudi Arabistan) tarafından başlatılması düşünülen İran/Suriye savaşı, aslında bir "İleriye doğru kaçış" hamlesine benziyor. Kapitalist sistemin her krizi savaşla aşabileceği temel kuralının burada da işleyeceği ve kapsamlı/kontrollü (?!) bir savaş sonrasında gene eski hamam eski tas, aynen devam edeceği varsayımı, hakim kafalara hakim! (Aslında, sonra ne olacağını onlar da bilmiyor, bugünkü durumun cenderesinden biraz olsun kurtulmak için ileriye doğru kaçıyorlar.)

Sistemin bir savaşla krizi aşması -bu kez- mümkün değil...
Ya da şöyle ifade edelim: Savaşın ateşiyle insanlar sistemin hızlı çöküşünü bir süreliğine görmezden gelebilirler. Ama bu savaş hem Suriy/İran'la sınırlı kalamayacaktır, hem de savaştan sonra yeni bir konjonktürel yükseliş başlamayacaktır -çünkü sistemin "tatminkar" bir şekilde genişleyebileceği yeni bir pazar alanı bulunmuyor.
(Doğu Bloku yıkıldıktan sonra "özelleştirme" devri başlamıştı ve sistem her yerde kamu mallarını yağmalamıştı. Ondan sonra internet ticaret ve benzeri pazar açma denemeleri fos çıktı. Çünkü: Kapitalist sistemde açılacak her yeni pazarın boyutu, en az bir önceki kadar büyük olmalıdır. Kısacası, şimdiye kadarki filmin adı "Dünya Yetmez"di. Şimdikinin adı, "Dünya Bitti".

Rusya'nın uyarısı çok önemlidir. Askeri bakımdan dünyada hiç tartışılmaz üstünlüğe sahip ABD, şimdilik tek üstünlüğü olan askeri gücünü kullanarak, yakında hızla tükenecek petrol/gaz kaynaklarının kontrolünü -geleceğe doğru- garantilemek ister görünüyor. Gerçek şu: Amerikan Ordusu maalesef kâğıttan kaplandır, çünkü Amerikan Ordusu gibi endüstriyel profesyonel bir savaş makinasını işletebilmek için milliyetçilik gazı değil bilgisayar ekranları dolusu bol sıfırlı paraya ihtiyaç vardır. Türk askeri Mehmet, vatanı için bedavaya savaşır. Ama Amerikan askeri maaşını almazsa derhal istifa eder! O koca ordu da hiç ummayacağınız bir anda önce felç olup sonra çökebilir. Yenilmez Amerikan Ordusunu vurmak gerekmiyor! Amerikan ekonomisini vuran, Amerikan Ordusunu da yenmiş demektir! Tabii bunu yapacak olanlar, otuz kere düşünüp taşınacaklardır. Nihayetinde, sistem topyekün bir bütündür. Ama bazı şeylerin bir tahammül sınırı vardır ve o sınıra doğru yaklaşılıyor.
(Ayrıca ekonomiyi takmayan, sistem karşıtı faktörleri de unutmamak gerekiyor)

İran ve Suriye'ye karşı sıcak başlayacak savaş, ikinci raundda bir sanal savaşa dönebilir. Bunun için ABD ve sistemin merkez siyasi "otoriteleri"ne karşı geniş bir koalisyon oluşabilir. Otonom grupların hacker saldırıları veya banka sistemine saldırı, ABD'nin yüzünü ve konumunu, hiç umulmadık bir şekilde -bir anda- değiştirebilir. Rusya, özellikle de Çin, bunları biliyorlar. ABD yenilmez değil. (Türkiye hiç değil)

Bambaşka kalitede, görünmez bir savaş yaşayabiliriz. Bu savaşın ikinci raundunun başrol oyuncuları da, Çin gizli servisi için çalışıp, dünyadaki Başbakanların iPad'lerine kadar sızabilen Çinli gençler olabilir.

Daha oralara gelmeden:
1. Türkiye, İsrail'in İran'a saldırısıyla eşzamanlı olarak Suriye'ye saldırmaya falan tevessül etmemeli. Türkiye, "Yurtta Sulh Cihanda Sulh" ilkesine bağlı olduğunu ilan etmeli ve buna uygun davranmalı. Suriyeli muhaliflerin askeri kanadına ev sahipliği yapmamalı, hiç bir ülkeyi işgal etmemeli.
2. Türkiye, İran'ı feci şekilde tahrip edebilecek ağır silahların İncirlik'ten atılmalarına kesinlikle karşı çıkmalı. Savaşın ikinci raundu başlamadan, derhal neoliberal politikalara son vermeli, sosyal devleti yeniden inşa etmek yolunda ikna edici adımlar atmalı, alternatif üretim-tüketim sistemlerini (gerekirse, ulusal paraya endeksli, her ile özel yerel para uygulamasını) yerel yönetimlerle koordineli olarak devreye sokmaya (fukaralıkla savaşa) hazırlanılmalı. Özelleştirilmiş bazı hayati kurumlar, devletleştirilmeli. Üniversiteler özerkleştirilip, 'Konuşan ve fikir üreten kurumlar' haline getirilmeli. Basın üzerindeki baskı derhal son bulmalı ve kangren olmuş siyasi/fikirsel Balyoz/Dalyoz tipi davalar acilen sonuçlandırılmalı. Askerlerin itibarı derhal iade edilmeli. Bedelli askerlik falan gibi konular, 2015 sonrasına ertelenmeli.
3. Türkiye, savaşın yokedici olası üçüncü raunduna şimdiden hazırlanmalı. (Bu ayrı bir yazı konusu olabilir)
4. İnşallah savaş/mavaş olmaz da bu yazıyı buradan sileriz...
Kaynak: http://konstantiniye.blogspot.com/

'Suriye'ye baskıyı Türkiye yapmalı'
19/11/2011
ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, Türkiye ve Arap Birliği'nin, Suriye hükümeti ve toplumu üzerinde ABD'den daha fazla etkiye sahip olduğunu söyledi

Clinton, Suriye'deki durumun tamamen bir iç savaşa dönüşebileceği uyarısında bulundu. ABD olarak Suriye'de bir iç savaş görmeyi hiç istemediklerini, barışçıl protestolar ve şiddet içermeyen muhalefetten yana olduklarını dile getiren Clinton, Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esad rejiminin yaptıklarıyla, insanları kendilerine karşı silaha sarılmaları yönünde provoke ettiğini belirtti.

Clinton, ''Arap Birliği'nin yaptığı ve Türkiye'nin söylediklerinin, Suriye hükümeti ve toplumu üzerinde çok uzakta olan bizlerden çok daha fazla bir etkiye sahip olduğunu düşünüyorum'' diye konuştu.

'ASKERİ MÜDAHALE HENÜZ DÜŞÜNÜLMÜYOR'

Suriye'nin üyeliğini askıya alan Arap Birliği'nin, ''Esad'ın gitmesi gerektiği'' şeklinde net bir sinyal gönderdiğini ifade eden Clinton, Libya'dakine benzer biçimde Suriye'ye de bir BM kararıyla ABD ya da NATO koalisyonu öncülüğünde bir askeri müdahale yapılması yönünde ''bir niyet bulunmadığını'', Libya ile Suriye'nin durumunun birbirinden farklı olduğunu kaydetti.

Clinton, ''Bu süreç (Suriye'ye baskı süreci), Arap Birliği ve Türkiye'nin öncülüğüyle mi yürütülmeli?'' şeklindeki bir soruyu ''evet'' diyerek onayladı. Bakan Clinton, Amerikan ABC televizyonuna verdiği mülakatta da bir soruyu yanıtlarken, ABD'nin Suriye ile bağlarının ve ticaretinin çok az olduğuna dikkati çekerek, ''Suriyelilerin kulak vereceği bir ses olmadığımızın farkındayız. Dolayısıyla, Suriye'nin gözardı edemeyeceği, giderek büyüyen ve şu anda Arap Birliği ve Türkiye'den oluşan bir koronun çağrısında bulunduk'' diye konuştu.

CBS televizyonuna verdiği ayrı bir mülakatta da Clinton, Esad'ın günlerinin sayılı olduğunun artık kesin olduğunu belirtti.

Clinton, ''Esad gidecek; bu artık sadece zaman meselesi. Umarız ki iç savaştan daha fazla kan dökümünden kaçınırlar ve çok önceden yapmış olmaları gereken değişimleri hayata geçirirler'' ifadesini kullandı.
Radikal

Esad: 'Baskılara boyun eğmeyeceğiz'
20 KASIM 2011



BBC'nin haberi:

İngiliz Sunday Times gazetesine mülakat veren, Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esad ülkesinin baskılara boyun eğmeyeceğini söyledi.

Suriye liderine göre rejim karşıtlarıyla güvenlik güçleri arasındaki çatışmalar devam edecek.

Beşşar Esad, Sunday Times'da bugün yayımlanan mülakatta, "Suriye rejimine karşı çıkan isyancıları ezmek için sert önlemler almayı sürdüreceklerini" de söyledi.

Suriye lideri "Rejim karşıtı militanların her gün Suriyelileri katlettiklerini" öne sürdü.

Esad, Suriye'de dökülen kan için "acı ve üzüntü" hissettiğini, fakat sorunun ancak şiddet olaylarının büyük bir kısmının sorumluluğunu taşıyan militanların yok edilmesiyle çözüleceğini söyledi.

Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esad, ülkesine yönelik olası bir müdahalede savaşarak ölmeyi göze alıp almadığı sorusuna, "Kesinlikle, bunu söylemeye bile gerek yok" yanıtını verdi.

Esad, ülkesinin boyun eğmeyeceğini ve tüm baskılara direneceğini belirtti.

Esad, Sunday Times gazetesinde yer alan demecinde, "Suriye'yi kontrol altına almak için baskı devam edecek, ancak Suriye buna boyun eğmeyecek" dedi.

Esad demecinde Arap ülkesi liderlerini Batı'nın ülkesine müdahale etmesi için zemin hazırlamakla da suçladı.

Esad, Suriye'de 8 aydan beri süren rejim karşıtı gösterilerde 800 polis ve güvenlik görevlisinin hayatını kaybettiğini bildirdi.

Haber1001

Bahçeli'de hükümete Suriye uyarısı; "Ateşle oynamayın
20 Kasım 2011

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, Türkiye'nin etrafının ateş çemberi olduğunu belirterek, AK Parti hükümetine Suriye konusunda ateşle oynamaması uyarısında bulundu.

Bahçeli, Almanya Demokratik Ülkücü Türk Dernekleri Federasyonu'na bağlı Werl Kültür Ocağı'nı ziyaretinde yaptığı konuşmada, Türkiye'nin etrafının ateş çemberi olduğunu belirterek, ''Küresel güçler sözde ileri demokrasi anlayışıyla yeni yönetim oluşturmaya çalışıyorlar. Bunu Tunus, Mısır, Libya'da gördük ve şimdi Suriye'de görmekteyiz. Burada Türkiye hükümetinin ortaya koyduğu tavır çok önemli'' dedi.

Türkiye'nin görevlendirilmiş bir hükümetmiş gibi davranmasını kabul etmediklerini açıklayan Bahçeli, Fransa Dışişleri Bakanının Türkiye'ye gelerek Suriye'deki muhaliflerin destekçisi olacaklarını ifade ettiğini ve hükümetin de muhaliflere oranın yeniden siyasi şekillenmesine katkı sağlayacak toplantılarda katkı sağlayacağını belirttiğini kaydetti.

MHP lideri, Türkiye'de yarın PKK'nın siyasallaşma süreciyle beraber Hakkari, Şırnak ve Diyarbakır'da bazı örnekleri görülen ayaklanma provalarının halk hareketine dönüşmesi halinde arkasından Fransa'nın da ''Suriye'de halk hareketlerini beraber destekledik. Ama sizde de şimdi aynı şey görünüyor. Sizdeki halk hareketlerine destek vereceğiz'' dediğinde Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın ne cevap vereceğini merak ettiğini, onun için de ateşle oynamamak lazım geldiğini vurguladı.

Suriye'deki gelişmeleri yakından izlediklerini vurgulayan Bahçeli, ''Komşu bir ülke olarak oranın istikrar içinde toprak bütünlüğü içerisinde kendi sorunlarının kendileri tarafından çözülmesinden yanayız. Ama oraya küresel güçlerin bir kolu gibi dalarak oradan bazı sonuçlar, onlar lehine temin etmeye çalışmak, yarın o kolu terse çevirip Türkiye'ye daldırdıkları vakit ne yapacağız? Burası çok dikkat edilmesi gereken bir konudur. MHP olarak bu konuda hassasiyetimizi sürdürüyoruz, bu gibi konularda hiçbir şekilde taviz vermemizin mümkün olmayacağını ifade ediyoruz. Bu şekilde mücadelemize devam edeceğiz'' diye konuştu.
haber1001

Suriye Askerleri Türk Hacılara Saldırdı
21 Kasım 2011
Kutsal topraklardan karayolu ile dönen Türk görevlilerin bulunduğu iki otobüse, Suriye'de saldırı düzenlendi. Saldırıda, 2 kişi yaralandı.

Türk hacılara hizmet veren görevliler karayolu ile Türkiye'ye dönerken, Suriye'deki kontrol noktasında kimlik kontrolleri sırasında zor anlar yaşadı.

İddiaya göre görevliler, Humus kentindeki askeri bölgede, önce sözlü tacize uğradı. Ardından ikinci kontrol noktasında, silahlı saldırı yapıldı.

Açılan ateş sonucu biri otobüs şoförü olmak üzere iki kişi yaralandı.

Türk görevlileri taşıyan iki otobüs, Hatay Cilvegözü Sınırkapısı'na ulaştı.

Hafif yaralanan görevli ile otobüs sürücüsü, Antakya ve Reyhanlı Devlet Hastanelerine kaldırıldı.
TRT

Cengiz Çandar'ın aşırı tuhaf çelişkisi
Salih Tuna
Yeni Şafak
21.11.2011
"İslamcı" kim, kime "İslamcı" diyor Cengiz Çandar; doğrusunu isterseniz tastamam bilemiyorum.

Lakin "İslamcı" olmaklığı her vesileyle mahkum ettiğini artık bilmeyen yok.

En son vesilesi de Suriye.

Diyor ki: "Suriye rejiminin mukadder çöküşünü gözyaşlarını içine akıtarak izleyen başka çevreler de var ve bunların arasında, paradoksal biçimde, bazıları iktidara çok yakın 'İslamcılar'ın bir bölümü de yer alıyor..." (Radikal, 19 Kasım 2011)

Gördüğünüz gibi bu "İslamcılar"ın kim olduğunu açık seçik söylemiyor.

Medyada Suriye politikamıza eleştirel yaklaşan benim bildiğim hepi topu iki - üç "İslamcı" kalem var.

Bunlar da her şeyden evvel (Çandar'ın anladığı manada) iktidara "çok yakın" değiller.

Suriye rejimine de asla ve kat'a ağıt yakmıyorlar. Tam aksine, Baas rejimlerinin alayına bidayetinden beri (hem de kromozomlarına kadar) karşılar.

Çandar mezkur yazının devamında da şöyle diyor: "Bunlar, dünyanın her köşesinde ve Ortadoğu'daki her gelişmenin ardında, ABD'nin yazdığı bir 'master plan' bulunduğuna inandıkları ve akılları küfür ile eş anlamlı 'BOP'la dolu olduğu için, Suriye ve dolaylı olarak İran'ı karşısına yerleştiren herhangi bir gelişmeye alerji duyuyorlar ve Türkiye'nin Suriye'ye karşı 'macera'ya girişmesi ihtimalini öne çıkartıyorlar..."

Tuhaf, gerçekten çok tuhaf!

Çünkü...

"Washington'dan verilen ihale" ara başlığı altında şöyle yazmıştı: "Bu yeni dinamiklerin etkisiyle, Türkiye, adım adım, ABD'nin bölgedeki 'taşeronu' durumuna kayıyor. Bu sıfat, aynen böyle 'sub-contractor' olarak Amerikan ve İngiliz basınında kullanılıyor. Suriye, Washington tarafından adeta Türkiye'ye 'ihale edilmiş' halde. / Öyle olmasa, Tayyip Erdoğan kardeşi bildiği Başşar Esad ile sırf 'sözünü tutmadı, reform yapacağım dedi yapmadı' gerekçesiyle sekiz ay içinde 'kardeş'ten 'hasım' konumuna kayar mıydı? Bu gerçek bir gerekçe olsa, Sudan Devlet Başkanı'na Türkiye'nin kapıları ardına kadar açık tutulur muydu?.." (Radikal, 11 Kasım 2011, "Arap Baharı, Türk Sonbaharı'na dönüşür mü?")

Bir hafta evvel Türkiye'nin Suriye politikasını ABD taşeronluğuna bağla, bir hafta sonra "Ortadoğu'daki gelişmelerin ardında" ABD "master planı" arıyorlar iddiasıyla kimi "İslamcıları" mahkum eyle.

Bu ne yaman çelişkidir böyle?

"Çelişki" dediğimiz şey bile nihayetinde şu veya bu şekilde bir hali izhar eder. Peki ya şu, ya şu hal de neyin nesi: "Batı basınında yer alan 'ABD'nin taşeronluğunun yapıldığına dair, 'subcontractor' sözcüğünün kullanıldığı değerlendirmeleri yapıldı.(....) Biz de bunu aktardık..." (Radikal, 16 Kasım 2011)

Bir hafta evvel "Öyle olmasa..." diye başlayıp "taşeron" iddianızı kanıtlamaya girişeceksiniz, bir hafta sonra malum çevrelerin taşeron iddiasını "aktardık" sadece demeye getireceksiniz!

Sevgili Çandar eskiden bu tarz "dönüşümleri" veya "çelişkileri" en azından bir yıla yayardı.

Bu da onu sempatik kılardı.

"Sorun" haftada bir nüksetmeye başlayınca, haliyle biraz dramatik kaçıyor; bu da beni endişelendiriyor.

Sahi, Cengiz Çandar'ımız bize neyi anlatmaya çalışıyor?

Hem bu nevi şahsına münhasır "dönüşümleri" yutacak kadar "saf", hem de Suriye hakkında (küresel statükonun hilafına yapılan) herhangi bir jeopolitik değerlendirmeyi, "Suriye rejiminin mukadder çöküşünü gözyaşlarını içine akıtarak izlemek" şeklinde algılayacak kadar "külyutmaz" olmamızı mı istiyor?

İstesin; canı sağ olsun.

http://www.yenisafak.com.tr/Yazarlar/?t=21.11.2011&y=SalihTuna

Suriye'den sonra sıra hangi ülkede?
Teodora Doni
teodoradoni@gmail.com
21 Kasım 2011



Ne değişti de Türkiye bir yıl öncesine kadar canciğer, kuzu sarması olduğu Suriye ile şimdi savaşmanın eşiğine geldi.

El ele yürümeleri, birbirlerine kardeşim demeleri, imzaladıkları anlaşmaları ile bize sınırların bile kalkabileceğini, iki ülkenin birleşebileceğini düşündürten liderler mi değişti?

Elbette hayır.

Suriye hak ve özgürlükler ülkesiydi de birdenbire sistem değişti ve diktatörü de zulmü de Suriye halkı şimdi mi görmeye başladı?

Elbette hayır.

Acı sonuçlarının etkisi belki daha yıllarca sürecek olan Libya devrimi(!) örneği bütün tazeliğiyle, canlılığıyla önümüzde olmasa bazı insanların savaş çığırtkanlığı yapmasını anlaşılır bulabilirdik. Hatta gerçeklerle örtüşmese bile, özgürlük, adalet ve refah için hayal kurmak güzel diyebilirdik.

Yıllarca bu ülkenin insanına "sınırları Batılılar cetvelle çizdi, kardeşlerimizle aramızı onlar bozdu, kardeşi kardeşe onlar kırdırdı" denildi. O zaman bu savaş çığırtkanlığı niye. Bir gün öyle veya böyle bu isyanlar bitecek. İşte o günü şimdiden düşünmeye başlasak iyi olur. O gün tüm Ortadoğu halklarının, kardeş dediğimiz insanların sorularına karşı verebilecek gerçek cevaplarımız olacak mı? Sanmıyorum. Şimdi birileri diyebilir ki hele bu kardeşkanının akması dursun ondan sonra düşünürüz. İyi de kan akmasın diyenler niye savaş çığırtkanlığı yapsın ki.

Bu ülkenin sağduyulu insanları her zaman bu toprakların Ortadoğu ile tekrar bütünleşmesini hayal etti. Hiç bir zaman parçalanmışlığı, bölünmüşlüğü kabullenmedi. Mantık ve vicdan sahibi olanlar gerçek manada kardeşçe kurulacak bir birliğin hayalinden hiç vazgeçmedi.

Meşhur tezkere olayından, Amerika askerlerinin Irak'a girmek için Türkiye'den geçmesine izin veren tezkerenin TBMM'de reddedilmesinden sonra Ortadoğu halklarının da Türkiye'ye karşı sevgi ve güveni yeniden artmaya başladı.

TBMM'nin o gün iktidara rağmen tezkereyi reddetmesi Irak'ta yüz binlerce insanın ölümüne engel olamamışsa da Türkiye'yi Ortadoğu halkları nezdinde "Amerika'ya kafa tutan ülke" konumuna yükseltmiştir. Keşke o tezkerenin TBMM'den nasıl ve ne şekilde geçmediği halka ve yöneticilere sürekli hatırlatılsaydı ve hiç bir zaman unutturulmasaydı. O zaman böyle olmazdı belki de. Türkiye; Suriye ile savaşın eşiğine gelmezdi, Suriye Ulusal Konseyi'ni tanımaz, en üst düzeyde muhatap almazdı.

Bizler devleti yönetenler kadar çok derin bilgilere sahip olmasak da, kapalı kapılar arkasında konuşulanları, yapılan anlaşmaları, uygulanan senaryoları bilmesek de Suriye'deki direnişin onların özgürlüğü için tırmandırılmadığı, tam aksine çok başka hesaplar için olduğu yeterince ortada değil mi?

Suriye'deki muhalefeti bırakın tanımayı dolaylı ve gizlice de olsa en ufak bir destek vermeyi, akan kanın durmasını gerçekten isteyen hiç kimse aklından bile geçiremez. Zira gelinen noktada muhalefeti desteklemek Suriye'de iç savaşa ve uluslararası işgalci güçlere davetiye çıkartmaktan başka neye yarar ki. Hem şu an muhalefet Türkiye'nin desteğinden memnun olsa da gücü eline geçirdiğinde daima şüphe duymayacak mı Türkiye'nin dostluğundan. Eski yönetimlerle de, diktatörlerle de iş birliği yapmışlardı, demeyecek mi muhalefet, onlara da kardeşimiz demişlerdi ama çıkarlar söz konusu olduğunda kardeşlik de dostluk da yerle bir oldu, demeyecek mi?

Geçtiğimiz Cuma günü Mısır'daki gösterilerde olanlar için ne demeli? Yüzlerce yaralı var. Dile kolay, yüzlerce yaralı. Mübarek'in devrilmesinden önce günlerce süren gösterilerde, protestolarda bile bu kadar insan yaralanmamıştı. Hani, Mısır'da devrimin küçük sancıları yaşanıyordu. Hani Mısır halkı panellerle, toplantılarla konuşarak, tartışarak anlaşacak, özgürlüğe doğru böyle yol alacaktı.

Mübarek'in devrilmesi ve yetkilerin Mısır ordusuna devredilmesinden sonra Dışişleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu'nun "Yetki Süleyman'a ya da mevcut siyasi aktörlerden birine devredilmiş olsaydı, Mübarek'in etkisi devam edecek diye düşünürlerdi" dediğini hatırlayalım. Ben o zaman bu cümleyi, Mübarek gitti ama etkisi devam edecek, diye anlamıştım ki hâlâ da öyle düşünüyorum.

Benzer bir durum Suriye için de geçerli bence. Esad gidecek ama zulüm artarak devam edecek gibi. Hatta Suriye bölünüp orada iki uydu devlet oluşturulursa hiç şaşırmayın.

Elbette Esad gitmesin, Türkiye zulme karşı ses çıkarmasın, diyen yok. Ancak daha çok kardeş kanının akmasından, zulmün artmasından başka bir sonuç doğurmayacak olan bir savaşa da Türkiye'yi sokmaya kimsenin hakkı yok.

Ben kendi payıma "Minder Mücahitleri"nin bana doğru parmak sallamalarına, dişlerini gıcırdatmalarına aldırmadan doğru bildiklerimi yazmaya, bu savaş çığırtkanlığına karşı durmaya devam edeceğim.

Hem küresel emperyalizmin Suriye'yi halletmesinden sonra sıranın Türkiye'ye gelebileceğini söyleyenleri de ki onlardan biri de benim, artık ciddiye almanın zamanı gelmedi mi?

http://www.yenisafak.com.tr/Yazarlar/?t=21.11.2011&y=Teodora_Doni

3 Rus Savaş Gemisi Akdeniz'de
23 Kasım 2011

Rusya, 3 savaş gemisini Akdeniz’e gönderdi. Suriye, ‘Rus savaş gemileri koruyucu devriye görevi yapacak’ dedi.

Suriye’de askeri müdahaleye şiddetle karşı çıkan Rusya üç savaş gemisini bu ülkenin karasularına gönderdi.
Gemilerin Tartus’a ulaştığını açıklayan Şam yönetimi, “Rus donanması Suriye sularında koruma amaçlı devriye gezecek” açıklaması yaptı.
Suriye’de uluslararası baskılara rağmen, 8 aydır süren halk ayaklanmasını şiddetle bastırmaya devam eden Beşşar Esed yönetimi, olası bir dış müdahaleyi engellemek için en büyük silah tedarikçisi olan Rusya’nın donanmasına kara sularını açtı.
İsrail istihbaratına yakınlığıyla bilinen Debka sitesinin iddiasına göre Rusya’nın Somalili korsanlar için Akdeniz’e indirdiği 3 savaş gemisinin dün Suriye’nin Tartus limanı açıklarına demirledi. Gemilerde uzman istihbarat birimlerinin ve çok gelişmiş elektronik haberlerşme ve dinleme ekipmanlarının bulunduğu kaydedildi.
Haaretz gazetesi, “Rus savaş gemilerinin Suriye sularına gelmesi Moskova’nın Batı’dan Şam yönetimine yönelik bir askeri müdahalesine kesinlikle karşı koyacağının göstergesidir” yorumunu yaptı. Rus Moskovski Komsomolets ise, “Rusya Suriye yüzünden savaşa mı giriyor?” başlığını kullandı.
İsim vermeden açıklama yapan Esad’ın danışmanlarından biri de Rus gemilerinin Suriye karasularında koruma amaçlı devriye görevi yapacağını doğruladı.
Rus Ria Novosti ajansı Rus denizciler tarafından Tartus limanında çekilen bu fotoğrafı servis etti. İsrail basını, “Moskova Suriye’ye yönelik bir askeri operasyona karşı tavrını açıkça ortaya koydu” diye yazdı.
TRT

Kandil’deki PKK’ya elektrik, Suriye’ye dirsek!
SEBAHATTİN ÖNKİBAR
17.11.2011



Duydunuz mu AKP hükümeti Suriye’nin elektriğini kesecekmiş!

Öyle buyurdu Enerji Bakanımız!

Madem böyle şeyleri yapabiliyor idiniz aynı şeyi Kuzey Irak’a neden yapmadınız?

Öyle ya K. Irak’ın elektriğinin neredeyse tamamı bizden gidiyor!

Üstelik çok ucuza, Türk halkının ödediği ücretin yarı fiyatına gidiyor!

Bu elektriği sadece Barzani tayfası kullanmıyor, Kandil’deki PKK’lılarda yararlanıyor!

Tam bu noktada soralım Türkiye’yi bölmek ve Kürdistan’ı kurmak isteyen Barzani mi tehlikeli Beşar Esat mı?
Türkiye hangi sınırdan vurgun yiyor Irak’tan mı Suriye’den mi?

Bu sorunun cevabı aşikar iken neden K.Irak’ın elektriği kesilmez, Habur sınır kapısı kapatılmaz da iş Suriye’ye gelince aslan kesiliyorlar?

Amerika öyle istedi de ondan değil mi?
Yahu bunların ilahı Cenab-ı Hak mı, Pax Americana mı?

Kaynak: Yeni Mesaj



Rus birlikleri Türkiye sınırında
17 Aralık 2011



Rusya'nın askeri kaynaklardan edindiği bilgiye göre, ABD'nin desteklediği İsrail'in İran'daki nükleer tesisleri vurmaya hazırlandığı ve Moskova'nın da bu olasılığa karşı hazırlık yaptığı ileri sürüldü. Rus basınının iddiasına göre, söz konusu hazırlıklar kapsamında Ermenistan'daki Rus askerleri Türkiye sınırı yakınındaki Gümrü bölgesine sevk edildi.

Rus Nezavisimaya gazetesi, Kremlin'in askeri kaynaklardan edindiği bilgiye göre İsrail'in İran'ın nükleer tesislerini vurmaya hazırlandığı ve bunun ani bir saldırı şeklinde olacağı belirtilerek, "Tahran'ın bu ani saldırıya karşılığı sonuçları tahmin bile edilemeyecek geniş ölçekli bir savaşa yol açabilir"değerlendirmesinde bulundu.

Gazete, Rusya Devlet Başkanı Dimitriy Medvedev'in Brüksel'de dün katıldığı AB-Rusya zirvesinde en öncelikli konuyu oluşturduğunu belirterek, "Rusya'nın AB Büyükelçisi Vladimir Çizov, İsrail veya ABD'nin İran'a karşı bir saldırısının felakete varacak olayların gelişmesine yol açabileceği uyarısında bulundu. Çizov, böylesi bir durumun olumsuz etkisinin sadece bölgeye değil tüm dünya geneline yayılacağı uyarısında bulundu" denildi.
Milliyet

Hizbullah'a göre Şam saldırıları ABD'nin işi!
23 Aralık 2011

Hizbullah örgütü, Suriye'nin başkenti Şam'da bugün düzenlenen ve 40'dan fazla kişinin ölümüne sebep olan bombalı saldırılarının planlayıcısının ve sorumlusunun ABD olduğunu belirtti..

Hizbullah yaptığı açıklamada Irak'tan mağlup olarak çekilen ABD'nin şimdi bölgede yeni bir oyun oynadığı" öne sürüldü. Açıklamada, Lübnan ve Hizbullah için "Suriye'nin sadık müttefiki" ifadeleri de kullanıldı.
haber1001

Şam'daki saldırılarda 27 kişi öldü
17 Mart 2012
Suriye'nin başkenti Şam'da düzenlenen saldırılarda 27 kişinin öldüğü, 97 kişinin yaralandığı bildirildi.
Suriye El İhbariye televizyonu Suriye Sağlık Bakanı Vail Nadir el Halaki'ye dayanarak verdiği haberde, iki patlamada çoğu sivil 27 kişinin öldüğünü, 97 kişinin yaralandığını duyurdu. netgazete

Ahmedinejad'dan, Esad'a tam destek: "Suriye'ye desteğimizin hiçbir sınırı yok!"
27 Mart 2012

İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad, Batılı ve bazı Körfez ülkelerinin politikasını kınayarak, Esad'a tam desteğini tekrar etti.

Ahmedinejad, Devlet Başkanı Esad'ın özel temsilcisi, Suriye Dışişleri Bakan Yardımcısı Faysal Mikdat'ı kabulünde, "Amerikalılar, özgürlük ve demokrasiyi paravan yaparak, Suriye, Lübnan, İran ve diğer ülkeleri egemenlikleri altına almaya çalışıyor. Bu komplolara karşı uyanık ve kararlı olmak gerekir" dedi.

Ahmedinejad, İran, Suriye ve Filistin direnişine darbe vurmayı amaçlayan emperyalist ülkelerin İsrail'deki siyonist rejimi kurtarmak istediklerinin herkes ibilindiğini belirterek, "İran İslam Cumhuriyeti'nin Suriye'yle ilişkileri geliştirmek için hiçbir sınırı yoktur ve bu ülkeye destek için her şeyi yapacaktır" diye konuştu.

İran Cumhurbaşkanı, Suriye Devlet Başkanı Esad'ın iktidardan gitmesini isteyen ve Suriye muhalefetine destek veren Körfez'deki Arap ülkelerinin politikasını da ağır bir dille eleştirdi.
haber1001

"Suriye halkı teröristleri destekleyenleri bağışlamayacaktır"
03-04-2012



YDH- İran Savunma Bakanı Ahmed Vahidi, Suriye’nin gerçekten dostu olanların bu ülkedeki reformlara destek vermesi gerektiğini söyledi.

İrna haber ajansının bildirdiğine göre Tahran’da düzenlenen ulusalar arası bir konferansa katılan İran Savunma Bakanı General Ahmed Vahidi, konferans sonrasında gazetecilerin bölgesel konulara ilişkin sorularını cevapladı.

“Suriye’nin Dostları” adını kullanan gruba yönelik eleştirilerde bulunan General Vahidi, “Bu güçlerin hiçbiri Suriye’de şimdiye kadar gerçekleştirilen terörist saldırıları kınamadı, hatta terörist gruplara destek verdi. Bu kabul edilemez” dedi.

Suriye’de gerçekten barış isteyenlerin başlatılan reformlara destek vermesi gerektiğini belirten General Vahidi, Suriye’ye dostluk adına yapılanların düşmanlık olarak nitelendirilebileceğini söyledi.

Bazı bölge ülkelerinin Suriye’ye yönelik tutumunu da eleştiren General Ahmed Vahidi, “umarım bölgedeki dostlarımız bölge hassasiyetleri, attıkları adımların kalıcı olumsuz sonuçları ve yaygınlaşması mümkün olan yanlış yöntemler konularında daha özenli hareket ederler” dedi.

Batılı ülkelerin bölgede istikrarsızlık güvensizlik istediğine dikkat çeken Vahidi, “Bölgedeki dostlarımıza olumsuz şeyler yaşanmaması için onların tuzağına düşmemelerini tavsiye ediyoruz” diye konuştu.

Suriye halkının teröristleri destekleyenleri bağışlamayacağını belirten İran Savunma Bakanı, “Suriye’de de dünyanın her yerinde olduğu gibi muhalifler vardır, bu da doğaldır. Fakat Suriye halkı bir yol açmış ve reformlar başlatmıştır, bunu desteklemek gerekir” dedi.
Kaynak: http://www.yakindoguhaber.com/

Katar istihbarat şefi, Şuriye’de esir alınan iki ajanı için Şam'a gitti
07-04-2012



www.yakindoguhaber.com/ 'un haberi:

Katar istihbarat şefi, Şuriye’ye gitti

YDH- Katar İstihbarat Servisi Şefi Abdullah el-Halife’nin Suriye’de tutuklanan iki Katar istihbaratçısının serbest bırakılmasını sağlamak için Şam’a gittiği açıklandı.

İrna haber ajansının bildirdiğine göre Katar İstihbarat Servisi Başkanı Abdullah el-Halife, geçtiğimiz pazartesi günü Suriye’de tutuklanan Katarlı iki istihbarat görevlisinin serbest bırakılması için görüşmelerde bulunmak üzere Şam’a gittiği açıklandı.

Suriye’de tutuklanan Katarlı iki istihbaratçının serbest bırakılması için iki ülke istihbarat yetkilileri arasında daha önce temaslar yapıldığı Abdullah el-Halife’nin de bu temasların sonucu olarak Şam’a gittiği bildirildi.

Katarlı iki istihbaratçının Suriye ordusunun Baba Amr ve Zebedani kentlerine yaptığı operasyonlar sırasında ele geçirildiği bildirilirken Katar İstihbarat Servisi Başkanı Abdullah el-Halife’nin Şam ziyaretinde sadece bu konunun görüşüldüğü belirtildi.

Suriye'nin yakalanan Katarlı istihbaratçıların serbest bırakılması için hangi şartları öne sürdüğü konusunda herjangi bir açıklamada bulunulmadı.
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Çrş May 02, 2012 8:17 pm tarihinde değiştirildi, toplam 13 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Sal Ksm 22, 2011 9:40 pm    Mesaj konusu: Katar’ın Libya’daki paravan rolüne, Suriye’de Ankara talip Alıntıyla Cevap Gönder

Katar’ın Libya’daki paravan rolüne, Suriye’de Ankara talip
Alptekin DURSUNOĞLU
18/11/2011

Batı’nın Libya devrimi ile kullanmayı öğrendiği “Arap Baharı silahı” şu an Şam’a doğrultulmuş gözükse de bu silahın stratejik hedefinin Tahran olduğu söylenebilir.



Tunus ve Mısır devrimleriyle bölgedeki nüfuzları açısından defansif bir pozisyonuna savrulan ABD ve müttefiklerinin Libya’da kazandıkları ofansif pozisyonu, Suriye ile takviye etmeye çalıştıkları görülüyor.

Bin Ali ve Mübarek rejimlerinin devrilmesiyle bölgede iki önemli müttefikini kaybeden Amerika’nın Tunus ve Mısır’la ilgili stratejisi, bu ülkelerde önleyemediği devrimleri kontrol altına almaya çalışmak şeklinde gelişti.

ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton Mısır’da devrimle sonuçlanan gösterilerin başladığı 25 Ocak’ta yaptığı açıklamada Washington’un bu stratejisinin ipuçlarını vermişti.

Clinton’un ülkenin hassas şartlarına dikkat çektiği açıklamasında halka sükunet, Mübarek’e de olayları kontrol altına almak için reform çağrısı yapması, Mübarek rejimini kurtarmaya yönelikti. Ancak olayların kontrol edilemeyebileceğini de öngören Clinton, aynı açıklamasında “Mısır hükümeti köklü ve istikrarlı bir hükümettir, birkaç kişinin gösterisi ve sloganıyla devrilmeyecektir” temennisiyle Mübarek’e destek verirken “ülkede her ne olursa olsun Mısır halkının yanında yer alacağız” diyerek de Mübarek sonrasına ilişkin pozisyonlarını ortaya koymuş oluyordu.[1]

Amerika, devrimlerin hızlı gelişmesinden dolayı Tunus ve Mısır’da, şu an Yemen ve Bahreyn’de yaptığı gibi iç ve bölgesel dengeleri kullanarak bunalımı sürece yayma ve rejimleri kurtarmaya çalışma fırsatı bulamamıştı.

Bu yüzden de devrimleri önleyemediği bu ülkelerde tahammül edilebilir siyasi yapıların kurulabilmesi için geçiş süreçlerini yönlendirmeye çalışan bir strateji izledi.

Bahreyn dışındaki Arap isyanlarında dikkat çekici olan şu etkenler Washington’un bu stratejisini uygulamasında kolaylaştırıcı oldu.

1- Devrimlerin tek veya kolektif bir örgütsel önderlikten yoksun oluşu ve bu ülkelerdeki devrimci siyasi organizasyonların sanki bir meziyetmişçesine “bu devrimin önderi örgütler ve partiler değil halktır” tespitindeki siyasi akıl sığlığını yansıtan programsızlığı.

2- Devrimlerden sonra kurulacak siyasi yapıyı, Bin Ali ve Hüsnü Mübarek’in siyasi veya askeri bürokrasisinin belirlemesi.

3- Devrimci siyasi organizasyonların devrim sonrasındaki geçiş sürecini belirleyen yerel unsurlarla ve küresel veya bölgesel güçlerle çatışmadan özenle kaçınan bir siyasi ve ideolojik oto-sansür uygulayarak güç ve iktidar talebinden başka bir ilkeye sahip olmadıkları izlenimi vermeleri.

Binaenaleyh Amerika, Tunus ve Mısır devrimleriyle başta İsrail’in güvenliği olmak üzere bölgedeki hayati çıkarlarını koruma konusunda defansif bir pozisyona savruldu ise de yukarıda sıralanan üç etken bu ülkelerde Washington’a yeniden belirleyici olabilme imkanı bahşetti.

Libya devrimi, ABD ve müttefiklerine bölgede yeniden ofansif olma imkanı verdi

Libya’da darbe girişimi olarak başlayan isyan, Tunus ve Mısır’da defansif bir pozisyona sürüklenen ABD ve müttefiklerine Arap Baharı adı verilen süreci doğrudan belirleme imkanı vererek onların bölgede yeniden ofansif hale gelmesini sağladı.

Çünkü Libya, kontrolsüz “Arap Baharı silahının” nasıl kontrol altına alınabileceğine ilişkin bir model oluşturdu.

ABD ve müttefiklerinin Rusya ve Çin gibi uluslar arası rakiplerine itiraz imkanı bırakmayan, bölge halklarının ise desteğini alan Libya modelinin beş aşaması bulunuyor:

1- Rejim içindeki unsurların devrimcilerin safına katılması.

2- Kurtarılmış bir bölge oluşturulması.

3- Sivilleri koruma gerekçesiyle BM Güvenlik Konseyi’nden uluslar arası bir müdahaleyi meşru kılacak bir kararın çıkarılması.

4- Bölge ülkelerinin de bölge dışı güçlerin belirleyiciliğini gizleyen paravan rolü alarak katıldığı uluslar arası askeri müdahale desteğiyle rejimin devrilmesi.

5- Yeni siyasi yapının paravan bölgesel güçlerin gölgesinde belirlenmesi.

Binaenaleyh Libya modelinde bölge dışı güçlerin gizlenmesini sağlayan paravan rolünü NATO operasyonlarına verdiği “askeri katkıyla” Katar ve Birleşik Arap Emirlikleri oynadı.

NATO’nun görev süresinin bitirilmesinden sonra Libya’daki güvenlik ve istikrarın sağlanması rolü de Katar komutasındaki çok uluslu güce verildi.[2]

Libyalı devrimciler; Amerika, Fransa ve İngiltere’nin de bulunduğu 13 ülkeden oluşan çok uluslu güce komuta eden Katar’ın devrim sonrasında oynamaya başladığı rolün farkına varabilmiş gözükmüyor.

Zira Ulusal Geçiş Konseyi yetkilisi Mahmud Cibril, Katar’ı bazı gruplara para ve silah desteğinde bulunarak Libya’daki nüfuzunu arttırmaya çalışmakla suçlarken ve “Devrimci Libya’nın” BM’deki temsilcisi Abdurrahman Şalgam “Anlayamıyorum ve kabul edemiyorum. Katar, Amerika’yı ve Fransa’yı yönetiyor. Katar kim ki? Katar ordusu Nepal, Bangladeş ve Pakistanlı paralı askerlerden oluşuyor. Katar ne kadar güce sahip? Ben Katar’ın da Kaddafi gibi büyüklük psikolojisine kapılıp bölgeyi kendisinin yönettiğini vehmetmesinden korkuyorum. Libya’daki şehitlerin ve yaralıların sayısı, Katar’ın nüfusundan daha fazladır”[3] derken Katar’ın paravan rolünün farkında olmadıklarını göstermiş oluyor.

Suriye devrimi: ABD ve müttefikleri için bonus

ABD ve müttefiklerine “Arap Baharı”nda yeniden ofansif bir rol kazandıran Libya devrimi; aktörleri, yöntemleri, kabiliyetleri ve etkileri bakımından tamamen kendine özgü bir nitelik taşıyan Suriye isyanı için model kılınmaya çalışılıyor.

Şimdiye kadar yönetim içerisinden üst düzey herhangi bir kopuş yaşanmamasına, kurtarılmış bölge oluşturulamamasına ve Rusya ve Çin vetosu yüzünden “uluslar arası meşruiyete” dayalı bir dış müdahalenin zemini oluşmamasına rağmen Suriye konusunda atılan adımlar isyancıların oluşturamadığı Libya modeli şartlarının uluslar arası ve bölgesel güçler tarafından yaratılmaya çalışıldığını düşündürüyor.

Askeri adımlar

1- Sığındığı Türkiye’de Cisr eş-Şugur kentindeki 120 Suriye askerini kendinsin öldürttüğünü belirten Yarbay Hüseyin Harmuş ve yine Türkiye’ye sığınan Albay Riyad Esed, Suriye ordusundan ayrılarak devrimcilerin safına geçtiğini açıkladı ve ordudan ayrılan askerleri bünyesinde toplayacak Özgür Suriye Ordusu adlı bir örgüt kuruldu.

2- Özgür Suriye Ordusu, 27 Eylül’de silahlı mücadele başlattığını açıkladı.[4] Amerikan Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Mark Toner de silahlı mücadele başlatma kararının doğal olduğunu belirterek buna destek verdi.[5]

3- Şam Yönetimi’nin Arap Birliği’nin çözüm planı kapsamında silahlarını teslim edenlerin genel af kapsamına alınacağı açıklamasından sonra Amerikan Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Victoria Nuland, milsilerden silahlarını teslim etmemesini istedi.[6]

4- Birleşik Arap Emirlikleri’nin 529 milyon dolarlık anlaşmayla üs tahsis ettiği Amerikan Blackwater özel güvenlik örgütü tarafından kurulan özel ordunun[7] ve profesyonel gayri nizami harp uzmanlarının Özgür Suriye Ordusu tabelasıyla askeri operasyonlar yaptığı öne sürüldü.

5- ABD başkanlık seçiminin Cumhuriyetçi Parti aday adayları Mitt Romney ile Newt Gingrich, katıldıkları bir tartışma programında Suriye’ye doğrudan müdahale stratejisinde başarısız olan Amerikan yönetiminin Şam yönetimini devirmek için istihbarat operasyonlarına yöneldiğini ifşa etti.[8]

Siyasi adımlar

1- ABD, İngiltere, Fransa ve Almanya, 19 Ağustos’ta Suriye Cumhurbaşkanı Beşşar Esed’e çekilme çağrısı yaptı.

2- Sekiz ay önce Suriye ile ortak bakanlar kurulu toplantıları yapan Başbakan Erdoğan 22 Eylül’de BM Genel Kurul toplantısına katılmak üzere gittiği Amerika’da ABD Başkanı Barack Obama ile görüştükten sonra Şam yönetimi ile diyalogu kestiklerini belirterek Ankara’nın Suriye’ye, Washington’la koordineli olarak bazı yaptırımlar uygulayabileceğinin sinyalini verdi.[9]

3- Rusya ve Çin, BM Güvenlik Konseyi’nde Batılı ülkelerin Suriye’ye yaptırım uygulanmasını öngören karar tasarısını veto etti.[10]

4- Arap Birliği’nin 27 Ekim’de Suriye’deki sorunun çözümü için başlattığı girişim Suriye tarafından da kabul edilmesine rağmen, Amerikan yönetimi Beşşar Esed’e çekilme çağrısını yineledi. Şam yönetiminin verdiği sözleri tutmadığını belirten Washington, isyancılara direniş çağrısı yaptı.[11]

5- Arap Birliği 13 Kasım’da şiddeti gerekçe göstererek Suriye’nin üyeliğini askıya aldı ve bir dizi ekonomik ve siyasi yaptırımla tehdit etti.[12]

6- 17 Kasım’da Fas’ta toplanan Arap Birliği dışişleri bakanları, Suriye’ye şartları yerine getirmesi için üç gün süre verirken, aynı gün yine Fas’ta yapılan Türk Arap İşbirliği Forumu bildirisinde, “Suriye’de hükümetin baskılarına karşı sivillerin korunması için acil tedbir alınmalı” denildi.[13]

7- Libya konusunda Türkiye ile ciddi anlaşmazlıklar yaşayan Fransa, Türkiye’ye Suriye’ye baskı yapma konusunda işbirliği önerdi.[14]

8- Başbakan Erdoğan, Libya konusunda atılan uluslar arası adımların Suriye konusunda atılmadığını vurgulayarak Libya modelinin Suriye için de uygulanmasından yana olduğu izlenimini verdi.[15]

9- Suriye Müslüman Kardeşler örgütü Genel Başkanı Riyad Şukfa, İstanbul’da yaptığı basın toplantısında Batı’dan değil, Türkiye’den yapılacak bir müdahaleyi kabul edeceklerini açıkladı.[16]

Suriye’ye yönelik bu askeri ve siyasi adımlar, Suriyeli isyancıların 8 buçuk aydır yaratmayı başaramadığı şartların uluslar arası ve bölgesel güçler tarafından yaratılmaya çalışıldığı kanısını uyandırıyor.

Haziran ayında Wall Street Jorunal’ın “Suriye krizinin Türkiye ile İsrail arasındaki ilişkileri ısındırdığını, Ankara ve Washington’u da daha yakın işbirliğine götürdüğü”[17]nü ifade eden haberini ve İsrail’deki Debka File’ın “Suriye sorununun, ABD-Türkiye ortaklığıyla çözülmesi kararına varıldığını ve ortaklaşa hazırlanan planda Türkiye’ye düşen esas rolün Suriye ile “askeri gerilimi tırmandırıcı adımlar atmak”[18] olduğuna dair haberini, yukarıdaki gelişmelerle birlikte yeniden hatırlamakta yarar var.

Bütün bu gelişmeler, Batılılara ofansif bir konum armağan eden Libya devrimindeki Katar’ın paravan rolüne bu kez Suriye’de Türkiye’nin talip olduğunu gösteriyor.

Şam’a doğrultulan silahın stratejik hedefi Tahran

Batı’nın Libya devrimi ile kullanmayı öğrendiği “Arap Baharı silahı” şu an Şam’a doğrultulmuş gözükse de bu silahın stratejik hedefinin Tahran olduğu söylenebilir.

Nitekim Washington’daki Suudi büyükelçisine suikast senaryosu ve Uluslar arası Atom Enerjisi Ajansı’nın son raporu ile uluslar arası ve bölgesel düzeyde ciddi şekilde baskı altına alınan İran, bölgesel stratejik müttefikini düşünemeyecek ölçüde meşgul ediliyor.

Ayrıca Dünya Ticaret Örgütü üyeliği rüşveti ile Rusya’yı yanına alan Amerika’nın İran’a yeni yaptırımlar öngören bir Güvenlik Konseyi kararı konusunda 5+1’de tam bir mutabakat sağladığı bildiriliyor.[19]

Öte yandan Amerikan askerlerinin Irak’tan çekilmesiyle eş zamanlı olarak Irak’ta Sünni Arapların çoğunlukta olduğu Selahaddin ve el-Enbar illerinin federal bölge talebinde bulunması, Suriye sınırında bir federal bölge kurulmasını destekleyen Irak Meclis Başkanı Usame Nuceyfi’nin 17 Kasım’da Ankara’ya gelmesi,[20] izlenmesi gereken ciddi gelişmeler olarak gözüküyor.

2006 yılında Irak İslami Yüksek Konseyi’nin güneyde federal bölge kurma talebine ülkeyi böleceği gerekçesiyle sert tepki gösteren Sünni Arapların, şimdi Başbakan Maliki’nin aynı gerekçeyle sert tepki gösterdiği federal bölge kurmakta ısrar etmesinde, Washington’un cesaretlendirici rol oynadığı iddiasını çürütebilecek bir delilimiz yok.

Eğer Washington gerçekten 2008 başkanlık seçimi adayı John McCain’in ifadesiyle ABD’nin Irak’tan çekilmesini İran’ın zaferi[21] olarak görüyorsa, Bağdat’a yönelik bir “Arap Baharı” için Selahaddin ve el-Enbar’da şimdiden bir Bingazi yaratmak hiç de anlamsız çaba olarak gözükmeyebilir.

Öte yandan Libya devrimiyle “Arap Baharı silahını” kullanmayı öğrenen Washington, Irak’ın Suriye sınırındaki bir “Bingazi”yi Şam aleyhine de elverişli bir şekilde kullanabilir.

Sonuç

Cumhurbaşkanı Beşşar Esed’in dediği gibi Suriye bölgenin fay hattıdır ve son yaşanan gelişmeler, bu fayın artık deprem üretmeye başladığını gösteriyor. Şu an Esed yönetimini sarsan bu depremin Esed’den sonra duracağını beklemek aşırı bir iyimserlik olur.

ABD düşünce kuruluşu Rand’ın Mısır ve Lübnan’daki Hıristiyanlar için şimdiden bağımsız devlet senaryoları üzerinde çalıştığı düşünülürse Esed sonrasında hem Suriye hem de Irak’a yönelik yeni haritaların müzakerelerine tanık olabiliriz.

Çünkü bölge dışı güçlerin bölgedeki varlığı, buradaki çatışmaların sürdürülebilir olmasına bağlı. Bölgedeki çatışmaların sürdürülebilir olması, tıpkı Molla Mustafa Barzani’nin Baas rejimiyle savaştığı dönemdeki gibi bölgenin yerel unsurlarının birbirini boğazlamak için İsrail’e muhtaç kılınması için de gerekli.



[1] http://www.yakindoguhaber.com/HD8648_clintondan-misir-halkina-gizemli-mesaj.html

[2] http://www.yakindoguhaber.com/HD9427_libyada-natonun-yerini-katar-aliyor.html

[3] http://www.israhaber.com/libyadan-katara-sert-elestiriler-13611-haberi.html

[4] http://www.yakindoguhaber.com/HD9340_ozgur-suriye-ordusundan-sam-yonetimini-hakli-cikaran-aciklama.html

[5] http://www.yakindoguhaber.com/HD9346_abdnin-sam-buyukelcisinin-evi-kusatildi.html

[6] http://www.yakindoguhaber.com/HD9458_abdden-suriyede-terore-devam-cagrisi.html

[7]http://www.cnnturk.com/2011/dunya/05/16/blackwater.baede.gizli.ordu.egitiyor/616860.0/index.html

[8] http://www.yakindoguhaber.com/HD9484_abdli-politikacilar-suriye-operasyonunu-ifsa-etti.html

[9] http://siyaset.milliyet.com.tr/erdogan-suriye-ye-ilk-cezayi-kesti-/siyaset/siyasetdetay/22.09.2011/1441752/default.htm

[10] http://www.trt.net.tr/Haber/HaberDetay.aspx?HaberKodu=d595d58e-b132-4f70-a8c5-adab65da0faa

[11] http://www.ntvmsnbc.com/id/25295249/

[12] http://www.hurriyet.com.tr/planet/19227169.asp

[13] http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2011/11/111117_arab_league_syria.shtml

[14] http://dunyabulteni.net/?aType=haber&ArticleID=183765

[15] http://www.haberturk.com/dunya/haber/688839-libyadakiler-ne-kadar-cansa-suriyedekiler-de-o-kadar-can

[16] http://www.haberturk.com/dunya/haber/688969-suriyeden-turkiyeye-mudahale-cagrisi

[17] http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/ShowNewMobile.aspx?id=18108147

[18] http://www.debka.com/article/21061/

[19] http://www.haber7.com/haber/20111117/Irana-karsi-51den-tam-mutabakat.php

[20] http://www.yakindoguhaber.com/HD9493_nuceyfi-federal-bolge-gorusmeleri-icin-mi-ankarada.html

[21] http://www.yakindoguhaber.com/HD9496_mccain–abdnin-iraktan-cekilmesi-iranin-zaferidir.html

Kaynak: http://www.yakindoguhaber.com/YD320_katarin-libyadaki-paravan-rolune-suriyede-ankara-talip.html



Suriye’de ne istiyor?
Ümit ÖZDAĞuozdag@21yyte.org
23 Kasım 2011

Ankara’daki Türk diplomatik çevreleri İsrailli diplomatların görüşmelerde sorduğu tek sorunun, “Suriye’de ne yapacaksınız?” olduğunu ifade ediyorlar. Oysa, Türkiye ile İsrail arasında yaşandığı söylenen “büyük kriz” göz önünde tutulur ise İsrailli diplomatların ilk odak noktasının Türk-İsrail ilişkileri olması gerekiyor. Sormaları gereken soru ise “Türk-İsrail ilişkilerindeki mevcut krizi nasıl aşarız?” Bugün İsrail’in Orta Doğu’da en fazla ilgilendiği sorun İran. İran ile ilgili her şey kaçınılmaz olarak Suriye ile bağlantılı.

İsrail hükümetinde İran’a yapılacak hava kuvvetleri ve füze saldırısı ile bu ülkenin nükleer santrallerinin vurulması konuşuluyor. İsrail hükümeti böyle bir saldırıda kendisine yardımcı olması için Obama Yönetimini ve İngiltere’yi teşvik ediyor. Ancak İsrail’in içinden geçtiğimiz dönemde ABD’yi yeni bir savaşa girmeye ikna etmesi mümkün görünmüyor. İngiliz gazetelerinde İngiliz Ordusu’nun İran’a muhtemel bir saldırı ile ilgili planlar yaptığı haberleri yer alıyor. Ancak ABD’nin katılmadığı bir askeri harekata Londra’nın tek başına katılması pek muhtemel görünmüyor. Üstelik, İsrail Başbakanının “yalancı” diye uluslararası toplantıların başkanlar seviyesinde dedikodusuna konu olduğu bir dönemde bu ihtimal daha da az.

Buna rağmen İsrail, gerekir ise tek başına İran’a saldırmayı göze alabilir. Ancak İran’a saldırmadan önce İran’ın İsrail’e geri vurma kapasitesini azaltması lazım. İran’ın İsrail’e geri vurma kapasitelerini ise öncelikle Suriye, Hizbullah ve Hamas oluşturuyor. Bu üç güç, İsrail’in İran’ı vurması durumunda İran karşı saldırısının üslerini oluşturacaktır. Suriye, özellikle önemli, çünkü bu ülke Hizbullah ve Hamas’ın saldırı kapasitelerinin lojistik üssünü oluşturuyor. İşte bundan dolayı, başlangıçta Esad’ın yerine kimin geleceğinin belli olmamasının yarattığı tedirginlikten dolayı rejimin devrilmesine sıcak bakmayan İsrail artık Esad rejiminin devrilmesini ve Suriye’nin sürekli bir istikrarsızlığa sürüklenmesini kendi açısından en doğru seçenek olarak görüyor.

1982’de Dünya Siyonist Örgütü’nün yayın organı olan Kivunim (Yönler) dergisinin Şubat 1982’de yayınlanan 14. sayısında gazeteci ve diplomat Oded Yinon’un yazdığı “1980’lerde İsrail için Güvenlik Stratejisi” başlıklı bir çalışmada Suriye’nin bugünkü sınırları içinde altı yeni devletin kurulmasının İsrail’in güvenliğini sağlayacağını ileri sürmektedir. Yinon’a göre bu bölünme şu şekilde olmalıdır: “Suriye, etnik ve dini yapısına uygun olarak bugün Lübnan’da olduğu gibi çeşitli devletlere ayrışacaktır. Kıyıda bir Şii-Alevi devleti, Halep bölgesinde Sünni devleti, Şam’da buna düşman bir başka Sünni devleti, Havran-Kuzey Ürdün-Golan bölgesinde de bir Dürzi devleti. Bu yapı barış ve güvenliğimizin garantisi olacaktır ve bu hedef erişebileceğimiz kadar yakındır.” “Ne olmuş söylemiş ise?” denilebilir. Hiç de öyle değil.

O. Yinon’a göre Irak, İsrail’in güvenliği için Suriye’den daha büyük bir tehdittir, çünkü daha güçlüdür ve onun parçalanması Suriye’nin parçalanmasından daha önemlidir. Yinon, Irak-İran savaşının Irak’ı parçalayacağına inanmıştır. İsrail’in güvenliği için Irak’ın üçe bölünmesi gerektiği görüşü ortaya atılmıştır. Yinon’a göre Irak’ın bölünmesi Osmanlı döneminde Basra, Bağdat, Musul idari bölünmesi esas alınarak, etnik ve mezhep temelleri üzerinde kuzeyde bir Kürt devleti, ortada bir sünni ve güneyde Şii devleti olarak gerçekleşmelidir.

Şimdi anlaşıldı mı ne olmuş söyledi ise sorusunun cevabı. Gelelim bugüne. İsrail’in Suriye’de Esad rejimi düşmeden tek başına İran’a saldırma ihtimali düşük. Peki, buna rağmen yapar ise ne olur? Esad, ülkesinin içinde bulunduğu kaosu aşmak amacı ile İsrail’e savaş ilan eder ve Golan Tepeleri’ne saldırırsa, İsrail Ordusu karşı saldırı ile Suriye’ye girer ise, Türkiye, İsrail’in yanında mı yer alacaktır yoksa Suriye’nin yanında mı? (..)

Kaynak: http://www.yg.yenicaggazetesi.com.tr/yazargoster.php?haber=20613

Herkes fikrini bozmuş!
Nuray Mert
20/11/2011

16 Mayıs’ta, Türkiye’nin Suriye’ye müdahalesi ihtimaline karşı ‘Kimse Fikrini Bozmasın’ başlıklı bir yazı yazmıştım. Artık belli ki, herkes fikrini bozmuş! Türkiye Suriye ‘bataklığı’na doğru koşar adımlarla ilerliyor. Bu gidişin iç ve dış politikaya ilişkin türlü nedeni var. İşin bu kısmını anlamak zor değil, ama kimse kalkıp bu gidişi ilkesel nedenlere dayandırmaya, bu şekilde meşrulaştırmaya kalkmasın, ayıp oluyor.

Türkiye baştan tereddütlüydü
Her şeyden önce, Türkiye ve Suriye’nin arasının açılması, öncelikle bölgesel politik kriz ve dengelere ilişkin bir durum. Türkiye-Suriye dostluğunun ilerlemesi de aslında bu dengelerin açtığı alanda mümkün olmuştu. Başta ABD, Batı dünyası, Suriye’ye ilişkin yıpratma politikasından diplomatik müzakere politikasına döndüğünde, Türkiye-Suriye yakınlaşması pekişmişti. Gün oldu, kervan döndü, Suriye’ye karşı yeniden ‘rejim değişikliği’ politikasına geçildi. Türkiye bu noktada baştan tereddütlü davrandı ancak, Batı ittifak dünyasının bir parçası olarak nihayetinde bu siyaset çizgisine uygun davranmak durumunda kaldı. Bu kez uygun davranmanın gereği, ‘başı çekmek’ şeklinde tezahür ediyor. Zira, Batı dünyası olaya emperyalist Batı müdahalesi görüntüsü vermemek için, etkin rolü Müslüman bir ülkeye havale etmeyi tercih ediyor. Türkiye’nin de bu davete icabet etmek için birden çok gerekçesi var.

O zaman bahane Lübnan’dı
Suriye rejiminin otoriter ve tarihsel dönüşümün gerisine düşen konumda olduğu doğru. Ama bu durumda herhalde Suriye’ye ders verecek ülkeler Suudi Arabistan ve Ürdün gibi demokrasiden nasibini almamış krallıklar olmamalıydı. Oysa, vitrinde Türkiye gibi demokratik bir Müslüman ülke olmasına karşın, Suriye karşısındaki cephenin başını, Batı ittifakı içinde davranan bu ülkeler çekiyor. Dahası, daha düne kadar Mübarek Mısır’ı da aynı kamptaydı. Mübarek rejimi, özellikle 2005’ten sonra, Suriye’ye karşı yoğunlaşan baskı politikalarının baş aktörlerindendi. 2008’de Şam’da toplanan Arap Ligi Toplantısı’nda, Başta Suudi Arabistan, Ürdün ve Mısır olmak üzere Arap ülkelerinin çoğu düşük profilli katılmak ya da hiç katılmamak suretiyle tepki cephesi oluşturmuştu. O dönem, bahane Lübnan’daki siyasal kriz idi. Kimsenin Suriye’nin otoriter rejimi ile derdi olamazdı, zira bu ülkelerin hiçbiri Suriye’den daha demokratik bir rejime sahip değildi. Mesele her zamanki gibi, bölgede Batı ittifakı ve İran ittifakı arasındaki krizli durumdu. Nitekim hâlâ öyle.
Tam da bu nedenle, bugün Suriye muhalefet cephesinde, ön plana çıkmaktan sakınsa da, 35 yıl boyunca Esad rejiminin baş aktörleri olan amca Rıfat Esad ve Albülhalim Haddam rahatlıkla yer alabiliyor. Tam da bu nedenle, Yeni Şafak gazetesi, Esad ailesinin halka yaptığı zulümleri, ‘aile içi şiddet’ başlığı ile verirken Hama katliamının sorumlusu amca Esad’ın ismini listeye sokmayı unutmuş! Tam da bu nedenle, Suudi Arabistan 2008’de, Suriye muhalefet unsurları olan Müslüman Kardeşler, Haddam ve Rıfat Esad ile bir dizi görüşme gerçekleştirdi.

Bölgesel güçler arası bir kriz
Bu arada, Suriye’de muhalefet hareketi başladıktan sonra Türkiye henüz tavrını netleştirmeden, tarafların birbirlerine karşı suçlamalarına basında yer veriliyordu. Bunlar arasında, Esad rejiminin, üzerinde 3 milyon dolar ile yakalanan ‘Haddam’ın bir yardımcısı’nı, Suriye’de silahlı başkaldırı örgütlemek için Haddam ve Saad Hariri’nin para ve silah aktardığına iddiasının delili olarak göstermesi haber olmuştu (Yeni Şafak, 12 Nisan 2011). Haddam’ın neden yıllarca kara kutularından biri olduğu Esad rejimine 2005’te muhalefet etmeye başladığı ve Hariri ailesi ile yakınlığı ayrı bir mevzudur ve ilkesel bir mesele değildir.
Kısacası, Suriye’nin başına gelenler otoriter rejiminden ziyade, bölgesel güçler arası bir krizin tezahürüdür. Türkiye’nin içinde bulunduğu ittifak sistemi çizgisinde siyaset gütmesinde şaşacak bir şey yok, ama böyle bir ortamda lütfen kimse kimseye ilkesel nedenlerden söz etmesin. Olan yine hayatı zindan haline gelecek sıradan insanlara olacak!

Çamura batılan bir dönem

Suriye bir yana, Arap Baharı diye başlayan gelişmelerin Libya’da ne noktaya geldiğini gördük. Bırakın, Arabı, bırakın Batılıyı, bırakın diktatörleri, bırakın demokrasiyi, 21. yüzyılın başında Libya’da insanlığın en vahşi yüzü ile burun buruna geldik. ‘Özgürlük savaşçıları’ devrik lideri linç etmekle kalmayıp, bıçakla tecavüz ettiler! Libyalı sıradan insanlar bir cesedin fotoğrafını çekmek için kuyrukta beklediler. Bu dönem, bırakın demokrasiyi, insanlığın çamura battığı karanlık bir dönem olarak hatırlanacak. O nedenle, herkes ilkeler üzerine söylediği ve yazdığı şeyler konusunda tasarruflu olsa iyi olur.
Not: Bu vesile ile, son gelişmeler üzerine Fehim Taştekin’in 18 Kasım tarihli yazısını (Radikal) okumayı herkese tavsiye ederim.

Milliyet

‘Türkiye’nin operasyon ihtimali arttı’
25 Kasım 2011

İsrail gazetesi Haaretz, İsrailli güvenlik yetkililerine dayandırdığı haberinde Türkiye’nin Suriye’ye operasyon düzenleme ihtimalinin gittikçe arttığını yazdı

Güvenlik yetkililerine göre Türkiye, taraf değiştiren askerlerden oluşan Özgür Ordu’nun rejime karşı organize olabilmesi için güvenli tampon bölgeler oluşturacak. Türkiye sınırındaki Idlib bölgesinde Suriye ordusunun kontrolü tamamen kaybettiğini belirten kaynaklar, buranın Libya’daki Bingazi gibi isyanın merkezi olabileceğini söyledi.
Milliyet

ABD, Fransa’yı da yanına alarak Türk askerini ateşe atmaya hazırlanıyor
24/11/2011



Türkiye’yi savaşın içine çekmeye çalışıyorlar

İsrail gazetesi bu planı manşetten duyurdu.

Türkİye’nin Suriyeli silahlı işbirlikçilerin yönetime karşı savaşına destek olmak üzere Suriye içinde tampon bölge oluşturmasının beklendiği ileri sürüldü. Haaretz Gazetesi iddiasını İsrailli savunma yetkililerine dayandırdı. İsrailli yetkililer, muhaliflere üs oluşturacak tampon bölgelerin Türk ordusu tarafından korunacağını ileri sürdü.

Türkiye’yi ateşe atma çabaları

Türkiye’ye gaz veren gazeteler kervanına İsrail’de yayınlanan Haaretz gazetesi de katıldı, “Türkiye, Suriyeli muhaliflere yardım için tampon bölge oluşturacak” diye yazdı.

İsrail’de yayınlanan Haaretz gazetesi, Türkiye’nin Suriyeli silahlı işbirlikçilerin yönetime karşı savaşmasına destek olmak üzere Suriye içinde tampon bölge oluşturmasının beklendiğini ileri sürdü.

Gazete iddiasını İsrailli savuma yetkililerine dayandırdı. İsrailli yetkililer, Suriyeli muhaliflere üs oluşturacak tampon bölgelerin Türk ordusu tarafından korunacağını ileri sürdü. Gazete, Suriye ordusundan kaçarak muhalefet saflarına katılan eski askerlerin silahlı direnişinin son haftalarda Türkiye sınırına yakın İdlib, Humus ve Hama kentlerinde yoğunlaştığına dikkat çekerek, “Suriye ordusunun kontrolünü tamamen kaybettiği İdlib, tıpkı Libya devriminin başlarında isyancılar tarafından ele geçirilen ve isyancı hareket için geçici üs olarak kullanılan Libya’daki Bingazi kenti gibi, bağımsız ve isyancıların kontrolünde bir bölge haline gelme potansiyeli taşıyor” diye yazdı.

ABD ve Fransa uzlaştı

Fransa ve ABD, Suriye’de insani koridorlar kurulması konusunda birlikte çalışmak konusunda anlaştı. Fransa Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Bernard Valero, yaptığı açıklamada, Fransa ve ABD dışişleri bakanları Alain Juppe ile Hillary Clinton’ın, telefon görüşmesinde, insani koridorlar kurulması olasılığı konusunda birlikte ve partnerleriyle çalışmak için görüşbirliğine vardıklarını belirtti.

Valero, iki bakanın Suriye’de, bilhassa rejim güçlerinin kuşatması altındaki Humus kentinde insani durumun giderek bozulmasından endişe duyduklarını kaydetti. Dışişleri Bakanı Juppe, Suriye toprakları dahilinde insani yardım koridoru açma fikrini Avrupalı liderlerle görüşeceğini söyledi.

Türk ordusunun sınırın Suriye tarafında bir tampon bölge oluşturabileceği yönündeki haberler hakkında tepkisi sorulan Juppe, insani yardım seçeneklerini önümüzdeki ay Avrupalı meslektaşlarıyla görüşmeyi umduğunu ve üzerinde düşündüğü seçeneklerden birinin güvenlik koridorları açmak olduğunu söyledi.

Koşullar

Suriye’de insani yadım koridoru kurulması önerisinde bulunan Juppe, bunun için rejimle anlaşmanın ve uluslararası görevlendirme gibi bazı koşulları yerine getirmenin gerekli olduğunu kabul etti ve konunun BM, AB ve Arap Birliği ile ele alınacağını kaydetti. Juppe, Libya’da Kızılhaç’ın tıbbi malzeme ulaştırmak için yaptığı gibi bir koridorun Suriye’de de uygulanabileceğini öne sürdü.

Juppe, “Bunun için uluslararası camia, BM, Arap Birliği rejimden insani yardım koridorları için onay alabilir” dedi.

Yeni Çağ

Davutoğlu İşgalcilerle kol kola!
25/11/2011



ABD’nin projesiyle Suriye’ye adeta savaş açan AKP iktidarı, mütareke sonrasında Türkiye’yi paylaşan İngiltere, Fransa ve İtalya ile birlikte hareket ediyor.
İsyancıları övdü
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Fransız Bakan Juppe’den sonra ağırladığı İtalyan Dışişleri Bakanı Giulio Terzi ile Suriye’deki isyancılara övgüler yağdırdı.

İşgal güçleriyle iş birliğine girdiler

1. Dünya Savaşı’nın ardından Türkiye’yi aralarında paylaşan İngiltere, Fransa ve İtalya, Suriye’yi parçalamak için AKP iktidarıyla ortak çalışma yürütüyor.
AKP, Mondros ve Sevr antlaşmalarıyla Türk topraklarını paylaşanlarla Suriye için iş birliği içine girdi. Önce Fransa Dışişleri Bakanı Alain Juppe Türkiye’ye geldi. Ardından Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu İngiltere’ye gitti. Son olarak da dün İtalya Dışişleri Bakanı Giulio Terzi, Ankara’ya geldi. Bütün bu siyasi trafikte gündemin ana maddesini Suriye’ye müdahale oluşturdu. Bütün açıklamararda Suriye Devlet Başkanı hedef alınırken, isyancılara övgüler yağdırıldı. Açıklamalarda, isyancıların Suriye’yi parçalama çabasına tam destek verildiği kaydedildi. İtalyan bakan Giulio Terzi ile ortak basın toplantısı düzenleyen Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Suriye için zamanın tükendiğini söyledi. Türkiye’nin Suriye konusunda iş birliği yaptığı İngiltere, Fransa ve İtalya Birinci Dünya Savaşı’nın ardından ülkemizi Mondros ve Sevr anlaşmalarıyla aralarında pay etmişlerdi. İşte o tarihte imzalanan o anlaşmalar:

Mondros Mütarekesi

(30 Ekim 1918) Çanakkale ve İstanbul Boğazlarının açılması, Karadeniz’e serbestçe geçişin temini ve Çanakkale ve Karadeniz istihkamlarının İtilaf Devletleri (İngiltere, Fransa, İtalya) tarafından işgali sağlanacaktır. İtilaf Devletlerinin bütün esirleri ile Ermeni esirleri kayıtsız şartsız İstanbul’da teslim olunacaktır. Toros Tünelleri, İtilaf Devletleri tarafından işgal olunacaktır. İran içlerinde ve Kafkasya’da bulunan Osmanlı kuvvetleri, işgal ettikleri yerlerden geri çekilecekler. Bütün demiryolları, İtilaf Devletleri’nin zabıtası tarafından kontrol altına alınacaktır. Hicaz, Asir, Yemen, Suriye ve Irak’taki kuvvetler en yakın İtilaf Devletleri’nin kumandanlarına teslim olunacaktır. Trablus ve Bingazi’deki Osmanlı subayları en yakın İtalyan garnizonuna teslim olacaktır. Trablus ve Bingazi’de Osmanlı işgali altında bulunan limanlar İtalyanlara teslim olunacaktır.

Yeni Çağ

Suriye planı: Türkiye, Humus'a kadar gidecek
İbrahim Karagül
ibrahimkaragul@gmail.com
25 Kasım 2011



Fransa ile ABD, Suriye topraklarında "insani yardım koridoru açma" konusunda anlaşmaya vardı. Fransa Dışişleri Sözcüsü, iki ülkenin koridor için birlikte çalışacağını belirtirken Humus'a dikkat çekti. Planın Avrupa Birliği Bakanlar Konseyi'nde ele alınacağı ve artık bu ülkeler için Suriye'de "meşru muhatabın muhalefet olduğu" bildirildi.

Bir gün önce, "insani yardım koridoru" ya da "tampon bölge" konusunda kararın verildiği İsrail basınında yer almıştı. Söz konusu haberlerde, "koridor"un Türkiye'den açılacağı daha doğrusu Türkiye sınırında bir tampon bölge oluşturulacağı, muhalefetin burada yerleşip Esad yönetimine karşı silahlı mücadele yürüteceği ifade edilmişti.

Planın hemen hemen tamam olduğu, Suriye operasyonunun Arap ülkeleri ve Türkiye tarafından yapılacağı, beş-on beş kilometre derinliğinde olacak tampon bölgede, Suriye yönetiminin bütün askeri ve istihbarat hareketliliğinin yasaklanacağı, bölgedeki denetimi Arap savaş uçakları ve Türk hava kuvvetleri tarafından sağlanacağı ifade ediliyor.

ABD'nin lojistik destek vereceği operasyonda, muhtemelen Irak'tan İncirlik'e nakledilen insansız hava araçları da kullanılacak. Tam da bu dönemde, Abdullah Öcalan'ın Beşşar Esad'a gönderdiği mesaj, bin PKKlı'nın Esad'a destek için Suriye'ye nakledilmesi, Türkiye sınırına sıfır noktasında PKK kampı kurulduğuna dair istihbarat raporları bu çerçevede de değerlendirilebilir.

Çarşamba günü, "Esad'ı Devirme Planı" başlığı altında buraya aldığımız iddialar galiba doğru. Artık Suriye için çözüm imkanının ortadan kalktığını, bundan sonra Esad'ın nasıl devrileceğinin tartışılacağını belirterek o maddeleri sıralamıştık. Şimdi bakıyoruz, planın bazı maddeleri zaten gerçekleşmiş.

ABD, Fransa, Türkiye ve Arap ülkeleri arasındaki Suriye operasyon planı neydi? Çarşamba günü aktardığımız planı bir kez daha hatırlayalım:

1- Suriye pasaportları tanınmayacak. Yeni pasaportlar hazırlanacak ve Suriyelilere verilecek. Tabi ABD istihbarat mensuplarına da. Arap devletleri, yeni pasaportlara sahip olmayan Suriye vatandaşlarının ülkelerine girişine izin vermeyecek.

2- Suriye'nin Arap zirvesi talebi reddedilecek. (Bu aşama geçildi, Suriye'nin talebi reddedildi.)

3- Bazı Arap ülkeleri, Türkiye ile ortak toplantılar sonrası, Suriye'deki çözüme ilişkin Arap inisiyatifinin çöktüğünü ilan edecek. (Bu aşama da geçildi. Arap Birliği ile Suriye arasındaki çözüm planı çöktü.)

4- Suriye muhalefeti birleştirilecek, ardından "Geçici Suriye Yönetimi" kurulacak. Yeni hükümetin merkezi Ankara ya da Doha olacak.

5- Bazı ülkelerdeki Suriye diplomatik misyonlarına saldırılar gerçekleşecek. Elçiliklere girilecek, gizli belgeler ele geçirilecek. Muhalefet diplomatik temsilcilikleri ele geçirmiş olacak. Elçilikler "Geçici Suriye yönetimi"nin temsilcilikleri olacak.

6- Suriye İnsan Hakları Konseyi'nin verilerinden hareketle, Birleşmiş Milletler, Suriye yöneticileri hakkında savaş suçlusu kararı çıkartacak. Konu Güvenlik Konseyi'ne gidecek ve bugünkü Suriye yönetimi savaş suçlusu ilan edilecek.

7- NATO savunma bakanları ABD'de toplanacak. Suriye dosyası Türkiye'ye havale edilecek. Türk birlikleri Suriye içlerine doğru harekete geçecek ve tampon bölge oluşturacak. (ABD, Fransa, Türkiye ve Arap ülkeleri sonunda tampon bölge konusunda anlaştı.)

8- Tampon bölgenin derinliği 5 ile 15 kilometre arası olacak. Sınırın Türkiye tarafında ve tampon bölgede yabancı güçler ve Suriye muhalefetine bağlı birlikler konuşlandırılacak. Muhalifler silahlandırılacak. Bu arada iç savaş yoğunlaşacak, dünya genelinde bir hassasiyet oluşacak.

9- Bingazi modeli Suriye'de de uygulanacak. Silahlı güçler ve ordudan ayrılan askerler ülke içindeki etkinliklerini artıracak, belli merkezleri ya da köyleri kontrol altına alacak. (Suriye'nin Bingazi'si neresi olacak? Sembolik anlamda Hama olması geliyordu aklıma hep. Ama Fransa Dışişleri Sözcüsü'nün ağzından Humus ifadesi çıktı...)

10- İsrail-Suriye arasında gerilim artacak ve bu, Şam üzerinde baskı için kullanılacak. Avrupa ülkelerinde bir terör saldırısı bu gerilimi tırmandıracak. Aynı zamanda Ürdün birlikleri Suriye'ye girme hazırlıkları yapacak. Irak-Suriye sınırında, Katar ve ABD istihbaratı tarafından bazı organizasyonlar yapılacak.

11- Suriye'nin uydu bağlantıları kesilecek. Televizyon yayınları engellenecek.

12- Son adım olarak da, Beşşar Esad'a suikast düzenlenecek.

Sanki adım adım bu plan uygulanıyor. Ve her şey çok hızlı gelişiyor...
Kaynak: yeni Şafak

"Arap Birliği Kararlarını Destekleyeceğiz"
27 Kasım 201



Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Arap Birliği'nin Suriye gündemli toplantısını ardından açıklama yaptı. Davutoğlu, Türkiye'nin Arap Birliği'nin alacağı kararları destekleyeceğini söyledi.

Davutoğlu şöyle konuştu:

"Türkiye ve Arap Ligi birlikte bir inisiyatif geliştirerek bunu kendi aramızda bir aile meselesi olarak çözme kararı gösterdik. Gerçekten bir aile atmosferi içinde ortak evimizi nasıl tanzim edebiliriz bunu paylaştık. Onlar toplantıda aldıkları kararları bize aktardılar. Çalışmalarımızda büyük bir paralellik var. Başbakanımızı bilgilendirdim. İlgili bakan arkadaşlarımız da istişarede bulunarak, Arap Ligi'nin açıklayacağı tedbirlerini biz Türkiye olarak kendi ulusal tedbirlerimizle ne hissedeceğimizi çalışacağız. Bugün, yarın, önümüzdeki günlerde atılacak adımlar netleşecek. Biz bu konuda prensipte ortak bir perspektife sahibiz. Atılacak adımlar, uygulanacak eylem planı konusunda da tam bir mütabakat içindeyiz.
haber1001


"Suriye üzerinden, Türkiye ile İran’ın karşı karşıya getirilmeye çalışılıyor"
27 Kasım 2011



Saadet Partisi (SP) Genel Başkanı Mustafa Kamalak, Türkiye ile İran’ın, Suriye üzerinden karşı karşıya getirilmeye çalışıldığını savundu.

Kamalak, partisinin Giresun il teşkilatının olağan genel kuruluna katıldı. Burada konuşan Kamalak, Türkiye gündemini değerlendirdi. Özellikle Türkiye ile Suriye arasında son dönemde yaşanan siyasi olaylara değinen Kamalak, Türkiye’nin tehlikeli oyunlarla karşı karşıya bulunduğunu ileri sürdü.

Suriye üzerinden, Türkiye ile İran’ın karşı karşıya getirilmeye çalışıldığını vurgulayan Kamalak, ”Tıpkı 1980 yılında, Irak ile İran’ın karşı karşıya getirildiği gibi. Allah korusun, Türkiye ile İran karşı karşıya getirildiği takdirde, Haçlılar 20. seferini bir tek askerinin burnunu bile kanamadan en büyük kazançla sonlandırmış olacaklardır.” dedi.
haber1001

OĞUZHAN ASİLTÜRK : "Irak ve Libya'daki hatalar Suriye'de yapılmasın" (*)

Yıllar önce ABD Dışişleri Bakanının açıkladığı Fas'tan Endonezya'ya kadar birçok ülkenin sınırlarının değişeceği iddiası Amerika, Avrupa Birliği ve Siyonizm'in işbirliği ile gerçekleştirilmeye devam ediyor.

Önce Afganistan işgal edildi. Uzmanlar bunu Rusya'nın güneye inmesine karşı bir engel olmanın yanında ileride Ortadoğu'daki operasyonlara Rusya ve Çin'in olası silah yardımlarının önünü kesmek için de çok gerekli olduğunu dile getirmişlerdi. Öylede oldu.

Irak'ın işgali insanlığın yüzkarası oldu

Sıra Irak'ın işgaline, üçe bölünmesine geldi. Irakta tehlikeli silahların olduğu bunun hem bölge için hem de bütün insanlık için tehlike oluşturduğu iddia edildi. Bu "Haçlı Seferi", "Armagedon Savaşı" diye değerlendirilerek mukaddes cihad mantığıyla ABD silahlı güçleri tarafından Irak işgal edildi. Milyondan fazla insan öldü. Ancak iddia edildiği gibi bölge ve bütün insanlık için "çok tehlikeli" hiçbir silah bulunamadı. Bu insanlığın yüz karası işgalde evli kadınların genç kızların namusları kirletildi cinsel tecavüze uğradılar. Türkiye'deki iktidar da Hava sahamızı açarak işgal güçlerine destek oldu.

NATO insani değerleri korumak için Libya'ya saldırmadı

Libya'da da aynı Siyonist oyun oynandı. Hedef Libya'yı işgal edip parçalamak, hem çok kaliteli Libya petrolüne el koymak hem de batının kontrolünde ve İsrail için tehlike olmayacak Batı Güdümünde bir iktidar oluşturmaktı. Amerika Birleşik Devletlerinin geri planda desteklediği, başlangıçta Fransa'nın başını çektiği arkasından NATO'ya devredilen saldırı insanî değerleri korumak için mi yapıldı. Libya'daki Müslümanlar Batılı güçler tarafından öldürülmediler mi? Irakta olduğu gibi hastaneler Pazaryerleri bombalanmadı mı? Her iki zulme de karşı çıkmak inançlı insanlar için vicdani bir görev değil mi? Türkiye'de iktidar yine Batılı güçlerin yanında yer aldı.

Suriye'deki bu direnişi destekleyen dış güçler var mı, bu hareketi kimler ne için destekliyor, bir de ona bakarsak; açıkça görürüz ki bütün batı dünyası ve Siyonizm bu direnişe destek veriyor. Bu destek bir haksızlığa karşı çıkmak için mi veriliyor, yoksa Suriye'de İsrail'le dost olacak bir idareyi işbaşına getirmek için mi veriliyor? 'Büyük Orta Doğu Projesini' hayata geçirmek için mi veriliyor. Bu gerçeği gördüklerinden dolayı İran, Rusya ve Çin batının Suriye'ye müdahalesine karşı çıkıyor. Suriye düşer ve batı yanlısı bir iktidar oluşturulursa bu İsrail'in çıkarına hizmet eder diye düşündükleri için Suriye'deki idareye destek veriyorlar. Bu olayda da Türkiye Dünya Siyonizminin biçtiği gömleği giyiyor. Bu çok yanlış ve Milli Menfaatlerimize aykırı bir davranış olur.

Bu tehlikelerden Müslüman toplulukları korumak için İslam Birleşmiş Milletlerinin, İslam Ülkeleri Askeri Gücünün ve diğer bütün ortak kuruluşların kurulması gerekir.

Şimdi sırada iran var Arkasından Türkiye

Emperyalist güçlerin hedeflerine ulaşması için Suriyenin de İran'dan önce halledilmesi gerek. İran'a saldırıda Türkiye'nin de Emperyalist güçlerin yanında olması çok önemli. Öyleyse önce füze kalkanıyla projesiyle Türkiye'yi İrana karşı düşmanca bir tavır içindeymiş gibi göstermek gerekti. Bu yapıldı. Arkasından İranın bölgedeki tek müttefiki olan Suriye'yle de Türkiye'yi bir çatışma ortamına ekilmesi lâzımdı. Şimdi Adım adım yapılan da budur. İktidar emperyalist batıya o kadar teslim olmuş ki bu tehlikelere karşı en ufak bir tedbir bile almayı düşünmüyor.

Türkiye'deki iktidar Irak'ta da, Libya'da da ideolojik hata yaptı. Aynı şeyi İran'a karşı da, bizim hiçbir şekilde yararımıza olmayan, bizi emperyalist güçlerin taşeronu durumuna düşüren 'Füze Kalkanı' projesiyle tekrarladı. Şimdi Suriye'de de aynı hatayı işlemek üzereler. Bu hata Türkiye'yi çok büyük bir tehlikenin içine atar. Orta doğu'daki ateşin ortasında buluruz kendimizi.

*17.11.2011 tarihli Milli Gazete'nin Oğuzhan Asiltürk'le yaptığı röportajdan özetlenmiştir.

Rusya: Suriye'ye ültimatom vermekten vazgeçin
29 KASIM 2011



Rusya Dışişleri Bakanı Sergei Lavrov Suriye'ye daha fazla ültimatom verilmemesi çağrısında bulundu.

Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa Birliği'nin Suriye'ye karşı yaptırımların artırılması çağrısı yapmalarının bir gün sonrasına rastlayan açıklamasında, Dışişleri Bakanı Lavrov, ülkedeki sorunların siyasi çözümüne çaba harcanması gerektiğini söyledi.

Ülkede silahlı bir isyan olduğunu söyleyen Lavrov, Suriye’ye silah ambargosuna dahi karşı çıkıyor.

Bu arada Türkiye Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Suriye'de bir tampon bölge oluşturulabileceğini söyledi ancak bunu tek başına yapmayacaklarını ifade etti.

Ahmet Davutoğlu, Kanal 24 televizyonunda yayımlanan söyleşide ayrıca Türkiye'nin komşusuna askeri müdahale seçeneğini düşünmek istemediğini, ancak "her senaryoya hazırlıklı olduğunu" belirtti.
Haber1001

Bir An Önce Kapatın Şu Dosyayı Da Millet Uyanmasın
Ertuğrul Horasanlı
30.11.2011



“Sultanahmet’te “Libya Asıllı Suriye vatandaşı” Silahlı Eylem Yaptı: 1 Ölü, 2 Yaralı”

Haber böyle başlıyor…

Libya asıllı Suriye vatandaşı 1975 doğumlu Samir Selam Ali El Madhawri, Topkapı Sarayı önünde Pompalı tüfekle önce bir astsubayı daha sonra bir özel güvenlik görevlisini yaraladı.

Özel güvenlik görevlisinin durumu ağır.

Eylemcinin çok hızlı hareket etmesi, kullandığı silah, belindeki bıçağını komandolar gibi bacağına bağlaması ve eylem yeri olarak Topkapı Sarayı’nı seçmesi soru işaretlerini beraberinde getirdi.

Fişekliği boynunda…

Silahını seri bir şekilde doldurmak için böyle davranmış olabileceği düşünülüyor…

Giyim tarzı da komandoları andırıyor.

Silah kullanma şekli ise özel eğitim aldığına işaret ediyor.

Bıçağının kınını bacağına bağlamış…

Tıpkı komandolar gibi…

Adı Samir Selam Ali El Madhawri. Libya asıllı bir Suriye vatandaşı.

Tam da AKP’li Dışişleri Bakanı’nın, Haçlıların dikte ettiği yaptırımları Suriye’ye uygulayacağını açıkladığı gün,; Türkiye turizminin kalbine silahıyla daldı.

Sultanahmet Meydanı’nda sırtında fişekliği, elinde pompalı tüfekle yaklaşık 200 metre yürüdü.

Eylemci, karşısına çıkan nöbetçi askerle, sarayın kapısındaki özel güvenliği seri atışlarla yaraladı.

Teslim ol çağrılarına sürekli ateşle karşılık verdi.

Belli ki; eylemin siyasî bir amacı vardı…

Türkiye’yi yönetenlerin Libya’da haçlıların yanında yer alması mı?

Yoksa…

Türkiye’yi yönetenlerin Suriye’ye Haçlıların tetikçisi/taşeronu olarak girmeye hazırlanması mı?

Bilmiyoruz…

Polis eylemciyi öldürmek yerine sağ yakalayabilseydi…

Öğrenme şansımız olabilirdi…

Polisin basına yansıyan telsiz konuşmalarından anlaşılan o ki…

[...Müdürüm şahsın yanında kadın bir turist olabilir diyorlar. Bir bakalım bu konuyu netleştirelim.
....Tamam başkomiserim ateş ediyor, kimse çıkmasın. Mesafe uzakmış sizin bu minibüsü kullanalım. Anlaşıldı müdürüm.
....Müdürüm son aldığımız bilgiye göre kimse yok. Tamam kimse yoksa kontrollü bir şekilde gereğini yapın. T... seni bekliyoruz. T.....
...Tamam şu mazgalın deliğini açmaya çalışıyorum.
...Açılmadı mı mazgal.
....25.52 müdahale edildi mi? Doğrudur müdürüm şu anda içeride bir hareket var. Müdürüm tamam gereği yapıldı, işlem tamam.
.......Tamam elinize sağlık. Bomba uzmanı gelsin üzerinde çanta var. Tamam. Acil ambulans göndersinler. Tamam geliyoruz Valimizle birlikte.']

Eylemcinin sağ yakalanması gibi bir niyet zaten yokmuş:

“Kontrollü bir şekilde gereğini yapın…”

“Tamam şu mazgalın deliğini açmaya çalışıyorum.”

“Müdürüm tamam gereği yapıldı, işlem tamam.”

“Tamam elinize sağlık.”

İşlem tamam…

Eylemci öldürüldü…

Eylemin “adi”, yani siyasî olmadığı “tahmin ediliyor”muş…

Ölen adamın kalkıp da…

“Ben bu eylemi Türkiye’yi yönetenlerin Haçlılarla birlik olup Libya’ya saldırmasını içime sindiremediğim için yaptım.”

Veya…

“Ben bu eylemi Türkiye’yi yönetenlerin Haçlılarla birlik olup Suriye saldırı hazırlıkları yapmalarını içime sindiremediğim için yaptım.”

Veya…

“Ben bu eylemi Türkiye’yi yönetenlerin Haçlılarla birlik olup Libya’ya saldırmasını ve Suriye saldırı hazırlıkları yapmalarını içime sindiremediğim için yaptım.”

Diyecek hali yok…

Öyleyse…

“İşlem tamam…”

“Elinize sağlık.”

Bir an önce kapatın şu dosyayı da…

Millet uyanmasın…


Kurtulmuş'tan hükümete Suriye uyarısı
30 Kasım 2011



HAS Parti Genel Başkanı Numan Kurtulmuş, ''Türkiye'nin Suriye'ye fiili müdahalesi bölgede mezhep kavgasını ateşler. Ortadoğu'da mezhep çatışması başlarsa nerede duracağı belli olmaz. Suriye meselesi çok ciddiye alınmalı. Umarım sorun barışçıl şekilde çözülür'' dedi.

TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesinde, ''Küresel Medeniyet Krizi ve Çıkış Yolları'' konulu konferansta konuşan Kurtulmuş, Türkiye'nin Suriye'deki çatışmaların içine çekilmesine gayret edildiğini iddia etti.

Buna karşın Türkiye'nin Suriye meselesinde net politika ortaya koyamadığını savunan Kurtulmuş, Esad yönetiminin yıllardır Suriye'yi baskı altında yönettiğini, değişmesi gerektiğini ancak Suriye'nin geleceğine kendi halkının karar verebileceğini vurguladı.

Türkiye'nin Suriye'ye tek başına müdahalesinin sakıncalarına işaret eden Kurtulmuş, ''Türkiye'nin Suriye'ye fiili müdahalesi bölgede mezhep kavgasını ateşler. Ortadoğu'da mezhep çatışması başlarsa nerede duracağı belli olmaz. Suriye meselesi çok ciddiye alınmalı. Umarım sorun barışçıl şekilde çözülür'' diye konuştu.
http://www.timeturk.com/

Kötülük İmparatorluğu ABD, Türk hükümetini Suriye'ye yönelik yaptırımlarından dolayı kutladı
1 Aralık 2011


Hürriyet'in haberi:

Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Konseyi Sözcüsü Tommy Vietor, yaptığı yazılı açıklamada, “Türk hükümetini, Suriye rejimine karşı ekonomik yaptırımlar ve diğer tedbirleri içeren açıklamasından dolayı kutluyoruz” ifadesini kullandı.

“Türk hükümetinin bugün açıkladığı tedbirlerin, hiç şüphesiz Suriye rejimi üzerindeki baskıyı artıracağını” kaydeden Vietor, açıklamasında, “Diğer hükümetleri de, Esad rejimini kınayanlar ve baskı uygulayanlar camiasına katılmaya çağırmaya devam ediyoruz ” dedi.

Vietor, ABD Başkanı Barack Obama'nın, Suriye'deki kriz süresince Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile yakın koordinasyon içinde olduğunu ve olmaya da devam edeceğini belirtti.
haber1001

Suriye, Gaziantep Konsolosluğu'nun faaliyetlerini durdurdu
02 Aralık 2011
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'nun Suriye'ye yönelik 9 maddelik yaptırım kararının ardından; Suriye karşı atağa geçti. Suriye'nin Gaziantep Konsolosluğunun faaliyetlerini durdurduğu bildirildi. Şam yönetiminin bugün aradığı ması için talimat verdiğini söyledi.
habertürk

"Şeytanın üzerine yürüyoruz!"
02.12.20011



TGB yüzlerce üniversite öğrencisiyle ABD Büyükelçiliğine Yürüyor! Suriye Kardeştir ABD Kalleştir!
Ülkemizi Müslüman ülkelerin üzerine süren ABD'nin Ankara Büyükelçiliği'ne yüzlerce üniversite öğrencisi ile birlikte yürüyoruz!

Şeytanın üzerine yürüyoruz!

Türkiye’yi Suriye’nin üzerine savaşa sürmek istiyorlar!

Dahası; ABD’nin devlet başkan yardımcısı Joe Biden Türkiye’de!

Tertipleri arttırmak, savaşı başlatmak için Türkiye’de!
Susmuyoruz!

Amerikan Büyükelçiliğine Yürüyoruz!

Yürüyüşe ülkemizde yaşayan Suriyeli öğrenciler de Suriye bayraklarıyla katılacaklardır.

Tarih: 3 Aralık 2011 Cumartesi
Toplanma Yeri: Kurtuluş Metrosu çıkışı saat: 12.15
Yürüyüş ABD Büyükelçiliğine yapılacaktır.
İletişim: 0544 289 09 24
TGB Basın Bürosu
www.tgb.gen.tr
haber1001

Suriye muhalefeti 'Esad sonrası' İran'la ilişkileri kesecek
2 ARALIK 2011



Suriye'deki Esad karşıtı muhalefetin önde gelen liderlerinden Burhan Galyun, rejimi devirmeleri durumunda ülkenin İran'la ve Hizbullah örgütü ile yakın ilişkilerine son vereceklerini söyledi.

Suriye Ulusal Konseyi adlı ittifakın başkanı Galyun Amerikan gazetesi Wall Street Journal'a verdiği mülakatta Suriye'nin İran'la yakın ilişkiler içinde olmasını anormal bir durum olarak niteledi.

Galyun, "Esad hükümeti devrilir ve muhalefet iktidara gelirse, Suriye’nin İran ile özel bir ilişkisi kalmayacak ve Hizbullah'la ilişkiler de eskisi gibi olmayacak" dedi.
Suriye Ulusal Konseyi'nin dünya kamuoyunda Suriye'deki krizin algılanmasını belirleyen en önemli aktör olduğunu belirten Galyun, Suriye'deki durumun Libya'dakinden farklı olduğunu, Suriyeli isyancıların hâlâ bazı devlet kurum ve kuruluşlarına güvenebileceklerine inandıklarını da söyledi.
Suriye Ulusal Konseyi ile silahlı Özgür Suriye Ordusu adlı örgüt Türkiye'de yaptıkları toplantılar sonrasında ortak çalışma kararı almışlardı.
Suriye Ulusal Konseyi'nin temel gelir kaynağını Suriyeli işadamları oluşturuyor.
Galyun, Arap Birliği'nin de kendilerine ekonomik yardım sözü verdiğini söyledi.
Suriye'ye yaptırımların sertleştirilmesi ve askeri müdahalenin gündeme gelmesini BM Güvenlik Konseyi üyesi Rusya ve Çin'in vetoları engelliyor.
Ülke içinde geniş çaplı destek yürüyüşleri düzenletebilen Esad yönetimi, İran'ın, Irak'ın ve Lübnan'daki önemli hareketlerden Hizbullah ve Emel hareketinin desteğine de sahip.
BBC

İLAN EDİYORUM ...
Mukadder Başeğmez
04.12.2011

ÖLÜRSEM BU SÖZLERİM BANA AHİRETTE EŞLİK ETSİN..

ABD/AB VE NATO'NUN HEDEFE ALDIĞI HANGİ ÜLKE VE HANGİ LİDER VARSA, BEN ONUN YANINDAYIM.

HAÇLI ORDULARI KİMİNLE SAVAŞIYORSA BEN ONUN YANINDAYIM..

SADDAM'IN İDAMI İÇİMİ YAKTI..

KADDAFİ'NİN KATLEDİLİŞ ŞEKLİNİ HAZMEDEMİYORUM..

HAÇLI SÜRÜLERİNİN SURİYE VE İRAN ÜZERİNE ÇULLANMAK İSTEMELERİNİ VE ONA DESTEK VERENLERİ ANLAYAMIYORUM..

HAÇLI ORDULARINA, MÜSLÜMAN MÜSLÜMAN ALKIŞ VE TEMPO TUTMAK NE MANAYA GELİYOR ÇÖZEMİYORUM..

ŞUNU İYİ ANLIYORUM Kİ, ABD PSİKOLOJİK HARP DAİRESİ HEPİMİZİN KAFASININ İÇİNE ETTİ..

BÖYLECE HAKKI BATILDAN, AKI KARADAN, EGRİYİ DOGRUDAN, DOSTU DÜŞMANDAN AYIRDEDEMEZ OLDUK.

SURİYE'YE EKONOMİK SOSYAL SİYASAL VE ASKERİ YAPTIRIMLAR PEŞİNDE KOŞAN İŞGÜZAR ARAP BİRLİGİNİN VE TÜRKİYE'NİN İSRAİL'e HANGİ YAPTIRIM İÇİNDE OLDUGUNU MERAK EDİYOR VE BUGUNKİ DURUMDAN TİKSİNİYORUM.

ABD VE AB İÇİN PETROL BEKÇİLİĞİ YAPAN ARAP BİRLİGİNİN KAHRAMAN VE DEMOKRAT ŞEYHLERİNİN, EMİRLERİNİN EMPERYAL GÜÇLERİN KUCAĞINDA NASIL DA CAKA SATTIKLARINI GÖRÜP GÜLÜYORUM..

SİYONİZMİN CÜMLE İSLAM ALEMİNİ VE TÜRKİYEYİ, CAMİLERİ, CEMAATLERİ, CEMİYETLERİ NASIL DA KENDİ PLANLARINA ALET ETTİKLERİNİ GÖRÜYOR VE İSYAN EDİYORUM..

http://www.facebook.com/

Esad: Kimsenin öldürülmesi için emir vermedim
7 ARALIK 2011

Cumhurbaşkanı Beşar Esad, Suriye ordusuna hükümet karşıtı protestocuların öldürülmesi ya da kötü muameleye maruz kalması yönünde hiçbir emir vermediğini söyledi.

Amerikan ABC televizyonuna mülakat veren Esad, ne ülkesinin ne de Suriye ordusunun sahibi olduğunu, ve sadece halkını korumak için elinden geleni yaptığını belirtti.
Beşar Esad, ölümlerden üzüntü duyduğunu belirtmekle beraber, şiddet olaylarından dolayı suçluluk duymadığını kaydetti.
Yakın zaman önce yayımlanan bir BM raporunda Suriye hükümetinin insanlığa karşı suç işlemekle itham edilmesini sert biçimde kınayan Beşar Esad, Birleşmiş Milletler'in güvenilir bir örgüt olmadığını söyledi.
Bunun üzerine Suriye'nin de Birleşmiş Milletler'de bir elçisi olduğu hatırlatılınca, Beşar Esad ülkesinin BM temsilcisinin ''bir oyun oynadığını'' ve ''yaptığı işe inandığı anlamına gelmediğini'' belirtti.
Suriye lideri, Birleşmiş Milletler'in öne sürdüğü iddialarla ilgili kendisine hiçbir kanıt sunmadığını vurguladı.
BBC

Suriye, tadilat gerekçesiyle sınırı kapattı
Suriye, Şanlıurfa'nın Akçakale ilçesi sınırındaki Tellebyat Sınır Kapısı'nı 'tadilat' yapılacağı gerekçesiyle araç ve insan geçişine tek taraflı olarak kapattı. Bu arada Suriye'ye yük taşıyan ancak sınır kapısı kapatıldığı için bu ülkeye geçemeyen araçlar da işlemleri tamamlandıktan sonra Akçakale Sınır Kapısı'ndan geri gönderiliyor. 08.12.2011 ŞANLIURFA netgazete

Fransa: "Esad, adaletten kaçamaz"
Fransa Dışişleri Bakanlığı, Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esad'ın adaletten kaçamayacağını belirtti. Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Bernard Valero, "Baskı rejimi uygulayan diğer liderler gibi, Esad da aylardır Suriye'de işlediği suçların cezasını ödeyecek" dedi. 08.12.2011 PARİS netgazete
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Prş Hzr 21, 2012 11:01 pm tarihinde değiştirildi, toplam 9 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Cum Arl 02, 2011 12:14 am    Mesaj konusu: Erdoğan bir “yaptırım” da Suudî zorbalara uygulayacak mı Alıntıyla Cevap Gönder

Erdoğan bir “yaptırım” da işkenceci Suudî zorbalara uygulayacak mı?
Alihaydar Can
02.12.2011



Konu, Kötülük İmparatorluğu AB-D’nin gözkoyduğu Libya, Suriye, İran gibi ülkeler oldu mu...

Arkadaşlar bülbül...

Meselâ...

[“SURİYE'DE HALKINA ZULMEDENLER AYAKTA KALAMAYACAK"
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Şehitler Meydanı'nda Libya halkına seslendi.
Başbakan Erdoğan Trablus'ta bulunan Şehitler Meydanı'nda yaptığı konuşmada; “Kan dökmek bize yakışmıyor, bir olalım, beraber olalım değerli kardeşlerim halkın gücü ve iradesi önünde hiç bir yönetimin duramayacağını sizler gösterdiniz. . Dün Tunus'taydım, Yasemin devrimini yapanları selamladım, Mısır'daydım Arap Baharı'nı estirenleri selamladım. Bugün sizlerleyim, şunu unutmayın Suriye'de de halkına zulmedenler ayakta kalamayacaklardır. Artık otokrasi dönemleri bitiyor, totariter rejimler gidiyor, artık halkın iktidarı geliyor ve ben mücadelenizi tebrik ediyorum.” Dedi.]


16 Eylül 2011’de bunları söyleyen Erdoğan...

Çok değil...

8 ay önce...

Libya’nın Şehid Lideri Muammer Kaddafi’den ''Kaddafi İnsan Hakları'' ödülünü aldığı törende neler söylediğini o günkü bir haberden izleyelim:

[Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'a, ''Kaddafi İnsan Hakları'' Ödülü verildi.
Erdoğan, Radison Sas Oteli'nde gerçekleştirilen ödül töreninde yaptığı konuşmada, ''Kaddafi İnsan Hakları Ödülü''nü almaktan büyük memnuniyet duyduğu ifade etti.
1989 yılından bu yana her sene dünyanın dört bir yanından çeşitli şahsiyet, grup ve kuruluşlara verilen ''Kaddafi İnsan Hakları Ödülü''ne bu yıl kendisinin layık görülmüş olmasından dolayı Uluslararası Komiteye de şükranlarını sunan Başbakan Erdoğan, şunları söyledi:
''Şahsımdan ziyade, ülkem ve milletim adına teslim aldığım bu ödülün, bölgesel ve küresel ölçekte, insan hakları noktasındaki mücadelemizi teşvik edeceğinden emin olabilirsiniz. Bu vesileyle bölgesel ve küresel ölçekte işbirliğinin geliştirilmesi yönünde gösterdiği gayretlerden ötürü Libya Lideri Muammer Kaddafi'ye şükran ve takdirlerimi ifade etmek isterim. Bu Ödül Töreni ve Avrupa Birliği-Afrika Zirvesi vesilesiyle bulunduğumuz Libya'da, bizlere gösterilen sıcak misafirperverlik için ayrıca müteşekkirim.

Libya, Kuzey Afrika coğrafyasında, ortak bir tarihi, ortak bir kültürü, ortak hassasiyetleri paylaştığımız kardeş bir ülke. Tarih içinde acıları, hüzünleri, kederleri, onlarla birlikte sevinci paylaştığımız Libya ile bugün de başta ekonomi ve ticarette olmak üzere bir çok alanda örnek bir işbirliği sergiliyoruz. Bu ödülün, Libya ve Türkiye arasında, Libya ve Türk halkı arasında yakınlaşmaya önemli katkılar sağlayacağını da burada ifade etmek istiyorum.]


Normal bir insan...

8 ay gibi kısa bir sürede...

Bu kadar değişebilir, dönüşebilir, 8 ay önce ak dediğine 8 ay sonra kara diyebilir mi?

Derse...

Kendine inanacak bir Allah’ın kulu bulunur mu?

Bulunursa...

Bu nasıl bir ahlâkî erozyondur?

Bu nasıl bir toplumsal hafıza kaybı...

Bu nasıl bir medyatik hipnozdur?

Diye düşünen, sorup sorgulayan bile olmaz mı?...

***

Haydi Erdoğan esnaf kökenli bir politikacı olduğu için...
“Piyasa”nın günü birlik değişmelerine alışık olduğundan, “reel politik”in günü birlik değişim ve dönüşümlerine (“Kısa günün kârı nerede ise tezgâhını orada aç" mantığıyla) kolayca adapte olabiliyor diyelim...

Ya “Stratejik Derinlik” gibi cafcaflı bir isim koyduğu tuğla kalınlığında bir kitap yazmış bir uluslararası ilişkiler hocası olan Davutoğlu...

Bu haçlı saldırganlığının stratejik ve taktik değişim ve dönüşümlerine bu kadar kolay adapte olara, nasıl sözcü/gözcü/tetikçilik yapabiliyor?

Bunu yaptığında vicdanını nasıl bastırıp susturabiliyor?

***

İnsan 10 yıl önce yazdığı kitaptaki şu önemli satırları nasıl unutabilir?

”..nehrin ruhuna ve kaderine yabancılaşmak ahlakî sorumluluk; nehrin akıntısına kapılmak bilimsel sorumluluk alanınını daraltır. Ahlakî sorumluluk ile bilimsel sorumluluk alanı arasında anlamlı bir bütünlük kuramayan bir araştırmacının, düşünürün ya da akademisyen’in kendi içinde kişisel tutarlılık sapğlayabilmesi de, sosyal ve kültürel bir aidiyet oluşturabilmesi, evrensel gerçeklik alanına nüfuz edebilmesi de çok güçtür.” (1)

Unutunca da...

“..nehrin ruhuna ve kaderine yabancılaş”arak “ahlâkî sorumluluk” alanını, “nehrin akıntısına kapı”larak da, “bilimsel sorumluluk alanınını daralt”an bir akademisyenden ise ancak Davutoğlu gibi “Kapıldım gidiyorum bahtımın rüzgârına” şarkısını söyleyen oportünist/fırsatçı/ilkesiz bir politikacı çıkar:

[Bir televizyon kanalına demeç veren Dışişleri Bakanı Davutoğlu, yüzbinlerce kişinin şiddetten kaçması durumunda ise uluslararası toplumun, Suriye'de bir tampon bölge oluşturulmasını düşünmek zorunda kalabileceğini belirtti.Davutoğlu, Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esad'ı kastederek, "Kendi halkına işkence eden bir rejimin yaşama şansı olmaz" dedi.]

29 Kasım 2011’de bunları söyleyen Davutoğlu...

2001 Yılında kaleme aldığı Stratejik Derinlik isimli kitabında şöyle diyor:

“Bütün bir dünyanın karşılıklı etkileşim süreci içine girdiği bir dönemde özgüvenini ayakta tutabilen toplumlar yeni güç merkezlerinin nüvelerini oluşturacaktır. Bunun aksine, özgüvenlerini kaybederek başka toplumlara çevre unsuru olmayı kabullenenler ise psikolojik bir yıkımdan sonra staratejik bir çözülüşü de yaşama tehlikesi ile karşı karşıya kalacaklardır.” (2)

Ne kadar doğru bir tespit değil mi?

Ama 2001’den 2011’e gelinceye kadar aradan 10 yıl geçmiş...

Köprülerin altından çok sular akmış olmalı ki...

Bu çok doğru tespitin sahibi...

Nedense?

“Özgüvenini kaybetmiş” bir halde...

“Başka toplumlara çevre unsuru olmayı kabullene”rek...

“Psikolojik bir yıkımdan sonra staratejik bir çözülüşü de yaşama”ya başlamış görünüyor...

Bu “Başka toplumlara çevre unsuru olmayı kabullen”me haline...

Cengiz Çandar...

Hani bir zamanlar yazdığı okunur bir dış politika yazarıyken...

“Psikolojik bir yıkımdan sonra” Pentagon’a haber vermeden tuvalete bile gidemez hale düşen Cengiz Çandar bile bütün cesaretini toplayıp...

ABD’den Türkiye’ye bakınca Türkiye’nin bir “sub-contaractor=taşeron= alt-yüklenici” olarak görüldüğünü yazıyor...

Daha ne desin?

***

ABD’de iyi ilişkilere sahip Cüneyt Ülsever’in yazısının başlığı ise vaziyeti özetler gibi:

“AHMET DAVUTOĞLU’NA SORUYORUM: SON ALTI AYDA NE OLDU DA BU KADAR DEĞİŞTİNİZ” (3)

Ülsever, Davutoğlu’nun son altı aylık başdöndürücü “dönüşümü”nü özetlediği yazısının bir yerinde şöyle diyor:

“İran’a genişletilmiş ambargo uygulanmasına karşı BMGK’de Brezilya ile birlikte direndiğinizde ve bu uğurda ABD’ye kafa tuttuğunuzda dünyada güçlüdevletlerin bazen haddini aşanları “merdiven altına çektiklerini” de yazmıştım. “ dedikten sonra yazısını şöyle bitiriyor:

[Ben son 6 aydır Türkiye’nin tehlikeli bir şekilde:
i)Ortadoğu’da hasımlar kazandığını ve
ii)tamamen ABD’nin yörüngesine girdiğini görüyorum.
Ayrıca gözlemliyorum ki; Türkiye’de bazı Davutoğlu yanlısı gazeteciler bile ve dahi ABD ve Arap dünyasında bazı aydınlar artık Türkiye’yi Ortadoğu’da ABD’nin taşeronu/bayisi olarak görüyorlar.
Ne oldu size Prof.Dr.Ahmet Davutoğlu?
Yoksa, sizi gerçekten merdiven altına mı çektiler?]


***

Ülsever'in yazısındaki şu cümle ise her şeyi apaçık gözler önüne seriyor:

"6 ay önce can kardeşiniz olan Esad neden sizden ve Erdoğan’dan “ikide birtelefon açıp Obama şöyle istiyor, Obama böyle istiyor diyorlar”, sözleri ileşikayette bulunuyor."

Durum bu kadar açık...

Ve bu kadar vahimken...

Tayyip Erdoğan ve Ahmet Davutoğlu'na...

BBC’nin dün (01.12.2011) şu haberi gösterip...

['Suudi Arabistan'da muhaliflere terörist muamelesi'
Suudi Arabistan yönetimi, ülkede reform talep eden muhaliflere karşı yeni bir "baskı dalgası" uygulamakla suçlandı.
Uluslararası Af Örgütü tarafından yayınlanan bir raporda, ülkedeki insan hakları örgütlerine dayandırılarak verilen öne sürülen iddialara göre binlerce muhalif kendilerine suçlama bile yöneltilmeden tutuklandı.
Raporda, Suudi Arabistan'daki tanınmış reform yanlısı birçok isim uzun hapis cezalarına çarptırılması ise Af Örgütü tarafından "büyük adaletsizlik" olarak tanımlandı.
Örgütün yetmiş üç sayfalık raporunda Suudi yetkililer yüzlerce insanın siyasi ve toplumsal reform talebi ya da tutuklu yakınlarının salınmasını istemeleri sebebiyle gözaltına alınmaları eleştirildi.
Af Örgütü, ülkede Şubat ayında ortaya çıkan ve ülkedeki seçim yasağının kaldırılmasının talep edildiği gösteriler özellikle eylemlerin yoğunlaştığı doğu bölgelerinde sert bir biçimde bastırıldığını belirtti.
Raporda şiddet içermeyen gösterilere katılan en az üç yüz kişinin tutuklanmış olduğunun altı çizildi..
Geçen hafta ise aralarında tanınmış reform yanlılarının da bulunduğu on altı kişi beş ile otuz yıl arasında değişen hapis cezalarına çarptırıldılar.
Terör bahanesi
Af Örgütü Suudi hükümetinin binlerce kişiyi terörizm suçlarına karışmak sebebiyle tutuklamaya devam ettiğini, tutukluların ise işkence ve kötü muameleye maruz kaldıklarını bildirdi.
Örgütten yapılan açıklamada hükümetin taslağını hazırladığı yeni terör yasasıyla muhalifleri terörist olarak yargılamasının daha da kolay olabileceğine dikkat çekiyor.]


Sorsak...

Otokrasi ise, otokrasi...

Despotluksa, Despotluk...

Diktatörlükse, Diktatörlük..
Zulümse, zulüm...

İşkence ise işkence...

Haksız tutuklama ve mahkûmiyet ise..

Daniskası...

Suud’lu zorbalarda var mı?

Var...

Eee?

Kaddafiye, Esad’a yaptığınız terbiyesizliklerin” binde birini Suud’lu zorbalara niçin yap(a)mıyorsunuz?

Kim tutuyor elinizi ayağınızı?

***

Yazıya...

“Mevzu Kötülük İmparatorluğu AB-D’nin Göz koyduğu Libya, Suriye, İran gibi ülkeler oldu mu... Arkadaşlar bülbül...”

Diye başlamıştık ya..

Şöyle bitirelim:

Mevzu Kötülük İmparatorluğu AB-D’nin, -şimdilik- gözkoymadığı Suudî Arabistan, Yemen, Ürdün, Körfez Emirlikleri gibi totaliter ülkeler oldu mu...

Arkadaşlar dut yemiş bülbül...

Dipnotlar:
1- Ahmet Davutoğlu, Stratejik Derinlik, (sh. VI), Küre Yayınları, 9. Basım, Eylül 2002, İstanbul.
2- Age. Sh. 559.
3- Cüneyt Ülsever, “AHMET DAVUTOĞLU’NA SORUYORUM: SON ALTI AYDA NE OLDU DA BU KADAR DEĞİŞTİNİZ”, 16.11.2011, http://www.odatv.com/n.php?n=son-alti-ayda-ne-oldu-da-bu-kadar-degistiniz-1611111200


Kaynak: http://millibirlikruhu.blogspot.com/


Suriye: Savaşa bir adım kaldı..
İbrahim Karagül
ibrahimkaragul@gmail.com
30 Kasım 2011

Arap Birliği'nin "Suriye'ye müdahale planı"ın ön adımı niteliğindeki kararları şöyle: 1- Suriyeli yetkililerin Arap ülkelerine seyahatlerinin yasaklanması, mal varlıklarının dondurulması.

2- Suriye Merkez Bankası'yla ilişkilerin durdurulması.

3- Suriye halkını etkileyen stratejik malların dışında hükümetle devlet düzeyinde ticaretin durdurulması.

4- Suriye hükümeti mal varlıklarının dondurulması.

5- Suriye ile parasal ilişkilerin durdurulması.

6- Suriye Ticaret Bankası ile işlemlerin durdurulması.

7- Yurtdışında çalışan Suriyelilerin ailelerine gönderdikleri havaleler ile Suriye'deki Arapların gönderdiklerinin dışında tüm havale ve ticari akreditlerin denetimlerinin Arap merkez bankalarından talep edilmesi.

8- Arap ülkelerinin Suriye topraklarındaki projelerinin finansmanının dondurulması.

9- Teknik icra komitesinin bir hafta içinde Suriye'ye çift yönlü havayolu seyahatlerinin durdurulması için tarih belirlemesi.

Suriye yönetimini kilitleyecek, sistemi işlemez hale getirecek müthiş sert bir ambargo kararı bu. Ancak Hizbullah öncülüğündeki Lübnan yönetimi bu kararı uygulamayacak. Irak da uygulamayacak... İki ülke Suriye'nin sınırdaşı ve ambargo bir işe yaramayacak. Yarasa bile, bu kadar sert baskıya rağmen bile Şam yönetimi geri adım atmayacak.

Türkiye; yaptırımları belki de en sert uygulayacak ülkelerden biri olacak. Ankara'nın her ne kadar, "Suriye halkına zarar verilmemesi, komşuluk hassasiyeti, zamanlama kriteri" gibi öncelikleri olsa da "mal varlığını dondurma" maddesini hemen uygulaması bekleniyor. Buna göre; Esad ailesi ile ABD ve AB'nin belirlediği seksen üst düzey yöneticinin malvarlığı öncelikli olarak dondurulacak. İkili ticari ilişkiler, Türkiye'nin öncelikleri doğrultusunda belki geciktirilerek durdurulacak.

Arap Birliği kararları doğrultusunda bankacılık işlemleri durdurulacak, projeler askıya alınacak. Su konusunda ise şimdilik bir yaptırım öngörülmediği belirtiliyor.

Şimdi; Rus ve ABD donanmaları Suriye açıklarında, yani Doğu Akdeniz'de. Türkiye-Arap birliği Suriye yönetimini çökertmek için tam bir işbirliği içinde. İran ve Hizbullah sertleşiyor. Irak Suriye ile yakınlaşıyor. Ambargoya karşı Şam'ı koruma kalkanı da belirginleşiyor.

Arap Birliği kararından hemen sonra Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, Suriye'de bugüne kadar yaşananları "insanlığa karşı suç" kategorisine aldı. Yani Şam yönetimi insanlığa karşı suç işlemekle itham edilecek. Bunun sonuçlarını tahmin etmek zor değil.

Yine bu karardan sonra Fransa'dan Türkiye'ye bir davet geldi: Fransa, Suriye konusunda atılacak adımların ele alınacağı AB dışişleri bakanları toplantısına Türkiye'nin de katılmasını istedi. Fransa'nın, Arap Birliği kararının Güvenlik Konseyi'ni harekete geçirmesini umduğunu açıklarken, insani koridor açılması yönündeki teklifine tekrar vurgu yapması dikkat çekici.

Ambargo bu rejimi çökertemez ve çatışmayı yaygınlaştırır. İç savaşın yoğunlaştırılması aslında planın bir parçası. Ama çatışmanın bölgesel nitelik almasından endişe edilir. Yaptırım kararıyla bir yere varılamayacak. Bu yüzden esas hedefin bu kararla amaçlandığını düşünmek yanıltıcı olur. Yaptırım kararı, Suriye planının bir aşaması sadece. Nihayetinde bir dış müdahale gelecek ve herkes buna hazır olsun. "Hayır, böyle bir şey olmayacak" şeklindeki resmi açıklamaları şahsen pek inandırıcı bulmuyorum.

Geçtiğimiz hafta, Suriye ile ilgili bir plandan söz etmiştik. Her gelişme, aşağı yukarı o plan çerçevesinde geliştiğini gösteriyor. Neydi o plan? Bakalım ve Arap Birliği kararıyla bir kez daha okuyalım...

1- Suriye pasaportları tanınmayacak. Yeni pasaportlar hazırlanacak ve Suriyelilere verilecek. Tabi ABD istihbarat mensuplarına da. Arap devletleri, yeni pasaportlara sahip olmayan Suriye vatandaşlarının ülkelerine girişine izin vermeyecek.

2- Suriye'nin Arap zirvesi talebi reddedilecek.

3- Bazı Arap ülkeleri, Türkiye ile ortak toplantılar sonrası, Suriye'deki çözüme ilişkin Arap inisiyatifinin çöktüğünü ilan edecek.

4- Suriye muhalefeti birleştirilecek, ardından "Geçici Suriye Yönetimi" kurulacak. Yeni hükümetin merkezi Ankara ya da Doha olacak.

5- Bazı ülkelerdeki Suriye diplomatik misyonlarına saldırılar gerçekleşecek. Elçiliklere girilecek, gizli belgeler ele geçirilecek. Muhalefet diplomatik temsilcilikleri ele geçirmiş olacak. Elçilikler "Geçici Suriye yönetimi"nin temsilcilikleri olacak.

6- Suriye İnsan Hakları Konseyi'nin verilerinden hareketle, Birleşmiş Milletler, Suriye yöneticileri hakkında savaş suçlusu kararı çıkartacak. Konu Güvenlik Konseyi'ne gidecek ve bugünkü Suriye yönetimi savaş suçlusu ilan edilecek. (Yukarıdaki BM kararına dikkat..)

7- NATO savunma bakanları toplanacak. Suriye dosyası Türkiye'ye havale edilecek. Türk birlikleri Suriye içlerine doğru harekete geçecek ve tampon bölge oluşturacak. (ABD, Fransa, Türkiye ve Arap ülkeleri sonunda tampon bölge konusunda anlaştı.)

8- Tampon bölgenin derinliği 5 ile 15 kilometre arası olacak. Sınırın Türkiye tarafında ve tampon bölgede yabancı güçler ve Suriye muhalefetine bağlı birlikler konuşlandırılacak. Muhalifler silahlandırılacak. Bu arada iç savaş yoğunlaşacak, dünya genelinde bir hassasiyet oluşacak.

9- Bingazi modeli Suriye'de de uygulanacak. Silahlı güçler ve ordudan ayrılan askerler ülke içindeki etkinliklerini artıracak, belli merkezleri ya da köyleri kontrol altına alacak.

10- Suriye'nin uydu bağlantıları kesilecek. Televizyon yayınları engellenecek.

11- Son adım olarak da, Beşşar Esad'a suikast düzenlenecek.

Peki bütün bunlar ne demek? Kıvırmaya gerek yok, Suriye'ye müdahale edilecek ve yönetim devrilecek. Karar çoktan verildi, plan aşama aşama uygulanıyor. Çatışma, terör, ya da başka krizler, bu hedefin teferruatları olarak öngörülüyor. Yeni bir savaş geliyor...

Yeni Şafak

NATO'ya Davetiye Çıkaranlar, Suriye Muhalefetine Askeri Kanat Lideri Olursa..!
Nureddin Şirin
02 Aralık 2011

Değerli kardeşim Atilla Aksu, Amerikan güçlerinin Pakistan’da gerçekleştirdiği hava saldırısında şehid edilen Türkiyeli kardeşlerimiz için Fatih camiinde kılınacak gıyabi cenaze namazı ile ilgili olarak gönderdiği mesajda, “Amerika ve NATO’ya işbirlik eden zihniyete ve destekçilerine lanet olsun. Amerika ve NATO insansız hava araçlarıyla Afganistan’da katliamlara devam ediyor. Türkiye’den Afgan cihadına destek amacıyla giden ve son saldırılarda şehid düşen 21 kardeşimizin giyabi cenaze namazı yarın Fatih camiinde kılınacaktır” ifadelerine yer veriyor.

Atilla kardeşimi önce arayıp bu mesajını yazacağım bir yazıda kullanacağımı belirterek iznini aldıktan sonra, bu yazıyı yazmaya başladım.

Aksu mesajına “Amerika ve NATO’ya işbirlik eden zihniyete ve destekçilerine lanet olsun” diyerek başlayıp Amerika’nın sürmekte olan katliamlarına dikkat çekiyor.

“Ateş düştüğü yeri yakar” misali, elbette ki ABD saldırısında şehid edilen Türkiyeli kardeşlerimiz yüreklerimize büyük bir ateş düşürdü. Fakat şunu burada hemen eklemeliyiz ki, ABD’nin bu katliamı son zamanlarda üst üste gerçekleştirdiği katliamlardan sadece biri...

Afganistan, Pakistan, Yemen ve Somali’de düzenlenen ABD saldırılarında şehid edilen kardeşlerimizin sayısı binleri geri bıraktı. Bu katliamlarda kadın, çocuk ve yaşlı sivil insanlardan çok sayıda kişi hayatını kaybettiği gibi, işgal güçlerine karşı direnin mücahidlerden de çok sayıda kardeşimiz şehid oldu…

Bugüne kadar tepkisizlikle geçiştirilen bu katliamlara, Türkiyeli kardeşlerimizin de şehadetleri eklenince doğal olarak, bizler de Türkiyeli Müslümanlar olarak bu katliam dolayısıyla Amerika, NATO ve destekçilerini en azından öfkeyle telin etmeye başladık. Zira bu kardeşlerimizin şehadeti bizlere bir kez daha haçlı ABD emperyalizminin kanlı ve cinayetkar yüzünü göstermiş ve bizleri bu kan içici işgalcilere karşı teyakkuza geçirdi…

Unutulmaması gereken bir düşmandı bu… Hiçbir zaman unutmayacağımız ve affetmeyeceğimiz bir düşman…

Adını “büyük şeytan” koyduğumuz Amerika…!

İşte böyle bir dönemde, bu düşman ile el ele vererek, onun koordinasyonu altında Suriye’ye karşı yapılacak askeri bir saldırı için bu düşmanı kendimize “stratejik ortak” seçme durumunda kalmamız içimizi burkuyor, kanatıyor ve dayanılmaz bir acı veriyor.

Ülke TV’deki Bıçak Sırtı programında, Suriye muhaliflerinin NATO’yu yardıma çağırdığını söylediğimizde, Osman Atalay kardeşimiz çok içtenlikli bir şekilde, böyle bir şeyin kesinlikle olamayacağını söyledi ve benden bu haberlerin kaynağının ne olduğunu sordu. Ben de program sonrasında haberin kaynağını İngilizce, Arapça orjinalleriyle birlikte kendisine gönderdim.

Özgür Suriye Ordusu adlı silahlı grubun lideri olan Albay Riyad el Esad Lübnan’da Hariri cenahının internet sitesine verdiği röportajda aynen şunları söylüyordu:

“Vatanın alt yapısını yıkma ya da egemenliğine dokunulmasına sebep olmayacak kontrollü ve mekanizmalı olması şartıyla NATO’nun Suriye’ye askeri müdahalesini olumlu karşılamaktayız. Açıkça şunu söylemek istiyorum; NATO’nun belli hedeflere hava saldırıları düzenlemelerini istiyoruz. Geri kalanları Özgür Suriye Ordusu ile dikkatli ve ciddi bir şekilde koordine edilerek hal olunabilir.”

Yine aynı kişi AFP ajansına telefonla yaptığı açıklamada, yabancı güçlerin, Suriye rejiminin yıkılışını hızlandırmak için Suriye’deki stratejik hedefleri vurmasını istiyor. Bu da El Arabiya da yayınlanıyor...

Diğer yandan Amerikalı generallerin Türkiye'de Riyad el Esed ile görüşmesi ayrı bir hokta. Yani Suriyeli rejim muhalifi askeri güçlerin ABD'li askeri rical ile doğrudan görüşmelerinin bir anlamı olsa gerek.

Bugüne kadar Suriye içindeki silahlı örgütlerin ve saldırıların uluslararası ve bölgesel güçlerin lojistik desteğiyle devam ettiğini söylediğimizde, Suriyeli yurtsever devrimcileri karaladığımız ileri sürülüyordu. Eğer yurtsever devrimcilik böylesine "ak" ise, bırakalım öylesine "ak" (!) kalsın...

Yine aynı şekilde, “Özgür Suriye Ordusu” adlı grubun aylardan beridir süren saldırılarını gündeme getirdiğimizde de, böyle bir şeyin olmadığı, ülkede sadece sivil gösterilerin bulunduğu ileri sürülüyordu. Şimdi ise, kendini “Suriye muhalefetinin siyasi temsilcisi” olarak tanımlayan “Suriye Ulusal Konseyi”, birkaç gün önce, “Özgür Suriye Ordusu” komutanı Albay Riyad el Esed ile Hatay’da buluşarak, askeri ve siyasi yapı arasında koordinasyon kararı alıyorlar.

Artık bundan böyle, “Özgür Suriye Ordusu” adlı yapılanmayı, “Suriye muhalefetinin askeri kanadı” olarak karşımızda göreceğiz. Suriye’de silahlı eylemlerin anlamı konusunu bir başka yazımızda konuşuruz. Ancak şu kadarını söyleyeyim ki, NATO’dan Suriye’nin stratejik hedeflerini vurmasını isteyen Albay Riyad el Esad artık, “Suriye muhalefetinin askeri kanat lideri” olarak sahnede resmen yerini almış ve bu, içinde ihvan-ı Müslimin’in de bulunduğu “Suriye Ulusal Konseyi” tarafından da resmen deklare edilmiştir.

Herkes için olmasa da, fotoğrafı farklı görenler tarafından ezber bozan bu gelişmeyi şimdilik bu kadar aktardıktan sonra, Atilla kardeşimizin, NATO’nun katlettiği kardeşlerimizin gıyabi cenaze namazı için gönderdiği mesajdaki “Amerika ve NATO’ya işbirlik eden zihniyete ve destekçilerine lanet olsun” sözlerinin burada da ayrı bir anlam taşıdığını belirtmek isterim sadece…

Zaman geçtikçe artık her şey daha belirgin oluyor; sisler dağılınca, gerçeğin ne olduğu daha net görülüyor.

http://www.islamigundem.com/


Suriye Utancı
Serdar Akinan
03 Aralık 2011

Görünen o ki Türkiye, Suriye'nin işgali konusunda Batı ile bir kararlaşmaya girmiş.Tampon bölge kararı ardından askeri müdahale tartışmaları umduğumdan çok daha süratle gelişti.

Ankara'nın bu iştah ve hevesini anlamak gerçekten mümkün değil. Amerikan Başkan Yardımcısı'nın ziyaretini de, 'terör konusu görüşüldü' diye geçiştirmek olacak şey değil. Ülkemiz iki komşusuna karşı kurgulanagelen kirli ve kanlı oyun planında adeta 'kraldan çok kralcı' bir portre çiziyor. Bu utanç verici tavrı da, sicili malum Arap Birliği'nin -saygın!- üyelerine yaslayıp, 'Onlar ne karar alırsa biz onu takip edeceğiz' cümleleriyle izaha kalkışmak gerçekten komik oluyor.

AKP, Suriye'de gelinen noktayı, başta kendi tabanı, Türkiye kamuoyuna 'Suriye otoriter bir rejim, Esad halkına kötü davranıyor ve bizim bu konuda ilkesel tavrımız var' ağzıyla izaha yeltenmesi ayrıca tartışılmalı.

Suriye'ye yaptırım kararı alan o Arap ülkelerinden hangisi halkına karşı demokrat? Batılı sisteme entegre krallıklar bunlar...

Çok yazdık çizdik ve ısrarla devam edeceğiz. Türkiye, İran ve Suriye'ye karşı son derece hasmane bir tavır içinde. Bu tavır, AKP iktidarının başta ABD, Batılı sisteme neden ve nasıl yaslanageldiğinin de somut karinesi haline geldi zira bu pozisyon artık bir diyet borcu fotoğrafı veriyor. Asimile bir 'our boys' yaftasını bu kadar gönüllü bir telaş ve istekle boynuna asmak da neyin nesi?

İlkesel bir duruşunuz var idiyse komşulara sıfır sorun politikası neydi?

Birlikte ailece yaz tatiline çıktığınız 'Kardeşim Beşşar'dan Zalim Beşşar'a birkaç ay içinde nasıl ve neden geldik?

Önümüzdeki yol haritası da kulislerden sızıyor. İbrahim Karagül geçtiğimiz günlerde çerçeveye dair bir yazı kaleme aldı. Plan kabaca şöyle:

'Planın hemen hemen tamam olduğu, Suriye operasyonunun Arap ülkeleri ve Türkiye tarafından yapılacağı, beş-on beş kilometre derinliğinde olacak tampon bölgede, Suriye yönetiminin bütün askeri ve istihbarat hareketliliğinin yasaklanacağı, bölgedeki denetimin Arap savaş uçakları ve Türk Hava Kuvvetleri tarafından sağlanacağı ifade ediliyor.
ABD'nin lojistik destek vereceği operasyonda, muhtemelen Irak'tan İncirlik'e nakledilen insansız hava araçları da kullanılacak. Tam da bu dönemde, Abdullah Öcalan'ın Beşşar Esad'a gönderdiği mesaj, bin PKKlı'nın Esad'a destek için Suriye'ye nakledilmesi, Türkiye sınırına sıfır noktasında PKK kampı kurulduğuna dair istihbarat raporları bu çerçevede de değerlendirilebilir. Suriye İnsan Hakları Konseyi'nin verilerinden hareketle, Birleşmiş Milletler, Suriye yöneticileri hakkında savaş suçlusu kararı çıkartacak. Konu Güvenlik Konseyi'ne gidecek ve bugünkü Suriye yönetimi savaş suçlusu ilan edilecek.
NATO savunma bakanları ABD'de toplanacak. Suriye dosyası Türkiye'ye havale edilecek. Türk birlikleri Suriye içlerine doğru harekete geçecek ve tampon bölge oluşturacak. Tampon bölgenin derinliği 5 ila 15 kilometre arası olacak. Sınırın Türkiye tarafında ve tampon bölgede yabancı güçler ve Suriye muhalefetine bağlı birlikler konuşlandırılacak. Muhalifler silahlandırılacak. Bu arada iç savaş yoğunlaşacak, dünya genelinde bir hassasiyet oluşacak. Bingazi modeli Suriye'de de uygulanacak. Silahlı güçler ve ordudan ayrılan askerler ülke içindeki etkinliklerini artıracak.'

Sanki adım adım bu plan uygulanıyor. Ve her şey çok hızlı
gelişiyor...

Suriye bataklığının içine bu ülkeyi şuursuzca itenler şu soruyu da sormalıdır:

Suriye'den sonra sırada İran var. Peki sonra ne var?

Kaynak: Akşam

Suriye'den 'düşman'larına gözdağı
05 Aralk 2011
Suriye ordusu, yabancı ülkelerin olası askeri müdahaleyi değerlendirdikleri günlerde tatbikat düzenleyerek, "düşmanlarına" gözdağı verdi.

Devlet haber ajansı ve televizyonunun verdiği habere göre, füze testinin yapıldığı tatbikatta, “gerçek savaşı aratmayan” hava ve kara operasyonları düzenlendi.

ESKİ TATBİKATLARDAN FARKLI

Suriye ordusu her yıl tatbikat düzenliyor. Ancak hafta sonunda düzenlenen tatbikatın daha üst bir seviyede olduğu ve füze testleriyle, hava ve kara güçlerinin operasyonlarının birlikte gerçekleştirildiği belirtildi.

Devlet televizyonu tatbikatın, “olası bir saldırıya karşı füze sistemlerinin kapasitesini ve kullanıma ne kadar hazır olduklarını test etmeyi” amaçladığını ifade etti.

Haberde ayrıca, “tatbikatta füzelerin ve Suriyeli askerlerin ülkeyi savunmaya hazır olduğu ve Suriye'nin güvenliğini tehlikeye atmaya cüret edecekleri caydırmayı amaçladığı” vurgulandı.

SANA haber ajansının bildirdiğine göre, Savunma Bakanı Davud Rajha, “askerlerin kendilerine verilecek emirlere tamamen hazırlıklı olmalarını sağlayacak operasyonlar” düzenlediklerini belirtti.

ESAD UYARMIŞTI

Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad, Ekim ayında verdiği röportajda, “Batı'nın Suriye'ye müdahale etmesi halinde Ortadoğu'da onlarca Afganistan oluşacağı” uyarısında bulunmuştu.

Suriye'nin, en büyük düşmanı İsrail'i vurabilecek karadan karaya füzeleri bulunuyor.

Suriye'de yaşanabilecek bir çatışma, içine İran ve İsrail'i de alabilecek daha büyük bir Ortadoğu krizine neden olabilir.

Olası bir askeri müdahale durumunda, Esad rejiminin destekçisi İran veya Hizbullah ile Filistinli militanlar, İsrail'e misilleme yapabilir.
haber1001

Türkiye Suriye gerilimin sınırdaki fotoğrafı
05.12.2011


Türkiye'den kalkan, hem Suriye'ye hem de bu ülke üzerinden transit geçiş yaparak Ortadoğu'daki diğer ülkelere gitmek için yola çıkan 700 tır, kasalarında ihraç mallarıyla Babel Hava Sınır Kapısı'nda bekletiliyor.

Suriye'nin son yaşanan gerginlikten sonra Türkiye ile Serbest Ticaret Anlaşmasını askıyla almasıyla, sınırda büyük bir kaos yaşanıyor. Cilvegözü Sınır Kapısı'ndan geçen Türk tırları, Suriye girişte değişen gümrük vergilerinin yeniden hesaplanması nedeniyle uzun kuyruklar oluşturuyor.

Konuya yakın kaynaklardan alınan bilgilere göre, uzun kuyruklara serbest ticaret anlaşmasının askıya alınması sonrası gümrük vergilerinin yeniden hesaplanması neden oluyor.
Ancak, iki ülke arasında yükselen siyasi tansiyonun da hesaplamaların geciktirilmesine neden olduğu yönünde de görüşler öne sürülüyor.

Suriye, 1 Aralık'ta anlaşmayı askıya aldığını açıklamıştı. Anlaşma, yürürlükteyken sınırdan geçen araçlar ya hiç ya da çok düşük gümrük vergisi ödüyordu.

Benzer sıkıntının Suriye'deki diğer sınır kapılarında da yaşandığına değinilirken, Ürdün'den Suriye üzerinden Türkiye'ye gelecek olan çok sayıda aracın da Ürdün-Suriye sınırında beklediği belirtiliyor.

Suriye plakalı araçlar ise yüklü dahi olsalar Türkiye'ye giriş veya çıkışlarında sorun yaşamıyor.

GEÇİŞ ÜCRETLERİ DE İKİ KATINA ÇIKTI

Gümrük vergisiyle birlikte Türk taşımacılardan alınan geçiş ücretlerinin de iki katına çıktığı gelen bilgiler arasında yer alıyor.
Yetkililer, Dışişleri Bakanlığı'nın gerekli çalışmaları sürdürdüğünü ancak gıda başta olmak üzere, inşaat malzemesi ve tekstil ürünlerinin tırlarda beklediğine dikkat çekiyor.

Yaşanan bekleme ile birlikte artan taşıma ve ihracat yükünün, Türkiye'deki üreticilere artan maliyet olarak dönmesi bekleniyor.
Hürriyet

Müslüman Kıyafetli Frenk Bozmaları
Nadim MACİT
6 Aralık 2011

1856 yılında neşredilen Islahat Fermanı ile birlikte Tanzimat hareketi yeni bir devresine girer. Çünkü bu Islahat Fermanı, devletin dayandığı prensipleri ikinci dereceye indirir ve yabancıların müdahalesine yol açar. Bu tarihten sonraki zamanı dolduran siyasî hadiselerin tümü, Islahat Fermanı'nın açık bıraktığı kapılardan girer. Ahmet Cevdet Paşa Tanzimat adı altında 'yabancıların müdahalesine yol açan bu kararın' mimarlarını ve taraftarlarını 'Müslüman Kıyafetli Frenk Bozmaları', şeklinde adlandırır.

Elbette ki siyasî mülahazaların bir uzantısı ve gereği olarak ben bu ifadeyi kullanmayacağım. Fakat bazı hususlara atıf yaparak tarihî bir uyarıda bulunacağım.

Tarihimizde bir yığın karışıklığı doğuran ve akabinde sert ideolojik ayrışmalara neden olan bu duruma atıf yapmamız boşuna değildir. Siyasî mülahazalarla gündeme taşınan şu sözlere dikkat ediniz:

(..)

Aşağılama ve hakaret o kadar keskinleşti ki Türkiye'nin Suriye'ye yönelik operasyonda rol kapma macerasını eleştirenleri 'diktatörlerden yana' olmakla suçlamaya dönüştü. Bu derin analizlerden esinlenen önemli bir siyasî aktör Almanya'da katıldığı bir törende sözü Suriye meselesine getirerek 'biz zalimlerle yan yana duramayız' sloganını patlatıyor. Bu mühim stratejik analizden etkilenen köşe yazarları Büyük Ortadoğu Projesi'ne karşı çıkanları zalim olmakla suçluyorlar. Basiretsizlikle, değişimi ve dönüşümü anlamamakla itham ediyorlar.

