EntellektuelForum Forum Ana Sayfa EntellektuelForum

 
 SSSSSS   AramaArama   Üye ListesiÜye Listesi   Kullanıcı GruplarıKullanıcı Grupları   KayıtKayıt 
 ProfilProfil   Özel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapınÖzel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapın   GirişGiriş 

AKP kentleri beton kulelere dönüştürüyor

 
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> İMAR, MİMARÎ ve ŞEHİRCİLİK
Önceki başlık :: Sonraki başlık  
Yazar Mesaj
Ekim



Kayıt: 21 Arl 2007
Mesajlar: 2634
Konum: Kanada

MesajTarih: Cum Eyl 11, 2009 12:25 am    Mesaj konusu: AKP kentleri beton kulelere dönüştürüyor Alıntıyla Cevap Gönder

"Erdoğan 1994'ten beri İstanbul'u bizzat yönetiyor; demek ki inşaatlar hakkında da yanılmış"
23 Mart 2017



Hürriyet yazarı Mehmet Yakup Yılmaz, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın “Her gecekondunun bahçesine sığdığı kadar ağaç dikilerek, bir farklılık ortaya konmuştur. O gecekonduların çoğu, bugün şehirlerimizi istila eden beton, demir binalarından daha özgündür, daha kişiliklidir" ifadesiyle ilgili olarak "Hatırlıyor mu bilmiyorum ama İstanbul’u, 1994 yılının mart ayından beri aralıksız bugüne kadar bizzat kendisi yönetti" dedi. Yılmaz, "Demek ki o zaman, bu inşaatlar konusunda da yanılmış" ifadesini kullandı.

Mehmet Yakup Yılmaz'ın "'Ayak sesleri' meselesi" başlığıyla yayımlanan (23 mart 2017) yazısının ilgili bölümü şöyle:

Çok yanılmıştı

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, şehirlerimizi beton, çelik ve cam yığını binaların işgal ettiğini söyledi.

“Şehirciliğimizdeki bu ara dönemi de kısa sürede geri bırakarak insan fıtratına uygun yapılarla tanışacağımız günler inşallah yakındır” dedi.

Cumhurbaşkanı, hatırlıyor mu bilmiyorum ama İstanbul’u, 1994 yılının mart ayından beri aralıksız bugüne kadar bizzat kendisi yönetti.

Belediye Başkanlığı görevinden alındığında yerine vekilini bırakmıştı, Başbakan olduktan sonra da İstanbul’un her şeyiyle “usta” sıfatıyla kendisi ilgilendi.

Ve İstanbul’un beton, cam, çelik gökdelenlerle doldurulması da kendi Başbakanlığına rastlıyor.

Şehirlerimizin çoğunda da onun sözünden bir adım çıkmayan belediye başkanları yönetimde.

Bugün sahip olduğu fikirlere, keşke o vakit sahip olabilseydi.

Ama biliyorsunuz kendisi sıkça yanılıyor, yanıltılıyor.

Önce Fetullahçıların, sonra da çözüm süreci sırasında PKK’lıların kendisini aldattığını bizzat açıklamıştı.

Demek ki o zaman, bu inşaatlar konusunda da yanılmış.

Ve şimdi bir tek adam yönetimi kurmak için vatandaşlardan yetki istiyor. Çünkü o zaman Türkiye uçacak, ayaklarındaki zincirlerden kurtulacak filan.

Bu kadar çok yanıldığına göre acaba şimdi de yanılıyor olmasın?
T24

Kentleşme ranta feda edildi
15.04.2017

Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu, TV5’te ‘Gençler Soruyor, Karamollaoğlu cevaplıyor’ programında önemli açıklamalarda bulundu.

Türkiye’deki çarpık kentleşme ile ilgili dikkat çeken açıklamalarda bulunan Karamollaoğlu, “Türkiye’de kentleşmenin tam olarak ne olduğunu anlamayan bir politika var. Maalesef Türkiye’de şehirlerimiz ranta feda edilerek, kimliksiz bir kentleşme alıp başını gidiyor. Şehirlerimizde boş bir alan görüldüğünde ‘Buradan en iyi nasıl yararlanabilirim?’ değil, ‘En iyi nasıl rant elde edebilirim?’ mantığı hakim” dedi.

KİMLİKSİZ KENTLEŞME VAR

Türkiye’deki kentleşmenin toplumu kişiselleştirdiğine vurgu yapan Karamollaoğlu, “Türkiye’de kentleşmenin tam olarak ne olduğunu anlamayan bir politika var. Buna kimliksiz kentleşme de diyebiliriz. Şehirler bir medeniyetin yansımasıdır. Maalesef Türkiye’de şehirlerimiz ranta feda edilerek, kimliksiz bir kentleşme alıp başını gidiyor. Şehirlerimizde boş bir alan görüldüğünde ‘Buradan en iyi nasıl yararlanabilirim?’ değil, ‘En iyi nasıl rant elde edebilirim?’ mantığı hâkim. O zamanda kentleşmeden değil, ranttan bahsedebiliriz. Bu mantıktan dolayı başta İstanbul olmak üzere büyükşehirlerimizin çoğu yaşanamaz hale geldi. Bir beton ormanı haline geldi illerimiz. Buralarda insanlar birbirlerini tanımıyorlar. Böyle bir anlayış ister istemez insanların ruh hallerini de menfi yönde etkiliyor” dedi.
Millî Gazete

Bitmeyen rant hırsı ve direnen şehir
Atilla Dorsay
01 Şubat 2017



Sanki sayın Recep Tayyip Erdoğan benim T24’de çıkan İstanbul’un Batması Yakındır, Göreceksiniz yazımı okumuş gibiydi: Son dönemde yazdığım yazıların en ilgi göreni... Gerçi hiç sanmıyorum, ama ondan öylesine beklenmeyen bir sürpriz oldu ki, her şey akla gelebilirdi!..

Erdoğan özetle Boğaz sırtlarındaki yapılaşmadan söz etti, müteahhitlerin çeşitli yolsuzluklarından ve numaralarından dem vurdu. Özellikle kot alınırken hile yapıp kat yükseltenleri andı.

Ayrıca daha genel biçimde “gecekondulaşmanın yanısıra kötü, projelerle kişiliksiz, çirkin sitelerin, apartımanların ortaya çıktığını” söyledi. Ve “dikey mimariden değil, yatay mimariden yana olduğunu” belirtti.

Büyük Neis, Küçük Reis’e karşı!...

Ne kadar mutlu olduğumu tahmin edersiniz!.. Hangi vatandaş devletin başındaki zatın kendi fikirleriyle, aslında kendi olmaktan çıkıp bu kenti, bu ülkeyi gerçekten sevenlerin ortak olmuş fikirleriyle buluştuğunu görmekten sevinmez!

Aslında son zamanlarda bu durum özellikle İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Meclisi'nde alınan kararlarla oluşuyor. Belediye sanki asli görevi geçici olarak yönetmeye sıvandığı bu kenti tarihi ve doğasıyla korumak değil, daha çok inşaatçılara rant sağlamak ve kazanç kapıları açmak olan bir kurum gibi çalışıyor.

Ve kenti tek bir boş alan kalmamacasına parselleyen ve betona boğan kararlar, diğer parti üyelerinin itirazlarına karşın AKP oylarıyla geçiyor.

Erdoğan Şehircilik Şurası’nın açış konuşmasını yaparken, tam karşısında belediye başkanı Kadir Topbaş oturuyordu. Öyle ki birçok kişiye göre bu lafların asıl muhatabı o idi. Nitekim Necati Doğru Sözcü’de “Büyük Reis’in Küçük Reis’i azarlaması” diye yazdı.

Cumhuriyet’in deneyimli yazarı Şükran Soner ise, sayın başkanın bu yeni sürpriz yaklaşımı karşısında şöyle diyordu: “15 yıllık iktidarlarının, belediyecilik erklerinin geriye dönük neredeyse 20 yıldaki dudak uçuklatıcı ağır suçlarından hesaplaşmasız olarak arınmak bu kadar kolay mı? Yıkımın geri dönüşünün bedeli, olanağı, karşılığı, kaynağı ve niyeti var va mı?”

Ufak bir dal kırıldığında bile yüreğimiz cız ediyor...

Yine de umutsuz değilim. Çünkü çevre sorunları öylesine gündeme oturuyor ve öylesine tepkiler alıyor ki...Yıllar önce bu pek yoktu. Olsaydı diyelim ki Adnan Menderes bile o radikal kararlarını kolayca uygulayamazdı.

Ama günümüzde tüm bu konularda güçlü bir kamuoyu oluştu. Ayni günlerde olup bitene bir baksanıza... Örneğin Maçka parkındaki ağaç kesimi söylentisi orayı sanki bir ziyaretgah yapıyor. Hem de o soğukta toplanan insanlar 4 km. koşup bir gazeteye “Maçka Maratonu” başlığını attırıyor!..

Cumhuriyet gazetesi tam sayfa “Nedir bu parkların sizden çektiği!” yazısı yayımlarken, Maçka parkının yanısıra, ‘dekovil geçirilmesi’ (!) planlanan o güzelim Belgrad ormanlarını, “Martı’nın yuttuğu Fındıklı parkı”nı, Validebağ’a inatla dikilmek istenen büfeyi ve yine inatla direnen sakinlerini, Cihangir’in Sanatkarlar Parkı denen Roma Parkı’na yapılacak ‘sosyal tesisi’ anlatıyor.

Ve Belgrad ormanlarını savunmak için yapılan protestoya büyük kalabalık katılıyor, aralarındaki değerli oyuncu Altan Erkekli ise şöyle diyor: “Ufak bir dal kırıldğında bile yüreğimiz cız ediyor. Burası yalnız İstanbul’a değil, insanlığa mirastır”. (Cumhuriyet’te manşet)

Basından güçlü protesto yazıları

Ve ortaya şöyle bir manzara çıkıyor: nerede ‘boş’ bir arsa, üzerinde herhangi bir yapı olmayan bir alan (bahçe, yeşil alan, orman, gezinti yeri, vs.) varsa, oraya illa da bir yapı kondurmak istiyorlar. Kentin her bir karış alanı dolsun, para getirsin ve birilerine kazanç kapısı açsın istiyorlar.

Bizler nasıl o beton kulelerden ve duvar sitelerden nefret ediyorsak, onlar da topraktan, yeşilden, ağaçtan ve doğadan nefret ediyorlar. Anlaşmamız imkansız!...

Basında ise güçlü protesto sesleri çıkıyor. İşte Hürriyet’te Kanat Atkaya’nın çok sevdiğim yazısından bir bölüm:

“Dedim ya, artık çok kimse uyandı. Üsküdar’dan Kadıköy’e, Emirgan’dan İstinye’ye, Kuruçeşme’den Telli Baba’ya doldurduk, dolduruyoruz, dolduracağız inşallah İstanbul Boğazı’nı!...İskele düzenlemesi diyerek, 10 yılda belki 10 kere dolacak miting meydanı diyerek, yer tırtıklamak gerekiyor denizden çünkü!

“İskele Park” adı altında akla, vicdana, bilime sığmayacak bir rant kararlılığıyla, “Yanına bir de otopark konduralım, para basılır buradan yahu” hoyratlığıyla doldurmak gerekiyor Boğaz’ı çünkü!

Dev kazıklar çakarak, beton bloklar atarak, kalan balığın ve kuşun rızkına göz dikmek şarttır çünkü!

Hayatı besleyen, büyüten, yaşatan, güzelleştiren akıntılarına Boğaz’ı bir durgun suya çevirmek pahasına ket vurmak çok, ama çok kârlı bir işe dönüşmektedir çünkü!

Fındıklı’dan Beşiktaş’a doğru uzanan hat üzerinde mücevher gibi dizilmiş Molla Çelebi Camisi’nden Dolmabahçe Sarayı’na mimari güzelliklerin arasına kerameti kendinden menkul bir “Martımtırak iskele kompleksi” sokuşturmak şarttır çünkü!

“Depremde risk oluşturur...”, “Deniz canlılarının ölümü olur...”, “Denizanalarına toplu konut yapmış olursunuz, Boğaz’da hayat durur” diyen bilim insanlarına kulak tıkamak ve rantsal dönüşümü kucaklamak yakışır yöneticilerimize çünkü!”

Genç yazarların çevre bilinci

Milliyet’in sanat-kültür yazarı Asu Maro elbette olanlara karşıdır. “Ormana demiryolu, parka kavşak”başlıklı yazısında şöyle der: “Trafiği çözmek adına parklara, bahçelere, ormanlara zarar verirsek, ortaya daha hayati ve kalıcı bir sorun çıkıyor: nefes alamıyoruz!.. Hava kirliliği bu hızla artmaya devam ederse, ne kavşak kurtarır İstanbul’u, ne tren.”

Ve gencecik, adı daha çok magazinci diye anılan yazarlar bile artık bu bilinci edinmişler. Hürriyet’te Melis Alphan örneğin: “Bugün tren yolu, yarın konut alanı, ertesi gün yeni bağlantı yolları derken, böyle böyle Belgrad Ormanı diye bir yer kalmayacak. Buraya günde 800 bin kişinin gittiği oluyor. Ama müdaheleler sürerse burası kelleşecek, suyu daha da kirlenecek, toplu ağaç ölümleri başlayacak. Yüzbinlerce kent sakini de çaresiz refüjlerdeki süs çiçekleriyle teselli bulacak. Yazın bir kenara, “dediydi” dersiniz!”.

Çağdaş Ertuna da kervana katılıyor: “Bir şehre değe katan en önemli şey parkları. Şehir hayatından hergün biraz daha bunalanlara küçük nefes alanları aslında...( ) Otoyollar her zaman hızla yapılabilir, ama parkların, yüzyıllık ağaçların yerine yenilerini koymak mümkün değil...”

İşte basınımızdan çıkan genç-yaşlı demeden çıkan gür protesto sesleri. Ve onlarla uyumlu bir beyanat vermiş olan cumhurbaşkanınız. Biraz da olsa umut besleyebilir miyiz?
T24

'Cemaate yetmiyor' diye 500 yıllık camiyi yıktılar
03.08.2016



Rize’de 500 yıllık tarihi Gülbahar Hatun Camisi, küçük olduğu ve cemaat için yetersiz kaldığı gerekçesiyle, yerine daha büyük bir cami yapılmak üzere yıkıldı

Rize’de 16’ıncı yüzyıla ait Gülbahar Hatun Camisi, yerine daha büyük bir cami yapılmak üzere yıkıldı.

İHA’nın haberine göre; Rize’de adını verdiği Gülbahar Mahallesi’nde bulunan Gülbahar Hatun Camisi küçük olduğu ve bölgedeki cemaat için yetersiz kaldığı gerekçesiyle cami derneği tarafından yıkılmak istendi. Caminin vakıf malı olması nedeniyle Trabzon Vakıflar Bölge Müdürlüğü’ne başvuran cami derneği buradan yıkılması için izin aldı. Verilen izinde gerekçe olarak ise caminin geçmişte yapılan restorasyon ve tamirlerle tarihi değerini yitirmesi ve tarihi tescilinin olmaması gösterildi.

Gülbahar Hatun Camisi, Rize İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü kaynakları başta olmak üzere birçok kitapta da tarihi bir cami olarak gösteriliyor.
Kaynak: Bir Gün

Kabataş Martı Projesi:‘Geri dönüşü olmayan bir tahribat yaratacak’
10.07.2016



BirGün'den Uğur Şahin'in haberi.

Uzmanlar, Kabataş Martı Projesi’nin yaratacağı tahribata dikkat çekti ve “Bu proje derhal durdurulmalıdır” dedi. Geri dönüşümü olmayacak projenin ekosistemine büyük zarar vereceği belirtildi

İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) tarafından yapılan ve Kabataş Transfer Merkezi olarak sunulan Martı Projesi’nin inşaatına 28 Temmuz’da başlanacak. Kabataş iskelelerini halkın kullanımına kapatacak projeyle birlikte, denize dolgu yapılması ve kıyı çizgisine martı şeklinde bir yapının inşa edilmesi öngörülüyor. Kadir Topbaş'ın, ‘ustalık eseri' olarak tarif ettiği projenin yaratacağı tahribat, Halkın Mühendisleri Mimarları Şehir Plancıları tarafından sıralandı.

İşte madde madde Kabataş Martı Projesi’nin teknik gerçekleri:

* Dolguya ihtiyaç yok

Kabataş iskelelerinde kapasite aşımı söz konusu değildir, mevcut iskelelerin rehabilitasyonu, Kabataş’ta daha etkin bir ulaşım ağı için yeterlidir. Yayalar ile ulaştırma araçları arasında bağlantı kurulması için devasa dolgu alanlara ihtiyaç yoktur. Ulaştırma araçları arasındaki trafik geçişlerinin yaya bazlı düzenlenmesi, kaldırım geçişlerinin engelsiz olması Kabataş’da mevcut sıkıntıların çözümü için yeterlidir.

* Rehabilitasyon yeterli

Mevcut yapıların yanaşması öngörülen deniz ulaştırma araçlarına uygunluğu yapısal açıdan irdelenmeli, gerekirse güçlendirme yapılmalıdır. Ancak Kabataş iskelesini hâlihazırda kullanan ve kullanacak olan ulaşım araçları göz önüne alındığında, büyük yanaşma kuvvetleri doğuracak boyutta araçlar değildir. Kabataş’taki mevcut iskelelerin rehabilitasyonu ulaşım güvenliği için de yeterlidir.

* Boğaz’ın ekosistemine zarar

Kabataş İskelesi’nde amaç iyileşme veya kapasite artırımına gitmek ise mevcut vaziyet planını bozmayacak ve denize ötelenmeyecek şekilde açık tip yapıların yapılması mümkün. Kapalı tipte ısrar edildiğinde yani denize dolgu yapıldığında, deniz kıyıdan belirli bir mesafe ötelenecektir. Bu durum deniz canlılarının geçiş bölgesi Boğaz’ın ekosistemine zarar verir.

* Depremde dolgu çökecek

Kabataş deprem bölgesi sınırları içindedir. Kabataş’taki ‘ustalık’ projesi beton dolgu alan projesidir. Bu proje sıvılaşma riski taşıyan zemin üzerine inşa edilecektir. Olası bir depremde deniz dolgusu oturacak ve çökecektir. Kıyı ve Deniz Yapılarında Deprem Teknik Yönetmeliği’nde deprem riski yüksek olan bölgelerde, dolgu tipi rıhtım ve ağırlık tipi deniz yapılarının yapılmaması belirtilmektedir.

* Geri dönüşü olmayacak

Rehabilitasyon için Kabataş İskelesi’nin topyekûn kapatılması gerekmez. Çalışmalar etap etap ilerleyebilir. Transfer Merkezi adıyla halka tanıtılan proje martı şeklinde çelik konstrüksiyon iskeleler, yeraltı dalış tünelleri, otopark gibi Kabataş kıyısında geri dönüşü olmayacak büyüklükte yapılar içeren bir mega inşaat hazırlığıdır. İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanı Kadir Topbaş, bu mega inşaatın rantında payı olmayan halkın iki hafta içinde evi, işi, yaşamı için kullandığı Kabataş’tan yok olmasını istemektedir.

* Transfer merkezi demek propagandadır

Projenin Transfer Merkezi olarak tanımlanması aslı olmayan bir propagandadır. Kabataş mevcut haliyle bir transfer merkezidir. Deniz, metro ve kara ulaşımının buluşma noktasıdır. Martı Projesi’yle yapılmak istenen, 83 bin metrekarelik beton yapıların bulunduğu beton meydan inşaasıdır.

* Yaya odaklı değil araç odaklı

Projede belirtilen Dolmabahçe ve Fındıklı arasında trafiğin, beton dalış tünelleriyle yeraltına alınması düzenlemenin yaya odaklı değil, araç odaklı yapıldığının göstergesidir. Yayaları trafikten kurtarmak yerine toplu ulaşım araçlarının duraklarını dalış tünelleri içine -Taksim Meydanı’nda olduğu gibi- konumlandıracak, yayaları hızlandırılmış trafiğe maruz bırakacaktır.

* Saksılara daraltılmış peyzaj çalışmaları olacak

Martı Projesi, yeraltı yapıları yani yeraltında otopark ve yeraltı galerileri barındırmaktadır. Yeraltı yapıları yerüstünde doğal bir park dokusuna imkân tanımayan yapay ve beton bir meydanın garantisidir. Betonlaştırılan Taksim Meydanı’nda olduğu gibi yalnızca saksılara daraltılmış peyzaj çalışmaları olacaktır.

* Halk yerinden edilecek

Karaköy–Kabataş kıyı çizgisindeki dönüşüm Karaköy–Fındıklı arasında yapılmakta olan ve kıyıyı halka kapatan Galataport Projesi’yle başlatılıp, Martı Projesi’yle sürdürülmek istenmektedir. Projeler kıyı gerisindeki yerleşim alanlarını ve dolayısıyla halkı etkilemektedir, halkı yerinden edecektir.

* Tarihi dokuya zarar verecek

Kabataş konumu gereği Boğaz’da tarihi kıyı çizgisinin parçasıdır. Martı şeklinde mimari açıdan nitelik taşımayan, yapay ve beton bu proje Kabataş’ın tarihi dokusuna zarar verecektir.
Kaynak BirGün

Şaka gibi: Her karışını yağma edip betonlaştırdıkları İstanbul'u 'Yeşilin Başkenti'ne aday gösterdiler
04 Kasım 2014



Cumhuriyet'in haberi:

Yeşil katliamı Guardian'da: İstanbul'un adaylığı şaka gibi...

İngiliz gazetesi The Guardian, Avrupa'da 'Yeşilin Başkenti' adayları arasında İstanbul'un da olmasını CHP'li Oğuz Kaan Salıcı'nın 'şaka gibi' ifadesiyle niteledi.

The Guardian gazetesi; İstanbul'da yeşilin katledilip, betonlaşmanın devam etmesini eleştirdi. Gazeteci Zia Weise'ın, İstanbulluların da görüşlerini alarak kaleme aldığı yazısında, kentin 2017 Avrupa Yeşilin Başkenti adaylığının aktivistler ve muhalif politikacılar tarafından 'alayla' karşılandığı dile getirildi.

"ŞAKA GİBİ"

CHP'li Oğuz Kaan Salıcı'nın "Şaka gibi. İstanbul yeşil bir kent değil. Yeşilin başkentliğine başvurmak bir politikacı şakası" ifadelerine de yer veren Weise, şehirdeki hızlı betonlaşmanın yeşil alanları riske soktuğunu anlattı.

GEZİ PARKI DİRENİŞİNİ HATIRLATTI

İstanbul'un çevresindeki milyonlarca ağacın, üçüncü köprü ve üçüncü havalimanı için kesildiğini belirten Weisse, "Kentin kalbindeki küçük yeşil alan Gezi Parkı’na alışveriş merkezi yapılmasına karşı başlatılan eylemler geçtiğimiz yıl ülke çapında gösterilere yol açmıştı" hatırlatmasını yaptı.

VALİDEBAĞ'I DA ANLATTI: HER ŞEYİ KÂRÂ ÇEVİRMEYE ÇALIŞIYORLAR

Weisse Guardian'ındaki yazısında Validebağ direnişini de anlattı. "Üsküdar'da yaşayanlar, çevre kanunlarınca korunan bir korunun hemen yanında başlayan bir cami inşaatına karşı eylemler için sokağa döküldü" ifadelerini kullanan Weisse, bir aktivistin "Her şeyi kârâ çevirmeye çalışıyorlar" sözlerine yer verdi.

KENTLİLERİN İSTEKLERİNİ DİNLEYEN KAZANACAK

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın Validebağ savunucuları için "cami düşmanları" dediğini hatırlatan Weisse, '2017 Avrupa Yeşilin Başkenti' yarışı için, "Kentlilerin isteklerini dinleyen şehir kazanacak" dedi.
Haber93

Dönüşüm mü, sürgün mü?
Prof. Dr. Ünal Emiroğlu
9 Haziran 2014



AKP iktidarı, protesto eylemlerini önleyemeyince “olay mahalli”ni ortadan kaldırmaya karar verdi. Tam bir kara mizah örneği. İstanbul Okmeydanı hanidir hükümeti tedirgin ediyor. Demokratik protesto, muhalefet etme özgürlüğü vardır; araya provoke edici unsurlar sızabilir, devletin görevi bunları önlemektir, özgürlükleri yok etmek değil. Bunu beceremeyen hükümet, AKP’li Beyoğlu Belediyesi eliyle mahalleyi yıkma kararı aldı. Neymiş, Okmeydanı riskli bölgeymiş. İktidar için riskli olduğu belli de “karar”a uydurulan gerekçe deprem riski. Burada da “kentsel dönüşüm” masalı devreye sokularak, insanları yaşadıkları yerden sürgün etme girişimine tanık oluyoruz. Aşinayız bu politikaya: korkutma ve insanları çaresiz bırakma…
Kentsel Dönüşüm söyleminin gizlediği gerçekleri hatırlayalım:

Meşruiyetini deprem tehdidi üzerinden inşa eden ve büyük çaplı mülkiyet el değiştirmeleriyle zorla tahliyeler ve yıkımlara neden olarak kentlerimizin altını üstüne getirecek olan Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun, tartışılmadan, kamuoyunca sorgulanmadan kabul edilerek yürürlüğe girmişti. Kanun, satış kabiliyeti en yüksek olan tarihi ve kültürel alanlar, örneğin Tarlabaşı, Tarihi Yarımada, Beyoğlu, Sulukule, Fener, Balat… buradaki insanları dışarı atarak, mülkiyetlerin bir sermaye şirketine, bir devlet iradesi, hukuk kullanılarak devredilmesi yasasıdır.

Kapitalizm içinde bulunduğu krizi önlemek için kentsel mekânı bir araç olarak kullanmakta, kamusal alanı, doğayı, tarihi kültür değerlerini yağmalamaktadır.

Hafta sonu Karaburun’a bir dost ziyaretine gidiyordum, sağım solum orman. Şehrin bunaltıcı ortamından sonra dünyada cenneti yaşıyordum adeta… Terkos’u (Durusu) geçtim, birden karşımda devasa iş makineleri, yol işaretleme çalışmaları, yolun sol tarafında onlarca flama. Dönüşte daldım flamalı mekâna, içeri sokmadılar. Sıkı güvenlik önlemleri, kuş uçurtmuyorlar. İş anlaşıldı 3. Hava alanının temel atma töreni hazırlıkları. Karaburun dönüşü bu kez kâbusa dönüştü; “Kuzey Ormanları”nın için için kurt gibi kemirildiğini yakinen gördüm ve yaşadım. “Yaslı gittim, şen döndüm” benim için tersine çevrildi: Şen gittim, yaslı döndüm!

İki gün evvel de “çevre günü”ydü sözüm ona! Hangi çevre? Devlet eliyle yağmalanan çevrede onuru yitirilmiş Anayasal haklar; çevre hakkı, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkı… Gören varsa beri gelsin!
Kirlenmiş toprak, su ve hava, genetiği değiştirilmiş tohumlarla yapılan endüstriyel tarım ve hayvancılık, GDO’lu gıdalar gibi sorunlar da “Dünya Çevre Günü”nde dünyanın büyük çevresel çöküntüsünün aktörleri olarak sahnededir.

Hakkın sahibi insandır ama en az hakkın sahibi kadar hakkın konusu olan doğa da anayasal ve yasal olarak korunmaya değerdir.

Yaşam etiğine ve doğaya ihaneti önleyecek anayasal güvencenin sağlanması;
Ülke çıkarlarına dönük, çevre, tarım, tohum politikalarının yeniden ve çok disiplinli biçimde belirlenmesi gereklidir.
Vuslatın başka bahara kalmaması için gerekli ve zorunlu olan politikaları uygulayacak politikacıları başa geçirmek vatan borcumuzdur.

http://www.yenimesaj.com.tr/?artikel,12010129/donusum-mu-surgun-mu/prof-dr-unal-emiroglu

Sermaye, Kentsel Dönüşüm ve Varoş: Fakirin Malı, Zenginin Hazinesi…
SERPİL BOZKULAK (*) / Birgün
14 May 2010



Kent mekânının üretimi, yeniden üretimi ve dönüşümü sermaye birikiminde önemli rol oynamaktadır. Kapitalist üretim tarzının sürdürülebilirliği için kentsel gelişme bir zorunluluktur. Lefebre’ye göre, eğer kapitalizm 20. yüzyılı görebilmişse bunu büyük ölçüde kent mekânını keşfetmesine borçludur. Kapitalist kent mekânının oluşumunu anlamak için kent ve kent-üstü dönüşümlere bakmak gerekir.



Toprak rantı, kapitalist üretim sisteminde kentsel gelişmenin önemli bir parçası olup bu süreçteki çatışmaların da temellerinden biri olmaktadır. Toprak, hem konumu hem de arzı açısından sabit olup, yaratılacak rantın mekânsal yapının şekillenmesinde ve birikim sürecinde önemli etkileri vardır. Kentleşme gibi toprak rantı da sadece ekonomik anlamda değil toplumsal ilişkiler bağlamında değerlendirilmelidir. Tarımsal toprakların kentsel toprağa dönüşmesi sürecinde topraktaki iyileştirmeler toprağın değerini artırmaktadır. Kentsel büyüme aracılığıyla da rant yaratılmaktadır. Kent toprağı üzerinde kullanım biçimini değiştirmeye dönük kararlar alınması ve ek sermaye yatırımları yapılması toprağın rantının artırılmasına neden olmaktadır. Kent topraklarının en verimsiz olanları da piyasa açısından özellikle daha karlıdır. Çünkü verimsiz ve değersiz gözüken toprakların çeşitli altyapı yatırımları ile değerli hale getirilmesi halihazırda değerli alanlardan daha fazla rant yaratmaktadır.