Söz konusu tablo karşısında insanın vicdanını sızlatan husus haksızlığı hak, esareti özgürlük kılıfı altında topluma yedirmektir. Şimdi iktidarın gölgesi altında akıllarına geleni vezinsiz-kafiyesiz sallayan zevata sormak gerekiyor.

Karşımızda iki tablo var: (a) Irak, Libya, Suriye ve İran, (b) Fransa, ABD ve İtalya. (Bunlar icraatın görünen kısmı, yani en geniş anlamıyla Batı.' Size göre Türkiye'nin görevi egemen güçlerle ittifak edip, Müslüman ülkelere müdahale etmeyi gerektiriyor. Bu nasıl bir mantık? Böyle bir mantığın ne siyasî tarihte ne kültürel hafızada ne de dinde yeri var. Bunun adı egemen güçlerin ürettiği bir operasyonun gönüllü parçası olmaktır.

Birinci tablodaki ülke liderlerinin diktatör olduğu şüphe götürmez bir gerçektir. Fakat asıl soru şudur: ABD ve AB ülkeleri sizin nazarınızda hangi tarihten itibaren adaletin ve özgürlüğün temsilcisi oldular? Sizler, değiştikten sonra, değil mi? Peki birileri, sizlerin değişmeden önceki sözlerinizi söylüyor diye bu kadar ağır ifadeleri kullanmanızın nedeni nedir? Vicdan azabı mıdır? Yoksa dış güçlerin müdahalesine açtığınız kapıyı insanların giderek fark etmesi midir?

Hangisi?

İsterseniz daha açık soralım: Sadece Afganistan ve Irak'ta ırzına geçilen ve öldürülen çocukların sayısını biliyor musunuz? Eğer bilmiyorsanız yazık, biliyorsanız 'bu tabloyu' sizce hangi kitabın sunduğu esaslar meşrulaştırabilir? Çok sevdiğiniz AB değerleri bu kiri, temizlemeye yeter mi?

Siyasî geçmişimizde AP ve ANAP gibi partileri IMF, NATO ve AB ile olan ilişkileri nedeniyle İslâm'ın düz kâfirler için bile kullanmadığı sözlerle itham edenler sizlerdiniz. Sizin gibi düşünmeyenleri kâfir, münafık ve 'gâvur âşıkları' şeklinde damgalama geleneği size aittir. Milletin dini algısını istismar ederek oy devşirip iktidar olan da sizlersiniz.

AB'ne karşı İslâm Birliği edebiyatı yaparak bu günlere gelmediniz mi? Dün bu sözleri söyleyenlerin bugün 'ekonomik çöküntü yaşayan birliğe kim girmek ister. Bizim için önemli olan AB'nin değerleridir' deme noktasına gelmiş olması üzerinde durulmaya değer bir konu değil midir?

Yenişehirli Avni Bey'in "Ol mertebe Leylâsına meftun idi kim / Mevlâ diyecek mahalde Leyla der idi' deyişi gereğince 'Allah diyecek yerde, AB ve ABD' deme noktasına gelen bir algının siyasî ve kültürel dildeki karşılığı nedir?

Sizin gibi düşünmeyenleri iktidarın diline yaslanarak aşağılama yerine Türkiye'nin bu süreçte nasıl bir operasyonun parçası yapılmak istendiği üzerinde biraz düşünün. İsterseniz düşünmenize kılavuzluk edecek bir açılım yapalım: Batılı güçlerin müttefiki olarak sizce 'Jeo Biden hangi sebeplere binaen şirinlik yapıyor?' 'Suriye'ye egemen emperyalist güçlerle birlikte yapılacak operasyon hangi aşamada'? '

Jeo Biden ile konuşulan operasyonda Türkiye hangi görevleri yerine getirdi, hangi görevleri üstlendi?' Şimdilik bu sorular üzerinde düşünün!!!
Aklınıza geldiği gibi başkalarını 'zalim, diktatörlerden yana' gibi etiketlerle yaftalamayınız. Aksi takdirde birisi kalkar bütün baskıcı politikalarınıza rağmen sizleri 'Müslüman Kıyafetli Frenk Bozmaları' şeklinde niteler. Benden söylemesi!!!

Kaynak: Ortadoğu Gzt

Analiz: Suriye krizine komşuların bakışı
30 KASIM 2011

BBC Orta Doğu muhabirlerinden Jim Muir Suriye'deki krize komşu ülkelerin bakışını ve bu ülkelerin Suriye'deki krizin sonucundan olası etkilenme biçimlerini ele alıyor.

LÜBNAN

Suriye'de olup bitenleri Lübnanlılardan daha yakın izleyen kimse yok. Çünkü Suriye'deki krizin ne hal alacağı en çok Lübnan'ı etkileyecek.

Suriye 1976-2005 yılları arasında Lübnan'ı askeri işgal altında tutmuş, Suriye askerleri ancak eski Lübnan başbakanı Refik Hariri'nin bombalı bir suikasta kurban gitmesi ardından oluşan uluslararası ve yerel baskılar nedeniyle ülkeyi terk etmişti.

Ancak geri çekilmesine rağmen, Suriye Lübnan siyasetindeki etkisini koruyor. Ülkedeki iki önemli Şii grup Hizbullah ve Emel Hareketi ile bu hareketlerin Lübnan içindeki ittifakları Suriye'ye destek veriyor.

Lübnan kamuoyunu en çok bölen konuların başında Suriye'ye yaklaşım geliyor. Sünni 14 Mart hareketi ittifakı Suriye'ye karşı. Şiilerin hakimiyetindeki 8 Mart koalisyonu ise Şam'ın güçlü müttefikleri.

Suriye Cumhurbaşkanı Beşar Esad'ın zor durumda olmasından memnun olan 14 Mart hareketi Suriye’deki Sünni isyancılara silah sağlamakla suçlanıyor.

Hizbullah ve müttefikleri ise Suriye rejiminin içinde bulunduğu krizden oldukça üzgün. Eğer Suriye'deki Alevi azınlık iktidfarı kaybeder ve Sünni çoğunluk iktidara gelirse, Hizbullah'ın İran'dan gelen desteği kesintiye uğrayabilir.

Suriye'yi bölen mezhepsel fay hatları Lübnan üzerinden de geçiyor.

TÜRKİYE

Suriye'deki kriz ülkenin Arap olmayan kuzey komşusu Türkiye için hem risk hem de fırsatlar barındırıyor.

Suriye'deki isyanın Mart ayındaki ilk günlerinde Ankara ile Şam arasındaki ilişkiler mükemmeldi. Cumhurbaşkanı Esad ile Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan arasında güçlü bir uyum söz konusuydu.

Ancak Esad'ın yön değiştirmesi için Türkiye tarafından yapılan tüm müdahaleler sonuçsuz kalınca Türkiye yönetimi Suriye'yi suçlamaya başladı.

Ardından da Ankara Suriye’nin Baas rejiminin çöküşünün zaman meselesi olduğuna kanaat getirdi ve bu çöküşün geç olmasından erken olmasının kendi çıkarlarına daha uygun olduğu kanısına vardı.

Türkiye, alışılmadık bir şekilde Suriye muhalefetine Türkiye topraklarında toplanma ve açıklamalar yapma hakkı tanıdı, mülteciler ve asker kaçaklarına kucak açtı.

Türkiye'nin karşı karşıya olduğu riskler arasında Suriye'deki istikrarsızlık sonucunda 1990'larda Irak'tan olduğu gibi büyük bir mülteci dalgasıyla karşı karşıya kalmak var.

Ayrıca, Türkiye'deki büyük Kürt azınlığın Suriye tarafından maniple edilme riski de söz konusu.

Suriye'deki istikrarsızlık, ülkenin Türkiye'yi Arap pazarlarına bağlayan güzergahın üzerinde olması açısından da çok önemli.

Ancak Türkiye’nin bu krizde oynadığı aktif rolün arkasında, ülkenin kendi çıkarlarını korumak istemesinden daha büyük amaçlar söz konusu.

Suriye'de Sünni çoğunluk lehine bir rejim değişikliği, Türkiye'nin bölgede nüfuz sağlama konusundaki en büyük rakibi İran'a da büyük bir darbe olabilir.

Bu, İran, Irak, Suriye ve Lübnan arasında kurulan Şii hilalin dik bir eksen ile bölünmesi anlamına gelir.

IRAK

Lübnan gibi Irak da, iç bölünmeleri nedeniyle, kendisini Suriye ile bir ittifak içinde buldu.

Nuri El Maliki'nin başında bulunduğu Şiilerin hâkimiyetindeki hükümet, Cumhurbaşkanı Esad'ı genel olara destekliyor.

Ancak ilişkiler daha iki yıl önce kötüleşmişti ve Bağdat Şam'ı Iraklı Baasçıları desteklemekle ve Irak başkentinde patlayan bombaların dolaylı destekçisi olmakla suçluyordu.

Ancak Şam'daki rejim değişikliği ülkedeki Şii çoğunluğun çıkarlarına değil. Bu çoğunluğun siyaseti de şu ve ya bu düzeyde İran'ın etkisinde belirleniyor.

Şii lider Mukteda es-Sadr'ın Cumhurbaşkanı Esad'a destek olmaları için savaşçılar gönderdiği haberleri yalanlandı. Ancak bu haberler politik bir eğilime işaret etmeleri bakımından önemliydi.

Suriye'deki Sünni çoğunluğun güçlenmesi, Irak'ta Saddam Hüseyin döneminde iktidarda olan Sünni azınlığa da destek anlamına gelebilir.

Iraklı Sünniler Cumhurbaşkanı Esad'a ve rejimine, Şiilerden daha az sempatik bakıyor.

Irak'ın Suriye'ye komşu olan bölgelerinde genellikle Sünniler yaşıyor. Bu Sünni azınlık, ülkenin kuzeyindeki Kürtler gibi bir tür federal özerklik için siyasi baskılarını artırıyor.
Suriye'nin Kürt bölgeleri de Irak'ın Kürt bölgelerine komşu.
Dolayısıyla Suriye’nin etnik ve mezhepsel bir bölünmeyle karşı karşıya kalması Kürtler arasındaki ilişkileri de güçlendirip, bağımsızlık isteğini güçlendirebilir.

ÜRDÜN

Mutsuz ancak kurtuluşu olmayan bir evliliğe hapsolmuş bir eş gibi, Ürdün'ün kuzeyindeki güçlü komşusuyla ilişkisi de son yıllarda çok ciddi krizlerden, temkinli bir dostluğa doğru dalgalandı.

İki ülke arasındaki komşuluk ilişkileri, Ürdün'ün Suriye'deki bir istikrarsızlığa karşı oldukça duyarlı o0lmasına yol açıyor.
Suriye, Ürdün'ün su tüketimi için oldukça önemli olan Ürdün Nehri'nin çıktığı bölgeye ev sahipliği yapıyor.

Ürdün ticareti için oldukça önemli ticaret yolları da Suriye topraklarından geçiyor.

Yüzlerce Ürdünlü öğrenci Suriye üniversitelerinde eğitim görüyor ve sınır aşırı güçlü aile ve aşiret bağları söz konusu.
Ancak Ürdün katı bir şekilde Batı yanlısı kampta yer alıyor. Ülke 1994 yılında Mısır'dan sonra İsrail'le barış anlaşması imzalayan ikinci Arap ülkesi oldu.

İSRAİL

Suriye ile iki kez savaşan ve topraklarının bir kısmını işgal altında tutmaya devam eden bir ülke olarak İsrail, Suriye krizinin nasıl sonuçlanacağını dikkatle izliyor.

Ancak İsrail'in ulusal çıkarının hangi yönde olduğu pek açık değil. Ülkenin liderleri de Suriye'yle ilgili yorumlarında oldukça temkinli davranıyorlar.

Esad rejiminin İsrail'e karşı yürüttüğü "direniş", Hizbullah ve Hamas gibi militan gruplara verdiği destek ve İran ile ittifakına rağmen, İsrail liderleri bildikleri düşmanla karşı karşıya olmak ile sonrasındaki belirsizliği göğüslemek arasında gidip geliyor.
Somut durumda iki ülke arasında bir barış anlaşması bulunmamasına rağmen, İsrail’in Suriye'yle sınırı 1974 yılındaki bir ateşkesten bu yana barış içinde.

Bunun tek istisnası bu yılın başlarında, muhtemelen Suriye yönetiminin dikkatleri ülke içindeki krizden başka bir yöne çevirmek için desteklediği Filistinlilerin İsrail sınırına iki kez yürüyüşü olmuştu.

Esad ailesi İsrail ile Türkiye'nin arabuluculuğunda barış müzakereleri yürütmüş ancak bu müzakerelerin sonuçsuz kalması dahi iki ülke arasında ciddi bir soruna yol açmamıştı.
BBC

Bülent Arınç'ı çılgına çeviren soru
Kısa süre önce Arınç ve El Cezire televizyonu arasında oldukça ilginç bir olay yaşandığı ortaya çıktı
07 Aralık 2011
Kısa süre önce Arınç ve El Cezire televizyonu arasında oldukça ilginç bir olay yaşandığı ortaya çıktı. İddiaya göre Arınç, kendisine yöneltilen bir soru üzerine sinirlenerek mikrofonu yere fırlattı ve korumaları da kasete el koydu.

Söz konusu iddiayı ilk olarak Milat gazetesi yazarı Nevzat Çiçek bugünkü yazısında üstü kapalı olarak yazarken, olayın ayrıntılarını ise Güneş gazetesi yazarı talat Atilla açıkladı.

İşte Talat Atilla'nın köşesine taşıdığı o olay...

Kısa süre önce Başbakan yardımcısı Bülent Arınç ve El Cezire televizyonu arasında oldukça ilginç bir olay yaşandı.

Şimdiye kadar basına sızmayan o gelişmenin ayrıntıları şöyle;

Bugünlerde Türkçesi kurulmakta olan El Cezire Televizyonu'nun Arapça'sında Ahmet Mansur'un "sınırsız" programının konuğu Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç'tı.

Program hard talk tarzında yani oldukça zorlayıcı biçimde kurgulanmıştı.

Banttan çekilip yayınlanacak programda Ahmet Mansur konuya Suriye'den girdikten sonra birbiri ardına zorlayıcı sorulara başladı.

"Türkiye Suriye'deki muhaliflere neden destek veriyor" sorusunda Arınç rahatsızlığını iyice belli edip "Yok böyle bir şey" deyince, Mansur, "O kadar muhalif askeri Türkiye'ye mumyalamak için getirmediniz herhalde" dedi.

Arınç, bunun doğru olmadığını söyleyince Mansur, Türkiye'de bulunan Hür Subaylar'dan muhalif askerleri saymaya onların medyaya verdiği röportajları sıralamaya, Arınç'ı kendince sıkıştırmaya başladı.

Oldukça sinirlenen Bülent Arınç aniden yakasındaki mikrofonu hızla çıkartıp yere fırlattı ve "Beni sorguluyor musunuz? Ben 40 yıllık siyasetçiyim, bana böyle sorular soramazsınız" dedi.

Bu gelişme üzerine Arınç'ın korumaları harekete geçti ve ciddi bir gerilim sonrası kasetleri topladılar. Ancak El Cezire, ertesi gün Arınç röportajının duyurularını vermeye başladı. Oldukça şaşıran Arınç'ın ekibi, birden fazla kamerayla yapılan çekimde El Cezire çalışanlarının bir kaseti gizlediklerini ve bütün kavganın bu kasette olduğunu öğrendi.

Araya sokulan hatırlı kişiler sonrasında Arınç'ın mikrofonu yere fırlattığı, korumalarının kaset topladığı görüntülerin El Cezire'de yayınlanması engellendi.

El Cezire'nin; Arınç'ı çileden çıkaran sorularını zorlayıcı bir kurgu içinde yapması ve Arınç röportajında diğer kamerayı gizlemesinin de oldukça ilginç ayrıntılar olduğunu düşünüyorum.
http://www.memleket.com.tr

Farkında Mısınız? 'Proje' Tıkandı!
Banu AVAR
10 aralık 2011



Büyük Ortadoğu Projesi diye yola çıktılar… Ortadoğu’nun kapısında tıkandılar.. İstihbarat raporları havada uçuşuyor.. Bir yanda Pentagon’un uzmanları, bir yanda Soros’un ‘yumuşak güç’ adamları Suriye’de ‘tıkandıklarını’ itiraf ediyorlar…

Umutsuzluk tacirleri operasyona aralıksız devam ediyor ama ÇARESİZ OLAN KENDİLERİ!

Küresel elitin içinde çarpışan cepheler telaş içinde.. Bunun en iyi göstergesi Pentagon danışmanı George Friedman’ın makalesi.. Buna benzer onlarca makale var… Sağolsun sayın Erkan Güçiz, 22 Kasım tarihli SURİYE ve İRAN; ORTADOĞUDA GÜÇLER DENGESİ başlıklı bu makaleyi çevirdi…

Bu makale batının umutsuzluğunun göstergesi.. Küresel elit, umudunu Türkiye’nin yapacağı bir Suriye ‘müdahalesine’ bağlamıştı..

Şimdi diyor ki: ‘Ortadoğu’daki adamımız Türkiye geri adım atıyor!’

Sadece o mu, CIA bağlantılı tüm ‘düşünce’ grupları; Langley Intelligence Group, Carnegie, CSIS ve benzerleri, aynı görüşte raporlar yazıyor…

Raporların özeti şu: 2011 Aralık ayı sonunda Irak topraklarına batan ABD ordusu bölgeden çekiliyor.

Bu çekilme sırasında ve sonrasında bölgede İRAN’ın güç kazanması olası.. Bunun önüne geçmek için Türkiye kullanılmalı.. Ama Türkiye ‘isteksiz’…

Suriye’nin düşüşü Türkiye’nin aktif müdahalesiyle mümkün olabilirdi… ‘Ama Türkiye hevessiz…’

Bülent Arınç bile ‘Türkiye’nin Suriye’ye müdahil olmayacağını’ açıklıyor…

Bir ay önce esip gürleyen AKP'li siyasetçi, şimdi önüne bakıyor. Bu durumda onlara bel bağlayan ve bir an önce Suriye’yi ve İran’ı ‘düşürmezlerse’ petrol ve gaz coğrafyasında ilerleyemeyeceklerini bilen batılı çakallar acil ‘yol’ arıyorlar…

Psikolojik hazırlıklar yapıldı…

Oysa Türkiye’yi bugünlere hazırlamak için Friedman gibi nicesi ne diller dökmüşlerdi… 2009’dan beri Friedman makalelerine bakın, ‘hazırlığı’ anlarsınız…

Önceleri paramparça Türkiye haritalarını ortalığa süren Pentagon danışmanı Stratfor sitesi ve pek ünlü sahibi George Friedman, son 2 yıldır ‘Türkiye imparatorluğu’ haritalarını yaymaya başlamıştı.. 2009’da bir kitap çıkarmış ve ‘Gelecek 100 Yıl’ tahminleri yapmıştı… Türkiye kitabında bölge tetikçisi ve baş aktör olarak konumlandırılmıştı.. Son 2 yıldır yazdığı makale başlıkları ve ana tema hep aynıydı:

“Türkler tarih sahnesine imparatorluk olarak dönecek!’’, “Neo-halifeliğin merkezi Türkiye olacak!”

Friedman ABD istihbaratı ve ordusunda önemli bir aktördü. Birçok diğeri gibi psikolojik hazırlık süreçlerinde mahirdi.

Elleri altına aldıkları yönetimlerin ruh haritalarını iyi bilirlerdi… Kibri azdırır, sırtı sıvazlar, savaşa sürerlerdi.. Böylece kendi ellerini kirletmeden enerji havzalarını ele geçirirlerdi…

Friedman’ın Amerika’nın sesi radyosunda yaptığı röportajda dile getirdiği bu gerçekti: ‘Türkiye elini kirletmeli!’ demişti.. İran’la ve Suriye’ye karşı Türkiye’nin harekete geçmesinden bahsetmişti…

Türkiye bunun için hazırlanmıştı.. Ama son anda işler ters gitmeye başladı… O nedenle Friedman’ın bu makalesi, küresel sırtlanların kıvranmalarını anlamak için iyi bir vesile!

Friedman diyor ki ‘Suriye, İran ve Lübnan birleşik bir cephe! Ayrıca Irak da destek veriyor Suriye’ye! Üstelik Rusya ve Çin faktörü de var!’

‘Amerika’nın bölge müttefikleriyse, İsrail, Suudiler ve Türkiye!’

Burada kendi müttefikleri olarak sıraladıkları bu ülkelerde halkı hesaba katmıyorlar…Müttefik dedikleri sadece hükümetler!

Unutmasınlar! ‘MÜTTEFİK’ OLARAK GÖRÜLEN BU DEVLETLERİN HALKLARI, AMERİKA İLE İTTİFAKA KARŞI!

Bu durumda şu malum ‘uluslar arası camia’ ne halt edecek.. Proje tıkandı.. Ortadoğu böyledir… Şeytana papucunu ters giydirir..…Tam iş bitti sanırlar… Beklenmedik olaylar gelişir!

Eylül başında söylemiştim.. Silahlı müdahaleye kimse cüret edemeyecek… Soros’cuların meşhur yöntemi ‘yumuşak güç’le Suriye içten patlatılmak için harekete geçilecek… Esad’ın ordusu ve milleti bölünmezse, küresel çete içine düştüğü krizde debelenecek!

Bakın George Friedman nasıl endişeli:

‘Esad rejimi Suriye’de devam ederse, İran batı Afganistan’dan Akdeniz’e (burada Hizbullah’ı kullanarak) kadar uzanan bölgede hakim güç olarak ortaya çıkacaktır’ Buna ulaşmak için İran’ın askeri gücünü kullanması gerekmiyecek Esad’ın bu badireyi atlatması yeterli olacak.’

Friedman ‘Bunu engelleyecek olanlar: ABD, İsrail, Suudi Arabistan ve Türkiye. İran’ı engellemek için Suriye düşmeli!... Yani Esad gitmeli.. Umut: Birleşik bir Suriye ‘muhalefeti’!’

İyi de Suriye’de sözedilen güçte bir muhalefet yok ki! Bunu kendileri itiraf ediyor…

Ayrıca yazıda da belirtildiği gibi, Amerika’nın bölge müttefiklerinin durumu pek karmaşık… İsrail kendi iç meselesiyle boğazına kadar batık!

Türkiye’nin 70 milyonluk nüfusu, akrabalarıyla savaşa karşı ve hükümet çatlak…

Suudi Arabistan için için kaynıyor, Petro dolar kralları artık halkı tutamıyor…

Oyunu kurgulamaya çalışan Amerika’nın durumu hepsinden beter.. Bir yandan sallanan bir hükümet, batık bir merkez bankası, birbirinin gırtlağına çöken elitler… Ardı ardına yenilgiler alan bir Pentagon, zaman zaman arka bahçesinden habersiz istihbarat servisleri!

Peki bu durumda Suriye nasıl çökertilecek?! İran’a ne zaman sıra gelecek?.. Kırgızistan’da konuşlanan CIA nasıl orta Asya’da harekete geçip Çin sınırlarında ve Güney Asya’da ‘işi’ bitirecek!?

Küresel elitin başı ağrıyor… Zor durumda kıvranıyor!

Birleşmiş Milletler’de durum kötü. Rusya ve Çin müdahaleye karşı… Avrupa’dan çıkan sesler belli..: ‘Biz kendi burnumuzu silemiyoruz! Ne müdahalesi!’

Kala kala NATO müdahalesi kalıyor…

Friedman, bu konuda da endişeler içinde: ‘Libya’dan sonra ikinci bir Arap ülkesine, rejimi değiştirmek için yapılacak bir NATO taarruzu beklenmedik sonuçlar doğurabilir’ diyor..

Ve olası çözümü masaya koyuyor:
‘Sonuç olarak çözüm, Türkiye, Ürdün, ve Lübnan üzerinden Sünni karşıtların el altından desteklenmesi…’

Sonra ekliyor: Gülmeden okumak zor:

‘…Acaba bu bir sonuç verecek mi? Suriye istihbaratı yıllardır etken bir şekilde Sünni karşıtların içine sızmış durumda. Rejime karşı gizli bir operasyon düzenlemek güç ve bunun başarılı olabilmesi garanti değil. Yine de bundan sonraki hareket bu…’

Vah vah çok sıkışmış bunlar belli… Ama bunlar daha iyi günleri!!

HİLLARY iş üstünde..

Stratfor ve diğer batılı istihbarat ajansları gözyaşları içinde gelişmeleri izliyor… Hillary Clinton 6 Aralık’ta Cenevre’de Suriye Ulusal Konseyi lideri Burhan Gayun ile masaya oturuyor. Ve sözüm ona ‘muhalefet lideri’ne endişelerini iletiyor:

‘Suriye’deki tüm muhalifleri kapsamadığınızı düşünüyoruz.!’

Ve ACİLEN SURİYE’DEKİ TÜM REJİM KARŞITLARINI ŞEMSİYE ALTINA ALACAK YÖNTEMLER GELİŞTİRMELERİNİ İSTİYOR!

Büyükelçi ‘göreve’…

Yine aynı 6 Aralık'ta ABD, geri çektiği büyükelçisini Suriye’ye yolluyor. İçerdeki tetikçilerle yakın ‘muhabbeti’ olan büyükelçi Robert Ford ‘görevinin’ başına geçerken ABD dış işleri bakanlığı bir açıklama yapıyor: Okuyun:

‘Amerikan büyükelçisinin görevi başına dönüşü, Suriye halkına desteğini göstermek içindir!’

Büyükelçinin görevini daha ince detaylandıran Friedman gibi ‘uzmanlar’ Suriye’deki Amerikalı görevli ve onlara bağlı çalışan ‘muhalefete’ 3 alanda yoğunlaşmalarını söylüyor:

1) Suriye’de muhalefet bir bütünlük arzetmiyor ve Esad’ı düşürecek bir planlamadan yoksun. Ayrıca Esad sonrasını yürütecek güç ve meşruluktan da uzak görünüyor.

2) Suriye’de muhalefet, ‘lojistik destek alacak, onları depolayacak, gerekli saldırıları mümkün kılacak bölgelere sahip değil…

3) Suriye halkından ‘Uluslar arası camia’ ya ‘müdahale’ imkanı verecek güçlü bir ses yükselmiyor...

Ve Türkiye, ‘Suriye’ye müdahale’ söyleminden giderek uzaklaşıyor! Türkiye, gerek kendi topraklarına akacak bir mülteci sorunuyla karşılaşmaktan, gerek Suriye ile ilişkinin bozulmasından kaynaklanan ekonomik sonuçlardan, gerek, terör sorunuyla daha güçlü karşılaşacağından korkuyor.. Anlaşılan o ki Türkiye, batıdan askeri ve mali yardım olmadan Suriye’ye ‘müdahale’yi düşünmüyor…’

Vah vah demiştim ya… Arap Ligine toplanan 3-5 kukla da işe yaramıyor.. Arap devletlerinin tümünün rızası da alınamıyor.. Her yerde işler ters gidiyor…

Batı batık… Ve ‘nadasa bıraktıkları’ Suriye’de kiraladıkları kuklalar birbiriyle dalaşıyor... Güvendikleri dağlara da kar yağdı.. Tüm bunlar, yere sağlam basan Suriye halkı ve akrabaları TÜRK MİLLETİNİN DİRENİŞİNİN DE BAŞARISI!

Friedman’ın makalesini dikkatle okuyun..( http://www.guncelmeydan.com/pano/suriye-iran-ve-ortadogu-da-kuvvetler-dengesi-george-friedman-t30019.html )

Hep söylüyorum:

Arada İYİ ŞEYLERİ DE GÖRMELİ DUYMALI!...:)

Banu AVAR,10 Aralık 2011
banuavar@superonline.com
Kaynak: http://www.banuavar.com.tr/?pg=articles&id=137

Suriye iç savaşının oyun kurucusu Ankara
Alptekin DURSUNOĞLU
28/11/2011



Suriye iç savaşının oyun kurucusu AnkaraEl-Cezire’nin “İslam dünyasının Kissinger’i” nitelemesinden büyük keyif aldığı görülen Davutoğlu, Suriye’ye yönelik bir uluslar arası müdahale için zemin yaratmaya yönelik bu adımlarını “Suriye halkını kaderine terk etmeme” gerekçesiyle izah etmeye çalışıyor.

ABD ve müttefikleri kitleselliğinden ve hızlı bir şekilde sonuçlanmasından dolayı Tunus ve Mısır devrimlerini önleme ya da bu ülkelerdeki isyanları yönetme fırsatını ve imkanını bulamamıştı.

Buna karşın Bahreyn ve Yemen’deki iç şartlar ve bölgesel dinamikler ABD ve müttefiklerine, bu ülkelerdeki isyanların devrimle sonuçlanmadan aşamalı olarak kontrol altına alınmasına imkan ve fırsat yarattı.

Bahreyn’de çoğunluktaki Şii halkın, azınlıktaki Sünni krallığa “meşruti monarşi” talebiyle başlattığı protesto gösterileri, “İran kışkırtmasıyla başlatılan taifeci bir isyan” olarak yansıtılarak, Bahreyn halkı yalnızlaştırıldı ve Halife iktidarının halkı sindirme zemini güçlendirildi.

Yemen’de ise kuzey-güney ve kabile çelişkileri kullanılarak Ali Abdullah Salih’in fiziksel varlığını ve rejimin bölgede oynadığı rolü garanti altına alan bir yumuşak geçiş formülü bulundu.[1]

Tunus ve Mısır’da devrim sonrasında kurulacak yeni siyasi yapıların belirlenmesi sürecinde Washington’la partner rolünü bu ülkelerdeki siyasi ve askeri bürokrasi üstlendi.

Bahreyn’de isyanın devrimle sonuçlanmasını önleme, Yemen’de ise rejimin bölgesel rolünü garanti eden bir yumuşak geçiş formülü üretme konusunda Amerika’ya Körfez İşbirliği Örgütü paravanını kullanarak Suudi Arabistan eşlik etti.

Washington için tehdidi fırsata dönüştüren devrim

Tunus, Mısır, Yemen ve Bahreyn konularında kriz yönetimi politikası uygulamak zorunda kaldığı için defansif bir pozisyona sürüklenen ABD ve müttefikleri, Libya devrimi ile konumunu ofansife, tehdidi fırsata dönüştürme imkanı elde etti.

Çünkü Kaddafi rejimine karşı Bingazi’den başlatılan başarısız darbe girişimini NATO desteğiyle devrime dönüştüren ABD ve müttefikleri, sadece Libya’da yeni siyasi yapıyı belirleme ve bu ülkenin doğal zenginliklerini paylaşma konusunda değil, bu devrimi çıkarlarıyla çatışan Suriye gibi ülkelerde de bir model olarak kullanma konusunda eşsiz bir fırsat ele geçirdi.

Irak tecrübesinden sonra bölgeyle ilgili adımlarını tek taraflı olarak atmaktan kaçınan Amerika, Libya konusunda benzersiz bir grup çalışması örneği sergiledi.

Libya’daki NATO devrimine Kaddafi rejiminin bir numaralı ticari partneri olan Çin’in Güvenlik Konseyi’nde ses çıkaramamasında ve bölge halklarının coşkulu bir destek vermesinde; Katar, Birleşik Arap Emirlikleri ve Türkiye gibi bölge ülkelerinin Batılıları gizleyen paravan rolünün etkisi oldu.

Libya’daki çok uluslu devrimin en önemli bölgesel aktörü olan Katar, bu devrime verdiği askeri, siyasi, mali destek ve el-Cezire aracılığıyla edindiği psikolojik üstünlükle, Libya’daki yeni yönetimin belirlenmesinde, çok avantajlı bir konum elde etti.

NATO’nun görev süresinin BM tarafından sona erdirilmesinden sonra Libya’da aralarında ABD, İngiltere ve Fransa’nın da bulunduğu 13 ülkeden oluşan çok uluslu güce komuta etmeye başlayan Katar, Arap Birliği dönem başkanı sıfatıyla bu rolünü Suriye’de de oynamak istediğini ortaya koydu.

Libya’daki darbe girişiminin henüz çok uluslu bir devrim sürecine dönüşmediği sıralarda Bingazi ile Trablus’u uzlaştırmak için arabuluculuk rolüne soyunan ve el-Cezire ile Fransa’nın isyancılar üzerindeki nüfuzunu Bingazi konsolosluğu basıldığı zaman fark eden Türkiye, şu an Libya ve Suriye konusunda Katar’la birlikte çalışıyor.

Libya’da Katar’ın gerisinde kalsa da Türkiye’nin yakın döneme kadar Suriye ile olan yüksek profilli ilişkileri, uzun sınırı, NATO üyeliği ve henüz Tel Aviv’i de Washington’u da ciddi şekilde rahatsız etmeyen İsrail’le sürdürdüğü kontrollü gerginliği sebebiyle Ankara’nın Şam konusunda Katar’dan daha avantajlı olduğu söylenebilir.

Binaenaleyh, Libya devrimi ile Suriye’de yaşanan gelişmeler konusunda attıkları aşağıdaki adımlar dikkate alındığında Ankara ile Doha’nın, Libya ve Suriye konularında rekabete değil, işbirliğine dayalı politika izledikleri görülüyor.

1- Katar, ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Jeffrey Feltman’ın girişimiyle Suriye’deki devrime liderlik etmesi için, bir Ulusal Geçiş Konseyi kurulmasını sağlamak üzere 8 Eylül’de Suriyeli muhalifleri Doha’da bir araya getirdi.[2]

2- Katar’da toplanan Suriyeli muhalifler, 15 Eylül’de İstanbul’da devrime liderlik edecek Ulusal Geçiş Konseyi kurdu. Amerika konseye destek vererek tüm muhalif grupların koordinasyon içinde olması gerektiğini açıkladı. BM Genel Sekreteri, şiddeti sürdürmesi halinde Şam yönetimine karşı uluslar arası alanda harekete geçilmesi çağrısında bulundu.[3]

3- Türkiye’ye sığınan Özgür Suriye Ordusu adlı silahlı grubun Lideri Riyad Esed, “vatandaşların korunması” gerekçesiyle 17 Kasım’da askeri konsey kurduklarını açıkladı.[4]

4- 25 Kasım’da Libyalı devrimciler ile Suriyeli muhaliflerin İstanbul’da bir toplantı yaptıkları, Türk yetkililerin de hazır bulunduğu toplantıda Libya’dan Suriyeli muhaliflere silah ve gönüllü savaşçı gönderilmesi konularının görüşüldüğü açıklandı.[5]

5- İsrail’den yayın yapan Debka internet sitesi, Katar ve Türkiye’nin hava yoluyla Libya’dan Suriye’ye silah ve gönüllü savaşçı naklettiğini duyurdu ve bununla 25 Kasım’da Humus’ta düzenlenen ve 7’si pilot 11 Suriye askerinin öldürülmesiyle sonuçlanan saldırı arasındaki bağlantıya dikkat çekti.[6]

6- Yine 25 Kasım’da Afganistan’a savaşçı olarak giden Libya devriminin komutanlarından Abdulhakim Belhac’ın sahte pasaportla Türkiye’ye gelmek isterken, havaalanını kontrolü altında tutan rakip bir grup tarafından tutuklandığı ve Libya Ulusal Geçiş Konseyi Başkanı Mustafa Abdulcelil’in Belhac’ın serbest bırakılması için devreye girdiği açıklandı.[7]

7- Tutuklanmasıyla Suriye konusundaki operasyonun deşifre olmasına sebep olan; ancak Mustafa Abdulcelil’in aracılığıyla Türkiye’ye gelen Abdulhakim Belhac’ın Türkiye’ye gelerek Türkiye destekli Özgür Suriye Ordusu adlı milis grubun liderleriyle görüştüğü açıklandı.[8]

8- Dönem Başkanlığını Katar’ın yaptığı Arap Birliği, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun “özel davetli” olarak katıldığı Kahire’deki toplantısında Suriye’ye yaptırım uygulanmasını öngören 14 maddelik kararını açıkladı.[9]

9- Suriyeli muhaliflerin yayın organı Sooryoon.net, güvenilir kaynaklara dayandırdığı haberinde Libya Ordusu'nu temsil eden üst rütbede yetkililerin Türkiye'de Türk temsilcilerin de katılımıyla Özgür Suriye Ordusu komutanlarıyla görüşmeler gerçekleştirdiğini, üç taraf arasında yapılan anlaşmaya göre bir kaç gün içinde silah ve mühimmat yüklü bir geminin Türkiye limanına göndereceğini ve Beşşar Esed yönetimi düşene kadar bu askeri desteğin sürdürüleceğini bildirdi.[10]

Fransa Dışişleri Bakanı Alain Juppe’nin girişimiyle gündeme gelen Suriye halkı için “insani yardım koridoru” açılması planıyla birlikte ele alınması gereken bu gelişme, Türkiye’nin Suriye konusunda sadece Katar’la değil, Libya konusunda ciddi şekilde ters düştüğü Fransa ile de sıkı bir işbirliği içerisinde olduğunu gösteriyor.

Yukarıdaki gelişmeler, bölgede “oyun kurucu” olduğunu iddia eden Ankara’nın Suriye’yi iç savaşa götüren süreçteki oyun kuruculuğunu teyit ediyor.

El-Cezire’nin “İslam dünyasının Kissinger’i” nitelemesinden büyük keyif aldığı görülen Davutoğlu, Suriye’ye yönelik bir uluslar arası müdahale için zemin yaratmaya yönelik bu adımlarını “Suriye halkını kaderine terk etmeme”[11] gerekçesiyle izah etmeye çalışıyor.

Ancak Suriye gerekçesini inandırıcı bulanların, Davutoğlu’na çözüm ihalesi Körfez İşbirliği Örgütü paravanıyla Suudi Arabistan’a bırakılan Yemen ve Bahreyn “halklarının kaderiyle” ilgili fikrini de sorması gerekiyor.

alptekindursunoglu@gmail.com


[1] http://www.trt.net.tr/Haber/HaberDetay.aspx?HaberKodu=396e9dc3-66eb-46ab-ad58-189612a6fbb7

[2] http://www.hurriyet.de/haberler/dunya/992823/suriyeli-muhalifler-temaslarda-bulunacak

[3] http://www.voanews.com/turkish/news/Suriyeli-Muhalifler-stanbulda-Konsey-Kurdu-129886053.html

[4] http://yenisafak.com.tr/Politika/?i=351480

[5] http://www.telegraph.co.uk/news/worldnews/middleeast/syria/8917265/Libyas-new-rulers-offer-weapons-to-Syrian-rebels.html

[6] http://www.debka.com/article/21519/

[7] http://www.telegraph.co.uk/news/worldnews/africaandindianocean/libya/8916831/Libyan-Islamist-leader-detained-as-tensions-grow-between-rival-factions.html

[8] http://israhaber.com/libyali-balhac-ozgur-suriye-ordusu-komutaniyla-gorustu-13721-haberi.html

[9] http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1207187&title=sama-ekonomik-ambargo

[10] http://israhaber.com/libyadan-suriyeli-devrimcilere-silah-yuklu-gemi-gonderiliyor-13722-haberi.html http://www.sooryoon.net/?p=39327

[11] http://skyturk.net/haber/suriye-halkini-kaderine-terk-edemeyiz-dunya-51342.html

Kaynak: http://www.yakindoguhaber.com/YD321_suriye-ic-savasinin-oyun-kurucusu-ankara.html

Rusya'dan Sürpriz Hamle...
23 Aralık 2011



ABD, Suriye'ye karşı BM Güvenlik Konseyi'ni harekete geçirmeye çalışırken, hiç beklemediği bir hamleyle karşılaştı...

Rusya, NATO'nun saldırıları sırasında Libya'da meydana gelen sivil ölümleri soruşturmak üzere Konsey'e tasarı sundu.
Rusya'nın Birleşmiş Milletler Daimi Temsilcisi Vitali Çurkin, NATO'ya askeri operasyon yetkisi veren Birleşmiş Milletler'in, meydana gelen sivil ölümleri soruşturmaya yetkili olduğunu iddia etti.
Amerika Birleşik Devletleri'nin Rusya'nın girişime tepkisi ise sert oldu.
Girişimi 'ucuz bir manevra' olarak nitelendiren Amerikan temsilci Susan Rice, Moskova'yı Suriye'ye odaklanan dikkatleri dağıtmaya ve NATO'nun Libya'da gösterdiği başarıyı gölgelemeye çalışmakla suçladı.
TRT

Suriye'deki cenaze törenlerinde Esad'a büyük destek
24 ARALIK 2011



Suriye'nin başkenti Şam'da dünkü çifte saldırıda ölen 44 kişi için düzenlenen cenaze törenine binlerce kişi katıldı ve Cumhurbaşkanı Beşar Esad'a büyük destek verildi.
Cenazeye katılanların ellerinde Baas Partisinin bayraklarıyla Beşar Esad'ın resimlerinin bulunduğu görüldü.

Cenazeye katılanların tören sırasında "Amerika'ya Ölüm", "Canımız ve kanımız sana feda olsun Beşar" gibi sloganlar attıkları gözlendi.

Tören sırasında İmam Said el-Buti, "bu saldırıların Arap Birliği'nin gözlerindeki peçeyi kaldırmasını ve böylece, kimin katil, kimin kurban olduğunun görülmesini umduğunu" söyledi.

Diyanet İşlerinden sorumlu bakan Abdül Sattar el-Sayyid de, Hristiyan ve Müslüman liderlerden geldiğini belirttiği bir mesajı aktardı. El-Sayyid'in okuduğu mesajda, "Biz, Suriye halkını, ülkenin bir hedef olarak seçildiğini idrak etmeye çağırıyor; bu komplo karşısında halkın yanında olduğumuzu vurguluyoruz. Biz her türlü aşırı akımı reddediyoruz."deniliyor.

Cenazeye katılanların tören sırasında "Amerika'ya Ölüm", "Canımız ve kanımız sana feda olsun Beşar" gibi sloganlar attıkları gözlendi.

Tören sırasında İmam Said el-Buti, "bu saldırıların Arap Birliği'nin gözlerindeki peçeyi kaldırmasını ve böylece, kimin katil, kimin kurban olduğunun görülmesini umduğunu" söyledi.

Diyanet İşlerinden sorumlu bakan Abdül Sattar el-Sayyid de, Hristiyan ve Müslüman liderlerden geldiğini belirttiği bir mesajı aktardı. El-Sayyid'in okuduğu mesajda, "Biz, Suriye halkını, ülkenin bir hedef olarak seçildiğini idrak etmeye çağırıyor; bu komplo karşısında halkın yanında olduğumuzu vurguluyoruz."deniliyor.


_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Cmt Mar 24, 2012 11:46 pm tarihinde değiştirildi, toplam 7 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Pzr Arl 11, 2011 9:27 pm    Mesaj konusu: Beşar Esad'ın kıyamet senaryosu Alıntıyla Cevap Gönder

“Arap Baharı” ve kamu diplomasisi, sefil siyasetten siyaset sefilliğine
Alptekin DURSUNOĞLU
12/12/2011



“Arap Baharı” ve kamu diplomasisi, sefil siyasetten siyaset sefilliğinePadişahın “bir ok attım kebap oldu” sözünden bin bir hikmet çıkarmaya çalışan kamu diplomasisinin maaşlı memurları ve Ankara’nın İsrail söylemini ve Suriye politikalarını dini argümanlarla süsleyip savunan meczup çevreler, siyasi analiz düzeyi bakımından son derece eğlenceli örnekler sunuyorlar.



Bir devletin, özellikle de dış politika alanındaki karar alma süreçlerini etkileyen en önemli faktör, o devletin Grand stratejisine bağlı olarak tanımladığı jeopolitik çıkarlarıdır.

Ülkedeki kültürel, ekonomik, siyasi, diplomatik ve askeri yapılanmaya ve işleyişe yön veren Grand strateji; devletin kurucu iradesine, tarihsel birikimine ve medeniyet tercihine dayalı olarak kurgulandığı için devletin kolektif aklını temsil eder ve dönemsel olarak devleti yönetenlerin kişisel veya ideolojik tercihlerine göre kolayca değiştirilemez.

Bu yüzden devletlerin Grand stratejisinde köklü değişik, ancak devrimlerle mümkün olabilmekte; hatta kimi devrimler bile, devirdikleri düzenin Grand stratejisini kendi ideolojisini ve söylemini katmaktan başka hiçbir değişiklik yapmadan aynen devam ettirebilmektedir.

Binaenaleyh İran İslam Devrimi, devletin Grand stratejisini kökten değiştiren; Bolşevik Devrimi ise önceki rejimin Grand stratejisini yeni ideolojik söyleme göre yeniden üreten devrimlere örnek olarak gösterilebilir.

Devletlerin sadece kültürel, siyasi, ekonomik ve askeri yapısını değil, diplomatik ilişkilerini ve diğer devletlerle kurduğu ittifak ilişkisini de belirleyen ana unsur Grand strateji olduğu için, devletlerin uluslar arası gelişmelere ilişkin politik tutumlarının doğru okunması, onların söylemlerini değil, Grand stratejilerini temel alan bilimsel siyasi analizlerle mümkündür.

Kamu diplomasisi, devleti hayır kurumu gibi gösterme sanatı

İletişimin ve sivil toplumun siyasi hayatta ciddi oranda belirleyici olmaya başlaması, “kamu diplomasisi” adı verilen yeni bir diplomasi türünün reel diplomasiyi destekleyen güçlü bir araç olarak öne çıkmasına neden oldu.

20. Yüzyılın ortalarına kadar “devletlerin devletlerle ilişkisi”ne dayanan geleneksel diplomasi, artık “devletlerin toplumlarla ilişkisi”ne dayanan kamu diplomasisi ile desteklenerek etkili kılınmaya çalışılıyor.

Soğuk Savaş döneminde Doğu Bloğunun komünist ideolojiyi yaymak, Batı Bloğunun da bunun yayılmasını önleyip liberal demokrasiyi yaygınlaştırmak için kültür, medya ve sivil toplum alanında attığı adımlar, birer kamu diplomasisi çalışmasıydı.

Jeopolitik çıkarların açıkça öne çıktığı devletin devletlerle ilişkisini esas alan “reel diplomasinin” aksine, devletin toplumlarla ilişkisini esas alan “kamu diplomasisinde”, jeopolitik çıkarları dikkatlerden gizleyen “söylem”ler öne çıkarılır.

Reel diplomasinin “jeopolitik çıkar”, “milli menfaat”, “ekonomik veya siyasi kazanım” gibi hedeflerin yerine, kamu diplomasisinde, “insan hakları”, “demokrasi”, “barış”, “adalet” “özgürlük” ve “kardeşlik” gibi kavramlara dayalı söylemler vurgulanır.

Ancak devletin toplumlarla ilişkisini düzenleyen ve devletin “yumuşak gücünü” (soft power) temsil eden kamu diplomasisi, devletin devletlerle ilişkisini düzenleyen ve devletin “sert gücünü” (hard power) temsil eden reel diplomasisini etkili kılmak için kullanılan bir araçtan ibarettir.

Dolayısıyla, bir devletin herhangi bir uluslar arası gelişmeyle ilgili olarak sergilediği davranış, o devletin kamu diplomasisi çerçevesindeki söylemleri değil, bunu reel diplomasisinde bir kazanıma dönüştürmek için uyguladığı politikaları ve eylemleri esas alınarak değerlendirilebilir.

Böylesi bir değerlendirme ise propaganda metinleriyle değil, ancak bilimsel siyasi analizlerle mümkündür.

Siyasi analiz ile propaganda metninin farkı

Siyasal analiz, verili şekliyle köşe yazılarından, propaganda metinlerinden, söylevlerden farklı bir şeydir. Bilimsel bir disiplin gerektirir. Siyasi analist incelediği malzeme konusunda seçici davranmamaya azami ölçüde riayet etmeye çalışan kişidir. Siyasi analizin başarısı, zengin nesnel veriler sunmasına, bu verileri tutarlı bir şekilde açıklamasına, özgün kavramlaştırmalar yapmasına ve öngörülerde bulunmaya yardımcı olacak sonuçlar üretmesine bağlıdır.

Propagandametinleri ise konunun nesnel verilerle anlaşılması, bunların sebep sonuç ilişkilerine dayalı olarak açıklanması ve özgün bir kavramsal çerçeve içerisinde tanımlanması gibi süreçlerle ilgilenmez, yalnızca seçtiği taraf doğrultusunda okuyucusunu yönlendirmeye çalışır.

Bu yüzden de nesnel veri, mantık ve iç tutarlılıkla akla seslenen siyasi analizin aksine propaganda metinleri, karşı tezi suçlamaya ve okuyucuyu karşı tezi savunanlara karşı kışkırtmaya dayalı argümanlarla duygulara hitap eder.

Siyasi analist, kullandığı bilimsel yöntem gereği incelediği konuyu kendi özgün şartları, benzerleriyle ilişkisi, sahip olduğu boyutları ve ortamına etkileri bakımından neye tekabül ettiğini anlamak için somut birtakım parametrelerle parçalara ayırır.

Ayrılan her bir parçanın birbiriyle ve bütünle ilişkisini belirler, parçaları kategorilere ayırır ve kategorilerin birbiriyle ve dış çevreyle olan etkileşimine ilişkin sonuçlara ulaşır.

Propagandacıise konunun parçalanmasından yani analizinden hoşlanmaz. Konuyu tek bir duygusal boyut ve tek bir başlık altında tutmaya çalışır, bir yandan konuyla ilgili yapacağı propaganda için sloganlar üretirken diğer yandan da karşı tezi savunanları suçlayacak argümanlar bulmaya çalışır.

“Arap Baharı” kamu diplomasisi ve propaganda düzeyine indirgenen siyasi analiz

Tunus, Mısır ve Libya’da tamamlanan; Yemen, Bahreyn ve Suriye’de ise siyasi bunalım halinde devam eden isyanlar yaygın olarak “Arap Baharı” tamlamasıyla isimlendiriliyor.

“Arap Baharı” tamlamasının tamlayanı, gelişmelerin Arap coğrafyasında yaşanmasından dolayı nesnel bir durumu ifade etse de, “bahar” gibi olumlu çağrışımlar içeren bir kelimenin tamlanan olarak seçilmesi zihinleri yönlendirici öznel değerler taşıması bakımından propaganda niteliği taşıyor.

Çünkü Arap ülkelerinde yaşanan isyanların ve siyasi çalkantıların nasıl sonuçlanacağına ilişkin ciddi belirsizlikler bulunmasına rağmen “Arap Baharı” isimlendirmesiyle zihinlerin iki şekilde yönlendirilmesi hedefleniyor:

1- Doğanın baharla birlikte yeniden dirilmesi ve hayat bulması gibi, Araplar da bu isyanlarla birlikte yeniden dirilmektedir, dolayısıyla da bölgeyi güzel bir gelecek beklemektedir.

2- Şu an altı faklı Arap ülkesinde yaşanan gelişmeler, tek bir isim altında toplanabilen tek bir durumdan ibarettir.

Halbuki Arap ülkelerinde yaşanan gelişmeler, Tunus, Mısır ve Libya gibi ülkelerde yönetici değişiklikleriyle sonuçlanmış olsa da yeni siyasal yapıların henüz şekillenmemiş olması bakımından hala tamamlanmamış süreçlerdir.

Dolayısıyla bu ülkelerdeki süreçler tamamlandığında bölge halklarının bir hazana mı yoksa bahara mı uyanacakları şimdilik meçhuldür.

Öte yandan şimdilik altı farklı Arap ülkesinde yaşanan gelişmeler tek bir isim altında toplanamayacak ölçüde birbirinden farklı şartlara, aktörlere ve uluslar arası etkilere sahiptir.

Binaenaleyh isyanlara ve siyasi bunalımlara sahne olan Tunus, Mısır, Libya, Yemen, Bahreyn ve Suriye’nin; dolayısıyla da bölgenin ve uluslar arası ilişkilerin geleceğine ilişkin öngörülerde bulunabilmek için bu ülkelerdeki sürecin şu parametrelere göre kategorilere ayrılması ve analiz edilmesi gerekmektedir.

1- Bu ülkelerin siyasi yapısı,

2- Devrilmek istenen yönetimlerin bölgesel ve uluslar arası ittifakları,

3- Bu ülkelerdeki siyasi yapıları değiştirmek isteyen aktörlerin yapısı, talepleri ve hedefleri,

4- Bu ülkelerdeki siyasi yapıları değiştirmek isteyen aktörlerin ideolojileri, bölgesel ve uluslar arası güçlerle ilişkileri.

Söz konusu Arap ülkelerini yukarıdaki parametrelere göre analiz ettiğimizde yalnızca birinci parametre, bu ülkelerin tümünü aynı kategoriye yerleştirmemize imkan vermektedir.

Çünkü Bahreyn gibi adı krallık, Tunus, Mısır, Suriye ve Yemen gibi adı cumhuriyet de olsa bu ülkelerin tamamı, demokratik katılımı ve çoğulculuğu önleyen totaliter ve otoriter bir siyasi yapıya sahiptir.

Diğer üç parametreye göre yapılacak bir analiz sonucu tümünün tek bir kategoride toplanması mümkün olmamasına rağmen, meseleye kamu diplomasisi açısından yaklaşan devletler ve onların propaganda uzantıları sadece birinci parametreyi vurgulayarak ve bundan “insan hakları” kavramına dayalı bir ahlaki sonuç çıkararak meseleyi diğer parametrelere göre değerlendirdiği için farklı sonuçlara ulaşanları suçlamaya çalışıyorlar.

Örneğin Suriye konusunda birinci parametreye dayanarak insan haklarından ve demokrasiden yana olmak şeklinde bir ahlaki sonuç çıkaranlar, Suriye meselesinin diğer üç parametreye göre analizinden ve bunlar üzerinden ahlaki sonuçlar çıkarmaktan özenle kaçınıyorlar.

Suriye’de yaşanan gelişmeleri yalnızca birinci parametreye göre değerlendirenler, diktatörlükten değil, halkın demokratik haklarından yana olmak ve bu ülkede devrimi desteklemek şeklinde bir ahlaki sonuç çıkarırken; Bahreyn’de halkın çoğunluğu ile yönetici sınıfın mezhep çelişkisi ve Bahreyn rejiminin uluslar arası ittifak sistemi içerisindeki konumunu gibi parametreleri göz önünde bulundurarak rejimin korunması yönünde bir “ahlaki sonuç” çıkarabilmektedir.

Öte yandan Suriye meselesini, ikinci parametreye göre değerlendirmekten özenle kaçınanlar, buna mecbur kaldıklarında, “Direniş ekseninin” olmadığını, Suriye’nin aslında İsrail’le danışıklı dövüş yaptığını, Filistin davasının hamisi değil, haini olduğunu vs. ispata girişiyorlar.

Suriye’de yaşananları üçüncü ve dördüncü parametrelere göre değerlendirmeleri gerektiğinde ise birinci parametreye atıf yaparak silahlı mücadeleden, dış müdahaleye kadar amaca ulaşmada her türlü yöntemi meşru gösteren bir “ahlaki sonuç” çıkarabiliyorlar. Hatta bu ülkede tüm bölgeyi sarabilecek bir iç savaş çıkarmayı göze alarak rejim karşıtı silahlı gruplara silah ve militan desteği sağlayabiliyorlar.

Şam yönetimini halkın haklarını elde edeceği siyasi reformlara teşvik etmekle birlikte ikinci, üçüncü ve dördüncü parametrelere dayalı analizler sonucu Suriye’nin bölgesel rolünün korunmasını savunan ve bu ülkenin iç savaş ve dış müdahale ile istikrarsızlaştırılmasına karşı çıkanları Şam yönetiminin “suç ortağı” olmakla suçlayabiliyorlar.

Sefil siyasetten siyaset sefilliğine

Körfez İşbirliği Örgütü aracılığıyla yumuşak geçiş için üretilecek çözümün Suudi Arabistan’a bırakıldığı Bahreyn ve Yemen konularında hiçbir girişimde bulunmayan ABD, Avrupa veTürkiye, Suriye’de yaşanan sorunu salt bir insan hakları ve demokrasi sorunu olarak göstermeye çalışıyor.

Amerika, Tunus ve Mısır’ı Bin Ali ve Mübarek dönemindeki jeopolitik mihverinde tutmaya devam etmek için bu ülkelerdeki yeni siyasi yapıyı Mısır’da askeri, Tunus’ta da siyasi bürokrasi aracılığıyla yönlendirmeye çalışırken tüm bölgeye model olarak sunulan Türkiye, bu ülkelerdeki İslamcı gruplara laik anayasanın İslam’la çelişmediğini anlatıyor. Tunus ve Fas’taki İslamcı partiler Türkiye yönetimini rol model olarak gördüklerini izhar ederek uluslar arası sisteme güven vermeye çalışıyor.

İsrail’le olan 1.5 milyar dolarlık ticaret hacmini 4 milyar dolar seviyesine çıkaran Ankara’nın reel diplomasisi ortadayken Türkiye’nin İsrail’e yönelik -Tel Aviv’i ve Washington’u reel diplomaside hiç de rahatsız etmeyen- “sert söylemi” üzerine kurduğu kamu diplomasisi Arap sokaklarını fethediyor.

Başbakan Erdoğan, Katar’da düzenlenen Medeniyetler İttifakı konferansına gönderdiği görüntülü mesajında “Ortadoğu’da devlet terörü devam ettikçe, uzlaşma çabaları sabote edildikçe, masum çocukların üzerine bomba yağdıkça, masum insanlar açık hava hapishanelerinde tutsak oldukça, barış ufukta gözükmeyecektir.” diyerek İsrail’i “Aynı şekilde, yine Ortadoğu-da, kendi halkına kurşun yağdıran, kendi halkını topyekun katleden, her türlü muhalif görüş ve harekete tahammülsüzlük gösteren diktatörler oldukça da huzur ve istikrar sağlanamayacaktır."[1] diyerek de Suriye’yi hedef alan söylemiyle hem Arap sokaklarını hem de Batılı başkentleri memnun eden bir “kamu diplomasisi” örnekliği sergiliyor.

Filistin sorununun çözümünü iki devletli çözümde gören[2], Filistin direnişine silah bırakma çağrısı yapan Ankara’nın,[3] reel diplomaside İsrail’le çelişkisi yalnızca Netanyahu kabinesiyle sınırlı. Buna rağmen, Ankara’nın kamu diplomasisi propagandacıları, İsrail’i tanıyan bölge ülkeleri kadar İsrail’in varlığını reddeden Direniş eksenini de Camp David düzenini yaşatmaya çalışmakla suçlayıp Ankara’nın pozisyonunu özgün bir model olarak sunuyor.

Ankara’nın kamu diplomasisi propagandacıları Hamas’ı ustaca dikkatlerden gizleyerek İran ve Hizbullah’ı Suriye konusunda İsrail’le paralel düşmekle suçlayıp “Batı ile Arap Baharının arzuladığı onurlu bir ilişkiyi tesis eden, İsrail'e hesap soran bir Türkiye gerçeğinin göz ardı edildiğini”[4] savunuyor.

Kuşkusuz her devlet gibi Türkiye’nin de bölgesel gelişmelerle ilgili ortaya koyduğu kamu diplomasisiyle, süreçleri kendi jeopolitik çıkarları, yani reel diplomasisi doğrultusunda yönlendirmeye çalışmasında yadırganacak hiçbir şey yok.

Ancak padişahın “bir ok attım kebap oldu” sözünden bin bir hikmet çıkarmaya çalışan kamu diplomasisinin maaşlı memurları ve Ankara’nın İsrail söylemini ve Suriye politikalarını dini argümanlarla süsleyip savunan meczup çevreler, siyasi analiz düzeyi bakımından son derece eğlenceli örnekler sunuyorlar.



alptekindursunoglu@gmail.com




[1] http://bugun.com.tr/haber-detay/177867-erdogan-konustu-alkis-koptu-haberi.aspx

[2] http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2011/11/111123_gul_wiltonpark.shtml

[3] http://siyaset.milliyet.com.tr/-/fikret-bila/siyaset/siyasetyazardetay/27.01.2009/1052202/default.htm

[4] http://www.sabah.com.tr/Perspektif/Yazarlar/ozhan/2011/11/26/ortadogunun-siyasal-turnusolu-suriye

Kaynak: http://www.yakindoguhaber.com/

GENEL KURMAY:"HARBE HAZIRLIK DURUMU DEĞERLENDİRİLDİ"
15.12.2011



YAŞ toplantısı sonrası Genelkurmay'dan yapılan açıklamada, harbe hazırlık durumunun değerlendirilidği belirtilerek ihtiyaçların belirlendiği ifade edildi...

Genelkurmay Başkanlığından yapılan açıklamada, Yüksek Askeri Şura Olağan Toplantısı'nda, iç güvenlik harekatı ve hudut güvenliğine yönelik Türk Silahlı Kuvvetlerinin icra ettiği faaliyetlerin görüşüldüğü, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin harbe hazırlık durumunun incelenerek, bu kapsamda ortaya çıkan ihtiyaçlarla bu ihtiyaçları karşılamak için alınan tedbirlerin değerlendirildiği bildirildi.

İşte iki maddelik o açıklama:

a.İç güvenlik harekâtı ve hudut güvenliğine yönelik Türk Silahlı Kuvvetlerinin icra ettiği faaliyetler görüşülmüş,

b. Türk Silahlı Kuvvetlerinin harbe hazırlık durumu incelenerek, bu kapsamda ortaya çıkan ihtiyaçlar ile bu ihtiyaçları karşılamak için alınan tedbirler değerlendirilmiştir.
haber1001

Beşar Esad'ın kıyamet senaryosu
11.12.2011
Kimyasal silah kozunu kullanmaya hazırlanan Esad rejimi, 600 ton kimyasal silahı füze başlıklarına monte etti.



Uluslararası toplumun ambargo kararları ile izole ettiği Suriye'nin son olarak kimyasal silah kozunu kullanmaya hazırlandığı ortaya çıktı. Geçen hafta füze tatbikatı ile gövde gösterisi yapan Şam, baba Esad döneminden bu yana stokta tuttuğu 600 ton kimyasal silahı füze başlıklarına monte etti. Bu kararın, Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad başkanlığında iki hafta önce yapılan ve üst düzey askerlerin katıldığı toplantıda alındığı belirtildi. Ülkenin kuzeybatısında bulunan Essefir tesislerinde bir süredir kimyasal silah üretim çalışmasının yapıldığı da belirlendi. İddiaya göre Suriye'nin elinde nörotoksik gazlar, VX, sarin, tabun ve hardal gazı bulunuyor.

21 FIRLATMA RAMPASI
SABAH'ın aldığı bilgiye göre; kimyasal silahlar ağırlıklı olarak başkent Şam ve çevresindeki askeri tesislerde bulunuyor. Silahların menzili, Türkiye'yi de kapsayacak şekilde güvenli bölgelere kaydırıldı. Bu çerçevede 21 fırlatma rampası da sınır bölgelerine konuşlandırıldı. Kimyasal başlıklı füzelerin menzilinin bin 300 kilometreye kadar çıkabileceği tespit edildi. Suriye yönetiminin ayrıca dışarıdan gelebilecek saldırılara karşı da kendi füze savunma sistemini oluşturduğu belirlendi. Beşar Esad'ın 14-15 Kasım'da askeri kurmaylarıyla yaptığı toplantıya, Türkiye ve Irak sınır bölgelerini koruyan 3'üncü Ordu'daki üst düzey generaller de katıldı. Merkezi Halep'te bulunan 3'üncü Ordu Komutanlığı'na kimyasal silah üretim tesisleri ile füze üretim ve fırlatma rampalarını koruma görevi verildiği ifade edildi.

RUSYA'DAN 3 MİLYON MASKE
Şam yönetimi ile yakınlaşma stratejisi ile gündeme gelen ve Akdeniz'e donanma gönderen Rusya'nın malzeme yardımında bulunduğu belirlendi. Rusya'nın Suriye'ye 3 milyon adet gaz maskesi teslim ettiği belirlendi. Bu maskelerin çoğu Esad yanlısı asker ve güvenlik görevlileri ile Şam yönetimindeki etkin isim ve ailelerine dağıtılacak. Maske dağıtımı için ise özel bir ekip oluşturuldu ve dağıtım ay sonunda tamamlanacak. Öte yandan Şam yönetiminin hava kuvvetleri bünyesinde intihar filoları oluşturduğu iddia edildi. Suriye'nin elindeki manevra kabiliyeti sınırlı Rus yapımı Mig 23, 25 ve 29 uçakları, "intihar timi" olarak belirlendi.

KIYAMET PLANININ DETAYLARI
Hafız Esad döneminden kalma stoklar devreye sokuldu. 600 ton kimyasal silah füzelere yüklendi. Füzelerin menzili Türkiye'yi de kapsıyor. Şam'daki füzeler farklı merkezlere konuşlandırıldı. 21 rampa sınıra yakın güvenli bölgelere kaydırıldı. Rusya'dan 3 milyon maske alındı. Maskeler, Esad ailesi ve Baas üyelerine dağıtılacak. Hava Kuvvetleri "intihar filoları" oluşturdu. Halep'teki 3'üncü Ordu rampaları korumakla görevlendirildi.
Kaynak: sabah gazetesi

42 Türk güvenlik görevlisi Suriye’de tutuklu

42 Türk güvenlik görevlisi Suriye’de tutuklu
08-12-2011
YDH- 42 tane Türk güvenlik görevlisinin Suriye’de tutuklu olduğu ve Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Danışmanı Erşat Hürmüzlü’nün de bunu doğruladığı bildirildi.

Lübnan’da yayımlanan el-Ahbar gazetesi, 30 Kasım 1 Aralık tarihleri arasında İstanbul’da düzenlenen Türk Arap Medya Forumu’nda Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Danışmanı Erşat Hürmüzlü’nün 42 güvenlik görevlisinin Suriye’de tutuklu olduğunu teyit ettiğini bildirdi.

El-Ahbar gazetesi, Cumhurbaşkanlığı Danışmanı Erşat Hürmüzlü’nün Suriye’de tutuklu bulunan 42 Türk güvenlik görevlisinin kaçakçılıktan dolayı tutuklu olduklarını belirterek meseleyi önemsiz gibi göstermek istediğini belirtti.

Öte yandan Türkiye’de yayımlanan Vatan gazetesi, ABD Federal Araştırma Bürosu (FBI) eski çalışanı Sibel Edmonds’un, Hatay’da bir kampta bulunan Özgür Suriye Ordusu militanlarının NATO ve ABD tarafından Türkiye’de gizlice eğitildiğini öne sürdüğünü duyurdu.

Gazetenin haberine göre kişisel blogundan Suriyeli muhaliflerin eğitildiği yerin İncirlik üssü olduğunu iddia eden Edmonds, “Amerikan ve Türk hükümet kaynaklarından aldığım bilgilere göre Albay Riyad El Esad liderliğindeki Özgür Suriye Ordusu geçen mayıs ayından beri İncirlikte eğitiliyor. ABD, muhaliflere eğitimin yanı sıra, para, silah ve cephane sağlıyor. İncirlik üzerinden Suriye’ye silah kaçakçılığı yapılıyor” iddiasında bulundu.
http://www.yakindoguhaber.com/

'Suriye'ye müdahale felaket olur'
12 ARALIK 2011

Guardian gazetesinin yorum sayfalarında Suriye'yle ilgili olarak İngiltere merkezli New Statesman dergisinin siyaset editörü Mehdi Hasan imzalı bir analiz dikkat çekiyor.

Son günlerde Batı istihbaratının Esad rejimi karşıtı Özgür Suriye Ordusu'nu eğittiği yönünde haberlere dikkat çeken Hasan, bu gelişmenin Kosova ve Libya savaşlarına gidilen süreci akıllara getirdiğini kaydediyor.

Mehdi Hasan Suriye'de Batı öncülüğünde bir savaşın felaket olacağı görüşünü dile getiriyor.
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nden bu yönde bir karar çıkmasının mümkün olmadığını, ne Arap Birliği'nin ne de ülke içindeki muhalif grupların bu yönde bir çağrılarının bulunduğunu vurgulayan Mehdi Hasan, şöyle devam ediyor:
''Beşar Esad'ın askerleri tarafından öldürülen, cesur, silahsız ve idealist Suriye gençliği. Ancak yine de karamsar gerçek Batı'nın kendilerine yardım etme olanağının çok sınırlı olduğu.
"Suriye'deki gelişmeleri dışarıdan kontrol edemeyiz, krizi çabuk sonlandıramayız da.
"Eğer Baasçılara karşı halk ayaklanması başarıya ulaşacaksa bütün tarafların, mezhep ve etnik grupların biraraya gelip kendi başlarına başarmaları gerek.
"Üzücü bir gerçek; ama Beşar Esad'ı devirmek bizim işimiz değil.''
BBC

Suriye ile azalan ticaretin zararı 8 milyar dolar
14 Aralık 2011

Türkiye-Suriye İşadamları Derneği Başkanı Oktay Tarhan, Türkiye'nin Suriye'nin tepkisel hareketinden dolayı Türkiye'nin iki şekilde zarar gördüğünü ve göreceğini belirterek, “Türkiye ile Suriye arasında yapılan ticaretin ve bu ülke üzerinden yapılan transit ticaretin azalması, Türkiye için 7-8 milyar dolar gibi çok büyük kayba işaret etmektedir” dedi.

Tarhan, Türkiye ile en uzun sınıra sahip olan Suriye'de, çok sayıda Türk vatandaşının akrabasının bulunduğunu anımsatarak, “Suriye, ticari anlamda da kayıt içi ve kayıt dışı çok sıcak ticari ilişkilerin kurulduğu kurulabildiği bir pazardır, bizim için. Bölgeden günübirlik git gellerle dahi özellikle son 2 yılda çok ciddi bir canlanma yaşanmış. Başta Gaziantep, Hatay, Mardin ve Kilis olmak üzere bölge ekonomisinde ve turizminde çok ciddi gelişmeler kat edilmiştir” dedi.

Türkiye-Suriye ticari ilişkilerinin son 5 yılda ciddi düzeyde arttığına dikkati çeken Tarhan, “2007 sonu itibarıyla 995 milyon dolar olan ticaret hacmi, 2010 sonunda 3 yıl gibi bir sürede 2.5 milyar dolar seviyesine yükseldi. Yapılan karşılıklı açıklamalara göre, 2011 yılı için iki ülke arasındaki ticaret hacminin 3 milyar dolara çıkarılması hedefleniyordu” diye konuştu.

“İki ülke arasındaki ticaret verileri, siyasi gelişmelere endeksli”

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verileri incelendiğinde, Suriye'de meydana gelen olayların, alınan yaptırım kararlarının iki ülke arasındaki ticareti olumsuz etkilediğini bildiren Tarhan, bu yılın 7 ayında 1,42 milyar dolarlık bir ticaret hacminin oluştuğunu söyledi.

Suriye'deki karışıklıklar ile bu ülkeye uygulanan yaptırım kararları dikkate alındığında, iki ülke arasındaki ticaret verilerinin önümüzdeki dönemde yaşanacak siyasi gelişmelere endeksli olduğunu anlatan Tarhan, şöyle konuştu:

“Arap Birliği Suriye'ye yönelik, Suriyeli yetkililer ve büyük şahsiyetlerin Arap ülkelerine seyahatlerinin yasaklanması, Arap ülkelerindeki mal varlıklarının dondurulması, Suriye merkez bankasıyla ilişkilerin durdurulması, Suriye halkını etkileyen stratejik malların dışında hükümetle devlet düzeyinde ticaretin durdurulması, Suriye hükümeti mal varlıklarının dondurulması, Suriye ile parasal ilişkilerin durdurulması, Suriye Ticaret Bankası ile işlemlerin durdurulması, teknik icra komitesinin bir hafta içinde Suriye'ye çift yönlü havayolu seyahatlerinin durdurulması için tarih belirlemesi gibi kararlar almıştı. Türkiye'de birkaç değişiklikle Arap Birliği'ne karara yakın kararları Türkiye de aldı. Ancak henüz yasal mevzuat olarak yayımlanmadı.”

“Suriye, sert tepki gösterdi”

Suriye'nin Türkiye'nin kararlarına sert tepki göstererek, Suriye hükümetinin iki ülke arasındaki serbest ticaret anlaşması kapsamındaki tüm çalışmaları askıya aldığını ilan ettiğini anımsatan Tarhan, “Türkiye'den ithal edilen mallara uygulanmakta olan gümrük harçları artırıldı, özellikle sınır illerinde yaygın olarak uygulanan mazotun Suriye'den daha ucuz alınması dönemi sona erdi. Ayrıca, Suriye'den transit olarak geçit yapacak tırlara da zorluk çıkarıldığı basında yer aldı. Suriye bu uygulamalarla yetinmeyip Gaziantep Konsolosluğu'nun faaliyetlerini de durdurdu” diye konuştu.

Türkiye'nin, Suriye'nin bu tepkisel hareketlerinden dolayı iki şekilde zarar gördüğünü ve göreceğini bildiren Tarhan, “Suriye ile yapılan ticaretin azalması, Suriye üzerinden yapılan transit ticaretin azalması, bu iki husus Türkiye için 7-8 milyar dolar gibi çok büyük kayba işaret etmektedir” dedi.

Suriye-Türkiye ilişkilerine herhangi bir uzak ülke ilişkilerinden farklı yansımalar göstereceğinin unutulmamasını isteyen Tarhan, bu ilişkinin ticari boyutu yanında sosyal ve kültürel yansımasının da olduğunu söyledi.
http://www.hurriyet.com.tr/

Mustafa Kamalak: ''Batılılar, Siyonistler, Suriye konusu üzerinden Türkiye ile İran'ı karşı karşıya getirmeye çalışıyorlar''
16 Aralk 2011



Saadet Partisi Genel Başkanı Mustafa Kamalak, ''Batılılar, Siyonistler, Suriye konusu üzerinden Türkiye ile İran'ı karşı karşıya getirmeye çalışıyorlar'' dedi.

Kamalak, parti genel merkezinde düzenlediği basın toplantısında, dünyanın bunalım içerisinde bulunduğunu, olayların büyük bir kısmının da İslam coğrafyasında yaşandığını ifade etti.

Batılı ülkelerin ''demokrasi, insan hakkı, özgürlük'' kavramlarını kullanarak birçok ülkede felaketlere yol açtığını, İslam ülkelerini parçaladığını savunan Kamalak, ''Batının el attığı her yere şüpheyle bakıyoruz. ABD, Irak'a müdahale ederken de aynı şeyleri söyledi, sonuçta 1 milyonu aşkın Müslüman katledildi, Müslüman kadınların iffeti, namusu kirletildi'' dedi.

Kamalak, 2002 yılında dönemin ABD Dışişleri Bakanı Condoleeza Rice'ın ''22 ülkenin haritası değişecek'' dediğini anımsatarak, bugün birçok İslam ülkesinin haritasının batılı devletler tarafından değiştirildiğini, bu ülkelerde birçok Müslümanın iç savaşlar neticesinde öldürüldüğünü söyledi.

Kamalak, ABD'nin Irak'a müdahalesi ile Fransa ve NATO güçlerinin Libya'ya müdahalesinin ''haçlı zihniyetinin'' ürünü olduğunu savunan Kamalak, ''Müslümanlar haçlıların oyununa gelmemeli, kendi ilke ve inançlarını hayata geçirmeliler. Batılılar, Siyonistler, Suriye konusu üzerinden Türkiye ile İran'ı karşı karşıya getirmeye çalışıyorlar. Dün iki ülke arasında vizeler kalkıyordu, sayın başbakanımız ile Esad kolkola geziyordu, sayın başbakanımızın eşi ile Esad'ın eşi kardeş gibiydi. Bugün ne oldu da sınırlar kapatılıyor'' diye konuştu.

Kamalak, füze kalkanı projesinin NATO kılıfı giydirilmiş İsrail projesi olduğunu da savunarak, hükümetin füze kalkanı ve Suriye konusundaki siyasetini yanlış bulduklarını, ''AK Parti iktidarının batının yörüngesi içine girdiğini'' düşündüklerini söyledi.

Avrupa ülkelerinin kendi içlerinde birlik olmak için çaba harcadıklarını ama İslam dünyasında ''mikro devletçikler'' kurma amacı taşıdıklarını ifade eden Kamalak, İran ve Türkiye'nin kendi ayakları üzerinde duran güçlü birer İslam ülkesi olduğunu ve bu yüzden batılı ülkelerin hedefinde bulunduklarını, iki ülkeyi karşı karşıya getirmek için bütün batılı ülkelerin çaba sarf ettiklerini savundu.
haber1001

Sadr: Türkiye, bölgesel jandarma olmak istiyor

YDH- Irak’ın etkili dini ve siyasi liderlerinden Mukteda Sadr, Türkiye hükümetinin başka ülkelerde rejim devirmeye çalışmak yerine kendi iç sorunlarını çözmeye çalışması gerektiğini söyledi.

Kurdpress haber ajansının bildirdiğine göre Irak’taki Sadr Hareketi Lideri Mukteda Sadr, Türkiye’nin bölgeyle ilgili politikalarını eleştirerek “Türk hükümeti, başka ülkelerin meseleleriyle uğraşmak yerine kendi iç sorunlarını çözmeye çalışmalıdır” dedi.

Türk hükümetinin bölgedeki bazı rejimlerin devrilmesinden kendi lehine yararlanmaya çalıştığını öne sürerek Türkiye’nin bir bölge jandarması haline gelmek istediğini söyledi.

Mukteda Sadr, “Türkiye, Amerika’nın düştüğü duruma düşmemek için dikkatlerini kendi iç sorunlarına yöneltmelidir. Amerika da başka yerlerle ilgilenirken kendi içinde isyana tanık oldu. Bu politikalar çıkmaza saplanacaktır. Türk yetkililer, fırsatı heder etmeden kendine gelmelidir” dedi.
http://www.yakindoguhaber.com/

Türkiye Suriye’deki iktidarı alaşağı etme konusunda ABD ve Avrupa’nın taşeronu olamayacak
Aralık 18, 2011

Osmaniye’de parti yöneticileri ile biraraya gelen Has Parti Genel Başkan Yardımcısı Şeref Malkoç, Suriye ile ilgili meşru sınırlar içerisinde, millet ve devlet olarak yapılması gerekenler olduğunu anlattı.

Suriye’deki zulmün sona erdirilmesi gerektiğine ileri süren Malkoç, şöyle konuştu: “Suriye halkının gördüğü zulme son vermek adına meşru sınırlar içerisinde millet ve devlet olarak yapmamız gerekenler vardır. Ama ABD’nin veya Avrupa’nın Suriye’deki iktidarı alaşağı etme konusunda onların taşeronu olamayız. Veya Suriye ordusundan kaçan, halkına ateş etmediği için ordudan istifa edenleri alıp örgütleyip silahlandırıp Suriye’deki çatışmalara dahil edemeyiz. Bu ahlaken de, uluslararası hukuk açısından da doğru değildir. Hükümeti bu anlamda da uyarıyoruz. ABD’nin veya Avrupa’nın isteği doğrultusunda komşularımızla ilişkilerimizi belirlemeyiz. Suriye konusunda lüzumsuz ve gereksiz, savaşı çağrıştıracak konuları gündeme getirmeyiz. Bu, o bölgedeki halka yapılacak en büyük kötülüktür” dedi.

Malatya’ya ABD ve NATO’nun kullanımı için füze kalkanı veya üs kurulmasına karşı olduklarını da açıklayan Malkoç, “Herkes biliyor, bu radar üssü ile İsrail’i koruyacaklar. Biz ABD hatırı için komşularımızla ilişkilerimizi neden tehlikeye atalım?” diye sordu
Kaynak:http://www.gazeteboyut.com/

Sakarya Adalet Girişimi: "Türkiye, emperyalist cephenin neferi olarak Suriye’de ateşe doğru koşmaktadır"
17 Aralık 2011



Sakarya Adalet Girişiminin 327. hafta basın açıklamasında, Suriye halkının canı üzerinden yapılan emperyalist müdahale sürecinde Türkiye’nin rolü olmaması gerektiği ifade edildi.

Sakarya Adalet Girişimi Başörtüsü Platformu, 327. hafta basın açıklamasında “Günübirlik protestolar, içi boş söylemler, ihsan edilen özgürlükler için değil mücadeleyle alınacak sahici kazanımlar için buradayız.” derken, platform adına açıklamayı okuyan Sakarya Dayanışma Derneği sözcüsü Kadrican Mendi “Van’ı unutmamaya ve unutturmamaya devam edeceğiz... Çocuklar çadırlarda yanarak ölürken, karamsarlığın ve umutsuzluğun had safhada olduğu Van halkının acılarına kayıtsız kalan ve depremi fırsatçılığa çeviren her türlü politikayı kınıyor, Van halkıyla dayanışma içinde olduğumuzu bir kez daha belirtiyoruz.” denildi.

Başörtüsü yasağının bitmediğini vurgulayan Mendi, “İlk ve ortaöğretimde, kamu kurum ve kuruluşlarında yasak aynı şekilde uygulanıyor. Şehrimizde herhangi bir lisenin önüne gidin, her gün kaç öğrencinin ya da öğretmenin hakkı gasp ediliyor, kendi gözlerinizle görebilirsiniz! İstanbul Barosu’nun başörtüsünü “mesleğe yaraşır” bulmayarak stajyer avukatlara yasak uygulaması sorunun bitmediğine dair başka bir somut bir örnek olmuştur. Yine başta Ege Üniversitesi olmak üzere birçok üniversitede hâlâ başörtülü öğrencilere hakaret eden, onları notla korkutmaya çalışan öğretim görevlileri vardır.” dedi.

Suriye’de işgale hayır!

Sakarya Adalet Girişimi Başörtüsü Platformu, 327. hafta basın açıklamasında gündeme getirilen diğer bir sorun Suriye oldu.

Mendi, konuyla ilgili “YAŞ sonunda yapılan açıklamadaki “harbe hazırlık durumu” vurgusundan da anlaşıldığı üzere Türkiye, emperyalist cephenin neferi olarak Suriye’de ateşe doğru koşmaktadır." dedi

http://www.dunyabizim.com/ 'un haberine göre, Sakarya Adalet Girişimi Başörtüsü Platformu, 327. hafta basın açıklamasındaki Suriye ile ilgili Bölüm şöyle:

EMPERYALİST İŞGAL SÜRECİNDE ROL ALMAYACAĞIZ!

Değerli basın mensupları, duyarlı Sakarya halkı;
Her türlü zulme ve zorbalığa karşı yürüttüğümüz mücadelemizde bir haftayı daha geride bırakıyoruz.

Günübirlik protestolar, içi boş söylemler, ihsan edilen özgürlükler için değil mücadeleyle alınacak sahici kazanımlar için buradayız.

Değerli Sakarya halkı,

Yüksek Askeri Şura sonunda yapılan açıklamadaki “harbe hazırlık durumu” vurgusundan da anlaşıldığı üzere Türkiye, emperyalist cephenin neferi olarak Suriye’de ateşe doğru koşmaktadır.

Masum ve mazlum Suriye halkının özgürlük taleplerini fırsat bilerek devreye giren ABD, Türkiye’yi koçbaşı gibi kullanmak istemektedir. Afganistan, Irak ve Libya’dan sonra şimdi de Suriye’de büyük şeytan kapıdadır. Baas rejiminin deliğine çomak sokarak savunmasız halkın kanına girenler, emperyalist müdahale için adeta gün saymaktalar. Bunun anlamı daha çok ölüm, daha çok acı, daha çok gözyaşı demektir.

Ve ne yazık ki ülkemizdeki siyasal iktidar, sorunu çözmek yerine en başından beri sorunun parçası olmuştur.

Masum insanların hayatını ileri sürerek kurtarıcı rolüne soyunanların nasıl bir işbirlikçilik içinde hareket ettiğini görmezden gelemeyiz: NATO’nun ümmeti tehdit eden füzelerini koruyacak radar sistemine ev sahipliğini kabul etmiş bir iktidarın, bölge halklarının esenliğini düşündüğüne kim inanır?

İncirlik’te ve Malatya’da Amerikan güçlerine topraklarını açmış bir ülkenin bölge ülkelerinin dostu olduğuna kim ikna olur?

Kendi ülkesindeki halkların en temel haklarına sırtını çevirmiş, siyasal taleplerine şiddetle cevap vermeyi tercih etmiş bir düzenin, komşularına ne yararı dokunur?

Siyasi tutuklular listesi hızla kabaranların, kendi muhaliflerini siyasi davalarla baskı altına alanların, başkasına verdiği akla kim inanır?

Açıkça belirtmek isteriz ki, biz bölgedeki halkların kendi despotlarından kurtuluş mücadelesinin yanında duruyoruz. Fakat kurtuluşun NATO konseptinde, emperyalist müdahalede arandığı hiçbir anlayışı da kesinlikle kabul etmiyoruz.

Bölgede emperyalist cepheye karşı direniş eksenine zarar verecek tüm girişimlerin ve pazarlıkların sonuna kadar karşısındayız.

Masum insanların kanı üzerinden kurulmak istenen tuzaklara karşı gözümüz bağlı hareket edemeyiz.

Emperyalist işgal, Siyonist işgal ve işbirlikçi rejimler mevcudiyetini koruduğu sürece bu bölgede adil ve özgür bir gelecek mümkün değildir.

Bu sebeple başta Suriye halkı olmak üzere tüm halklara karşı sorumluluğumuz, öncelikle kendi siyasal düzenimizin ABD-NATO ekseninden çıkarılması için mücadele etmektir. Kendi topraklarımızı özgürleştirmeden, ne Şam’ın ne Bağdat’ın ne de Kudüs’ün özgürlüğüne katkımız olabilir.

Kendi ülkesinin sorunlarıyla dürüstçe yüzleşmeyen, hiçbir insiyatif sahici ve ilkeli bir siyaset üretemez.

Sakarya Adalet Girişimi olarak bizler elini taşın altına koyanlar, doğru bildiklerimizi, komşunun evinde değil kendi evimizde gerçekleştirmenin mücadelesini sürdürmeye, her şart altında bağımsız bir İslami siyasetin koşullarını oluşturma gayretine, emperyalist işgallere, kapitalist kuşatmalara ve yerel diktatörlüklere karşı tevhid, adalet ve özgürlük mücadelesindeki çizgimizi korumaya devam edeceğiz!

Sakarya Adalet Girişimi Başörtüsü Platformu Adına Sakarya Dayanışma Derneği

haber1001

Kurtulmuş: ''Türkiye ve İran, Suriye konusunda daha aktif olmalıdır''
21 Aralık 2011



Halkın Sesi Partisi (HAS Parti) Genel Başkanı Numan Kurtulmuş Suriye gerginliği konusunda açkıklama yaptı.

Kurtulmuş'un, Suriye konusundaki açıklaması şöyle:

''HAS Parti olarak, Suriye konusunda hükümetin takip ettiği siyaseti endişeyle izlediğimizi belirtmek isteriz. Türkiye, Suriye'nin sıcak çatışma ortamına çekilmek isteniyor. Yıllardır bu bölgede Şii-Sünni kavgasını çıkartarak, bölgeye uzun dönemli bir kaos ortamına sürüklemek isteyen büyük güçler, ülkemizi Suriye olayları üzerinden mezhep kavgalarına bulaştırmak istiyorlar. Özellikle, bu bölgenin en önemli ülkesi olan Türkiye bu oyuna asla alet olmamalıdır. Türkiye asla Suriye'ye girmemeli, fiili müdahalede bulunmamalıdır.''
haber1001

DÖKÜLEN KANA DEĞDİ
Serdar Akinan
17 Aralık 2011



ABD Savunma Bakanı Panetta'nın Irak için sarf ettiği tam cümle şu aslında: ''Dökülen kana ve harcanan dolarlara değdi...''

Bu cümle öncesi kısaca hatırlayalım mı neler oldu?

Irak işgali gümbür gümbür gelirken Türkiye'de bir grup namuslu aydın 'Doğu Konferansı''nı başlattı. O çabaların yarattığı toplumsal muhalefetin de etkisiyle Meclis tezkereyi reddetti. Birkaç gün sonra BM silah denetçisi Hans Blix, Irak'ın işbirliği yaptığını bildirdi.

Bush, Saddam Irak'ı 48 saatte terk etmezse savaş başlayacağını bildirdi. Iraklı muhalifler ertesi gün Ankara'da bir araya geldi (Tanıdık mı geldi?) 20 Mart 2003 günü işgal başladı. Bağdat vuruldu ve ertesi gün işgal ordusu Irak'a girdi.

O günden bu yana ne oldu? 1 milyon 33 bin sivil öldürüldü.
(Kekeç bunu da abarttığımı yazsın!) İşkence gören insan sayısı bilinmiyor ama Ebu Gureyb Cezaevi'nin fotoğrafları hafızalarda... Irzına geçilen kadın sayısının 30 bin olduğu bildiriliyor. İki milyon kadın dul, dört milyon çocuk yetim kaldı. Beş milyon Iraklı göç etti. Öldürülen akademisyen ve aydın sayısı ise 3 bin. Müzeler yağmalandı.

ABD, bu işgal için trilyon dolar harcadı. Bu maliyet de yaşanan krizlerle dünya yoksullarına ödetiliyor.
Şimdi aynı senaryo Suriye ve İran için
hazır.

Hatay'da bir komuta ve kontrol merkezi kurulduğu söyleniyor. Türk medyasında değil ama bazı Batılı yayınlarda Hatay'da dönen kirli dolaplar yayınlanıyor... İddia o ki Fransız ve İngiliz ajanları Özgür Suriye Ordusu'nu (ÖSO) orada eğitiyorlar. Hedefleri açık: Suriye'nin kuzeyini kapsayacak bir iç savaş çıkarmak. Pablo Escobar'dan öğrendik ki, eski FBI çalışanı Sibel Edmonds:

'Arapça dışında dillerle konuşan yüzlerce asker, El Mafrak'taki Kral Hüseyin hava üssüyle Suriye sınırı yakınındaki Ürdün köyleri arasında ileri geri hareket ediyor.' Edmonds, bu haberlerin hiçbirinin ABD medyası tarafından yayımlanmadığını zira teorik olarak mühleti bu salı sona eren yayın yasağı olduğunu ifade ederek iddialarını sürdürdü. El Mafrak'taki üs, Dera'dan itibaren neredeyse tüm sınır boyunca devam ediyor. Devlet Başkanı Beşşar Esad karşıtı hareketin merkez üssü Dera'da son zamanlarda çok sayıda eylem oluyor. Escobar, esprili bir dille şunları da paylaşıyor:

Suriye Ulusal Konseyi (SUK) - gelince, bunlar şaka gibiler. Çoğu, biraz Kürt serpiştirilmiş Müslüman Kardeşler'dir.

Lideri Burhan Galiyun, Paris'te sürgünde yaşayan ve (sıradan Suriyeliler için) itibarı sıfır olan bir fırsatçıdır. SUK'un en önemli taktiği, Batı kamuoyuna Humus'ta katliamın yakın olduğu şeklinde Libya tarzı 'potansiyel' kabus satmaktır.

Bunun medyada alışılmış, gürültücü şüphelilerin dışında pek alıcısı yoktur. Her ikisi de İstanbul'da bulunsa da SUK ve ÖSO, eylemlerini birlikte kararlaştırıyor görünmüyorlar'' diyen Pablo Escobar, 'NATO'nun rüyası, gerçekte Türkiye'yi bu kirli işi yapmaya itmektir. ABD de dahil NATO ülkeleri, petrol fiyatlarına tavan yaptıracak bir diğer Ortadoğu savaşını kolay kolay başlatamazlar.

NATO'nun anlayamayacağı, Irak'ta mezhepçi Şii-Sünni savaşının yeniden patlama ihtimalidir. Bu durumda tek güvenli yer, Irak Kürdistanı olur ve bu, Irak'tan Suriye'ye, Türkiye'den İran'a Kürtlerin birliğini kuvvetlendirir'' görüşünü savunuyor.

Bu olasılıklar bir kabus senaryosu ama sahici ve olası. Panetta, Ankara'da silah ticareti için kapı aşındırırken gözler 2003 yılında dolaşan namuslu aydınları arıyor. O Müslümanları... Sahi neredeler?

Neden susuyorlar? Değişen ne?

http://www.mizikacilar.com/HaberDetay.aspx?ID=828

İran'dan Ermenistan'a Süpriz Ziyaret!



24 Aralık 2011
İran Cumhurbaşkanı Ahmedinejad, resmi bir ziyaret çerçevesinde Ermenistan'a gitti. Ziyaretin zamanlaması ise dikkat çekti..
İran Cumhurbaşkanı Mahmut Ahmedinejad Ermenistan'a süpriz bir ziyaret gerçekleştirdi. Ziyaretin tam da Fransa Meclisi'nde sözde Ermeni soykırım iddialarını reddedenlere ceza öngören yasa tasarısının görüşüldüğü güne denk gelmesi dikkat çekti...

Resmi temaslarda bulunmak üzere Ermenistan’ın başkenti Erivan’a gelen İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad, Ermenistan Cumhurbaşkanı Serj Sarkisyan ile bir araya geldi.

Ermeni basınında çıkan haberlere göre, Sarkisyan’ın daveti üzerine Erivan’da bulunan Ahmedinejad, Sarkisyan’ın da katılımıyla gerçekleşen heyetlerarası görüşmeye katıldı ve İran ile Ermenistan arasındaki ilişkileri değerlendirdi.

İki ülke arasında iyi ilişkilerin mevcut olduğunu söyleyen Ahmedinejad, "Bizler tarih boyunca iyi ilişkilere sahiptik, bugün de bu ilişkileri sürdürüyoruz" dedi.

Her iki ülkenin aynı kültürü paylaştığını ifade eden Ahmedinejad, her iki ülke halkının adalet, insanlık ve dostluk gibi değerlere büyük önem verdiğini bildirdi.

Mahmud Ahmedinejad, "Bizler işbirliğin gelişmesinden yanayız ve aynı zamanda bölgeye yabancı güçlerin saldırısı konusunda endişeliyiz"dedi ve Ermeni-İran ilişkilerinin gelişmesini engelleyebilecek herhangi bir olumsuz durumun olmadığını belirtti.

Ahmedinejad, "Bizler dost ve komşuyuz, bizler yan yana yaşamalıyız ve ilişkilerimizi geliştirmeliyiz" dedi.

Görüşmelerin verimli geçtiğini de ifade eden Ahmedinejad, bölgesel konulara ilişkin İran ile Ermenistan’ın görüşlerinin yakın ve benzeri olduğunu belirterek, Sarkisyan ile enerji, ticari ekonomi ve ulaşım gibi alanlardaki işbirliği konuları kapsamlı bir şekilde ele aldıklarını kaydetti.

Görüşmede, Ermeni işgali altındaki Yukarı Karabağ ile ilgili konuyu da ele alan iki ülke cumhurbaşkanları, söz konusu sorunun barışçıl yollarla çözülmesinden yana olduklarının ve başka alternatifin olmadığının altını çizdi.
Milliyet/aktifhaber

Suriye-Türkiye sınırında sıcak temas iddiası
27/12/2011

İdlib İlindeki güvenlik birimleri bu sabah, Cisreşşuğur Bölgesine bağlı Ebdama Nahiyesinin Ayn el-Bayda Bölgesinde Türk sınırından sızmaya çalışan silahlı bir terör grubuna yardım etmeye çalışan bir terör grubuyla çatışmaya girdi

Askeri bir kaynak, güvenlik birimlerinin silahlıların bir kısmını etkisiz hale getirmeyi ve bir kısmını yaralamayı başardığını söyleyerek teröristlerin elindeki silah, mühimmat, askeri üniforma, cep telefonları ve sahte kimliklere el koyduğunu bildirdi.

Kaynak, terör grubunun diğer elemanlarının Türkiye topraklarına doğru kaçtıklarına işaret ederek ele geçirilen teçhizatların Suriye topraklarında terör saldırıları ve katliamlar yapmak üzere hazırlandığına dikkat çekti.
Radikal

İsrail Esad'a Ömür Biçti
02 Ocak 2012
İsrail Savunma Bakanı Ehud Barak, Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esad rejiminin günlerinin sayılı olduğunu ve Esad ailesinin iktidarda kalacağı sürenin "birkaç haftayı geçmeyeceğini" belirtti.

Ehud Barak, Parlamento Savunma ve Dışişleri Komisyonunda yaptığı konuşmada,"Esad ailesinin, Suriye'de iktidarda birkaç haftadan fazla kalamayacağını" söyledi.

Komisyonun sözcüsüne göre, Barak ayrıca "Beşşar Esad'ın iktidardan devrilmesinin ertesi günü neler olacağını mevcut durumda öngörmenin imkansız olduğunu" belirtti.

Barak daha önce de Beşşar Esad'ın devrilmesinin Ortadoğu için büyük bir şans olacağını söylemişti.
http://www.haberler.com/

Esad: "İnsanlarımıza karşı savaşmıyoruz. Bu insanların arkasında saklananlarla savaşıyoruz"
10 Ocak 2012



Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad, yaklaşık dört ay sonra ilk kez halka seslendi. Suriye Lideri, ülkesinin içinde bulunduğu durumun yakın zamanda düzeleceğini iddia etti. Esad, bu süreçte Arap ülkelerinin batı ülkelerinden daha suçlu olduğunu söyledi.

Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad, uzun bir aradan sonra ilk kez halka seslendi. Esad konuşmasında, Arap ülkelerini eleştirdi ancak Suriye'nin egemenliğine saygı duyan çözüm önerilerine açık olduklarını ifade etti...

Yaklaşık dört ay sonra ilk kez halka seslenen Esad, Şam Üniversitesi'nde yaptığı konuşmada, "Suriye'yi istikrarsızlaştırmayı amaçlayan" dış güçleri suçladı.

"Bu amaçla hareket eden bölgesel ve uluslararası tarafların artık gerçekleri çarpıtamayacağını" söyleyen Esad, medyanın da yardımıyla Suriye’ye karşı küresel çapta bir korku kampanyası başlatıldığını ifade etti.

Esad, Suriye'ye demokrasi ve reform dersi vermekle itham ettiği Arap Birliği ülkelerini de eleştirdi. "Suriye'de ilk parlamento 1917'de açıldı. Bize tavsiyede bulunan ülkeler o zamanlar neredeydi" diyen Esad, "Bunların durumu, ağzında sigara olan bir doktorun, hastasına sigarayı bırakması için tavsiyede bulunmasına benziyor" ifadesini kullandı.

Kahire merkezli Birliğin, Arapların çıkarlarını koruma konusunda başarısız olduğunu söyleyen Esad, buna karşın Suriye'nin egemenliğine saygı gösteren tüm çözümlere kapılarının açık olduğunu söyledi.

Esad, Arap Birliği'nin kendilerini Birlik'ten atabileceğini, ancak Araplık'tan atamayacağını, çünkü Araplığın bir üyelik olmadığını ifade ederek, "Bir vücut kalpsiz yaşayamaz" diye konuştu.

Suriye'nin üyeliğini askıya alan Arap Birliği geçtiğimiz ay, Esad'ın 19 Aralık'ta kabul ettiği barış planını yerine getirip getirmediğini denetlemek için bu ülkeye bir gözlemci heyeti gönderdi. Heyet, Suriye'deki incelemelerini sürdürüyor.

Erdoğan'ın da zaman zaman dile getirdiği, güvenlik güçlerine, sivillere ateş etmeleri için talimat verdiği yönündeki haberleri yalanlayan Esad, "Bizler insanlarımıza karşı savaşmıyoruz. Bu insanların arkasında saklananlarla savaşıyoruz" dedi.

Hükümetin tüm siyasi güçleri kapsayacak şekilde genişletilmesi fikrine sıcak baktığını belirten Esad, yeni bir anayasa için Mart ayında referandum yapılmasının planlandığını söyledi.

İstifa etmeyi düşünmediğini söyleyen Esad, Suriye halkının kendisine desteğinin sürdüğünü ve "yakın zamanda zafer ilan edeceklerini" belirtti.

Suriye lideri, teröristlere karşı "demir yumruk" vurulmasını gerektiğini ifade ederek, "Terörle mücadele, herkesin savaşıdır. Ulusal bir savaştır, sadece hükümetin savaşı değildir" diye konuştu
haber1001

Suriye'de Bir Fransız Gazeteci Öldürüldü
11 Ocak 2012

Humus'ta Fransız bir gazetecinin öldürüldüğü, iki gazetecinin ise yaralandığı haber veriliyor.

Suriye hükümetinin misafiri olarak Humus kentine götürülen yabancı gazeteciler ağır silahlarla yapılan bir saldırıya hedef oldu, bir Fransız gazeteci hayatını kaybetti.
Görgü tanıkları havan topu mermisinin kentteki bir gösteriyi görüntüleyen ve röportaj yapan bir grup gazetecinin yakınına düştüğünü belirtti.
Bir Enformasyon Bakanlığı yetkilisi, ölen Fransız gazetecinin yanı sıra iki gazetecinin de yaralandığını
doğruladı ancak ayrıntı vermedi.
Fransız gazetecinin öldüğü saldırıda 7 kişi daha hayatını kaybetti, 25 kişi yaralandı.
TRT

Rusya: "NATO Suriye'ye saldırı hazırlığı yapıyor"
12 Ocak 2012



Rusya Güvenlik Konseyi Başkanı Nikolay Patruşev, NATO üyeleri ve bazı Körfez ülkelerinin Türkiye'nin öncülüğünde Suriye'ye askeri müdahale yapmaya hazırlandığına dair istihbarat aldığını açıkladı.

Uzun süre Rus iç istihbarat Servisi FSB'nin başkanlığını yapan ve şu anda Rusya Güvenlik Konseyi Başkanı olan Nikolay Patruşev Rus İnterfaks ajansına yaptığı açıklamada, bazı NATO üyesi ülkelerin Suriye'ye askeri müdahale hazırlığı yaptığına dair bilgiler elde ettiklerini ifade ederek, NATO üyesi Türkiye'nin bu konuda kilit rol oynayabileceğini belirtti.

Patruşev, ABD ve Türkiye'nin Suriyeli isyancıları korumak için Suriye içinde uçuşa yasak bölge oluşturulması olasılığı üzerinde çalıştığını belirterek, “Bize bazı NATO üyesi ve Körfez ülkelerinin dolaylı müdahaleden doğrudan askeri müdahaleye geçmek için Libya benzeri senaryo üzerinde çalıştıklarına dair bilgi geliyor” dedi.

Patruşev açıklamasında, Batı'nın Suriye'ye muhalefete baskı yaptığı için değil, İran ile ittifakı sona erdirmediği için baskı yaptığını vurguladı.
haber1001

Erdoğan, Obama ile Yine Suriye'yi "Konuştu"

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, ABD Başkanı Barack Obama ile bir telefon görüşmesi gerçekleştirdi. Görüşmede, Suriye halkının demokrasi konusundaki meşru taleplerinin desteklenmesi, Şam yönetiminin acımasız eylemlerinin kınanmasına devam edilmesi konusunda mutabık kalındı.

Erdoğan ve Obama, yeni yılın ilk görüşmesinde, Ortadoğu ve Kuzey Afrika'nın güvenlik ve kalkınmasına ilişkin meselelere değindi. Irak'taki son gelişmelerin yanı sıra Irak halkına istikrar, demokrasi ve refah getirecek, kapsayıcı ve ortaklığa dayalı bir hükümeti desteklemeyi sürdürme hususu da ele alındı.

İki lider, İran'ın nükleer programını da ele alarak, İran'ın bu konuda uluslararası toplumla diyalogu sürdürmesi gerektiğini ifade ettiler. Başbakan Erdoğan ve ABD Başkanı Obama, Ortadoğu ve Kuzey Afrika'da demokratikleşme sürecine ve ekonomik kalkınmaya katkıyı amaçlayan, verimli bir işbirliği için, ABD ve Türkiye'nin sürekli irtibat halinde olması konusunda da görüş birliğine vardı.
haberler.com/haber1001

Katar'ın işbirlikçi Emiri Tani, Suriye'yi işgal çağrısı yaptı
14 OCAK 2012



Katar'ın işbirlikçi Emiri Şeyh Hamad bin Halife El Tani, Arap ülkelerinin 'Suriye'yi işgal etmek üzere bu ülkeye asker göndermesi gerektiğini söyledi.

Amerikan CBS televizyonuna konuşan Tani, Suriye'ya askeri işgal çağrısı yapan ilk Arap lider oldu.

ABD işbirlikçisi Katar, Libya'nın haçlı orsdusu NATO tarafından yerlebir edilmesi saldırısına katılan tek Arap devleti olmuştu.
haber1001

Esad'dan genel af
15 Ocak 2012

Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad, hükümet karşıtı gösterilerin başladığı günden bu yana işlenen tüm suçlar için genel af ilan etti.

Suriye devlet televizyonu tarafından duyurulan genel affın "15 Mart 2011 tarihinden, kararın onaylandığı tarih olan 15 Ocak 2012'ye kadar, yaşanan olaylarda işlenmiş suçları kapsadığı" belirtildi.
Hürriyet

ABD ve İsrail, Nisan ayında yapmayı planladıkları geniş kapsamlı bir askeri tatbikatı erteledi
16 Ocak 2012



İsrail ordusu, binlerce Amerikan ve İsrail askerinin katılımı ile gerçekleştirilmesi planlanan füze savunma tatbikatının 2012'nin ikinci yarısında yapılabileceğini açıkladı.
Hükümet sözcüsü Mark Regev de kararın Amerikalı yetkililer ile ortak alındığını kaydetti.
İsrail savunma bakanlığından bazı yetkililer, kararın bütçe sıkıntılarının yanısıra uluslararası toplum ile İran arasındaki gerginliğin artmasından kaçınmak için alındığını söyledi.
İsimlerinin gizli kalmasını isteyen bazı bakanlık yetkilileri ise kararın, Amerika Birleşik Devletleri ile İsrail arasında, İran konusundaki görüş ayrılığı nedeniyle alındığını belirtti.
İsrail Başbakan Yardımcısı Moşe Yalon, daha önce bir açıklama yaparak Obama yönetiminin, İran'a karşı daha sert bir tutum takınmamasından şikayetçi olmuştu.
TRT

Türkiye savaş mı istiyor!
İbrahim Karagül
ibrahimkaragul@gmail.com
17 Ocak 2012

Irak Başbakanı Nuri El Maliki'nin Türkiye'ye yönelik sözleri gerçekten endişe verici. Daha önce böyle cümleler hiç duymamıştık. Irak'la Türkiye arasında ciddi sorunlar olmadığı gibi, sıkıntılı günlerde de son derece dikkatli bir dil kullanılıyordu. Bir yıl önce ortaklık ilan ettiğimiz bir ülkenin Başbakanı'ndan böyle ağır suçlamalar işitmek her halde üzerinde ciddi ciddi durulması gereken bir konu. Bir şeyler değişti, ortaklık bitti ve bizler farklı kamplardayız artık.

"Türkiye Irak'ın içişlerine karışıyor, bu iç savaşa neden olabilir, Türkiye bölgeyi felakete sürüklemek istiyor" diyor.

"Türkiye'nin sürpriz müdahalesi"nden yakınıyor, "bunu ummuyorduk" diyor. "Irak'ı onlar kontrol ediyormuş görüntüsü veriyorlar" diyor. "Bölgede çatışma ortamı oluşturmak isteyen Türkiye bu durumdan daha fazla etkilenir. Buna kesinlikle müsaade etmeyiz. Eğer bizim hukuk mercilerimizle ilgili konuşacaklarsa biz de onların hukuk mercileriyle ilgili konuşabiliriz. Onlar eğer bizim anlaşmazlıklarımızı konuşacaklarsa biz de onlarınkini konuşuruz. Çünkü onların da farklı mezhep ve etnik grupları var" uyarıları yapıyor. Uyarı değil aslında bu sözler, tehdit..

Türkiye-Suriye ilişkileri koptu. Dostluktan, ortaklıktan düşmanlığa savaş haline sürüklendi. Aynı durum Irak için de gözleniyor. Ankara-Bağdat ilişkileri de müthiş bir kopuş yaşıyor. İki ülke ile de ortaklıklar inşa etmiş, entegrasyon projeleri geliştirmiştik. Şimdi bunların yerinde yeller esiyor. Dahası, iki ülke ile de düşmanlıklar güç kazanıyor.

Şu anki durum; Irak'ta Sünni lider Tarık Haşimi hakkında tutuklama kararı çıkartılması, Haşimi'nin Kuzey Irak Kürt yönetimine sığınması, Bağdat'ın geri istemesi, Türkiye'nin Haşimi'ye sahip çıkması ile oluştu. Haşimi, Sünniler'in tasfiye edildiğini, bir süre sonra Kürtler'in de aynı durumu yaşayacağını, Bağdat'taki Şii yönetimin güç kazanmasının Irak'ı parçaladığını iddia ediyor.

Ancak, Türkiye-Irak ilişkilerindeki kopma Haşimi ile başlamadı. ABD'nin çekilmesinden de önce başladı. Kopuşun nedeni Suriye. Türkiye'nin muhalefeti desteklemesi, Suriye yönetimi ile ipleri koparması, açıkça rejim değişikliği istemesi İran kadar Irak'ı da kızdırdı. Maliki, açıktan Türkiye'yi suçlamaya, Suriye yönetimine sahip çıkmaya, İran'ın yanında yeni bir "hami" olarak öne çıkmaya başladı. Suriye'ye müdahaleye, Esad'a suikast iddialarına sert reaksiyon gösterdi.

Mesele şu: "İran-Suriye aksı"na yeni bir ortak geldi. ABD'nin çekilmesiyle Irak'ın tek hakimi olmaya soyunan Şii güçler, bölgesel güç olarak pozisyon alıyordu. İran-Suriye-Hizbullah aksı, İran-Irak-Suriye-Hizbullah aksına dönüşüyordu. Kendini böyle konumlandıran bir Bağdat yönetiminin Kürtlere ve Sunilere güvenmesi artık düşünülemezdi. Öyle de oldu ve ilk kriz Sünnilerle patladı.

Aslında bu "yeni durum"u 21 Aralık'ta "Fars oyununa Arap figüran" başlığı altında tartıştık. O günden bu yana, bu 'yeni tehlike'ye ısrarla dikkat çektik. Türkiye kamuoyu maalesef son birkaç gündür bunu farkedebildi.

ABD'nin çekilmesinden sonra iki tür kavga ile yüz yüze geldik. İlki Bağdat'ı yani Irak'ı kim yönetecek, Şii gruplar iktidarı diğer unsurlarla paylaşacaklar mı paylaşmayacaklar mı kavgası.. Son günlerde ortaya çıkan gelişmeler, paylaşmak istemediklerini net içimde ortaya koydu. Çatışma her geçen gün daha da şiddetlenecek ve berbat örnekler ortaya çıkabilecek.

İkinci kavga daha bir ürkütücü çünkü bölgesel nitelik arzediyor. Suriye odaklı bir dizayn daha doğrusu dayanışma çizgisi güç kazanıyor. İran-Suriye-Hizbullah direnç hattına yönelik saldırılar Şam yönetimine odaklanmışken, aynı anda İran'a saldırı kampanyaları artmışken bu hattın aralarındaki dayanışmayı güçlendirdiğini görüyoruz. İran-Suriye-Hizbullah hattına şimdi de Irak ekleniyor. Tahran, Şam'ın düşme ihtimaline karşı Şam'dan daha güçlü bir kalkan olacağını hesapladığı Irak'ı kuruyor. Artık bölgede İran-Irak-Suriye ve Hizbullah dayanışması gibi, eskisinden daha güçlü bir hat var.

Bu cümlelerden sonra, Bağdat'taki tiyatronun asıl hedefinin Türkiye olduğunu söylemiş, "Oyun Tahran'da yazılmış, Bağdat'ta oynanıyor" demiştik.

Şimdi üçüncü bir gerçek çıktı ortaya.

2011 yılında, Türkiye ile İsrail arasındaki gerilimin şu sonuçlarına tanık olduk: Ankara, İsrail'i bütün bölgede tecrit etme yolunda adımlar attı. İsrail ise, Türkiye'nin etrafında adeta duvar örmeye girişti. Fransa, Almanya, Yunanistan, Ermenistan, Romanya, Bulgaristan gibi ülkelerle askeri anlaşmalar, ittifaklar imzaladı. Bütün bu ülkelerin Türkiye'nin etrafında olması, bir nevi "çevreleme" stratejisine işaret ediyordu.

Benzer bir durum bu sefer bölge ülkeleri tarafından inşa edilmek isteniyor. İran, Irak, Suriye ve Lübnan ekseni, Türkiye'nin Güney'le bütün bağlarını kesecek hal alıyor. Burada dikkat çeken konu; İsrail'in çevreleme stratejisiyle bölgesel direnç hattının girişimlerinin birbirini tamamlar mahiyette olması.

Suriye'de rejim değişmezse, Türkiye'nin Güney'le bağlantısı tamamen kesilecektir. İran Güney'den çevrelerken İsrail Balkanlar'da, Akdeniz'de ve Kafkaslar'da aynısını yapıyor. İran ekseni ile yaşanan kriz çok daha tehlikeli çünkü kimlik eksenli, mezhep eksenli bir kabusu barındırıyor.

İşte tuhaf olan şey bu!

Türkiye dahil, herkesin bu durumu yeniden düşünmesi lazım. Çok tehlikeli bir geleceğe sürükleniyoruz...

yenişafak

"Türkiye Washington'ın aracısı haline geldi ve..."

18 OCAK 2012

BBC'nin haberi:

Guardian yazarı Türkiye'yi Honduras'a benzetti

Guardian yazarı Jonathan Steele, Türkiye'nin Suriye politikasını, geçmişte Nikaragua'daki solcu Sandinista rejimini devirmek için saldırılar düzenleyen Kontralara topraklarını açan Honduras'a benzetti.

Jonathan Steele makalesinde genel olarak Suriye'deki gelişmelerle ilgili bir propaganda savaşı yaşandığını ve Batı medyasının bu savaşın ön saflarında yer aldığını savunuyor.
Steele, "Saygın bir kamuoyu araştırması, çoğu Suriyeli'nin Beşar Esad'ın Cumhurbaşkanı olarak kalmasını desteklediğini gösteriyor. Sizce bu büyük bir haber olmaz mı? Özellikle de, Suriye'deki krizle ilgili egemen anlatımdan farklı bir şey söyleniyorsa ve medya için beklenmeyen bir olgu, açıkça görülenden daha çok haber değeri taşıyorsa." diye soruyor.

Steele, "Ama ne yazık ki, her durumda böyle olmuyor. Süregiden bir krizin anlatımı adil olmaktan çıkıp, bir propaganda silahına dönüşürse, rahatsız eden gerçekler gizleniyor." diyor.

'Görmezden gelinen' Suriye araştırması

Guardian yazarı, Yougov adlı kuruluşun yaptığı araştırmaya göre, Suriyeliler'in yüzde 55'inin Esad'ın görevde kalmasını istediğini söylüyor. Ancak, Steele bu araştırmanın Esad'ın gitmesini isteyen bütün Batı ülkelerinin medyalarında yer bulmadığını belirtiyor.

Steele, taraflı yayınların Arap Birliği'nin gözlem misyonuna da zarar verdiğini belirtiyor ve "Misyonun 165 üyesinden birinin eleştirileri manşetlere taşındı. Misyona karşı çıkanlar büyük olasılıkla, gözlemcilerin şiddetin artık sadece rejim güçlerinden kaynaklanmadığını, barışçıl gösterilerin ordu ve polis tarafından acımasızca bastırıldığı imajının aslında yanlış olduğunu rapor etmesinden kaygılandılar." diyor.

Honduras-Türkiye benzetmesi

Jonathan Steele, Suriye'ye yabancı askeri müdahaleninse çoktan başladığı görüşünde. Steele, müdahalenin Libya örneğindeki gibi değil, soğuk savaş dönemindeki gibi yapıldığını anlatıyor ve şöyle devam ediyor;
"Ronald Reagan'ın, Kontralara verdiği desteği hatırlayın. Reagan, Honduras'taki üslerinden, Nikaragua'daki Sandistalar'a saldırılar düzenleyip devirmeleri için Kontraları eğitip, silahlandırmıştı. Şimdi Honduras'ın yerine Türkiye'yi, sözde Özgür Suriye Ordusu'nun kurulduğu güvenli bölgeyi koyun. Batı medyasının bu konudaki sessizliği de dramatik. Hiçbir haberci, Eski CIA Ajanı Philip Giraldi'nin geçtiğimiz günlerde yazdığı önemli makaleyi takip etmedi. Giraldi, NATO üyesi Türkiye'nin Washington'ın aracısı haline geldiğini ve işaretsiz NATO uçaklarının İskenderun'a Libyalı gönüllüleri ve Kaddafi'nin cephaneliğinden alınan silahları taşıdığını yazdı. Giraldi ayrıca Fransız ve İngiliz özel güçlerinin bölgede olduğunu, CIA ve Amerikalı özel güçlerin de muhabere ve istihbarat malzemesi verdiğini söyledi."

Suriye'nin tek suçu direnişi desteklemesidir
31-01-2012



YDH- İran Devrim Lideri Ayetullah Seyyid Ali Hamenei, Amerika’nın Suriye konusundaki asıl hedefinin Filistin ve Lübnan direnişine darbe vurmak olduğunu açıkladı.

Fars haber ajansının bildirdiğine göre Filistin İslami Cihat Örgütü Lideri Ramazan Abdullah Şallah’ı kabul eden İran Devrimi Lideri Seyyid Ali Hamenei, bölgede son bir yılda yaşanan gelişmelerle İslam dünyasının Batı karşısındaki gücünün artmakta olduğunu belirtti.

İslam ümmetinin Allah’a tevekkülle direnişte sebat etmesi durumunda son bir yılda tanık olunduğu gibi Allah’ın yardımına mazhar olacağını belirten İslam Devrimi Lideri son bir yıl içerisinde bölgede yaşanan gelişmelerin ilahi bir rahmet ve lütuf olduğunu söyledi.

İran İslam Devrimi Lideri Ayetullah Hamenei, Allah’ın yardımının hakkı yerine getirmeyi ve cihadı gerektirdiğini belirterek “İran İslam Cumhuriyeti geçen 32 yıl içerisinde sürekli olarak zorluk ve sıkıntılardan geçti, Allah’ın yardımıyla bundan sonra da gücüyle yoluna devam edecektir” dedi.

Suriye konusuna da değinen Ayetullah Hamenei, “Suriye meselesine daha geniş ve kapsamlı bir şekilde bakıldığında burada bir Amerikan tasarımının olduğu açıkça görülmektedir. Maalesef bazı yabancı ülkelerle bölge ülkeleri de bu Amerikan tasarımına iştirak etmiştir” dedi.

Amerika’nın Suriye konusundaki asıl hedefinin Filistin ve Lübnan direnişlerine darbe vurmak olduğunu vurgulayan Ayetullah Hamenei, Suriye’nin direniş hareketlerine verdiği desteğe dikkat çekti ve “Eğer Suriye hükümeti Amerika’ya Filistin ve Lübnan direnişlerine destek vermeyi kesme sözü verseydi bütün mesele çözülürdü Suriye’nin tek suçu direnişi desteklemektir” dedi.

Amerika ve bazı Batılı ülkelerin Tunus ve Mısır’da uğradıkları yenilginin intikamını Suriye ile almaya çalıştığını belirten İslam Devrimi Lideri “İran İslam Cumhuriyeti’nin Suriye konusundaki tutumu açıktır. İran Suriye’de halkın yararına olacak her türlü reformu desteklemekte ve Amerika ile onun kuyruğuna takılan ülkelerin Suriye’nin iç işlerine karılmasına karşı çıkmaktadır” dedi.
http://www.yakindoguhaber.com/




_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Çrş Şub 08, 2012 11:36 pm tarihinde değiştirildi, toplam 3 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Pzr Şub 05, 2012 12:11 am    Mesaj konusu: 'Bazı Arap ülkeleri Suriye sorununun çözümünü istemiyor' Alıntıyla Cevap Gönder

Diplomatik Skandal: Katar, İsrail ve Türkiye Rusya’ya Rüşvet Teklif etmiş...

Ertuğrul Horasanlı
16.02.2012



Dünyadan Batı’nın dezenformasyon süzgecinden geçmemiş haberlerin alınabileceği nadir kaynaklardan biri olan Yakındoğu Haber Sitesi çok ilginç bir habere imza attı... (1)

Bu haberi AB-D medyasında okumanız ve görmeniz imkânsız...

New York’taki BM binasında Rusya’nın BM Daimi Temsilcisi Vitali Çurkin ile Katar Başbakanı Hamad bin Casim’in BM Güvenlik Konsey’inde AB-D ve İsrail’in çıkması için bütün güçlerini kullandıkları Suriye işgali’nin ilk basamağı olacak karar tasarısının oylanmasından hemen önce yaptıkları iğrenç bir rüşvet teklifi görüşmesini açıklayan Haber, Şöyle başlıyor:

[El Alem televizyonunun haberine göre Suriye yönetimine yakınlığıyla tanınan Lübnanlı eski parlamenterlerden Nasır Kandil, Arap Birliği ile Batılı ülkelerin Suriye’ye yönelik hazırladıkları karar tasarısının oylanması öncesinde Katar Başbakanı Hamad bin Casim ile Rusya’nın BM Daimi Temsilcisi Vitali Çurkin’in BM binasında yaptıkları tartışmanın ayrıntılarını açıkladı.]

Lübnanlı eski parlamenterlerden Nasır Kandil’in bizzat şahitlik ettiği anlaşılan bu görüşme sırasında Katar Başbakanı Hamad bin Casim, Rusya’yı veto fikrinden caydırmak için Vitali Çurkin’e önce bu karar tasarısının askerî bir müdahaleyi kapsamadığını iddia ediyor...

Muahatabının kendisimi keriz yerine koymaya çalıştığını derhal anlayan tecrübeli diplomat.

Çok açık çok net bir karşılık veriyor:

- “Libya için başlangıçta öngörülen askeri müdahale değildi. Fakat siz ve müttefikleriniz Güvenlik Konseyi kararını ve tüm değerlendirmeleri çiğnediniz ve kendi planınızı uygulamak için Libya’da yıkıcı bir savaşa girdiniz. Ancak şunu unutuyorsunuz. Asya artık Afrika değil ve biz Asya’daki güç dengesine zarar verecek her türlü karara karşı olacağız. Çünkü bu sizin onu istismar etmenize sebep oluyor. Siz, Suriye’yi ve onun ordusunu yok etmek istiyorsunuz; ancak biz böyle bir şeye izin vermeyeceğiz”

AB-D’nin sözcüsü olarak Rusya’nın BM Daimi Temsilcisi Vitali Çurkin’i böyle kandıramayacağını anlayan Katar Başbakanı Hamad bin Casim hemen lâfı rüşvet istikametine döndürüp şu çirkin teklifi yapıyor:

- “Suriye’nin ve Beşşar Esed’in Rusya’nın vetosuna ihtiyacı yok; çünkü Suriye’ye yönelik bir askeri müdahale kararı verilmedi. Ama Bu karar, Güvenlik Konseyi’nden çıkarsa, Arap ülkeleri önümüzdeki yıllarda 100 milyar dolar bütçe ayırdıkları silah ithalatı konusunda programlarını değiştirmeye hazırdır. Bu çerçevede bu bütçeden 10 milyar dolar Rusya’dan silah ithal etmek için ayrılacaktır. Halbuki şu an Rusya’nın Suriye’ye sattığı silah 1.5 milyar doları bulmuyor.”

Herkesi kendisi gibi paraya tapan ve para için her şeyi yapabilen zanneden ahlâksız Başbakan’ın sözlerindeki çirkinliği hemen farkeden Rusya’nın BM Daimi Temsilcisi Vitali Çurkin, muhatabının sözünü keserek bütün diplomat adaylarına ders olarak okutulacak güzellikteki şu cevabı veriyor:

- “Sizin Rusya’nın tutumunu yanlış yorumladığınızdan eminim. Eğer biri size Rusya’nın Suriye ile ilişkilerinde pazarlığa hazır olduğunu söylemişse kuruntuya kapılmıştır. Tutumumuzun jeopolitik boyutunu kavramamış demektir. Bize sunduğunuz bu açık rüşvet, iyi bir teklif değil ve bizim siyasi çerçevemize uymaz”

Bu kadar...

Bu sözleri diplomatik nezaket zarfından çıkarıp açıkça tercüme etmek gerekirse Rus diplomat ahlâksız işbirlikçi Katar Başbakanı’na şunu söylemiş oluyor:

- “ Sen o 8,5 milyar dolarlık rüşvetini, kıvır kıvır da münasip bir yerine sok!”

İşte tam bağımsız bir devletin haysiyetli diplomatı böyle olur...

Böyle olmayanlar, olamayanlar, böyle olmayı hayal bile edemeyenler...

Diplomasiyi küresel güçlerin taşeronluğuna, özel ulaklığına indirgeyenler...

Diplomat olsalar ne olur?

Diplomatların başındaki bakan veya başbakan olsalar ne olur?
Uluslararası ilişkiler konusunda, master, doktora tezleri yazsalar, Üniversitelerin Uluslar arası hukuk kürsülerinde hocalık yapsalar ne olur?

Diplomasi kendi halkının, vatanının, devletinin bağımsızlığını, hak ve çıkarlarını korumak için yapıldığında diplomasidir...
Küresel güçlerin hak ve çıkarlarını korumak için yapılan şeye diplomasi denmaz...

Taşeronluk denir...

İşbirlikçilik denir...

Tetikçilik denir...

Ama diplomasi asla denmez...

Neyse biz habere dönelim...

Rusya’nın BM Daimi Temsilcisi Vitali Çurkin’den fırçayı yiyen İşbirlikçi Katar Başbakanı bu defa lâfı başka bir tarafa kıvırıyor:

- “Bizim değerlendirmemize göre eğer siz isterseniz Beşşar Esed, karar taslağı doğrultusunda iktidarın barışçı bir şekilde devredilmesine karşı koyabilecek güçte değil..”

Diye söze başlıyor ama Vitali Çurkin karşısındaki arsız yüzsüz işbirlikçinin sözünü ağzına tıkayıp şu cevabı veriyor:

- “Sizin vardığınız sonuç, önceki değerlendirmeniz gibi yanlış. Güvenlik Konseyi’nde Suriye’ye askeri müdahalenin zeminini oluşturan bu karar taslağını kabul etmeyen biziz.”

Tecrübeli diplomatın bu sözlerini diplomatik nezaketinden soyarak günübirlik dle taşırsak:

- "Siz beni ve Rusya’yı kendiniz gibi işbirlikçi bir taşeron zannetmeyin. Biz bu kararı Suriye’yi korumak için değil Rusya’nın hak ve çıkarlarını korumak için veto edeceğiz.”

Anlamına geldiğini görürüz...

İşbirlikçi taşeron Başbakan’a bu fırçalar vız geliyor...
Çünkü adam arsız, yüzsüz bir ahlâksız...

Rüşvetin dozunu arttırıp. “Esad muhalifi” diye pazarlanan emperyalist işbirlikçisi çetenin başı Burhan Galyun’un “Rusya’nın Akdeniz’deki nüfuzunu ve Suriye’deki imtiyazlarını garanti etmeyi öngören bir anlaşma imzalamaya” hazır olduğunu söylüyor.

Tecrübeli Rus diplomatın buna cevabı da şu oluyor:

- “Siz Galyun’la Libya’daki petrol kuyuları için Amerikalıların, İngilizlerin ve Fransızların katılımını öngören anlaşmaya benzer bir anlaşma mı imzaladınız? Yoksa bu anlaşma doğalgazın; Kızıldeniz, Hayfa, Beyrut ve Banyas’a naklini de içine alacak şekilde daha mı kapsamlı? Sizin Humus konusundaki ısrarınız İran Rusya gaz boru hattı projesinin bu bölgeden geçiyor olmasından mı kaynaklanıyor?”

Bunun günlük dideki karşılığı da şöyle:

- “Biz sizin neyin peşinde olduğunuzun, bunun için neler çevirdiğinizin farkındayız, bizi enayi yerine koymaya kalkıp da asabımızı bozmayın!”

Ve şöyle devem ediyor:

- “İsrail, Rusya’ya Suriye ve Lübnan arasındaki bölgedeki projelerini üstlenmemiz karşılığında Akdeniz’deki tartışmalı bölgede doğal gaz sondajı anlaşması teklif etti. Türkler de bu konuda daha açık davrandı ve aynı anlaşmayı bize teklif etti. Onlar bizim payımızı arttırmak için sizi bir kenara bıraktı. Ama Rusya bu tekliflere de karşı çıktı.”

Yani:

- “Senden önce İsrail ve Türkiye bize geldi seninkinden daha büyük rüşvetler teklif etti ama biz onları da elimizin tersiyle ittik; boşuna nefesini tüketme. Bu kapıdan sana kemik yok!”

Rus elçisini ikna edemeyeceğini anlayan işbirlikçi taşeron Hamad bin Casim son silahı olan tehditi ateşliyor:

- “Görülüyor ki konuşmanın faydası yok. Siz, Arap ülkelerinin kararını başarısız kılmakta kararlısınız ve Araplara savaş açıyorsunuz. Arapların kaybetmesi için karar vermişsiniz. O halde bu tutumunuz karşısında ağır bedel ödeyeceksiniz”

Bu kuru sıkı tehdite “Vaaaay!” demeden önce Rus elçisinin şu harika cevabını bir okuyun:

- “Ben, Suriye Temsilcisi Beşşar Caferi ile tutumumuzu koordine etmek için görüşmeye gideceğim. Ancak gitmeden size şunu bildirmek istiyorum. 200 yıl önce Rus gemileri Körfezde yüzerken Katar haritada yoktu. Şunu aklınızdan çıkarmayın tarih bazen ironik bir şekilde tekrar edebilir. Bu komedinin kahramanı olmaya çalışmayın; çünkü şu anki dramda gülmeye yer yok!.”

“Vaaaay!” işte buna denir...

Diplomatlık da diplomasi de böyle bir şeydir...

Yoksa...

Mikrofonlar önünde “Biz Arap ligiyle birlikte şöyle yapacaaaz. Uluslaraarsı toplumla böyle yapacaz.” Lâflarını bir sakız gibi çiğneyip dururken; kapalı kapılar ardında ülkenin doğu Akdeniz’deki hak ve çıkarlarını Küresel çete AB-D adına Rusya’nın cebine rüşvet olarak koymaya kalkmaya diplomasi denmez...

Onun adı başka bir şeydir...

Dipnot:
1- Haberin tamamını şu linkten okuyabilirsiniz: http://www.yakindoguhaber.com/HD9863_rusyadan-katara-net-mesaj--bu-komedinin-kahramani-olmaya-calismayin.html



Dünya düzeni
Hüsnü Mahalli
04 Şubat 2012
Akşam



Bir haftadır BM Güvenlik Konseyi harıl harıl çalışıyor. ABD, Fransa, İngiltere ve işbirlikçi Arap yönetimleri Suriye konusunda karar çıkarmaya çalışıyor. Rusya, Çin, Lübnan, Güney Afrika, Hindistan ve Brezilya karşı çıkıyor. Çin ve Rusya ise önerilen karar tasarısının oylanması için üç temel koşul ileri sürüyor:

Kesinlikle yabancı askeri müdahale olmayacak, Esad'a iktidarı bırak çağrısı yapılmayacak ve ülkede orduyla çatışarak terör estiren silahlı grupların varlığına ve komşu ülkelerin bu gruplara yardım ettiğine dikkat çekilecek.

Bu koşulları kabul etmeyen ABD ve müttefikleri, yeni önerilerle Rusya ve Çin'i ikna edemiyorlar. ABD ve Batılı ülkeler toplantılara dışişleri bakanları düzeyinde katılıyor.

Bölgenin yeni Şerif Hüseyin'i Katar Emiri Şeyh Hamed ve Arap Birliği'nin Mısırlı Genel Sekreteri Libya'da olduğu gibi Suriye'nin de işgal edilmesi yönünde karar çıkması için özel çaba harcıyorlar. Özetle ABD ve müttefiki ülke ve güçler ne pahasına olursa olsun Suriye konusunu kendi bildikleri ve istedikleri şeklide çözmeye kararlılar. BM Güvenlik Konseyi'nde Rusya ve Çin vetolarını aşamayan ABD ve müttefikleri bundan böyle daha hırçınlaşacaklardır. Suriye'yi zor günler bekliyor. Olayların ilk gününden itibaren silahlı gruplarla ve onların bir zamanlar güney doğuda olduğu günlük çatışmalarıyla uğraşan Suriye ordusu ve güvenlik güçleri şimdiye kadar en az iki bin kayıp verdi. Silahlı gruplar 'demokrasi ve özgürlük' adına akıl almaz terör eylemlerine başvuruyorlar. Okullar, hastaneler, devlet daireleri bombalanıyor, yollar kesiliyor ve insanlar kaçırılıyor.

Kaçırılanların bazıları işkence görüyor, bazıları da feci şekilde öldürülüyor... Ama uluslararası medya bundan hiç söz etmiyor ve etmeyecek. Çünkü oyunun kuralları böyledir.

Silahlı gruplar ya da artık resmen kendilerini tanımladıkları gibi 'Hür Suriye Ordusu'na göre bu bir silahlı kalkışmadır ve Esad iktidarını yıkmak için yapılması gereken eylemlerdir. Oysa biz olayların başladığı ilk günlerde silahlı grupların varlığına dikkat çektiğimizde birçokları bize çok kızmıştı. Şimdi ise Hür Suriye Ordusu'nun Antakya'daki Komutanı yabancı medyaya verdiği demeçlerde ''Her türlü silahlı eylemlere devam edeceklerini'' söylüyor ve ''Suriye'yi cehenneme çevirme'' tehdidinde bulunuyor. Amerikalı sözcü Victoria Nuland ise Suriyeli muhaliflere 'Sakın silahlarınızı bırakmayın' diyor. Amerika'nın demokrasi ve özgürlük anlayışı bunu gerektiriyor. Tıpkı Irak'ta olduğu gibi. Tıpkı şimdi Libya'da olduğu gibi. Libya yerle bir edildi ve 60 bin kişi öldü. Diktatör olduğu için yıkılan Kaddafi zamanında hapishanelerde 'siyasi' nitelikli tutuklu sayısı 3 bin civarındaydı. Şimdi ise Uluslararası Af Örgütü bu sayının 70 bin olduğunu söylüyor ve yeni yönetimin bu insanlara akıl almaz işkenceler uyguladığına dikkat çekiyor.Ama kimin umurunda... Nasıl olsa Kaddafi yok artık ve ABD ile müttefikleri bu ülkede istedikleri her şeyi yapıyor ve yapacak. Tıpkı Mısır'daki futbol maçında olduğu gibi! Yeni dünya düzeni bunu gerektiriyor. Bu düzende Büyük Patron ABD'nin istediği her şey oluyor. ABD isterse insanların bırakın politik çizgilerini, din ve imanlarını bile değiştiriyor ve değiştirecek. Ama bir tek sorun kalıyor. O da Rus vetosu...

Bir zamanların Sovyetler Birliği döneminde olduğu gibi... Ki o Sovyetler Birliği İslami Yeşil Kuşak ile yıkılmıştı!

Kaynak: Akşam gazetesi

TÜRKİYE MÜDAHALEYE HAZIRMIŞ!
BANU AVAR
6 Şubat 2012



Eski CIA şefi Philip Giraldi, Türkiye’nin NATO özel birliklerinin Suriye’de yaptığı örtülü operasyonlara yardımcı olduğunu söyledi:

‘Dışişleri bakanı Ahmet Davutoğlu, batılı güçler arasında bir anlaşma sağlandığı takdirde Suriye’ye müdahaleye hazır olduklarını söyledi. Müdahale insani prensipler çerçevesinde yapılacak ve Libya’daki gibi KORUMA YASASI (R to P) ile meşrulaştırılacaktır. Bazı kaynaklar müdahalenin Suriye-Türkiye arasında tampon bölge oluşturularak başlayacağını ve büyüyeceğini ifade etti.

Hedef Suriye’nin en büyük kenti olan HALEP olacak..

İskenderun’a yakın Türk Silahlı Kuvvetleri üslerine NATO savaş uçakları geliyor. Silah ve Libya Geçici Konseyinden tecrübeli asker getiriyorlar. Ayrıca bölgede Hür Suriye Ordusu konuşlanmış bulunuyor. Fransız ve ingiliz özel birlikleri Suriyeli asileri eğitiyor, ABD özel ordusu ve CIA istihbarat ve iletişim ağlarını kuruyor.’

Pentagon danışmanı STRATFOR adlı düşünce kuruluşu başkanı George Friedman da 3 Şubat konuşmasında ‘Mısır’da rejim değişmedi sadece Mübarek gitti.. Oysa Libya’da rejim değişti!’ dedi ve yol haritası olarak ‘DIŞ MÜDAHALE’yi gösterdi.. ‘Suriye direniyor. Böyle giderse daha uzun zaman direnir. Arkasında halk desteği de var.. Suriye’de acilen Libya modeli izlenmeli!’ . Bu ve benzer yayınlar son bir hafta içinde hızla yayılıyor.. Bunları yazan çizen herhangi birileri değil, NATO danışmanları, Pentagon memurları.. Bunlar küresel odaklar arasındaki görüş ayrılığını giderme çabaları.. İkna turları!

Silahlı müdahale yanlılarıyla, yumuşak güç’le ülkeleri işgal edelim diyenler arasında gırtlaklaşma var..

Bu bir paylaşım savaşı!

Durum karışık ve çok vahim.. Eğer birbiriyle boğuşan batılı güç odakları bir PAYLAŞIM mutabakatı sağlarlarsa TÜRKİYE gırtlağına kadar savaşın içinde demektir!

Karşısında akrabaları Suriyeli İranlı müslümanlar; yanında NATO, ABD, İsrail ve diğer uluslararası sırtlanlar!

Banu AVAR, 6 Şubat 2012
banuavar@superonline.com

Tunuslu gözlemci: Bazı Arap ülkeleri Suriye sorununun çözümünü istemiyor
05-02-2012


yakindoguhaber.com/ 'un haberi:

Suriye raporumuz dikkate alınmadı

YDH- Arap Birliği gözlemci heyeti içerisinde Suriye’ye giden Tunuslu Gözlemci Fethi Belhac, bazı Arap ülkelerinin Suriye sorununun çözümünü istemediğini söyledi.

Irak’ta yayımlanan es-Sabah gazetesinin haberine göre Arap Birliği’nin Suriye’ye gönderdiği gözlemci heyetinin Tunuslu Üyesi Fethi Belhac, heyetin sunduğu nihai raporun dikkate alınmadığını belirterek bazı Arap ülkelerinin Suriye sorununun çözümünden yana olmadığını söyledi.

Fethi Belhac, “Arap Birliği Dışişleri Bakanları Komitesi, Arap Birliği gözlemcilerinin bir aylık Suriye raporunu dikkate almadı. Halbuki bu raporun müzakerelerin eksenini oluşturması öngörülüyordu” dedi.

Düzenlediği basın toplantısında Arap Birliği’nin Suriye sorununu Batılı ülkelerle birlikte Güvenlik Konseyi’ne taşımasını “acı” olarak niteleyen Belhac, Arap Birliği Gözlemci Heyetinin dikkate alınmayan raporunun geleceğe yönelik kararlarda temel alınmasının beklendiğini ifade etti.

Hazırladıkları raporda Suriye yönetiminin kendileriyle işbirliği yaptığını belirten Arap Birliği Gözlemci Heyeti Suriye’de silahlı grupların eylemlerinin bulunduğunu vurgulamış; ancak Arap Birliği Suriye Cumhurbaşkanı Beşşar Esed’in ulusal birlik hükümeti kurulabilmesi için yetkilerini yardımcısına devrederek çekilmesini öngören bir karar açıklamıştı.

Tunuslu Arap Birliği Gözlemcisi Fethi Belhac, “Arap Birliği içerisindeki bazı çevreler, gözlemci heyetinin raporunu ve Arap çözüm planını ortadan kaldırarak Suriye’ye yabancı askeri müdahalenin de önünü açacak şekilde meseleyi bir uluslar arası bunalıma dönüştürmek istiyorlar” dedi ve gözlemci heyetinin Suriye’deki görevini sürdürmesi gerektiğini söyledi.

Suudi Arabistan’ın heyetteki gözlemcilerini çekmesinden sonra Arap Birliği Genel Sekreteri Nebil el-Arabi ve Katar Başbakanı Hamad bin Casim, Batılı ülkelerle birlikte Güvenlik Konseyi’ne başvurmuş ve Arap Birliği Gözlemci heyetinin faaliyetlerine son verilmişti.

Suriye'yle ilgili kritik tasarıya çifte veto geldi
Hürriyet Planet
4 Şubat 2012

Rusya ve Çin, Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi’nde yapılan oylamada, Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad'a dolaylı olarak istifa çağrısı yapan karar taslağını veto etti. ABD, bu vetolara "midemiz bulandı" tepkisini verdi.

Çifte veto, Batılı ülkelerin büyük tepkisine neden olurken, gözler Salı günü Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov ile Esad'ın Şam'da yapacağı görüşmeye çevrildi.

Rusya, bir süredir söz konusu karar taslağını veto edeceğinin sinyallerini veriyordu. Gün boyunca hem 48'inci Güvenlik Konferansı'nın toplandığı Münih'te hem de BM genel merkezinin bulunduğu New York'ta Rusya'yı ikna etmek için yoğun diplomatik çabalar yürütüldü.

Ancak kararın Esad yönetimi ve muhaliflere eşit mesafede olmadığını savunarak karşı çıkan Rusya ikna edilemedi. Akşam saatlerinde başlayan toplantıda Çin de bu kararı veto edeceğini açıkladı. Yapılan oylamada iki ülke de veto hakkını kullanarak, kararın düşmesine neden oldu.

Rusya'nın BM Daimi Temsilcisi Büyükelçi Vitali Çurkin, oylamanın ardından oturumda yaptığı konuşmada, Suriye'de akan kanın bir an önce durması ve Suriye'deki muhalif grupların kendilerini silahlı çetelerden ayrıştırması gerektiğini söyledi.

BM Güvenlik Konseyi'ne son 22 yıl içerisinde getirilen karar tasarılarından yalnızca dördü çifte veto almıştı. Son dört ay içerisinde de Rusya ve Çin iki kez veto haklarını kullandı ve Suriye ile ilgili iki ayrı karar tasarısını veto ettiler.


Büyükelçilerini Geri Çağırdılar
07 Şubat 2012

İtalya, Fransa ve Körfez İşbirliği Konseyi ülkeleri Şam büyükelçilerini geri çağırdı.

Suriye'de şiddetin dozunu gün geçtikçe artıran Şam yönetimi üzerindeki diplomatik baskı da artıyor.
Güvenlik güçlerinin katliamlarının sürmesi üzerine bir çok ülke büyükelçilerini geri çağırıyor.
Avrupa Birliği, Şam'a yönelik yeni yaptırımlar üzerinde çalışıyor. Yaptırımlara ilişkin çalışmanın, 27 Şubat'a kadar tamamlanması bekleniyor.
Amerika Birleşik Devletleri'nin Şam büyükelçiliğini kapatmasının ardından büyükelçisini iştişareler için çağıran İngiltere'yi, İtalya ve Fransa takip etti.
Son olarak Körfez İşbirliği Konseyi ülkeleri de Şam'daki büyükelçilerini geri çağırdı.
Konseyin, Hür Suriye Ordusu'nu tanımaya hazırlandığı da bildirildi.
TRT

"Türkiye, Demokratik Suriye'nin Dostları Grubunda"
07 Şubat 2012



Amerikan Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Victoria Nuland'dan Suriye ile ilgili bir açıklama daha geldi.

Suriye konusunda Rusya ve Çin'in, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi vetosunu aşamayan Amerika Birleşik Devletleri, sorunun Birleşmiş Milletler dışında alınabilecek uluslarararası önlemlerle çözülmesi seçeneğine ağırlık veriyor.
Dışişleri Bakanı Davutoğlu'nun bu hafta gerçekleştireceği Washington ziyaretinde de gündem konularından birinin Suriye olması bekleniyor.

Amerika Birleşik Devletleri, Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed üzerindeki baskının artırılması için bölgesel ve tek taraflı yaptırımların dozunun artırılabileceğine işaret ediyor.
Amerikan Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Victoria Nuland, demokratik Suriye'nin dostları olarak tanımlanan pek çok ülkenin, Suriye'de geçiş dönemine sağlayabilecekleri destek konusundaki görüşmelerini önümüzdeki günlerde gerçekleştirebileceklerini söyledi.

Sözcü Nuland, bir soru üzerine aralarında Türkiye'nin de bulunduğu ülkelerle bu konunun ele alındığını belirtti.
Demokratik Suriye'nin dostları olarak adlandırılan grupta Türkiye, Amerika ve İngiltere dışında hangi ülkelerin olduğu sorusuna Nuland, bazı Avrupa ve Arap Birliği ülkelerinin bu fikirle ilgilendiğini, ancak bu konuda biraz daha zamana ihtiyaç olduğunu kaydetti.

Sözcü Nuland, Güvenlik Konseyi'nin 15 üyesinden 13'ünün demokratik bir Suriye ve Arap Birliği planını desteklemek için daha fazla şey yapılması düşüncesinde olduğunu vurguladı.
Victoria Nuland, Güvenlik Konseyi çerçevesinde bir şey yapmak mümkün olamadığı için, Güvenlik Konseyi dışında çalışabilecek bir grup oluşturulması gerektiğini söyledi.
TRT

"Press TV: Türkiye İsrail desteğinde Suriye'yi işgal edecek!"



07 Şubat 2012

Akşam gazetesinin haberi:

Türkiye hakkında müthiş iddia!

İran Devlet Televizyonu Press TV, ABD ve Batılı güçler tarafından hazırlanan plana göre Türkiye’nin bir süre sonra Suriye topraklarına girerek Suriyeli muhalifleri silahlandıracağını, İsrail’in de Suriye silahlı kuvvetlerine ait önemli askeri üsleri uzaktan vurarak Beşşar Esad’ın devrilmesinde muhaliflere yardımcı olacağını öne sürdü.

Press TV’nin "üst düzey kaynaklara" dayandırdığını iddia ettiği habere göre, plan çerçevesinde önce çeşitli ülkelerdeki Suriye elçilikleri muhaliflerin saldırısına uğrayacak ve bu yolla Esad rejiminin meşruiyeti dünya kamuoyunun gözünde yıpratılacak.

Ardından Suriye yönetimi savaş suçlusu ilan edilerek dava Lahey’deki Uluslararası Savaş Suçları Muhkemesi’ne taşınacak.

Plana göre bunu, Türkiye’nin Suriye’deki muhalifleri silahlandırarak eğitmek üzere Suriye topraklarına girmesi izleyecek.

Press TV’nin iddiasına göre, Washington daha sonra Vahabi militanlarla Libya’dan gelecek Feth ül İslam milislerini silahlandırarak Suriye sınırındaki köyleri elecek geçirmelerine yardımcı olacak. İddiaya göre bu aşama İsrail de savaş uçakları ve füzelerle Suriye ordusunun önemli merkezlerini vurarak etkisiz hale getirecek.
Akşam

Bahçeli: "AKP, Libya’daki yanlışı Suriye’de tekrarlamasın"



Devlet Bahçeli: “Libya’da, Fransa ve diğerlerinin peşine takılan AKP, ümit ederim ki, aynı yanlışı Suriye’de tekrarlamaz”

07 Şubat 2012

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Devlet Bahçeli, TBMM Grup Toplantısındaki konuşmada Suriye konusunda şunları söyledi:

- Bize göre Suriye yangını gittikçe genişlerken, buradan Şam uzmanı kesilenler, tam vakıf olmadıkları bilgi kırıntılarıyla ahkâm kesenler yaptıkları yorumların nerelere varacağını da iyi görmelidirler.

- Hele hele, Humus’taki cinayetlerin tarafı kesin olarak netleşmeden; dağa doğru bir deyimle, saldırıların muhaliflerden mi yoksa Esad rejiminden mi kaynaklandığı açıklık kazanmadan, Batı’nın istediği şekilde değerlendirme yapanların, yakın coğrafyalarımızdaki bunalımda küçük ya da büyük oranda payları olacağını unutmamaları gerekmektedir.

- Bir yıl öncesinde, bugünkü gibi yıkım ve kanlı mücadelenin zerresi dahi bulunmayan Suriye’de, ne olmuştur da, şimdi her yer karışmış ve vahşi eylemler, toplu infazlar belirgin hale gelmiştir?

- Bu sorunun cevabı, Başbakan’ın, Suriye Devlet Başkanı Esad'a kardeşlikten birden bire nasıl düşmanlığa geldiğini izah etmesiyle kendiliğinden ortaya çıkacaktır. Bildiğiniz üzere, Suriye’ye ilk cephe alan AKP hükümeti olmuştur. BOP’un planlarıyla bölgeye bakan AKP, daha ilk adımda yanlışa düşmüştür.

- Şimdi merakımız Humus olaylarından sonra, Dışişleri Bakanı’nın; Türkiye’nin üzerine ne düşüyorsa yapacağı beyanında toplanmaktadır. Birleşmiş Milletler’i göreve çağıran, uluslararası toplumun duyarsız kalmamasını bekleyen bu zihniyet, açıkça askeri müdahale şakşakçılığı yapmakta, adresi malum çevrelere APS ile Suriye’yi vurun daveti göndermektedir. Açıktır ki, böylesi bir bilinç kayması, tarihi ve telafisi asla olmayacak bir hata olarak tarihe geçecektir.

- AKP’nin savaş çığırtkanlığı yapması ve komşu bir ülkeye müdahale niyetlerine destek olması kabul edilir gibi değildir. Suriye, komşu bir ülke olarak kendi iç dinamikleriyle meselelerini çözmeli ve yanı başımızda yeni bir işgal girişimi asla olmamalıdır. Irak tecrübesi bizim için yeterince öğretici ve ders verici niteliktedir. AKP hükümeti, Esad yönetimiyle, muhalifleri buluşturacak ve uzlaşmalarını sağlayacak yeni kanallar oluşturmalı ve meseleye tek yanlı yaklaşmamalıdır. İki tarafta karşılıklı tavizlerle ve kolaylaştırıcı tutumlarla mutabakat zemininde buluşmalı ve kardeşlik bağlarıyla uluslararası operasyonların ve iç çatışmaların önüne geçmelidir.

- AKP yalnızca muhalifleri dikkate alan ve kollayan tarzından vazgeçerek, geniş bir diyalog ve iletişim ortamı için uluslararası çevreleri harekete geçirmeli ve Suriye’nin kanlı bir işgalin içine düşmesi mutlaka önlenmelidir. Suriye’ye küresel güçlerin şekil ve düzen vermesi yerine, tarafların güdümlü ve önyargılı tavırlarından çıkması ve vakit çok geç olmadan inisiyatif almaları gerekmektedir.

- Ülkeler peşi sıra, diplomatik temsilciliklerini geri çekmekte ve bu şekilde hızla uluslararası bir müdahalenin tüm unsurları olgunlaştırılmaktadır.

- Meselenin daha da çelişkili yanı ise, Suriye’deki acımasızlıklara, hukuksuzluklara, vicdanları kanatan ilkelliklere BOP prizmasından bakılmasıdır. Bundan dolayı da, bu ülkeye yönelik objektif, tarafsız ve herkese eşit mesafede yaklaşmayı öngören politikalar ihmal edilmekte ya da görmezden gelinmektedir. Şu ilginç rastlantıya bakın ki, 2003 yılında Saddam’a git diyen AKP, bugün de Esad’a aynı tempoyla çağrıda bulunmaktadır.

- Türkiye’nin küresel çevrelerin planlarına teslim olan bir politikayla komşu coğrafyalara model olması ve emsal teşkil etmesi bize göre eşyanın tabiatına aykırı olacaktır. Geldiğimiz bugünkü aşamada, tüm kartlar, Suriye’deki rejimin düşmesi, yönetimin tasfiye olması üzerine dağıtılmıştır. Kuşkuya yer bırakmayacak biçimde ifade etmek lazımdır ki, Suriye’de olaylar kritik bir evreye dayanmıştır.

- Bu itibarla AKP küresel çekim alanından, BOP yörüngesinden çıkarak, tarihi ve coğrafi düzlemde kader birlikteliği yaptığımız bu ülkeye sağduyuyu ve aklıselimi tavsiye edecek bir duruş göstermelidir. AKP, özellikle Birleşmiş Milletler nezdinde, Suriye’nin geleceğini Suriyelilerin tayin etmesini karalılıkla muhataplarına iletmelidir.

- Parti olarak Suriye’nin toprak bütünlüğünü, Müslüman bir ülkenin içişlerine karışılmaması gerektiğini aynen Irak’ta olduğu ki gibi savunuyor ve bu ülkenin huzura, barışa ve istikrara bir an önce kavuşmasını diliyorum. Libya’da, Fransa ve diğerlerinin peşine takılan AKP, ümit ederim ki, aynı yanlışı Suriye’de tekrarlamaz ve Türk milletini sonu olmayan bir maceranın içine sürüklemez.

Kaynak: http://millibirlikruhu.blogspot.com/

"Ver Suriye - İran'ı, Al Yasayı." Mı?
Müyesser YILDIZ
25 Ocak 2012
Silivri



Malûm "inkâr yasası"nı Fransız Senatosu da kabul etti. Şimdi hep birlikte Fransız Anayasa Konseyi’nin 'şefaatini' bekliyoruz!..

Duruşmamıza 1 gün kala bile tutuklu gazetecilere "terörist-darbeci" demekten imtina etmeyen Başbakan Erdoğan’ın Fransa’ya karşı sabırlı ve soğukkanlı tavrı herkesi şaşırttı.

Siz de emperyalizm ile Türkiye arasında büyük bir pazarlık yaşandığını hissediyor musunuz?

"Ermeni sorunu"nun anası-babası kim? Fransa, İngiltere, ABD.

Bugün Türkiye’den ne istiyorlar;

Fransa, Suriye’yi... Verdik de bizimkilerin millete hazmettirme politikasını hazmedemiyor: "Haydi tampon bölge kur, uçuşa yasak bölge ilân et, Esad’ın, Kaddafi gibi linç edilmesini çabuklaştır." diyor.

İngiltere ve ABD de İran’ın peşinde, herkesin malûmu...

Baksanıza, Davutoğlu nasıl koşturup duruyor... T.C. Dışişleri Bakanı’nın ABD-AB-İran arasındaki maratonunu geçelim; Fransa’yla sözüm ona kıyamet koparken o neredeydi? Moskova’da... Neyi görüştüler? Suriye ve İran derdini... Aynı gün Başbakan Erdoğan da Putin’le telefonda bunları konuşuyordu.

Moskova’nın duruşu belli; öyleyse ne konuşuyorlar?

Aylar önce yabancı gazetelerden birisi yazmıştı, yalanlanmadı da... Bizimkiler Rusya’ya, "Suriye’ye müdahalenin, Rusya’nın bölgedeki menfaatlerine zarar vermeyeceğini garanti ediyorlar"mış!.. Hem de ABD adına!.. Galiba bu 'arabuluculuğun' son teşebbüsleri yapılıyor...

Bu emperyalizmin ciğerini biliyorsam, olan bitenle ilgili şu tahmini yapacağım:

"Ver Suriye-İran’ı, al inkâr yasasını." diyorlar.

Fransız Anayasa Konseyi o yasayı geri çevirirse, bilin ki alışveriş tamamlanmıştır!..

Sonuç mu?

Nasılsa alıştılar Ermeniler, bir kez daha emperyalizmin maşası olmuş olurlar!..

Bizimkilerin de bir "başarı öyküsü"ne ihtiyacı var. "Diklenmeden, dik durup" Fransa’ya diz çöktürmüş olurlar!..

Millet bunun "zafer sarhoşluğunu" yaşarken de Suriye cephesi açılır, İran’a acımasız ambargo devreye girer, umurumuzda olmaz!..

Eğer böyle pazarlıklar yaşanmıyorsa;

İktidar Fransa’ya ve bu yasaya sessiz kalmakla eleştirdiği AB’ye gerçekten bir ders vermek istiyorsa öyle uzun boylu "paketler" aramasına gerek yok. Yapılacak tek şey şudur:

Batı’nın Suriye ve İran politikalarını desteklemediğinizi, hiç bir katkı vermeyeceğinizi açıklarsınız; olur, biter!..

Silivri’den kucak dolusu sevgiler...

Kaynak: http://www.guncelmeydan.com/

Sarkozy’nin Suriye’ye müdahale planına AKP ‘evet’ dedi!
Sabahattin Önkibar
8.02.2012



Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy önceki gün Suriye bağlamında yeni saldırı projesini şöyle açıklıyor: “Birleşmiş Milletler’le bu iş olmayacak. Yapılması gereken derhal Suriye’nin Dostları adı altında gönüllü ülkeler gurubunu oluşturmak ve harekete geçmektir.”
Açıkça görüldüğü gibi Fransa, Libya’da yaptıklarının aynısını Suriye’de tekrarlamak istiyor.
İlginçtir Ankara şu saate kadar Sarkozy’nin teklifine karşı çıkmıyor tersine el atından “Siz ABD ile anlaşın biz varız” mesajını iletiyor!
Evet AKP iktidarı Fransa Parlamentosunda Türkiye’ye savaş açan Sarkozy ile kapalı kapılar ardından sarmaş dolaş oluyor!
İyi ama Suriye ile Libya olayı aynı değil ki!
Birinci husus Libya hadisesinde Rusya ile Çin kayıtsızdı oysa Suriye bağlamına tablo tam tersidir. Öyle ki, Rusların nükleer başlık taşıyan tek uçak gemisi Kuznetzov bile Suriye limanına demir atmış bekliyor.
Moskova Suriye’yi kaybederse sadece Ortadoğu ile Akdeniz’i kaybetmeyecek aynı zamanda emperyal ülke olma özelliğini de yitirecektir, dolayısı ile Suriye’yi sahiplenme Moskova için olmak ya da olmamak gibidir.
Aynı şekilde Çin de ABD’nin kendini Ortadoğu’dan dışladığını görmüş ve petrol havzasının topyekün kontrolünü Washington’a bırakmayacağını ortaya koymuştur.
Buradan hareketle Suriye’ye yapılacak herhangi bir saldırının mukabelesi mutlaka olacaktır.
Peki mukabele yani karşılık, nereye ve kime mi olur?
Eşyanın tabiatı gereği binlerce kilometre ötedeki Arizona ya da Cannes’e değil, eğer savaşa dahil olursa Suriye’ye komşu olan Türkiye’ye füzeler yağdırılacaktır ki, bunun işaretleri Rusya, İran ve Suriye’deki füzelerin yönünü Türkiye topraklarına çevrilmesi ile sabittir.
Sorarım size durum bu ise Ankara nasıl böyle bir riske girer ve Suriye için savaş kışkırtıcılığı yapar?
Cevap arıyorum Türkiye’nin bu işte ulvi çıkarı nedir ki kendi dindaşlarına Haçlı Orduları ile beraber savaş açacak?
Bu gaflet ve delaletin ötesi değil midir?
Böyle bir süreçte Rusya ile İran doğalgaz vanasını kapatmaz mı, keza gönderdiği milyonlarca turiste dur demez mi?
Hal bu iken Türkiye dertsiz başına niye dert alıyor, yoksa CIA devletimizi yönetenleri böyle davranmaları için elindeki dosyalarla rehin mi almıştır?
Yoksa AKP ABD’ye, “Ben Suriye’ye savaşı istedim ama olmadı” oyununu mu oynamayı düşünüyor? Güldürmeyin beni ABD böyle bir oyuna gelir mi,öyle bir durumda tezgahlar kurup provokasyonlarla Türkiye’yi savaşa itmez mi?Dolayısı ile yapılması gereken bugünden açıktan tavır yani biz asla ve kat’a savaşmayız denmesidir!
Ve ey CHP ile MHP bu vahim durumu millete neden anlatmazsın!

Kaynak: Yeni Mesaj

Haçlının Kiralık Katili Olmak
Bülent Esinoğlu
Şub 7th, 2012



Avrupa, Amerika, Batı, demokrasi, insan hakları gibi, cilalı sözcüklerin arasında, Haçlıların Kiralık Katili ifadesi, insana oldukça tırmalayıcı geldiği muhakkaktır.

Ama ne yapalım ki, Türkiye’nin, daha doğrusu bizi yönetenlerin, dünya halkları nezdinde görünümü budur.

Hatta Batı’da kapalı kapılar ardında böyle söylüyor. Böyle düşünüyordur.

Bizim Türk olmayan medya, istediği kadar Haçlıların borazanını çalsa da, Suriye’de demokrasi yok laflarını pompalasa da, gerçek durum budur.

Talimat Amerika’dan, finansman Suudi Arabistan ve Katar’dan, savaşcıl eğitimden geçmiş kişiler Türkiye’den olunca, işler Haçlıların istediği kıvama gelmiş oluyor.

Şimdi Merak ettiğim bir konu var.

Konuyu gazeteler yazdı, bazı televizyonlar verdi. Türkiye’den Suriye’ye, iç savaşta, muhalefetin yanında yer almak üzere, Suriye’ye geçen 49 gizli servis elemanının hali…

Adamlar Suriye’ye girer girmez, Suriye resmi çevrelerince, tutuklandılar. Hapiste yatıyorlar.

Suriye hapishanelerinde yatan bu vatandaşlar, Haçlılara yardım ve yataklıktan mı yatıyor? Yoksa vatan adına Türkiye’nin Suriye’deki menfaatleri adına mı orada hapis yatıyorlar?

Uzatmadan söylesek, Amerika adına, Haçlılar adına yatmaktadırlar.

Öyle anlaşılıyor ki, Amerika’nın amaçladığı, bir yıldır süren iktidar değişikliği kanlı çatışmaları bir süre daha devam edecek.

Devreye hesap dışı iki süper devlet daha girdi. Çin ve Rusya.
Haçlıların organize ettiği bir maceranın içinde sürüklendiğimiz ve bizim için büyük yıkımlara sebep olacak bu maceradan bir an önce ayrılmamız gerekir.

Bu maceraya Türk halkı karşıdır. Ancak onu örgütleyip, savaş karşıtı bir cephe oluşturacak kanaat önderleri, Gladyo tarafından sindirildiği için halk öndersiz kalmıştır.

Türkiye’yi bu maceradan caydıracak, bir tek güç var. O da Rusya’dır.

Haçlıların Suriye Seferinin, sadece Suriye ile sınırlı olmadığı, arkasından İran’ın seferlere dâhil edileceği apaçık ortadadır.

Suriye meselesinde, Haçlıların yanında kendi isteği ile yer alan AKP’nin, arkasından emrivakiler ile gelişecek İran meselesinde de, Haçlıların yanında olacaktır.

Zaten bu Amerikan macerasının bir savaş ile sonuçlanacağı görünen bir husustu. Adım adım oraya yaklaşıyoruz.

Durum; 1096-1270 Haçlı saldırılarına ne kadar da çok benziyor. Suriye ve Mısır Sultanı Selahaddin Eyyubi Haçlıları orta doğudan def etmişti. 1920-1923 Mustafa Kemal bir kez daha Haçlıları Anadolu’dan kovmuştu. Ama ne yazık ki, Batıya yardım ve yataklık edenler sayesinde, Haçlılar tekrar Suriye’dedir.

Her şey ne kadar da açık değil mi? Suudi Arabistan’da demokrasi aramayan işbirlikçiler, Suriye’de ille de demokrasi diyorlar.

Çağımızda Haçlı saldırısının kibarlaştırılmış adı; demokrasidir.

Emperyalizm ile savaş içerdeki işbirlikçiler ile savaştır. Bir ülkede emperyalizmin işbirlikçisi yoksa hiçbir şeyi yok demektir.

Dindar nesiller yetiştirmek, herhalde Haçlıya işgücü hazırlamak demek oluyor.

Şimdi Suriye, daha sonra İran, bunların son macerası olacağı da şimdiden bellidir.

bulentesinoglu@gmail.com
Kaynak: ulusalbakis.com

ABD, Türkiye’yi Suriye’de kullanacak
8 Şubat 2012
İran’da İngilizce yayın yapan Press TV, Suriye rejimini devirmeyi amaçlayan bir ‘ABD Komplosu’nun ortaya çıkarıldığını iddia etti

Batıda Türkiye’ye başlıca bir rol verildiği, “Suriye senaryoları” çoğalırken İran’da İngilizce yayın yapan Press TV, ABD’nin Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’ın öldürülmesini amaçlayan bir ‘komplosu’nun ortaya çıkarıldığını öne çıkardı. Press TV, “ABD’nin Türkiye’yi, sınırı geçecek kuvvetleriyle Suriye’de iç savaşı kışkırtmakla görevlendireceğini” iddia etti.
Press TV, ‘bilgi sahibi’ kaynaklara dayanarak, “Suriye Cumhurbaşkanı Beşar Esad’ın hükümetini devirmek amacıyla Türk kuvvetlerinin bu ülkeye girmesi ve büyük çaptaki bir İsrail saldırısını öngören bir ABD komplosunun ortaya çıkarıldığı”nı ifade etti.

Türkiye’ye özel görev
Söz konusu kaynaklar, plan kapsamında bazı ülkelerdeki Suriye büyükelçilikleri ve konsolosluklarına saldırılacağını belirttiler. Press TV, komplo çerçevesinde ilk olarak Suriye hükümetinin ‘savaş suçlusu’ olarak gösterilerek Lahey Uluslararası Adalet Divanı’na götürüleceği savına da yer verdi. Haberde şu tespitler öne çıkarıldı: “Bunun ardından Washington, Türkiye’yi, iç çatışmalar ve iç savaşı kışkırtmak amacıyla Suriyeli siviller ve muhalefeti Beşar Esad yönetimine karşı silahlandırmak üzere sınırın diğer tarafına kuvvet göndermekle görevlendirecek.”

Askeri operasyonları İsrail yürütecek
Pres TV, ‘atılacak adımlar’ arasında Washington’un, Katar ordusunun da desteğindeki Libyalıları silahlandırarak, Suriye’nin sınırındaki köylere saldırma emrini vereceğini de iddia ettiği haberinde İsrail’in de, Suriye’ye karşı askeri operasyonlar gerçekleştirmeye hazır olduğunu belirterek, bu ülkenin devreye gireceğini kaydetti.

Suriye’nin diğer bir komşusu olan Ürdün’ün de, “ABD’den yeşil ışık talimatı”nı aldığında askeri müdahale için hazır olduğunu açıklayacağını savunan Press TV ayrıca, Suriye TV kanallarının Nilesat ve Arabsat uydularından kaldırılacağını, yeni Suriye pasaportları çıkartılarak yeni belgeleri almayan Suriyelilerin de Batılı ve Arap ülkelerine girmesine izin verilmeyeceğini kaydetti. Haber şu tespitlerle noktalandı: “Bilgi sahibi kaynaklara göre, Suriye rejiminin devrilmesine yönelik komplonun başarısı için gerekli bir koşul da, Suriye ordusundan kaçışlar olacak ve komplonun başlıca faktörünü, Suriye Cumhurbaşkanının öldürülmesi oluşturacak.”
Yeni Mesaj

Davutoğlu ABD'de
09 Şubat 2012

Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Amerika Birleşik Devletleri'ndeki temaslarına başladı.

Davutoğlu, hem Temsilciler Meclisi hem de Senato'da, önemli isimlerle biraraya geliyor.

Dışişleri Bakanı Davutoğlu, ilk olarak Temsilciler Meclisi Çoğunluk lideri Cumhuriyetçi Eric Cantor ve yardımcısı Kevin McCarthy ile ayrı ayrı görüştü.

Temsilciler Meclisi Türkiye Dostluk grubu ile çalışma yemeğinde biraraya gelecek Davutoğlu, Cumhuriyetçi Parti'nin seçim kampanyası komitesinin başkanı Pete Sessions ile de görüşecek.

Cumhuriyetçi Rick Perry'nin Başkan aday adaylığından çekilmeden önce sarfettiği sözler Ankara'nın büyük tepkisini çekmişti.

Diplomatik kaynaklar, "siyasilerin ortamın havasına kapılıp böyle şeyler söyleyebileceğini öngörüyoruz ancak Perry'nin sözlerinin kabulü mümkün değil" diyerek siyasilerin Türkiye'yi seçim malzemesi yapmasına tepki gösterdi.

Davutoğlu'nu, Amerikan Senatosu'nda da önemli temaslar bekliyor.

Ahmet Davutoğlu, Amerikan Senatosu Silahlı Kuvvetler Komitesi kıdemli üyesi, eski Başkan adaylarından Cumhuriyetçi Senatör John McCain ile de görüşecek.
TRT

Rusya, Suriye'ye dış müdahaleye karşı
09 Şubat 2012



Rusya, Suriye'ye karşı yapılabilecek herhangi bir dış müdahaleye karşı olduğunu açıkladı.

Dünya Bülteni / Haber Merkezi

Rusya Savunma Bakanlığı, Suriye'de dış müdahaleye karşı olduklarını ve Rusya'nın bunun engellenmesi için elinden gelen her şeyi yapacağını söyledi.
Rusya Savunma Bakan Yardımcısı Anatoliy Antonov, Rus Vesti televizyonuna yaptığı açıklamada, ''Suriye konusunda New York'ta sert tartışmaların devam ettiğini görüyoruz. Biz sadece bu konuyla uğraşan Dışişleri Bakanlığı'ndaki meslektaşlarımıza destek veriyoruz'' dedi.
Antonov, Suriye'de krizin ülke içinde çözülmesi gerektiğini belirterek, ''Elbette biz Suriye'ye askeri müdahalenin engellenmesi gerektiğine inanıyoruz'' diye konuştu.
Rusya, Ortadoğu'daki en büyük müttefiki olan Suriye rejimine Arap Baharı'nın başlangıcından beri destek verirken, BM Güvenlik Konseyi'nin Suriye'yle ilgili kararını Çin ile birlikte veto etmişti.
Rus Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov da dün Arap dünyasına, ABD ve AB'ye yönelik çağrısında, Suriye'deki ulusal diyalog henüz başlamadan bu konuda peşin hükümlü olunmamasını istemişti.
http://www.dunyabulteni.net/



Halep'te istihbarat ve askerî tesislere saldırı: En az 28 ölü, 175 yaralı
10 ŞUBAT 2012



BBC'nin haberine göre; Suriye'nin Halep kentinde bugün iki şiddetli patlama meydana geldi. Suriye Televizyonu, en az 28 kişinin öldüğünü, 175 kişinin yaralandığını duyurdu.

Suriye Televizyonu, terörist çeteleri sorumlu tuttuğu patlamaların askeri istihbarat binasıyla başka bir askeri tesiste meydana geldiğini bildirdi.

Devlet televizyonu, patlamayla ilgili haberinde "Terör saldırılarında siviller ve ordu mensupları şehit oldu ve yaralandı" dedi. Televizyon, patlamadan sonraki kanlı görüntülere yer verdi.

MBR haber

"Suriye’de devrim, İran’dan kurtulmak için gerekli"
10-02-2012



YDH- Mossad şeflerinden Efraim Halevi, New York Times için kaleme aldığı yazısında İsrail’in İran tehdidinden kurtulması için Suriye devrimi fırsatının kaçırılmaması gerektiğini savunuyor.

Bugünlerde Amerika ve İsrail’de bulunan herkes İran’ın nükleer programını durdurmak için askeri bir operasyonun yapılıp yapılmayacağı konusuna odaklamış durumda.

Oysa çok az insan Suriye’de yaşanan olayların İran hükümetini nasıl bir stratejik bozguna uğratacağı ile ilgileniyor.

İran’ın Suriye’de sahip olduğu sağlam zemin, Tahran’da ki mollaların izledikleri umarsız ve saldırgan politikaların dayanağını oluşturmaktadır. İşte bu zemin mutlaka ortadan kaldırılmalıdır.

İran’ın bölgedeki uzantılarına ( Lübnan’da Hizbullah, Gazze’de Hamas) ulaşmak için merkez üssü olan Şam’dan tahliye edilmesi, bunlarla olan bağlantıların kesilmesinin yanında İran’ın içerideki ve bölgedeki prestijini de etkileyecek, Tahran’da yer alan molla rejimini nükleer programdan geri adım atmaya zorlayacaktır.

Esad yönetimi güç kaybettikçe, Suriye İran için ölümcül bir zaaf haline geliyor. İran elinde bulunan birçok birliği bölgeye yönlendiriyor.

Bu bölgede Devrim Muhafızları’nın yanı sıra İranlı silah uzmanları ve eğitmenleri de bulunuyor. Bunlara ek olarak İran kontrolünde yer alan Hizbullah kuvvetleri Suriye’de Esad karşıtlarına karşı yapılan katliam ve kıyımlara çoktan dahil oldu bile.

İran sonucu ne olursa olsun ülkedeki yönetimin Esad’da kalması için elinden geleni yapmaya niyetli. İsrail ve Batı ise ne pahasına olursa olsun bunu engellemeli.

Üzücü olan ise Suriye’de ki tüm bu gelişmeler sonucu ortaya çıkan fırsatlar İsrailli liderler tarafından kaçırılıyor.

İsrail’in askeri istihbarat şefi geçen hafta yaptığı konuşmada Gazze, Lübnan ve Suriye’de İsrail nüfusunun yoğun olarak yaşadığı yerlere ulaşabilecek 200,000 roket ve füze bulunduğunu açıkladı.

Ayrıca her geçen gün Suriye’de bulunan gelişmiş silahların terörist grupların eline geçme ihtimali de artmakta.

Tüm bu tehditlerin devamı için İran’ın Suriye’de ki varlığı ölümcül önem taşıyor.

Gelinen noktada geriş dönüş mümkün değil Esad gitmeli. Aslında İsrail için esas önemli olan Esad’ın gitmesi de değil, İran’ın Suriye’deki varlığının da bu Esad iktidarı ile sona ermesidir.

İran’ın bölgeden kapı dışarı edilmesi İsrail güvenliğinin olmazsa olmazıdır. Eğer Esad gidecekse İran hegemonyası altında bulunan Suriye’de onunla birlikte gitmeli.

İsrail bu süreçte tek başına hatta baş aktör olarak yer almamalıdır. İşe yarar her türlü çalışmada ABD, Rusya ve Arap ülkeleri de yer almalıdır.

Amerika Suriye’ye verdiği desteği kesene kadar Rusya’ya teşvikler sağlamalı. Yeni Suriye hükümeti iktidarı devralana kadar, Arap Birliği kontrolü ele almalıdır.

Suriye’de ortaya çıkan yol ayrımı, İran’ın dünya güvenliğine ve istikrarına olan tehlikesinden kurtulmak için eşişiz bir fırsattır.

Bunların yanında İran’ın buradaki varlığını sona erdirmek uluslar arası ticarete ve güvenliğe ağır yaptırımlardan ve savaştan daha az zarar verecektir.

Geçen hafta yapılan oylamada veto kullanan Rusya ve Çin’de Esad rejiminin düşüşünün kendilerinin lehine olduğunu görmelidir.

Unutulmamalıdır ki İran’ın müdahaleci politikaları Rusya’nın güneyinde ve Çin’in batısında bulunan ve Müslümanların çoğunlukta olduğu alanları kasıp kavurabilir. Ayrıca nükleer bir İran Rusya’nın güney sınırları için ciddi bir potansiyel tehdittir.

Rusya’nın Suriye’deki çıkarları İran ile bir değildir ve Esad’a verdiği tereddütsüz desteği çekerek Moskova bunu göstermelidir.

Rusya’nın istekleri basitçe Akdeniz’e ulaşımını, burada sahip olduğu Tartus ve Lazkiye limanlarını muhafaza etmek, Şam’ın en büyük silah sağlayıcısı konumunu kaybetmemektir.

Washington bu duruma izin vermek istiyorsa ve Libya müdahalesinde olduğu gibi Rusya’yı devre dışı bırakmak istemiyorsa İran ve Suriye konusunda ortak çıkarlarda birleşmeli, Esad’ın devrilmesinin önündeki engelleri kaldırmalıdır.

Bunun başarılması bölgedeki bütün dengeleri köklü şekilde değiştirecektir. İran sponsorluğundaki terörizm görülür şekilde kontrol altına alınacaktır.

Hizbullah kendisi için hayati önem taşıyan ve ile İran arasında köprü görevi gören Suriye’yi kaybedecek, Lübnan çoktan unutmuş olduğu normal günlerine geri dönecektir.

Gazze’de bulunan Hamas’lı savaşçılar İran silahlarının ve eğitimlerinin olmadığı bir gelecek tasarlamak zorunda kalacaklar ve İran halkı bir kez daha kendisine elem ve acı veren bu rejime karşı ayaklanacaktır.

Bunu boş bir hayal olarak görenler alternatifi düşünmelidir: Esad sonrası hala İran ‘a göbekten bağlı, içerisinde İsrail’i her yerden vurabilecek kapasiteye sahip kimyasal savaş başlıklarının da bulunduğu uzun menzilli Suriye füzelerinin ateşleme butonlarında İran’ın parmağının yer aldığı bir Şam yönetimi.

Bu durum kesin bir savaş göstergesidir ve İsrail bunu engellemek zorundadır.

Ne mutluki Esad ve yandaşları istemeden de olsa İran tehdidini imha etmek için bir fırsat yarattılar.

Eğer uluslar arası kamuoyu bu fırsatı değerlendiremez ve İran’ın Suriye’deki etkisi bu haliyle kalırsa dünya ya askeri bir hava saldırısını ya da sistemi daha da felç edecek, sistemin dengesini bozacak ve petrol fiyatlarını uçuracak ağır ekonomik yaptırımlardan birini seçmek zorunda kalacak. ABD ve Rusya bu iki seçeneği de arzu etmemelidir.

Suriye bizlere üçüncü bir şans verdi bunu boşa harcama lüksümüz yok!

*Efraim Halevy: Eski Ulusal Güvenlik Danışmanı ve Büyük Elçi, 1998-2002 yılları arasında Mossad’ın Şefi

Çeviren: Harun Eryiğit
Kaynak: http://www.yakindoguhaber.com/

ABD ile olmak İslam’ın şartı mıdır?
Yusuf Karaca
10 Şubat 2012



ABD ile birlikte Suriye yönetimine karşı olmayan İran, Irak ve diğer Müslüman ülkeler için “Ülkelerindeki İslam ibaresini kaldırsınlar” diyen Arınç “Efendi” ne demek istedi?
Yani İslam’ın altıncı şartı ABD ile birlikte hareket etmek midir? Eğer öyle ise;
Daha önce Esad ile iyi ilişki içinde oldukları dönemde, Müslüman değiller miydi? Sayın Başbakanın aile dostu oldukları Esad ailesi, günü birlik İstanbul’a gelip Erdoğan ailesi ile Mısır çarşısını gezerlerken; Esma Esad ve Emine Erdoğan hanımefendiler birlikte poz verdiklerinde, ya da hükümetler ortak bakanlar toplantısı yaptıkların da, Sayın Arınç’a göre İslam’dan çıkmış mı oluyorlar?
Amerika ile birlikte Libyalı Müslümanları; NATO kılıfı ile bombaladığımız için İslam mı olduk? Fransa ve Rusya’nın “Haçlı savaşı” dedikleri bu savaşta İslam adına mı İzmir’i saldırı merkezi yaptınız?
Kıbrıs çıkarmasında “Bu Müslümanların 300 yıldır ilk ileri harekâtıdır, benim sırtım da nasiplensin” diyerek uçağa sırtıyla savaş malzemesi taşıyan Muammer Kaddafi’yi öldüren isyancılara, 400 milyon doları bu yüzden mi verdiniz?
Madem insan ölümlerinden bu kadar rahatsızsınız neden bu olaydan rahatsız olmadınız? Sizlere göre ABD’ye karşı gelen Müslüman değil ise peki; insanda mı değil?
ABD’ye karşı durarak; Esad yönetimi ile birlikte konuşup, görüşerek isyancılarla bu yönetim arasında arabulucu olsak, sizlere göre İslam’dan çıkmış mı oluruz?
Amerika’nın Irak’ta, Irak’ın Telafer şehrinde, Afganistan’da öldürdüğü milyonlarca Müslümanın acısını hissetmek şöyle dursun, Amerika’ya taraf olmayanları Müslüman olmamakla suçlamak acaba nasıl bir inanç ve nasıl bir Müslümanlıktır? Allah kimseyi bu hallere düşürmesin. Amerika’dan daha zalim, daha diktatör kim olabilir? Bunu göremeyenlere diyecek başka bir şey bulamıyorum.
Amerika Kâbe’ye saldırırsa, bu saldırıda ABD’ye taraf olanlar mı sizce Müslüman yoksa Kâbe’ye taraf olup ABD’ye karşı duranlar mı? Onların öldürdüğü bir tek Müslüman dahi, en az Kâbe kadar kıymetlidir.
Amerika ile olmanın Hz Muhammed’in getirdiği İslam’da yeri yoktur. Sayın Arınçgillerin inandığı din her neyse, asla bir sözümüz ve eleştirimiz olamaz. Bu dine kendileri İslam diyorlarsa eğer, her halde on yıldır millete dayatılan “ılımlı İslam” yani İslam olmayan İslam’dır.
Ilımlı İslam’ın beş değil, altı şartı var anlaşılan, o da ABD ile hareket etmektir! Bu “İslam olmayan” İslam’ın, iman şartı da her halde yedidir. Oda Amerika’nın varlığına ve gücüne inanmak.
Bu dinde peygamber yoktur, bu dinin merkezi Pensilvanya, kıblesi Washington. Bu dinde cami ve mescit de yok, “ibadethane” vardır. Bu dinde Müslümanlar düşman, Ehli-Kitap kardeş, Ehli-Beyt cehennemlik, Ehli-Kitap cennetliktir.
Bu dinde vatan sevgisinin karşılığı yoktur. Bu dinde “Amerika sevgisi imandandır”. Bu dinde “işgalciler şehittir”, bu dinde faiz “katılım payı” adıyla helaldir.
Bu dinde tek hak din inancı yoktur, üç hak din inancı vardır. Bu dinde Allah’ın kulu olmak yok, “Rabbin aciz kulu olmak” vardır.
Dileyen Allah’ın Yüce Peygamberine vahiy ettiği Hz. Muhammed’in İslam’ına inanır. Dileyen “Vahiyle- akılları çatışanların” Abant Konsili’nden türettikleri hurafelere inanır. Ancak buna İslam demeleri laikliği ihlal suçudur, çünkü devletin gücü, İslam’ın tahrifinde kullanılıyor.

Kaynak: Yeni Mesaj

Arap Birliği Suriye'yİ haçlılara işgal ettirmek için "BM'barış gücü kılıfı" uyduruyor
12 ŞUBAT 2012

Haçlı işbirlikçisi Arap Birliği, Kahire'de yaptığı toplantısında Suriye'deki haçlılara işgal ettirmek için Arapların ve BM'nin ortak katılımıyla oluşturulacak bir barış gücü sevkedilmesini istedi.

Arap dışişleri bakanları tarafından kabul edilen bu kararda, haçlıların istediği doğrultuda rapor hazırlamayı reddeden gözlemci ekibinin misyonu da sona erdirildi.

Arap Birliği, AB-D'nin talimatları doğrultusunda Suriye'yle diplomatik işbirliğini de sona erdirdi.
MBRhaber

SURİYE, ARAP BİRLİĞİ'NİN KARARINI REDDETTİ!
12 Şubat 2012

[img]http://www.aktifhaber.com/suriye-arap-birligi-yusuf-ahmet-317172h.jpg [/img]

Suriye'nin Arap Ligindeki Daimi Temsilcisi Yusuf Ahmet, Suriye'nin bugün Arap Liginde alınan kararı reddettiklerini söyledi.
Suriye'nin Arap Ligindeki Daimi Temsilcisi Yusuf Ahmet, Suriye'nin bugün Arap Liginde alınan kararı bütün ayrıntılarıyla kabul etmediğini belirterek, kararı reddettiklerini söyledi. Büyükelçi Ahmet; Suriye'nin gıyabında Arap Liginde alınacak kararlarla ilgisi olmadığını belirtti.

Suriye'nin Arap Birliği Büyükelçisi Ahmet, yayınladığı bildiride, Arap Dışişleri Bakanlarının bugün aldığı kararı, "Suudi Arabistan ve Katar'ın liderliğinde bir kısım Arap hükümetlerinin Arap iradesini gasp etmesi" şeklinde değerlendirdi.

Başta Suudi Arabistan ve Katar olmak üzere bir kısım Arap ülkeleri hükümetlerinin Suriye konusunda düzenlediği oturumlar ve aldığı kararların, Arap Birliğinin kanunlarının açık bir ihlali olduğunu savunan Ahmet, kararların Suriye'nin güvenlik ve istikrarını baltalama amacıyla siyasi ve politik provokasyonda bulunarak düşmanlık yapıldığını söyledi.

Büyükelçi Ahmet, "Suriye'de dengeli bir çözümün sağlanmasını engelleyenler, ekonomik yaptırımlarla Suriye halkını sıkıştırmaya çalışan, ülkede yıkım, şiddet ve teröre sınır koyma davetini engelleyen, Suriyelilerin canlarını ve mülklerini hedef alan terör patlamalarını kınamayı gözardı eden, yine bu hükümetlerin kendileridir. Bu hükümetler, tüm bunlarla yetinmeyerek, Suriye'de terör ve dehşet saçan silahlı gruplara sözde insani yardım bahaneleri altında aleni bir şekilde silah ve finans temin ediyorlar" suçlamasında bulundu.
aktifhaber

Pazartesi günü Suriye’yi çökertmek için yeni bir ortaklık kurulacak
BANU AVAR
12.02.2012

Davutoğlu Amerika’da.. İsrail Dışişleri Bakanı Avi Liberman Amerika’da.. Emperyal odaklar ve onların bölge aktörleri Suriye’yi ve daha sonra İran’ı işgâl planlarını tartışıyorlar…

Pazartesi günü Suriye’yi çökertmek için yeni bir ortaklık kurulacak. Türkiye, Katar ve Suudi Arabistan ortak girişimiyle Suriye üzerine oynanan oyunun 2. perdesi başlayacak...

Anlaşılan ABD ve Avrupa’daki kan içiciler ‘diplomatik çözüm’ sakızını çiğnerken, Türkiye ve Körfez ülkelerini Suriye’de aktif göreve çağıracak...

Demek ki esas mesele TEK DÜNYA DEVLETİNE giden yolda Suriye’nin oyun bozanlık etmesi dünya bankerlerinin arzusu hilafına hareket etmesi..

Tüm bu gelişmelerin Suriye’ye ve bölgeye ‘DEMOKRASİ’ getireceğini sanacak kadar zeka özürlüyseniz ve bunun sonrasında Türkiye’yi, bir paylaşım savaşında ‘paylaşılacak bir cephe ülkesi olarak KAN gölüne sürükleyeceğini göremiyorsanız, siz ‘bekleyip görecek’ olanlardansınız!

http://www.facebook.com/


Orman Kanunu ve ‘Hayvanlar Âlemi’!
Banu AVAR,
11 Şubat 2012
banuavar@superonline.com
11, 2012

Suriye kurtlar sofrasında peki ya sonra!.. Avcılar ‘av’ olacaksa!

Davutoğlu Amerika’da.. İsrail Dışişleri Bakanı Avi Liberman Amerika’da.. Emperyal odaklar ve onların bölge aktörleri Suriye’yi ve daha sonra İran’ı işgâl planlarını tartışıyorlar…

Pazartesi günü Suriye’yi çökertmek için yeni bir ortaklık kurulacak. Türkiye, Katar ve Suudi Arabistan ortak girişimiyle Suriye üzerine oynanan oyunun 2. perdesi başlayacak. Önümüzdeki birkaç hafta içinde küresel çetenin yazdığı senaryo, ABD ve Avrupa basınında açıkça yeralıyor.. Anlaşılan ABD ve Avrupa’daki kan içiciler ‘diplomatik çözüm’ sakızını çiğnerken, Türkiye ve Körfez ülkelerini Suriye’de aktif göreve çağıracak.. Efendileri ağzını açmadan göreve atlayan bölge uzantıları Libya modelini örnek alacak!

Son günlerde Batı basınında, ABD resmi raporlarında ve siyasi aktörlerin toplantılarında ortaya çıkan ‘hedef ülkeyi çökertme adımları’yla ilgili özet aşağıda:

1. Türkiye ve Körfez ülkelerinin aktif girişimiyle Suriye’ye saldırı başlatılacak.

2. Haçlı orduları (koalisyon güçleri ve NATO) Koruma Yasası (R to P) çerçevesinde oyuna daha sonra katılacak.

3. Beyaz Saray basın sekreterinin açıklamasına göre ‘müdahale’ sonrası İNSANİ YARDIM ekipleri bölgeye girecek. Tampon bölge oluşacak Sözkonusu bölge Hatay Halep arası olacak.

4. Ankara, Riyad ve Doha ‘Hür Suriye ordusu’nun silah mühimmat ve istihbarat olarak arkasında duracak

5. ‘Suriye’nin Dostları’ koalisyonu ABD, Fransa, İngiltere ve Arap Birliği, Birleşmiş milletler Güvenlik konseyi VETO’sunu yok saymış olacaklar. İş oldu bittiye gelecek.

6. İsrail istihbarat sitesi Debka file raporuna göre, Katar ve Suudiler kendi özel birlikleriyle Humus’da zaten yerleşikler. Şam’a sadece 160 kilometre mesafedeler.

7. Türkiye.. Davutoğlu’nun beyan ettiği üzere ‘İnsani yardım koridoru’ için çalışmaları başlattı

8. Türk-Arap silahlı kuvvetleri önce Humus daha sonra da belirlenmiş diğer birkaç yerleşim bölgesine konuşlanacak . Ve Libya’daki gibi işgal tamamlanacak.

9. İşgal ilerlerken İsrail İran’la çatışmaya başlayacak..

10. Bu arada acaba İran, Rusya ve Çin armut mu toplayacak.. Ve unutulan bir nokta, Türkiye başta olmak üzere, ağır baskı ve işkence altında varolma savaşı veren Körfez İşbirliği ülkelerinin vatandaşları acaba Haçlıların yanında mı yeralacak..

11. Batı tarafında savaşan/savaştırılan yönetimlere karşı ayrılıkçı örgütler / mezhepler savaşan ülke topraklarında bağımsızlık ilan edecek

12. Haçlı uç beylerinin yönettiği ülkelerde milli güçler kurtuluş mücadelesine evrilecek!
Son olarak bir alıntı Suriye’den başlayan bu kan kokusunun altında ne var belki biraz daha açıklayıcı olur.. İşte ABD İçişleri Bakanlığı raporu :

‘Suriye küresel ekonomiye girmedi. Özelleştirme programlarına uymadı. Wall Street bankerlerinin hedeflerine uygun davranmadı. Esad, Suriye ekonomisini liberal ekonomiye uydurmadı. Ekonomi devlet denetiminde kaldı.’ (Bkz: http://www.state.gov/r/pa/ei/bgn/3580.htm#econ)

Demek ki esas mesele TEK DÜNYA DEVLETİNE giden yolda Suriye’nin oyun bozanlık etmesi dünya bankerlerinin arzusu hilafına hareket etmesi..

Tüm bu gelişmelerin Suriye’ye ve bölgeye ‘DEMOKRASİ’ getireceğini sanacak kadar zeka özürlüyseniz ve bunun sonrasında Türkiye’yi, bir paylaşım savaşında ‘paylaşılacak bir cephe ülkesi olarak KAN gölüne sürükleyeceğini göremiyorsanız, siz ‘bekleyip görecek’ olanlardansınız!

Kaynak: http://www.banuavar.com.tr/


55 Yıl Sonra Gizli 'PLAN' Yine Masada!
Banu AVAR
13 Şubat 2012
banuavar@superonline.com


Türkiye hükümeti ABD ve İngiltere adına Suriye'ye girmek istemişti...

İngiltere ve Amerika Birleşik Devletleri. Bir plan yaptılar. CIA ve MI6 Suriye’de rejimi değiştirmek için örtülü operasyonlar planladılar..

PLAN bir dizi suikasti de tüm Suriye içinde yapılacak sabotaj ve kundaklamaları da içeriyordu.. PLAN ABD Başkanı Eisenhower ve İngiltere Başbakanı MacMillan tarafından yapıldı..

50 yıl sonra, İngiltere Savunma Bakanı notları bulununca gün ışığına çıktı.

2003 yılında Ben Fenton, The Guardian gazetesinde yazmıştı.. Londra Üniversitesi'nden bir tarihçinin bulduğu belgeler, İngiltere Savunma Bakanı'nın gizli notlarıydı.

Belgelere göre, 1957’de Harold MacMillan ve Amerikan Başkanı Eisenhower Suriye’yi işgâli konuşuyorlardı.. Bu bir CIA-MI6 operasyonu olacak, PLAN’a göre Suriye’ye komşuları tarafından yapılacak bir askeri müdahale için bir dizi SINIR İHLALLERİ SAHNEYE KONULACAKTI!

İngiltere ve ABD’nin 1957’de Suriye’de rejimi devirme çalışmaları bilinmekle beraber gün ışığına çıkan belgeler, araştırmacılara SOMUT DELİLLER sundular.

Belgelere göre 1957’de en üst düzey İngiliz ve ABD istihbarat mensupları Washington’da örtülü operasyon planları için biraraya geldiler. Öncelikle Şam’da bir dizi suikast gerçekleşecekti..

Suriye’yi ‘çökertecek’ ‘PLAN’larında mealen şu cümlelere yer verdiler:

‘Özgürlükçü güçlerin harekatını kolaylaştırmak ve Suriye rejimini en kısa zamanda güçsüzleştirmek ve askeri savunmasını devre dışı bırakmak için ‘önemli şahsiyetler ortadan kaldırılmalı’.. Bu operasyon, ayaklanmanın ve müdahalenin ilk safhalarında gerçekleştirilmeli.’

Cinayetler için Londra ve Washington mutabık kaldı ve suikaste uğrayacak 3 isim belirlendi:

Suriye Askeri İstihbarat Başkanı AbdülHamid Sarraj, Suriye Genel Kurmay Başkanı Afif El Bizri, ve Suriye Komünist Parti Başkanı Halid Bakdaş.

Gizli belgelerde, Suriye’nin giderek Sovyetler'e yaklaştığı, ülkede Amerikan karşıtlığının yayıldığı ve komünizmin tüm Ortadoğu’ya yayılması için Suriye’nin etkili rol oynayabileceği ve bölgedeki en önemli petrol boru hatlarından birini, Irak’la Türkiye‘yi bağlayan hattı kontrolünde tuttuğundan söz ediliyordu.

PLAN’ın bir başka yerinde şu cümle vardı: "Suriye’de harekete geçileceği zaman, CIA ve MI6 küçük sabotaj ve olaylar dizisini devreye sokacaktır.. Olay ve sabotajlar Şam’da yoğunlaşmamalıdır… Operasyonlarda ölçü kaçırılmamalı, rejimin aşırı önlemler almasına yol açılmamalıdır!"

Raporda ‘yapılan sabotajlarla Suriye’nin komşu ülkelere tehdit oluşturduğu görüntüsü verilmelidir’.. ‘Psikolojik olarak ve saha çalışmalarında halkta gerilim yaratılmalıdır. Ürdün Irak ve Lübnan’da yapılan operasyonlar sonucu bu ülkeler Şam’ı suçlamalıdır’ deniyordu.

PLAN, Suriye içindeki Hür Suriye Komitesi’ni desteklemek ve paramiliter grupları silahlandırmak amacıyla yapılmıştı ve özel ajanlar, ülkenin çeşitli yerlerinde ayaklanmalar hazırlayacaktı..

Sonuçta Baas rejimi devrilecekti ve PLANLAYICILAR büyük halk kitlelerinin bu sonuçtan memnun olmayacaklarını biliyor olmalıydılar ki alınacak önlemleri de düşünüyorlardı:

‘…yeni rejimin başına geçecek yönetim muhtemelen baskı uygulamak ve bazı sert uygulamalarla yönetmeye mecbur kalacaktır.’

PLAN uygulanamadı…

Çünkü ‘Suriye’nin Arap komşuları plan dahilinde hareket etmeye ikna olmadı.. SADECE TÜRKİYE’NİN MÜDAHALESİ İSE (yeterli görülmediği için) UYGUN BULUNMADI..’

O zaman da Türkiye yönetimi, kendi halkını hiçe sayarak küresel çetelerin çıkarları için bir komşu ülkeyi işgale yeltenecek kadar gözünü karartmıştı..

Batıdan EMİR almaya alışmış olanlar, yarım asır sonra YİNE ‘iş’ başındalar ama BU DEFA DA başaramayacaklar!

Kaynak: http://www.banuavar.com.tr/

Rusya: Çatışma durmadan barış gücünü onaylamayız
13-02-2012
YDH- Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, çatışmalar durmadıkça Arap Birliği’nin Suriye’ye “barışı koruma gücü” adı altında asker gönderme planını onaylamadıklarını açıkladı.

Reuters haber ajansının bildirdiğine göre Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, Birleşik Arap Emirlikleri Dışişleri Bakanı Şeyh Abdullah bin Zaid Al-i Nahyan ile görüşmesinden sonra yaptığı açıklamada Arap Birliği’nin Birleşmiş Milletlerin Suriye’ye “barışı koruma gücü” gönderilmesini öngören planını bu ülkedeki çatışmalar durmadığı sürece onaylamadıklarını açıkladı.

Moskova’nın Arap Birliği’nin Birleşmiş Milletler aracılığıyla Suriye’ye barış gücü gönderilmesini öngören planını incelediğini belirten Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, “Birleşmiş Milletlerin Suriye’ye barış gücü göndermesinden daha çok bu gücün Suriye’de koruyacağı barışın sağlanmasına ihtiyaç var” dedi.

Suriye’de ateşkes benzeri bir durumun oluşturulması gerektiğini vurgulayan Lavrov, “Burada asıl sorun Suriye yönetimine karşı silahlı mücadele veren grupların hiç kimseye tabi olmamasıdır” dedi.
http://www.yakindoguhaber.com/

Suriye üstündeki Amerikan İHA’ları İncirlik’ten mi ?
19 Şubat 2012



ABD, rejim karşıtı isyanın 11 aydır sürdüğü Suriye üstünde keşif ve istihbarat amaçlı uçuşlara başladı.

NBC News televizyonunun ismini vermediği ABD savunma yetkililerine dayandırdığı habere göre “çok sayıda” insansız hava aracı (İHA) Suriye üzerinde uçuyor.

İHA’ların hangi üsten kalktıkları belirtilmedi. ABD’nin İncirlik Üssü’nde de İHA’lar konuşlu. Mevcut İHA görevinde amacın, rejimin insan hakkı ihlallerini belgelemek ve ülkedeki resmi iletişim kanallarını dinlemek olduğu bildirildi.

Büyükelçi Robert Ford, Suriye şehirlerini kuşatan tank ve roketatarların “uydu görüntülerini” geçen hafta Facebook’tan yayınlamıştı.

Bu arada geçen yıl ilk kez Akdeniz’e giren İran savaş gemileri, önceki gün Suriye’deki Rus deniz üssü Tartus’a demir attı. Bir muhrip ve bir destek gemisinin, Suriye donanmasına eğitim vereceği bildirildi.

Kaynak : http://www.internethaber.com/suriye-amerika-insansin-hava-araci--402284h.htm#ixzz1mrmuaUm0

Amerikan dışişlerinden Suriye’ye yeni tehdit
21-02-2012

[img]http://www.yakindoguhaber.com/resimler/haberler/312/9892.jpg [/img]

YDH- Amerikan Dışişleri Bakanlığı, Suriye Cumhurbaşkanı Beşşar Esed’in baskılara boyun eğmemesi durumunda daha fazla adım atılacağını açıkladı.

Reuters haber ajansının bildirdiğine göre Amerikan Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Victoria Nuland, bugün yaptığı açıklamada “Suriye için en iyi çözüm yolu siyasi çözüm yoludur; ama Suriye Cumhurbaşkanı Beşşar Esed, buna karşı direnirse, bu konuda daha fazla adım atmamız da mümkündür” dedi.

Amerikan Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Victoria Nuland, “daha fazla adım”dan neyi kastettiklerine ilişkin ayrıntıya yer vermedi.
http://www.yakindoguhaber.com/

[size=24
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Cum Şub 24, 2012 8:25 pm tarihinde değiştirildi, toplam 3 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Pzr Şub 19, 2012 9:54 pm    Mesaj konusu: TRT Haberin Bu Çabasını Kimse Görmüyor mu? Alıntıyla Cevap Gönder

Suriye Pravda’dan böyle gözüküyor
21-02-2012



YDH: Lisa Karpova Pravda gazetesi için kaleme almış olduğu makalesinde Suriye konusunda sorulması gereken soruları sorup Batı ve müttefiklerinin tutumunu sorguluyor.

Batı, Türkiye ve BM teröristlerin destekçileri

Pravda’da yayımlanan bu yazı, Batı ile Rusya arasında Suriye özelinde yaşanan gerilimin ve Türkiye’nin oynadığı rolün Rus basını tarafından nasıl görüldüğünü yansıtması bakımından önemli.

Sen kimsin? Nesin? BM’nin Suriye karşıtı yapmış olduğu en son kınamalar akıllara şu soruyu getiriyor: Batı medyası ya da Birleşmiş Milletler Suriye’deki olaylar hakkında kanlı hikayeler anlatırken bunu yapanların kim olduğunu soruyor mu?

Hayır sormuyorlar. Sadece kendilerini nasıl sunuyorlarsa onları da o şekilde tanıtıyorlar (Örneğin Suriyeli askerlerin kaçtığını iddia ediyorlar çünkü onlar sivilleri öldürmeyi reddediyorlarmış.)

Katar menşeli propaganda organı olan el-Cezire bile muhalefet konusunda yalan söylendiğini, orada yaşanan olayların ve protestocuların sayıları konularında abartıların yapıldığını sonunda kabul etti.

FUKUS ekseninin (France, UK, US, Israel) ajanlarını; eski Suriye Başkan yardımcısı Abdulhalim Haddam, AIPAC üyesi Farid al-Ghadry, Brookings Enstitüsü üyesi Ammar Abdul Hamid, ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Jeffrey Feltman ve Suriyeli birçok çok İhvan-ı Müslimin liderleri gibi kilit isimleri beslesinler, fitillesinler, eğitsinler, rehberlik yapsınlar, organize etsinler diye kullandı ve onları Esad rejimini yıkmaları için yönlendirdi.

En son manzara da teröristlerin eğitildiği Suriye- Türkiye sınırının silahlandırılması ve parasal olarak desteklenmesiydi… ve şu an Suriye’deki canice niyetlerini nasıl gerçekleştirdiklerini görüyoruz. Belki de Batı medyası ve BM kaç tane sivilin teröristler tarafından öldürüldüğünü sormalı kendilerine.

Herkesin bilmesi gereken, teröristlerin Suriyeli yöneticileri hedef aldığı gerçeği ile alakalı olarak Libya’daki el-Kaide’den olan ve Afganistan’da Amerikan güçlerine karşı Taliban saflarında çarpışmış Abdulhakim Belhac tarafından yönetilen yüzlerce Libyalı muhalifin Suriye’nin içerisine uçaklarla taşındığı ve şu an hükümet karşıtı eylemlerin uygulanmasına yardımcı olduklarından daha iyi bir kanıt ne olabilirdi ki?

Suriye, mart ayının sonlarına doğru, yeni taslak anayasayı referandumla halka götürecek. Yeni anayasa benimsenirse, Suriye çok partili parlamento seçimleri için mayıs ayı içerisinde sandığa gidecek ve gelecek başkanlık seçimleri 2014’de kadar yapılacak.

Bu adımlar halkın taleplerine cevap niteliğinde olabilecek kökten ve ciddi adımlar. Ama, tüm bunlar Batı ve ona alet olan, kendilerini yanlış bir şekilde “Suriye’de özgürlük ve demokrasi”yi destekliyoruz ve Suriyeli insanların çıkarları için savaşıyoruz, şeklinde sunan teröristleri hayal kırıklığına uğratmadı.

Peki bu reform için çaba sarf eden “muhalifler” ve “özgürlük savaşçıları”, belki de bunun yerine görüşmek, anlaşmak ya da başka bir şeyler yapmak gibi yolları denemeliyiz ya da denemeliydik diye düşündüler mi hiç?

Eğer ezici bir çoğunlukla Esad’ı destekleyen Suriye halkının çıkarları için çalışıp yabancı güçler için çalışmasalardı onlar çıkarcı birer terörist olmaktan daha iyi bir şekilde anılabilirlerdi. Onlara Batılı sponsorları tarafından Esad yönetimi ile hiçbir şarta masaya oturmamaları şeklinde direktifler verildi.

Şimdi, eğer bu direniş haklı bir muhalefet olsaydı Batı, onlara bu tür direktifler verebilir miydi? Diğer taraftan da bu aldatıcı durum yayınlandı:

Beyaz Saray sözcüsü Tommy Vietor, “Biz hala Suriye için gereken siyasi çözüme inanıyoruz ve şayet uluslararası toplum çabuk davranırsa bunun için hala bir şans var.” dedi.

Onlar muhaliflere Esad yönetimi ile herhangi bir şekilde masaya oturmamaları şeklinde komut verirken nasıl herhangi bir “siyasi çözüm” olabilir?

Bu ne olup bittiğini görmemiz açısından oldukça açık ve net. Bu “muhalif” kişiler, Batı’nın ordularını gönderip onlara hediye olarak güç ve para armağan edeceğini umut ederek bir güç oyunu oynuyorlar.

Bu durumda, Suriye hiç kimsenin güvende olmadığı bir erkeksizler ülkesine dönebilir, aynı Libya’da Ulusal Geçiş Konseyi terörist gruplarıyla birlikte yapılanlar gibi. Libya’da olduğu gibi, hangi suçlu grubunun Batı çıkarlarını en iyi şekilde sağlayacağını ve onları mutlu edeceğini görmek için birbirleri ile karşılaştırılabilir.

İlginç bir şekilde, yeni maşaları olan Suriye Ulusal Geçiş Konseyi’ni gizlemeye bile çalışmadılar. Medyadaki dezenformasyon kampanyası konusunda kendilerinden çok eminler. Bu kendi kendini tayin eden sürgündeki yönetimin merkezi Türkiye’de bulunuyor.

Türkiye’nin Suriye karşıtlığı kampanyasındaki rolü açık. Terörist eğitim kampları Türkiye’de kurulmuştur. Suriye’deki terörist isyancılar, Suriye ordusundan kaçan sığınmacılar gibi Suriye sınırından sızmaları için Türk bölgesinde eğitilip silahlandırıldı.

Türkiye’den gelen bu silahlı yağmacılar ve işgalciler genel olarak kendilerini “Özgür Suriye Ordusu” olarak isimlendiriyorlar ve “tanklarla siviller arasında duran tek şey” olduklarını iddia ediyorlar. Ama daha yakından bakmak bu hile ve yalan bulutlarını dağıtacaktır.

Özgür Suriye Ordusu, Suriye’nin genelinde, hem şehirde hem de kırsal bölgelerde, operasyon düzenliyor.

Bu güçler Kuzeybatıda ( İdlib, Halep ), merkez bölgede (Hama, Humus ve Rastan ), sahil şeridinde (Lazkiye), güneyde ( Dera ve Houran ), doğuda ( Deyr ez-Zor, Ebu Kemal) ve Şam bölgesinde etkinler. Bu güçlerin en geniş toplanma yerleri merkez bölgeler olarak görünüyor ( Humus, Hama ve çevresindeki alanlar) ve 9 ya da daha fazla tabur burada aktif olarak bulunuyor.

Onlar tüm bu alanlarda saldırılarını yapıyor ve planlıyorlar, ateş açıyorlar ve orduyu üzerlerine çekiyorlar. Bu bir tarafa, hükümet destekçilerine ve Suriyeli sivillere de ateş açıyorlar. Sonra da kameralarının önüne geçip “zalimler, insan haklarını çiğniyorlar” diye bağırıyorlar.

Libya’da olduğu gibi, insanlar öldürülürken, özel ve kamu malları yıkılırken Suriye ordusunun oturmasını ve hiçbir şey yapmamasını umuyor gibi gözüküyorlar. Yani gülümse, teröristlere el salla ve hiçbir şey yapma.

“Özgür Suriye Ordusu”nun liderlerinden biri zaten Fransa Dışişleri Bakanı’na söz verdi. Şayet Fransa aracılık ederse, oğluna onun ismini verecek.

Özgür Suriye Ordusu liderleri Suriye’nin, İran ve onun Filistin ve Lübnan’la birlikte oluşan direnme hattını keseceklerini ve Suriye’deki “güç” koltuğuna oturacaklarını belirttiler.

Türkiye, Terörist gruplara Suriye ordularının hareketlerini bildirme görevini yerine getiriyor. Türk istihbaratı ayrıca Suriye askeri iletişimlerinde radyo elektronik keşifler de yapıyor.

Suriye’de tutuklanan 7 Türk istihbarat subayı, İsrail’de Mossad tarafından özel suikastlar için, bombalama ve patlatma operasyonları, eğitildiklerini itiraf ettiler.

Ayrıca, bir ay önce, 49 Türk istihbarat subayı Suriye’de tutuklandı. Bunlardan 7 tanesi MİT’de üst rütbedeler.

Yakın zamanda olan “Suriye” güçlerinin cenaze merasiminde ateş açması haberi hileli bir şekilde Batı medyası tarafından servis edildi. İlginç olan, cenaze merasimi teröristler tarafından öldürülen Suriye güçlerinden olan askerler içindi ve ateş edenler hani şu iltacacılar, bir kez daha Esad yönetimini suçlama girişiminde bulundular ve olmadı, bir yanlış bayrağın arkasından bir tane daha, bir tane daha.

Recep Tayyip Erdoğan “Hiçbir rejim öldürerek ya da hapsederek hayatta kalamaz. Hiç kimse mazlum kanı üzerine bir gelecek inşa edemez“ dedi.

Türkiye, Osmanlı İmparatorluğunu yaşama döndürmek gibi bir hayale sahip ve Batılı zırvalar ve onların entrikaları ile el ele ilerleyip işbirliği yapıyor. Ayrıca Osmanlı İmparatorluğunun yeniden kurulmasının İsrail’deki birçok Siyonist tarafından da uygun olarak görülmesi de dikkate değer.

Hatta Türkiye, Ankara’ya, açıkça Suriye’ye girilmesi konusunda Washington tarafından yeşil ışık yakılırsa diye çok tedirgin.

Michel Chossudovsky’a göre, “Tahran’a giden yol Şam’dan geçer. İran’ı kapsayacak ABD-NATO sponsorluğundaki bir savaşta, ilk adım olarak, istikrarsızlaştırma kampanyası ve buna dahil olarak da muhalif güçlerce desteklenen ve Suriye yönetimini hedef alan gizli istihbarat operasyonları düzenlenecektir.”

Stephen Lendman’nın araştırmaları Orta Doğu’daki gerçek resmi görmemiz için yardımcı olacak cinsten. “İsrail, bölgesel rakiplerinin gitmesini istiyor. Washington ve NATO’nun baş partnerleri bağımsız rejimlerin devrilmesini ve onların yerine uşak gibi hizmet eden, itaat eden rejimlerin gelmesini istiyor.

Rusya, Batı’nın emperyalizm ve global baskı kurma amaçlarına karşı Suriye’yi çok ciddi mana da dikkate almalıdır.

Rusya’nın NATO’daki temsilcisi olan Dmitry Rogozin, gazetecilere İran’a karşı açılacak olan bir savaşın Rusya’ya açılacak olan bir savaşla aynı anlama geldiğini söyledi. “İran bizim komşumuz” dedi Rogozin vurgulayarak. “ve eğer İran herhangi bir askeri müdahaleye dahil edilirse, bu direk olarak güvenliğimize karşı yapılmış olan bir tehdittir. Ama aynı zamanda, herhangi bir ülkenin rahat olmak için ne gerektiğini belirleme hakkına sahip olduğuna inanıyoruz. Buna İran’da dahildir.”

Rusya, Suriye ve İran konusunda kararlı ve prensipli bir duruş aldı. Diyalog ve görüşme olanakları üzerinde yorulmaksızın çalışıyor. Bu tür görüşmeler içinse tek engel Batı ve zar zor nitelendirebileceğimiz birçok farklı gruba ayrılmış “muhalefet”.

Dünya toplumunun saygısını ve hayranlığını kazanan Obama’nın bir kampanyasındaki sözünü hatırladım. 24 Temmuz 2007’de ona bir soru soruldu “Yöneticiliğinizin birinci yılında, Washington’da ya da herhangi başka bir yerde, İran, Suriye, Venezüella, Küba ve Kuzey Kore’nin liderleri ile ülkemizi bölen boşlukları birleştirmek için ön şart olmaksızın ayrı ayrı görüşmek konusunda istekli misiniz?

Obama cevap verdi, “Evet. Ve bunun nedeni, ülkelerle konuşmadan nasıl olsa onları cezalandıracağız düşüncesidir ve gülünç bir şeydir ki bu, yönetimimizin diplomatik prensibine rehberlik etmektedir.”

Ama, İran’ın konuşmak için yapmış olduğu bütün teklifleri ön şartlarla ve talepler ile kuşatıldı, sonuçta Obama şu an su katılmamış bir yalancıdan başka bir şey değil, hatta yapmış olduğu bu şeylerden dolayı atalarından bile daha da kötü.

Çeviren : Mücahid YILMAZ
Kaynak: http://www.yakindoguhaber.com/HD9887_suriye-pravdadan-boyle-gozukuyor.html

TRT Haberin Bu Çabasını Kimse Görmüyor mu?
Cenk Açık
10 Şubat 2012



(..)

TRT Haber’de ilginç bir İran ve Suriye aleyhtarlığı yapılıyor. Programlar için seçilen konuklardan ve onların söylediklerinden bahsetmiyorum, soru soran moderatörlerin tutumu için konuşuyorum.

TRT Haber moderatörlerinin her sorusu kanaldaki özellikle İran aleyhtarlığını bariz bir şekilde ortaya koyuyor.

Olay sadece tartışma programlarıyla sınırlı değil, haber bültenlerindeki başlıklardan haberde kullanılan dile kadar her yere sinmiş durumda bu. Bu durum TRT Haber’i TRT’nin diğer kanallarından bariz biçimde ayırıyor.

TRT Haber TRT’den bağımsızlığını veyahut özerkliğini mi ilan etti?

TRT Haber’i yöneten arkadaşlar kendilerine amir olarak TRT genel müdürünü görmüyorlar mı?

TRT devlet kanalı değil mi?

Buranın bir ortak politikası yok mu?

Devlet kanalının yayın politikası, devletin genel politikasından bağımsız olabilir mi?

Türkiye İran politikasını değiştirdi de bizim haberimiz mi olmadı?

İran Türkiye için ne zamandan beri tehlikeli bir komşu oldu?

TRT Haber gibi bir kanalda yapılan aleyhtarlık halkın görüşlerini ne kadar yansıtıyor?

Bu sorulara kim cevap verecek, doğrusu çok merak ediyorum.

TRT yetkilileri bu durumun farkında mı?

Farkındaysalar ne tür sakıncaları olduğunun da bilincindeler mi? Buna niçin izin veriyorlar?

Gerçekten çok şaşkınım.

Medyada bir kamplaşma yaşanıyor. Bu kamplaşmanın beraberinde getirdiği en ilginç olgu misyon gazeteciliğinin belirgin hale gelmesi.

Özel sektördeki gazeteleri, TV’leri ‘misyon’ organı yapabilirsiniz ama TRT’nin böyle bir yükün altına sokulması izah edilir bir tarafı var mı?

Üstlenilen ‘misyon’u yerine getirmek için onlarca gazete, onlarca da TV var.

Buna rağmen TRT Haber’i de Bugün gazetesine benzetmenin kime ne faydası olacak ki?

Biliyorum İran ve Suriye meselesindeki tutumuma kızan, beni yine diktatörlerin yanında olmakla suçlayan, TRT hassasiyetimi de buraya yoracak bir çok aklı evvel çıkacaktır.

Peki nedir benim bu İran takıntım?

Niçin Suriye için estirilen kampanyaya herkes gibi ben de dahil olmuyorum?

TRT Haber ve benzeri yayın organlarının Suriye vurgusu ve İran aleyhtarlığı beni niçin rahatsız ediyor?

Bu konuyu bugün daha öncekilerden farklı olarak madde madde anlatmak niyetindeyim.

Umarım kimsenin kimseyi duymadığı bir ortamda nerede durduğumu bu sefer anlatabilirim.

1) İran veyahut Suriye meselesine din, İslam kardeşliği, Müslüman devlet penceresinden bakmıyorum.

2) Bugün İran ve Suriye’de yapılmak istenen her ne ise onun dünya sisteminin bir kararı olduğunu, bu kararın geçerlilik kazanması için çalışmanın da ABD ve İsrail’in değirmenine su taşımak anlamına geleceğini düşünüyorum.

3) ABD ve İsrail istedi diye herhangi bir devletin veya örgütün aleyhtarı veyahut taraftarı olmayı düşük karakterlere özgü bir tutum olarak görüyorum.

4) İran yöneticilerinin birçok tutum ve söylemleri bence de bayağı, entelektüel derinlikten yoksun, Müslümanlıkla alakası yok. Fakat bu durumun ABD’nin Ortadoğu’daki hesaplarına ortak, taşeron ve ortam hazırlayıcı olma hakkını bize vermeyeceğini düşünüyorum.

5) Evet, Beşşar Esad diktatördür. Fakat ABD ve İsrail Esad diktatör olduğu için değil, bölgede bu iki ülkenin çıkarlarına engel göründüğü için onu defetmeyi istiyor. ABD ve İsrail’i rahatlatmayı, onlara hemşirelik yapmayı namuslu, karakterli bir insan için uygun görmüyorum, ahlaki bir zaaf olarak görüyorum.

Kaldı ki ABD ve İsrail’in istediklerinin hayırlı bir şey olacağına zerre kadar inanmıyorum.

6) ABD ve İsrail Filistin’de Hamas’ı Lübnan’da Hizbullah’ı sahipsiz bırakmak için önce Beşar Esad’ı, sonra da İran’ı devre dışı bırakmayı planlıyor. Bu iki örgütün devre dışı kalması demek Filistin halkının hepten sahipsiz kalması ve o toprakların geriye kalanın da İsrail tarafından rahatça işgal edilebilmesi anlamına geleceğini görüyorum. Bu yüzden ABD’nin ve İsrail’in Esad’ı yeme görüntüsü altındaki bu çabalarını engelleyemiyorsam bile, en azından bu çabaya taşeron olmamayı ahlaki bir tutum olarak telakki ediyorum.

7) Suriye’de ölen her insanın kanında ABD, İsrail, Arap ülkeleri ve Türkiye’nin sorumluluğunun, en az diktatör Esad kadar olduğu kanaatindeyim.

‘Özgür Suriye Ordusu’nu Ankara’nın ortasında ağırlayıp onları silahlandıran, sonra da Suriye’de çatışmaya gönderenlerin, orada ölen halka acıyor numarası çekmesini de ikiyüzlülük ve çirkeflik olarak görüyorum.

8) Suudi Arabistan, Katar gibi diktatörlerle ‘dost’ olmayı içine sindirenlerin, sıra Suriye’ye gelince demokrasi havarisi kesilmelerini gayri ahlaki bir tutum sayıyorum.

9) Ahmet Davutoğlu’nun birkaç yıl daha dışişleri bakanı olarak kalması veyahut AK Parti genel başkanlığını garantiye alması için, bazı yapıların da kazanımlarını muhafaza etmek amacıyla içlerine sindirdikleri bu kirli rolde onlara yol arkadaşlığı yapmayı yüz kızartıcı bir tutum olarak algılıyorum.

10) Suriye’de veyahut diğer Arap ülkelerinde, ABD- İsrail çabasıyla İslami tandanslı yöneticilerin iktidara gelmesiyle hiç mi hiç ilgilenmiyorum. Hükümetlerin kimliğinde önemli olanın artık İslami tandanslı veyahut İslamcı olması değil, namuslu, ahlaklı, kişilikli, bilinçli, yerli olmak olduğunu düşünüyorum.

Çünkü Kaddafi’den sonra Libya’da iktidarı devralanların ahlaktan ve Müslümanlıktan uzak tutumlarını görünce, onlarla ve benzerleriyle aramda bir din bağının olmayacağını görüyorum.

11) Yukarıda saydığım gerekçelerimin tamamı anlamsız, geçersiz, kıymetsiz sayılsa bile, Irak’ta, Afganistan’da, Filistin’de milyonlarca insanı katleden ABD-İsrail ikilisi ile Suriye’de niçin ve kimin öldürdüğü belli olmayan 3-5 bin kişi için ortalığı ayağa kaldırmanın ikiyüzlülük, onlarla aynı safa gelmenin de kendi İslam anlayışıma, vicdanıma büyük bir leke ve utanç kaynağı olacağını düşünüyorum.

Bunca soru, bunca ayıplanacak tutum ortadayken Irak işgali döneminde işgal aleyhtarlığını kimseye bırakmayan dindar- İslamcı çevrelerin, bu sefer Fransa ve Arap diktatörleri ile beraber ABD- İsrail’in taşeronluğuna bu kadar istekli bir şekilde soyunmuş olmalarını "dindar nesil" yetiştirmekle övünenlerin dindarlıklarına havale ediyorum.

Kaynak: http://www.gazeteciler.com/cenk-acik/trt-haberin-bu-cabasini-kimse-gormuyor-mu-677y.html

Suriye'nin Türkiye tarafından işgalini öngören 1957 Amerikan-İngliz planı mı?
Selçuk Salih Caydi
16.2.12



Irak işgalinin tam gaz devam ettiği 2003 yılında, Londra'daki Royal Halloway College öğretim üyelerinden Matthew Jones, bir araştırması esnasında "ilginç" belgeler buldu. 1957 yılında Büyük Britanya Başbakanı Harold Macmillan ile ABD Başkanı Dwight Eisenhower arasında yapılmış bir planı gösteren belge, Amerikan ve İngiliz gizli servislerinin desteğinde Suriye'nin işgali öngörüyordu. (tıklayınız: http://www.guardian.co.uk/politics/2003/sep/27/uk.syria1 ) Plana göre Suriye sınırlarında yaşanan bazı olaylar bahane edilerek ülke, "Suriye'nin Batı müttefiki komşusu" tarafından işgal edilecekti. Irak'la Suriye'nin arası iyi. O halde, "Suriye'nin Batı müttefiki komşusu", şimdi olsa olsa Türkiye olabilir! (Ama planın hazırlandığı dönemde İran da Batı müttefikiydi). Plan, Washington'da hazırlanmış. Birkaç ayrıntıdan bahsetmekte fayda var. Plandan bölümler:

"Kurtarıcı (muhalif) güçlerin ilerlemesini kolaylaştırmak için, ayaklanmanın ilk aşamasında, önemli şahsiyetler ortadan kaldırılmalı. (...) CIA ve SIS (o zamanın İngiliz gizli servisi) küçük sabotajlar düzenlemeli ve bunun için oradaki bağlantılar kullanılmalı. (...) Olaylar Şam ile sınırlı olmamalı. (...)
Sınır olayları ve manipüle edilmiş çatışmalar bahane edilerek ülke işgal edilmeli. CIA ve SIS, bölgede gerilimi artırmak amacıyla, psikolojik savaşta gerekli gizli operasyonları yapmalı."

Plan yapıldığında Suriye, Soğuk Savaş döneminin Sovyet nüfuz bölgesinde bulunuyordu.

Bu planda anlatılanların en ürkütücü olanı, bir benzerinin Libya'da da uygulanmış olmasıdır. Yapılması planlanan provokasyonlar, Irak, Lübnan, Ürdün ve Türkiye'de yapılıp Suriye'nin üstüne atılacak provokasyonlar olabilir mi? Bu konuda çok dikkatli olmak gerekiyor.

Geçtiğimiz yılın Aralık ayında "Suriye Ulusal Konseyi" gibi bir örgütün kurulduğu ilan edilmişti. 1957 planında ise, "Özgür Suriye Komitesi"nin kurulup finanse edilmesinden bahsediliyor. O zamanki plan, Sovyet yanlısı Arap milliyetçisi Baas iktidarını devirip, yerine Batılı bir iktidar kurmaktı.

Suriye 1957'de, hem askeri hem de ekonomik anlaşmalarla Sovyetler Birliği'ne bağlıydı ve Çin Halk Cumhuriyeti'ni de tanımıştı. Suriye, Sovyetlerin çöküşü ardından, neoliberalizmin Amerikan versiyonuna karşı durarak, siyasi özerkliğini korudu. Ülkenin demokratlaşması elbette iyi bir gelişme olur. Ama bu, ülkeye dışarıdan müdahaleyle olamaz, olmamalı. Asıl konu zaten demokrasi değil. Öyle olsaydı, önce Suudi Arabistan'dan bahsetmek gerekirdi.

İlginç olan, Suriye'ye o zaman olduğu gibi şimdi de Rusya'nın açık destek vermesi ve dünya kamuoyunu Suriye'nin işgaline karşı uyarmasıdır. Rusya ve Çin, Birleşmiş Milletler Güvenlik konseyi'nin iki daimi üyesi olarak, Suriye'ye karşı askeri bir yaptırımı veto modundalar ve bu tutumlarında ısrar ediyorlar.

O zaman Suriye, Irak petrollerine açılan kapıydı, İran Batı müttefikiydi. Şimdi Suriye, İran petrollerine açılan kapı. Ve İran için kilit önemde. Bu nedenle Suriye/İran'a saldırılmasının bir Üçüncü Dünya Savaşı'na yol açabileceği uyarılarını herkes ciddiye almak zorunda.

İşin en trajikomik yanı, 1957'de Türkiye, Adnan Menderes'in en güçlü dönemini yaşamaktaydı. Şimdi de Türkiye, Menderes'in devamı olduğunu söylemekten yorulmayan bir iktidar tarafından yönetiliyor.

Bu bölgenin kendi haline bırakılmasının ve kaderini kendisinin belirlemesinin zamanı gelmedi mi? Bu soruyu soranlar Batı'da da artıyor. Mesele petrolse, o zaten öyle veya böyle satın alınacak. Sonuçta bu petrol ülkeleri petrollerini satmak zorundalar zaten. 1918'de beri Ortadoğu'nun sürekli kontrol altında tutulmaya çalışılması fikri iflas etmiş bulunuyor.

Bunun hızla anlaşılması, hem Ortadoğu hem de Batı için iyi bir gelişme olacaktır. Bu yeni fikirsel değişim istikametinde yazılanlar ve söylenenler artıyor. (Bkz.: Gwynn Dyer, "The Mess They Made: The Middle East After Iraq" 2007)

Kaynak: http://konstantiniye.blogspot.com/2012/02/suriyenin-turkiye-tarafndan-isgalini.html#more

Suriye planında operasyonel aşama
Alptekin DURSUNOĞLU
12/02/2012



Suriye planında operasyonel aşama“Suriye’nin Dostları” toplantılarının ve müzakerelerinin yapılacağı süreç içerisinde Şam’la ilgili olarak en fazla tanık olacağımız görüntü “kanlı gömlek” görüntüsü olacak.

Tunus’la başlayan Arap isyanlarında birinci yılı geride bırakıyoruz. İsyanların başladığı ülkelerde son bir yıldır yaşananlar, 31 Mart’ta yazdığım “Mısır’da devrim, Libya’da darbe, Suriye’de komplo girişimi” başlıklı yazımda yaptığım analizi doğrular nitelikte gelişti.

Hüsnü Mübarek’in istifasından bir buçuk ay; Libya ve Suriye’de ise yönetim karşıtı gösterilerin başlamasından birkaç hafta sonra yazılan bu yazıda Mısır, Libya ve Suriye isyanları, “devrim, darbe ve komplo” şeklinde üç farklı kategori altında toplanmış; ancak bunların üçü de “girişim” olarak nitelenmişti.

Mısır’da Hüsnü Mübarek’in, lidersiz bir halk devrimi ile düşürüldüğü vurgulanmakla birlikte, bu ülkedeki yeni siyasi yapının eski rejimin askeri bürokratlarının inisiyatifinde şekillendiği ve dışarıdan yönlendirmelere son derece açık olacağı göz önünde bulundurularak Mısır’daki devrimden de “girişim” olarak söz edilmişti.

Yazıda, Tunus ve Mısır gibi geniş halk kitlelerine dayanmaması ve Kaddafi rejiminin yetkililerinin kurduğu Ulusal Geçiş Konseyi’nin isyana liderlik etmesi sebebiyle Libya isyanı için “darbe” nitelemesi yapılmış, o dönemde henüz sonuca ulaşmaması sebebiyle de bu bir “girişim” olarak adlandırılmıştı.

Mısır’da -Hüsnü Mübarek’in devrilmesi bakımından- devrimin üstünden bir yıl geçmesine rağmen yeni siyasi yapının eski rejimin askeri bürokrasisinin öncülüğünde şekillendirilmesi ve yeni siyasi aktörlerin Askeri Konsey’le pazarlık yapmak dışında belirleyici bir rol üstlenememesi sebebiyle “geri dönülmez köklü değişim” anlamındaki bir “devrim” hala ufukta gözükmüyor.

“Devrim” sonrasında yapılan meclis seçimlerinin galibi olan Müslüman Kardeşler’in kendini “Camp David anlaşmasına bağlı olduklarını”[1] söylemek zorunda hissetmesi de gösteriyor ki sadece “İsrail’le ilişkiler” değişkeni bakımından dahi Mısır, hala gerçek bir devrim ufkundan uzak bulunuyor.

Halk desteğinin yetersiz kaldığı Libya isyanı ise NATO müdahalesi ile başarıyla sonuçlanan bir darbe gibi gözükse de Libya’daki darbecileri yeni darbelerden koruyabilecek ne siyasi ne de toplumsal bir iklim hakim kılınabilmiş değil.

Suriye’ye gelince…

Tunus ve Mısır’da birkaç hafta içinde sonuca ulaşan devrimlerin etkisiyle 2011 şubatında sosyal medya üzerinden yapılan gösteri çağrılarının karşılık bulmaması sebebiyle öz güvenini fazlaca abartan Şam yönetimi, 18 Mart’ta Der’a kentinde yaşanan olayı, totaliter rejim refleksiyle son derece kötü yönetti.

Ancak iç dinamiklerin değişim talebiyle harekete geçmesine sebep olabilecek totaliter bir siyasi yapı bulunmasına rağmen 18 Mart’tan bugüne kadar yaşanan gelişmeler, Suriye’de yaşanan olayın iç dinamiklerin rejimin totaliter yapısını değiştirmek için başlattığı doğal bir halk hareketi olarak gözükmüyor.

Aksine 49 yıldır olağanüstü halle yaşayan bir halkın değişim talebinin dış müdahalelerle devrim sürecine dönüştürülmeye çalışılması olarak gözüküyor.

Binaenaleyh uluslar arası ve bölgesel aktörlerin Suriye konusundaki tutumlarına ilişkin şu aşamalar yukarıdaki yargıyı doğrular niteliktedir.

1- Gözlem ve planlama aşaması

2- Materyal toplama ve araçları oluşturma aşaması

3- Operasyonel aşama

İzleme ve planlama aşaması

Tunus ve Mısır devrimleri sonucu en önemli iki müttefikini kaybeden ABD ve müttefikleri bu iki ülkede kontrollü geçişi sağlamaya çalışırken “şer eksenine” yerleştirilen Suriye’de isyanın seyrini izlemeye koyuldular.

Mayıs ayı sonlarına kadar devam eden bu süreçte Suriye’de başlayan gösterilerin tıpkı Tunus ve Mısır’daki gibi birkaç hafta içerisinde halk devrimi aşamasına gelip gelmeyeceği izlenirken hem Şam yönetiminin hem de muhaliflerin imkanları ve potansiyelleri gözlemlendi.

Örneğin Cumhurbaşkanı Beşşar Esed’e yapılan “reform telkinleri” ile Şam yönetiminin dış etkilere, halkın ise medya yönlendirmelerine ne ölçüde açık olduğu ölçüldü.

Bu gözlemlerden elde edilen veriler Suriye’deki sürecin Tunus ve Mısır modeline göre mi Yemen modeline göre mi yoksa Libya modeline göre mi planlanması ve yönetilmesi gerektiğine ilişkin fikir veriyordu.

Ancak mayıs ayı sonlarına kadar devam eden bu aşamada yönetim karşıtı gösterilerin sınırlı kaldığı, Şam ve Halep’e yayılamadığı, dolayısıyla da medya yönlendirmesinin halk üzerinde sınırlı bir etki yaptığı görüldü. Bu, Suriye’ye ilişkin bir Tunus veya Mısır modeline göre planlama yapılamayacağının göstergesiydi.

Öte yandan Cumhurbaşkanı Beşşar Esed’e, Katar ve Birleşik Arap Emirlikleri aracılığı ile iletilen “İran ve Hizbullah’la ilişkilerini gözden geçir” ve Türkiye aracılığıyla iletilen “iktidarını bizim tayin ettiğimiz yerel aktörlerle paylaş” şeklindeki “reform telkinleri”, Şam’da olumlu karşılık bulmadı.

Bu ise Suriye konusunda Suudilerin öncülüğündeki Körfez İşbirliği örgütünün Ali Abdullah Salih’e yargı dokunulmazlığı tanınıp uzaklaştırılmasını ve eski rejimin dış müdahaleye daha açık yeni yerel aktörler aracılığıyla sürdürülmesini öngören Yemen modeline dayalı bir planlama yapılamayacağını açık etmişti.

Suriye’de kitlesel bir devrimin olmayacağının ve Şam yönetiminin de dış yönlendirmelere kapalı olduğunun görülmesi, Libya modeline uygun bir planlamayı gündeme getiriyordu.

Libya modeli şu üç unsura dayanıyor:

a) Darbeye liderlik edecek bir örgüt

b) Kurtarılmış bir bölge (Bingazi)

c) Uluslar arası müdahaleye meşruiyet kazandıracak bir BM Güvenlik Konseyi kararı.

Suriye’de rejim değişikliği için Libya modeline dayalı bir planlama, Libya darbesini sonuca götüren araçların benzerlerinin Suriye’de oluşturulmasını gerektiriyordu.

Materyal toplama ve araçları oluşturma aşaması

Libya modeline göre planlanan Suriye operasyonunun materyal bulma ve araçları oluşturma aşamasının, diasporadaki Suriyeli muhaliflerin 31 Mayıs 2 Haziran tarihleri arasında Antalya’da bir araya getirilmesiyle başlatıldığı söylenebilir.

Diasporadaki Suriyeli muhalifleri birbiriyle tanıştırma amacıyla Antalya’da yapılan “Değişim için Suriye Konferansı”nda “Suriye dışında yaşayan muhalifleri temsil edecek ve seslerini dünyaya duyuracak 31 kişilik danışma komitesi oluşturdu.”[2]

Elbette Suriye’de rejim değişikliği için materyal bulma ve araç oluşturma operasyonu sadece Antalya’dan ibaret değildi. Libya modelinin araçlarının Suriye’de de oluşturulması için farklı girişimler de olmuştu.

Örneğin 6 Haziran’da Brüksel’de, 4 Temmuz’da da Paris’te düzenlenen konferanslarla diasporadaki Suriyeli muhalifler örgütlenmeye çalışılmıştı. Ancak Suriyeli muhalifleri Libya modeline göre örgütleme heyecanı sadece Brüksel, Paris ve Ankara’da yoktu.

Suriyeli birçok muhalif de yabancılar tarafından örgütlenmeye kendilerini örgütleyenlerin kimliğine ve rolüne bile bakmayacak kadar teşne gözüküyorlardı.

Örneğin, Fransa’daki İsrail lobisinin önde gelen ismi Bernard Henry Levy’nin 4 Temmuz’da düzenlediği konferansa Suriyeli muhalif gruplardan Müslüman Kardeşler bile katılmıştı.

Fakat Suriyeli muhalifleri örgütlemek için Brüksel, Paris ve Mısır’da konferanslar düzenlendiyse de Suriye muhalefetini örgütlemede Katar ve Türkiye daha belirleyici gözüktü.

Nitekim 2 Ekim’de İstanbul’da kurulan ve başkentler tarafından da “Suriye muhalefeti” diye dikkate alınan “Suriye Ulusal Konseyi” adlı örgüt, 8 Eylül’de Katar’da yapılan ikna toplantısından sonra oluşturuldu.

Çünkü Heysem Menna liderliğindeki Suriye’de Değişim için Ulusal Koordinasyon Kurulu adlı muhalif örgüt, Suriye için Libya modeline kesin bir dille karşı çıkıyordu. Ayrıca Libya’daki gibi bir ulusal konsey kurulması için İstanbul ve Ankara’da yapılan toplantılardan da bir sonuç elde edilememişti. Bu sebeple de Heysem Menna gibi düşünen Suriyeli muhaliflerin bu modele ikna edilmesi gerekiyordu.

ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Jeffrey Feltman’ın ağustos sonlarında Katar’a yaptığı ziyaretin ardından Katar’da yaşayan eski Knesset üyesi Azmi Bişara, Suriyeli muhalifleri bir ulusal konsey kurma fikrine ikna etmek için Doha’da topladı.

8 Eylül’de Doha’da yapılan toplantıya katılan Suriye’de Değişim için Ulusal Koordinasyon Kurulu Başkanı Heysem Menna’nın toplantının içeriğine ilişkin daha sonra yaptığı açıklamalar ikna sürecine ilişkin önemli veriler sunuyordu.

Menna, toplantıya katılan 25 kişiden sadece 3’ünün konsey fikrini desteklediğini geri kalanının ise buna karşı çıktığını açıklamış ve “Sonra masa altından komplolar gerçekleşti ve görüşler değişti ve yeni bir oluşum karşımıza çıktı.” [3] diyerek 2 Ekim’de İstanbul’da ilan edilen Suriye Ulusal Konseyi’nin nasıl kurulduğunu açıklamış oluyordu.

Özetle, ABD Dışişleri Bakanı Jeffrey Feltman, Katar ve Türkiye’nin çabalarıyla kurulan Suriye Ulusal Konseyi adlı örgüt, Suriye’de Libya modeline uygun bir değişim yaratmak için oluşturulan bir araçtı ve bu örgüte Suriye devrimine siyasi önderlik rolü verilmekteydi.

ABD, Katar, Fransa ve Türkiye’nin doğrudan belirleyici olduğu İstanbul’daki Ulusal Konsey’in Suriye’deki genel halk üzerinde de muhalif kesimler nezdinde bir temsil niteliğinin bulunduğunu söylemek gerçekçi gözükmüyor.

Zira Mısır’da bulunan ve açıkça dış müdahale isteyen “Suriyeli Muhalifleri Birleştirmek için Ulusal Girişim” adlı bir grubun yanı sıra dış müdahaleye ve silahlı mücadeleye son derece kesin bir dille karşı çıkan Heysem Menna liderliğindeki Ulusal Koordinasyon Kurulu da İstanbul konseyi ile aynı iddiaya sahip bulunuyor. Ayrıca bunların her biri de bir diğerini kendilerinden başka kimseyi temsil etmemekle suçluyor.

Suriye muhalefetini gerçekte kimin temsil ettiği son derece belirsiz olsa da Suriye karşıtı Arap-Batı-Türk ittifakının “Suriye muhalefetinin temsilcisi” olarak İstanbul’daki konseyi gördüğü son derece açık.

Suriye karşıtı Arap-Batı-Türkiye ittifakı, Suriyeli bazı muhalifleri toplayıp, onları ulusal konsey adı altında bir araya getirerek Libya modelinin Ulusal Geçiş Konseyi’ni yaratmış oldu.

Ancak Suriye’de Libya modeli için “devrimcilerin safına katılacak rejim yetkililerine” ve bir “kurtarılmış bölgeye” de ihtiyaç vardı.

Katar’ın Suriye Dışişleri Bakanı Velid Muallim’e saf değiştirmesi için yaptığı rüşvet teklifinin basına kadar düştüğü göz önünde bulundurulduğunda bu yöndeki yoğun çabalardan şimdiye kadar bir sonuç alınamadığı görülüyor.

Bununla birlikte önce kurtarılmış bölge yaratacak araçların üretilmesi konusunda ciddi başarılar elde edildiği söylenebilir. Materyal toplama ve araçları oluşturma aşamasının askeri ayağının kurulması ile ilgili olarak ise üç gelişme yaşandı.

a) 6 Haziran’da Cisr eş-Şugur kentinde Suriye ordusundan ayrılan ve 120 Suriye askerini öldürdüğünü söyleyerek Türkiye’ye sığınan Yarbay Hüseyin Harmuş’un kurduğu “Özgür Subaylar” örgütü.

b) Suriye ordusundan ayrılarak Türkiye’ye sığınan Allbay Riyad Esed’in kurduğu “Özgür Suriye Ordusu” adlı örgüt.

c) Kasım ayı sonunda Suriye ordusundan kaçarak Türkiye’ye sığınan Tuğgeneral Mustafa Şeyh’in geçtiğimi ay kurduğu Askeri Konsey adlı örgüt.

Bu örgütlerin üçü de misyonlarını Suriye ordusundaki subayları isyancıların safına çekmek ve “sivilleri koruma” adı altında bir kurtarılmış bölge yaratmak olarak tanımlıyor.

Ancak “Suriye devriminin” siyasi liderliğini yapmak üzere kurulan İstanbul’daki Ulusal Konsey ile kurtarılmış bölge yaratma amacıyla kurulan silahlı grupları yönlendiren ülkelerin nispeten farklılaştığı görülüyor.

Binaenaleyh İstanbul’daki Konseyi kuran ve yönlendiren ülkeler olarak ABD, Katar, Türkiye ve Fransa dikkat çekerken, silahlı grupların kurulmasında Suudi Arabistan’ın rolü ağırlık kazanıyor.

Çünkü gerek Hüseyin Harmuş gerek Riyad Esed ve Mustafa Şeyh arasındaki liderlik tartışmalarında arabulucu aktör olarak Suudi Arabistan’ın eski Ulusal Güvenlik Danışmanı Bender Bin Sultan’ın güdümündeki Şeyh Adnan Arur öne çıkıyor.

Hatırlanacağı üzere Türkiye'de “Özgür Subaylar” adlı bir silahlı grup kuran Hamuş, Visal Televizyonuna yaptığı canlı bağlantılarla Şeyh Adnan Arur’dan talimat alıyordu. Ancak bir süre sonra yine Suriye ordusundan ayrılan Albay Riyad Esed Türkiye'ye sığınarak Özgür Suriye Ordusunu kurduğunu açıkladı.

Adnan Arur, Suriye ordusundan ayrılan askerlere komuta ettiğini iddia eden bu iki lideri uzlaştırmak üzere devreye girdikten kısa bir süre sonra Hüseyin Harmuş’un Suriye’nin eline geçtiği ortaya çıktı.

Şeyh Arur ve yandaşları Türkiye'yi 11 PKK'lı militana karşılık Harmuş'u Suriye'ye satmakla suçladılar. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ise o dönemde “devlet geleneğimize” vurgu yaparak Türkiye’nin kendisine sığınan hiç kimseyi iade etmeyeceğini belirtti ve iddiaları yalanladı.

Ancak 12 Şubat’ta Hüseyin Harmuş’u Suriye’ye teslim etmekten dolayı bazı MİT yetkililerinin tutuklandığı açıklandı.[4]

Harmuş’un Suriye’ye teslimi konusunda üç ihtimal bulunuyor:

1- Suriye’nin elindeki 11 PKK’lıyla takas edilmiş olması,

2- Hatay’daki MİT yetkilileri tarafından para karşılığı satılması,

3- Riyad Esed’in önünün açılması.

PKK militanlarıyla takasa ilişkin en küçük bir işaretin olmamasına ve basında yer alan Hamuş’un MİT yetkilileri tarafından 100 bin dolara satıldığına[5] ilişkin haberlere bakılırsa “devlet geleneğimiz” Riyad Esed’in önünü açmak için Harmuş’un iade edilmesi lekesinden korunmuş oluyor.

Gerçek sebep her ne olursa olsun Harmuş’un iadesiyle Riyad Esed’in önü açılmış oldu, bununla birlikte kasım ayında Türkiye’ye sığınan General Mustafa Şeyh’in geçtiğimiz ay Askeri Konsey adında yeni bir grup kurduğunu açıklaması, silahlı gruplar arasında yeniden bir gerilim oluşturdu.

Bu gerilimin çözümü konusunda Şeyh Adnan Arur[6] inisiyatif sahibi olsa da Riyad Esed’in ve Mustafa Şeyh’in Türkiye’de bulunuyor olmasından hareketle kurucu bir aktör olarak Ulusal Konsey üzerinde ağırlığı bulunan Türkiye’nin silahlı gruplar üzerinde de ciddi bir nüfuzunun olduğu söylenebilir.

Operasyonel aşama

Suriye için Libya modeline göre tasarlanan devrimin siyasi kanadının ve kurtarılmış bir bölge yaratmak için oluşturulan silahlı grupların ortaya çıkarılmasından sonra “materyal toplama ve araçları oluşturma” aşaması sona ermiş oldu.

Öte yandan Rusya ve Çin’in iki kez veto etmesinden dolayı Güvenlik Konsey’inde Libya için uygulanan 1973 sayılı karara benzer bir kararın çıkarılamaması operasyonel aşamanın 4 Şubat’ta başlatılmasına neden oldu.

Arap-Batı karar taslağı adı verilen Suriye karşıtı karar tasarısının Güvenlik Konseyi’nde oylamaya sunulacağı 4 Şubat’ta Suriye ordusunun Humus’ta “büyük bir katliam” yapmaya başladığı haberleri servis edildi.

Güvenlik Konseyi oylamasında Rusya ve Çin’i baskı altına almaya çalışan “büyük katliam” fotoğrafı, aslında operasyonel aşamanın bundan sonra sıkça kullanılacağı anlaşılan bir enstrümanı olarak gözüküyor.

Çünkü bu aşamanın başlatılmasında bir işaret fişeği olan ABD Başkanı Barack Obama’nın “Esed rejimi ülkede kontrolü kaybetti, Suriye iç savaşa doğru sürükleniyor, Esed çekilmelidir” açıklaması, Suriye içerisinde kontrolün Şam yönetiminden çıktığına, ülkenin iç savaşa doğru gittiğine dolayısıyla da dış müdahalenin kaçınılmaz olduğuna ilişkin bir fotoğrafın üretilmesini zorunlu kılıyor.

Rusya ve Çin vetosu sebebiyle Güvenlik Konseyi’nde Suriye’ye yönelik olarak 1973 türü bir karar çıkarılamaması, ABD-Arap-Türk koalisyonunu yeni bir arayışa sevk etti.

Güvenlik Konseyi’nin bypass ederek Suriye’ye müdahale edilmesini öngören bu yeni yaklaşım Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, tarafından “BM, sivilleri koruyamazsa başka platformlar kurulmalı" [7] şeklinde ifade edildi.

Operasyonel aşamada en önemli halkayı oluşturan bu yaklaşımın hayata geçirilmesi için şu muhtemel süreçlere tanık olacağız:

1- Suriye’de silahlı gruplar ve içeriye sızan yabancı gayri nizami harp unsurlarının yaratacağı şiddetle ülkenin iç savaşa gittiği ve Şam yönetiminin kontrolü kaybettiği yargısının oluşturulması,

2- Suriye’ye karşı kurulan Arap-Batı-Türkiye koalisyonunun düzenlenecek uluslar arası konferansla başka ülkelerle de zenginleştirilerek “Suriye’nin Dostları” adlı bloğun oluşturulması ve Rusya, Çin ve İran’ın etkisizleştirilmesi.

3- Dış müdahale baskısıyla Cumhurbaşkanı Beşşar Esed’in çekilmeye zorlanması.

Bu senaryo çerçevesinde Suriye karşıtı bloğun oluşması durumunda 2003’te Güvenlik Konseyi’ni ikna edemeyen ABD’nin kurduğu sembolik koalisyonla Irak’ı işgal etmesi gibi “Suriye’nin Dostları” da Suriye’yi işgal edebilir mi?

Bu, Rusya ve Çin’in “Suriye’nin Dostları”nın restini görüp görmemesine bağlı olarak iki muhtemel senaryoyu gündeme getiriyor.

1- Rusya ve Çin’in resti görerek Suriye’ye askeri kalkan oluşturması: Bu gelişmenin “Suriye’nin Dostlarının” oyundan düşmesine, Suriye sorununun tedricen gündemden düşürülmesine ve Şam’ın zaferine sebep olacağı söylenebilir.

2- Rusya ve Çin’in “Suriye’nin Dostları” ile savaş riskini göze alamayıp oyundan çekilmesi: Bu gelişme ise Rusya ve Çin’in Cumhurbaşkanı Esed’i çekilmeye zorlamasıyla ve Esed sonrası için “Suriye’nin Dostları” ile pazarlıkları başlatmasıyla sonuçlanabilir.

Hangi ihtimal gerçekleşirse gerçekleşsin “operasyonel aşama” Suriye konusundaki son aşama olarak gözüküyor. Bu sebeple “Suriye’nin Dostları” toplantılarının ve müzakerelerinin yapılacağı süreç içerisinde Şam’la ilgili olarak en fazla tanık olacağımız görüntü “kanlı gömlek” görüntüsü olacak.

alptekindursunoglu@gmail.com

[1] http://yakindoguhaber.com/HD9779_musluman-kardesler-camp-davide-bagliyiz.html

[2] http://www.dunyabulteni.net/?aType=haber&ArticleID=162130

[3] http://www.israhaber.com/suriye-ulusal-konseyin-finansmani-amerikali-orgutler-13264-haberi.html

[4] http://www.haberturk.com/gundem/haber/715049-casuslukla-suclanan-eski-mit-mensubu-tutuklandi

[5]http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetayV3&ArticleID=1078396&CategoryID=81, http://www.aktifhaber.com/mitci-o.s.-suriyeli-albayi-nasil-satti-558637h.htm

[6] http://www.yakindoguhaber.com/HD9848_suriyeli-rakip-silahli-gruplari-uzlastirma-cabasi-suruyor.html

[7] http://www.haberturk.com/dunya/haber/714008-davutoglu-suriye-icin-uluslararasi-konferans-kurulsun

Kaynak: http://www.yakindoguhaber.com/YD324_suriye-planinda-operasyonel-asama.html

AB, Suriye'nin parasına çökmeye hazırlanıyor
24 Şubat 2012



Haber 10'unun haberi:

AB, Suriye'nin parasını donduruyor

Avrupa Birliği'nin, Suriye Merkez Bankası'nın 27 Şubat'tan itibaren mal varlığını dondurma kararı aldığı bildirildi.

Fransa Dışişleri Bakanı Alain Juppe, Tunus'taki Suriye'nin Dostları konferansında yaptığı açıklamada, Pazartesi günü yapılacak AB dışişleri bakanları toplantısında bu konuda karar alacaklarını söyledi.

Suriye'ye Haçlı saldırısı "an meselesi"
24 Şubat 2012



Financial Times gazetesinde kaleme alınan bir yazıda, Haçlı ittifakının Suriye’ye saldırısının an meselesi olduğu ileri sürüldü

Suriye konusunda başta ABD olmak üzere batılı emperyalist ülkelere danışmanlık yapan ve CIA’nin eski Siyasi İslam Stratejik Analiz Programı başkanı olan Emile Nakhleh ise Financial Times gazetesinde kaleme aldığı bir yazıda, Suriye’ye müdahalenin an meselesi olduğunu ileri sürdü.

“Ne yapılması gerekiyor?” sorusunun soran Emile Nakhleh, “Yardım, muhalefetin ve rejimden kaçacak askerlerin sığınabileceği bir güvenli bölge oluşturmakla başlamalıdır. Gıda, su, giyim eşyası ve tıbbi malzeme ile teknik araç gereç havadan bu güvenli bölgeye atılmalı. Bölge Türkiye’ye neredeyese bitişik bir yerde olacağı için, Ankara’nın planlama ve nihayetinde bölgenin koruma ve tedariğini sağlamada kritik bir rol oynaması gerekiyor” cevabını verdi.

Nakhleh, makalesinde, Suriye güçlerinin bu sığınma bölgesini ihlal etmesi halinde, batının muhalafeti ve ordudan kaçanları silahlandırarak daha etkili bir direniş sağlaması gerektiğini yazdı.

Eğer bu da Esad rejimin üzerinde caydırıcı bir rol oynamaz ve daha çok insan ölürse, Nakhleh bu durumda batının kısıtlı sayıda da olsa başta kurtarılmış bölge olmak üzere “muharebe alanına kara kuvvetleri” koyma olasılığını düşünmesi gerektiğini kaydetti.

Nakhleh makalesinin sonundaysa, “Er ya da geç ölü ve yaralı sayısı öyle bir hale gelecek ki, batı müdahele etmeye mecbur kalacak. Beklemek yerine bu müdahaleyi şimdi yapmalı” ifadesine yer verdi.

Davutoğlu ise kendisine bu yönde sorulan sorulara, Suriye halkına yardım için gereken herşeyi yapmaya hazırız dedi.

Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Londra’da Somali Koneferansı sonrası Türk gazetecilere yaptığı açıklamada Tunus’ta yapılacak Suriye toplantısına Esad rejimini davet etmediklerini, çünkü artık rejimle konuşulacak bir konu kalmadığını vurguladı.

Davutoğlu, Suriye toprakları içinde güvenli bölge oluşturmak da dahil olmak üzere her türlü girişime hazır olduklarını söyledi.

haber1001

AB-D Ürdün'e İsrail'i korumak için füzesavar yerleştiriyor
24 Şubat 2012
Amerika ve Avrupa, Suriye'den gelecek tehdide karşı İsrail'i korumak için Ürdün'e 4 Patriot füze bataryası yerleştirecek

Fransa'nın Le Figaro gazetesi, Suriye tarafından gerçekleştirilmesi muhtemel saldırılara karşı "İsrail'i korumak için" Ürdün'e dört adet Patriot füze bataryası yerleştirileceğini duyurdu.

Gazetenin Avrupalı askeri uzmanlara dayandırdığı habere göre, füze savunma sistemleri ABD'nin desteği ile, Almanya tarafından temin edilecek.
ABD bu sistemleri 20 yıl önce Almanya'ya vermişti.

Haberde, İsrail'in de bu girişimi desteklediği belirtildi.

Patriot füzelerinin İsrail'e Suriye'den gönderilecek Scud füzelerini durdurabileceği düşünülüyor.

Gazete, Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad'ın kuzeni Rami Mahluf'un, Şam rejiminin tehdit altında hissetmesi durumunda çatışmanın İsrail'i vuracağını açıkladığını hatırlattı.

ÜRDÜN'E YERLEŞTİRİLECEK, AMA KONTROL İSRAİL'DE OLACAK

Habere göre, ABD izniyle, Almanya tarafından sağlanan Patriot füze sistemi operasyonunun arkasında İsrail olacak, kontrol Tel Aviv tarafından sağlanacak.

Füze bataryalarının neden İsrail'e değil de Ürdün'e verildiği konusunda ise gazete, ABD müttefiki ve İsrail ile bir barış anlaşması imzalayan Ürdün'ün haçlı ittifakına katılımını göstererek Suriye'ye "gerilim uyarı düzeyini aştı" mesajı verilmek istendiğini iddia etti.

Le Figaro, yüzbinlerce Filistinli'nin yaşadığı Ürdün'de, İsrail'in yararı için başlatılan bu girişimin iç soruna neden olacağını da yazdı.
haber1001

Tam da Emperyalist Bir Devlet Oluyorduk ki…
Bülent ESİNOĞLU
25.2.2012



Irak, Afganistan, Lübnan, Yugoslavya, Libya ve Suriye’de Amerika’nın açık ve örtülü savaşlarına, yardım ve yataklık edince, bazıları sandı ki, biz de emperyal bir devlet olabiliriz.

Bunu dillendiren işbirlikçi sermayenin siyasal temsilcileri, ya da kendini yeni bir fikir üretiyorum sanan, tarih ve siyaset temelinden yoksun aydınlar oldu.

Amerika’ya uşaklık yaparak, devletler işgal etmek, iktidarlar dağıtmak, örtülü savaşlar yapmak emperyalist devlet olmak değildir. Hatta o yolda yürüyor olmak da değildir.

Amerika’nın ya da başka bir emperyal devletin, siyasi ve askeri örüntüsünün parçası olmak başka, emperyal devlet olmak başka şeydir.

Emperyal devlet olmak için,

1- Öncelikle, başka bir emperyal güce bağımlı olmamak gerekir.

2- O devletin, kendi tarihinde emperyalist bir dönem yaşamış olması gerekir. ABD bile bu deneyimi İngiltere’den alır.

3- Emperyalist ülkeler kadar, uçak, füze, uydu, uzay sanayisine sahip olmak gerekir. Başbakan yerli oto yapalım diyor da, emperyalist tekeller buna bile müsaade etmiyor.

4- Kültürün, dinin, hayat tarzının emperyal mekanizmalar üretmeye uygun olmalıdır.

5- Ordu ve siyasi iktidar tam uyum içinde olmalı, etnik ve mezhepsel ayrılıklar olmamalıdır.

6- Buna uygun bir bağımsız burjuva sınıfı olması gerekir.

Bu maddeler çoğaltılabilir ve ayrıntılı bir şekilde ortaya konabilir. Bu kısa yazıda, sadece bunun mümkün olamayacağının başlıkları verilmiştir.

Bir başka emperyal güce dayanarak, emperyal devlet olunamayacağına en güzel örnek, Avrupa’dır.

Avrupa Amerika’ya dayandıkça, ona yardım ve yataklık yaptıkça, kaybeden hep kendisi oluyor.

Şu İspanya, İtalya hatta Fransa’nın durumuna bakın.
Almanya durumu gördü. Amerika’ya dayanarak tam bir emperyal bir güç olamayacağını anladı. Şimdi başka ittifaklar aramaktadır.

Bu teorik alt yapıyı, bu gün Suriye özelinde yaşadıklarımıza uygularsak…

Kendini büyüyen ve emperyalist bir güç olarak gören iktidar, başka bir devletten talimat alarak, istila, örtülü savaş ve benzeri işlere kalkışamaz.

Rusya ve Çin “dur” demeseydi, bizimkiler Amerika’nın talimatı ile çoktan paldır küldür Suriye’ye girmişlerdi.

Saçları jöleli gazeteci diyordu ki, artık biz de, emperyal devlet oluyoruz.

Bizim işbirlikçi sermaye, Suriye gibi hazır bir ticaret alanını, Büyük Birader İsrail’in güvenliğini sağlayacağız deyince, başladılar Esad’a saldırmaya…

Bırakınız emperyal genişleme hikâyelerini, Direnen Suriye Türkiye için de direnmiş oluyor.

Bizi kullanarak, Suriye ve İran’ın işini bitiren bir Amerika, sonunda Türkiye’yi bölmeyecek mi?

O gün geldiğinde, RTE ve Gül’ün gözünün yaşına mı bakacak?

Sorun emperyal bir devlet olup olamama değil. Sorun bölge ülkeleri ile birlik olup, emperyalizme kaşı direnmektir.
Bölgeye karşı olan bu tehdidi, ancak bölge ülkeleri ile birlik olarak başa çıkabiliriz.

Öyle anlaşılmaktadır ki, Suriye’nin örtülü savaşa karşı direnişi ve sonunda ortaya çıkacak bozgun, Türkiye’nin içinde de iktidar değişikliğine sebep olacaktır.

Meşruiyeti, Amerika’dan menkul, bu siyasi iktidardan da böylece kurtulmuş olacağız.

bulentesinoglu@gmail.com
Kaynak: http://www.facebook.com/permalink.php?story_fbid=10150627157971530&id=621491529

Suriye'ye ilişkin medya yalanları deşifre edildi
21 Şubat 2012



Suriye Gençliği tarafından hazırlanan bir video, Birleşmiş Milletler'in Suriye'de devlet tarafından öldürüldüğünü iddia ettiği binlerce kişiyi masaya yatırıyor. Video, El Cezire ve El Arabiya gibi kanalların öldürüldüklerini iddia ettiği kişilerle yapılan röportajlardan oluşuyor.

Suriye Gençliği tarafından hazırlanarak bazı video paylaşım sitelerine yüklenen bir video, Suriye'ye ilişkin medya yalanlarının ulaştığı boyutu gözler önüne seriyor. Birleşmiş Milletler tarafından güvenilir bir dayanağı olmamasına karşın resmileştirilen ölü sayılarının nasıl icat edildiği, hazırlanan videoda öldürüldüğü söylenen insanlarla yapılan röportajlar üzerinden ortaya konuluyor.

Bu ilginç videoyu soL okurlarının ilgisine sunuyoruz.

kaynak ve videoyu izlemek için: http://haber.sol.org.tr/medya/suriyeye-iliskin-medya-yalanlari-desifre-edildi-haberi-51847

Öldürüldüğü iddia edildi, canlı yayına çıktı
5 Ekim 2011


Uluslararası Af Örgütü'nün vahşice öldürüldüğünü iddia ettiği Zeyneb el-Hüsni dün canlı yayına çıktı.

Temmuz ayında Suriye güvenlik güçleri tarafından gözaltında vahşice öldürüldüğü iddia edilen, sosyal medyada hakkında onlarca sayfa açılan Zeyneb el-Hüsni dün akşam Suriye televizyonunda canlı yayına çıktı.

Uluslararası Af Örgütü 23 Eylül’de Suriye’nin Humus kentinde Suriye güvenlik güçlerinin vahşi bir cinayet işlediğini rapor etmişti. Raporda 18 yaşındaki Zeyneb el-Hüsni’nin kafası kopartılmış haldeki cesedinin 13 Eylül’de ailesi tarafından teşhis edildiği, el-Hüsni’nin Suriye’deki ayaklanma başladığında bu yana gözaltındayken öldürülen ilk kadın olduğu ileri sürülüyordu. Aynı rapor ailenin, yine gözaltındayken işkence edilerek öldürülen Zeyneb’in ağabeyinin cesedini de teşhis ettiğini belirtiyordu.

Uluslararası Af Örgütü’nün bildirdiğine göre el-Hüsni’nin kafası ve kolları kopartılmış ve derisi yüzülmüştü. Suriye güvenlik güçlerine atfedilen cinayetle ilgili şu iddia dile getiriliyordu:

“Zeyneb el-Hüsni 27 Temmuz’da güvenlik güçleri mensubu oldukları sanılan sivil giyimli kişiler tarafından kaçırıldı. Zeyneb’in kaçırılmasındaki amacın eylemci ağabeyi Muhammed Deeb el-Hüsni’yi teslim olmaya zorlamak olduğu açık.”

Uluslararası Af Örgütü raporunda 18 yaşındaki genç kadının öldürülmesinin Suriye’de kol gezen cinayetlerin ve işkencelerin uluslararası bir soruşturmaya tabi tutulması ihtiyacının altını çizdiğini belirtmekteydi.

Dün canlı yayına çıktı

Uluslararası Af Örgütü’nün bu dehşet verici iddiaları üzerine Zeyneb el-Hüsni’yle ilgili sosyal medyada pek çok sayfa açıldı. Kafası ve kolları kopartılarak öldürüldüğü iddia edilen el-Hüsni’nin dün akşam Suriye devlet televizyonunda canlı yayına çıkması Batı mahreçli medya ve uluslararası kurumların “bildirimleri”nin bir kara propaganda unsuru olduğunu bir kez daha ortaya koydu.

SANA Haber Ajansı’nın aktarımına göre Zeyneb el-Hüsni’nin canlı yayında ailesine haber vermeksizin bir akrabasının yanına gittiğini, kardeşlerinin dayağından ötürü evden kaçtığını ve kendisiyle ilgili hikayeyi televizyondan öğrendiğini söyledi. El-Hüsni sözlerini şöyle sürdürdü:

“Haberlerde, güvenlik güçlerinin beni tutukladığını, yaktığını, cesedimi parçaladığını ve aileme teslim ettiğini söylüyorlardı.

“Yanlarında kaldığım kişilere, polise gidip gerçeği anlatmak istediğimi söyledim.

“Ama bana bunu yapmamamı tavsiye edip, güvenlik güçlerinin bana işkence edeceğini söylediler ve korkuttular.

“Bugün, gerçekleri anlatmak ve öldürüldüğüm haberini yalanlamak için polis merkezine geldim.

“Yalancı kanalların söylediğinin aksine, ben yaşıyorum… Gerçekleri söylemeyi seçtim. Çünkü bir gün evlenecek ve çocuk yapacağım. Çocuklarımı kaydetmek istiyorum.”

(soL – Dış Haberler)

Kaynak: http://haber.sol.org.tr/dunyadan/olduruldugu-iddia-edildi-canli-yayina-cikti-haberi-47045

Bir Avuç Dolar İçin
Kurtuluş ŞAFAK



Samimiyet ve Şahsiyet

Türkiye’nin kaderinin, Batı’ya entegrasyonla şekilleneceğine iman etmiş bir zihniyetle karşı karşıyayız.

Bu zihniyetin mensubları Batı adamıyla buluştuğunda öyle bir tablo ortaya çıkıyor ki, Alman devlet adamı O. Von Bismark’ın, bir zamanlar Alman Milleti’ni Ruslarla savaşa sürüklemek isteyen İngiliz politikasına teşne bir takım Alman işbirlikçisi zihniyeti değerlendirirken vurguladıklarını kaydetmeden geçemeyeceğiz:

“Bense, Rus politikasını müdafaa etmemekle beraber, Rusya ile uzun yıllardan beri idâme ettirdiğimiz barışı, Prusya’nın menfaatlerinden BAŞKA MENFAATLER İÇİN tehlikeye sokmakta hiçbir sebeb görmüyor ve bizi ilgilendirmeyen menfaatler için Prusya’nın Rusya’ya karşı cebhe almasını, BATI DEVLETLERİNDEN DUYDUĞUMUZ KORKUNUN İngiltere’ye karşı tevazu içinde beslediğimiz saygının bir neticesi olarak telakki ediyorum.” (1)

“Yabancı devlet ve şahsiyetler hakkında beslenen sempati ve antipatileri, memleketimin dışişlerinde hizmet ederken duyduğum vazife hissi karşısında ne kendim, ne de başkaları için doğru bulurum; bu gibi hislerde, hizmetinde bulunulan hükümdar veya memlekete karşı SADAKATSİZLİĞİN tohumları vardır. Bilhassa siyasi münasebetler ve barış içinde bir anlaşmanın idamesi bu hislere göre ayarlanmak istenirse, kanaatimce siyaset yapmaya nihayet verilir ve KEYFÎ şekilde hareket edilir. Vatan menfaatlerini yabancılara karşı ŞAHSEN beslediği sevgi veya kin gibi hislerine tâbi kılmaya, benim fikrimce kralın bile hakkı yoktur… (2)

“His politikasında mütekabiliyet yoktur; bu, münhasıran Prusya’ya has bir politikadır; başka her hükümet, hareketlerini hukukî veya hissî saikler altında gösterse bile, bu hareketlerinin miyârı (ölçüsü) olarak SADECE MENFAATLERİNİ ESAS TUTAR. Hislerimizi, olduğu gibi kabul ve istismar ediyorlar; hislerimizin, bu istismardan kendimizi kurtarmaya imkân vermeyeceğine güvenerek, BİZE ONA GÖRE MUAMELEDE BULUNUYORLAR. Yani teşekkür bile etmiyorlar ve sadece aldatılmak suretiyle İSTİFADE EDİLEBİLECEK KİMSELER OLDUĞUMUZ İÇİN bize saygı gösteriyorlar.” (3)

Sürü Psikolojisi

“Türkiye’nin kaderi Suriye’nin kaderidir” çizgisinden, “Türkiye’nin kaderi Batının kaderidir” çizgisine savrulmak?..

Farkında mısınız; bir “sürü psikolojisi” havası söz konusu.

Entegrasyon gazına gelen gelene!

Nedir o?

Açık bir çöküş süreci yaşayan Batıyı kurtarmak adına, her türlü işbirliğine hazır Açık Kapı Politikası…

AKP’nin tabela açılımı olarak da düşünülebilecek bu zihniyet, dünya çapında yapılan anketlerde sürekli ilk sırayı alan Türk Milleti’nin AB-D karşıtlığını, Batı lehine etkisizleştirme bakımından, tarihte eşine rastlanmamış bir örnektir.

Batı bu örneği-modeli on yıldır tepe tepe kullanıyor.

Propaganda mekanizmaları bu yönde şekillendiriliyor.

Dil, düşünce, kavram ve cümleler hep bu yönde.

Buna mukabil, yapılmak istenen eleştiri ve sorgulamalar, söz konusu propagandanın tesirine açık olmaktan ötürü anında etkisizleşiyor.

Şu bir gerçek ki, vatan sathında korkunç bir akıl tutulması hüküm sürüyor.

Dış Politika Vizyonu

Suriye’nin, Arab Baharı dedikleri ve mevcut yönü itibariyle Batı lehine yürüttükleri propagandalarından farklı yönde değerlendirilmesine sebeb olan hususlardan biri de, komşunun Anadolu ile bitişik olan tarihî dokusudur.

Bahsettiğimiz sürü psikolojisi, işte bu realiteye ters istikamette, Suriye’de yaşanmakta olan bir takım şaibeli hâdiselerin de tetiklemesiyle, Batı’nın bundan sonra yapacağı operasyonlara meşruiyet sağlayacak yönde ivme kazanıyor.

Geçmişte bunun birçok örneğine rastladık;

Sadece Halepçe’yi hatırlatarak Irak topraklarına Ramazan aylarında belki bin atom bombası tahrip gücünde yıkım ve milyonlarca insanımızın ölümü; soykırım!..

Irak’ı, Demokratik Sömürgeleştirme yoluna sokmak için, hem Türkiye’ye hem de Irak’a ihanet içinde, “BİR AVUÇ DOLAR İÇİN” düşmana içeriden kapıyı açan bölücü, yağmacı ve Siyonizm işbirlikçisi Barzani-Talabani ikilisine kucak açıldı.

Her ikisine de Anadolu insanının gözünde sıfat bulmak zorken, bu zorluğu ancak birini Irak Cumhurbaşkanı, diğerini de Kürdistan Başbakanı sıfatıyla örtecek(!) türlü propagandalar yapıldı.

Bu sıfatları yakıştırmakla önemli bir psikolojik eşiğin atlatıldığını ilan eden AKP hükümeti, hemen peşine, manşetlerden “Kürdistan”ı okutmaya başladı.

Siyonizme güvenli bir manevra alanı kazandırmakla mutlu Dışişleri, ilk davetlerinde Talabani’yi “Mam”, Barzaniyi “Ape” diye karşılamıştı.

Irak’a saldırılan günlerde Talabani gibi, “Cumhurbaşkanlığı makâmını isterim!” diyen “çapulcu” da olsa Cumhurbaşkanı;

Tureg aşiretinin şerefli ve onurlu lideri Kaddafi ise, Batı terörüne ve yağmasına karşı Devlet Başkanı da olsa çirkin bir diktatör ve canavar…

Bu zihniyeti yaşatanlar, yaşatabildikleri ölçüde takdir, övgü ve nişanla ödüllendirildiler, ödüllendiriliyorlar.

Hakikate sahib çıkmak her türlü övgü, takdir ve nişanın üzerindedir.

Aldıkları her sıfat, takdir ve ödül, bize hakikat neyse onu hatırlatmalı.

Unutur da hatırlamazsak, şeref ve onurumuzun lekeleneceğini aklımızdan çıkarmamalıyız.

Suriye meselesine gelince...

“Sıfır sorun” diye diye, sorunlara merkez teşkil etmek bakımından Dışişleri, önce “kardeşim” dediği, sonra “kalleş” diye yaftaladığı Suriye’ye karşı duruşunu hangi tutarlı gerekçelerle açıklıyor?

Dün “çapulcu”, bugün “sayın Cumhurbaşkanı” dediği Talabani’ye bakışla birlikte düşünüldüğünde, aynı adamı tezat içinde anmanın çelişki ve sapıklığını “sıfır sorun”la dayatmaya “ilkeli politika” mı dieceğiz şimdi?..

Suriye’ye sözlü yada fiîli müdahalenin bahis mevzuu olduğu yerde ilkeden, vizyondan, huzurdan, barıştan, kardeşlikten bahseden Dışişlerinin, kimin Dışişleri olduğunu sormak lazım.

Yazımızın başında Bismark’a ait İLKELİ notlardan da anlaşılacağı gibi, şahsiyetini vatanseverlik duygusuyla iç içe bir uslûbla tarihe mâletmiş bir Devlet Adamı’nın tarihe geçmiş bir sözü daha vardı:

“Ben politikayı Abdülhamid’den öğrendim. Dünyada 100 gram akıl varsa 90 gramı Abdülhamid’de 5 gramı bende, 5 gramı da diğer siyasîlerdedir. Ona karşı adilâne hüküm verilmediği kanaatindeyim.”

Büyük Anadolu-Doğu Birliği

Batılı devletler karşısında dağılmış ve parçalanmış Alman Milletinin içinden inkişâf etmiş ve Alman Birliğini tesis etmiş Bismark vesilesiyle belirtelim;

Büyük Anadolu-Doğu Birliği önünde engel teşkil edici en küçük tesir, söz ve fiil adilâne bir hüküm ve hakkaniyet duygusuyla değerlendirilecek ve tabiidir ki, unutturulmayacaktır.

Büyük Anadolu-Doğu coğrafyasında bir vatan parçası olarak Suriye;

Fransız-İngiliz oyununa gelmiş İttihat ve Terakki hempasının yol açtığı bölücü zihniyetin günümüz Dışişlerine uzanan tesiri, Suriye meselesini, “Yeni Ortadoğu’nun İnşası” başlığı altında, bazı İttihatçıların âdetini hatırlatır mahiyette Almanya’da, Münih Güvenlik Zirvesi’nde çözmeye kalkıyor.

Kimin güvenliği ve kimin menfaati açısından?

Şahsiyetli politika kaygısı taşıyan sorular sormak, Batıcı propagandanın oluşturduğu bu sürü psikolojisi karşısında galiba “abesle iştigal”…

“Kardeş Suriye” denildiği günlerde İttihat ve Terakki zihniyetine göndermede bulunarak “pis Arab!” diyenlerin müsebbibi olduğu zihniyeti lanetleyenler, şimdi “kalleş Suriye” diyerek Katar, Kuveyt, Suudi Arabistan idaresindeki pis Arabların lanetli sermaye beslemeleriyle, müdahale tamtamları çalıyor.

“Amerikan Rüyası”nın kiralık yorumcularından -ki bu kalem, Irak’a saldırının başladığı günlerde, dış basında çıkan Pentagon maaşlı köşe yazarları listesinde adı geçmiş, bu haber karşısında yalanlamayı bırakın, haberin doğruluğunu pişkince teyid etmiştir- Cengiz Çandar, 4 Şubat tarihli Radikal’deki köşesinde Dışişlerine dair şöyle bir cümle girmiş:

“ABD’nin realpolitik gerekçeleriyle bugün Türkiye’ye yaktığı ‘yeşil ışık’…”

ABD’nin Irak’a topraklarına gömülüşü yanında hayli cılız kalan bu ifâdeyi;

Amerikan karşıtlığını Batıcı propaganda yoluyla şahsiyetsizleştirme-ehlîleştirme ve “dindar başbakan”ların 50’li yıllardan sonra hayatımıza girişiyle Batılılar tarafından teslim edilen, “Türkiye’de Batı tipi politikacı yetişmiştir ve artık Türkiye’ye dışarıdan müdahaleye gerek yoktur” hakikatini birlikte düşünürsek, millî menfaatlerimizi Batı menfaatleri önünde hiçe sayan politikacı tipini kolaylıkla enseleyebiliriz.

Ehlîleştirme propagandası eşliğinde canlı tutulmak istenen Sürü Psikolojisine kapılmamak ve dün “kardeş” dediğine bugün “kalleş”, dün “çapulcu” dediğine bugün “abi” demek çelişkisiyle içiçe, itaatkâr müttefik kuyrukçuluğunun, vatansever duygularımızla yer değiştirip değiştirmediğini yoklamalıyız.

Ortak ve Esas Düşman

Aynı delikten iki kez değil birçok kez ısırıldık.

Sürü psikolojisine kapılmadan, Suriye’nin kendine hâs durumunu, Irak Devlet Başkanı Şehid Saddam Hüseyin’le alâkalandırmak kolaycılığına kalkışmayıp, Irak işgalinden sonra devam eden “İsrail İçin Yeni Ortadoğu” zihniyetini köpürtmekten ve meşruiyet kazandırmaktan başka birşeye yaramayan tiplerin iç yüzünü deşifre üzerinde olmalıyız.

Mevcut yapısıyla Suriye, Siyonizm için “şeytan” mânâsı ifâde ederken, akabinde Batı’nın “şer ekseni” yaftasını hazmedip “haydut devlet” zokasını yutmak?

İşbirliği ve ittifak olacaksa, ortak ve esas düşman kimse, ona karşı olmalıydı.

İş işten geçmiş; geri dönüşü olmayan bir yola, “şer ekseni”nin tam orta şeridine girmiş dünün mücahidi, bugünün Batı-Arap işbirliğine uluslararası mütaeahhidlik yapanların tu kaka dediği ve güya bunların zıddı zannedilen tiplerin zihniyetinden pek farkı yok.

Gerçek “stratejik derinlik”, bölge ülkeleriyle ortak ve Esas Düşmanın tesbitiyle beraber, düşmanın bu topraklarda barınamayacağı şartlar oluşturuluncaya kadar, millî menfaatler çerçevesinde işbirliğine gidilmesiyle kazanılabilir.

Devlet aklı bunu gerektirir.

Suriye’nin nazik konumunu da gözönüne aldığımızda, onun stratejik müttefiki İran’ı, Humus’taki hadiselere sessiz kalmakla suçlayarak kahraman kesilenlerin, aynı “cevvalliğine” Irak’ta soykırım yapılıyorken rastlandı mı, hafızaları bir yoklamak gerekiyor.

İran’ı Batı’nın “şer ekseni”nde gören ŞER ZİHNİYET?

Suriye’ye karşı başı çeken, Türk düşmanı Fransız politikasına yanaşan zihniyet?

Radikal yazarı Fehim Taştekin, bir kaç gün evvelki “Herkesin hesabı kanla” başlıklı yazısında, Humus’taki son hadiseleri “Bir tezgâh mı?” sorusu altında değerlendiriyor. Bizce, bahsettiğimiz zihniyetin “stratejik derinliği”ne dair önemli notlar kaydediyor. Taştekin’in sözkonusu yazısından ilgili bölümü dikkatlerinize sunuyoruz:

“Önceki gün BM Güvenlik Konseyi’ndeki oylama öncesi Humus’ta korkunç bir katliam yaşandı. Katliam bir tezgah mıydı? Önce asi askerlerin, kontrol noktalarına saldırarak 12 askeri öldürdüğü söyleniyor. Kışkırtıcı ilk darbeden bahseden yok. İlk kareleri sansürlenmiş filmle haber bombardımanı altındayız. Muhalif kaynaklar ölü sayısını 345’e, yaralı sayısını 1600’e kadar çıkarttı. Sonra BBC, bir muhalif gruba dayanarak ölü sayısını 55’e çekti. Şam ise meydana dizilen cesetlerin muhaliflerin kaçırıp öldürdüğü kişilere ait olduğunu iddia etti. Mermilerin Hatay’da Güveççi köyüne düştüğü de söylendi. Buna bir Türk kanalına çıkan Suriye Ulusal Konseyi üyelerinin “PKK’lılar Esad güçlerinin yanında yer alıp halka ateş açıyor” iddiası eklendi. Hem BM’deki aktörleri askeri müdahaleye razı etme, hem de Türkiye’yi savaşın içine çekme yönünde tehlikeli bir oyun bu. Türk kamuoyu da bu kışkırtmaya çok açık. Özellikle İslamcı kesimlerde bir gazavat havasıdır gidiyor. Birkaç ay önce muhaliflerin bir başka konferansında konuşmacıydım. Bir tarih profesörü “Suriye’den Filistin’e kadar bütün bu coğrafyayı kurtarmak üzere inşallah ‘Birinci Tayyip’ dönemi ilan ederiz” deyince kulaklarıma inanamadım. Bir başkası Başbakan Erdoğan’a ‘Selahaddin Eyyubi’ rolü biçti. Ötekisi “Kurtuluş Sünni Türkiye’nin liderliğinde” dedi. Bu parolaya ‘amenna’ demeyen yoktu. Ankara’nın aldığı pozisyonun tabandaki karşılığı bu.”

Zihniyete dikiz!

Samimiyet ve şahsiyet, “konjonktürel” bir şey değildir.

(1) Otto Von Bismarck... Düşünceler ve Hatıralar... MEB Yayınları... Shf: 197

(2) Age. Shf: 237

(3) Age. Shf: 238

Dergimiz / Sayı:15
www.dergimiz.net

"Suriye'ye asker gönderme zamanı geldi"
Mısır'ın başkenti Kahire'de devam eden Arap Birliği Dışişleri Bakanları toplantısında konuşan Katar Başbakanı ve Dışişleri Bakanı Hamad bin Casım, Suriye'ye Arap askeri gönderme konusunda planlama zamanının geldiğini söyledi. 11.03.2012 KAHİRE netgazete
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Pzr Mar 11, 2012 2:50 am tarihinde değiştirildi, toplam 3 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Pts Şub 27, 2012 8:24 pm    Mesaj konusu: Türkiye'nin Suriye'ye müdahale için neden bu kadar hevesli Alıntıyla Cevap Gönder

"Türkiye'nin Suriye'ye müdahale için neden bu kadar hevesli olduğunu çözebilmiş değiliz"
27 Şubat 2012



Uzun süredir Türk basınına konuşmayan Suriye Dışişleri Bakanı Velid Muallim sessizliğini bozdu. Esad yönetimi kırgın. Türkiye'ye sert mesajlar veren Muallim, Ankara'yı Suriye Özgür Ordusu'nun sınırı geçerek saldırı düzenlemesine izin vermekle suçladı.

"Bizim Müslüman Kardeşler'e bakışımız farklı. Türk hükümeti ile ideolojik farklılığımız var" diyen Muallim, "Başbakan Erdoğan'ın, Müslüman Kardeşler'e yönelik diyalog çağrısına, Esad'ın "bireysel olarak gelip siyaset yapabilirler ancak parti olarak gelmelerine izin veremeyiz" açıklamasıyla kopma noktasına geldi" dedi.

'SİLAHLI GRUPLAR MİSAFİR EDİLİYOR'

Suriye Dışişleri Bakanı Muallim, "Türkiye, silahlı grupları misafir ediyor. Sınırdan geçişlere izin veriyor. Bu bir komşuluk yaklaşımı değildir" dedi. Askeri müdahale olmadan insani koridor oluşturulamayacağını belirten Muallim, "Türkiye'nin Suriye'ye müdahale için neden bu kadar hevesli olduğunu çözebilmiş değiliz" ifadesini kullandı.

'DAVUTOĞLU DEMOKRASİ DERSİNDEN VAZGEÇSİN'

Suriye Dışişleri Bakanı Muallim, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'nun da demokrasi dersi vermekten vazgeçmesi gerektiğini belirtti.

'PKK'YA DESTEK VERMEYİZ'

PKK konusuna da değinen Muallim, "PKK'yı kesinlikle desteklemediklerini vurguladı. "Adana anlaşmasına bağlıyız. Türk halkının acı çekmesini istemiyoruz" dedi. Muallim, ilişkilerin düzelmesi konusunda hala umutlu olduğunu belirtti ama Türkiye'nin bu politikasıyla ilişkilerde bir gelecek görmediğini de sözlerine ekledi.

'TÜRKİYE SINIRINA TANK SEVK ETMEYİZ'

ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton ise, Suriyeli muhalifleri silahlandırmanın şu an çok riskli olduğunu belirterek, "Türkiye, Lübnan ve Ürdün sınırlarına tankları sevk etmeyeceğiz" dedi.

Tunus'taki Suriye'nin Dostları toplantısının başarılı olduğundan bahseden Clinton, bu toplantının dikkate değer olduğunu çünkü Arap Birliği ülkeleri dahil birçok ülkenin ''tek bir sesle konuştuğunu'' belirtti.

Kaynak : http://www.internethaber.com/suriye-disisleri-bakani-velid-mualim-musluman-turkiye-suriye--404092h.htm#ixzz1ncB5vBrB

Peşmergeye deniz yolu açma planı!
25/02/2012



Suriye’nin 7’ye bölünmesiyle kurulacak Kürt devleti, K. Irak’taki yapıyla birleşecek. Böylece Barzani’ye de Akdeniz yolu açılacak.

İsrail’in en büyük hayali

Kendİ güvenliği için Suriye’yi 7 parçaya bölme planları yapan İsrail, ülkede çıkarılan karışıklığı fırsata çevirmeye çalışan peşmergebaşı Barzani’ye de ümit verdi. Barzani Suriyeli Kürtleri kışkırtmaya başladı.

İşte o planın aşamaları

21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü Başkanı Prof. Dr. Ümit Özdağ, planı şöyle anlattı: Suriye’deki Kürt gruplar birleştirilip bir Kürt devleti kurulacak. Bu devlet Irak’taki yapıyla birleşecek. Böylece Barzani, Akdeniz’e inecek.

Türkmenler tehlikede...

Bu durumda Suriye’deki Türkmenler ve Kürtler de karşı karşıya gelecek. Eli zayıf olan Türkmenler olur. Çünkü bölgedeki Kürtler yıllardır Kürtçü yapılanmalar tarafından teşkilatlandırıldı ve silahlandırıldı.

Suriye üzerinden Barzani’ye deniz yolu

İsrail’in planında, yediye bölünecek Suriye’de gruplar birleştirilip Kürt devleti kurulacak. Böylece peşmergeye Akdeniz’in yolu açılacak.