1960-1980 Arası: ‘Köylü’den ‘Varoş’a, ‘Öteki’ye Kent Yoksuluna…
1960’lardan itibaren ithal ikameci birikim rejiminin başlamasıyla kentsel rantlar sanayi birikimine bir engel olarak görülmüş ve sermaye kentsel rantlarla ilgilenmemiş, bu yıllarda kaynaklar da sanayi sektörüne aktarılmıştır. Bu dönemde kentsel gelişim daha çok küçük sermayenin ve gecekonduların başatlığında şekillenmiştir. 1980’den sonra yeni birikim rejimi ile üretken sermaye yerine para sermayeye ağırlık veren yeni bir birikim biçimine geçilmesi ile kentsel rantlar ön plana çıkmış, sermaye birikimi kentsel rantlarla desteklenmeye başlanmıştır. 1980 sonrasında kentsel alanlarda gerçekleştirilen dönüşümler neoliberal politikalarla birlikte tam anlamıyla sermayenin mantığına göre şekillenmeye başlamıştır. Kentsel rant artık sermaye birikim sürecinde engel değil aksine sermaye birikimine katkıda bulunan bir unsur olarak öne çıkmaktadır. Bu dönemle beraber kentlerin kendisi sermaye birikiminin ana unsurlarından biri haline gelmeye başlamıştır. “Gecekondu” olarak adlandırılan enformel konut piyasasının konut tarzı da değişen süreçler içinde farklılaşmış ve farklı algılanmaya başlanmıştır. 1980 sonrası gecekondu bölgeleri 1950’lerdeki gibi barınma amaçlı yerler olmaktan çıkıp rant alanları olarak görülmeye başlamıştır. Gecekondu mahalleleri hızla apartmanlaşmaya başlamış, artık kentin formel konut piyasası içinde ve kentin büyümesi ile de merkezi yerler haline gelmişlerdir. Sadece kentin yoksullarının değil artık kentli orta sınıf da yaşamaya başladığı yerler olmuşlardır.1980 sonrasında neoliberal politikalarla kentlerdeki bölünme ve ayrışma üst sınıfın kendine duvarlar örmesiyle ve ötekilerinden ayrıştırmasıyla sonuçlanmıştır. Bu ayrışma bir süre sonra söyleme de yansımaya başlamış ve dışlanan kesim “varoş” olgusu ile kendini oluşturmuştur. Tehlikeli “öteki”, eski kent çeperi/yeni kent merkezindeki bu rantı yüksek yaşam alanlarını ne kadar hak ediyor sorusu bir şekilde sorgulanmaya öncelikle medya aracılığıyla başlanmış ve kaliteli yaşam vurguları hem öteki hem de “kentin rantı yüksek yerlerinde yaşaması gereken insanlar” için kullanılmaya başlanmıştır. Son yıllarda kentle –özellikle İstanbul’la– ilgili bütün çözümsüz problemlerin –deprem nedeniyle güçlendirilecek binalar, artan suç ve suçlunun yaşadığı mekânların temizlenmesi gerekliliğinin– çözümü 1980 sonrasındaki kentsel gelişmenin en dramatik sonucu olarak karşımıza çıkarılan ve şehrin yoksullarının yaşadığı ve varoş diye tanımlanan mahallelerde uygulanan “kentsel dönüşüm” olarak dayatılmaktadır. 17 Ağustos depremi ile başlayan başta İstanbul olmak üzere bütün Türkiye’deki inşaat kalitesine dikkat çeken söylem –“deprem değil binalar öldürür”– karşılığını bir süre sonra bu binaların güçlendirilmesi kentlerin yenilenmesi başta İstanbul olmak üzere depreme hazır olunması, bunun da merkezi otorite tarafından sağlanması gerektiği ile meşru bir zemine taşınmıştır. İnşaat kalitesi düşük binaların yeniden yapımı nedense kendini sadece kentin rantının yüksek olduğu gecekondu bölgelerinde uygulanması gerektiği cevabı ile sonuçlanmaktadır. Kentsel alanların kullanım biçimini değiştirmeye dönük kararlar alınması ve ek sermaye yatırımları yapılması toprağın rantının artmasına neden olmaktadır. Kentsel mekanlarda rantı yüksek alanlar altyapı yatırımları biçimindeki sermaye yatırımları ile rantı daha da yükseltilmektedir. Bu nedenle de kentin her alanı metalaştırılarak verimli hale dönüştürülmesine ilişkin politikalar yaygınlaşmaktadır. Çok hızlı büyüyen kentlerde altyapı kapasitesinin yetersizliği kent toprağının gelişimini zorlaştırmakta ve toprak fiyatlarının artmasına neden olmaktadır. Bu nedenle eskiden kentin çeperinde kalan gecekondu alanları –bugünün varoşları– artık kentin merkezi haline gelmiş ve coğrafi olarak avantajlı durumdaki bu mekanların artan rantı nerdeyse bakanlık derecesinde yetkilerle donatılmış TOKİ aracılığıyla büyük sermayeye sunulmaktadır. Sermayenin talebi doğrultusunda siyasi otoritenin müdahaleleri, mekanın örgütlenmesinde belirleyici olmaktadır. Bu müdahaleler sonucunda kentsel rantların dağılımını etkilemekte ve kentsel mekanını değiştirmektedir.

1990-2000’ler: Moda ‘Kentsel Dönüşüm’



2000’li yıllardan itibaren de pek çok ülkede uygulanan yapısal reformlarla beraber uluslararası inşaat sermayesinin serbest hareketi sağlanmaya çalışılmıştır. Türkiye’de de bu süreç yapısal uyum reformları ve geniş yetkilerle tekrar yaratılan TOKİ aracılığıyla hayata geçirilmeye sağlanmıştır. TOKİ, AKP iktidarı ile kentsel gelişimin asıl belirleyicisi olmaya başlamış bunun da ateşleyicisi “kentsel dönüşüm” projeleri olmuştur. TOKİ’nin kendi internet sayfasında bulunan “TOKİ’nin kentsel dönüşüm için aradığı özellikler: Teknik verilere bağlı olarak (jeolojik durum, zemin özellikleri, tarihi ve doğal miras); tasfiyesi zorunlu alanlar, afet bölgeleri; Kentsel arazi değeri yüksek ancak yapılaşma kalitesi düşük, sosyal donatı hizmetinden yoksun ve kentsel kimliğe uyumsuz alanlar dönüşüm projelerine konu edilmektedir” açıklaması ile rantı yüksek, coğrafi olarak avantajlı mekânları dönüşüme konu ettiğini açıkla belirtmektedir. Bu dönüşüm sürecinde toprağın potansiyel kullanıcıları veya toprağı yeniden geliştirecek olanlar ile toprak üzerinde bulunan kullanıcılar arasında doğrudan bir çatışma oluşmaktadır. Bu çatışmanın en büyük tarafı olan TOKİ’nin başkanı Erdoğan Bayraktar ise 2004 yılında düzenlenen IV. Gayrimenkul Zirvesi’nde “TOKİ, programı çerçevesinde özellikle gecekondu dönüşüm projelerine büyük önem vermektedir. Gecekondu dönüşümü ile kaçak ve çarpık kentsel alanların iyileştirilmesi, ayrıca eşzamanlı olarak yeni ve planlı kentsel arsa üretimini sağlamak suretiyle hem kent merkezlerinde bulunan değerli arsaların, kentin prestijini arttıracak özel proje alanları olarak geliştirilmesini sağlayabilecek…” şeklinde açıklaması ile çatışmanın kaynağının bir rant paylaşım süreci olduğunu açıkça belirtmektedir. Bu süreç sonunda kentin değerlerinin sermaye birikiminde kullanıldığını söylemde de görmekteyiz; “barınma hakkı” yerine artık “konut sorunu” kavramı kullanılmaktadır. Artık varoşların yerlileri bugüne kadar yaşadıkları mahallelerde kentsel dönüşüm sonrası yapılan havuzlu, güvenlikli, spor kompleksi gibi imkânları olan lüks konutlara mortgage sayesinde “kira öder gibi” taksitlerle alma “hakkına” sahiplerdi. TOKİ, 2985 Sayılı Toplu Konut Kanunu 1984 yılında yürürlüğe girmiş, 1990 yılında da 412 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnameyle, dar ve orta gelirli ailelerin konut ihtiyacını karşılamak misyonuyla kurulmuştur. Oysa 6 Ağustos 2003 tarihinde 4966 sayılı Kanunla TOKİ’ye verilen “konut sektörü ile ilgili şirketler kurmak veya şirketlere ortak olmak, yurtiçi ve yurt dışında doğrudan veya iştirakleri aracılığıyla konut uygulamaları yapmak ve kaynak sağlanmasını teminen kâr amaçlı projeler geliştirmek” hakkıyla beraber – TMMOB’un 2009’da yayınladığı rapora göre- toplam TOKİ projelerinin sadece yüzde 22’si alt ve orta sınıfa yönelik yapılmakta olduğu görülmektedir. Bu alt gelir grubuna yönelik projelerde sağlıksız ve kalitesiz evler olarak karşımıza çıkmaktadır.

1990 sonrasında kentin suç depoları olarak gösterilen ve artık kentin merkezinde olan yerler söylemde de “varoş” ile ötekileştirilerek buraların suçun ve suçlunun kaynağı olduğu ve artık içimizde yaşadığı ve her an tehlike ile yaşadığımız korkusu kentlinin hayatına ve hayat pratiğine yerleştirilmiştir. Kentli bu söylemle beraber kent çevresindeki korunaklı sitelerde yaşamayan başlamış, kentin tehlikesinden kendini ve ailesini korumasının yolunun kentin tehlikelerinden uzakta durmasıyla mümkün olduğuna, bunu da kentten uzaklaşarak tehlikelerin bir şekilde içeri giremeyeceği yaşam tarzına sığınarak sağlayabileceğine inanmıştır. Bu korunaklı siteler kent merkezine –işyerine, okuluna, alışveriş merkezine– ne kadar yakın olursa o kadar da gözde mekânlar olmaktadırlar. Kentsel dönüşümle bu korunaklı siteler artık kent merkezinin kalbine yerleşebileceklerdir. Böylece yoksullar kent dışına gönderilirken hem suçun yok olduğu düşünülmekte hem de kent merkezinin en değerli alanları bu değeri hak eden insanlara mekan olmaya başlamaktadır. Lipietz’e göre, tekel rantı kendilerini alt sınıflardan ayırmak ya da arzu ettikleri bölgede yasamak için üst ve orta sınıflar tarafından ödenmektedir. Kentsel dönüşümlerle yaşadıkları kent merkezine yakın ya da coğrafi olarak avantajlı mahallelerden gönderilen “varoşlular” sayesinde burada yaşamayı hak eden yeni yerleşikleri bu şans karşısında Lipietz’in tekel rantını ödemeye razı olmaktadırlar. Kentin tarihsel merkezlerine yakın ulaşım ağlarına hâkim çöküntü bölgeleri de kentsel dönüşümün bir diğer ayağını oluşturmaktadır. Kentsel rantın bölüşümü rantın oluşumu sırasında gerçekleşmekte yani rant oluşurken bölüşüm sürecide başlamaktadır. Kentsel dönüşüm projeleri oluşan rantta siyasi otorite aracılığıyla sermayenin yeniden bölüşüme açması olarak değerlendirilebilir. Bu yeniden bölüşümün aktörleri ise finans sermaye ve yerli ve yabancı büyük inşaat firmaları olmaktadır. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş: “Bizim şimdiye kadar yaptığımız kentsel dönüşüm projeleri 3-5 binlik. Halbuki İstanbul’daki 1,3 milyon binanın yarısından fazlasının yıkılarak yeniden inşa edilmesi kaçınılmaz. Biz İstanbul’a yatırım yapmak isteyen yabancı sermayeyi kentsel dönüşüm projesine yönlendireceğiz…” açıklaması ile yabancı inşaat firmalarını İstanbul’u yeniden inşaya çağırmaktadır. PricewaterhouseCoopers ve Urban Land Institute işbirliği ile gerçekleşen ‘Gayrimenkulde Gelişen Trendler 2010 Avrupa’ raporuna göre; İstanbul gelişme beklenen şehirlerarasında ilk sırada yer almakta ve yabancı yatırımcının en büyük beklentisi de yatırım yapacakları ülkelerdeki yasal düzenlemelerin sorunsuzca işleyebilmesidir.

Sonuç Hep Yoksulluk, Eşitsizlik…
Bu sürecin sonunda yaratılan rant sayesinde birikim sağlayan bir kesim olduğu gibi mağdurları da yaratılan rantın mekanına sahip olan “varoşlu”lardır. Yaşadıkları alanlardan edilen kent yoksulları bu ayrışma sonucunda kamusal hizmet alabilme imkânlarından da daha az faydalanmaya başlayacaklar, 1950’lerden itibaren fordist üretim sürecinde kentin maliyetini ödeyerek ucuz işgücünden yararlanılan ve artık tamamen dışlanan kesim olmaya başlayacaklar, özellikle kentin hizmet sektöründe çalışan yoksullar kent dışına gönderilmeleri nedeniyle var olan işlerini kaybetme ya da ekstra ulaşım masrafı ile karşı karşıya kalmaya başlayacaklar ve var olan sosyal ilişkilerini –komşuluk mahalle dayanışması– tamamen kaybedeceklerdir. Kapitalist birikim sürecinde önemli ölçüde kentsel mekân üzerinden gerçekleştirilmesi kentsel dönüşüm uygulamaların önüne geçilmesini zorlaştırmaktadır. Ancak, bu birikim sürecinin daha insanı bir içerik kazanması için ciddi bir mücadele süreci dönüşüm uygulamalarının bir kısmının iptali ile sonuçlanabilir ve kentin insanı ve tarihi dokusunun tahrip edilmesine engel olabilir. Bu nedenle sivil toplum kuruluşları ve muhalif güçlere önemli sorumluluklar düşmektedir. “Sermaye sizin ama kent bizim” diyebilecek inisiyatif olmaksızın bu sürecin önüne geçilmesi oldukça zordur.

(*) Doktora Öğrencisi, Muğla Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü.

İstanbul'un geriye dönüşsüz dönüşümü
Nihal Kemaloğlu
nihal.kemaloglu@aksam.com.tr



'Üretimsiz' ve 'istihdamsız' büyüyen ekonomimizin şah damarı gayrimenkul ve inşaat sektöründe referandum sonrasında İstanbul merkezli patlama yaşanıyor.

TV ekranlarını ve gazete sayfalarını kaplayan konut reklamları, bu ürkütücü sermaye kaynak aktarımının boyutlarını veriyor, İstanbul'un yeri göğü yapılaşıyor.

Elini çabuk tutan Belediye, TOKİ ve Kültür Bakanlığı, üç ayrı koldan kamu varlıklarını özelleştirme, kentsel dönüşümün beylik uygulaması merkez semtlerde yıkıma ve kamu arazilerinin ihaleyle satışına hız verdi...

İstanbul'da hem kamulaştırmaya açılan kent içi bölgelerin hem de ormanlık alanların da dahil olduğu kamusal arazilerin inşaat sektörüne devredilmesiyle üretilen büyük spekülatif kazançlar dudak uçuklatıyor.

Küresel finansın gözünü kamaştıran inşaat ve gayrimenkul sektöründeki bu dev kalkınmanın en parlak ayağını da 3. Köprü oluşturuyor.

TMMOB, Şehir Plancılar Odası 3. Köprü'nün maliyetini araştırmış ve iki milyon ağacın kesilmesiyle 70 bin hektarlık yerleşim alanı açılırsa 350 milyar dolarlık kentsel rantın paylaşılacağını hesaplamış.

Mesele 6 milyar dolarlık köprünün parasının nasıl çıkacağı değil, bu projenin 55 katı kentsel rantı beraberinde getirmesi.

Küresel sermaye mıknatısı mega projelere kapılan sıcak para ve yabancı krediyle ekonomimizin 'spekülatif büyümesi' sağlanırken, inşaat sektörü de şahlanacak.

Son 25 yılda kamu varlıklarının 45 milyarlık özelleştirme dönemiyle elden çıkartılmasından sonra başta İstanbul olmak üzere büyük kentlerin taşı toprağı sahiden altın gibi piyasalaştırılıyor.

Temmuzda yürürlüğe giren Belediye Yasası'ndaki 'Kentsel Dönüşüm ve Gelişim Alanları' başlıklı kanunda yapılan değişiklikle belediyelere sınırsız yetkiler tanındı.

Yasa belediyelere bir bölgeyi ya da binayı 'kentsel dönüşüme' alma yetkisi verirken, ev sahiplerinin kentsel dönüşüme itiraz etme hakkı bulunmuyor.

Yargı denetimi kalmayan yeni yasayla belediyelerin 'deprem riskini' öne sürerek dönüşüm bölgesi ilan ettiği alanlar spekülatörlerin dikkatine sunuluyor.

Değerli kent alanları Zeytinburnu, Beyoğlu, Eminönü, Bakırköy, Avcılar fahiş arsa bedelleriyle kentsel dönüşümün gözde ilçeleri, yeni 'Nişantaşı'ları olacak, tek fark alt gelirli sakinlerin kapı dışarı edilecek olmaları.

İstanbul'da bir milyona yakın bina yıkıma uğrarken tabii ki yerlerine büyük AVM'ler, iş merkezleri, lüks konutlar inşa edileceğinden şüphe duyulmuyor.

Kent uzmanları endişeyle, bir milyon konut yıkımının yaklaşık 10 milyon insanın yaşamını etkileyeceğini belirtiyor ve iskana açılan yerlerde yaşayan 'yoksulluğun' yerinden edilmesinin sosyal sonuçları için uyarıyorlar.

Ayrıca rant bölüşüm projeleri olarak da bilinen tarihi dokuyu 'soylulaştırma' operasyonları, İstanbul'un girift, renkli kozmopolit kültürünün de sonunu getiriyor.

Soylulaştırma kurbanı Tarlabaşı'nın kamulaştırma yapılmadan önce ihalesinin açılıp daha sonra mal sahiplerine haber verilmesi bu rant sabırsızlığını gösteriyor.

Sulukule ve Tarlabaşı'nın tarihselliği tasfiye edilirken, Galataport ve Haydarpaşa da finansal dönüşümleri için sermayedarlarını bekliyorlar.

Hatta sanayi üretim tesislerini kapatan işadamları bile tesis arsalarını konut ve yapı sektörünün karlılığına gönülden teslim ediyorlar.

8 bin yıllık İstanbul'un özel güvenlikli havuzlu villa inşaatları, finans kuleleri ve AVM'lerle doldurulan şehir haritası finans düşkünü agresif dönüşümün 'geriye dönüşsüz' mekanı olacak hiç kuşkusuz...

Akşam

Nihal Kemaloğlu
İstanbul batarken!

Şehir bazen cehennemin kendi olur. Çünkü insanlar şehri bir cehennem tasarımında inşa etmişlerdir.
Metropolde yaşıyor olmanın emniyetsizliğine apansız bir sabah yakalanırsınız.
Otoyolda giderken dört metreye varan selle bir anda sarılıverirsiniz.
Akıntının kuvvetiyle savrulurken ve o an nasıl güvensiz bir şehirde yaşadığınızı anlarsınız.
TIR'ların sürüklendiği otoyol altınızdan sökülür, şehir biter ayaklarınızın altında.
Artık şişme botlara kalmıştır kaderiniz, helikopterlerin ne kadar ağırlık taşıyacağı ve vinçlerin çekim gücü belirler hayatınızı.
Canınız 'sınırlı kurtarma' olanaklarıyla sınırlıdır.
Derin ve ağır farkındalığı böyle zamanlarda tecrübe edilir.
Nasıl 'yaşanamaz bir yeri' şehir sandığınızı da anlarsınız!
Ceset torbaları gelmeye başlamıştır bile...
Siz o tekstil atölyesinin kapısında sel sularının bastığı servisteki yedi kadından biri olabilirsiniz.
Camları bulunmayan, adına servis denilen metalik bir tabutta olabilirsiniz
Çatıların, arabaların üzerinde mahsur kalmış İstanbullular neler düşündüler acaba?
Büyük bir çukura çevrilen İstanbul böyle bir felaketi epeydir bekliyordu.
Çünkü İstanbul bir sel çanağı olarak yapılandırılmış, aynı zamanda deprem bölgesi olarak sereserpe yayılan bir şehrimizdir.
12 milyon insanın yaşadığı İstanbul gitgide 'cehennemin öteki adı' oluyor.
İstanbul'u sel aldı klişesine artık biz de teslim olmayalım.
Şehir planlamacılarının ve Mimarlar Odası'nın yıllardır süren uyarılarına karşın rant şehri olmaya devam ediyor İstanbul.
İnanılmaz bir yapılaşma yaşıyan bu kent sahiden planlı mı?
Sağanak yağışı emecek toprağın ekolojisi kalmadığından söz ediliyor.
Kurutulan dere yataklarının üzerinden otoyollar geçiyor.
Denize ulaşamayan yağmur suyunun sızacağı toprak da bataklık da kalmamış!
Biriken su akıntı gücüyle binaları, yolları önüne katıp ilerlemeye çalışıyor.
Yüzde 70'i kaçak yapılandırılmış İstanbul yağmur sularını drenaj sistemini kanalizasyona vererek bertaraf edildiğini geçmiş sellerden biliyoruz..
Doğa bilgisiyle hayata tutunabiliriz, bilimin ölçümleri yaşam mekanlarını kurar.
Bu bilgileri yok sayan, su havzalarını, dere yataklarını betonlaştıran 'zihniyet' bunu felaket olarak niteleyecektir.
Üstüne üstlük 3. köprünün planları yapılırken, bölüşümü hesaplanırken...
Sosyal devletin gereği olan afet, imar, şehircilik ve yapı denetim yasalarının mahiyetini kavramayan ama açgözlü kentsel dönüşüm projelerine saplanan anlayış bu defa sahiden sorgulanmalıdır.
Siyasi ve ekonomik rantın insan güvenliğini yok saydığı yapılaşmaya karşı doğanın intikamına tanık oluyoruz.
Doğa kendi dengesinin bozulmasını affetmiyor son tahlilde.
Büyük plazaların, geniş otoyolların yer aldığı İkitelli'nin ve Basın Ekspres yolunun nasıl bir tıkaç olup girdap merkezine döndüğünü izliyoruz.
Bu 2 bin 700 yıllık şehrin tarihindeki 'en büyük sel felaketi' ifadesi bile içinde nasıl bir çelişki taşıyor.
Kadim İstanbul sele karşı 'bilge şehircilik bilgisiyle' duruyor, depremlerde durduğu gibi.
Toprağı bitmiş bir kentin yağmuru bile anafor olup insanları yutuyor.
İstanbul batıyor, sulara gömülüyor, insanlar umutla kurtarılmayı bekliyor..
Belediye Başkanı 'tedbirsizliğin sonuçları' diyor.
Kimin tedbirsizliği Sayın Başkan 'iş yeri servisinde hayatını kaybeden yedi kadının tedbirsizliği mi?'
Yoksa Ayamama deresinin yanında bulunan garajdaki TIR'larda boğulan şoförlerin tedbirsizliği mi?
Akşam

Nihal Kemaloğlu
nihal.kemaloglu@aksam.com.tr
İstanbul; emeğin yağması kamunun talanı

İkitelli ve Halkalı'da etkili olan sel, 'imaj kent' İstanbul'un' zeminindeki balçığı gösterdi. Sınırlı bir alandaki afete bile müdahale edemeyen ve güvenlik sağlayamayan bir metropol vardı karşımızda.
Kıpırdayamayan, ağır, hantal yerel yönetim, 'küresel ısınmayı' suçluyordu.
Anladık ki; yıllardır İstanbul'u rehin alan büyük ve arsız organizma neoliberalizm şehri çoktan yutmuştu...
Araçlarda boğulanlar, çamur basmış yerleşim ve sanayi alanları, toprağa ve suya karışan kimyasal atıklar, ilkel kurtarma çalışmaları, çamurlu malları kapan 'sırnaşıklık ve arsızlık', nasıl kırılgan bir noktaya varıldığının ispatıydı.
Şehir sadece altyapısal, kriz yönetimi olarak değil, sosyal yapı olarak da çökmüştü.
En küçük bir tetiklenmede kaosu başlatacak bütün koşullar meğerse hazırmış!
Neoliberalizmin gücü şehri ve insanlarını dümdüz etmişti.
Toprağı kalmayan çamurkentte toplum olabilmenin bütün zamkı da bitmişti.
Sele kapılan malları naylon torbalara dolduranların görüntülerinde' yıllardır rantla yönetilerek yağmalanmış' bu şehre çok acı uyarılar vardı..
Esas yağmanın eriyen sosyal doku olduğunu kimse anlayamıyordu.
Yedi işçi kadının cesetleri kaldırım üzerinde yatarken yolun karşısında ellerindeki mallarla kaçışanları izledik.
Bir tanesi elindeki ütüyü şöyle açıklıyordu: 'Burası kamuya ait değil mi?'
Sahi 'kamu' artık böyle bir anlamdı ortak zihnimizde 'beraber talan edeceğimiz alan'.
Kamu kaynaklarının ve imkanlarının talanı belli ki dikkatle gözlenmişti.
Sosyal devletten ve sosyal haklardan yalıtılmış bir ülkede kamunun çağrışımı buydu!
Çürümüş sosyal sistemin kurbanları ya ölü ya da suçlu haline geliyordu.
Çanak çömlek toplayanların başka şehirden geldiği açıklaması 'neyi aklıyorsa', kadın işçilerinin hayatını kaybettiği yük minibüsünün sadece o gün için kullanıldığı yalanı da 'o'nu aklıyordu'.
Mal taşınan minibüste pekala işçi taşınırdı. Hanidir 'emek' alınıp, satılan, kiralanan bir mal bu piyasada.
Ölünceye dek kimsenin merak etmediği 'penceresiz hayatların' sahipleri kadın tekstil işçileridir.
Tekstil sektörünün en ucuz işgücüdür.
Sendikasız, güvencesiz, iradesiz, sessiz bir mala dönüşen kadın işçiler çöküntü semtlerdeki merdiven altı ekonomisini var ederler.
Ünlü tekstil markalarının 'özgür kadına' yönelik reklamlarının 'ikiyüzlülüğünü' tekstil kadın işçilerinin çalışma koşulları ele verir...
Maliyetleri düşüren, karlılığı körükleyen ve sosyal hakları yıkan neo-liberalizm İstanbul'da şahlanır.
Zorunlu göçle İstanbul'a gelmiş kalabalık ailelerin kızları vasıfsız, ucuz emeğin özneleri olur.
Sonra penceresiz yük minibüsüne binerek yoksulluğun mahallelerine dönerler.
Şehri görmezler, bilmezler. Bildikleri, apartman altlarında havasız, karanlık dokuma atölyeleridir .
Emeğin yağması, kamunun talanı için İstanbul büyük merkezdir.
İstanbul 'varaklı kamuflajını' düşürünce, tenekeden çatma, çamurdan yapma metropol varoş olduğunu gördük...
İçindeki bütün gettocukları yutacak 'büyük gettonun' gelişinin işaretlerini de duymuyor henüz.
Akşam

Nihal Kemaloğlu
nihal.kemaloglu@aksam.com.tr
Yaşanamaz kent; uluslararası finans merkezi İstanbul

Finansal coğrafya Asya'da kuruluyor. Kapitalizmin bu evresinde ekonomik güç merkezi Doğu Asya oluyor.
HSBC'nin Yönetim Kurulu Başkanı Green, bankanın Londra'dan Hong Kong'a taşınacağını açıkladı.
Londra, New York, Frankfurt, Milano ve Paris küresel para işlemlerini Hong Kong ve Singapur'a devrediyorlar.
Bu aynı zamanda yeni egemen ekonominin Çin'de konuşlanacağı anlamına geliyor.

İstanbul da yeni finans haritasında yer almak için kendini pazarlıyor.
İstanbul'un uluslararası finans merkezi olmasına ilişkin strateji ve eylem planı Resmi Gazete'de yayımlandı.
Plana göre İstanbul önce bölgesel sonra küresel finans merkezi olacak.
Sel çanağı ve kırık fay hattı İstanbul da dünyanın 'ilk yirmi ekonomisinin içinde olan' Türkiye'nin hevesli finans merkez adayı olarak hazırlanıyor.
BM'in kalkınma programının '2009 İnsani Gelişim Endeksi'nde 182 ülke arasında 79.sıradaki Türkiye, ekonomik olarak daha büyük olduğu ülkelerin bayağı gerisinde kaldı.
Yüksek gelir düzeyine rağmen insana yatırım yapmayan Türkiye; eğitim ve sağlıkta Bosna Hersek'in altında yer alıyor.
Şimdi de insana akmayacak bir karlılığa İstanbul'da kucak açılıp yatırım yapılıyor.

Üstelik küresel finans devlerinin yere serildiği ve bir kabusa dönen finans sektörünün karşılıksız kağıtlarının uzayda uçuştuğu dönemde bu niyet fazlasıyla ham bir hayal.
Uçar kaçar sıcak paraya bel bağlayan bu girişimle GSMH'ya %4 oranında katkı sağlanacağı belirtiliyor.

Küresel finansın kirli ve karanlık paralarını kapmayı hedefleyen proje, İstanbul'u 'kokuşturacak' yeni bir kentsel tehdit oysa.
Dünyanın çatışma mevzilerinden akan kanlı elmas, altın ve paradan oluşacak borsalarının 'ahlak dışı ilişki ve dağıtım ağları' İstanbul'a kalkınmayı değil daha da çürümeyi enjekte edecek.
Üretim yapmayan 'manipülatif finansın' hizmet-bilişim sektöründeki dar istihdamıyla göz boyanırken, İstanbul kan emici kültürün kodlarına teslim ediliyor.
Özel vergi indirimlerinden faydalanmak için finans kentlere gelen para üretimi değil 'paradan para' kazanma spekülasyonlarını tırmandıracak.
Para ve zenginliğin temsilleriyle kentin nicedir bozulmuş siyasal ve sosyal dokusuna derin bir görgüsüzlük ve eşitsizlik katacak.
Üç bin yıllık kadim kentin eriyen kozmopolitliği 'vatansız' parayla ikame edilmiş olacak.

Daha hazini dünyada yaşama endeksinde 121. sırada olan İstanbul zaten bir yaşamsal alan olarak kendini yaşatamıyor.
Bir sağanak yağışla yolları kapanan, elektronik iletişimi kesilen, borsası açılamayan, uluslararası toplantılarda ulaşım özgürlüğünü engelleyerek, kent insanına evinde oturmasını salık veren 'yönetişim aczi 'içinde.
Çeperlerine tutunmuş milyonlarca İstanbullu kent hizmeti alamadığı gibi ciddi can güvenliği tehlikesi altında.
Daha geçen ay medya ve sanayi hattının büyük bir dere yatağı olduğu ortaya çıktı.

Hem doğal hem de sosyal ve tarihi zenginliğini onanmaz derecede yitirmiş 'kentimsi havza' kendinin canavarı olmuş durumda.
Üstelik finans merkezi projesi rant piyasasını hareketlendirerek, arsa spekülasyonlarını azdırarak İstanbul'daki doğal afet tehditlerinin üstünü örtecek.
Yine büyük bir yatırım alanına dönüşecek kent, odağına kurulacak rant zihniyetinden kurtarılamayacak.
Küresel finansın kentsel mekanlarda dışavurumu, sadece imaj mimarisi olarak değil, kentsel yaşam kültürünün üst sıralarına yerleşen 'suç ve günlük hayat şiddeti 'oluyor.
Ama yine de tarihsiz, köksüz ve insansız bir İstanbul'a kavuşmak için herkes elinden geleni de ardına koymuyor.
akşam gazetesi

Hıncal Uluç ve Mustafa Ilıcalı Hoca'ya davet...
Ali Atıf BİR
aabir@bugun.com.tr
11 Ekim 2010

Hıncal Uluç bir süredir Kanyon Alışveriş Merkezi nedeniyle çevrede Arap saçına dönen trafiği yazıyor. Hatta bu konuda Bahçeşehir Üniversitesi'nden Ulaşım Uzmanı Prof. Mustafa Ilıcalı Hoca'yı alıp İstanbul'da trafik keşfine çıktı. Birkaç kavşak dolaşıp saçmalıklar karşısında kafayı yiyip geri döndüler.

Dönmeleri de çok normal. Bir şehrin trafik planlaması şehir planlaması ile koşut gider. İstanbul'da şehir planlaması diye bir şey yok ki trafik planlaması olsun.

"Nasıl yani" demeyin? Şehir planlamasında da önemli olan "kamu çıkarı." Kanyon'u inşa etmek özel sektörün en doğal hakkı. Ancak bu "inşa" alışveriş merkezinin önünden geçecek yüz binlerce insanın saatlerce trafikte beklemesine yol açacaksa "kamu çıkarı" gereği, ruhsat verilmez. Eğer özel sektör sorunu çözecek bir formül önerir ve kamu karar vericisini ikna ederse ruhsat alır.

Kanyon'un yapımına izin verildiğinde Kanyon'un çevresinde trafiğin tıkanacağı belliydi. Kanyon'a ruhsat veren belediye görevlilerinden savunma istenmeli ve suçlular yargılanmalı ve mutlaka cezalandırılmalı.

Beni anlamaları için Hıncal Uluç ve Mustafa Hoca'ya bir sabah saat sekizde Kavacık Kavşağı'nda buluşmayı öneriyorum... Biri Çavuşbaşı'ndan insin, diğeri Beykoz'dan çıksın bakalım ikinci köprü yoluna kaç dakikada inecekler. Normalde bir saat, yağmurlu havadan az bir buçuk saat.

Kavacık gelişiyor. Belediye hesapsız kitapsız sürekli yeni hastane, iş merkezi, otel gibi binalara izin, ruhsat veriyor. Her bina yola araç yükü bindiriyor. Tıkanmalar sonunda kavşağı yeniden yaptılar ama yeni kavşak sadece çiçek dikmeye yarıyor, trafik artık daha çok tıkanıyor.

Çünkü hiç kimse bir binanın dikilmesine izin verirken o binanın Kavacık Kavşağı'na kaç araç daha ekleyeceğini, bu araç sayısına göre de kavşağın nasıl bir modelde çalışacağını düşünmüyor.

Eğer davetimi kabul edip gelirlerse ve onaylarlarsa Kavacık'ta son beş yılda verilen bina ruhsatlarının altında imzası olanların "kamu çıkarına" muhalefetten yargılanması istiyorum. Gerçekten.

Kentsel Dönüşüme Taşlı Dopalı Direniş!
Ankara Büyükşehir Belediyesi'nin Dikmen'de gerçekleştirilmek istediği gecekondu yıkımı sırasında, gecekonduda oturanlarla polis ve belediye ekipleri arasında gerginlik çıktı.
Ankara Büyükşehir Belediyesi ekiplerince Dikmen Vadisi'nde gerçekleştirilmek istenen gecekondu yıkımı sırasında, gecekonduda oturanlarla polis ve belediye ekipleri arasında gerginlik yaşandı.

Dikmen Vadisi'ndeki gecekonduların yıkımına karşı çıkan bölge sakinleri, belediye ekiplerinin vadiye girişini engellemek için bariyerler kurdu.

Taş ve sopalarla bekleyen gecekondu sakinleri, ekipler gidinceye kadar mücadele edeceklerini belirttiler.

Ankara Büyükşehir Belediyesi ekipleri ise belediye yönetiminin yıkımların gerçekleştirilmesi talimatı üzerine yıkım araçlarını vadiye soktular.

Bu sırada, bölgede bulunan çevik kuvvet ekipleri, vatandaşlara yıkıma karşı direnmemeleri, aksi halde müdahalede bulunacakları yönünde anons yaptı. Vatandaşlar ise taş ve sopalarla müdahaleye karşı duracaklarını ifade ettiler.

Polisin müdahaleye hazırlandığı sırada, gecekondu sakinlerine destek vermek üzere Dikmen Vadisi'nde bulunan CHP Ankara Milletvekili Levent Gök, İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin ile telefonla görüşüldüğünü ve Şahin'in yıkımın durdurulması talimatı verdiğini söyledi. Bunun üzerine, polis ve belediye ekipleri bölgeden uzaklaştı.

Öte yandan, Gök, burada gazetecilere yaptığı açıklamada, kış ve soğuğa rağmen bölgede ikamet eden vatandaşların barındığı evlerin yıkılmak istenmesini eleştirdi.

Bu arada, Gök, olaylar sırasında vatandaşla konuşurken, çevik kuvvete ait basınçlı su sıkma aracından Gök'ün ve vatandaşların üzerine su sıkıldı. Bunun üzerine vatandaşlar polise yumurta ve taş attılar.

Olay, emniyet yetkililerinin, araçtan yanlışlıkla su sıkıldığını ve görevli polis memuru hakkında gereken işlemin yapılacağını söylemeleri üzerine sona erdi.
aktifhaber



Jennifer Hattam: "3. köprü İstanbul'un trafik sorununu çözmez"
Habertürk'ün haberi:

NASA'dan inanılmaz İstanbul tespiti!



Amerikan Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi (NASA)'nın 1975 ve 2011'de elde ettiği iki uydu fotoğrafı, İstanbul'la ilgili bir gerçeği böyle gözler önüne serdi...
30 Ocak 2012

NASA'nın 1999'dan bu yana uydu fotoğraflarını yayınlayan internet sitesi Earth Observatory'deki bir makalede, şehirdeki 'inanılmaz hızlı' değişimin üzerinde duruldu. "İmparatorlukların yükselişini ve düşüşünü İstanbul'un hayli zengin çeşitlilikteki mimari yapısından okumak kolay" denilen yazıda, modern medeniyetin, tarihi kentin şeklini önemli oranda etkilediği belirtildi.

Makalede, Landsat uyduları tarafından 24 Haziran 1975 ve 7 Haziran 2011'de çekilen 'sahte renkli' iki fotoğraf karşılaştırıldı. Ormanlık bölüm kırmızı, kentsel bölgeler gri, diğer kırsal bölgeler koyu gri, su ise siyah renk ile gösterildi.

1975'te İstanbul'un geçmişte olduğu gibi halen Haliç merkezli olduğu, 2011'de ise doğu ve batıya doğru yaşanan kilometrelerce uzunluktaki genişlemenin dikkat çektiği kaydedildi. Şehrin nüfusunun 1975'te 2 buçuk milyonken, günümüzde bu sayının 12 milyonu aştığı hatırlatıldı. 1973 ve 1988'de açılan iki köprünün uzaydan görülebildiği, şehirleşmenin de bu köprülerin yollarına göre genişlediği vurgulandı.

Earth Observatory'nin, iki fotoğrafın karşılaştırıldığı sayfasında, şehirdeki kırmızı bölgelerin hızla azaldığı, gri kısımların ve yolların 36 yılda büyük artış gösterdiği açıkça görülebiliyor. Fotoğrafları değerlendiren 'treehugger' adlı internet sitesi yazarı Jennifer Hattam, şehrin büyümesiyle birlikte trafik sorunun giderek arttığını ve yapılması planlanan 3. köprünün bu soruna çözüm olamayacağını savundu. Hattam, 2047 yılında uzaydan çekilecek yeni bir fotoğrafın ne göstereceğini tahmin etmenin zor olmadığını ifade etti.

500 milyar dolarlık dönüşüm!
Sabancı Holding Çimento Grubu Başkanı Mehmet Göçmen 10 yılda 10 milyon konutun yenileneceğini söyledi
07 Şubat 2012

HABERTURK.COM EKONOMİ SERVİSİ

Sabancı Holding Çimento Grubu Başkanı Mehmet Göçmen 2011 yılında dünyada ve Türkiye'de sektörde yaşanan gelişmelere ilişkin değerlendirmelerini 2012 yılı beklentilerini düzenlenen basın yemeğinde paylaştı. Toplantıda Akçansa Genel Müdürü Hakan Gürdal ve Çimsa Genel Müdürü Mehmet Hacıkamiloğlu da hazır bulundu.

Toplantıda Türkiye'deki inşaat sektörüne değinen Göçmen, inşaat sektörünün kriz dönemlerinde ekonominin geneline göre daha ciddi oranda küçülen, büyüme dönemlerinde ise ekonominin itici güçlerinden birisi haline gelen bir yapıya sahip olduğunu belirtti. Önümüzdeki dönemde büyümeyi tetikleyecek unsurlar olarak ise kentsel dönüşüm projeleri, konut dışı yatırımları, altyapı yatırımları, harcanabilir gelir seviyesinin artması, binaların enerji verimliliğini sıralayan Göçmen, özellikle kentsel dönüşüm projelerinin, önümüzdeki yıllarda inşaat sektörünün gelişmesine katkısının çok yüksek oranda olmasının beklendiğini söyledi. Bu projeler ile çevresel düzenleme, çarpık kentleşmenin önlenmesi, deprem ülkesi olan Türkiye'de deprem yönetmeliğine uygunluğun ve standardizasyonun sağlanması ve halk yaşamını tehlikeye sokan konut kirliliğinin azaltılmasının hedeflendiğini belirten Göçmen, "Dönüşüm kapsamında 10 yıl boyunca 10 milyon konut yenilenmesi ve yaklaşık 500 milyar dolar düzeyinde ekonomik büyüklük yaratılabilecek" dedi.
habertürk

İstanbul'un son tarihi ve sosyal dokusu da yerle bir ediliyor
2 MART 2012

BBCT'nin haberi:

'İstanbul'un tarihi yerle bir ediliyor'

Guardian gazetesi, İstanbul'daki kentsel dönüşüm projeleri konu alan haberinde şehrin tarihinin yerle bir edildiğini yazıyor.

Gazete, birçok şehir planlamacının hükümeti yeterince şeffaf davranmamak ve bu projeler konusunda halkın görüşüne başvurmamakla suçladığını aktarıyor.

Gazete, İstanbul'da 278 binanın yıkılıp yerine, ev, işyeri, otel ve bir alışveriş merkezinin yapılacağı Tarlabaşı'ndaki benzer 50 kadar proje için 7,5 milyar Türk lirası harcanacağını belirtiyor.

Mimar Sinan Üniversitesi'nden Prof. Gülşen Özaydın, kentsel planlamanın şehri bir bütün olarak görmediğini; projelerin birbirinden kopuk olduğunu, şehrin mevcut dokusu ve içinde yaşayan insanları dikkate almadığını söylüyor.

Yeterince uzman görüşüne başvurulmadığını belirten Özaydın, Taksim projesini gazetelerden öğrendiklerini aktarıyor.

Haberde, mimar Korhan Gümüş, "Şehri spekülatörlerin insafına bırakırsanız" ölür derken, İstanbul Mimarlar Odası'ndan Mücalla Yapıcı "Kentsel yoksulluk artacak. Evlerinden çıkarılan insanlar sadece evlerini değil, işlerini, mahallelerini, sosyal bağlarını da kaybedecekler" diye konuşuyor.

Guardian'a göre müteahhitler, Türk ekonomisine yüzde 6'lık katkıda bulunan inşaat sektörünün yavaşladığını ve ülke dışında rekabetin arttığını söylüyor ve Türkiye genelinde yaklaşık 400 milyar dolarlık bir kar potansiyeli olan kentsel dönüşüm projelerinin iyi bir alternatif olduğunu vurguluyor.

Bekaroğlu: Kensel dönüşüm adı altında ülkenin %92’si ipotek altına altındı
04 Mart 2012

Has Parti Bağcılar İlçe Teşkilatı, Has Parti İstanbul İl Başkanı Mehmet Bekaroğlu’nunda katılımıyla Bağcılar’daki dernek başkanları ile kahvaltıda bir araya geldi.

Has Parti İstanbul İl Başkanı Mehmet Bekaroğlu toplantıda yaptığı konuşmada, ülkenin demokrasi, ekonomi ve uluslar arası ilişkiler acısından üç önemli sorunu olduğunu söyledi.

28 Şubat sürecinde birçok haksızlığın yapıldığını bunun yanında ekonomide 300 milyar dolarlık bir zarara ülkenin uğratıldığını ifade eden Bekaroğlu, “2001 krizi sonrası da canından iyice bıkan halk ve bizler ‘bu adamlar bizdendir bunları seçelim’ dedik ve bunları iktidara getirdik 3 dönemdir de seçiyorlar. Bunlar diyor ki ‘Türkiye ekonomisi büyüdü’ doğrudur ekonomi büyüdü. Ama Türkiye kurulduktan bu yana hep yüzde 5 büyürken bunlar döneminde yüzde 5,1 büyüme oldu ve bunun adı da büyüme oldu. Ayrıca Ak Parti iktidara geldiğinde 5 tane dolar milyarderi vardı şimdi 35 dolar milyarderi oldu. Soruyorum şimdi sizlere bu 10 yılda geliriniz arttı mı? Türkiye İstatistik Kurumu’nun yaptığı araştırmaya göre kişi başına yıllık gelir 10 bin dolardır. Şimdi 5 kişilik bir ailede ne yapıyor 50 bin dolar. Peki, ben soruyorum Bağcılar’da yılda 7 bin dolar geliri olan kaç aile var. Evet gelir yukarı kesimleri büyüttü ama alt kesimi de hep küçülttü” dedi.

Kensel dönüşüm adı altında ülkenin %92’si ipotek altına altındı

“Bugünlerde Meclis’te ‘Afet Riski Altında Bulunan Alanları Değiştirilmesi ve Dönüştürülmesi’ yasası görüşülüyor” diyen Bekaroğlu, “Bu yasaya bakınca güzel gözüküyor. İstanbul’da ve Türkiye’de ciddi bir deprem riski var ve deprem olursa ciddi kayıplar olacak. Ama yasanın içerisine bir bakalım. Teknik olduğu için herkeste bu yasayı anlayamıyor ve okuyup anlayanlarda lütfen bu yasayı halka anlatsınlar. Deprem bahanesi ile bu ülkenin yüzde 92’si ipotek altına alınıyor. Kıyı Kanunu, Orman Kanunu, Kamu İhale kanunu ve mevcut kanunların hepsi kaldırılıyor ve bütün Türkiye bir bakanlığa yani TOKİ ve Erdoğan Bayraktar’a teslim ediliyor. Önümüzdeki günlerde bu kanun çıkacak ve yurttaşların hiçbir hakkı olmayacak, meslek gurupları devre dışı bırakılacak. Yapılacak ihaleleri de istedikleri gibi yapılacak. Yani Türkiye’nin bütününü istedikleri insana satabilecekler.”

Türkiye’nin daha önceki dönemlerde dört tarafının düşmanla çevrili olduğu söyleminin olduğunu ve Ak Parti hükümetinin iktidara komşularla sıfır sorun politikası yapacaklarını söylemlerini de eleştiren Bekaroğlu, şuanda tüm komşularımızda kavgalı olduğumuzu söyledi.
MBR Haber

Belediye önünde kentsel dönüşüm dayağı!
11/07/2012



İstanbul Büyükşehir Belediyesi önündeki protesto gösterisinde eylemcilerle zabıtalar birbirine girdi. Olaylarda CHP milletvekili Tanal başından yaralandı.

Mahmut Tanal başından yaralandı.

İSTANBUL - Kentsel dönüşüm projesi kapsamında yıkımları protesto eden Halk Cephesi üyesi bir grup, Saraçhane’deki İstanbul Büyükşehir Belediyesi önünde toplandı. Gruba CHP Milletvekili Mahmut Tanal da destek verdi. Grup açıklamanın ardından belediye önüne çadır kurmak istedi. Bu sırada grup ile zabıta ekipleri arasında arbede çıktı. Bu sırada Tanal başından yaralandı. Polis olayla ilgili gruptaki çok sayıda kişiyi gözaltına aldı.
TANAL: ZABITA VE POLİSTEN ŞİKÂYETÇİYİM

CHP İstanbul Milletvekili Mahmut Tanal, "İşin iki büyük ayıbı var. Bir resmi görevlinin milletvekilinin kafasını kırması, iki polisin vuranı görmesine rağmen yakalamaması. Ben zabıta memurundan ve olayı gören polislerden şikayetçiyim" dedi
Radikal

Kendinizle çelişiyorsunuz Eşbaşkan!
Ömer Yıldız Yazıları

Erdoğan bugün partisinin Yerel Yönetimler Sempozyumu’nda yaptığı konuşmada şunları söyledi: “Çok yüksek binalar inşa etmeyi maharet sayıyorlar. Ben yüksek bina inşa etmeyi doğru bulmuyorum” dedi. AKP’nin iktidarda olduğu son 10 yılda İstanbul’da sayısız gökdelen yapıldı, kentin silüeti değişti. Erdoğan’ın yüksek bina çıkışının ardından akıllara kendine bağlı TOKİ ve onun iştiraki Emlak Konut'un yaptırdığı yüksek katlı projeler geldi. Ayrıca son 10 yılda İstanbul'da çok sayıda inşaat şirketinin gökdelen yapmasına göz yumuldu hatta imar artışlarıyla bazıları teşvik edildi. İşte Erdoğan'ın açıklamalarıyla gündeme gelen ve "ne yani şimdi bunlar yıkılacak mı" dedirten projeler...

Başbakan Erdoğan bu açıklamasıyla çarklarına da bir yenisini eklemiş oldu. Çünkü Erdoğan Trump Towers açılışına bizzat katılmış ve böyle yatırımların devamını görmek istediğini söylemişti.

Ant Yapı tarafından Şişli Bomonti'de hayata geçirilen Anthill Residence projesinin yapımına 2008 yılında başlanmıştı. İnşaatı tamamlandığı ve daire teslimlerinin yapıldığı Anthill Residence projesi 54 katlı iki kuleden oluşuyor.
http://www.foc

Bu kentsel dönüşüm çok yuva yıkar!
06 Ekim 2012

AKP Kongresinde dağıtılan “2023 Vizyonu” broşürünün 54. maddesinde “Yuva yıkan değil yuva yapan bir kentsel dönüşüm” deniyor. Ancak dün Erdoğan’ın katılımıyla yıkımına başlanan İstanbul Esenler’de kentsel dönüşümü konuştuğumuz mahalleliler, yuvalarının geleceğinden endişeli.

Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Yasası kapsamında yapılacağı açıklanan kentsel dönüşüm için ilk yıkımlar dün 33 ilde başladı. 6.5 milyon konutun yıkılacağı kentsel dönüşümden 25 milyon kişinin etkilenmesi bekleniyor. İlgili meslek odalarının ve halkın tüm itirazlarına rağmen başlayan dönüşüm, milyonlarca kişiyi tedirgin ediyor.

Dün Başbakan Recep Tayyip Er
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder
Ekim



Kayıt: 21 Arl 2007
Mesajlar: 2634
Konum: Kanada

MesajTarih: Prş Ağu 08, 2013 11:52 pm    Mesaj konusu: Bu maddi ve manevi olarak çölleşme değilse nedir? Alıntıyla Cevap Gönder

Bu maddi ve manevi olarak çölleşme değilse nedir?
EMINE UÇAK ERDOĞAN
Gazeteci, yazar

TOKİ’nin Hasankeyf’e yapacağı konutlarla ilgili görselleri sosyal medyada; ‘Hasankeyf’e Artuklu mimarisi, muhteşem” sloganlarıyla dağıtan muhafazakârlar olduğunu gördüğüm zaman; yaşadığımız maddi ve manevi çölleşmenin, düşündüğümden daha fazla olduğunu hissettim.

Tarihi, doğallığı, kültürü, yaşanmışlığı daha birçok manevi alanı ‘estetik/parlak/gösterişli’ ama hayattan uzak imajlarla mukayese etme hali. Üstelik Hasankeyf gibi 10 bin yıllık tarihi olan ve Asur, Roma, Bizans, Artuk, Eyyübi ve Osmanlı başta olmak üzere 9 uygarlığın izlerini taşıyan bir beldenin; 50 yıla tekabül edeceği belirtilen bir enerji yatırımına heba ediliyor oluşunu göz ardı ederek yapılacak estetik kaygılar güdülmüş bir betonkent’i avundurucu bulmak… Artuklu mimarisi de olsa çok katlı konutların toprakla hemhal coğrafya insanına uyumlu olmadığını, en önemlisi o insanların büyük çoğunluğunun barajı istememesini görmezden gelmek. Bu maddi ve manevi olarak çölleşme değilse nedir?

Bu coğrafya, mimarisindeki estetik kadar o mimariye ruhunu veren kültürü ve insan başta olmak üzere tabiattaki her canlıyla kurduğu ilişkiyle ünlü. Sadakataşları, çeşmeler, kuş evleri ve daha nicesi. Mimar Semih Akşeker, ayet ve hadislerden yola çıkarak yazdığı Mutlu Ev kitabında mimari anlayışımızın “adalet, tevazu, sadelik, güzellik/estetik, fanilik şuuru, mahremiyet, özgünlük, iktisat ve hüsn’ü muhafaza” gibi değerlerden oluştuğunu anlatıyor.

Sultanahmet’teki Firuzağa Camii’yle ilgili anlattığı anekdot sadece insanların değil devletin de bu konulardaki tutumunun adalet ilkesine dayandığını gösteriyor. Bilindiği üzere caminin minaresi sağ değil sol taraftadır. Sebebi ise sağda olursa bitişikteki evin güneşine mani olması. Kadıya başvuran gayrimüslim ev sahibinin itirazı haklı bulunur ve minarenin alışılmışın aksine sola yaptırılmasına karar verilir. Bugün adalet başta olmak üzere tüm bu değerler zıddına dönüşüyor giderek. Birbirinin önünü kapatan binalar, tevazu ve sadeliğin, lüks ve görkeme evrilmesi, fanilik şuuru yerine sanki dünyaya kazık çakacak gibi bağlanma hali…

Hasankeyf’e dönersek, Ilısu Barajı’na olan bakışımız dünyevileşme sürecimizle doğru orantılı. Bir yanda binlerce yıllık bir tarih var yani manevi bir miras, bir yanda ise baraj inşaatıyla bir süreliğine iş imkânı olacak ve enerji üreterek elde edilecek bir gelir var. Sular altında kalacak tarihi eserlere karşın, TOKİ, kamusallaştırdığı evler için Artuklu mimarisinden örnekle, maket fotoğraflarından anlaşıldığı üzere estetik konutlar yapacak. Binlerce yıllık uygarlığı sular altında bırakıp, şık bir dekor yapılacak anlayacağınız.

Ki, bizim sınırlarımızda da olsa Dicle’nin suları, daha aşağılarda Basra Körfezi’nde yaklaşık 6 bin çöl bedevisinin tek yaşam kaynağı aynı zamanda. Geçtiğimiz yıllarda Hasankeyf’e sallarıyla gelen bu insanlar, baraj yapımıyla tek yaşam kaynaklarının elden gideceğini belirtmişlerdi. Hasankeyf’in ayrıca içinde bulunduğumuz çözüm sürecinin kalıcı bir barışa dönüşmesinde de sembolik bir değeri var. Akil insanlar heyeti raporlarında buna atıf yapıldığını ve Hasankeyf’in korunmasının gerekliliği ve dünya tarihi mirasına kaydedilmesi halinde barajdan daha çok gelir elde edileceğini de hatırlatayım.

Bunca önemli sorun varken mimariden, estetikten, insanın mimariyle kurduğu ilişkinin manevi dünyasını da etkilediğinden söz etmenin yeri mi diye düşünenler olabilir. Ancak daha önce yazdığım gibi Müslümanların dünyayla ve tabiatla kurduğu ilişkinin emanetten mülkiyete dönüşmesiyle yaşanacak kırılma; ileride bizi en çok uğraştıracak meselelerin başında gelecek. Hamilelerin sokakta dolaşmaması tartışması başta olmak üzere kadınlarla ilgili tartışmalarda; mütedeyyin çevrelerin özellikle genç kuşaklarında kullanılan dilin ‘benim bedenim benim kararım’a varacak bir sekülerliğe teslim oluşu bunu iyice ortaya koyuyor.

Çünkü zaman giderek herkesi olduğu gibi bizi de dönüştürüyor. Buğdaydan çeltiğe; meyveden sebzeye orijinal tohumları kaybettiğini hiç önemsemeyen, yeni barajlar, yeni yollar, yeni köprüler için ağaç kıyımlarını doğal bulan, içinde yaşadığı toplumdan giderek kendini fiziki olarak soyutlayan bir muhafazakâr toplum, ileride çocuklarının ruhlarının değişimini de önemsemeyecektir. Kuruçeşme’de açılan alkolsüz Reina olarak lanse edilen mekânlara gitmenin hayattaki en önemli mağduriyeti bitirdiğini düşünen veya günlük hayattaki en önemli ihtiyaç olduğunu düşünen bir Y kuşağı Müslüman gençliğinin artıyor oluşunu da görmek lazım.

Mimari, gıda, beslenme, tüketim gibi bu konularda Müslümanların dünyayla kurduğu yeni ilişkiler, aynı zamanda manevi dünyasına da sirayet ediyor. Fiziki hayattaki görkeme karşın manevi hayat giderek sığlaşıyor. Edep, hüsnü zan, iyi niyet ve daha nice değer; bu karmaşada yitiriliyor, üstelik bu yitirilişin farkında bile olunmuyor.

Turgut Cansever, mimariyle kurulacak ilişkinin göz ardı edilecek bir durum olmadığını belirterek, “Mimarî, insan ile varlık arasındaki ilişkiyi, maddî, organik, ruhî ve fikrî bütün varlık alan ve tabakalarında düzenleyen bir disiplindir. Teknolojik, iktisadî ve politik sorunlara ek olarak insanın fikrî dünyasının tümünü kapsar. Varlık ile ilişkisini bilinçle düzenlemek insana özgüdür. Dünya ile bilinçli ilişkisini düzenleyemediği aşamada insan yalnızca fizyolojik bir yaratıktır.” der.

Bu ilişkiyi ve bu ilişkiyle dönüşen diğer ilişkilerimizi günlük siyasi kamplaşmalara ve bu konu üzerinden örgütlü nefret odaklı muhalefet üretenlerin safına düşmeden konuşmamız ve tartışmamız gerekiyor. Ülke için özgürlükçü bir anayasa ihtiyacı nasıl elzemse, Müslümanlar için de dünyayla kurulan ilişkinin maneviyat çerçevesinde yeniden düşünülmesi o kadar gerekli bana kalırsa.

Kaynak: https://www.facebook.com/photo.php?fbid=399363186835573&set=a.304210956350797.61061.284445014994058&type=1






Osmanlı Bursa'sı


AKP sonrası Bursa

Mesele tersane değil arkadaş
Melda Onur
25.08.2013

Projesiz bir ihaleyle 558 yıllık Haliç Tersaneleri’nin bir bölümünün satılması, önümüzdeki sıcak Eylül’ün kentsel direniş hareketlerinin bir ayağı olacak gibi görünüyor. 23 Ağustos Cuma sabahı,“ne olduğu bilinmeyen projenin” uygulanacağı yer olan Camialtı Tersanesi’nde konuyu yerel bileşenleriyle birlikte sahiplenen Haliç Dayanışması’nın basın açıklaması vardı.

Bir gün önce yani 22 Ağustos günü, Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi, açık artırmayla yapılan “İstanbul Haliç Yat Limanı ve Kompleksi (Haliç Port)” ihalesinin yürütmesinin durdurularak iptal edilmesini istedi. Odanın iptal gerekçeleri arasında alanın Endüstriyel SİT alanı olması, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne 3. kişilere verilmemesi şartıyla devredildiği, kamu yararına ve hukuka aykırı olduğu yer alıyor.

Teknik ve hukuki yazıları okuduğumda aklıma şu dizeler gelir hep Cyrano’dan :

-Burnunuz ne kocaman!

-Evet! Pek kocaman... Hepsi bu mu? Bu kadarı az delikanlı! Hâlbuki neler, neler bulunmaz söylenecek? Asıl iş edada. Mesela bak;

mesala gidip baktım; üç tersanenin birbiri ardına eklendiği yerleşim alanının hem uzak hem yakın tarihine...

Meselenin tersane olmadığını gördüm arkadaş!

TERSANE İŞÇİLERİNDEN UZAK VE YAKIN TARİH

Haliç Dayanışması’nı oluşturan mahalleliler, tarihçiler, şehir plancıları, mimarlar, gazeteciler, öğrenciler, sanatçıların yanı sıra eski tersane çalışanlarını, işçilerini, mühendislerini görmek ve onların tanıklıklarını dinlemek büyük zenginlik. Ellerinde çeşitli sloganların yazılı olduğu pankartlarla yıllarca ekmeğini yedikleri tersanenin yok edilmesine karşı direniyorlar. Elinde, “Ekmek yediğin kaba…” pankartı taşıyan emektar bir işçi “Harabe ve izbe olduğu söyleniyor, oysa benim kaynak makinam hala çalışır vaziyette. Tersane bugün üretime geçebilecek vaziyette” diyor. Zira Haliç Dayanışması’nın bir bileşeni olan Gemi Mühendisleri Forumu da, Tersane-i Amire'nin en önemli parçasının, “Metruk görüntüye sahip eski tersanelerin turizme kazandırılması” adı altında ortadan kaldırılmasına tepkili.

Tersane 558 yıllık olunca sözlü tarihi de zengin. İşçiler birer birer anlatıyorlar:

1 Mayıs işçi eylemlerine Kurtuluş Savaşı döneminde verilen ilk destekler... “Amele Bayramı” yılları… 1974 yılında Kıbrıs çıkartması sırasında NATO ile yaşanan gerginlik, 3 hücumbotun tersaneden çıkarılabilmesi için verilen mücadele ve bu süreçte Tersane Komutanı Sulhi Özertem’in kalp krizi geçirerek hayatını kaybetmesi... Elinde Atatürk’lü Türk bayrağı taşıyan bir emektar işçi 1989 yılı tersane eylemlerini, grevleri, yürüyüşleri, polisle karşı karşıya gelmeleri anlatıyor. Aralarında askeri casusluk ve şantaj davasında yargılanan denizciler de var.

Bazıları ise daha eskilere uzanıyor. Bir taraftan Fatih Sultan Mehmet anılıyor, diğer taraftansa donanmaya olan düşkünlüğüyle de bilinen, müzisyen padişah 3. Selim. Geminin inşa edildiği kızak “Valide Sultan kızağıdır” diyor bir tanesi. Bir diğeri haykırıyor üzüntüyle: “Barbaros Hayrettin’in Akdeniz’i Türk gölü yapmasını sağlayan Osmanlı gemileri burada üretildi.”

O sırada birileri İstanbul-Venedik kıyaslaması yapıyor. Venedik Tersanesi’nde de, Haliç Tersanesi’nde de 3 taş havuz bulunuyor. İki tersanede de 2 kızak varmış. “Zamanında gemi yapma, en büyük donanmaya sahip olma yarışı olmuş iki şehir arasında” diye anlatıyorlar.

KİMSESİZLER MEZARLIĞINDA BİR KIZIL YILDIZ

Gemi İnşaatı ve Makinaları Yüksek Mühendisi Tansel Timur, aynı zamanda Gemi Mühendisleri Odası eski başkanlarından. Tam 9 yıl bu tersanede çalışmış. Sohbet ederken çok dramatik bir öykü de dinledik:

Tersane çalışanları 12 Eylül sonrası tersanenin çok yakınındaki ‘kimsesizler mezarlığı’ adıyla anılan Kulaksız’daki mezarlığa gece vakti pek çok kişinin taşındığını görürler. Ama ne olup bittiği, kimlerin getirdiği, kimlerin gömüldüğünü bilemezler. Aradan yıllar geçer, Tansel Timur bir gün mezarlığa bakmaya gider ve orada taşında yıldız olan bir mezar görür. Yaklaşır ve mezar taşını okur. Mezar, 12 Eylül 1980 sonrası, 14 Kasım günü polis tarafından gözaltına alınan ve 16 Kasım günü işkence ile öldürülerek kimsesizler mezarlığına gömülen TKP Merkez Komite üyesi ve aynı zamanda İstanbul İl Sekreteri olan Mustafa Asım Hayrullahoğlu'na aittir. “Deniz yoldaş” kod adlı Hayrullahoğlu’nun mezarı daha sonra ailesi tarafından bulunur ve yerine yıldızlı mezar taşı dikilir.