Özel Haber: Ceyhun BOZKURT

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın siyasi Başdanışmanı Yalçın Akdoğan’ın, “Irak’ın kuzeyindeki Barzani yönetiminin tek şansının Türkiye ile işbirliği” değerlendirmesi, gözleri Irak’ın kuzeyine ve Suriye’ye çevirdi. Akdoğan’ın yazısında yer alan “İran-Suriye-Irak denkleminde Türkiye’nin konumu Kuzey Irak için hayati derecede önem taşıyor” ifadesi dikkat çekti. Barzani’nin bir süre önce Suriyeli Kürtlerle Erbil’de bir toplantı yapması ve Tunus’ta yapılan Suriye toplantısında muhaliflerin Kürtlere “özerklik” sözü vermesi, Suriye’nin ve Irak’ın kuzeyinin birleştirileceği yorumlarını da beraberinde getirdi. 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü Başkanı Prof. Dr. Ümit Özdağ, İsrail’in 1980’lerin başında Suriye’nin bölünmesi planını hazırladığını hatırlatarak “Tunus’ta yapılan açıklamanın aslında bir önemi yok. Suriye’de Esad devrilmeden bir iç savaş çıkması mümkün değil. Ancak Esad devrilirse ve iç savaş çıkarsa İsrail’in hazırladığı plan çerçevesinde bu ülke bölünebilir” dedi.

“Nusayristan” çabası

“Lazkiye çevresi, Akdeniz kıyı bölgesinde bir Nusayristan kurma çabaları var” diyen Özdağ sözlerini şöyle sürdürdü: “İsrail’in planında Halep ve Şam, Kamışlı’dan Akdeniz’e uzanan bölgede ayrı ayrı gruplar halindeki Kürtleri birleştirerek bir Kürt devleti kurulacak. Bu devlet Irak’ın kuzeyiyle bağlantılı olacak ve ileride birleştirilecek. Bu durumda Barzani’nin kuracağı devletin Akdeniz’e uzanması gündeme gelecek. Yani deniz yolu açılacak. Böyle bir ihtimal, Barzani’nin Türkiye’ye karşı elini zayıflatmaz, tam tersine güçlendirir. Barzani burada pozisyonunu belirliyor.”

Türkmenler tehlikede

Bu durumda Suriye’deki Türkmenler ve Kürtlerin de karşı karşıya geleceğinin altını çizen Prof. Özdağ, “Eli zayıf olan Türkmenler olur. Çünkü bölgedeki Kürtler yıllardır Kürtçü yapılanmalar tarafından teşkilatlandırıldı ve silahlandırıldı. Zaten Irak’ın kuzeyindeki yönetimin ve PKK’nın bölgede etkisi ve kendilerine bağlı hareket eden grupları var. Türkmenler ise hazırlıksız. Bu durum ileride Türkmenleri büyük tehlikeye sokar” diye konuştu:

Başbakan Erdoğan’ın siyasi Başdanışmanı Yalçın Akdoğan, yazdığı yazıda bölgede bir denklem olduğunu ve Barzani’nin Türkiye’ye yakın durması gerektiğini ileri sürmüştü. Akdoğan yazısında Barzani’ye şu mesajı göndermişti:

Akdoğan’ın denklemi

“Bölgesel gelişmeler Kuzey Irak yönetimini Türkiye ile daha sıkı işbirliğine itiyor. İran-Suriye-Irak denkleminde Türkiye’nin konumu Kuzey Irak için hayati derecede önem taşıyor. Barzani bir yandan Kürtlerin hamisi rolünü pekiştirmeye çalışıyor, diğer yandan PKK üzerinden kendi alanının daralmasını ve kendi yerel menfaatlerinin heba olmasını engellemeye çalışıyor. Neticede terörü tırmandıran PKK’nın Kuzey Irak’taki varlığı, Türkiye’nin müdahalesi için haklılık payı oluşturuyor. Ayrıca Barzani PKK’nın güçlenmesini, İran, Irak ve Suriye’deki hareketleri manipüle etmesini de kendi alanının daralması, kendi inisiyatifinin zayıflaması olarak görüyor.”

“Özerkliksinyali!”

Tunus’ta yapılan toplantıda Suriyeli muhalifler, ülkedeki Kürtlerin tüm haklarının korunacağına dair uluslararası toplumun önünde söz verdi. Suriye Ulusal Konseyi Başkanı Burhan Galyun, Beşar Esad sonrası dönemde Kürtlerin de saygın bir yer edineceğini kay-dederek, Kürt bölgelerine ’özerklik’ tanınacağının sinyallerini verdi. Galyun, yeni dönemde Kürt kimliğinin inkârına son verileceğini de ifade etti.
Kaynak: Yeni Çağ

Rusya, ABD saldırılarına karşı Suriye radarlarını modernize etti
28 Şubat 2012
İsrail haber portalı DEBKA, Rusya'nın Suriye ve Lübnan'da bulunan iki radar üssünü muhtemel ABD ve İsrail saldırılarına karşı modernize ettiğini iddia etti.

Şam'ın güneyinde bulunan Cebel El Harrah elektronik ve gözlem istasyonu İsrail ve Ürdün'ün tüm hava sahasını ve Kuzey Suudi Arabistan'ı kapsayacak şekilde geliştirilirken, Lübnan'da bulunan radar da genişletildi. İki radarın da bilgi paylaşım hız ve kapasitelerinin de artırıldığını ifade edildi.

İsrail haber portalı, Amerikan askeri kaynaklarından elde ettiği bilgilere göre iki radarın Kıbrıs ve Yunanistan dahil doğu Akdeniz'i de izleyebiliyor.

Rusya son günlerde Suriye'de değişim ve İran'a yönelik muhtemel saldırı nedeni ile alarm durumunda. İran'ın uranyum üretme ve nükleer enerji geliştirme hakkına saygı duyulmasını isteyen Moskova, Şam'da Libya benzeri rejim değişikliğine izin vermeyeceğini açıklıyor.

Rus basınına bir makale kaleme alan Putin, İran'a yönelik askeri müdahalenin sonuçlarının tahmin edilmesinin bile imkansız olduğunu kaydederken, Suriye'de ya da diğer ülkelerde rejim değişikliği hedefleyen tek yönlü müdahalelerin uluslar arası güvenlik sistemini yıktığını savundu.

Kaynak : http://www.internethaber.com/rusya-abd-istail-moskova-iran-suriye-lubnan-amerikan-askeri-putin-sam-libya-cebe-404108h.htm#ixzz1ndgeu65i

ABD’nin katilleri harekete geçmek üzere
Muharrem BAYRAKTAR
27 Şubat 2012



Amerika Birleşik Devletleri’ne bağlı Merkez Komutanlığı (CENTCOM) Komutanı Orgeneral James Mattis, geçtiğimiz günlerde Türkiye’de idi. Kim bu Mattis ve nedir bu CENTCOM diye soranlarınız olacaktır.

Mattis, 2005 yılında San Diego’da Afganistan ve Irak işgalinin konuşulduğu bir panelde cephe deneyimlerini anlatırken şöyle diyordu:

“Afganistan’a gidiyorsunuz. Orada peçe takmadıkları için 5 yıldır kadınları döven erkeklerle karşılaşıyorsunuz. Bu tür adamların zaten erkekliğinin kalmadığını biliyorsunuz. Bu yüzden onları vurmak müthiş eğlenceli. Kahkahalarla gülmek kadar keyif veriyor. Peşinen söyleyeyim, savaşı seviyorum.”

Afganlıları öldürmekten zevk aldığını söyleyen General Mattis dünya kamuoyunun da büyük tepkisini almasına rağmen ABD yönetimi tarafından hiçbir şekilde cezalandırılmamış, sadece “sözlerini özenle kullan” diye uyarılmıştı.

Yani ABD, “askerine sahip çıkmıştı!”

CENTCOM’a gelince;

1983 yılında kurulan Birleşik Devletler Merkez Komutanlığı (CENTCOM), Birinci Körfez Savaşı sırasında Suudi Arabistan’a yerleşti. O zamanlar başında ‘Çöl Ayısı’ diye tanınan Norman Schwarzkopf vardı. Irak ve Afganistan’ın işgalini gerçekleştiren CENTCOM’un başında yakın bir zamana kadar Çuvalcı General Petraeus bulunuyordu. Türk askerlerinin başına çuval geçirerek büyük tepki çeken Petraeus’un CIA başkanlığına atanmasının ardından CENTCOM’un Komutanı Orgeneral Mattis oldu. 2002 yılından sonra Katar’da inşa edilen El Udeyd Üssü’ne taşınan CENTCOM’un internet sitesinde yayınlanan bir haritaya göre sorumluluk alanındaki ülkeler ise şöyle:

Afganistan, Bahreyn, Mısır, İran, Irak, Ürdün, Kazakistan, Kuveyt, Kırgızistan, Lübnan, Umman, Pakistan, Katar, Suudi Arabistan, Suriye, Tacikistan, Türkmenistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Özbekistan ve Yemen. Kafkaslar, Orta Asya ve Ortadoğu’nun neredeyse tamamının sorumluluğunu üstlenen CENTCOM’un ilgi alanında olmayan tek ülke var, o da İsrail.

Mattis, ABD’nin Ortadoğu ile Asya’daki askeri operasyonlarının harekat merkezi olan CENTCOM’un Komutanı.

İşte bu Mattis aniden Ankara’ya geldi. Ankara’da Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet Özel’le görüştü. Görüşmede Ortadoğu’daki gelişmelerin ele alındığı açıklandı. Kürecik’teki füze kalkanı ile ilgili detayların görüşüldüğü görüşmede, Adana’daki İncirlik Üssü’nün daha aktif kullanımının da gündeme geldiği öğrenildi. Ama asıl gündem Suriye idi.

Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu da aynı saatlerde ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton ve Savunma Bakanı Leon Panetta ile görüşüyordu.

Orada da gündem Suriye idi.

ABD, bir an önce Suriye’de uçuşa yasak bölge oluşturmak istiyor. Bunun için Türkiye’nin nihai kararı vermesini istiyor. Ortadoğu’da Müslümanlara yönelik operasyonların başına getirilen Mattis, “Müslümanları öldürmekten zevk aldığını” gururla söyleyen bir sadist. Onun en büyük dostu ise ‘Türkiye.’

Suriye’yi özgürlüğüne kavuşturmayı planlayan ABD’nin bu iş için nasıl birini görevlendirdiğini düşünelim ve bu özgürlüğün nasıl olacağını tahayyül edelim.

Kaynak: yenimesaj.com.tr

TÜRKIYE'NIN SURIYE ILE SAVAŞI KAYBETME IHTIMALI...
29 ŞUBAT 2012

Türkiye'de kimse birşey yazmıyor ama, dünyada konuşuluyor...

Türkiye'den Suriye'ye, küçük birlikler halinde sızmaların olduğu söyleniyor, ama Suriye Ordusu, sızanları feci halde yenip yokediyor, kalanları esir alıyor ve saldırganların birikisi anca Türkiye'ye kaçıp kendilerini zor kurtarıyorlar -öyle anlaşılıyor. Türkiye "gizli savaş" gibi birşey yürütüyor...
Ama gizlisi-saklısı sadece Türklere!..

Her büyük savaştan önce, savaşın olası genel seyrini gösterecek ilk mikro-kapışmalar olur. Bunlar, büyük olayın ilk mikro örnekleridir ve çok önemlidir...

Türkiye'de -ne olursa olsun- Türkiye'nin girdiği savaşlarımutlaka kazanacağına dair bir kesin kanı, bir önyargı var.(..)

Suriye Savaşı'nın başlamadan verdiği sinyaller, bu savaşı Türkiye'nin kaybedebileceğini gösteriyor...

Askerlikten hiç anlamayan, hiç anlamamış olan ve hiç anlamayacak olan (..) iktidarı, (..) böyle şeyleri asla anlamamışken, NATO kafasıyla savaşa giriyor!..

O kafa, asla savaş kazanamaz...
(Amerika'ya nedense çok güveniyorlar!)

Burada bin kere "Türkiye savaşa sürükleniyor" diye yazmamızın nedeni de budur -çünkü bu mermer kafayla girilen savaşları kazanmak mümkün değildir...

(..)

Bugünün iktidarı, Türk Ordusunun yarısını -halen kanıtlanmamış suçlamalarla- hapse tıkmışken, İran T.C. tarihinde ilk kez bir savaş halinde Türkiye'yi vuracağını ilan etmişken, (..) Şimdinin bütün devlet erkanı kalpak da taksa, savaşa karşı tavır, 'Kurtuluş Savaşı' zamanı gibi olmayacaktır, bu savaşı halk desteklemeyecektir. Çünkü hem haklı değildir, hem de aptalcadır...

Ayrıca neden savaşıldığını, sadece "Osmanlı gibi toprak kazanmak"la izah eden kökten-demode bir mantıkla nereye kadar gidilebileceği de tartışmalıdır. Çünkü Türkiye Suriye'nin birkısmına girse bile mutlaka çıkacaktır ve sonrasında Doğu-Anadolu'yu kaybedebilecektir...

Amerikalılar buralardan gittikten sonra Türkiye, karşısında Suriye-İran-Irak-Lübnan koalisyonunu bulacaktır ve bu ülkelerin arkasında da Rusya-Çin duracaktır...

Burada (..)dönekliklerine güveniyor olabilirler!..
Öyle ya!.. "Milli Görüş gömleğini çıkarıp küresel sermayenin gömleğini giyenler, iktidarda kalmak için, şeytanın gömleğini bile giyerler -Suriye ve Çin gömleği de neymiş" denebilir.

Peki bu kadar dönek bir çevreye, şimdi Amerikalısından İranlısına kadar kimse güvenmezken, yarının dünyasında Rusu Çinlisi neden güvensin?!..
Kaynak: http://konstantiniye.blogspot.com/

Savaşın ilk işaretleri, hiç iyi değil...
Selçuk Salih Caydi
24.2.12

Suriye'ye saldırıdan önce yapılan son provokasyonlar mı?

1957'de yapılan Amerikan-İngiliz planında, Suriye'ye karşı provokasyonların yapılması öngörülüyordu. Bu provokasyonların, dünya kamuoyunun gözünün içine baka baka yapıldığını gösteren işaretler var. Türkiye için en kayda değer olanı, Türkiye sınırından (muhtemelen Hatay'dan) Suriye'ye sızan 40 kişilik silahlı bir grubun Suriye askerlerine saldırdıktan sonra, ağır kayıp vererk püskürtülmesi üzerine Türkiye'ye geri dönmesi olayı var. (Bu olayı Türk basınından okuduğumu sanıyorum ama nerede okuduğumu bulamadım). Türkiye'den Suriye'ye geçip sağa-sola saldıran ne idüğü belirsiz bir takım adamlara Türkiye'nin göstere göstere yataklık yapması, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde bir ilk. İyi birşey olduğunu söylemek imkansız.
Olayları sadece Anglosakson medyası gözlüğüyle izlemek, artık tehlikeli olmaya başladı. Geçen gün Suriye'de iki gazeteci öldürüldü. Amerikalı safkan gazeteci Maria Colvin, Suriye Ordusu tarafından öldürülen çocukları haber yapmıştı. Fransız fotorafçı Remi Ochlik'in de, şimdiye dek hep en tehlikeli savaş bölgelerinde görev yaptığı anlaşılıyor. Bu iki gazetecinin ölümlerine kuşkuyla yaklaşmak durumundayız. Ayrıca, bugünlerde gazetelerde fotorafları gösterilen "Suriye ordusu tarafından öldürülmüş çocuklar" olayına da dikkatle yaklaşmak gerekiyor. Haber El Cezire kaynaklı.
Dünyada ses getiren bu kanlı olaylar (öncesi de var, onlardan da bahsedeceğiz), Tunus'da bugün (24 Şubat 2012) yapılan uluslararası "Suriye'nin Dostları" toplantısının hemen öncesinde yaşandı. Bu toplantının asıl amacı, Suriye'ye yaptırım konusunda Rusları ve Çinlileri nihayet ikna etmek ve bu iki ülke ile Lübnan'ın (ce belki başka ülkelerin de) konferansı boykot etmesini önlemek. Bunu iddia eden, bölgede serbest gazetecilik yapan başka bir gazeteci, Webster Tarpley. (tıklayınız) Ayrıca başka vahim iddiaları da var. Tarpley, bölgedeki Rus gazetecilere dayandırdığı haberinde, El Cezire'nin yayımladığı öldürülmüş çocuk fotoraflarının yeni olmadığını ve daha önce başka bir NATO operasyonunda (kazayla?) öldürülmüş çocuklara ait olduğunu yazdı.

Türkiye, Cumhurbaşkanı'nın kalpak ve kamuflajlı asker kıyafetiyle, "savaş" kavramını gözlere sokan bir gösterişle askeri bir manevra yapıyor. Durumlar basına yansıyandan çok daha ciddi. Dünya basınının pek yer vermediği alternatif Amerikan kaynakları, Suriye savaşı'nın her an başlayabileceğini yazıyor.
Bugüne gelinceye kadar başka ilginç provokasyonlardan da bahsetmeliyiz. Tayland, Hindistan ve Gürcistan'da İsrail diplomatları bombalı saldırılara uğradı, toplam üç İranlı gözaltına alındı ve bu saldırılar sanki İran yapmış gibi gösterilmeye çalışıldı.
Tayland'da İsrail diplomatlarına karşı kullanılan bombanın, Yeni Delhi ve Tiflis'te İsrail diplomatlarına karşı kullanılanlarla aynı tipte olduğu, İsrail tarafından ilan edildi. İsrail'in kendi diplomatlarını öldürmeye kalkması gibi birşey sözkonusu olamayacağına göre, İsrail'i kışkırtmak isteyen birilerinin bu provokasyonları düzenleyip İran'ın üzerine atması ihtimali de yabana atılmamalı. Diğer yandan, Tayland'da bombanın patladığı sırada yaralananlardan birinin İranlı olması kuşku uyandırdı. Aynı şekilde, Tayland polisinin Malaysiya'ya kaçarken yakaladığı şüpheli de İranlı çıktı. İran'ın benzeri eylemlere şimdiye dek hemen hiç başvurmamış olması nedeniyle, İran'ın suçlanması -hele şimdi- pek inandırıcı olamıyor. Ayrıca Tayland, Hindistan ve Gürcistan, İran'ın en çok ticaret yaptığı ülkelerden. Yani biraz kuşku uyandırıyor -İran bu ülkelerde bomba patlatarak kendi işlerini neden bozsun?
Bugün Tunus'dan Suriye'ye yüksek sesli bir "uyarı" çıkması bekleniyor. Bu konferans oyunlarının Rusya ve Çin'i yumuşatmak dışında hedef alması gereken konu, barışı kurumak olmalı. Konferansta barıştan yana olanların da bulunması, şimdilik umudu yüksek tutuyor. Savaş çıksa bile Türkiye kesinlikle işgalci olmamalı ve Suriyeli "muhalif" gruplara ve diğer (Libyalı?) Arap paralı askerlere yataklık yapmamalı, İran'a saldırı projesinde kesinlikle yer almamalı.
Kaynak: http://konstantiniye.blogspot.com/

Humus’ta 718 silahlı militan teslim oldu
02-03-2012



YDH- Suriye ordusu tarafından kontrol altına alınan Humus kentinde 718 silahlı militanın teslim olduğu bildirildi.

Şam Press’in haberine göre Suriyeli güvenlik etkilileri, Baba Amr bölgesinin kontrol altına alınmasından sonra 718 silahlı militanın Suriye güvenlik güçlerine teslim olduğunu belirterek bunların 600’ünün Suriyeli geri kalanının ise yabancı olduğunu açıkladı.

Yapılan açıklamada uzun bir süredir silahlı grupların kontrolü altında bulunan Baba Amr bölgesinde çok sayıda gelişmiş uydu iletişim araçları ele geçirildiği bildirildi.

Suriye televizyonu geçtiğimiz gün Baba Amr bölgesinden görüntüler yayımlamış ve bölgenin silahlı gruplardan temizlendiğini bildirmişti.

Öte yandan Şam’ın kuzeybatısındaki Zebedani kentinde yakalandığı belirtilen 12 Fransız istihbaratçıdan başka Humus’un çeşitli bölgelerinde de 6 Fransız askerinin yakalandığı öne sürülüyor.

Humus’un Halidiye ve Hamidiye bölgelerinde hala silahlı grupların etkinliğinin sürdüğü bildirilirken Halep’in Firdevs bölgesinde de çöp tenekesine yerleştirilmiş bir bombanın infilak ettiği bilidiriliyor.

http://www.yakindoguhaber.com/

“Suriye’de 12 Fransız askeri yakalandı”
29-02-2012



YDH- Suriye’deki silahlı gruplara destek vermek için bu ülkeye giden 12 Fransız askerinin Suriye güvenlik güçleri tarafından yakalandığı öne sürüldü.

Fransız gazeteci ve yazar Thierry Meyssan yönetimindeki Voltaire internet sitesi, Suriye’deki silahlı gruplara destek için bu ülkeye gittikten sonra Türk sınırına yakın İdlib ili yakınlarında Suriye güvenlik güçleri tarafından yakalanan Fransız askeri sayısının 19’a çıktığını bildirdi.

Thierry Meyssan, daha önce Suriye televizyonuna yaptığı açıklamada 12 Fransız askerinin Suriye güvenlik güçleri tarafından tutuklandığını açıklamıştı.

Voltaire sitesi, Fransa’nın Tunus’ta yapılan toplantıdan bir gün önce Suriye büyükelçisini Şam’a gönderdiğini hatırlatarak, Fransa’nın Suriyeli yetkililerle tutuklu askerlerin serbest bırakılması için müzakereler başlattığını, Birleşik Arap Emirlikleri ile Umman Sultanı’nın da Fransız askerlerin serbest bırakılması için arabuluculuk yaptığını öne sürdü.

Suriye’de yakalanan Fransız askerlerine uygulanacak yargı sürecinin Paris’in Suriye’ye gönderdiği bu askerlerle ilgili resmi açıklamasına göre şekilleneceği belirtilirken Paris’in askerleri resmi görevle gönderdiğini açıklaması halinde bu askerler için savaş esiri muamelesi yapılacağı, aksi takdirde de “Suriye’ye yasadışı yollarla girmiş yabancı” muamelesi göreceği bildiriliyor.

Suriyeli kaynaklar, Suriye televizyonunun yakında çok önemli bir haber vereceğini belirtirken, Suriye’nin Fransa’da yapılacak seçimler öncesinde 19 Fransız askerini tutukladığını açıklamasının Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy’yi kaygılandırdığı bildiriliyor.

http://www.yakindoguhaber.com/

Suriye’de 118 Fransız askeri yakalandı
02-03-2012



YDH- Suriye ordusunun kontrolü yeniden ele aldığı bölgelerde Suriyeli silahlı gruplara destek veren 118 Fransız askerinin yakalandığı iddia edildi.

Mısır’da yayımlanan el-Ahram gazetesine ait sitenin İngilizce sayfasında yer alan habere göre Lübnanlı parlamenterlerden Asem Konsoe Suriye’deki silahlı gruplara yardım eden 18 Fransız subayı ile 100 paraşütçünün Suriye güvenlik güçleri tarafından yakalandığını öne sürdü.

Lübnan Baas Partisi milletvekili Asem Konsoe, Suriye güvenlik güçlerinin uzun bir süredir bazı bölgeleri silahlı grupların denetiminde olan Humus kentinde 118 Fransız askeri ile birlikte 70 Lübnanlıyı da ele geçirdiğini açıkladı.

Fransız askerlerinin ele geçirilmesi skandalının Fransa Cumhurbaşkanı Nikola Sarkozy’nin siyasi geleceğinin tehdit ettiğini belirten Kansoe, Suriye’de yakalanan Lübnanlılarla ilgili olarak da daha sonra ayrıntılı açıklamada bulunacağını söyledi.
http://www.yakindoguhaber.com/


CNN ve El Cezire Suriye'de haber yapmıyor, haber imal ediyormuş
5 Mart 2012



sol.org.tr'nin haberi:

Haber yapmıyor, film çekiyorlar!

CNN ve El Cezire’nin Humus’tan yaptığı haberlerin montajsız hali ortaya çıktı. Haberden önce ne söyleyecekleri ezberletilen, sahte bandaj takılan “mağdurlar”; arka plana yerleştirilen bomba ve silah sesleri eşliğinde konuşan “tanıklar”, kara propagandanın ulaştığı korkunç boyutu gösteriyor.

Suriye devlet televizyonu El Cezire ve CNN’de yayımlanan bazı haberlerin montajsız hallerini yayımladı. Montajsız görüntüler, savaş yanlısı medyanın tam manasıyla bir yalan makinesine dönüştüğünü bir kez daha ortaya koydu. Humus’un Baba Amro mahallesinde yoğunlaşan çatışmalarla ilgili “haber”lerin tam anlamıyla imal edildiği açığa çıkmış oldu.

Haberden önce bandaj takılan çocuk…

El Cezire’de yayımlanan bir haberde yüzü sargılı bir çocuk ve annesi görülüyor. Görüntülerin el kamerasıyla kaydedilerek El Cezire’ye Humus’taki muhalifler tarafından ulaştırıldığı izlenimi veriliyor. “Haberin” montajsız görüntülerinde ise çocuğun yüzündeki bandajların çekimden önce sarıldığı ve çocuğa ne söyleyeceğinin ezberletildiği görülüyor. Yerel halk tarafından kaydedildiği izlenimi verilen görüntüler ise, profesyonel bir kameraman tarafından “haber” imalathanesindeki kişilerden birinin eline tutuşturulan kamerayla çekiliyor. Yani habere kasıtlı olarak amatör bir görünüm veriliyor.

Bu videoyu izlemek için tıklayın:

http://haber.sol.org.tr/medya/haber-yapmiyor-film-cekiyorlar-haberi-52340

CNN’in Danny’si de yalancı çıktı!

CNN ise Humus’taki çatışmalar konusunda İngiliz asıllı bir Suriye vatandaşı olduğu iddia edilen Danny Abdül Dayem’e birkaç kez canlı yayında bağlandı. Danny’le yapılan “canlı” bağlantılarda arka planda silah ve patlama sesleri duyuluyor. Oldukça düzgün bir İngilizce’yle ve telaşlı bir ses tonuyla konuşan Danny iki yüzden fazla insanın öldüğünü, sokak ortasında yaralıların yattığını, ancak onları hastaneye götüremediklerini anlatıyor. Ancak Danny Abdül Dayem’in montajsız görüntülerinde CNN’le haberden önce telefonda konuştuğu ve söyleyecekleri konusunda talimat aldığı anlaşılıyor.

El Cezire’nin sızan elektronik postaları

Şubat ayı içerisinde Lübnan’da yayımlanan Suriye Elektronik Ordusu adlı bir bilgisayar korsanları grubu El Cezire’de çalışanların elektronik postalarını ele geçirerek yayımlamıştı. Yayımlanan iletiler arasında özellikle haber programı sunucu Rula İbrahim’le kanalın Beyrut muhabirlerinden Ali Haşim arasındaki yazışmalar, kanalda çalışanların bir kısmının Suriye’ye ilişkin yapılan yalan haberlerden rahatsızlık duyduğunu ortaya koyuyordu.

İbrahim meslektaşına protestoların ülkeyi paramparça ederek, bir iç savaşa neden olacağını kavradığından beri “artık Suriye’deki devrime karşı olduğunu” söylüyor, Özgür Suriye Ordusu’nu El Kaide’nin bir kolu olarak tarif ediyordu. İbrahim ayrıca kanalın Doha’daki merkezinde çalışan bazı meslektaşlarının Suriye’deki olayların patlak vermesinden sonra mezhebine karşı duydukları kin nedeniyle kendisine selam dahi vermediklerinden şikayet etmekteydi.

Rula İbrahim’in elektronik postalarından bir tanesinde de kanalın Suriye haberleri sorumlusu Ahmed İbrahim’in Suriye Ulusal Konseyi’nin önde gelen üyelerinde Anas el Abdi’nin kardeşi olduğunu, Ahmed İbrahim’in bu bağlantıyı saklamak üzere soy ismini kullanmadığını söylediği iddia edilmekteydi.

(soL – Dış Haberler)

Hatay’ın Kisecik köyündeki NATO üssü de Amerikan üssü” haline geldi
06.03.2012


HER YANIMIZ ABD ÜSSÜ

Malatya’da fiilen ABD üssüne dönüşen Kürecik’in ardından Hatay’ın Kisecik köyündeki NATO üssü de “Suriye’nin izlemeye alındığı bir Amerikan üssü” haline geldi. Hükümetin 5 yıldır faaliyette olan Kisecik’teki NATO radar tesisinden ABD’ye Suriye’yi izleme izni vermesi tepki çekti. Araştırmacı yazar Erol Bilbilik “İncirlik’teki bazı donanımın buraya getirildiği biliniyor” dedi. Kisecik Üssü, Amanos Dağları’nın zirvesine yakın bir yerde ve 1770 metre yükseklikte bulunuyor...

Hatay üzerinden Suriye’ye gözaltı

Esad’a yönelik saldırı planları yapan ABD, şimdi de Hatay’ın Kisecik köyündeki NATO Radar Üssü’nden Suriye’nin her hareketini izlemeye aldı.

Haber: Ceyhun BOZKURT

Malatya’nın Kürecik Köyü’ne kurulan NATO Füze Savunma Sistemi ile ilgili tartışmalar sürerken, hükümetin Hatay’ın Kisecik Köyü yakınlarında 5 yıldan beri faaliyette olan NATO radar üssünün, Türk toprakları üzerinden Suriye’yi izlemesine izin vermesi tepkiyle karşılandı.

Araştırmacı-Yazar Erol Bilbilik, üssün ABD için özelde Suriye’yi genelde ise Ortadoğu’yu izlemek için kurulduğunu söyledi. Bilbilik, “Kisecik’teki radar üssünün İsrail’in güvenliğini sağlamanın ve ABD’nin Ortadoğu politikasına uygun gözlemlerde bulunmanın yanı sıra Suriye’yi gözetleme ve dinlemeye yönelik hizmet vereceği iddia ediliyor. NATO’ya ait olan, ancak Amerikan askeri personeli tarafından kullanılan İncirlik Hava Üssü’ndeki bazı haberleşme, gözetleme ve izleme sisteminin sökülerek bu radara getirildiği biliniyor” dedi.

YENİÇAĞ’a konuşan CHP Hatay Milletvekili Mevlüt Dudu da, “Üs bildiğim kadarıyla NATO kapsamında. Yaklaşık 5 yıldır faaliyette. Ancak bizlerin inceleme fırsatı olmadı” diye konuştu. Ortadoğu ve özellikle Suriye’nin kolayca izlenebildiği tesis, Antakya merkeze bağlı Kisecik Köyü ile Arsuz Beldesi arasında Amanos Dağları’nın zirvesine yakın bir yerde ve 1770 metre yükseklikte bulunuyor. Yapımına 1998 yılında başlanan ve 2004’te tamamlanan tesise sık sık Amerikalı subayların gelip gittiği biliniyor..

ABD’nin kontrolünde

Emekli Tümgeneral Armağan Kuloğlu, Türkiye’deki ABD ve NATO üsleri konusunda YENİÇAĞ’a bilgi verdi. Türkiye’de iki tür üs bulunduğunu söyleyen Kuloğlu, “Türkiye’de iki türlü üs var. Birisi NATO üssü, diğeri Amerikan üssü. Amerikan üssü Türkiye ile ABD arasında yapılan ikili anlaşma gereğince ortaya konuyor. NATO üsleri ise NATO anlaşmaları çerçevesinde yapılıyor. İkisi ayrı statülere sahip” dedi.

Kürecik’teki radarın esas itibariyle NATO radarı olduğunu kaydeden Kuloğlu, sözlerini şöyle sürdürdü: “Ama A’dan Z’ye, malzemesinden insanına kadar ABD’lilerin işlettiği bir radar. Fakat NATO’ya tahsisli olarak görülüyor. Zaman içerisinde NATO’ya devredilecek. Şu an ABD tarafından işletiliyor. Ama NATO adına işletiliyor.”

Karargahı bilgilendiriyor

Kuloğlu, Kürecik’teki radarın sadece füzeleri değil diğer hava hareketlerini de takip edebileceğini vurguladı. “Mesela İzmir’deki NATO üssünün Kürecik’teki radar ile direkt bağlantısı yok” diyen Kuloğlu şöyle konuştu: “Kürecik’teki radar füze kalkanı, sisteminin bir parçası olarak kurulmuş. Ama bu radar aynı zamanda bir hava radarı. Hava radarı olduğu için havadaki diğer faaliyetleri de gözlemleme kabiliyetine sahip. Onunla ilgili otomatik bir sisteme bağlanmış ama diğer hava vasıtalarını, uçakları vs. gözleme imkanına sahip. Böyle olunca İzmir’deki bir NATO karargahı, Kürecik’teki de bir NATO radarı olduğuna göre, İzmir’deki karargaha da bilgi geçecektir.”

Trabzon Limanı ile Kafkasları kontrol edecek

ABD’nin Türkiye’de bazı hava ve deniz limanlarını kullandığını da hatırlatan emekli Tümgeneral Armağan Kuloğlu, “Amerika, şimdi de ısrarla Trabzon Limanı’nı istiyor. Oradan hem Ortadoğu’yu hem Rusya’yı hem de Ermenistan’ı kontrol etmeyi planlıyor. Ama Türkiye bu limanı kullandırırsa Montrö Anlaşması Rusya ile ters düşebilir. Montrö’nün bir takım kendi usulleri ve kuralları var. ABD, geçen yıllarda bu kuralları delmek için bir takım faaliyetlerde bulundu. Ama ABD’nin Trabzon limanı talebi, Türkiye açısından kabul görmüş bir konu değil.

Sinop’taki radar çok eskidir. O Rusya’ya, Sovyetler’e karşı kurulmuş durumda. Şu anda da faaliyette olduğunu zannediyorum” dedi.

Kaynak: http://www.yg.yenicaggazetesi.com.tr/habergoster.php?

Türk firmaları kapılarına kilit vurdu, zarar çok büyük
hurriyet.com.tr/ÖZEL
13 Mart 2012



Çok değil iki yıl öncesine kadar dış ticarette tam bir ‘bahar havası’nın yaşandığı Suriye ile Türkiye’nin ekonomik ilişkileri ‘donmuş’ durumda. İç savaş senaryolarının gündeme geldiği Suriye’deki 1 milyar dolarlık Türk yatırımı tehlikede. Çatışmaların başlamasından sonra Suriye’ye yönelik alınan yatırım kararları birer birer durdurulurken, üretim yapan onlarca Türk fabrikası da kapısına kilit vurdu.

Suriye’de kapısına kilit vuran yatırımını durduran firmaların listesi uzun…

Güriş Holding iki çimento fabrikasını durdurdu, 280 milyon euroluk yeni yatırımına ara verdi. Rönesans İnşaat 180 milyon dolarlık karma inşaat projesini durdurdu. Gaziantep, Hatay, Kilis merkezli onlarca fabrika kapılarını kapattı. Gaziantepli Tat Makarna, Suriye’deki üretimini durduran firmalar arasında. Suriye’de üretim tesisleri bulunan kimi fabrika sahiplerinin ise güvenlik kaygısı nedeni ile aylardır Suriye’ye gidemiyor.

Dış ticaret son yıllarda ivme kazandı

Türkiye ile 800 Km’lik sınırı bulunan, akrabalık bağlarının güçlü olduğu Suriye ilişkilerdeki normalleşme son 5-6 yılda ivme kazandı. İki ülke siyasi ilişkilerdeki iyileşme dış ticarete de yansırken ve 2000’li yılların başında 750 milyon dolar olan dış ticaret 2 milyar dolar seviyesine erişti.

Söz konusu rakamın 2012’de 5 milyar dolar seviyesine çıkarılması hedefleniyordu. Ancak Suriye’de patlak veren olaylar ve Türkiye’nin dış dünya ile eş zamanlı aldığı ‘yaptırım kararları’ ekonomik ilişkileri sıfırlama noktasına getirdi. Türkiye Suriye’den ticaret ataşesini çekerken Suriye geçtiğimiz Aralık ayı sonunda Gaziantep Başkonsolosluğunu geri çekti.

Suriye’nin içinde bulunduğu süreç Türkiye olan dış ticaretinde darbe vururken bu süreçten en çok etkilenen illerin başında Hatay, Gaziantep ve Kilis geliyor. Söz konusu üç il ile günübirlik yapılan ticaretin yıllık 1 milyar dolar seviyesinde olduğu ifade ediliyor.

15 fabrikanın kapısına kilit vuruldu

Gaziantep Sanayi Odası Başkanı Adil Konukoğlu “Halep ve çevresinde yatırımı bulunan 15 firmamız üretimlerini durdurdu, Türkiye’ye döndüler” dedi.

Suriye’de yaşanan olayların insani olarak acı verici bir noktada bulunduğunu ifade eden Adil Konukoğlu “Suriye’ye ihracatımız 120 milyon dolar seviyesindeydi. Orada iplik, plastik pencere, televizyon yatırımları olan firmalarımız vardı. Hepsi kapatıp geldi. Gaziantep’e her ay 65 bin kadar insan geliyordu. Yıllık ticaretler 200 milyon dolar seviyesindeydi. Ancak şimdi hepsi durdu. Ne bizden Suriye’ye giden var ne oradan bize gelen…” Suriye’deki yatırımı durduran Gaziantep merkezli firmalardan birinin Tat Makarna olduğu anlaşıldı.

ÇATIŞMALAR SURİYE'Yİ YIKIMIN EŞİĞİNE GETİRDİ- FOTO GALERİ

Yıllık 600 milyon liralık ticaret vardı

Suriye ile akrabalık ilişkileri kadar ticari ilişkileri yoğun olan illerin başında Hatay geliyor. Hatay Sanayi ve Ticaret Odası Başkanı Hikmet Çinçin, Suriye’de yatırımı bulunan 5-6 firmanın olduğunu ancak tüm bu firmaların üretimlerini durdurduğunu söyledi. Söz konusu firmaların tekstil, plastik boru ve tarım ilacı alanında yatırımları bulunuyordu.

Hikmet Çinçin, Hatay’ın yaşadığı asıl zararın yatırımlardan doğan fiili zarardan ziyade günübirlik yapılan ticaretin durmasından kaynaklandığına dikkat çekti. Zira rakamlar da bu durumu teyit ediyor.

Çinçin’in verdiği bilgiye göre Suriyelilerin günübirlik olarak Hatay’a yaptıkları ziyaret, yıllık 500-600 milyon dolarlık ticarete denk geliyordu. Çinçin, iki ülke arasındaki ticaretin 2 milyar dolar olduğunu söylüyor ve ekliyor: “Suriye, bizim Türkiye olarak 10-12 milyar dolarlık Ortadoğu pazarına açıldığımız bir geçiş noktasında. Ancak son olaylarla birlikte ikili anlaşmalar iptal edildi. Navlun fiyatları artmış durumda” dedi.

180 milyon dolarlık yatırım durdu

Dünyanın bir çok bölgesinde inşaat projeleri bulunan Rönesans İnşaat, Halep’deki karma inşaat projesini durdurdu. Taj Halab adı verilen ve 180 milyon dolarlık proje alışveriş merkezi, sinema, eğlence merkezi ile otel ve kongre merkezi projelerini kapsıyordu.

Rönesans Holding Yönetim Kurulu Başkanı Erman Ilıcak, hurriyet.com.tr’ye “Olayların başlamasından kısa bir süre sonra bu projemizi durdurduk” açıklaması yaptı.

Rönesans İnşaat, Taj Mahal projesini olayların başlamasından 2 ay kadar önce yapmıştı. Bölgeyi “cazibe merkezi” konumuna taşıyacağı açıkanan Taj Halab projesinin 24 ayda hayata geçirileceği açıklanmıştı.

Güriş’in zararı 50 milyon euro

Güriş Holding’in Suriye’de iki çimento fabrikası bulunuyordu. Holding geçtiğimiz Ocak ayı ortasında Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan’ın katılımı ile 280 milyon euroluk bir çimento fabrikası yatırımı yamıştı. Ancak çatışmaların baş göstermesi ile birlikte fabrikalarda üretim durduruldu, yeni yatırıma ise ara verildi.

Holding kaynaklarından biri “Zararımız 50 milyon euro. Önceki gün tesislerimizin birinde hırsızlık olmuş. Dün de ateş açılmış. Kimin yaptığı da belli değil” dedi.

Güriş’in çimento fabrikalarında 40’ı Türkiye’den toplam 120 kadar çalışanı bulunuyordu. Hurriyet.com.tr’ye konuşan kaynak, hali hazırda üretimlerinin olmadığını Suriye’de bulunan 20 kadar çalışanlarının tesislerin güvenliği için bulunduğunu söyledi.

Güriş Holding, Suriye’ye ilk çimento yatırımlarını 2007’de yaptı. Holding’in Rakka ve Al Hasakeh’de iki çimento fabrikası bulunuyordu. İşlerin iyi gitmesi ile

Güriş'in Rakka'daki tesisinin temeli geçen yıl Ocak ayında atılmıştı.
birlikte Rakka’da entegre bir tesisin daha yapılması kararlaştırıldı. 280 milyon euroluk yatırımın temeli Bakan Çağlayan’ın katılımı ile 14 Ocak 2011’de yapılmıştı.
Fabrikasına gidemiyor

Hatay’ın köklü ailelerinin kurduğu Hateks’in (Hatay Tekstil İşletmeleri A.Ş), Halep'te bir tesisi bulunuyor. Hateks CEO’su Abud Abdo, "Yaklaşık 6 aydan bu yana fabrikaya gidemiyoruz. Can güvenliği yok. Üretimimiz devam ediyor. İşleri Suriyeli ortağımız yürütüyor. 10 kadar Türk çalışanımız vardı onları Türkiye’ye getirdik” dedi.

Suriye’ye, Türkiye’den giden ilk firma olan Akteks Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Ali Mutafoğlu, Halep’de bulunan fabrikalarının üretime devam ettiğini ancak bir çok Türk yatırımı açısından durumun kötü olmayı sürdüreceğini söyledi.

dgokce@hurriyet.com.tr


_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Cmt Nis 14, 2012 8:48 pm tarihinde değiştirildi, toplam 6 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Cum Mar 02, 2012 8:40 pm    Mesaj konusu: Elveda bölgeselci Türkiye, merhaba “oyun kuran” Türkiye Alıntıyla Cevap Gönder

Elveda bölgeselci Türkiye, merhaba “oyun kuran” Türkiye
Alptekin DURSUNOĞLU
27/02/2012



Elveda bölgeselci Türkiye, merhaba “oyun kuran” TürkiyeSon dört yıllık süreç, Ankara’nın bölgesel vizyonunun doğum yerinin de kabrinin de Suriye’de olduğunu gösteriyor.

Başbakan Erdoğan’ın “kalfalık dönemi” diye nitelediği 60. Hükümetin en başarılı kabul edildiği alanlardan birisi hiç kuşkusuz dış politika yönetimiydi.

60. Hükümetin başarılı kabul edilen dış politika yönetimi şu üç ayak üstünde duruyordu:

1- Bölgesel vizyon: Bu, “Komşularla sıfır sorun, azami işbirliği ve bölgesel entegrasyon” şeklinde ortaya konmuştu.

2- Proaktif eylemsellik: Bununla, dış politika alanında yaşanan her gelişmede inisiyatif almak ve kriz çözücü roller üstlenerek süreçlerin münfail nesnesi, değil belirleyici öznesi olmak hedeflenmişti.

3- Çok taraflı koordinasyon, diyalektik sinerji: Bu ise bölgesel vizyon ile proaktif eylemselliğin, geleneksel uluslar arası müttefiklerle ve küresel aktörlerle koordineli hale getirilmesini ve bölgesel vizyonla elde edilen nüfuzun, küresel aktörlerle ilişkilerde krediye dönüştürülmesini öngörüyordu.

ABD ile geleneksel müttefiklik ilişkisi bilinen Türkiye, “cephe ülkesi” olma adına 1990’lı yılların ikinci yarısında İsrail’le kurduğu stratejik ilişkileri sebebiyle bölge tarafından kuşku ve tedirginlikle izleniyor ve bir tehdit olarak algılanıyordu.

Bölgesine yönelik aynı algı o dönemin Türkiye’si için de geçerliydi ve o dönemde Ankara, “irtica ve bölücülüğü” öncelikli iç tehdit; İran ve Suriye’yi de bunları besleyen dış kaynaklar olarak görüyordu.

O yıllarda kuzey Irak’ta bir özerk Kürdistan yönetimi kurulmasını “savaş sebebi” saydığını ilan eden Ankara’nın; Irak’tan, Ermenistan’a, Yunanistan’dan Bulgaristan’a ve Rusya’ya kadar bölgesiyle ilişkilerini neden normalleştiremediğine ilişkin “Türkiye’nin özel jeopolitik konumuna” vurgu yapan “çok sayıda gerekçesi” vardı.

60. hükümetin bölgesel vizyonu, Türkiye’yi 4 yıl içerisinde bölgesine kuşku ve tedirginlik değil güven veren bir ülke haline getirdi. Komşu ülkelerle vizeler kaldırıldı, ticaret hacmi birkaç katına çıktı, ortak bakanlar kurulu toplantıları yapıldı. Belki de hepsinden önemlisi bu vizyon, Türkiye’ye proaktif eylemselliği için benzersiz zeminler yarattı.

Nitekim Türkiye bu çok taraflı koordinasyon sayesinde ABD’ye ve “ılımlılar ekseni” diye adlandırılan bölgesel müttefiklerine “istikrar”, “güvenlik” ve “karşılıklı bağımlılık”; “Direniş eksenini” oluşturan İran, Suriye ve Gazze’ye de “ayrımcılık karşıtlığı”, “adalet” ve “bölgeselcilik” mesajları verdi.

Ankara, bu vizyon sayesinde Golan konusundaki dolaylı görüşmelerde Suriye ve İsrail’in, nükleer yakıt takası meselesinde de İran’ın güvendiği bir adres oldu.

“Irak’a Komşu Ülkeler İnisiyatifi”ndeki bölgeselcilik vizyonuna dayalı rolü Türkiye’ye Irak’ın iç aktörleri üzerinde nüfuz kazandırırken; Türkiye-Suriye ilişkilerindeki eşsiz olumlu hava, Ankara’ya Şam üzerinden Lübnan’daki iç gelişmelere bile müdahil olma alanı açtı.

Yani Ankara, 60. Hükümetin bölgesel vizyonu sayesinde 4 yıl içerisinde bölgesinde güven duyulan, sözü dinlenen ve her türlü bölgesel krizde müdahalesine ihtiyaç duyulan bir aktör haline gelmişti ve dış politika başarısının temelinde de bu vizyon vardı.

Arap baharından meyve devşireyim derken…

Ancak Arap İsyanlarının başladığı 2011 yılının başından bugüne kadar attığı adımlar, Ankara’nın bölgesinde yeniden kuşku ve tedirginlik yaratan güvenilmez rolüne geri döndüğü izlenimi yaratıyor.

Ankara’nın tüm bölgede şaşkınlıkla izlenen “güvenilmezliğe” geri dönüşünün ise çok taraflı koordinasyon ve diyalektik sinerji yaratma sürecini doğru yönetememesinden kaynaklandığı söylenebilir.

Çünkü NATO füze kalkanı ile Irak ve Suriye politikaları, Ankara’nın geçen dört yılda ortaya koyduğu bölgesel vizyonla elde ettiği nüfuzu, küresel aktörlerle ilişkilerinde krediye dönüştürme çabası olarak gözüküyor.

1- NATO füze kalkanı: Türkiye’nin NATO füze kalkanının en önemli parçası olan radar üssüne ev sahipliği yapması, bölgeselcilik vizyonuyla çelişir bir şekilde İsrail’in İran’a karşı korunması olarak algılanıyor.

Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, bu algıyı değiştirmeye yönelik iki açıklama yaptı. Birinci açıklamasında “İran’ın NATO füze kalkanı konusunda Türkiye’yi anladığını”[1] belirterek Türkiye ile İran arasında bu konuda anlaşma olduğunu ve İran’ın bu konuda Türkiye’ye itiraz etmediğini söyledi.

Halbuki İran hem dışişleri bakanlığı hem de savunma bakanlığı düzeyinde yaptığı açıklamalarla Davutoğlu’nu yalanladı ve füze kalkanından duyduğu rahatsızlığı ortaya koydu.[2]

Davutoğlu diğer bir açıklamasında ise “Ben NATO'nun herhangi bir temsilcisinin kurulmakta olan füze kalkanının hedef olarak bir ülkeye işaret ettiğine dair hiçbir resmi açıklamasını görmedim”[3] diyerek füze kalkanının İran’ı ya da Rusya’yı hedef almadığını ispatlamaya çalıştı. Halbuki Malatya’ya yerleştirilen NATO füze kalkanı radarı, 13 Şubat’ta ABD ve İsrail arasında yapılan tatbikatla test edildi.[4]

Öte yandan Türkiye’nin füze kalkanını NATO üyeliğinden kaynaklanan bir “zorunlulukla” kabule mecbur edildiğine ilişkin genel kanaatin aksine NATO Genel Sekreteri Rasmussen, NATO füze kalkanının bir parçası olmayı Ankara’nın kendisinin istediğini açıkladı.[5]

2- Irak’la ilişkiler: 15 Ekim 2009’da Irak’la 48 anlaşma imzalayan[6], 29 Mart 2011’de Irak’ta coşkuyla karşılanan[7] Başbakan Erdoğan, Irak yargısının Cumhurbaşkanı Yardımcısı Tarık Haşimi hakkında verdiği tutuklama kararını “mezhepçilik temelinde bir siyasi tasfiye girişimi” olarak niteleyen açıklamalarda bulundu.[8]

Başbakan Erdoğan Irak’taki gelişmelere tıpkı Suriye’de olduğu gibi sessiz kalamayacaklarını belirtip işi Irak başbakanını “Yezid’in izinde olmakla” suçlamaya vardırırken hükümetin diğer üyeleri de Irak Başbakanı Maliki’yi “devlet adamı gibi değil, örgüt lideri gibi” davranmakla itham etti.

Irak tarafından açıkça iç işlerine müdahale olarak nitelenen bu dış politika dilinin Irak’la imzalanan 48 anlaşmayı nasıl etkileyeceğini, Irak’ın Ürdünlü kamyoncuların Türkiye’ye gitmesine izin vermeme kararı[9] üzerinden okumak mümkün.

Irak’ta Tarık Haşimi’nin yargı süreciyle ilgili gelişmelerin Ankara’nın Washington ile yoğun temaslarına rağmen durdurulamaması, Türkiye’nin Irak’taki kişilerle sınırlı nüfuzunun ne ölçüde kırılgan olduğunu ortaya koymakla kalmadı, Ankara’nın zahiren karşı çıktığını vurguluyor olsa da Irak’taki iç siyasi gelişmeleri taifecilik temelinde okuduğu izlemini de pekiştirdi.

Yani Ankara, Irak’ta ulusal uzlaşmaya dayalı bir siyasi yapı olduğunu; dolayısıyla da Tarık Haşimi’nin yerine yine bir Sünni cumhurbaşkanı yardımcısının ya da Salih Mutlak yerine yine bir Sünni başbakan yardımcısının atanacağını bilmez gözükerek, Irak’ta yaşanan yargı sürecini “Sünnilerin tasfiyesi” olarak ortaya koydu ve böylece kendisini, karşı çıktığını savunduğu taifecilik tutumuna savurmuş oldu.

3- Suriye politikası: Son dört yıllık süreç, Ankara’nın bölgesel vizyonunun doğum yerinin de kabrinin de Suriye’de olduğunu gösteriyor.

Bir yıl önce Suriye konusunda en belirleyici başkent olan Ankara, şu an Katar ve Arap Birliği çerçevesinde geliştirilmeye çalışılan inisiyatiflerde Suriye karşıtı koalisyonu zenginleştirici bir figür olarak yer alıyor.

Halbuki ağustos ayına kadar Ankara, ABD’nin de, Fransa’nın da, Arap Birliği’nin de Şam’la sürdürdüğü temasları yakından izlenen bir aktördü. Amerikan Başkanı Barack Obama’nın, Suriye Cumhurbaşkanı Beşşar Esed’e çekilme çağrısını 16 Ağustos’a, yani Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun Suriye konusunda sözünü tükettiği 9 Ağustos tarihli Şam ziyaretinden sonraya ertelemesi, Ankara’nın Şam üzerindeki nüfuzunun bir göstergesiydi.

Diplomasi literatürüne savaş kararı alınmaksızın “sözü bitirme” kavramını armağan eden Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu[10] sözü tüketmesini, “Suriye’de masum insanların hayatını kaybetmesi”, “Şam’ın reform yapmamakta ısrar etmesi” gerekçeleriyle ve “Türkiye’nin rejimlerden yana değil halklardan yana olduğuna” ilişkin “ilkesel” tutumuyla izah ediyor.

Halbuki devlet politikasını, hayır kurumu söylemi düzeyine indirgeyen bu izahın samimiyeti ve inandırıcılığı, insan hakları ve demokrasi söylemi üzerine kurulan “Suriye’nin Dostları”nın bileşenleriyle test edilebilir nitelikledir.

Türkiye, Özgür Suriye Ordusu’na ev sahipliği yaparak ve lojistik destek sağlayarak “masum insanların kanıyla” ne kadar ilgilendiği konusunda yeterince fikir veriyor.

Katif ve Bahreyn halkının reform taleplerini askeri müdahaleyle bastıran Suudi Arabistan’la birlikte, Tunus’taki “Suriye’nin Dostları” arasında yer alan Türkiye, “reformlarla” ve “demokrasiyle” ne kadar ilgili olduğunu ortaya koyuyor.

Suudi Arabistan, Bahreyn ve Yemen’deki gelişmelere ilişkin tutumu, Ankara’nın hangi rejimlerden ve hangi halklardan yana olduğunu da açıkça gösteriyor.

Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Suriye karşıtı Arap-Avrupa karar taslağının Rusya ve Çin vetosundan dolayı çıkarılamaması, yani Suriye’ye yönelik Libya modelinin önünün tıkanması üzerine Güvenlik Konseyi’ni bypass edecek bir formül üzerinde görüşmelerde bulunmak için Amerika’ya gitti.

Davutoğlu, ziyaret öncesi yaptığı basın toplantısında “Biz, Birleşmiş Milletler süreci tıkandı diye yerimizde oturup bu akan kanı seyredemezdik. O andan itibaren gerek bölgemizden, gerekse diğer küresel aktörlerle temaslarımızı yoğun şekilde sürdürdük…. İstiyoruz ki, artık insani bir trajedi haline dönüşen bu sorun çerçevesinde ortak bir mutabakat zemini oluşturalım, bu mutabakat zemininde bu konuya Birleşmiş Milletler dışında kapsayıcı bir platform içinde çözüm arayalım”[11] dedi.

Bu açıklamayı şöyle okumak da mümkün “Uluslar arası kararların tek meşru zemini olan BM’den bizi tatmin eden bir karar çıkmadı diye duracak değiliz. BM’yi bypass edecek yeni bir uluslar arası koalisyon kurarak istediğimiz kararı çıkarırız.”

Aslında bu, tanıdık bir dildi. Irak’ı işgal için BM Güvenlik Konseyi’ni ikna edemeyen Bush yönetiminin diliydi bu.

Nitekim Bush yönetimi BM’den onay alamayınca Singapur’dan Azerbaycan’a, El Salvador’dan Yeni Zelanda’ya kadar yaklaşık 40 ülkenin yer aldığı sembolik koalisyonla Irak’ı işgal etmiş; ancak buna “Irak’ın Dostları” adını koymayı akıl edememişti.

Davutoğlu, Amerika’da yaptığı açıklamada da şunları söyledi: "Biz Beşşar Esed’e Gorbaçov olmasını önerdik o Miloşeviç olmayı seçti Suriye halkının talepleri de Mısır’da Tahrir Meydanı’nda dile getirilen isteklerden farklı değil, daha fazla demokrasi ve özgürlük istiyorlar. Bizim Suriye halkı ile sorunumuz yok, Suriye yönetimi ile var. Ve gelecekte Suriye halkının özgür seçimi ile oluşturulacak bir yönetimle mükemmel ilişkilerimiz olacağına inanıyorum. Günün sonunda İran dahil, herkes tarihin doğru tarafında yer almalı ve Suriye halkının yanında olmalı."[12]

Bu açıklamadaki Gorbaçov ve Miloşeviç örnekleri bir “ifşaata” bir de “gizlemeye” işaret ediyor. Gorbaçov örneği, Ankara’nın “Esed bizi dinlemedi” yakınmasına gerekçe teşkil eden “reform telkinleriyle” ilgili bir ifşaat anlamına geliyor. Çünkü Beşşar Esed, “iktidarını bizim önerdiğimiz muhaliflerle paylaş” sadedindeki “reform telkinini” kabul etmemiş, dolayısıyla Sovyetlerin çöküşünü sağlayan Gorbaçov rolüne karşı çıkmıştı.

Miloşeviç örneği ise 24 Şubat’ta Tunus’ta kurulan “Suriye’nin Dostları” koalisyonu ile Bush yönetiminin Irak’ı işgal için BM’yi bypass etmek amacıyla kurduğu koalisyon arasındaki ayniliği gizlemeye ve bunun yerine NATO’nun Bosna müdahalesiyle benzerlik kurmaya yönelik.

Hiçbir rejim karşıtı kitlesel gösterinin yaşanmadığı Şam’la Hüsnü Mübarek’i deviren Kahire’nin Tahrir Meydanı arasında paralellik kurmak da aslında Suriye için öngörülen Libya modelini gözlerden gizlemeyi amaçlıyor.

Davutoğlu’nun Amerika’dan “tarihin doğru yerini” tespit etmesi ve İran adını açıkça telaffuz ederek herkese bu “doğru yerde” durma çağrısı ise Suriye üzerinden oluşan yeni Soğuk Savaş kamplaşmasında Ankara’nın koordinatını duyurma heyecanını yansıtıyordu.

Amerika’dan “tarihin doğru yerine” çağrılan “herkes”ten hiç kimse, Suriye için Libya modelinin zeminini oluşturmak için yapılan Tunus’taki “Suriye’nin Dostları” toplantısına katılmadı.

Tunus toplantısından, Suriye’deki silahlı gruplara insani yardım adı altında lojistik destek sağlamayı ve “İnsani yardım koridorunun güvenliğinin sağlanması” adı altında Libya’daki gibi bir “çok uluslu” gücün müdahalesine zemin hazırlamayı mümkün kılabilecek bir sonuç elde edilemedi.

Çünkü Amerika’dan, “tarihin doğru yerinde” durduğunu iddia edenlerin “halk, insani durum ve kan” üzerine kurulu söylemleri, ABD, Avrupa, Arap ve Türkiye koalisyonunun Suriye için öngördüğü rejim değişikliği planını gizlemeye yetmeyecek ölçüde belirgindi.

Davutoğlu’nun Tunus toplantısında yaptığı konuşma, Suriye için tasarlanan uluslar arası planı kanlı gömlekle gizlemeye çalışmanın örnekleriyle doluydu.

Davutoğlu toplantıda ve toplantı sonrasında gazetecilere yaptığı açıklamada şunları söyledi: “Önce ve en önemlisi Suriye'deki akan kanın ne pahasına olursa olsun durdurulmasını kendimize bir görev edinmeliyiz. Arap planının oluşturduğu ivmeye dayanmalıyız ve buna uygun olarak cesur adımlar atmalıyız.”

''En az başta belirttiğim hususlar kadar önemli olmak üzere, demokratik Suriye'nin omurgasını teşkil edecek Suriyeli muhalifleri güçlendirmeye yönelik çabalarımızı yoğunlaştırmalıyız. Tüm muhalif grupları, en geniş ve en kapsayıcı muhalifler platformu olarak gördüğümüz Suriye Ulusal Konseyi etrafında güçlerini birleştirmeye teşvik etmeliyiz. Suriye Ulusal Konseyi Suriye'deki tüm grupların eşit olarak temsil edildikleri uyumlu bir siyasi platform olmalıdır ve bu itibarla Suriye halkının meşru temsilcisi olarak tanınmalıdır.''

"Buradan bir mesaj iletmek istedik. Bu, yönetime yönelik bir mesajdır: 'Gittikçe yalnızlaşıyorsunuz, uluslararası toplumdan, insanlığın vicdanından kopuyorsunuz.' Her gün yüzlerce insanın ölüm haberi geliyor. Onu destekleyen taraflara da bir mesaj var burada: 'siz de bu rejimle birlikte bu yalnızlaşmayla karşı karşıya kalıyorsunuz, kalmamalısınız."

"İnsani trajedi devam ederse tabi diğer alternatifler gündeme gelebilir ama şu anda önemli olan insani yardımların bir an önce oraya ulaşması"[13]

Davutoğlu’nun açıklamalarında Libya modelinin tekrarı için “Suriye’de akan kan” ile gerekçelendirilen üç aşamalı planın yol haritası ve Şam’a destekte direnen ülkelere “yönetim değişikliği sonrasında sizi pasta paylaşımına ortak etmeyiz” tehdidi gizli.

1- Arap planının oluşturduğu ivmeye dayanma ve buna uygun cesur adımlar atma: Ekonomik ve siyasi yaptırımlarla Şam yönetiminin felç edilmesini ve Suriye içindeki silahlı grupların silahlandırılmasını öngörüyor.

2- Dağınık muhalif grupları İstanbul’da kurulan Konseyin çatısı altında toplama: Şam aleyhtarı uluslar arası havadan cesaret alarak koltuk kapma yarışına giren ve neredeyse her gün bir konsey oluşturan muhalifleri İstanbul’da kurulan Konseyin çatısı altında toplayarak güdümlü muhalefet üzerinden nüfuz kurmayı amaçlıyor.

3- Çok uluslu müdahale için zemin oluşturma: “İnsani yardım koridorunun güvenliğini” sağlama adı altında çok uluslu askeri müdahale için zemin hazırlanmasını hedefliyor.

Amerikan Dışişleri Bakanı Hillary Clinton da, yaptığı konuşma da Davutoğlu’nun “Suriye konusunda yapılacaklar” projeksiyonunu teyit eder nitelikteydi.

Clinton da yine “insan hakları” vurgusu yaparak "Suriye rejiminin, uluslararası toplumun fikirlerini tanımazlıktan gelmeyi sürdürmesi ve Suriye halkının insan haklarını ihlal etmeye devam etmesi durumunda bunun bedelini ağır ödeyeceği" uyarısında bulunmakta; ancak Davutoğlu’ndan farklı olarak İran’ı değil Rusya ve Çin'i tarihin doğru tarafında durmaya çağırmaktaydı.

Suudi Arabistan ve Katar, Suriyeli silahlı grupların silahlandırılması yönünde somut bir adım atılamamasından, Burhan Galyun da İstanbul konseyinin tanınması meselesinin sadece diğer muhalif gruplar arasında tanınmakla sınırlı kalmasından ötürü öfkeliydi.

Çünkü İstanbul Konseyinin tanınması gerektiğinden söz eden Türkiye bile hala Şam’da büyükelçi bulunduruyordu ve Tunus toplantısından bir gün önce de Fransa daha önce çektiği Şam büyükelçisini Suriye’ye geri göndermişti.

Öte yandan Suriyeli muhalifleri İstanbul konseyinin çatısı altında toplama kararı alan Tunus toplantısının üstünden bir hafta bile geçmeden Heysem Malih liderliğindeki 20 muhalif lider, İstanbul konseyine sert eleştiriler yönelterek ayrılıp Suriye Ulusal Çalışma Grubu adı altına yeni bir örgüt kurdu.[14]

Bir önceki yazımda 4 Şubat’taki BM oylamasından sonra Suriye’de operasyonel aşamaya geçildiğini belirterek Suriye’nin kaderinin bu aşamanın seyrine göre belirleneceği öngörüsünde bulunmuştum.

Tunus toplantısı, operasyonel aşamanın ilk uluslar arası adımıydı ve gözüken o ki fiyaskoyla sonuçlandı. Ahmet Davutoğlu’nun Suriye’nin Dostları toplantısı sonrasında yaptığı “sorumluluk bizden gitti”, her şey masada”, “Irak’ta masada yoktuk, Suriye’de masadayız”[15] ifadelerinin yer aldığı açıklaması, oyun kurucu aktör olarak fiyaskodan duyulan öfkeyi yansıtan tehdit tekrarlarından öte bir anlam taşımıyor.

Ancak Davutoğlu’nun “her şeyi masa”ya koyan bu açıklaması, şimdiye kadar diplomatik söylemin ardına gizlenen Libya modeli seçeneğinin daha açıktan ortaya konması anlamına geliyor.

Bununla birlikte “sorumluluk bizden gitti”, “her şey masada” şeklinde kartların açıktan oynanması, aslında Şam’ın müttefiklerine “işte ağızlarındaki baklayı çıkardılar” kozunu kazandırdı ve Suriye üzerinden oluşan Soğuk Savaş atmosferinde kampları belirginleştiren bir süreci başlattı.

Kartların açıktan oynanması ve Suriye’nin gerçek dostlarıyla gerçek düşmanlarının netleşmesini sağlayan bu Soğuk Savaş’tan en çok da Rusya ve Çin’in desteğini daha açık bir şekilde kazanacak olan Suriye yönetiminin memnuniyet duyduğu söylenebilir.

Sonuç

NATO füze kalkanını talep etmesi, Irak iç işlerine taifecilik söylemiyle girmesi ve Suriye’yi İstanbul Konseyi aracılığıyla fethetme girişiminde bulunması, Türkiye’nin bölgede 1990’lı yıllardakinden çok daha fazla “tedirginlik verici” ve “güvenilmez” komşu noktasına savurduğu söylenebilir.

Ankara ise günümüz Türkiye’sinin “her masada” olduğunu öne sürerek Türkiye’nin 1990’lı yıllardan farklı olduğunu ispat etmeye çalışıyor.

“Her masada” “kimlerle” ve “hangi niyetlerle” bulunduğunu ortalama insan zekasıyla alay eder nitelikteki kamu diplomasisi söylemiyle izah ettiğini sanıyor.

Örnek isteyen Ankara’nın “Gazze” ve “Mavi Marmara” masasındaki varlığının Türk İsrail ticari ilişkilerine nasıl yansıdığına baksın.[16]



alptekindursunoglu@gmail.com




[1] http://www.zamanusa.com/us-tr/newsDetail_getNewsById.action;jsessionid=6D4EA17B1032B684727AB17B22480AAB.node1?pageNo=2&category=336&dt=2010&newsId=44138&columnistId=0

[2] http://www.yakindoguhaber.com/HD9408_irandan-davutogluna-cifte-yalanlama.html

[3] http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1236607

[4] http://www.dha.com.tr/israil-atti-kurecik-seyretti-haber_270747.html

[5] http://www.hurriyet.com.tr/planet/19893705.asp

[6] http://www.sabah.com.tr/Gundem/2009/10/15/irakla_48_anlasma_imzalandi

[7] http://www.sabah.com.tr/Gundem/2011/03/29/erdogan_bagdatta_mazlumlarin_sesi

[8] http://siyaset.milliyet.com.tr/yezid-in-izinden-gitme/siyaset/siyasetdetay/25.01.2012/1493281/default.htm

[9] http://zaman.com.tr/haber.do?haberno=1219838&title=irak-urdunlu-kamyoncularin-turkiyeye-gitmesine-izin-vermiyor

[10] http://www.hurriyet.com.tr/gundem/18498660.asp

[11] http://www.mfa.gov.tr/sayin-bakanimizin-esenboga-havalimaninda-duzenledigi-basin-toplantisi_-8-subat-2012_-ankara.tr.mfa

[12] http://www.trt.net.tr/Haber/HaberDetay.aspx?HaberKodu=63cee4bd-4933-4f0f-a0ca-39d4e97c87c5

[13] http://www.aa.com.tr/tr/kategoriler/dunya/116477-suriye-ulusal-konseyi-taninmali

[14] http://www.yakindoguhaber.com/HD9906_istanbul-konseyi-bolundu.html

[15] http://www.sabah.com.tr/Gundem/2012/02/26/suriyeye-mudahale-olasiligi-masada

[16] http://www.bbc.co.uk/turkce/ekonomi/2011/11/111121_turkey_israel.shtml , http://www.hurriyet.com.tr/ekonet/14922154.asp

Kaynak: http://www.yakindoguhaber.com/


Suriye’deki savaşı NATO yürütüyor
08-03-2012



YDH- Eski CIA yetkililerinden Philip Giraldi Global Research için kaleme aldığı yazısında NATO’nun Suriye’deki muhalifler üzerinden gerçekleştirdiği operasyonu anlatıyor.

Amerikalılar Suriye’de yaşananlar konusunda endişelenmeliler; çünkü Amerika tarafından yöneltilen tehditler başka bir ilan edilmemiş savaş bildirisi anlamına geliyor.

Tıpkı Libya’da olduğu gibi; ancak bu kez durum çok çok daha kötü. Sürekli olarak Suriye’de rejim değişikliği çağrısında bulunan Hillary Clinton haftalar öncesinde yaptığı açıklamada bir iç savaş öngörüsünde bulunmuştu.

Önemli ölçüde laik ve milliyetçi olan Beşar Esad rejiminin düşmesi, burada yaşayan Sünnilerin Şiiler ve Aleviler ile kanlı bir yarışa girişmesi demek olur. Buradaki Hıristiyanları ise bir kıyım beklemekte İroniye bakın ki Şam’da bulunan Hıristiyan nüfusun çoğunu özgürlük ve demokrasi ihracının son savaşını kendi ülkelerinde tecrübe etmiş ve hayatlarını kurtarmak için kaçmak zorunda kalmış Iraklılar oluşturuyor.

Türkiye’nin Amerika’nın vekili olarak hareket ettiği bu süreçte, NATO el altından çatışmaları başlatan kurum oldu.

Ankara’nın dış işleri bakanı olan Ahmet Davutoğlu Batılı müttefikler arasında işgal için bir anlaşma ortamı sağlanır sağlanmaz ülkesinin Suriye’yi işgale hazır olduğunu açık bir şekilde bildirdi.

İnsani amaçlar ile sivil halkı korumak için yapılacağı öne sürülen müdahalenin temelini Libya savaşını meşrulaştırmada kullandıkları “responsibility to protect” (Sivilleri koruma sorumluluğu) doktrini oluşturacak.

Türk kaynakları müdahale için Türkiye-Suriye sınırında uçuşa yasak bölge oluşturulması ve bunun genişletilmesi ile savaşa başlanması gerektiğini düşünüyorlar. Suriye’nin en büyük ve kozmopolit şehri olan Halep ise “özgürlük gücünün” en değerli merkezi olarak düşünülüyor.

Kimliği belirli olmayan NATO savaş uçakları Suriye sınırında yer alan İskenderun’u kapatmak için Türkiye’de yer alan askeri üslere iniş yapıyorlar.

Muammer Kaddafi’ye karşı kullanılan askeri teçhizatların yanı sıra Kaddafi ile savaşta tecrübe kazanan ve yerel halkı askerlere karşı örgütleme konusunda uzman olan bir çok Libya Ulusal Geçiş Konseyi Üyesi gönüllü de bu savaş uçakları ile birlikte Türkiye’ye sevk ediliyor.

İskenderun, Suriye Ulusal Konseyi’nin silahlı kanadı olan, Özgür Suriye Ordusu’nun da karargâhı durumunda.

Fransız ve İngiliz özel kuvvetleri bölgedeki askerleri eğiterek isyancıları desteklerken, CIA ve ABD ise Suriye askerlerinin yoğun saldırılarından kaçabilmeleri için isyancılara iletişim ekipmanları ve istihbarat sağlayarak yardımcı oluyor.

CIA uzmanları adım adım savaşa ilerleyen bu süreçten kuşkulular. En son yayınlanan Birleşmiş Milletler raporlarında da zikredilen Essad askerlerince 3.500 sivilin öldürüldüğü iddiası büyük ölçüde isyancıların verdiği bilgilere dayanıyor ve kesinlikle doğruluğu kanıtlanmamış bilgilerdir.

CIA bu iddiaların altını imzalamayı kesinlikle reddediyor. Ayrıca Suriye ordusunda yaşanan büyük ayrılıklar ve kaçaklar ile rejime sadık askerler arasında yaşandığı öne sürülen büyük savaşlar aslında birer fabrikasyon gibi duruyor.

Bugüne kadar sadece birkaç tane ayrılık CIA tarafından doğrulanmış durumda. Suriye hükümetinin, silahlı, eğitimli ve yabancı yönetimler tarafından finanse edilen isyancıların kendilerine saldırdığı iddiası ise çok daha inandırıcı bulunuyor.

ABD’de yaşayan birçok İsrail dostu, sürüye uyarak Esad rejiminin değişmesi sonucu ortaya çıkacak güçsüz Suriye’nin ve burada yaşanacak bir iç savaşın Tel Aviv için bir tehdit oluşturmayacağını düşünüyor.

Ancak tekrar düşünmeliler, her şey tam tersi yönde olabilir. Suriye’deki en organize ve en iyi finanse edilmiş muhalif gurup Müslüman Kardeşlerdir.

Philip Giraldi, Eski bir CIA yetkilisi, Ulusal Çıkarlar Konseyi (CIN) Başkanı.

Çeviren: Harun Eryiğit

Kaynak: http://www.yakindoguhaber.com/

‘Suriye’nin Dostları’ neden karar alamadı?
NUH YILMAZ
George Mason Üniversitesi
5 Mart 2012



Birilerinin Suriye yükünü Türkiye’nin sırtına bindirmeye çalışması basit bir kurnazlıktan ibarettir. Meclis Başkanı Cemil Çiçek’in ‘Türkiye’yi gaza getirmeye çalışanlar’dan bahsetmesi sorunu özetliyor

Suriye’de neler olduğunu takip eden herkes, meselesinin çıkmaza girdiğini görüyor. Mahir Esad komutasındaki 4. Zırhlı Tümen’in Humus’u kuşatarak adeta Ortaçağ’dan kalma muhasara yöntemleriyle şehri teslim almaya çalışması meselenin traji-komikliğini de, bu kuşatmaya cevaben yapılabileceklerin ne kadar sınırlı olduğunu da gösterdi. Peki bu kadar tartışma, toplantı ve gürültüye rağmen neden bir şeyler değişmiyor?

Bitmez tükenmez tartışmaların en önemli nedeni siyasa ile siyaset arasındaki farkın yeterince anlaşılamaması. Bir konuda hangi kararın alınacağı siyasi bir konu iken, o alınan kararın nasıl, hangi tedbirlerle ve kimler tarafından uygulanacağı ve sonuçlarının neler olacağı ise bir siyasaya ilişkindir. Sorun, siyaseten bir pozisyonu savunanların, bu siyasi tercihin nasıl bir siyasa seti ile hayata geçirilebileceğini düşünmüyor ya da bilmiyor olmaları. Suriye’de yaşanan trajedi konusunda pozisyonu olanlar, bu pozisyona uygun alınması gereken tedbirlerin hangi sırayla, hangi yetenek ve kabiliyetlerle ve ne tür bir planlama ile elde edilebileceğini konuşmuyorlar. “Esad gitsin!” gibi sloganik de olsa siyasi bir tercihi vaz eden pozisyonu sahiplenenler, neler yapılırsa, kimler tarafından ve hangi sırayla, nasıl bir zamanlama ile yapılırsa Esad’ın gidebileceği konusunda gerçekçi bir şey söylemiyorlar. Benzer şekilde “Esad kalsın” diyenler de neden, nasıl ve hangi şartlarla kalması gerektiğini ya da kalabileceğini söylemiyorlar. Karşılıklı sloganlara mahkum edilen tartışmada gerçek sorunlar ise tartışılma imkanı bulamıyor. Buradaki siyasa sorununa üç ayrı konudan örnek verebiliriz.

Muhalefet birleşir mi?

Suriye muhalefetinin şu an için iki ayrı kanadı var: Suriye Ulusal Konseyi (SUK) ve Ulusal Koordinasyon Komitesi (UKK). Merkezi Paris’te bulunan, İstanbul’da da ofisi olan Ekim 2011’de liberaller, İslamcılar gibi unsurlardan oluşturulan SUK, Suriye’ye yabancı askeri müdahaleyi, güvenli bölgeler ve insani yardım koridoru oluşturulmasını savunuyor. Merkezi Şam’da bulunan, Eylül ayında oluşturulan ve ekseriyetle sol ve sosyalistlerden oluşan, İslamcılara yer vermeyen UKK ise yabancı askeri müdahaleye itiraz ederek, sorunun içeride çözülmesini savunuyor. Bu iki gruptan SUK Suriye’deki yerel ve dağınık askeri grup ve grupçukların ortak adı olan Hür Suriye Ordusu’nu (HSO) Suriye halkının savunucusu olarak görürken, UKK ise HSO ile herhangi bir ilişkiye girmiyor. Şimdi tekrar baştaki konuya dönersek, yani “Neden Suriye’de bir şey yapılmıyor?” sorusuna cevap arıyorsak, ilk adreslerden birisi muhalefetteki bu bölünmedir. Suriye muhalefeti kendi içindeki ihtilafları çözemediği için üzerinde uzlaşılmış bir yol haritası ortaya konulamıyor. Daha da önemlisi, muhalefetin ana akımından birisi dışarıda bırakıldığında yapılacak bir uluslararası müdahalenin meşruiyeti tartışmalı hâle geliyor. Herhangi bir tedbirin uluslararası hukuk açısından meşruiyeti Suriye halkını temsil edecek birleşik bir muhalefetin oluşturulması zorunlu. Türkiye’de düzenlenen Suriye muhalefeti toplantılarının amacı da, dağınık Suriye muhalefetinden temsil kabiliyetine sahip bir muhatap oluşturmaktı. Her ne kadar bu konuda mesafe alındıysa da, ‘Suriye’nin Dostları’ toplantısına UKK’nın gelmemesi, hem süreci yavaşlatıyor, hem de meşruiyet ve muhatap sorununun devamına yol açıyor.

Benzer bir siyasa sorunu da ilki 24 Şubat’ta Tunus’ta yapılan ‘Suriye’nin Dostları’ toplantısında neden karar alınamadığı üzerine odaklanmıştı. Bu sorunun cevabı çok basit: Bu toplantı karar almak için yapılmadı. Duygusal pozisyonu siyasi pozisyonla harmanlayanlar için bu cevap tatmin edici olmayabilir. Ancak halihazırda Suriye’de yapılabilecek olan herhangi bir uluslararası müdahale için gerekli yasal ve meşru merci BM Güvenlik Konseyi’dir. Şubat ayında Rusya ve Çin vetosu BM’den Esad yönetimi aleyhinde karar çıkmayacağını gösterdi. O halde muhtemel bir uluslararası müdahale hangi meşruiyetle yapılacaktır? Benzer bir durumda Libya konusunda BMGK’dan karar çıkmasına rağmen, kararı uygulama mercii olan NATO müdahalesini Türkiye engellemişti. Şu anda BMGK kararı olmaması, NATO’ya konunun havale edilmesini engelliyor. Daha da önemlisi ABD’nin de müdahale konusundaki tereddütleri NATO’dan beklentileri de azaltıyor. O halde ortada tek bir yol kalıyor: Suriye yönetimini belli kararları almaya zorlayacak uluslararası bir koalisyon. Bu koalisyonun meşru olması da yine hem katılıma hem de muhalefetin örgütlenmesine bağlı. BM Genel Kurulu üzerinden yapılanan Suriye’nin Dostları toplantısı işte tam da bu ihtiyaçtan dolayı örgütlendi. O nedenle toplantının yapılması başlı başına bir ‘şey’dir. Suriye yönetimine verilmiş son derece güçlü bir mesajdır. Toplantının sonraki ayaklarında muhtemelen muhalefet birleştirilmeye çalışılacak, katılımcı ülkeler arasında ortak pozisyon belirlenecek ve gelecekteki bir askeri tedbiri de içerebilecek adımlar için gerekli çalışmaların zemini oluşturulacaktır. Bu siyasa adımları düşünülmediği takdirde bu toplantı ile ilgili yorumlar da eksik kalacaktır.

Yardım koridoru ve güvenli bölge

Suriye’de rejimin şiddet kullanması konusunda duyarlı kesimlerden gelen taleplerden biri de insani yardım koridorları ve güvenli bölgelerin ihdas edilmesi. Türkiye’de bile önde gelen gazeteciler ve dış politika uzmanlarından bu konuda son derece hümanist/ahlakçı talepler duyulabiliyor. Oysa insani yardım koridoru ya da güvenli bölge hümanist bir eylem değil, askeri bir müdahaledir. İnsani yardım koridoru düşman güçten korunduğu takdirde bir anlam ifade eder. Bu nedenle de bu tür tedbirlerde sıcak çatışma ve doğrudan savaş ihtimali son derece yüksektir.

Oysa şu anda Suriye’de böylesi bir tedbiri almaya gönüllü herhangi bir askeri birlik ya da ülke yok. Bu konuda son derece sert konuşan Suudi Arabistan ve Katar’ın da bu konuda çekingen, başka bir ordu savaştığı takdirde bedelini ödemeye hazır ancak kendi askerini gönderme konusunda tereddütlü olduğunu söyleyebiliriz. Somut olarak konuşmak gerekirse, Türkiye’de İdlib’e oluşturulacak bir insani yardım koridoru, Suriye’nin iktidar alanındaki bir bölgede askeri koruma sağlayacağı için hasmane bir askeri tedbirdir ve Suriye’ye tek başına savaş açmak anlamına gelir. Bu da Türkiye’yi tek başına işgalci konumuna koyarak hedef haline getirir. Bu tür tedbirler ancak uluslararası meşruiyeti ve askeri sorumluluğu paylaşıldığında anlamlı bir öneri haline gelebilir. Rejimin şiddetinden kaçan sivillerin koruma altına alınacağı güvenli bölgeler oluşturulası talebinde de benzer sorunlar mevcuttur. Hâlen Humus, Hama ve İdlib gibi şehirlere saldıran ordunun şiddetinden kaçan sivillerin korunacağı güvenli bölgelerin de bu şehirlerin etrafında kurulması gerekir. Oysa bu tür tedbirler açık alanda, kırsal bölgelerde, sivillerin olmadığı, havadan ve karadan askeri korumanın olduğu durumlarda anlamlıdır.

Srebrenica’da BM tarafından oluşturulup korunamayan bölgede yaşanan trajedi hatırlanırsa, askeri tedbir olmadan güvenli bölge oluşturmak tam anlamıyla katliama davettir. Güvenli bölgeye sağlanacak koruma ise Suriye topraklarına doğrudan askeri müdahale anlamına gelir. Bunu üstlenecek ne bir ordu ne de bir ülke mevcut şu an uluslararası arenada. Tüm ülkelerin birbirine topu attığı ortamda, birilerinin bu yükü Türkiye’nin sırtına bindirmeye çalışması ise sadece basit bir kurnazlıktan ibarettir. Meclis Başkanı Cemil Çiçek’in Riyad’da bir gazetecinin sorusuna cevaben ‘Türkiye’yi gaza getirmeye çalışanlar’dan bahsetmesi aslında sorunu özetliyor. Bu iki tedbir de göründüğü gibi insani ya da ahlaki görünmelerine rağmen Türkiye’yi tek başına savaşa sokabilecek riskli taleplerdir.

Bu örneklerde de görüldüğü gibi, siyasi tercihle siyasa ihtimaller arasındaki kopukluk, sahadaki duruma verilecek tepki konusunda son derece akıl dışı talepler doğurabiliyor, durumun doğru değerlendirilmesini engelliyor. Türkiye’de son zamanlarda yapılan tartışmaların kör dövüşüne dönmesinin ardında da maalesef birçok alanda bu tür siyasa alternatiflerini düşünmeyen ya da bilmeyen aydınlar rol oynuyor.

Kaynak: star-açık görüş

EMPERYALİST KÜRESEL KERVANIN YOLCULARI
Yıldıray Çiçek
22-Kasim-2011

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ı küresel güçler “Sonun Saddam’a, Kaddafi’ye ve diğerlerine döner” şeklinde tehdit ederek mi, kendi projelerinde konum almasını sağlamaktadır? Yaptıklarına bakınca bu şüphemiz günden güne artmaktadır.

ABD nereyi işgal edecek, nere üzerinde baskı oluşturacaksa ABD’den önce Recep Tayyip Erdoğan’ın gölgesi orada bitiyor. Irak, Afganistan, Libya, Tunus, Mısır, Suriye ve İran konusunda adeta ABD’nin sesini, soluğunu siyaset nefeslerinde hisseden ve hissettiren olmuştur.

Dibimizde Türk milletine düşmanlık yapan Barzani ve Talabani çapulcuları duruyor, onlarla her daim sarmaş dolaş, onlara zerre tepki göstermiyor ama o son olarak kendini Suriye’deki duruma yoğunlaştırmış durumdadır.

PKK’yı kucağında besleyen Barzani ve Talabani’ye bir gün olsun “Çek git Talabani, çek git Barzani” diyememiş Recep Tayyip Erdoğan şimdi sabah kalkıyor “Çek git Beşar”,akşam yatıyor “Çek git Beşar” diyor.

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve AKP iktidarı Suriye diyor da başka bir şey demiyorlar. Suriye’yi de ABD’nin istediği bir yönetim tarzına kavuştururlarsa dünyada bunlardan mutlusu olmayacaktır.

AKP, ABD’nin Irak işgalinde varını-yoğunu ortaya koydu her manada destek verdi. Kazancı ne oldu? Milyonlarca insanın ölümüne katkı sağlayarak, insanlık tarihine geçecek kapkara bir yüz sahibi oldular. Keza Afganistan, Libya, Mısır, Tunus’ta da bu kara lekenin sahibi oldular. Şimdi kara lekelerini fazlalaştırmak için Suriye ve İran üzerinde çalışmalara başladılar.

Önce Suriye, sonra İran üzerinde kendilerine verilen vazifeleri yerine getirsinler, yeni vazifelerine bakacaklar… ABD artık nereyi hedef gösterirse, oraya doğru yönelecekler.

Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’ndan sonra, Başbakan Erdoğan’da Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’a “Sonun Kaddafi gibi olacak”açıklamasında bulundu.

Kaddafi elinden ödül aldığı kişi, Beşar Esad ile gece gündüz ailece görüştüğü kişiydi. Şimdi bu durum AKP’nin ne dostluğuna, ne düşmanlığına güvenilmeyeceğini göstermektedir. AKP’nin dostluğunu da, düşmanlığını da belirleyen tek kriter var, o da ABD’nin menfaatleri olmaktadır.

Bu nasıl insanlık, bu nasıl Müslümanlık, bu nasıl adalet anlayışıdır anlamak mümkün değildir. En acı olanda bu anlayış her seçimde ödüllendirilmektedir.

Bölgedeki İslam ülkeleri, Amerikan yönetimine geçiyor, bizimkiler bu yolda Haçlı Bayrağını en önde tutan oluyorlar.

Ve bu durumu da milletin büyük bir kısmına yutturuyorlar.

İslam kavramları ile halkı aldatıp oy topluyorlar, hizmeti Yahudilere, Hıristiyanlara yapıyorlar.

Türkiye’de kendi değer yargıları ile yetişmiş olan herkes, AKP’nin bu maskesini düşürmek için mücadele vermelidir.

Bu maskeli hal, Türkiye’yi tarihine, dinine, karakterine ters bir noktaya getirmiştir. Bu kervan terse dönmezse, Türkiye’yi ters çevirmeye çalışanlara yol açılmaya devam edecektir.

Recep Tayyip Erdoğan’ın küresel kervandaki yürüyüşü artık sonlandırılmalıdır.

Kaynak: http://www.yildiraycicek.com/


Sözde Suriye, özde İran
12-03-2012



YDH- Gazeteci Dilek Yaraş, Haberajanda dergisi için kaleme aldığı ve Dördüncü Kuvvet Medya sitesinde de yayımlanan yazısında Suriye’de yaşanan gelişmelere ilişkin yaratılmaya çalışılan algıyı sorguluyor.

Sözde Suriye, özde İran
Dilek Yaraş
dilekyaras@gmail.com.



Suriye’ye müdahale, yani savaş lobisi, tek yanlı haberleriyle kamuoyu algısını çarpıtmak için var gücüyle çalışıyor.

Kendilerini biraz daha sağduyulu olmaya, Suriye’de akan kanın durması için silahlı mücadeleden başka yolları düşünmeye davet edenleriyse Baas rejimini desteklemekle suçluyorlar.

İşte bu ortamda, Eski MOSSAD Şefi Efraim Halevy’nin 8 Şubat tarihinde New York Times’ta yayımlanan ve Suriye ile ilgili değerlendirmelerde mutlaka göz önünde bulundurulması gereken “İran’ın Yumuşak Karnı” başlıklı yazısı da kolayca yok sayılabiliyor.

İran karşıtı bir kamuoyu yaratma amacının açıkça ifade edildiği bu yazıda Halevy, İsrail’in İran tehdidinden kurtulması için Suriye devrimi fırsatının kaçırılmaması gerektiğini vurgulayarak,“İran, sonucu ne olursa olsun ülkedeki yönetimin Esed’da kalması için elinden geleni yapmaya niyetli. İsrail ve Batı ise ne pahasına olursa olsun bunu engellemeli...” diyor.

Tabii ki İran’ın, Rusya ve Çin’deki Müslüman bölgeleri de karıştıracağının, dolayısıyla gerek Rusya’nın gerekse Çin’in kendi menfaatleri icabı Suriye’ye müdahaleden yana olması gerektiğinin üstüne basarak...

Yazının sonunda ise,“Ne mutlu ki Esed ve yandaşları istemeden de olsa İran tehdidini imha etmek için bir fırsat yarattılar” diyor ve Esed’a teşekkürlerini sunuyor Eski Mossad Şefi...

İşte böyle bir niyet bildirgesi Türkiye kamuoyunda gündem oluşturmuyor, sorgulanmıyor, tartışılmıyor. Bu yok sayışın Halevy’nin ciddiye alınmayacak bir şahıs olmasından kaynaklandığını sanmıyorum. Eğer öyle olsaydı Türkiye-İsrail ilişkilerinin düzeleceğine dair açıklamalarının manşetlerden inmemesi durumuyla da karşılaşmazdık.

Görünen o ki, kamuoyu, savaş lobisinin tek yanlı haberlerine teslim olmuş durumda. İşin en ilginç yanı ise, İsrail ve ABD karşıtlığı ile ün yapmış bazı İslamcı grupların dahi bu iki ülke tarafından servis edilen bilgileri hiç sorgulamadan kabul ederek komşumuza yapılacak NATO müdahalesini bir zorunluluk olarak görmeleri ve göstermeleri...

Bu kesimler, Batı’nın ve NATO’nun neden Bahreyn’e, Yemen’e, Katar’a, Somali'yi işgal eden Kenya ve Etiyopya ordusuna müdahale etmediğini soranları da Suriye’deki direnişi kırmaya çalışmakla suçluyorlar. Biraz daha ileri gidip,“Ukrayna ve Gürcistan’daki Amerikan oyununu gördüğünüz halde Suriye’deki ABD etkisini nasıl yok sayarsınız?!” diye sorsak bizden kötüsü olmaz herhalde.

NATO müdahalesine “okey” demeden önce

Baas rejiminin ve Esed’in zulmü karşısında mazlumların yanında olmak, hiç kimsenin itiraz edemeyeceği haklı bir gerekçe elbette. Lakin, Suriye’ye yapılacak bir NATO müdahalesini onaylamadan önce aşağıdaki hususları da düşünüp kafalardaki soru işaretlerini ve endişeleri giderecek makul cevaplar vermek gerekir:

*Elimizde İsrailli MOSSAD Şefi’nin, Suriye’nin karıştırılmasının ne kadar işlerine geldiğini açıkladığı ve tüm dünyayı Suriye’ye saldırmaya ikna etmeye çalıştığı ama asıl hedefin İran olduğunu da gizlemediği bir yazı varken...

*İsrail ve ABD güdümlü medyanın (El Cezire başta olmak üzere) dünya kamuoyunu manipüle etmek için her türlü yalan ve çarpık bilgiyi yaydığını biliyorken...

*Ve daha dün Mavi Marmara’da hunharca katledilen sivil ve silahsız insanların uğradığı zulüm karşısında zalim İsrail’in hükümetine karşı net bir tavır alamamış bir kesimin Suriye’deki zulme karşı çıkma iddiasıyla başı çektiği müdahale girişimlerinin samimiyetine dair her türlü sorgulama hakkımız varken böylesine ikiyüzlü ve kaypak bir savaş lobisinin peşine takılıp Suriye’ye NATO müdahalesi istemek ne kadar doğrudur?

Ayrıca, İsrail ambargosu ve zulmü altındaki Gazzelilere insani yardım götürmek için yola çıkanları sorgulayanların Suriye’ye açılması öngörülen insani yardım koridorunun askeri müdahale anlamına gelmesini hiç sorgulamadan kabul etmelerindeki tuhaflığı da gözden kaçırmamak lazım.

Mazlumlar için canını verenlerin sesi

Bakın, Gazzelliler için mücadele eden ve bu uğurda büyük bedeller ödeyen, canı gibi sevdiği eşi Çetin Topçuoğlu’nu Mavi Marmara gemisindeki saldırıda kaybeden Çiğdem Topçuoğlu Suriye’ye müdahale için ne diyor:

“...Suriye'de kan akıtıldıkça aslında İran üzerindeki baskı daha da artıyor ve adeta İran'ı İsrail eliyle vurmayı meşrulaştıracak bir ortam oluşturuluyor. Suriye üzerinden bölgede muhtemel tehlikeli gelişmeleri mümkün kılacak ortamın olgunlaşması isteniyor adeta. Bölgenin en önemli ülkesi olan Türkiye, bu oyuna asla alet olmamalıdır. Türkiye asla Suriye'ye girmemeli, fiili müdahalede bulunmamalıdır.

…STK’larımız en azından sağduyu sahibi olup, devlet nazarında görülmek istenmeyen halkımızın kardeşlik hassasiyetini, bu halka yakışır şekilde ifade etmelidir. Hele ki kendilerinden İsrail’e karşı açılmamış davaların, hesabını sormasını beklediğimiz kuruluşların, suskunluğunu İsrail’e karşı devam ettirip Suriye’yi bahane ederek “Hüseyn’i” adaletten bahsetmeleri hem gülünç olacak, hem de Risâlet’in asli unsurunu bir tarafa bırakma anlamına gelecektir.” (Çiğdem Topçuoğlu / 23 Aralık 2011- Caferiyol.com)

Dün, Gazze konusunda eylemler düzenleyip İsrail’e bayrak açanların, bugün nasıl olup da İsrail ve ABD’nin güdümündeki çevrelerin kuyruğuna takıldıklarını ve hatta “Suriye ile savaşalım ”korosuna katılmayanları Baas işbirlikçisi ilan edebildiklerini en azından Çiğdem Topçuoğlu’na açıklamaları gerekiyor sanırım.

Savaş lobisine birkaç soru daha

Öncelikle, müdahale yanlısı herkesin ateş püskürdüğü Rusya’nın Dışişleri Bakan Yardımcısı Gennadij Gatilov’un veto gerekçelerini“BM kararına, yaptırımlar sadece Suriye hükümetine yönelik olduğu, muhalefetin sorumluluklarına dairse tek kelime etmediği için karşıyız...”şeklinde açıkladığını bir kenara not edelim.

Ardından da Suriye muhalefetine toz kondurmaktan kaçınan ancak son zamanlarda peş peşe gelen kanıtlardan sonra ölü sayısının artmasında silahlı muhalefetin de bir payı olduğunu kerhen de olsa kabul eden savaş lobicilerine şu soruları soralım:

*BM Genel Kurulu’nun Suriye tasarısını oyladığı esnada, ABD Senato Silahlı Kuvvetler Komitesi toplantısında konuşan Ulusal İstihbarat Konseyi Başkanı James Clapper’in, “Suriye’nin Şam ve Halep’teki intihar eylemlerini Kaide’nin Irak koluna bağlı militanlar gerçekleştirmiştir. Kaide, Suriye muhalefetinin içine sızmış ve Esed yönetimine karşı eylemleri yönlendirmektedir...” sözleri hakkında ne düşünüyorsunuz?

*Ya Suriye muhalefetinin yurtdışındaki sözcülerinin hakkındaki şaibelere karşı ne dersiniz?

Mesela: Ulusal Konsey’in sözcüsü Basma Kodmani’nin, Ulusal Konsey’le Amerika Dışişleri Bakanı Hillary Clinton arasında Aralık ayında düzenlenen toplantıda sarf ettiği“Amerika, dünyadaki hukukun hamisi ve özgürlüğün bekçisidir...”cümlesini... Bir ay önce, Türkiye’de Özgür Suriye Ordusu Komutanı Riyad Es’ad’la görüşen ve bu ordunun sözcülüğüne getirilen Lama Atassi’nin organizatörleri arasında bulunduğu Paris Konferansı’nın (4 Temmuz 2011) başındaki isimlerden birinin ünlü Fransız Siyonistlerden Bernard Henry Levy olmasını ve aynı Atasi’nin Türkiye’deki görüşmeleri sırasında Bernard Henry Levy, Burhan Galyun, Riyad Es’ad ve Libya devriminin komutanlarından Abdulhakim Belhac'ın da katıldığı bir toplantıda hazır bulunduğu iddialarını nasıl yorumlarsınız?

*Peki, Suriye konusuna bütün bu bilgiler ışığında böyle bir pencereden bakınca: Suriye’deki Batı tezgahına karşı duran Hizbullah’ın Genel Sekreteri Seyyid Hasan Nasrallah’ın“Onlarca yıldır İsrail’le müzakere ederek Arap barış planından bahseden Arap ülkeleri, Siyonist rejim için siyasi çözümü kabul ederken Suriye için siyasi çözüm yolunu kabul etmiyorlar...”, iddiasını haksız bulabilir ve “Suriyelileri birbiriyle savaştırmak için gönderilen silahlar kime ve neye hizmet ediyor? Batılıların, Arapların ve İsrail’in Suriye’de savaş ve yönetimi devirmek için gösterdiği ısrarın sebebi ne?”sorusuna içiniz rahat olarak “Suriye halkını düşündükleri için...” cevabını verebilir misiniz?

Genel manzara

*Türkiye’de de diğer Batılı ülkelerde olduğu gibi, Suriye’ye NATO müdahalesine karşı çıkanları Baascılıkla suçlayan ve seslerini boğmaya çalışan baskın bir savaş lobisi var.

*Ne ilginçtir ki “Zalimlere karşı mazlumları koruyoruz...” argümanıyla savaş lobisinin bayraktarlığını yapanlarla, dün Gazzeli mazlumlara yardıma giderken katledilen yardım gönüllülerini “İsrail devletini ne kadar zalim olduğunu bile bile kışkırttıkları” gerekçesiyle suçlayanlar aynı kişiler...

*Daha da ilginçtir ki dün Irak’a müdahaleye karşı olan, Filistin ve Mavi Marmara meselesinde dik durmuş bazı “İslamcı” kesimler de bu savaş lobisinin peşine takılıyor ve olası bir NATO müdahalesinin Suriye’de nelere yol açabileceğini sorgulamıyorlar bile...

*İslamcılar arasındaki ayrışmada taraflar giderek daha fazla mezhep farklarını öne çıkarıyorlar. Bir taraf müdahaleye karşı olanları Şialık ve İran ajanlığı ile suçlarken, diğer taraf da onları Ortadoğu’da Sünni hakimiyeti istemekle suçluyor. İki taraf da bu kavganın nerelere varacağının, Irak’ta mezhep çatışmalarının sebep olduğu vahim durumu görmezden geliyor.

*Birleşik Arap Emirlikleri’nden yayın yapan Suudi sermayeli el-Arabiya televizyonu, Suriyeli muhaliflerin dışarıdan kendilerine silah ve iletişim araçları yardımı yapıldığını doğrulayarak tanksavar ve uçaksavar gibi ağır silah talebinde bulunduklarını bildirdi.

*Rusya ve Çin, Tunus’ta yapılan “Suriye’nin Dostları” toplantısına katılan ülkelere “Suriye’deki şiddetin derhal durdurulması ve Suriye yönetimi ile muhaliflerin hiçbir ön şart ileri sürümeksizin sorunun siyasi çözümü konusunda müzakerelere başlaması...” çağrısında bulundu.

*İsveçli Ortadoğu uzmanı LeifStenberg’e göre, eskiden beri Lübnan ya da Irak gibi olacağı endişesi içinde olan Suriye’deki Aleviler ve etnik azınlıklar, rejim yıkıldıktan sonra başlarına geleceklerden çok korkuyorlar.

*Muhaliflerin yeni bir şey getirmediği gerekçesiyle boykot ettiği yeni anayasa referandumu yüzde57,4 oranında bir katılımla 26 Şubat’ta yapıldı ve yüzde 89, 4 oy oranıyla kabul edildi. Suriye Devlet Televizyonu’nun haberine göre: Referanduma katılma hakkı olan 14.589.954 kişiden 8.376.447’si sandık başına gitti. 753.208 kişi (yüzde 9) “hayır” oyu kullandı. 132.920 (yüzde1.6) oy ise geçersiz sayıldı. Bu yeni anayasayla “Baas Partisi’nin ülke ve halkın önderi olduğu” yönündeki madde kalkıyor ve muhalif partilerin önünü açılıyor.

*Suriye’de referandum yapıldığı saatlerde yayınlanan bir videoda El Kaide lideri Eymen El Zevahiri, Suriye’deki muhaliflere destek verdiğini açıklıyordu. Zevahiri, Suriye’de rejimin devrilmesinden başka bir çözüm yolunun olmadığını vurgulayarak Türkiye, Ürdün ve Lübnan’daki Müslümanları bu isyana destek vermeye çağırıyordu.

*İHD, DİSK, KESK, ÖDP, Halkevleri ve ESP gibi sol parti ve örgütler Suriye’ye yönelik müdahaleye karşı yürüyüşler düzenliyorlar. Bu yürüyüşlerde yer alan Esed resimleri ve Baas rejimini öven pankartlar emperyalist müdahaleye karşı durmak için yola çıkılan eylemlerin Suriye’deki baskı rejiminin destekleyicisi gibi görünmesine neden oluyor. Bu konuyla ilgili olarak eleştirilen İHD Genel Merkezi, Esed resimlerinin taşınacağından haberdar edilmediklerini söylüyor.

* Suriye ile sınırı olan illerimizde tehlikeli bir karışıklık var. Mesela, Hatay’ın Sünni Arapların çoğunlukta olduğu Reyhanlı ilçesinde halkın büyük paralar karşılığında silahlandırıldığı söyleniyor. Hatay halkı, Suriye’den gelecek göç akımından ötürü de tedirgin. Bunun nedenlerinden biri Hatay’da oluşma ihtimali olan gerginlik, ikincisi ise bölgenin demografik yapının bozulmasına ilişkin uzun vadeli planlar olduğu endişesi... Ayrıca, bazı kesimler orada yaşanan olayları özelde Nusayri, genelde Alevi toplumuna nifak tohumları ekmek için kullanıyorlar.

*Irak’taki Türkmenler, Esed rejiminin baskı ve saldırılarına maruz kalan Suriyeli Türkmenlere destek vermek için Kerkük'te düzenlenen bir seminerde bir araya geldi. Seminerde saldırıların durdurulması talebinde bulunan Iraklı Türkmenler, Suriye’deki Türkmenlere de parti kurmaları tavsiyesinde bulundu. Seminerde ayrıca dünya ve Türk basını da Suriyeli Türkmenleri ihmal ettikleri gerekçesiyle eleştirildi.

(Suriye’de yaşayan Türkmenlere ilişkin net bir rakam yok. Türkiye kaynakları 1,5 milyon Türkmen’den söz ediyor. En doğru bilgi Suriye’nin elinde; çünkü nüfus cüzdanlarında Arap vatandaşı görünenlerin gerçek kimlikleri kayıt altında.)

*Suriye Ulusal Konseyi Başkanı Burhan Galyun, Suriyeli Kürtlere özerklik vadederek,“Yeni Suriye’de yerel otoritelerin kendi işlerini yürütmesine izin verecek şekilde ademi merkeziyetçi bir yönetim olacak. Ulusal kimliğiniz tanınacak ve saygı gösterilecek. Vatandaş olarak haklarınız garanti edilecek. Hayalini kurduğumuz Suriye’nin yeniden inşasın da önemli bir rol oynayacaksınız...” dedi.

Suriye’ye askeri işgale karşı olan Kürtler, Baas rejimine de muhalif güçlere de güvenmiyorlar. Onlar için asıl önemli olan, Kürdistan’ın siyasi statüsünün ne olacağı... ABD başta olmak üzere uluslararası ve bölgesel güçlerden bu konuda garanti istiyorlar.

Dolayısıyla, Galyun’un sözlerini yeterli bulmayan Kürtler, bunun bir taktikten ibaret olduğunu düşünerek Galyun’un bu ifadelerinin Tunus’taki konferansın sonuç bildirgesinde neden yer almadığını sorguluyorlar.

*İsrail’in eski Ulusal Güvenlik Konseyi Başkanı Uzi Dayan da, Suriye’de etnik ayrışmanın desteklenmesi gerektiğini söyleyerek, “Suriye’nin kuzeyinde bağımsız bir Kürt devleti kurulması desteklenmeli, Alevi azınlık için de özerk bir devlet kurulması seçeneği incelenmelidir...” dedi.

*ABD’li sosyolog ve dünya sistemler analisti Immanuel Maurice Wallerstein’e göre ise Suriye’ye bir müdahale hiçbir zaman olmayacak; çünkü aslında Esed’ın gitmesi hiçbir ülkenin işine gelmiyor.

* Yrd. Doç. Dr. İhsan Çomak, BİLGESAM (Bilge Adamlar Stratejik Araştırmalar Merkezi) için hazırladığı Suriye analizinde, Türkiye’nin çok büyük bir tuzağın içine çekildiğini vurgulayarak,“Farkında olalım ya da olmayalım, Suriye etrafında gelişen olaylar bir süreden beri Türkiye’yi bu ülkeye müdahale etme zeminine doğru planlı bir şekilde çekmeye çalışmaktadır. Eğer Türkiye böyle bir yanlışa düşer ve müdahale ederse, tarihi bir hata yaparak bölgede güçlenmesini istemeyen bir kısım küresel ve bölgesel güçlerin hazırladığı büyük bir tuzağın içine düşmüş olacaktır...” diyor.

Çomak,“Türkiye Suriye’ye müdahale ederse ne olur?”sorusunu ise şu şekilde cevaplıyor:“Her şeyden önce, ‘Kardeş’ ve ‘Müslüman’ Suriye ile savaşıyor olmak, Türkiye’ye İslam dünyasında itibar kaybettirir. Bu durumda ‘Suriye’deki insani dramı önlemek’ gerekçesi de Türkiye’yi kurtaramaz. Üstelik daha önce Türkiye tam da bu sebepten, kardeşe ve Müslüman bir ülke ile savaşmak istemediğinden Libya’da sıcak çatışmaya girmeyi reddetmiştir.”

***

Ankara’nın gaza değil frene ihtiyacı var

Yakındoğuhaber sitesinin Genel Yayın Yönetmeni; Kürtler: Bölgesel ve Bölge Dışı Güçler, Stratejik İttifak Türkiye - İsrail İlişkilerinin Öyküsü, Dördüncü Dünya Savaşı ve Orta Doğu kitaplarının yazarı Alptekin Dursunoğlu, Suriye meselesini en iyi takip eden ve savaş lobisinin tek sesli korosuna katılmayan gazetecilerden...

- Efraim Halevi’nin Suriye’ye müdahaleden bahseden yazısını (bir iki sitenin dışında) hiçbir yerde gündeme geldiğini göremedim. Siz görebildiniz mi?

Gündeme geldiğini sanmıyorum. Gündem trafiğini yönlendirenler sadece Şam’da kanlı gömlek dolaştırmakla ilgileniyorlar.

- Suriye’ye müdahale konusu tartışılırken Halevi'nin yazısını da göz önünde bulundurarak yapılan değerlendirmeler daha rasyonel olmaz mıydı?

Çünkü Suriye konusunda medyaya analitik bir dil değil, propaganda dili hakim. Rasyonel analizler komplo teorisi diye niteleniyor, müşterisi yok. Şu an Ankara’nın Suriye politikasında kamu desteği lazım. Kamu desteği de analitik dille değil propaganda diliyle sağlanır.

- Halevi bu yazıyı Esed karşıtlarını şaşırtmak, yazının tam tersi bir yöne manipüle etmek için yazmış olabilir mi mesela?

Tam aksine, İsrail’de Suriye’deki muhaliflerin arkasında durduğunu göstermemek yönünde bir çaba var. Haaretz gazetesi,16 Şubat tarihli haberinde Dışişleri Bakanı Avigdo rLieberman’ın İsrail’in artık, Suriye’de yaşananlarla ilişkin tavrını net bir şekilde ilan etmesi gerektiğini savunduğunu, Başbakan Netanyahu’nun ise İsrail’in Suriye’de yaşananlara karşı gizemli tutumunu sürdürmesi gerektiğini belirttiğini yazdı.

Habere göre Liebarman, bakanlar kuruluna sunduğu raporunda, ‘İsrail’in Suriye’de yaşanan toplu katliamlara karşı ahlaki yükümlülüğü vardır. İsrail, Suriye’deki katliamları kınamalıdır ve Beşşar Esed’i istifaya çağırmalıdır...”derken, Netanyahu ve Savunma Bakanı Ehud Barak, buna itiraz ediyor ve“Esed’in isyanın arkasında İsrail duruyor propagandası yapmasına fırsat vermemek için bir süre daha sessiz kalınması gerektiğini” söylüyor. Ancak İsrailli resmi yetkililer bu görüntüyü vermemeye çalışsa da onlar bile zaman zaman ağızlarındaki baklayı çıkarıyorlar.

2 Ocak’ta Esed’e birkaç haftalık ömür biçip devrilmesinin Ortadoğu için büyük bir şans olduğunu söylenmiş olması, buna örnek olarak verilebilir. Yani, İsrailli resmi yetkililer Suriye konusunda “gizemli bir tutum” görüntüsü vermeye çalışırken, Efraim Halevi ve Uzi Dayan gibi eski istihbaratçılar resmi görevleri olmaması sebebiyle daha açık analizler yapabiliyorlar.

- Uzi Dayan, Kürtlere bağımsızlık verilmesinden bahsediyor ama PKK da Esed’ın yanında, buna ne diyeceğiz? Bu arada Suriye’deki Kürtlerin de kendi aralarında bölündüğünü ve Esed karşıtı olanların PKK’lılarca öldürüldüğünü de biliyoruz.

PKK ile Şam arasındaki şu anki göreceli yakınlık, Türkiye değişkeni ile ilgili. PKK, Türkiye’nin Suriyeli muhalifleri örgütlediğini görüyor ve Suriye’deki Kürtlerin de Türkiye’nin sepetine düşmesini istemiyor. Ama bu PKK ile Şam arasındaki göreceli işbirliğinin ebedi ve stratejik olduğu anlamına gelmiyor. Öte yandan PKK, Suriyeli Kürtlerin Erbil tarafından yönlendirilmesine de sıcak bakmıyor. Nitekim Suriyeli Kürtlerin Erbil’de yaptıkları konferansa (uzantısı olan) PYD’yi göndermediği gibi Kürdistan Bölgesel Yönetimini Kürtleri parçalamaya çalışmakla da suçladı. Özetle PKK da muhalefetin çapının ve Şam yönetiminin kontrolü elinde tuttuğunun farkında ve Şam’la Ankara’nın arasının açılmış olmasından istifade ederek Suriye’deki faaliyet alanını genişletmeyi öngörüyor. Ancak Esed yönetiminin kontrolü kaybetmesi durumunda PKK’nın başka bir kampa dahil olmayacağının hiçbir garantisi yok.

- Esed’ın, Suriye’nin büyük bölümünün kaybedilmesi halinde (ki Suriye’yi asıl bölmek isteyenin Esed olduğuna dair iddialar da var) Akdeniz sahillerinde kendi Nusayri devletini ilan etmek niyetinde olduğunu ve bunun da İsrail ve ABD tarafından desteklendiğine dair kuşkuları bu resmin neresine yerleştirebiliriz?

Esed’in Suriye’yi bölmek istediği iddiası deli saçması, Nusayrilerin diğer etnik ve mezhebi unsurlardan yalıtılmış bir demografik varlığı mı var ki Esed Akdeniz sahillerinde bir Nusayri devleti kurabilsin!? Esed’e sadece Nusayrilerden değil, Sünnilerden de ciddi bir desteğin olduğu Halep’in tutumundan bellidir. Suriye’de Sünniler sadece Hama, Humus ve Der’a’dan ibaret değil. Suriye sorununu salt etnik veya mezhebi değişkenler çerçevesinde okumak yanlış ve yanıltıcıdır.

- Turan Kışlakçı’nın“Arap Baharı” isimli kitabında bahsettiği, Esed’in iktidara KGB ve CIA tarafından getirildiğiiddiaları doğruysa (ve Kissinger’in Hafız Esed’ı ABD’ye dolaylı yoldan kurnazca hizmet ettiği için göklere çıkardığını da düşünürsek) ülkeyi asıl bölmek isteyenin Esed olduğu teorisini yabana atmamak lazım diye düşünüyorum.

Esed’de nasıl bir şeytan tüyü varmış ki Soğuk Savaş’ın iki rakip istihbaratı (KGB ve CIA) onu beraberce iktidara taşımış?!

Kissinger, Mısır’ın İsrail’in kapısına bekçi köpeği olarak bağlanmasını sağlayan Camp David’in mimarıdır. Esed’e ilişki övgü sözleri varsa bu sözleri onu Camp David’e ikna etmeye yöneliktir.

Suriye ABD’ye kurnazca hizmet etmiş de biz Suriye’nin şer ekseni ilan edilmesi, 1559 sayılı kararla Lübnan’dan çıkarılması, Refik Hariri cinayetinden sorumlu tutulması ve şu anda da BM’de aleyhine karar çıkarılmaya çalışılması vs. gelişmelerinde halüsinasyon mu gördük?

Suriye; Hamas, Hizbullah ve İslami Cihad’ı destekleyerek ve İsrail karşısında caydırıcı bir güç oluşturarak mı ABD’ye kurnazca hizmet etmiş? Bu tür iddialar bölgeyi yüzeysel olarak izleyen ortalama insan zekasıyla bile alay etmek anlamına geliyor.

- Siz resmin bütününü net olarak görebiliyor musunuz?

Bence resim çok net... Mısır ve Tunus devrimleriyle bu ülkeleri Camp David sisteminde nasıl tutabileceğinin planlamasını yapmak durumunda kalan, dolayısıyla da defansif bir konuma sürüklenen ABD ve müttefikleri, Libya’nın kendilerine sunduğu modelle yeniden ofansif bir konum elde ettiler.

Şu an bu ofansif oyunu Suriye’ye karşı oynuyorlar. Yani, Libya modeli onlara tehdidi fırsata dönüştürme imkanı verdi. Libya modelinin Suriye’de başarılması “Arap Baharı” denen süreçte ABD’nin bonusu olacak.

- NATO’ya karşıyız, BM’ye güvenmiyoruz, muhalifleri silahla desteklemenin savaşı büyütmek olacağını görüyoruz, amenna… İnsani yardım koridorunun hava saldırıları için ilk adım olacağı iddiaları da var…

Çok doğru… “İnsani yardım koridoru”nun anlamı silahlı gruplara lojistik destektir.

- Peki ama, insanlar ölüp dururken sessiz kalıp “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın”da diyemeyeceğimize göre ne yapılmalı?

Suriye sorununun uluslararası bir bunalıma dönüştürülmesi için harcanan siyasi ve diplomatik enerji, bunun bir iç sorun olarak kalması ve dış müdahale olmadan çözülmesi yönünde harcansaydı ne bu kadar kan dökülürdü, ne de sorun bir uluslararası bunalıma dönüşürdü.

Ne yapmalıdan kasıt, Türkiye’nin ne yapması gerektiği ise, bunun ip uçlarını Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov’un İstihbarat Servisi Başkanı Fradkov’la Şam’a yaptığı son ziyarette gündeme getirdiği çözüm önerisinde bulabiliriz.

Lavrov, Esed’e “Türkiye, Rusya, İran arasında” bölgesel bir çözüm inisiyatifi oluşturulmasını önerdi. Esed de bunu olumlu karşıladıklarını; ancak Erdoğan ve Davutoğlu’nun açıklamalarının bu yönde bir umut vermediğini söyledi.

ABD, Katar, Fransa ve Suudilerin ardına takılıp “Suriye’nin Dostları” grubu kurarak BM Güvenlik Konseyi’ni bypass etmeye çalışmak yerine bölgesel inisiyatifle Esed’i reformlara, muhalifleri de müzakereye zorlamak çözüm üretici olabilir.

12 ay önce Suriye üzerindeki en etkili ülke Türkiye ve İran’dı. Şu an Türkiye, Suriye konusunda Katar'ın çok gerisinde. Türkiye, İsrail’le yaşadığı Mavi Marmara gerilimini dengelemek ve Körfez sermayesini çekebilmek için ABD, Katar, Suud, Fransa kampına girmeseydi bu sorun uluslararası boyutlar kazanmadan çözülebilirdi.

- Geri dönülmez noktada mıyız?

Bence hâlâ vakit geçmiş değil, ancak iç kamuoyunda Esed “drakulasından” ve “mazlum halk” edebiyatından ibaret olan Suriye haberleri ve "analizleri", Ankara’ya gaz veriyor. Halbuki Fehim Taştekin’in de dediği gibi Ankara’nın gaza değil, frene ihtiyacı var.

- İyi güzel de “muhalifler silahı bıraksın, silahsız protesto yapsın” demek ne kadar çözüm olur? Esed’in silahsız protestocuları öldürmeyeceğinin garantisini kim verebilir?

Muhaliflerin silaha sarılması “terörle mücadele nesnesi” haline gelmelerinden dolayı kendi zararlarına oluyor. Heysem Menna liderliğindeki Suriye Ulusal Koordinasyon Kurulu adlı muhalif yapı, başından beri bu tehlikeye dikkat çekiyordu.

Heysem Menna dışındaki muhalif gruplar, Libya modeliyle bir an önce iktidara gelmenin heyecanı içerisinde her türlü aracı kullanmakta, hatta kullanılmakta bir beis görmüyorlar. Halbuki, Esed’in halk desteği yoksa ve Suriye halkı devrim istiyorsa bunun modeli Libya değil, Tunus ve Mısır olmalıdır. Esed, Rusya’nın girişimiyle muhaliflerle görüşmeye bile hazır ve yeni anayasa taslağı Suriye’nin 12 ay önceki Suriye gibi olmayacağının da bir ispatı. Sorun, Esed’in adam öldürme merakından değil, muhaliflerin reform için müzakere değil, dış müdahaleyle devrim istemesinden kaynaklanıyor.

- Bir de Esed’in reformlar için 11 yıldır söz verdiği ve hala dişe dokunur bir açılım yapmadığı meselesi var. Bu anlamda, Nasrallah’ın “Reformlar daha yeni başladı, İsrail’i 9 yıldır bekleyenler Esed’i bekleyemediler.” eleştirisi de yetersiz kalmıyor mu?

Esed’in söz verdiği reformları 11 yıldır neden yapamadığı suçlaması, insanların hafızasının zayıflığını istismar eden bir suçlamadır. Kısa bir tarih turu yapalım:

Yıl 2000: Beşşar Esed iktidar oldu.

2001: Reform için heyecan uyandıran adımlar attı.

2002, 11 Eylül ikliminde Afganistan müdahalesine, 2003’e kadar da Irak’ın işgali için Güvenlik Konseyi’nin ikna edilmesi çabasına tanık olduk.

2003: Irak işgal edildi, Irak’tan sonra sıranın Suriye ve İran’da olduğu açıkça ifade edildi.

2004-2005: 1559 sayılı karar çıkarıldı, Refik Hariri cinayetinden Suriye sorumlu tutuldu.

2006: Lübnan savaşı patlak verdi.

2008: Gazze savaşı oldu.

2009: İsrail, Cumhurbaşkanlığı sarayı üzerinde uçak uçurdu, Suriye’yi taş devrine döndürme tehdidinde bulundu.

Yani, Esed11 yıl içerisinde güllük gülistanlık bir bölgede rahat bir ülke yönetmedi.

1982 anayasasını değiştirmeyi hala başaramayanların, Kürt sorunu konusunda hiçbir nesnel adım atamayan, başörtüsü sorununu bile fiili duruma emanet edenlerin Esed’i bu şartlar içinde 11 yıl boyunca reform yapmamakla suçlamasını samimi ve inandırıcı bulmuyorum.

- Suriye meselesinde, İslamcı kesim de ikiye ayrılmış durumda. Eskiden karşıt cephede olanlar Suriye’ye müdahale konusunda birleşmişler. Dün, Mavi Marmara konusunda gayet net ve tutarlı davranan ABD-İsrail karşıtı kesimler bile bugün NATO’nun Suriye’ye müdahalesine geçit verdikleri gibi kendileri ile aynı fikirde olmayanları “zalimden yana olmakla” suçluyorlar. Sizin gözleminiz ve düşünceniz nedir?

Türkiye’deki İslamcılar, moda tabirle “bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olan” insan sıralaması içerisinde 1 numara olmayı kimseye kaptırmamakta kararlılar.

Bir gelişmeyi nesnel veriler üzerinden analiz ederek buna göre tavır belirlemek yerine, her salatalığa tuz yetiştirmeyi “Müslümanca duruş” sanıyorlar. Bu yüzden de meşrepleri çerçevesinde bir gelişmenin ya propagandisti oluyorlar ya da muhalifi...

- Arap Baharı üzerinde oldukça etkisi olan, Türkiye medyası tarafından da kaynak olarak takip edilen El Cezire kanalı sizce ne kadar güvenilir ve/veya tarafsız?

Cezire, Katar'ın silahıdır; bir silah ne kadar güvenilir ve tarafsız olabilirse Cezire de o kadar tarafsız... Kanalın başında artık ABD ile ilişki biçimi Wikileaks'te ifşa olan Vaddah Hanfer de yok; doğrudan Emir ailesinden biri var.

- Savaş ortamlarında iyice yoğunlaşan bu bilgi kirliliğinden korunmak, doğru habere ulaşmak ne kadar mümkün?

Dezenformasyondan korunmak, gelişmeleri sürekli, yakından ve dikkatli izlemekle mümkün. Ama bizim medyamız genelde herhangi bir meseleye ancak bir olay olduğu zaman yoğunlaşır.

O zaman da ortalığı meselenin siyakından ve sibakından (öncesinden-sonrasından) habersiz hoyratça yorumlar yapan medya mensuplarıyla “uzmanlar” doldurur. Yeni bir konu patlayıncaya kadar da bu şekilde devam ettirilir.

Bu yazı Haber Ajanda Dergisi’nin Mart sayısında yayınlanmıştır.
Kaynak: http://www.yakindoguhaber.com/

İki Türk gazeteci gizli servisin elinde
16 Mart 2012
Suriye'de kendilerinden altı gündür haber alınamayan Gerçek Hayat dergisi Ortadoğu temsilcisi ve Milat gazetesi yazarı Adem Özköse ile kameraman Hamit Coşkun'un, rejim yanlısı milisler tarafından istihbarat elemanlarına teslim edildiği bildirildi.

Anadolu Ajansı muhabirinin yerel kaynaklardan edindiği bilgiye göre, İdlib'in Binniş kasabası yakınlarında bulunan El Fua köyünde Şebbiha'ya bağlı milisler Türk gazetecileri Suriye istihbaratına teslim etti.

Görgü tanıkları el-Fua köyüne giren Suriye istihbaratına bağlı birliklerin iki zırhlı araç eşliğinde Türk gazetecileri köyden çıkardıklarını belirtiyorlar.

Köyden alınan gazetecilerin nereye götürüldüğü bilinmiyor.

"KAMERAMAN HAMİT COŞKUN YARALI"

Öte yandan kameraman Hamit Coşkun'un yaralı olduğu öne sürülüyor.
vatan

Halep'te patlama: 3 ölü, 25 yaralı
Suriye'nin kuzeyinde bulunan kentlerden Halep'te meydana gelen patlamada 3 kişinin öldüğü, 25 kişinin de yaralandığı bildirildi. uriye devlet televizyonu, Halep'in Süleymaniye mahallesinde posta binasının arkasında iki bina arasında meydana gelen patlamada en az 3 kişinin hayatını kaybetiğini ve 25 civarında kişinin yaralandığını duyurdu. 18.03.2012 ŞAM netgazete

Suriye'deki olaylarda Türk TIR şoförü öldü
Suriye'deki olaylarda Türk TIR şoförü Mustafa Üçtaş'ın (33) vurularak hayatını kaybettiği belirtildi. 3 çocuk babası olan Üçtaş'ın ölüm haberini alan Reyhanlı'daki aile fertleri sinir krizleri geçirdi. 18.03.2012 ANKARA netgazete

Rus terörle mücadele birlikleri Suriye’de
20-03-2012

[img:4739
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Sal Mar 20, 2012 8:25 pm tarihinde değiştirildi, toplam 3 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Pzr Mar 18, 2012 2:01 am    Mesaj konusu: Suriye: İmkansız ''Devrim'' Alıntıyla Cevap Gönder

Suriye: İmkansız ''Devrim'' 1
07-03-2012



YDH- Suriye’de yaşanan olayları yerinde inceleyen Fransız tarihçi ve siyaset bilimci Pierre Piccinin Aralık 2011 ve Ocak 2012 arasında Suriye'de bulundu.

Pierre Piccinin’in 5 Şubat’ta Rotius International’de yayımlanan “Suriye: İmkansız 'Devrim' Bütün propagandaların ve yorumlamaların ötesinde...” başlıklı önemli yazı dizisinin ilk bölümünü yayımlıyoruz.

Pierre Piccinin aralık 2011 ve ocak 2012 arasında Suriye'de bulundu. Tarihçi ve siyaset bilimcisi ülkede hüküm süren meselelere olduğu kadar uluslar arası konulara da yeni bir ışık tutacak. Önyargısız ve hem Şam'ın hem de rakiplerinin propagandalarından uzak, aynı zamanda uluslar arası medyanın ve Batılı başkentlerin de görüşleri gölgesinde kalmayan bir yazı dizisini takip ediyor olacaksınız.


Bu gri bölgenin içlerine ilerledikçe, karmaşık ve kargaşayı anlamak için analiz ve şehirlerin durumunu anlayabileceksiniz.

Tunus ve Mısır hükümetleri çekişmeler ve çatışmalar karşısında teslim olmuşken (ya da öyle yansıtıyorken), NATO Libya lideri Muammer Kaddafi'yi devirmek için bu durumdan faydalanmışken, hatta daha da ileriye gidersek Bahreyn'de olduğu gibi zorla desteklenmişken ve hatta Cezayir, Gürcistan ve Fas'ta reform vaatleri cirit atıyorken, bir istisna olarak Yemen'de Ali Abdullah Salih'in belirgin derecede geri çekilmesine rağmen, günbegün bu kaosun içine çekilen Suriye'de kimsecikler bu şairane 'Arap Baharı' abasını üstüne atmak istemiyor hala!

Aslına bakılırsa geçen temmuzda yapmış olduğum ilk gözlem gezim sırasında da dikkat çektiğim üzere, Beşar el-Esad'ın Baas hükümeti 15 Mart 2011 tarihinden beri -bazen şiddeti artan- karışıklıklarla boğuşmaktaydı.

Temmuz ayında bütün ülkeyi bir uçtan diğerine kat ettim: güneyde Deraa ve Süveyda'yı, ülkenin içini, kuzeyde Halep'i ve güneyde Fırat'ın üzerinde, Irak sınırında bulunan Deyrizor'u da gözlemlemiş oldum böylece.

Bu seferki ziyaretimde ise özellikle Humus ve Hama yönetimi altındaki ait Şam şehrine, ülkenin can alıcı noktasına odaklanmak istedim.

Amaçlarımdan biri de Suriye'deki vatandaşların %10'luk bölümünü oluşturan Hıristiyan nüfus ile tanışmaktı. Bu Noel arifesinde, 'Arap Baharı'nı batıran ilk İslami dalgayla karşı karşıya gelen ilk kişileri görmek istedim. Olaylar karşısındaki hislerini ve giderek yükselen İslami akım, isyancıların başını çeken ve selefilerin de kanıtladığı üzere şiddeti etkili olan Müslüman Kardeşler ile ilgili endişelerini anlamaya gayret ettim.

Esasında Hıristiyanların, Saddam Hüseyin'in 2003 yılında devrilmesinden beri Irak'ta yaşanan olaylar gözlerinin önünde gerçekleşti.

Hıristiyan cemaati kendilerine karşı gerçekleştirilen düzenli saldırıların hedefi oldu. (O zamandan beri on binlerce Iraklı Hıristiyan asker ülkesinden kaçarak Suriye'ye sığınıyor.) Aynı şekilde Mısır'daki Hıristiyanların durumu da malum: Tahrir Meydanı'nda gördüğümüz Hıristiyan-Müslüman kardeşliği ve dostluğu yalnızca bir yıl sürdü ve artık çok uzak bir geçmişe gömüldü. Binlerce Kıpti Hıristiyan sınır dışı edildi, sürgüne gönderildi...

Böylece birkaç Hıristiyan aileyle görüşme fırsatı buldum. Hatta cemaatlerinden birkaç simayla da tanıştım: Rum Ortodoks Patriği Hazim Bey, Qara'da bulunan Saint Jacques le Mutile manastırı[1] sorumlusu Agnes Mariam de la Croix Anne-ki Suriye Hıristiyanlarının en renkli simalarındandır- ya da aynı şekilde Şam'daki Notre-Dame katolik kilisesi rahibi Peder Elias Zahlawi gibi... Temmuzda bir diğer önemli kişilik olarak Deir-Mar-Mousa manastırında Peder Paolo ile tanışmıştım.

Endişelerinde haklılar, kendi açılarından özellikle de Katar ve Suudi Arabistan'ın dış müdahalesiyle oluşan İslami nefretle karşı karşıyalar. Bunun ötesinde Hıristiyanların büyük çoğunluğu kurumların demokratikleştirilmesini yararlı görse bile Baasçı rejim ile bütün dini azınlıkların haklarını korumayı garanti eden bir laik rejimi bir araya getirmiş oluyorlar.

Bir diğer asli amacımsa muhalefet, ya da daha doğru ifade etmek gerekirse 'muhaliflerle' iletişime geçmenin bir yolunu bulmaktı...

Eğer mart ayındaki gösteriler barışsever ve kitlesel olsaydı isyanlar zayıflardı. Hem baskı olgusundan, hem de Suriye toplumunun mozaiğini oluşturan birçok topluluğu endişelendiren muhalefetin gitgide artan etkisi karşısında reddedilen radikal İslamcılıktan.

İsyanlar bundan sonra hemen şekil değiştirdi: iktidara karşı olan değişik akımlardan kimi gruplar şiddete başvurmaya başladı.

Polis güçlerine hatta orduya karşı Murat el-Numan ve Türk hududu boyunca uzanan Jisr-el-Şugur bölgesinde bulunan Baas partisinin merkez ofisinin yakılması ve polis karakollarına yapılan baskınlar gittikçe büyüyen bir tepkinin göstergesiydi. Temmuz ayında, özellikle Humus'ta ilk silahlı çeteler görülmeye başladı.

O zamandan bu yana durum karmaşıklaştı ve bölgesel manada garip bir kargaşa batağına saplandı, tüten iç savaş dumanları larvasından hiç çıkmayacak olan kurtçuklar gibiydi.

Eğer sürgündeki muhalefet derin bölünmelerinin üstesinden gelemezse, izafi bir çoğunluk bununla birlikte Müslüman Kardeşler tarafından idare edilen Suriye Ulusal Konseyi (CNS) bünyesinde bulunmaktaydı. (Yine de kimse bu konseyin kaybolmaya yüz tuttuğunu iddia etmiyordu.)

Merkezi İstanbul'da bulunan CNS Türkiye'ye askeri müdahale çağrısı yapmış ve Libya'daki Ulusal Geçiş Konseyi benzeri bir yapılanma gibi Suriye'nin meşru hükümeti olarak tanınmak istemişti. Aşırı solcu milliyetçi Kürtler tarafından idare edilen bir diğer ana muhalif grup Demokratik Değişim Milli Komitesi (CNCD) ise Uluslar arası kamuoyunda birlik resmi çizmek istediklerinden 2011 yılının aralık ayı sonuna doğru CNS ile geçici bir anlaşmaya vardı.

Bölgede birçok heterojen akım bir arada bulunuyor: Başta Hama ve Humus'ta vatandaş örgütleri, aynı zamanda selefilerden oluşan ve Suriye'de orayı burayı yakıp yıkan ve özellikle Katar ile Suudi Arabistan gibi dış mihrakların desteklediği küçük gruplar gibi.

Oysa hükümet kendisine göre Hizbullah milisleri ile İranlı askerlerin yardımına güvenmekte. Aynı şekilde birçok ajanın halihazırda bulunduğu mühim bir Rus desteği de göze çarpıyor (Şam'dan ayrılıyorken havaalanına girişte bütün arabalar büyük bir itina ile aranıyorken Avrupai mizacımı görüp beni canlı bir 'Rusya!' haykırışıyla karşıladılar ve pasaportuma bakmaksızın yolu açtılar).

Diğer yandan kendilerini 'Özgür Suriye Ordusu' olarak ilan etmek isteyen ve Suriyeli asker kaçaklarından oluşan ancak Suriye hükümetine göre rejim karşıtlarından ve Suriye üniforması giymiş yabancılardan müteşekkil bir diğer askeri hareket de varlığını gösteriyor.

Sonuçta bu raporla genelde hakim medya tarafından seçilen bakış açısına bir karşı görüş getirmek niyetindeyim. Böylece Suriyeli otoritelerin ve Suriye toplumunda bile sayıları hayli fazla olan tarafgirlerinin Batılı medya tarafından göz ardı edilen bakış açısını yansıtma riskini almaya karar verdim.

Katar televizyonu el-Cezire'nin yayınlarını tereddütsüz devralan ve bu yayınları Müslüman Kardeşler ile beraber çalışmakla kötü nam salmış Suriye İnsan Hakları Gözlemcisi (OSDH) tarafından yayan bir Batılı medyadan söz ediyoruz burada.

Bu rapora bir giriş niteliği olarak şahsıma gerekli görünen bir husus var ki o da Suriye'ye ne muhalefetin ne de iktidarın bir girişimiyle geldim ve birinin ne öbürünün propagandasını yapmakla yükümlüyüm.

Temmuz ayında 'arkeolojik araştırma' bahanesiyle turistik vize almayı başarmıştım. Benim için büyük bir sürpriz olmuştu; hiç zorlanmadan bir araç kiralayabilmem ve herhangi bir kontrole takılmadan bütün Suriye'yi dolaşabilmem.

Bu ilk seyahat süresince yayımlamış olduğum ilk gazete makalelerim batılı medyanın yansıttığı 'devrim' Suriye’si imgesinden farklı bir çerçeve çizmekteydi.

Aynı zamanda muhalefet propagandası tarafından uygulanan çeşitli aldatmacaları da çözdüm. Bu yüzden diktatörlüğü desteklemekle suçlandım ve şiddetli eleştirilere maruz kaldım. Özellikle editoryal çizgisini meseleye geri döndürmek istemeyen medya ve Arap dünyasındaki üniversitelerden uzmanlardı bu suçlanmaların başkahramanları, ki bu bilim insanlarının başlarındakilere ait metodolojik ve etik bir sorunsalın belirtisi olduğundan bu durum bana kaygı verici hatta endişe verici göründü.

Belki de bu yüzden Suriye hükümeti -bu sefer niyetimi bildikleri halde- topraklarına girmem için izin verdi ve ülkeye girebilmek yabancı basın için hala pek kolay değilken, daha rahat gözlem yapabilmem adına beyaz bir kart verdi.

Aslında yasaklanan iletişim savaşının kaybetmekte olduğunun farkına vardıktan sonra, olayların başlamasından hemen sonra toprakları üzerinde bulunan yabancı gazeteciler için ekim ve kasım aylarında bir açılım gerçekleştirdi Suriye hükümeti.

Ancak bu deneyim çabucak negatife döndü. Zira birkaç istisnai durum dışında ''okurlarını yanlış yönlendirmemek'' (büyük bir Fransız gazetesinin baş redaktörünün kişisel iletişimi) endişesini taşıyan hakim medya aylardan beri takip ettiği editoryal çizgisini değiştirmeksizin CNS ve OSDH'nin propagandasını yapmaya devam etti. Bu sefer durumu yerinde ''gözlemleme'' hakimiyeti de vardı üstelik.

Söz konusu olan bu hareket özgürlüğü ve bağımsızlığım sahada teslim olduğum şartlara bağlıydı: Hükümetin kontrolü olmadan gözlemlerimi sürdürmek. Davet edilen gazetecilere dayatılan rehberli tur programı hiç de ilgi çekici değildi, olaylara tarafsız ve eksiksiz bir görüş edinmek için yetersizdi.

Bundan sonra baasçı hükümetin hoşuna gitmeyecek bir rapor hazırladım; ancak birçoğumuzun inanmak istediği gibi bileşenleri pek de ''demokratik'' olmayan muhalefet için de memnuniyet verici bir rapor değildi.

Muhalefetin toplumcu ya da dini kuşkuları da yoktu, ülkeyi iç savaşa sürükleyebilecek sonuçlara sebep olacak dış mihrakların üstesinden gelmiş bileşenleri -hükümetten daha çok- eleştirilerle karşılanacak şiddetli yöntemlere başvurmaktan çekinmiyorlardı.

Hama ve Humus şehirleri istisna olmak üzere ülke genelde sakin seyrediyor. Bu iki şehir de isyanların ana merkezi, tabii Türk ve Lübnan sınırında bulunan ve dış müdahaleye görece daha açık olan daha az önemli yerleşim alanları da mevcut.

Başkan'la aynı topluluğa mensup Alevilerin üst tabakasındaki askerlerden oluşan Suriye ordusu -ki Aleviler rejimin en bağımsız azınlıklarıdır- hükümete sadık bir yol izlemekte:

Tunus ve Mısır'da olanın aksine -bu ülkelerde askerler protestocular arasında kardeşlerini, amcalarını, akrabalarını görebilmekteydiler- Suriye'de çoğunlukla farklı topluluklardan gelen isyancılar ve askerler arasında hiçbir kan bağı gerçekten mümkün değil.

Humus'ta günden güne daha iyi örgütlenen ve halihazırda şehrin ki mahallesini kontrol altına almayı başarmış muhalefetle tanışma fırsatı buldum. Temmuz ayında orada burada otoritenin simgelerine karşı saldırılarda bulunan birkaç gençlik çetesinden söz edebilirdik oysa ki...

Hatta Humus'taki asilerin sözcüsü olmuş Alevi bir aileden gelen Suriyeli ünlü aktris Fadwa Süleyman ile tanışma imkanım da oldu.

Yazının 2. bölümü

Çeviren: Simge Özdemir

Kaynak: http://www.yakindoguhaber.com/

Rus terörle mücadele birlikleri Suriye’de
20-03-2012



YDH- Terörle mücadele ile görevli bir birliği taşıyan Rusya’ya ait bir geminin Suriye’nin Tartus limanına demirlediği bildirildi.

Fars haber ajansının Interfaks haber ajansına dayandırdığı haberine göre Rusya Deniz Kuvvetleri yetkilileri, bir terörle mücadele birliğini taşıyan geminin dün Suriye’nin Tartus limanına ulaştığını açıkladı.

İnterfasın haberinde terörle mücadele birliğini taşıyan geminin Suriye’nin Tartus limanında demirli bulunan Rus keşif ve kontrol gemisine katıldığı belirtildi.

Rus deniz kuvvetleri yetkililerinin terörle mücadele birliği taşıyan geminin Moskova’nın Suriye’deki her tülü olağanüstü gelişmeye hazırlıklı olmak bakımından Tartus’a gönderildiğini açıkladığı bildirildi.
http://www.yakindoguhaber.com/

Gazze ve Suriye duyarlılığının samimiyet testi
Alptekin DURSUNOĞLU
15/03/2012



Gazze ve Suriye duyarlılığının samimiyet testiAnkara, Gazze’deki kanı, Suriye politikasının “halkla ilişkiler” aracı yapmadığını benzer taraflara ve benzer acılara aynı tutumu sergileyerek ve biri için hangi siyasi ve diplomatik araçları kullanıyorsa diğer için de kullanarak ispat edebilir.

İsrail savaş uçaklarının geçtiğimiz cuma gününden (9 Mart)itibaren Gazze’ye düzenlediği saldırılarda 25 Filistinli hayatını kaybetti, onlarcası da yaralandı.

Gazze’ye düzenlenen saldırının ilk gününde aralarında 2006 yılında İsrail askeri Gilad Şalit’i esir alan Filistin Halk Direniş Komiteleri adlı direniş örgütünün Genel Sekreteri Zuheyr el-Kaysi’nin de bulunduğu çok sayıda kişi hayatını kaybederken İsrail basını saldırının “Demir Kubbe” adı verilen füze savunma sistemini test etmek için yapıldığını öne sürdü.

Yani bu iddiaya göre İsrail savaş uçakları Gazze’ye saldırıda bulunarak Filistinli direnişçileri misilleme amaçlı roket saldırıları yapmaya tahrik etmiş ve bu sayede “Demir Kubbe” adı verilen füze savunma sistemini test etmişti.

Filistinli grupların İsrail’in talebi ve Mısır’ın baskısıyla pazartesi günü ateşkesi kabul etmesine rağmen İsrail’in Gazze’ye saldırıları çarşamba günü de devam etti.

Bu saldırıyla ilgili olarak ABD, her zamanki gibi “İsrail’in kendini savunma hakkına” vurgu yaparak Filistinlileri suçladı.

Arap Birliği bu konuyla ilgili olarak toplantı yapma ihtiyacı duymadı. Arap basını, Gazze saldırısını Filistinlilerin beklediği ölçüde yansıtmadı, Türkiye ise İsrail’i kınayan bir açıklama yaptı.

Hamas, İsrail’in Gazze saldırısı karşısında basının duyarsızlığından söz etti, Hamas Sözcüsü Sami Ebu Zuhri Katar’ın el-Cezire televizyonunu Gazze saldırısına gerekli önceliği vermemekle suçladı.[1]

Londra’dan yayın yapan el-Kudsu’l Arabi gazetesi Başyazarı Abdulbari Atvan ise “Arap liderleri Filistinlilerin kanını helal mi görüyor?” sorusunu gündeme getirdiği yazısında İsrail’in son saldırganlığı karşısındaki Arap duyarsızlığına dikkat çekti.

Nebil el-Arabi’nin, genel sekreterliğini yaptığı Arap Birliği’nin Gazze saldırısıyla ilgili tutumu konusundaki açıklaması son derece dikkat çekiciydi.