ERDOĞAN, CAMİALTISPOR’DA OYNAMIŞ

Tersanenin öyküleri, yaşanmışlıkları anlatmakla bitmiyor. Tersane işçileri, Camialtı Tersanesi’ne adını veren mekanın ünlü kulübünü işaret ediyorlar yoldan aşağı doğru:

“İşte burası da Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın futbol oynadığı ünlü Camialtıspor Kulübü. Başbakan antreman için işte bu bulunduğumuz yolda koşardı.”

Sağ tarafınıza Kasımpaşa Deniz Hastanesi’ni aldığınızda yolun sonu işte bu sözünü ettikleri toprak yola çıkıyor.

Anılar sadece tersane işçilerine ve Başbakan’a ait değil. Tansel Timur eliyle işaret ediyor: “Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Binali Yıldırım da şurada 3. katta çalıştı yıllarca…”

Anılar birbiri ardına sıralanıyor. Tabii yalnızca anılar yok… Aralarında Aynalıkavak Kasrı’nın da yer aldığı 42 tescilli eser bulunuyor. Proje belli olmadığı için bu eserlerin durumu da endişe yaratıyor. Tahmini projeyle tarihi 558 yıllık Tersane-i Amire’nin bir bölümü her biri 70 yat kapasiteli iki yat limanı, her biri 400 oda kapasiteli iki 5 yıldızlı otel, dükkânlar, restoranlar, kongre ve kültür merkezleri, sinema ve eğlence tesisleri, bin kişilik cami ve otoparka dönüştürülecek.

PEARL HARBOUR’DAN HALİÇ TERSANESİ’NE

Cami deyince, işçilerden biri soruyor:

“Bin kişilik camiye ne gerek var, burada zaten bir tane 650 kişilik cami var?”

Bu arada tatlı bir öykü anlatılıyor:

Pearl Harbour saldırısı esnasında Japon uçakları Amerikan donanmasındaki 97 geminin 96’sını batırır. Sadece bir tanesi üzerinde kızıl haç olan hastane gemisidir ve onu bırakırlar. Adı,“Solace” olan bu gemi ABD’ye dönünce savaşı hatırlattığı gerekçesiyle satmaya karar verilir ve Türkiye’ye satılır. Ankara gemisi olur ve yıllarca iç ve dış hatlarda yolcu taşır. Daha sonra güçten düşünce jilet yapılmak üzere İzmir Aliağa’da beklerken, o sırada Haliç Tersanesi'ndeki Çorlulu Ali Paşa Camii'nin şadırvanının restorasyonu yapılmaktadır. Çatıya kurşun gerekmekte ancak bulunamamaktadır. Ankara Gemisi’ni Aliağa’da söken hurdacılar gemide kurşun olduğunu söyler.

Nedeni de geminin hastane olması ve içinde bir röntgen odasının bulunmasıdır. Zira dışarıya da radyasyon sızmaması için kullanılmıştır. Sonuçta Pearl Harbour’dan kurtulan kurşunlar, gelir Haliç Tersanesi’ndeki Çorlulu Ali Paşa Camii'nin şadırvanında günümüze gelir.

Hepsi bu mu? Bu kadarı az delikanlı! Hâlbuki neler, neler bulunmaz söylenecek?

Mesele şadırvandır, devrimci mücadeledir, amele bayramıdır, emekçi mücadeledir, kurtuluş savaşıdır, Osmanlı’dır, Fatih’dir, Selim’dir…

Anladın mı arkadaş!
Odatv.com

Müslüman Mahallesi Yozlaşıyor mu?
Beytullah Önce



28 Şubat süreci Müslüman Mahallesi’nde bir kırılma noktasıydı.
Devlet iktidarı etrafında örgütlenmiş bir çıkar şebekesi, başka bir düzen talebi olan ya da hiç değilse mevcut düzenden memnuniyetsizlik duyarak başka bir çıkış arayan İslamî kesimi kendisine tehdit unsuru görüyordu.
1980’lerde sol hareketleri, 1990’lı yılların başında yoğun şekilde Kürt hareketini ezmeye çalışan bu güç ve çıkar grupları, 90’lı yılların sonunda ise İslamî hareketleri hedef aldı.
Gerçi bir 12 Eylül Darbesi gibi değildi. 28 Şubat, en büyük çilesini de başörtülü kadınlar çekti. Ama o dönemki korku ve yıldırma siyaseti Müslüman Mahallesi’ni ciddi bir baskı altına aldı. Buna karşı geniş bir kesim de MGK bildirisiyle başlayan süreçte yaşananlara karşı durmayı göze alamadı.
Bugün ortalıkta “demokrasi” sevdalısı ya da kahramanı gibi poz veren birçok kişi ve kurum da yine o günleri sessiz ve hasarsız bir şekilde atlatmanın peşine düştü.
Müslüman kitlelere hitap eden kanaat önderleri, cemaat ya da tarikat liderleri ise ekseriyetle olup bitenleri hiç üzerine dahi almadığı gibi, kimisi süreci haklı gösterme cüretini sergileyebildi…
Velhasıl, 28 Şubat sürecinde Müslüman Mahallesi, devletin gücüyle imtihan oldu ve Allah’a olan teslimiyetinin hakkını vermekte maalesef genel itibariyle sınıfta kaldı.
AK Parti süreci de işte böyle bir yenilgi sürecinin üzerine geldi.
AK Parti her seçimden galibiyetle çıktıkça, Cumhuriyet kurulduğundan beri böyle bir fırsatı bekleyen dindar çevreler de önce güç ve makam, sonra servet ve özgüven kazanmaya başladı.
Zaman geçtikçe, iktidarda geçen günler arttıkça, devlet katında yükselmeler sürdükçe ve bunu “nimet” bilip de kendine yontanlar çoğaldıkça, yeni yeni sorunlar da baş göstermeye başladı.
Geçtiğimiz günlerde, Yeni Şafak yazarlarından Akif Emre, bu hâli aslında güzelce tasvir etti.
Gerçi o yazısında değişimle yozlaşma arasındaki farkı anlatıp, muhafazakârların yaşadığı yozlaşmayı anlatıyordu. Ama bugün muhafazakârlık ve dindarlık ya da Müslüman Mahallesi birbirinden öyle kolay ayrılabilen kategoriler olmadığı için ben hepsini birlikte değerlendirerek, yazının başlığındaki soruyu sordum.
Mezkûr yazısında ise Akif Emre şöyle diyordu:
“Her şey zıddıyla kaimdir derler.
Zıddına benzeyen aslını yitirir.
Anadolu’nun ekonomik pastadan pay almaya başlamasının muhafazakâr kesimde ne türden sonuçlar doğurduğunu görmek için sosyal araştırma yapmaya gerek yok.
Gündelik hayatta insan davranışlarında, hayat tarzlarında gözlemlenen değişim bile sürecin nereye doğru devrildiğine dair yeterince fikir veriyor.
Bayram vesilesiyle daha farklı mekân ve kesimlerle karşılaşınca ister istemez yeni muhafazakâr sınıfın zıddına benzemeye başladığına, daha önce eleştirdiği davranış normlarını aynen benimsediğine bir kez daha tanık oldum.
İnsanların kazanıp helâlinden harcamaları ile lümpen, saygısız bir şekilde servetini gösteriş vesilesi yapması arasında fark var.
En azından toplumsal planda sergilenen sonradan görme zenginlik alametlerinin değişimden çok yozlaşma işareti olduğunu söyleyebilirim.
Statüko dediğimiz yapının seçkinlerine özgü ayrıcalıklılar arasına karışanlar, kolayca sosyeteye, elitler zümresine dâhil oluyor; önemli olan sahip olduğu serveti.
Henüz bu çapta bir muhafazakâr zenginler sınıfı oluşmasa da gelir düzeyi bir şekilde artan, daha farklı semtlerde, sitelerde yaşamaya başlayan bir kesimin oluştuğu kesin.
İnançlarından dolayı taşıdıkları üstünlük duygusu ile güç ve iktidar sahibi olmanın getirdiği kibir görüntüsü toplumsal hayata hemen yansıyor.
Üstelik daha önce karşı çıktıkları tüm davranış normlarını sergileyerek...
İşte bu toplumsal değişim değil bir ahlâkî çürümedir. Servetin nasıl kazanıldığı kadar nasıl harcandığı da Müslüman için sorgulanması gereken ölçüdür.
Gösteriş, başkalarını yok sayan kibir, büyüklük ve de her taraftan taşan görgüsüzlük... Bu göstergeler bile değişim denilen şeyin mutlaka iyi olmadığını, tutuculukla erdemin, ahlâkın korunma kaygısının farklı olduğunu gösterir…”
Akif Emre’nin gözlemlerine katılıyorum, nitekim Sakarya’daki toplumsal değişime baktığımda ben de benzer kaygıları tartışıyorum.
İktidarı bitmez tükenmez bir güç zannedenler ise, tabi bugün bu kaygıları arkaya atacaklar ve olup biteni hayra yormaya devam edeceklerdir…

Kaynak: http://istiraki.blogspot.com/search/label/Devrimci%20İslam

Yağmada dur durak yok: Şimdi de Ihlamur Kasrı'nın yanına katlı otopark yapacaklar
08 Şubat 2015



Emirgan Korusu’nun ardından bir yapılaşma haberi de Beşiktaş’tan geldi. 3. derece sit alanında bulunan Ihlamur Kasrı’nın yanındaki açık otoparkın, katlı otoparka dönüştürülmesi için Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’ndan izin çıktı. CHP’li Sağ, “Ihlamur Kasrı’nın yanında yeni bir 16-9 garabeti olmasın” uyarısı

Emirgân Korusu’nun komşu parselinin yapılaşmaya açılmasının ardından 3. derece sit alanında bulunan Beşiktaş Ihlamur Kasrı’nın komşu parselindeki açık otoparkın, katlı otopark haline getirilmesi için Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’ndan izin çıktı. CHP’li Meclis Üyesi Hüseyin Sağ, “Ihlamur Kasrı’nın yanında yeni bir 16/9 garabeti olmasın” uyarısı yapıyor.

Özlem Güvemli'nin Cumhuriyet'te yer alan haberine göre, “Beşiktaş Ihlamur Kasrı 3. Derece Doğal Sit Alanı ve Etkileme Geçiş Sahasına İlişkin 1/5000 Ölçekli Koruma Amaçlı Nâzım İmar Planı Değişikliği”, 4 Şubat günü Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü’nde askıya çıktı. 5 Mart’a kadar askıda kalacak plana 30 gün içinde itiraz edilebilecek. Bir maddeden oluşan plan değişikliğinde “Plan hükümlerine göre belediyeler veya diğer kamu kuruluşları ve özel kişiler tarafından kapalı veya katlı olarak kültür ve tabiat varlıkları yeraltı, yerüstü envanter ile mevcut ve kayıp korunması gerekli kültür varlığı araştırma envanterinde yer alan eserler korunmak şartı ile topoğrafyaya uyarak görsel etkiyi bozmayacak şekilde ilgili kurumların görüşleri ve ilgili tabiat varlıklarını koruma bölge komisyonunun uygun görüşü alınmak koşulu ile otopark yapılabilecek” deniliyor. Bu değişiklik, Ihlamur Kasrı’nın komşu parselindeki açık otoparkın koruma kurulu kararı ile çok katlı otoparka dönüştürülmesi anlamına geliyor.

Plan değişikliğini inceleyen İBB Meclis Üyesi Hüseyin Sağ “Kasrın yanında aynı Zeytinburnu’ndaki gibi 16-9 gibi bir katlı otopark yükselebilir” dedi. Plan değişikliği ile Yıldız Parkı’nın yanındaki park fonksiyonundaki başka bir parselde yüzde 17 olan yapılaşma oranının yüzde 28’e çıkarıldığını da vurgulayan Sağ, “Çok önemli birinin ayrıcalıklı yeri olmalı ki araya bu değişikliği de sıkıştırmışlar” diye konuştu.

Yeşile imar baskısı

Ihlamur Kasrı, etrafı devasa inşaatlarla çevrilen son yeşil alan oldu. İstanbul’da benzer uygulamalara her gün adeta bir yenisi ekleniyor.

Korunun komşu parselinde cami inşaatı, Emirgân Korusu’nun yanına otel ve konut projesi kamuoyunun büyük tepkisini çekmişti. Kentin ortasında kalan son yeşil alanlar, birbiri ardına yapılan plan değişiklikleri ile yoğun bir şekilde imar baskısı altına alınıyor.

Kaynak: Yurt gazetesi

KaçAk Saray mücadelesinde mimarlara toplumsal muhalefetten destek
29 Haziran 2015

Kaçak Saray mücadelesine öncülük eden ve son dönemde Tayyip Erdoğan ile AKP medyası tarafından açıkça hedef gösterilen Mimarlar Odası Ankara Şubesi’ne toplumsal muhalefet bileşenlerinden destek geldi

AOÇ’de hukuk ve mahkeme kuralları çiğnenerek inşa edilen Kaçak Saray’a karşı mücadelenin öncülüğünü yapan Mimarlar Odası Ankara Şubesi’nin Tayyip Erdoğan başta olmak üzere AKP kadroları ve medyası tarafından hedef haline getirilmesi üzerine toplumsal muhalefet bileşenleri bir araya geldi, mimarlara mücadelesinde yalnız olmadığını dile getirdi.

Mimarlar Odası Ankara Şubesi’nde düzenlenen basın toplantısında ilk sözü Şube Başkanı Tezcan Karakuş Candan aldı. 2006’dan bu yana AOÇ için mücadele ettiklerini söyleyen Candan, Ankara 5. İdare Mahkemesi’nin “Çivi bile çakamazsın” kararına karşın Kaçak Saray’ın inşa edilmesiyle mücadelenin başka bir aşamaya geçtiğini belirtti.

‘Kaçak Saray bir binadan fazlası, kimse bizi susturamaz’

Kaçak Saray’ın hukuksuzluğuyla, hesaplaşma güdüsüyle, israfıyla, lüks ve şatafatıyla bir binadan çok daha fazla anlam taşıdığının altını çizen candan, bugüne dek AOÇ ve Kaçak Saray ile ilgili 59 dava açtıklarını, hukuksuzluğun çok açık bir biçimde ortada olduğunu aktardı. Candan şöyle devam etti:

Başbakanlık’a yazdığımız bilgi edinme kanununa göre yazılara cevap vermeyen, Sayıştay raporlarını açıklamayan, denetimden kaçan, Maliye Bakanı’nın bile kaç liraya mal olduğunu bilmediği, şeffaf olmayan, sistemi tıkayan bir bütünü görmek gerekiyor. Cumhuriyetin özgürlükçü değerlerinin kurucu mekanına, kamusal alan yapılmış bu alanın her şeyini takip ediyoruz, edeceğiz de. Bilimi ve tekniği halkımızın hizmetine sunmaya devam edeceğiz. Kimse bize parmak sallayarak, bizi susturmaya çalışamaz.

Medyada ve sosyal medyada şahsına ve meslek örgütlerine yönelik karalama ve hakaret kampanyası yürütülmesine de tepki gösteren Candan, “Tek noktadan düğmeye basılmış. Biz bu filmi daha önce de gördük. Korkmuyoruz, susmuyoruz. 59 davamızın takipçisiyiz. Mücadeleye devam edeceğiz” dedi.

Candan’ın ardından basın toplantısına katılan kurumların temsilcileri söz aldı. Konuşmalarda özetle şunlar söylendi:

TMMOB Genel Sekreteri Dersim Gül:

Çok tanıdık ve bildik odaklar bugün Türkiye’de sosyal medya ve yazılı ve görsel basında kampanya yürüten aynı merkezler. Bu linç kampanyasının uzantıları hakaret küfür ve tehditleri taşeronları AK trolleri de başta olmak üzere hepsi ile ilgili hukuksal işlemleri başlattık. Yazılı ve görsel basınla ilgili de hukuksal işlemleri başlattık. Bu kampanya Saray merkezli yürütülüyor. Çölde bir damla su bulmuşçasına kaybettiği prestiji yeniden tahsis etmek ve bunun karşısında bir düşman yaratmak için TMMOB, bağlı odalar ve mimarlar Odası Ankara Şube Başkanımıza bir linç kampanyası başlatmış bulunuyor. Arkadaşlarımızın süreç içerisinde karşılaşacakları herhangi bir fili saldırı ve tehditten, sorumlu olan başdanışman diye ortalıkta dolaşan Yiğit Bulut başta olmak üzere Recep Tayyip Erdoğan ve bazı görsel ve yazılı medya kuruluşlarıdır.

TMMOB İKK Sekreteri Özer Akkuş:

TMMOB ve TMMOB’ye bağlı odalar karşı yapılan hakaretlere yönelik şunu söylemek gerekiyor. Her türlü karar kamuya açıktır. TMMOB kararları internet sitesinde de yer almaktadır, kamunun denetimine de her türlü denetime de açık şeffaf bir örgüttür. Mimarlar Odası Ankara Şubesi’nin mücadelesinin yanındayız, bu bizim mücadelemiz, her şeyin sorumlusu Kaçak Saray’dır.

CHP Ankara Milletvekili Aylin Nazlıaka:

Neden buradayım? Ankara milletvekili olma zorunluluğu ile, Ankara’nın akciğerine sahip çıkmak için buradayım. Türkiye milletvekili olma zorunluluğu ile cumhuriyet değerlerine sahip çıkmak için buradayım. İftiralarla siyaseti şekillendirmeye çalışanlara dur demek için buradayım. Meslek odalarının gördüğü baskıya dur demek için buradayım. Aynı zamanda son günlerde sosyal medya üzerinden bir kadın meslek odası başkanına sırf cinsiyeti üzerinden vurmaya çalışan o karanlık zihniyetli zavallılara yok olun demek için buradayım. AOÇ Atatürk’ün vasiyetidir. Vasiyet deyince bunlar hemen bölünebilir, parçalanabilir bir şey olarak algılıyorlar. Artık çatal bıçak detaydır sadece. Orada AOÇ’de büyük bir kütle vardır. Her şeyin ötesinde Anayasa’yı yok sayan bu ülkenin başında bir zihniyet vardır. Bu zihniyetle mücadele etmek için dayanışma içerisinde olacağız.

Ankara Tabip Odası Başkanı Dr. Çetin Atasoy:

Tezcan Karakuş Candan’ın şahsında Mimarlar Odası’na ciddi bir saldırı var. Niye saldırıyorlar? Mimarlar Odası etkin bir şekilde kent varlıklarını savunuyor, o yüzden saldırıyorlar. Asgari ücretin açlık sınırının yarısında olduğu bir ülkede paramıza sahip çıkıyorlar, bu yüzden saldırıyorlar. İsrafa karşı çıkıyorlar, bu yüzden saldırıyorlar. Bu saldırıları yaparken bizi ideolojik davranmakla suçluyorlar. Evet, biz ideolojik davranıyoruz. Bizim ideolojimiz halkın yararına bir ideolojidir. Meslek odalarının yanındayız.

İMO Ankara Şube Başkanı Selim Tulumtaş:

TMMOB odaları, şube ve temsilcilik yönetimleri kamuoyu önünde açıkladıkları kolektif vicdanımızın sesidir. Karanlık pencerelerinden bireyleri parmakları ile işaret edenler bu anlayışımızın farkında değiller. Bundan önce olduğu gibi bundan sonrada Mimarla Odası’nın yanındayız.

EMO Ankara Şube Başkanı Ebru Akgün:

Bizlere uzun zamanlar, yapılan saldırılardan epey bir tecrübe kazandık. Yalan haberleri bize vız gelir. Mimarlar Odası Ankara Şube Başkanı’nın yanında olmanın dışında son günlerde yapılan bu sistematik saldırıların gerçek dışı olduğunu söylemeye bile gerek yok. TMMOB’ye daha önce örgüt dediler, eşkıya dediler, çapulcu dediler ama hırsız diyemediler.

HDP İl Yöneticisi Mükremin Barut:

Meslek odaları ülke yararı ve kamu yararı için çalışırlar. Onu başkan yaptırmayarak, barajlara rağmen halklar barajı aşmıştır. AKP’nin 7 Haziran’da büyüsü bozulmuştur. Yanınızdayız. Başarılı mücadelelerimize sahip çıkmalıyız. Herkes bu kazanımlara daha fazla sahip çıkmalıdır.

Halkevleri Kadın Sekreteri Dilşat Aktaş:

Bugün mücadele eden tüm kadınlara yönelik bir saldırıdır bu. AKP politikaları işçi düşmanı ve kadın düşmanı politikalarla ilerletildi. Bu politikalar devam ettiriliyor. 7 Haziran’da bu iktidara bir çelme takıldı. 7 Haziran’daki bir toplumsal talebi yükseltmek gerekir. Mimarlar Odası Ankara Şubesi’nin yürüttüğü Kaçak Saray’ın boşaltılması kampanyasının yaygınlaştırılmasını öneriyoruz. Mimarlar Odası’nın yanındayız.

Ankara Düşünceye Özgürlük Girişimi adına Mahmut Konuk:

Debdebeli bir yaşamın şifrelerini deşifre eden, mimarlar önemli bir görev bir üstlenmiştir. Sonuna kadar Tezcan Karakuş Candan’ın yanındayız. Bu zihniyet kaybetmeye başlamıştır. Hem içeride toplumsal muhalefeti susturmak, hem de dışarıda savaş çığırtkanlığı yapmak boşuna değildir. Mimarlar Odası nezdinde toplumsal muhalefete yargısız infaz yapmak istiyorlar, buna müsaade etmeyeceğiz.

Emekli Subaylar Derneği Genel Başkanı Erdoğan Karakuş:

Oksijen oranının düşmesi kanser anlamına gelmektedir. Bunlar sadece başkanlarına zarar veriyoruz zannediyorlar oysa kendi çocuklarına da zarar veriyorlar. 3. Köprü’den bahsediyorlar. Pekala 3. Köprü başka bir yere yapılabilirdi. Konulara oldukça vakıf biri olarak söyleyebilirim ki, bu coğrafyada doğayı korumak zordur. AOÇ’yi korumak da zordur. TMMOB’ye teşekkür ediyorum.

TMMOB eski Yönetim Kurulu Başkanı Mimar Yavuz Önen:

Mimarlar Odası Ankara Şubesi TMMOB geleneksel bir mücadele hattını sürdürüyor. Burada orantısız güç var. Karşı taraf ne yapacağını bilmiyor. Bu nedenle Mimarlar Odası Ankara Şubesi, o kadar güçlüsün ki, çok güçlüsün. Kaçak Saray artık oturulamaz şekilde sallanmıştır. Bu sallantı raporunu da Mimarlar Odası yazdı.

Konuşmaların yanı sıra Başkent Dayanışması, KESK, Mülkiyeliler Birliği, Çiğdemim Derneği, Sanat Kurumu, Tiyatro Pembe Kurbağa, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği ve Tüketici Hakları Derneği de mimarlara desteklerini açıkladı.

Sendika.Org/ Ankara

Yargı bir kez daha AKP'ye "dur" dedi
03.11.2014



Kocaeli Büyükşehir Belediyesi’nin projesi olan MİA’nın iptali için Körfez Sanayi Sitesi yönetimi tarafından açılan dava sonuçlandı. Kocaeli 2. İdare Mahkemesi MİA’nın şehircilik ilkelerine, yeşil alanların devamlılığına, planlama esaslarına ve kamu yararına aykırı olduğunu tespit ederek projeyi iptal etti.

Kocaeli Büyükşehir Belediye Meclisi’nde 12 Eylül 2013 tarihinde alınan 558 sayılı karar gereği uygulamaya giren Merkezi İş Alanı (MİA) projesine kent genelinde birçok kurum itiraz etmişti. Kent genelinde Körfez Sanayi Sitesi olarak bilinen İzmit Sanayi Sitesi İşletme Kooperatifi de gerekli kurum görüşlerinin alınmadığı, sulak alanların korunmasına ilişkin mevzuat hükümlerinin göz ardı edildiği, ulaşım problemlerine neden olacağı ve kamu yararı bulunmadığı gerekçesiyle Kocaeli 2. İdare Mahkemesi’ne başvurmuştu.


(Merkezi İş Alanı projesiyle birlikte körfezin doğusunda yer alan bölgenin yüksek yapılaşma ile değer kazanması bekleniyordu)

BÜTÜNLÜĞÜ BOZACAK

Kocaeli 2. İdare Mahkemesi önceki gün kararını verdi. Mahkeme heyeti bilirkişi raporu ve dava dosyasında yer alan bilgi ve belgeleri incelemesinin ardından, bölgenin ihtiyaçları olan eğitim, sağlık, sosyo-kültürel gereksinimlerin karşılanıp karşılanmadığının anlaşılamadığını, uygulama imar planında görülen sosyal ve teknik altyapı alanlarının da mevzuatta öngörülenin altında kaldığını, alandaki donatı dengesinin yetersiz olduğunu ve talebe göre farklı yükseklikte bina inşasının bölgenin bütünlüğünü bozacağını tespit etti.

KAMU YARARINA AYKIRI

Mahkeme heyeti ayrıca yükseklik ve yoğunluk kararlarında alanın kendine özgü jeolojik yapısının dikkatte alınmadığını, bu alanlarda yatayda yapılaşma yerine dikeysel yapılaşmaya yer verilmesinin otopark ihtiyacını yeterince karşılayamayacağını, planlama alanının iç bölgelerinde yeşil alanların devamlılık arz edecek şekilde kurgulanmadığını belirterek, MİA projesinin imar mevzuatına, şehircilik ilkelerine, planlama esaslarına ve kamu yararına uyarlılık bulunmadığı kararına vardığını açıkladı.

TEMYİZ YOLU AÇIK

Kocaeli 2. İdare Mahkemesi’nin son duruşmasında İzmit Sanayi Sitesi Kooperatifi’ni avukat Atakan Sonugelen ve avukat Arzu Türkkal Enç temsil etti. Büyükşehir Belediyesi adına ise duruşmaya avukat Halit Çokan ve avukat Selman Balta katıldı. Mahkeme heyeti açıkladığı nedenleri gerekçe göstererek MİA projesiyle ilgili Büyükşehir Belediye Meclisi tarafından alınan 558 sayılı kararı iptal etti. Davanın yargılama giderleri ve karşı avukatlık ücretinin Büyükşehir Belediyesi tarafından karşılanmasına karar veren mahkeme heyeti, belediyenin 30 gün içerisinde Danıştay’a temyiz başvurusunda bulunabileceğini söyledi.

(MİA projesinden en çok etkilenecek olan bölge İzmit Sanayi Sitesi. Bölgede çok sayıda işyeri bulunuyor. Proje ile birlikte sitenin kaldırılması gündemde)

İNŞAAT KARŞILIĞI GAZETE ALDI

Kocaeli’de AKP’li Büyükşehir Belediyesi tarafından hayata geçirilmek istenen Merkezi İş Alanı (MİA) projesinde yüksek katlı plaza ve otellerin yer alması ön görülüyordu. İddialara göre pek çok AKP’ye yakın bürokrat proje kesinlik kazanmadan önce bölgede arsa satın almıştı. MİA projesi meclisten geçtikten hemen sonra AKP’nin Kocaeli’deki “kasası” olduğu söylenen Haldız İnşaat firması tarafından Sabancı Holding için dev bir alış veriş merkezinin inşaatına başlanmıştı. Haldız İnşaat’ın söz konusu inşaat karşılığında AKP’li yetkililerin talimatı ile bir yerel gazeteyi 7.5 milyon liraya satın aldığı ve AKP’ye yakın yayın yaptırdığı da gündeme gelmişti. MİA projesinin iptali söz konusu alışveriş merkezinin inşaatını etkilemedi. Sabancı’ya ait olan AVM için hiç kimse başvuruda bulunmadığından inşaat kazanılmış hakla yükselmeye devam ediyor.
Uğur Enç
Odatv.com

TOKİ Çeşme'yi de betona boğacak
04/11/2014



Radikal'in haberi:

İzmir Valiliği'nin, TOKİ'nin Çeşme ilçesindeki projesine "ÇED'e gerek yok" raporu vermesi, tartışmaları yeniden alevlendirdi.

TOKİ’nin Reisdere’deki yüzde 500 inşaat yoğunluğu artışıyla yapmak istediği dört katlı konut projesine onay çıktı. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın uygun gördüğü projeye, İzmir Valiliği de olur verdi. Valilik, inşaat yoğunluğu sebebiyle belediyelerin dava açtığı proje için “Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) raporuna gerek yoktur.” dedi. Çeşme Belediye Başkanı Muhittin Dalgıç ise, “Dava devam ediyor. Yasal mücadeleyi sürdüreceğiz.” dedi.

Çeşme Belediyesi ve teknik odalarının, TOKİ'nin yoğunluk ve yüksekliği arttırmasını sağlayan planlara yönelik açtığı davaların devam ettiğini hatırlatan Başkan Dalgıç, kanuni süreç devam ederken valilik tarafından verilen onayı doğru bulmadığını söyledi. Açılan davalarda bilirkişinin şehrin mikrokliması, yeşil örtüsü, nüfus yoğunluğu ve bölge yapılaşma özellikleri açısından projeye olumsuz rapor verdiğini kaydeden Dalgıç, " Mahkeme kararı beklenmeden işlemler sürüyor. Biz kentin geleceği için hakkımızı aramayı sürdüreceğiz." dedi.

‘KONUTA DEĞİL, YANLIŞA KARŞIYIZ’

Çeşme'nin toplu konuta ihtiyacı olduğunu ve toplu konut projelerine karşı olmadıklarını vurgulayan Başkan Dalgıç, şunları söyledi: “TOKİ'ye ya da Çeşme'de konut yapmasına karşı değiliz fakat konutlara 2 kat yükseklik ve yüzde 20 inşaat yoğunluğu olan bir imar politikası uyguluyorken yoğunluğu 6 kata yakın arttırarak yüzde 120 yoğunlukla üstüne üstlük 4 katlı onlarca bina yapılmasına, Çeşme'de başlayacak betonlaşmanın önünün açılmasına müsaade etmek mümkün değil. Toplu konut yapılsın fakat bu, kenti betonlaştırmadan yapılsın.”
haber93

Kendinizle çelişiyorsunuz Eşbaşkan!
Ömer Yıldız Yazıları

Erdoğan bugün partisinin Yerel Yönetimler Sempozyumu’nda yaptığı konuşmada şunları söyledi: “Çok yüksek binalar inşa etmeyi maharet sayıyorlar. Ben yüksek bina inşa etmeyi doğru bulmuyorum” dedi. AKP’nin iktidarda olduğu son 10 yılda İstanbul’da sayısız gökdelen yapıldı, kentin silüeti değişti. Erdoğan’ın yüksek bina çıkışının ardından akıllara kendine bağlı TOKİ ve onun iştiraki Emlak Konut'un yaptırdığı yüksek katlı projeler geldi. Ayrıca son 10 yılda İstanbul'da çok sayıda inşaat şirketinin gökdelen yapmasına göz yumuldu hatta imar artışlarıyla bazıları teşvik edildi. İşte Erdoğan'ın açıklamalarıyla gündeme gelen ve "ne yani şimdi bunlar yıkılacak mı" dedirten projeler...

Başbakan Erdoğan bu açıklamasıyla çarklarına da bir yenisini eklemiş oldu. Çünkü Erdoğan Trump Towers açılışına bizzat katılmış ve böyle yatırımların devamını görmek istediğini söylemişti.

Ant Yapı tarafından Şişli Bomonti'de hayata geçirilen Anthill Residence projesinin yapımına 2008 yılında başlanmıştı. İnşaatı tamamlandığı ve daire teslimlerinin yapıldığı Anthill Residence projesi 54 katlı iki kuleden oluşuyor.

http://www.focushaber.com/iste-erdogan-in-karsi-oldugu-o-binalar--h-285969.html

Ulaştırma Bakanı bu reste ne diyecek?

CHP Genel Başkan Yardımcısı Gürsel Tekin, TGRT Haber'de Hadi Özışık ve Gülden Kalecik'in sorularını yanıtladı.

İNTERNETHABER- 3'üncü köprü güzergahında yanlışlık yapıldığı iddialarına Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Binali Yıldırım'ın verdiği 'Köprü güzergahında hiçbir yanlışlık yok" yanıtı CHP'li Gürsel Tekin'i tatmin etmedi.

3'ncü köprünün güzergahına ilişkin Bakan Yıldırım'ın imzasıyla yazılmış bir mektubun olduğunu açıklayan Tekin, "Sayın bakan evraklarını getirsin, biz de getirelim. Bizi ikna etsin 76 milyonun önünde özür dilerim" sözleriyle bakana meydan okudu.

CHP Genel Başkan Yardımcısı Gürsel Tekin, TGRT Haber'de Hadi Özışık ile Gülden Kalecik'in sunduğu Basın Odası'nda gündeme ilişkin soruları yanıtladı.

Tekin'e sorulan soruların başında İstanbul ve son günlerin sıcak gündemi olan 3'ncü köprü projesi vardı.

ANAYASA DEDİLER DELDİLER

3'ncü köprü projesini eleştirirken İstanbul Büyükşehir Belediye Bakanı Kadir Topbaş'ı hedefe oturtan Tekin, "Ben Sayın Topbaş'a soruyoru: İstanbul'un anayasası dediğiniz, 100 binlik planda 3'ncü köprü var mı?" dedi.

PROJENİN BAŞINDAKİ İSİM GİTTİ

3'ncü köprüyle ilgili bakanın gönderdiği bir mektup var. Bunu herhangi bir ülkede olsa kıyamet kopar.
Bu kentin belediye başkanı kentin bütünlüğünü sağlamak zorunda. Bu kentte ne olacaksa bu plan dahilinde olacaktır. Bu işin muhatabı sayın Yıldırım değil, kentin başkanıdır.
Sayın Topbaş, 'İstanbul'un anayasasını yaptık' diyordu. Planın başındaki adam Hüseyin Kaptan bırakıp gitmek zorunda kaldı. 3'ncü 5'nci köprü bunlar bilimsel karardır. Bunlar Başbakan'ın 'Hadi güzergah belirleyelim' diyebileceği bir şey değildir.

ÇED RAPORU YOK

ÇED raporu yok. Bunlar Gürsel'in Ahmet'in kararı değil. Bu işin doktorları, teknik üniversiteler, bilim insanları, Topbaş Japonya'dan uzmanlar getirdi, onlar da 'yok olmaz' diyor. 'İstanbul'un su havzalarını yok edersiniz' diyorlar. Bunun altında da Topbaş'ın imzası var.

FOTOĞRAFLARDA NEDEN TOPBAŞ YOK?

Temel atma törenin fotoğrafında Sayın Topbaş yoktu. Fotoğrafta müteahhitler var, ama Topbaş fotoğrafta yok. Hiçbirinde yok. Butonlara basılan yerde bildik bilmedik herkes var Topbaş yok. Ben 1 Mayıs'ta çıktım bu ihale gayri meşru dedim. ÇED raporu yok. Bizim Orman Bakanımız var. Ne olur bir şey söyle!

Sayın Yıldırım çıktı dedi ki, 'dünyanın en büyük kuş göç yolu buradaymış. Bundan haberimiz yok' dedi. Orman Bakanı ne yapıyor? Bilmiyorsa kusura bakmasın, neden haberi var?
YALAN MI SÖYLEMİŞİM?
Ben güzergahı çıkıp açıkladım, Başbakan beni yalanladı. Yalan mı söylemişim? Çevre Bakanı var. Çevreyle ilgili sizin niye sesiniz çıkmıyor? Ağaç kesilmeyecek dedi. Viyadükler yapılacak dedi. 650 ağaç kesildi. Daha şimdiden.

BEYKOZ'DA NE VAR?

Yeni plan yapıyorlar. Köprü Beykoz'da 2-3 km öteleniyor. Hangi gerekçeyle? Hadi bu tarafı kuş göçü nedeniyle değiştiriyorsunuz. Beykoz tarafını niye değiştiriyorsunuz?

Ben CHP Genel Başkan Yardımcısıyım. Yüz milyar dolardan bahsediyorum. Biri çıkıp, Gürsel Tekin yalan söylüyorsun desinler. Özür dileyeceğim. Bugün akşam 5 buçuk 6'da pazar toplansın da kalanları toplayayım diyenlerin haklarını yiyemeyiz, onların hakları ne olacak?

CHP silahla mı muhalefet yapacak? Siyasette muhalefet karşılıklı konuşma yaparak yapılır. Gelsin konuşalım.

Tarihin en büyük imar yağması tam gaz: Afet toplanma alanına otel ve konut yapılacak
25/09/2014



Radikal'in haberine göre; İstanbul Aksaray'da, "afet toplanma alanı" olarak kullanılan 8 bin metrekarelik arazi, 5 katlı otel, konut projeleri ve tarihî bir caminin ihyası yapılmak üzere imara açıldı.

- İstanbul'un en önemli ulaşım noktalarından biri olan Vatan Caddesi üzerinde yer alan, bir kısmı otopark olarak kullanılan, bir kısmında da Migros bulunan arazinin hemen yanında Aytekin Kotil Parkı var.

Fatih Belediye Meclisi, tarihi yarımada sınırları içerisinde kalan 8 bin metrekare büyüklüğündeki 50 parsel araziyi oy çokluğu ile kısmen konut ve ticaret alanına çevirdi. Metal Yapı Konut Anonim Şirketi'nin satın aldığı araziye 5 kat yüksekliğinde otel ve konut projesi yapılabilecek. Konumu itibariyle İstanbul'un en önemli ulaşım noktalarından biri olan Vatan Caddesi üzerinde bulunan arazide, Menderes döneminde yıkılan camilerden biri olan Simkeş Camii İhya Projesi de yer alıyor. Ancak yıkılan caminin yerine otel yapılacağı için, yeni inşa edilecek cami Aytekin Kotil Parkı'nın yanı olacak. İmar ve Şehircilik Müdürlüğü'nün, projenin “1/5.000 ölçekli Nazım İmar Planı ile 1/1.000 ölçekli planın ana kararını bozucu, yoğunluğu artırıcı, emsal teşkil edici nitelikte" olduğu yönünde görüş bildirmesine rağmen, alınan kararla bölgeye otel ve konut projeleri yapılabilecek.

FATİH BELEDİYESİ'NDEN AÇIKLAMA

Konuyla ilgili Fatih Belediyesi'nden yapılan açıklamada ise "2. derece ticaret alanı" (otel alanı) ve "konut alanı" olarak kabul edilen arazide otel alanının yüzde 92 oranında düşürüldüğü, park alanının ise yüzde 120 oranında genişletildiği savunuldu.

Açıklamada, “İmar Planı'na göre bu alandaki otel alanının oturum alanı 2.726 metrekare iken belediyemizin önerisiyle 1.520 metrekareye ve toplam inşaat alanı 13.630 metrekare iken 7600 metrekareye düşürülmüştür. Yine mevcut imar planında konut + ticaret alanı olarak gösterilen kısmın oturum alanı 2.550 metrekare iken belediyemizin önerisiyle 1.957 metrekareye ve toplam inşaat alanı ise 12.750 metrekare iken 9.785 metrekareye düşürülmüştür. Aynı plandaki park alanı ise mevcut planda 1.661 metrekare olarak belirlenmişken teklif planda 3.600 metrekareye çıkarılmıştır" ifadelerine yer verildi. Öte yandan, Mimarlar Odası ve CHP Fatih Belediye Meclis üyelerinin Fatih Belediyesi'nin hazırladığı 1/1.000'lik imar planları ile ilgili olarak İstanbul Bölge İdare Mahkemesi'nde açtığı davalar devam ediyor.
haber93

"Karaköy'de tarih yıkılırken, Koruma Kurulu'na ne zaman başvuruldu, kurul geri adım mı attı?"
07 Mart 2017



Hürriyet yazarı Sedat Ergin, Tarihi Karaköy yolcu salonunun denize bakan tarafının Galataport projesi inşaatı nedeniyle yıkılmasına ilişkin olarak "Söz konusu yıkım kararının başkanlığını Şehir Plancısı Ahmet Kaya’nın üstlendiği İstanbul 2 Numaralı Koruma Kurulu tarafından alınmış olması gerekir. Şirket yıkım için ne zaman başvurmuştur? Kurul izin verdiyse bu kararı hangi tarihli toplantısında almıştır. Böyleyse, kurul neden 2016 tarihli 4459 sayılı 'düzeltme' kararından geri adım atmıştır?" dedi.

Sedat Ergin'in "Kültür Şûrası’ndan Karaköy limanının yıkımına" başlığıyla yayımlanan (7 Mart 2017) yazısı şöyle:

Açılışını geçen cuma günü Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın yaptığı Üçüncü Kültür Şûrası’nın sonuç bildirgesi önceki gün Kültür Bakanı Prof. Nabi Avcı tarafından açıklandı. Bakan Prof. Avcı, sonuç bildirgesinde bir noktanın altını özellikle çizdi:

“Yapılan tartışmaların ve getirilen önerilerin odaklandığı en önemli husus, şehirlerimizin kültürel kimliğinin muhafazası ve tahribatın ivedilikle önlenmesidir.”

Üçüncü Kültür Şûrası’nın açıldığı cuma günkü gazetelerde çıkan bir haberde İstanbul Karaköy’deki Galataport projesi inşaatı nedeniyle tarihi Karaköy Yolcu Salonu’nun geçen ay yıkılmasının ardından hemen yanında bulunan Paket Postanesi’nin birinci derecede koruma altındaki tarihi binasının da yıkıldığı belirtilmekteydi.

Paket Postanesi’nin yıkımında belki teselli olarak görülebilecek tek unsur, yolcu salonunun aksine bu kez binanın dış cephesinin korunmuş olmasıdır. Ancak arduvaz kaplamalı kubbesi de yıkılmıştır 1907-1911 yılları arasında gümrük binası olarak inşa edilen bu binanın.

Yolcu salonunda ise denize bakan dış cephenin olduğu gibi yıkılmış olması önemli tepkileri beraberinde getirmiştir.

* * *

Galataport projesini yürüten Salıpazarı Liman İşletmeciliği A.Ş., yıkıma “can güvenliği” gerekçesini getirmiş, “ilgili tüm resmi kurum ve mercilerden gerekli izinlerin alındığını” vurgulayarak, “yalnızca can güvenliğini tehdit eden bölümlerin” yıkıldığını belirtmiştir. Doğuş Grubu ile Bilgili Holding’in ortaklığındaki şirket, binanın “mimari karakterine uygun olarak özgün detay, boyut, doluluk boşluk oranlarıyla birebir aslı gibi yapılarak şehre kazandırılacağı” taahhüdünde bulunmuştur.

TMMOB’a bağlı Mimarlar Odası İstanbul Şubesi ise farklı görüştedir. Odaya göre, 1940’lı yıllarda inşa edilen bina 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yasası kapsamında İstanbul 1 Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’nun 2 Ekim 2002 gün ve 14294 sayılı kararıyla “korunması gerekli kültür varlığı” olarak tescil edilmiştir. Daha sonra Karaköy bölgesinin sorumluluğunu alan 2 Numaralı Kurul, 5 Mart 2015 tarihli ve 3210 sayılı kararıyla binayı “koruma grubu 1” statüsüne, yani en yüksek koruma statüsüne almıştır.

İlginç bir ayrıntı daha. Bu kurul 9 Haziran 2016 tarihli 4459 sayılı kararıyla, postane ve yolcu salonu restorasyon projelerinin “düzeltmelerle” uygun olduğuna karar vermiştir. Düzeltme, adından da anlaşılacağı gibi yıkıma kapıyı kapatan bir koşuldur.

Mimarlar Odası’na göre, bu durumda eserin restorasyonunun bina yıkılmadan yapılması, zorunluluk var ise bu takdirde yapının “mimari değeri bozulmadan güçlendirilmesi” gerekiyor. Oda, yapının statik olarak güvenilir olduğuna ilişkin bir bilimsel raporun da bulunduğunu, ayrıca “ilgililer”in hâkim ve bilirkişi huzurunda eserin “yıkılmadan korunacağını” açıkladığını hatırlatıyor.

Şirket yıkımın zorunlu olduğu, Mimarlar Odası ise zorunlu olmadığı, restorasyonun pekâlâ bina yıkılmadan yapılabileceği görüşündedir.

* * *

Hangi tezin haklı olduğu sorusundan bağımsız olarak bu tartışmanın İstanbul kentini, bu kentte yaşayan vatandaşları, onların haklarını ve kent yönetimi anlayışını ilgilendiren çok önemli bir yönü daha var.

Karaköy yolcu salonu İstanbul’un kimliğinin ayrılmaz bir parçasıdır ve Prof. İlberOrtaylı’nın da vurguladığı üzere Türkiye’nin yakın tarihinin en önemli eserlerindendir. Layıkıyla korunması hem üzerinde yaşadığımız bu gezegenin en değerli yerlerinden biri olan İstanbul’a, bu kentin tarihi mirasına, hem de bu kentte yaşayan milyonlarca insana karşı saygının gereğidir.

Burada düşündürücü olan, bu ölçüde değerli bir eser üzerinde yıkım gibi sert bir tasarrufa gidilirken, eseri korumakla yükümlü kurum tarafından İstanbullulara hiçbir izahatın verilmemesidir.

Söz konusu yıkım kararının başkanlığını Şehir Plancısı Ahmet Kaya’nın üstlendiği İstanbul 2 Numaralı Koruma Kurulu tarafından alınmış olması gerekir. Şirket yıkım için ne zaman başvurmuştur? Kurul izin verdiyse bu kararı hangi tarihli toplantısında almıştır. Böyleyse, kurul neden 2016 tarihli 4459 sayılı “düzeltme”kararından geri adım atmıştır?

Bu kentte yaşayan her vatandaşın bu soruların yanıtlarını öğrenmeye ve bu yanıtları talep etmeye hakkı vardır. Eğer bu ülkede demokrasinin hesap verilebilirlik ilkesine hâlâ önem atfediliyorsa, bu sorulara bir an önce açıklık getirilmelidir. İstanbul’un tarihi kültürel mirasıyla ilgili tasarruflar oldubittiye getirilemez.

T24

Prof. İlber Ortaylı: "Galataport Projesi bir büyük tırmık, etrafı hızla ayıklayacağa benziyor; Dolmabahçe'ye bile yıkım kararı verilebilir"
26 Şubat 2017



Tarih profesörü İlber Ortaylı, Galataport projesi kapsamında yıkılan, ilk dönem cumhuriyet mimarisinin en iyi örneği olarak gösterilen Karaköy Yolcu Salonu hakkında, "Mimar Rebii Gorbon’un eseri Karaköy Yolcu Salonu, değişen toplum yaşantısına sahne olmasıyla Türkiye’nin yakın tarihinin en önemli eserlerindendi. Ne olursa olsun bu bina korunmalıydı. Bu gibi yıkım ve yapımların hemşerilere de ilan edilmesi ve tartışılması gerekmez mi?" diye yazdı.

"Galataport Projesi bir büyük tırmık, etrafı hızla ayıklayacağa benziyor. Sakın 'Kıyılar açılıyor' diye sevinmeyin, yerine neler yapılacağına bakın" diyen Ortaylı, "Zamanında bu memleket idaresi Mimar Sinan mescitlerini bile 'Yol yapacağım' diye yıkmakta tereddüt göstermemiştir. 'Efendim, bina tehlike arz ediyor, mail-i inhidam (çökmeye meyilli)' sözü bu şehrin her binasına uygulanabilir. Arkadaki otelleri, gökdelenleri ve stadyumu görmeden Dolmabahçe Sarayı için de aynı raporu verebilirsiniz. Karaköy Yolcu Salonu’nun ne kadar güzel bir eser olduğu tartışılır. Yalnız o sıradaki daha çirkin eserler ve Fındıklı’nın diğer gökdelen gecekonduları ortada durdukça insanlar artık eskiyi arar oldular" ifadesini kullandı.

Prof. İlber Ortaylı'nın, Hürriyet'te "Türkiye’nin sembolüydü" başlığıyla yayımlanan (26 Şubat 2017) yazısı şöyle:

Mimar Rebii Gorbon’un eseri Karaköy Yolcu Salonu yıkıldı. Değişen toplum yaşantısına sahne olmasıyla Türkiye’nin yakın tarihinin en önemli eserlerindendi. Ne olursa olsun bu bina korunmalıydı. Bu gibi yıkım ve yapımların hemşerilere de ilan edilmesi ve tartışılması gerekmez mi?

İstanbul 19’uncu yüzyılda uluslararası su yollarının kavşak noktası haline geldi. Her şeyden önce Süveyş Kanalı kuzeydoğu Atlantik’teki ağır trafiğin bir kısmını bu bölgeye çekmişti. Bundan başka Rusya ve Tuna havzasının Akdeniz trafiğine girişi de bir etki yaratıyordu. Emin bir liman olan İstanbul, gemilerin sadece Haliç ve havzasına demir atıp karayla sadece sandal ve alamana yük kayıklarıyla ilgi kurduğu bir yer olmaktan çıktı. Yolcu gemileri artık Galata rıhtımına yanaşıyordu. Bu dönemde Cumhuriyet, yolcu trafiğinin artmasının gerektirdiği ilk eseri de ortaya koydu. Şehre yakışan bir yolcu salonu, mimar Rebii Gorbon’un projesine göre yapıldı.

Memleketinize hoş geldiniz

Yapılır yapılmaz da bu yolcu salonu, İstanbul hayatının ve tarihinin ayrılmaz bir parçası haline geldi. Gümrük buradaydı, polis buradaydı. Yolcu salonuyla beraber Karaköy derhal ilginç restoranlar ve dükkânlarla doldu. Dünyanın dört tarafından insanlar buraya akmaya başladı.

Mesela 1940’larda hanedanın üyelerinin girişi yasak olduğu halde Mısır veliaht prensinin eşi Neslişah Sultan şehre bu salondan girdiğinde spontane bir manzara doğdu. Kendisini selamlayanlar, “Memleketinize hoş geldiniz” diyenlerin yanında bir köşede homurdananlar da vardı ama Türkiye’nin tecrübeli ve olgun bir memleket olduğunun fotoğrafı da adeta bu salonla aynileşti.

Gorbon’un yolcu salonundan gelen geçenleri resmetsek adeta New York’un Ellis Adası’nı aratmaz. İkinci Dünya Savaşı sonunda Sovyetler Birliği ve Doğu Avrupa’dan gelen mülteciler, Ortadoğu ülkelerinden gelen devlet büyükleri burayı İstanbul’un en canlı tarih alanlarından biri haline getirdi.

Tehlikeli işler burada cereyan ederdi

İstanbul’un her zaman olduğu gibi Türkiye’nin üretim merkezi olduğu malum. Zengin bir ülke değildik ama olabilecek gösterişli tüketim buradan geçiyordu. Ağırlıklarını takarak yurt dışına veya başka limanlara giden şık hanımlar, yurt dışından bavullarıyla gelenler hepsi bu salondan geçmiştir.

Karaköy Yolcu Salonu aynı zamanda ‘tehlikeli’ işlerin cereyan ettiği yerdi. O vaktin paparazzileri hangi beyefendinin eşini kiminle aldatarak Avrupa’ya seyahat ettiğini burada gözlerlerdi. Doğrusu Türk cemiyetinin hayat tarzının, hayat ve ahlak anlayışının zamanın rüzgârıyla ne kadar aşındığı bu salonda görülürdü. Hoş, gazetelerden evvel, vapurdaki diğer yolcular kulaktan kulağa gördüklerini anlatırdı.

Devirler değişti; havayolu gemi yolculuğunun yerini tuttu. Gemiler ön planda, bavulcu Doğu Avrupa ve eski Sovyetler Birliği yolcularının kullandığı araç oldu. Karaköy Yolcu Salonu da tekrar bu manzaraların rastlandığı bir mekâna döndü. Salonun etrafı bu turistlerin seyahat öncesi uğradıkları lokantalarla son alışverişlerin yapıldığı dükkânlarla doldu.

Uyum sağlayarak hayatına devam edebilirdi

Derken Galataport Projesi ortaya çıktı. Ne olursa olsun; 1940’ın başlarında ünlü mimar Rebii Gorbon’un yaptığı bina korunmalıydı. Değişen liman fonksiyonlarına aykırı hiçbir konumu yok, uyum sağlayarak hayatına devam ederdi. Ama başka örnekler gibi onu da kolayca yıktılar. Yıkanların bu binadan daha evvel yıkılan güzel görünümlü binaların adeta intikamını aldığını söyleyebiliriz. İstanbul’a eskinin yerine hoyratça yeni bina diken her mimarın bu manzaradan ibret alması lazım.

Eskiden bu halkı küçümseyerek iş yapanların ‘halka yabancılaşmış bürokratlar ve sözde aydınlar’ olduğu tekrarlanır dururdu. Şimdi o işi yapanlar artık halkın içinden geldiklerini söyleyenler... Üstelik yöntemleri de çok vurdumduymaz.

Galataport Projesi bir büyük tırmık, etrafı hızla ayıklayacağa benziyor. Sakın “Kıyılar açılıyor” diye sevinmeyin, yerine neler yapılacağına bakın. Nusretiye Camii’nin yanındaki yeni sözde müze binası ve Denizcilik Bankası’nın yeri için yapılan planlardan kimsenin haberi yok. Bu gibi yıkım ve yapımların hemşerilere de ilan edilmesi ve tartışılması gerekmez mi?

Bu yolla Dolmabahçe'ye bile yıkım kararı verilir

Uyarlanarak kullanan zihniyetin yerini kolayca yıkanlar aldıkça kimsenin kalıcı bir eseri ortada görünmez. Zamanında bu memleket idaresi Mimar Sinan mescitlerini bile “Yol yapacağım” diye yıkmakta tereddüt göstermemiştir. “Efendim, bina tehlike arz ediyor, mail-i inhidam (çökmeye meyilli)” sözü bu şehrin her binasına uygulanabilir. Arkadaki otelleri, gökdelenleri ve stadyumu görmeden Dolmabahçe Sarayı için de aynı raporu verebilirsiniz. Karaköy Yolcu Salonu’nun ne kadar güzel bir eser olduğu tartışılır. Yalnız o sıradaki daha çirkin eserler ve Fındıklı’nın diğer gökdelen gecekonduları ortada durdukça insanlar artık eskiyi arar oldular. Bu eser tescilli yapı; gerçi gudubet İstanbul Belediye Sarayı da tescillidir. Yine de bazı yapıları çok abartmadan yeniden kullanmanın yolu araştırılmalıydı.
T24

Bu kentsel dönüşüm çok yuva yıkar!
06 Ekim 2012

AKP Kongresinde dağıtılan “2023 Vizyonu” broşürünün 54. maddesinde “Yuva yıkan değil yuva yapan bir kentsel dönüşüm” deniyor. Ancak dün Erdoğan’ın katılımıyla yıkımına başlanan İstanbul Esenler’de kentsel dönüşümü konuştuğumuz mahalleliler, yuvalarının geleceğinden endişeli.

Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Yasası kapsamında yapılacağı açıklanan kentsel dönüşüm için ilk yıkımlar dün 33 ilde başladı. 6.5 milyon konutun yıkılacağı kentsel dönüşümden 25 milyon kişinin etkilenmesi bekleniyor. İlgili meslek odalarının ve halkın tüm itirazlarına rağmen başlayan dönüşüm, milyonlarca kişiyi tedirgin ediyor.

Dün Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın katıldığı tören ile Esenler Havaalanı Mahallesinde sembolik olarak seçilen 4 katlı bir ev yıkıldı. “Yıkım töreni”nde yıkımın başladığı sekiz ayrı kentle canlı bağlantı kuruldu. Törende asıl olarak Suriye üzerine konuşan Başbakan Erdoğan, dönüşüm ile ilgili ise “Mutlaka yıkacağız” dedi.

ESNAF NEREYE GİDECEĞİNİ BİLMİYOR

Yıkımın başladığı Esenler Havaalanı Mahallesi, Atışalanı Caddesi üzerinde iş yapan esnaf mağdur olduklarını söylüyor. Bölge esnafına 3 ay içinde binalarını boşaltmaları gerektiği söylenmiş. Ancak nereye gidecekleri, ne yapacakları konusunda bilgi verilmemiş. Sadece taşınma masrafları ve yeni yerlerinde kira desteği yapılacağı iletilmiş. Ancak resmiyete, yazıya dökülmüş herhangi taahhüt yok. Kira yardımı ve taşınma masrafları ne şekilde nasıl ve ne kadar verilecek belli değil. Mahallede ofis mobilyaları atölyesi sahibi olan Esat İmer, “3 ay içinde buraları boşaltın dediler. Yıllardır burada esnafız, müşterilerimiz burada nasıl nereye taşınırız bilmiyorum” diyor. “Taşınırken taşınma masrafları karşılanacak ve yeni yerde kira yardımı yapılacağı söylendi” diyen İmer, kendilerine verilen sözlerin tutulup tutulmayacağını bilmediklerini aktarıyor.

‘İŞÇİ OLANLAR NE YAPACAK?’

Aynı atölyede işçi olarak çalışan Handan Karakız ise “Mal sahipleri için birtakım destekler verileceği söyleniyor. Ben işçiyim ve bana ne bir şey söyleyen var ne de destek veren” diyerek şikayetini dile getiriyor. Atölyede eşiyle birlikte çalıştığını söyleyen Karakız, “İki çocuğuma bakıcı bakıyor. Bu sayede ben çalışabiliyorum. 13 yaşında da bir oğlum var, okula giden. Burada çalışmaya başladıktan sonra Otogar civarında ev tuttuk” diyen Karakız, 3 ay sonra ne yapacaklarını, nerede iş bulacaklarını bilmediklerini söyledi.

“Hemen iş bulmak kolay değil, hem eşim hem ben işsiz olacağız. Çocukların masrafı da var. Mal sahibi değiliz diye yetkililer bize ne bir şey soruyor ne de destek olacağız diyorlar” diye yakınan Karakız, kentsel dönüşümden en fazla işçilerin mağdur olacağını ifade etti.

‘KURULU DÜZENİMİZ BOZULACAK’

Yıkım yapılacak semtte reklam ve ozalit atölyesi sahibi olanlar da düzenlerinin bozulacağını söylüyor. “13-14 yıldır buradayız tüm müşterilerimiz ve çevremiz burada. Taşınma yardımı ve yeni yerde kira yardımı yapılacağı söyleniyor ama sadece sözde” diyen Soner Değirmenci, bu şekilde yapılacak kentsel dönüşümün herkesi mağdur edeceğine dikkat çekti.

İsimlerini vermek istemeyen mahalleli kadınlar ise Belediye Başkanı Tevfik Göksu’nun kendilerine söz verdiğini ve kimseyi mağdur etmeyeceğini söylediğini anlattı. Kendilerine sadece söz verildiğini ama hiçbir kağıt imzalatılmadığını anlatan kadınlar, yaşanan belirsizlikten şikayetçi.

12-13 NÜFUS NE YAPARIZ?

“Bakkalımızın üstünde aynı zamanda evim var. Şimdi sadece evi yıksalar bir yere kadar. Ama bakkal dükkanı da giderse nasıl geçiniriz belli değil” diyen Levent Bozdemir de süreçten şikayetçi. Evde 12-13 nüfus olduklarını anlatan Bozdemir, “Kalabalık bir aileyiz, dükkan giderse geçimimizi nasıl sağlarız bilmiyorum. Yıllardır buradayız. Hiçbir yetkili de gelip bir şey söylemiyor. Ne olacağı belirsiz” diye konuştu.
(EVRENSEL)

İstanbul'un Avrupa yakasını bitirdiler, sıra Anadolu yakasına geldi



Cumhuriyet'ten Hazal Ocak'ın haberi:

Bir hançer de Anadolu’da: Taş Yapı'nın Oteli ‘Silueti bozar’ raporu

Taş Yapı'nın 20 katlı dev otel projesi Kadıköy'ün tarihi siluetini değiştirecek.
Bir hançer de Anadolu’da: Taş Yapı nın Oteli ‘Silueti bozar’ raporu

Birçok projesi tartışma yaratan Taş Yapı’nın, Darüşşafaka Cemiyeti’nden aldığı Koşuyolu’ndaki 12 bin 257 metrekarelik araziye dikmeye başladığı 20 katlı otel, deniz tarafından bakıldığında Haydarpaşa Garı, Selimiye Kışlası gibi tarihi mekânlara olan yakınlığı sebebiyle şehir silueti için risk oluşturacak.

16 yıl önce satıldı

Yetimleri okutan Darüşşafaka Cemiyeti, bir hayırseverin kendilerine bağışladığı Koşuyolu’ndaki 12 bin 257 metrekare araziye ilk önce hastane yapmak için proje hazırladı.

Ancak, tüm girişimlere “hayır” denilerek değişikliğe izin verilmedi. Cemiyet, 2005 yılında çareyi araziyi satmakta buldu.

Taş Yapı ve Selçuk Ecza Deposu ortaklığı araziyi 7 milyon dolara aldı. İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) İmar Müdürlüğü ve Planlama Müdürlüğü’nün olumsuz görüş bildirmesine karşın bu kez imar plan tadilatı yapıldı. “Az yoğun konut alanı, yol, yeşil alan ve dere koruma alanı’nda kalan araziye bodrum hariç 3 emsal inşaat hakkı ile 40 katlı otel ve ticaret izni verildi.

Taş Yapı Dubai’deki Burj El Arap Oteli’nin benzerini yapmak istiyordu ancak belediye ‘emsal fazla’ gerekçesiyle projeyi reddetti. Bunun üzerine 80 metre yüksekliğinde 20 katlı, 3 bloklu yeni bir proje çizdirildi. 2013 yılında projenin ruhsatı alındı.

İnşaat durduruldu

Çevre sakinlerinin proje planlarının iptali için açtıkları dava sürüyor. Davaya bakan İstanbul 11. İdare Mahkemesi’ne sunulan çevre sakinlerinin lehine ilk bilirkişi raporunun ardından kısmi yürütmeyi durdurma kararı verildi.

Çevre sakinleri karara itiraz etti ve ek bir bilirkişi raporu daha istendi. Süren otel inşaatı da ilçe belediyesi tarafından durduruldu. Alan metrelerce kazılmış halde duruyor.

Çevre sakinlerinin proje planlarının iptali için açtıkları dava sürüyor. Davaya bakan İstanbul 11. İdare Mahkemesi’ne sunulan bilirkişi raporu, otelin yaratacağı çevre felaketlerine vurgu yaptı.

Raporda, bölgedeki binaların 4-5 katlı kısmen de 12 katlı olduğuna dikkat çekilerek, “İmar planına bir yükseklik sınırlaması getirilmemesi deniz tarafından bakıldığında Haydarpaşa Garı, Selimeyi Kışlası gibi tarihi mekânlara olan yakınlığı sebebiyle şehir silueti ile alakalı soru işareti oluşturmaktadır” denildi.