Nebil el-Arabi, Avrupalı ülkelerle birlikte Birleşmiş Milletlerden Suriye aleyhine karar çıkmasını sağlamak için yoğun bir çaba sarf eden Arap Birliğinin, İsrail’in Gazze saldırısı konusunda toplantı yapma ve BM nezdinde girişimde bulunma ihtiyacı duymamasını “ İsrail’in gerçekleştirdiği saldırılarla ilgili olarak birçok uluslar arası karar mevcuttur; ama İsrail bunların hiçbirine uymamıştır” şeklinde izah etti!

Gazze konusunda Türkiye farkı

Gazze’ye yönelik son İsrail saldırısı konusunda Arap dünyasında bu “tepkiler” verilirken Türk dışişleri, bu konuda da bir kamu diplomasisi harikası yaratmayı başardı.

Türkiye Dışişleri bakanlığı ve hükümet yanlısı basın, Arap hükümetlerinin aksine “Suriye’de akan kanı” öne çıkarıp “Gazze’de akan kanı” geri planda tutmaya çalışmadı.

Tam aksine Gazze’deki Filistinlilerle Suriyeli muhalifler ve İsrail’le de Şam yönetimi arasında özdeşlik kurup kan üzerinden bir sinerji yaratmaya ve Ankara’nın çıkmaza giren Suriye politikasına halk desteği sağlamaya çalıştı.

Sabah gazetesi “Ha Esad ha İsrail”[2] manşetli haberinde “Suriye yönetiminin çocukları, annelerinin gözü önünde öldürüldüğünü, İsrail uçaklarının ise Gazze’de çoluk çocuk ayrımı yapmadan ölüm yağdırdığını” yazdı.

Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ise bir sosyal paylaşım sitesinde yaptığı açıklamada “Dünyanın Suriye'deki zulme kulak kesilmiş olması, İsrail'in yaptığı insanlık dışı uygulamaları unutturamaz" dedi.[3]

Böylece Arap dünyasının aksine Türkiye, Suriye’deki olayları güçlü bir şekilde vurgulayarak İsrail’in Gazze saldırısını gölgelemeye çalışmak yerine İsrail’in Gazze saldırısında akan kanı da Suriye politikasının değirmenine boşaltarak başarılı bir halkla ilişkiler manevrası yapmış oldu.

Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun, mimarı olduğu “komşularla sıfır sorun” politikasını Suriye’de kurban etmesini Şam rejiminin kan dökmesiyle gerekçelendirdiği biliniyor.

Ankara, bu kan gerekçesinin Türkiye Suudi Arabistan veya Türkiye Bahreyn ilişkilerinde neden geçersiz olduğu sorusuna hiçbir zaman cevap verme gereği duymadı.

Bununla birlikte Davutoğlu’nun ikili ilişkileri bir yıl içerisinde düşmanlığa dönüştürme pahasına “kan gerekçeli” Suriye politikası ve Şam’a karşı başlattığı etkin diplomatik girişimler ABD, Fransa, Katar ve Suudi Arabistan gibi “Suriye’nin Dostları” nezdinde takdirle izlendi.

Ankara’nın Suriye politikası konusunda öne sürdüğü bu kan gerekçesinin samimiyeti ve tutarlılığı tartışılabilir olsa da Ankara’nın her türlü uluslar arası ve bölgesel zeminde Suriye yönetimine karşı verdiği savaşımın samimiyetinden kimse kuşku duymuyor.

Örneğin Davutoğlu, Arap ve Avrupa ülkeleri tarafından hazırlanan Suriye karşıtı karar taslağının Rusya ve Çin vetosuyla BM’de reddedilmesi üzerine“Biz, Birleşmiş Milletler süreci tıkandı diye yerimizde oturup bu akan kanı seyredemezdik. O andan itibaren gerek bölgemizden, gerekse diğer küresel aktörlerle temaslarımızı yoğun şekilde sürdürdük…. İstiyoruz ki, artık insani bir trajedi haline dönüşen bu sorun çerçevesinde ortak bir mutabakat zemini oluşturalım, bu mutabakat zemininde bu konuya Birleşmiş Milletler dışında kapsayıcı bir platform içinde çözüm arayalım”[4] dedi.

Ardından da BM dışında kapsayıcı bir platform olmak üzere “Suriye’nin Dostları” grubunun oluşturulmasını sağlamak için Amerika’ya gitti.

Ankara, 24 Şubat’ta ilk toplantısını yapan “Suriye’nin Dostları” konferansının ikinci turuna ev sahipliği yapmayı üstlenerek “kana olan duyarlılığı”nı ortaya koydu.

Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, 13 Mart’ta twitter hesabından yaptığı açıklamada şunları söylüyor:

“Bu sabah, gazetelerde Gazze ve Suriye'den gelen yürek yakan fotoğraflar gördüm. Her zaman söylediğimiz gibi, zulümle kimse abad olamaz. Masum çocukları, insanları katledenler, ne barış ne de istikrar getirir. En başından bu yana, uluslararası toplumu. Hem işgal altındaki Filistin topraklarında, hem de Suriye'de yaşanan acılara duyarlı olmaya, tepki göstermeye çağırıyoruz.”

Bu ifadeler, Ankara’nın “hem işgal altındaki Filistin topraklarında hem de Suriye’de yaşanan acılara duyarlı olma ve tepki gösterme” çağrısı yaparak iki acı arasında bir nitelik özdeşliği kurduğunu gösteriyor.

Bir başka deyişle Ankara Suriyeli muhalifler ile Gazze’deki Filistinlileri ve Şam rejimi ile İsrail rejimini benzer taraflar olarak gördüğünü ortaya koyuyor.

Peki bu benzer taraflara ve benzer acılara karşı sergilenen ortak tepki midir yoksa Ankara’nın Gazze’de akan kanı Suriye politikası için araçsallaştırması mıdır?

Bu soruya çok net bir cevap verebilmemizi sağlayacak turnusol kağıdı şudur.

Ankara, Gazze’deki kanı, Suriye politikasının “halkla ilişkiler” aracı yapmadığını benzer taraflara ve benzer acılara aynı tutumu sergileyerek ve biri için hangi siyasi ve diplomatik araçları kullanıyorsa diğer için de kullanarak ispat edebilir.

Yani Ankara’nın Gazzelinin kanı ile Suriyelinin kanı arasında ve Şam rejimi ile İsrail rejimi arasında fark görmediğinin, dolayısıyla da Gazze’deki kanı Suriye politikasının “halkla ilişkiler aracı” olarak kullanmadığının ispatı şu üç sorunun cevabında gizli.

1- Ankara 9 Mart’ta başlayan Gazze saldırısından dolayı İsrail’in BM Güvenlik Konseyi’nde kınanması için bir karar taslağı çalışması başlatır mı?

2- Ankara, ABD’nin İsrail’e olan kayıtsız şartsız desteğini ve İsrail’i BM’de kınayacak bir karar taslağını veto edebileceği ihtimalini göz önünde bulundurarak bir “Filistin’in Dostları” girişimi başlatır mı?

3- Suriyeli muhaliflerin “kendini savunma” hakkına ve insani yardım koridoru açılmasına vurgu yapan Ankara, Filistinlilerin kendini savunması ve Gazze’ye insani yardım koridoru açılması için uluslar arası temaslarda bulunur mu?

Ankara eğer bu sorulara olumlu cevap veremiyorsa bu takdirde şu soruya cevap vermesi gerekiyor: “Tarafları ve acıları bakımından ortak olan iki şey karşısında siyasi ve diplomatik tutumu farklı kılan nedir?

[1] http://www.yakindoguhaber.com/HD9963_hamastan-el-cezireye-gazze-tepkisi.html

[2] http://www.sabah.com.tr/Gundem/2012/03/13/ha-esad-ha-israil

[3] http://www.trt.net.tr/trtavaz/suriye-ve-gazze-ye-dikkat-cekti--haber-detay,tr,32382.aspx

[4] http://www.mfa.gov.tr/sayin-bakanimizin-esenboga-havalimaninda-duzenledigi-basin-toplantisi_-8-subat-2012_-ankara.tr.mfa

Kaynak: http://www.yakindoguhaber.com/

'Suriye'de muhalifler işkence yapıyor'
20 Mart. 2012



ntvmsnbc'nin haberine göre

Merkezi ABD'nin New York kentinde bulunan İnsan Hakları İzleme Örgütü, Suriye muhalefetinin bazı silahlı unsurlarının, Suriyeli güvenlik güçlerinin kaçırılması ve işkenceye uğraması dahil olmak üzere ciddi ihlallerde bulunduğunu açıkladı.

İnsan Hakları Örgütü'ndan yapılan açıklamada, silahlı Suriyeli muhaliflerin, güvenlik güçleri ve sivilleri infaz ettiğine yönünde bilgilere sahip olduğunu belirtti.

İnsan Hakları İzleme Örgütü'nün Ortadoğu yöneticisi Sarah Leah Whitson, "Muhalif liderler, taraftarlarına hiçbir koşul altında işkence yapmamaları, adam kaçırmamaları veya infaz etmemeleri gerektiğini açıkça anlatmalılar" dedi.

Örgüt, Suriyeli muhaliflerin liderliğinin, böylesi ihlalleri kınama ve aleyhinde konuşma sorumluluğu bulunduğunu hatırlattı.
MBR Haber

BÜYÜK SAVAŞ VE TÜRKIYE'NIN YAŞADIĞI ZAMAN KALITESI HAKKINDA...
SELÇUK SALIH
23 MART 2012

Türkiye, ülke içinden yükselen tepkiye rağmen, Suriye'ye gerçekleştirilmesi olası askeri bir intervensiyonun koçbaşı rolüne hazırlanıyor -görüntü öyle...

Böyle konularda kimse kimseye "sen şunu yap" demez, kişi (yani İktidar) kendine vazife çıkarır...

İsrail'in Nisan-Mayıs aylarında saldırıya geçeceğini adeta deklere ettiği bir atmosferde, Türk Hükümeti'nin sert/savaşçı dilinin çok tehlikeli olduğu açıktır...

Peki bu durumda Türkiye'nin -olası bir hengamede- artı ve eksileri nedir?

Türkiye'nin savaşa girmemesi gerektiğini, bu savaşın diğerlerine benzemeyeceğini ve bu savaşın üç aşamada yaşanabileceğini, burada defalarca yazdık...

Türkiye'nin pozisyonu, bu bağlamda şöyle özetlenebilir:

1. Savaşın ilk safhası, Libya'da başlamış görünmektedir. Savaş, gene bir konvensiyonel savaş görüntüsünde Ortadoğu'da devam edebilir ve İran ile Suriye'ye ABD/İngiliz/İsrail/Türkiye/Suud/Ürdün saldırısı olarak görünmektedir...

Türkiye'nin buradaki tutumu, savaşa aktif olarak kesinlikle katılmamak, askerini saldırı/işgal için kesinlikle kullandırtmamak, sadece bölgedeki yangında aktif olarak mağdurlara/göçmenlere yardım etmek topraklarını açmak şeklinde olur. Müttefiklerin şimşeklerine üzerine çekmemek için bir dizi manevra yapabilir ama: Kesinlikle dürüst olmalı ve kurduğu 'Sözüne güvenilir ülke' imajını yeniden kurmalıdır (Erdoğan Hükümeti'nin en büyük dış politika günahı, bu sağlam temeli fena halde hırpalamak oldu). Bu aşama, Türk diplomatlarının aşaması olmalıydı. Ama dışişlerine doldurulan ideolojik/yandaş kadroların çok düşük profili (Davutoğlu, bunun tipik örneğidir) bu ihtimalin altını oyup çok tehlikeli bir durum yaratmıştır...

Bu aşama, -yani savaş- kesinlikle önlenmelidir...

Çünkü bir sonraki aşama, bildiğimiz "Modern Uygarlık"ın sonu olabilir...

Savaş önlenemese bile, onu dindirici bir yaklaşım benimsemek hayat memat meselesidir...

2. Bu aşama, savaşın esas taraflarının devreye girmesi ve tayin edici sonucun zorlanması anlamına geliyor...

Sonuç, kazananı olmayan biyolojik/nükleer global bir yıkım olabilir...

Türkiye birinci aşamaya aktif olarak (işgal gücü falan olarak) katılırsa, o yıkımdan payını alacaktır. Lübnanlı politikacı Viem Vehhab'ın sözleriyle "Suriye'den ve başka yerlerden Türkiye'ye yüzbin roket düşecektir."

Türkiye, bu aşamada sağlam durabilmesi için, Atatürk'ün 'Yurtta Sulh Cihanda Sulh' ilkesini kararlılıkla/inandırıcılıkla savunan bir pozisyonda olmalıydı... "Komşularla Sıfır Sorun" politikası, bu nedenle olumluydu.

Şimdiki dış politika ise tam bir fecaattir...

Bu aşamada "savaş"tan değil, sadece "yıkım"dan bahsedebiliriz...

3. 'Barış Savaşı' aşaması...

Türkiye savaşa, bu aşamada girmelidir...

Bu aşama, olası büyük yıkımdan sonra, yokolma tehlikesi yaşayabilecek halkları, mazlumları, sahici bir savaşçı duruşuyla -yağmacı/bozguncu güruhlardan ve savaş beylerinden- kılıçla korumak aşamasıdır...

Bölgedeki bütün küçük halklar, Türklerin kapsama alanına girer...

Burada Türkler, tarihin ve Tanrı'nın onlara verdiği görevi yerine getireceklerdir...

Bu görev, başkalarını Türk yapmak görevi falan kesinlikle değildir...
(Çünkü gelecekte bir "Osmanlı" veya "Mehmetli İmparatorluğu" olmayacaktır!..)

Savaşın bu son aşaması, sadece devletsiz/ekonomisiz halkların olası hengameden/kaostan çıkmaları ve yeni dünyanın yeni Barış Düzeni'ne adapte olabilmeleri için onların yanında olmak ve kanı önlemek savaşıdır...

Böyle bir savaşçı duruşu, Türkiye'ye -şimdi tahmin bile edilemeyecek- yeni kanallar açabilir...

Bu, aynı zamanda yeni bir uygarlığın da başlangıcı olacaktır...

İşte böyle bir dönemin eşiğinde en uygun tutum, -bir savaşa mahal vermeden- geleceğe adapte olmak için aktif adımlar atmaktır...

Bu adımlar:

1. Jeostratejik (petrol/gaz) enerjilerinden bağımsızlaştıracak güneş ve rüzgar gibi enerjileri ciddiye almak...

2. Sosyal devleti derhal yeniden kurmak, kayıtdışıyı ve yolsuzluğu önleyerek, adil vergi düzeniyle işe başlamak...

3. Özelleştirilmiş stratejik firma ve kurumları devletleştirmek...

4. Alternatif bir faizsiz para sistemi kurmak...

5. Çalışma sisteminde, (kapitalist çalışma siatemini aşmak yolunda) yeni adımlar atmak...

6. Fikir özgürlüğünü kısıtlayan tüm engelleri ortadan kaldırmak...

7. Moralleri yüksek tutmak için de çok yardımcı olması için, sanat ve kültüre ayrılan kaynakları şimdinin en az elli misline çıkarmak...

8. Ülkenin özellikle ekonomisiz bölgelerinde yeni tip postkapitalist uygulamalara başlamaktır...

(Bunlar şimdilik konuşulmaya başlanması gerekenler)

Günümüzde, işte bugün itibariyle Türkiye, Mayıs sonuna kadar, başka ülkelerle başarılı ortak hareketler sergilemeye yatkın bir zaman kalitesi yaşıyor...

Bu da daha öncekiler gibi kötüye kullanılmamalı -savaş için kullanılmamalı...
Barış için ve yeni zamanlara adapte olmak için kullanılmalı...

Çünkü bu zaman kalitesi, diplomasi için son derece elverişli...

Şubat 2013'e sarkan başka bir zaman kalitesi, Türkiye'nin, müttefiklerinin kışkırtmasıyla bu bölgede "Osmanlı" rolüne yeniden soyunması için çok uygun bir zemin sunuyor...

Bu durumun en tehlikeli yanı, Türkiye'nin bu rolü başarıyla oynayacak olması ve eski komplekslerinden kurtulmak için bu dönemin önemli olmasıdır...

Türkiye bu dönemi nasıl değerlendirecektir?

Savaşla mı barışla mı...

işte asıl soru buradadır...

Öyle veya böyle, bu dönem son derece önemli görünüyor...

Ama Nisan ayında etkiyecek üçüncü zaman kalitesi, Türkiye'nin dostluk ve barış damarını güçlendirecek iyi bir kaliteye sahip...

Yani sonun hayırlı olacağına inanmak için birçok neden var...

http://konstantiniye.blogspot.com/


Çocuklarımız Afganistan'da, BOP İÇİN ÖLÜYOR! Sakın bir çılgınlık yapıp, SURİYE'YE DE GİRMEYİN
17 Mart 2012



CHP Grup Başkanvekili Emine Ülker Tarhan, Başbakan Erdoğan'a"Ebaşkanlık cevvaliyetiyle bir hevesle koşturduğunuz BOP'un çıkarları için çocuklarımız Afgan topraklarına düşüyor. Sakın bir çılgınlık yapıp, evlatlarımızı Suriye topraklarına düşürmeyin."
SAKIN BİR ÇILGINLIK YAPMAYIN
"Suriye sınırında kargaşa sürerken, Afganistan'dan da bugün acı bir haber geldi. 12 askerimiz şehit oldu. Oysa anneler çocuklarını nerede olduğunu dahi bilmedikleri topraklarda şehit vermek için büyütmedi. Biz anneler, tıpkı Yemen türküleri gibi uzak topraklarda ölen oğullarımıza yeni ağıtlar yakılmasını istemiyoruz. Yakın bir tehlike olarak sinyal veren Suriye ile ilgili olarak da Başbakan ve ekibini uyarıyoruz. Eş başkanlık cevvaliyetiyle bir heves koşturduğunuz BOP'un çıkarları için çocuklarımız Afgan topraklarına düşüyorlar. Sakın bir çılgınlık yapıp, evlatlarımızı Suriye topraklarına da düşürmeyin. Egemenlik hakkını devrettiğiniz Amerika istiyor diye biz oğullarımızı bilmediğimiz topraklarda şehit vermek ve künyeleriyle yetinmek zorunda değiliz. Bir anne olarak sizi uyarıyorum."

Kaynak: http://www.sonkulis.com/


Kemal Kılıçdaroğlu: "Türkiye'nin Suriye'ye silahlı müdahalesi doğru değildir. Buna her yerde ve her ortamda karşı çıkarız"
24.03.2012



''Sosyalist Enternasyonal Arap Dünyası Özel Komite Toplantısı''nın tamamlanması dolayısıyla sonuç bildirgesinin açıklandığı toplantıda, gazetecilerin sorularını da cevaplandıran Kemal Kılıçdaroğlu, ''Türkiye'nin Suriye'ye askeri müdahalede bulunma olasılığı nedir? Türk devleti böyle bir adımı atar mı? Siz muhalefet partisi olarak böyle bir askeri müdahaleyi önlemek konusunda neler yapabilirsiniz?'' şeklindeki soruya karşılık da şunları kaydetti:

''Türkiye, uluslararası kuruluşların üyesi olan bir ülkedir. Bizim kurucu genel başkanımız Mustafa Kemal Atatürk 'Savaş zorunlu olmadıkça bir cinayettir' demiştir. Türkiye'nin Suriye'ye silahlı müdahalesi doğru değildir. Buna her yerde ve her ortamda karşı çıkarız. Eğer Birleşmiş Milletler (BM) karar alırsa, BM'nin bir üyesi olarak Türkiye Cumhuriyeti'ne eğer bir yükümlülük duyarsa o yükümlülüğünün gereğini yerine getirir. Ancak onun dışında doğrudan kendi iradesiyle Suriye'ye girmesi, savaş ilan etmesi, tampon bölge oluşturması doğru değildir. Bunu uygun görmüyoruz.''

MBR Haber


‘Avcı, her an ava dönüşebilir.’
Deniz Ülke Arıboğan
Akşam
Şubat 8, 2012
(..)

Görünen, Türkiye’nin bir savaş moduna doğru evrildiği. Ahmet Davutoğlu’nun Washington’da yapacağı görüşmelerde de muhtemelen esas olarak bu konu ele alınacak.ABD’nin Suriye’ye müdahale konusunda Türkiye’nin yanında durması beklenen bir gelişme olmakla birlikte, Obama’nın Suriye için askeri müdahalesiz çözümü desteklediğini açıklaması ve vaktiyle Saddam’ın Kuveyt’e girişinin de teşvik edildiği akıldan çıkarılmamalı. Askeri çözüme gelene kadar tüm yolların tüketilmiş olması çok önemli. Dünyanın öbür ucundaki bir süper gücün bile askersiz çözümü desteklediği bir durumda, savaşın yan etkilerinden en fazla muzdarip olacak Türkiye’nin bu kadar savaşkar olması mantıksız.

Türkiye’nin Suriye’ye yönelik bir askeri müdahalesi Suriye halkının geniş kesiminden destek görebilir. Nitekim Müslüman Kardeşler Örgütü Genel Başkanı Riyad Şükfa, kasım ayında ‘dış müdahalenin bir zorunluluk haline gelmesi durumunda, Suriye halkının, Batı’dan değil, Türkiye’den gelecek bir müdahaleyi kabul edebileceğini’ söylemişti. Lakin konu Suriye ile bitmeyecek. Irak ve İran’ın durumları da önümüzdeki dönemde masada olacak. Bu mücadele katliama karşı duruş, toprak fethi, akrabalarımıza destek mücadelesi falan değil.

Dünya dengeleri yeniden kuruluyor ve bunu fark edemeyen avcı, her an ava dönüşebilir.


"Dört aşamalı stratejik" hezimet
Alptekin DURSUNOĞLU
23/03/2012



{"Dört aşamalı stratejik" hezimetİslahiye ve Kilis’e çadır kentler kurarak mülteci duasına çıkan Ankara, 1 Nisan’da İstanbul’da yapılacak “Suriye’nin Dostları” toplantısından, Annan planı çerçevesindeki bir çözümü gündemden düşürebilecek bir sürpriz peşinde.]


Suriye’de yaşanan bunalım birinci yılını doldururken, Birleşmiş Milletler ve Arap Birliği’nin Suriye Özel Temsilcisi Kofi Annan’ın gündeme getirdiği öneri ile ilk kez sorunun çözümüne ilişkin gerçekçi ve uygulanabilir bir uluslar arası girişime tanık olduk.

Kofi Annan’ın girişimi son derece basit, rasyonel ve uygulanabilir iki öneriye dayanıyor ve “Suriye’de çatışan taraflardan şiddete son vermesini ve Şam yönetimi ile muhaliflerin sorunun siyasi yollarla çözümü için diyalog başlatmasını” öngörüyor.

Annan’ın önerisi, “çatışan taraflar”dan söz ederek Suriye’deki şiddetin tek taraflı olmadığını ortaya koyması bakımından gerçekçi, “Şam yönetimi ile muhalifleri” diyaloga çağırması bakımından barışçı ve BM Güvenlik Konseyi’nin 15 üyesinin oyuyla yayımlanan başkanlık bildirisiyle desteklenmesi bakımından da uygulanabilir bir girişim olma özelliği taşıyor.

Peki bu kadar basit, gerçekçi, barışçı ve uygulanabilir bir öneri ile çözülmeye müsait olan Suriye sorunu neden bu kadar kanlı bir iç bunalıma ve adeta yeni Soğuk Savaş şartları yaratan karmaşık bir uluslar arası soruna dönüştü?

Bu sorunun cevabı, Kofi Annan planına kadar yürütülen uluslar arası girişimlerin, bir iç meselenin gerçekçi ve barışçı bir şekilde çözülmesi anlayışına değil, Suriye’de rejim değişikliğini temel alan çok aşamalı bir stratejik plana dayanmasında gizli.

Mart 2011’den günümüze kadar “Suriye’deki sorunun çözümü” adına atılan adımları ve başlatılan girişimleri hatırlayalım.

1- Ankara’nın “Şam bizi dinlemedi” yakınmasına gerekçe teşkil eden “reform telkinleri”

2- ABD ve Avrupa ülkelerinin Suriye’ye yönelik tek taraflı yaptırımları ve Güvenlik Konseyi’nde karar çıkarma çabaları,

3- Arap Birliği girişimi,

4- Rusya’nın çözüm önerisi,

Suriye’deki sorunun çözümü için Rusya tarafından söz konusu edilen ve aslında Kofi Annan’ın girişiminin bire bir aynısı olan plan istisna edildiğinde ilk üç girişimin aslında Suriye’de rejim değişikliğini temel alan müşterek bir stratejik planın farklı aşamalarından ibaret olduğunu söylemek mümkün.

Nitekim Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun 23 Mart’ta yaptığı açıklamada söyledikleri bu tespiti teyit ediyor.

Viyana ziyareti öncesinde bir gazeteye yaptığı açıklamada Suriye’ye ilişkin öngörülen stratejik planın “dördüncü aşamasında” bulunduklarını belirten Davutoğlu şunları söylüyor:

“Türkiye tüm araçları kullanarak Suriye'de acıların önüne geçmeye çalıştı. 9 ay büyük çabalar sarf ettik. Bunu yaparken, 4 aşamalı stratejik planla hareket ettik. Birinci aşama, 'ikili angajman'. 'Suriye ile ne yapabiliriz' diye çalıştık. Esad'la birlikte değişim ve dönüşüm için tavsiyelerde bulunduk. İkinci aşama, dış müdahaleye gerek kalmadan, bölge içinden Arap Ligi ile hareket ettik. Yine sonuç alınmayınca bu sefer BM'ye gittik. BM, üçüncü aşamaydı. Orada Çin ve Rusya vetosuyla karşılaşınca da dördüncü aşamada "Suriye'nin Dostları Grubu"nu oluşturduk. Şimdi bu aşamadayız.”[1]

Binaenaleyh Davutoğlu’nun bahsettiği bu –şimdilik 4- aşamalı stratejik plan, şimdilerde “Suriye’nin Dostları” adını kullanan güçlerin Suriye’de devrim için “Gözlem ve planlama aşaması, materyal toplama ve araçları oluşturma aşaması ve operasyonel aşama”[2] şeklinde ortaya konan süreçlerle de örtüşüyor.

Zira Davutoğlu’nun “Birinci aşama: İkili angajman” olarak söz ettiği aşama, benim “gözlem ve planlama aşaması” diye isimlendirdiğim aşamada gerçekleşmişti ve o süreçte Ankara Esed’e “iktidarını bizim adamlarımızla paylaş” temalı “reform telkinleri”nde bulunmuştu.

Suriye’deki gelişmelerin Tunus veya Mısır modeline uygun bir şekilde gelişip gelişmeyeceğinin izlendiği bu süreçte Körfez ülkeleri de Şam’dan Suudi Arabistan’ın Bahreyn müdahalesine destek vermesini ve İran’la arasına mesafe koymasını isteyerek tıpkı Türkiye gibi “reform telkininde” bulunmuş böylece Şam’ın dış etkilere ne ölçüde açık olduğu test edilmişti.

Davutoğlu’nun “dış müdahaleye gerek kalmadan Arap Ligi ile hareket ettik” diye belirttiği ikinci aşama, Ankara’nın buyurgan tutumu sebebiyle devre dışı kaldığı sürece, Arap Birliği üzerinden dahil olma aşamasıydı ve bu aynı zamanda Suriye’de Libya modelinin araçlarını kurma aşamasına tekabül ediyordu.

Nitekim bu aşamada “Suriye Ulusal Konseyi” ve “Özgür Suriye Ordusu” adlı iki araç üretilmişti.

Davutoğlu’nun üçüncü aşama olarak zikrettiği BM aşaması, aslında Suriye’de Libya modelinin araçlarını yaratma aşamasının son adımıydı.

Binaenaleyh Rusya ve Çin vetosu sebebiyle uluslar arası müdahale imkanı kalmadığı için zorunlu olarak Davutoğlu’nun dördüncü olarak nitelediği “Suriye’nin Dostları” grubunun oluşturulmasıyla başlayan “operasyonel aşma”ya geçilmişti.

Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, vicdanlar üzerindeki etkisini hesap ederek Bosna vurgusu yapsa da “Suriye’nin Dostları” grubu, Rusya ve Çin vetosu sebebiyle Suriye’ye müdahale onayı alınamayan BM Güvenlik Konseyi’ni bypass etmek amacıyla kurulması bakımından 2003’te Irak’ı işgale BM’den onay alamayan Bush yönetiminin yaklaşık 40 ülkeyle kurduğu koalisyona benziyor.

Öte yandan Davutoğlu’nun “4 Aşamalı stratejik planı”nın iç çelişkileri de son derece dikkate değer gözükmektedir.

Çünkü birinci aşamadaki “ikili angajmandan”, “Arap Ligi ile birlikte hareket etmek” şeklindeki ikinci aşamaya geçişi “uluslar arası müdahaleyi” önleme amacıyla gerekçelendiren Davutoğlu, 3. Aşamada hangi gerekçe ile BM’ye gittiklerini ve 4. Aşamada hangi gerekçeyle “Suriye’nin Dostları” grubunu oluşturduklarını açığa vurmamaya çalışıyor.

Halbuki Güvenlik Konseyi’ne sunulan Arap-Avrupa karar taslağının Rusya ve Çin vetosu sebebiyle çıkarılamaması üzerine “Suriye’nin Dostları” grubunun kurulması için temaslarda bulunmak üzere Washington’a giden Davutoğlu, 8 Şubat’taki basın toplantısında Suriye’ye BM dışında bir platform aracılığıyla müdahale amacını açık bir şekilde ortaya koymuş ve şöyle demişti:

“Biz, Birleşmiş Milletler süreci tıkandı diye yerimizde oturup bu akan kanı seyredemezdik... İstiyoruz ki, artık insani bir trajedi haline dönüşen bu sorun çerçevesinde ortak bir mutabakat zemini oluşturalım, bu mutabakat zemininde bu konuya Birleşmiş Milletler dışında kapsayıcı bir platform içinde çözüm arayalım”[3]

“Suriye’nin Dostları” grubunun oluşturulmasıyla başlayan aşama, “4 aşamalı stratejik planın” son aşamasıydı. Çünkü Türkiye ve Körfez ülkelerinin “ikili angajmanlarla” yaptıkları baskılar Şam yönetimine geri adım attırmamış, Batılı ülkelerin tek taraflı ekonomik ve siyasi yaptırımları etkili olmamış, Arap Birliği’nin yaptırımları Irak, Lübnan ve Ürdün’ün yer almaması sebebiyle işlevsiz kalmış ve Rusya ve Çin vetosu sebebiyle Güvenlik Konseyi’nden karar çıkarılamamıştı.

Bu son aşama, Suriye’de rejim değişikliği temelinde bir çözüm için Suriye içerisinde “kurtarılmış bölge” yaratılarak ülkenin iç savaşa gittiği görüntüsünün verilmesi ve Güvenlik Konseyi aracılığıyla çıkarılamayan müdahale kararının “insani yardım koridoru oluşturma” adı altında “Suriye’nin Dostları” platformu üzerinden çıkarılmasını öngörüyordu.

Ancak “Suriye’nin Dostları” grubunun Tunus’taki toplantısında, Suudi Arabistan ve Katar gibi küçük dostların muhaliflerin silahlandırılması talebi karşılık bulmadı.

Muhalifler tek çatı altında birleştirilemediği gibi, bölünmelerin de önüne geçilemedi. Suriye yönetimi de kurtarılmış bölge yaratmaya çalışan silahlı grupların Humus ve İdlib kentlerindeki hakimiyetine son vermekte hiç zorlanmadı.

Suriye’nin Dostları’nın Tunus fiyaskosundan sonra “4 aşamalı stratejik planın” başarısızlığını önce “Büyük dostlar” kabullendi.

Nitekim Suriyeli muhaliflerin kurtarılmış bölge yaratmayı başaramamasına bağlayan ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton[4], ardından da “Uluslar arası toplum Esed’in gücünü hafife aldı”[5] diyen Fransa Dışişleri Bakanı Alain Juppe bu stratejik planın çöktüğünü itiraf etmiş oldu.

Ardından da Suriye’nin ABD ve Fransa’dan oluşan “büyük dostları” saplanılan çıkmazdan “onurlu bir geri adım” atarak çıkmak adına BM ve Arap Birliği’nin Suriye Özel Temsilcisi Kofi Annan’ın çözüm önerisine tutunmak zorunda kaldı.

Fransa, 22 Mart’ta Kofi Annan’ın çözüm planının desteklenmesini öngören bir BM başkanlık bildirisi metni hazırladı. Rusya, metne son şeklini verdi ve bildiri Güvenlik Konseyi’nin 15 üyesinin tamamının oyunu alarak yayımlandı.

Rusya’nın başından beri dile getirdiği çözüm planının ta kendisi olan Annan planını destekleyen BM başkanlık bildirisinin bağlayıcılığı bulunmuyor.

Suriye’de uluslar arası destekli devrim için öngörülen “4 aşamalı stratejik plan”ın her alanda çöktüğü ve Annan planının da bu çöküşün bir neticesi olarak ortaya çıktığı göz önünde bulundurulduğunda BM başkanlık bildirisinin sorunun Annan planı temelinde çözümü için karar çıkarılması yönünde ciddi bir irade beyanı olduğu söylenebilir.

Davutoğlu’nun Viyana’ya gitmeden önce yine “Suriye’de acı ve akan kan” ve “Bosna” vurgusu yaparak dile getirdiği açıklamalara[6] bakılacak olursa “Suriye’nin küçük dostları”nın Annan planı ve BM başkanlık bildirisi çerçevesindeki gelişmeleri görmezden gelme ve 1 Nisan’da İstanbul’da yapılacak “Dostlar” toplantısından Annan planını baltalayacak bir sonuç çıkarma azminde olduğu anlaşılıyor.

İslahiye ve Kilis’e çadır kentler kurarak adeta mülteci duasına çıkan Ankara, 1 Nisan’da İstanbul’da yapılacak “Suriye’nin Dostları” toplantısından Annan planı çerçevesindeki bir çözüm eğilimini gündemden düşürebilecek nasıl bir sürpriz yapabilir?

Büyük dostların eğilimine bakıldığında İstanbul’daki “Suriye’nin Dostları” toplantısından sadece 1 Nisan’ın ruhuna uygun bir sonuç çıkabileceğini kestirmek zor değil.

29 Mart’ta Bağdat’ta yapılacak Arap Birliği toplantısı ve 1 Nisan’daki “Suriye’nin Dostları” toplantısı ile Annan planını baltalayabilecek bir gelişme yaşanmazsa ve Annan planı temelinde bir BM kararı çıkarsa Suriye sorununun siyasi yollarla çözümü yönünde ciddi bir başlangıç yapılmış dolayısıyla da “4 aşamalı stratejik planın” fatihası resmen okunmuş olur.

Siyasi çözüm için müzakere süreci ise yönetmesini bilene benzersiz fırsatlar sunar. İsrail’in Ortadoğu Barış sürecini yönetme biçimi Şam yönetimi için ironik bir model oluşturuyor.

alptekindursunoglu@gmail.com


[1] http://yenisafak.com.tr/Politika/?t=23.03.2012&c=2&i=374082&k=f4

[2] http://www.yakindoguhaber.com/YD324_suriye-planinda-operasyonel-asama.html

[3] http://www.mfa.gov.tr/sayin-bakanimizin-esenboga-havalimaninda-duzenledigi-basin-toplantisi_-8-subat-2012_-ankara.tr.mfa

[4] http://www.hurriyet.com.tr/planet/20010750.asp

[5] http://www.yakindoguhaber.com/HD9983_bessar-esedin-gucunu-hafife-almisiz.html

[6] http://yenisafak.com.tr/Politika/?t=23.03.2012&c=2&i=374082&k=f4

Kaynak: http://www.yakindoguhaber.com/YD327_-dort-asamali-stratejik--hezimet.html

Orman Kanunu ve ‘Hayvanlar Âlemi’
Banu AVAR,
11 Şubat 2012
banuavar@superonline.com



Suriye kurtlar sofrasında peki ya sonra!.. Avcılar ‘av’ olacaksa!

Davutoğlu Amerika’da.. İsrail Dışişleri Bakanı Avi Liberman Amerika’da.. Emperyal odaklar ve onların bölge aktörleri Suriye’yi ve daha sonra İran’ı işgâl planlarını tartışıyorlar…

Pazartesi günü Suriye’yi çökertmek için yeni bir ortaklık kurulacak. Türkiye, Katar ve Suudi Arabistan ortak girişimiyle Suriye üzerine oynanan oyunun 2. perdesi başlayacak. Önümüzdeki birkaç hafta içinde küresel çetenin yazdığı senaryo, ABD ve Avrupa basınında açıkça yeralıyor.. Anlaşılan ABD ve Avrupa’daki kan içiciler ‘diplomatik çözüm’ sakızını çiğnerken, Türkiye ve Körfez ülkelerini Suriye’de aktif göreve çağıracak.. Efendileri ağzını açmadan göreve atlayan bölge uzantıları Libya modelini örnek alacak!

Son günlerde Batı basınında, ABD resmi raporlarında ve siyasi aktörlerin toplantılarında ortaya çıkan ‘hedef ülkeyi çökertme adımları’yla ilgili özet aşağıda:

1. Türkiye ve Körfez ülkelerinin aktif girişimiyle Suriye’ye saldırı başlatılacak.

2. Haçlı orduları (koalisyon güçleri ve NATO) Koruma Yasası (R to P) çerçevesinde oyuna daha sonra katılacak.

3. Beyaz Saray basın sekreterinin açıklamasına göre ‘müdahale’ sonrası İNSANİ YARDIM ekipleri bölgeye girecek. Tampon bölge oluşacak Sözkonusu bölge Hatay Halep arası olacak.

4. Ankara, Riyad ve Doha ‘Hür Suriye ordusu’nun silah mühimmat ve istihbarat olarak arkasında duracak

5. ‘Suriye’nin Dostları’ koalisyonu ABD, Fransa, İngiltere ve Arap Birliği, Birleşmiş milletler Güvenlik konseyi VETO’sunu yok saymış olacaklar. İş oldu bittiye gelecek.

6. İsrail istihbarat sitesi Debka file raporuna göre, Katar ve Suudiler kendi özel birlikleriyle Humus’da zaten yerleşikler. Şam’a sadece 160 kilometre mesafedeler.

7. Türkiye.. Davutoğlu’nun beyan ettiği üzere ‘İnsani yardım koridoru’ için çalışmaları başlattı

8. Türk-Arap silahlı kuvvetleri önce Humus daha sonra da belirlenmiş diğer birkaç yerleşim bölgesine konuşlanacak . Ve Libya’daki gibi işgal tamamlanacak.

9. İşgal ilerlerken İsrail İran’la çatışmaya başlayacak..

10. Bu arada acaba İran, Rusya ve Çin armut mu toplayacak.. Ve unutulan bir nokta, Türkiye başta olmak üzere, ağır baskı ve işkence altında varolma savaşı veren Körfez İşbirliği ülkelerinin vatandaşları acaba Haçlıların yanında mı yeralacak..

11. Batı tarafında savaşan/savaştırılan yönetimlere karşı ayrılıkçı örgütler / mezhepler savaşan ülke topraklarında bağımsızlık ilan edecek

12. Haçlı uç beylerinin yönettiği ülkelerde milli güçler kurtuluş mücadelesine evrilecek!
Son olarak bir alıntı Suriye’den başlayan bu kan kokusunun altında ne var belki biraz daha açıklayıcı olur.. İşte ABD İçişleri Bakanlığı raporu :

‘Suriye küresel ekonomiye girmedi. Özelleştirme programlarına uymadı. Wall Street bankerlerinin hedeflerine uygun davranmadı. Esad, Suriye ekonomisini liberal ekonomiye uydurmadı. Ekonomi devlet denetiminde kaldı.’ (Bkz: http://www.state.gov/r/pa/ei/bgn/3580.htm#econ )

Demek ki esas mesele TEK DÜNYA DEVLETİNE giden yolda Suriye’nin oyun bozanlık etmesi dünya bankerlerinin arzusu hilafına hareket etmesi..

Tüm bu gelişmelerin Suriye’ye ve bölgeye ‘DEMOKRASİ’ getireceğini sanacak kadar zeka özürlüyseniz ve bunun sonrasında Türkiye’yi, bir paylaşım savaşında ‘paylaşılacak bir cephe ülkesi olarak KAN gölüne sürükleyeceğini göremiyorsanız, siz ‘bekleyip görecek’ olanlardansınız!

Kaynak: http://www.guncelmeydan.com/

Bak postacı geliyor: Erdoğan, Obama’nın tebligatını İran’a götürecek



Kore’deki zirvenin ardından Ahmedinecad’la görüşecek olan Başbakan’ın konumunu muhalefet böyle değerlendirdi.

1.5 saatlik görüşme

BaŞbakan Tayyip Erdoğan ve ABD Başkanı Barack Obama, Seul’de düzenlenen Nükleer Güvenlik Zirvesi öncesi bir araya geldi. Ağırlıklı olarak İran ve Suriye konuşuldu. Zirve dönüşü Tahran’a ABD mesajı götürecek olan Başbakan Erdoğan’a muhalefetten öfke yağdı.
Kabul edilir gibi değil

MHP’li Oktay Vural, “Obama’nın postacısı gibi davranması kabul edilebilir değil. Adeta bir tabiiyet ilişkisi içerisinde. Başbakan’ın birileri arasında mesaj alıp götüren Obama’nın arzularını, isteklerini alıp pazarlayan bir konuma düşmesinden ben hicap duyuyorum” diyerek ateş püskürdü.

CIA Başkanı öğretmiştir

CHP’li Atilla Kart da ağır konuştu: Erdoğan, Obama ile görüşmeden önce ne yapacağını CIA Başkanı ile görüşmesinde öğrenmiş olmalı! Türkiye, maalesef Ankara’dan yönetilmiyor. Bunu anlıyoruz görüşmelerden... AKP göreve gelişi sırasındaki misyonunu yerine getirecek adımlar atıyor.

Mektubu elden aldı

Başbakan Erdoğan ve ABD Başkanı Obama, Kore’de 1.5 saat görüştü. Nükleer Güvenlik Zirvesi’nin ardından Tahran’a geçecek olan Erdoğan, Ahmedinecad’a ABD’nin mesajlarını iletecek.

Obama’nın postacısı

Tahran’a gidecek olan Erdoğan’ın, Barack Obama ile İran’ı görüşmesini değerlendiren MHP’li Vural, Başbakan’ın postacı gibi hareket ettiğini söyledi.

Haber: Ceyhun Bozkurt
Başbakan Tayyip Erdoğan ve ABD Devlet Başkanı Barack Obama, Seul’de düzenlenen Nükleer Güvenlik Zirvesi öncesinde bir araya geldi. Görüşmeden sonra ortak basın açıklaması yapan iki lider, Suriye ve İran konusuna vurgu yaptı. Bugün başlayacak zirveden sonra Erdoğan’ın İran’a geçecek olması, görüşmenin zamanlama açısından da kritik önem taşıdığını gösteriyor. Erdoğan’ın Obama’nın mesajlarını Tahran yönetimine ileteceği belirtiliyor. Güney Kore’nin başkenti Seul’de bulunan Grand Hyatt Seoul Otel’de gerçekleştirilen yaklaşık 1.5 saat süren görüşme sonrası yaptığı basın açıklamasında Obama, toplantının büyük bölümünü Suriye konusuna ayırdıklarını, Suriye konusunda ortak çalışmaya devam edeceklerini belirtti. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Seul’de ABD Başkanı Barack Obama ile görüştü. 1.5 saatten fazla süren görüşme sonrası iki lider ortak açıklama yaptı. Konuşmasına “Meslektaşım ve arkadaşım” diye başlayan Obama, görüşmenin büyük bölümünü Suriye’ye ayırdıklarını söyledi. İran’ın da görüşmede gündeme geldiğini belirten Obama, etkin adımlar gerektiğini ifade etti. Obama “İran konusunda ilerleme kaydedildi. İran yükümlülüklerini yerine getirmeli” dedi. Obama, “Suriye konusunda ortak çalışmaya devam edeceğiz. İran’ın nükleer sorunu konusunda kesinlikle ilerleme kaydedilmeli. İran yükümlülüklerini yerine getirmeli. Türkiye’de dini azınlıklar konusunu ele aldık. Ortak noktada olduğumuzu görmek beni son derece memnun etti” diye konuştu. Obama, Erdoğan’ı ABD’ye davet ettiğini kaydetti. Toplantının çok verimli geçtiğini belirten Başbakan Erdoğan da öncelikli olarak Suriye’deki olayları değerlendirdiklerini söyledi. “Suriye konusunda seyirci kalmak mümkün değil” diyen Erdoğan, “İnsani bir görevimiz var. Suriye konusunda üzerimize düşeni yapacağız. Görüşlerimizin örtüştüğünü görmek bizi ayrıca memnun etti” ifadelerini kullandı.

Vicdani görev

Erdoğan şunları söyledi: “Tabii Suriye konusuyla bağlantılı olarak bölgede gerek İran gerekse Rusya Federasyonu ile ilgili, Çin ile ilgili bütün bu konuları da değerlendirme imkanımız oldu. Özellikle de Güney Kore ziyareti dönüşü İran ziyareti ağırlıklı olarak Suriye ile ilgili olacaktır. Dolayısıyla da bu konuda bir değerlendirmenin faydalı olacağı düşüncesindeydim ve bunu da değerlendirdik.” Bu arada, MHP Grup Başkanvekili Oktay Vural, Seul’deki görüşmeye ilişkin YENİÇAĞ’a değerlendirmede bulundu. Vural, “Postacı gibi. Bak postacı geliyor diye Obama’nın postacısı gibi davranması kabul edilebilecek bir konu değildir” dedi.

BOP görevi

Oktay Vural, “Dolayısıyla Suriye’de insanlık görevi diyorsunuz ama öncelikle orada insanların öldürülmemesi temin edecek bir ortamın oluşturulmasına bağlıdır. Maalesef İnsanlık adına orada insanların öldürülmesini sağlıyorlar. Suriye’de insanların birbirini öldürmesinin önünü açıyorlar. Tahrik ediyorlar. O bakımdan yani sırf Obama ile görüşmek için Seul’e kadar gidiyor Başbakan. Adeta bir tabiiyet ilişkisi içerisinde. Türkiye’nin dış politikasını Obama’nın istekleri doğrultusunda ayarlıyor” diye konuştu.

Vural sözlerini şöyle sürdürdü: “Geçenlerde grup toplantısında kişi arkadaşının dinindendir dediği zamanda işte dostum arkadaşım yani bize, milliyetçilere düşman gibi bakıyor. Milliyetçilere düşman gibi bakıyor ama ABD gelince aralarından su sızmıyor. Onların dostu, arkadaşı. Bu kadar kendi insanına yabancı, kendi insanına düşman tavır niye buna mecbur, niye buna mahkum? Bunun ötesinde Başbakan Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı olarak değil de BOP eşbaşkanı görevini devam ettirmek istiyor, bunun için uğraşıyor. Arada şey rolü oynuyor, sanki çok önemli bundan önce İran’la nükleer güvenlik ile ilgili görüşmeler yapıldı, bunlarla ilgili bakıldığı zaman Türkiye Cumhuriyeti başbakanının birileri arasında mesaj alıp götüren Obama’nın arzularını, isteklerini alıp pazarlayan bir konuma düşmesinden ben hicap duyuyorum. Daha şahsiyetli dış politika uygulamak lazım.”

Onların türküsü

Vural, “Böyle bir tabiiyet ilişkisi içerisinde İran ile politikalar geliştirilmez. Türkiye İran ilişkisinin önemi Obama’ya mı bağlı? O bakımdan bizim tarihi dostluğumuz ve ilişkilerimiz ABD’nin menfaatlerinin çok ötesindedir. Adeta Obama üzerinden İran politikası gütmek isteyen birisi Türkiye’nin tarihi olarak bir devlet ilişkilerine ve milli menfaatlerine uygun bir davranış şekli değil. Bu davranış ilişkisi bile tabiiyet ilişkisi olduğunu ortaya koyuyor ve Türkiye’nin milli bir politika takip etmediğine ilişkin bir kanaat komşularında güçleniyor açıkçası. Obama’nın türküsünü çağırıyorlar.”

Türkiye, Ankara’dan yönetilmiyor

Başbakan Tayyip Erdoğan, İran’a gitmeden önceki son durağı Güney Kore’nin başkenti Seul’de ABD Başkanı Barack Obama ile yaptığı toplantıyı eski CHP Genel Başkan Yardımcısı Onur Öymen, değerlendirdi. Öymen, “Başbakan Erdoğan ’Üzerimize düşeni yaparız’ demiş. Bu diplomatik bir laf değil. Üzerimize düşeni yaparız demek, başkalarının bizden beklediğini yaparız demek. Bölge barışı için elimizden geleni yaparız demek başka bu başka” dedi. Öymen şöyle devam etti: “Üzerimize düşen lafı, birisi bize görev verecek biz o görevi yaparız anlamı. ’İran’a gideceğiz, Suriye’yi konuşacağız’ demiş. İran’da konuşulacak daha ciddi konular var.”

Başkalarının çıkarı

CHP Konya Milletvekili Atilla Kart da, “Başbakan Erdoğan, ABD Başkanı Obama ile görüşmeden önce ne yapacağını CIA Başkanı ile yaptığı görüşmede öğrenmiş olmalı” dedi. Kart, “Başbakan, bu anlamda Türkiye’nin çıkarları doğrultusunda değil, birilerinin çıkarları doğrultusunda hareket ediyor. Türkiye Cumhuriyeti maalesef Ankara’dan yönetilmiyor. Bunu anlıyoruz bu görüşmelerden. AKP iktidarı göreve gelişi sırasındaki misyonunu yerine getirecek adımlar atıyor” diye konuştu.

KAYNAK: YENİ ÇAĞ

İstanbul’daki Ulusal Konsey dış güdümlü
27-03-2012


YDH- Suriyeli muhalif gruplardan Demokratik Değişim için Ulusal Koordinasyon Kurulu, İstanbul’da kurulan Ulusal Konsey’i bölgesel güçlerin güdümünde hareket etmekle suçladı.

El Alem televizyonuna demeç veren Heysem Menna liderliğindeki Suriye’de Demokratik Değişim için Ulusal Koordinasyon Kurulu’nun Başkan Yardımcısı Halid İsa, Suriyeli muhaliflerin bir araya gelememesinin en önemli sebeplerinden birinin gruplar arasındaki ideolojik farklılıklar olduğunu söyledi.

Derin ideolojik görüş ayrılıklarına sahip olan muhaliflerin her birinin kendi yönteminde ve ideolojisinde ısrar etmesi sebebiyle muhaliflerin bir araya gelemediğini belirten Halid İsa, bazı muhalif gruplar üzerindeki dış güdüme de dikkat çekerek “Bugün muhalif grupların en temel sorunu uluslar arası ve bölgesel güçlerin bunalımın çözümü ve Suriye’nin geleceği konusunda konsensüse varamamış olmasıdır” dedi.

ABD, Katar, Fransa ve Türkiye’nin girişimiyle İstanbul’da kurulan Burhan Galyun liderliğindeki Ulusal Konsey adlı örgüte de değinen Halid İsa, Heysem Menna ile Burhan Galyun arasında geçtiğimiz aralık ayında Kahire’de varılan; ancak daha sonra İstanbul Konseyi tarafından reddedilen anlaşmaya da atıfta bulunarak “İstanbul Konseyi ile ulusal bir örgütün kurulması için genel anlamda anlaşmaya varmıştık. Ancak Bu anlaşmadan 12 saat geçtikten sonra Türkiye ve Katar gibi bölgesel güçler müdahalede bulundular ve onlar da bu anlaşmadan vazgeçtiler” dedi.

Bazı muhalif grupların yabancı ülkelerden mali destek aldığını belirten Halid İsa, “Bu büyük mali yardımlar, bağımsız yerel muhalif grupların bir köşeye itilmesine sebep olmaktadır” dedi.

Ulusal Koordinasyon Kurulu Başkan Yardımcısı Halid İsa, “bazı bölge ülkeleri, bazı muhalif grupları parasal açıdan, medya açısından ve diplomatik açıdan destekliyor ve bu gruplar üzerinden uluslar arası ve bölgesel planda kendi etkinliklerini genişletiyorlar. Bu muhalif gruplar da Suriye halkını hiç düşünmeyen uluslar arası ve bölgesel güçlerin politikalarını uyguluyorlar” dedi.
http://www.yakindoguhaber.com/

Erdoğan Ahmedinejad zirvesi ertelendi
28 Mart 2012

Başbakan Erdoğan, ile İran Cumhurbaşkanı Ahmedinejad'ın bu akşam planlanan görüşmesi yarına ertelendi.

Dünya Bülteni / Haber Merkezi

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad'ın bu akşam yapmayı planladıkları görüşme yarına ertelendi.

Başbakan Erdoğan'ın programına göre, İran Cumhurbaşkanı Ahmedinejad ile görüşme bu akşam saat 19:00'da bir görüşme yapılacaktı, ancak yarına ertelendi.

Erdoğan, yarın ayrıca İran'ın Meşet kentinde İran'ın dini lideri Ayetullah Ali Hamaney ile görüşecek.

Kara Kuvvetleri Komutanı Kıvrıkoğlu Suriye sınırında
28 Mart 2012



Orgeneral Hayri Kıvrıkoğlu, Kilis'in sınır bölgesinde askeri birlikleri denetliyor

Dünya Bülteni / Haber Merkezi
Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Hayri Kıvrıkoğlu, 2. Ordu Komutanı Orgeneral Servet Yörük ve beraberindeki general ve askeri yetkililerle birlikte helikopterle 2. Hudut Tabur Komutanlığı'na geldi. Kıvrıkoğlu ve beraberindekilere 2. Hudut Tabur Komutanlığında brifing verildi.
Valiliği de ziyaret eden Kıvrıkoğlu daha sonra sıfır noktasında bulunan Öncüpınar 4. Hudut Bölük Komutanlığı'na geçerek, askerlerle birlikte öğle yemeği yedi. Kıvrıkoğlu ve beraberindekiler, Suriye sınırında incelemeler bulundu.
Kıvrıkoğlu'nun denetlemelerde bulunduğu Öncüpınar 4. Hudut Bölük Komutanlığı'nın karşısındaki Suriye tarafında önceki gün Suriye ordusuyla muhalifler arasında şiddetli çatışmalar olmuş, çatışma sesleri Türk tarafından duyulmuştu.



Ekspres gazetesinin ilginç Manşeti: James Bond-Skyfall filminin çekimlerinin perde arkasında Suriye’ye silah sevkiyatı mı var?
27.03.2012



Adana'da yayınlanan Ekspres gazetesi çok ilginç bir manşet haberle bütün dikkatleri üstüne çekti. Mahall'i gazete manşetinden şu soruyu sordu:

"Adana’da, 007 James Bond-Skyfall filminin çekimlerinin perde arkasında Suriye’ye silah sevkiyatı mı var?"

Gazetenin manşet haberi ise daha ilginç ayrıntılar içeriyor:

ÇİLESİ BAŞKA



Kentte bir “James Bond” çilesi yaşanıyor. Bond, filminin çekimleri için her gün on binlerce aracın geçiş yaptığı Kasım Gülek köprüsü trafiğe kapatılıyor. İddialara göre, köprü trafiğe kapatılırken başta İncirlik olmak üzere bazı noktalardan tırlar dolusu silah, komşu ülke Suriye’ye gönderiliyor. Bu arada Adana’da, 6 Mart günü başlayan çekimlerin filme girecek olan toplam dakika sayısı 13.

BOND NEREDE?

Bu arada çekimlerin hiçbir sahnesinde James Bond yok. Peki Bond nerede? Bond’u Adana’da gören de yok duyanda. Sadece çekimler yapılıyor ama Bond yok. Filmin çekimlerinin yapıldığı yerlerden biri de Yakapınar mahallesi. Yakapınar’da ise adım atılan her yerden tarih çıkıyor. Yapımcı şirketin talebi üzerine, aksiyon sahnelerinin çekildiği Kasım Gülek Köprüsü 17-26 Mart tarihlerinde trafiğe kapanmıştı. 5-6 Mayıs tarihleri arasında da bazı saatlerde köprü yine trafiğe kapatılacak. Silah sevkiyatı iddiaları nedeniyle vatandaşlar tepkili ve tedirgin.

YANITINI ARAYAN SORULAR

Özel bir şirketin çekimini yaptığı film için neden İncirlik’teki askeri üsten malzeme getiriliyor? Bu filmin çekimleri için neden özellikle demiryolu kullanılıyor? Tarihi mekanlarda ve demiryolunda yapılan çekimler neden basına kapatılıyor? Peki filmin kahramanı James Bond neden ortalarda yok? Aylarca süren çekimlerin toplamı neden 13 dakika ile sınırlandırılıyor? Bu 13 dakikalık çekim için yolun 3 ay trafiğe kapatılmasının mantığı ne?

Gazetenin nu tespit ve sorularına yetkililerden bir açıklama gelmedi. Herkes garip bir biçimde susuyor...

Habere yorum yapan bir okuyucu ise şunları söylüyor:

hasadanali 27.03.2012 20:33:44
Adanalilarla adeta alay ettiler. Ortada ne bond var ne bok var. Butun amerikayi butun avrupayi Butun dunyayi birakacaklar gelip incirlik baglantili Adana tren garinda on dakikalik filim icin local tren koprusunu bit audit trafige kapatacaksin. Insanlarda bunu yutacak.ekspres gazetesine helal plain diyorum.maskenizi dusurdugu icin.

MBR Haber

'ABD, Türkiye ve Suriye’yi karşı karşıya getiriyor'
28 Mart 2012



İran’ın resmi devlet televizyonu Press TV, ABD’li yazar ve tarihçi Griffin Tarpley’in Suriye’de yaşananlar ve Türkiye’nin bölgedeki rolüne ilişkin bugün bir röportajını yayınladı. Türkiye medyası röportajın zamanlamasında kasıt ararken, açıklamaların içeriğini gözardı etti.

ABD’li yazar ve tarihçi Griffin Tarpley, İran devlet kanalı Press TV ile bir röportaj gerçekleştirdi. Tarpley, röportajında Suriye’deki gelişmeler ve Türkiye’nin bölgedeki rolüne ilişkin önemli açıklamalarda bulundu.

İran'ın resmi kanalı Press Tv'nin Tarpley ile yapılan röportajını Erdoğan'ın İran ziyareti ile aynı güne denk getirmesi, Tarpley'in açıklamalarının içeriği sebebiyle Türkiye'de ana akım medya tarafından "İran'ın provokasyonu" olarak haberleştirildi. Oysa ABD'li tarihçinin söyledikleri büyük ölçüde doğruluk payı barındırıyor.

“Abd, Türkiye ve Suriye’yi karşı karşıya getiriyor”

Tarpley röportajında, Suriye yönetiminin ayaklanmayı temelde bastırdığını ve bunun ABD için yenilgi anlamına geldiğini belirterek, Obama yönetiminin bu yenilgiyi gidermek için Türkiye ve Suriye’yi karşı karşıya getirdiğini söyledi.

“Sayıları şişirip Türkiye’yi gaza getirecekler”

Tarpley ayrıca, Suriye Ulusal Konseyi güçleri, gözlemciler ve Özgür Suriye Ordusu’nun dünyada bir histeri yaratmaya çalışmak için, öldürülen kişi sayısını şişirecekleri ve bunun Türkiye'yi harekete geçireceği yorumunu yaptı.

“Muhalifler dış güçlerce destekleniyor”

ABD'li tarihçi, Suriye’de gerçek bir halk hareketi veya kalkışma yaşanmadığını, yaşananların yüzde 90’ının dış müdahaleler sonucu gerçekleştiğini vurguladı.

Suriyeli muhaliflerin NATO tarafından silahlandırıldığına dikkat çeken Tarpley, Özgür Suriye Ordusu’nda Libya’daki muhaliflerin komutanı Belhac’ın da yer aldığını hatırlattı. Muhaliflere İngiltere, Fransa ve İsrail tarafından destek sağlandığına dair raporların varlığından söz etti.

Suriye’ye karşı emperyalist bir operasyon yürütüldüğünü söyleyen Tarpley, “eğer NATO ve Birleşmiş Milletler bize yardım etmezse” diyen muhaliflerin aslında İsrail’i ülkeye müdahale etmeye çağırdıklarını söyledi.

“Suriye’nin sözde dostları”

Tarpley, Suriyeli muhalifleri içinde barındıran ve 1 Nisan’da İstanbul’da geniş katılımlı bir toplantı yapacak olan “Suriye’nin Dostları” oluşumunu da “sözde dostlar” olarak değerlendirdi.

Tarpley, Rusya Dışişleri Bakanı’nın “bu kişileri Suriye’nin düşmanları olarak diye adlandırmak daha uygun olur” şeklindeki sözlerine katıldığını dile getirerek, “çünkü bu grupların ülkeye getirecekleri bombalamalar, iç savaş ve arkasından çökmüş bir devlet olacaktır” dedi.

“Konferans bir fiyasko olacak”

1 Nisan’da İstanbul’da düzenlenecek Suriye’nin Dostları konferansında bir çeşit koalisyon kurulması için girişimde bulunulacağını söyleyen Tarpley, bunun Irak’ta kurulandan farklı olmayacağını, ardında Irak’takine benzer bir tablo bırakacağını dile getirdi.

70 ülkenin davet edildiği bu konferansa Suriye devleti adına bir katılımcının çağırılmamasının anlamsızlığına işaret eden Tarpley, Çin, Rusya ve Lübnan’ın katılmayı reddettiği toplantının büyük bir fiyasko olacağı yönündeki öngörüsünü dile getirdi.
(soL - Haber Merkezi)

Çin: "Suriye muhalefet
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Cmt Mar 31, 2012 12:17 am tarihinde değiştirildi, toplam 9 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Sal Mar 27, 2012 5:18 pm    Mesaj konusu: Şam Yolcularına Son Çağrı Alıntıyla Cevap Gönder

Şam Yolcularına Son Çağrı
Alihaydar Can
26.03 2012



Bugünkü (26.03.2012) ABD/AKP/Fetullah gazetelerinin manşetleri...

Şer İmparatorluğu ABD’nin başı Obama ile onun İslâm dünyasındaki koçbaşı Erdoğan’ın kapalı kapılar ardında yaptıkları 1,5 saatlik görüşmede “tam bir mutabakata vardıklarını” müjdeliyor (!)...

“İliştirilmiş basın” dediğin böyle olmalı... Efendileri katliama giderken, onları fedakâr kurtarıcılar, hayırsever insanlar olarak göstermeyi becerebilmeli...

Allah var...

Bizimkilerin eline bu konuda kimse su dökemez...

"Mutabakatın konusu" mu?

Türkiye’nin başını çektiği, Katar ve Suudî Arabistan’ın omuz verdiği “Suriye’nin düşmanları”ndan oluşan taşeron tetikçiler birliğinin haçlılar adına Suriyeye’yi istilası...

Bugünkü Aydınlık’ın manşeti her şeyi anlatıyor:




“Obama’ın aslanları Suriye görevinde”... (1)

Başka bir şey söylemeye gerek var mı?

***
Erdoğan Güney Kore’den dönerken İran’a uğrayacakmış...

“Saygıdeğer patronum Obama’nın selâmı var. Biz Suriye’ye dalacaz. Siz sakın kıllık yapmayın... Bi kenarda durup seyredin. Kuzu kuzu sıranın size gelmesini bekleyin” diyecek herhalde...

Ahmedinecad da "Emrin olur yiğenim, sen ne dedin de biz yapmadık” dermiş diye düşünürken...


Yeniçağ’ın manşeti ilişti gözüme:



“Bak Postacı Geliyor: Erdoğan, Obama’nın tebligatını İran’a götürecek”

Bağımsız gazetecilik işte budur...

Yeniçağ’ın Manşet haberi şöyle başlıyor:

[Erdoğan, Obama’nın tebligatını İran’a götürecek.
Kore’deki zirvenin ardından Ahmedinecad’la görüşecek olan Başbakan’ın konumunu muhalefet böyle değerlendirdi.
1.5 saatlik görüşme
BaŞbakan Tayyip Erdoğan ve ABD Başkanı Barack Obama, Seul’de düzenlenen Nükleer Güvenlik Zirvesi öncesi bir araya geldi. Ağırlıklı olarak İran ve Suriye konuşuldu. Zirve dönüşü Tahran’a ABD mesajı götürecek olan Başbakan Erdoğan’a muhalefetten öfke yağdı.
Kabul edilir gibi değil
MHP’li Oktay Vural, “Obama’nın postacısı gibi davranması kabul edilebilir değil. Adeta bir tabiiyet ilişkisi içerisinde. Başbakan’ın birileri arasında mesaj alıp götüren Obama’nın arzularını, isteklerini alıp pazarlayan bir konuma düşmesinden ben hicap duyuyorum” diyerek ateş püskürdü.
CIA Başkanı öğretmiştir
CHP’li Atilla Kart da ağır konuştu: Erdoğan, Obama ile görüşmeden önce ne yapacağını CIA Başkanı ile görüşmesinde öğrenmiş olmalı! Türkiye, maalesef Ankara’dan yönetilmiyor. Bunu anlıyoruz görüşmelerden... AKP göreve gelişi sırasındaki misyonunu yerine getirecek adımlar atıyor.
Mektubu elden aldı
Başbakan Erdoğan ve ABD Başkanı Obama, Kore’de 1.5 saat görüştü. Nükleer Güvenlik Zirvesi’nin ardından Tahran’a geçecek olan Erdoğan, Ahmedinecad’a ABD’nin mesajlarını iletecek.]


Ceyhun Bozkurt’un bu güzel haberinin linki aşağıdadır dilerseniz devamını oradan okuyabilirsiniz. (2)

“Suriye’nin düşmanları” Haçlı-Siyonist patronları adına Suriye’yi istilaya...

“İnsanî yardım koridoru” ve “Tampon bölge” oluşturmak bahanesiyle başlayacaklar...

İsme bakar mısınız?

Duyan da Kızılay, İHH, filan konvoylarlar oluşturup Suriye’ye insanî yardım götürecek sanır...

Halbuki bu, Libya’nın haçlılar tarafından istilası sırasında uygulanan modelin birebir aynı...

Bağımsız bir devletin sınırları içinde “İnsanî yardım koridoru”nu nasıl açaçak, “Tampon bölge”yi nasıl oluşturacaksın?

Askerî birliklerini o ülkenin sınırlarından içeri sokmadan bu mümkün mü?

Değil...

Öyleyse?

Suriye sınırları içinde “İnsanî yardım koridoru ve tampon bölge” adı altında haçlı işbirlikçisi isyancılara sağlam mevziler kazandırmak için oraya asker sokmak demek...

Suriye’ye savaş ilan etmek değil midir?

Tam olarak öyledir...

Bu durumda Suriye buna uygun bir şekilde karşılık vermeyecek midir?

Verirse...

Ülkesi saldırıya uğramış bir bağımsız devlet olarak ...

Nasıl bir karşılık verirse versin haklı olmayacak mıdır?

Olacaktır...

Suriye dediğin ülke yıllardır İsrail’in yanıbaşında varlığını ve bütünlüğünü muhafaza edebilmiş askerî yetenekleri ve yığınakları olan bir ülke değil midir?

Daha da önemlisi...

Şu anda Suriye’nin arkasında durduklarını açıklayan dünyanın üç büyük askerî gücü Rusya Çin ve İran bu pozisyonlarını muhafaza ettikleri sürece...

Suriye topraklarına girmek...

Girecek andavallılar için intiharla eş anlamlı olmayacak mıdır?

Falan filan...

Ne söylesen boş...

Bunlar emir kulu...

“Emir”se, şekil A’da görüldüğü gibi demiri herhalûkârda kesiyor....

Bunlar ne kendi halklarını, ne Suriye halkını, ne de tetikleyecekleri dünya savaşı sonucu kan ve ateş deryası içinde yanıp kavrulacak dünya halklarını düşünmüyor...

Kuyruklarını nereden ve nasıl kaptırmışlarsa. artık...

Aldıkları bir emri ikiletmiyorlar...

İkiletemiyorlar...

***

Ahirzaman işleri işte...

Akıl alır gibi değil...

Ama...

1400 küsûr yıl önce Resullah Efendimiz şöyle buyuruyor ahirzaman müslümanlarından bir zümre için:

"Ümmetimde ihtilaf (Ayrılık , anlaşmazlık , aykırılık , uyuşmazlık) ve iftiraklar (ayrılmalar, dağılmalar) olacak. Bunlardan bir zümre sözlerinde çok güzel, amellerinde (yaptıklarında, eeylemlerinde) çok kötü olacaklar. Onlar)Kur'an'ı okuyacaklar ama, okudukları gırtlaklarından öte geçmeyecek. Onlar okun hedefi delip geçmesi gibi dini terkedecekler, bir daha da geri dönmeyecekler. Onlar insanların ve mahlukatın (diğer varlıkların) en şerlisidirler..." (3)

Artık “Onlar” kimlerse?

Dinlerini herhangi bir dünyevî menfaat uğruna “Okun hedefi delip geçmesi gibi” sür’atle terkedip giden insanların, bundan sonra yapamayacakları hangi kötülük olabilir ki?

O yüzden de “Onlar insanların ve mahlûkatın en şerlisidirler” hükmüne muhataptırlar...

Dikkat edin; sadece “İnsanların” değil “bütün yaratılmışlarrın” en kötülüleri...

***

Bu yazı “Deccaliyet Komitesi”nin emriyle Suriye’yi istilaya hazırlanan “Suriye’nin düşmanları” için yazılmadı.

Çünkü Onlar, yakında çıkacakları "Şam seferi" için valizlerini çoktan hazırladılar. Dönüşü olmayan bu yolculuk için “hücum emri”ni bekliyorlar...

Artık onlara hiçbir sözün faydası yok...

Sözümüz onların medyasının gazına gelip de Suriye’yi fethe(!) hazırlanan saftiriklere...

Uyanın...

Bu lânetli güruhtan kendinizi, evlâdınızı, hısım akrabanızı, sevdiklerinizi, dostlarınızı ve arkadaşlarınızı da uzak tutmaya çalışın...

Çünkü bu gidiş her ne kadar Şam’a doğru gibi görünüyorsa da, o uğursuz sefere kendi rızasıyla katılanların son durağının Gayya Kuyusu olması çok büyük ihtimal...

Bu yüzden iyi düşünün...

“Akıllı olun”...

Dipnotlar:

1-) Aydınlık 26.03.2012, SERHAN BOLLUK/ Yine Kore yine ihanet
[Obama, Erdoğan’ın vereceği tekmili yeterli görmedi herhalde. Seul’deki zirve öncesi dün yapılan görüşmede Genelkurmay 2. Başkanı ile MİT Müsteşarı da bulunmuş.
Tesadüfe bakın. Türkiye’yi Atlantik sistemine sokma sürecini de Kore’den başlatmışlardı.
Devletçe katıldıkları görüşme sonrası Erdoğan, “Suriye’yi seyredemeyiz. Üstümüze düşeni yapacağız” dedi.
“Üzerlerine düşen” ne? Erdoğan onu da, 1 Nisan’da İstanbul’da yapılacak “Suriye’nin düşmanları” toplantısının gündemini açıklarken söylemişti: “Tampon bölge masada”.
Resmi bütünleyen bir olgu daha var. Lübnan sitesi Now Lebanon’un haberine göre, Amerikan Dışişleri Bakanı Clinton 13 Şubat’taki görüşmede Davutoğlu’na “Biz yokuz” demiş. Yokuz dediği “Tampon bölge” işi.
İhale tümüyle Türkiye’de. Daha doğrusu Türk Ordusu’nda. Tampon bölgenin bir askeri harekât olmadan kurulamayacağı açık.] haberin devamı için: http://www.aydinlikgazete.com/index.php?option=com_content&view=article&id=10027:26032012&catid=37:sunus&Itemid=157
2-) Yeni Çağ gazetesi, 26.03.2012, haberin tamamını okumak için: http://www.yg.yenicaggazetesi.com.tr/habergoster.php?haber=65253
3-) Hadis Külliyatı, Kütüb-i Sitte, Fitneler, Derleyen Abdülvahid Metin. http://www.islamyolum.net/


Hamanei: "Suriye'ye yönelik ABD kaynaklı her türlü plana şiddetle karşıyız"
29-03-2012



YDH- İran İslam Devrimi Lideri Ayetullah Seyyid Ali Hamenei, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’la görüşmesinde Suriye’ye yönelik ABD kaynaklı her türlü plana karşı olduklarını söyledi.

İrna haber ajansının bildirdiğine göre Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve beraberindeki heyeti Meşhed kentinde kabul eden İran İslam Devrimi Lideri Ayetullah Hamanei, İran’la Türkiye arasındaki ilişkilerin çok daha fazla geliştirilmesi gerektiğini belirterek “İran İslam Cumhuriyeti, Türkiye ile ilişkilerin geliştirilmesine ciddiyetle inanmaktadır. İki ülke çeşitli meselelerde ne zaman birlikte olmuşsa bu birliktelik İran’ın Türkiye’nin ve İslam dünyasının yararına olmuştur” dedi.

Ayetullah Hamenei, bölgede hassas gelişmelerin yaşandığını belirterek “Allah’ın lutfuyla bölgedeki gelişmeler, şimdiye kadar İslam’ın ve Müslümanların yararına oldu. Bundan sonra da böyle olacaktır” diye konuştu.

Bölgedeki hassas şartlarda en önemli meselenin bağımsız ülkelerin doğru kararlar alabilmesi olduğunu vurgulayan Ayetullah Hamenei, başta Amerika olmak üzere sultacı güçlerin bölge ülkelerine bir araç gözüyle baktığını belirterek Amerikalıların hiçbir milleti bağımsız olarak görmek istemediklerini söyledi ve “Amerikalılar tüm ülkelere bu şekilde davranıyor. Dolayısıyla alınan kararlarda daima İslam ülkelerinin maslahatları göz önünde bulundurulmalıdır” dedi.

İran İslam Devrimi Lideri Ayetullah Seyyid Ali Hamenei, Türkiye yönetiminde İslami eğilimli politikacıların bulunuyor olmasından duydukları memnuniyeti belirterek Türkiye yönetiminde İslami eğilimli politikacıların bulunmasının Amerika ve Batı açısından istenen bir şey olmadığını belirtti ve “Onların Türkiye’nin bu şartlarından rahatsız oldukları ölçüde İran İslam Cumhuriyeti de Türkiye’de iktidarda Müslüman kardeşlerinin bulunmasından büyük memnuniyet duymaktadır” dedi.

Suriye konusuna da değinen Ayetullah Hamenei, İran’ın Suriye’ye yönelik Amerikan kaynaklı her türlü planına şiddetle karşı olduğunu belirtti ve “İran İslam Cumhuriyeti, Suriye’yi Siyonist rejim karşısında direniş hattında yer almasından dolayı savunacaktır ve Suriye’nin iç işlerine yönelik her türlü dış müdahaleye şiddetle karşıdır” dedi.

İran İslam Devrimi Lideri Ayetullah Seyyid Ali Hamenei Suriye ile ilgili olarak ayrıca “İran İslam Cumhuriyeti, Suriye’deki reformları desteklemektedir ve başlatılan bu reformların devam etmesi gerekmektedir” diye konuştu.

Başbakan recep Tayyip Erdoğan da İran İslam Devrimi Lideri Ayetullah Hamenei ile görüşme fırsatı bulmaktan duyduğu memnuniyeti dile getirerek Türkiye ile İran arasındaki tarihi bağlara işaret etti ve bu köklü ilişkileri dikkate alarak özellikle altyapısal alanlarda ikili ilişkileri geliştirmek istediklerini söyledi.

İran ziyaretinde kendisine eşlik eden heyetin Türkiye’nin İran’la ilişkileri geliştirme konusundaki kararlılığını gösterdiğini belirten Başbakan Erdoğan, bölgenin son derece zorlu şartlarla karşı karşıya bulunduğunu ve bu dönemin iyi bir şekilde geçmesini umduğunu söyledi.
http://www.yakindoguhaber.com/



Çin: "Suriye muhalefeti saldırıları durdursun ve müzakerelere başlasın"
30 Mart 2012



Çin, Suriye muhalefetinin müzakerelere başlaması ve saldırıları durdurması gerektiğini bildirdi.

Çin Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Hong Lei, düzenlediği basın toplantısında, Suriye muhalefetine, diyaloğun kurulması ve şiddetin durdurulması için en kısa sürede uygun koşulları oluşturması çağrısında bulundu.

BM ve Arap Birliği’nin Suriye temsilcisi Kofi Annan’ın sunduğu, Suriye yönetiminin kabul ettiği planda ateşkes yapılması da öngörülüyor.

Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esad da dün yaptığı açıklamada, barış planını kabul ettiğini, başarısı için çaba göstereceğini söylemiş, ancak muhalefetin saldırına son vermesi gerektiğini belirtmişti.
haber1001



BRICS liderleri müdahaleye karşı
30 Mart 2012



Türkiye her fırsatta sınır komşusu Suriye’ye müdahaleyi savunurken Brezilya, Rusya, İran, Çin ve Güney Afrika’dan oluşan BRICS ülkelerinin liderleri Suriye’ye dış müdahaleye karşı olduklarını belirttiler

Hindistan'ın başkenti Yeni Delhi'de bir araya gelen Brezilya, Rusya, İran, Çin ve Güney Afrika'dan oluşan BRICS ülkelerinin liderleri, Suriye'de dış müdahaleye karşı olduklarını, İran ve Suriye konularında çözümün sadece diyalogla çözülebileceğini belirttiler. Brezilya Devlet Başkanı Dilma Rousseff, Rusya Cumhurbaşkanı Dimitri Medvedev, Hindistan Başbakanı Manmohan Singh, Çin Devlet Başkanı Hu Jintao ve Güney Afrika Cumhurbaşkanı Jacob Zuma'nın katıldığı zirve sonrası yapılan ortak açıklamada, Suriye'ye yabancı müdahalede bulunulmaması gerektiği ve BRICS ülkelerinin BM Özel Temsilcisi Kofi Annan'a tam destek verdiği belirtildi.

Açıklamada, İran'la nükleer krizin tırmanarak çatışmaya dönüşmesi halinde "feci sonuçlar" doğabileceği ifade edildi. 4'cüsü düzenlenen zirve ile ilgili açıklama yapan Hindistan Başbakanı Manmohan Singh, "Suriye ve İran'da kalıcı çözümün sadece diyalogla sağlanabileceği konusunda mutabakata vardık" ifadesini kullandı. Rusya Cumhurbaşkanı Medvedev ise, Suriye'ye insani yardım yapılmasının ve Kofi Annan'ın üstlendiği görevin önemini belirtti.

Suriye'ye dış müdahale yapılmaması gerektiğini vurgulayan Medvedev, "Kofi Annan göreve başladığından beri Suriye'de normalleşmenin prensipleri belirginleşti. Suriye'ye dış müdahale yapılamaz. Suriye hükümeti ve muhalif güçler, diyaloğu reddeden ve askeri operasyonların düzen sağlayabileceğini söyleyen dar görüşlü bir yaklaşımdansa diyalog kurmaya inanmalıdır" ifadelerini kullandı. Medvedev, Rusya'nın Suriye'de yönetim ve muhalefet arasındaki diyaloğun başarılı olması için çabalarına devam edeceğini belirterek, "BRICS ülkeleri bu konuda fikir alışverişinde bulundu ve Rusya, diğer ülkeleri Suriye'ye insani yardım sağlamaya çağırdı. Rusya zaten Suriye'ye yardım malzemesi sağlıyor" dedi.
Kaynak: http://www.yenimesaj.com.tr/?haber%2C654743%2Fbrics-liderleri-mudahaleye-karsi&fb_source=message

"Suriye'nin Düşmanları"nı protesto eden göstericilere biber gazlı müdahale
1 Nisan 2012







İstanbul’da düzenlenen AB-D emperyalizminin işbirlikçileri ve tetikçilerinin katıldığı "Suriye Halkının Düşmanları" toplantısı protesto gösterilerine de sahne oldu.



Konferansın yapıldığı Lütfi Kırdar Kongre ve Sergi Sarayı’nın yakınlarında toplanan içlerinde Suriyelilerinde bulunduğu kalabalık birgrup , toplantıyı protesto etti.



Göstericiler Polis tarafından biber gazı ve cop kullanılarak dağıtıldı.





Ellerinde Suriye bayrakları ve Devlet Başkanı Beşar Esad resimleriyle Harbiye’de toplanan kadın ve erkeklerden oluşan kalabalık bir grup, Suriye hükümeti yanlısı sloganlar attı.

"Suriye konusunda yapılacak herhangi bir görüşme Suriye topraklarında yapılmalıdır”





Gruptakilerden Enes el Cezayri, Hurriyet.com.tr’ye yaptığı açıklamalarında, toplantı için Suriye’den Türkiye’ye geldiklerini söyledi.

“Biz Suriye’den buraya, bütün dünyaya bizi tek temsil eden kişinin Suriye Devlet Başkanı Esad olduğunu söylemeye geldik. Suriye konusunda yapılacak herhangi bir görüşme Suriye topraklarında yapılmalıdır” diyen el Cezayir, Suriye dışında hiç kimsenin söz hakkını kabul etmeyeceklerini söyledi.

Haber1001
Fotoğraflar: http://fotogaleri.hurriyet.com.tr/

'Suriye, Irak'a benzemez'

Maliki: 'Suriye'deki yönetimin, güç kullanarak devrilmesi imkânsız'
1 Nisan 2012



Irak Başbakanı Nuri El Maliki, ''Suriye'deki yönetim, güç kullanmakla kesinlikle devrilemez'' dedi.

Irak Başbakanı Nuri el-Maliki, Bağdat'ta düzenlediği basın toplantısında, Suriye'deki Esad yönetiminin güç kullanmakla kesinlikle devrilemeyeceğini, Suriye'deki durumun başka yerlerdeki duruma benzemediğini belirtti.

Suriye'deki durumun çeşitli çözüm yollarına ihtiyaç duyduğunu ifade eden Maliki, şöyle konuştu:

''Uluslararası toplum, BM Güvenlik Konseyi ve büyük ülkeler Suriye'deki durumun başka yerlerdeki duruma benzemediğini dile getirmeye başladı. Suriye yönetimini devirmek için güç kullanımına gelince, Suriye'deki yönetim, güç kullanmakla kesinlikle devrilmez. Yönetimin devrilmesinin 2 yıl süreceğini söylemiştik. Aradan 1 yıl geçti. Yönetim yerinde duruyor ve devrilmeyecek, neden devrilmeyecek, sorun, Suriye yönetimi tutunmaya çalışıyor ve direniyor. Muhaliflerde tutunmaya çalışıyor ve direniyor. Her iki taraf silahlı ve sorun devam edecek. Kan akmaya devam edecek. Biz Arap ve Müslümanlar olarak ateşi söndürmeye çalışmalıyız. Bu sorunu kuşatmamız gerekir. Sorun daha da büyüyebilir ve kötü etkileri olacak.''

Maliki, Suriye'deki yönetimin devrilmesinden sonra neler olacağını kimsenin düşünmediğini, kendilerinin bunu düşündüğünü, Arap ve Müslüman olmaları hasebiyle bunu düşünmeleri gerektiğini kaydetti.

Nuri El Maliki, Suriye'deki sorunun büyümesi halinde Irak, Ürdün, Suriye, Lübnan, Türkiye, Filistin ve tüm bölgeye hatta bu sorunun güç kullanılarak çözülmesinden yana olan ülkelere olumsuz yansıyacağını söyledi.
haber5

Irak: Suriye’nin Dostları” toplantısına katılma niyetimiz yok
31-03-2012



YDH- Arap Birliği dönem başkanlığını devralan Irak, 1 Nisan’da İstanbul’da yapılacak “Suriye’nin Dostları” toplantısına katılmayı düşünmediğini açıkladı.

İrna haber ajansının bildirdiğine göre Irak Başbakanı Nuri el-Maliki’nin siyasi danışmanı Ali el-Musevi, Bağdat’ın İstanbul’da yapılacak “Suriye’nin Dostları” toplantısına katılmaya niyetinin olmadığını açıkladı.

Gazetecilere açıklamada bulunan Ali el-Musevi, Arap Birliği dönem başkanlığını devralan Irak’ın Suriye konusunda mutedil bir tutum izlemek istediğini söyledi.

Irak Başbakanı Nuri el-Maliki’nin siyasi danışmanı Ali el-Musevi, Bağdat’ın Suriye konusunda başından beri arabulucu rolü oynadığını ve çatışmaların durdurulmasından yana olduğunu söyledi.

Amerika, Fransa, Türkiye, Katar ve Suudi Arabistan’ın öncülük ettiği “Suriye’nin Dostları” grubu ilk toplantısını 24 Şubat’ta Tunus’ta yapmış; ancak Suriye’ye müdahalede bulunma veya muhalifleri silahlandırma yönünde resmi bir karar alamamıştı.

Birleşmiş Milletler ve Arap Birliği’nin Suriye Özel Temsilcisi Kofi Annan’ın Suriye’deki sorunun siyasi yollarla çözümünü öngören girişiminin BM Başkanlık bildirisiyle desteklenmesi, Arap Birliği ile Batılı ülkelerin Suriye Cumhurbaşkanı Beşşar Esed’in çekilmesini öngören planının başarısızlığının bir sonucu olarak değerlendiriliyor.

Bir süre önce de Lübnan, İstanbul’da 1 Nisan’da yapılacak toplantıya katılmayacağını açıklamıştı.

Kaynak: http://www.yakindoguhaber.com/

Suriye'nin İstanbul'daki işbirlikçiler toplantısı hakkındaki resmî görüşü
01.04.2012



Suriye yönetiminin yayın organı konumundaki El Baas gazetesinin birinci sayfasında yer alan baş yazıda konferans, "daha fazla Suriyelinin öldürülmesinin yollarını aramaya, toplumu ve devleti sabote etmeye ve Suriye'yi zayıflatma genel amacına doğru hareket etmeye yönelik bölgesel ve uluslararası bir komplonun parçası" olarak nitelendirildi.

Gazete toplantıyı "Suriye'nin düşmanlarının platformu" sözleriyle tanımlarken, Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Suud El Faysal'a da sert eleştiriler yöneltildi.

Gazete, geçtiğimiz günlerde, Suriye'de muhalefetin silahlandırılmasının bir görev olduğunu söyleyen Faysal'ı, "Ülkeyi kan gölüne çevirmek için teröristleri teşvik etmek"le suçladı.

Gazete, "Sadece naif ve ABD'nin gözünden bakanlar bu toplantının Suriye halkının dostlarının toplantısı olduğuna inanır" ifadesini kullandı.

ERDOĞAN'A ELEŞTİRİ

İstanbul'daki toplantının başlamasının ardından salondan görüntüler geçen Suriye devlet televizyonu da Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın konuşmasını eleştirdi.

Haberde, "Erdoğan Suriye halkının çıkarlarından bahsediyor ve ülkemizde suç işleyen teröristlere ev sahipliği yaptığını unutuyor" denildi.

Toplantıyı "Suriye'yi güçsüzleştirmeye çalışan ve Washington, Paris, Londra ve Tel Aviv ile işbirliği yapan bir ülke haline getirmeye çalışan uluslararası bir girişim" olarak nitelendiren kanal, Katar Başbakanı Şeh Hamad bin Yassem'i de "teröristlere silah ve para vermek"le suçladı.
Kaynak: FREE SYRİA FOREVER BASHAR AL-ASSAD ( Suriye Bağımsızdır Bağımsız Kalacak)

Suriye Krizi Konusunda Hizbullah'ın görüşü: "Suriye'deki sorunun tek çözümü diyalog ve reformlardır"
01.04.2012

Hizbullah'ın lideri Nasrallah, yaptığı konuşmasında Suriye konusuna değindi.

Suriye'deki krize ilişkin çözüm önerilerine dikkat çeken Nasrallah, şunları söyledi: Suriye konusu, Lübnan’da olduğu gibi uluslararası düzeyde de önemli bir yer kaplamakta. Dün, Brüksel’de bir zirve vardı. Bağdat’taki Arap Birliği Zirvesi ve Tahran’daki İran-Türkiye zirvesinde de Suriye konusu ele alındı. Bu tabiidir. Çünkü, Suriye’de meydana gelecek olayların bölgeye yansımaları olacaktır. Bu noktada özetle şunları söylemek istiyorum:

Suriye’ye dış müdahale, gerçekten de tehlikeli olacaktı. Tehlikeli sonuçları olacaktı. Bugün dış müdahale ihtimali ciddi bir şekilde geriledi. Amerikalılar uzaktan bunu işaret ediyorlar ama gerçekleştirmekten de acizler. Çünkü onlar, Irak’tan hezimete uğrayarak çıktılar. Suriye’ye Arap Barış Gücü gönderilmesi önerisi de geriledi. Suriyeli muhaliflerin silahlandırılmasının yaratacağı tehlike de gayet açık. Şuana kadar muhalifleri silahlandırma seçeneğini üstlenen olmadı. 2, 3 ya da 4 devlet, muhaliflerin silahlandırılmasını istiyor.

Suriye’deki rejimi askeri seçenekle devirme girişimi, sona erdi ve geriledi. Uluslararası toplumun duruşunun sebebi, meydandır. Suriye muhalefeti, rejimi devirmekten acizdir. Evet, muhalefet bazı köyleri ele geçirebilir, bir tuğgenerali öldürebilir, bomba yüklü araç gönderebilir, intihar saldırısı düzenleyebilir. Fakat bütün bunlar rejimi deviremeyecek. Bu yöndeki beklenti, boştur.

Ve dünya şimdi, Suriye’de siyasi çözümü talep etmeye başladı. Bizim, ilk günden beri çağrımız da buydu. Fakat bazıları, siyasi çözümden söz ederken, rejim devrilmesini şart koştular. Bazı muhalifler, diyalogun şartının Beşşar Esad’in görevini bırakması olduğunu söylediler. Bugün, Arap Birliği ve Birleşmiş Milletler’in temsilcisi Kofi Annan’ın gelişiyle birlikte, muhalefetle rejim arasında diyalog çağrısı yapıldı. Bizim, ilk günden itibaren söylediğimiz de buydu. Suriye rejiminin ciddi bir diyaloga hazır olduğunu söylemekteydik. Bugün, rejimle muhalefet arasında diyalog ve reformların hayata geçirilmesi önerilmekte. Suriye’deki sorunu çözecek olan da bu yöntemdir.

Bugün, Suriye'deki sorunun tek çözümü var: diyalog ve reformlardır. Bunun dışında başka bir yol yok. Bunun dışındaki başka yol, ne Suriye'nin ne halkının ne de Filistin'in maslahatınadır. Tam aksine İsrail'in maslahatınadır, bölgenin tamamında kaosun hakim olmasını isteyen Amerika'nın maslahatınadır."
haber1001

"Hayat normale döndüğünde ordu kentlerden çekilecek"
31-03-2012



YDH- Suriye Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Cihad Makdisi, güvenlik güçlerinin hayat normale döner dönmez kentlerden çekileceğini açıkladı.

Suriye devlet televizyonuna açıklamada bulunan Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Cihad Makdisi, Suriye’de rejimi devirmeyi amaçlayan mücadelenin artık bittiğini, bundan sonraki mücadelenin ülkede güvenlik ve istikrarı sağlama mücadelesi olduğunu söyledi.

Cihad Makdisi, kentlere güvenlik ve barışın hakim olduğu zaman artık güvenlik güçlerinin varlığına gerek kalmayacağını belirterek “Suriye ordusu kentlerde bulunmaktan hiçbir zaman memnuniyet duymadı. Güvenlik ve istikrar sağlanır sağlanmaz hiç kuşkusuz ordu da kentlerden çekilecek. Çatışmaların olduğu bölgelerde hayat normale döndüğünde, vatandaşlar çocuklarını okullarına gönderebildiğinde güvenlik güçleri de bu bölgelerden ayrılacak” dedi.

Suriye’de silahlı grupların varlığının Arap Birliği’nin gözlemcileri tarafından da teyit edildiğini hatırlatan Makdisi, sorunun siyasi çözümünün ve reformların silahlı gruplar tarafından engellendiğini söyledi.

Dünyadaki tüm ülkelerden baskı ve dayatma değil, ülkede reformların gerçekleştirilmesi ve istikrarın sağlanması için destek beklediklerini belirten Makdisi, “Eğer hedef, güvenlik ve istikrarın sağlanması ve reformların gerçekleşmesi için yardım etmekse Suriye yönetimi bu yardımları memnuniyetle karşılamaktadır” diye konuştu.

Suriye yönetiminin şu an kendisine karşı olan Batı dünyası ile diplomatik bir mücadele içerisinde olduğunu belirten Makdisi, BM ve Arap Birliği Suriye Özel Temsilcisi Kofi Annan’ın Şam’ın müttefiklerinin tutumunu güçlendiren girişiminin kendilerinin lehine olduğunu söyledi.
Kaynak: http://www.yakindoguhaber.com/

HERŞEYİ ANLATAN FOTOĞRAF!
Yıldıray Çiçek
2012-04-02



Bazen bir fotoğraf karesi sayfalarca yazıdan daha çok şey anlatır.Bu fotoğraf karesi de birçok şey anlatıyor. Yüzeysel görünen Recep Tayyip Erdoğan ile Ahmedinejat'ın dost gibi el ele tutuşması ama her ikisinin düşüncesi o anda başka bir alemde…
Recep Tayyip Erdoğan bir taraftan samimi görünmeye çalışarak "Obama'nın mesajlarını tam iletebildim mi acaba?" diye düşünüyor. Ahmedinejat ise daha da düşünceli ve derinlere dalmış bir şekilde "Bu adam kimin elini tutsa, kiminle kucaklaşsa, kime mesaj vermeye gelse, kiminle dost gibi görünmeye çalışsa o kişilerin başına muhakkak bir felaket geliyor" diye çok kaygılı, tedirgin bir bakış ortaya koymuş…
Recep Tayyip Erdoğan Afganistan, Irak, Libya, Mısır, Tunus, Suriye üzerinde ABD tarafından verilen her görevde BOP Eşbaşkanlığını eksiksiz yerine getirmenin ve yeni kurban Ahmedinejat'a musallat olmanın mutluluğunu yüzüne yansıtmış ama Ahmedinejat bakışlarıyla kendi akıbetinin ne olacağını düşündüğünü çok net göstermiş…
Ahmedinejat'ın kafası çok karışık.Türkiye'yi yönetenlere bir taraftan tavır almaya çalışırken diğer taraftan da onları ABD-İsrail ile hareket etmemesi adına uyararak ilişkiyi sıcak tutmaya çalışıyor.İran ,Suriye'yi de kurban vermemek için mesajlar veriyor,taktikler geliştirmeye çalışıyor. Suriye bir nevi İran'ın kalesi durumundadır. Orası aşıldıktan sonra doğal olarak yoğunlaşılacak hedef olarak kendisini görüyor.
Ahmedinejat'ın, Başbakan Erdoğan'ın Tahran'a geldiği ve görüşmenin yapılacağı ilk gün hastalığını bahane ederek görüşmemesi bir tavır olarak algılandı. İran'lı yetkililerin sık sık emperyalizm karşısında dikkatli olunması yönündeki uyarıları da aradaki soğukluğun bir işaretedir. Çünkü uyardıkları kişi hem komşu ülkenin Başbakanı hem de aynı zamanda ABD'nin BOP Eşbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan…
Son aylarda İran'lı yetkililerin defalarca Türkiye'yi ABD-İsrail hizmetçisi olmakla itham edip, tehdit etmesi zaten durumun hangi noktada olduğunu göstermektedir.
AKP'nin ABD-İsrail güdümündeki politikaları, Ortadoğu Bölgesi'ndeki tüm ülkeler üzerinde tesirini göstermektedir.
Recep Tayyip Erdoğan , bölgede hangi devlet başkanına "Dostum, kardeşim" diye sarıldıysa ABD'nin talimatlarıyla birlikte onlara anında sırtını dönmüş, onların devrilmesi, öldürülmesi için elinden gelen tüm gayreti sergilemiştir.
İran konusunda da tutumu bu şekildedir. Malatya'ya yerleşen "Füze Kalkanı" ve kurulan askeri üs, İran'a karşı yapılan hazırlığın ve ABD-İsrail taşeronluğunun net fotoğrafıdır.İran bu durumun farkında olarak, Türkiye'yi tehdit etme cüretinde bulunmaktadır.
Suriye üzerindeki tezgahlar, planlar, baskılar her geçen saniye artış göstermektedir.Türkiye'yi yönetenler ise Suriye konusunda herkesten çok koşturmaktadır. Suriye ele geçirildikten sonra İran'a sıra gelecektir.
AKP iktidarı ,İran ve Suriye üzerinde ortaya koyduğu çalışmaları, Türkiye'nin kendi iç meselelerinde bile yapmamaktadır.
Türkiye büyük bir felakete doğru sürükleniyor. Ama hala bu ülke "Dünya Lideri" masalarıyla uyutulmaya devam ediyor.Bu masal, dünyayı başımıza yıkacak ama tiyatrocu iktidar uyutmaya hala devam ediyor.

Kaynak: http://www.ortadogugazetesi.net/makale.php?id=10579

Suriye'deki isyancılar Haçlıların resmen paralı askeri oldu
02.04.2012



İstanbul'da yapılan "Suriye'nin Düşmanları" toplantısında Suriye'de yönetime karşı isyan eden isyancılara maaş bağlanacağı açıklandı.

Haçlı işbirlikçisi Suriye Ulusal Konseyi (SUK), İstanbul'da düzenlenen "Suriye'nin Düşmanları" toplantısında saf değiştiren Suriyeli askerlere de para ödeneceğini bildirdi.

Delegeler, bu paranın AB_D emperyalizmi adına işbirlikçi Körfez ülkeleri tarafından ödeneceğini söyledi.

Bu amaçla haçlı işbirlikçisi Suriye Ulusal Konseyi'ne her ay milyonlarca dolar gönderileceği belirtiliyor.
haber1001

Suriye'nin BM Temsilcisi Caferi: "Türkiye Suriye'nin egemenliğini ihlal ediyor, bu savaş savaş ilanıdır"
4 Nisan 2012


Suriye'nin Birleşmiş Milletler (BM) Daimi Temsilcisi Beşar Caferi, İstanbul'da düzenlenen "Suriye Halkının Düşmanları" toplantısını sert dille eleştirdi.

Beşar Caferi, "Türkiye'nin komşu bir ülkenin egemenliğini ihlal etme amaçlı bir toplantıya ev sahipliği yaptığını ve bunun savaş ilanı sayılacağını" söyledi.

Suriye resmi haber ajansı SANA'nın bildirdiğine göre, Caferi, BM'de düzenlediği basın toplantısında, "(Kofi) Annan başından itibaren Suriye yönetimiyle tek sesle konuşmak istediğini söylemişti. Fakat görünen o ki bazıları paralel yollar oluşturup sesini kısmaya çalışıyor. İstanbul'da düzenlenen Suriye'nin düşmanları toplantısı da bunun en iyi örneğidir" dedi.

Caferi, İstanbul'daki toplantının, BM-Arap Birliği Suriye özel temsilcisi Annan'ın misyonuna aykırı olduğunu ve bu misyonla çeliştiğini söyledi.

Caferi, Türk hükümetinin Suriye'ye karşı "düşmanca bir politika" izlediğini ifade ederek, "Türkiye'nin komşu bir ülkenin egemenliğini ihlal etme amaçlı bir toplantıya ev sahipliği yaptığını ve bunun savaş ilanı sayılacağını" belirtti.

Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar'ın da Annan planına bağlı kalması gerektiğini söyleyen Caferi, "planın aynı zamanda Suriye'nin egemenliğini ihlal etmeye ve BM Güvenlik Konseyi'nde tanınmayan paralel yollar yaratmaya çalışanlar için de geçerli olması gerektiğini" ifade etti.
haber1001

Rusya: Suriyeli muhalifleri silahlandırmayın
4 NİSAN 2012



Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov Suriye muhalefetinin "tepeden tırnağa silahlansa bile Suriye ordusunu hiç bir zaman yenilgiye uğratamayacağını" söyledi.
Lavrov Batı ve Arap ülkeleri askeri müdahelede bulunur ve muhalifleri silahlandırırsa yıllarca katliam yaşanacağınıda kaydetti.

Körfez ülkeleri Pazar günü İstanbul'da yapılan toplantıda Özgür Suriye Ordusu adlı grubun savaşçılarına maaş ödemeyi kabul etmişlerdi.

BBCT

Numan Kurtulmuş: "Suriye meselesi, Türkiye'ye karşı kurulmuş çok önemli bir tuzaktır"
05 Nisan 2012



HAS Parti Genel Başkanı Numan Kurtulmuş, İstanbul Şehir Üniversitesi'nde düzenlenen ''Medeniyet Krizi ve Çıkış Yolları'' başlıklı konferansta yaptığı konuşmada Suriye meselesime de değinerek şunları söyledi:

- ''Şu günlerde devam eden Suriye meselesi, Türkiye'ye karşı kurulmuş çok önemli bir tuzaktır. Eğer Türkiye, Suriye meselesine doğrudan doğruya müdahil olursa, yeni kaldırmış olduğu etrafındaki çelik duvarları yeniden kurar ve içine kapanır'' dedi.

Suriye'deki durumun Mısır ve Libya'ya benzemediğini söyleyen Kurtulmuş, ''Suriye'deki kavgadan Esed'in yönetimi bırakacağını garanti altına alan bir barış süreci işletilebilir. Batı, Suriye konusunda Türkiye'yi sattı. Suriye meselesi ile ilgileneceksek orada Rusya, onun arkasında da Çin diye bir ülke var. Türkiye, Suriye meselesini 'kendi gücümle çözerim' zannetti'' dedi.
MBR Haber

Suriye Meselesi Artık İran Meselesidir
Bülent ESİNOĞLU
5.4.2012

Tayyip Erdoğan’ın Güney Kore’nin başkentinde, Obama ile yaptığı görüşme, hem Amerika, hem de Amerika ile kaderini bütünleştirmiş AKP için, kader niteliğinde bir görüşmedir.

Amerika’dan son tehdidin geleceğini anlayan Ahmedinecat, önce Erdoğan ile görüşmek istememiş, Erdoğan’ın ısrarı sonunda, görüşme ancak bir gün sonra gerçekleşmiştir. Bu görüşmede, Amerika İran’ı son kez tehdit etmiştir.

Tehdidi ileteninde, tehdidi yapanın yanında olduğunu bilen İran, Türkiye’ye karşı sertleşmeye başlamıştır.

İşaretler şunlardır.

.Türkiye Cumhuriyetinin Başbakanını bir gün bekletmek, diploması dünyasında az görülen bir durumdur.

. Suriye’ye olan desteğinin artarak devam edeceğini, İran, Türk tarafına bildirmiştir.

. Suriye’nin Dostları adı altında, Suriye’nin Haçlı Düşmanlarının, İstanbul’da toplanmış olmasını, sert bir dil ile eleştirmiştir.

. Türkiye’nin, Amerika’nın emirleri doğrultusunda, İran’a petrol ambargosu uygulayacağını bildirmesi, İran’ı da, Türkiye’ye karşı tedbirler almaya yöneltmiştir.

.İran’ın Suriye’ye yapılacak bir müdahalede, Suriye’nin yanında olacağını açıklaması, Erdoğan’ı Suriye müdahalesi konusunda elini soğutmuştur.(Amerika’nın planına göre, Türkiye, önce Suriye’ye girecek, seçimlerinden sonrada, Amerika İran’a hava saldırısı yapacaktı.)

.İran ile (5+1) ülkelerinin nükleer enerji konusunda yapacakları görüşmelerin İstanbul’da yapılmayacağı, İran tarafından resmen açıklanmış olmasıdır. Üslup da oldukça yadırgatıcıdır.

.Bunlardan daha önemlisi, Amerika, İsrail ve Yunanistan’ın bölgede yaptığı askeri tatbikat sırasında, Malatya’daki Küreçik Amerikan Üssünden gemilerin haberleşme yardımı almış olmasıdır.

Amerika, bugün yaptığı bir açıklamada, Suriye’nin muhaliflerine istihbarat desteği vereceğini açıklamış bulunuyor.

Amerika, İran’ın Amerikan dolarını, diğer ülkeler ile yaptığı alış-verişte kullanmaması, Amerika’yı çileden çıkarmaktadır. Daha fazla dolar basmasını engellemekte, sömürü alanlarını tıkamaktadır.

Amerika Suriye’yi vurmasa bile, İran’ı vurmakta kararlıdır. Pazarını genişletmesi, yeni ham madde ve enerji alanlarına ulaşmasının önünde, İran büyük engel teşkil etmektedir.

Yaşananlara böyle baktığımızda, mesele artık Suriye meselesi değildir. İran meselesidir.

Peki, bizim kaderimiz, Amerika’ya uşaklık etmek midir?

Amerika komşularımızı bize düşman ederek, bölgede Türkiye’den de bir parça kopararak, Büyük Kürdistan’ı kurup, içine de üslerini yerleştirip, bize harabe bir bölge bırakacak, biz de Amerika’ya bu işleri yapmasında uşaklık edeceğiz.

Peki, bu bir kader midir?

Hayır.
(..)
bulentesinoglu@gmail.com
Kaynak: http://www.guncelmeydan.com/



SURİYE MÜLTECİ ÇADIRLARINDA NELER OLUYOR
08.04.2012



"Gelenlerden sadece yüzde 20’si Esad hükümetinden kaçtığını söylüyor. Diğerlerine bazı vaatlerde bulunulmuş ve öyle gelmişler. Hiçbiri kaçmış gibi değil, yanında güvercinlerini getirenler bile var."

Tayfun Talipoğlu, Suriye’li mültecilerin kaldığı Boynuyoğun kampında röportajlar yaptı. 5 Nisan günü TV8’de yayınlanan Haber programına katılan Talipoğlu’nun çarpıcı açıklamalarından bazı satırbaşları şöyle:

-“Suriyeli’lere kurulan kamp, deprem kapmları dahil olmak üzere bugüne kadar gördüğüm en iyi kamp. Çarmaşırlıklardan, okula, meslek kurslarından spor alanlarına kadar her şey var. Tatil köyü gibi...

-Gelenlerden sadece yüzde 20’si Esad rejiminden kaçtığını söylüyor. Diğerlerine bazı vaatlerde bulunulmuş ve öyle gelmişler. Hiçbiri kaçmış gibi değil, yanında güvercinlerini getirenler bile var.

-Askerlerimiz kampta silahsız nöbet tutuyorlar. Dışişleri görevlileri de her ihtiyacı karşılamaya çalışıyor. Ama buna rağmen en ufak bir talepleri karşılanmadığında oturma eylemi yaparak devlet görevlilerini şikayet etmekle tehdit ediyorlar. Biraz sinirlenince “Bana Başbakan Erdoğan’ı bağlayın” diye bağırıyorlar.

-Konuştuğum bir Suriye’li bana, ‘ne söylememi istiyorsan onu söyleyeyim’ dedi. Yani bizim dünya medyasından duyduğumuz birçok bilgi doğru değil.

-Suriye’de baskı ve ayrımcılık gördüğünü söyleyenler, ‘nasıl’ ya da ‘size tam olarak ne yaptılar’ diye sorduğumda cevap alamıyorum. Kimse belirli bir olay anlatmadı. Bir tanesi, ‘kendisinin sünni olduğunu, askerdeki komutanın da Alevi olduğunu, birgün kendisinden bir bardağı yıkamasını istediğini, kendisinin de bunu reddedince Alevi komutandan bir tokat yediğini’ anlattı. Bu nedenle kalkıp Türkiye’ye gelmiş.

-Devletin kendilerine verdiği battaniye soba gibi eşyaları para karşılığında satıyorlar.

-İçlerinde çatışmalara katılmış çok az sayıda insan var, diğerleri iş, para ve vatandaşlık vaatleri ile gelmişler.

-Şu ana kadar 20 milyon TL para harcanmış. 20 Trilyon yani... Şu anda bu Suriye’lilere bir de kart dağıtılıyormuş. Harcama yapmaları için, belli limitleri olan kredi kartı türü kartlar bunlar...

-Türkiye bu Suriye’li göçmenlere burada kaldıkları müddetçe bakmak zorunda, her ihtiyaçlarını karşılamak zorunda.

Bunları dinleyince, Van’daki deprem çadırlarını ve oradaki yurttaşlarımızı da düşününce insanın Suriye’li mülteci olası geliyor.

Tayfun Talipoğlu’nun naklettiği en önemli gözlemi, bu gelenlerin bir çoğunun bir çatışmadan, ölüm tehdidinden kaçıyormuş gibi bir hallerinin olmamasıydı.

Soru şudur: Bu insanları kimler, ne vaatlerle, hangi projeler için buralara getirdi?

Kaynak: Odatv

İşbirlikçi medyanın Suriye yalanları
Oğuz Gürses
08/04/2012


Emperyalist işbirlikçisi medya bizim algılarımızı değiştirmek için gece gündüz aralıksız olarak yalan haber imal ediyor.

Bu haberlerin yalan olduğu işbirlikçi olmayan gazeteciler tarafından anlaşılıp bilinse de, her gün kesintisiz olarak bu yalan bombardımanına maruz kalan halk, Suriye yönetimini ancak savaşla yok edilebilecek azgın bir zulüm idaresi olarak algılamaya başlıyor.

Ve yakında önce kendi evlatlarının kurban edileceği kanlı bir savaşı meşru görebilecek bir kıvama getirilmeye çalışıldığını anlayamıyor.

Bu çok pis, çok kahpece bir tezgâh..

Biz böyle bir tezgâha bundan yüzyıl önce de gelmiş, girmememiz gereken bir savaşa girmiş ve bu savaşın sonunda milyonlarca evlâdımızla birlikte koca bir imparatorluğu da kaybetmiştik...

Bugünkü durumda neredeyse 100 yıl öncesinin aynı...

Başımızda emperyalizmin emir ve direktiflerini uygulamayı büyük siyaset zanneden gafil bir iktidar partisi...

Dünya'nın bugüne kadar görmediği çapta kanlı bir savaşa doğru en önde koşuyor...

Riske sadece onlar girse ne gam...

Velâkin ateşe sürülen biziz ve bizim evlâtlarımız...

Bu gidişin sonu tam bir felaket...

Ama...

Başımızdaki hükümet, ordumuzun AB-D emperyalizminin çıkarları için adeta "bir mayın eşeği" gibi, Suriye'ye itilmesini durdurmayı beceremediği gibi, bunu meşru bir şeymiş gibi göstermeye çalışarak çanak da tutuyor...

Bizim Suriye'yi AB-D emperyalizminin öncü kolu olarak istilaya kalkışmamızın ahlâkî, siyasî, iktisadî ve askeri hiçbir meşru gerekçesi yoktur.

Tam tersi böyle bir istilâ bizi her yönden ağır zararlara uğratacaktır...

Bu İstilâ, Suriye ile sınırlı kalmayacak: ardından veya eş zamanlı olarak Lübnan ve İran'a da yönelecek...

Bu durumda bir dünya savaşına dönüşecek ve dünya kan ve ateşe boğulacaktır...

En sonunda da sıra Türkiye'ye illâki gelecektir.

Çünkü hedef Nil'den Fırat'a Büyük İsrail/Vaadedilmiş topraklar"ı BOP'un merkezi yapmaktır...

BOP?

Büyük Ortadoğu projesi...

Deccaliyet Komitesi'nin, dünyayı tamamen istilâ ettikten sonra kuracağı "Dünya imparatorluğu"nun yönetim merkezi...

Plân budur...

Bu plânın amacına ulaşıp ulaşamayacağı ayrı bir yazı konusu...

Fakat..

Bu kanlı plân, başımızdaki hükümet sayesinde Afganistandan Libya'ya kadar geniş bir coğrafyada Müslüman kanı akıta akıta, İslâm topraklarını yaka yıka bugüne kadar hedeflerine ulaştı...

Suriye saldırısı plânın son aşamasının başlangıç hamlesi...

Gaza gelmeyin...

Emperyalizmin medya yalanlarına kanmayın...

Üzerinde çalıştığımız bir başka yazımızda detaylı olarak ele almak istediğimiz bu önemli konuyla ilgili olarak...

Suriye konusunda algılarımızla ne kadar sinsi ve insafsız bir biçimde oynandığının net olarak gösteren iki ayrı gazetede bugün(08.04.2012) çıkan aynı konudaki iki ayrı haberi dikkatlerinize sunuyorum...

İsterseniz önce şu haberlere bir bakın ve bu haberlerle ilgili videoları internetten izledikten sonra...

Algılarınızın işbirlikçi medya yalanlarıyla bozulmuş ayarlarını eski haline getirin...

Gerisini -vaktimiz olursa ve o vakitte halâ konuşulacak bir şey kalmışşa- sonra konuşuruz:

El Cezire'nin Suriye'yle imtihanı (*)

Bir yılı aşkın süredir muhalefet ve ordu arasında çatışmalara sahne olan Suriye’yle ilgili haberler akıllara 1997 yapımı ‘Başkan’ın Adamları’ filmini getiriyor. Dustin Hoffman ve Robert de Niro’nun başrolü paylaştıkları film, bir ABD başkanının ülkede milliyetçiliğin yükselmesini sağlayarak başkanlık seçimini kazanmak amacıyla Avrupa’da hayali bir savaş yaratma hikâyesini konu alıyor.

Kuşkusuz medya propaganda aracı olarak bugüne kadar siyasilere birçok hizmet sundu. Ama Suriye’yle ilgili medya savaşı, gazetecilik alanında uzun süre tartışılacak örnekler içeriyor.

Youtube’da bir süredir çok izlenen bir video var. Görüntülerde El Cezire’nin çeşitli tarihlerde yayımladığı haberlerde askerlerin barışçıl gösterilere ateş açması sonucu öldüğü belirtilen isimler, devlet televizyonuna çıkıp “Biz yaşıyoruz” diyorlar. Bir süre önce kanalın Humus’taki çatışma haberleri için muhabir Halid Ebu Salih’in küçük bir çocuktan yaralı taklidi yapmasını istediğini gösteren ham görüntülerin ortaya çıkması olay yaratmıştı. Suriye yönetimi de, aylar önce El Cezire’nin Katar’da kurduğu stüdyolarda çektiği görüntüleri Suriye’deki çatışmalar diye gösterdiğini iddia etmişti.

Bitmeyen mezhep mücadelesi

Peki El Cezire’nin Suriye’yle ne gibi bir derdi olabilir? 1996’da yayın hayatına başlayan El Cezire, Katar Emirliği tarafından kurulmuş bir kanal. Suriye haberlerini takip edenlerin bileceği üzere Katar Şam karşıtı kampın başını çeken ülkelerden. Emirlik, muhaliflerin silahlandırılması ve Suriye lideri Beşşar Esad’ın devrilmesini istediğini her fırsatta ifade ediyor. Suriye’de yaşananların üzerinde bölgedeki Şii-Sünni mücadelesinin etkisi olduğu düşünüldüğünde, Katar ve Suriye arasındaki gerilimi anlamak hiç de zor değil. Katar ve Arap Körfezi’ndeki diğer Sünni iktidarlar ile İran ve Suriye’deki Şii yönetimler arasındaki güç savaşı son dönemde şiddetlenmiş durumda. Sonuçta nüfusun büyük bölümünün Sünni olduğu Suriye’de iktidarda uzun yıllardır Alevi Esad ailesinin olması, Sünni Körfez ülkelerini hiçbir zaman mutlu etmedi. Bu tablo, Katar yönetiminin kontrolündeki El Cezire’nin yayın politikasını da belirliyor gibi görünüyor. Zira ‘Esad rejiminin zulmüne’ dair sayısız habere imza atan Bahreyn’deki Şii isyanının Sünni hanedan tarafından kanla bastırılmasına fazla ilgi göstermemesi eleştirilen bir başka konu.

Lübnan ofisinde istifa depremi

El Cezire’nin Suriye haberlerinin merkezi olan Lübnan ofisi, son dönemde art arda gelen istifalarla sarsıldı. 5 gazeteci, kanalın Suriye konusunda ‘önyargılı’ haberler yaptığını belirterek istifa etti. Bu gazetecilerden biri olan Ali Haşim, yaklaşık 5 ay önce Lübnan’dan Suriye’ye giren silahlı muhaliflerin fotoğraflarını çekti, ama fotoğraflar kanal tarafından hiç yayımlanmadı. Yönetimin kendisinden gördüklerini unutmasını istediğini belirten Haşim, birkaç gün önce de Rus Russia Today kanalına El Cezire’nin muhaliflere uydu telefonu verdiğini söyledi. ‘Suriye’nin Dostları’nın bir süredir muhaliflere verilebileceğini belirttikleri askeri olmayan yardımlar arasında da uydu telefonu var. Ayrıca uydu telefonu askeri amaçlarla da kullanılan bir önemli bir araç. Yani bu iddia doğruysa, El Cezire uluslararası toplumdan önce davranarak muhalifleri ‘silahlandırmaya’ başlamış durumda. Kanaldan istifa eden yapımcı Ahmet Musa da, Libya ve Suriye’yle ilgili haberlerin gerçekleri yansıtmadığını belirterek, “Gerçekmiş gibi verilenler editörlerin kendi fikirleri. Asıl gerçekler editörler tarafından gizleniyor” dedi.

Suriye muhalefetiyle kan bağı

Bazı iddialara göre, Lübnan’daki ofiste Suriye haberlerinden sorumlu Ahmed İbrahim, Suriye Ulusal Konseyi liderlerinden Enes el Abdih’in kardeşi. Esad yanlısı Suriyeli internet korsanlarının sızdırdığı e-postalar da, El Cezire’nin Beyrut ofisinde ‘taraflı ve önyargılı’ habercilik konusundaki memnuniyetsizliği gözler önüne serdi. E-postalara göre, El Cezire’nin kadın sunucularından Rula İbrahim, Özgür Suriye Ordusu’nu ‘El Kaide’nin bir kolu’ olarak tanımlayarak, Suriye’deki olaylar başladığından beri Doha’daki bazı meslektaşlarının mezhebinden dolayı kendisiyle selamlaşmamasından şikâyet ediyordu.

Suriye haberleri konusunda kanalı eleştiren Beyrut Ofisi Şefi Hasan Şaban, geçen ay istifa etti. Onun selefi olan Hasan bin Ceddo da Libya’daki savaş döneminden yapılan haberler nedeniyle bir yıl önce görevinde ayrılmıştı. 14 yıl El Cezire için çalışan Tunuslu gazeteci, daha sonra basına yaptığı açıklamalarda kanala sürekli NATO müdahalesini savunan konukların davet edilmesinin kabul edilemez olduğunu söyledi. Kanalın bir başka eski çalışanı Afşin Rattasani de, El Cezire’nin Katar hükümetinin Esad karşıtı tavrını dile getirme aracına dönüştüğünü savundu.

Arap Baharı basına inancı sarstı

Arap Baharı, sadece El Cezire değil tüm Ortadoğu ve Arap basını için bir sınav oldu. El Cezire’nin ardından temelleri atılan El Arabiya da özellikle Libya, Suriye ve Bahreyn’le ilgili haberler konusunda benzer eleştirilere hedef oldu. Dubai merkezli olan ve sermayesinin büyük bölümü Körfez’deki Sünni ülkelerinden, özellikle de Suudi Arabistan’dan gelen El Arabiya, Libya’daki savaş döneminde NATO müdahalesine zemin hazırlayacak nitelikte haberler yapmakla suçlanmıştı. Sünni ülkelerin etkisiyle yaptığı yayıncılık, kanalın İran’la ilişkilerini de etkiledi. İran yönetimi, 2008’de El Arabiya’nın Tahran Bürosu Şefi Hasan Fahs’ı sınır dışı etti, 2009’daki cumhurbaşkanlığı seçimleri sonrası da ‘taraflı yayıncılığını’ gerekçe göstererek Tahran bürosunu kapattı. İran devlet televizyonu Press TV de bölgedeki medya savaşının bir diğer cephesinde yer alıyor. Sünni sermayesiyle kurulan kanallar Bahreyn’deki olaylara pek ilgi göstermezken, Şiilerin iktidarda olduğu İran’ın devlet televizyonu, Bahreynli Şiilerin gösterilerine en çok yer veren kanalların başındaydı. Britanya’da bu yıl başında Press TV’nin lisansının iptal edilmesi de İranlı yetkililer tarafından ‘siyasi bir karar’ olarak nitelenmişti. Ali Haşim, geçen salı Guardian’da yayımlanan makalesinde de, Arap Baharı sürecindeki taraflı haberlerin 1990 ve 2000’lerde ortaya çıkan Arap televizyonlarının güvenilirliğine gölge düşürdüğünü belirtti.

Yabancı basın organlarına ağır suçlama (**)



Suriye konusunda gerçekleri çarpıttıkları ve yalan haber ürettikleri iddia edilen dünya basınının iki önemli televizyon kanalına, Arap gazetecilerden de sert eleştiriler yöneltiliyor. Arap Gazeteciler Birliği üyesi Rafik Lutf da bunlardan biri...

Lutf, sadece CNN International ve El Cezire'yi suçlamıyor. Ona göre, uydu üzerinden yayın yapan bir çok batılı ve Arap televizyon kanalı, Suriye hakkında gerçekleri çarpıtıyor.

Lutf, söz konusu iki televizyon kanalının, Suriye'deki "sabotajcılar" ile haber ürettiğini düşünüyor. Bu iddiasını desteklemek için anlattığı olay oldukça çarpıcı.

Suriye'nin Humus kentinden canlı yayın yapan bir kameranın aktardığı görüntüleri izlemeye başladığını anlatan Lutf, yedi saat boyunca kameranın aynı noktaya odaklanmasından şüphelenmeye başlıyor.

12 saat sonra görüntülerde bölgeden siyah dumanların yükselmeye başladığını kaydeden Luft, daha sonra CNN International ekibinin hızlıca bölgeye ulaştığını anlatıyor.

CNN International temsilcisi Arwa Damon'un Humus'taki petrol hattında patlamalar olduğunu bildirmesiyle şüpheleri artan Lutf, takip ettiği sabit kameranın görüntülerinin CNN'den yayınlanmaya başladığını görüyor.

"Kamera oraya CNN International için konulmuştu ve onlar patlamayı önceden biliyordu" diyen Lutf'a göre bu "sabotajcılar" ve CNN International'ın ortaklaşa haber "ürettiklerinin" açık kanıtı.

Patlama haberi daha sonra El Cezire'de de yayınlanıyor.

MUHABİR MUHALİFLER
İran devlet televizyonu Press TV de Suriye'deki muhabirlerinin, El Cezire'nin bu ülkedeki bazı temsilcilerinin "muhalifler" olduğuna yönelik iddialarına yer verdi.

Bu aktivistlerin kanal ile canlı bağlantı kurdukları sırada, patlama ve silah seslerinin eklendiğini belirten Press TV muhabirleri, kanalı gerçekleri çarpıtmakla suçluyor.

CNN'DEN İDDİALARA YALANLAMA

CNN'e daha önce de benzer suçlamalar yöneltilmişti. Ancak CNN bu iddiaları net bir dille yalanlamıştı.

CNN International'ın Başkan Yardımcısı Tony Maddox, daha önce benzer iddialara ilişkin olarak "saçmalık" değerlendirmesini yapmıştı. Maddox, "Suriye'deki mükemmel haberciliğimizin arkasında duruyoruz" demişti.

Humus ile Türkiye-Suriye sınırı arasındaki bölgede CNN ve El Cezire muhabirleri bulunuyor. El Cezire daha önce Lübnan bürosundan istifa eden gazetecilerin açıklamasıyla eleştirilerin hedefi olmuştu.

Çalışanlar, Suriye hakkında Katar kanalının yanlı bir politika izlediğini itiraf etmişlerdi. Kanalın Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad'ın devrilmesini isteyen Katar'ın dış siyasetine göre yayın yaptığı iddia ediliyor.

Dipnotlar:
* Kaynak: Merve Arkan, 08/04/2012 Radikal,
** Kaynak: Hürriyet Planet, 8 Nisan 2012.


Kaynak: http://millibirlikruhu.blogspot.com/

Turist kaçtı, esnaf battı
10.04.2012


Suriye ile Türkiye arasındaki gerginlik Hatay’daki esnafı batma noktasına getirdi. Geçen yıla kadar yerli ve yabancı turist kaynayan sokaklar bomboş

Antakya'nın alışılagelmiş yerli ve yabancı turist dolu sokaklarından eser yok. Geldiğimiz iki gün öncesinden daha tedirgin esnaf. Suriye ile Türkiye arasındaki mutlu günler çok çabuk bittiğinden o samimiyete güvenerek yatırım yapanlar "bitme noktasına gelmiş" desek, yeridir.

Küçük esnafın ötesinde otel inşaatlarının durduğu, leasing ile alınan araçların borçlarının ödenemediği barut fıçısı gibi bir halk var karşımızda. Hediyelik eşya, sabun, yağ ve gıda maddeleri satanlar stokları ile baş başa kalmışlar.

http://www.yurtgazetesi.com.tr/



Annan: "Suriye'de yapılacak yanlış hesap ve hataların tahayyül edilemez sonuçları olacaktır"
11 NİSAN 2012


BBCT'nin haberine göre:

BM ve Arap Birliği'nin Suriye temsilcisi Kofi Annan, Şam yönetiminden ateşkese uyacağına dair yeni güvenceler aldığını söylüyor.
Kofi Annan, hükümetin çatışmalara nasıl son verileceği ve altı maddelik plana nasıl uyulacağı konusunda açıklamalarda bulunduğunu belirtti.

İran ziyareti sırasında konuşan Annan "Eğer tüm taraflar planı uygularsa sanırım yarın sabah 06:00 gibi bölgede durumun iyileştiğini görebiliriz" diye konuştu.
Ancak uluslararası temsilciye göre Beşar Esad yönetimi hala, muhalefet güçlerinin de silah bırakacağına dair güvence istiyor.

Öte yandan uluslararası temsilci Kofi Annan, Tahran'daki temasları sırasında Dışişleri Bakanı Ali Ekber Salihi ile görüştü ve destek istedi.
Bölgenin "bir şoka daha dayanamayacağını" söyleyen Annan, Suriye'de yapılacak yanlış hesap ve hataların "tahayyül edilemez sonuçları" olacağını belirtti.
MBR Haber

Suriye'den askerî operasyonları durdurma kararı
2012-04-11



Suriye Savunma Bakanlığı, devlet televizyonundan yayınlanan bir açıklmayla "tüm operasyonları durdurma kararı alındığını" bildirdi.

Bu açıklamanın hemen ardından İran`da bulunan Birleşmiş Milletler ve Arap Birliği`nin Suriye Özel temsilcisi Kofi Annan da yarın itibariyle Suriye`deki tüm çatışmaların duracağını söyledi. Annan, BM`ye yaptığı açıklamada, Şam yönetiminin yarın sabah tüm askeri operasyonlarına son vereceği konusunda kendisini bilgilendirdiğini ifade etti.

Annan tarafından hazırlanan plan gereğince yarın saat 06.00 itibariyle ateşkes yapılması gerekiyor. Annan sabah saatlerinde, Şam yönetiminin kendisine ateşkes konusunda garanti verdiğini bildirmişti.
haber1001

MHP'li Adan:Suriye politikasını gel Meclis’te anlat
11/04/2012



MHP İstanbul Milletvekili Celal Adan, AKP hükümetinin Suriye ile ilgili politikayı Meclis’le paylaşmak yerine yabancı ülkelerle konuşmayı tercih etmesini sert bir dille eleştirdi:

Krizi Meclis’e gelip anlat!

Suriye’de yaşananları muhalefet de merak etti.

MHP, hükümetin konu ile ilgili olarak TBMM’de bilgi vermesi için girişimde bulunacak.

MHP İstanbul Milletvekili Celal Adan, AKP’nin TBMM’de Suriye politikası konusunda bilgi vermesini istedi. Adan, “Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Suriye politikasına ilişkin TBMM’de milletin önünde bilgi vermeli. Bu konuda parti olarak girişimimiz olacak” dedi.

Suriye krizinde ABD-İran arasında mekik dokuyan hükümet muhalefete bilgi vermeyi unuttu.

Türkiye’nin Suriye politikası konusunda bilgi sahibi olmayan muhalefet gelişmeleri hükümete sormak için harekete geçiyor.

MHP İstanbul Milletvekili Celal Adan, AKP’nin TBMM’de Suriye politikası konusunda bilgi vermesini istedi. Celal Adan, “Başbakan ve Dışişleri Bakanı Suriye politikasına ilişkin TBMM’de milletin önünde bilgi vermeli. Bu konuda parti olarak girişimimiz olacak” dedi.

Parlamentodan kaçıyorlar

YENİÇAĞ’ın bu konudaki sorularını yanıtlayan Celal Adan, hükümetin Suriye politikasını Meclis’le paylaşmak yerine yabancı ülkelerle konuşmayı tercih etmesini sert bir dille eleştirdi. “AKP iktidarı dış politika konusunda millete haksızlık ediyor” diyen Adan, sözlerini şöyle sürdürdü: “Bunun başında da parlamentodan kaçması geliyor. Parlamentoya gelip yaşananlar hakkında açıklama yapmıyorlar. Bu artık bir zorunluluk halini aldı. Dış politika konularında çok büyük yanlışlıklar yapılmaktadır. Bu politikalar ise TBMM’de konuşulmuyor. Maalesef AKP’nin demokrasi anlayışı bu. ABD’ye bilgi verdikleri kadar TBMM’ye bilgi vermiyorlar. Biz bu konuda kapalı görüşme de istemiyoruz. Bu dış politika konusu. Yapılacak görüşmeler millete açık olmalı” diye konuştu.

http://www.yg.yenicaggazetesi.com.tr/habergoster.php?haber=65938



Numan Kurtulmuş: "Bizim teklifimiz ve çağrımız Türkiye'nin Suriye'deki bu meseleye fiilen müdahil olmamasıdır"
14 Nisan 2012



HAS Parti Genel Başkanı Numan Kurtulmuş, Karabük Üniversitesi'nde düzenlenen ''Küresel Medeniyet Krizi ve Çıkış Yolu'' konulu konferans öncesinde gazetecilere yaptığı açıklamada Suriye meselesi hakkında;

Ortadoğu'da dış güçlerin müdahalelerinin önlenmesi gerektiğini, Suriye krizinin Suriye'nin iç meselesi olmaktan çıkarak uluslararası bir sorun haline geldiğini belirtti. ''Bölgede filler tepiniyor, çimenler eziliyor'' diyen Kurtulmuş, şunları söyledi:

''Bunun önlemlenebilmesi için biz baştan beri diyoruz ki, bu bölgenin iki büyük gücü olan Türkiye ve İran el ele vererek, işbirliği halinde, Suudi Arabistan'ın Ürdün'ün, Katar'ın, başka ülkelerin de dış işleri bakanlarından oluşan bir barış komitesi kurulabilir. Bu komite, Esad yönetiminin bir geçiş süresi içerisinde görevi devretmesini sağlayabilirdi. Serbest seçimlerin olmasını sağlayabilirdi. Maalesef Türkiye hakem olması gereken bir rolden, taraf durumuna düştü. Bizim teklifimiz ve çağrımız Türkiye'nin Suriye'deki bu meseleye fiilen müdahil olmamasıdır. Çünkü son derece hassas bir noktaya gelinmiştir.''
MBR Haber




_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Pts Nis 16, 2012 12:03 am tarihinde değiştirildi, toplam 6 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Cum Nis 13, 2012 9:08 pm    Mesaj konusu: MUHTEMEL BİR SAVAŞIN İKİNCİ GÜNÜ Alıntıyla Cevap Gönder

MUHTEMEL BİR SAVAŞIN İKİNCİ GÜNÜ
Nihat Genç
13 NIS 2012



Medyamıza bakarsak savaş çocuk oyuncağı haline gelmiş, bir yazı yazma iştahında değilim, sadece, savaş’ın ne olduğunu hatırlatmak için birkaç cümle söyleyip çıkacağım, Ahmet Hakan Coşkun bey.

1. Türkiye’nin Suriye topraklarına girdiği haberi ajanslara düştükten bir gün sonra, Lefkoşa’nın Türk tarafını unutun artık, Rumlar bu fırsatı kaçırmayacaktır.

2. Rus desteğinde Ermeniler’in Ağrı Dağı’nı kuşattığı haberini bekleyin, Ermeniler bu fırsatı hiç kaçırmayacaktır.

3. Bütün şehirlerin içme sularına, gerçekte atılmamış olsa da, zehir atıldığı dedikodularıyla kitlesel paniğe hazırlanın.

4. Metroların hepsine ‘sarin gazı’ atıldı, atılacak, haberleri an meselesi. Ki, atacak olanlar sakın ha Esad’dır diye şimdiden suçlamayın, sarim gazı atmaya en yatkın olanlar, içimizde beslediğimiz sözde Suriye Dostları ya da Amerikan ajanlarıdır, savaşı kızıştırmak için bu fırsatı hiç kaçırmayacaklardır, unutmayın.

5. Hiç sürpriz değil, gaz, petrol kesilecek, fırsatçılar stokçular durur mu, ikinci gün ‘kıtlık, kuyruklar’ başlar, sanayi durur, ayrıca büyük baraj ve elektrik dağıtım santrallerine kundaklamalar an meselesi, sakın ha unutmayın.

6. Unutmayın, hiçbir savaşın ikinci gününü kimsecikler tahmin edememiştir, en azılı korkunç güçler dahi savaşın ikinci günü büyük sürprizlerle karşılaşmıştır, pirince gideyim derken sakın ha Hatay’dan olmayın, sakın ha Boğaz Köprüsü’nün ayaklarına dikkat edin, Boğaz Köprüsü’nün en zayıf tarafı çelik halatları koruması için asker bulamazsanız medyamızın yandaş yazarlarını nöbetçi diye dikersiniz, seccadesini de verin bir namazını kılsın bir nöbetini tutsun İstanbul’un orta yerinde İstanbul’da bomba seslerini dinlesin.

7. Savaş, aynı zamanda oyun içinde oyun’dur. Saddam’ı Kuveyt’i işgale zorlayıp sonra suçlayıp Saddam’ın ipini çeken Amerikan dümenlerini sakın ha unutmayın, sakın ha Saddam’ın yalandan kimyasal silahları bu sefer gerçek olmasın, Adana, Antep gibi şehirlere biyolojik kimyasal saldırılar yapılmasa da korkusunun açacağı panik göç kaçış yeterince zayiat demektir.

8. On yıl süren Irak-İran savaşını ise hiç unutmayın, her iki ülkenin de erkek nüfusu eridi, yüz binlerce bebek ilaçsızlıktan öldü, şu anda dahi dünya coğrafyasında bacağı kolu kopmuş en yoğun nüfus Afganistan’dan sonra bu iki ülkededir, sakın ha unutmayın, her iki ülkede savaş iki aya kalmaz biter diye yola çıkmıştı. Suriye’ye Rusya ve Çin’den silah desteğine karşın bakalım batılı dostların silah destekleri kaç ay kaç yıl sizin arkanızda durabilecek, bakalım Batılı güçler (Allah korusun) bu savaşın bitirilmesine kaç yüz bin yoksa kaç milyon ölüden sonra karar vermeye tenezzül edecekler.

9. Fırsatları en iyi değerlendireceğini bugünden deklare eden İsrail’in savaşın ilk günü Lübnan’ı topyekun işgale başlaması an meselesi, gerisini hayal edebilecek bir dış politika yazarı dahi şu anda yer kürede yok.

10. Savaş haritaları önünde kendinizi amatör bir general gibi düşünüp, kimin nereleri bombalayacağı nereden cephe açacağına bakıp İslam İmparatorluğuna ilk defa bu kadar yanaştık diyen cahiller, binlerce yılın kaynaştırdığı Arap, Alevi, Kürt, Türkmen aşiretlerinin iç savaş senaryolarını sen hayaller içine boğulup düşünmüyorsun ama tezgahlar dışarıda çoktan kuruldu.

11. Suriye tarafı üç-beş kasaba ve çölden ibaret, ya sizin, Hatay’ınız Antep’iniz Adana’nız, yüzlerce kasaba, onlarca havaalanı, yüzlerce elektrik ve telefon şebekeleri, karayolları. Sizce bir ülkeyi felç etmek için hangi taraf daha çantada keklik?

12. En hafifinden sıcak bir çatışmanın ilk götüreceği şey yirmi milyarın üstündeki turizm geliri, sorun değil Suud dolarları imdadınıza yetişir(!)

13. Barzani, İran, Irak’ın eli de armut toplamıyor, savaş kızıştıkça rolleri ve iştahları büyüyecek. Acı ağır yenilgi ve sürprizler Tayyip ağa’nın canını çok sıkarsa, Güneydoğu’yu kazıyarak hudut dışına sürüklemesi milyonlarca sivili kovalaması da sürpriz olmaz, bugünden söyleyeyim, fazla ileri gittin demeyin, yakın tarihlerin hangi savaşı iç bölgelerin tasfiyesi kazınmasıyla sona ermedi, Balkan ve Kafkas haritasının son yirmi yılına bir daha bakın.

14. Sakın ha unutmayın, hem Avrupa’nın hem Amerika’nın savaşa sıcak katılımları tahmininizden çok daha sembolik düzeyde hatta sadece diplomatik arabulucu düzeyde kalacaktır, bu talihsiz tahminlerin en gerçeği budur, sakın şaşırmayın.

15. Bunları ise hiç saymıyorum, kardeşliğimiz komşuluğumuz yüzlerce yıl özürle tazminatla onarılmayacak yaralar alacak, en uzun sınırımız tarih boyu bir savaş cephesi haline gelecek ve PKK nihayet yasal karargahlarından yüzlercesini gözünüzün önüne getirip anasının ak sütü gibi helal yerleştirecek.

16. Çok kolay dedikleri Afganistan ve Irak’ı dahi bütün güçleri seferber etmesine rağmen Amerika’nın işgal edip ancak ‘hakimiyet kuramadığını’ ve bu yüzden geri çekildiğini unutmayın.

17. Unutmadan, savaşın başladığı gün, bütün yalanlar bütün tuzaklar bütün hileler bütün kalleşlikler herkese hepimize HAK (meşru) hale gelir, ki, asıl insanlık kıyameti burada başlar.

18., 19, 20, 21, ve sonrasını aşağıda okurlara bırakıyorum, ben sadece, 19. ve 20 yüzyılın hem büyük hem bölgesel savaşlarının ikinci günlerine şöyle bir göz gezdirip, kısa bir özet yaptım, saygıyla.
Kaynak: Odatv

Hataylı Aleviler ve Hıristiyanlar: 'Türkiye oyuna geliyor'



Radikal Gazetesi Yazarı Çağıl M.Kasapoğlu Hatay'a gelerek çok önemli bir Röportaj gereçekleştirdi. Şu kriyik günlerde Samandağ'daki Nusayri ve Hristiyanların nabzını tuttu, AKP'nin akıl ve mantık dışı Suriye politikasının yanlışlığını Suriye'ye en yakın noktalardan birinden ışık tuttu:

'Türkiye oyuna geliyor'
15/04/2012
ÇAĞIL M. KASAPOĞLU

Türkiye ile Suriye'yi savaşın eşiğine sürükleyen gerginlik Hataylı Alevileri tedirgin ediyor. Alevi nüfusun yoğun olduğu Samandağ'da Türkiye'nin dış politikasına yapılan eleştirilerden Türk medyası da payını alıyor.

Hataylı Aleviler Türkiye’nin Suriye’ye yönelik sert ifadelerine ve ‘katı’ politikasına tepkili. Vatandaşı oldukları ülkenin, kendileriyle özdeşleştiremedikleri bir dış politika izlediğini belirten Samandağlılara göre Türkiye göz göre göre savaşa itiliyor. Gazete köşelerinde sıkça dile getirilen bu ifadeleri ‘birinci ağızdan’ duymak için yolum Alevi nüfusunun yoğun yaşadığı ve Antakya’ya 24 km uzaklıktaki Samandağ’a düşüyor. Dolmuşta yankılanan Fairuz’un ‘Baytak’ adlı şarkısını dinlerken bir ihtiyar yanaşıyor yanıma, “Kifik habibti?” (Nasılsın canım) diye soruyor. ‘Miniha’ (İyiyim) cevabını verip “Sohbet ilerlese bari” diye umarken o, 3.5 TL’lik dolmuş parasını 2.5 TL’ye çekmek için yol boyu şoförle pazarlık ediyor.
Çoğunluğun Suriye lideri Beşşar Esad gibi Alevi olduğu ilçede, sorularım Suriye meselesine gelince başta dili dökülenler ani bir sessizlikle beni terk ediyor. İlçedeki bu tedirginliğin sebebini Samandağ gazetesi sahibi Şahiye Say ve muhabir kardeşi Hikmet Say’la konuştuktan sonra anlıyorum.

Samandağ gazetesi öfkeli

“Burada herkes Suriye ile savaşa karşı çıkıyor ve ana akım medyanın meseleyi ele alışına tepki gösteriyor. Türkiye’nin herhangi bir müdahalesi burada herkesi ticari anlamda da zor duruma düşürecek. Türk basını da olayları çok abartılı yazıyor. Sanki hadi savaş çıksa da girsek gibi...” diyor Hikmet. İlçede sık sık savaş karşıtı mitingler yapıldığını belirten Hikmet, “Dün 22 Suriye askeri öldü, hiçbir Türk medyası yazmadı. Sırf muhaliflerin ölümlerini yazıyorlar, Suriye cephesinden bakan çok az gazete, televizyon var” sözleriyle doğru bilgi aktarılmadığını savunuyor. Gazete, haberlerini yabancı ajanslara başvurmak yerine Suriye’ye gidip gelenlerin anlattıklarına dayandırıyor ve Suriye ile Arap basınını yakından takip ediyor.Başbakan Tayyip Erdoğan’ın demokratik adımlar atmasını istediği Suriye’ye “Sandıklar kurulsun” uyarısı da Hikmet’in tepkisini çekmiş: “Demokrasi istemek güzel de Katar’da, Suudi Arabistan’da sandık var mı da komşumuza çağrı yapılıyor, onlara susuluyor?”

‘Dul kadınlar mağdur’

Gazetenin sahibi Şahiye Say da iki ülke arasındaki gerilimin ‘Sünni-Alevi’ mezhep çatışmasına çekilmesinden korktuğunu, çatışma ortamında en çok Hatay’ın olumsuz etkileneceğini söylüyor. Sınır geçişlerindeki aksamaların ekonomik açıdan Samandağ’ı vurduğunu belirten Şahiye, “Burada birçok dul kadın, tek yaşayan kadın sınırdan kozmetik, mutfak gereçleri ve kadınlar için çeşit çeşit ürünler getirerek geçimlerini sağlıyordu. Artık sınırı geçemiyorlar, çok zor durumdalar. Halklar, ülkeler kaderini kendileri tayin etmeli. Neden müdahil olunuyor ki? Demokrasi ise o zaman Suudi Arabistan ve Katar’a da müdahale edilmeli” diyor. Hataylıların aylardır tedirgin olduğunu belirten Şahiye, Türkiye ve Suriye arasındaki gerginliğin mezhep çekişmesine getirilmeye çalışıldığını vurguluyor: “Türkiye bir şekilde çok fena oyuna getiriliyor.”