Kadıköy sınırlarında 15 katı geçecek imar uygulamalarına izin verilmediğinin altını çizen bilirkişi, geçen şubat ayında İBB Meclisi’nde alınan Kadıköy’de 15 kat sınırlamasına ilişkin kararı da rapora ekledi.

Doğal sit vurgusu

Arazinin, Doğal Sit Alanı olan Karacaahmet Mezarlığı’nın komşusu olduğunu vurgulayan bilirkişi, projedeki inşaat yoğunluğunun da geleceğe yönelik tehdit olabileceğini belirtti. Raporun sonuç bölümünde ise projenin bölgeye inşaat yoğunluğu getirdiği, SİT alanını göz ardı ettiği ve çevre yapılaşma koşullarıyla uyuşmadığı vurgulandı.

Haber 93

Sözcü: Reina ve Galatasaray Adası 'kaçak' diye yıkıldı; Topbaş'ın 'Lokma'sı ile Zarrab'ın yalısına dokunulmadı
01 Haziran 2017



CHP'li üyesi: Babandan izni al, Boğaz ön görünümünde inşaat yap kimse dokunamasın!

Sözcü gazetesi, Reina ve Galatasaray Adası'nın "kaçak" olduğu gerekçesiyle yıkılmasını hatırlatarak İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı Kadir Topbaş'ın ailesine ait olan 'Lokma' isimli lokantası ile 17-25 Aralık 'yolsuzluk' soruşturmasının kilit ismi olan, ABD'de tutuklu bulunan iş adamı Reza Zarrab'ın yalısında "kaçak yapılaşma" olduğunu iddia etti.

Sözcü gazetesinden Özlem Güvemli'nin haberi şöyle:

İstanbul'un sembol eğlence merkezlerinde peş peşe yıkım kararları uygulandı. Ancak iş makineleri çay bahçesiyken lüks restorana dönüşen Lokma'ya ve Zarrab'ın Kanlıca'daki yalısına hiç uğramadı.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi'ne (İBB) bağlı Boğaziçi İmar Müdürlüğü ekipleri,13 Mayıs'ta, “muhafazakarların Reina'sı” olarak bilinen alkolsüz eğlence mekanı Huqqa'ya gitti. İktidara yakınlığı ile bilinen işadamı işadamı Cihan Kamer'in sahibi olduğu Kuruçeşme'deki mekanın kaçak olduğu tespit edilen bölümleri yıkıldı.

Yılbaşı gecesi dinci terör örgütü IŞİD'in saldırısı sonucu 39 kişinin hayatını kaybettiği Boğaz'ın ünlü gece kulüplerinden Reina'nın mevzuata aykırı kısımları da 22 Mayıs'ta yıkıldı. 28 Mayıs'ta ise Kuruçeşme açıklarındaki Galatasaray Spor Kulübü'ne ait Suada'daki yapılaşmada yıkım gerçekleştirildi.

"Al babadan izni…"

Ardı ardına Boğaz'da gerçekleştirilen yıkımlar dikkatleri diğer kaçak yapılara çevirdi. Yıllardır Boğaz'daki kaçak yapılara karşı açtığı davalarla, verdiği önergelerle mücadele eden İBB'nin CHP'li Meclis Üyesi Hüseyin Sağ, Rumelihisarı'nda basit onarım ruhsatı ile küçük bir çay bahçesinden lüks bir restorana dönüştürülen Topbaş ailesine ait Lokma ile Kanlıca'da Reza Zarrab ve Ebru Gündeş'e ait kaçak yalıya dikkati çekti.

Sağ, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş'ın ailesi tarafından 2007 yılında alınan çay bahçesinin özel yasa ile korunan çivi bile çakılamayan Boğaziçi ön görünümünde olmasına karşın 2 katlı lüks bir restorana dönüştürüldüğünü hatırlattı. Geçtiğimiz aylarda da Lokma'nın tente ile yapılan ikinci katının alüminyum konstrüksiyon ile kalıcı hale getirildiğini, yüksekliğinin arttırıldığını ve arka binaların cephesinin tamamen kapandığını anlatan Sağ, “Lokma'nın Boğaz'da yıkılan diğer yapılardan farkı ne, neden yıkılmıyor? Kimse dokunamıyor Çünkü Boğaziçi İmar Müdürlüğü Kadir Topbaş'a bağlı. Ne güzel iş babandan izni al Boğaz ön görünümünde inşaat yap kimse dokunamasın…” diye konuştu.

"Ayırım yok, hepsini yıkın"

Sağ, mahkemeye sunulan bilirkişi raporu ile kaçak olduğu kesinleşen Reza Zarrab ve Ebru Gündeş'in Kanlıca'da katlettiği tarihi yalıdaki kaçak bölümlere kimsenin dokunamadığını söyledi. Sağ, Topbaş'a şu çağrıyı yaptı: "İBB iş adamına göre işlem yapıyor, kötü örnek oluyor. İBB, hangi işadamı, hangi holding sahibi olduğuna bakmadan yıkım işlemlerini yapsın biz de destek olalım."

ETİKETLER
sözcü gazetesi reina galatasaray adası kaçak İstanbul büyükşehir belediye İbb kadir topbaş lokma 17 25 aralık yolsuzlu abd reza zarrab
T24

'İstanbul, korkunç ve vahşi bir rant kavgasına kurban edildi'
07 Haziran 2017



CHP İstanbul Milletvekili Selina Doğan ‘’İstanbul, korkunç ve vahşi bir rant kavgasına kurban edildi. Beyoğlu ve İstiklal caddesi ise, rüküş ve
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Prş Hzr 08, 2017 1:46 am    Mesaj konusu: İstanbul, korkunç ve vahşi bir rant kavgasına kurban edildi' Alıntıyla Cevap Gönder

Vicdansızlar susarken vicdanı olan konuşuyor: "Şehirlerimiz çirkinleşiyor"
31 Temmuz 2017



Yeni Şafak yazarı ve AKP Ankara Milletvekili Aydın Ünal, Batılıların çocukların, yaşlıların, engellilerin güvenle ve rahat hareket edebilecekleri şehirler inşa ettiğini ve tarihi muhafaza ettiklerini belirterek "Haydi cesaret edip soralım: Üzerine ağıtlar yaktığımız Kudüs, son 1 asırdır Müslümanların elinde olsaydı, şehirdeki tarih böyle muhafaza edilebilir miydi? Mekke’nin bugünkü haline bakın, cevabınızı öyle verin" dedi.

Aydın Ünal'ın "Şehirlerimiz çirkinleşiyor" başlığıyla yayımlanan (31 Temmuz 2017) yazısı şöyle:

Batılıların güzel şehirleri var. Londra, Nev York, Vaşington, Paris, Viyana, Roma ve diğer nice Batı şehrine gıptayla bakıyor, iç geçiriyoruz. Tarihi eserleri muntazaman muhafaza ediyorlar. Şehirlerin içine park yapmıyor, adeta parkların içine şehir yapıyorlar. Çocukların, yaşlıların, engellilerin güvenle ve rahat hareket edebilecekleri şehirler inşa ediyorlar.

Yollar, kaldırımlar, tabelalar, binalar insanı, gözü, ruhu yormuyor.

Batı medeniyetinin olduğu gibi Batı şehirlerinin de temelinde Latin Amerika,

Afrika ve Orta Doğu’nun kanı var. Başka dünyalardan, kan akıtarak sömürdükleri zenginliklerle güzel şehirler inşa ettiler. Ama bu kadar mı? Mesele sadece para mı?

Mesele sadece para olsaydı, son derece zengin Arap ülkelerinde de güzel şehirler olurdu, ama yok.

Haydi cesaret edip soralım: Üzerine ağıtlar yaktığımız Kudüs, son 1 asırdır Müslümanların elinde olsaydı, şehirdeki tarih böyle muhafaza edilebilir miydi?

Mekke’nin bugünkü haline bakın, cevabınızı öyle verin. Mekke Kabe’nin etrafına inşa edilmişti; şimdi ise “şu Kabe olmasa 3 gökdelen daha dikerdik” der gibi küçük bir “ayrıntı”olarak kaldı Kabe.

Şehir, insan yapısı olduğu kadar, insanı da “taş ile toprak arasında” inşa eder.

Çirkin şehirler, çirkin nesiller yetiştirir; çirkin nesiller ise şehirleri daha da çirkinleştirir.

Şehirlerimiz, yeni bir medeniyet inşa edecek muhayyileden, yeni bir medeniyeti kuracak nesiller yetiştirmekten gittikçe uzaklaşıyor.

Olur olmadık yerlerden ucube binalar yükseliyor. Rant odaklı planlarla, plan tadilatlarıyla, imar düzenlemeleriyle şehirlerimiz vahşice katlediliyor. Gecekondular yıkılıyor, yerine çok katlı gecekondular

dikiliyor. Yollar eziyete, kaldırımlar işkenceye dönüşüyor. Karmaşa, keşmekeş, gürültü, çukur, trafik, korna, toz ve duman arasında şehir gittikçe sıkan, boğan bir cendere oluyor.

Rant bir türlü doymuyor. Toprağı yutma

iştihası bir türlü son bulmuyor.

Osmanlı, Selçuklu eserlerinin hemen yanında çirkin binalar, rant alanları yapılmış. Tarihi eserler, rantın önündeki en büyük engele dönüşmüş. Çoğu şehrimizde türbelerin, kalelerin, hatta camilerin taşları gecekonduların inşasında kullanılmış.

Belediye başkanlarımız çokça yurt dışına temaslarda bulunmaya giderler. Gitsinler. Son derece gerekli. Ancak, Londra’da Hyde Park’a, Paris’te Lüksemburg Bahçeleri’ne, ya da Nev York’ta Central Park’a giden belediye başkanlarımız acaba ne düşünürler? Şehrin ortasındaki devasa parklara, yeşil alanlara bakıp, “buraya ne güzel AVM yaparım” mı derler, yoksa “bizim niye böyle parklarımız yok” diye hayıflanırlar mı?

Şehirler, sahiplerinin aynı zamanda Amel Defterleri’dir. Güzel şehir de çirkin şehir de, öldükten sonra bile insanın, insanlığın arkasından gelir.

3 kuruş dünyalık için milimetrekareyi bile ranta çevirip şehri cehennemleştiren, hak yiyen, hukuk çiğneyen, muhtemeldir ki cehennem ateşinden kurtulamaz.

Bize en başta, paraya, ranta tapan değil; Allah’a iman eden, şehir inşa etmenin insan ve medeniyet inşa etmek olduğu sorumluluğunu müdrik mimarlar, mühendisler, şehir planlamacıları, müteahhitler ve böyle belediye başkanları lazım.

Evinin önünü, sokağını, mahallesini güzelleştiremeyen insan, dünyayı hiç güzelleştiremez.

Filistin’in ya da Kudüs’ün toprağını sloganlaştırırken, şehirlerimizde yağmurun akacağı toprak bırakmadık. Kendimizi, şehirlerimizi kurtarabilsek, Filistin de kurtulur, Kudüs de...

T24

'İstanbul, korkunç ve vahşi bir rant kavgasına kurban edildi'
07 Haziran 2017



CHP İstanbul Milletvekili Selina Doğan ‘’İstanbul, korkunç ve vahşi bir rant kavgasına kurban edildi. Beyoğlu ve İstiklal caddesi ise, rüküş ve bayağı bir yer haline getirildi. Emek, Alkazar ve Sinepop tarihe karıştı, tiyatrolar yok edildi. Beyoğlu’nda sanat öldü. Artık Körfez ülkelerinden saç ektirmeye gelenlerin ucuz tişört aldığı yer oldu. Kültür, sanat, eğlence yerini fuhuş ve uyuşturucu mafyasına terk etti ‘’ dedi.

TBMM’de bir açıklama yapan Doğan, “İstanbul’un tüm özellikleri bünyesinde barındıran çok özel bir şehir ancak ne yazık ki son yıllarda korkunç, vahşi bir rant kavgasına kurban edilmiş durumda. Bunun en somut örneğini de Beyoğlu'nda ve özelde de İstiklal Caddesi'nde görüyoruz” diye konuştu ve şunları söyledi:

”ETKİNLİKLERLE ÜNLÜYDÜ”

”Beyoğlu 27 konsolosluk, kültür merkezleri, yabancı kolejler, azınlık okulları, tiyatrolar, opera salonları gibi, karakteristik özelliğini veren pek çok etkinlikle ünlü bir semtti. Büyük kitapevlerine, tiyatrolara ev sahipliği yapmıştı ancak ne yazık ki kasıtlı ve bilinçli olarak Beyoğlu tüm bu özelliklerinden arındırılmak isteniyor. Yakın geçmişin bu yaşam merkezi ne yazık ki ucuz alışveriş merkezine dönüştürülmek isteniyor. Bu kasıtlı değişim 2004 yılında başladı. Ruhsat işi kaymakamlıklardan alınıp belediyelere verilince iş yeri sayısı katlanarak arttı. 2005’de İstanbul Büyükşehir Belediyesi ile Beyoğlu Belediyesi caddedeki ağaçları söküp yerine Çin graniti döşedi. Sonra onları da söküp bu sefer Türk taşı döşemeye karar verdi. Kamu kaynakları böyle hoyratça harcanırken, caddeye gelen ziyaretçilerin sayısı ciddi anlamda düştü.

İstiklal Caddesi'nin ortasına hançer gibi saplanan AVM dikildi. Sakil, rüküş ve bayağı bir semt hâline getirildi. Emek, Alkazar ve Sinepop gibi sinemalar tarihe karıştı. Atatürk Kültür Merkezi, Muammer Karaca Tiyatrosu ve Devlet Tiyatroları, Aziz Nesin Tiyatrosu kapandı. İnci Profiterol kapandı, Kelebek Korse taşınmak zorunda kaldı ve Beyoğlu'nda sanat öldü. İstiklal Caddesi şimdi Körfez ülkelerinden saç ektirmeye gelenlerin ucuz tişört aldıkları yer oldu. Taksim meydanına beton döküldü. Postmodern, yağmacı, rantçı bir talan kültürü yarattınız. Adı özgürlükten geliyor diye İstiklal Caddesi'ni de tahrip ettiniz”

Yurt Gazetesi

Çevre Bakanı'ndan "Tüm hırsızlıklar imardan geliyor" sözlerine ek: Ankara ve İstanbul'dan herkes rahatsız
06 Haziran 2017



"Son 10-15 yıl içerisinde şehirlerimizin çok hızlı gelişmesi şehir rantlarını da doğurdu"

Çevre ve Şehircilik Bakanı Mehmet Özhaseki, daha önce söylediği "Tüm hırsızlıklar imardan geliyor" sözleriyle ilgili açıklamasını sürdürerek, "Herkes gidip Ankara’nın veya İstanbul’un en lüks semtlerinde, sahil kenarlarında kafelerde oturup baktığı zaman gördüğü nahoş manzaralardan rahatsız diye düşünüyorum" dedi.

"İnsanlar sanayiden yüz çevirip, en kıymetli semtlerde 50-100 kat yapmak için koşuşturuyorlarsa, en kestirme yoldan buradan rant elde etmeyi düşünüyorlarsa bu bir tehlikedir" diyen Özhaseki, soru üzerine Ankara ve İstanbul’u örnek gösterdi. Hürriyet gazetesinden Oğuz Demir'in haberine göre, Özhaseki, şunları söyledi:

"Belediye ismi vermemi kimse beklemesin. Ama herkes gidip Ankara’nın veya İstanbul’un en lüks semtlerinde, sahil kenarlarında kafelerde oturup baktığı zaman gördüğü nahoş manzaralardan rahatsız diye düşünüyorum. Oradaki dedikoduları dinlerlerse, epey rahatsız olurlar. Bu dedikoduların bir kısmı dedikodudur, iftiradır, silelim. Ama hepsi de dedikodudan ibaret değil, biz de bunu biliyoruz. Ancak bu tür şeyleri ispatlayabilmek öyle zor ki, o yüzden biz bu işlerin olmamasına gayret edeceğiz. Dünyanın en eski mesleklerinden birisi, hakkına razı olmadan başkasının hakkına el uzatmak, hırsızlıklar, yolsuzluklar ve kötülükler. Son 10-15 yıl içerisinde şehirlerimizin çok hızlı gelişmesi şehir rantlarını da doğurdu. Bu konuda imar planları aslında çok yeterliyken, imar planlarında bozulmalar meydana gelmeye başladı. Bu bozulmalar, haksız yere birine menfaat sağlamalar insanlardaki adalet duygusunu sarstığı gibi bu işi yapan idarecilere karşı da müthiş bir öfke duyulmasına sebebiyet veriyor. Ben bunları ifade etmeye çalıştım. İmar konusunda sayın cumhurbaşkanımız çok titiz ve hassas. Zaten belediye başkanlığı yaptığı için bu konular hakkında da biliyor. Bütün özel sohbetlerimizde de özellikle dikey mimariden çok yatay mimariye geçilmesi hususunda da direkt talimatları var, adeta bir mücadele devam ediyor.”

ETİKETLER
Çevre ve Şehircilik bakanlığı mehmet Özhaseki imar ankara İstanbul
T24

Büyükçekmece Belediye Başkanı : İstanbul'u siyasiler mahvetti
18.07.2017



Büyükçekmece Belediye Başkanı Dr. Hasan Akgün, 18. Uluslararası Büyükçekmece Kültür ve Sanat Festivali için Taksim’de düzenlenen basın lansmanında, sel baskınlarını değerlendirdi.

Akgün kentin rant kapısına dönüştürülmesinin felaketleri de beraberinde getirdiğine dikkat çekerek; “Her yere gökdelenler yapılarak, dere yatakları imara açılarak İstanbul’u siyasiler mahvetti” ifadelerini kullandı. Temmuz 1977'de de benzer bir sel baskınının yaşandığını belirterek o dönemde Yenikapı bölgesinde arabaların sular altında kaldığını söyledi.

Akgün 1977'de yaşanan sel baskınında Merter sahil yolunda boğulma tehlikesi yaşadığını hatırlatarak; “Şimdi yıl 2017, yine Yenikapı köprüsünün altında araçlar sular altında kalmış, Merter’de yine aynı şekilde yağmur suları araçların üzerine çıkmış. Sahil yolu durmuş millet gidemiyor. Aklı kullandığınız zaman denizin 15 metre yanında millet suya gömülmez. Altyapıyı beceremiyoruz. Şehirlerin sadece süslenmesi, püslenmesi ve sağa sola çiçekler dikmek şehir altyapısı değildir. Karda, kışta, yağmura ve büyük afetlerde dünya şehircilik bilimine göre şehirlerimizi hazırlarsanız bu tip durumlarda rahat rahat sokağınızda caddenizde gezer işinize, evinize rahatlıkla gider gelirsiniz” dedi.

sel İstanbul belediye millet kültür basın sanat Taksim rant
birgün

Dev arazi buharlaştırılınca! Başkan Kocaoğlu isyan etti
13 Temmuz 2017



İzmir Mavişehir’de açık spor alanı olarak görünen 115 dönümlük iki ayrı araziye Bakanlıktan imar izninin çıkması Başkan Aziz Kocaoğlu’nu isyan ettirdi.

İzmir Mavişehir’de açık spor alanı olarak görünen 115 dönümlük iki ayrı araziye Bakanlıktan imar izninin çıkması Başkan Aziz Kocaoğlu’nu isyan ettirdi.
Sosyal medyada ‘Yazıktır bu kente’ diyerek tepkisini gösteren Kocaoğlu, “Biz İzmir’in yaşanacak bir kent olmasını istiyoruz. Rant peşinde değiliz. Dünyanın en güzel kenti İstanbul’un düştüğü duruma İzmir’i düşürmek istemiyoruz”dedi.

SON günlerde ‘Yaşanacak Şehir’ sloganı ve aldığı göç ile konuşulan İzmir’de en büyük korku İstanbul’a benzemek. Bu konuda büyük mücadele verdiği bilinen İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu’nu yaşanan bir gelişme sosyal medyada isyan ettirdi. “Mavişehir’de açık spor alanı olarak ayırdığımız 115 dönümlük iki arazi için imar çalışması geldi dün Bakanlıktan. Yazıktır bu kente” paylaşımıyla gündeme gelen Kocaoğlu hemen arkasından da Büyükşehir Belediye Meclisi’nde de Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’ndan Mavişehir’de imar planında spor alanı olan ve TOKİ’nin 2011 yılında sattığı 100 ve 15 dönümlük iki arsayı imara açacak plan çalışması geldiğini açıkladı. Kocaoğlu bu gelişmeler üzerine Hürriyet’e tepkisine neden olan gelişmeleri anlattı:

TOKİ NASIL SATABİLİYOR
“İstanbul giderek kötü bir görünüme bürünüyor. Ne hale geldiğini giden görüyor. Biz İzmir’in kalkınmasını, İzmir’in yaşanacak bir kent olmasını istiyoruz. Kent rantı peşinde değiliz. Kamu arsasını satma peşinde değiliz. Yani kenti satma peşinde değiliz. Dünyanın en güzel kenti İstanbul’un düştüğü duruma İzmir’i düşürmek istemiyoruz. Mavişehir yoğunluğun çok yüksek olduğu bir bölge. Bu yoğunluğun karşılığında sosyal donatı alanları kamuya terk edilmelidir. Bu iki alan yıllar önce Hazine’den TOKİ’ye geçmiş. TOKİ ile 2004-2005 yılında Mavişehir bölgesinde birlikte plan çalışması yaptık. Kamuya ait olduğu için alanda ciddi yoğunluk artışı olduğu kabul edildi. Ama TOKİ plan karşılığında kamuya terk edilmesi gereken, belediyenin de yürürlükteki planlarda spor alanı olarak gösterdiği yerleri 7-8 sene önce sattı. İkisinin de mülkiyeti özel şahıslara geçti. Kamuya ait alanlarken, spor alanıyken TOKİ bunu vatandaşa satıyor. Sahipleri bize geldiler, gittiler. Plan değişikliği ve bu alanların imara açılmasını istediler. ‘Bizim böyle bir plan anlayışımız yoktur. Biz bunu böyle planlayamayız’ dedik. ‘E ne olacak’ dediler. Mağdur olduklarını söylediler. ‘Gidin onlara sorun. Siz aldığınızda buraların spor alanı olduğunu biliyordunuz’ dedik. Belediye meclisi de benzer yanıtı verdi.”
İzmir’i İstanbul’a benzetmeyin
YARGIYA GİDECEĞİZ
Geçen hafta karşılarına Çevre Bakanlığı’na İller Bankası aracılığı ile sunulmuş bir planın çıktığını söyleyen Kocaoğlu, “Bizim planlama ilkelerimize uymadığı için reddettiğimiz planlar Çevre Bakanlığı’ndan bir şekilde geçiriliyor. İller Bankası’nın kendisine ait parsellerde plan yapma yetkisi var. Yani İller Bankası’na plan yapma hakkı doğuyor. Mayıs ayında vatandaş gidip arsaların dörtte birini İller Bankası’na satmış. Baktığımızda karşımıza böyle bir tapu kaydı çıktı. İmar çıkmış. Ve biz bundan Çevre ve Şehircilik Bakanlığı bizden görüş sorunca haberdar olduk. Çevre Bakanlığı’na plan sunulmuş. Böyle bir şey olamaz. Yargıya gideceğiz. Baktığımızda karma kullanımlı Ticaret Konut Alanı’na (TİCK) çevirme istiyorlar. Bir kısmı da özel okul, park, sağlık ve ibadethane olarak görülüyor” dedi.
İller Bankası’nın işi arsa almak mı?
İLLER Bankası’na satışı da eleştiren Aziz Kocaoğlu, planın kendi belediyecilik anlayışına uygun olmadığını vurguladı. Kocaoğlu şöyle devam etti:
“Bize Çevre Bakanlığı görüşümüzü sordu ve bir plan geldi. Bu plan bizce uygun değil. İşin can alıcı noktası her iki arsa sahibi İller Bankası’na yüzde 25’ini satmış. Ne amaçla satıldı? İller Bankası belediye bankasıdır bir anlamda. Tamamen belediyelerin paylarından kesilen sermayesi var. Bu tür işlere bakacağına, belediyelere altyapı için finans sağlasın. Bu kaynağı belediyelere kullandırmak yerine, belediyelerin altyapı, metro, tramvay gibi projelerine kredi çıkarmak yerine imar çıkarılacak bir arsayı parayla satın almasının hiçbir tutarlılığı yoktur.”

Her boş arsaya bina mı yapacağız

“BİZ her boş gördüğümüz yere bina mı yapacağız?” diyen Kocaoğlu şunları söyledi: “ Bu şehircilikle ilgisi olmayan, kentleri yaşanmaz hale getiren bir uygulama. Böyle bir şey olamaz. Birisinin. Bir yetkilinin kalkıp kamuoyuna ‘Şöyle bir kamu yararı vardır’ diye duyurması, açıklama yapması lazım. Aynı uygulamanın yüzde 1’ini İzmir Büyükşehir Belediyesi yapsa ne olur? Nasıl bir suç tespiti yapılır? Nasıl yargılanır? Böyle bir uygulamaya hangi cepheden bakarsanız bakın doğru bulmadığımızın altını çizmek istiyoruz. Benim imar hakkım, planlama hakkım yeniyor. İstanbul gibi dünyanın en güzel şehrini yanlış imar uygulamalarıyla ne hale geldi. İzmir İstanbul’a benzemesin. Kenti yaşanmaz hale getirmeyelim. Kentler yaşamak içindir.”

İzmir’i İstanbul’a benzetmeyinYazıktır bu kente arazimiz buharlaştı

AZİZ Kocaoğlu, Mavişehir’in dışında başka örnekler de gösterdi. Çevre yolu tünellerine gelmeden üst kesimde yer alan 100 dönümlük arazi için Karayolları 2. Bölge Müdürlüğü’yle olan geçmişteki tartışmayı da hatırlatan Kocaoğlu, “Karayolları arazisi üzerine tünel girişine AVM yapılıyor. Aynı şekilde benzinlik AVM yapmak ne kadar doğru. Tapulu 100 dönüm arazimiz vardı. Burasının mera olduğu söylendi. Mera ve 180 bin ot bedelini ödeyip mera alanının kaldırılmasını istedik. ‘Burası meradır, Milli Emlak’a geçmelidir’ denilerek mahkeme kararıyla elimizden alındı, buharlaştı. Şimdi mera dedikleri bizim araziye, Bornova’da yerini sattıkları Karayolları Bölge Müdürlüğü için bina ve lojman yapmak istiyorlar. Aynı Karayolları, çevre yolunun kenarında kamulaştırılan arazilerde AVM yapıyor. Peki nerede yapıyor bu tesisleri? Üçkuyular merkeze 2 km mesafede, Bayraklı’da tünele girmeden yapıyor. Yazıktır bu kente...Çok güzel bir memleketimiz, çok da güzel insanlarımız var. Bu toprak, bu doğa, bu memleket, bu insanlar bunu hak etmiyor “ açıkmasını yaptı.

Banu Şen/Hürriyet

Etiketler:
İzmir Mavişehir Bakanlık imar izni Başkan Aziz Kocaoğlu Aziz Kocaoğlu İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu

Erdoğan 'Dikey mimariye karşıyım' demişti! Şişli'de bu gökdelenlere kim izin verdi?
25 Temmuz 2017



Cumhurbaşkanı Erdoğan “İstanbul’da dikey mimariye karşıyım” demişti. Şişli'nin göbeğine bir hançer daha: 4 gökdelen, 240 odalı otel, alışveriş merkezi yapılacak.

Şişli Belediyesi ve İBB Meclisi CHP Üyesi Tonguç Çoban Şişli Endüstri Meslek Lisesi alanına yapılmak istenen proje hakkında soru önergesi hazırladı ve önergesini İBB meclis toplantısında sözlü okuyarak Şişli’nin tam merkezinde 20 bin kişilik ek nüfus artışı getirecek olan 470 daireli rezidans, 4 gökdelen, 240 odalı otel, alışveriş merkezi yapılacağını ve İstanbul boğazı siluetini bozulacağına dikkat çekti.
Mimarlar Odası ve Şehir Bölge Plancıları Odası, Şişli Belediyesi, Şişli Endüstri Meslek Lisesi Mezunları Derneği projeye itiraz ettiklerini Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından özel proje alanı ilan ederek sınırsız kat imarı verildiğinin altını çizen CHP İBB Meclis Üyesi Tonguç Çoban Projenin ciddi sorunları beraberinde getireceğine değinerek şu cümlelere dikkat çekti ve Başkan Kadir Topbaşa’a şu soruları yöneltti:

“Projenin tamamlanmasıyla bölgede 20 bin kişilik ek bir nüfus yükü olacak. 20 bin kişinin günlük su tüketimi ortalama 4 milyon 350 bin litre. Şişli’nin altyapısında ciddi sıkıntılar meydana gelecek. Adalet Sarayı, hastaneler, kongre merkezi gibi insan ve araç yoğunluğunun olduğu bir alanda, büyük bir trafik yükü oluşacak. Trafik sorunu İstanbul’un genelini etkileyecek. Özellikle Boğaz’dan görünen İstanbul’un silueti bozulacak.
Bu kapsamda şu soruları sormak gerekir; Her fırsatta İstanbul’a ait planların İBB dışındaki kurumlar tarafından yapılmasına karşı olduğunu ifade eden İBB Başkanı Sayın Kadir Topbaş bu proje hakkında ne düşünmektedir? Sayın Topbaş projeyi doğru buluyorsa bunu nasıl gerekçelendirebilir? Yanlış buluyorsa bir işlem yapmayı düşünmekte midir? Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “İstanbul’da dikey mimariye karşıyım” şeklindeki beyanları ortadayken, Çevre ve Şehircilik Bakanı’nın benzer açıklamaları biliniyorken, Sayın Kadir Topbaş “İstanbul İstanbul’dan yönetilmeli” derken, Şişli’nin göbeğine yeni bir hançer gibi saplanan bu proje karşısında sormak gerekmez mi? Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu?”
İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Meclisi 2017 yılı Nisan ayı Meclis toplantısında İBB Meclisi CHP Üyeleri Tonguç Çoban, Bayram Özata, Eyüp Birgün, Selahattin Engez, Muharrem Çatalkaya, Esin Hacıalioğlu, Hakkı Sağlam, Özgür Aydın, Ali Rıza Akyüz, Şafak Kır, Özgür Durmuş, Soydan Alkan, Nezih Küçükerden ve İsa Öztürk’ün imzaları ile Meclis Başkanlığına sunulan, oy birliği ile Başkanlık Makamına havale edilen önerge:
İBB Meclis Başkanlığı’na
Şişli Endüstri Meslek Lisesi’nin de üzerinde bulunduğu Şişli Kaptanpaşa Mahallesi’nde yer alan 60 dönümlük arazi, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından özel proje alanı ilan edilerek ruhsat verildi. Arazinin imar planı, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından, “sınırsız kat izni” ile çıktı.
Mimarlar Odası ve Şehir Bölge Plancıları Odası, Şişli Belediyesi, Şişli Endüstri Meslek Lisesi Mezunları Derneği projeye itiraz ettiler. Ancak özel proje alanı, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Estetik Kurulu’nun 2015 tarihli raporuyla onaylandı.
İnşaat ruhsat işlemleri ise 644 No’lu Kanun Hükmünde Kararnameyle, Şişli Belediyesi devre dışı bırakılarak bakanlık tarafından yapıldı. Projeye göre Şişli’nin tam merkezinde 20 bin kişilik ek nüfus artışı getirecek olan 470 daireli rezidans, 4 gökdelen, 240 odalı otel, alışveriş merkezi yapılacak.
Şişli Belediyesi, 24.11.2016 tarihli yazısında yer alan, belediyenin konu ile ilgili gerek hafriyat gerek iksa ve gerekse yapılan iş ve işlemlerle ilgili herhangi bir projenin elinde bulunmadığı gerekçesiyle inşaatı durdurdu.
Ancak Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, ertesi gün 25 Kasım 2016 tarihli ve 20852321 sayılı yazısı ile imara ilişkin her türlü işlem yetkisinin bakanlığa ait olduğunu belirterek, belediyenin inşaat faaliyetini durdurma işlemini kaldırmasını istedi.
Durdurma işlemi ile ilgili olarak ilgili firma Şişli Belediyesi’nden şikayetçi oldu. Şişli Belediye Başkanı Hayri İnönü, 12.07.2017 tarihinde, konu ile ilgili olarak Cumhuriyet Savcılığı’na bilgi verdi.
Hayri İnönü konu ile ilgili olarak; Şişli halkının yaşam alanlarına ve hakkına sahip çıkmak için mücadele ediyoruz. Bizim için tek önemli olan şey kamu yararıdır” açıklamasını yaptı.
İnşaatın ilk durdurulma işleminden sonra Şişli Belediyesi, planların iptali için ayrıca dava açtı ve Şişli Belediyesi lehine sonuçlanarak, planlar iptal edildi.
İptal kararına rağmen, ilgili firma İstanbul İstinaf Mahkemesi’ne başvurarak, iptalin durdurulmasını istedi. Mahkemeden çıkan ara karar sonucu inşaata devam edilmekte, ancak mahkeme süreci devam etmektedir.
Eğer proje gerçekleşecek olursa; 37 katlı 4 gökdelen, 470 daireli rezidans, 240 odalı otel, alışveriş merkezi, spor salonu, konferans salonu, otopark yapılacak.
Proje ciddi sorunları beraberinde getirecek; projenin tamamlanmasıyla bölgede 20 bin kişilik ek bir nüfus yükü olacak. 20 bin kişinin günlük su tüketimi ortalama 4 milyon 350 bin litre. Şişli’nin altyapısında ciddi sıkıntılar meydana gelecek.
Adalet Sarayı, hastaneler, kongre merkezi gibi insan ve araç yoğunluğunun olduğu bir alanda, büyük bir trafik yükü oluşacak. Trafik sorunu İstanbul’un genelini etkileyecek. Özellikle Boğaz’dan görünen İstanbul’un silueti bozulacak.
Bu çerçevede olmak üzere;
1. Her fırsatta İstanbul’a ait planların İBB dışındaki kurumlar tarafından yapılmasına karşı olduğunu ifade eden İBB Başkanı Sayın Kadir Topbaş bu proje hakkında ne düşünmektedir?
2. Sayın Topbaş projeyi doğru buluyorsa bunu nasıl gerekçelendirebilir? Yanlış buluyorsa bir işlem yapmayı düşünmekte midir?
3. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “İstanbul’da dikey mimariye karşıyım” şeklindeki beyanları ortadayken, Çevre ve Şehircilik Bakanı’nın benzer açıklamaları biliniyorken, Sayın Kadir Topbaş “İstanbul İstanbul’dan yönetilmeli” derken, Şişli’nin göbeğine yeni bir hançer gibi saplanan bu proje karşısında sormak gerekmez mi? Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu?
Sorularımızın yazılı olarak cevaplanmak üzere İBB Başkanlığı’na havale edilmesini saygılarımızla arz ederiz

Patronlar Dünyası

“AKP'li Gaziosmanpaşa Belediyesi restore edeceğiz diye yıktığı caminin yerine rezidans yaptı"
31 Temmuz 2017



CHP İzmir Milletvekili Tuncay Özkan sosyal medya hesabından çok tartışılacak bir paylaşımda bulundu.

Fotoğraflarda AKP'li Gaziosmanpaşa Belediyesi'nin yıktıları caminin yerine rezidans yaptığı görülüyor.

CHP İzmir Milletvekili Tuncay Özkan sosyal medya hesabından çok tartışılacak bir paylaşımda bulundu.
Özkan’ın paylaştığı fotoğraflar arasında İstanbul’un Gaziosmanpaşa ilçesinde yer alan bir cami ve caminin yıkımından sonra çekilen inşaat fotoğrafları yer alıyor.
Fotoğraflarda AKP'li Gaziosmanpaşa Belediyesi'nin yıktıları caminin yerine rezidans yaptığı görülüyor.

Tuncay Özkan paylaşımına şu notu düştü:

“AKP'li Gaziosmanpaşa Belediyesi restore edeceğiz diye yıktığı caminin yerine rezidans yaptı! Doymazsınız! Camileri sizden koruyacağız!”

Etiketler:
CHP İzmir Milletvekili Tuncay Özkan AKPli Gaziosmanpaşa Belediyesi
Patronlar Dünyası

Bu da otoban gecekondusu...
11 Ağustos 2017



Burası şu anda iskanı olmayan, otobanın yanında gecekondu. Bu karar Türkiye’de yapılan usulsüzlüklerin gecikmeli de olsa, kimsenin yanına kar kalmadığını gösteriyor

İstanbul 3. İdare Mahkemesi, davacı Dursun Çaltı lehine karar vererek İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin uyguladığı plan değişikliklerinin iptaline hükmetti.
İstanbul, Şişli’de Yıldız Teknik Üniversitesi’ne ait 6 dönüm arazi için eski rektör Prof. Dr. Durul Ören, Hazine’ye başvurup arsanın okul üzerine devredilmesini istedi.
Rektörün amacı, İstanbul’un en “pahalı” semtlerinden Çağlayan’da bulunan arsayı okul adına değerlendirerek üniversiteye ek bina kazandırmaktı. Ancak rektörün tüm başvuruları reddedildi.
Nurol Tower'ın Mecidiyeköy'deki dev projesi için şok olay
Bir süre sonra rektörlük seçimleri yapıldı ve Prof. Dr. Ören’in koltuğuna, Prof. Dr. İsmail Yüksek oturdu. Bu kez binanın satışı gündeme geldi. İmar değişikliği için harekete geçmeyen Prof. Dr. Yüksek, Topkapı’ya 60 bin metrekare inşaat yapmak şartıyla arsayı TOKİ’ye devretti.
TOKİ’nin ilk işi ise İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne (İBB) başvurarak daha önce 15.50 metrekare ve 5 kat imarı olan binayı, 142 metre yükseklik ile 34 kata çıkaran plan değişikliği oldu.
116 MİLYON LİRAYI PEŞİN ÖDEDİ!
Üstelik arsa imarda “turizm” alanı olarak onaylandı. Ardından arsa “hasılat paylaşım” yoluyla ihaleye çıkartıldı. Plan değişikliğiyle birlikte Türkiye’nin en değerli arsalarından biri haline gelen 6 dönüm sadece 116 milyon liraya satıldı. Arsa o kadar ucuza satıldı ki ihaleyi alan Çarmıklı Ailesi’ne ait Nurol İnşaat, 116 milyon lirayı peşin ödedi!
O dönem Şişli Belediye Başkanı olan Mustafa Sarıgül yapılan plan değişikliğine tepki göstermeden, yargıya götürmeden apar topar inşaat ruhsatı verince dönemin Şişli Belediyesi Meclis Üyesi CHP Dursun Çaltı harekete geçti.
İnşaatın nüfus, trafik, gürültü, hava kirliliği gibi kamu zararına yol açtığı iddiasıyla dava açtı. Bölge idare mahkemesi davayı ehliyet yönünden reddetti. Danıştay, mahkeme kararını iptal ederek, davanın yeniden görülmesine karar verdi.
Nurol Towers'a suç duyurusu için yeni iddia
Ve bu davada nihayet karar çıktı.
İstanbul 3. İdare Mahkemesi, davacı Dursun Çaltı lehine karar vererek İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin uyguladığı plan değişikliklerinin iptaline hükmetti.

“İSKANI OLMAYAN BİR GECEKONDU"

Kararı Odatv’ye değerlendiren CHP’li Dursun Çaltı, “Otobanın tam kenarında, bundan daha çirkin bir bina şu anda E-5 üzerinde yok. Ben o zaman çok mücadele verdim. Geciken adalet, adalet değildir. Burası şu anda iskanı olmayan, otobanın yanında gecekondu. Bu karar Türkiye’de yapılan usulsüzlüklerin gecikmeli de olsa, kimsenin yanına kar kalmadığını gösteriyor” diye konuştu.

Etiketler:
Çarmıklı Ailesi Nurol İnşaat Nurol Tower Çarmıklı otoban gecekondusu
Kaynak: Patronlar Dünyası

Tuğrul Çelik: Beton İstanbul’un sefaleti
Ağustos 01/ 2017



“Günde 100 bin araç, dışarıdaki hava şartlarından etkilenmeden rahat bir şekilde burayı kullanacaktır. Artık fırtına çıktı, vapur seferleri iptal oldu, sis çöktü, köprüde trafik durdu gibi haberleri geride bırakıyoruz. Bir taraftan Marmaray, bir taraftan Avrasya Tüneli… Avrasya Tüneli sayesinde İstanbul’un iki yakası arasında dışarıdaki iklim şartlarından etkilenmeden kesintisiz araç ulaşımı mümkün hale geldi.” demişti.
Ama olmadı…
Geçtiğimiz hafta İstanbul’u teslim alan yağış, AKP Genel Başkanı’nın “geride bırakacağız” dediği haberleri yeniden yaşattı.
Fırtına çıktı, vapurlar iptal oldu, sis çöktü, trafik durdu ve Avrasya Tüneli’ni de su bastı…
İstanbul’da yaşamı birkaç saatte kaosa çeviren doğa olayının elbette bir nedeni vardı “o tip”e göre…
Açık giyinen kadınlar, içki içenler, laik dünya görüşüne sahip insanlar…
Listeyi uzatmak mümkün…
“O tip”in anlayışıyla cevap verecek olursak, ya bunun nedeni yurtlarda diri diri yanan, tecavüze uğrayan çocuklar ise?
“O tip”i susturmak kolay, lakin esas mesele çöplendiği bataklığı tespit etmek.
Ki o bataklık zihniyet neredeyse çeyrek asırdır İstanbul’u yönetiyor…
Yönetiyor dediysek, yol yapıyor, köprü yapıyor, bina dikiyorlar…
Beton döküyorlar.
Önce“Şefaat ya Resulallah”tan, “İnşaat ya Resulallah”a; mücahitten müteahhite döndüler.
Sonra su akan dere yoluna beton döktüler.
Ve toprağı betonla örttüler.
Ne oldu peki?
Yağmur yağdı, akacak dere yolu bulamadı.
Yoldan aktı.
Yağmuru emecek toprak kalmadı, yine yoldan aktı.
Sonrası bilindik yüzsüzlük…
Yağmur suyunun faydaları mı dersiniz yoksa Abdülhamid’in Almanya’ya sel felaketi için yaptığı yardım mı?
“Vatandaş yağışın keyfini çıkardı” haberlerini mi, “dünyanın her yerinde oluyor” teranesini mi?
Televizyonda bu var.
İlla ecdadı da sokacaklar ya araya.
Fatih de gemileri karadan yürütmüştü değil mi?
Al işte, insanlar da otobüs durağında vapur bekliyor…
Sel görüntülerini izliyorum, yollardan yüzerek ya da şişme botlarla geçiyor insanlar. Yanında su altında kalmış bir minibüs… Otobüsle şehir hatları vapuru aynı zeminde…
Başardılar gerçekten, ecdadın izindeler (!)
Eğer mimari kitaplarını biraz karıştırsalardı, ecdadın yol değil, han, kervansaray, imarethane, çeşme yaptığını görürlerdi.
Garibe kol kanat geren, yoksulu doyuran, susuza bir tas su uzatan, vatandaşını koruyup kollayandı ecdad.
Bıraksınlar 100 yıl önce Almanya’ya yapılan yardımla övünmeyi!
Vatandaşın evini su basmış, yolda yüzüyor, çöken duvarın altında kalıyor…
Önce ona yardım etsinler!
Ecdad, yaptığı binada en güzel işçilikle kuş yuvasını bile unutmamıştı. Şimdi kuşlar yuva yapacak yer bulamıyor…
Ha, bunlar kimi örnek alıyor derseniz; Romalıları. Onlar da gittikleri yere yol yaparmış.
Sağa sola “Bizans dölü” diye çemkirenlerin, kültür ve mayadaki zürriyeti neredenmiş, bu kez yağmur vesile oldu, öğrenmiş olduk.
Yağmur her zaman yağıyor, doğru. İklimin durumuna göre her yere de yağıyor…
Ama buradaki gibi betona yağmıyor. Sürekli aynı pespaye savunmalar yapılmıyor hiçbir yerde… Doğaya böylesine dangalakça meydan okunmuyor.
“Aziz İstanbul”da sular derelerden akarmış…
Şimdi Beton İstanbul’da ise yollardan akıyor…
Çünkü onlar “yol yaptı”!

Kaynak: http://www.turksolu.com.tr/beton-istanbulun-sefaleti/

Hayaller ‘Toledo’, gerçekler ‘ucube’: Sur’da yapılan bazı evler tekrar yıkılıyor
02/09/2017



Mimarlar Odası Diyarbakır Şubesi Başkanı Şerefhan Aydın, Diyarbakır’ın Sur ilçesindeki yıkımla ilgili, “Yaptıkları bazı evleri bizzat kendilerinin tekrar yıktıkları yönünde haber alıyoruz” dedi.

Geçtiğimiz yıl PKK ile güvenlik güçleri arasındaki çatışmalarında yerle bir olan Sur’da kamulaştırmayla beraber yeniden inşa kararı alınmış, mahallelerde yıkım başlamıştı.

Rant iddiaları ve Sur sakinlerinin evlerinin ellerinden alınacağı korkusuyla sıcak bakılmayan proje için eski başbakan Ahmet Davutoğlu, Sur’un ‘Toledo gibi inşa edileceğini’ öne sürmüştü.

‘Çok ucube olduğunu anlamış olmalılar’

Cumhuriyet’ten Mahmut Oral’ın haberine göre, kentsel dönüşüm gerekçesiyle yıkımın sürdüğü Alipaşa ve Lalebey mahallelerinde elektrik ve sular kesik, mahalleler polis barikatlarıyla çevrili.

‘Toledo’ yapılmak istenen Sur’daki yapılaşmanın geleneksel mimariyle uzaktan yakından ilgisinin olmadığını belirten Mimarlar Odası Diyarbakır Şubesi Başkanı Aydın şöyle konuştu: “Yapılanlar Diyarbakır evlerinin tipolojisini kesinlikle yansıtmıyor. Durum öylesine vahim ki yaptıkları bazı evleri bizzat kendilerinin tekrar yıktıkları yönünde haber alıyoruz. Çok ucube durduğunu anlamış olmalılar. Hükumetin Sur’da izlediği politika ve yöntemler telafisi neredeyse imkansız bir yıkım yaratmıştır. Bu yıkım politikası koca bir kenti yaşanmaz hale getirmiş, bir toplumun tarihsel, kültürel mirasını ortadan kaldırmıştır. Bir kez olsun Suriçi’ni görmüş, havasını solumuş olan hiç kimsenin bu yeni yapıları olumlama-onaylama ihtimali yoktur.”

’30, 40 bin lira gibi komik değerler biçiliyor’

Alipaşa ve Lalebey mahallelerinin boşaltılması için baskı yapıldığını aktaran Sur’un Yıkımına Hayır Platformu Eş Sözcüsü Talat Çekinkaya ise şunları söyledi: “Elektrik ve suları kesilerek evlerin boşalması sağlanmak isteniyor. Evlerinden çıkmak istemeyen insanlara böyle davranmaya kimsenin hakkı yok. İnsanlar yaşadıkları, doğdukları, büyüdükleri bu yerleri terk etmek istemiyor. Burada birçok kişinin iki ya da üç katlı evi var. Kimi evler avlulu, bahçeli ama onlara biçilen değer 30, 40 bin lira gibi günün şartlarına uymayan, komik paralar. Bununla yeni bir ev almaları mümkün değil.”

Tarihin en uzun sokağa çıkma yasağının Sur’da uygulanıyor olmasının kabul edilemez olduğunu belirten HDP Diyarbakır Milletvekili Sibel Yiğitalp ise, TOKİ marifetiyle yapılan yeni yapılaşmanın Sur’un tarihi ve geneleksel mimarisine kesinlikle uymadığını söyledi.

Sur’un arkeolojik olarak da çok değerli bir yaşam ve tarih merkezi olduğunu kaydeden Yiğitalp “O hantal iş makineleri, çok hoyratça o tarihin üzerinde yıkım yapıyor. Üzerine de betondan binalar dikiliyor” diye konuştu.

Diken

Nurol Tower’dan imar yağmasına ilginç savunma: Daireleri sattık bile!
16 Eylül 2017



İstanbul Şişli’de Yıldız Teknik Üniversitesi’nin arazisine inşa edilen 34 katlı Nurol Tower’ın imar planlarının iptal edilmesine şirket, ilginç bir yolla itiraz etti: Daireleri sattık bile!

İstanbul Şişli’de eski Yıldız Teknik Üniversitesi (YTÜ) arazisi üzerinde inşa edilen 34 katlı Nurol Tower’ın yükseldiği arazinin imar planlarının iptal edilmesine itiraz edildi.
Şirket, kulenin yarısından çoğunun satıldığını ve binada yaşam başladığını belirterek kararın uygulanamayacağını savundu.
Nurol Tower'ın Mecidiyeköy'deki dev projesi için şok olay
Protokol imzalandı
YTÜ Rektörlüğü ile TOKİ arasında 6 Ağustos 2010’da bir protokol imzalandı. Üniversitenin İstanbul Davutpaşa Yerleşkesi’nde TOKİ’ye 60 bin metrekare bina inşa ettirecek olan rektörlük, tapusu üniversitede olan Çağlayan’daki araziyi TOKİ’ye devretti.
Nurol Towers'a suç duyurusu için yeni iddia
YTÜ’nün 2004’te uygun bulunmayan imar planı değişikliği TOKİ devreye girince bir anda gerçekleşti. 2010 yılında hazırlanan imar planında emsal 3 olarak belirlendi; bodrum katlar emsal dışı kaldı. Yükseklik de serbest bırakıldı.
CHP’li eski meclis üyesi Dursun Çaltı ve CHP’li meclis üyesi Hüseyin Sağ, imar planlarının iptali için dava açtı. İstanbul 7. İdare Mahkemesi, davayı reddetti. Danıştay 6. Dairesi ise “imar planlarında hukuka aykırı notların yer aldığını” belirterek kararı bozdu. Yüksek daire, üst ölçekli planlarda bölgenin merkezi iş alanı göründüğüne dikkat çekerek, alt ölçekli planlarda turizm tesis alanı olarak belirlenemeyeceğini vurguladı.
Nurol Tower'da ‘Engellenmeyen’ yükseliş
Bu arada, arsayı, 260 milyon liralık toplam hasılat geliri üzerinden, yüzde 43 pay karşılığı 111.8 milyon liraya satın alan Nurol GYO’nun projesi de tamamlandı. Yeniden yapılan yargılama 31 Mart’ta sonuçlandı. İmar planları “bölgenin üst ölçekli planlarına uyumlu olmadığı gerekçesiyle” iptal edildi.
Telafisi güç
Şirket ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) iptal kararına geçen günlerde itiraz etti. “Yapı Kullanım İzin Belgesi” alındığı belirtilen dilekçede, 270 bölümlü kulenin yarısından fazlasının üçüncü kişilere satıldığı kaydedildi. Altı çizili olarak “Binada yaşam başlamıştır” ifadesinin yer aldığı dilekçede, kararın uygulanmasının telafisi güç sonuçlar doğuracağı belirtildi. İBB de imar planlarının hukuka uygun olduğunu savundu. Danıştay 6. Dairesi ise davacıların cevabının alınmasından sonra itirazı değerlendirecek.
Hazal Ocak/Cumhuriyet

"Kadir Topbaş İstanbul'a 'abilik' değil 'üvey kardeş' muamelesi yaptı"
27 Eylül 2017



"Topbaş'ın istifasından mağduriyet yaratmak doğru değil"


Hürriyet yazarı Yalçın Bayer, 13 yıldır sürdürdüğü İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanlığı'ndan istifa eden Kadir Topbaş ile ilgili olarak "İstanbul’a abilik değil ‘üvey kardeş’ muamelesi yaptı" dedi.

Yalçın Bayer'in "Kadir Topbaş’ın bilançosu" başlığıyla yayımlanan (27 Eylül 2017) yazısının ilgili bölümü şöyle:

Kadir Topbaş’ın ‘istifası’ndan bir mağduriyet yaratmak doğru mudur? Değildir. Nedeni de şudur:

Bu konuda kitap yazmak lazımdır. Ama önce şunu hatırlatalım: 5216 ve 5393 sayılı kanunlar ile büyükşehir belediyelerine ‘plan yapma yetkisi’ verildi. Kadir Topbaş bu yetkiyi yeşil alanları çoğaltmaya, bölge planları yapmaya, altyapıyı iyileştirmeye, trafiği çözme yönünde kullansaydı bugün İstanbul bu halde olmazdı.

CHP İBB/Kadıköy meclisinde, Hüseyin Sağ’ın en çok sorguladığı ve önerge verdiği kişi; Kadir Topbaş... Aslında bu bir rekor. (Ankara’da Melih Gökçek ise böyle sorgulamadan geçmiyor nedense...)

Sağ’dan, Topbaş’la ilgili bir bilanço istedik; dedi ki:

“Topbaş, 14 yılda imar ve bayındırlık komisyonuna yaklaşık 20 bine yakın dosya havale etti. Sonuç; İstanbul’da beton yığını siluet ortaya çıktı!

Tanık istenirse; vinçleri, taşan dereleri, kaldırımları, doldurulan sahilleri göstermek gerekiyor. Topbaş ortaya çıkan ‘davalara’ ve yağmalara karşı imar dosyalarından haberim yoktu diyemez. Belediye Yasası’na göre başkanın havale etmediği hiçbir konu belediye meclisinde görüşülemez. 20 bin dosyadan 7’sini veto etmiş kendisi. Bununla alkışı hak ediyor!...

- 2014-2017 yılları arasında verdiğim önerge sayısı 153 adet; cevabı verilen sayı 35... Dönem bitiyor hâlâ cevap yok. 2004-2017 arasında 41 suç duyurusu yaptım, 29 dava açtım; bunlardan bir kısmını diğer üye arkadaşımla yaptım. Kaybettiğim dava sayısı kazandıklarımdan daha çok; hâlâ süren davalarım var. Yaklaşık ulusal basında çoğu imar rantı ve bunlara bağlı suç duyuruları ve röportajlarımı içeren 800 yakın haberim yer buldu.”

- Kadir Topbaş, AKP’lilerin çok sevdiği sözcükle ‘kadim şehir’ İstanbul’a hesap vermek zorundadır. Vermesi de gerekiyor zaten. Her ne kadar Cumhurbaşkanı kendisini ‘gölgeliyor’ diye düşünse de hesabını bir gün mutlaka verecek. ‘İmar rantı’ diye bir şey varsa; bunun baş sorumlusunun kendisi olduğunu biliyor Topbaş...

- Çevre ve Şehircilik Bakanı Mehmet Özhaseki göreve geldiğinde, Kadir Topbaş’a isim vermeden bindirdi. “En büyük hırsızlıklar imardan geliyor” dedi. Ne yazık ki, bu söze tepki koyan hiçbir belediye başkanı ortaya çıkmadı.

Kadir Topbaş İstanbul’a abilik değil ‘üvey kardeş’ muamelesi yaptı.

Bir soru: Örneğin Paris Belediye Başkanı işadamları tarafından Kadir Topbaş’ın önemsendiği kadar dikkate alınır mı?

T24
ETİKETLER
İstanbul kadir topbaş abi kardeş üvey

Erdoğan: Bu şehre ihanet ettik ben de sorumluyum
21 Ekim 2017



Tayyip Erdoğan, Yıldız Teknik Üniversitesi'nde Uluslarası Şehir ve Sivil Toplum Kuruluşları Zirvesi'nde konuştu.. Erdoğan; "İstanbul müstesna bir şehir ama biz kıymetini bilemedik, ihanet ettik. Ben de bundan sorumluyum" ifadelerini kullandı.

AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Yıldız Teknik Üniversitesi'nde Uluslarası Şehir ve Sivil Toplum Kuruluşları Zirvesi'nde konuştu.. Erdoğan; "İstanbul müstesna bir şehir ama biz kıymetini bilemedik, ihanet ettik. Ben de bundan sorumluyum" ifadelerini kullandı.

Uluslararası Medeniyet Şurası'nda konuşan Erdoğan'ın konuşmasından satır başları şöyle:

'BİZ DE BU TUZAĞIN İÇİNE DÜŞTÜK'

Erdoğan, "Bir şehrin Batı ölçüsüne göre medeni sayılması için yollarda aydınlatma olması, sokaklarda çamur bulunmaması gibi görünür özelliklere bakılır, halbuki İslam'ın ölçüsüne göre bir şehrin medeniliğinin işareti, mesela kapı kilitlemeden dışarı çıkılabilmesi, ihtiyaç sahibi herkese el uzatılması, sokak hayvanlarına dahi şefkatle davranılması demektir. Bizim medeniyetimizde medenilik budur. Fakat bu tuzağın içine biz farklı şekilde düştük. 40 kat, 100 kat bu tür binaları yapmak sizi medeni yapmıyor ama biz de bu tuzağın içine düştük, onu da söyleyeyim" ifadelerini kullandı.

'İSTANBUL'A İHANET ETTİK BEN DE BUNDAN SORUMLUYUM'

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Yıldız Teknik Üniversitesi'nde Uluslarası Şehir ve Sivil Toplum Kuruluşları Zirvesi'nde şunları söyledi;

"Kadim şehirlerin en önemli güzelliği, ana karakterlerini kaybetmeden yeniyi bünyelerinde eritmesi, özlerinden katarak yeniden yoğurmasıdır. İstanbul bu açıdan gerçekten müstesna bir şehirdir. Ama biz bu şehrin kıymetini bilmedik, biz bu şehre ihanet ettik, hala da ihanet ediyoruz, ben de bundan sorumluyum.."
Cumhuriyet

Erdoğan, "Bu şehre ihanet ediyoruz" demişti; İstanbul'da yeni gökdelenlere izin verildi
23 Ekim 2017



"Yatay yapılaşma adı altında yer altının tümüne yapılaşma getirdiler"

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın Şehir Zirvesi'nde söylediği, "İstanbul'a ihanet ettik ben de bundan sorumluyum" sözlerine Mimarlar Odası Genel Başkanı Eyüp Muhcu'dan tepki geldi. Muhcu, İstanbul’da yeni gökdelenler için ruhsat verildiğini söyleyerek, "Erdoğan açıklamalarında samimi değil" dedi.

Evrensel'de yer alan haber aynen şöyle:

“Biz bu şehre ihanet ettik, hâlâ da ihanet ediyoruz” diyen Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın samimi olmadığı ortaya çıktı. Mimarlar Odası Genel Başkanı Eyüp Muhcu, Maslak, Mecidiyeköy, Şişli, Ataşehir, Fikirtepe ve Ümraniye’de yeni gökdelenler yapılması için inşaat şirketlerine ruhsat verildiğine dikkat çekti.

Erdoğan önceki gün İstanbul’daki dikey mimari ve İstanbul’un tarihi dokusunun yok olmasını kast ederek “Biz bu kente ihanet ediyoruz, hala da ihanet ediyoruz. Ben de bundan sorumluyum” demişti. Bu sözler kamuoyunda olumlu karşılansa da meslek örgütleri aynı görüşte değil. Yıllardır İstanbul’un betona gömülmesine, tarihi dokusunun zarar görmesine karşı AKP hükümetinin ve belediyelerinin politikalarına karşı mücadele eden Mimarlar Odası’nın Genel Başkanı Eyüp Muhcu, İstanbul’da yeni gökdelenler için ruhsat verildiğini, Erdoğan’ın açıklamalarının samimi olmadığını söyledi.

Ayrıcaklı gökdelen izinleri

Yeni gökdelenlerin hızlı bir şekilde yapılmaya devam ettiğine vurgu yapan Muhcu, “AKP hükümetleri döneminde İstanbul’un her yerine gökdelenler yapılmaya başlandı. Bunların hepsi merkezi hükümetin kararıyla yapıldı. Bütün gökdelenler ayrıcalıklı imar izinleriyle gerçekleştirildi. Bunlar, mutlak yapı yasağı olan, yeşil alan yada kısmı imarı olan yerlerde yapıldı. Maslak, Mecidiyeköy, Şişli’de gökdelenler yoğunlaştı. Avrupa yakasında ise Zeytinburnu gökdelenler bölgesi haline gelmeye başladı. Ataşehir, Fikirtepe, Ümraniye bölgelerine çok sayıda gökdelen yapıldı. yapılmaya devam ediyor” dedi.

Sıra yeraltında!

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın dikey yapılaşmaya son vererek yatay yapılaşmaya geçecekleri sözüne tepki gösteren Muhcu, “Dikey yapılaşma kötü oldu şimdi yatay yapılaşma yapacağız deniliyor. Bunun imar yönetmeliğini yaptılar. Bu yönetmeliğin diğer yönetmeliklerden farkı şu geçmişte yer üstünde yapılaşma tarif ediliyordu, yer altında yapılaşmanın da sınırları belirtilmişti. Şimdi sınırsız katlar inşaat yoğunlukları söz konusu. Dolayısıyla yatay yapılaşma adı altında yer altının tümüne yapılaşma getirdiler. Parklar, kent meydanları,okul bahçeleri, çocuk oyun alanları, kara yolların, otoyolların altları bu imar yönetmeliği ile yapılaşmaya açılıyor. Yer üstünde doğanın dengesini bozdular, şimdi ise yer altının bütün dengelerini bozan sınırsız bir yapılaşma özgürlüğü getirildi. Yeraltı suları bu nedenle yön değiştirecek ve susuzluk söz konusu olabilecek, yer üstündeki bitkilerin büyüyebileceği koşullar yeraltındaki yapılaşma ile ortadan kaldırılacak. Doğa özelliklerini kaybedecek. Yatay yapılaşma yapacağız demekle yeşil park kent meydanlarını da imara açacağız demek istediklerini anlıyoruz” dedi.

"Yeni ihanet kararları alıyorlar"

Erdoğan’n ‘ihanet ettik’ sözünün samimi olmadığına vurgu yapan Muhcu, “İstanbul’a çok büyük bir ihanet ettik derken yeni ihanet kararları aldıklarını üzülerek görüyoruz. Bir daha yapmayacağız sözleri yerine getirilmiyor. Son yıllarda hükümet kentler üzerinden siyaset yapmayı bir gelenek haline getirdi. Bu kapsamda Kanal İstanbul, nükleer santraller, büyük altyapı projeleri uluslararası sermaye gruplarına görücüye çıkarılıyor. ‘Bizim iktidarımızı desteklerseniz bu büyük pastadan pay sahibi olabilirsiniz’ denmektedir. Dolayısıyla bu yöntemle iktidarlarını kurtarmak için bu sözleri söylemektedirler” dedi.