Hıristiyanlar da ‘savaş çağrısı’na kulak tıkıyor

Alevi nüfusun yanı sıra çok sayıda Hıristiyan’ın da yaşadığı Samandağ’da belediye meclis üyesi ve Çevre Koruma Derneği başkanı olan Mişel Atik ‘demokrasi adı altında din ve mezhep çatışmasına’ sürüklenildiğini dile getiriyor. “Zorla demokrasi götürmeye çalışıyorlar. Libya’ya, Mısır’a demokrasi getirmek istediler de ne oldu?” Türkiye ile Suriye arasındaki inişli çıkışlı diplomatik ilişkilere de değinen Mişel, “Ben artık bu ilişkileri anlamakta zorlanıyorum. Bir yerde ‘balayı’ diyorlar, bir yerde savaş tamtamları çalıyor. Mezhepsel bir savaşa dönüşürse çok gözyaşı akar, çok kan dökülür” diyor. ‘Belirli politikaların izlenebilmesi için’ Suriye ile ilgili yaygın ‘dezenformasyon’ olduğuna dikkat çeken Mişel basının da ‘kullanıldığı’ görüşünde. “Çok kolay provoke edilebilir. Bırakalım halklar kendi geleceklerini kendileri tayin etsin.”

Antakya Ehli Beyt Kültür ve Dayanışma Vakfı Başkanı Ali Yeral:
‘Şii - Sünni savaşından tedirginiz’


Hatay’da yalnızca biz Alevilerin değil, Sünnilerin de Hıristiyanların da çok sayıda akrabası Suriye’dedir. Düne kadar tel örgülerin arkasında akrabaların bayramlaşması utancından kurtulmuş olduk. Ancak ‘Arap Baharı’ adı altında bizim ‘Büyük Ortadoğu Projesi’nin bir parçası olarak gördüğümüz bu hareketlenme Suriye’ye sirayet ettirildiğinde işler değişti. Meselenin mezhepsel gerginliğe çekilmeye çalışıldığını müşahede ettik. Bakanlarımız, özellikle CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’na “Siz niye oraya sahip çıkıyorsunuz? O sizin mezheptaşınız diye mi” diye çirkin bir yaklaşımda bulundu. Olaya kesinlikle mezhebi olarak bakmadık.
İtiraf edeyim Suriye’de ilk hareketlenme olduğu zaman ben orada da demokratikleşme olsun, tek parti olmasın diye içten içe destekledim. Ancak Alevilerden ‘öç alma’ ve “Aleviler tabuta, Hıristiyanlar Beyrut’a” sloganları atıldı. Bu sloganların atıldığı bir yerde siz nasıl demokrasiden bahsedersiniz? İşin rengi değişmeye, terör örgütleri karanlık odakları caddelere, sokaklara yönlendirmeye başladıktan sonra Sünni kardeşlerimizin çoğunluğu, Aleviler, Hıristiyanlar, Dürziler, Kürtler Esad’ın yanında yer almaya başladı. Demek ki mesele demokrasi meselesi değildir. “Biz bu yönetimi ele alacağız ve görürsünüz ey Aleviler, ey Hıristiyanlar size yapacağımızı” diyorlar. Alevilere toplu intikam duygularının köpürtüldüğü bir ortamda bizim o çevrelere maşa olmamız, çanak tutmamız mümkün müdür? Suriye’de tabii ki demokrasi sorunu var. Peki Türkiye’de yok mu? Kürtlerin, Alevilerin sorunu yok mu? Türkiye’de de bir dizi insan hakları sorunu var. Hâlâ birileri konuştu diye hapse atılıyor. Şimdi bizde de insan hakları sorunu var diye birileri çıkar misal Kürtleri, Ermenileri veya Alevileri silahlandırmaya veya onları desteklemeye çalışsa iyi olur mu?

‘Bahreyn’e ses çıkmıyor’

Şu an dünyanın birçok kesimi meseleyi anladı. Fransa, ABD bir nevi çekildi. Bir tek bizim hükümetimiz kaldı. Bizim hükümetimizi ateşin ağzına ittirdiler. Bize gülüyorlar, kardeşi kardeşe kırdırmaya çalışıyorlar. Maalesef meseleye mezhebi gözle bakılıyor, Suudi Arabistan’ın, ABD’nin gözüyle bakılıyor. Niye demokrasi Bahreyn’e lazım olmuyor? Eğer gerçekten demokrasi kelimesinden samimiysek, dünyada en çok Suriye’den önce demokrasiye muhtaç olan ülke Suudi Arabistan, Katar, Umman, Ürdün’dür.
Kardeşlerimizle, komşularımızla aramızda savaş tamtamları çalarsa biz zarar ederiz. Medyada bazı kesimler İran’ı, Alevileri, Nusayriliği, Şiiliği kötülemeye başladılar. Düne kadar Esad kardeşimizdi de şimdi mi kötü oldu? Biz bütün Ortadoğu’yu kapsayacak bir Şii-Sünni savaşından tedirginiz.

‘Mezheptaş Esad’ın desteği Türkiye’nin ağırına gidiyor’

Samandağ gençleri de provokasyon olduğunu düşünüyor. Lise öğrencisi Yusuf Çakmak, “Televizyonda sanki dünya savaşı varmış gibi gösteriyorlar. Halbuki amcam sürekli Suriye’ye gidiyor. Hiç anlatıldığı gibi olmadığını söylüyor” diyor. Yusuf, olayların mezhepsel çatışmaya çekilmeye çalışıldığını savunup, “Aleviler zaten hiçbir yerde sevilmiyor ki” diye kestirip atıyor lafı. Lise arkadaşı Nazlıcan Açıkgöz’e göre de Suriye karşıtı söylemlerin amacı “Demokrasi götürmek değil, savaş çıkarmak.” Nazlıcan, “Çok abartılıyor. Bir gün elektrik kesiliyor, ‘Rejim elektrikleri kesti’ diye haber yapıyorlar. Burada da kesiliyor ki” diyor. Gençler, olası çatışma durumunda Suriye’nin ‘mezheptaş şehri’ Hatay’ı koruyacağını, bunun da Türkiye’nin ağırına gidebileceğini’ savunuyor.

Kaynak: radikal
Anahtar Kelimeler
Recep Tayyip Erdoğan , Kemal Kılıçdaroğlu , ABD , Cumhuriyet Halk Partisi , Alevi , Beşşar Esad , Fransa , İran , Libya , Mısır , Türkiye , Arap Baharı , Ortadoğu

ABD, Suriye tutumundan çark mı etti
15-04-2012



http://www.ydh.com.tr/ 'nin haberi:

“ABD, Suriye tutumundan çark etti”

YDH- Suriyeli parlamenterlerden Halid el-Abud, ABD’nin Suriye’ye BM gözlemcilerinin gönderilmesine ilişkin Güvenlik Konseyi kararına olumlu oy vererek önceki tutumundan çark etmiş olduğunu söyledi.

El Alem televizyonuna demeç veren Suriyeli parlamenter Halid el-Abud, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde dün kabul edilen kararın Arap ülkeleriyle ve Batılı ülkelerin Suriye’de rejimi devirmeye yönelik komplolarının artık etkisiz olduğunu gösterdiğini söyledi.

“ABD ve Batılı müttefikleri Suriye’ye yönelik komplolarının çıkmaza girdiğini fark edince tutumlarından geri adım attı” diyen Halid el-Abud, Suriye karşıtı koalisyonunun Şam’a karşı her yolu denediğini isteklerini rejimi devirme düzeyine kadar ileri götürdüğünü; ancak bu tutumu artık devam ettiremeyeceklerini anlayınca da tutum değiştirmek zorunda kaldığını söyledi.

Suriye’ye yönelik saldırganlığa liderlik eden Obama yönetiminin Şam yönetiminin ömrünün bu kadar uzayabileceğini öngörmediğini belirten Suriyeli parlamenter, Suriye’ye yönelik senaryolarını daha sonraki yıllara ertelediklerini öne sürdü.

BM ve Arap Birliği Suriye özel temsilcisi Kofi Annan’ın sunduğu planın Suriye’de yaşanan gerçeklere uygun olduğunu belirten Abud, ABD’nin bu planla saplandığı çıkmazdan kurtulmak istediğini, diğer yabancı güçlerin de Annan planına uyması halinde yaşanan sorunun bütünüyle çözüleceğini söyledi.

Suriye’nin egemenliğine, bağımsızlığına, birliğine ve toprak bütünlüğüne güçlü destek verilen ve Suriye'deki olaylarda binlerce insanın hayatını kaybetmesinden derin üzüntü duyulduğu bildirilen kararda, Suriyeli yetkililerin yaygın insan hakları ihlallerinin yanı sıra silahlı gruplar tarafından yapılan insan hakları ihlalleri de kınanıyor ve insan hakları ihlallerinden sorumlu olanların hesap verecekleri belirtiliyor.

Katar’da darbe girişimi mi oldu
17-04-2012



http://www.ydh.com.tr/ 'nin haberi:

Katar’daki darbe girişimiyle ilgili çelişkili haberler

Katar’daki darbe girişimiyle ilgili çelişkili haberlerYDH- Katar Emirinin muhafız birliğinin darbe girişiminde bulunduğu ve sarayı koruyan Amerikan özel kuvvetleriyle çatışmaya girdiği öne sürülüyor.

YDH- Katar Emirinin muhafız birliğinin darbe girişiminde bulunduğu ve sarayı koruyan Amerikan özel kuvvetleriyle çatışmaya girdiği öne sürülüyor.

Masress haber sitesinin el-Arabiya televizyonuna dayandırdığı haberine göre bazı Katarlı subayların darbe girişiminde bulunması üzerine Katar muhafız birliği ile Amerikan özel kuvvetleri arasında saray çevresinde silahlı çatışmalar yaşandı.

Habere göre Amerikan özel kuvvetlerinin Katar Emiri Hamad bin Halife ile eşi Şeyha Moza’yı bilinmeyen bir yere götürdü ve yaşanan çatışma sonunda aralarında Katar Muhafız Birliğinin Komutanı Hamad bin Atiye’nin de bulunduğu 30 kadar subay tutuklandı.

Öte yandan Mısır’daki Katar büyükelçiliğinden bazı kaynakların Katar Emiri Hamad bin Halife’ye yapılan başarısız darbe hazırlığının bir süredir gündemde olduğunu ve yaşanan olayların ani ve tesadüfi olmadığını söyledikleri bildirildi.

Katar basını, darbe girişimine, Amerikan özel kuvvetleriyle Katar muhafız ordusu arasında çatışmalar yaşandığına ve Katar Emiri Hamad bin Halife ile eşi Şeyha Moza’nın Amerikalılar tarafından bilinmeyen bir yere götürüldüğüne ilişkin haberleri yalanladı.

"ATEŞKESE UYMAMIZ TERÖR SALDIRILARINA CEVAP VERME HAKKIMIZI ORTADAN KALDIRMAZ"
20.04.2012

[img]http://millibirlikruhu.files.wordpress.com/2012/04/muallim.jpg?w=300&h=143[/img]

Suriye Dışişleri ve Gurbetçiler Bakanı Velid el-Muallim dün sabah saatlerinde; Suriye'deki krizin çözümü konusunda Pekin’de Çin Dışişleri Bakanı Yang Jiechi ile görüştü.

Düzenlenen basın toplanrısında gazetecilerin sorularını cevaplayan Muallim, iki tarafın görüşmelerde fikir birliğine vardıklarını belirterek Suriye halkı ve yönetiminin Çin'in uluslar arası platformlarda sergilediği BM ilkelerine dayalı Suriye'nin içişlerine müdahale edilmesini reddeden tutumları takdir ettiğini de belirtti.

Suriye hükümetinin ateşkese uyduğunu, bir kısım tutukluları serbest bıraktığını ve çatışma bölgelerine insani yardımları ulaştırdığını belirten Muallim, Annan'ın misyonunu başarıya ulaştırmak için çalışmaların sürdürüleceğini ifade etti.

Silahlı terör gruplarının ateşkesi ihlal ettiklerini, bu çerçevede Annan'a terör gruplarının bir gün içinde gerçekleştirdikleri 7tam 0 ihlalin bildirildiğini söyleyen Muallim, hükümetin ihlallere rağmen ateşkese uyacağını ve tüm tarafların da ateşkese uymasını umduklarını kaydetti.

Bakan Muallim, "Ateşkese uymamız nefsi müdafaa ve silahlı terör gruplarının altyapı, sivil vatandaşlar, kamu ve özel mülklere yönelik saldırılarına uygun yollarla yanıt verme hakkımızı ortadan kaldırmıyor" diye konuştu

BM'nin Suriye özel temsilcisi Annan'ın 250 kişiden oluşan gözlemciler heyetinin yeterli olmadığı, denetleme sürecinde helikopter ve uçak kullanılması gerektiğine ilişkin açıklamasına değinen Muallim, "kanımızca 250 gözlemci yeterli bir sayı. Hava araçlarını neden kullanmak istediklerini anlamıyoruz. Buna rağmen buna ihtiyaç duyulması halinde Suriye hava araçlarını BM gözlemciler heyetinin hizmetine sunmaya hazır." diye konuştu.

MUALLİM : MÜLTECİLER SORUNU YAPAY BİR SORUNDUR

Suriyeli mülteciler konusunda ise Muallim, bu sorunun yapay olduğunu söyleyerek bu sorunun Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan'ın açıkladığı güvenlik koridorları ve tampon bölgelerin kurulması ve askeri müdahaleye zemin hazırlamak için abartıldığının altını çizdi.

Türkiye'nin birkaç ay önce kampları kurmasının ardından bazı ailelerin silahlı gruplar tarafından evlerini terk etmeye zorlandığına dikkat çeken Bakan Muallim, Suriye hükümetinin geçtiğimiz hafta mültecileri evlerine dönmeye çağıran bir bildiri yayınladığına işaret etti.

Dışişleri ve Gurbetçiler Bakanı, Suriye yönetiminin mültecilerin kendi evlerine dönebilmeleri amacıyla vatandaşların evlerinin restore edildiğini ve gerekli ihtiyaçlarının karşıladığını bildirdi.

Silahlıların Annan planını ihlal etmeye devam etmesi ve savaş çıkması ihtimaline yönelik soruyu cevaplayan Muallim, ABD'nin yönettiği ve Suriye'de aşamalı olarak uygulanan bir plana işaret etti.

Muallim, "silahlılı grupların saldırılarına karşılık vermek gerekiyor. Fakat ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton bu plandaki son aşamaya intikal etmek istiyorsa eğer uluslar arası toplum düşünülen askeri müdahaleye karşı koymalı" dedi.
Haber1001

Suriye'den 'Kayıp Gazeteciler'le İlgili Açıklama: "Bizim elimizde değiller"
20.04.2012



Bir süredir Suriye^de kaybolduğu iddia edilen Türk gazeteciler Adem Özköse ve Hamit Coşkun ile ilgili olarak Suriye Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Cihad Makdissi bir açıklama yaparak bu gazetecilerin kendilerinin elinde olmadıklarını belirtti.

Cihad Makdissi, Suriye'ye girdikten sonra kendilerinden haber alınamayan iki Türk gazetecinin kendilerinde olmadığını açıkladı.

Ahaber'e konuşan Makdissi, Adem Özköse ve Hamit Coşkun'un kayıp olduğunu medyadan duyduklarını söyledi.

Gazetecileri hala aradıklarını söyleyen Makdissi "Nerede olduklarını tespit edersek onları Türkiye'ye göndereceğiz. Kimseyi özellikle de gazetecileri herhangi bir amaç doğrultusunda kullanmak gibi bir niyetimiz yok" dedi.

haber1001

Mülteciler bin pişman
8 Nisan 2012



Arap Baharı Suriye’yi karıştırmadan önce hallerinden memnun olduklarını söyleyen Suriyeli bazı mülteciler, “bizi oyuna getirdiler” diye konuştu

Kapılarını sonuna kadar açan Türkiye, Suriyeli mültecilerin sayısının hızla artmasıyla telaşa kapıldı. Son olarak Suriyeli mülteciler sorununun ‘uluslararası bir sorun’ haline geldiğini açıklayan Türk Dışişleri bu konuda BM’den yardım istemeye hazırlanıyor. Türkiye’ye sığınan Suriyeli mülteci sayısı 25 bine yaklaştı. Bugüne kadar Türkiye’ye yaklaşık 39 bin Suriye vatandaşı giriş yaptı. Bunlardan 14 bini kendi istekleriyle ülkelerine geri dönerken diğerleri Hatay, Gaziantep, Kilis ve Şanlıurfa’da barındırılıyor. Türkiye’nin şu ana kadar Suriyeli mülteciler için yaptığı harcama 200 milyon TL’ye yaklaştı. Yeni Mesaj Gazetesi Suriyeli mültecilerle ilgili çarpıcı bir araştırma yaptı.

Para verip isyan ettirdiler

Suriye’den kaçıp Türkiye’ye gelen ve isimlerinin açıklanmasını istemeyen bazı mülteciler Yeni Mesaj gazetesine Beşar Esad’a karşı savaşmaları için kendilerine kişi başı 20 bin dolar para verildiğini ifade ettiler. Kendilerine büyük miktarlarda para ve silah verildiğini söyleyen Suriyeli sığınmacılar, bu yönlendirmeyle Suriye’de Esad yönetimine başkaldırdıklarını, çatışmalar şiddetlenince verilen sözler tutulmadığı için tek başlarına kaldıklarını söylediler. Aldıkları paranın son kuruşuna kadar mermiye harcadıklarını itiraf eden mülteciler, mermi alacak paraları kalmayınca çaresiz Türkiye’ye kaçtıklarını söylediler.

‘Büyük yanlış yaptık’

Kilis ilinde bulunan bazı Suriyeli sığınmacılar şimdi Beşar Esad’a karşı ayaklandıkları için pişmanlıklarını dile getirdiler. “İsyan ettiğimiz için bin pişman olduk” diyen bir Suriyeli mülteci, bu açıklamayı muhabirimize yaptığı gün karısının “Bey, biz ne büyük yanlış yaptık. Huzur içerisinde yaşadığımız ülkemizi ne hale getirdik” diye yakındığını söyledi. Arap Baharı Suriye’yi karıştırmadan önce hallerinden memnun olduklarını söyleyen bir başka Suriyeli, “dost sandığımız ülkeler bizi oyuna getirdiler” dedi.


Binlerce ekmek çöpe atılıyor

Türkiye’nin şu ana kadar 200 milyon lira harcama yaptığı Suriyeli mülteciler, sunulan hizmetleri yeterli görmüyor. Çözüm bekleyen pekçok ekonomik sorunu olan Türkiye, milletinin hakkı olan büyük paraları Suriyeli mültecilere harcarken mültecilerin barındığı kamplarda her gün binlerce ekmeğin çöpe gittiği ortaya çıktı. Türkiye, Van depreminde mağdur olan kendi vatandaşlarına bile aylar sonra verebildiği konteynırları Suriyeli mülteciler daha Türkiye’ye gelmeden hazır hale getirdi. Buna rağmen kendilerine verilen konteynırları beğenmeyen bazı mülteciler konteynırlardaki ranzaları parçaladı.

Suriyeliler Ceylanpınar çadırkentini beğenmedi

Öte yandan ülkelerindeki iç karışıklıktan kaçarak Türkiye’ye sığınan ve Şanlıurfa’nın Ceylanpınar İlçesi’ne gönderilen bazı Suriyeliler, buradaki çadır kenti beğenmedi. Suriye sınırındaki Ceylanpınar ilçe merkezine 15 kilometre uzaklıktaki TİGEM arazisine gelen sığınmacılardan bazıları, çadır kentin yerleşim alanına uzak olması ve insandan arındırılmış bir bölge görünümü verdiği gerekçesiyle araçlardan inmedi. Güvenlik güçlerinin ikna çabalarına olumsuz yanıt veren bazı sığınmacılar, Hatay’da ve Kilis’te yakınları bulunduğunu ve bu kentlerdeki kamplara gitmek istediklerini söyledi. Direnen ve yerleşmek istemediğini söyleyen 50 civarında sığınmacı, çadır kentteki yetkililerin yaptığı görüşmelerin ardından geldikleri araçlar ile Hatay’ın Yayladığı İlçesi’ndeki kampa geri gönderildi.

Mülteciler Türk polisi dövdü

Yaklaşık olarak 10 bin Suriyeli mültecinin barındığı Kilis’te geçtiğimiz günlerde sığınmacılar tarafından bir polis memurunun feci şekilde dövüldüğü iddia edildi. Adının açıklanmasını istemeyen bir görgü tanığı dayak yiyen polis memurunun daha sonra amiri tarafından fırçaladığını söyledi. Aynı görgü tanığı önceki gün de bir Uzman Çavuş’u Suriyelilerin elinden zor kurtardıklarını açıkladı.

Kaynak: http://www.yenimesaj.com.tr/?haber,654968/

Dikkat! Suriye'ye her an umulmadık formatta bir müdahale olabilir...
Selçuk Salih Caydi



Savaşa Hayır...

Birkaç güne kadar Suriye'ye çok orijinal bir şekilde müdahale edilme ihtimali bulunuyor. Alger Republicain'in bildirdiğine göre bu Cuma gününden itibaren önümüzdeki günlerde, operasyon başlayabilir. Buna 'Savaş' değil bir operasyon diyebiliriz, çünkü habere göre, muazzam/benzersiz bir dezenformasyon kampanyası ve örtülü savaş şeklinde planlanmış görünüyor.
(Haber kaynağı için tıklayınız: http://www.youtube.com/watch?v=daD2TZFudro&feature=youtu.be )

Anlatılanlar fantastik. Ama konu çok önemli olduğundan, okurların kendi yorumlarına bırakıyoruz.

Operasyonun dezenformasyon kısmında, Suriye televizyonlarının devre dışı bırakılarak, aynı kanallardan, stüdyolarda üretilmiş katliam resimleri yayınlanacak, gösteriler yapıldığına ilişkin filmler gösterilecek, belki bazı generallerin istifa ettikleri ilan edilecek, Esad'ın kaçtığı söylenecek, büyük şehirleri ele geçiren Muhalif birlikler gösterilecek, Başkanlık sarayına giren Muhalifler görülecek.

Operasyonun doğrudan Washington'dan, ABD Milli Güvenlik konseyi Başkan Yardımcısı Ben Rhodes tarafından komuta edileceği söyleniyor. Amaç, Suriyelileri demoralize edip bir darbenin önünü açmak. Rusya ve Çin'in Suriye'ye müdahale önerilerini veto etmesine karşı böyle bir yol düşünülmüş. Darbe gibi görünen bir operasyon olacak ve Rusya/Çin birşey diyemeyecek.
Arap Birliği, Suriye Televizyonlarını seyircilere ileten Arabsat ve Nilesad uydularının Suriye televizyonunun yayınlarını kesmesini istedi. Suriye'de kablo üzerinden yayın yapan televizyon bulunmuyor. Benzeri bir uygulamanın Libya'da gerçekleştiği ve yöneticilerin halka televizyon üzerinden ulaşmasının engellendiği söyleniyor.

Darbe hazırlığı olarak yapılacak sahte televizyon yayınları için Doha'da (Katar) teknik bir ekibin bulunduğu, siyasi ekibin ise Riad'da olduğu bildiriliyor. Toplantılara, Al-Arabiya, Al-Cazira, BBC, CNN, Fox, France 24, Futura TV, ve MTV katılmış.

Karşılıklı destek operasyonu da öngörülmüş. Yani yayınlanacak yalan haberler, bir medya kanalının diğerinden kopya çekmesi şeklinde dünyaya yansıtılacak.

Haber'in en korkunç tarafı, Lübnan'da satın alınmış birçok televizyon kanalının kullanılacağı bir tarafa, kırka yakın Arap Vahabi kanalının, "Hristiyanlar Beyrut'a, Aleviler mezara" sloganıyla yayın yapacağı iddiası!
Operasyon hazırlığının, Putin'in son açıklamasından sonra hızlandırıldığı söyleniyor. Putin, NATO'nun Suriye'ye müdahalesine karşı koyacaklarını söylemişti.

Televizyonların kesilmesi, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinin 19'uncu maddesine aykırı. bu madde, "Bilgi değiş tokuşu ve fikir özgürlüğü"nü garanti altına alıyor.

Savaş propagandası bugün, barışa karşı ağır bir suçtur, çünkü halklara karşı işlenebilecek soykırımları tetikleme ihtimali bulunmaktadır. Savaş çığırtkanlığı, kabul edilemez.

http://konstantiniye.blogspot.com/
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Prş Hzr 21, 2012 11:10 pm tarihinde değiştirildi, toplam 1 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Pzr Nis 22, 2012 11:34 pm    Mesaj konusu: 28 Şubat Soruşturması Suriye Rüşveti mi -1- Alıntıyla Cevap Gönder





28 Şubat Soruşturması Suriye Rüşveti Mi -1-
Alihaydar Can
23.04.2012



Düğün deği bayram değil...

Bir sabah uyandık ki...

28 Şubat’ın vitrindeki anlı şanlı lideri TEM polislerinin arasında gidiyor...

28 Şubat NATO darbesi hangi yıl yapılmıştı?

1997'de...

Kaç yıl geçmiş aradan?

15 yıl....

Darbe olduğu hakkında yapanlar da dahil hiç kimsenin en ufak bir şüphesi olmayan bir suç için...

15 yıl boyunca kılını kıpırdatmayan adlî bürokrasi...

Ne oldu da bu uzun uykusundan uyanıverdi?

1998’de harekete geçse deliller topşanacak şu bu filan hantal adliye bürokrasisi için normal...

1999, 2000, 2001...

İçinde fail olarak yargı mensuplarının da bulunduğu darbe süreci tam gaz yürürken...

Hangi savcı da, bırakın soruşturma açmayı, o tarafa dönüp bakmaya bile yetecek bir mecal olur?..

Eyvallah...

3 Kasım 2002...

AKP tek başına iktidar...

2003... 2004... 2005... 2006...

Adliyeden tık yok...

Yahu adamlar iktidar oldular ama bürokrasi 28 Şubat’ın bürokrasisiydi...

Pekiyi..

2007...

AKP yine tek başına iktidar...

Türk adliyesi neyi bekliyor?

2007’den bu yana 5 yıl daha geçmiş...

Bu arda AKP bir seçimden daha tek başına iktidar olarak çıkmış...

Bir sabah bakıyoruz ki...

“Yat yat yat!”

“Al al al!”

“Vurmayın lan vurmayın lan!”

Klasik polis üslubunda olmasa bile...

Batı Çalışma Grubu isimli illagal ihanet örgütünün üst düzey yöneticileri TEM polisleri arasında paşa paşa terörle mücadele şubesine dolduruluyor...

Bu Tam da “Düğün değil bayram değil bu ne iş?” durumu değil midir?..

28 Şubat’ın DGM savcılarından biri kapatmaması gereken bir dosyayı kapatmak için ifadeye çağırdığı Cengiz Çandar’a “Burası Türkiye, olur böyle şeyler” diyor... (1)

Aynı dönemin terörle mücadele sorgucusu da “Salih Mirzabeyoğlu’na “Kimseyle görüşmediğini, kimseye emir ve talimat vermediğini biliyoruz, ama yapacak bir şey yok, yukarıdan bastırıyorlar, örgüt lideri olduğunu mecburen kabul edeceksin” diyor... (2)

Savcı "Yukarısı öyle istediği için" dosya kapatıyor...

Sorgucu polis "Yukarısı öyle istediği için" bir fikir adamına idamlık suç yüklüyor...

Hakimler ortada somut bir delil olmadığı halde "Yukarısı öyle istediği için" idam cezası veriyor...

Dönem 28 Şubat NATO darbesi dönemi...

"Yukarısı" ne isterse o oluyor...

Politıkacılar "Yukarısı öyle istediği için" işadamlarının kendi bankalarını soymalarına göz yumuyor...

Dünya tarihinin en büyük banka soygunları bu dönemde yapılıyor...

Bu soygunların faturası iktisadî bir kriz manüple edilerek halka çıkarılıyor...

Fukara halk yüzlerce milyar dolar tutan bu faturayı halen kuzu kuzu ödemeye devam ediyor...

AKP iktidara geldiği 8 yıl içinde bu soygunun faturası olarak uluslarası ve iç tefecilere tam 408 milyar Tl. borç faizi ödemesi yapıyor (2010 sonu itibariyle)...

15 yıldır olan biten ortadayken...

“Yukarısı öyle istediği için” hiçbir savcı bu kirli dosyanın kapağını açamamışken...

Bir sabah uyandığınızda illegal Batı Çalışma Grubu’nu TEM polislerinin refakatinde, uygun adım Terörle Mücadeleye götürüldüğünü gördüğünüzde...

Ne düşünebilirsiniz ki?..

“Düğün değil bayram değil, bu nasıl iş”ten başka?

Bu durumda...

Buna en uygun cevap...

“Demek ki yukarısı böyle istemiş” değil midir?

Bence öyledir...

“O zaman kim bu yukarısı?”

Sorusunun cevabını bulmalıyız ki...

Olan bitene dair doğru fikir sahibi olup, doğru değerlendirmeler yapabilelim...

Dipnotlar:

1-) Neşe Düzel, “Cengiz Çandar: 28 Şubat darbesinde İsrail var”, 16.04.2012, Taraf gazetesi.
2-) “YDHD 25 Ocak'ta Bolu'da Basın Açıklaması Yapacak” , 23.01.2012, http://entellektuel.s4.bizhat.com/viewtopic.php?t=3343


(Devam edecek)
bu yazı dizisinin devamı için: http://entellektuel.s4.bizhat.com/viewtopic.php?p=6140#6140

MHP' Genel Başkan Yardımcısı Haluk Ayhan: AKP, başka ülkelerin taşeronu
24.04.2012

MHP Genel Başkan Yardımcısı ve Denizli Milletvekili Emin Haluk Ayhan, "AKP Hükümeti, etrafımızda meydana gelen olayları kendi oluşturduğu politikalarla değil, başkalarının oluşturduğu politikalara taşeronluk yaparak Türkiye'yi idare etmeye çalışmaktadır'' dedi MHP Genel Başkan Yardımcısı ve Denizli Milletvekili Emin Haluk Ayhan, partisinin Bilecik İl Başkanlığı Olağan Kongresi'nde yaptığı konuşmada, hükümetin ekonomide başarısız politika izlendiğini iddia etti. Türkiye'nin komşu ülkelerinde meydana gelen olaylara değinen Ayhan, şöyle konuştu: "AKP Hükümeti, etrafımızda meydana gelen olayları kendi oluşturduğu politikalarla değil, başkalarının oluşturduğu politikalara taşeronluk yaparak Türkiye'yi idare etmeye çalışmaktadır. Böyle bir şeyin sonucunun iyi olması mümkün değildir. Bu hükümet, dış politikada problemlidir. Hükümet daha geçen seneye kadar 'fevkalade iyiyim' dediği, barış ödülü aldığı ülkelere neredeyse savaş açacak hale gelmiş, batılı ülkelerle beraber, ödül aldığı ülkelerin insanlarının yönetimlerinin gitmesine neden olmuştur. 'Sıfır sorun' denilen dış politikada sorunsuz bir ülke çevremizde kalmamıştır. Irak'taki mevcut iktidarın kurulmasını bu hükümet desteklemiştir. Şimdi Türkiye'yi onlarla boğazlaşacak hale getirmiştir. Bu hükümet, dış politika konusunda yabancı ülkelerle paylaştıklarını TBMM'de olan siyasi partilerle paylaşmaktan korkmaktadır."
haber1001

Esad değil Türkiye kaybedecek

Kral Çıplak Diyebilen Tek Gazeteci Hüsnü Mahalli'nin Suriye Analizi: Esad Değil Türkiye Kaybedecek.

Suriye'yi en iyi bilen gazetecilerden olan Hüsnü Mahalli, Akşam'daki köşesinde Esad'la tamam mı devam mı sorusunu ele aldı. Mahalli, "Suriye toplantısından bir şey çıkmayacağını söylemiştim benim dediğim oldu" dedi.

BİRİLERİ BANA ÇOK KIZDI

Başbakan Erdoğan'ın Tahran gezisi sırasında İranlıların Türkiye'nin Suriye politikasından rahatsız olduğunu ve bunu farklı yöntemlerle yansıttıklarını yazdığımda birileri çok kızdı. Bana kızanlar Erdoğan döndükten sonra konuşan İran Parlamentosu Savunma ve Dışişleri Komisyonu Başkanı Brujerdi'nin demecini okusun. Brujerdi 'Türkiye'yi Amerikan işbirlikçisi olarak nitelendiriyor, Suriye'nin iç işlerine müdahale etmekle suçluyor ve bunun dostluk ve komşuluk ilişkilerine yakışmadığını' söylüyor.

TOPLANTIDAN BİR ŞEY ÇIKMAZ DEDİM

Gelelim Suriye konusuna...

Cumartesi günkü yazımda önceki gün İstanbul'da yapılan sözde 'Suriye Dostları Toplantısı'ndan hiçbir şey çıkmayacağını söylemiştim. Bazıları bu yazıma da kızmıştı... Pazar günü yapılan toplantı sabahında neredeyse tüm haber kanallarına çıkarak bu toplantının işe yaramayacağını söyledim. Saatler sonra benim dediğim oldu ve toplantıda Annan girişimine destek verildiği açıklandı. Annan'a belirli bir süre verilmedi, muhalefete silah desteğinden söz edilmedi, tampon bölgesi gündeme alınmadı ve Suriye Ulusal Konseyi muhalefetin tek temsilcisi olarak tanınmasına rağmen dolaylı da olsa Esad ile devam edilmesine yeşil ışık yakıldı. Bu da gayet doğaldır.

ESAD'SIZ ÇÖZÜM OLMAZ, İTİRAF ETTİLER

Çünkü ABD, Fransa ve İngiltere BM Güvenlik Konseyi'nde Rusya ve Çin'in isteğini kabul ederek Annan'a görev vermiş ve ona 'Git Esad ile görüşüp sorunun siyasi çözümüne yönelik bir plan hazırla' demişti. Yani ABD, İngiltere ve Fransa Esad'ı resmi olarak Suriye devletinin başkanı olarak kabul ediyor ve çözümün onsuz olamayacağını itiraf ediyordu. İstanbul toplantısı ise bu kabul ve itirafı pekiştirdi.

TÜRKİYE'NİN YAPACAĞI BİR ŞEY KALMIYOR

O zaman Türkiye'nin yapacağı bir şey kalmıyor. Yani Suriye muhalefeti ile sözde Hür Suriye Ordusu'nun komutanlarını barındıran ve onlara her türlü destek ve yardım yapan Ankara başından beri söylediğim gibi artık Batı desteksiz kendi başına Suriye politikalarını sürdürmek zorunda kalacaktır. ABD'den izin almadan nefes bile alamayan Katar ve Suudiler gelecek işarete göre Türkiye'yi yalnız bırakacaklardır.

TÜRKİYE SURİYE KONUSUNDA YALNIZLAŞIYOR

Suudiler ve Katarlılar muhalefete para ve silah göndererek Annan çabalarını baltalamayı ve Suriye'de iç savaş çıkartmayı planlayabilirler. Kara ve deniz sınırları 2000 kilometre civarında olan bir Suriye ise buralardan sızacak silahlı militanlarla uzun erimli mücadele etme durumunda kalabilir. Türkiye ise yalnız Kuzey Irak'tan sızan PKK'lılarla yıllardır uğraşıyor ve bu mücadelede şimdiye kadar 40 bin insan öldü. Özetle Türkiye; Suriye konusunda giderek yalnızlaşıyor ve Annan ilerleme kaydettikçe daha da yalnızlaşacaktır.

SURİYE'DE ÇÖZÜM OLASILIĞI ARTAR

Çünkü Annan'ın Suriye'ye göndereceği BM gözlemcileri gerçeği görünce çözüm yönünde daha sağlıklı adım atılacaktır. Annan'ın BM Güvenlik Konseyi tarafından görevlendirmesi kendi başına önemli bir olaydır. Güvenlik Konseyi üyesi ABD, İngiltere ve Fransa geri adım atmaz, Annan'a verdikleri desteği sürdürür ve Moskova ve Pekin ile yaptıkları anlaşmadan geri adım atmazlarsa Suriye'de çözüm olasılıkları artar.

BAZILARI SURİYE'DEKİ GERÇEĞİ GÖRMEK İSTEMİYOR

Hatırlanırsa üç ay önce de Arap Birliği bir karar alarak Suriye'ye gözlemciler göndermişti. Ancak gözlemciler gidip silahlı grupların saldırı, yıkım ve terörünü görüp rapor edince Arap Birliği'nin Dönem Başkanı Katar Şeyhi çıldırmış ve hemen gözlemcileri geri çağırarak görevlerini iptal etmişti. Çünkü bazıları Suriye'deki gerçeği görmek ve göstermek istemiyor.

BİBER GAZI DEMOKRASİSİNDEN ESAD'A NASIL REFORM MESAJI ÇIKABİLİR
29.04.2012

Gerçek ise Suriye'de kendini Hür Suriye Ordusu olarak tanıtan ve her gün medyaya konuşan silahlı gruplar devlete karşı ayaklanmış ve bölgesel ve uluslararası güç ve devletler onlara her türlü yardım ediyor. Gerekçeleri ise 'Suriye'de demokrasi istiyoruz'. Meslektaşımız Aslı Aydıntaşbaş'ın Milliyet'te dün yazdığı gibi: ''30 kişinin bağırmasından bu kadar rahatsız olan biber gazı demokrasisinden Beşşar Esad'a yönelik nasıl bir reform mesajı çıkabilir?''

CİHAD MAKDİSİ : "ERDOĞAN VE DAVUTOĞLUNUN AÇIKLAMALARI PROVAKASYONDUR"

Dışişleri ve Gurbetçiler Bakanlığı Resmi Sözcüsü Cihad Makdisi bugün yayınladığı bildiride; Türkiye Başbakanı Receb Tayyib Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun; Suriye'de gerginliği tırmandırma, durumları çıkmaza sürükleme ve iki ülke arasındaki ilişkileri sistematik bir şekilde sabote etme yönünde provokatör açıklamalarda bulunmaya devam ettiklerini belirtti.

Makdisi; Erdoğan ve Davutoğlu’nun yaptıkları bu açıklamaların Annan planıyla çeliştiğini söyledi. Suriye'nin Türkiye sınırlarını dost ve iyi komşuluk sınırları sayması itibariyle hiç bir zaman bu sınırları tehdit etmediğinin hatırlatıldığı bildiride; Erdoğan’ın sınırlarını koruması için NATO güçlerini kullanmakla tehdit etmesinin endişe verici bir durum olduğuna işaret edildi.

Bildiride; Suriye ve Türkiye arasındaki ortak sınırları korumanın, Annan planına ciddi ve gerçekçi bir şekilde bağlı kalmanın yanında güzel komşuluk politikalarına tutunmaktan başka hiç bir şeyi gerektirmediğine işaret edildi. Erdoğan’ın ne yazık ki güzel komşuluk politikasından tamamen uzaklaştığına dikkat çekilen bildiride; Türkiye başbakanının gerçekleri göz ardı eden bir politika izlediğini, siyasi sürece inancı olmayan silahlı grupları konuk ettiği ifade edildi.

İnsani düzeyde ise; Türkiye toprakları üzerinde bulunan silahlı grupların vahşet dolu hain eylemleri neticesinde zarar gören, teröristlerin ölüm ve dehşet dolu eylemlerinden kaçan Suriyelilerin sayısıyla ticaret yapıldığına dikkat çekildi

Suriye'nin dost Türkiye halkıyla güzel ilişkilere tutunmaya devam edeceğini ve iki ülke arasındaki tarihi ve güzel ilişkilere inanan Türkiye vatandaşları önünde kapılarını ardına kadar açık tutmaya devam edeceğinin altı çizilen bildiride; coğrafik konum ve tarihin yapılandırdığı bağların kişisel kin ve nefretlerin kırabileceği yada sökebileceği bağlardan çok daha güçlü olduğuna dikkat çekildi.
http://www.facebook.com/suriyem

LAVROV : "TERÖRİSTLER, ATEŞKES ANTLAŞMASINI UYMAYIP ; SURİYE ORDUSUNU TAHRİK EDİYOR"
29.04.2012

Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov; Suriye'de bulunan silahlı muhalefet gruplarının provokasyon, ateş açma, ve bombalı eylemleri nedeniyle henüz pekişmediğini ve sağlamlaşmadığını ifade etti.

Russia 24 Tv kanalına konuşan Lavrov Suriye'de ateşkesin; BM Suriye Özel Temsilcisi Kofi Annan planı kapsamında ilan edildiğini, ve Suriye'de hükümete ilaveten istisnasız tüm muhalif gruplarından her türlü şiddete son vermelerini talep eden Uluslararası Güvenlik Konseyi tarafından onaylandığına işaret etti.

Suriye'de bir kısım muhalif grupların ateşkese uymamakla birlikte bombalı ve silahlı terör eylemlerini tırmandırdıklarını ifade eden Lavrov; sözü edilen grupların bu gibi eylemlerle Suriye'ye yabancı askeri müdahale önünde kapıları ve yolları açmayı hedeflediklerine dikkat çekti.
http://www.facebook.com/suriyem

Suriye’den Erdoğan’a tepki yağıyor
11/05/2012

Köprüleri atan tavrı yüzünden Suriyeli üst düzey yetkililerin sert biçimde eleştirdiği Başbakan Erdoğan’a son çıkış, Suriye Enformasyon Bakanı Adnan Mahmud’dan geldi: Erdoğan’ın ABD projesinin elemanı olduğunu biliyoruz. Bu proje Arap bölgesini etnik ve mezhepsel temelde parçalamaya yöneliktir. Halkımız adına konuşma yetkisini ona kim verdi?

Suriye’den sert suçlama: Erdoğan Suriye halkının düşmanı

Suriye Enformasyon Bakanı Adnan Mahmud, Başbakan Tayyip Erdoğan’ı ağır biçimde suçlarken, “Erdoğan’ın ABD’nin projesinin elemanı olduğunu biliyoruz. Bu proje Arap bölgesini etnik ve mezhepsel temelde parçalamaya yöneliktir” dedi. Mahmud, “Halkımız adına konuşma yetkisini ona kim verdi?” dediği Erdoğan’ı, Suriye halkına karşı “terörü desteklemekle” suçladı. Şam’da Türk gazetecilerle görüşmesinde Cumhuriyet’in de sorularını yanıtlayan Mahmud, Erdoğan’ın, başını ABD’nin çektiği Şam karşıtı projede “Suriye’nin düşmanı” olarak yer aldığını iddia etti. Erdoğan ve hükümetinin “terörle işbirliği içinde olduğunu” ileri süren Mahmud, Başbakan ile Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun söylemlerinin olayları silahlı çetelerin gözüyle değerlendirmelerine dayalı olduğunu söyledi. Suriye’nin BM daimi temsilcisi Beşar Caferi, çatışmalarda aralarında İngiltere, Fransa ve Belçika vatandaşlarının da bulunduğu 12 yabancı teröristin öldürüldüğünü söyledi. Caferi, bunların 26’sı gözaltına alındı. Listeyi BM Genel Sekreteri’ne verdik “ dedi.
Kaynak: http://www.yg.yenicaggazetesi.com.tr/habergoster.php?haber=67282

SURİYE HALKI : "EN BÜYÜK DÜŞMANIMIZ DECCAL ERDOĞAN!"



Hatay’daki sözde Özgür Suriye Ordusu kamplarında yaptığı gözlemlerde önemli sonuçlar elde eden gazeteci Mustafa Kemal Erdemol ile seçim süreci için gittiği ve 55 kişinin hayatını kaybettiği büyük katliama tanıklık ettiği Suriye’deki izlenimlerini Sol Portala anlattı.Çok önemli gözlemlerde bulunulmuş.Sonuna kadar okumanızı tavsiye ediyoruz.

- " Suriye’ye gitme nedeniniz seçimleri takip etmekti sanırım. Öncelikle gidiş nedeninizi ve seçim süreci gözlemlerinizi kısaca açıklayabilir misiniz? "

* Suriye’ye aslında başka bir organizasyonla gidecektim. Orada niyeyim, çatışma bölgelerini izlemek, Türkiye sınırından gelişi ve gidişi mümkünse belgelemekti.

Daha önce Hatay’da bulunduğum kampta bu geliş gidişleri belgelemiştim. Kampta görüştüğüm insanlar, sınırdan çıkıp, Suriye’ye geçtiklerini orada çatışıp Türkiye’ye geri girdiklerini ifade etmişti.

Dolayısıyla bu giriş çıkışları daha iyi belgelemek için Suriye’ye gitmek üzere başvuruda bulundum. Bu başvuruya cevap gelmeden Suriye’deki seçimler geldi. Bu seçimlere Türkiye’den bir gazeteci grubuyla birlikte ben de davet edildim.

Burada şunu söylemekten çekinmiyorum, ben Suriye hükümetinin güven duyduğu gazetecilerdenmişim. Kısacası benim düşündüğüm organizasyona bu davet denk düştü. Seçimleri de gözleyerek planladığım işleri yapmak için Suriye’ye gittim. 10 günlük bir süre kalmayı planlıyordum ama malum gerekçelerden dolayı dönmek durumunda kaldım.

Seçimlere ilişkin gözlerim gelirsek,yüzde yüz demokratik seçimler mi, tabi ki değil. Suriye’nin de böyle bir iddiası yok. Ama Suriye’nin çevresindeki birçok ülkeden demokratik olduğunu açıkça söyleyebilirim.

Önemli değişiklikler vardı yapılan bu seçimlerde. Anayasadaki 8. maddeyi değiştirilerek Baas partisi dışında da partilerin seçime girebilmesi sağladı. 8. maddede Baas öncü partidir deniliyordu

- "Peki oy kullanma alanları nasıldı. Buralarda istediğiniz gibi denetlemelerde bulunabildiniz mi? "

* Oy kullanama alanlarını denetledik. Başımızda polis yoktu. Devletin görevlendirdiği güvenliklerimiz vardı. Burada açıkça şunu söylemek istiyorum, hükümet bizi kendi belirlediği yerlere yönlendirmedi. Dilediğiniz yere gidip gözlem ve denetleme yapabilirsiniz dedi. Buna da şaşırdık. Seçim boyunca istediğimiz her yere giderek denetleme yaptık.

Oy kullanmayanlar kullanmadı. Baas’a oy vermeyenler vardı. Geçerken orada oturmuş bir mantığı da belirtmek isterim. Orada partiye değil kişilere oy veriliyor. Kafalar ve sistem böyle oluşturulmuş durumda.

Sonuçta 44 yıl sonra “serbest” sayılabilecek bir seçim yapıldı. Bir şey dikkatimi çekti onu da aktarmak istiyorum. Suriye’de bir gazeteci seçim sonuçlarını ve seçim sayımını kontrol etmekte denetlemekte serbest. Bu gazeteci için anayasada tanınmış bir hak.

- "Suriye’de yaşanan ve 24’ü çocuk 55 kişinin hayatını kaybettiği korkunç katliamda oradaydınız. O günü ve yaşadıklarınızı anlatabilir misiniz? "

* Seçimlerden sonra Suriye’de bir süre daha kalma planlarım vardı. Perşembe günü oteldeyken bir sarsıntı oldu. Deprem oluyor diye düşündüm. Bilgisayarın ekranı sallandı o derece sarsıntı yaşandı.

Burada da mı depreme yakalandık diye düşündüm. Şunun hatırlatayım bu sarsıntıyı olay bulunduğum otelin 9. katından hissettim ben. Daha sonra aşağı indim. Deprem mi oldu diye sorarken, tercüman geldi ve büyük bir patlamanın olduğunu söyledi. Olay yerine gitmek konusunda ısrar edince bizi patlamanın yaşandığı bölgeye götürdü.

İki bomba patlamış, ard arda. Olay yerine ulaştığımızda gördüğümü tablo korkunçtu. Her yerde insan parçaları, çocuk cesetleri vardı. Tırlar patlamanın etkisiyle ikiye ayrıldı. Bir küçük araç gördüm içindeki bakkaldı sanırım. Araçta bisküviler vardı ve içindeki adam hayatını kaybetmişti.

Korkunçtu ortalık. Gözlerimden yaşlar gelmiş farkında değildim…

Yerler insan parçaları. İnsan parçalarına bastığımı anlayamadım. Birileri gelip Arapça bir şeyler söylüyor. Bana “adem”, “adem” denildi. O zaman anladım ne demek istediklerini. İnsan parçaları patlamanın etkisiyle erimiş ve yerlere saçılmıştı.

En büyük ölüm ise okul servisinde meydana geldi. 24 çocuk öldü orada. Sanırım ölen çocuklar istihbaratçıların çocuklarıydı. Çünkü o bölgede istihbarat binasına yakın bir özel okul var. Oraya gidiyorlar diye düşünüyorum.

Olay yerindeki Suriye polislerinden çok büyük bir çaresizlik gözlemledim. İnsanlar ağlıyor ve feryat ediyordu her yerde. Bu sırada yanıma yaşlı bir adam geldi. Elinde sanırım çocukların ders kitaplarından biri vardı. Bana bir şeyler söylüyordu ama anlayamadım. Erdoğan ve deccal lafından başka bir kelimeyi bilmiyordum. Çevirmeni çağırdım. O bana gelen tepkileri çevirdi. “KATİL ERDOĞAN”, “DECCAL ERDOĞAN" gibi sözler söyleniyordu.

Olayda 55 ölü var deniliyor ama 100 ölü olduğunu düşünüyorum. 30 araç saydım. Araçlar erimiş. Bin 100 ton patlayıcı kullanılmış ve yolda 5 metre çukur açılmış. Gerçekten korkunçtu.

Saldırıyı Esad yaptırdı demek saçmalık. İstihbaratının yeri bilinmesin diye fotoğraf dahi çektirmezken oranın önünde saldırı yapmasının anlamı yok. O kadar alçakça bir saldırı yapıldı ki…

- " Bu tarz patlamalarda oluşan hava böyle peki Suriye’de günlük yaşam nasıl geçiyor? Bu konudaki gözlemleriniz neler? "

* Seçimlerden örnek vereyim. Şehrin önemli meydanlarından birine gittim. Orada insanlarla konuştum. Lübnan’dan gelen Kürtlerle görüştüm, Suriyelilerle uzun uzun görüştüm. Daha sonra otele çıktım ve El Cezireyi açtım. Televizyonda “seçimler nedeniyle başlayan genel grev Şam’ı vurdu. Meydan asker dolu” deniliyordu. Benim sabahtan beri insanlarla konuştuğum meydanı gösteriyorlardı. Sinirden odamda adeta çıldırdım.

“Şam’ı vurdu diyorlar” oysa biz o seçim akşamı gece 02.00’ye kadar gezdik arkadaşlarımızla. Ortada hiçbir biçimde asker yığınağı görmedik.

Ama El Cezireyi açıyorsun, CNN’i açıyorsun askerler nefes aldırmıyor. Günlük hayatta ise böyle bir şeye rastlamıyorsun.

Seçim akşamından bir örnek daha vereyim. Bir büyük Esad posteri açıldı. Bir avuç insan vardı seçim kutlamalarında. Bu insanların Esad’ı sevmediği anlamına gelmiyor. İnsanlar güvensizlik çıkabileceğinden toplu halde bir araya gelmemeyi tercih etti o gece.

Buna karşın diktatör dediğin adam istese binlerce kişiyi toplayabilirdi. Böyle bir zorlama yapılmadı. Orada genç kızlar ve erkeklerden oluşan küçük bir grup ilginç bir halayları var onu çektiler uzun saatler boyunca. Bunlar önemli Suriye’yi anlamaya çalışırken önemli ölçütler.

Bu arada Suriye’de bizden daha laik bir yaşam var. Anayasada mezhepçi ve dinci parti kurulması kesinlikle yasak.

Bir küçük örnek daha, bir Ermeni Papaz ile konuşma fırsatım oldu. “Bizi kimse rahatsız etmez” dedi. Sizin kapınıza işaret konuluyor mu diye sordum, anlayamadı dahi…

- " Suriye’de gözlem yaptığınız süreç boyunca, halkın en büyük tepkileri nelerdi? "

* Suriye için bölgede üç düşman var. Bunlar Suudi Arabistan, Katar ve Türkiye. Kişi olarak ise en büyük düşmanlık Erdoğan’a karşı. Orada Erdoğan için Deccal deniliyor. İslam da en büyük hakaretlerden biri bu tanımlamadır.

Ancak açık biçimde Türkiye halkı ile Erdoğan’ı ayırıyorlar. Türkiye’yi seviyorlar, Erdoğan’a deccal diyorlar.

Enformasyon Bakanları ile konuştum. Mütevazı bir bakanlık binası var. Enformasyon Bakanı eski SANA genel müdürü. Üniversitede medya dersleri veriyor. Diyor ki, “çok yönlü bir medya savaşı yürütülüyor. Ama siyasi savaşın merkezi Türkiye Neden böyle yapıyor bilmiyoruz. ABD planın bir parçası durumundalar. Silahlı grupları destekliyor. Bunları belgeleyip uluslar arası kamuoyuna sunacağız.”

Kısacası Suriye halkı Erdoğan’ı bir numaralı düşman olarak görüyor. Bunu kahvelerde çok sıkça görmeniz mümkün. Nereden geldiniz denilince Erdoğan’a laf başlıyor. Bir tek kişinin Erdoğan için iyi biri dediğini göremedim.
Kaynak: http://www.facebook.com/suriyem

Hükümet Suriyeli "mültecil"ere kredi kartı bile dağıtmış
14.05.2012

Kilis'teki mülteci kampına giren Russia Today muhabiri, Suriyeli mültecilere devlet tarafından gündelik harcamalarında kullanmaları için kredi kartı dağıtıldığını yazdı. Russia Today'in iddiasına göre her bir kredi kartına aylık 300-400 dolar yükleniyor.

Kilis'te Suriyeli mültecilerin yaşadığı konteyner kente giren Russia Today muhabiri Nadejda Kevorkova, haberinde çarpıcı iddialara yer verdi. Türkiye'de resmi olarak "mültecilerin" değil, "konuklar"ın bulunduğunu vurgulayan Kevorkova, "Gayet iyi ağırlanan ve Türkiye'nin misafirperverliğinden yararlanan Suriyeli 'konuklar', Batı medyasının 'şeytani Esad rejimi kendi halkını korkutarak kaçırıyor' anlatısıyla çelişecek şekilde, evlerine dönüyorlar" diyor.

Angelina Jolie'nin Türkiye'deki kampları ziyaret ettiği medya şovundan bu yana Kilis'teki kampa girmesine izin verilen ilk yabancı gazeteci olduğunu söyleyen Kevorkova, kampı yöneten insani görev gücünün genel koordinatörü Suphi Atan'a dayanarak kampta 9627 kişinin konakladığını belirtti. Kamptaki bütün işlerin görevli personel tarafından yapıldığını belirten Russia Today muhabiri, kamp sakinlerine her gün üç öğün yemek verildiğini, her konteynerda tuvalet, su ve klima bulunduğunu aktardı. Kevorkova Kilis'teki kampta bir okulun, caminin ve süpermarketin de mevcut olduğunu yazdı.

Kevorkova'nın kampla ilgili aktarımlarında yer alan çarpıcı bir iddia ise mültecilere Türkiye devleti tarafından günlük alışverişlerinde kullanılmak üzere kredi kartı dağıtıldığı yönünde. Russia Today muhabiri, kredi kartlarına Türk devleti tarafından her ay 300-400 dolar yüklendiğini, bu amaçla tüm mülteci kamplarında bugüne kadar toplam 163 milyon dolar harcandığını öne sürdü. Kevorkova, kamplara ayrıca İHH tarafından gıda yardımı yapıldığını da belirtti.

Russia Today'in yeniden gündeme getirdiği bu iddia, kampları ziyaret eden Tayfun Talipoğlu tarafından da dile getirilmişti.

Kevorkova, "Türkiye'nin insani söylemine göre ülkede hiç Suriyeli mültecinin bulunmaması gibi, Türk hastanelerinde de hiç yaralı Suriyeli bulunmuyor; onlara 'İHH misafirhanelerinde kendilerini toparlayan ziyaretçiler' deniliyor" diyor. Kilis kampının genel koordinatörü Suphi Altan'ın aktarımına göre geçtiğimiz yıl boyunca 500 Suriyeli, Türkiye'de ameliyat edilmiş.

Ağırlananlar kimler?

Kampta kalanlarla yaptığı röportajlara da haberinde yer veren Kevorkova, kampta kalan ve kendisini Ebu Amin adıyla tanıtan bir "takım lideri"nin sözlerini aktarıyor. 29 yaşındaki mühendis Ebu Amin annesinin de Birleşik Arap Emirlikleri'nde olduğunu belirtiyor. 15 ay Suriye ordusunda bulunduğunu ifade eden Amin, Banyas'ta ordudan kaçtığını ve daha sonra üç ay boyunca 240 kişilik bir muhalif silahlı birliğin liderliğini yaptığını söylüyor.

On beş adamının çatışmalarda öldüğünü belirten Amin, Russia Today muhabirine Suriye muhalefetini anlatırken şunları söylüyor:

"Ben NATO müdahalesinden yanayım. Amerika'nın İran'ı bombalamasını diliyorum; Amerika, Avrupa ve Müslümanların Doğu'ya karşı ittifak yapmasını ve onu yenmesini diliyorum. İbn-i Taymiyye'nin Şiiler hakkında yazdıklarına bakın! Amerikalılar Şiilerden daha iyi, Hıristiyanlar da onlardan daha iyi."

Kendisini Ebu Amin ismiyle tanıtan bu Suriyeli muhalif, Türkiye'deki iktidarın cömert yardımlarından istifade eden Suriyeli misafirlerden yalnızca bir tanesi.
Kaynak: Suriye Arap Haber Ajansı

SURİYE DEZENFORMASYONU VE GERÇEK
14 Mayıs 2012

Cumhuriyet muhabiri Mustafa Kemal Erdemol seçimleri izlemek için gittiği Şam’da abluka altında olduğu söylenen parlamentonun önünde beş-on asker görebildi. Batı medyasının katılımın az olduğunu iddia ettiği seçimlerde ise katılım rekoru olduğunu saptadı. Suriye'de aslında ne oluyor?
Mustafa K. Erdemol'un kaleminden 'Yalan Kıskacındaki Suriye' yazıdizisi

Suriye'de aslında ne oluyor? Halk, evine kapanmış kurtarıcı 'ABD'yi mi bekliyor yoksa olağan günlerini mi yaşıyor. Esad'a karşı sevgi mi nefret mi büyüyor. Medya Suriye'yi nasıl okuyor...

Cumhuriyet Muhabiri Mustafa K. Erdemol'un Suriye izlenimleri bilgi kirliliğini temizliyor. İşte Erdemol'un yazıdizisinden önemli noktalar:

- 2003 yılında ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell’in isteklerine “evet” demeyen Beşşar Esad bugün ABD kaynaklı bir propaganda savaşının hedefi durumunda.

- Genel grev Suriye başkentini vurdu haberlerinin yayımladığı saatlerde sabaha kadar açık dükkânlarda Şamlılar alışveriş yapıyordu.

- Muhaliflerin korkusundan başkentte rejim güçlerinin kontrolü sıklaştırdığı söylenmesine rağmen, ülkenin parlamentosunun önünde bile asker yoktu.

- Batı medyasında seçimlere katılımın düşük olduğu söylenmesine rağmen, Esad’ın reformlarının da etkisiyle son seçimlere katılım rekor düzeyde oldu.

- Anayasa değişikliği ile yönetici parti Baas’ın yanı sıra on parti daha seçimlere katıldı. Seçimlerde yedi binden fazla bağımsız aday da şansını denedi.

- Seçim sandıklarını gözetleme ve denetleme hakkı bulunanlar arasında medya mensupları da var.

- Suriyelilere göre ülkelerinin üç düşmanı Suudi Arabistan, Katar ve Türkiye. En nefret ettikleri politik figür ise “Deccal” dedikleri Erdoğan.

- Baas’lı yönetici gün gelecek Hatay’ı da konuşacağız diyor.

Erdemol’un “Yalan kıskacındaki Suriye” başlıklı Şam notları şöyle:


Şam’da şaşırtan sükûnet

Suriyelilere göre ülkelerinin üç düşmanı Suudi Arabistan, Katar ve Türkiye. En kızdıkları politik figür ise Recep Tayyip Erdoğan

* Genel grev Suriye başkentini vurdu haberlerinin yayımlandığı saatlerde sabaha kadar açık dükkânlarda Şamlılar alışveriş yapıyordu.

* Batı medyasında seçimlere katılımın düşük olduğu söylenmesine rağmen, Esad’ın reformlarının da etkisiyle son seçimlere katılım rekor düzeyde oldu.

* Anayasa değişikliği ile yönetici parti Baas’ın yanı sıra on parti daha seçimlere katıldı. Seçimlerde yedi binden fazla bağımsız aday da şansını denedi.

Kahire’den bindiğimiz Mısır Hava Yolları uçağı alçalmaya başladığında hiçbir ayrıntısını kaçırmamak için adeta pencereye yapışarak izlediğim kente bakarken “demek ki Şam buymuş” dedim içimden. Şimdi sadece Suriye’nin başkentinin adı olarak bilinen Şam, çok uzun yıllar boyunca tüm Suriye’yi -aslı Asuriye’dir- tanımlamak için kullanılırdı. Şam, sadece bu güzel kentin değil tüm bölgenin adıydı önceleri. Arap-İslam dünyasında, Yunanca bir kelime olan Suriye’nin kullanıldığına pek tanık olunmamıştır. Batılı sömürgeciler iki yüzyıl önce yeniden Suriye’yi akıl etmeselerdi, bizim için buralar Şam’dı hâlâ.

Uçak alçaldıkça, yüksek yapı geleneğinin olmadığını fark ettiğim Şam’ı daha yakından gördüm. Binaları ne kadar eski görünüyordu. Bunun nedeninin Suriyelilerin binalarının cephelerini boyamamalarından kaynaklandığını anlayacaktım. Kente eskilik havasını veren buymuş meğer. Dış cephe boyası nedir bilmiyor Suriyeliler.

Dünya kamuoyunun adını huzursuzlukla, kargaşayla andığı Suriye’ye, tam kırk dört yıl sonra yapılan “çok partili” seçimleri izlemek için gidenler arasında ben de varım. Yapılan bir değişiklikle iktidar partisi Baas’ın “ülkenin tek öncü partisi” olduğunu içeren anayasa maddesi kaldırılınca başka partilerin de katılabilme şansını bulduğu bir seçim izleyeceğim. Şam’da Rus, Japon, Tunus, Cezayir gibi ülkelerden aynı amaçla gelen başka meslektaşlarımızla da tanışacağız sonradan.

Mütevazı bile denemeyecek kadar küçük havalimanına indiğimizde, bir savaş bölgesine geldiğimizden o kadar emindim ki bizi karşılayan görevlilerin sakin tavırları karşısında şaşırdım biraz, ne yalan söyleyeyim. İnsan etkileniyor okuduklarından, duyduklarından. Alındığımız VIP salonunda, bir hayli uzun zaman bekletildikten sonra havalimanından şehre doğru yola koyulduk. Bıktırıcı saatler boyunca beklediğimiz Kahire Havalimanı’nda başta El Cezire olmak üzere izlediğim birçok televizyon kanalının Şam’daki “olağanüstü durum” içerikli haberleri geldi aklıma. “Seçimler nedeniyle muhalefetin boykot çağrısına uyan” Şam esnafının dükkânlarını açmadığı, “kentte hayatın durduğu” haberleri aklımda Şam sokaklarından geçerken çay bahçelerinde akşamüzeri sefası yapan kentlileri görmek tuhaf geldi doğrusu. Belki şu “olağanüstü durum”la ya da “olağanüstü güvenlik önlemleri” ile kent merkezinde karşılaşırım herhalde dedim içimden.

Yanılmışım.

Sahiden de ‘olağanüstü’

Tek “olağanüstü” durum, otelimizin, yani Şam Palas’ın önünde durduğumuzda hâlâ bir “olağanüstülük” görememekti. El Cezire’de gördüğüm, kenti adeta ablukaya almış Suriye ordusu neredeydi peki? Ertesi gün mutlaka görürdüm herhalde.

Ertesi gün de yoktu.

Kahvaltı yaptıktan sonra, seçim sandıklarının bulunduğu yerleri ziyaretimize başlamadan önce az da olsa dolaştığım merkezde önünde beş, bilemediniz yedi askerin bulunduğu bir binanın önünden geçtim iki kez. Buranın ülkenin parlamentosu olduğunu daha sonra öğrenecektim. Olası hedeflerden biri durumundaki parlamento binasının önünde de ordu yoksa, neredeydi peki? Ordu toptan firar etmiş olmasın?

Kent merkezinin dışında, oy sandıklarının bulunduğu bölgeleri gezdik. Gençlerin çoğunlukta olduğu bu bölgelerdeki seçim merkezlerinde seçmenlerle konuştukça kimilerine göre “adil” olmayan seçimlerin oy kullanan vatandaşlar için ne demek olduğunu anlayabildim. Hepsi, ‘Halk Meclisi’ dedikleri parlamentoda sorunlarını çözebileceğine, seslerini duyurabileceğine inandığı adaylara oy vermek için buradalar. Suriye’de, adaylara oy veriyor seçmenler, dolayısıyla hangi partiden olduğunun bir önemi yok. Çok az Türkçe konuşabilen bir Türkmen kadın oyunu, bir işadamı olan adaya verecekmiş örneğin. Hangi mezhepten, hangi siyasi görüşten olduğunu bilmiyormuş bile.

Kaynak: Suriye Arap Haber Ajansı/http://www.cumhuriyet.com.tr

Kilis'te vatan haini Suriyeli sığınmacılar polisle çatıştı
17.05.2012

Kilis'te boş konteynerlere izinsiz yerleşenlerle polisler arasında arbede yaşandı
Güvenlik güçlerine direnen Suriyelilerin attığı taşlardan 3 polis yaralandı, resmi araçlar ve idari binalarda hasar oluştu.

POLİSE TAŞLA SALDIRDILAR
Ülkelerindeki sorunları bahane edip kaçıp geldikleri Türkiye'de Kilis'teki konteyner kente barınan bazı Suriyelilerin kendilerine tahsis edilmeyen boş konteynerlere yerleştiği bilgisini alan polis, saat 16.00 sıralarında tahliye için çalışma başlattı. Uyarılara rağmen konteynerleri boşaltmayan Suriyeliler, polislere taşla saldırdı. Atılan taşlardan 3 polis yaralandı, ekip otosu ve idari binada da hasar oluştu.

JANDARMA DA SEVK EDİLDİ
Polislerin yaralandıklarını telsizle anons etmesi üzerine konteyner kente çok sayıda polis ve jandarma sevk edildi. Kilis Vali Yardımcısı Erkan Çapar ve İl Emniyet Müdürü Mehmet Akpınar, konteyner kente gelerek, yaşanan olaylarla ilgili görevlilerden bilgi aldı. Gerginliğin sona ermesi için sık sık Arapça anonslar yapıldı. Müdahale için konteyner kentin girişinde yüzlerce polis ve jandarma hazır bekledi.
Kaynak: Suriye Arap Haber Ajansı

Esad'ı çözmeye çalışırken kendileri çözüldüler: Haçlı uşağı Galyun istifa etti

Batı ve Türkiye destekli AB-D kuklası Suriye Ulusal Konseyi Başkanı Galyun'dan istifa kararı

Geçtiğimiz gün tekrar sözde Suriye Ulusal Konseyi Başkanlığı'na seçilen Burhan Galyun, istifa kararı verdiğini açıkladı. Konsey'in Suriye içerisinde istediği güce ulaşamamış olması ve muhalif gruplar birbirine çıkar amaçlı düşmesi bu karara neden olduğu belirtiliyor.

Batı destekli Suriye muhalefetinin yaşadığı kriz derinleşiyor. Muhalefetin çatı örgütü olarak tasarlanan sözde Suriye Ulusal Konseyi'nin Başkanı Burhan Galyun istifa kararı aldı. Galyun, geçtiğimiz gün tekrar Konsey'in başkanlığına seçilmiş ancak birçok muhalif grubun Konsey'den ayrıldığı bilgisi basına yansımıştı.

Müslüman Kardeşler'e yakın olduğu belirtilen Galyun, yerine başka biri bulunmasını istedi ve kendisinin muhalefet içinde mevcut ayrılıklar içinde göreve devam edemeyeceğini belirtti.

Aynı Libya'da olduğu gibi, Suriye'ye dönük emperyalist bir müdahalenin zeminini oluşturmak için tasarlanan Konsey, Suriye halkı tarafından tarafından dışlanmış durumda.
Kaynak: Suriye Arap Haber Ajansı

Uçağın motoru durunca neler işittik
Ertuğrul ÖZKÖK
18.05.2012

Dışişleri Bakanı'nın uçağında ve Ankara'da bize neler anlatılıyor?

Suriye'de muhalefet giderek güçleniyor.

Esad rejimi halkı inletiyor; halk BAAS diktatörlüğünden illallah diyor.

Esad gitti gidecek...

Yaratılan hava buydu değil mi?

ORADA DURUM BİZE ANLATILDIĞI GİBİ DEĞİL

Fakat Suriye'ye giden Türk gazetecilerinin yazdıklarına bakıyorum.
Yani bakanın uçağının motor gürültüsü kesilince, duyduklarımız çok farklı.

Cumhuriyet gazetesi muhabiri Mustafa Kemal Erdemol, güzel bir gazetecilik yaptı. Dört gün boyunca Suriye ve Şam izlenimlerini yazdı.

Yazdıkları bir zamanlar aynı gazetede Cengiz Çandar'ın yazdıklarının tadındaydı.

Şimdi gelin Erdemol'un yerinde görerek yazdıklarına bakalım.

"Bölgeyi iyi bilen kesimler diyor ki, Suriye, Libya ve Irak gibi değildir."

ÇÜNKÜ; "Esad, ülkede ciddi bir toplumsal desteğe sahip."

ÇÜNKÜ; "Rusya ve Çin gibi iki dev hâlâ desteğini sürdürmektedir."

ÇÜNKÜ; "Muhalefet sanıldığı gibi bir bütün değil, parçalıdır."

ÇÜNKÜ; "Bir savaş halinde Hizbullah elindeki 40 binden fazla roketle, Esad'ın yanında yer alır."

EE HANİ BÜTÜN SURİYE GİTMESİNİ İSTİYORDU

Bize burada ne deniyor: "Suriye'de halkın çoğunluğu Sünni. İktidar ise Alevilerin elinde. Dolayısıyla bütün Sünniler, Esad'ın gitmesini istiyor."

Suriye'ye gidip insanlarla konuşan Erdemol ise son gelişmeleri şöyle özetliyor: "Terörün sivil hedefleri de vurmaya başlaması, Suriye halkının büyük çoğunluğunun Esad etrafında bütünleşmesine yol açtı."

"Muhalefet içindeki çatlak daha da büyüyor. O kadar büyüyor ki, Arap Birliği bile, aralarındaki sorunları tartışmak için bir araya getiremiyor."

İdil ve Hama'da muhaliflerin gücü var. Ama diğer bölgelerde merkezi hükümet kontrolü elinde tutuyor."

Diyelim ki Ankara'nın da gayretiyle Esad rejimi çöktü.
Peki o zaman ne olacak? Buyrun yan tarafa...

Sayın milletvekili, bir gün el kaldırmak zorunda kalırsan

EVET;

"Esad rejimi çökerse ne olur?"

Erdemol muhtemel gelişmeleri şöyle özetliyor:

"Bölgede tüm dengeler değişir. İran önemli bir yalnızlık içine itilir. Lübnan'ın içi boşaltılmış olur."

"Suriye parçalanabilir. Ama bu Esad'ın siyaset sahnesinden silinmesi anlamına gelmez."

"Ülke işgal edilirse, Şam merkezli yeni bir devlet kurulabilir."

"Asıl önemlisi sadece Aleviler değil, laik Sünniler ve öteki dini azınlıklar da bu devlette yaşamayı arzu edebilir."

ÇÜNKÜ; "Esad sonrası bir Suriye'de yaşamalarının mümkün olduğuna inanmayan çok sayıda Sünni laik ve Hıristiyan topluluk var."

O zaman soralım.

Böyle bir tablo, Türkiye'nin lehine mi?

'ORAYA ÖNYARGILI GİTTİM AMA GÖRDÜM Kİ HAKLIYIM'

Dün yayınlanan dördüncü yazıyı okuduktan sonra Cumhuriyet muhabiri Erdemol'u arayıp sordum: "Bu gözlemlerde biraz şahsi yargılarınızın etkisi olabilir mi?"

Şu cevabı verdi: "Oraya belli bir yargıyla gittiğim doğrudur. Oradan bize gelen haberlerin saptırılmış olduğunu düşünüyordum. Bu duygumun gerçek olduğunu gördüm. Orada bize anlatılandan farklı bir tablo var."

Daha önce Suriye'ye giden başka gazetecilerin anlattıkları da çok farklı değildi.
Çoğunun ortak görüşü şuydu: Oradaki tablo, tam anlamıyla Dışişleri Bakanımızın anlattığı gibi değil...

O zaman Türkiye'yi bu kadar büyük ve sonuçları ağır olabilecek bir angajmana sokmayı kamuoyuna hangi gerekçelerle anlatacaksınız?

YETER Kİ ONURSUZ OLMASIN SAVAŞ

Umut ederim, neredeyse savaşa bile girmeyi göze aldığımız bu konuda, Irak savaşı öncesi Amerikan medyasında görünen "resmi bir dezenformasyon" olayı ile karşı karşıya değilizdir.

Anlayacağınız, bütün medya kuruluşlarının, Ankara'dan veya Dışişleri Bakanı'nın uçağından gelen haberlerle yetinmeyip, Suriye'ye tarafsız muhabirlerini göndermelerinde yarar var.

Milletvekillerine gelince? Bir gün sınır ötesine asker göndermek gündeme gelir ve el kaldırmak zorunda kalırlarsa, Suriye sokağından gelen ve "embedded" olmayan bilgileri dinlemelerinde de yarar var.
Kaynak: Hürriyet

"AKP'nin Suriye politakasının Gaziantep'e zararı 1 milyar dolar"
18.05.2012

Suriye sınırına tampon bölge söylentisi Kilis ve Gaziantep’i gerdi. CHP Gaziantep Milletvekili Ali Serindağ, Suriye ile gerginliğin bölge ticaretine darbe vurduğunu belirterek, “Tampon bölge oluşturulmasına da kimse sıcak bakmıyor. Herkes tepkisini dile getiriyor” diye konuştu.

Kilis ve Gaziantep’te tampon bölge krizi!

Tampon bölge iddiaları Gaziantep ve Kilis’te tedirginlik yarattı. CHP Gaziantep Milletvekili Ali Serindağ, Suriye ile yaşanan gerginlikten Kilis ve Gaziantep’in sınır ticaretinin büyük zarar gördüğünü söyledi. Tampon bölge söylentilerinden vatandaşların rahatsız olduğunu ifade eden Serindağ, “Böyle bir bölge oluşturulmasına sıcak bakmıyoruz. Herkes tepkili. Hükümetin yarattığı baskı politikası vatandaşlarının görüşlerini ifade etmeye fırsat bırakmıyor” dedi. YENİÇAĞ’ın sorularını yanıtlayan Serindağ, iki ilde de Suriye ile yapılan sınır ticaretinin durduğunu söyledi. Sosyal yaşamın da olumsuz etkilendiklerini anlatan Serindağ sözlerini şöyle sürdürdü:

AKP’ye tepki artıyor

“Kilis, Islahiye ve Ceylanpınar’da kurulan kamplara Hatay’a yerleştirilen sığınmacılar getirildi. Kampların kapasitesi yaklaşık 42 bin. Ekonomik yönden çok etkilendik. Akrabalık ilişkileri, dostluk ilişkileri var. Onlar da zarar görüyor. Gaziantep’in zararının 1 milyar dolar olduğu söyleniyor. Hükümetin izlediği Suriye politikasından dolayı AKP’ye tepki artıyor, insanlar korkuyor. Hükümetin yarattığı baskı politikası vatandaşlarının görüşlerini ifade etmeye fırsat bırakmıyor. Türk milleti misafirperver, ancak yurtiçindeki vatandaşlarımızı da unutmamak lazım.
Suriye Arap Haber Ajansı

CIA yalancısı
Hüsnü Mahalli
19 Mayıs 2012

7 Mayıs'ta yapılan seçimleri izlemek üzere bir grup meslektaşımız Suriye'ye gitmişti. Farklı TV ve gazeteler adına Şam'a giden meslektaşlarımız, seçimleri izledikten sonra Şam'da meydana gelen ve 70 kadar insanın ölümüne ve 400 kadarının da yaralanmasına neden olan intihar eylemlerinin meydana geldiği yere gidip sıcağı sıcağına izlenimlerini anlattılar. O intihar eylemleriyle ilgili olarak muhalefet sözcüleri ve bizim buradaki yandaşları 'Esad yaptırmıştır' demişti. BM Genel Sekreteri Ban Ki Moon dün yaptığı açıklamada bu eylemlerin Kaide'nin işi olduğunu söyledi. Bakalım şimdi o garip huylu meslektaşlarımız ve onlara inanan saflar ne yapacak? Ne yapacakların başında da Suriye Ulusal Konseyi denilen örgütün başı olan Burhan Galyun geliyor. Çünkü Galyun Konsey'in iş yapmadığını ve yapamayacağını itiraf ederek bırakıp kaçmaya hazırlanıyor.
***
Suudi Arabistan, Katar ve ABD olmak üzere çeşitli ülkelerden gelen milyon dolarları cebe indirmek için kavga eden Konsey üyeleri Galyun'dan farklı tutum ve davranış sergilemiyor. Bazıları kaçarken, başkaları Konsey'in başka ülkelerin oyuncağı haline geldiğini görerek toplantılara katılmıyor. Herkes bu Konsey'in aslında Suriye içinde hiçbir karşılığının ve halk desteğinin bulunmadığını biliyor. Çünkü muhalefet denilen şey silahlı gruplardan başka bir şey değildir. Bu silahlı gruplar da çevre ülkelerden sağladıkları silah ve paralarla ülke içinde terör estiriyor ve asker sivil demeden Esad yanlısı olmakla suçladıkları insanları öldürüyorlar. Yakında tüm bu gerçekleri sayıları 260'ı bulan BM gözlemcilerinin raporlarında hep birlikte okuyacağız. Bakalım o zaman Suriye'de demokrasi ve özgürlük isteyenler ne diyecek ya da ne yapacak? Çünkü demokrasi yalan ve palavralarla olmaz ve olmayacaktır. Hele kanla asla. Geçen hafta ve öncesinde Suriye'ye giden meslektaşlarımız bu gerçeği görüp yazdılar. Bunların taraflı olduğunu hiç kimse söyleyemez. Örneğin gidenler arasında Dış Haber Müdürümüz Kader Balıkçı da vardı. Gidip gördü ve yazdı. Aynı şeyleri diğerleri de yaptı. Örneğin Cumhuriyet gazetesi adına giden meslektaşımız Mustafa Erdemol'un yazdıkları Ertuğrul Özkök'ün dikkatini çekecek kadar ilginç idi. Özkök dünkü Hürriyet'te çok önemli tespitlerde bulundu. Özkök'e göre 'Mesleketaşlarımızın anlattıkları ile Suriye'deki tablo tam anlamıyla Dışişleri Bakanlığı'nın anlattığı gibi değil.' Özkök yazısını bakın nasıl bitiriyor: 'Bir gün sınır ötesine asker göndermek gündeme gelir ve vekiller el kaldırmak zorunda kalırlarsa, Suriye sokağından gelen ve 'embedded' olmayan bilgileri dinlemelerinde de yarar var.''
Bu çağrı ve uyarı hem çok önemli hem de çok gereklidir. Çünkü Özkök bunları yazarken SETA ve Bahçeşehir Üniversitesi 'önemli' bir konuğu ağırlıyor ve konuşturuyordu. Bu zat El Cezire'nin eski genel müdürü Vaddah Hanfer. İstanbul ve Ankara'da konuşmalar yapan bu zat, 7 yıl süreyle El Cezire'yi CIA talimatı doğrultusunda çalıştırdı ve kurumu 'Arap Baharı' sürecinde bir televizyon olarak değil, bir CIA-Mosad operasyon merkezi olarak yönetti. Bunları ben söylemiyorum. WikiLeaks belgelerinde Hanfer ile ilgili ilginç bilgiler var. Bu bilgiler ve belgeler ortaya çıkınca geçen yıl Vaddah Bey görevinden istifa etmek zorunda kaldı ve Soros'un paralarıyla bir araştırma merkezi kurdu. Şimdi CIA için yaptıklarının devamını farklı alanlarda yapmaya çalışıyor. Bunların tümü doğal ama doğal olmayan bizdeki kurum ve kişilerin bu adamı davet ederek insan karşısına çıkarmalarıdır. Çünkü o bir basın elemanı olarak yalnızca CIA'e nasıl hizmet verileceğini anlatabilir.
Kaynak: http://www.aksam.com.tr/cia-yalancisi-6623y.html

“Türkiye’de ‘millî bir ittifak’ kurmanın vakti gelip çatmıştır!
Ilich Ramirez Sanchez



[Evet, Irak'tan ayrılan bu Amerikan güçleri, artık Suriye ve Lübnan için hazırlanmaktadırlar.

Bu yüzden, çok ama çok dikkatli olmalıyız.

Türkiye'deki kardeşlerimiz de, Türkiye'nin bu meseleye dahil olması yönündeki teşebbüslere derhal tepki göstermeli, güya Suriye'yi istikrara kavuşturma yollu işgüzarlıklara engel olmalıdırlar.

Örnek olarak, Türkiye-Suriye sınırında üslenmiş Hür Suriye Ordusu hâdisesi böyle bir meseledir.

Bu çok nâzik bir nokta. Bu tarz tepkilerin de ötesinde, belki bazılarının "tabiata aykırı" diye düşünebilecekleri şekilde de olsa, Türkiye'de "millî bir ittifak" kurmanın vakti gelip çatmıştır!]

Kaynak: http://millibirlikruhu.wordpress.com/kumandan-carlostan-siyasi-ve-stratejik-analizler/

Suriye olmadı Lübnan verelim mi?
23 Mayıs 2012
Serdar Akinan

Bölgemizde Şii ve Sünni ekseninde bir çatışmanın kaçınılmaz olduğunu ne zamandır yazıp duruyoruz. Ama henüz değil...

Lübnan'da son haftalarda patlak veren küçük çaptaki çatışmaları nasıl okumalıyız?

Lübnan'ın güneyinde İran ve Suriye yönetimi yanlısı Hizbullah, kuzeyinde ise Selefi ağırlıklı bir sünni yapılanma mevcut. Lübnan sosyolojik olarak kozmopolit bir yapıya ve kaotik siyasi bir statüye sahip son derece kırılgan bir ülke.

Lübnan aslında büyük Suriye'nin kadim parçası. Yani Suriye'de bugün yaşananlardan mutlaka etkileniyor.

Yedi yıl önceki Hariri suikastine kadar Lübnan'da 30 bin Suriye askeri konuşlanmıştı.

Hasan Nasrallah önderliğindeki Hizbullah ise Lübnan'ın tartışmasız en kudretli gücü.

Bazı analistler, Lübnan'ın en büyük iki kenti Beyrut ve Trablusşam'da patlak veren çatışmalar, Suriye'de yaşanan olayların Lübnan'da bir iç savaş olasılığını tırmandırdığına işaret ediyor.

12 Mayıs'ta ülkenin kuzeyindeki Trablusşam'da, Şadi El Mevlevi adlı bir gencin tutuklanmasıyla, Selefiler sokaklara döküldü.

Esad yanlısı Nusayrilerin oturduğu Cebel Muhsin'e saldırdı. Bu saldırıda 9 kişi öldü 80 kişi yaralandı.

20 mayıs'ta ise Esad karşıtı Sünni din adamı Şeyh Ahmed Abdulvahit dur ihtarına uymadığı gerekçesiyle askerler tarafından vurularak öldürüldü.
Hariri yanlısı Gelecek Hareketi (Sünni) üyeleri, Suriye yanlısı Arap Hareketi ve Hizbullah(Şii) arasında çatışmalar çıktı. Üç kişi öldü, 10 kişi yaralandı.
Tripoli'nin, Bab Al Tabanneh (Sünni) ve Cebel Muhsin (Şii) mahalleler arasında yeniden alevlenecek bir çatışma ülke geneline sıçrarsa 1975'te patlak veren ve 15 yıl süren iç savaşı aratmayacaktır.

Lübnan'ın kalbi Beyrut, tek başına bu potansiyeli mahalle mahalle hala taşımaktadır.

Lübnan'da 8 Mart koalisyonu ve 14 Mart koalisyonu olarak bilinen iki ayrı cephe iktidar ve ülke geleceği için çekişiyor. Hizbullah'ın başını çektiği 8 Mart koalisyonu İran ve Suriye cephesinde ve İsrail ile ABD karşıtı.
Suriye'de çatışmalar başladığında bölgede geçirdiğim haftalarda As-Safir Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Satih Nureddin'in şu cümlesi kulaklarımda çınlıyor: 'Suriye'deki karmaşa Lübnan'daki Suriye yanlılarıyla karşıtları arasında bir çatışmaya dönüşebilir. Zira her iki grup da zamanlama açısından ülke dengelerini lehine çevirmek için doğru zaman olduğunda hareketle bir hamle yapabilir...''

Seyit Hasan Nasrallah'ın Hizbullah'ı böylesi bir sıcak hamleyle henüz yormayacağı inancındayım.

Şüpheniz olmasın Tahran'da, Şam'da ve Güney Lübnan'da oturan bazı beyinler bölgeyi bambaşka perspektiften; son derece karmaşık 'oyun kurucu' zekayla ve yüzyılların öğrettiği bir sabırla değerlendiriyor.
Katar, Ankara ve Riyad'da oturanların konsanstrasyonu 'Coni'lere endeksli olduğundan savrulup duruyorlar ve öfke kontrolü yapamıyorlar.
Kaynak: http://www.aksam.com.tr/suriye-olmadi-lubnan-verelim-mi-6665y.html

Hamas, Suriye’ye dönüş için Şam’dan izin istedi
04-06-2012



YDH-Hamas’ın bazı aracılar vasıtasıyla Suriye’ye dönmek için Şam’la temaslarda bulunduğu öne sürülürken, Hamas liderlerinin Suriye konusunda yeniden olumlu açıklamalar yapması dikkat çekici bulundu.

Filistin'den yayın yapan Palestine News Network’un (PNN) Hamas ve Suriye'deki kaynaklarına dayandırdığı haberine göre Hamas liderliği, yeniden Suriye’ye dönmek için Şam yönetiminden izin istedi.

PNN’ye açıklamada bulunan Hamas'a yakın kaynaklar, Hamas liderliğinin, aracılar vasıtasıyla Şam yönetimine mesaj göndererek Suriye'deki çalışmalarına devam etmek istediklerini belirttiler. Aynı kaynağa göre Hamas Siyasi Büro Başkanlık seçimlerinin devam ettiği bir zamanda Halid Meşal, Şam'daki çalışmaların askıya alınmasından sonra Hamas liderlerinin Doha, Kahir'e ve Amman'a dağılmasının getirdiği parçalanmışlıktan şikayetçiydi.

PNN'nin 21 Mayıs tarihli haberine göre Hamas'ın Suriye yönetimine ilettiği mesaja gelen yanıt ise şöyle oldu: Suriye yönetimi, başta Filistin olmak üzere İsrail'e karşı direniş hareketlerine desteğini sürdürmektedir. Başta Halid Meşal olmak üzere Hamas liderlerinin Suriye'yi terk etmesini şaşkınlıkla karşıladık. Hamas, dilediği her zaman Suriye'deki çalışmalarını sürdürebilir, Hamas'a ehlen ve sehlen."

Suriye Dışişleri Bakanlığı resmi sözcüsü Cihad Makdisi, 23 Mayıs'ta düzenlediği basın açıklamasında, Hamas'ın Suriye'deki varlığı hakkında sorulan bir soruya "Hamas'ın Suriye'de varlığı ya da yokluğu, Hamas'ın vereceği bir karardır. Suriye, sadece Hamas'a değil Filistinli tüm direniş hareketlerine desteğini sürdürmektedir. Suriye'nin kapıları Hamas'a kapatılmadı ve kapatılmayacaktır da" şeklinde cevap vermişti.

Filistin ve uluslararası basında Hamas'ın Suriye'ye yeniden dönme talebi konuşulurken, Hamas'ın Siyasi Büro Başkan Yardımcısı Musa Ebu Merzuk, Hamas'ın Suriye'deki ofisini kapatmadığını ve Şam'daki çalışmaların devam ettiğini söyledi.

Hamas'a bağlı Filistin Enformasyon Merkezi'nin sorularını cevaplayan Musa Ebu Merzuk, "Hamas, Suriye'de misafir. Hamas liderleri, Suriye'deki çalışmalarını herhangi bir engelle karşılaşmaksızın sürdürmektedir. Hamas, çalışmalarının engellenmesi halinde şüphesiz ki başka bir yere gidecektir. Hamas, şu anda Suriye'de bulunuyor ve ofisi de kapatmadı. Suriye yönetimi Hamas'a bu yönde bir çağrıda bulunmadığı gibi Hamas hareketi de ofisi kapatarak başka ülkeye taşıma kararı almadı" dedi.

Öte yandan Hamas'ın Siyasi Büro Başkanı Halid Meşal de 26 Mayıs'ta Kuveyt'te yayınlanan er-Rey gazetesine yaptığı açıklamasında, daha önce konuya ilişkin olarak yaptığı açıklamalarına işaretle Suriye'deki krizin siyasi yolla aşılması gerektiğini söyledi. Heniyye, Suriye'de ayaklanmanın başladığı ilk günden bugüne kadar yaptığı açıklamalarda Suriye halkının meşru taleplerini desteklemekle birlikte Suriye yönetiminin direnişe verdiği desteğe karşı da vefalı olduklarını vurgulamıştı.

El-Arabiya televizyonundan Hasan Muavvad'ın sorularını cevaplayan Hamas liderlerinden Mahmud Zahar ise "Biz, Tunus, Yemen, Libya ve Mısır'ın içişlerine karışmadığımız gibi Suriye'nin içişlerine de karışmıyoruz" dedi.
Kaynak: http://www.ydh.com.tr/HD10258_hamas-suriyeye-donus-icin-samdan-izin-istedi.html



Rusya: Suriye konusundaki tutumumuzda değişiklik yok
21-06-2012



YDH-Rusya Dışişleri Bakanlığı, Moskova’nın Suriye konusundaki tutumunda herhangi bir değişiklik olmadığını belirterek Suriye’ye askeri müdahaleye karşı olduğunu açıkladı.

İran Radyo Televizyon kurumuna bağlı Merkezi Haber Ajansı’nın bildirdiğine göre Rusya Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Aleksander Lukaşeviç, bugün düzenlediği basın toplantısında Suriye’de çatışmaların şiddetlenmesinden ve uluslar arası gözlemcilerin görevinin askıya alınmasından kaygı duyduklarını belirterek Humus’ta silahlı grupların kuşatması altında bulunan sivillere yardım ulaştırılması gerektiğini söyledi.

Rusya’nın, Suriye bunalımının çözümü konusunda önerdiği uluslar arası konferansa ilişkin temaslarını sürdürdüğünü belirten Lukaşeviç, bu konuyla ilgili olarak geçtiğimiz salı ve çarşamba günleri Cenevre’de ciddi istişarelerde bulunulduğunu açıkladı.

Rusya’nın Suriye konusundaki tutumunun açık ve sabit olduğunu belirten Lukaşeviç, Suriye’ye askeri müdahalenin kabul edilemeyeceğini, Suriye ile ilgili kararı bu ülkenin halkının vermesi gerektiğini söyledi.
Kaynak: http://www.ydh.com.tr/HD10326_rusya--suriye-konusundaki-tutumumuzda-degisiklik-yok.html

Dikkat! Suriye'ye her an umulmadık formatta bir müdahale olabilir...
Selçuk Salih Caydi

Savaşa Hayır...

Birkaç güne kadar Suriye'ye çok orijinal bir şekilde müdahale edilme ihtimali bulunuyor. Alger Republicain'in bildirdiğine göre bu Cuma gününden itibaren önümüzdeki günlerde, operasyon başlayabilir. Buna 'Savaş' değil bir operasyon diyebiliriz, çünkü habere göre, muazzam/benzersiz bir dezenformasyon kampanyası ve örtülü savaş şeklinde planlanmış görünüyor.
(Haber kaynağı için tıklayınız: http://www.youtube.com/watch?v=daD2TZFudro&feature=youtu.be )

Anlatılanlar fantastik. Ama konu çok önemli olduğundan, okurların kendi yorumlarına bırakıyoruz.

Operasyonun dezenformasyon kısmında, Suriye televizyonlarının devre dışı bırakılarak, aynı kanallardan, stüdyolarda üretilmiş katliam resimleri yayınlanacak, gösteriler yapıldığına ilişkin filmler gösterilecek, belki bazı generallerin istifa ettikleri ilan edilecek, Esad'ın kaçtığı söylenecek, büyük şehirleri ele geçiren Muhalif birlikler gösterilecek, Başkanlık sarayına giren Muhalifler görülecek.

Operasyonun doğrudan Washington'dan, ABD Milli Güvenlik konseyi Başkan Yardımcısı Ben Rhodes tarafından komuta edileceği söyleniyor. Amaç, Suriyelileri demoralize edip bir darbenin önünü açmak. Rusya ve Çin'in Suriye'ye müdahale önerilerini veto etmesine karşı böyle bir yol düşünülmüş. Darbe gibi görünen bir operasyon olacak ve Rusya/Çin birşey diyemeyecek.
Arap Birliği, Suriye Televizyonlarını seyircilere ileten Arabsat ve Nilesad uydularının Suriye televizyonunun yayınlarını kesmesini istedi. Suriye'de kablo üzerinden yayın yapan televizyon bulunmuyor. Benzeri bir uygulamanın Libya'da gerçekleştiği ve yöneticilerin halka televizyon üzerinden ulaşmasının engellendiği söyleniyor.

Darbe hazırlığı olarak yapılacak sahte televizyon yayınları için Doha'da (Katar) teknik bir ekibin bulunduğu, siyasi ekibin ise Riad'da olduğu bildiriliyor. Toplantılara, Al-Arabiya, Al-Cazira, BBC, CNN, Fox, France 24, Futura TV, ve MTV katılmış.

Karşılıklı destek operasyonu da öngörülmüş. Yani yayınlanacak yalan haberler, bir medya kanalının diğerinden kopya çekmesi şeklinde dünyaya yansıtılacak.

Haber'in en korkunç tarafı, Lübnan'da satın alınmış birçok televizyon kanalının kullanılacağı bir tarafa, kırka yakın Arap Vahabi kanalının, "Hristiyanlar Beyrut'a, Aleviler mezara" sloganıyla yayın yapacağı iddiası!
Operasyon hazırlığının, Putin'in son açıklamasından sonra hızlandırıldığı söyleniyor. Putin, NATO'nun Suriye'ye müdahalesine karşı koyacaklarını söylemişti.

Televizyonların kesilmesi, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinin 19'uncu maddesine aykırı. bu madde, "Bilgi değiş tokuşu ve fikir özgürlüğü"nü garanti altına alıyor.

Savaş propagandası bugün, barışa karşı ağır bir suçtur, çünkü halklara karşı işlenebilecek soykırımları tetikleme ihtimali bulunmaktadır. Savaş çığırtkanlığı, kabul edilemez.
http://konstantiniye.blogspot.com/

Yedi Düvel Provokasyonu ve YEM olan Türkiye!
Banu AVAR,
22 Haziran 2012

Başbakan'ın basın toplantısından:

Gazeteci Sorusu: F-4 'ün Suriye hava sahası ve kara suları içinde ne işi vardı!.?

Tayyip ERDOĞAN Cevap: 'Bilgimiz yok, Ne oldu da oraya geçtiler?

Başbakan Brezilya’dan ayağının tozuyla geldi ve basın açıklamasında Suriye karasularına gömülen F-4 jeti için ‘Ne oldu da oraya geçtiler, elimizde kesin bilgi yok’ dedi.

Pilotlar içinse ‘Şu anda dört tane hücum botumuz, helikopterlerimiz, Suriye’nin hücum botları aramayı sürdürüyorlar" bilgisini verdi.

Ortada Suriye karasularına düşen bir Türk jeti var. Saat 10:00’da Malatya’dan havalanmış saat 11:58 itibariyle radar ve telsiz bağlantısı kesilmiş, Lazkiye kıyısında olan Ras el Basit yerleşimindeki görgü tanıklarının ifadesine göre saat 16’da 2 jet Suriye hava ve karasularında alçak uçuş yapmışlar ve Suriye uçaksavarları tarafından biri düşürülmüş. Diğeri kaçmış ve düşen jetin pilotu Suriye hücumbotları tarafından kurtarılmış.

Başbakan ve Genelkurmay olay ardından en ufak bir ‘açıklama’ yapmadılar. Başbakanın ayağının tozuyla girdiği Güvenlik Kurulu toplantısına, Dışişleri Bakanı, İçişleri Bakanı, Milli Savunma Bakanı, MİT Müsteşarı, Genelkurmay Başkanı ve Hava Kuvvetleri Komutanı katıldı ve 2 saat 10 dakika süren toplantı 22.40’da bitti. Toplantı sonunda yazılı bir açıklama yapılacağı söylendi ama toplantıdan 1 saat sonra hala bu açıklama gelememişti.

Küresel basın henüz ağzını açmadı. Ama Russia Today, Lübnan’ın El- Manar ajansı , İsrail’in Debka Files haber siteleri Suriye’ye Türk savaş uçakları tarafından bir ‘sınır ihlali’ yapıldığı ve uçaksavar ateşi ile bir jetin düşürüldüğü diğerinin kaçtığı bilgisine yer verdiler.

Bilkent Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Uzmanı Mark Almond, Russia Today’e yaptığı açıklamada, ‘NATO ülkelerinin Suriye’ye müdahale planı çerçevesinde, Türkiye’nin Suriye hava savunma sistemlerini değerlendirmek amacıyla uçuşu gerçekleştirmiş olabileceğini’ söyledi.

Verili durum Türkiye’nin ‘Büyük Oyun’da küçük ‘yem’ olarak kullanıldığının en trajik kanıtıdır. Türkiye yakın geçmişte pek çok kez olduğu gibi bir kez daha bölgesel kanlı bir savaşta küresel efendilerin elindeki piyon durumuna düşürülmektedir.

Bir yanda Türk Silahlı Kuvvetleri Suriye’deki terör mangalarına kalkan yapılmakta, bir yanda Kuzey Irak ve Güneydoğu’daki, terör mangaları Mehmetçik katletmektedir…

BU TERTİP Türkiye’nin çift taraflı KURBAN oluşunun resmidir!
banuavar@superonline.com

Kaynak: http://www.facebook.com/photo.php?fbid=464967156846636&set=a.464966530180032.113593.123521044324584&type=1&theater

Türkiye: Uçağımızı Suriye düşürdü
22 HAZİRAN 2012



Türkiye'de akşam saatlerinde sona eren güvenlik zirvesi sonunuda yapılan açıklamada, Malatya'dan kalktıktan sonra temasın kesildiği söylenen uçağın "Suriye tarafından düşürüldüğü anlaşılmıştır" denildi.
Açıklamada, "Olay aydınlatıldıktan sonra gerekli adımlar atılacak" ifadesi de yer alıyor.

Ankara'da yaklaşık iki saat süren toplantıya Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın yanı sıra, içişleri ve dışişleri bakanlarının yanısıra genelkurmay başkanı ve MİT müsteşarı da katıldı.
Toplantıdan sonra yapılan açıklamada arama ve kurtarma çalışmalarının devam ettiği kaydedildi.
Genelkurmay Başkanlığı, yerel saatle 10.30'da Malatya-Erhaç hava meydanından kalkan bir F-4 savaş uçağıyla 11.58 sularında iletişimin kesildiğini duyurmuştu.
Brezilya'da katıldığı BM Rio+20 zirvesinden dönen Erdoğan, güvenlik toplantısından önce yaptığı açıklamada uçağın akıbetiyle ilgili olarak "Bildiğiniz gibi Hatay'ın güneyinde, aynı zamanda Lazkiye'ye yakın 8 mil uzaklıkta böyle bir bölgede olduğu söyleniyor" dedi.
BBC Arapça bölümüne konuşan görgü tanıkları Suriye hava savunma sisteminden açılan ateşte kime ait olduğunu bilmedikleri bir uçağın düşürüldüğünü söylemişti.
Lübnan'daki El-Manar Televizyonu da ekranda verdiği altyazıda "Suriyeli yetkililerin Suriye hava sahasındaki bir Türk savaş uçağının düşürüldüğünü, bir diğerinin de vurulduğunu teyit ettiklerini" duyurdu.
Türkiye'de çıkan ilk haberlerde Suriyeli yetkililerin Başbakan Erdoğan'ı arayarak özür diledikleri duyuruldu.
Ancak Başbakan Erdoğan daha sonra basın toplantısında bu konuda kesin bir bilgi olmadığını ve yapılacak güvenlik zirvesinden sonra detaylı bilgi verileceğini söyledi.
Başbakan Erdoğan, arama çalışmalarına Türk donanmasına ait gemilerle birlikte Suriye'ye ait gemilerin de katıldığını açıkladı.
BBCT

Enerji Bakanı Yıldız, İran'dan doğalgaz akışının durduğunu bildirdi
28.06.2012
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız, "Boru hattına gerçekleşen saldırı nedeniyle İran'dan doğalgaz akışının durduğunu" söyledi.
Yeni Şafak

AKP, ABD için Suriye'de harcadığı yüzmilyonlarca doları halkın sırtına yıktı
23.09.2012



Alınan karara göre; benzin, motorin ve LPG'nin vergi tutarı, litre başına 30 kuruş artırıldı. 95 oktan kurşunsuz benzinde 1 lira 87 kuruştan 2 lira 15 kuruşa çıkan özel tüketim vergisi; 98 oktan kurşunsuz benzinde 1 lira 99 kuruştan 2 lira 29 kuruşa yükseldi.

Vergi, motorinde 1 lira 59 kuruş, LPG'de de 1 lira 57 kuruş oldu.
...Motor silindir hacmi 1600 cc'yi geçmeyen araçların özel tüketim vergis oranı yüzde 37'den yüzde 40'a çıkarıldı.
haber1001


_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Pzr Arl 16, 2012 1:14 am tarihinde değiştirildi, toplam 17 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Çrş May 30, 2012 11:12 pm    Mesaj konusu: “Büyük zuhur”un eşiğindeyiz... Alıntıyla Cevap Gönder

“Büyük zuhur”un eşiğindeyiz...
Murad Salih
31.05. 2012

Hz. Ali'nin rivayet ettiği bir hadis:
"Ebdallar Şam'dadır. Onlar kırk erkektir.
Bunlardan biri öldü mü,
Allah yerine başka birini koyar.
Yağmur onların varlığı sebebiyle yağar.
Düşmanlara karşı onların varlığı sebebiyle
yardım edilir. Şam ehlinden azap
onların varlığı sebebiyle kaldırılır."




"Ahirzaman"dayız...

Zamanın temposu ne kadar yükseldi...

Hadiseler bu tempoya uygun olarak ne kadar karmaşık, değişken ve hızlı akıyor...

Hadiselere Suriye özelinde bakmak bile başdöndürücü...

Bırakın tahlili/analizi bir kenara; takip etmek bile olağanüstü bir dikkat, gayret ve performas gerektiriyor...

Suriye etrafındaki AB-D emperyalizminin kuşatması sıkılaştırılır ve işbirlikçi medyanın dezenformasyon şiddeti sürekli arttırılır ve Suriye'yi istilâ için bahaneler üretilmeye çalışılırken...

Çin ve Rusya'dan 'Suriye'ye müdahaleye karşıyız' açıklaması geldi.

Beşşar Esad ile Kofi Annan'ın görüşmeleri bir sonuç vermedi.

Rusya Dışişleri Bakan Yardımcısı, ülkesinin Suriye'ye dışardan müdahale edilmesine kesinlikle karşı çıktıklarını ve şu anda Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin herhangi yeni bir adım atması için erken olduğunu düşündüklerini açıkladı.

Rusya'nın BM Güvenlik Konseyi'nde veto hakkı nedeniyle, Moskova'dan gelen bu açıklama, Konsey'deki haçlı-siyonist ittifakın Suriye'yi işgal ve istilâ için bir an önce harekete geçme ümitlerini yine suya düşürdü..

Interfax Haber Ajansı'na açıklama yapan Rus Dışişleri Bakan Yardımcısı Gennady Gatilov ''Biz her zaman, Suriye'ye dışarıdan müdahale edilmesine kesin şekilde karşı çıktık; çünkü böyle bir hareketin, durumu hem Suriye hem de bölgenin geneli için kötüleştireceğini düşünüyoruz'' dedi.

Çin Dışişleri Bakanlığı sözcüsü de, Pekin'in Suriye'ye askeri müdahale yapılmasına ya da rejimin dış baskıyla değiştirilmesine karşı olduğunu söyledi.

Çin ve Rusya, daha önce de, Birleşmiş Milletler'in Şam'a karşı daha sert yaptırımlar uygulama tekliflerini veto etmişti.

Rusya ve Çin'in Suriye konusundaki bu kararlı tutumu; "Hula'da çoğunluğunu kadın ve çocukların oluşturduğu 108 kişinin kimliği belirsiz kişilerce katledildiği" iddialarını Suriye'yi işgal ve istilâ bahanesi yapmak isteyen ABD emperyalizmi ve işbirlikçilerini (ki bunlar kanlı saldırılarını meşrulaştırmak için "uluslararası toplum" kod adını kullanıyor) bir kere daha hayâl kırıklığına uğrattı.

Katliam iddialarının ardından Salı günü (30 Mayıs) ABD, İngiltere, Fransa, Almanya, İspanya, İtalya, Avusturya, İsviçre, Hollanda, Belçika, Kanada, Japonya ve Türkiye, ülkelerindeki Suriye elçilerini geri gönderdi ya da büyükelçileri ''istenmeyen kişi'' ilan etti...

Türkiye'nin bu tepkisi tarafsız uzmanlarca diğer haçlı ittifakı ülkelere kıyasla daha ağır bulundu...

Bu durum, AKP hükümetinin, millî menfaatler doğrultusunda değil yaranma ve göze girme veya gözden düşmeme kaygısıyle hareket ettiği şeklinde değerlendiriliyor.

Tarafsız diplomasi uznanları AB-D'nin insansız saldırı uçaklarının Pakistan sınırları içinde kadın, çoluk çocuk, yaşlı, genç binlerce sivil Pakistan vatandaşını katletmesi konusunda bugüne kadar sessiz kalan Türkiye Dışişleri Bakanlığı’nın; Suriye'de, olup olmadığı, olduysa da failerinin kim olduğu bilinmeyen ‘katliam haberleri’ konusunda "yaşananlara sessiz kalmanın imkansız'' olduğu ve "Şam yönetimi tavrını değiştirmezse daha sert önlemler almayı planladığını" açıklaması da; AKP hükümetinin, millî menfaatler doğrultusunda değil yaranma ve göze girme veya gözden düşmeme kaygısıyle hareket ettiğinin başka bir tezahürü olarak görüyor.

Suriye'deki basın kuruluşları, elçilerin geri gönderilmesini ''Sebepsiz bir isteri'' olarak tanımlarken, Rusya, alınan kararı ''zarar verici'' bulduğunu açıkladı.

Suriye, diplomatlarının bir çok ülkeden geri gönderilmesine tepki olarak Şam'da hala görevde olan son Batı devleti temsilcilerinden biri olan Hollanda elçisinden 72 saat içinde ülkeyi terketmesini istedi.

Rusya ve Çin BM'nin Suriye'ye müdehale etmesini veto ediyor.

AKP hükümeti, Irak, Afganistan ve Libya'nın haçlılar tarafından istilâsındaki öncü rolünü, Suriye'nin istilâsında da oynamak için sabırsızlandığını, birilerinin gözüne sokmak istercesine açıklamalar yapıyor.

Fransa'nın yeni Cumhurbaşkanı François Hollande Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nce onaylanmış bir askeri operasyonun hala seçenekler dahilinde olduğunu söylüyor.

Norveçli General Robert Mood, Suriye'de yaşandığı iddia edilen olay sanki dünyada ilk defa oluyormuş gibi (Filistin'de Bosna'da, Irak'ta, Afganistan'da, Pakistan'da, Yeemen'de haçlı işgalciler tarafından bundan çok daha vahim katliamlar yaşanmamış gibi) ''Yaşanan bu korkunç olaydan büyük rahatsızlık duyduğunu'' söyleyebiliyor...

Pişkinliğin bu kadarına da pes yani...

ABD Dışişleri Bakanlığı ise, Hula'da yaşandığı iddia edilen katliamın “Rusların düşünce yapısında bir değişime neden olacağını umduklarını” söylerken farkında olmadan bu katliamın kimler tarafından ve niçin yapılmış olabileceğine dair açık bir adres de vermiş olmuyor mu?..

En az ABD ve AKP hükümeti'nin açıklamaları kadar tuhaf bir açıklama da İsrailli teröristbaşı Ehud Barak'dan geliyor...

Gırtlağına kadar Filistinli Müslüman sivillerin kanına batmış ve yeryüzünde en çok çocuk katletmiş bir terör şebekesinin başı olan Barak: ''Katliam dünyanın harekete geçmesini sağlamalı; sadece konuşmasını değil, gerçekten harekete geçmesini sağlamalı'' diyor.

Bu açıklama da tıpkı ABD'nin ve AKP hükümetinin açıklamaları gibi; sanki Hula'da yaşandığı iddia edilen "katliam"ın, sebebinin ve faillerinin parmak izlerini göster miyor mu?..

Hani "Şecaat arzederken merdî Kıptî sirkatin söyler/Çingene'nin merd olanı cesaretini övmek için konuşurken farkında olmadan hırsızlığını ağzından kaçırır" denilir ya...

Bu iş de öyle gibi...

Bakın bunlar dünyada bir iki gün içinde olup bitenlerden Suriye meselesine dair çok kısa bir özet...

O oluyor, bu oluyor...

Zaman "maksatlılığı" içinde hedefine doğru kararlılıkla akıyor...

Aylardan Recep'teyiz...

Recep Allah'ın ayı...

Sonrası Şaban...

Resûlullah Efendimizin ayı...

Ondan sonrası da Ramazan...

Ümmetin ayı...

Rahmet ayı...

Bereket ayı...

Siz siz olun şu mübarek üç aylarda "ahir zaman fitnesi"nden...

Deccal'in ve onun sağ kolu Süfyanî'nin yalan yanlış işlerinden hile ve tuzaklarından uzak durun...

"O taraftan" gelen haberlere kulak asmayın...

Dolmuşa binmeyin...

Şehid Malcom X’in şu sözlerini hiç aklınızdan çıkarmayın:

“Eğer dikkat etmezseniz, bu medya mazlumlardan nefret etmenize ve zalimleri sevmenize sebep olur.”

Bugün de olan budur...

Bugünler kritik günler...

Kötülük İmparatorluğu AB-D (Deccaliyet komitesi) ile onun müslüman işbirlikçileri (Süfyaniyet taifesi) elele Şam'ı istilâ ve işgal için sabırsızlıkla bahaneler üretiyor...

Bu durumda alınacak yanlış bir tavır, bu tavrı alanları Deccaliyet ve Süfyâniyet komitelerinin KUCAĞINA KADAR SAVURABİLİR...

Halbuki...

Yarın olacak olanların sülieti de ufukta belirmiştir...

“Büyük zuhur”un eşiğindeyiz...

Görüldüğü gibi işler Şam'da düğümlendi...

Şam da...

İstanbul da..

Kudüs de...

Mekke ve Medine de...

Bağdat da...

Tahran da...

Türkistan illeri de...

Doğu da...

Batı da...

Kuzey de...

Güney de...

Ayağa kalkmış ufukları gözlüyor...

Kan ter içinde...

Yeni bir çağ doğuyor...

Her adım ona göre çok dikkatli atılmalı...


Hula katliamını AB-D işbirlikçisi muhalifler mi yaptı?
Oğuz Gürses
01-06-2012



Esad yönetiminin Hula'daki vahşî katliamdan hiçbir çıkarı yok...

Böyle bir katliamı yapması için geçerli ve gerekli bir sebebi de...

Böyle bir katliam, hem Suriye içinde hem de Suriye dışında uluslarası bir haçlı/siyonist komplosunu bozmak için uğraşan Suriye yönetiminin işlerini kolaylaştırmaz, aksine zora sokar...

Durumu daha da içinden çıkılmaz hale getirir...

Beşşar Esad ve iktidardaki Baas partisi yönetimi bunu bilebilecek siyasî, kültür ve tecrübeye sahiptir...

Böyle bir katliamın onların emriyle gerçekleşmiş olma ihtimali milyonda bir bile değildir...

Halbuki böyle vahşî bir katliamı gerçekleştirdikten sonra elindeki devasa medya güç ve imkânlarıyla Suriye yönetiminin üzerine yıkılmasından kimlerin kazançlı çıkacağı ise kabak gibi ortadadır...

Bugünkü İsrail’in güvenliğinin sağlanması ve yarınki “Büyük İsrail”in “Vaadedilmiş topraklar” üzerinde rahatça kurulabilmesi için...

Öncelikle Suriye, Lübnan ve İran ittifakının yıkılarak bu ülkelerin parça parça yutulması için...

Bu ülkelerin başına da AKP misal her denileni anında yapacak taşeronların getirilmesi gerekmektedir...

Önce Suriye ...

Sonra Lübnan...

Sonra da tek başına kalmış İran...

Veya...

Suriye ve Lübnan eşzamanlı olarak...

Sonra İran...

Veya...

Üçü aynı anda...

Yani...

Duruma göre hangisi daha kolay olacaksa öyle...

Böyle bir durumda bu vahşî katliamdan sadece Suriye’nin değil...

Lübnan’ın da, İran’ın da hiçbir çıkarı yoktur...

Ama...

Siyonist çete israil ve onun dünyadaki ve bölgedeki dost ve işbirlikçileri için böyle bir vahşî katliam...

Tam bir fırsattır...

Türkiye’deki AKP yönetimi, Katar, Suudî Arabistan ve Ürdündeki diğer işbirlikçi yönetimlerin haçlı siyonist istilacılar adına hareket ederk Suriye’yi işgal ve istilâ etmek için bir türlü ikna edemedikleri iç kamuoyunu ikna edebilmek için tam bir fırsattır...

Katliam haberi haçlı siyonist medyaya daha düşer düşmez...

Yani bu vahşî katliamı kimin niçin yaptığı henüz bilinmiyorken...

Tayyip Erdoğan, Ahmet Davutoğlu ve diğer AKP ileri gelenlerinin neler söylediklerine ve bu suçu Suriye yönetimine yıkmak için nasıl çırpındıklarını hatırlayın...

AKP/AB-D/Fetullah medyasının nasıl bir dezenformasyon bombardımanına giriştiğini de hatırlayın...


İşin asıl patronu AB-D Emperyalizmi içinse...

Bir türlü ikna edemedikleri Çin ve Rusya’yı bu saldırı karşısında Libya’daki gibi suskun kalma siyasetine döndürebilmek için tam bir fırsattır.

Suriye’ye saldırmak için AB-D’nin gözünün içine bakan AKP, Katar, Suudî Arabistan ve Ürdün yönetimlerine “Hücüm emri” verebilmesinin bahanesini oluşturmak için bulunmaz bir fırsattır...

Nitekim...

Bu katliamın hemen ardından....

ABD Dışişleri Bakanlığı Hula'da yaşanan katliamın “Rusların düşünce yapısında bir değişime neden olacağını umduklarını” açıkladı.

Fransa'nın yeni Cumhurbaşkanı François Hollande Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nce onaylanmış bir askeri operasyonun hala seçenekler dahilinde olduğunu söyledi.

Norveçli General Robert Mood ''Yaşanan bu korkunç olaydan büyük rahatsızlık duyduğunu'' söyledi.

Yeryüzünde en çok çocuk katletmiş bir terör şebekesinin başı olan Barak’sa bakın ne diyor: ''Katliam dünyanın harekete geçmesini sağlamalı; sadece konuşmasını değil, gerçekten harekete geçmesini sağlamalı!''

Daha ne diyecekler?

Çıkıp da “Bu katliamı haçlı-siyonist saldırganlara karşı vatanını savunan Suriye yönetimini devirmek için hazırladığımız işgal planlarını uygulamaya geçmenin bahanesi yapmak için biz yaptık/yaptırdık” mı diyecekler?

Bu dedikleriyle birlikte katliam sonrası, saniye sektirmeden şu yaptıklarıyla beraber değerlendirmek lâzım:

Katliam iddialarının ardından Salı günü (30 Mayıs) ABD, İngiltere, Fransa, Almanya, İspanya, İtalya, Avusturya, İsviçre, Hollanda, Belçika, Kanada, Japonya ve Türkiye’den oluşan haçlı-siyonist saldırı ittifak, ülkelerindeki Suriye elçilerini geri gönderdi veya büyükelçileri ''istenmeyen kişi'' ilan etti... (1)

Bu ne demek?

Savaştan bir önceki adım...

Yani...

Kurt kuzuyu yeemeyi kafaya koymuş bir kere...

Katliam yapsa da yapmasa da “yaptın” deytip yiyecek...

Ha ...

Orası Şam...

“Kimin gerçekten kuzu, kimin gerçekten kurt olduğu şimdiden belli olmaz.” derseniz...

Haklısınız...

Ne diyor akıncı türküsü:

[Buna er meydanı derler bunda söz olmaz
Çifte yürekli erler şahin gelir bu yane
Ele bele dine ihanet olmaz
Okurlar fermanın imanım kıyarlar cane

Bu yolun erkanı Hünkârdan gelir
Serden geçmiş erler şahin gelir bu yane
Sıdkı sadakatten ayrılmak olmaz
Okurlar fermanın imanım yandım kıyarlar cane]


Pek yakında...

Şam’da başlayacak bu kanlı av oyunu nedir?

Bu kanlı av oyununda...

Gerçek Av ve gerçek avcı kimdir?

Bütün çıplaklığıyla ortaya çıkacak...

Orası Şam olduğuna göre, her türlü sürprize hazır olmak lâzım...

Şimdi ortalıkta tüfek omuzda avcı pozlarında havalı havalı dolaşanların havasına aldanmamakta fayda var...

“Ava giden avlanır.” diyen ata sözünü hatırlamanın ve unutmamanın tam zamanı bu zaman...

Bu kadar lâftan sonra “Hula katliamı” konusunda gerçeği, gerçekten arıyorsanız şu “Ön rapor”a bakmanızda fayda var:

[Hula katliamı ile ilgili ön araştırma raporu açıklandı
31-05-2012
YDH- Geçtiğimiz cuma günü 32’si çocuk 100’den fazla kişinin öldürüldüğü Hula katliamı ile ilgili başlatılan araştırmaya ilişkin ön açıklama bir basın toplantısıyla duyuruldu.

İrna haber ajansının bildirdiğine göre Hula katliamı ile ilgili araştırma yapmak üzere kurulan komisyonun başkanı Tuğgeneral Kasım Cemal Süleyman dışişleri bakanlığında düzenlediği basın toplantısında yaptıkları araştırmayla ilgili açıklamalarda bulundu.

Tuğgeneral Süleyman, Hula bölgesinde bulunan güvenlik güçlerine ait beş güvenlik noktasının saldırıya uğradığını belirterek saldırganların bölgeyi devlet kontrolünden çıkarmayı hedeflediğini söyledi.

Cuma namazının ardından köy içinde toplanan silahlı militanların Rastan, Saan, Bercekai, Semalin gibi bölgelerdeki militanların koordinasyonu ve çevre bölgelerden gelen yaklaşık 600 ila 800 milisin desteğiyle eşzamanlı bir saldırı başlattıklarını belirten Kasım Cemal Süleyman, saldırıda, havan topları, makineli tüfek ve tanksavar füzeleri gibi ağır silahlar kullanıldığını söyledi.

Tuğgeneral Süleyman, belde dışından gelen silahlı grupların güvenlik güçlerine yönelik saldırılarla eşzamanlı olarak barışçıl aileleri tasfiye etmeye giriştiğini belirterek güvenlik güçlerinin ne katliam öncesinde ne de sonrasında bölgeye girmediğini, katliamın güvenlik güçlerinin bulunduğu noktalarının uzağında gerçekleştirildiğini ifade etti.

Güvenlik güçleriyle terörist gruplar arasındaki çatışmaların seyrinden dolayı güvenlik güçlerinin konuşlandığı yerlerden ayrılmadığını ve sadece kendilerini savunmak durumunda kaldıklarını belirten Süleyman, yayımlanan görüntülerde de katliamın yakın mesafeden ateş açılarak ve kesici aletler kullanılarak gerçekleştirildiğini söyledi.

Tuğgeneral Süleyman, kurbanların cesetlerinde yanma, ezilme ya da havan saldırısı sonucu yıkılmış binaların enkazı altında kalma gibi izlere rastlanmadığını, ayrıca havan topu şarapnelleri sonucu kurbanların bedenlerinde herhangi bir hasarın meydana gelmediğini belirterek bunun olayın doğrudan yapılmış bir toplu kıyım olduğunu gösterdiğini kaydetti.

Süleyman, katliamın ilk hedefinin Milletvekili Abdülmuti Meşleb'in yakınları olduğuna işaret ederek terör gruplarının başta Meşleb'den intikam almayı hedeflediklerini, daha sonra katliamı genişleterek başka ailelere yöneldiklerini söyledi.

Komisyon Başkanı Süleyman, silahlı militanların uzun süredir bölgeye yoğun şekilde yerleşmesi nedeniyle onların bilgisi dışında bölgeye herhangi bir grubun girmesinin mümkün olmadığını belirterek katliamın bir parçası olarak gösterilen cesetlerin bir kısmının güvenlik güçlerine yönelik saldırı sırasında etkisiz hale getirilen silahlı teröristlere ait olduğunu açıkladı.

Süleyman, silahlı terör grupları tarafında gerçekleştirilen katliamın uluslar arası topluma BM Suriye Özel Temsilcisi Kofi Annan'ın Suriye'ye gelmesiyle eş zamanlı olarak Suriye'de bir iç savaşın başladığı imajını vermeyi amaçladığını söyledi.

Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Cihad Makdisi de hükümetin herkesten önce BM Gözlemciler Heyeti Başkanı General Robert Mood’dan bölgeye gitmesini ve durumu yerinde gözlemlemesini istediğine dikkat çekerek; Suriye'nin gerçeklerden çekinmediğini, aksine gerçeklerin ortaya çıkmasına çaba harcadığını söyledi.

Suriye yönetiminin şiddete son verme konusunda üstüne düşen sorumlulukları yerine getirdiğini belirterek, şiddetin tek taraflı olarak sona ermesinin mümkün olmadığını, şiddetin durması için bölgesel güçlerle muhaliflerin çözümü baltalamaya çalıştığını söyledi.]
(1)

Dipnotlar:

1- Bkz: Murad Salih , “Büyük zuhur”un eşiğindeyiz,
31.05. 2012, http://entellektuel.s4.bizhat.com/viewtopic.php?p=6165#6165

2-) Kaynak: http://www.ydh.com.tr/HD10247_hula-katliami-ile-ilgili-on-arastirma-raporu-aciklandi.html


Anlamayanlara!
Hüsnü Mahalli
02 Haziran 2012

Aslında Suriye'de olup bitenleri anlayacak biri varsa o da Türkiye. Çünkü Türkiye son 40 yılını sağ-sol, Alevi-Sünni ve PKK çatışmalarıyla geçiren bir ülke. Son bir ayda PKK saldırılarında ondan fazla asker ve güvenlik elemanı öldürüldü. Tüm bunları Suriye'de bulunduğum bu günlerde düşünüp durdum. Çünkü bir zamanlar Türkiye'de olduğu gibi bazıları Suriye'de iç savaş çıkartmaya çalışıyor. 'İç savaş' diyorum çünkü gerçek durum bu. Örneğin Hula'da yaşananlar. Bu katliamı Hür Suriye Ordusu'na bağlı silahlı gruplar gerçekleştirmiş ve öldürdükleri insanların kanı üzerinden prim yapmaya kalkışmışlardır.

HULA HALKI ALEVİ VE Şİİ

Çünkü Hula halkı, Esad'dan yana. Çünkü Hula halkının büyük bölümü Alevi ve Şii. Çünkü Hula'da öldürülenlerin büyük bölümü tehditlere rağmen son seçimlere katılmış ve parlamentoya girmiş bir milletvekilinin akrabaları.

Çünkü Hula ve çevresinde Suriye ordusu yok ve o bölge silahlı grupların kontrolünde. Çünkü katliamdan sonra BM'ye bağlı gözlemciler bile oraya girememişti. Peki bu katliam neden yapıldı? Yapıldı çünkü silahlı gruplar bunu hep yapıyor. Her BM Güvenlik Konseyi toplantısından önce dünya kamuoyunu hazırlamak ve Rusya'yı sıkıştırmak için silahlı gruplar katliam yapıyor. Annan Planı kabul edilme sürecinde silahlı gruplar katliam yapmıştı. Hula'da olduğu gibi Annan'ın her Şam ziyaretinden önce silahlı gruplar katliam yapıyor. Bir haftadır Suriye'deyim ve birçok yeri gezmeye çalışıyorum. 'Çalışıyorum' diyorum çünkü silahlı gruplar yol kesiyor ve bazı bölgeleri kontrolunda tutuyor. Tıpkı 1993-1998 döneminde PKK militanlarının geceleri Güneydoğu'da bazı köy, kasaba hatta şehir ve ana yolları kontrol edebildikleri gibi.

Hula katliamına kıyameti koparanlar Hür Suriye Ordusu'na verdikleri her türlü silahlı ve parasal desteği saklamıyorlar. Esad'a 'Annan Planı'nı uygula' diyen bu ülke ve güçler, plana göre Hür Suriye Ordusu'na verdikleri silahlı yardıma son vermekle yükümlü olduklarını unutuyorlar.

Bu gruplara parasal, siyasal ve silahlı desteklerini artırıyorlar. Amaç Suriye'de iç savaş çıkartmak. Şaşırtıcı olan Ankara'nın olup bitenleri ve bunların Türkiye ve bölge yansımalarını görmemesidir.

YİNE ÇOK ACI ÇEKECEĞİZ

Suriye'deki durumun ve bu durumdan dolayı başta Türkiye olmak üzere tüm bölgenin çok tehlikeli gelişmelerle karşı karşıya kalabileceği endişesini taşıyor ve bu coğrafyanın tüm halkları adına üzülüyorum. Üzülüyorum çünkü bir kez daha klasik Batılı emperyalist ülke ve güçler kazanmak üzere. Çünkü yüz yıldır olduğu gibi bir kez daha biz bu coğrafyanın halkları çok acı çekeceğiz. Hiç kimsenin kısa vadeli çıkarlarla davranma hakkı yok.

Hiç kimsenin dar kişisel, grupsal, mezhepsel, siyasal önyargı, dürtü, saplantı ve çıkar hesaplarıyla davranma hakkı yok ve olmamalıdır.

Suriye'ye demokrasi emperyalist ülke ile onların çağdışı ve ilkel Suudi Arabistan ve Katar yönetimlerinin pis oyunlarıyla gelmez ve gelmeyecektir.

Irak, Afganistan, Somali, Libya ve Yemen'de her şey ortada. Demokrasi haçlı-siyonist ittifakın umrunda değil. Mısır'da yapılan son başkanlık seçimlerine katlıma oranı % 42. 'Arap Baharı' ülkeleri Tunus, Fas ve Cezayir seçimlerinde oranlar aynı. Hiç kimse bu insanların neden sandığa gitmediğini sorgulamıyor. Hiç kimse 15 ay geçmesine rağmen % 70'i 'Sünni' olan Suriye halkının, eşi 'Sünni' olan 'Alevi' Esad'a karşı neden ayaklanmadığını ya da ayaklanmış olan 'Sünni' silahlı gruplara destek verip sahiplenmediğini sorgulamıyor. Hem de Hula'da, Şam'da, Halep'te, Deyr-i Zor'da ve diğer şehirlerdki katliam ve intihar eylemlerindeki vahşete rağmen!

Kaynak: http://www.aksam.com.tr/anlamayanlara-6768y.html

Brezilya: "Suriye'ye Dış müdaheleye de karşıyız"
30.05.2012
Brezilya bugün Suriye hükümetiyle diyalogu desteklediğini belirterek, topraklarında bulunan Suriyeli diplomatların görevlerine son verme niyetinde olmadığını vurguladı.

Brezilya Dışişleri Bakanlığı resmi Sözcüsü Tovar Nunes; ülkesinin Suriyeli diplmatlar yada büyükelçilere karşı bu gibi icraatlar alma gereği görmediğini ifade etti.

Dış müdaheleye de karşı olduklarını belirten Nunes ; Annan planına sadık kalınması çağrısı yaptı.
haber1001

Moskova’dan Beşşar Esed’in çekilmesi konusunda açıklama: "Buna yalnızca Suriye halkı karar verebilir"
05-06-2012

http://www.ydh.com.tr/ 'nin haberi:



YDH-Rusya’nın Amerika ile Suriye Cumhurbaşkanı Beşşar Esed’in Yemen formülü çerçevesinde çekilmesi üzerine müzakere yapıp yapmayacağı konusuna Moskova’dan açıklama geldi.

Ria Novosti haber ajansına demeç veren Rusya Devlet Başkanının Ortadoğu Özel Temsilcisi Mihail Bogdanov, Suriye Cumhurbaşkanı Beşşar Esed’in çekilmesi konusunda hiç kimseyle müzakere etmediklerini belirterek “Çünkü bu konu sadece Suriye halkını ilgilendirir” dedi.

Amerikalı yetkililerin Rusya’ya yaptığı ziyaretin gündeminde Suriye konusunun yer alıp almadığına ilişkin bir soruyu cevaplayan Bogdanov, “Elbette onlarla yapılan görüşmelerde de Suriye konusu görüşüldü; ancak Esed’in cumhurbaşkanlığından çekilmesi gündeme gelmedi. Çünkü Suriye halkından başka hiç kimsenin bu konuda konuşmaya hakkı bulunmuyor” diye konuştu.

Özgür Suriye Ordusu adlı silahlı örgütün Annan planına bağlı kalmayacaklarına ilişkin açıklamasını eleştiren Bogdanov, bu tutumun son derece olumsuz sonuçlarının olacağını söyledi.

Rusya Devlet Başkanının Ortadoğu Özel Temsilcisi Mihail Bugdanov, Moskova’nın Suriyeli muhaliflerle tüm meseleleri görüştüğüne dikkat çekerek Annan planının Suriye sorununun çözümü konusunda üzerinde uzlaşılmış bir plan olduğunu söyledi.

Bogdanov ayrıca Amerikan Dışişleri Bakanlığı Ortadoğu Özel Koordinatörü Frederick Hoff başkanlığındaki bir heyetin Suriye konusunda görüşmelerde bulunmak üzere Rusya’ya geleceğini açıkladı.

Haçlılar ve işbirlikçileri, Suriye'yi istilâ planlarını görüşmek üzere İstanbul'da 'olağanüstü ve gayr-ı resmî' bir toplantı yaptı
6 HAZİRAN 2012



BBC'nin haberine göre

İstanbul'da bu akşam haçlılar ve işbirlikçilerinden oluşan birçok ülkenin dışişleri bakanlarının katılımıyla olağanüstü Suriye toplantısı düzenlendi.

Kötülük imparatorluğu ABD Dışişleri Bakanlığı ile Türkiye'nin eş başkanlığını yürüttüğü 'Terörizmle Mücadele (adı altında İslâmla mücadele) Küresel Forumu'ndan (TMKF) bir gün önce bir araya gelen dışişleri bakanları Suriye'de bir türlü gerçekleştirilemeyen haçlı-siyon istilâ planlarındaki son durumu masaya yatırdılar.

Akşam saatlerinde düzenlenen çok gizli toplantının yeri hakkında bir açıklama yapılmadı.

BBC Türkçe'ye konuşan Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Selçuk Ünal, toplantıya 14 ülkenin bakanlık düzeyinde katıldığını belirtip "Toplantının herhangi bir formatı yok. Görüş alışverişinde bulunulacak." dedi.

Ünal, Terörizmle Mücadele (adı altında İslâmla mücadele) Küresel Forumu'na katılacak 17 ülkeden 13'ünün Türkiye'ye gelmeden önce Suriye konulu bir toplantı düzenlenmesi konusunda fikir birliğine vardığını söyledi.

Sözcü, İngiltere Dışişleri Bakanı William Hague ve Fransa Dışişleri Bakanı Alain Juppe'ün yalnızca Suriye toplantısı için İstanbul'a geldiğini belirtti.

Toplantıya, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'nun yanı sıra İngiltere, Fransa, ABD, İtalya, Almanya, Suudi Arabistan, Ürdün, Mısır, İspanya, Birleşik Arap Emirlikleri ve Tunus'un dışişleri bakanları, Kuveyt Başbakanı, AB Dış ilişkiler Temsilcisi Catherine Ashton da katıldı. Toplantıya İsrail'in katyılıp katılmadığı katıldıysa hangi düzeyde temsil edildiği hakkında ise herhangi bir bilgi yok.

Ashton, Juppe ve Hague yarın düzenlenen Terörizmle Mücadele (adı altında İslâmla mücadele) Küresel Forumu'na katılmıyor.

Gayrı resmi Suriye toplantısının ardından resmi bir açıklama yapılmayacağını belirten Ünal, "Ülke temsilcileri İstanbul'a gelmişken Suriye'yi de görüşelim dediler. Biz de buna ev sahipliği yapabileceğimiz söyledik" diye konuştu.
haber1001

El Ahbar: Türkiye ve Körfez ülkeleri Suriye’de şiddeti tırmandırma kararı aldı



YDH-Lübnan’da yayımlanan el-Ahbar gazetesi, Türkiye ve Körfez ülkelerinin Güvenlik Konseyi’nden yeni bir karar çıkmasını sağlamak için Suriye’deki şiddeti tırmandırma kararı aldığını yazdı.

Amerika’nın Irak’taki başarısızlığı, Mısır’daki Hüsnü Mübarek rejiminin devrilmesi ve İsrail’in bölgedeki stratejik ağırlığını yitirmeye başlaması sebebiyle çareyi Arap ülkeleri arasında bölünmüşlük yaratmakta bulduğunu öne süren gazete, Türkiye ve Körfez’deki Arap ülkelerinin de BM Güvenlik Konseyi’nde dış Suriye’ye dış müdahale öngören yeni bir karar çıkmasını sağlamak için bu ülkedeki şiddeti tırmandırdığını belirtti.

Suriye’nin halen büyük bir emperyalist savaşla boğuşmakta olduğunu, Yemen’de, Filistin’de, Ürdün’de hatta Körfez ülkelerinde bile durumun hiç de olumlu olmadığını belirten gazete, önümüzdeki aylarda Arap ülkelerinde “özgürlük” adına yoğun şekilde kan dökülmesine tanıklık edileceğini öne sürdü.

Türkiye’nin Körfez ülkeleriyle Suriye’nin tamamını kaplayacak geniş çaplı bir savaş planlaması yaptığını iddia eden gazete, bu savaşla BM’nin Suriye Özel Temsilcisi Kofi Annan’ın planının başarısız olduğunu ilan etmesinin hedeflendiğini ifade etti.

El-Ahbar gazetesi, Türkiye ve Körfez ülkelerinin hazırladıkları kanlı senaryoyla Annan planını başarısız kıldıktan sonra konuyu yeniden BM Güvenlik Konseyi’ne götürerek “insani ve vicdani” sebepleri ve halkın talebini gerekçe göstererek Suriye’ye müdahale yönünde karar çıkarmaya çalıştıklarını yazdı.

Suriye’nin Türkiye, Ürdün ve Lübnan sınırında silahlı grupların hakimiyeti altında bulunan yerlerde güvenli bölge oluşturulmasının hedeflendiğini belirten gazete, Körfez ülkelerinde depolanan silahların “halk devrimi adı altında Suriye’de deneneceğini ve bölgenin Irak’ı ve Lübnan’ı da kaplayan kanlı savaşlara sahne olacağını ifade etti.

Kaynak: http://www.ydh.com.tr/

Ignatius 'ABD, Erdoğan sayesinde Ortadoğu'da tutunabildi'
09.06.2912



Erdoğan'ın Davos zirvesinde yaptığı 'one-minute' şovu sırasında oturum moderatörlüğü yapan Washington Post yazarı David Ignatius, Obama-Erdoğan ilişkisine değindiği bugünkü köşe yazısında Bush dönemi sonunda Ortadoğu'da tıkanan ABD'nin, Erdoğan sayesinde nasıl yeni bir çıkış yakaladığını anlattı.

Erdoğan'ın Davos zirvesinde yaptığı 'one-minute' şovu sırasında oturum moderatörlüğü yapan Washington Post yazarı David Ignatius, Obama-Erdoğan ilişkisine değindiği bugünkü köşe yazısında Ortadoğu gibi sürüklenmeye müsait bir coğrafyada ABD'nin AKP sayesinde tutunmayı başardığını söyledi.

Obama'nın Erdoğan ile olan ilişkisine verdiği büyük önemi ve bunun karşısında elde ettiklerini anlatan yazı, Bush dönemi politikaları sonucunda tıkanan ABD'nin, AKP hükümeti sayesinde nasıl yeni bir çıkış yakaladığına dikkat çekti. Ignatius yazısının başında şu ifadelere yer verdi:

"Başkan Obama yeni görevindeki ilk aylarında dış politikada yolunu tayin ederken, Türkiye'nin dikbaşlı başbakanı Recep Tayyip Erdoğan ile bir dostluk geliştirmeye karar verdi. Geçtiğimiz bir yıl boyunca bu yatırım büyük temettü getirmeye başladı ve zaman zaman akıntıya kapılıp sürükleniyor gibi görünen bir coğrafyada ABD politikalarının tutunmasını sağladı."

Ignatius, Türkiye'nin bölgedeki öne çıkışının bugün çok olağan karşılandığını, ancak Obama'nın "özel bir ilişki" kurmak için çabalarını yoğunlaştırdığı 2009 yılından önce bunun böyle olmadığına dikkat çekti. Obama'nın Türkiye'ye NATO'da daha fazla rol vermeye çalışmasının Türkiye'de "büyük etki" yarattığını öne süren Ignatius, AKP'nin NATO'da öne çıkmaya ne kadar önem verdiğini de ifade etmiş oldu.

Ignatius ayrıca Mart ayında Seul'de yapılan Asya zirvesinde yapılan Obama - Erdoğan görüşmesinin önemine değindi ve burada Obama'nın ricasıyla Erdoğan'ın İran'a mesaj götürdüğünü ve arabuluculuk yaptığını ifade etti. İki lider arasında ilişkide Erdoğan'ın verdiği tavizleri Heybeliada Ruhban Okulunun ve Van'daki Akdamar Ermeni Kilisesinin açılışını kabul etmek şeklinde sıralayan Ignatius, aynı zamanda Malatya'da konuşlandırılan Füze savunma radarının Türkiye'nin verdiği bir taviz olduğunu öne sürdü.

Türkiye ile ABD arasındaki ilişki "karşılıklı bağımlılık" mı?

Obama'nın "Türkiye kartını" oynamakla iç politikada Yahudi ve Ermeni lobisiyle gerilimler yaşadığını iddia eden Ignatius, aynı zamanda Türkiye'de gazetecileri yönelik baskılara göz yuman ABD'nin insan hakları örgütlerinden tepki çektiğini ifade etti. Ancak buna rağmen Türkiye'nin "Arap Baharı"ndaki tutumunun ABD'de büyük memnuniyet yarattığını ifade eden Ignatius, Türkiye'nin bölge ülkeleri için bir "yol gösterici" olduğunu öne sürdü. Ignatius, yazısının sonunda, "Dünya liderleri arısanda Obama'nın yeniden seçilmesinde Türkiye başbakanından daha çok çıkarı olan kimse yoktur diyebiliriz" dedi.

Yazısında ayrıca Türkiye-ABD ilişkilerinin bir "karşılıklı bağımlılık" olduğunu öne süren ve Türkiye'nin de ABD ile ilişkilerinden bazı "çıkarlar" elde etmesini buna dayanak olarak sunan Ignatius'un okurlarının birikimini ve zekasını küçümsediği anlaşılıyor. Çünkü ekonomik ve siyasi göstergelere bakıldığında böyle bir iddianın temelini oluşturacak herhangi bir gösterge bulmak mümkün değil.

Kaynak: Suriye Arap Ajansı

Yalan
Fikret Başkaya
04 Haziran 2012



Marx, Ludwig Kugelmann’e yazdığı 27 Temmuz 1871 tarihli mektupta, Paris Komünü’yle ilgili olarak: “Şimdiye kadar, Roma İmparatorluğu zamanında Hrıstiyanlığın bu kadar çok efsane yaratması matbaanın henüz keşfedilmemesine yorulurdu. Oysa, bunun tam tersi doğrudur. Bu gün günlük basın ve telgrafın bir günde yaydığı efsane, eskiden bir yüzyılda yaratılandan daha fazladır”, diyordu. Acaba yaşıyor olsaydı bu günkü sefil manzara hakkında ne derdi? Emperyalist burjuvazinin bu ölçüde yalan, ikiyüzlülük ve çifte standart üretebilmesiyle, iletişim teknolojisindeki devasa gelişme arasında bağ kurar mıydı?

Şimdilerde yeryüzünün egemenlerinin iktidarı sadece ekonomik/finansal/politik ve militer güce dayanmıyor. Aynı zamanda medyatik iktidara da dayanıyor. Artık neoliberal küreselleşme çağında savaşlar önce medyatik alanda kazanılıyor... Önce bir devleti çökertme kararı veriliyor [ tabii çökertme demiyorlar “regime change” diyorlar]. Ardından medyatik yalanlar devreye sokuluyor. Çökertilmesi gereken devlet ya teröre destek veriyordur, teröristleri koruyup/ destekliyordur, ya kitle imha silahlarına sahiptir, ya da halkına zulmeden bir rejime sahiptir, demokrasi özürlüdür... Tabii ‘uygar dünyanın’ böyle sevimsiz durumlara göz yumması, görmezlikten gelmesi, içine sindirmesi beklenemez... Özgürlüğün, demokrasinin, insan haklarının timsâli olan kapitalist-emperyalist-kolonyalist Batı, kötülüğü bertaraf etmek için hareke geçiyor ve bir medyatik savaş başlatılıyor... Artık o aşamadan sonra her yalan hakikâttir...

Bir Fransız atasözü: “Köpeğini boğmaya karar veren, köpeğinin kuduz olduğunu söyler“ der. Şimdilerde emperyalist ABD ve müttefikleri, çökertmeye karar verdikleri devletler hakkında istedikleri yalanı üretme ve yayma, kendi beyinsizleştirilmiş, alık insanlarını, bencil komuoylarını ve dünyanın geri kalanındaki çoğunluğu aldatma ve kandırma yeteteğine sahipler...

Önce bir Üçüncü Dünya ülkesindeki durumdan “Uluslararası toplum” rahatsızlık duymaya başlıyor... Medya “uluslararası toplumun” oradaki duruma sessiz kalamayacağına dair yayınlar yapıyor, üretilen yalanı büyütüyor ve hızla yayıyor. Kimse şu lânet olası “uluslarası toplumun” kimlerden oluştuğunu pek merak etmiyor...

“Uluslararası toplum” denilen ABD ve onun dümen suyundaki AB ve Japonya’dan ibarettir. Aslında NATO’cu cepheden başkası değildir...

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde, Rusya ve Çin, Suriye’ye yönelik NATO saldırısına karşı çıkıp, karar tasarısını veto ettiklerinde, küresel egemen medya bu iki devletin “uluslararası topluma” karşı olduğunu duyurdu. Öyle bir uluslarası toplum ki, nerdeyse dünya nüfusunun %20’sini oluşturan bu iki büyük devlet ona dahil değil... Daha doğrusu tüm Asya, Afrika ve Latin Amerika ülkeleri denklemin dışında...

Medyatik iktidar ve ideolojik egemenlik, şeylerin gerçeğini anlamayı engelliyor. Epey zamandır ‘medeniyetler çatışması’ diye bir yalan üretildi. Ve insanlar bu yalana inandırıldı. Oysa, asgari akıl, sağduyu ve muhakeme yeteneğine sahip bir insanın, medeniyetlerin çatışması diye bir şeyin saçma olduğunu bilmesi gerekirdi!.

Türkiye hükümetleri, özellikle neoliberalizmin sadık neferi AKP hükümeti bu yalanı çok sevdi ve sahnelenen oyunda aktif rol aldı. Elbette medeniyetler çatışması diye bir şey olursa, “medeniyetler ittifakı” diye bir şey de olurdu...

Şimdilerde Türkiye başta olmak üzere, medeniyetler ittifakının tesisi için yoğun çaba harcanıyor... Medeniyetlerin çatışması eşyanın tabiatine aykırıdır ve orada çatışan çıkarlardır, iktidar ve hegemonya mücadelesidir, son tahlilde de sınıfsal bir mücadele söz konusudur ama böylesi bir yalan emperyalist statükonun devamı için son derecede işlevseldir...

Yakın zamanda Yemen’de bir El- Kaide militanının yakalandığı, üzerinde hava alanlarındaki dedektöre yakalanmayan, metal olmayan bir bomba bulunduğu, bombanın iç çamaşırı içinde taşınabildiğini, velhasıl El- Kaide’nin donda taşınabilecek kadar küçük ama son derece etkili bir silah ürettiği yalanı peydahlandı ve egemen medya tarafından servis edildi... Yalan duyulduğunda da “gerçek oldu”... Oysa, söz konusu olan tam bir CIA operasyonuydu... Her zamanki yalanların sonunucusuydu. (..) Eğer bu yalana itibar edilirse, bu, El- Kaidenin dünyanın en gelişmiş, en donanımlı laboratuvarına sahip olduğu demeye gelecektir... Lâkin yalanla ilgili kâr alanını, ekonomik çıkarları angaje eden bir sorun var. Eğer bu son teknoloji harikası silah bahane edilerek, hava alanlarında don muayenesi için her yolcunun soyunması zorunlu hale gelirse, bunun için de mesela her yolcu için 3 dakika soyunma/giyinme zamanı gerekirse ve insanlar bu aşağılanmaya ve kepazeliğe itiraz etmezse, bu, 180 yolcu taşıyan bir uçağın havalanması için 540 dakika, yani tam 9 saat gecikme, kârların uçup gitmesi ve havacılık şirketlerinin iflası demektir... Tabii buna söz konusu şirketlerinin evet demesi mümkün değildir...

Fakat emperyalist yalanlarla ilgili rahatsız edici bir şey daha var: Sanki insanlar yalana doymuyor... Irak’a birinci emperyalist saldırı için “uluslararası hukuk” bahane edildi. Saddam Hüseyin Kuveyt’i işgal etmişti, bu bir saldırı nedeni sayıldı...Elbette benzer işgaller başka yerlerde olduğunda kimse “uluslararası hukuku” hatırlamadı... Çünkü işler ikiyüzlülük ve çifte standart üzerinden yürüyordu...

Sonra El- Kaide liderini saklıyor diye Afganistan’a saldırdılar. Ardından kitle imha silahlarına sahip diye Irak’a ikinci bir saldırı yapıldı ve güzelim ülke çökertildi. Benzer şeyler Somali ve Sudan için de geçerliydi ve sonuç mâlûm...

Sonra sıra Libya’ya geldi ve artık orada geçerli olan terör ve kaos... Ve sırada Suriye var ama çökertme kararı daha 2001 ‘de verilmişti ve 2008 sonrasında yıkım için kollar sıvanmıştı. Amerikan, Fransız, İngiliz ve İsrail... ajanları gerekli hazırlıkları yapmakla meşguldüler. Arap Baharıyla Suriye’yi çökertme planı için koşulların olgunlaştığına karar verildi ve hareket geçildi...

Suriye’de özellikle 2000’li yılların başından beri uygulanan neoliberal politikalar ve rejimin neoliberalizmle “uyumlanma” tercihi, gelir dağılımı dengesizliğini, yoksulluğu ve sefaleti büyütmüştü. Tunus’da ve Mısır’da patlayan devrimlerin Suriye’de yankılanmaması mümkün değildi. Halk hem sosyal kötüleşmeye hem de otokrasiye karşı, daha çok refah, insanca yaşama, demokrasi ve özgürlük talebiyle sokağa döküldü. Tepkisini şiddet içermeyen bir şekilde ortaya koydu. İşte bu durum “rejim değiştirme” konusunda tecrübeli emperyalistler, başta ABD olmak üzere NATO cephesi ve tabii NATO’nun en sadık üyesi Türkiye [ AKP hükümeti densin], Siyonist İsrail ve başta Suudiler ve Katar olmak üzere Ortadoğu’nun ne kadar pro-siyonist ve pro-emperyalist Arap monarşisi varsa rejimi çökertmek için bu durumu fırsat saydılar...

Herşeye rağmen Esat rejimi emperyalistler için yaşamasına izin verilmemesi gereken bir rejim olarak görülüyordu. Zira, tüm eksikliklerine ve zaaflarına rağmen emperyalizmin her isteğini yapmayan bir rejim söz konusuydu. Daha önce de yazdığım gibi, asıl amaç İran’ı çökertmekti ve İran’ı çökertmenin yolu Suriye’den geçiyordu... Suriye’yi çökertmek Lübnan Hizbullahını da etkisizleştirmek demektir. İranı çökertmek, Rusya’yı, Hindistan’ı ve Çin’i kuşatma planının bir aşaması olarak görülüyor. Neden kuşatmak istedikleri de mâlûm...

Barışcıl amaçlı gösteriler, hızla Türkiye, Lübnan ve Ürdün’den Suriye’ye sokulan ve içerdeki dinci fanatiklerle buluşan, özellikle Afganistan, Irak ve Libya’da savaş deneyimi edinmiş fanatik paralı askerler, katliam timleri tarafından amaca yabancılaştırıldı ve kitle geri çekildi. Sokak, devlet görevlilerini, polisleri, askerleri, kadınları, çocukları, yaşlı-genç, ayrım gözetmeksizin herkesi hunharca ketleden katillere kaldı. İşte ‘Özgür Suriye Ordusu” denilen bu çapulcu taifesinden oluşuyor.

Aslında tamı tamına Türkiye tarafından yönetilen, Türkiye tarafından silahlandırılıp eğitilen, asla özgür olmayan bir katiller gürühu... Katar ve Suudi Arabistan’ın parası, emperyalistlerin sofistike sihahlarıyla teçhiz ediliyorlar ve medyanın yalanlarından ve diplomatik manevralarından güç alarak katletmeye devam ediyorlar... Bunların iktidara geldikleri durumu hayal edebiliyor musunuz? Bu cinayetleri Müslümanlık adına yaptığı söyleyen paralı askerler aslında bu işi emperyalizm, siyonist İsrail , Türkiye ve gerici bölge monarşileri adına yapıyorlar...

Lâkin çelişik ve rahatsız edici bir şey var: Bunlar ne kadar çok katliam yaparsa, bu “insanî yardım” için bir gerekçe oluşturuyor... “İnsani yardımı” gerekçelendirmek için insanlar öldürülüyor... Medya tüm katilamların faili olarak, Beşar Esad’ın askerini ve polisini gösteriyor. Velhasıl yalan makinası üzerine düşeni iyi yapıyor... Ve kısa zamanda şöyle bir algı yaratıldı: Orada özgürlük ve demokrasi talebiyle sokağa dökülen, halkı katleden gözü dönmüş bir diktatör var. Bu diktatör gitmeli ve demokratik bir rejim kurulmalıdır...

Sanırsınız ki, emperyalistlerin, Türkiye’nin, Siyonist İsrail’in ve gerici Arap monarşilerinin demokrasi ve özgürlük diye bir dertleri var...

Annan Planı bir oyundu...

Suriye’yi çökertme planının yürümesi, terörün yoğunluğunun ve kapsamının artışına endeksliydi. Fakat emperyalist saldırıyı gerekçelendirmek için de diplomatik ‘ara adımlar’ gerekiyordu. Plan şu idi: Bir ateşkes için BM eski genel sekreteri Koffi Annan bir plan yapmakla görevlendirildi. Lâkin, Birleşmiş Milletler Örgütü [BMÖ] kurulduğu günden beri, tüm BM genel sekreterlerinin aslında ABD’nin genel sekreteri olduğunun bilinmesi gerekir. Uzağa gitmeye gerek yok, Ban ki-Moon’a bakmak yeter.

Zaten BM örgütünün asıl misyonu ve varlık nedeni de, ikinci emperyalistler arası savaş sonrasında oluşan statükoyu meşrulaştırıp-sürdürmekti. Dolayısıyla örgüt her zaman yapılanları müşrulaştırmanın hizmetindeydi. Plan ateşkes öngörüyordu ama katillere asla silah bıkakmamaları emredilmişti. Tam tersine silah personel ve para sevkiyatı artırıyordu. Böylece, isyancılar tarafından yapılan her katliam hükümete fatura edilecek, bu amaçla medya utanmaz tavrını sürdürecekti. Ve “uluslararası toplum” artık şunu söylebilirdi: “Görüyorsunuz, Beşar Esad ateşkese uymuyor. Sivil halkı katletmeye devam ediyor...”

Ateşkes demek iki tarafın da ateşi kesmesi değil midir? Tek taraflı ateskes olamayacağına göre...

Son El Hula katliamının açıkça isyancılar tarafından yapıldığı bilindiği halde medya ağız birliği ederek onu rejimin üstüne attı... Egemen medya yalanı büyütüp yayma konusunda elinden geleni yaptı... Oysa Annan’ı davet eden Beşar Esad’dı. Çatışma ortamına dair gerçeği anlamasını dünyaya duyurmasını istiyordu.

Aslında Esad’ın bu girişimi, olmayan duaya amin demek gibi bir şeydi... Bu amaçla Annan’ı davet eden biri onun gelişinden bir gün önce böyle bir katliam yapar mıydı?

Başta yürümemesi istenen planın yürümediği böylece “kanıtlanınca” artık “insânî yardım”, “insânî müdahale” cephesi kolları sıvayabilirdi. Utanmazca diplomatik ayıp işlediler, Suriye’nin diplomatik personelini ülkelerinden attılar... Böylece Suriye’yi çömertme palınını bir adım daha öteye taşımış oldular...

Aslında Suriye’de olup bitenler insanlığın ve uygarlığın sefil durumu hakkında da bir fikir veriyor... İnsanı insanlığından utandıran sefil bir durum...

Türkiye ‘yardım ve yataklık yapıyor’, insanlık suçu işliyor

AKP hükümeti Suriye’yi çökertme planının en hevesli uygulayıcılarından biri. Topraklarını katillere bir üs olarak kullandırarak, “mülteci kampı” görüntüsü altında eğitim kampları oluşturarak, silah ve savaşcı sevkiyatını kolaylaştırarak, her türlü yardımı yaparak...

Bu hükümet neden komşu bir ülkenin halkına karşı yürütülen bu uğursuz savaşta bu kadar hevesli ve aceleci davranıyor... Neden NATO bir an önce saldırsın diye çırpınıyor?

Öyle görünüyor ki, bu işte NATO’cu dostları, gerici Arap Monarşileri ve Siyonist İsrail tarafından Türkiye’ye başrol verilmiş...

NATO’cu bir ülke olan, topraklarında ne kadar Amerikan üssü olduğunu kendilerinin bile bilmediği bir rejimin böyle bir görevi severek üstlenmesi anlaşılır bir şey.

(..)

Muhalefet Suriye konusunda sınıfta kaldı...

Türkiye’de sol muhalefet yazık ki, Suriye sınavında başarısız oldu. Oynanan oyunu, yapılan hesapları, gerçek niyetleri teşhir etmeye yanaşmadı. Yapması gerekenleri yapmadı... Bu güne kadar gür bir sesin çıkmamış olması büyük bir talihsizliktir.

Sol, bütün bir bölgeyi yakacak, üstelik bir dünya savaşını bile tetikleme potansiyeli taşıyan emperyalist komployu dert etmezse eğer, neyi dert edecek?

Bu duyarsızlığı, umursamazılığı, yok saymayı kim nasıl açıklayabilir? Oysa, insânî, ahlâki ve politik nedenlerle, Suriye halkının yanında yer aldığını, onu desteklediğini yüksek sesle dosta düşmana duyurması gerekiyordu...

Bazı sol çevreler tuhaf bir şekilde, savaşa karşı çıkmanın otokrasininin safında yer almak demeye geleceğini düşüyorsa, buna belki kendileri inanabilirler ama başkalarını inandırmak mümkün olmaz. Emperyalist saldırıya karşı çıkmak neden rejimin safında yer almak olsun?

Aslında bu atalet, olsa olsa bir şey yapmamanın, yapmak istememin mazereti olabilir ancak... Fakat herşeye rağmen hâlâ bir şeyler yapmak mümkün...

Kaynak: http://www.ozguruniversite.org/

Tesadüfler Sınırı Aşmak Üzere
Tevfik Bir
06.06.2012


Coğrafyamızda çok sıcak gelişmeler oluyor. Bu gelişmeler Sistem'in Suriye'ye yakında bir müdahale içinde olabileceğinin sinyallerini veriyor.

Hatay sınırındaki kamptaki mültecilerin Kilis'e aktarılması ilgi çekici bir durum. Yeni göç dalgalarına karşı Gaziantep ve Şanlıurfa'da yeni kamplar inşa ediliyor, sanki olası savaşa hazırlık yapılıyor!

CIA Başkanı, Başbakan Tayyip Erdoğan ile görüşüyor.

Başbakan Erdoğan, Başkan Obama ile uzun bir görüşme gerçekleştiriyor. Tayyip Erdoğan dostluğunu, Barack Obama yakın arkadaşlığını ilan ediyor. Üst düzey bilgi akışı, üst düzey “övgüler” aktarılıyor.“Suriyenin Dostları Grubu” adı altında İstanbul'da bir“paylaşım” toplantısı düzenleniyor ve simasında zakkumun çiçeğini taşıyan Hillary Rodham Clinton da toplantıya katılıyor, Başbakan Tayyip Erdoğan dahil Türk yetkililerle üst düzey görüşmeler gerçekleştiriyor.

Diplomatik trafik, diplomatlar ve askerler düzeyinde ve hatta en üst düzeyde yoğun bir biçimde sürdürülüyor. Türk NATO subayları ve Pentagonlu Türk subayları müttefikler arasında mekik dokuyor.

ABD-Rusya, Türkiye-Çin arasında kapalı kapılar ardında görüşmeler yaşanıyor. ABD ve Rus donanmaları coğrafyada varlıklarını ve hareketliliklerini artırıyor.

Yalnız askeri ve diplomatik alanlarda değil, finansal alanda da hazırlıklar yapılıyor. Türkiye'deki bazı bankalar Suriye üzerine “acil”önlemler alıyor.

Suriye'de olaylar başlayalı bir yılı geçmişolmasına karşın, sanki bir işaret almışcasına “acele”edilmeye başlanıyor!

* * *

Aselsan [Aselsan (Askeri Elektronik San.) Elektronik Sanayi), Türkiye'nin önemli ve stratejik firmalarındandır.

Dünya çapında bir firmadır, pek çok ülkeye ihracat yapar. Savunma Sanayi Müsteşarlığı'nın verdiği ihalelerin genel kazananıdır, en kötü ihtimalle ihaleyi kazanan diğer şirketin iş ortağıdır, taşeronudur. Genel olarak, TSK'nın ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik üretim yapar, AR-GE çalışmalarında bulunur, ayrıca piyasaya da iş yapar.

ASELS hisse senedindeki bazı hareketler dikkat çekici.

Citibank Yabancı N.A. aracıkurumu, yılbaşından günümüze kadar (02.Ocak-06.Nisan tarihleri arasında) sahibi olduğu 4.3 milyonluk lotuna 7.3 milyon lot ilave etti ve şirketin halka açık kısmınındaki sahipliğini %12'den %32.6'ya çıkardı!

Citibank Yabancı, bu 7.3 milyon lot net alımının 4.5 milyon lotunu 10 TL ve üstü fiyatla 19.Mart-06.Nisan tarihleri arasında gerçekleştirdi.

Citibank yabancı yılbaşından bu yana ve özellikle son yirmi günde neyi/hangi beklentiyi satın almaya başladı?

* * *

Türkiye'nin Şam Büyükelçiliği 26.Mart tarihi itibariyle tüm faaliyetlerini geçici olarak askıya alma kararı aldı ve tüm büyükelçilik personelini Beyrut üstünden tahliye etti.

Büyükelçiliğin konsolosluk şubesi de 22.Mart.2012 itibariyle faaliyetlerini durdurmuştu. 16.Mart tarihinde de Suriye'deki Türkler için yurda dönüş yapmaları “kuvvetle tavsiye” edilmişti!

THY de, 01.Nisan itibariyle Suriye'ye olan tüm uçuşlarını “uçuşgüvenliği” nedeniyle durdurdu.

Yine mart aynın son haftası itibariyle Norveç ve Belçika da; İngiltere, İtalya, Kanada, Fransa, İspanya, ABD ve Suudi Arabistan gibi belli başlıülkelerin ardından Şam Büyükelçiliği'ni kapatan ülkeler kervanına katıldı.

Türkiye'nin hassas ve stratejik kurumlarında son haftalarda fazla mesai yapılmaya başlandı, personel yoğun çalışıyor!

Euronews'te, CCTV News'te, France24'te ve diğer yabancı kanallarda son haftalarda Türkiye üst sıralarda haber olarak yer almaya başladı.

Haberin içeriği ne olursa olsun, Türkiye bir şekilde haber. Terör, Türkiye'deki Suriyeli mülteci kampları, deprem...

Türkiye'den bir önceki yada bir sonraki haber ise mutlaka “Kürdistan” yada“Suriye” oluyor. Bu ilgi nereden doğuyor?

Kofi Annan, eski BM Genel Sekreteri, Güney Afrika Yahudileri'nden. Uyan Ey Türk Gidiyoruz adlı kitabımda kendisinden ve soyadının Tevrat'taki kökeninden bahsetmiştim (Clinton ailesi de kitapta yer alan kişilerden).

Kofi Annna Siyonisttir, İsrail aşığıdır.

Suriye konusunda BM Özel Temsilcisi oldu, “barış sağlayacak”(!) adımlar atmaya çalışıyor.

Sistem'in adamıdır.

Türkiye'ye-KKTC'ye-rahmetli Rauf Denktaş'a karşı yaptığı, Denktaş'ın “hayır” dediği Annan planının isim babasıdır. ABD'nin Irak'ı işgalinden önce Colin Powell'ın yürüttüğü ikna çabalarını bu sefer BM maskesiyle Kofi Annan yürütmektedir. “Esad, değişime karşıduramaz” ve “Esad beni şok etti” açıklamaları dikkat çekicidir.

Esad'a tanıdıkları süre 10.Nisan tarihinde doluyormuş.

Peki sonrasında ne olacak?

Binlerce kişiyi öldürdüğü iddia edilen bir diktatör, Esad devrilecek ve onun yerine 1,5 milyon Suriyeli işkencelerle, tecavüzlerle öldürülüp demokrasi mi kurulacak, Irak'taki gibi?

Sistem, Esad ve onun akraba yönetiminden nefret ediyorsa, tek derdi bu adamları/aileyi yönetimden uzaklaştırıp Suriye'ye “demokrasi” getirmekse bunu, istenmeyen en üst (örneğin) 10 kişiye suikast yaparak halledemez mi?

Sistem'in, yerine göre darbelerle, suikastlerle, kazalarla(!) değiştirdiği yönetimlerin tarihini anlatan bir kitap yazılsa, 24 cildi aşar, hatta ansiklopedi olur.

Demek ki asıl dert yönetim yada Esad değil; Suriye'ye girmek, kalmak, toplumu piyasalaştırmak, para-petrol-suyu şirketlere verip bölgede hakimiyeti sağlamak, Filistin'in bağını kesmek ve Filistin'i düşürmek, İran'ı yalnız bırakmak, Irak'tan sonra Suriye'de de Kürtlere devlet (özerk bölge) vermek, günümüz 200 küsur devletli dünyasından 1000 küsur devletli dünyaya, 7 milyarlık dünyadan daha az nüfuslu bir dünyaya geçmek...

Birkaç örnek sunmaya çalıştım.

Irak'ın işgalinden önce gördüğümüz, tanık olduğumuz süreç Suriye için de, güncel fakat aynısı olarak yürüyor.

Açıklamalar, devletler arası yoğun görüşmeler, pazarlıklar, iknalar, askeri ve istihbari hareketlilik, finans sektörünün aldığı önlemler, finansal harp ve ambargolar...

Bir öncekinde kimyasal silahlar bahane iken bu sefer ülkede yarattıkları kaotik ortam vesilesiyle yaşanan trajik ölümler, karşılıklı katliamlar bahane. Önce Müslüman Müslüman'a karşı, sonra Siyonist Haçlı Ordusu ve müttefikleri Müslüman'a karşı...

“Esad, 10.Nisan'a kadar ordusunu çeksin, (bizim silahlandırdığımız) muhaliflere müdahale etmesin” diyorlar ve ekliyorlar “çekilmezse...”

Kaynak: www.acikistihbarat.com

Suudi Arabistan ve Katar Suriye’deki militanları maaşa bağladı
23-06-2012



YDH- Suudi Arabistan ve Katar’ın Suriye'de silahlı saldırılar düzenleyen militanları maaşa bağladığı bildirildi.

Reuters haber ajansında bugün yayımlanan habere göre adının açıklanmasını istemeyen bir Arap diplomat, Suudi Arabistan ve Katar'ın Suriye'de silahlı mücadele veren örgüt mensuplarını maaşa bağladığını söyledi.

Maaşların, anlaşmanın imzalandığı nisan ayından itibaren militanlara verildiğini belirten Arap diplomat, ödemelerin Türkiye'de konuşlanan Özgür Suriye Ordusu üzerinden yapıldığını ifade etti.

Arap diplomata göre Suudi Arabistan ve Katar, Suriye'deki militanları maaşa bağlayarak Suriye Ordusu'ndaki bölünmelerin sayısını artırmayı ve aşırılık yanlısı örgütler yerine Özgür Suriye Ordusu'nun hakim konuma gelmesini hedefliyor.

Suriye Ulusal Konseyi adlı rejim karşıtı örgütün eski başkanı Burhan Galyun 1 Nisan’da İstanbul'da düzenlenen "Suriye Dostları Konferansı"nda yaptığı açıklamasında Özgür Suriye Ordusu mensuplarına maaş verileceğini açıklamış "Ulusal Konsey, Özgür Suriye Ordusu'ndaki tüm subay ve askerlere sabit maaş vermeyi üstlendi" demişti.

29 Temmuz 2011'de Albay Riyad Esad öncülüğünde Türkiye'de kurulan Özgür Suriye Ordusu adlı silahlı örgüt, yüzlerce Suriye askerinin öldürüldüğü saldırıların sorumluluğunu üstlenmişti.

Suriye İnsan Hakları Örgütü Mirsad'ın yayımladığı son rapora göre Suriye'de 16 ayda öldürülen asker ve polis sayısı 3770'e yükseldi.

Kaynak: http://www.ydh.com.tr/HD10337_suriyedeki-militanlar-maasa-baglandi.html

Beşşar Esed: Suriye, duruşunun bedelini ödüyor
29-06-2012



YDH- Suriye Cumhurbaşkanı Beşşar Esed, Suriye’de terörü destekleyen ülkelerin reformlarla ilgilenmediğini söyledi.

Suriye Cumhurbaşkanı Beşşar Esed, İran’ın Kanal-4 televizyonuna verdiği özel röportajda ülkesinde yaşanan olaylarda uluslar arası, bölgesel ve yerel faktörlerin etkili olduğunu söyledi.

Uluslar arası faktörlerin emperyalist huyları olan Batılı devletlerle ilgili olduğunu belirten Suriye Cumhurbaşkanı Beşşar Esed, bu devletlerin hala işgal ya da diğer yollarla kendi bakış açılarını dayatma peşinde olduklarını söyledi ve Batılıların İran’ın nükleer programıyla ilgili tutumunu örnek gösterdi.

Suriye Cumhurbaşkanı Beşşar Esed, bölgesel faktörlerle ilgili olarak bazı bölge ülkelerinin Suriye’nin Filistin, direniş ve Irak konularındaki tutumundan dolayı çıkmaza girdiğini ve ortaya çıkan fırsattan yararlanarak Suriye’nin bölgesel rolünü etkisizleştirmeye çalıştığını ifade etti.

Suriye’de yaşanan olaylarla ilgili olarak iç faktörlere de değinen Cumhurbaşkanı Esed, Suriye’de tıpkı diğer ülkelerde olduğu gibi olumlu ve olumsuz yanlar bulunduğunu; ancak sorunların bir kesimin diğer bir kesimi öldürmesine sebep olacak nitelikte olmadığını söyledi ve “Suriye’de de tıpkı diğer ülkelerde olduğu gibi sorunlar vardı; ama içerideki bazı bilinçsiz unsurlar para karşılığında ülkede kargaşa ve huzursuzluk çıkardı” dedi.

Suriye Cumhurbaşkanı Beşşar Esed, Suriye’de yasadışı unsurların cinayetler işlediğini ve şiddet eylemleri düzenlediğini belirterek bunlar arasında el-Kaide’nin veya el-Kaide benzeri grupların da bulunduğunu söyledi.

Aşırılık yanlılarının başlangıçta sayı bakımından az olduğunu ancak şimdilerde bunların çoğunluğu oluşturduğunu belirten Cumhurbaşkanı Esed, dış müdahalenin yerel etkenler olmadan mümkün olmayacağını vurgulayarak ancak iç etkenlerden bahsederken dışarıdaki duruma da ilgisiz kalınamayacağını ifade etti.

Suriye Cumhurbaşkanı Beşşar Esed, reformların neden geciktiğine ilişkin bir soruya da “Biz, reform sürecine son derece zorlu şartların bulunduğu 2000 yılında başladık. Yani Filistin intifadasıyla eş zamanlı başladık. Daha sonra 11 Eylül saldırıları oldu, peşinden Afganistan ve Irak işgali, ardından 2006 savaşı, sonrasında ise 2009’da Gazze savaşı yaşandı. Bütün bu gelişmelerde Suriye hep baskı altındaydı.

Biz, reformların başlangıcında ekonomik kalkınmaya yoğunlaştık. Diğer alanlarda da birçok adım attık. Basın reformu da bunlar arasındaydı. Siyasi reformlar yönünde de adımlar attık ancak bunları aşamalı olarak gerçekleştiriyoruz” diye cevap verdi.

Bazı diktatörlüklerin Suriye’deki karışıklıkları desteklediğini belirten Cumhurbaşkanı Esed, “teröristler ve onları destekleyen ülkeler açısından reformların hiçbir önemi yok, onlar sadece kargaşa ve kaos peşindeler” dedi.

Batılıların terörizm konusunda çifte standartlı davrandığına dikkat çeken Cumhurbaşkanı Esed, bazı bölge ülkelerinin ise karar alırken özgür ve bağımsız davranamadıklarını bu durumun bu ülkelerin sergiledikleri tutumlarda kendini gösterdiğini söyledi.

Suriye’nin jeopolitik konumunun önemine dikkat çeken Suriye Cumhurbaşkanı Beşşar Esed, Suriye’nin sürekli olarak yabancı ülkelerin müdahaleci tutumuyla karşı karşıya kaldığını söyledi ve “Suriye’ye hakim olmak, bölgedeki siyasi kararların önemli bir kısmına hakim olmak demektir. Suriye şu anda direnişten yana duruşunun bedelini ödüyor” dedi.

Suriye Cumhurbaşkanı Beşşar Esed, Suriye’de Libya modelinin uygulanıp uygulanamayacağına ilişkin bir soruya da Libya’da yaşananların Suriye için bir model olamayacağını belirterek içeriği her ne olursa olsun, söz konusu edilecek her türlü dış modelin reddedileceğini söyledi.
Kaynak: http://www.ydh.com.tr/

AKP Suriye'ye Karşı İsrail'le Kolkola
Açık İstihbarat
04.07.2012

AKP'nin Suriye'ye karşı "en kahraman Rıdvan"lığı , AKP'nin yaverleri tarafından, "One Minute" tiyatrosunun bir uzantısı olarak da pazarlanmaya çalışılıyor.

AKP'nin , Suriye üzerinden İsrail'in planlarını da bozduğuna inanmamızı bekliyor bu yaver tayfası.

Halbuki, klasik bir küresel Gladio operasyonu olarak, zamanında Yugoslavya'ya yapılanların neredeyse birebir tekrarı olarak inşa edilen Suriye operasyonunda İsrail de üzerine düşeni yapmakta.

Küresel Gladio burada da, "mağdur bul, mağduru öldürt, mağduru silahlandır, zalimi düşürt" denklemini adım adım uyguluyor.

İsrail'in Suriye cephesindeki rolünden emin olmak istiyorsanız Haaretz'de İsrail Savunma Bakanı Barak'ın şu sözlerine bakın:

"Esad ailesi ; İranlıların ve Hizbullah'ın yardımı ile kendi insanlarını katlediyor ve bütün dünya izliyor"

Başbakan Netanyahu'nun Likud partisinin üst düzey yöneticilerinden Ayoob Kara, 9 Haziran'da İsrail Radyosuna verdiği demeçte, Esad'ın kendi insanlarına karşı kimyasal silah kullandığı tezini tekrarladı.

Ve Kara bu röportajda bir cümle daha sarfetti:

"İsrailli doktorlar, Türkiye-Suriye sınırında yaralı Suriyelileri tedavi ediyor"

Batı basınında, Türkiye'nin sınırının CIA üssüne dönüştüğü ve sınırdan silah transferlerinin CIA kontrolünde gerçekleştiği yolundaki haberlerle yanyana koyduğunuzda;

İsrail'e kafa tutuyor numarası yapan en kahraman Rıdvanların arka planda nasıl bir işbirliği içinde oldukları bir kere daha ortaya çıkar.

Bütün bu büyük oyun içerisinde olan, NATO'nun hedefleri için kurban edilen genç pilotlara olur.

NATO'ya gireceğiz diye binlerce askerini Kore'de şehit veren ülke, bir iki evladını daha heba etmiş çok mu?

Açık İstihbarat



Suriyeli muhalifler yumruk yumruğa
05.07.2012



Batı’nın fiilen Suriye’nin yönetimi gibi davrandığı muhalif gruplar, Kahire’deki toplantıda yumruk yumruğa birbirlerine girdi.

Suriyeli muhalif gruplar Mısır’ın başkenti Kahire’de toplandı. 30 farklı gruptan 200’ün üzerinde katılımcının bulunduğu toplantıda, muhalif grupların temsilcileri arasında zaman zaman yumruklaşmalar olduğu kaydedildi.

Arap Birliği’nin ev sahipliğinde gerçekleşen toplantı, Batı ve işbirlikçileri tarafından fiilen meşru Suriye yönetimi olarak yaklaşılan muhalif örgütlerin hemen hemen hiçbir konuda anlaşamadıklarını bir kez daha ortaya koydu.

Tartışmalar sırasında birçok grup toplantıdan çekildi.
Suriye Arap Haber Ajansı

Clinton'dan taşeronlara emir: "Rusya ve Çin'i cezalandırın!"



'Suriye Halkının Düşmanları' toplantısının üçüncüsü Fransa'nın başkenti Paris'te yapıldı. Zirveye kötülük imparatorluğu ABD Dışişleri Bakanı Clinton'ın sözleri damgasını vurdu. Esad rejimine desteğini sürdüren Rusya ve Çin'i tehdit eden Clinton, toplantıya akatılan taşeron ülke temsilcilerine emir verdi: "Onlara bir bedel ödetilmeli!"

Rusya ve Çin'in Suriye'ye verdiği destek sebebiyle kıpırdayamaz hale gelen kötülük imparatorluğunun cadısı Clinton emrine amede taşeron ülke temsilcilerine bunun bir bedeli olması gerektiğini söyleyerek emirler yağdırdı: "Sizinle açık konuşuyorum. Rusya ve Çin, Esed rejiminin arkasında durdukları için hiçbir bedel ödemediklerine inanıyorlar. Bunu değiştirmenin tek yolu, burada temsil edilen tüm ülkelerin doğrudan ve acilen harekete geçerek, Rusya ve Çin'in bir bedel ödemesini sağlamasıdır. Çünkü bu iki ülke, ilerlememizin önünü kesiyor."

ABD'nin tırstığı Rusya-Çin- Hindistan-İran-Irak-Lübnan ittifakına karşı bu zavallı taşeronlar ne yapabilecekse artık...
MBR Haber

Beşşar Esad: ABD çetelere destek veriyor
08.07.2012



Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad, bugün bir Alman televizyonuna verdiği röportajda Kofi Annan'ın Suriye'de 16 aydır süren katliamı durdurmak için hazırladığı barış planının Türkiye ve Suudi Arabistan gibi 'teröristlere' yardım eden ülkelerden dolayı engellendiğini söyledi.

Hürriyet'deki habere göre, Esad röportajda bir soru üzerine sonunun Mısır ve Libya'nın devrik liderleri gibi olmasından korkmadığını, çünkü onlarla hiçbir ortak noktası olmadığını belirtti.

Esad, ayrıca ABD'nin ülkesindeki çatışmanın bir parçası olduğunu ve Suriye'deki istikrarı bozmak için çeteleri koruduğunu ve siyasi destek verdiğini söyledi.

Esad, röportajda ayrıca görevini bırakmayı reddetti ve Suriye'nin içinde bulunduğu zor durumla başa çıkmak için görevinde kalacağını belirtti. Esad, 'Devlet Başkanı sorunlardan kaçmamalı ve şu anda Suriye'de ulusal bir sorunla karşı karşıyayız' dedi.
Haber1001

SURIYELI MUHALIFLERIN YALAN HABERI...
16 TEMMUZ 2012

Suriye'de Tremseh adlı köyde Suriye Ordusu'nun katliam yaptığı haberi yalan çıktı -hem de bizzat Muhalifler tarafından bunun yalan olduğu kabul edildi. Dün TRT Radyodan haber dinlerken duymuştum...

Suriye Ordusu'nun öldürdüğü Suriyeliler sivil halk değil, "Hür Suriye Ordusu" denen muhalif milislerdendi. Ayrıca, öldürülenler yüz kişi değil, yedi kişiydiler. Rus Novosti ajansının haberine göre bu bilgi, Birleşmiş Milletler gözlemcileri tarafından da doğrulandı. Muhalifler, Cuma gecesi, 100 ila 200 sivilin Suriye Ordusu tarafından öldürüldüğünü iddia etmişlerdi...

İşin ilginç tarafı, BM tarafından da saptanan bu yalan, bütün büyük dünya medyasında yer aldı. Şimdi düzeltilecek mi, göreceğiz...

Kaynak: http://konstantiniye.blogspot.com/

BIRLEŞIK ARAP EMIRLIKLERI'NDE PARALI ASKERLER...
16 TEMMUZ 2012
Kolombiya'da yayınlanan Semana gazetesinin haberine göre Birleşik Arap Emirlikleri, Kolombiyalı paralı askerler alıyor ve bunlara çok yüksek maaşlar ödüyor. Gazetenin haberine göre bu paralı askerler ordusu çölde eğitim görmeyi sürdürüyor ve gazete, binbaşıların ayda 18.000 Dolar, teğmenlerin 3.800 Dolar maaş aldığını yazıyor (30 Haziran). Gazete, bu askerlerin ne için toplandıklarını merak ediyor. Kolombiyalı askerler, savaş deneyimli ve aralarında yüksek rütbeli subaylar da var. Gazetenin haber kaynağı Kolombiyalı bir general. (tıklayınız: http://www.semana.com/Home.aspx )

Kaynak: http://konstantiniye.blogspot.com/

Sergey Lavrov: "Beşar Esad'ın gitmesine biz değil halkı karar verir"
16.97.2012



Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov Moskova’da düzenlediği basın toplantısında bazı açıklamalarda bulundu.

Açıklamadan Satırbaşları ise şöyle :

* Suriye'de düşen Türk uçağı ile ilgili tüm bilgileri yetkili Türk makamlarına ilettik.

* Biz Beşar Esad'ı değil aslında Suriye halkını destekliyoruz.

* Sadece Suriye ordusunun değil, Silahlı teröristlerin de Annan planına sadık kalması gerekmektedir.

* El Kaide Suriye'nin istikrarını bozmaya çalışıyor, konu Suriye halkının demokrasi isteğinden çıkmış. Eli kanlı silahlıların çıkar mücadelesine dönmüştür.

* Teröristlerin çıkardığı olayların temelinde mezhepçiliği Suriye'ye yaymak geliyor. Suriye halkı buna kulak vermedi.

* Beşar Esad koltuğundan ayrılsın diye bazı batı ülkeleri Rusya ile sürekli pazarlık halinde olmaya çalışıyor fakat bu yanlış çünkü Beşar Esad'ın gitmesine biz değil halkı karar verir.

* Biz Beşar Esad'ın gitmesini kabul etmiyoruz çünkü Suriye halkının bunu istediğini görüyoruz. Beşar Esad'ın arkasında ciddi bir halk desteği var ve bundan ötürü kendisi yeni dönemde de ülkenin başında kalacak bunu biz değil Suriye halkı istiyor.
haber1001

Halepli Türkmen kardeşlerimizden M
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Çrş Tem 18, 2012 11:44 pm tarihinde değiştirildi, toplam 13 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Cmt Hzr 23, 2012 10:20 pm    Mesaj konusu: Savaş Uçaklarımızın Suriye Sınırları İçinde Ne İşleri Vardı? Alıntıyla Cevap Gönder

Savaş Uçaklarımızın Suriye Sınırları İçinde Ne İşleri Vardı?
Oğuz Gürses
24.06.2012



Bu uçaakların Suriye sınırlarını ihlâl etme olurunu/emrini hangi hiyerarşik siyasî ve askerî üst makamlar vermiştir..

Askerî üst maakam böyle bir emri Siyasî üst makanların “olur”u olmadan vermez, veremez...

Konu yabancı bir ülke topraklarına o ülkenin iznini almadan savaş uçakları göndermek olduğuna göre...

TBMM’in kararı olmadan herhangi bir siyaî üst makam böyle bir olur/emir veremez...

Verirse TBMM’ye ait bir yetkiyi gaspetmiş olacağından; Siyasî üst makamın bu emri veya oluru kanunsuz emir mahiyetinde olduğundan Askerî üst makamın böyle bir emir veya olura istinaden verdiği emir de yasadışıdır...

Bu halde askerî veya siyasî üst makamların her ikisi de suç işlemiş olur...

Burada Suriye’nin hiçbir suçu yoktur...

Çünkü Suriye egemenlik hakşarından olan sınır güvenliğini korumak için ülkesine yönelik bir ihlâle karşı gereğini yapmıştır...

Tabiî ,Akdeniz’in uluslarası sularında İsrailli teröristler tarafından gemilerimizin yolu kesilir, 9 vatandaşımız katledilir onlarcası yaralanır, gemiler bütün yolcuları, mürettebatı ve yükleriyle birlikte gaspedilirken...

İki savaş uçağı ve üç askerî gemi kaldırmayı aklına getiremeyen bir hükümet için bu durum anlaşılmazdır...

Egenlik hakkı mı?

O da ne?

Bu sene İsrail heronları Hatay’daki askerî üsler üzerinde kendilerini göstere göstere sınır ihlâli yaptıklarında savunma sistemlerini vurmaya ayarlayarak “vur” emri bekleyen yerel askerî birliklere bu emri veremeyen bir hükümet için “sınır ihlâli” dediğin şey nedir ki?

“İşte savaş uçakları çok hızlı gidermişlermiş de, böyle şeyler ara sıra olurmuş...”

Yahu senin savaş uçakların Suriye’nin hemen bitişiğindeki İsrail’e karşı elli yıldır bir kerecik sınır ihlâlinde bulunmuyorlar da...

Tam da haçlıların istilâ etmen için seni itekeyip durdukları şu gergin atmosferde Suriye sınırlarından gizlice içetiye girmeye çalışırken vurulmadı mı?

Vuruldu...

Eeee?

Minareyi çalarken yakalandılar; şimdi kılıf uydurmaya çalışıyorlar... Onu da beceremiyorlar...

İşin kıvırtnası, palavrası, sallaması, dallaması bir yana...

Bu konuda en makul yorum şudur:

“Bilkent Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Uzmanı Mark Almond, Russia Today’e yaptığı açıklamada, ‘NATO ülkelerinin Suriye’ye müdahale planı çerçevesinde, Türkiye’nin Suriye hava savunma sistemlerini değerlendirmek amacıyla uçuşu gerçekleştirmiş olabileceğini’ söyledi.” (1)

Yani bu hükümet Haçlı ordusu NATO’nun ve AB-D emperyalizmİnin karanlık hesaplarına yardım ve yataklık edebilmek için dört savaş pilotumuzu kurban olarak Suriye topraklarına göndermiştir...

Suriye’den ummadıkları çeviklikte bir karşılık görünce de gizlice yaptığı kabahati açığa çıkınca paçayı kurtarmak için acemice yalanlar kıvırtmayı deneyen sırnaşık ve terbiyesiz bir çocuk gibi yalan dolan dolu açıklamalar yaparak iyice batağa saplanmaktadır...

Bu suçüstü durumundan paçayı kurtaramayacağını anlayan hükümet, son çare olarak “Bizim savaş uçaklarımızın senin topraklarına ne işi var ey zalim Esad” diye Suriye savaş bile açabilir haberiniz ola...

Baksanıza bu hükümetin ota boka ağlayı ağlayıveren Fetullah Gülen mukallidi bakanı Arınç ne diyor:

“Suriye Bunu Açıklamak Mecburiyetinde”...

Yok artık...

Elalemin memleketine savaş uçaklarını gizlice sokmaya çalışıyorsun...

Elalemin eli de armut toplamıyor ki senin gibi...

Sınırlarından içeriye gizlice savaş uçağı giren her bağımsız ve egemen ülkenin yapması gereken bir şeyi yapıyor...

Hani senin sınırlarımızı göstere göstere ve defalarca ihlâl eden İsrail uçaklarına karşı hiç aklına bile getirmediğin şeyi yapıyor...

Bu uçaklara ateş açıyor...

Her şey uluslara arası hukuka da millî hukuka da uygun...

Suriye neyi açıklayacak?

Asıl sen açıkla...

Bizim savaş uçaklarımızın komşu bir devletin sınırlarından içeriye niçin gizlice ve izinsiz olarak girdiklerini...

Bu millete adam gibi açıklamak zorunda olan sensin..

Ya bunu açıklarsın...

Ya da bunu açıklayamayan bütün hükümet üyeleri, Genel Kurmay Başkanı ve Hava Kuvveteleri Komutanlarıyla birlikte istifa edersin...

Ne bu ya?

Bir uçağımız hiçbir millî menfatimizin olmadığı “taşeron” bir “görev”i ifa ederken haklı sebeplerle vuruluyor...

İki pilot evlâdımız kayıp ve büyük ihtimalle sağ değiller...

Ankara’da ise Ağzı olan konuşuyor..

Her ağız ayrı bir yalan kusuyor...

Milleti keriz yerine koymaya çalışıyor...

Durumun ne kadar vahim olduğunu Banu Avar şöyle özetliyor:

“Verili durum Türkiye’nin ‘Büyük Oyun’da küçük ‘yem’ olarak kullanıldığının en trajik kanıtıdır. Türkiye yakın geçmişte pek çok kez olduğu gibi bir kez daha bölgesel kanlı bir savaşta küresel efendilerin elindeki piyon durumuna düşürülmektedir. “ (2)

Dipnotlar:
1- “Yedi Düvel Provokasyonu ve YEM olan Türkiye!”, Banu AVAR,
22 Haziran 2012, BKz: http://millibirlikruhu.blogspot.com/2012/06/yedi-duvel-provokasyonu-ve-yem-olan.html

2- Agy.


Wall Street Journal: Türk uçağı Suriye hava sahasında vuruldu
30.06.2012



ABD'li yetkililer, 22 Haziran günü Akdeniz’de düşürülen Türk keşif uçağının Suriye hava sahasında vurulduğunu öne sürdü. Geçtiğimiz ay da Uludere bombasını patlatan Wall Street Journal gazetesinde yer alan bu iddia Türkiye'nin açıklamalarıyla çelişirken, Suriye'nin pozisyonunu destekliyor.

Adının açıklanmasını istemeyen üst düzey bir güvenlik yetkilisi, Wall Street Journal’a yaptığı açıklamada, Türk Silahlı Kuvvetleri'ne ait düşürülen RF-4E keşif uçağının vurulduğu sırada Suriye hava sahasında olduğunu öne sürerek, “Uçağın karadan havaya füzelerle vurulduğuna dair bir işaret görmedik” dedi.

Kendilerine ulaşan istihbaratın kaynağını açıklamak istemeyen yetkililer Türkiye’nin savunduğu üzere karadan havaya füze kullanıldığına dair bir işaret bulunmadığını vurgularken, olayla ilgili birçok şeyin bilinmezliğini koruduğu yönünde uyarıda bulundu.

Üst düzey bir askeri yetkili, uçağın füzeyle vurulmuş olmasının, bu eylemin Şam tarafından onaylandığı anlamına geleceğini, ancak uçaksavar ateşi kullanılmasının yerel bir komutanın kendi inisiyatifiyle hareket etmiş olduğu anlamına gelebileceğini belirtti.
haber1001

Neo-İttihatçı AKP Türkiye'yi Savaşa Sürüklüyor
Behiç Gürcihan
Açık İstihbarat
26.06.2012



Suriye'nin hava sahasını çok kısa süreliğine de olsa ihlal eden bir jete karşı, standart angajman kurallarını gözardı ederek bu kadar sert ve ani bir tepki vermesinin arkasındaki sebeplerden biri de AKP'nin bizzat kendisidir.

AKP iktidarı ; İsrail'in Türkiye hava sahasını kullanarak, Suriye'nin topraklarını nükleer tesis bahanesi ile bombalamasına göz yummuştur. O kadar ki, İsrail uçakları, Hatay üzerinde yakıt tanklarını bırakacak kadar rahat hareket etmiştir.

Suriye'nin hava savunma sistemini ayrıntılı incelediğinizde ; hava savunma sisteminin en zayıf noktasının Suriye'nin batısı değil, Türkiye'ye komşu olan kuzey tarafı olduğunu görürsünüz.

O yüzden İsrail uçağı , Türkiye üzerinden yolu uzatarak Suriye hava sahasını kuzeyinden ihlal ederek bombalamasını gerçekleştirmiştir.

Ve bu yüzden Türk uçağı Suriye'nin hava sahasının batısında birilerinin oyununa yem edilmiştir.

İsrail istihbaratının gölge yayını Debka'nın bu olayla ilgili,

"İsrail'le ilişkiler kopması sonucu F4'lerin modernizasyonu sekteye uğradığı için, son sistemlere F4'lere takılamadı. Bu yüzden de Rusların Suriye'ye yerleştirdiği hava savunma sistemlerine kolayca yem oldular"

mealindeki yorumlarını da not etmek gerekir. "İsrail'le bozuşursan uçağın düşer" mesajı , jet krizini yorumlamak için ek bir kanal sunmakta.

Doğu Akdeniz ve bunla bağlantılı olarak Ortadoğu'da bütün stratejik derinliğimizin tehdit altında olduğu bugünleri "stratejik derinlik" üzerine kitaplar yazan ve "sıfır sorun" politikası ile övünen bir Dışişleri Bakanı döneminde yaşamamızın ilahi bir tesadüf olduğunu düşünebilirsiniz.

Fakat aslında yaşanan 100 yıl sonra , emperyalizmin çıkarları doğrultusunda ülkeyi uçuruma sürükleyecek şekilde yeniden hortlatılan bir İttihatçı zihniyet ve bunun günümüzdeki tezahürü Neo-İttihatçı AKP'dir.

Eğer İttihatçılık, "hürriyet" / "demokrasi" adına eski vesayeti yıkıp, yerine kendi vesayet sistemini getirmekse AKP , Neo-İttihatçıdır.

Eğer İttihatçılık, başat emperyal gücün gazına gelip, onların çıkarlarına uygun bir şekilde cepheler açmaksa, AKP Neo-İttihatçıdır.

Eğer İttihatçılık, demokrasi naraları ile iktidara gelip, iktidarını garanti altına aldıktan sonra kendisini eleştiren herkesi mahkum etmekse, AKP Neo-İttihatçıdır.

Eğer İttihatçılık, ülkeyi kimlik oyunları ve mühendislikleri üzerinden, binbir pazarlıkla kurtarabileceğini varsaymaksa, AKP Neo-İttihatçıdır.

Ve eğer İttihatçılık, elin eşeği ile sınıra yürümekse , AKP Neo-İttihatçıdır.

Ve bugün AKP, İttihatçıların aynen 100 yıl önce yaptığı gibi, Batı emperyalizminin kardığı kartlarla yüzyılın pokerini oynamaktadır.

Bir ülkenin kaderi ile , kendi hırsları uğruna bu kadar kolay oynamak İttihatçılıksa, AKP Neo-İttihatçıdır.

Ve Batı'nın adım adım kurguladığı oyunda gönüllü rol alan AKP, Türkiye'yi savaşa sürüklerken , yeni bir Sarıkamış sapağının eşiğindeyken durup bir daha düşünmelidir.

Tarihsel derinlik içinde Suriye neye denk düşer...

AB-D neye denk düşer...

Abdülhamid neye denk düşer...

Enver neye denk düşer...

Mustafa Kemal neye denk düşer...

Bütün bunların ortasında Tayyip Erdoğan neye denk düşer?

www.acikistihbarat.com

Başbakan, Neden Kerkük’deki, Afganistan’daki, Libya’daki Katliamları Hiç Lanetlemedin?!
Banu AVAR
8 Haziran 2012



Başbakan, Neden Kerkük’deki, Afganistan’daki, Libya’daki Katliamları Hiç Lanetlemedin?!

Batı Suriye korosuyla Türkiye’nin üzerine geldikçe, Erdoğan ‘ESED ESED’ diye kükrüyor. En acıklı sözlerle ‘ESED’in kıydığı çocuk çoluk kadın yaşlıları’ anlatıp ‘ESED katliamını’ lanetliyor!

Bugün Denizli’de de Suriye’deki ‘Esed katliamı’ diye söze başladı ve göz yaşartıcı bir performans sergiledi..

Başbakan’ın Suriye’de ortalığı birbirine katan, yaşlı kadın ve çocuk demeden katliam yapan bir terör grubundan haberdar olmaması imkansız. Neden? Çünkü o terörist çete başlarının bir kısmı İstanbul, bir kısmı Ankara, bir kısmı Antalya, Kilis ve Hatay’da cirit atıyor..

Eski CIA şefi Philip Giraldi, Türkiye’nin NATO özel birliklerinin Suriye’de yaptığı örtülü operasyonlara yardımcı olduğunu söylemedi mi! Buyrun okuyun:

‘Dışişleri bakanı Ahmet Davutoğlu, batılı güçler arasında bir anlaşma sağlandığı takdirde Suriye’ye müdahaleye hazır olduklarını söyledi. Müdahale insani prensipler çerçevesinde yapılacak ve Libya’daki gibi KORUMA YASASI (Rto P) ile meşrulaştırılacaktır. Bazı kaynaklar müdahalenin Suriye-Türkiye arasında tampon bölge oluşturularak başlayacağını ve büyüyeceğini ifade etti.’

Kilis’deki kamplardan geceleri sınırı aşıp soygun ve katliam yapan teröristler olduğunu bölge insanı gayet iyi biliyor. Bağrımızda, Suriye’ye karşı bir Kandil yaratmadık mı?

Suriye Türkiye sınırındaki Türkmenler, Amerikan İngiliz Fransız özel timlerinin ayrıca Libya’dan gelen silahlar ve paralı askerlerin terör estirdiğini söylemiyor mu?

İdlip Halep arasında şehirlerarası otobüslere teröristlerce açılan ateşin videolarını görmüyorlar mı?

El Cezire ve BBC’de bu kaçıncı ‘yalan haber’ özrü? Katliam videoları imal edip Suriye ordusunu suçlayan bu haber merkezleri neden haber altına 6 fontla ‘doğrulanmamış bilgi içerir’ yazıları yer alıyor.. Yalan katliam haberi yapmaktan usanan kaç gazeteci El Arabiya ve El Cezire’den istifa etti!

2003’de Irak’da çekilen fotoğraflar, Hula katliamı diye servis edilmedi mi? Bu haberi o fotoğrafları 2003’de çeken fotoğrafçı çıkıp açıklamadı mı?

Başbakan bunları bilmiyor mu?

‘Koruma yasası’ adı altında İŞGAL yasasının mimarlarından ‘Barış Havarisi’ Kofi Annan bile ‘Suriye’de terör grupları var, bilinmeyen başka guruplar da işin içinde’ diyerek Batının belli vurucu timlerini işaret etmiyor mu?

Türk milleti akraba ve komşu Suriye’ye karşı bir müdahalenin Türkiye’yi ve İran’ı içine alan bir bölge savaşına yol açacağını adı gibi biliyor. Ve başından beri bu kanlı oyuna hayor diyor! Başbakanı öfkeye boğan bir yanda küresel çetenin baskıları, bir yanda milletin ve milli güçlerin vetosu olmalı.

Türk milletini ‘Esed’ yönetimine karşı galeyana getirmeye çalışan konuşmalar yaparken Suriye konusunda ‘ikna’ olmayan odakları hedef alıyor. ‘İsrail’i kınamayı biliyorsunuz da , Suriye’ye gelince niye susuyorsunuz!’ diye soruyor..

Madem bu karşılaştırmayı yaptınız sayın başbakan, ‘insani müdahale’ adı altında ülkeleri işgal eden kana boğan, her türlü örtülü operasyonla katliamlara imza atan küresel çetelere, BOP mimarlarına gelince neden ağzınızı bıçak açmadı? ‘Bizim Libya’da ne işimiz var?’ dedikten sonra İzmir nasıl NATO’nun Libya’yı işgal merkezi olarak kullanıldı? Acaba Libya’da çoğu kadın yaşlı çocuk olmak üzere 70 bin sivil öldürülürken neden işgal güçlerini lanetlemediniz?

Bir milyon Iraklıyı katleden, Kerkük’de Türkmen nüfusunu yok denecek seviyeye indiren, Afganistan’da her gün sivilleri bombalayan, ABD, NATO, BM barış gücü askerlerini ‘Esed’i lanetlediğiniz kadar lanetlediniz mi?

Ve sayın başbakan, dün sarıldığınız Beşar Esad , 2004’de Colin Powell’in isteklerine ‘Peki’ deseydi, ülkesinde bu örtülü operasyonlar yapılacak mıydı? Ve Esad ABD dayatmalarını kabul etseydi, Suudi kralı, Katar hanedanı, Ürdün kralı gibi eli kanlı diktatörlerle kurduğunuz ilişkilerin bir benzerini ‘Esed ile’ yaşıyor olmayacak mıydınız?

Ve son olarak, yarın küresel güç odakları aynı oyunu Türkiye için sahneye koyduklarında, R to P (Koruma Yasası) diyerek Kürdistan kukla devleti için Türkiye’yi hedef aldıklarında, Ürdün, Gürcistan, Ermenistan Yunanistan ve İsrail ve Barzanistan hep bir ağızdan ‘Türkiye’de Kürt katliamı var!’ korosuna başladıklarında ne yapacağınızı düşündünüz mü?

banuavar@superonline.com
Güncel Meydan

“Suriye ile hiçbir şekilde savaş istemiyoruz. Biz bölgemizde barış istiyoruz"
30/06/2012



CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, DSİ Konferans Salonu’nda gerçekleştirilen Türk Tabipleri Birliği’nin (TTB) 62. Büyük Kongresi’ne katıldı. Kılıçdaroğlu burada yaptığı konuşmada Suriye konusuna değinirken, “Türkiye’de elbette çok ciddi sorunlar var. Biz kendi sorunlarımızı bıraktık. Esad’ın sorunları ile ilgileniyoruz. Kendi sorunlarımızı bıraktık başka ülkelerin sorunları ile ilgileniyoruz. Neymiş efendim ‘Suriye’de demokrasi yokmuş?’ Suriye’ye demokrasi gelsin diye gidiyormuşuz. Dön kendine bir bak bakalım. Senin ülkende demokrasi var mı?” diye konuştu. Türkiye’de aydınların, sendikacıların içeride olduğunu ifade eden Kılıçdaroğlu, “Sabahın köründe evi basarsın insanları sorgusuz sualsiz alırsın, yazarları atarsın, 100’e yakın gazeteci hapiste. 500’ün üzerinde üniversite öğrencisi hapiste, 4 bin 700 üniversite öğrencisinin okulla ilişiği kesilmiş, efendim biz gidip Suriye’ye demokrasi getireceğiz. Israrla söyledim yine söylüyorum Türkiye Cumhuriyeti’nin hiçbir yönetimi batının egemen güçlerinin taşeronluğunu üstelenmemişti. İlk kez bu coğrafyada basın egemen güçlerinin sesiyle Orta Doğu’ya sesleniyoruz. Biz kendi bölgemizde huzur istiyoruz. Bu bölgede savaş istemiyoruz” diye konuştu.



"Taşeronluk Yapmayın"

Savaşın maliyetini bildiklerini söyleyen Kemal Kılıçdaroğlu, Irak’ı örnek göstererek, “Uzağa gitmeye gerek yok, Irak yanı başımızda. 1.5 milyon insan öldürüldü orada, binlerce kadına tecavüz edildi. Bunun maliyetini görmeden egemen güçlerin Orta Doğu’daki taşeronluğuna soyunmamamız lazım. Taşeron deyince kızıyorlar, taşeronluk bir meslektir arkadaşlar. Taşeron başkasının işini yapmaktır. Siz başkasının işini yapıyorsunuz. Sırtınızı sıvazlıyorlar; ‘Bakın ha Suriye’ye girin.’ Hala pek çok sorunun yanıtını almış değiliz. Batının medyasından öğreniyoruz biz bunları, oradan öğreniyoruz gerçekleri. Suriye konusunda hepimizin çok dikkatli olması lazım. Uçağımız düşürüldü sırtımızı sıvazlayanların sesi soluğu kesildi” diye konuştu.

haber1001

Biletler Yandı
İsmail ŞANAL
4 Temmuz 2012



Bir yılı aşkın süredir istisnasız her gün düşmanlık kusuyoruz kardeş Suriye topraklarına…

Kin güdüyoruz Suriyeli yoksul çocuklara, Cumhuriyet tarihi boyunca kimseye gütmediğimiz kadar…

Bilhassa 2002’den bugüne bitmeyen aşkla Avrupa kapılarında izzet arayan,sömürgeci devletlerin maskarası olmuş dış politikamızda nihayet iflas bayrağını çekmiş bulunuyoruz.

Doksanlarda Avrupa Birliği’ni Hıristiyanlar kulübü olarak nitelendiren Abdullah Gül ‘bizi arka bahçedeki köpek kulübesine sokuyorlar’ diyordu tıpkı Refah Partisi'nin ateşli il başkanı Tayyip Erdoğan gibi.

Dünyada eşine zor rastlanan U-dönüşleri için aslında 15 yıl geriye gitmeye gerek yok! Nato’nun Libya’ya girme meselesinde 20 gün gibi bir sürede Başbakanımız kendi rekorunu kırmıştı. Tayyip Erdoğan’ın kendine has tutarsızlığı, doksanlarda kendisini keşfedip hapishaneden çıkışını görsel şölene dönüştüren reklam kampanyası ile ünlü Morton Abramowitz’i bile ziyadesiyle rahatsız etmiş ki diplomasi dilinden çok uzak ithamlarla Başbakanımızı topa tuttu. Zehir zemberek açıklamalar akepeyi fena yıpratmış olacak ki tüm çatırtılar bu makaleden sonra ayyuka çıktı. Çok ilginçtir ki heybetiyle övünülen Tayyip Erdoğan bu açıklamadan sonra hastanede buluverdi kendisini. Aynı günlerde ülkemizin bütün basın kuruluşları hastaneye canlı yayın araçlarıyla üs kurdular. Çok daha ilginç bir husus da şudur ki Bülent Arınç tam da bugünlerde Erdoğan’a biat etmedim gibisinden dillere destan bir açıklama yaptı.

Suriye’nin işgali Büyük Ortadoğu Projesi'nin en önemli adımı olarak Ankara’nın önüne serildi. ABD koz ve hamlelerin ehemmiyetini kavratmak adına herhangi bir hastalık durumunda bile göz dağını vermiş oldu. İşin ciddiyetini çözen Tayyip Bey o gün bugündür savaş tanrılığına soyundu.

Onlarca yandaş televizyon kanalı ve gazete,yüzlerce internet sitesi ile harp kıvamına getiriliyoruz. Amerika’da iş kazalarını inceleyen bir internet sitesinden parmağı parçalanmış bir adamın, Japonya’da depremde göçük altından çıkarılmış bir adamın fotoğrafını alıp katil esad naralarıyla Suriye devrimi diye satan, yüzbinlerce muhafazakar demokrattan derleme feysbuk sayfaları ne kadar alçak değil mi?

Avrupa Parlamentosu'nun Saharov ödülleri verdiği Feysbuk kahramanlarına kaldıralım kadehlerimizi…

Kadeh nereden çıktı derseniz, Abdullah Gül ve Tayyip Erdoğan’ın Şimon Peres onuruna kaldırdıkları kadehler aklıma geliverdi. Muhafazakar çocuklara gereken önemi biz vermedik, elin avrupası aldı çocukları ödüle boğdu. Bu çocukların paha biçilemez meziyetlerinden bahsedelim. Doğruları ve yanlışları sabit değildir, kimin söylediğine bağlı olarak son derece değişkendir. Teslimiyetçi dış politikayı benimseyen eğer CHP ise son nefesine kadar düşman kesilen yavrucaklar, aynı çizgide Amerikan güdümündeki AKP'yi dini bir vecibe hassasiyetiyle savunurlar. Hakikaten "Arap Baharı" denen üfürgeç tam da bizim çocukların arayıp bulamadığı bir nimetmiş. Aslanlar gibi her ülkede tuttu vallahi.

‘’Ayın bilmemkaçı ergen hareketleri’’

Sosyolojik olarak uzun yıllardan beri muhafazakar gençleri kontrol altında tutan f-cemaate rakip çıkmış oldu. Dini çiçek böcek masallarıyla ekonomi , iş, emek, barış, adalet gibi toplumsal değerlerden uzak tutarak gençleri köreltenlerin karşısına ‘’halk devrimleri’’ ismini verdikleri bir yemle çıktılar.

Bunalmış ve körelmiş çocuklar için şahane bir eğlence çıktı ki internet üzerinden devlet kurmaca oyunu aslında pek de orijinal bir oyun olmasa da klişe bilgisayar oyunlarından galiba daha zevkli geçti.

Hayatı boyunca hiçbir terörist sömürgeci ülke aleyhinde tek kelime etmemiş zavallı yavrucakların bugünlerde savaş naraları atması oldukça gülünç bir sahne.

İktidara geldikleri günden bugüne binden fazla vatandaşımızı şehit eden pkk karşısında nefes almaya cesaret edemeyen, 9 vatandaşımızı uluslararası sularda gözümüzün içine bakarak katleden İsrail’e karşı özür dilenen Davutoğlu bildiğiniz üzere bu aralar çok asabi takılıyor. Dış politikamız için özürlü tabirini kullanmak isterdim ama o da mümkün değil zira özürlü olmak için kısmen de olsa bir tarafınızın düzgün olması gerekir.

Yetiştirme iddiasında bulundukları dindar gençlere nasıl Müslüman katledileceğini öğretiyorlar ne diyelim… Dinler arası diyalog dedikleri bu olsa gerek!

Suriye meselesi hiç tahmin edilemeyecek iki sonuç doğurdu

Ülkemizde 50 yıldır birbirine kırdırılan farklı kesimlerden birçok insan savaşa karşı bir araya geliyor.

Attilâ İlhan’ın işaret ettiği dip dalga nihayet oluşuyor…

Ve küresel bazda incelersek

İlk defa İran, Rusya, Çin ve Lübnan bir araya gelerek muazzam bir fotoğraf karesi oluşturdular.

Amerika Birleşik Devletleri'ni yok etme arzusuyla yanıp tutuşan bu devletler için Suriye inanılmaz bir fırsata dönüştü.

KÜRESEL TERÖRİSTLER ASLA SURİYE’YE GİREMEYECEK, ASLA BÖYLESİNE BÜYÜK BİR RİSK ALAMAYACAK!

http://www.guncelmeydan.com/pano/biletler-yandi-ismail-sanal-t32034.html#p152682

Başbakan Erdoğan bir milyar 850 milyon doları nasıl kaybetti
Mehmet Yiğittürk
07.07.2012

Suriye meselesine gelin başka bir açıdan bakalım. AKP’nin iktidara geldiği 2002 sonunda toplam dış borcumuz 130 milyar dolardı. Bugün, yani 2012 mart ayı itibarı ile dış borcumuz 318.2 milyar dolar.

Üstelik bunun büyük bir kısmı da özel sektöre ait. Nasıl ödenecek bu borç?

İhracat yapıp, döviz kazanarak. Ama biz ihracattan çok ithalat yapıyoruz, yani sattığımızdan daha fazlasını alıyoruz. Satışı artırmalı, daha fazla döviz almalı ve açığımızı kapatmalıyız.

Burada bir ara verelim ve Suriye konusuna dönelim.

Suriye bizim komşumuz ve ABD’nin çıkarları uğruna gırtlağını sıkmaya çalışıyoruz. Diğer komşumuz olan Rusya Suriye politikamıza karşı. Kürecik’e kurduğumuz Amerikan radarının ilk hedefi olacağını açıkladı. En büyük doğalgaz tedarikçimiz. Vanayı kapattığı anda bir tarafımız donuverir.

Diğer komşumuz Irak. Orada da hükümet Suriye politikamıza karşı. ABD eliyle parçalanmasına yardım ettik. Şu anda da yine Amerika çıkarları doğrultusunda Barzani’yi dost tutup “Kürdistan”ın kurulmasına yardım ederken aslında kendi bölünmemizi hızlandırıyoruz.

Diğer komşumuz İran. Irak ve Rusya ile yan yana, ABD’ye ve Suriye politikamıza karşı. O kadar ki, eğer Suriye’ye bir saldırı olursa karşılık vereceğini ilan etti. En büyük doğalgaz tedarikçilerimizden biri de İran. Kürecik’e kurduğumuz Amerikan radarı İran’a karşı en büyük tehdit. Ama İsrail’in güvenliği için…

Tekrar ihracata dönelim. İran’a yaptığımız ihracat toplam ihracatımızın en büyük kalemini oluşturuyor. Bu yılın mayıs ayı itibarı ile, geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 513 oranında artarak 2 milyar 663 milyon dolarlık bir hacme ulaştı.

Hani satıp para kazanacak ve borçlarımızı ödeyecektik ya… İşte en çok İran’a sattık.

Peki İran’a satışımız yüzde 513 artarken bizi İran ve Suriye üzerine kışkırtan AB ile durumumuz nasıl? Yüzde 6.9 azaldı. Toplam ihracatımız 4.7 milyar dolar. Yani bir tek İran, onlarca AB ülkesinin yarısından fazla malımızı alıyor. Onlardan daha fazla para kazandırıyor bize…

Peki ABD? bizi borçlandırıyor. Geldi Kürecik’te radar kurup bütün komşularımıza düşman etti. Bizi hedef haline getirdi. Şimdi de ne diyor biliyor musunuz: “Kürecik’teki radarı korumak için 4 milyar dolarlık silah almanız gerekiyor.”

Yani, “bir toplum nasıl aptal yerine konulur” desem ancak bu kadar olur.

Bakın. İran’a 2.6 milyar dolar, Irak’a 864 milyon dolar, Rusya’da 575 milyon dolarlık satış yapıyorsunuz.

Ne etti toplam? 4 milyar 102 milyon dolar.

Yani Coni bize diyor ki, “O komşularına mal satarak kazandığın parayı bana ver, ben de sana silah vereyim.”

Niye birader?

Cevap veriyor: “O komşularına düşman olup, benim adıma onları vurman için.”

Nasıl ama? İyi pazarlık değil mi?

Televizyona çıkıp İran’a, Suriye’ye zart zurt etmek değil maharet. Hesap yapmak gerek. Hesap zart zurt değildir. İhracatımızın en fazla arttığı ülke İran. Coni diyor ki “gırtlağına sarıl.”

Biliyor muyuz, İran’da nüfusun yüzde 36’sı Türk… Ya Amerika’da?

İran sınır komşumuz. Ya Amerika?

İran Müslüman. Ya Amerika?

Suriye, İran’ın bağımsızlığının en önemli payandalarından biri. Eğer Suriye ile düşman olunursa, bu iran ile de düşman olmak demek. İyi de ne uğruna? Amerika dedi diye.

Bir de üstüne par vereceğiz öyle mi? Dedim ya hesap başka iş, zart zurt başka iş.

Bunu anlatabilmek için bir rakam daha vereyim. Suriye’ye ihracatımız bir milyar 856 milyon dolardı. Ya şimdi?

Şimdi sıfır.

Sıfır sorun diye başladığımız yolculukta geldiğimiz yer burası işte.

Şimdi soralım, bu ülkeyi yönetenler sizce hesap mı yapıyor?

Ya da daha doğru bir soru soralım:

Bir hesap yapılıyorsa bu hesabı kim yapıyor? Bu sıfır hesabının sahibi kim?

Komşu ülke topraklarına gömülen bu paraların hesabını kim verecek?

Odatv.com

Suriye karşıtı tasarıya Rusya'dan veto
13 Temmuz 2012
Rusya, BM'de Suriye'ye yönelik yeni karar tasarısına karşı çıktığını açıkladı.

Dünya Bülteni / Haber Merkezi
Rusya, BM'de Suriye'ye yönelik yeni karar tasarısına karşı çıktığını ve bunun "kabul edilemez" olduğunu açıkladı.

Rusya Dışişleri Bakan Yardımcısı Gennadi Gatilov, bazı Batı ülkeleri tarafından BM'ye sunulan Suriye'ye yönelik karar tasarısına karşı olduklarını söyledi.

Gatilov, "Birleşmiş Milletler Sözleşmesi'nin 7. bölümünü devreye sokmanın bizim için kabul edilemez olduğunu birçok kez söyledik. Bu karar tasarısını kullanarak gelecekte güç kullanımına başvurmak, bizim için kesinlikle kabul edilemez" dedi.

Daha önce ABD, Fransa, İngiltere ve Almanya Suriye yönetiminin 10 gün içinde ağır silah kullanmayı durdurmasını öngören bir karar tasarısını BM'ye sunmuştu.

BM sözleşmesinin 7. Bölümün 42. maddesi "(Silah kullanımını içermeyen önlemler yetersiz kaldığı takdirde), Uluslararası barış ve güvenliğin korunması ya da yeniden kurulması için hava, deniz ve kara kuvvetleri aracılığıyla, (Güvenlik Konseyi) gerekli saydığı her türlü girişimde bulunabilir" ibaresini içeriyor.

Aydınlardan iktidara: Türkiye ve Suriye halklarından özür dileyin
19.07.2012



Aralarında TKP, ÖDP ve Halkevleri yöneticilerinin de bulunduğu yüzlerce aydın, sanatçı ve siyasetçi Başbakanlık, Dışişleri Bakanlığı ve Genelkurmay Başkanlığı başta olmak üzere tüm devlet kurumlarına seslendi: Türkiye ve Suriye halklarından özür dileyin!

AKP iktidarının Suriye'ye karşı provokatif politikaları aydınları harekete geçirdi. Aralarında Türkiye Komünist Partisi, Özgürlük ve Dayanışma Partisi ve Halkevleri yöneticilerinin de bulunduğu çok sayıda siyasetçi, aydın, sanatçı, gazeteci ve akademisyen, iktidara "Türkiye ve Suriye halklarından özür dile" dedi. Aydınlar tarafından imzalanan metni ve ilk imzacıların listesini soL okurlarıyla paylaşıyoruz.

Türkiye ve Suriye halklarından özür dileyin

Bir süredir Suriye sınırında yaşananlar, barıştan yana olan halkımız gibi bizleri de tedirgin etmektedir.

Bu komşu ülke ile ilişkilerimizin aldığı biçimlerde ve son yaşananlarda doğrudan sorumluluğu bulunan kurumlara bu ülkenin birer yurttaşı ve aydınları olarak sesleniyoruz.

Suriyelilerin daha özgür, daha adil ve daha müreffeh bir yaşam sürmesini, en az onlar kadar isteriz. Bunun için bu ülkenin ilerici güçlerine, aydın birikimine, en başta sömürgeciliğe karşı vermiş oldukları mücadelenin tüm mezhep ve inançlardan insanlar arasında yaratmış olduğu kardeşlik duygusuna güveniyoruz.

NATO'nun ya da başka herhangi bir emperyalist örgütlenmenin Suriye'ye “iyilik” götüreceğini düşünmüyoruz.

Başta Başbakanlık, Dışişleri Bakanlığı ve Genelkurmay Başkanlığı olmak üzere tüm ilgili devlet birimlerine sesleniyoruz:

Suriye'ye dönük bir NATO operasyonuna zemin oluşturmak üzere icra edilen provokasyonlardan vazgeçin. Bu komşu ülkedeki saldırgan güçleri silahlandırmaktan vazgeçin.

Halka yalan söylenmesine, açıktan savaş kışkırtıcılığı yapılmasına, başka bir ülkeyi işgal etme ya da bir uluslararası işgal gücünün kontrolü altına sokmaya dönük politikalar izlenmesine, kesin bir biçimde karşıyız. Bunlardan vazgeçin.

İlgili tüm kurumlara sesleniyor, talep ediyoruz: Suriye hava sahasında düşürüldüğü bizce artık kesinleşmiş olan Türk jeti ile ilgili gelişmelerde başvurduğunuz “yanıltma ve halka yalan söyleme” yöntemleri nedeniyle Türkiye ve Suriye halklarından özür dileyin.

Abdullah Aydın, Devrimci Öğretmen Dergisi Editörü
Abdullah Nefes, Şair, Yayıncı
Abdurrahman Bayramoğlu, Avukat
Abidin Yağmur, Gazeteci
Adnan Serdaroğlu, DİSK Genel Sekreteri, Birleşik Metal İş Sendikası Genel Başkanı
Ahmet Abakay, Çağdaş Gazeteciler Derneği Genel Başkanı
Ahmet Alpay Dikmen, Öğretim Üyesi
Ahmet Atalık, TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası İstanbul Şube Başkanı
Ahmet Borazan, SES Manisa Selendi Temsilcisi
Ahmet Kale, Yayıncı
Ahmet Meriç Şenyüz, Gazeteci
Akif Akalın, Hekim, Yazar
Ali Abbas Akkaya, Gazeteci
Ali Çerkezoğlu, İstanbul Tabip Odası Genel Sekreteri
Ali Çetin, TÜDEF Genel Başkan Yardımcısı
Ali Kemal Akgül, SES İzmir Şube Yönetim Kurulu Üyesi
Ali Kenanoğlu, Hubyar Sultan Alevi Kültür Derneği Başkanı
Ali Ozan Emre, Şair, Yazar
Ali Rıza Aydın, Anayasa Mahkemesi Eski Raportörü
Ali Yiğit, TMMOB EMO Eski Genel Başkanı
Alinur Uğurpakkan, Grafik Sanatçısı
Alper Birdal, TKP MK Üyesi
Alper Taş, ÖDP Eş Genel Başkanı
Arda Kavaklıoğlu, Tiyatro Sanatçısı
Arif Berberoğlu, Şair, Çevirmen
Arif Okay, Araştırmacı, Yazar
Arslan Dağlı, PSAKD Samsun Şube Başkanı
Arzu Çerkezoğlu, Dev Sağlık-İş Genel Başkanı
Aslı Kayabal, Yazar
Atilla Özsever, Gazeteci
Attila Aşut, Gazeteci, Yazar
Aydemir Güler, TKP MK Üyesi
Ayhan Erdoğan, Avukat
Aylin Topal, Öğretim Üyesi
Aysan Sümercan, Tiyatro Sanatçısı
Ayşe Kaygusuz, Şair, Yazar
Ayşegül Alpak, Tiyatro Sanatçısı
Ayten Akbayram, Ressam
Baha Okar, Bilim ve Gelecek Editörü
Barbaros Tantan, Gazeteci
Barış Kınık, KESK BTS Adana Şube Sekreteri
Bedran Cebiroğlu, Şair
Belma Nur Kartal, Gazeteci
Beyazıt İlhan, Hekim, TTB Merkez Konseyi Genel Sekreteri
Bilge Seçkin Çetinkaya, ÖDP Eş Genel Başkanı
Bilsay Kuruç, Öğretim Üyesi
Burak Cop, Gazeteci
Burak Gürbüz, Öğretim Üyesi
Burhan Şeşen, Müzisyen
Bülent Cengiz, Öğretim Üyesi
Can Kolukısa, Tiyatro Sanatçısı
Canol Kocagöz, Homur Mizah Dergisi
Cem Sultan Ermiş, PSAKD Samsun Yönetim Kurulu Üyesi, GMYK Üyesi
Cem Şahan, Samsun TTB Eski Şube Başkanı
Cem Taylan Erden, Van-Hakkari Tabip Odası Yönetim Kurulu Üyesi
Cemalettin Sağtekin, TMMOB Maden Mühendisleri Odası Yönetim Kurulu Üyesi
Cemil Ciğerim, Gazeteci
Cengiz Akşan, Samsun 78'liler Derneği Yönetim Kurulu Üyesi
Cengiz Arın, Öğretim Üyesi
Cengiz Sezici, Tiyatro, Sinema Oyuncusu
Cenk Güray, Müzisyen, Akademisyen
Cenk Saraçoğlu, Öğretim Üyesi
Cenk Yiğiter, Araştırma Görevlisi
Cezmi Baskın, Tiyatro Sanatçısı
Coşkun Taşkın, PSAKD Samsun Yönetim Kurulu Üyesi
Coşkun Yılmaz, Birleşik Metal-İş Sendikası İzmir Şube Sekreteri
Cüneyt Cebenoyan, Yazar
Cüneyt Durnaoğlu, Avukat
Cüneyt Göksu, Gazeteci
Çağrı Kınıkoğlu, Yönetmen
Çetin Erdolu, SES Genel Başkanı
Çetin Yiğenoğlu, Yazar
Deniz Fosforoğlu, Tiyatro Sanatçısı
Derman Boztok, NÜSED Genel Sekreteri
Doğan Soydan, Şair, Eğitimci
E. Zeynep Güler, Öğretim Üyesi
Ebru Basa, Ankara Tabip Odası Yönetim Kurulu Üyesi
Edip Akbayram, Müzisyen
Eftal Yıldırım, SES Çanakkale Şube Başkanı
Ejder Ozic, Müzisyen
Elifhatun Kılıçbeyi, Öğretim Üyesi
Emin İgüs, Müzisyen
Emre Yetim, Tiyatro Sanatçısı
Ender Helvacıoğlu, Bilim ve Gelecek Genel Yayın Yönetmeni
Ender Yiğit, Tiyatro Sanatçısı
Engin Akyürek, Öğretim Üyesi
Engin Ayça, Yönetmen
Engin Gündük, Alevi Kültür Dernekleri Genel Başkanı
Ercüment Şahin Cervatoğlu, TMMOB MMO Yönetim Kurulu Üyesi
Erdal Erzincan, Müzisyen
Erdal İn, Öğretim Üyesi
Erdem Avcı, 78'liler Derneği Samsun Şube Başkanı
Erdoğan Özer, Birleşik Metal-İş Sendikası Genel Yönetim Kurulu Üyesi
Ergin Yıldızoğlu, Gazeteci
Erhan Karaçay, TMMOB EMO Yönetim Kurulu Üyesi
Erhan Nalçacı, TKP MK Üyesi
Erinç Yeldan, Öğretim Üyesi
Erkan Baş, TKP MK Üyesi
Erkan Oğur, Müzisyen
Erol Eroğlu, Öğretim Üyesi
Ertan Saygınar, TMMOB EMO Eski Yönetim Kurulu Üyesi
Ertuğrul Barka, TMMOB KMO İzmir Eski Şube Başkanı
Ertuğrul Işık, Maden Mühendisi
Eyüp Aksoy, Tire Eğitim-Sen Temsilcisi
Fahrettin Çankaya, Genel-İş Samsun Şube Başkanı
Fatih Öztemel, SES İstanbul Anadolu Şube Örgütlenme Sekreteri
Fatih Sürenkök, TTB Merkez Konsey Üyesi
Fatma Üçpınar, Şair
Ferdi Atuner, Opera Sanatçısı
Ferhat Kaya, Halkevleri GYK Üyesi, Samsun Şube Başkanı
Ferhat Şirin, TÜVİK-Der YK üyesi
Feride Aksu Tanık, Öğretim Üyesi
Feti Bölükgiray PSAKD Kadıköy Şube Başkanı
Fevzi Gümüş, Avukat
Füsun Çiçekoğlu, Mülkiyeliler Derneği Eski Başkanı
G. Emre Gürcanlı, Öğretim Üyesi
Gökay Özdal, Tes-İş Samsun Şube Örgütlenme Sekreteri
Gökhan Cengizhan, Edebiyatçılar Derneği Genel Başkanı
Gökhan Şeşen, Müzisyen
Görkem Demirok, TMMOB Mimarlar Odası Ankara Şubesi Yedek Yönetim Kurulu Üyesi
Gül Atmaca, Gazeteci
Güler Yalçın, Köy Enstitülerini Araştırma Ve Eğitimi Geliştirme Derneği Başkanı
Gülriz Erişgen, Öğretim Üyesi, TTB Merkez Konseyi İkinci Başkanı
Gülsen Tuncer, Tiyatro Sanatçısı
Gülsüm Urfalı, Gazeteci
Güven Akaltun, BES Mersin Şube Hukuk Sekreteri
H. Funda Aydın, Emekli Bankacı
Hakan Mıhçı, Öğretim Üyesi
Hakan Yeşilyurt, Müzisyen
Haldun Açıksözlü, Tiyatro Sanatçısı
Halit Pınar, Öğretim Üyesi
Hamdullah Yıldız, Tüketici ve İklimi Koruma Derneği Genel Sekreteri
Handan Tunç, Öğretim Üyesi
Harun Güzeloğlu, Tiyatro Sanatçısı
Hasan Güvendir, PSAKD Tarsus Şube Başkanı
Hasan Hüseyin Gündüzalp, Şair
Hasan Varlı, TÜVİK-Der YK üyesi
Hayri Kozanoğlu, Öğretim Üyesi
Hidayet Karakuş, Yazar-Şair
Hikmet Kurt, YSE Eski Bölge Müdürü
Hilmi Yarayıcı, Müzisyen
Hülya Yılmaz, Gıda Mühendisi
Hüseyin Akşen, Tiyatro Sanatçısı
Hüseyin Özel, Öğretim Üyesi
Hüseyin Ulus, Gazeteci
Hüsniye Tahmaz, Alevi Dernekler Federasyonu Genel Başkanı
Hüsniye Yıldız, Şair
İbrahim Varlı, Gazeteci
İlhan Akalın, Yazar
İlhan Cihaner, CHP Milletvekili
İlkay Akkaya, Müzisyen
İlker Belek, Öğretim Üyesi
İlknur Arslanoğlu, Hekim
İlknur Birol, Halkevleri GYK Üyesi
İnci Özgür İlhan, Öğretim Üyesi
İrfan Ertel, Ressam
İrfan Gürler, Demokratik Dayanışma Grubu Genel Başkanı
İsmail Hakkı Demircioğlu, Müzisyen
İsmail İlknur, Müzisyen
İsmet Rıza Çebi, TMMOB MMO Eski Başkanı
İzge Günal, Öğretim Üyesi
İzzettin Önder, Öğretim Üyesi
Kaan Arslanoğlu, Hekim-Yazar
Kadir Sev, Devlet Denetleme Kurulu Emekli Üyesi
Kamil Akdoğan, Yazar
Kamil Kartal, Enerji-Sen Genel Başkanı
Kaya Güvenç, TMMOB Eski Başkanı
Kelime Ata, ABF Basın Yayın Sekreteri
Kemal Bülbül, PSAKD Genel Başkanı
Kemal Göçmen, BES Mersin Şube Başkanı
Kemal Okuyan, TKP MK Üyesi
Kenan Güler, Tiyatro Sanatçısı
Korkut Boratav, Öğretim Üyesi
Kurtuluş Kılçer, TKP MK Üyesi
Levent Ülgen, Tiyatro Sanatçısı
M. Bülent Kılıç, Yazar
Mehmet Atal, Şair
Mehmet Emin Barış, Öğretim Üyesi
Mehmet Ergün, Gazeteci
Mehmet Korkmaz, Şair
Mehmet Kuzulugil, TKP MK Üyesi
Mehmet Yazıcı, Gazeteci
Melda Pelin Yargıç, TTB Merkez Konsey Üyesi
Melih Pekdemir, Yazar
Mercan Erzincan, Müzisyen
Merdan Yanardağ, Gazeteci
Mesut Muyan, Öğretim Üyesi
Mesut Odman, Yazar
Metin Baştuğ, Öğretim Üyesi
Metin Coşkun, Tiyatro Sanatçısı
Metin Çulhaoğlu, TKP MK Üyesi
Metin Erol, Eğitim-Sen Samsun Şube Başkanı
Metin Kurt, Spor Emek-Sen Genel Başkanı
Mihriban Şengül, Öğretim Üyesi
Muammer Keskin, DİSK Emekli-Sen Samsun Şube Başkanı
Muhammet Çağrıtekinci, Eğitim-Sen Bayındır Şube Temsilcisi
Murat Altınöz, Şair, Gazeteci
Murat Arıkan, SES Samsun Şube Başkanı
Murat Bozbeyoğlu, DİSK Sosyal-İş Ankara Şube Başkanı
Murat Denizkurdu, DİSK Bank-Sen Genel Sekreteri
Musa Ağacık, Gazeteci
Mustafa Çalışkan, Eğitim-Sen Kiraz Temsilcisi
Mustafa Ecevit, Eğitim-Sen Genel Örgütlenme Sekreteri
Mustafa Kemal Erdemol, Yazar
Mustafa Öztaşkın, Petrol-İş Sendikası Genel Başkanı
Mustafa Ziya Ülkenciler, Sanat Yönetmeni
Muteber Osmanpaşaoğlu, TMMOB Mimarlar Odası Ankara Şubesi Yedek Yönetim Kurulu Üyesi
Müslüm Kabadayı, Yazar
Naciye Babalık, Yazar
Nazmi Akdağ, Mersin Gazeteciler Derneği Başkanı
Necdet Saraç, Gazeteci
Nejat Yavaşoğulları, Müzisyen
Nergis Mütevellioğlu, Öğretim Üyesi
Neşe Özgen, Öğretim Üyesi
Nezhun Gören, Öğretim Üyesi
Nihal Kemaloğlu, Gazeteci
Nihat Behram, Şair, yazar
Nihat Çapar, Yönetmen
Nihat Taydaş, Yazar
Nurcan Törenli, Öğretim Üyesi
Nurettin Abacıoğlu, Öğretim Üyesi, ÜKD Başkanı
Oktay Demirkan, İskenderun Çevre Koruma Derneği YK üyesi
Onur Hamzaoğlu, Öğretim Üyesi
Onur Puyraz, SES İstanbul Bakırköy Şube Örgütlenme Sekreteri
Orhan Aydın, Tiyatro Sanatçısı
Orhan Kurmuş, İktisatçı, Yazar
Osman Çutsay, Gazeteci
Oya Ersoy, Halkevleri Genel Başkanı
Ozan Yılmaz, TMMOB Peyzaj Mimarları Odası Başkanı
Önder Atay, Bank-Sen Genel Başkanı
Özcan Alper, Yönetmen
Özden Şener, Öğretim Üyesi, Ankara Tabip Odası Başkanı
Özen Aşut, Nükleer Tehlikeye Karşı Barış ve Çevre için Sağlıkçılar Derneği Başkanı
Özgür Eryılmaz, Avukat
Özkan Atar, Birleşik Metal-İş Sendikası Genel Yönetim Kurulu Üyesi
Özlem Özkan, Öğretim Üyesi
Özlem Soyukaya, BES Mersin Şube Yönetim Kurulu Üyesi
Özlem Şen Abay, Avukat
Pınar Aydınlar, Müzisyen
Rahmi Saltuk, Müzisyen
Raşit Kaya, Öğretim Üyesi
Redife Kolçak, TMMOB Peyzaj Mimarları Odası Genel Sekreteri
Remzi Karabulut, Yazar
Rıfat Okçabol, Öğretim Üyesi
Rıza Kanber, Öğretim Üyesi
Rüstem Kara, Eğitim-İş Samsun Şube Başkanı
Sabahat Akkiraz, Müzisyen, CHP İstanbul Milletvekili
Sadık Albayrak, Yazar
Sadık Gürbüz, Müzisyen
Samut Karabulut, Halkevleri Genel Başkan Yardımcısı
Selahattin Özel, Alevi Bektaşi Federasyonu Genel Başkanı
Selçuk Göktaş, Birleşik Metal-İş Sendikası Genel Sekreteri
Selçuk İşsever, Öğretim Üyesi
Selçuk Soylu, TMMOB MMO MYK Üyesi
Selçuk Uluergüven, Tiyatro Sanatçısı
Selim Yalçıner, Yazar
Semiha Günal, Öğretim Üyesi
Semir Aslanyürek, Yönetmen
Serap Şahinoğlu, Öğretim Üyesi
Serdar Şahinkaya, İktisatçı
Serkan Karahan, Gazeteci
Serpil Deniz, SES Manisa Şube Başkanı
Serpil Güvenç, Yazar
Sevilay Çelenk, Mülkiyeliler Birliği Genel Başkanı
Seyfettin Gülengül, Birleşik Metal-İş Sendikası Genel Yönetim Kurulu Üyesi
Sinan Sönmez, Öğretim Üyesi
Sonay Bayramoğlu Özuğurlu, Öğretim Üyesi
Süheyla Arslan, PSAKD Samsun Yönetim Kurulu Üyesi
Süleyman Baba, TKP MK Üyesi
Süleyman Girgin, T. Maden-İş Yatağan ve Havalisi Şube Başkanı
Süleyman Kandemir, TİP Senatör Adayı
Şahan Düzgün, Şair
Şenol Tiryaki, Devlet Opera ve Balesi Eski Müdür Yardımcısı
Şinasi Tek, Öğretim Üyesi
Tevfik Özlüdemir, Öğretim Üyesi
Tolga Akış, Öğretim Üyesi
Tuncay Çelen, Eski Sendikacı, Yazar
Turgut Dedeoğlu, Gazeteci
Turgut Türksoy, Yazar
Tülin Öngen, Öğretim Üyesi
Tülin Tankut, Yazar
Uğur Hüküm, Yazar
Uğur Pişmanlık, Gazeteci, Yazar
Uğurcan Albak, Yapı Yol-Sen Samsun Şube Başkanı
Ümit Yıldırım, Yazar, Eğitimci
Veli Atanur, SES İzmir Şube Başkanı
Veysel Demir, Genel-İş Sendikası İstanbul Anadolu Yakası Bölge Başkanı
Volkan Kavas, Öğretim Üyesi
Yaşar Gündem, Samsun Sanat Tiyatrosu Yönetmeni
Yavuz Alogan, Yazar
Yavuz Önen, THİV Genel Başkanı
Yıldırım Koç, Yazar
Yılmaz Onay, Yazar, Yönetmen
Yiğit Günay, Gazeteci
Yusuf Ziya Bahadınlı, Yazar
Zehra Güner, TKP MK Üyesi
Zuhal Okuyan, Öğretim Üyesi

Kaynak: Suriye Arap Haber Ajansı

Kremlin’de Erdoğan, Suriye’de MOSAD
Bülent Esinoğlu
bulentesinoglu@gmail.com
19 Temmuz 2012

(..)

Suriye bir ulus devlettir. Bir ordusu, bir hükümeti ve bir rejimi vardır.

Hükümetin iki bakanı, devletin üst düzey yetkilisi bir terör saldırısı sonucu öldürülmüştür.

Böyle durumlarda, teröre maruz kalan bir ülkeye taziyet bildirilir. A.Gül, taziyet bildirmek yerine, oh iyi oldu dercesine, bir açıklama yapmış, adeta Suriye’deki terör saldırısını alkışlamıştır.

Devlet nedir, devlet yetkilisi ne yapar, bu tür durumlarda karşımızda düşman bile olsa nasıl davranılırı, anlatmaya çalışıyorum. Esad, uçağımızı düşürdü ama en azından özür diledi.

Varsayalım ki, PKK ülkemizin iki bakanını, bir üst düzey devlet yetkilisine suikast yapsa, bir başka devlet baş sağlığı dilenmek yerine, oh oldu dese, biz ne yaparız?

Olayın bir başka cephesi daha var.

Erdoğan Kremlin’de, yaptığı görüşmelerde, Suriye meselesinin, Rusya Türkiye ilişkilerini bozmaması yönünde politikalar izlerken, Gül adeta, Erdoğan’ı yalanlar şekilde beyanat vermiştir.

Çünkü Erdoğan, "Esad'dan sonrasının kararını Suriye dışında başka ülkeler karar vermesin. Diyerek, bir bakıma Rusya’nın Suriye politikasını benimsediği belirtmiştir.

Putin Kremlin’de, Erdoğan’ın önüne faturayı koydu ve buna göre düşünün dedi. Faturada, enerji, müteahhitlik hizmetleri, tekstil, turizm ve yaş sebze ithalatı vardı.

Putin’in faturayı göstermek için, Davutoğlu’nu yanına çağırması da çok güzeldi. Gel kucağıma gel der gibi bir hali vardı. Çünkü Davutoğlu’nun Rusya konusunda, H.Clington gibi konuşması Rusya’yı epey kızdırmıştı. Lavrof, Hilary Clington için “edepsiz kadın” yakıştırması yapmıştı.

Zaten Davutoğlu’nu devlet başkanları çağırırken ya parmakla gel,(Obama), ya da, gel gel kucağıma, (Putin) işareti ile yapıyorlar.

Bir yerlere çok fazla angaje olursanız, itibarınız da kaybolur. Putin’in bu hareketi bilinçli yaptığından eminim.

Erdoğan ile Gül’ün arasının iyi olmadığı, Erdoğan’ın Kremlin’de yaptığı açıklamaya ters açıklamasından, iyice su yüzüne çıktı.

Erdoğan’ın Partiye N.Kurtulmuş’u çağırması, “Gül’e bu partide sana yer yok” işaretiydi.

Suriye’deki son MOSAD saldırısı, bir dönüm noktası olduğunu gösteriyor.

Çok kan akacak.

Amerikan bağımlısı medya, sanki Esad gitti, Esad’ın son günleri gibi yayın yapıyorlar. Hem doğru değil, hem de insanlıktan uzak bir yayın anlayışı.

(..)

Erdoğan’ın Kremlin konuşmaları, hiç de, “Suriye’nin iç meselesi bizim meselemizdir” konuşmasına benzemeyen bir konuşmadır. Suriye’nin iç meselesi Suriye halkının meselesidir noktasına gelmiş görünüyor.

Nereden nereye geldik.

ulusalkanal.com.tr

Grup Yorum: "Suriye'deki Muhalif Hareketi CIA Örgütledi"



HABERTURK.COM'dan Kübra Parmaksızoğlu'nun röportajı:

Grup Yorum: "Suriye'deki Yönetimi destekliyoruz"

Türkiye’nin en protest müzik grubu Grup Yorum, bu akşam Harbiye Açık Hava Tiyatrosu’nda iktidarın baskısına tepki olarak sanatçılarla dayanışma konseri düzenliyor. Aynı zamanda bir film hazırlığı içindeler. 10 yönetmenle birlikte F Tipi hapishanelerin anlatılacağı bir film çekiyorlar. Grup Yorum üyesi ve filmin koordinatörü İnan Altın’la buluştuk, hem filmin detaylarını hem de politik gündemi konuştuk.

“SURİYE’DEKİ MUHALİF HAREKETİ CIA ÖRGÜTLEDİ”

- Beşar Esad’ı desteklediğinizi açıklamıştınız. Nasıl karşılandı?
Bizim meselemiz Beşar Esad’ı desteklemek ya da desteklememek değil. Hemen yanı başımızda bir komşu ülke var, Suriye. Bu ülkeye gözünü dikmiş olan çok büyük bir güç var. Başta ABD olmak üzere, bütün Avrupa ülkeleri... Ortadoğu’nun altını üstüne getirmiş, bütün zenginliklerini yağmalayan ülkeler bunlar. Irak’ı Saddam belasından kurtaracağız dediler ama gördük ne hale getirdiklerini… Amaçlarının oradaki petrol kaynaklarını ele geçirmek olduğu çok belliydi.

Benzer şeyler Suriye’de yaşanmaya başladı. Suriye, kendi ayakları üzerinde duran bir ülkeydi. Gerek milliyetler gerekse mezhepler anlamında halkların kardeşçe yaşadıkları bir ülkeydi.

Son dönemde bazı olaylar olmaya başladı. Sonra bunları ABD’nin yoğun biçimde desteklediği, muhalif güçlerin CIA tarafından örgütlendiği ortaya çıktı. Muhaliflere ülkemiz üzerinden silah desteği sağlandığı ortaya çıktı. Onların aslında bir halk hareketi değil, farklı ülkelerde yetiştirilip Suriye’ye dönen çeteler olduğu ortaya çıktı.

Şu an Suriye’deki muhalif hareket halkı hiçbir şekilde temsil etmiyor. Halkın bir kısmı bu süreçte manipüle edilmiş olabilir ama asıl olay Amerika’nın yarattığı kaostur.

“SURİYE’DEKİ İKTİDARI DESTEKLİYORUZ”

- Yani Esad’ın halkına zulmeden bir lider olduğu fikrine katılmıyor musunuz?
Zulüm yoksullaştırmaktır. Hakları elinden almaktır. Suriye’deki yaşama geçen seneye kadar baktığımızda, eğitim bedava, sağlık bedava, ulaşım bedavaydı. İnsanlar belli bir refah düzeyinde yaşıyorlardı. Kendi zenginliklerini kullanabilen bir ülke olduğundan yoksulluk yoktu.

Alevi mezhebi yönetiyordu deniyor. İktidardaki yönetime baktığımızda bakanlar kurulunun büyük çoğunluğu Sünni. Bir mezhebin diğerini ezmesi gibi bir durum da yok ortada.

Biz oradaki emperyalist gücün karşısındayız. Suriye emperyalist güçleri alt ettikten sonra kendi içindeki problemleri mutlaka çözmelidir, ama kimsenin o sorunları bahane ederek gidip orayı yağmalamasına aracı olmayız.

Irak’ta yaptığımız gibi, Filistin’de yaptığımız gibi, burada da karşısında olacağız. Bu Suriye’deki iktidarı emperyalizme karşı desteklemekse, evet destekliyoruz.

Biz anti-emperyalistiz. Biz saldırganlığa karşıyız. Biz ülkemizin buna alet edilmesine karşıyız.

Kaynak ve röportajın tamamı için: http://www.haberturk.com/kultur-sanat/haber/760702-grup-yorum-suriyedeki-yonetimi-destekliyoruz

Suriyelilerin bulunduğu kampta Türkmen isyanı
22 Temmuz 2012



Gaziantep'in İslahiye İlçesi’nde Suriyeliler’in bulunduğu mülteci kampında Türkmen isyanı çıktı. Sığınmacılar, Türk bayrağını indirip kendi bayraklarını astı. Polislerin silahlarıyla birlikte rehin alındığı olaylar, özel harekat timlerinin havaya ateş açarak kampa girmesiyle bastırıldı. Olaylarda 5’i polis, 1’i asker 7 kişi yaralandı.

Toplam 1500 Türkmen’in Lazkiye’den gelip çadır kente yerleştirilmesini protesto eden Suriyeli sığınmacılar, önce yetkilerle tartıştıktan sonra isyan çıkarttı. Yüzlerce Suriyeli, çadır kentte bulunan polisleri rehin alarak silahlarına el koydu. İsyanın duyulması üzerine çok sayıda kişi kamp önüne gelerek içeri girmek istedi. Kavga sırasında nizamiye binasının camlarını kıran Suriyeli mülteciler, kamptaki olay yeri inceleme aracı ve bilgisayarlara hasar verdi.
Kaynak Hürriyet

Ragıp Duran'dan Samandağ izlenimleri: ‘Sıfır komşu, sıfır bakan, çok sorun’



Gazeteci Ragıp Duran, geçtiğimiz hafta gerçekleştirdiği Samandağ ziyaretinin ardından izlenimlerini yazdı. Birebir.org sitesinde yayınlanan izlenimlerinde Duran, medyanın göstermediği bir manzara çiziyor.

Hatay’ın Samandağ ilçesinde katılacağı bir panel nedeniyle bölgeye giden Ragıp Duran, edindiği izlenimleri birebir.org sitesinde yazdığı yazılarla anlatıyor. Duran’ın izlenimlerini hem yöre halkının hissiyatını yansıttığı hem de ana akım medyanın görmezden geldiği gerçekleri işaret ettiği için, kısaltarak paylaşıyoruz.

Suriye’ye çok yakın

Antakya merkezde, İskenderun ya da Samandağ’da insanlar bir tek konuya kilitlenmiş durumda. Gazeteci, aydın ya da esnaf… Hepsi şikâyetçi. Eskiden turist olarak buraya gelen ya da buradan geçen sıradan turistlerin yerine artık “acaip Suriyeliler” var. Bir de İngilizce konuşan şeyler…

İstanbul’dan uçağa binerken gördüm, duydum: Antakya seferinin yolcuları bu kez farklıydı. İngilizce konuşan orta yaşlı erkekler. Aslında acayip yabancı, ama yerli gibi davranmaya çalışan tipler. Araya kâh Türkçe kâh Arapça sözcükler sıkıştırıyorlar. Resmî olarak gazeteci, insanî yardım kuruluşu görevlisi, Kızılhaç personeli… filan ama, gayrıresmî olarak başka bir şey olduğu neredeyse alnında yazıyor. Ben bunlara 1991 harekâtında Nusaybin’de, Cizre’de, Kamışlı’da, Duhok’ta çok rastlamıştım.

Mülteci kamplarındaki durumu konuşuyorlardı. Tercüman sıkıntısından yakınıyorlardı. Yazdığı raporun ciddiye alınmadığını anlatıyordu. Türkiye-Suriye sınır bölgesinde sadece keşif uçakları dolaşmıyormuş demek ki…

Antakya ahalisi fazlasıyla gayrımemnun. İris hanımdan sonra belediyede CHP’yi düşürüp AKP’yi seçen Antakyalılar, Adalet Bakanlığı’na da bir hemşehrilerini tayin etiler, ama Erdoğan-Davutoğlu’nun şahane politikaları sayesinde eskiden dostluk penceresi olan Cilvegözü sınır kapısı bugün donmuş bir fotograf karesi. Ne giren var ne çıkan. Uzunçarşı esnafı da kan ağlıyor.

Şimdiye kadar ben, Fransız, İngiliz ve Amerikan gazetelerinde, Suriye hakkında Türk basınından çok daha fazla sayıda ve derinlikli haber, analiz okudum. Bizde medyada Suriye uzmanı bile yok. Hatta Suriye konusuyla Davutoğlu’ndan başka bir kimse ilgileniyor mu, onu bile bilmiyoruz. Oysa ki mesela sadece Antakya’da Arapça okuma-yazma bilen, Suriye’de tahsil terbiye görmüş, Şam’ı iyi bilen çok sayıda gazeteci ve uzman var. Tabii bu kesim, Davutoğlu’ndan farklı düşündüğü için pek sahneye çıkamıyor.

Sohbetlerde varsa yoksa tek konu Suriye burada:

– Suriye Özgürlük Ordusuymuş!.. Demokrasi için mücadele eden adam komşusuna ya da Amerikana sığınmaz, ülkesinde kalır, halkıyla savaşır.

– Mülteci kamplarında kimin eli kimin cebinde meçhul… Biz akrabalarımızı görmeye gidemiyoruz, sarışın mavi gözlü blucinli adamlar teftiş yapar gibi cirit atıyor içeride…

– Bunlar ne biçim muhalif demokratmış yahu… Hırsızlık bunlarda, kızlarımızı, kadınlarımızı taciz bunlarda… Bir de anlayamadım, Kuzey Afrika şivesiyle, galiba Libya, Arapça konuşan birtakım adamlar piyasada…

– Ben görmedim ama, bu sahilden geceleri silahlı adamları aşağıya gönderiyorlarmış.

– Uçak hadisesi baştan beri belliydi canım… Erdoğan kalkıp Amerikan gazetesine namert dedi, ama adamların yazdığı doğru çıktı. Esad’ı öyle çok sevmem ama, Erdoğan Esad’ı haklı konuma getirdi…

– Halep’tir orada tayin edici olan, bir de Şam. Hama Humus eskiden beri ayaklanır. Bak Kürtler hâlâ esas olarak muhalefete geçmedi

– Esad bir kere hakikaten laik. Bir de tüm azınlıklar, yani Hıristiyanlar, Ermeniler, Süryaniler, Museviler… Hepsi hâlâ Esad’ı destekliyor. Yapay da olsa orada bir komprador burjuvazi var, onlar da hâlâ Esad’ın arkasında. Demokrasi cephesi ise hem zayıf hem de örgütsüz. Siyasî ve ideolojik olarak muhalefet geleneği olmadığı için Esad karşıtları kolaylıkla Ankara ya da Washington’un denetimine girebiliyor.

– Esad’ın arkasında İran, Rusya ve Çin var. Amerikalı uzmanlar da Esad’ın kısa, hatta orta vadede gidici olmadığını bal gibi anladılar.

Empati yapalım bir çok şeyi daha iyi anlarız. Şu örnek yeter mi?

– Şam’da toplanan “Türkiye halkının dostları grubu” yayınladığı bildiride Başbakan Erdoğan’ın bir an önce koşulsuz bir şekilde iktidardan ayrılması gerektiğini açıkladı.

birdirbir.org - 11.07.2012

Samandağ izlenimleri: Sıfır komşu, sıfır bakan, çok sorun

Samandağ’a “Evvel Temmuz” Festivali için gitmiştik. Ama yörenin insanları anlattıkça, Erdoğan-Davutoğlu’nun Suriye politikasının öyle sıradan “yan zararlarının” ötesinde, bir dokuyu mahvettiğini anlıyorsunuz. Yapılamayan Barış Mitingi, Suriyelilerin kampları, Samandağlıların olağanüstü şıklıkları…

— Ben bizzat gittim, Emniyet Müdürü ile konuştum. Tertip Komitesi sorumlusuyum. Savaşa karşı gösteri yapacağız, İHD ve diğer örgütler olarak hazırlıklarımızı yapıyoruz. Suriye’ye müdahaleye karşıyız. İyi komşuluk ilişkileri istiyoruz. Emniyet Müdürü bana ne dedi, biliyor musunuz?

— Ne dedi?

— Biz bu koşullarda burada sizin güvenliğinizi sağlayamayız!

— Allah Allah, koca Türk polisi kendi toprakları üzerinde sizin güvenliğinizi kime karşı sağlayamayacakmış?

— Önce bir şey demedi, allem etti kallem etti, sonunda çıkardı baklayı ağzından. Özgür Suriye Ordusu böyle bir eyleme karşı çıkarmış!

Samandağ’da bizim panel öncesi IHD yetkilisi anlattı bunları. İnanılır gibi değil ama, Davutoğlu-Erdoğan ikilisinin diplomasisi sonucunda Samandağlılar kendi memleketlerinde kamplara konuşlandırılmış bir silahlı güç nedeniyle barış gösterisi düzenleyemiyor. Çünkü o ülkenin Emniyeti izin vermiyor. (“That state means?” Metinde İngilizce.)

İHD’li arkadaşın anlattıkları bununla da sınırlı değil.

— Geceleri Suriye’den yaralı getirme bahanesiyle ambulanslarla silahlı adamlar aşağıya götürülüp getiriliyor.

Bütün sınır bölgesinde, özellikle de kampların kurulduğu yörelerde müthiş bir trafik var. (Trafik sözcüğü Fransızcada kaçakçılık anlamında da kullanılır.) Yabancı basın da yazdı bunu.

Kamplar aslında birkaç açıdan sakat: Bir kere, sınır boyuna, Esad’ın top atış mesafesi içindeki alanlara kurulmuş. Kaçanları doğru dürüst koruyamazsın. Ama amaç sınırdan sızmalar ise, tabii ki huduta yakın yerlere kuracaksın.

Konuyla yakından ilgilenen bir başka Samandağlının anlattıkları da çok ilginç:

— Hocam, burada bir göç semineri yapıldı, biz o sayede kampları gezebildik. Ayrıca Suriye tarafında akrabalarımız var. Oradan da gidip gelen var, bilgi veren çok. Suriye gazetelerini, televizyonunu da izliyoruz. Bu kamplara yerleştirilen insanların çoğu yaşlılar, kadınlar ve çocuklar. Ama tabii bu ailelerin erkekleri de var. Biz şimdiye kadar beş farklı grup saptadık bu kamp nüfusunda…

— Suriye’deki adlî suçlular. Yani hırsızdı, tecavüzcüydü, henüz hüküm yememiş, ama sabıkalı birtakım adamlar. Sözümona muhalefet cephesine geçip Esad rejimi yıkıldığında kahraman olarak memlekete dönmeyi bekleyenler.

— Taliban, El Kaide ve Müslüman Kardeşler başta olmak üzere ne kadar radikal İslâmcı grup varsa hepsinin militanları, üstelik de üst ve orta düzey yöneticileri ile burada. Gidip geliyorlar, içerideki militanlarını buradan yönetmeye çalışıyorlar.

— “Şam’In Askerleri” diye bir grup var, bunlar tamamen kiralık ordu. Davutoğlu’nun adamları diye de biliniyor. Küçük bir grup, ama para ya da diğer türden yardımlar en çok bu gruba gidiyor.

— Biz rastladık, onlar da küçük bir grup, hakiki demokrat muhalifler. İlk başta onlardan çoktu, ama kamplarda önce Türk yetkililer, daha sonra da zaten bu dinci gruplar onlara çok kötü davrandığı için, parası olanlar Avrupa’ya, daha az parası olanlar da Ankara ya da İstanbul’a kaçtı.

— Beşinci grup, biraz yüzer-gezer. İlk başta herhangi bir kutba bağlı değillermiş gibi gördük onları, o kampta kim güçlüyse ona yanaşan takım gibi davranıyorlardı. Sonra birtakım iç hesaplaşmalar olduğunu öğrendik. Teşhir oldukça bu grubun mensuplarını likide ettiler, edemedikleri de zaten kaçtı. Bunlar Esad’ın ajanları idi…

Samandağ aslında olağanüstü barışçı, yumuşak, rahat, keyifli bir kimliğe sahip. Güçlü ve derin bir sol kültürü var. Din, etnik köken, dil açısından da son derece zengin, üstelik bu farklı kesimlerin iç ilişkileri de son derece olumlu. Çağdaş bir mozaik müzesi sanki. Her şey var, her şey birbiriyle iyi geçiniyor, herkes farklı, herkes eşit, üstelik kebabı enfes, boğma rakısı müthiş… Ama gel gör ki Erdoğan bu atmosferi bozmuş:

— Biz Esad’cı filan değiliz.

— Nusayri kelimesi hakaret olarak kullanılıyor, yani çok rahatsızız…

— Kim nereye ne için savaşıyor ki?

— Ankara’dakiler Suriye’nin S’sini bilmez, kalkıp bölgesel güç olacakmış!

— Amerikalılar bile Erdoğan’dan daha temkinli…

— Bir tane doğru dürüst gazeteci gelmedi buraya… O uçak hadisesinde geldiler, onlar da sahilde çekim yapıp gitti…

Anlatılanları dinleyince, mümtaz Türk medyasının Samandağ’a, Antakya’ya, Suriye meselesine neden eğilmediğini daha kolay anlıyor insan. Burada yaşanan neredeyse her şey, Erdoğan’ın söylediklerini an be an tekzip ediyor. Zaten burada olup biteni, insanların halet-i ruhiyesini, sorun ve sıkıntılarını yazabilecek muhabir ya da yazar mutlaka vardır da, bu yazılanları yayınlayabilecek mecra sorunumuz var.

Suriye'de 'PYD ve Barzani arasında iktidar çekişmesi'
25 TEMMUZ 2012
Kamil Erdoğdu
İstanbul



Suriye’de Kürt nüfusun yoğun olduğu yerlerde kentlerdeki kontrolün Kürt güçlerine geçmesiyle ilgili olarak Özgür Gündem gazetesinin genel yayın yönetmeni Hüseyin Aykol, Kamil Erdoğdu'nun sorularını yanıtladı.
Aykol, Batı Kürdistan diye adlandırılan bölgede Mesud Barzani ile PKK çizgisindeki Demokratik Birlik Partisi (PYD) arasında iktidar mücadelesi, iktidar çekişmesi başladığını ileri sürdü:

Suriye’deki Kürt bölgelerinde yaşanan son gelişmeleri nasıl özetleyebiliriz?

Kürtlerin, özellikle de PYD’nin birden bire çıkmış, Esad’ın kolladığı bir örgüt olduğu şeklinde bir yanılsama var. Oysa en az 10 yıllık bir geçmişi var ve herkes birden bire fark etti ki, orada asıl güç onlar.
16 tane Kürt partisi var. Ben birkaç yıl önce çeşitli parçalardaki dergi ve televizyonlarla ilgili, bir araştırma yaptığımda en çorak yer Suriye idi. 3-4 yıl önce orada tek bir aylık dergi vardı. Şu anda onlarca dergiden, radyodan bahsediliyor, esasen de PYD’den bahsediliyor.
Barzani, hem PYD’nin önünü alabilmek, hem de oradaki gelişmelerin dışında kalmamak için Kürt partilerini Erbil’e çağırdı ve birleştirdi.

Barzani’nin kolladığı, kurduğu 15 partinin ulusal meclis şeklinde kendi meclisleri vardı. Bir de PYD’nin parti ve sivil toplum kuruluşlarını, dernekleri bir araya getirdiği meclisi vardı.
Bu iki Kürt meclisi şimdi, birlikte ve birlikte hareket ediyor. PYD, “ben sizi önemsemiyorum, sizin bir gücünüz yok” demiyor ve o partileri kendi çatısı altında birleştirmiş durumda.
Bunu Barzani de etkilemeye çalışıyor, “binlerce Kürdün eğitildiğini” kendisi açıkladı. Hürriyet’in internet sayfasında yayınlanan haberde “Kürt yürüyüş kollarının “Suriye’ye girdiği ileri sürüldü. Görüntülerde bir takım silahsız Kürt yürüyüş halinde, nerede oldukları belli değil. Sonuçta onlar gidecekler ama, şu anda gittiler mi, Batı Kürdistan’dalar mı bilinmiyor.
Şu anda PYD ile Barzani arasında iktidar mücadelesi, iktidar çekişmesi başladı denilebilir.

Bu gelişmeler Esad’ın planının bir parçası mıydı?

''Esad bilerek çekildi ve orada Türkiye’nin başına bela olarak bir demokratik, özerk Kürdistan bıraktı'' demek doğru değil, bu en az 10 yıllık bir süreç.
Orada esas sorun Esad sonrası kurulmak istenen Suriye’de Kürtlere hiçbir şey vaat edilmemesiydi. O zamanlar El Kaideciler gibi dışarıdan getirilmiş güçler de yoktu. Tek silahlı güç Kürtlerdi.

Bu gelişmeler AKP hükümeti için sürpriz oldu mu?

AKP hükümetinin bunu biraz beklediği söylenebilir. Başından beri muhaliflere destek olmak istiyor, İstanbul’da topluyor, el altından silah gönderiyor. Kendileri göndermedik diyor, ama anladığımız kadarıyla ABD’nin gönderdiği silahlar kamplar aracılığıyla Suriyeli muhaliflere gitti.
Ama Türkiye, Suriyeli muhaliflere hep Suriye’nin bölünmesine karşı çıktığını, Kürtlere demokratik özerklik istemediğini söyledi. Suriyeli muhalifler Kürtleri kendi saflarına çağrırlarken, Erdoğan’ın baskısı alında herhangi bir vaatte bulunmadılar.

Galiba AKP hükümeti “PKK uzantısı” dedikleri PYD’nin bu kadar güçlü, bu kadar örgütlü olduğunun pek farkında değillerdi, bu onları çarptı.
Orada Barzani yanlısı bir özerk bölge olsa, buna katlanabilirlerdi. Ki, şu anda Kuzey Irak’ta katlanıyorlar; çok iyi ticari ilişkileri var, PKK’ya karşı yardım beklentileri var ve tabii ki ABD’nin koruması var.

Sizce bundan sonra Suriye’de neler olacak?

Bana göre Suriye üçe bölünecek, Esad en son ona oynayacak, yani bir Alevi devleti, bir Sünni devleti ve bir Kürt devleti olacak. Böyle bir formülle, Rusya üslerini koruyacaktır, hem de yeni Suriye’de Sünniler ile Nusayriler arasında kanlı çatışmaların, öç almaların önüne geçilebilir.
AKP, bu gidişatı istemiyor, çünkü Suriye bölünürse Kürtlerin mutlaka özerk bir bölgesi olacak.
AKP, bu gidişatı önleyemeyeceğini fark edip kabul ederse, Barzani’den nasıl Kuzey Irak’ta PKK’ya karşı yardım etmesini istiyorsa, burada da PKK çizgisindeki bir partiye karşı kendisine yardım etmesini isteyecektir.
AKP, eğitilmiş Barzanici güçlerin Batı Kürdistan’a geçmesine alttan alta sevinmiştir, çünkü orada PYD’nin gücünün kırılmasını istiyor.

BBCT

Silahlı Gruplar Karşısında Suriye Hükümeti Eli Kolu Bağlı Duramaz
28.07.2012



Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, Avrupa ülkeleriyle bazı Arap ülkelerinin Suriye muhalefetini Suriye hükümetine karşı savaşa kışkırttığını ifade etti.

Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov; Suriye Çalışma grubunun Cenevre'de düzenlediği konferansta üstüne anlaşılan noktaların herkes tarafından tam bir şekilde uygulanması gereğine vurgu yaptı.

Lavrov; silahlı grupların büyük kentlerde bulundukları sırada Suriye hükümetinin eli kolu bağlı olarak durması vizyonunu savunmanın kesinlikle ve mutlak bir şekilde mantıklı olmadığının altını çizdi.

RUSYA'DAN SURİYE TEPKİSİ : BÖYLE DEVRİM Mİ OLUR?
29.07.2012

Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov ise Soçi kentinde yaptığı açıklamada: "Suriyeli muhalifler bizi kendilerini devrim yaptıklarına ikna etmeye çalışıyorlar. Biz de onlara şunu söylüyoruz: eğer bu bir devrim ise Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nden neden yardım istiyorsunuz? Devrimler sadece o ülkenin halkı tarafından yapılırsa meşru olur." dedi.

Lavrov ayrıca Batılı ülkeleri ülkedeki silahlı grupları koordine etmek,
desteklemek ve Şam yönetimine karşı savaşmaya cesaretlendirmekle suçladı.
haber1001

PYD, Kobani ve Afrin'e belediye başkanı atadı
PKK'nın Suriye uzantısı olan PYD'nin, el koyduğu Kobani ve Afrin şehirlerine belediye başkanı atadığı öğrenildi. Yönetimine el konulan diğer şehirler Haseki, Tırbesıpi, Amude ve Derik'e ise yakın zamanda başkan atanacağı ileri sürülüyor. Kobani, Şanlıurfa'nın Suruç ilçesine bağlı Mürşitpınar köyü sınırının sıfır noktasında bulunuyor. 29.07.2012 SURİYE netgazete

“Şerefsiz Medya” sen kimin kulusun?
30.07.2012



Avrupa medyasının, dünya milletlerini Suriye aleyhine çevirmek için, fotomontaj yoluna başvurduğu bir daha belgelendi..

Avusturya’nın en büyük gazetelerinden biri olan The Kronen Zeitung’un yayınladığı bu fotoğraf, Suriye haberleriyle ilgili medya manipülasyonu tartışmalarını yeniden alevlendirdi. Batı medyası tüm basın ahlak kurallarını ayak altına alarak böyle yalan ve iftira içerikli haber yapmasının sebebi nedir?…..

***



İşte Esad resmi, işte Ordu, işte halk..
Bu fotoğraf medyada niçin yok…

haber1001



Bülent Arınç: "Şemdinli'yi ele geçirmek için saldıran PKK'lılar İran üzerinden geldi"
11 Ağustos 2012

“İran, PJAK’a karşı şiddetli savaş gösteriyordu. Ondan sonra bu savaşın olmadığı ortaya çıktı. Şimdi de Şemdinli’deki olayları Kuzey Irak’tan değil İran tarafından sızan teröristlerin gerçekleştirdiği görülüyor.”

“Geçmişte bunlar olmamıştı. MİT ile İran arasında bilgi
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Sal Arl 25, 2012 12:49 am tarihinde değiştirildi, toplam 14 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Cmt Tem 28, 2012 1:14 am    Mesaj konusu: Esad’ın Ortadoğu Satrancı! ‘Hiçbir şey göründüğü gibi değild Alıntıyla Cevap Gönder

Esad’ın Ortadoğu Satrancı! ‘Hiçbir şey göründüğü gibi değildir!’
Banu AVAR,
27 Temmuz 2012
banuavar@superonline.com



Yıl 2001.. NATO generali Wesley Clark yazmıştı.. Pentagon’da bir odada üst düzey askeri yetkililer, küresel elitin emirlerini yerine getirmek için ellerinde işaret değneği, dünya haritasında belli ülkeler üzerine çarpı çekerler.. Hedef ülke Irak, Afganistan, Libya, Suriye… Çarpı çekilen ülke, isterse dünyanın en demokratik ülkesi olsun farketmeyecektir.. Hayvan belgesellerinde izlediğiniz manzaralar canlı yayınla ekranlarınızda belirecektir. Koşan ceylanın arka bacaklarına atlayan aslan, ceylanı yere çökertecek ve bir boğuşma başlayacak, sonunda kurban kan kaybından pes edecek ve boynuna sivri dişler geçecektir.. Ceylanı ilk düşüren illa aslan payını alacak değildir.. Kan kokusuna gelen diğer aslanlar , avcı aslanla çatışmaya hazırdır.. Bir güç kavgası başlar.. Aslanlar aralarında çekişirken, sırtlanlar kenardan ceylanın döşünden sebeplenmeye bakar..

Aslanlar arasında yaşlı olanlar birbirlerini yaralar ve bazıları yere indirdiği kurban kadar kan kaybeder!

Bu arada ‘orman tv’, ceylanın aslanlara saldırdığını söyler..

‘Orman kanunu’yla yönetilen dünyamızda durum budur.. Üzerine çarpı çekilen ‘kanamalı’ ülke ve bölgeden hangi küresel çete ne kadar pay alacaktır, hangi petrol ve gaz şirketi kanayan ülkenin neresine oturacaktır…Pazarlıklar başlar. Küresel çetenin ele başları, ellerini güçlendirecek silahlı, istihbari, medya operasyonları yaparlar . Kurbanı anında öldüremedilerse, kan kaybını arttıracak adımlar atarlar.. Daha çok silah, daha çok istihbarat, daha iyi eğitilmiş katiller, daha çok yalan haber vs.

Ve ağır ölüm için beklerler.. Beklerken lejyonerler sınrlardan içeri girerler, silah ve paralı askerlerin korunacağı gri (güvenli(!) bölgeler oluşur, bu, aslında bir ülkeyi işgalin ilk adımıdır, vur kaç çeteleri, ölüm mangaları bulunur, rejimi devralacak isimler için aday listeleri oluşturulur… Suriye’de 17 aydır olan budur.

2 ayda düşeceğine kesin gözüyle bakılan Suriye bu kaos içinde 17 ay geçirmiştir. İçindeki hainler, küresel odakların beklediği kadar ‘mahir’ çıkmamıştır.. Avrasya devleri çıkarları gereği yanında yeralmıştır..

Ve Suriye, yani SUR’lar ülkesi kolay lokma olmadığını kanıtlamıştır.

Son haftalarda, Suriye yönetimi 17 aydır sürdürdüğü ‘savunma’ pozisyonundan farklı bir pozisyona yol almıştır.Şimdi oyun yön değiştirmekte ve Esad yönetimi farklı satranç hamleleri yapmaktadır.

Emperyal hedeflere karşı bir ‘Kürt kartı’

Son bir- iki haftada sınırımızda değişik bir oyun kuruldu. Oyun kurucu Beşar Esad oldu. Sınır kentlerinin Kürt gruplarından Esad’a yakın PYD (Kürt demokratik Birliği) eline geçmesi ve bu grubun, Müslüman ‘biraderler’, El kaide ve ‘Özgür’ Suriye Ordusu’ndan bölgeyi temizlemesi, selefi gruplara karşı kavga vermesi akılları hepten karıştırdı..

Esad’ın oynadığı satranç İngiliz istihbaratının gözünden kaçmadı: Sınırdaki bazı yerleşimler PYD kontrolüne geçti.., Suriye ordusu tarafından tükürükle boğulabilecekken, Esad, sınır bölgelerinde kontrolü PYD’ye bilerek ve isteyerek bırakmıştı. Bu hamle, Washington stratejistlerinin ‘Hatay- Halep arası bir ‘güvenli’ bölge oluşturulması’ hamlesini bozguna uğrattı.. Türkiye katil çetelerin geçiş noktalarını, sınır kapılarını kapatmak zorunda kaldı.

Esad’ın satranç hamlesiyle Suriye, kendine yakın Kürt gruplarla, Türkiye-Suriye sınırında bir ‘güvenli bölge’ açtı.. Bu gruplar batının paralı askerleriyle, selefilerle , El Kaide militanları ve Müslüman ‘biraderlerle’ mücadele etmeye başladı.

BBC durumu şöyle yorumladı: ‘Türk hükümeti zorda! Esad’a karşı bağırıp çağırırken, yıllardır savaştığı PKK’nın kardeş kuruluşunu sınır komşusu olarak yanında buldu! Zira Türk devleti yıllardır savaştığı PKK’nin çizgisindeki PYD’yle bir nevi komşu olmuş durumda. Türkiye, Kandil- İncirlik merkezli bir terör örgütünün komşusu..’

Tam olarak değil… PYD ile PKK’nın bağlı olduğu odaklar birbiriyle uyumlu değil..Görünen o ki Esad, Erdoğan’ı PYD ile köşeye sıkıştırıyor...

***

Bir başka gelişme, ‘iktidar’ kokusuyla sarhoş olmuş, Suriye içinde at oynatan sözüm ona ‘muhalifler’, yekpare değil ve hepsinin çıkarı birbiriyle çelişiyor.. Bu çeteler, sadece sivil halkı ve güvenlik güçlerini değil, birbirlerini de kırıyor.. Batı, vurucu güç olarak ‘Özgür’ Suriye Ordusu’nu , Müslüman ‘biraderleri’, El kaide’yi kullanıyor, rejim değişikliği sonrası iktidara oturacak kadroları Suriye Ulusal konseyi içine topluyor, etnik yan güçler olarak Dürzi ve Kürtçüleri düşünüyor.. Şimdi bunların hepsi birbirini yiyor. İstanbul’da toplanan ‘Suriye muhalefeti’ ile ‘Antalya ve Ankara’da toplanan ‘muhalifler’ birbirini ‘harcıyor’!

BBC haberinde şöyle özetliyor:

‘Suriye Ulusal Konseyi, kendi içindeki liberal, İslamcı, Arap ve Kürt gruplar arasında görüş ayrılıkları yaşıyor… Şam merkezli , Ulusal Koordinasyon Bürosu adlı grup, silahlı muhalefete karşı çıkarken, Konsey'den kopuşlar oluyor… BBC Muhabiri Paul Wood, ‘Özgür’ Suriye Ordusu'nda da benzer fay hatları bulunduğunu’ vurguluyor. Her kentte liberal ve selefi ‘Özgür ordu’mensupları arasında çatışmanın büyüdüğünü rapor ediyor.’
***

Bu aşamada Türkiye batının ileri karakolu olarak şaşkın, ABD-NATO ve AB güçleri ise soğuk savaşın malum taktikleriyle ortada… ‘Havlayan köpek’ ya da göğsünü yumruklayan orangutan olarak bir dizi tatbikata hazırlanmaktalar.. .Suriye sınırları dışında mevzilenen güç yoğunluğunu Global Research’den Prof Michel Chaussodovsky ‘Suriye’ye karşı ABD-NATO savaşı’ başlıklı makalesinde sıralıyor;

‘Suriye kıyılarına Amiral Çabanenko uçak gemisi eşliğinde 10 adet Rus savaş gemisi demirlemiş durumda.Kıbrıs önlerinde İngiliz, Fransız ve Amerikan savaş gemilerinden oluşan bir filo yeralmakta. Bu yaz sonunda Doğu Akdeniz’de İngiliz Fransız deniz kuvvetlerinin yapacağı ortak tatbikata, İngiliz HMS Bullwark ve Fransa’nın Charles De Gaulle savaş gemileri öncülüğünde kapsamlı bir filo katılacak.

Yakında İngiliz savaş gemisi HMS İllustrious’un bölgeye intikali ve Fransız savaş filosunun da genişlemesi bekleniyor.. Amerika’nın nükleer güçle çalışan USS John C. Stennis uçak gemisinin de yakında bölgeye geleceği ifade ediliyor.’.. Batı Ortadoğu’da sıcak bir savaşı göze alamayacağını defalarca söyledi.. Suriye’ye müdahale Çin’e kadar olan tüm Avrasya’yı içine alır, böylesi bir savaştan kim sağ çıkar tartışılır…

Batının asıl hedefi Tahran’dır ve ‘Tahran’a giden yol Şam’dan geçmektedir .. Hedef ve taktik 2001’de belirlenmiş, kayda geçmiştir..Bölge devletlerini birbiriyle savaştırılacak, birbirine kıydırılacak, sonra kanın üzerine oturulacaktır.. Ama binlerce yıldır Ortadoğu’nun kalesi, ‘SUR’u, Sur-iye, zorlu bir satrancı maharetle oynamaktadır..

Ve farkındaysanız, İran ve Rusya, Suriye’nin yeni kurduğu oyuna sessizce yandaşlardır. Eğer Türkiye, Batı’nın ‘ileri karakolu’ değil de bölge ülkeleriyle, bölge çıkarları için elele verecek bir yönetime sahip olsaydı, bölge ülkelerinin kendi çıkarları için kuracakları oyun, Batının oyuncağı olan Türkiye’yi değil, iştahla Ortadoğu ve Avrasya petrollerine saldıran küresel sırtlanları yerle bir ederdi.

Kaynak: Güncel Meydan

Görevlendirilmiş İslamcılara Geçmiş Olsun!
Muhammed HAKLI
01.08.2012



"Bu arada Sayıları 300’ü geçmeyen bu radikal İslamcıların projeleri iptal edilmiş ya da ihmal edilmiş gibi gözükmektedir."

Libya’da Bahar dalgası ve işgal söz konusu olduğunda ,Recep Tayyip Erdoğan’ın tavrı ve tepkisi de dalga dalga değişerek olgunlaştı ve kemale ulaştı.Önce katiyyen olmaz, sonra şöyle olur, en son ustalık döneminde ise aha da tam böyle olur… diye hem dünyayı hem Arap dünyasını hem de Türkiye’deki insanları şaşkınlık içinde bırakan tavır değişikliği sanki Sayın Başbakanı rahatsız etmiş olmalı ki, Suriye Meselesi ya da Suriye deki Arap baharında en başından beri istikrarlı ve değişmeyen zaman zaman sertleşen, zaman zaman sessizliğe bürünen bir tavıra dönüşmüş durumda. Perşembe'nin gelişi Çarşamba'dan belli olurcasına, bu tavır ve tepkileri okuyanlar bu işin sonu Suriye’ye müdaheleyle sonuçlanır diye düşünmekten kendini alıkoyamıyor.

Batı Dünyası ,Suriye ve Esad’a tepki koydu,Tayyip Erdoğan herkese Demokrasi ve Özgürlük dersi verircesine Esad’ı tehdit etti. Arap Şeyhlikleri tepkiyle, "Alevi diktatoryası derhal gitmelidir" tavrı ortaya koydu,Tayyip Erdoğan Sünni halka sahip çıkıp "sizi özgürleştireceğim" tavrını ve güvencesini verdi. Sınır illerini hem sığınmacılara hem de silahlı mücedele veren gruplara mesken açtı. CİA, Mossad, Fransız ve İngiliz İstihbaratının yönlendirmeleri, Libya, Tunus, Irak, İngiltere, Türkiye’den gönüllü eğitmenlerin katkıları, Katar,Kuveyt, Bahreyn ve Suud Petrol Sermayesinin müşfik ve hayırsever katkıları ile Suriye İslami Devrim Mücadelesi bu günlere geldi.

Tabi ki bir de her fırsatta İstanbul’da gösteri yapmaya çalışan sayıları 300’ü geçmeyen stratejik ve derin ağabeyler topluluğunu da yad etmeden geçersek büyük bir desteğin hakkını vermemiş oluruz. Bu ağabeyler bugünlerde Türkiye’nin bazı illerinde Suriye halkıyla dayanışma Platformları kurma ve kurdurma görevi vermekteler. Belki de İstanbul’da kitleselleş ilemediğinden, bu kadar efor sarf edilmesine rağmen dalga dalga büyüme gerçekleşmediği için bir yol bulunmaya çalışılmaktadır. İstanbul’da olmayan beklide Anadolu’da yakalanabilir.

Sayın Davutoğlu, İslami cemaatleri (The Cemaat hariç) ve kanaat önderlerini İstanbul’da toplayıp Hem füze kalkanı hem de Suriye meselesi hakkında Ayet ve hadislerle açıklamada bulunduktan sonra, birer Özgürlük elçileri olan bu geçmişin radikalleri memleketlerine döndüklerinde Füze kalkanının fazilet ve kerametlerinden ve Suriye’ye neden Müdahale etmemiz gerektiğinden cemaat müntesiplerine anlatarak o güne hazırlıklı olmaları talimatları verildi….

Ancak geçmişin radikalleri bu süreci kontrol edemediler ve her şeye rağmen süreci yönlendirerek Suriye ve Esad aleyhine kitlesel bir nefret ve tepki dalgası oluşturamadılar, bununda bahanesini bazı insanlara dünya kadar yalanla beraber atmaya devam etmektedirler.

Bu süreç de, Özgürlük ve Demokrasi havariliği, Tayyip’e %50’nin üzerinde oy vermiş olan bu muhafazakar halk üzerinde herhangi bir tavır değişikliğine, "Suriyeliler özgür olsun diktatörler Ortadoğu’dan hemen defolsun" şeklinde bir tepkiye yol açmadı. Hemen Mezhebi argümanlar kullanıldı, "O diktatör alevi diktatördür ve bizim gibi Sünni olan halka zülüm yapmaktadır. Alevi ve Şiiler zaten sapıktır onlar şu,bu ve o meselede bizim gibi değildir, zaten onlar filankeslere küfür ederler, Kur’ana da inanmazlar, Namaz kılmazlar, oruç tutmazlar, bunların dinde yeri yok, Muaviye, Yezit ve Yavuz Sultan Selim bunlarla boşuna mı uğraştı..." gibi küllenmiş ne kadar konu varsa ,bire kırk katarak dillendirilmeye başlandı.

Şii Dünyasının fanatik bazı hikmet bilmez mollalarının söz ve hakaretleri ölçü alınmaya başlandı, Sünni dünyanın da fanatik alimleri vahdet ve kardeşlik ilkelerini dinden çıkararak, kılıç sallamaya başladı. Yıllardır Amerika’dan, İsrail’den, şeytandan, zevk ve sefa peşinde koşan Kral ve padişahlardan hiçbir rahatsızlık duymayan sözüm ona Sünni Selefi Ülema, bunlara kabus olan Hizbullah, Hamas, İslami Cihad ve onların destekçileriden rahatsız olmaktadırlar. Bilakis Direniş hattından Ümmeti kurtarsınlar diye bu kral ve padişahlara dost olmaktadırlar…

Mezhebi argümanların çok iyi ve derin kullanıldığı Suriye meselesinde epeyce yol alınmasına karşın, istenilen hedefe çok uzaktayız. Türkiye halkı henüz Suriye’ye müdahalenin gerekliliğine inanmıyor, anketler öyle söylüyor.. Bu arada Bizim Akıncı birliği radikal İslamcıların aldığı onca maddi ve manevi desteğe rağmen, kopardıkları onca yaygaraya rağmen halen anketlerin yeteri olgunluğa ulaşmamış olması, bu iş İslamcı radikal akıncılar sayesinde olamayacak kanaatini doğurmuş olmalı ki, Tayyip Erdoğan halkın teveccühünü kazanacak bir başka karta başvurmuş durumda.

Bu arada Sayıları 300’ü geçmeyen bu radikal İslamcıların projeleri iptal edilmiş ya da ihmal edilmiş gibi gözükmektedir. Bu yüzden gittikçe hırçınlaşan İslami olmaktan çok nefsi davranan bu 300 kişilik gruplar bundan sonra, düne kadar savundukları değerlere ortalık yerde küfür ve hakaretler edebilmektedirler. Tayyip Erdoğan’ın verdiği görevi yerine getirememenin ve projenin iptal ediliyor olmasının verdiği hezimet bu 300’lük grupları zıvanadan çıkarmıştır…

Suriye’ye müdahale yapabilmenin bundan sonra ki ayağı halkın milliyetçilik duygularının kabartılması neticesinde elde edilmeye çalışılacaktır. Mezhebi dayanaklarla Suriye İçinde olgunlaştırılmaya çalışılan kargaşaya müdahale etme isteği ve iştiyaki milliyetçilik ve asabiyet duyguları ile yapılmaya çalışılmaktadır.

Türk Keşif Uçağının, Suriye (Rusya) tarafından uyarılmaksızın Füze ile vurulması (!) bahane edilerek, Türk halkının yeter artık sabrımız kalmadı şeklinde bir tepkiyle sonuçlanması beklenirken, anket sonuçlarının henüz müdahale duygusunun olgunlaşmadığı şeklinde tezahür etmesi, sinir bozucu oldu. Bu arada uçak düştü mü düşürüldü mü, uçaksavar mı füzemi, Suriye karasuları mı yoksa değimli, Pilotlar öldü mü öldürüldü mü tartışmaları ise teknik ve usta bir siyaset güdemediğimizi, Radarlarımızın ve uydularımızın (!) acziyetini ortaya koydu. F-16’lara talimat verildi, vuracaklardı ancak son anda vazgeçildi, gibi haberler ortaya atılarak bu duygu anketle test ediliyordu. Henüz olgunlaşmamış bir durum söz konusu.Ancak İslamcıların yapmaya çalıştığından daha kısa sürede daha fazla destek sağlanabilmişti. Muhalefet hem CHP hemde MHP, Tayyip Erdoğan’a tam destek verdiklerini, "Ya Allah, Bismillah, Allahu Ekber!" nidaları ile Cihad’a hazır olduklarını belirtmişlerdir.

Milliyetçilik ve 30 yıldır Türkiyenin çözümsüz meselesi olan Kürt sorunu ve PKK ise son anda imdat gibi yetişti. Suriye’nin içinde bulunduğu durum, otorite boşluğu veya önceden hesap edilen bir durum deyin fark etmez. Kamışlı bölgesinde PYD’nın bir Kürt Devleti tahsis etmeye çalışması, PYD’nın ise Suriye’deki PKK olduğu gerçeğinden hareketle, Suriye’ye müdahale etmek için en iyi zemin ve ortam hazır hale geldi. Türkiye İnsanı PKK’dan rahatsız, Esad’da PKK’ya destek veriyor, PKK’da Bizim evlatlarımızı şehid ediyor, öyleyse fazla söze gerek yok. Hemen Sınır boylarına mekanize askeri birlikler sevk edildi. Kamışlı'daki Kürt Devletini PKK’nın yönettiği medyada manşetten veriliyor. Liderinin İTÜ mezunu olduğu, Türkçeyi iyi konuştuğu gazetelerde yazıyor. Halk desteği sağlanır sağlanmaz tam gaz ileri PKK’ya karşı savaşa gidilecek gibi gözüküyo r(!).

Bu arada bizim 300 kişi kadar militarize ve mekanize radikal İslamcılarımıza da bu projede iş düşebilir. PKK mensuplarının mezhep ve din hakkındaki saplantı ve sapkınlıkları konusunda, medya ve sayfalarda yeteri bilgi paylaşırlarsa anketlerde belki %1 veya 2 lik bir iyileşme sağlanabilir. Özellikle Esad ve PKK bir de İran İlişkileri belgelendirilirse, üzerinde Devrim muhafızı kimliği olan birkaç PKK’lı ele geçirilir ve El Cezire'ye konuşturulursa, Kürtlerin aslında Fars kökenli oldukları, Farsçanın Kürtçeye yakın olduğu ifşa edilirse belki de Kürtlerin aslında Şii oldukları, bu yüzden Suriye’de devlet kurdukları, Silahları Hizbullah’tan aldıkları gibi değerlendirmeler anketlerde kıpırdanma yapabilir. İslamcılarda bu kutsal işde görev almış olurlar.

Kur’anî değerlerimizin, Peygamber örnekliğimizin hiçbir anlam ifade etmediği bu mücadele ve savaş örnekliğinde, radikal İslamcılar mezhepçiliğe ve milliyetçiliğe sarıldılar, Kur’an-ı ise kalemlerinin ve dillerinin ucuna kalkan yaptılar…!
(Velfecr)

Gizli BOP Dosyaları
Mehmet Şevket Eygi
09.01.2011



DOSYALAR gizli derin dondurucularda bekletiliyor. Hangi dosyalar?

1. Mısır'ı parçalama dosyası. Uygulama başlamıştır. Mısır'ın bir bölümünde bağımsız bir Kıptî devleti kurmak istiyorlar.

2. Türkiye'yi parçalama dosyası. Uygulama gözlerimizin önünde devam ediyor. Kaça ayrılacak? Üçe sanırım...

3. İran dosyası. Belki üç, belki de beş ayrı devlete ayırmayı düşünüyorlar doğu komşumuzu.

4. Suriye dosyası. Bağımsız bir Dürzi devleti...

5. Sudan dosyası. Ülkenin güneyinde bir Hıristiyan devleti kurulacak. İlk tanıyacak devlet İsrail olacak. Bununla da yetinmeyecekler, yine güneyde ayrı bir devlet daha...

6. Irak dosyası. Ülke üçe ayrıldı.

Daha çok dosyalar var.

BOP'a (Büyük Ortadoğu Projesine) göre İslam ülkeleri bölünecek, parçalanacak, ortaya bir yığın yetersiz devlet çıkartılacak. Hangi bakımdan yetersiz? Bir kere orduları yetersiz olacak. Dehşetli bir silahlanma yarışına girecekler, silah tacirleri ihya olacak.Bu silahlanma, ordu kurma yarışında başta ABD olmak üzere büyük devletler yüz milyarlarca dolar para kazanacak. Yeni devletler birbirlerine düşman edilecek, bitmez tükenmez küçük savaşlar çıkacak, Müslüman halk kırılacak, Müslüman ülkeler viran olacak.

Müslümanlar birbirinin gözünü oyarken İsrail güçlenecek, Eretz İsrail ütopyası gerçek olacak.

Haçlıların, Siyonistlerin, ABD Evangelistlerinin, büyük silah tacirlerinin bu Büyük Ortadoğu Projesi tutar mı dersiniz?.. Hiç sanmıyorum.

Peki ne olabilir?.. Gaybı ancak Allah bilir...

Tahminlerim:

Bir iki yıl içinde Ortadoğu'da büyük bir savaş çıkabilir.

"Ben ev yaptırıyorum aman savaş çıkmasın, işlerim, hesaplarım altüst olmasın..." diyen muhtereme: Savaş çıkacak demedim, çıkabilir dedim. Hem unutma: Sen ev yaptırıyorsun yahut kızını görkemli bir düğünle evlendireceksin diye savaş çıkmaz değil. Patlayacaksa patlar meret...

Teröristler ev yapımı ucuz bir atom bombası tedarik edip patlatırlarsa Üçüncü Dünya Savaşı çıkabilir.

Sen evleneceksin, seneye genç bir kuma getireceksin, sen fink atacaksın, sen vur patlasın çal oynasın keyifli bir hayat süreceksin diye bu savaş dedikleri canavar sakin sakin beklemez. Vakt-i merhunu gelince patlar.

İsrail sıkışırsa elindeki 200 kadar nükleer füze ve bombayı kullanmakta hiç tereddüt etmez. Milyonlarca insan ölür, feci şekilde yaralanır.

Siyonistlerin ve emperyalistlerin gizli planlarında Türkiye ile İran'ı savaştırmak da vardır. Aaaa olur mu öyle şey!.. Öyle bir olur ki... Yakın zamanda İran ile Irak'ı sekiz sene savaştırmadılar mı? İki taraftan milyonlarca insan ölmedi mi?

Peki bu hengamelerin, bu kanlı ve radyasyonlu korkunç savaşların sonunda İsrail ayakta kalabilecek ki? Kalamayacak, yıkılacaktır. Her şeyin en doğrusunu Allah bilir?

Beklenen Mehdi zuhur edecektir.

Melhame-i Kübra denilen çok kanlı bir savaş yapılacaktır.

Başka korkunç savaşlar da olacaktır.

Fırat kuruyacak, yatağından hazineler çıkacak, gözlerini altın hırsı bürümüş azgınlar onlara koşup helak olacaktır.

Cihan başka bir cihan olacaktır.

Taştan ve tunçtan mamul putlar yıkılacak ve kırılacaktır.

Taşlar, ağaçlar, arkalarına saklanmış olan zalimleri Müslümanlara haber verecektir.

Ankara'da laiklik tartışmaları son bulacaktır.

Haramzade münafıklar için zor günler, kara günler başlayacaktır.

İçine fesat karıştırılacak ihaleler devri bitecektir.

Herifin bir milyon liralık lüks otosu var, binemiyor, gezemiyor. Niçin... Benzin yok a canım benzin yok!

Velhasıl dünyanın çivisi yerinden oynayacaktır... Küfür münhezim olacaktır.

Nereden biliyorsun?

Tarih verilmemiş ama Muhbir-i Sâdık'tan bize ulaşan çok haberler, rivayetler var.

"Ben bunlara inanmam..." Sana zaten inan diyen yok ki... Bunlar sem'iyattır.

1913'te birinci Dünya Savaşının kopacağına inanmayanlar çoktu.

1938'de İkinci Dünya Savaşı'nın kopacağına inanmayanlar da çoktu.

İster inan, ister inanma...

Millî Gazete

Suriye'nin Öz Evlatları Kimler?
Muharrem BAYRAKTAR
1 Ağustos 2012
YENİMESAJ



Halep’te kan gövdeyi götürüyor. Muhalif denilen çeteler Halep’in sokaklarına girdiler, devletin askerleri ile çatışıyorlar. Yani Halep’te Halep’in bizzat kendi halkından silaha sarılan hemen hemen yok gibi.

Russia Today televizyonuna konuşan El Haber Televizyonu’ndan Halepli gazeteci Sarkis Keserciyan, “Geçtiğimiz akşam isyancılar hükümet binalarına, polis ve istihbarat merkezine saldırdılar ancak başarılı olamadılar. Suriye ordusu bu saldırıya cevap verdi” diyor.

Bir hafta önce AP’ye konuşan Muhammed Said adlı bir muhalif, Özgür Suriye Ordusu’nun kırsal bölgelerden iki bin militanın kente sokulduğunu söyledi.

Muhalif komutanlardan Ebu Haşiş’in söyledikleri ise tam ibretlik: “Halep’te bulunan muhaliflerin de sorumluluğu paylaşması gerekiyordu. Halep’in de ayaklanmaya katılması gerekiyordu. Ama katılmadılar. Devrimi onlara mecburen getirmek zorunda kaldık!” Yani Halep’i kana bulayan cellâtlar bir de itiraf ediyorlar “Ne yapalım Halepliler devrime destek vermedi, biz de geldik her tarafı kana buladık!”

Şu anda kaç kişinin öldüğü belli değil. Ama belli olan bir şey var: Suriye’nin en huzurlu şehrine “devrim getiren” eli kanlı çeteler buranın da yerler bir olmasına zemin hazırladılar.

Başbakan Erdoğan tam da bu kanlı günlerde şu açıklamayı yapıyor: “Temennim odur ki rejim, Halep’te de gereken cevabı inşallah Suriye’nin öz evlatlarından alsın.”

Suriye’nin öz evlatları!

Kimmiş bu Suriye’nin öz evlatları? Çeteler, Suriye’nin öz evladı oluyor da bu çetelere destek vermeyenler öz evlat olmuyor mu?

Daha vahim bir evlat hikâyesi anlatayım.

Suriye devlet televizyonları hemen her akşam çatışmalarda yaralı ve sağ olarak ele geçirilen teröristlerin kimliğini aktarıyor. Yakalananlar arasında Suudi Arabistanlı, Tunuslu, Ürdünlü, Libyalı hatta Ganalı Nijeryalı paralı askerler var.
İyi de bunlar mı Suriye’nin öz evladı?
Tunuslular, Suudiler, Ganalılar mı?

Türkiye’nin gözü kararmış durumda. Aldığı emri yerine getirmenin telaşı içinde kan kokan cümlelerle konuşuyor. Diktatör rejimlerin devrilmesi için yapmıyorlar bütün bu rezillikleri.

Amerikan yanlısı olan diktatör rejimler kalsın, Amerikan yanlısı olmayan diktatör rejimler gitsin. Olay bu!

İndependent gazetesinin yazarı Robert Fisk bu gerçeği sokuyor batının gözüne. Diyor ki;

“Batının gerçek hedefi Esad’ın vahşi rejimi değil, İran ve onun nükleer silahları.
Diktatör Katar ve Arap dünyasının en kötü diktatörlüklerinden biri Suudi Arabistan’ın, Esad diktatörlüğünü devirmek amacıyla isyancıları silahlandırıp finanse ederken Washington’un, onlara karşı tek eleştiri sözü söylemediğini görüyoruz. Sadece birkaç yıl önce Bush Yönetimi, Müslümanları, Beşar’ın işkencecileri onların tırnaklarını sokup bilgi elde etsinler diye Şam’a gönderiyordu. Batılı büyükelçilikler, tutuklulara eziyet edenlere kurbanlara sorulacak soruları iletiyorlardı. O zaman Beşar, bilirsiniz, bizim göz bebeğimizdi.”

Bir gâvur gazeteci bile insafa geldi ve Batının amacı Suriye değil, İran’ın yok edilmesi. Dolayısıyla İsrail’in güvenliği!”

Suriye’nin öz evlatları işte bunun için savaşıyor sayın başbakan!
Bizi dinlemiyorsunuz bari gavur gazeteciyi dinleyin.

Ha bu arada:
Sizin öz evlatlarınızın durumu hayli kötü Halep’te. Patır patır dökülüyorlar.
Siz bu yazıyı okuduğunuzda çoktan tabanları yağlamış olacaklar.

Kaynak: http://www.yenimesaj.com.tr/?artikel%2C12002523%2Fsuriye-nin-oz-evlatlari-kimler%2Fmuharrem-bayraktar&fb_source=message

ACABA SALAKLIK BENDE Mİ
Ertuğrul Özkök'
03.08.2012



Dışişleri Bakanımızın mimik kontrolüne ve stratejik derinlik konusundaki imanına hayranım. Vallahi de billahi de hayranım.
Dün gazeteleri okuyorum, nasıl güzel herkesi ikna etmiş.
Acaba salaklık bende mi...
Çünkü bir strateji bu kadar dibe vurunca, derinlik sarhoşu oluyorum; ne zekâ kalıyor, ne muhakeme yeteneği...
Gördüğüm manzara şu:
Bakanımız, Barzani'ye gitmiş ve yumruğunu masaya vura vura, harbi bir delikanlı gibi ne diyecekse demiş.
Sonuç?
Bütün gazetelerde aynı cümle:
"Barzani mesajı aldı... "

O MESAJ VERİRKEN BAKIN EN OLUYOR

Normaldir; biri mesaj vermişse, öteki mesajı alır.
Bu bir iletişimdir.
Ama başka şeyler de var.
- Mesaj neymiş?
- Türkiye, "Şunu yap" dediyse, yapmış mı veya yapacak mı...
Bunların hiçbirinin cevabı yok.
Bildiğimiz tek şey: Mektubu almış...
Dışişleri Bakanı'nın Barzani'ye o mesajı verdiği saatlerde bakın neler oluyor?

HALEP'TE MUHALİFLER YAKALADIĞINI KURŞUNA DİZİYOR

- Türk ordusu ve PKK, Şemdinli'de bir haftadır harp ediyor.
Evet, harbiden savaşıyor.
Anlamı şu: Örgüt oraya öyle adam ve malzeme yığmış ki, direniyor...
- Kuzey Suriye'de sınır çizen PKK yanlısı örgüt, bir milim kıpırdamıyor.
- Halep'te kanlı çarpışmalar oluyor, özgürlük isteyen muhalifler, yakaladığı kişileri, kurdukları mahkemede yargılıyor ve don paça dışarı çıkarıp oracıkta kurşuna diziyor.
- Radikal gazetesinde okuyoruz ki; Sünni muhaliflerin gaddarca öldürdüğü kişiler de Sünni. Hatta aralarında Halep müftüsü de var.
- Öyle olduğu için, öldürdükleri o insanlara yakın 5 Sünni aşireti ayaklanmış ve Sünni muhaliflere, Halep'ten çıkmaları için 24 saat süre vermiş.
Yoksa?
Yoksa Sünni Sünni'yi de kırmaya başlayacak.

BU ADAMLARA SİLAHI BİZ Mİ VERİYORUZ

Sayın Dışişleri Bakanı biz Suriye'de Türkiye olarak neyi ve kimi destekliyoruz?
Yakaladıkları insanları, bir kamyonetin kasasına hayvan leşi gibi atıp dipçikleyenlerin eline o silahları biz mi veriyoruz?
Arkadaş bugünden görünen o köy, kılavuz mılavuz istemiyor.
"Esad'ı devirelim, gerisi önemli değil" zihniyetinin Suriye'yi götüreceği yer şimdiden besbelli.
Bir Sünni istibdadı, yargısız infazlar, bölünme ve kan deryası..
Sınırımızdaki yeni maraza da cabası...

Hürriyet

Neye göre?
Hüsnü Mahalli
05.08.2012

TBMM Başkanı Sayın Cemil Çiçek'in deyimiyle herkes Suriye konusunda bize gaz verdi. Şimdilerde ise herkes olmasa da birçokları Batı medyasının deyimiyle kenara çekilmiş, Türkiye'nin Suriye konusundaki hamlelerini izliyor. Peki Türkiye, Suriye konusunda neye göre davranıyor?

Ehlibeyt Haber Ajansı ABNA- Örneğin Sayın Başbakan Suriye konusunda fikirler geliştirip tutum belirlerken Bakan Davutoğlu ile dış politika danışmalarını dinliyordur. Tabii El-Cezire ve El-Arabiya haberlerine değil de devletin resmi kurumlarından gelen raporlarına da bakıyordur. Peki Sayın Başbakan tüm bunları yaparken Bakan Davutoğlu nasıl hareket ediyor? Sayın Davutoğlu bölgesel ve uluslararası başkentlerdeki dostlarıyla sürekli konuşuyor ve onlardan bilgi alıyor. Ben ise bu dostların özellikle Katarlı Şeyh Hamed, Suudi Kral Abdullah ve tabii ki birçok Batılı ve Arap yetkilinin Bakan Davutoğlu'na Suriye konusunda yalan söylediklerine inanıyorum. Çünkü yalan ve ikiyüzlülük onların genetik karakterlerdir. Öyle olmasaydı; Ankara Esad'ın üç ay içinde düşürüleceğini söylemez ve ona göre hesap yapmazdı.

Çünkü yukarıda saydıklarımın dışında Suriyeli sivil ve asker muhaliflerin büyük bölümü de Bakan Davutoğlu'na yalan söylemektedir. Örneğin Bakan Davutoğlu, Menaf Tlass ile ilgili Arap sosyal paylaşım sitelerinde çıkan haber ve yorumları görmüş olsaydı onunla bir iftar yemeğinde asla yan yana gelmezdi. Sayın Davutoğlu'nun çok önemsediği Suriye Ulusal Konsey üyeleri bile Tlass'tan hiç haz etmez ve onunla aynı ortamı paylaşmaktan çekinirler. Olay bununla da kalmıyor. Çünkü Ankara'nın Lübnan ve Irak'ta temas kurup kendi planlarını uygulamak için işbirliği yapmaya kalkıştığı kişiler de ya yalan söylüyor ya da ikili oynuyor. Öyle olmasaydı Ankara uzun süredir kurtulmaya çalıştığı Maliki'den şimdiye kadar kurtulmuş olurdu.

Hatta Bakan Davutoğlu belki de Maliki'yi kızdırmak amacıyla 'Kerkük Kürdistan'ın kalbidir' diyen Barzani'nin onayıyla bu kente gitmezdi. İşte böylesi yalan ve aldatmalarla dolu bir süreçle Sayın Başbakan'ın Suriye ve bölge politikası yürütmesi zor ve sıkıntılı olmaktadır. Çünkü bu politikanın üzerinde oturduğu zemin çok kaygan ve kasıtlı yalanlarla beslenmektedir. Çünkü Arap kral, emir ve şeyhler tarih boyunca Osmanlı'dan, Türkiye'den ve Türklerden nefret etmiş ve onları oyuna getirmek için her zaman pis tezgahların içinde olmuşlardır. Çünkü bu coğrafyada çağdaş, gelişmiş ve aydın bir Türkiye onlar için bir tehlikedir.

Bir zamanların sömürgeci ülkesi Fransa ve İngiltere'nin ise kim olduğunu ya da neler peşinde olduklarını bilmeyen yok. Belki de yalanları ortaya çıktı ya da çıkacak diye Suudi ve Katarlı kral, emir ve şeyhler eskisi gibi artık Ankara'ya uğramıyorlar. Libya ayaklanmasına 2, Mısır'da ise 3 milyar dolar harcayan Katar Şeyhi Hamed'in Suriye'de ne kadar harcadığı henüz belli değil ama Suriye konusunda Ankara'ya başından beri yalan söylediği kesindir.

Bu kesinlik en azından benim için kesindir. Yakın gelecek tüm bunları kanıtlayacaktır. Belki de Sayın Başbakan bunun farkında olduğu için direkt olarak Başkan Obama'yı arama gereğini duydu. Belki de 'çeyrek Müslüman' olarak onun kendisine yalan söylemeyeceğini düşündüğü için! Çünkü 'Arap Baharı'nın başladığı ve özellikle Libya ve Suriye'ye sıçradığı günlerden itibaren neredeyse her şey yalan. O kadar yalan oldu ki hiç kimse yalancıların peşine düşmedi, düşemedi.

Oysa sorunların sorumlusu bu yalancılardır. Yalancılar ise farklı farklı amaçlar uğruna yalan söylediklerini perdelemek için daha fazla yalan söyleme gereğini duymaktadırlar. Tıpkı bataklığa saplanan birinin kurtulmak için çırpındıkça daha fazla saplanması gibi. Ya da denize düşen yılana sarılır misali! Suudi Arabistan ve çevresi Körfez ülkelerinin yılanları ise çok meşhurdur. Ama asıl tehlike sarı akreplerdir!
Akşam

BAŞKA HİKAYELER...
hÜSNÜ mAHALLİ
06.08.3012

100 kadar ülke bir araya gelmiş ve Esad'dan kurtulmaya karar vermiş. Durum böyle olunca 100 ülkenin tüm olanakları bu yönde kullanılıyor. Medya da bu olanakların başında geliyor. Çünkü daha fazla bağıran ya da yalan söyleyen kazanıyor ya da kazandığını sanıyor.
Tıpkı Irak'ta olduğu gibi.
ABD ve İngiltere yanlarına 40 kadar ülkeyi alarak tüm dünyaya yalan söylediler ve Irak'ı işgal ettiler. Sonra da bu ülkede farklı rakamlara rağmen bir milyondan fazla insan öldü, ölüyor.
Ama kimin umurunda? Tıpkı Myanmar'da her gün ölenler hiç kimsenin umurunda olmadığı ve olmayacağı gibi. Çünkü Myanmar şu anda coğrafyamızda oynanan Büyük Oyun'un yani BOP'un içinde değil. Çünkü şu anda ABD ve yandaşları için önemli olan Suriye ve onlara göre Suriye dışında hiç kimsenin başka şeyleri görmesi ya da konuşması yasak.
***
Örneğin ABD'nin son günlerde İsrail'e olan geleneksel ilgisinin dışına çıkması. Çünkü ABD dünyanın en gelişmiş savaş uçağı F-35'ten 19 tanesini acilen İsrail'e vermeye karar verdi. 10 yılda 70 uçak vereceğini daha önce açıklayan ABD, ki bunların maliyeti 2,2 trilyon dolar, şimdi vereceği uçaklar için de özel teknolojiler üretilmesi talimatını vermiş. Bunun için de ayrıca 450 milyon dolar ayırmış. Yani bizler 'Arap Baharı' ve Suriye ile uğraşırken ABD tüm Arap ve İslam ülkelerine nükleer başlık taşıyabilecek uçakları İsrail'e veriyor. Peki neden? Hani bu coğrafyada barış ve dostluk olacaktı? Olacak ama önce Suriye ve Suriye üzerinden tüm coğrafya darmadağın edildikten sonra. Bunun için de ABD hazırlıkları sürdürüyor. Örneğin yine geçen hafta Pentagon yeni bir silah üzerinde denemelerini başarıyla yaptığını açıkladı. Ama kimin umurunda? Haberlere bakılırsa bu silah, 13,5 ton ağırlığında yeni türden akıllı bombalar. Uçaklardan atılacak bu bombalar yerin altında 60 metrelik beton sığnakları delerek hedefine varıyor ve yerle bir ediyor. Yani bu bombalar İran'ın yeraltındaki nükleer tesislerini yok etmek için geliştirildi. Yani her şey İsrail için. Bunca bomba ve uçaklar yetmiyormuş gibi Obama amca yine geçen hafta İsrail'e 80 milyon dolar daha bağışta bulunarak (yıllık yardım 3,2 milyar dolar) Füze Kalkanı Projesi kapsamında yeni teknolojiler satma kararı aldı. Malatya'daki radarlarla ilgisi olup olmadığını henüz bilmediğimiz bu teknolojiler, önümüzdeki yılların en önemli silahı olacaktır. Tıpkı ABD'nin 'Büyük Müttefik' Türkiye'ye vermeyi kabul etmediği füze taşıyan Predatorlar gibi. ABD ve yakında İsrail bu Predatorlarla istedikleri yerde istedikleri hedefi ya da adamları vurabilecekler. Şimdilerde bir tek füze taşıyabilen Predatorları Amerikalılar 2 daha sonra da 4 füze taşıyacak şekilde geliştiriyorlar. Tabii ABD, İsrail için yaptıklarını ya da İsrail'e verdiklerini asla ve asla başka hiçbir ülkeye yapmayacak ve vermeyecektir. Çünkü ABD'ye göre İsrail'in dostu yani işbirlikçisi olmayan hiçbir ülke, Türkiye dahil, ABD'nin stratejik müttefiği olmayacaktır.
***
Bir düşünün ABD'ye 30 yıl hizmet eden Mübarek bile Obama'nın bir göz kırpmasıyla kafese konuldu. Çünkü ABD'ye göre hizmet sınırsız da olsa yetmez. ABD köle ister. Tıpkı Suudi Arabistan kralları, Katar Emiri ve Körfez'deki şeyhler gibi. Bu kral, emir ve şeyhler 250 yıldır önce İngilizlere şimdi de ABD'ye kölelik ediyorlar. Örneğin Suudi Arabistan son 50 yılda ABD ve Batı'dan bir trilyon dolarlık silah aldı ama bunları hiçbir zaman kullanmadı. Babasına darbe yaparak iktidarı ele geçiren Katar Şeyhi ise herkesi ABD planları için parayla satın alabileceğini düşünüyor. Geçen hafta bu şeyh hazretleri Suriye konusunda ABD ile hareket eden Almanya'dan iki milyar dolarlık tank alacağını açıkladı. Bu tanıkları ne yapacağı ise merak konusu. Çünkü 11 bin kilometrekarelik Katar'ın neredeyse yarısı Amerikan üsleriyle kaplı ve bu ülkenin nüfusu 200 bin civarında. Ama olsun şeyh hazretleri cüssesine ve CIA-Mossad Operasyon Merkezi gibi çalışan El-Cezire televizyonuna güveniyor. Çünkü bu savaş başından beri yalanla yürütülüyor. Gerisi nasıl olsa gelir ve gelecek. Umarım o zaman Türkiye ve tüm coğrafyamız için geç kalınmış olmaz. Belki de bu nedenle El-Cezire Türk iki yıldır bir türlü yayına başlamıyor!!! Şimdiden söylüyorum: Suriye'de iç savaş çıksın ve Kuzey Suriye'de Kürt özerk ya da federal bölgesi kurulsun bu kanal hemen yayına başlar.,

kAYNAK: http://www.facebook.com/photo.php?fbid=473245496019945&set=a.274804102530753.74709.274591419218688&type=1&theater

İran'dan sert açıklamalar: 'Sıra Türkiye'ye gelecek'
07.08.2012



Ankara’nın Suriye politikasını eleştiren İran Genelkurmay Başkanı Hasan Firuzabadi, "Sıra Türkiye'ye gelecek" dedi.

İran Genelkurmay Başkanı Hasan Firuzabadi, Suriye'de kan dökülmesinden Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar'ı sorumlu tuttu.

Suriye konusunda önümüzdeki hafta Tahran'da uluslararası bir konferans düzenleyeceğini duyuran İran, Genelkurmay Başkanı Tümgeneral Hasan Firuzabadi aracılığıyla Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar'a sert eleştiriler yöneltti.

Devrim Muhafızları'nın internet sitesine açıklama yapan Firuzabadi, Suudi Arabistan, Katar ve Türkiye'yi Suriye'de kan dökülmesinden sorumlu tuttu.

Firuzabadi, “Büyük Şeytan'ın (ABD) savaş planlarına yardımcı olmak, Suriye'ye komşu ülkeler için doğru bir temel değildir. Eğer onlar bu temelde hareket ediyorlarsa, o zaman şunu bilmeliler ki, bir sonraki seferde, sıra Türkiye ve diğer ülkelere gelecektir” dedi.

İran'dan Suriye'ye destek



İran, Suriye'nin önemli bir bölgesel ittifakın parçası olduğunu ve bu ittifakın parçalanmasına izin verilmeyeceğini bildirdi.
Suriye'nin başkenti Şam'da Devlet Başkanı Beşar Esad ile görüşen İran Ulusal Güvenlik Konseyi Başkanı Said Celili, Suriye'nin "direniş ekseni"nde önemli bir yeri olduğunu ve hiçbir biçimde bu eksenin parçalanmasına izin vermeyeceklerini belirtti.

Yorumcular "direniş ekseni" tanımlaması içerisinde İran, Suriye, Lübnan'daki Hizbullah ve Gazze'deki Filistinli İslamcı örgüt Hamas'ın bulunduğunu belirtiyor.
.
Suriye devlet televizyonu Başkan Esad'ın "Suriye hükümetinin ve halkın ülkeyi teröristlerden temizleme" konusundaki kararlılığına vurgu yaptığını bildirdi.

Esad "ulusal diyalogun devam edeceğini" ve Suriye'nin "dış komploları engelleme kapasitesi"ne sahip olduğunu söyledi.

İran, Perşembe günü Suriye sorunu ile ilgili uluslararası bir toplantı yapılacağını açıkladı.

Suriye Arap Haber Ajansı/BBCT

İran Suriye'den Elini Çekmelidir
Nureddin Şirin
velfecr.com
07 Ağustos 2012



Bugünlerde güdümlü propaganda birimlerinin en çok gündemleştirdikleri söylemin başında “İran’ın Suriye’nin içişlerine karıştığı, böylelikle Esad rejimin zulümlerine ortak olduğu” iddiası gelmektedir.

Bu iddiayı sürekli ileri sürerek, sürekli İran’ı hedef tahtasına koymaya çalışanlara bir çağrıda bulunuyorum:

Birileri bunu belki ironi şeklinde göreceklerdir ama, İslam Cumhuriyeti’ni destekleyip savunan bir Müslüman olarak bütün samimiyetimle diyorum ki; "İran Suriye’den elini çekmelidir!" Bunu dememin sebebi, Suriye’de, Suriyeli olmayan hiçbir dış gücün ne eli ne ayağı ne de ne parmağı olmasın. İran, İslam kanunlarıyla yönetilen bir İslam Cumhuriyeti de olsa, Suriye’deki iç gelişmelerin ve hadiselerin dışında kalmalıdır...

Burada mutabıkız değil mi..?

Zaten bunu birileri sürekli savunuyor ve istiyor! Suriye’de her ne olup bitiyorsa ve bu durum sürekli İran ile ilişkilendiriliyorsa, o halde, ben de bunu istiyor ve savunuyorum…

Peki, Suriye bahsi konuşulduğunda “dış güç” derken, İran’dan başka bir gücün varlığından hiç söz etmeyecek miyiz? Yani, İran’ı Suriye’nin dışında tuttuğumuzda, Suriye’ye dış müdahale bahsi de otomatik olarak kapanmış mı olacak?

Sizler gerçekten Suriye’ye şu veya bu şekilde müdahale eden, elini veya parmağını uzatan tek bir ülke olarak İran İslam Cumhuriyeti’ni mi görüyorsunuz?

Biraz açacak olursak;

Kendilerini “Suriye dostları” olarak tanıtan, Tunus’ta, İstanbul’da, Paris’te toplantılar düzenleyen ülkeler kimler? Bunların başında Amerika, İngiltere, Fransa, Suudi Arabistan, Katar, Türkiye gelmiyor mu? Bunlar Suriye’nin iç güçleri mi yoksa? Bunlar siyasi, askeri, ekonomik, lojistik, istihbarat yollarıyla Suriye’ye müdahale ettiklerinde, bunun adı bir “dış müdahale” olmuyor mu? CIA, MI6, MOSSAD Suriye’nin ulusal organları mı?

Niçin, bir gün olsun bu güçlerin Suriye’den elini ayağını çekmesi istenmiyor? Niçin bir gün olsun bu batılı, haçlı ve siyonist güçlerin Suriye üzerindeki hesapları, planları masaya yatırılmıyor, sorgulanmıyor? Yoksa bunlar Müslümanlar için zararsız unsurlar mı? Yoksa bunlar dost ve yardımcı kuvvetler mi?

Gelin Suriye haritasına dışarıdan elini, ayağını uzatan her kim varsa hepsine toptan “hayır!” diyelim? Gelin “İran Suriye’den çık” dediğimiz kadar, “Amerika Suriye’den çık” “İngiltere Suriye’den çık” “Fransa Suriye’den çık” “Suudi Arabistan Suriye’den çık” “Katar Suriye’den çık” “Türkiye Suriye’den çık” diyelim… “CIA Suriye’den çık” “MI6 Suriye’den çık” diyelim…

Yoksa bunlar Suriye’de değil mi? Bunlar ellerini, ayaklarını Suriye’nin içine sokmamışlar mı?

Bakınız, “İran yanlısı medya” olarak nitelendirdiğiniz biz, “İran Suriye’den çıksın” dedik…

Siz de bir kere olsun, askeri, siyasi, istihbari dört koldan Suriye’nin üzerine ve içine abanan söz konusu tüm o devletlerin ve güçlerin Suriye’den çıkmasını isteyin…

İran’ın “ulusal çıkarlar”ı için Suriye’nin içinde olduğunu söylüyorsunuz da, Amerika’nın, İngiltere’nin, Fransa’nın, Suud’un, Katar’ın ve adına “Suriye dostu” denilen o diğer tüm ülkelerin ne çıkarları var? Yoksa düne kadar “haçlı” “işgalci” “emperyalist” dediğimiz ülkeler bugün “Müslümanların çıkarları” için mi bu kadar büyük bir gayret ve çabanın içine girdiler? Bunlar dün İslam Ümmeti’nin azılı düşmanları idiler de, bugün mazlum Müslümanların şefkat dolu candan dostları mı oldular?

Bize “Esed lobisi” diyorsunuz da, Amerika’sından İngiltere’sine, Fransa’sından İsrail’ine kadar Suriye yönetimine karşı küresel çapta lobi çalışmalarını sürdürenler size “dost” mu görünüyor? Siz siyonizmin dünyadaki en etkin lobi şefi olarak bilinen Bernard Henri Levi’yi "dost" mu edindiniz? Siz siyonist rejimin güvenliğini kendisine misyon edinen ABD’li savaş kışkırtıcıları John McCain, Joseph Lieberman ve Lindsey Graham gibilerini kendinize “dost” mu edindiniz? ABD Başkanı Obma’ya Suriye’ye derhal askeri müdahale çağrısı yapan Neo-con’ları kendinize “dost” mu edindiniz?

Gelin, Suriye üzerine “lobi” çalışmaları yürüten herkesi, tüm tarafları masanın üstüne koyalım; bakalım kimleri göreceğiz? Karşımıza çıkan yaygın ve etkin siyonist simaları nereye oturtacağız? Yoksa onları da “Suriye dostları” adı altında bağrımıza mı basacağız?

Bakınız bu lobinin kesintisiz sürdürdüğü çalışmaların başında, Suriyeli muhaliflerin silahlandırılması konusu geliyor. Irak ve Afganistan’ın işgal edilmesinin, Pakistan, Yemen ve Somali’nin sürekli havadan bombalanmasının arkasında olan etkin isimler bugün “Özgür Suriye Ordusu” adlı paravan örgütün silahlandırılması için çabalayıp duruyor! Bunlardaki “Özgür Suriye Ordusu” sevgisi ve düşkünlüğü sizce nereden geliyor?

Burada aykırı duran bir şey yok mu sizce?

Amerikalı Senatör John McCain, Suriye rejiminin yıkılması için Amerika’nın diğer ülkelere arkadan değil önden liderlik yapması gerektiğini, Suriye’deki rejim muhaliflerinin de ABD liderliğini beklediğini söyleyerek, Özgür Suriye Ordusu’nun ağır silahlarla desteklenmesi gerektiğini belirtiyor. Şimdi de “Özgür Suriye Ordusu’nun kurtardığı bölgeleri korumak için Amerika hemen hava saldırılarına başlamalı.”

Irak ve Afganistan işgallerinin baş mimarlarından olan bu adam ülkemize gelip Cumhurbaşkanı ile de görüşerek Türkiye’ye aynı yönde çağrı yapıyor. Hatay’a gidip Suriye Ulusal Konseyi ve Özgür Suriye Ordusu komutanları ile buluşuyor ve kameraların önünde zafer işaretleri yapıyor.

Diyor ki: “Özgür Suriye Ordusu silahlandırılmalı. Onlar bizden silah bekliyor”

Şimdi bunların yaptığı lobicilik olmuyor mu?

Biz bir internet sitesi ile lobicilik yapıyoruz da, bu neo-conların yaptığı ne oluyor?

Bu adam Washington’da yaptığı lobiciliği Tel Aviv’de de yapıyor. Shimon Peres’lere, Netenyahu’lara, Barak’lara gidip “sizin için çalışıyoruz” diyor.

Amerika niçin bu kadar didiniyor? Bunu da kendisinden dinleyelim:

“Kısa vadede Amerika açısından gerekli olan Suriye ile daha yakından ilgilenmek ve Suriye muhalefetine yardım ederek bu çatışmayı daha erken sonlandırmak. Bizim bunu yapmamız basit insani nedenlerden dolayı değil, bilakis ulusal güvenliğimiz ve çıkarlarımız için gereklidir. Amerikan merkez orduları komutanımız General James Mattis’in de dediği gibi, Esad’ın düşüşü, İran’a son 25 yılın en büyük darbesini indirecek.”

Bakınız bu sevgili dost nasıl açıkça ifade ediyor;

“Bizim Suriye muhalefetine verdiğimiz desteğin asıl nedeni, kendi ulusal çıkarlarımız ve güvenliğimiz içindir. Zira Esad’ı devirdiğimizde İran’a tarihinin en ağır darbesini indirmiş olacağız.”

İşte öykünün ana teması da bu….

Şimdi birilerinin sürekli İran’ı yıpratma ve hedef gösterme çabaları ile, bu Amerikan senatörü Siyonist John McCain’in yırtınıp durması arasında bir fark görüyorsanız eğer, onu da siz söyleyin artık…

Yaşı 70’lerde olan bu adamın bir gözlük takıp sakal bırakmadığı kaldı…

Biz de o zaman “üstat ne güzel yazmış, ne güzel söylemiş. Meğer İran’ın suçu ne kadar da büyükmüş” deyip İran ve devrim konusundaki bilgilerimizi bir daha tazelemiş olacaktık….
nureddin@velfecr.com

Kiralık devrimciler üzerinden vekalet savaşı ve Suriye’de Soğuk Savaş dengesi
Alptekin DURSUNOĞLU
10/08/2012



Kiralık devrimciler üzerinden vekalet savaşı ve Suriye’de Soğuk Savaş dengesiAnkara yönünü kendisini bölgesine taşıyacak alternatif yola çevirmek yerine hala Tahran’a ve Bağdat’a haddini bildirmeye çalışarak köprüden önceki son çıkışı da kaçırmakta kararlı gözüküyor.

18 Temmuz’da Suriye’nin savunma politikalarını belirleyen en üst düzey yetkilileri toplu bir şekilde öldürüldü.

İstihbarat servislerinin rolünün açık olduğu bu saldırıyla eş zamanlı olarak da ülkenin tamamına yayılan bir savaş başlatıldı. Sınır kapıları devlet kontrolünden çıkarıldı, başta Şam ve Halep olmak üzere tüm kentler içeriden düşürülmeye çalışıldı.

24 Şubat’tan beri “Suriye’nin Dostları” adını kullanan Amerika, Fransa, Türkiye, Katar ve Suudi Arabistan’ın 9 Ağustos 2011 sonrasında Suriye’de Libya modeline dayalı bir devrim arayışına girdikleri biliniyor. Ancak 18 Temmuz terörü sonrasında Suriye’de iç savaşı başlatan “Dostların” Libya modelinin en son aşamasını uygulamaya koymak istedikleri anlaşılıyor.

Libya devriminin aşamalarını hatırlayalım:

1- Devrime liderlik edecek bir konsey,

2- Kurtarılmış bölge

3- Dış müdahale

4- Devrimciler eliyle kentlerin fethedilmesi ve rejimin düşürülmesi

ABD ve AB ile koordinasyon halindeki Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu 9 Ağustos 2011 tarihli ziyaretinde Suriye’ye “bizim uydumuz ol kurtul” teklifini iletmiş, Şam’ın bunu reddetmesinden yaklaşık bir hafta sonra yani 18 Ağustos’ta, Obama ve Avrupalı liderler Suriye Cumhurbaşkanı Beşşar Esed’e çekilme çağrısı yapmıştı.

Önce Arap Birliği, sonra da “Suriye’nin Dostları” girişimi 18 Ağustos kararı üzerine başlatıldı ve Suriye’de Libya modelinin şartları oluşturulmaya çalışıldı; ama planla sahadaki gerçeklik bir türlü birbirine uydurulamadı.

1- Devrime liderlik etsin diye İstanbul’da Ulusal Konsey adlı bir örgüt kurdular; ama kendi içinde yeterince sorunlu ve heterojen olan bu örgüt, uluslar arası dostlarından başka kimseyi temsil edemedi. Öte yandan yönetim içinden büyük kopuşlarla örgüt güçlendirilemedi ve yönetim de yalnızlaştırılamadı.

2- ABD, Fransa, Türkiye, Katar ve Suudi Arabistan’dan oluşan ‘Dostlar’ın girişimiyle kurulan Ulusal Konsey, içeride silahlananlar üzerinde belirleyicilik kuramadı, içerideki silahlılar ise 2011 yılının haziran ayından itibaren her türlü çabayı göstermesine rağmen Suriye’de bir “Bingazi” yaratmayı başaramadı.

3- Bunun üzerine Fransa’nın eski Dışişleri Bakanı Alain Juppe’nin dehası devreye girdi ve “insani yardım koridoru oluşturulması” adı altında içeride kurtarılmış bir bölge yaratılıp bu bölgenin güvenliğinin sağlanması için “koruma sorumluluğu” çerçevesinde bir uluslar arası müdahalenin zemini oluşturulmaya çalışıldı; ancak bu kez de Libya devriminden gerekli dersi çıkaran Rusya ve Çin buna izin vermedi.

Suriye’de Libya modeline dayalı devrimin bu ilk üç aşamasına ilişkin şartları oluşturmakta başarısız olan “Dostlar”, “Suriye’de akan kan, sızlayan vicdan” mersiyeleri okuyarak girmiş göründükleri Annan Planı sürecinde dördüncü aşamanın şartlarını oluşturmaya başladılar. Bunu da şu zaman dizgesi (timeline) içerisinde yaptılar.

1- Tunus’taki 24 Şubat tarihli Dostlar toplantısında Suudi Arabistan ve Katar Suriyeli muhaliflerin silahlandırılmasını talep etti.

2- Türkiye, Katar ve Suudi Arabistan’dan oluşan “Küçük Dostlar” Suriyeli muhaliflerden ve başka ülkelerden gelen militanlardan bir kiralık devrimci ordu oluşturdu ve Annan planını sabote etmek için her türlü çabayı gösterdi.

3- Mart sonuna kadar muhaliflerin silahlandırılmasına karşı çıkan Obama yönetimi, Cumhuriyetçilerin “Suriye devrimine karşı ahlaki yükümlülüklerini” vurgulayan seçim propagandaları ve Küçük Dostların liderlik çağrıları karşısında daha fazla dayanamadı ve Nisan ortasından itibaren oyuna dahil oldu.[1]

4- Kiralık devrimciler mayıs ayından itibaren Amerika’nın koordinasyonu ve Suudilerle Katarlıların finansmanı ile Türkiye’de silahlandırıldı, eğitime alındı, Suriye ordusuna ilişkin istihbaratın toplanmasında keşif uçakları bile kullanıldı ve harekat planı hazırlandı.

5- 18 Temmuz’da Şam yönetiminin savunma ve güvenlik konularından sorumlu karar vericileri ortadan kaldırıldı.

6- Kiralık devrimciler sahaya sürüldü ve iç savaş başlatıldı.

Libya’daki devrimciler Bingazi’de kaldıkça Kaddafi rejimi açısından ciddi bir sorun oluşturamamıştı; ancak NATO’nun Kaddafi ordusunun komuta kontrol merkezlerini vurması, rejimin savunma mekanizmasını çökertmiş nitekim devrimcilerin başkent Trablus’a girmesinden kısa bir süre sonra da Kaddafi linç edilmişti.

Suriye’nin komuta kontrol sisteminin çökertilmesini amaçlayan 18 Temmuz saldırısı, Libya senaryosunun işte bu son aşamasının ilk ve en etkili adımıydı. Bu adımla devletin savunma ve güvenlik sisteminin çökertilmesi ve rejimin büyük kentleri fethedecek kiralık devrimciler aracılığıyla devrilmesi hedeflenmişti.

Ancak bu arada 18 Temmuz sonrası başlayan savaş, muhaliflerin kendilerine verilen halk desteği ve rejimin zayıflığı ile ilgili anlattıklarının da bir şehir efsanesi olduğunu ortaya koydu. Muhaliflerin ve onları destekleyen uluslar arası aktörlerin beklediğinin aksine kiralık devrimciler Şam’a ve Halep’e girer girmez halk onlara katılmadı; aksine yönetimin yanında kaldı.

Şam yönetiminin 18 Temmuz’dan itibaren izlediği strateji, kendisine yönelik harekat planını doğru analiz ettiğini, bir anda parlayan yangını, bir anda söndürmeye kalkışarak yanma riskine girmek yerine kontrol altına alarak aşamalı bir şekilde söndürmeyi öngören bir kriz yönetimi stratejisi izledi.

Şam yönetimi, Türkiye ve Irak’taki sınır bölgelerini ortak düşmana karşı işbirliği yapabileceği yerel unsurlara terk ederek gücünü kent merkezlerine yoğunlaştırdı. Başkent Şam’da alan hakimiyeti kurmaya çalışan silahlı isyancılar, hiçbir semtte tutunamadı, devlet bir hafta içerisinde Şam’da kontrolü yeniden sağlamayı başardı.

Ürdün ve Lübnan sınırındaki kentlerde isyancılara alan hakimiyeti vermeyen Suriye yönetimi, nihai savaşı Halep’te kabul etti. İki haftalık asker ve lojistik ikmalinden sonra 8 Ağustos’ta silahlı isyancıların kontrolü altındaki Selahaddin semtine giren Suriye ordusunun ilerleyişini sürdürdüğü; ancak 6-7 bin çok uluslu milis gücüyle işgal edilen semtlerdeki temizliğin birkaç hafta daha sürebileceği görülüyor.

Son Cenevre toplantısına katılan Rusya ve Çin’in, ABD ve müttefiklerinin Paris’te yaptığı Dostlar toplantısına “tek taraflılık” suçlaması yönelterek katılmaması, Suriye sorununun bundan sonra açıkça Soğuk Savaş şartları çerçevesinde yönetileceğinin işaret fişeği olmuştu.

Rusya ve Çin, ABD ve müttefiklerinin “Suriye’de akan kan sızlayan vicdan” söylemine inanmış rolü oynamayı Annan planı sabote edilinceye kadar sürdürmüş, o zamana kadar Batılılarla birlikte çözüm ortaklığı politikası izlemişti.

Ancak Türkiye, Katar ve Suudi Arabistan’ın Suriye içerisine militan ve silah göndererek Annan planını baltalaması ve Amerika’nın da 2012 yılının Nisan ayı ortalarından itibaren kiralık devrimcilerle Suriye’de devrim projesinde liderlik yapmaya başlaması uluslar arası, alanda çözüm ortaklığı anlayışının bitmesine ve Soğuk Savaş şartlarının oluşmasına sebep oldu.

18 Temmuz’dan itibaren Suriye içerisinde Şam yönetimi ile kiralık devrimcilerin sıcak savaşı, uluslar arası alanda ise “Şam’ın Dostları” ile “kiralık devrimcilerin dostlarının” Soğuk Savaşı başladı.

Suriye ile ilgili olarak uluslar arası alanda başlatılacak yeni süreçlerin, Şam ile kiralık devrimcilerin savaşının sonucuna göre belirlenecek olmasından dolayıdır ki Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, 18 Temmuz sonrası savaşı “kader tayin edici savaş” olarak niteledi.

Yani artık iç kamuoyunda bile alaycı bir tebessümle karşılanan “Suriye’de akan kan sızlayan vicdan” söylemi, Suriye’de çok uluslu devrim projesinin yumuşak güç silahı olmaktan çoktan çıkmış bulunuyor.

Devrimden sonra açılacak Suriye inşaat ihalelerinin ve pazarının hayaliyle[2] Libyalı, Tunuslu, Kuveytli, Suudi Arabistanlı, Türkiyeli binlerce militanı Suriyelilerin yedeğine katarak oluşturdukları orduyla Suriye’nin altyapısını tahrip ettirenlerin Suriye’de akan kanın en büyük sorumlusu olduğu artık çok açık.

Rusya sürpriz bir çıkış yaparak Bahreyn meselesinin BM Güvenlik Konseyi’ne getirilmesi önerisinde bulundu.[3] ABD, İngiltere ve Fransa’nın muhalefeti sebebiyle bu öneri, 8 Ağustos’taki Güvenlik Konseyi toplantısının gündemine gelmedi ise de Rusya’nın Suriye bağlamında oluşan Soğuk Savaşta nasıl bir mevzide durduğunu ortaya koymuş oldu.

İran Ulusal Güvenlik Yüksek Konseyi Genel Sekreteri Said Celili’nin Suriye, Lübnan ve Irak ziyaretlerinin hemen ardından 9 Ağustos’ta Tahran’da Suriye sorununun çözümü konusunda bir istişare toplantısı düzenlendi. Toplantıya katılan 30 ülkenin Suriye’deki sorunun Annan planı temelinde çözümünü desteklediği açıklandı.[4]

Uluslar arası alanda oluşan bu Soğuk Savaş kutuplaşmasının, içeride büyük bir temizlikle meşgul olan Şam yönetimini rahatlattığı söylenebilir. Çünkü 6 Haziran 2011’deki Cisr eş-Şugur olayından bu yana Suriye’de yaşananlar, “halkın barışçı gösterilerine karşı rejimin şiddet kullanması” klişesiyle izah edilemeyecek büyüklüğe ulaştı.

Öte yandan Şam yönetiminin başından beri dile getirdiği “dış destekli komplo” izahının artık bir komplo teorisi olmadığı açıkça görüldü. Dolayısıyla yeni Soğuk Savaş dengesinde “Şam’ın Dostları”nın “isyancıların dostları”na karşı tutumlarını bu verili durum üzerinden belirlemeye başlaması Şam’ın iç temizliğine verilen güçlü bir destek anlamına geliyor.

Uluslar arası alanda Soğuk Savaş, Suriye içerisinde ise bir iç savaş şartlarının hakim olduğu mevcut konjonktürde Suriye güvenlik güçlerinin birkaç hafta içerisinde Halep’teki yangını söndürüp tıpkı şu an Şam’da yaptığı gibi soğutma çalışmalarına başlayacak olması hiç de ihtimal dışı bir senaryo olarak gözükmüyor.

Elbette 900 kilometrelik sınırıyla Türkiye’nin Amerika, Suudi Arabistan ve Katarlı ortaklarıyla Suriye’deki teröre destek vermeyi sürdürmesi durumunda Şam yönetiminin ülkedeki yangını tamamen söndürüleceğini söylemek çok gerçekçi değil. Ancak büyük kentlerde isyancıların alan hakimiyetine son vermesi durumunda sınır bölgelerinin kontrolüne ağırlık verecek olan Şam yönetimi açısından mevcut “devrim sürecinin” bir terörle mücadele sürecine dönüştürülmesi son derece mümkün.

Devrim sürecinin terörle mücadele sürecine dönüştürülebilmesi, Şam yönetimi açısından sürdürülebilir bir durum yaratırken özellikle Türkiye açısından hiç de tahammül edilebilir olmayan güvenlik sorunları yaratacağı ortadadır. Çünkü

1- 2011’de Suriye’de bir insani facia görüntüsü vererek sorununu uluslar arası bir krize dönüştürmek için mülteci projesi hazırlayan Türkiye’nin, en önemli tarafı olduğu Suriye iç savaşından kaçıp kendisine sığınan on binlerce Suriyeliye bakmak zorunda kalacağını söylemek mümkün.

2- Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar’ın kiralık devrimciler aracılığıyla yürüttüğü vekalet savaşına başkanlık seçimlerinin siyasal şartlarında gönülsüz olarak katılan Washington’daki Demokrat yönetimin seçimlerden zaferle çıkması durumunda bu vekalet savaşına yaptığı liderlikten istifa etmesi kuvvetle muhtemel gözüküyor.

3- Kentlerdeki isyancıların alan hakimiyetine son veren Suriye’nin Lübnan, Irak ve Ürdün sınırında tam kontrolü sağlayıp Türkiye sınırının güvenliğini PYD ile paylaşması ve bunu da ülkede gerçekleştirilen reformlar ve Kürt haklarının iadesi çerçevesinde yapması, Suriye’ye bir tampon bölge kazandırırken Türkiye açsısından bir güvenlik riski yaratacağı söylenebilir.

Gözüken o ki kiralık devrimciler üzerinden yürütülen vekalet savaşı “Suriye’nin Dostları” açısından son durak. Bu devrimin başarıya ulaşamaması durumunda bu durakta inecek olan ABD, Katar, Fransa ve Suudi Arabistan’ın taşıması gereken yük çok az.

Ankara da bunun son durak olduğunu ve bütün enkazın ve yükün kendisine taşıttırılacağını bildiği için bu kadar gergin; ancak Ankara yönünü kendisini bölgesine taşıyacak alternatif yola çevirmek yerine hala Tahran’a ve Bağdat’a haddini bildirmeye çalışarak köprüden önceki son çıkışı da kaçırmakta kararlı gözüküyor.


[1] http://www.ydh.com.tr/YD332_18-temmuz-saldirisi-ve-suriyede-cok-uluslu-savas.html

[2] http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetayV3&ArticleID=1086780&CategoryID=77

[3] http://www.irna.ir/News/80268171/پیشنهاد-غافلگیركننده-روس-ها-درباره-بحرین-در-جلسه-شورای-امنیت/خارجي/

[4] http://www.farsnews.com/newstext.php?nn=13910519000685

Kaynak: http://www.ydh.com.tr/YD333_kiralik-devrimciler-uzerinden-vekalet-savasi-ve-suriyede-soguk-savas-dengesi.html

Financial Times: Türkiye'nin kâbusu gerçeğe dönüşüyor
10 AĞUSTOS 2012



Financial Times'ın baş yazılarından biri, ''Türkiye'nin kabusu'' diyor.

Gazete, Suriye'deki parçalanmanın Türk toplumundaki fay hatlarını ortaya çıkardığı inancında.

Financial Times'ın deyimiyle Türkiye'nin gözleri önünde en derin korkuları gerçeğe dönüşüyor.

Suriye'nin kuzey doğusunda kent ve kasabalarda kontrolü devralan Kürtler ile komşu Irak Kürdistan'ın gevşek bir federasyon dahilinde ortaya yeni bir özerk Kürt bölgesi çıkartabileceğini yazan Financial Times, bu ihtimali Türkiye'de yerleşik düzenin bir hayatî tehdid olarak gördüğünü belirtiyor.

PKK'nın bu durumdan istifade ettiğini düşünen gazete, örgütün artık genelde olduğu gibi yer yer dağınık saldırılar yerine Türk ordusuna kalabalık gruplar halinde baskınlar düzenlemeye başladığını söylüyor.

Financial Times, Suriye'deki krizin derinleşmesini engellemek konusunda Türkiye'nin elinden çok az şeyin gelebileceğini belirtiyor.
Başbakan Erdoğan'ın Suriye'nin kuzeyine sınır ötesi harekat düzenleyebileceklerini ima ettiğini, fakat sürekliliği olan bir askeri operasyona kimsenin sıcak bakmadığını yazıyor.

Gazete, Türkiye'nin Iraklı Kürtlerle dost olma politikasının da sonuç vermediğini, keza Suriyeli Kürtlerin oluşturduğu yeni koalisyonun arabuluculuğunu bizzat Mesud Barzani'nin yaptığını kaydediyor.

haber1001

ABDÜLLATİF ŞENER: "ERDOĞAN BÜYÜK İSRAİL İÇİN ÇALIŞIYOR"
13 Ağustos 2012



ERDOĞAN İSRAİL'LE AYNI SAFTA

TP Genel Başkanı Abdüllatif Şener,Suriye olaylarının arkasında büyük İsrail'in kurulması olduğunu savundu.

Türkiye Partisi (TP) Genel Başkanı Abdüllatif Şener, Suriye olaylarının arkasında büyük İsrail'in kurulması olduğunu belirterek, "Bugün Erdoğan, Suriye konusunda Mossad ve İsrail ile aynı safta mücadele ediyor. İlk günden itibaren eli silahlı çeteler hükümetin desteğiyle silahlanıyor" dedi.

"Suriye’de yaşanan olayların özünde mevcut siyasi iktidarı değiştirme çabası yoktur.

Suriye'de yaşanan olayların özünde,Suriye'yi parçalama,Hizbullah’ı bitirme,Hamas’ı tasfiye etme vardır.
Suriye olayların nedeni,büyük İsrail’i kurma hedefi vardır.
Suriye,paramparça olmuştur,ama Türkiye bazı çevrelerin olayı yanlış algılayabilmesini sağlayabilmek için Başbakan Erdoğan,olayın yönetim değişikli gibi anlaşılmasına yönelik konuşmalar yapmaya başlamıştır.
İşin ilk günden itibaren maksadı bu değildir.
İsrail’in istediği,batılı merkezlerinde istediği yönetim değişikliği değildir.
Suriye’nin parçalanması büyük İsrail’in kurulmasıdır.Lübnan’daki Hizbullah’ın bitirilmesidir."

"SURİYE'Yİ PARÇALAYIP BÜYÜK İSRAİL'İ KURMAK İSTİYORLAR"

TP lideri Abdüllatif Şener, Konya'da partisinin iftar yemeğine katıldı. İftar yemeği öncesi parti il binasında basın toplantısı düzenleyen Şener, Suriye'de yaşanan olaylara değindi. Suriye'deki olayların hedefinde yönetim değişikliği olmadığını savunan Şener, şunları söyledi: "Suriye'de yaşanan olayların özünde mevcut siyasi iktidarı değiştirme çabası yoktur. Suriye'de yaşanan olayların özünde, Suriye'yi parçalama, Hizbullah'ı bitirme, Hamas'ı tavsiye etme vardır. Suriye olayların nedeni, büyük İsrail'i kurma hedefi vardır. Suriye, paramparça olmuştur, ama Türkiye bazı çevrelerin olayı yanlış algılayabilmesini sağlayabilmek için Başbakan Erdoğan, olayın yönetim değişikli gibi anlaşılmasına yönelik konuşmalar yapmaya başlamıştır. İşin ilk günden itibaren maksadı bu değildir. İsrail'in istediği, batılı merkezlerinde istediği yönetim değişikliği değildir. Suriye'nin parçalanması büyük İsrail?in kurulmasıdır. Lübnan'daki Hizbullah'ın bitirilmesidir."

"HEDEF HİZBULLAH'I BİTİRMEK"

Abdüllatif Şener, "1948 yılından yani İsrail'in kurulduğu tarihten bugüne kadar, İsrail tek bir mağlubiyet yaşamıştır, oda Lübnan'daki, Hizbullah'tır . Hizbullah'ı bitirmek için Lübnan'a girmiştir. Büyük bir askeri güçle havadan, karadan saldırmış ve günler süren çatışma sonucunda İsrail, bin 200 kayıp vererek 2006 yılında Lübnan'ın terk etmiştir. İsrail'i Hizbullah'ın saldırılardan korumak içinde BM Lübnan sınırları tampon bölge oluşturmuş ve asker koymuştur. Bu askerin içinde Türk askerinin ne işi var? Başbakan o günden beri, 'bu bir sembolik, 1 yıl gibi kısa bir süre kalacak' demiştir. Bu üslup içinde de meclis desteği sağlamıştır. Ama halen İsrail'i, Hizbullah'tan kurtarmak için askeri ara bölge varlığını sürdürüyor ve Türk askeri hala oradadır" diye konuştu.

"ERDOĞAN, MOSSAD İLE AYNI SAFTA"

Suriye'deki bu karışık ortamda İsrail'in mesafa alacağını kaydeden Şener, şunları söyledi: "İsrail'in yol mesafe alması içinde ortaya çıkmasına gerek yok. Gizli gizli Mossad ajanları, muhalifleri destekler şekilde bütün sabotajlar yerini alıyor. Bugün Erdoğan, Suriye konusunda Mossad ve İsrail ile aynı safta mücadele ediyor. İlk günden itibaren eli silahlı çeteler, hükümetin desteğiyle silahlanıyor. İsrail ve batılı merkezlerin ileri karakolu sayın Erdoğan bir, Katar iki, El Cezire televizyonu üç. El Cezire'de maşallah bütün Arap ülkelerinde karıştırmak için elinden geleni yapıyor. Bu senaryonun anlaşılmaz yönü yok."

"HANİ SIFIR SORUNDU?"

Ak parti hükümetinin 'sıfır sorun' şeklinde dış politikasının olduğunu hatırlatan Şener, "Suriye'de durum ortada. Irak yönetimiyle kanlı bıçaklı olan bu iktidar, İran'la kavgalı hale gelen bu iktidar. Rusya ile problemli hale gelen bu, iktidar. Hani nerde sıfır sorun? Birkaç gündür İran aleyhine karşılıklı demeçlerle devam ediyor süreç. Zaten İran?ın füzelerinden, İsrail'i kurtarmak için füze kalkanını yerleştiren sayın Erdoğan. Bu politikalarının anlaşılmaz yanı yoktur. Bu süreç, Türkiye'nin birlik ve bütünlüğünü tehdit eder nitelikler kazandığı halde, sınırlarımızdaki problemler, komşu ülkelerdeki parçalanmalar, bölünmeler en fazla Türkiye tehdit ettiği halde, Türkiye'nin parçalanmasına, bölünmesine yol açacak süreci tetikleyeceği halde, Türkiye yönetenler ve mevcut iktidar ve mevcut başbakan sayın Erdoğan niçin komşu ülkeleri parçalamaya çalışıyor" dedi.

Abdüllatif Şener: "Suriye'de yaşanan olayların özünde, Suriye'yi parçalama, Hizbullah’ı bitirme, Hamas’ı tasfiye etme vardır."

"Suriye’de yaşanan olayların özünde mevcut siyasi iktidarı değiştirme çabası yoktur. Suriye'de yaşanan olayların özünde, Suriye'yi parçalama, Hizbullah’ı bitirme, Hamas’ı tasfiye etme vardır. Suriye olayların nedeni, büyük İsrail’i kurma hedefi vardır.

Suriye, paramparça olmuştur, ama Türkiye bazı çevrelerin olayı yanlış algılayabilmesini sağlayabilmek için Başbakan Erdoğan, olayın yönetim değişikli gibi anlaşılmasına yönelik konuşmalar yapmaya başlamıştır.
İşin ilk günden itibaren maksadı bu değildir.

İsrail’in istediği, batılı merkezlerinde istediği yönetim değişikliği değildir.
Suriye’nin parçalanması büyük İsrail’in kurulmasıdır. Lübnan’daki Hizbullah’ın bitirilmesidir." dedi.

Kaynak: http://www.gorelesol.com/haber/haber_detay.asp?haberID=11574








_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Çrş Eyl 26, 2012 10:53 pm tarihinde değiştirildi, toplam 4 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Çrş Ağu 15, 2012 10:16 pm    Mesaj konusu: “Türkiye’nin tutuşturduğu ateş kendini de yakacak” Alıntıyla Cevap Gönder

“Türkiye’nin tutuşturduğu ateş kendini de yakacak”
13-08-2012



YDH-Suriyeli siyaset bilimci Bessam Ebu Abdullah, Türkiye’nin Suriye’nin iç işlerine müdahale ederek ABD çıkarlarına ve Büyük Ortadoğu Projesi’ne hizmet ettiğini; ancak bunun zararını Türkiye’nin de göreceğini söyledi.

Şam Üniversitesi Siyaset Bilimi Öğretim Üyesi Bessam Ebu Abdullah, el-Alem televizyonuna verdiği demecinde Türkiye halkının Başbakan Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun Suriye’nin iç işlerine müdahale eden politikalarına destek vermediğini belirterek Ankara’nın Suriye politikasının milli bir politika olmadığını söyledi.

Suriye bunalımının üstünden 17 ay geçmesine rağmen Türkiye kamuoyunun Suriye’nin iç işlerine karışılmasına ve Suriye’ye müdahale edilmesine karşı çıktığını hatırlatan Ebu Abdullah, “Türkiye, Suriye sınırını militanların eğitildiği bir üs haline getirerek, Antakya havaalanına uçaklarla militan taşıyarak hangi faydayı sağlıyor. Bunların Türkiye’nin ulusal çıkarlarına ve Suriye’deki reformlara ne faydası var?” dedi.

İncirlik’ten otobüslerle Suriye içerisine silahlı militan taşındığına Türk vatandaşlarının da tanık olduğunu belirten Bessam Ebu Abdullah, “Türkiye’nin komşu ülkeleriyle ilişkilerine baktığımızda Türk Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun demokrasi konusunda ikiyüzlü bir politika izlediğini görüyoruz. Çünkü Türkiye demokrasinin yerleşmesi bahanesiyle demokrasiden eser olmayan ülkelerle Suriye’ye karşı ittifak kurmuştur” dedi.

Suriye’nin ise Türkiye ile ilişkilerini iki halkın ilişkisi olarak gördüğü için Türkiye’ye karşı sabırlı ve tahammülü davrandığını belirterek “Suriye hükümeti Erdoğan’ın gidici, Türkiye ve Suriye halklarının iyi ilişkisinin ise kalıcı olduğunu bildiği için bu özverili tutumunda ısrar ediyor” diye konuştu.

Erdoğan’ın politikalarının Türkiye’yi bölgede etkisiz ve küçük bir ülke haline getirdiğini savunan Ebu Abdullah, “Amerikan çıkarları doğrultusunda izlenen bu politika, Türkiye’yi Suriye ile, Irak’la, İran’la hatta Rusya ile sorunlu hale getirdi. Artık herkes, bu hükümetin politikalarının Türk halkının çıkarlarına değil, yalnızca Amerikan ve İsrail çıkarlarına olduğunu anladı.

Türkiye’nin bölgeye yönelik bölücü ve yıkıcı politikaları, bölgede yangına sebep olmaktadır bu yangın Türkiye’nin de eteğini tutuşturacaktır; çünkü bu ülkenin toplumsal yapısı da komşularınınkine benzemektedir” dedi.

Kaynak: http://www.ydh.com.tr/

Özgür Suriye Ordusu'nu yakından tanıyalım
Cüneyt Özdemir
15.08.2012



Suriye'den gelen görüntülere baktığımızda 'Kim bu insanlar, Özgür Suriye Ordusu dedikleri bu mudur?' sorusu aklımıza takılıyor.

Geçen gün internette yayımlanan bir videoyu izledim. Umarım siz izlememişsinizdir! Olay Suriye’de geçiyor. Eylemciler bir postaneyi ele geçirmişler. Postanede çalışan resmi devlet memurlarını 6 katlı binanın çatısından aşağı atıyorlar. Etrafta toplanmış halktan zafer çığlıkları kopuyor. İnanın uzun zamandır böyle bir vahşete denk gelmedim. Postanede çalışan memurlardan bahsediyorum, yanlış anlaşılmasın. Asker filan değil... Bu iki videoyu seyrettiğimde “Acaba büyük bir dezenformasyonla mı karşı karşıyayız?” diye sormaktan kendimi alamadım.

Bugüne kadar dünyanın farklı köşelerindeki savaşları takip ettim, inanın böylesine vahşeti hiçbir savaşta görmedim.

Emin olmak için bölgede görev yapan Türkiye’nin en iyi savaş muhabiri arkadaşım Sebati Karakurt’u aradım. Sebati Karakurt, Hürriyet adına Halep’te 5 gün geçirdi. Sebati ile tanışıklığımız 1996 yılına kadar gider. İlk kez Beyrut’ta İsrail-Hizbullah savaşını izlerken tanışmıştık. Yıllarca aynı binada görev yapsak da o günden bugüne kendisiyle daha çok savaş bölgelerinde görüşüyoruz. Bağdat düştüğü günlerde Irak’ta haftalarca beraber haber peşinde koştuk.

Telefonu açtığımda Suriye sınırından geçmiş, Gaziantep’ten İstanbul’a dönüyordu. İnternetteki görüntülerden bahsedip “Sence bu görüntüler gerçek olabilir mi?” diye sordum. “Mümkündür...” dedi. “Ben gözümle görmedim ama bu izlediğin görüntüleri yapacaklarını söyleyen çok kişinin sözlerini kulaklarımla duydum” diye ekledi.

Radikal dincisinden psikopatına yok yok

Sebati’ye ikinci sorum “Peki kim bu insanlar, Özgür Suriye Ordusu dedikleri bu mudur?” oldu.

Sebati’nin gözlemlerine dayanarak verdiği cevap ilginçti. “Evet, bu... Aralarında canla başla savaşan Türkmenler var. Rocker’lar var. Kolları ciletlenerek çizik çizik psikopat hapçılar var. Hayatta hiçbir şey olamayıp 8 yıl hapiste kalan dünün mahkûmu bugünün savaşçıları var. Radikal İslamcılar var. Kendilerini El Kaideci olarak tanıtanlar var. Yağmacılar var. Gördüğü ilk Alevinin ‘gırtlağını keseceğim’ diyen de var. Rejim yıkıldıktan sonra özgür bir ülke düşleyen de var.”

Biz genelde Özgür Suriye Ordusu denince İstanbul ya da Paris’te 5 yıldızlı otellerde bir araya gelen saygın Suriyeli muhalifleri gözümüzde canlandırıyoruz ancak sokaktaki hava işte bu. Sebati Karakurt Halep’ten, Özgür Suriye Ordusu’nun göbeğinden bildiriyor.

Suriye rejimi ve Esad günün birinde devrilir belki ama sonrasında ne olacak kısmı da çok net değil. Sebati ile konuştuğumda beni en çok etkileyen, artık bu savaşın geri dönüşü olmayan bir yola girdiğini anlattığı anlar oldu. Bugüne kadar Suriye’de hiçbir devlet kurumunda Alevilerin karşısında şansı olmayan Sünni gruplar savaş cephesinin ön saflarında bir varoluş mücadelesine tutuşmuşlar.

Anlaşılan o ki yarın hesaplaşma sadece Esad ile değil Suriye’deki devletin kendisi ile de olacak. Postanede çalışan memurların 6 katlı binaların damlarından atıldığı görüntüler gerçek mi ya da bu hesaplaşmanın ilk işaret fişeği mi hâlâ emin değilim.

Emin olduğum şey, bazıları artık Türkiye’de bu tür gerçekleri duymak bile istemiyor.

(..)

Kaynak: DipnotTV

Çin: 'Suriye'deki kriz Türkiye dahil birçok ülkeye sıçrayacak'



Çin Komünist Partisi’nin yayın organında Suriye’ye yönelik emperyalist müdahalelerin Ortadoğu’da doğuracağı olası sonuçlara işaret eden bir yazı yayınlandı. Gazete, ABD’nin Suriye’ye dönük müdahalelerinin, Türkiye dahil olmak üzere Ortadoğu’da birçok bölge devletini kaosa sürükleyeceği ifade edildi.

Çin Komünist Partisi’nin yayın organı Halkın Günlüğü isimli gazetede çıkan “Ortadoğu’da Pandora’nın kutusunu tekrar açma” başlıklı yazıda, Suriye Pandora’nın Kutusu’na benzetilirken, Suriye’nin parçalanması durumunda aralarında Türkiye’nin de bulunduğu bölge ülkelerinin ciddi bir kaosa sürükleneceği ifade edildi.

Amerika Birleşik Devletler’in dokuz sene önce Irak’ı işgal etmesiyle birlikte Pandora’nın Kutusu’nun açıldığını ve etnik ve mezhepsel çatışmaların tetiklendiğini belirten gazete, şimdi de başka bir "kötülük kutusu"nun Suriye’de açılmak üzere olduğunu kaydetti.

ABD’nin Suriye krizini hiç zaman kaybetmeden kendi jeopolitik çıkarları doğrultusunda kullandığına dikkat çeken gazete, “ABD’nin değişmez hedefi, Suriye rejimini değiştirerek Suriye-İran ittifakını kırmak ve Ortadoğu’daki liderlik rolünü sürdürmek” yorumunda bulundu.

"ABD bunu Soğuk Savaş’tan beri yapıyor"

ABD’nin, bağımsız ülkelerin rejimlerini dışarıdan müdahalelerle değiştirmeyi Soğuk Savaş’tan bu yana alışkanlık haline getirdiğini belirten gazete, şu anda sürecin Suriye halkları açısından acımasızca işlediği ve sonucun ülke ve dünya barışı açısından felaket olacağı değerlendirmesinde bulundu.

Gazete, Esad rejimine karşı mücadele eden muhalif güçlerin dışarıdan aldıkları destekler sayesinde azda olsa başarı sağladıkları belirtildi muhalif güçlerin, 100 parçaya bölünmüş ve lidersiz olduklarını ifade eden gazete, Suriye’deki savaşın uzun süreceği yorumunda bulundu.

Gazete, Beşar Esad’ın kendi isteği ile çekilmesi durumunda bile, kendi çıkarları için mücadele eden çeşitli gruplar yüzünden, Suriye’nin parçalanacağı değerlendirmesinde bulundu.

"ABD için seçim zamanı"

Suriye’nin etrafının barut fıçılarıyla kaplı olduğunu ifade eden gazete, İsrail’e ek olarak Lübnan, Ürdün, Irak ve Türkiye gibi ülkelerin Şiiler, Sünniler, ve Kürtler arasındaki örtülü çelişkilerle karşı karşıya geleceğini vurguladı. Suriye’deki çatışmaların kaçınılmaz olarak daha geniş bir bölgesel krize neden olacağını söyleyen gazete, yaşanacak gelişmelerin Birleşik Devletler’in çıkarlarına uygun bir şekilde gelişmeyeceğini ve ABD’nin bölgede bataklığa saplanacağını savundu. Suriye’nin ne Mısır’a ne de Libya’ya benzediğini vurgulayan gazete, ABD’nin zor bir seçim aşamasında olduğunu ifade etti.

Suriye Arap Haber Ajansı

'Türkiye'nin Kürtleri-Şiddet dolu bir dönem'
17 AĞUSTOS 2012

Economist dergisi, bugün piyasaya çıkan sayısında 'Türkiye'nin Kürtleri-Şiddet dolu bir dönem' başlıklı bir makaleyle, son dönemde artan PKK saldırılarını değerlendiriyor.

PKK'nın Tunceli'de CHP milletvekili Hüseyin Aygün'ü kaçırıp, 48 saat sonra serbest bıraktığını hatırlatan dergi, Aygün'ün serbest bırakıldıktan sonra, kendisini kaçıran PKK militanlarının barış arzusundan bahsettiğini aktarıyor ve şöyle devam ediyor;

"Ama PKK'nın gündeminde barış varmış gibi görünmüyor. Örgüt, geçen ay boyunca şiddet eylemlerini arttırdı. Şemdinli yakınlarındaki bir dağda iki hafta boyunca orduyla çatıştı. Foça'da iki asker öldü. PKK saldırısı haberi duyulmayan gün neredeyse geçmiyor. Terör eylemlerindeki artış, daha sonra otonomiye razı olacağını ilan eden PKK'nın 28 yıllık silahlı bağımsızlık mücadelesinin başlamasının yıldönümü olan 15 Ağustos'la bağlantılı olabilir. Ama Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, suçu Suriye Cumhurbaşkanı Beşar Esad'a yüklüyor. Erdoğan, Beşar Esad'ın, 1998'de Türkiye'nin savaş tehdidi üzerine babası Hafız Esad'ın kestiği PKK'ya desteği, yeniden vermeye başladığını söylüyor. Erdoğan'ı eleştirenlerse, suçun kendisinde olduğu yanıtını veriyor. Türkiye'nin Suriye'deki isyancılara verdiği sıkı destek, Esad'ın yanı sıra birkaç PKK kampına ev sahipliği yapan İran'ın da düşmanlığını kazandırdı."

'Suriye'deki Kürt oluşumundan korku aşırı'

Beşar Esad'ın Kürtler'in çoğunlukta olduğu bölgelerin denetimini bıraktığını söyleyen dergi, bu durumun Türkiye'nin sınıra daha fazla asker kaydırmasına yol açtığını belirtiyor. PKK bağlantılı Demokratik Birlik Partisi PYD'nin vakit geçirmeden bölgede denetimi ele aldığı belirten Economist, hükümet binalarına Kürt bayrakları ve hapisteki PKK lideri Abdullah Öcalan'ın posterlerinin asıldığını söylüyor. Dergi şöyle devam ediyor;
"Ama yine de, Suriye'de PKK yönetimindeki, yarı bağımsız bir Kürt devletinin Türkiye topraklarını yutacağı korkusu aşırı. Suriye'de sayıları 3 milyon kadar olduğu düşünülen Kürtler ülke geneline yayılmış halde. Çoğunluktaki Sünni Araplar da, büyük olasılıkla bölgesel özerklik taleplerine izin vermeyecektir. Ayrıca Türkiye, PYD ve rakipleri arasındaki anlaşmanın arabuluculuğunu yapan Iraklı Kürt lider Mesud Barzani'yle yakınlaşıyor. Barzani Türkiye'yle bu yeni ittifakını korumaya istekli. Özellikle de Iraklı Kürtler'in büyük petrol zenginliğinin tek çıkış noktası Türkiye olduğu için. Geçen ay Türk tankerleri petrol taşımaya başladı ve Irak'ın Şii Başbakanı Nuri el Maliki Türkiye'yi Kürt ayrılıkçılığını teşvik etmekle suçladı."

Dergi ticari bağların geliştiği bir ortamda, Türkiye ve Iraklı Kürtler arasında gayriresmi bir konfederasyondan gidirek daha sık bahsedildiğini, hatta Erdoğan'ın Irak'ın olası bir saldırısı durumunda Türkiye'nin kendilerini savunacağına dair kişisel garantiler verdiğini belirtiyor.
BBCT

Suriye İmtihanı
Prof. Dr. Mehmet YUVA
17 Ağustos 2012



Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez, Kandil gecesi Camii minberini taraflı siyasete alet etmiştir. Türk halkının ödediği parayla geçinen sayın Görmez, Türkiye halkının Suriye hassasiyetinede saygısızlık yapmıştır. Bütün kamuoyu yoklamaları göstermiştir ki, Türkiye halkının ezici çoğunluğu AKP iktidarının Suriye politikalarını onaylamamaktadır. Buna rağmen, mübarek Kandil gecesinde toplanan cemaatin dini duygularını dünyevi maslahatlarınıza istismar etmeniz iyi niyet mahsulü olamaz. Mesele Suriye olunca çok iyi gören bu Başkan, Irak, Afganistan, Pakistan, Libya, Somali topraklarında binlerce insan, camii, medrese ABD’li coniler ve onun beslemesi dinidar eşkiyaları tarafından yok edilirken, görme yeteneğini ve vicadanını harekete geçirecek İslam terbiyesinden yoksun kalabilmektedir. Bu katliamları yapan, tecavüzcü, Camiiye postallarıyla giren Atlantik ötesi eşkiyalar için evlerine ve ailelerine kavuşmaları için dua eden sayın Erdoğan’ı bir “din” temsilcisi olarak ikaz edememektedir. Resul-I Ekrem efendimiz “birgün gelecek İslamın sadece ismi Müslümanın sadece cismi kalacaktır.” demişti. Başkan Görmez kullandığı üsluba ve temsil ettiği makamın hassasiyetine dikkat etmekle mükelleftir. Bu imtihanı Sırat köprüsünün üzerinden geçecek kadar hayatidir. Herkesin bir planı ve projesi olabilir. Görmez’in unutmaması gereken husus, Yüce Rabbimizin de bir planı ve projesinin olduğudur.

İskenderunlu yerel bir gazetecimizin meşhur tabiri ile: “bazı gazeteciler bir numara dar ayakabı gibi sürekli arkadan vurur”. Bizim gazetecilerimizin yarattığı bilgi kirliliği ve tahribat dar ayakabı gibi topuktan değil direkt kalbi ve beyni vuruyor.

Türk basının yalakalığı, bayalığı, ikiyüzlülüğü, yalan haberleri üniversitelerde özel olarak okutulmalı ve muhakkak okutulacaktır. Yandaş basının, köşe kapmış cahil kalemşörlerin ve özel görevli tetikçilerin yalan, iftira, karalama ve hedef gösterme örnekleri üzerine daha önceki makalelerimde yer vermiştim.

Halep artık “özgür”. Halep “düştü” bilgisini alan bizim medya mensupları cümbür cemaat Halep yolunu tuttu. “Kurtarılmış” Halep’i yakınen görmek bu tarihi olaya şahit olmak için yol geçen han konumunda olan sınırı kaçakçılar gibi “kaçak” geçtiler. Halep-Türkiye sınırı arasında kalan bölgeye musallat olup “kurtarılmış tampon bölge” oluşturma projesini yerinde analiz etmek için yola koyuldular. Halep’in düşmesine şahit olamadılar ama az kalsın niyazi oluyorlardı. Kapağı zor bela Türkiye’ye attılar. Askeri staretejist Egemen Bağış yaralanan gazeteciyi ziyaretindedahiliğini göstermiş: “gazeteciler askeri eğitim almalı” demiş. Gazetecilerimiz Halep’in kurtuluşunu kutlayamadılar ama “muhalefetin” ortaya koyduğu vahşeti yakından tanıma fırsatı bulmuşlar. TV ekranlarında ilk kez “muhalefetin” korkunç eylemlerini anlatıyorlar. Günaydın diyelim. Milyonlarca Sünni, Alevi, Hiristiyan, Arap, Kürt, Türkmen, Ermeni Halepli Suriye devletini destekleyen mitingler organize ettiler. Bu sebeple, “muhalefet” Haleplileri sevmez. Halep, eşkiyaların “sen bize destek vermezsen bizde yıkımı sana getiririz” tehdidine maruz kalmıştı. Abu-Abdo adındaki bir Haleplinin el-Cezire televizyonuna telefonla bağlanarak “…84 yaşındaki abu-Abdo’nunki kalkarsa Halep kalkar” demesi bardağı taşıran damla oldu. Halepi cezalandırmak istediler. Lakin, Hz. İbrahimin “kutsal” beyaz ineği Şahba’yı sağdığı (Halabu) yer anlamında olan kültürler, ırklar ve dinler arası hoşgörü merkezi olan Halep veya Halab-u el-Şahba buna prim vermedi.

Mekkede toplanan anti-İslam kuvvetleri Suriye’nin üyeliğini askıya aldılar. Bu durum Abdullah Gül beyefendiyi hayli memnun etmiş. Suriye kabusları olmuş. Onunla yatıp onunla kalkıyorlar. Daha öncede Suriye’nin uzun uğraşıları sonucu kurulan Arap Birliği Örgütüde Suriye’nin üyeliğini dondurma kararı almıştı. Ne idiğü belli İslam İşbirliği Örgütünün başkanı İkmaleddin İhsanoğlu bu makama Suriye’nin inisiyatifi ile getirildiğini ve bunun için Suriye’ye methiyeler dizdiğini oturduğu yumuşak koltuk ve cebini dolduran dolarlarmı unutturdu. Ey dolar ve makam sen nelere kadirsin. İnsan geçinen mahlukların yüzündeki maskeyi indirmede ne kadar mahirsin.

70 düvele karşı direnen Suriye, tarihin şahit olduğu en çirkef en acımasız en vicdansız en gerici en bağnaz en yobaz ve en kanlı medya, iktisadi, psikolojik ve askeri bir müdahale yaşamaktadır. Buna rağmen, Suriye bir çok hesabı ve beklentiyi ters yüz ediyor. 70 düvel, dünyanın bir çok ülkesinden devşirilen modern (..) katil sürülerini Suriye’ye musallat etmeye çalışıyor. Katar ve Suudi Krallığının tahsis ettiği milyarlarca dolar, dünyanın en faal istihbarat kurumları, profesyonel suikastçılar ve bomba uzmanları, 24 saat Suriye odaklı yayın yapan onlarca medya kuruluşu, AKP iktidarının bir fiil içinde olduğu ve yaşanan savaşa benzin döken politikaları bölgemizi sadece daha çok kan daha çok acı ve gözyaşına boğmuştur. Suriye imtihanı çok çetrefelli olacaktır ve bu imtihan bir çok münafıkın yüzündeki maskeyide indirecektir.

Sebati Karakurt, Hürriyet adına Halep’te 5 gün geçirdi. “...Kolları ciletlenerek çizik çizik psikopat hapçılar var. Hayatta hiçbir şey olamayıp 8 yıl hapiste kalan dünün mahkûmu bugünün savaşçıları var. Radikal İslamcılar var. Kendilerini El Kaideci olarak tanıtanlar var. Yağmacılar var. Gördüğü ilk Alevinin ‘gırtlağını keseceğim’ diyen de var”. Daha önce defalarca “muhalefet” olarak pazarlanan bu şehir eşkiyalarını tanıtmaya çalıştık. Suriye muhibbilerinin propagandaları denildi. Halep’te postahane görevlilerini 6.cı kattan Allah-u Ekber nidalarıyla yere atanların, öldürdüklerini paramparça doğrayanların, cesetlerin derilerini yüzenlerin, bu katillerin “devrimlerin” yüz karası olduklarını söylediğimizde, bizi “Suriye ajanları”, “Esad’ın akrabaları” yalanlarıyla karalamaya çalıştılar.

“Özgürlük savaşçıları” olarak pazarladığınız bu kan emici vampirlerin Özgürlüğü, demokrasiyi, Allahı, Kur-anı namazı sadece bir araç olarak kullandıklarını, bunların orta-çağdan daha geri, karanlık güçler olduğunu , Suriye terazisi ile oynarsanız bütün bölgeyi kaosa sürüklersiniz, Suriye’yi mezhep ve etnik çatışmalara sokmanız Türkiye’nin egemenliğine dinamit koymakla eşdeğerdedir, Suriye bölünürse Türkiye bölünür dedik. Lokmalarını haram yiyen haramilerin en hakir ve en çirkef ithamlarına maruz kaldık. Kıblesi Waşington, Doha ve Riyad olanların Allahı ve vicdanı sadece dolar ve makamın değeri kadardır. Suriye vicdan ile cüzdanın kıyasıya mücadele ettiği saha olması bakımından da tarihi önemdedir.

Peki Suriye’de iktidarı elinde tutanların eleştirileceği konular yokmudur. Hiç şühesiz yığınladır ve her fırsatta bunlara işaret ettik. Lakin, ortaya muhalefet olarak çıkan güçler ve onları destekleyen kuvvetler Suriye rejimini sütten çıkmış ak kaşık yapmaktadır. Allah hiç bir ülkeye böyle muhalefet ve imtihan nasip etmesin.

http://www.guncelmeydan.com/

Gaziantep'te şiddetli patlama: 8 ölü
20 AĞUSTOS 2012

Gaziantep’in Şehitkamil ilçesinde akşam üzeri meydana gelen patlamada ölen ve yaralananlar olduğu haber veriliyor.
Türk medyasına yansıyan haberlere göre, patlama Karşıyaka Polis Merkezi yakınındaki otobüs durağında gerçekleşti.

Gaziantep Valisi Erdal Ata, patlamaya bomba yüklü bir aracın sebep olduğunu söyledi.

Ata, Anadolu Ajansı'na yaptığı açıklamada, en az 8 kişinin öldüğünü, 60'ın üzerinde yaralı olduğunu duyurdu.

Patlama nedeniyle durakta bulunan iki otobüsün alev aldığı, çok sayıda araç ve binanın hasar gördüğü belirtiliyor.

Yaralılar ambulanslarla hastanelere götürülürken, çevrede toplanan kalabalık bir grup “Kahrolsun PKK” sloganı atarak BDP binasını taşladı.
Gaziantep, Türkiye ile Suriye arasındaki ticaretin en yoğun olduğu Türk kenti olarak biliniyor.

2. Patlama Meydana Geldi
Gaziantep'te 2. patlama meydana geldi.
Patlamanın Yukarıbayır Mahallesinde meydana geldiği bildiriliyor.

BBCT-TRT

Bu Tipik Bir CIA-MOSSAD Operasyonudur! CIA Gazetecileri Suriye'yi Suçlayacaktır!
Banu AVAR
20 Ağustos 2012
banuavar@superonline.com



Aylardır Türkiye’yi operasyona ‘ikna’ etmeye çalısan küresel katiller, yönetimi çoktan avuçları içine aldılar ama Türk milletini ikna edemediler..

Güneydoğuya konuşlanmış tetikçiler şimdi iş başında!

Washington Enstitüsü Ramazan öncesi yol haritası vermişti:

‘Ramazan ayında Suriye ve Türkiye’de akacak kan Suriye’ye müdahale için ikna edici olur!’ demişti.. Küresel memur Soner Çağaptay Haziran ayındaki makalesinde önerileri sıralamıştı:

1) Ramazan ayında Suriye’deki batı beslemesi katiller daha fazla adam öldürmeliler!

2) El Kaide, Özgür Suriye Ordusu, Libya İslami Cihad gibi terror imalatçılarına PKK da katılmalıdır ve Türkiye’ye Suriye üzerinden saldırılar yapmalıdır!

3) PKK saldırıları doğrudan Esad’ın üzerine atılmalıdır.. Bu, Türk milletini, Esad’a karşı girilecek bir müdahaleye psikolojik olarak hazırlayacaktır.

4) Washington ilerde Suriye ile diplomatik temaslarını arttırabilir. Ama Türkiye’nin Suriye ile işi bitmiştir. Bu iki ülke sadece savaşabilir!

5) Yaz boyunca gerek Suriye’de gerekse Türkiye’de saldırılar yapılmalı şehitler gelmeli ve Esad suçlanmalı, Amerikan seçimleri sonrası Türkiye ABD NATO yardımıyla Suriye’ye dalmalıdır!

Küresel memurlar ve ağababaları, Suriye’nin içine düşürüldüğü durumu Türk milletinin ANLADIĞINI gördüler.. Küresel güç odakları, bağımsız bir ülkeyi , terör marifetiyle krize sokarak işe başladılar ve Suriye’den sonra İran, Türkiye, Rusya ve Çin’e kadar olan Avrasya çoğrafyasını adım adım çökertmek istiyorlar..

Bu savaşa kendileri girmek istemiyor, Türkiye’nin öncülüğünü tetikliyorlar...

Savaşa ikna olmayan Türk milletini PKK-Esad formulü ve artan kan operasyonlarıyla iknaya çalışacaklar! Böylece Türkiye, önce Suriye sonra İran’la savaşacak sonra tüm bölge kan kaybına uğrayacaktır.. Kaos bu küresel sırtlanlar için FIRSATTIR..

Gazi Antep ve Kahraman Maraş Halep’e kadar olan bölgenin uzandığı doğal coğrafyadır. CIA ve Mossad tetikçileri bu bölgeyi Filistin, Lübnan, Irak’da şahit olduğumuz saldırılarla kana boyama kararlılığını bu gece göstermişlerdir..

Bölge halkı yabancı ajan ve tetikçilere karşı kendini korumaya almalıdır!

http://www.guncelmeydan.com/

Ankara’nın mülteci aşkı kabusa dönerken
Alptekin DURSUNOĞLU
20/08/2012



Ankara’nın mülteci aşkı kabusa dönerkenSuriye savaşında binlerce gönüllü militan Batılı askerlerin yerine Suriye alt yapısını tahrip ediyor. Finansman Körfez ülkelerinden karşılanıyor, Hamaliye işlerini ise Türkiye yapıyor. 2011’de Şam'a 3 ay ömür biçen Ankara şimdilerde bu ömrü haftalara ıskonto ediyor; çünkü yükü giderek ağırlaşıyor o yüzden acelesi var.



Tarih 29 Nisan 2011. Çoğunluğunu kadın ve çocukların oluşturduğu 250 kişilik bir Suriyeli grubu, ellerinde Türk bayraklarıyla, Türkçe “Türkler gibi yaşamak istiyoruz, demokrasi istiyoruz” sloganları atarak Hatay’ın Yayladağı sınırındaki tel örgüleri aşarak Türkiye tarafına geçti.[1]

Dışişleri Bakanı Davutoğlu, Konya’daki gezisini yarıda keserek Ankara’ya döndü ve acilen “mülteci zirvesi” düzenledi.[2]

Suriye’deki huzursuzluğun sadece Ürdün sınırındaki Dera kentiyle sınırlı olduğu o tarihte yaşanan bu “mülteci akını”nın Türkiye’nin koordinasyonu ile gerçekleştirildiği yönündeki iddiaları ispatlayacak bir veriye şimdilik sahip değiliz. Ancak bu olayın “Suriye’de insani facia” görüntüsü oluşturmaya çalışanlara Ankara’nın sorunu uluslar arası boyuta taşımaya ne kadar hevesli olduğunu gösterdiğinden hiç şüphe yok.

Tarih 6 Haziran 2011: Türkiye sınırı yakınlarındaki Cisr eş-Şuğur kentinde 120 Suriyeli polis öldürüldü. Yarbay Hüseyin Harmuş, Suriye ordusundan ayrıldıktan sonra sığındığı Türkiye’de Cisr eş-Şuğur’da 120 Suriyeli polisi kendisinin öldürttüğünü açıkladı.[3]

Tarih 9 Haziran 2011: Suriye güvenlik güçlerinin Cisr eş-Şuğur kentindeki silahlı gruplara yönelik operasyon başlatmasıyla birlikte, Türkiye’ye 1.250 Suriyeli mülteci geldi. “Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın, 'kapıların kapanmayacağı’nı açıklarken yabancı gazetecilerin bölgeye ilgisini çekmeye çalışan hükümet, Dışişleri Bakanlığı Enformasyon Müdürlüğü aracılığıyla Yayladağı'nda “Basın Masası” oluşturdu. Nihayet “BM iyi niyet elçisi Angelina Jolie, Altınözü çadır kentinde mültecilerle bir araya getirilerek”[4] enformasyon operasyonu taçlandırıldı.

Türkiye, Suriye’deki çatışmaların ve buna bağlı olarak göçlerin artması “ihtimaline” karşılık üç aylık bir eylem planı hazırladı. Jandarma Genel Komutanlığı bölgeye ek birlik kaydırdı. Türk Silahlı Kuvvetleri'ne ait bir taburun sınır ötesinde mülteciler için güvenli bölge oluşturması gündeme alındı. Olası göç dalgası için 30 milyon TL ödenek ayrıldı. Ankara, Suriye'den 500 bin ile 1 milyon arası mültecinin gelmesini beklediğini açıkladı.[5]

Ankara’nın Suriye yönetimine biçtiği ömrü yansıtan 3 aylık eylem planında öngördüğünün aksine mülteci sayısı 9 binlerde kaldı. Tüm korkutmalara rağmen Suriye güvenlik güçlerinin Cisr eş-Şuğur’da güvenliği sağlamasından sonra Suriyeli mültecilerin yarıya yakını geri döndü. Başbakanlık Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı 19 Temmuz 2011 tarihli basın bülteninde Türkiye’ye gelen toplam Suriyeli mülteci sayısının 15 bin 731, geri dönüş yapanların ise 7 bin 440 olduğunu belirtti ve 19 Temmuz itibariyle Türkiye’deki Suriyeli mülteci sayısını 8 bin 273 olarak açıkladı.[6]

Suriye’de uluslar arası müdahaleyi zorunlu kılan bir “insani facia” tablosu resmetmek için en önemli araç mülteci transferiydi.

Türkiye’nin mültecilerle ilgili yaptığı 3 aylık eylem planı ve ABD, Fransa, Türkiye ve Katar’ın öncülüğünde kurulan Suriye Ulusal Konseyi adlı örgütün dönem başkanlığının 3 ayla sınırlandırılması, o dönemde Suriye yönetimine 3 aylık ömür biçildiği kanaatini güçlendiriyor.

Suriye yönetiminin 3 ay sonra devrileceği öngörüsüyle 500 bin ila 1 milyon mülteci bekleyen Ankara, Cisr eş-Şuğur sonrasındaki dönüşler sebebiyle hayal kırıklığına uğradıysa da 1 Nisan’daki Dostlar toplantısında kerhen kabul etmek zorunda kaldığı Annan planını sabote etmek için Urfa, Kilis ve İslayiye’ye kamplar kurarak yeniden mülteci duasına çıktı.

Katarlı ve Suudi Arabistanlı ortakları aracılığıyla sağladığı silah, para ve militan desteği sayesinde Annan planını sabote etmeyi başaran Ankara’nın duasının 18 Temmuz’dan sonra kabul edildiği gözüküyor.

18 Temmuz’dan sonra Suriye’deki iç savaşın doğrudan tarafı haline geldiğini gizleme ihtiyacı bile duymayan Ankara, mültecilerin sayısının 70 bine ulaşmasının[7] tedirginliğini yaşarken “Esed rejiminin birkaç haftalık ömrü kaldı”[8] kehanetine inanmak istiyor.

Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, "Türkiye tarafsız kalamazdı" klişesiyle Fransa'nın Birleşmiş Milletleri 30 Ağustos'ta olağanüstü toplantıya çağırmasına dikkat çekerek ve olası bir "uçuşa yasak bölge, ya da güvenlikli bölge"[9] umudunu diri tutarak artan mülteci sayısına yüklediği anlamı ortaya koyuyor.

Çin ve Rusya’nın tutumunda hiçbir değişiklik emaresi olmadığı ortadayken 30 Ağustos’taki BM Güvenlik Konseyi toplantısına bağlanan umutların da söneceğini kestirmek kehanet olarak gözükmüyor.

Kaldı ki Suriye konusundaki söylemlerinin aksine eylemleriyle hiç de Ankara’nın beklentilerine cevap vermeyen “Batılı Dostların” Suriye’ye askeri müdahale gibi bir hevesi de, acelesi de yok.

Çünkü 18 Temmuz’da Suriye için tasarlanan devrim planı başarısız oldu; ancak süreç artık bir yıpratma savaşına dönüştü.

Bu yıpratma savaşında binlerce gönüllü ve kiralık militan Batılı askerlerin yerine Suriye alt yapısını tahrip ediyor. Bu yıpratma savaşının finansmanı Körfez ülkelerinden karşılanıyor, Hamaliye işlerini ise Türkiye yapıyor.

Şu an için sadece militanlara istihbarat desteği vermekle yetinen “Batılı Dostların” “güvenli bölge” oluşturmak için ne kendi askerini riske atmaya ve ne savaş masrafına girmeye niyeti var.

Batılı Dostlar, arenaya saldıkları gladyatörlerinin savaşını tribünlerden izleyerek ve diplomasi kürsülerinden tezahürat yaparak Suriye’nin tahrip edilmesinin zevkini çıkarmayı tercih ediyor/edecek.

2011’de Şam yönetimine 3 ay ömür biçen Türkiye şimdilerde bu ömrü haftalara ıskonto ediyor; çünkü yükü giderek ağırlaşıyor o yüzden acelesi var.






[1]http://www.sabah.com.tr/Dunya/2011/04/30/250-kisi-turkiyeye-sigindi

[2]http://haber.gazetevatan.com/suriyedeki-kriz-sinirimiza-dayandi/374269/1/Haber

[3]http://www.timeturk.com/tr/2011/06/11/suriyeli-askerleri-ben-oldurttum.html

[4]http://www.cnnturk.com/2011/turkiye/06/17/angelina.jolie.hatayda/620426.0/index.html

[5] http://www.sabah.com.tr/Dunya/2011/06/09/ankara-suriye-sinirinda-kritik-uc-ay-icin-alarmda

[6] http://www.afetacil.gov.tr/FAALIYETLER/suriye_duyuru/19T.pdf

[7] http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2012/08/120820_turkey_syria.shtml

[8] http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/21261884.asp

[9] http://www.cnnturk.com/2012/guncel/08/20/davutoglu.isareti.verdi/673607.0/index.html

Kaynak: http://www.ydh.com.tr/

CIA Operasyonları ve Türkiye Suriye Hattı!
Banu AVAR
Salı, 21 Ağustos 2012



Yıllardır dünyanın dört bir yanında kan döktüler... Kiralık katiller tetikçiler yetiştirdiler... 'Schools of America’ adıyla katil okulları açtılar. Bu okullardan mezun olan katiller, yıllarca Güney Amerika’yı kana boğdu. Diktatörler yetiştirip ülkelerin başına getirdiler!

Soğuk savaş döneminde milyonlarca kişi CIA operasyonları sonucu hayatını kaybetti.

(..)

2. Dünya Savaşı sonrası Nazi savaş suçlularını Amerika’ya kaçırıp, Sovyetlere karşı kullandılar. Richard Gehlen bunların arasında en bilinen isimdir. Gehlen örgütü CIA’nin tohumunu attı. Ana fikri, ‘önleyici vuruş’ yaparak ülkeleri ele geçirmekti...

1953’de İran’da, seçilmiş lider Musaddık, petrolü millileştirince CIA operasyonuyla devrildi ve Şah yerine geçirildi... CIA ve Şah’ın istihbarat örgütü SAVAK, yıllarca baskı terör işkenceyle İran’ı yönetti!

1954’de Guatemala’da CIA, Arbenz’i devirdi.. Arbenz, Rockefeller’in meyva şirketlerini millileştirecekti. Arbenz’den sonra iktidara geçen bir dizi CIA diktatörü, 40 yıl içinde 100 bin Guatemalalıyı yok etti!

1954- 1958 arası Kuzey Vietnam’da CIA ajanı Edward Lansdale hükümeti devirmek için her türlü katliama imza attı. Vietnam’a ABD müdahalesi için gerekli zemini hazırladı.

1957’de Laos’da, CIA 16 yıl boyunca her yıl bir darbe gerçekleştirdi. Gizli bir CIA ordusu bir dizi katliam yaptı. Yine de Laos’daki milli güçlerle başa çıkamayınca Laos’u bombaladı... Laos’a atılan bombalar, 2. Dünya savasında kullanılanlardan fazlaydı. Laos halkının dörtte biri mülteci oldu.

1959’da Haiti’de 1961’de Küba’da, Ekvador’da, Kongo’da demokratik seçimle başa geçen liderler katledildi; darbeler yapıldı, bu ülkeler kana boyandı.

1965’de Endonezya’da seçimle gelen Sukarno bir CIA darbesiyle devrildi.. Yerine geçen CIA diktatörü, 1 milyona yakın sivili ‘komünist’ suçlamasıyla katletti.

1967’de Yunanistan’da seçimlerden 2 gün önce bir CIA darbesi gerçekleşti. Papandreu seçimlerin favorisiydi, darbe sonucu cunta iktidara oturdu, geniş çaplı bir katliam başladı...

Bir Yunan büyükelçisi, başkan Johnson’un Kıbrıs planlarını eleştirince aldığı yanıt tarihe geçti:

‘Senin Anayasandan da Parlamentondan da başlarım ha!’
Orijinali şöyleydi: ‘Fuck your parliament and your constitution!’

CIA aynı yıl Vietnam’da 20 bin Viet Kong’luyu katletti.. 1971 Kongre raporlarında bu sayı açıklandı.

1971’de Türkiye darbeyle sallandı... Gençler, aydınlar siyasiler asıldı, yok edildi, CIA ‘temizliği’ yapıldı ve tüm topluma korku saçıldı!..

1973’de CIA Salvador Allende’yi devirdi. Latin Amerika’nın seçimle gelen ilk lideriydi. Tüm Amerikan şirketlerini millileştirmişti. Yerine CIA General Pinochet’i oturttu. Ülkede aydınlar stadyumlara doldurulup yok edildi...

1980’de El Salvador’da CIA eliyle iç savaş çıkarıldı... Hristiyan lider Oscar Romero suikaste uğradı... El Mazote’de 1000 kadın, çocuk, yaşlı katledildi. 1992’ye kadar 63 bin Salvadorlu öldürülecekti.

1980’de Kenan Evren bir CIA darbesiyle başa geçirildi. ABD ‘bizim çocuklar işi bitirdi!’ dedi. Türkiye bir kez daha karanlıklardan karanlık beğendi!

(..)

1991’deki Körfez savaşı, İncirlik’e Çekiç Güc’ün yerleşmesiyle sonuçlandı! İsrail istihbaratı CIA ve maşaları PKK, Barzani ve ilintili ‘iş’ adamları ve siyasiler bir dizi katliama imza attı...

Çekiç güç’e karşı çıkan asker sivil aydın birçok kişi faili meçhul cinayetlerle yok edildi...

Güneydoğu da Jandarma Bölge Asayiş komutanları: Hulusi Sayın, İbrahim Selen Çekiç Güc’e karşı çıkan iki korgeneral , ikisi de öldürüldü. Eşref Bitlis öldürüldü! Cem Ersever ve Mustafa Deniz ve Tuğgeneral Bahtiyar Aydın öldürüldüler. Ortak özellikleri Çekiç Güç’e karşı olmalarıydı...

***

CIA -NATO operasyonları dünyanın birçok yerini kana bulamaya devam ediyor..

Afganistan, Libya, Mısır, Lübnan, Suriye ve Türkiye, CIA’nin en kalabalık kadroyla konuşlandığı ülkeler.

Suriye sınırında olan biten ve Türkiye’de artan kan operasyonları CIA imzalı!

Suriye’de kanlı olayların CIA tarafından tetiklenmesi akabinde Suriye sınırına bir Çadırkent kuruldu..

Ardından CIA tetikçileri El Kaide ve küresel kiralık katiller işe koyuldu... Mülteci akını başladı… İktidar ve Davutoğlu, süreç içinde basına iştahla artan mülteci sayılarını yansıttı.. 3000'di, 10.000 oldu derken 20.000, 30.000 vs..

Gelenlerin çoğu ABD beslemesi küresel terör örgütlerinin, ‘Hür’ Suriye Ordusu’ adı altına topladığı kiralık katillerdi. Gece katliam yapıp, gündüz haraç kestiler... Türkiye tarafında çadır kampların bulunduğu illeri de işgal ettiler.

Aralarına sınır köylerindeki vahşetten kaçan çocuk ve kadınlar ve bolca istihbarat elemanı ve CIA tetikçisi katıldı...

Birleşmiş Milletler ve CIA stratejisinde, Mülteci kampları özel bir yer tutar... Bu kamplar, iki ülke arasındaki sınırları belirsizleştirir. Uluslararası terör şebekelerinin, tetikçilerin istihbaratçıların ve barış gücü askerlerinin bölgeye yerleşmesini sağlar.

Mülteci kampları; kurulduğu ülke topraklarının yumuşak işgali için zemin hazırlar. Suikastler, bombalı eylemler, katliamlar hız kazanır. Tampon bölgeler de facto kurulur... Silah ve mühimmat akışı sağlanır!..

Hedef ülke terörün kucağında debelenirken, bir sonraki hedef olan komşu ülkenin de en hassas bölgelerine sızılır.

Davutoğlu ‘şimdi 70 bin olan mülteci sayısı 100 bine çıktığında Suriye'de BM gözetiminde güvenli bir bölge oluşturulması gerektiğini' söylüyor. Der Spiegel dergisi; bu talebin Suriye'ye "askeri müdahale" için ilk adım olacağını yazıyor... Bu aynı zamanda Türkiye’ye müdahaledir!

Mülteci krizi olan bölgelerin hepsi, Afganistan, Pakistan sınırı, İran, Irak sınırı, Güney Amerika ülkelerinde delinmiş sınırlar, Kafkasya’daki sınırlar hepsi CIA operasyonu içindedirler... Ve sınırın her iki tarafını hedeflerler!

Şablon :

1) Terör saldırıları yapmak!

2) Mülteci akını yaratmak!

3) Tampon bölge oluşturmak!

4) Dış müdahaleyi başlatmaktır!..

Ama bu sefer ‘ uluslararası toplum’ zordadır… ‘Uluslararası katliam çeteleri’ ABD derin devleti, CIA ve NATO itleri bu sefer başaramayacaklardır...

Türk milleti ve İran, Suriye, Lübnan, Irak, Rusya Çin ve Avrasya’nın diğer devletleri önlerinde engeldir...

İşte o nedenle CIA tetikçileri eski usül kana boyama operasyonlarıyla son kurşunlarını atıyorlar! Zincirleme terör modeli kullanıyorlar…

Bu topraklar bu kanı yerde bırakmayacaktır! Batan imparatorluklarıyla beraber terör yuvası büyükelçilikleri, tetikçileri ve ajanları, kullandıkları maşalarıyla beraber bu topraklara gömüleceklerdir!

Dipçe: (CIA katliamları konusundaki yazısından yararlandığımız Amerikalı gazeteci Steve Kangas 1999’da 38 yaşında öldürülmüş ve ölümü intihar olarak kayıtlara geçmiştir!)

Kaynak: http://www.guncelmeydan.com/

Hangi Felaketi Bekliyoruz?
Müyesser YILDIZ
21 Ağustos 2012



Gaziantep'te bebeler katledildi... Nasıl ki Tunceli'de olanlar Tunceli'den, Şemdinli veya Hakkari'deki görüntüler bunlardan ibaret değilse Antep katliamı da Antep'ten ibaret değildir.

Ermeni kökenli Amerikalı yazar Harut Sasunyan 8 Ağustos'ta Armanian Weekly'de, "Ermenilerin Doğu Anadolu'yu geri almasını beklemek fantezi midir?" sorusunu şöyle cevapladı:

"Türkler bu bölgeden Ermenilere en küçük bir toprağı dahi vermez. O nedenle Ermenilerin, Türkiye ve civarında şimdiden öngörülemeyen iç savaş, topyekûn veya bölgesel savaş, ihtilal, Kürt ayaklanması, doğal afet veya nükleer bir felaket olmasını beklemeleri gerekiyor. Bu bir iktidar boşluğu yaratacak ve bu çerçevede sınırların değiştirilmesi veya yeniden çizilmesi mümkün olabilecektir..."

Bu "felaket senaryosu"nun neresindeyiz? Bölge kaynıyor... Van'da deprem yaşandı... PKK şehre indi, "Kürt baharı" adı altında iç savaş, ayaklanma provalarından söz ediliyor... Bir tek nükleer felaket yaşamadığımız kaldı ve ülkeyi yönetenler darmaduman.

Sasunyan'a şöyle bir soru daha soruluyor:

"Doğu Anadolu'yu alsak bile burada çoğunluğun Kürt ve Türkler olması sebebiyle Ermeniler azınlıkta kalmayacak mı?"

Cevap şu:

"Bahsettiğim felaket senaryosu bu bölgede Kürt ve Türklerin hatta Ermenilerin demografik durumunu değiştirebilir. Kimse böyle olaylar sonucunda Ermenilerin, Batı Ermenistan(Doğu Anadolu)'da azınlıkta kalacağını iddia edemez."

Ne tesadüf!.. Ermenistan işgâli altındaki Azerbaycan toprağı Dağlık Karabağ'ın sözde Cumhurbaşkanlık Basın Sekreteri Davit Babayan, Suriye Ermenileri'nin Dağlık Karabağ'a taşınmasını öneriyor.

Derken, bitti-öldü denilen ASALA piyasaya çıkıp Türkiye'yi tehdit ediyor:

"Suriye'deki Ermeni toplumunun güvenliğinin ihlali veya herhangi bir askeri maceraya girişilmesi durumunda Türkiye aynı önlemlerle karşılaşacaktır..."

O da ne? İyi bir haber!..

Hani Osmanlı dönemindeki Ermeni ayaklanmalarının merkezi olan, Van'daki Akdamar Kilisesi'ni vergilerimizle onarıp 3 yıl önce ibadete açtık ya... 9 Eylül'de yapılacak büyük ayinde mum satışlarından elde edilen gelir Van'daki depremzedelere verilecekmiş. Hale bakın: Türkiye Cumhuriyeti Devleti Suriyeli mültecileri bir eli yağda, bir eli balda ağırlıyor; depremzedelerimiz Ermeni mumlarına muhtaç!..

Her şey bu kadar tesadüf olabilir mi? Suriye eksenli gelişmelerde tüm ihtimaller konuşuluyor da Ermeni cephesi nedense hep es geçiliyor. "Odaktır, es geçmeyelim." diyorum. Ermenistan meselesi sadece Batı emperyalizminin değil Rusya'nın da değişmez ana gündem maddesidir, unutmayalım.

1915'in 100'üncü yılına şunun şurasında ne kaldı?

Babaeskili Kurmay Yarbay Hüseyin Rahmi'yi bilir misiniz? 24 Nisan 1926'da Sovyet Devlet Arşivi gizli belgelerinde Anadolu'nun Taksim Planı- E.E. Adamof'un Başkanlığı Altında Rus Dışişleri Bakanlığı'nın Gizli Dosyalarından Derlenen Belgeler)'i tercüme eder. Şöyle der kitabın sunuşunda:

"Bu kitap, istisnasız her Türk için kendi vatanı ve kendi varlığı ile ilgili pek mühim siyasi hususları ihtiva etmektedir. İşte zamanının yokluğuna rağmen alelacele ve belki birçok çeviri hatasıyla bu işi yapmaya beni zorlayan sebep de budur."

Kitaptan tek bir not aktaracağım. Ama ondan önce Fransa'nın çiçeği burnunda Dışişleri Bakanı Laurent Fabius'un Türkiye'ye 17 Ağustos'ta yaptığı ziyarette Kilis'e gittiğini, Suriyelilerin kaldığı çadırkentleri gezdiğini ve Suriyelilerle basına kapalı görüşmeler yaptığını vurgulamam gerekiyor.

O nota gelince: Mart 1915... Rusya'nın Fransa Büyükelçisi M. Paleolog bizzat Rus Çarı ile görüşmek istemektedir. Sebebi İskenderun Körfezi dahil Suriye'yi ve Toros sıradağlarına kadar Kilikya-Çukurova'yı, Fransa'nın ilhak etmek istemesidir. Çar, Fransız Büyükelçi'ye hemen randevu verir.

Bu esnada Rus Dışişleri Özel Kalemi 15 Mart 1915'te Başkumandanlık Genel Karargâhı'na şu bilgileri verir:

"Aldığımız bilgiye göre, Ermeniler Mersin'i ısrarla istemektedir. Bu bölgenin Fransızlara bırakılması, Ermenilerin Fransa'ya karşı yeis ve kin duymaları sonucunu verecektir. Bu sebeple Fransızlar bu Ermeni emelleri hakkında şimdiden uyarılsınlar ki, bize gücenmesinler..."

Tarihi gerçeklere, tarihi hesaplaşmalara daha ne kadar gözümüzü kapatacağız? Sırada ne var; Maraş'ın da karışması... İstanbul depremi... Veya Mersin'de nükleer patlama mı?

Silivri, hasdal, Hadımköy ve Maltepe'ye kucak dolusu sevgiler...

Kaynak: http://www.facebook.com/notes/m%C3%BCyesser-y%C4%B1ld%C4%B1z/hangi-felaketi-bekliyoruz/459786287395714


1957’de Suriye başkanına yönelik Anglo-Amerikan suikast planı. Déjà Vu
Michel Chossudovsky
18-08-2012



YDH-Global Resarch Uzmanı Prof. Michel Chossudovsky ABD ve İngiltere’nin 1957’de Suriye Cumhurbaşkanı için yaptığı suikast planı ile günümüzde yaşananlar arasındaki benzerliğe dikkat çekiyor.

İngiliz basının henüz doğruları yazdığı dönemlerde, London’s Guardian ( 27 Eylül 2003) 1957 yılında tasarlanan ve Suriye’de rejimi değiştirmek amacı ile Suriye devlet başkanına yapılması düşünülen Anglo-Amerikan kaynaklı suikasta ilişkin detaylı bir rapor yayınladı. Tıpkı bugün Suriye’de yaşanan savaş gibi.
Bu rapor ortaya koymaktadır ki Suriye devlet başkanına yönelik politik suikast planları yarım asır öncesine dayanmaktadır.
Suikast girişimine ait “ Gizli Belgelerden” elde edilen veriler ile kaleme alınan makalede dönemin İngiltere Başbakanı Harold Macmillian’nın ve ABD başkanı Dwight D. Einsenhower’ın Suriye devlet başkanına yönelik suikastın emrini verdiği ortaya koyuluyor.
Macmillian suikast girişimine destek verdi

Guardian’da 27 eylül 2003 yılında yayınlanan makalenin tam metni için http://www.guardian.co.uk/politics/2003/sep/27/uk.syria1

Bu gizli plan ile İngiliz Gizli Servisi (SIS) ( Bugün MI6 olarak bilinir) ve CIA Suriye devlet başkanı ve ülkede kilit noktalarda bulunan diğer askeri ve politik yetkililere yönelik suikast ile görevlendirildi. “ Macmillian ve Einsenhower’ın Şam’da ki üst düzey yetkililerin öldürülmesi gerektiği noktasında hiçbir şüpheleri yoktu.”

“Suriye ordusunun askeri operasyonlarının organizasyon ve yönetim kabiliyetlerini ortadan kaldırmak, kayıp ve hasarları minimumda tutmak, istenen sonuçları en kısa sürede elde etmek ve özgürlük güçlerinin operasyonlarını olanaklı kılmak için rejimin kilit isimlerinin ortadan kaldırılmasına yönelik özel bir çaba harcanmalıdır. Söz konusu suikastlar yaratılacak olan isyan ve askeri müdahalenin başlarında yapılmalıdır. “ (Guardian 27 Eylül 2003)

Yapılan planın bahanesi de bizzat Macmillian-Eisenhower tarafından hazırlanmıştı. Plana göre Suriye “ terörü yaydığı” ve “Batı’nın Ortadoğu petrollerine ulaşımını engellediği” için suçluydu. Deja Vu!
1957’de yapılan gizli plana göre “Özgür Suriye Komitesi” olarak anılan ve bugün “ Suriye Ulusal Konseyi’ne” denk gelen örgüt desteklenmeliydi. Bunun yanı sıra Suriye içerisindeki “milisler ve diğer unsurlar silahlandırılmalıdır.” Aynı dönemde CIA ve İngiliz Gizli Servisi ise iç ayaklanmaları başlatmalıdır.

“ İçerideki karışıklıklar” örtülü operasyonların da tetiğini çekecekti. CIA ve SIS(MI6) büyük sabotajlar ve olası bir darbe girişimi için rejimde kilit noktada yer alan bireyler ile iletişime geçmeyi deneyecektir.

Bunların yanı sıra topyekûn bir istilanın da planları yapıldı. Soğuk savaşın etkilerinin her anlamda hissedildiği bir dönemde hazırlanan 1957 planından sızan bilgilere göre tüm operasyonlar “ insani müdahale” ve “ koruma yükümlülüğü doktrini” kavramlarına sığınılarak yapılacaktı.

Bugünkü Özgür Suriye Ordusu’nun aksine, Anglo-Amerikan kaynaklı 1957 planında kendileri için savaşacak yabancı paralı askerler üzerine hiç kafa yorulmamıştı:

· Yıl 1957, İngiltere ve Amerika bir başka Arap ülkesinde daha terörü yaydığı ve Batı’nın Ortadoğu petrollerine ulaşımını engellediği gerekçesi ile gizli rejim değişikliği planları yapıyor. Bu sefer plan Suriye’nin istila edilmesi ve liderlere yönelik suikast planları üzerine kurulmuştur.

· Yeni keşfedilen dokümanlar Macmillian ve Einsenhower’ın 1957 yılında onayladığı plan ile CIA ve MI6’in Suriye’nin Batı yanlısı komşularında çıkarılan kurmaca olayları bahane olarak kullanarak Suriye’yi nasıl istila etmeyi planladığını ve Şam’ı kontrolü altında tutan rejimi nasıl egale edeceğini ortaya koymaktadır.

İngiliz hükümetinde yer alan önemli isimlerce bilinen bu gizli plan 46 yıl sonra 2003’te sızdırıldı ve halka açıklandı:

· İstihbarat servislerinin 1957 yılının güzünde Suriye’de rejimi değiştirmeye yönelik planları tarihçiler tarafından bilinse de, rejimin kalbi olan 3 isme yönelik suikast planları ilk kez bu belgeler ile ortaya koyuluyor. Çok gizli kodu ile üst düzey yetkililerden oluşan bir grup tarafından Washington’da 1957 Eylül ayında hazırlanan belgelerde, Macmillian ve Einsenhower’ın Şam’ın üst düzey isimlerine yönelik suikastların gerekliliğine yönelik hiçbir şüphelerinin kalmadığı açık bir şekilde dile getiriliyor.

Planın bir kısmı şu şekilde: “Suriye ordusunun askeri operasyonlarının organizasyon ve yönetim kabiliyetlerini ortadan kaldırmak, kayıp ve hasarları minimumda tutmak, istenen sonuçları en kısa sürede elde etmek ve özgürlük güçlerinin operasyonlarını olanaklı kılmak için rejimin kilit isimlerinin ortadan kaldırılmasına yönelik özel bir çaba harcanmalıdır. Söz konusu suikastlar yaratılacak olan isyan ve askeri müdahalenin başlarında yapılmalıdır. “

Doğruluğu Londra ve Washington tarafından da onaylanan belgelerde adı geçen üç isim: Abd al-Hamid Sarraj Suriye Askeri İstihbaratının Başı, Afif al-Bizri, Suriye Genelkurmay Başkanı, Khalid Bakdash Suriye Komunist Partisi Başkanı.

Henüz bir yıl önce, Anthony Eden döneminde Süveyş’te yaşanan maskaralıktan sonra iktidara gelen bir başbakan için Macmillian oldukça savaş yanlısı biri. Söz konusu plandan günlüğünde “ en zorlu rapor” olarak bahseden Macmillian planın gizliliğine o kadar önem veriyordu ki gevezeliğe olan eğilimlerinden korktuğu için İngiltere’deki üst düzey yetkililerden ve görevlilerden bile planı gizli tuttu.

Harekatın başındaki isim CIA’in Ortadoğu Sorumlusu eski başkan Theodore Roosevelt’in torunu olan Kermit Rooseveltti. Albay Sarraj, General al-Bizri ve Bakdash’ı figüran olan Suriye başkanının arkasındaki gerçek güç olarak belirleyende bu isim oldu.

Plana göre: “ Operasyona ilişkin politik makamlar kararlarını verince Suriye içerisinde karışıklık çıkarılacak daha sonra ise CIA ve SIS (MI6) büyük sabotajlar ve olası bir darbe girişimi için rejimde kilit noktada yer alan bireyler ile iletişime geçmeyi deneyecektir.”

“ Bu iki istihbarat teşkilatı olası bir karışıklığı önlemek ve birbirlerine ayak bağı olmamak için sürekli iletişim halinde olmalıdır. Olaylar Şam’da odaklanmamalı, yapılacak olan eylemler abartılmamalı ve suikast planlanan kilit isimlere yönelik rejim tarafından ekstra önlemler alınması sonucunu doğuracak hareketlerden imtina edilmelidir.”

Rapora göre gereken korku ortamı bir kez yaratıldıktan sonra Irak ve Ürdün’ün askeri müdahalesine bahane oluşturacak sınır çatışmaları ve askeri operasyonlar sahnelenmelidir. Suriye “ komşu ülkelerde meydana gelen sabotaj, şiddet ve cinayetlerin sorumlusu” olarak lanse edilmelidir. CIA ve SIS (MI6) sahip oldukları tüm harekat yeteneklerini ve psikolojik teknikleri kullanarak gerilimi daha da arttırmalıdır. Buna göre Ürdün, Irak ve Lübnan’da “ sabotaj, ulusal komplo teorileri ve silahlı terör örgütleri harekatları” şeklinde operasyonlar yapılmalı ve bunun için Şam yönetimi suçlanmalıdır.

1957’de yapılan gizli plana göre “ Özgür Suriye Komitesi” olarak anılan ve bugün “ Suriye Ulusal Konseyi’ne” denk gelen örgüt desteklenmeliydi. Bunun yanı sıra Suriye içerisindeki “milisler ve diğer unsurlar silahlandırılmalıdır.” Aynı dönemde CIA ve İngiliz Gizli Servisi ise iç ayaklanmaları başlatmalıdır. Güneyde yaşayan Durziler Mezze hapishanesinde tutuklu bulunanlara yardım için ayaklandırılırken, Müslüman Kardeşler Şam ve çevresinde tahrik edilmelidir.

Planlayıcılar Baas/Komunist rejimin yerine katı anti-Sovyet bir rejim tasarladılar; ancak böyle bir rejimin destek bulamayacağını ve böyle bir anti-Sovyet rejimin bölgede “büyük ihtimalle yoğun baskı ve keyfi güç kullanımı ile” ayakta kalabileceği sonucuna vardılar. (Ben Fenton, The Guardian, 27 September 2003)

2011-2012 yılında yapılan, Arap Ligi tarafından desteklenen ve Suudi Arabistan ve Katar’ın gizli operasyonlar yürüttüğü planın aksine 1957 Eisenhower Macmillian planı Arap komşuların desteği alınamadığı için yürürlüğe konulamadı: “ Plan, Suriye’nin Arap komşularının harekata ikna edilememesi ve yalnızca Türkiye üzerinden yapılacak operasyonların kabul edilemez olmasından dolayı asla uygulanamadı.” (Ben Fenton, The Guardian, 27 September 2003)

Suriye’ye karşı devam eden ABD/NATO saldırıları aslında yıllar önce planlandı.

Suriye’ye yönelik istila planları 2003 Irak işgalinin başlarında Savunma Bakanı Donald Rumsfeld tarafından yapıldı.

Şam’da yapılacak olan “ Rejim Değişikliği” Bush yönetimince Eski Lübnan Başbakanı Refik Hariri suikastında ortaya koyuldu. Hiçbir delil olmamasına rağmen suikasttan ötürü Şam yönetimi suçlandı.

Bush, Suriye ve onun müttefiki İran’ı yasadışı rejimler ilan etti. Ona göre “Suriye ve İran, terör kurbanlarından yana sabrı asla hak etmiyor.” İngiliz basını Ekim 2005’te Washington’ın “ Batı yanlısı bir lider ile Esad’ın yerini değiştirme” arayışında olduğunu doğruladı.

Çeviren: Musab Yiğit

Kaynak: http://www.ydh.com.tr/

Aleksandr Dugin: "Türkiye, izlediği dış politikayla kendi kuyusunu kazıyor"
16 Ağustos 2012



Rusya’nın ünlü jeopolitik uzmanlarından Avrasya Hareketi lideri Aleksandr Dugin, Türkiye’nin dış politikasını sert bir dille eleştirerek bu siyasetin Türkiye’nin sonu olacağı uyarısında bulundu

Rus uzman Dugin, yaptığı açıklamada, Türkiye'nin Atlantik eksenli Batı ittifakının çıkarlarını savunduğunu öne sürerek, bu yaklaşımın Türkiye’nin apaçık zararından başka bir sonuç doğurmayacağını ifade etti. Türkiye'nin, izlediği dış politikayla kendi kuyusunu kazdığını savunan Dugin, “Zira ABD’nin yeni Ortadoğu haritasında Türkiye’ye bir pay bırakılmamış. Tam tersi Türkiye’nin topraklarında büyük Kürdistan, Ermenistan’a yer verilmiş. Türk dış politikasının yanlış bir müttefik seçmesi Türkiye’nin bir ülke olarak dünya haritasından silinmesine yol açacak” dedi.

Birkaç yıl önce Türkiye’nin İsrail ile ilişkilerini bozarak İran’a yaklaşması sayesinde İslam dünyasındaki imajını hızlı bir şekilde yükselttiğini belirten Dugin, şunları söyledi: “Maalesef Türkiye’nin Atlantik eksenli Batı ittifakından Avrasyacı yaklaşıma kayıyor gibi verdiği görünüm Türkiye’nin Suriye konusunda ortaya koyduğu yaklaşımla kayboldu. Türkiye’nin İran ile ilişkilerini iyileştirmesinin ABD talimatı doğrultusunda yapıldığı, İsrail ile ilişkilerini bozmasının ise daha çok İsrail’in işine geldiği anlaşıldı.

Şöyle ki İsrail bu durumdan yararlanarak Güney Kıbrıs ve Yunanistan ile yaklaştı ve gerektiğinde bu ülkelerde askeri tesislerini de kurabilmesi için tüm sorunları çözmüş oldu. Türkiye’nin Katar ve Suudi Arabistan gibi çok farklı siyasi sistemlere sahip ülkelerin seviyesine inerek Suriye’ye karşı ortak cephede yer alması Türk dış politikasının en büyük hatasıdır. Türkiye Mısır’ın yolunu seçti. Ayrıca, Kürt sorunu derinleşti. Çok yakında Türkiye’de ülke içi durumun gerginleşeceğini tahmin ediyorum.”

Türkiye yalnızlaşıyor

Türkiye’nin Suriye yaklaşımının Rusya ve İran ile ilişkilerini olumsuz etkilediğini kaydeden Dugin, sözlerini şöyle sürdürdü: “Elbette, Türkiye’nin tutumundan ikili ilişkilerimiz zarar görüyor. Ayrıca, Türkiye yalnızlaşıyor, giderek izole oluyor. Yakın gelecek için benim tahminim şu. Kürt sorunu daha da gerginleşecek, terörizm artacak. Bu durum Türkiye’nin içinde sosyal parçalanmaya neden olabilir. Zira halkın yarısı böyle bir dış politikayı benimsemiyor. Bu politikayı destekleyenlerin bile yarısı bunun ortaya çıkaracağı sonucunu kestiremiyor. Dolayısıyla bu durum yakında toplu protesto gösterilerine sebep olabilir. Dolayısıyla Türkiye’nin Atlantik eksenli Batı ittifakına yönelik politika izlemesi ülkede siyasi krize sebep olabilir.”

Türkiye batı çıkarlarını tercih etmekle tarihindeki en büyük hatayı yapıyor

ABD’nin Suriye’de rejimi değiştirmek için her türlü çabayı sürdüreceğini kaydeden Dugin, sözlerine şöyle devam etti: “Şimdilik ABD’nin bu baskısına Suriye halkı kahramanca karşı koyuyor. Ayrıca, Rusya ve Çin’in desteği de göz ardı edilmemeli. Bu desteğin aynen devam edeceği görüşündeyim. Dolayısıyla Suriye, yeni bir dünya savaşının çıkmasına sebep olabilir. Zira bu ülkede batı ile Avrasyacı devletler karşı karşıya gelmiş durumda ve kimse geri adım atmak niyetinde değil. Türkiye’nin bu sorunda terörizmi destekleyen batıdan yana politika izlemesine çok üzülüyorum. Halbuki Türkiye’nin bu meselede Rusya, İran, Çin gibi Avrasyacı ülkelerinin tarafında yer alması veya en azından tarafsız kalması daha akıllı olurdu. Maalesef Türkiye batı çıkarlarını tercih etmekle tarihindeki en büyük hatayı yapıyor.”

Kaynak: Yeni Mesaj

Bizimle oynuyorlar!
Can Dündar’
25.08.2012-



Oyun, çocuk dünyasında gerçeğin yansımasıdır. Çocuk, hayatı oyun aracılığıyla algılar, büyüdükçe de oyunda öğrendiğini hayata geçirir.
Anlaşılan stratejistler de öyle...
Oyunla dünyayı algılıyorlar, sonra da oyunu hayata geçiriyorlar.
* * *
Hürriyet’te Tolga Tanış’ın Washington’dan verdiği haber, son dönem yaşananların en net izahı gibiydi.
Özetleyeyim:
ABD’nin 3 önemli düşünce kuruluşu, 2 ay önce Washington’da Suriye’yle ilgili bir savaş oyunu düzenlemiş.
Ağustos 2012 ile Nisan 2013 arasında yaşanabilecekleri öngörmeye çalışmışlar. Muhtemel senaryolar masaya yatırılmış.
Her adımda senaryo yenilenmiş.
Oyunda Amerikalı uzmanlar 3 aktörün rolünü üstlenmiş:
ABD, Suudi Arabistan ve Türkiye...
Başta ABD ve Suudi Arabistan, Türkiye’nin krize liderlik etmesini (yani Suriye’ye tek başına müdahalesini) beklemiş. Türkiye buna ayak diremiş. “Ancak NATO ile birlikte hareket ederim” diye “oyunbozanlık” yapmış.
Bunun üzerine “senarist”ler, Suriye’deki ölü sayısını ve Türk sınırına mülteci yığınını artırmış. Türkiye yine tınmamış.
Sonunda “oyun kurucular”, Ankara’yı Suriye’ye askeri müdahaleye zorlayacak formülü bulmuş:
Türkiye’de bombaların patlaması...
Bomba için öngörülen kentlerden biri, Gaziantep’miş.
Bir “oyuncu” Hürriyet’e, “Bombalamalar artınca Türkiye ekibi Suriye’ye askeri müdahaleye mecbur kaldı” demiş.
“Oyun”u anladınız mı?
* * *
“Bu sadece bir oyun” diyenlere Amerika’nın bu konudaki sicilini hatırlatayım.
2003 yılıydı.
Türkiye’yi Irak’a müdahaleye zorlayan 1 Mart tezkeresi Meclis’te reddedilmişti.
Kulislerde Hükümet’in baskısına askerin direndiği söyleniyordu.
İşin iç yüzü, Wikileaks belgeleri arasında çıkan 22 Mart 2003 tarihli rapordan anlaşıldı. Raporda ABD’nin Ankara Büyükelçisi Pearson şöyle diyordu:
“Generallerin bu tutumu, Amerikan çıkarlarının korunması açısından engelleyicidir. Erdoğan, güçlü bir müttefikimizdir. Kendisine desteğin devamı halinde Türk hava sahasını, kara ve demiryolları ile Mersin ve İskenderun limanlarını kullanımımıza açacağını taahhüt etmektedir. Ancak Türk ordusundaki üst rütbeli subaylar tarafından sürekli engellenmek istenmekteyiz.”
Raporda Amerikan çıkarlarına karşı çıkan generaller, isim isim sayılıyordu.
O generallerin hepsi şu anda Silivri’de yargılanıyor.
-İronik bir şekilde- bir kısmının suçu, harp oyunu oynamak.
* * *
Şimdi kumpanya Suriye’de...
10 yıl önceki “Irak oyunu” orada sahneleniyor.
Şu farkla ki, o zaman işgale öncülük eden ABD, Irak’ta verdiği kayıplardan sonra Suriye’de elini ateşe sürmemek, kestaneleri Türkiye’ye toplatmak “oyununu oynuyor.”
Ve bu kez, karşısında gönülsüz generaller yok, tersine müdahaleye hevesli bir Dışişleri var.
Ankara’da Türk ve Amerikan heyetleri “operasyonel mekanizma” toplantılarına başladı.
Esad sonrası Suriye tartışılıyor. Türkiye’nin sınırda tampon bölge kurmasının hazırlığı yapılıyor.
* * *
Geleceğimiz üzerine kanlı bir “oyun” oynanıyor.
Karar verin:
Birbirimize düşerek bu oyuna mı geleceğiz?
Yoksa dikkatimizi “oyun kurucular”a mı çevireceğiz?

Kaynak: MİLLİYET

Bu şehir diken üstünde
27.08.2012



Anadolu Ajansı'nın; "Ülkelerindeki olaylardan kaçarak sığındıkları Kilis’teki konteynerkent ile Hatay, Şanlıurfa, Gaziantep ve Kahramanmaraş’taki çadırkentler ve bazı okullara yerleştirilen ya da kiraladıkları evlerde yaşamını sürdüren Suriyelilerin karıştıkları vaka sayısının yüksek olmadığı bildirildi" haberine karşın Radikal'den Fehim Taştekin, Hatay'da Suriyeli mültecilerin kentte yarattığı tepkilerin izini sürdü.

İşte dış basına göre gizli servis ajanlarının cirit attığı, ağır silah sevkiyatının yaşandığı ve muhaliflerin elini kolunu sallayarak sivil halkın sınırlarını zorladığı Hatay'dan izlenimler...

“Suriye’de Dera, Hama ve Humus’ta çatışmalar azaldığı halde neden Halep’te sürüyor” diye sordu Meclis Dış İlişkiler Komisyonu Üyesi Mehmet Ali Ediboğlu. Bunun yanıtı Hatay’da gizli. Gizlilik lafın gelişi, yanıt herkes için malum. Lazkiye’nin ışıklarının görülebildiği Samandağı sahilinde bölgenin ileri gelenleriyle sohbetteyiz. Suriye’deki ateş Hatay’ın her köşesinde hissediliyor.

Sadece Hatay kültürel, etnik ve mezhepsel doku açısından Halep’in izdüşümü olduğu için değil; sadece sınırın ötesinde düşen her can buradakilerin akrabası olduğu için de değil. İç savaşın alev topları Hatay’ın Suriye ile 194 km’lik sınırından aymazsa Suriye içlerine yuvarlandığı için; özellikle Sünni beldelere ya da köylere yerleşen ‘küresel cihatçılar’ın burayı Türkiye’nin Peşaver’ine çevireceklerinden korktukları için…

Edipoğlu’nun “Silah ve savaşçı geçişi buradan sürdükçe savaş bitmez. Çünkü gece otobüslerle operasyona götürülen militanlar sabah geri dönüyor. Orada kalmadıkları için de temizlenmeleri mümkün olmuyor” sözleri Hataylıların ortak kanaati. Yeşilpınar Belediyesi’nin ‘Barışa Çığlık’ forumuna davetli olarak gittim ve kısıtlı zamanda hikayelerin peşine düşme ve teyit etme fırsatı bulamadım. Ama konuştuğum insanlar milletvekili, belediye başkanı, parti teşkilatı lideri, doktor, işadamı ve yerel gazeteciler...

İlk bakışta şehir efsanesi izlenimi veren anlatıları onlardan da dinleyince mesele ciddiyet kazanıyor. MİT’ten kimlik Kaygıların başında yabancı savaşçılar geliyor; Hataylıları ürküten Libyalı, Pakistanlı, Afgan, Çeçenler… Parayı bastıran yabancılar Sünni bölgelerde ev kiralıyor. Yerel bir gazeteciye “Yabancı varlığı biraz abartılı mı” diye sordum, cep telefonundan çektiği selefinin görüntüsünü gösterdi.

Uzun sarıklı, bıyıksız ve entarili selefilerin görüntüleriyle durumu karikatürize etmek niyetinde değilim. Ama mesele görüntünün ötesinde. Edipoğlu bir olay aktardı: “İskenderun’a bir gemi yanaştı. Yolcu gemisi değildi. 26 Libyalı geldi. İsim listesi elimizde. Bunları emniyet karşıladı. Adım adım izlettim, validen takip edilmesini istedim. Israrlı telefonlarım sonucu polisler artık bir noktada durdurmak zorunda kaldı, sorun yok deyip bıraktı. Bu kişiler Antakya Oteli’ne yerleştirildi.”

Yetkililerin “Gezmeye geliyorlar” izahatı büyük bir gülümsemeyle karşılanıyor. Sivillerin kaldıkları dışındaki kamplar muamma. CHP’li Hurşit Güneş, Barışa Çığlık etkinliğinde “İzin aldığımız halde beni Apaydın kampına sokmadılar. Apaydın karanlıkta kalmamalı” diyerek meseleye dikkat çekti. Anlatılanlara göre ‘Apaydın dışında Islahiye (Antep) ve Kilis’te askeri eğitim kampları var.

CIA işlerini Apaydın’dan yürütüyor. Ayrıca sınırda gizli kamplar sözkonusu.’ Edipoğlu kaçırılan Lübnanlıların Türkiye’de tutulduğuna inanıyor: “Suriye’de 11 Lübnanlının kaçırılmasından 3 gün sonra Hatay’a özel bir uçak indi. Ankara-Hatay arasında 2-3 kez özel uçak trafiği yaşandı. MİT görevlileri uçaktakilere havaalanında yeni kimlik düzenledi. Bunların Lübnanlı rehineler olduğu söyleniyor.”

Erdogan’ın misafirleri

Düne kadar kuş uçurtulmayan sınırda denetim hak getire. Hataylılara göre Yayladağı’nda üç köyün yanı sıra Reyhanlı ve Altınözü’nden silah geçişi sağlanıyor. Ağır silahların sokulmasında Reyhanlı’daki Cilvegözü ile Kilis’teki Öncüpınar kapısı tercih ediliyor. Antakya’da gece ikiden sonra elektrikler kesiliyor ve camları karartılmış otobüslerle savaşçılar sınıra taşınıyor. Bu turlar gece operasyonları için... Otobüsler gidiyor bu kez ambülanslar yaralı taşımaya başlıyor. Hastanelerin durumu zaten afişe oldu. Yaralılara öncelik verildiğinden muayene sırası beklemekten yorulan halkın ayağı devlet hastanelerinden kesilmiş. Tıbbi personelin yüzde 70’inin Alevi olduğu hastanelerde “Alevi doktor istemiyoruz” diyen muhaliflerin yol açtığı gerilimler de cabası.

Konuştuğum bir doktor “Kendi aralarında Alevi doktor olmasın diye konuştuklarını duydum” dedi. Hastanelerde artan sorunlar nedeniyle artık bazı evler klinik olarak kullanılıyor. Özellikle ağır yaralıların tedavileri evlerde sürüyor. Halkı çileden çıkartan başka vakıalar da var: Lokantada yemek yiyip de “Erdoğan’ın misafiriyiz, hesabı ona yaz” diyenler ya da minibüse para vermeden binenler. Bir otel çalışanı bu tür olayların tekerrür ettiğini söyledi. Ama halkın sabrı taşmış durumda ve bu tür olaylar kavgalarla sonuçlanıyor. Hataylılar ‘özelleştirilmiş’ bir savaşın tanıkları. Önceki gece Uzunbağ’da Hz. Hızır’ın türbesindeki yemekte ortak kaygı şuydu: “Alevi, Sünni, Ortodoks Arap, Ermeni kimse Türkiye’nin bu savaşın içinde olmasını istemiyor. Şimdilik aklıselim hakim ama an gelir geriye bir kıvılcım kalır. Alevi-Sünni birbirine girer.” Mazallah!

Kaynak: RADİKAL

Obama, Erdoğan ve Davutoğlu’nu Oyuna Getirdi!
Kasım CİNDEMİR
27.08.2012



Amerikalı tarihçi Webster Tarpley, ABD Başkanı Barack Obama’nın Başbakan Tayyip Erdoğan’ı Suriye ateşinin içine çekerek 'oyuna getirdiğini' iddia etti.

Tarpley, İngilizce yayın yapan İran yayın organı Press TV’ye yaptığı açıklamada, “Türk yetkililerin anlaması gerekiyor. ABD ve İngiltere ile ittifak, ölümcül kucaklaşmadır” dedi. Ankara’nın Suriyeli muhalifleri desteklemesinin Türkiye’nin ulusal çıkarlarına zarar vereceğini savunan Tarpley, şu iddialarda bulundu:

"KAZANACAĞI BİR ŞEY YOK"

"Suriye’ye karşı Türkiye’yi oyuna sürecekler. Biliyorlar ki, bu çatışmanın geri tepkisi, modern Türkiye’yi imha edebilir. Türkiye tepki göstermeli, kazanacağı bir şey yok, kaybedebileceği çok şey var. Erdoğan ve Davutoğlu’nun psikolojisinden korkuyorum, özünde, Obama tarafından oyuna getirildiler.”

TÜRKİYE CIA’NIN ROLÜNDE

Diğer yandan Press TV, haberinde, Türkiye’nin CIA’nın verdiği rolü oynayarak, teröristlere silah ve para desteği sağladığını da iddia etti. Türkiye’nin, Suudi Arabistan ve Katar ile birlikte Suriye sınırı yakınında gizli bir üs kurduğu ileri sürüldü.

Kaynak: GAZETE HABERTÜRK



Halkının %80'i Suriye'ye Emperyalist müdaheleye karşı
10.09.2012



Habertürk ; Bir çok ilde yüz yüze yaptığı kamuoyu açıklamasını açıkladı.
Çıkan sonuca göre Türk halkının %80'i Suriye'ye Emperyalist müdaheleye karşı.
haber1001

Lavrov; Esad’ın devrilmesini öngören her taslağı veto edeceğiz!
15.09. 2012

Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, Sayın Beşşar Esad’ın devrilmesini öngören her türlü BM Güvenlik konseyi karar taslağını veto edeceklerini açıkladı.

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararının bir daha bu şekilde istismar edilmesine izin vermeyeceklerini belirten Lavrov, “Rusya, Beşşar Esad’ın devrilmesini öngören her türlü karar taslağı BM sözleşmesini korumak bakımından Rusya ve Çin tarafından veto edilecektir” dedi.
haber1001

Suriye Dışişleri Bakanı: Bazı BM ülkeleri teröre destek veriyor
1 EKİM 2012
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Pts Ekm 01, 2012 9:10 pm tarihinde değiştirildi, toplam 4 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Önceki mesajları göster:   
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> DÜNYA BİR İNKILÂP BEKLİYOR Tüm zamanlar GMT
Sayfaya git 1, 2, 3  Sonraki
1. sayfa (Toplam 3 sayfa)

 
Geçiş Yap:  
Bu forumda yeni başlıklar açamazsınız
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz
Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız


Powered by phpBB © phpBB Group. Hosted by phpBB.BizHat.com


Start Your Own Video Sharing Site

Free Web Hosting | Free Forum Hosting | FlashWebHost.com | Image Hosting | Photo Gallery | FreeMarriage.com

Powered by PhpBBweb.com, setup your forum now!
For Support, visit Forums.BizHat.com