"İhanetin bedelini hukuken ödeyin"

Erdoğan’ı sözlerinin gereğini yerine getirmeye çağıran Eyüp Muhçu şöyle dedi: “Büyükşehir belediye başkanlarını görevlerinden almak istiyor. Yerlerine kendisine hiçbir şekilde itiraz etmeyecek insanları atamak istiyor. 2019’da yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçimi ile de son noktayı koymak istiyor. Bunu güçlendirmek için büyükşehirde yarattıkları kendi sorunlarını gerekçe haline getiriyor. Derdi şehirleşme, halkın yaşadığı sorunlar değil. Bu kenti biz bu hale getirdik diyor, ihanet ettik diyorlar. İhanet ettikleri açıktır. Bu ihaneti kendileri de açıklamışsa bu durumda iki seçenek var. Birinci seçenek bu ihanetin bedelini hukuk çerçevesinde ödemesi gerekir, ikincisi de bu tahribattan vazgeçilmesi gerekir. Kentlerin yağmalanmasından, rant anlayışlarından vazgeçilmesi ilan edilmesi gerekir.

"Tarihin izleri yok edildi"

Şehir Plancıları Odası İstanbul Şube Başkanı Tayfun Kahraman Erdoğan’ın sözlerini şöyle değerlendirdi: “İmar planı değişiklikleriyle birlikte İstanbul’da pek çok alanda, özellikle kamu mülkiyetleri üzerinde imar planları yapıldı. Verilen ayrıcalıklı imar haklarıyla kent dokusunun çok çok üzerinde yapılaşma hakları tanındı. Ulaşım başta olmak üzere bütün altyapı projelerini etkiledi. İstanbul’u artık bu sorunlardan çıkamayacak hale getirildi. Tarihin izleri yok edildi. Bizler bunun takipçisi olarak mücadele verdik. Cumhurbaşkanı katından böyle bir açıklama gelmesi haklılığımızı doğrulamış oldu. Bizim temennimiz tabi ki bunun hayata geçmesi. Şuanda devam eden projelerin durdurulması. Bundan sonrada benzeri yapılaşma haklarının tanımlayan plan değişikliklerinin yapılmaması.

AKP döneminde yok edilen yerler

Cumhurbaşkanı Erdoğan 1994 yılında Refah Partisi’nden İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı seçildi. 2002 yılından bu yana da tek başına iktidar olan AKP hem TOKİ hem de 1994’ten beri yönettiği belediye aracılığıyla İstanbul’da birçok kent suçuna imza attı. İşte onlardan bazıları:

İstanbul’un silueti bozuldu: Gökkafes, Şehrazat Konakları gibi yapılar silueti katlederken, Edirnekapı’daki Mihrimah Sultan Camii’nin siluet etkisini kaybettiği açıklandı.

Taksim yayalaştırma projesiyle, meydana büyük mücadelelerle kurtarılan Gezi Parkı dışında tamamen beton döküldü; meydan insansızlaştırıldı.

Emek Sineması, Maksim Gazinosu ve İstanbul’un ilk sineması olan Majik Sineması yıkılarak yerlerine AVM’ler inşa edilmeye başlandı. Maksim Gazinosu ve Majik Sineması’nın alanında inşa edilen AVM’ye ruhsat iptali çıktıysa da inşaat yükselene kadar mühürleme gerçekleşmedi.

Haliç Metro Köprüsü’nün ve Marmaray’ın yarattığı tahribat, Aksaray’daki yıkımlar, Fener-Balat’taki acele kamulaştırma, Sulukule’deki yerinden edilme ve Yenikapı’da yapılan dolgu miting alanı sonucunda Tarihi Yarımada’da yaratılan tahribatlar, UNESCO ve ICOMOS tarafından kültürel miras ve evrensel değer kabul edilen İstanbul’u bu niteliğini kaybetmesi tehlikesiyle karşı karşıya bıraktı.

Haydarpaşa Garı’nın artık gar olarak kullanılmayacağının ilanından sonra, Haydarpaşa’da 2010 yılında yangın çıktı ve akabinde kaderine terk edilen bina çürümeye başladı.

Kuzey Ormanları Üçüncü Köprü ve Üçüncü Havalimanı inşaatlarıyla katledildi. Burada bulunan İstanbul’un önemli yeraltı ve yerüstü su kaynakları zarar gördü.

Dev Çamlıca Camii ve Külliyesi inşaatı nedeniyle Çamlıca Tepesi tahrip edildi.

Sulukule, Tarlabaşı ve Ayazma’da yaşanan kentsel dönüşümle buralarda yaşayanların yaşam alanlarına el konuldu.

Mecidiyeköy’deki Likör Fabrikası yıkıldı ve mahkemenin olumsuz kararına rağmen gökdelen inşa edildi.

T24
ETİKETLER
erdoğan inşaat tepki haber açıklama

Bakan Özhaseki: Şehirlerimizin canına okumuşuz
26 Ekim 2017



Çevre ve Şehircilik Bakanı Özhaseki'den belediye başkanlarına: En büyük şehirlerde 100 katlı gökdelen yanında bir baraka, yanında sanayi. Bilinçsizlikle şehirlerimizin canına okumuşuz.

Çevre ve Şehircilik Bakanı Mehmet Özhaseki, 1999 depreminden önce yapılan 15 milyon civarındaki riskli binanın 15 yıl içinde dönüştürülmesi gerektiğini kaydederek, belediye başkanlarına çağrıda bulundu. Bakan Özhaseki, “Birçok belediye başkanı dışarıda çiçek böcek, sanat, sanatçı, kültür aktivite ile uğraşıyor, arkadaşlar yapmayın. Eyvallah çiçeğe ihtiyacımız var, sanata ihtiyacımız var, sanatçı da gelsin hepsi başımızın üstünde ama ilk işimiz kentsel dönüşüm” dedi.

Çevre ve Şehircilik Bakanı Mehmet Özhaseki, Manisa’nın Yunusemre ilçesinde Yunusemre Belediyesi, Şehzadeler Belediyesi ve Müstakil Sanayici ve İşadamları Derneği (MÜSİAD) Manisa Şubesi tarafından ortaklaşa düzenlenen ‘Kentsel Dönüşüm Çalıştayı’na katıldı.

'KURDUĞUMUZ ŞEHİRLERE ARABESK MEDENİYET DESEK DOĞRUDUR'

Toplantının Manisa’nın gelişimi için hayırlı olmasını temenni ederek konuşmasına başlayan Çevre ve Şehircilik Bakanı Mehmet Özhaseki, “İşin pratiğini bilen herkes buradayken benim de biraz dikkatli konuşmam gerekiyor. Odak noktamız kentsel dönüşüm. Üzerinde yaşadığımız Anadolu dünyanın en eski yerleşim yerlerinden biri. Biri Mezopotamya, diğeri Anadolu. Sonra buralardan dünyanın çeşitli yerlerine gidildi. Anadolu, şehirciliğin başladığı bölge. Bu ülke bir gelgit coğrafyası olduğu için her köşesinde bir iz var. Kurulan her büyük medeniyetten hepsinden bir iz taşıyoruz. Açık hava müzesi gibi adeta. Cennet gibi bir vatanda yaşıyoruz. Bu coğrafyada Selçuklu ve Osmanlı gibi iki büyük medeniyet kurmuşuz. Selçuklu’da da, Osmanlı’da da şehircilik belli bir düzen ve plan doğrultusunda yapılıyordu. Bugüne geldiğimizde kurduğumuz şehirlere baktığımızda bu şehirler için hangi medeniyet ismini veririz bilmiyorum. Arabesk medeniyeti desek doğrudur. En büyük şehirlerde 100 katlı gökdelen yanında bir baraka, yanında sanayi. Bilinçsizlikle şehirlerimizin canına okumuşuz. 50 ve 60’lı yıllarda büyük bir göç dalgası başlamış büyük şehirlere, 70 ve 80’lerde de devam etmiş. O zamanki belediyeler bunu pek anlayamamışlar ve büyük şehirlerin etrafı ideolojik sebeplerle gecekondularla donanmış. Şehirlere baktığımızda iki şey ön plana çıkıyor; bir sağlıksız şehirlere sahip olduk. Cehalet, bilgisizlik ve fakirliğin getirdiği sağlıksız şehirlere sahip olduk. Sonra kimliksiz şehirlerle sahip olduk. Bizim şehirlerimizde hiçbir şey anlaşılacak gibi değil, biraz sağlıksız biraz kimliksiz şehirlere sahip olduk. Şehirlerin de bir ruhu var. Onlar da insanlar gibi doğar, büyür, bazen yok olurlar. İnsan sabah kalktığında nasıl güne bakımla başlıyorsa şehirlerin de bakıma ihtiyacı var. Şehirlerin geleceği o şehirde yaşayan insanların, temsilcilerinin ufuklarıyla doğru orantılıdır. Yönetici günü kurtaracak planlar yapıyorsa, o şehir de yok oluyor. Şehrin yöneticisi ufuklu ve uyumluysa, bunu derken ki kimseyi kast ederek demiyorum, sadece belediye başkanlarını değil şehrin önde gelen isimlerini kastediyorum. Burada uyum sağlarsa şehir büyür gider. Yok birinin yaptığına diğeri takoz koyuyorsa Allah o şehrin yardımcısı olsun. 300 yıllık tarihi olan bir Amerika’da 300 yıllık şehir planları var. Bizim binlerce yıllık kadim bir tarihimiz var ama şehir planlarımız yok. Bu ülke bin bir güzelliğinin yanı sıra tehlikesi de var. Bu ülkenin altı biraz oynak. Her tarafımız neredeyse deprem bölgesi. Nüfusunun yüzde 71’i birinci ve ikinci derece deprem bölgesinde yaşıyor. Son can kayıplarımız yüz bine yakın. Bu katlanılır bir durum değil. Mal kayıplarımız milyarlarca. Son Adapazarı depremine gidip yerinde baktığımızda zemin etüdüne hiç dikkat edilmediğini gördük. 3-4 kat yerin dibine batan binalar gördük. Mimar Sinan Süleymaniye Camii'ni inşa ederken önce zemine bakmış. Bakmış ki zeminde su var, onlarca kuyu kazdırarak suyu oralara toplamış ve zemini sertleştirmiş. Toprak sallandığında caminin her yeri eşit şekilde etkilensin diye temelleri her bir tarafa uzatmış. Bunu Mimar Sinan 500 sene önce yapmış” dedi.

'BİZ YIKMAZSAK DEPREM YIKACAK'

“Ortaya çıkacak olan manzara kendi medeniyet konutlarımızın izlerini taşısın” diyerek konuşmasına devam eden Bakan Özhaseki, “Sağlıksız ve kimliksiz yapılardan şikayet ettik ya, şimdi yeniden yapacağız. Bunlar da kimliksiz çıkacaksa biz bu işi niye yapıyoruz ki? Bizim ortaya çıkacak mahalle konseptinde komşuluk ilişkilerinin yürüyebileceği, birbirimize merhaba diyebileceğimiz, akıllı şehirler diye durmadan tarif ettiğimiz, hatta enerjisini kendisi üreten, sıfır atık projesiyle en modern yaşam modeliyle yaşayabildiğimiz bir şehir modeli ortaya çıksın istiyoruz. Elimize geçmiş böyle bir fırsat var, bunu değerlendirmeliyiz. O yüzden projelerimize titizleniyoruz. Biz yıkmazsak deprem gelip yıkacak. Bizim yaptıklarımız 100 sene, 150 sene yıkılmayacak. O yüzden bu yaptıklarımızı düzenli bir konsept içinde çözmemiz ve yapmamız lazım“ dedi.

Patronlar dünyası
Etiketler:
Çevre ve Şehircilik Bakanı Mehmet Özhaseki

Erdoğan isyan etti: Beton beton beton orada ruh yok, huzur yok
8 Kasım 2017



Cumhurbaşkanı, "Günümüz şehirleri insana huzur vermiyor. Beton beton beton orada ruh yok, huzur yok" diye konuştu.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Beştepe Millet Kültür ve Kongre Merkezi'nde düzenlenen Şehircilik Şurası'nda yaptığı konuşmada, "Bugünkü şehirlerimiz maalesef insan fıtratını değil bireysel hırsları merkeze alan bir bakış açısıyla inşa ediliyor. İnsan fıtratıyla mütenasip olmayan her yer zamanla insanın zindanı haline dönüşüyor. Bu sebeple günümüz şehirleri insana huzur vermiyor." dedi.

Cumhurbaşkanı, "Günümüz şehirleri insana huzur vermiyor. Beton beton beton orada ruh yok, huzur yok" diye konuştu.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın konuşmalarından satır başları:
Yapı teknolojilerindeki yeniliklerle beraber yüzlerce katlık binaları tasarlayabiliyor, kısa zamanda inşa edebiliyoruz. Paylaşma kültürü yerini tahakküme bıraktı. Modern insanın bu gücü adeta güç zehirlenmesine yol açtı, yabancılaşmayı getirdi. Zihinsel yozlaşmanın etkilerini en çok hissettiğimiz alanların başında şehircilik geliyor. Göreve geldiğimde İstanbul’daki gecekondu sayısı 640 bindi. Görevi bırakıtığımda bu sayı 110 bine düşmüştü. Tabi bunların içerisinde kaçak yapılaşma da ayrıca var. O günden bu güne gecekondulaşma devam ediyor. İnsan inşa ettiği şehirlerde kendini de ortaya koyar, kendini de gösterir. Hayata nasıl bakıyorsak şehirlere de öyle şekil veririz. Tasavvurumuz nasılsa inşa ettiğimiz şehirlerin mimarisi de öyledir.

’10 YILDA SORUNLARI HAL YOLUNA KOYDUK’

Günümüz şehirleri insana huzur vermiyor. Beton beton beton orada ruh yok, huzur yok. Güneşten nasibini almak önemlidir. Sorunların kaynağını doğru tespit etmek çözümün ilk kaynağıdır.

Patronlar Dünyası

Deniz ile karaya duvar olan gökdelenler nefes aldırmıyor
4 Ağustos 2017



İstanbul Ataköy sahilde deniz ile kara arasında duvar ören yüksek katlı otel ve rezidanslar ilçeyi nefessiz bıraktı.

CHP’li Meclis Üyesi Nadir Ataman, sahilde yükselen dev yapılarla ilgili deprem uyarısında bulunarak şunları kaydetti: “Davadaki bilirkişi raporu net olarak bu yapıların 6 şiddetinde depreme dayanmayacağını söylüyor. Sağlam kayanın 25-30 metre altta olduğu kazıkların bu kadar derine kazılmadığı belirtiliyor.”

İstanbul Ataköy sahilde deniz ile kara arasında duvar ören yüksek katlı otel ve rezidanslar ilçeyi nefessiz bıraktı. CHP'li Bakırköy Belediyesi Meclis Üyesi Nadir Ataman, ilçede bir biri ardına yükselen dev AVM, otel ve rezidans projelerine tepki gösterdi.

Depreme dayanmaz! Ataköy sahilindeki yapılara yargı şoku
Sahildeki yapıların rüzgarı kestiğine dikkat çeken Ataman, “Bundan 80 yıl önce rüzgara göre planlama yapanlar Florya'ya Atatürk Ormanı oluşturmuştu. 80 yıl sonra nasıl bir şehircilik anlayışı noktasına ulaşıldıysa rüzgar koridorlarına dev gökdelenler dikip iklimi değiştirdiler. İlçede nefes alınmıyor” dedi.

Ataköy sahilinde duvar gibi yükselen binaların iklimin dengesini değiştirdiğini ifade eden Ataman şöyle devam etti: “Gökdelenler yüzünden sıcaklık 10 derece daha fazla hissediliyor. Bu binaların rüzgârların yönüne göre yapılması gerekli. Ama bizim gökdelenler İstanbul'un rüzgâr koridorlarının üzerinde yükseliyor. Rüzgar ilçenin içine giremiyor. Bu yapılaşmalar doğal yaşam dengesini bozuyor.” Ataman, çevreye ve insan sağlığına zarar veren bu gökdelenlerin Bakırköy halkının deniz ile bağlantısını da kestiğini belirterek, konuyla ilgili Anıtlar Kurulu'na başvurup yargı yoluna gideceklerini söyledi.

Özlem Güvemli/Sözcü
Etiketler:
İstanbul Ataköy sahil deniz ile kara arasında duvar ören yüksek katlı otel ve rezidanslar ilçeyi nefessiz bıraktı

Ankara’ya ‘Gökçek’in ihaneti’: Eymir havzasındaki gökdelenlerin ruhsatı iptal
17/11/2017
RIFAT DOĞAN



Ankara’da Eymir ve Mogan gölleri havzalarında bulunan, planları defalarca değiştirilen Sinpaş Altınoran ve Marina Ankara projelerinin inşaat ruhsatları mahkeme kararıyla iptal edildi.

TMMOB Şehir Plancıları Ankara Şubesi’nin açtığı davada Ankara 12’inci İdare Mahkemesi, karara gerekçe olarak ruhsatlara dayanak oluşturan Çankaya Güney park Kentsel Dönüşüm Alanı 1/5 bin ve 1/1000 imar planı değişikliklerinin geçen yıl iptal edilmiş olmasını gösterdi.

Karar 25 Eylül’de alındı. Kararda planların iptal edilmiş olması nedeniyle ruhsatların dayanaktan yoksun kaldığı ifade edildi.

Ruhsatı iptal edilen Sinpaş Altınoran konutlarıyla ilgili daha önce çıkan bilirkişi raporunda, alanda toprak kayması riski olduğu belirtilmişti. Ruhsatı iptal edilen Marina Ankara projesi kapsamında havzaya gökdelen inşa edilmişti.

Söz konusu projeye ilişkin plan değişiklikleri mahkeme tarafından yedi kez iptal edilmesine rağmen inşaat durdurulmamıştı.

Şehir Plancıları Odası (ŞPO) Ankara Şubesi Başkanı Emre Sevim “Ankara Büyükşehir Belediyesi, tekrar tekrar yargı planları iptal etmesine rağmen mükerrer planlar yaparak buranın inşaatını devam ettirme amacı güttü ve sonunda da ruhsat işlemlerini tamamladı. Melih Gökçek’in bir sermaye grubunun karı uğruna hukuku ve şehircilik ilkelerini hiçe saydığını gördük” diye konuştu.

Sevim “Bilhassa kamu elindeki alanlarda gerçekleştirilen büyük kapsamlı konut alanlarında görülen hülleyle plan onaylama usulünden derhal vazgeçilmeli” dedi.

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, geçen günlerde yüksek yapılı binaları kast ederek İstanbul’a ihanet ettiklerini söylemişti.
Diken

AK Parti'nin geçirdiği yeni imar planıyla 55 metre yüksekliğe izin çıktı: Kaçak gökdelen katları katlar artık yasal!
19 Aralık 2017



İstanbul Zeytinburnu'nda imar planları 42.5 metre yüksekliğe izin verdiği dönemde 12.5 metre yüksek yapılan binanın kaçak katları, AK Parti'nin geçirdiği yeni imar planıyla yasal hale geldi.

Kaçak katlar artık yasal! AK Parti nin geçirdiği yeni imar planıyla 55 metre yüksekliğe izin çıktı

Hürriyet'ten Fatma Aksu'nun aktardığına göre, Zeytinburnu'nda İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Meclisi’nden geçen plan tadilatıyla, kaba inşaatı çok önce biten yapının saçak yüksekliği 55 metre olarak belirlendi.
Zeytinburnu Merkezefendi mahallesinde, D-100 Karayolu’nun kenarında 3 bin 425 metrekare büyüklüğündeki inşaat alanı şirket mülkiyetinde yer alıyor.
Tapu kaydında '20 Aralık 2013 tarihli 6306 sayılı kanun gereğince riskli yapıdır' şerhinin bulunduğu belirtilen parsel üzerinde şu anda inşaat halinde 15 katlı yapı bulunuyor.
Erdoğan küsmüştü: Okul yaptı, küslük bitti
Ofton İnşaat tarafından yapılan kabası bitmiş inşaatın üzerinde ‘Komple Satılık Bina’ pankartı bulunuyor. Söz konusu parsel, İBB Meclisi’nde 2007 ve 2009 tarihli planlarda 42.50 metre yapılaşma şartlarında 'Konaklama+Otel Alanı' ve 'Özel Açık Otopark Alanı' fonksiyonuna ulnzen. Yeni plan değişikliğiyle bina sosyo-kültürel ve ticari amaçlı yapılar için ayrılan merkezi iş alanına çevrildi.
Erdoğan küstüğü işadamının adına yaptığı okulu açtı
Zeytinburnu ilçesine ait planlarda, 13 Ocak 2012 tarihli İBB Meclis kararı gereğince “Tarihi kent merkezi görünümünü etkileyen alanlarda olumsuz yapılaşma koşullarının engellenmesine yönelik genel planı” düzenlemeleri de, 2012 ve 2013 tarihlerinde onaylandı.
Erdoğan’ın küstüğü isim Erdoğan’ın adına okul yaptı: Okulun adı tartışma yarattı
CHP'DEN RET: ERDOĞAN AŞAĞI, SİZ YUKARI DİYORSUNUZ
Zeytinburnu Belediyesi görüşü doğrultusunda yapılan plan teklifine İBB Meclisi’nde CHP grubu ret oyu verdi. CHP’li İBB Meclis Üyesi Hüseyin Sağ, İmar Komisyonu’na, İstanbul’daki yüksek mimariden yakınan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın imar konusundaki sözlerini hatırlatarak, “Cumhurbaşkanı aşağı diyor, siz yukarı diyorsunuz. İlçeden görüş almak yeni bir yöntem mi? Sanki hayır denilse yapılmayacak. CHP’li belediyelere de soruyor musunuz?” dedi.
'Mesut Toprak'a tıraşlayın dedim, dinlemedi. Ben de küstüm'
AK PARTİLİ ÜYE: 55 METREYİ GEÇMESİN DEDİK
Sağ, söz konusu yapının kaç metre olacağını sordu. AK Partili İmar Komisyonu Başkanı Hadi Diler, “Projenin tasdik aşamasında, siluet 55 metreyi geçmesin dedik” yanıtını verdi.
Erdoğan'ın küstüğü işadamı o toplantıda
ERDOĞAN 16/9'A TEPKİ GÖSTERMİŞTİ
Zeytinburnu'ndaki 16/9 Kuleleri, Erdoğan'ın sert eleştirisine sebep olmuştu. İBB, AK Parti tarafından yönetilirken yapılan kuleler için Erdoğan “Sahibiyle konuştum. Tıraşlayın dedim. Ama hiçbir şey yapmadılar. O yüzden çok kırıldım, 5 yıldır konuşmuyorum” ifadesini kullanmıştı. Erdoğan, bu ifadelerinin ardından söz konusu kulelerinin sahibi ile birlikte adını taşıyan bir imam hatip lisesinin açılışına katılıp beraber kurdela kesmişti.
Patronlar Dünyası
Etiketler:
İstanbul Zeytinburnu imar planları onaltıdokuzuz onaltıdokuzuzun kaçak katları AK Parti yeni imar planı Ofton İnşaat

İstanbul'a bir ihanet daha: Sahile sıfır 45 metrelik otel
28 Aralık 2017



Çevre Şehircilik Bakanlığı Yeşilköy sahili için İstanbul’un anayasası kabul edilen çevre düzeni planını deldi. Park olarak kullanılan sahilin son boş alanına 45 metre yüksekliğinde otel yapılacak

İstanbul ve Ankara'daki belediyelere yönelik imar rantı eleştirileri ile gündeme gelen Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, Yeşilköy sahiline 45 metrelik otel yapmak için İstanbul'un anayasası kabul edilen 1/100 binlik Çevre Düzeni Planı'nı de
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Prş Arl 28, 2017 9:45 pm tarihinde değiştirildi, toplam 7 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Sal Ekm 24, 2017 8:27 pm    Mesaj konusu: Cem TÜRKBİNER: “RUHUNU PARAYA SATAN ŞEHİR!” Alıntıyla Cevap Gönder

Cem TÜRKBİNER: “RUHUNU PARAYA SATAN ŞEHİR!”
24 Ekim 2017



Tayyip Erdoğan‘ın geçtiğimiz günlerde “İstanbul’a ihanet ettik” açıklamasına binaen daha önce sayın Cem TÜRKBİNER’in 18 Nisan 2014 de “RUHUNU PARAYA SATAN ŞEHİR!” başlıklı yayınladığımız yazısını siz okuyucularımızın dikkatine sunuyoruz. Adımlar

“RUHUNU PARAYA SATAN ŞEHİR!”

Dünyanın sanat çevrelerinde epeydir yankılanan bu söz, İstanbul’a dâir… Pera’dan bakıldığında Süleymaniye minarelerinin arasında arz-ı endam eden gökdelenler, Haliç’in üzerine yapılan demir yığını köprü ve nihayet üçüncü boğaz köprüsü uğruna girişilen onca çevre katliamı…

Cengiz Han’ın, işgâl ettiği şehirlerde taş üstünde taş bırakmamasının, basit bir vahşilikten değil, insanın her zaman tabiâtla iç içe yaşaması gerektiğini ikaz eden bir dünya görüşünden kaynaklandığını söyler Turgut Cansever. Katılınsın veya katılınmasın, kabul etmek gerekir ki insan ruhuna bir uygunluk arayışıdır söz konusu olan. Bu şehre edilenin ise bir izâhı yok!

Cumhuriyet tarihinin ödüllü binası; yeniçeri ocaklarının merkez koğuşları yıkılarak açılan arsada yükselen, Saraçhane’deki Büyükşehir Belediye Başkanlığı binasıdır. Sol ve halkçı olduğu iddia edilen anlayışın bir marifetidir. Sağ ve muhafazakâr olduğunu iddia eden anlayışın plânı ise belediye işlerini oradan alıp, binayı alışveriş merkezine çevirmektir. Peki, selim akıl ve bedi’ zevk gözünde, yürek burkan bir rezaletten başka bir şey olmayan o çirkinlik âbidesini yerle bir edecek anlayış kimdedir?

Kimsesiz bir adada, kurtlarla geyiklerin büyüttüğü bir âdem evladında bile, fıtraten bir estetik anlayışının varolagelmesi umulur. Bu iptidaîlik seviyesinde olsun, herhangi bir estetik anlayışa sahip olmayana ne isim vermelidir?

Şu demokrasi dedikleri..

Arap Baharı, Gezi Parkı ve iktidar-cemaat kavgası diye isimlendirilen hadiseler üzerinden bir kere daha tartışılan demokrasi ve onun sağladığı iddia edilen kazanımları konuşurken başa alınması gereken hüküm: “Demokrasi, İngilizce konuşan toplumların idare şeklidir!”(*)… İslâm coğrafyasını bir kenara bırakarak; gerçekten batının diğer toplumları için demokrasi rejimi ne kadar uygulanabilirdir?.. Demokrasi, sandıktan ibaret bir sistem değildir. Bir toplumda yöneticilerin iş başına seçimle geliyor olması, o sistemin demokrasi olduğunun, tek başına kanıtı olamaz. Sandık, dünyanın hemen hemen %90’ında varolan bir durumdur. Hâlbuki, demokrasi anlayışının böyle büyük bir kitle tarafından temsil edilmediği aşikar…

Bir mefhumun “olmazsa olmaz” hâlde bulunması onu, tek başına bütün meseleyi hâlleden kılmıyor. Demokrasi, yöneten ile yönetilen arasında bir nevi kontrata dayalı bir teamüller rejimidir. Demokrasi rejiminin demokrat insanı, kendini her şeyden mesûl hisseder, en basit sokak düzenlemesinden en mühim devlet işlerine kadar, ferdî veya örgütlü, ama mutlaka etkin bir şekilde her meseleye müdahil olur. Ne efsane lider olur demokrasilerde, ne kişi karizmasından bahsedilebilir. Misâl, İngiltere’de bir teamül vardır. 300 yıldır hükümet kurma yetkisi, seçimi kazanan parti liderine taht tarafından verilir. Demokrasi, “verilmezse ne olur?” sorusunun ve bu sorunun cevabının varolmadığı bir sistemdir. Bedahete bu derece bir saldırının olduğu, yâni bu sorunun sorulduğu yerde, sistemin verecek cevabı olmadığı için ferdî inisiyatif devreye girer. O ândan itibaren de demokrasiden bahsedilemez.

Demokrasinin, “insan hakları”, “inanç özgürlüğü” gibi iddialı hediyeleri var. İmparatorluklar çağına en fazla yüklenilen yer de burası, renklilik… Meselâ, gözümüzü 16. yüzyıl İstanbul’una çevirelim. O dönem İstanbul’unda birçok toplum mevcut. Bu unsurlar genelde mahalle ve semt olarak birbirlerinden ayrılmış durumdalar. Onları bir araya getiren tek ilişki, alışveriş. Onun dışında; dilleri, kültürleri, yemekleri, kıyafetleri, kahvehaneleri, evlilikleri, eğlenceleri, cenazeleri hep kendi aralarındadır. Fakat dikkat edilmeli, her bir unsur kendi rengini koruyarak bu şehirde yaşamaktadır.

Demokrasinin idealleştirdiği kozmopolitizmin ise bir paradoksu mevcut: Bugün Londra’da bir kafeye gidildiğinde, 72 buçuk millete mensup insanlarla bir arada oturulabilir lâkin bu 72 buçuk millet, aynı dili konuşup, aynı kıyafetleri giyip, aynı müzikleri dinleyerek aynı yemekleri yemektedirler. Hatta, şekilli harfleriyle yazılmış tabelaları olmasa, Tokyo sokaklarında olunduğu da bilinemez. Bu unsurlar, kendi evlerinde bile kendi renklerine sahip değildir artık…

Renklilik bunun neresindedir?..

Renkliliği savunmak aslında, en azından “dar bölge milliyetçiliği” adı verilen psikolojiyi desteklemeyi gerektirmektedir ki, bugün demokrasinin en fazla saldırdığı da budur, içinde bulunduğu paradoks da. Demek ki demokrasinin nihâî gâyesi, renklerin kendi kültürlerini koruyarak bir arada olması değil, bütün renklerin kendi rengi altında birleşmesidir. Sandık da bu oyunun süsüdür… İdare edilenlerin böylece dönüştürüldüğü toplumlar, demokrasi gereği olarak idare edenler de idare edilenlerin arasından seçildiğinden, demokrasi aldatmacasına ve dolayısıyla Batı sistemine köle olmaya hazırdır. İdarecilerin, halkın rızası ile geldiği bahsine dönersek, buna, “halkın iğfal edilmesi yoluyla gerçekleştirilen bir idare” denmelidir.

“Ehven-i şer”rin şerri..

Demokrasinin, İslâm coğrafyasındaki hâl-i pür melâli ise tam bir toplu şizofreni vakıâsıdır. Şurası açık ki demokrasi, İslâm toplumları için güya bir ehven-i şer keyfiyeti ifâde ediyor. En azından, öyle olması beklenir. Ama bu, kötülerden bir kötü beğenme işi bir süreklilik ve dolayısıyla alışkanlık hâline varınca, bugünkü zillet anlaşılır. 15 asırlık İslâm tarihinin son bir asrına kadar, hep bir devlet ve dönem dönem nisbî de olsa bir izzet sürekliliği üzere bir yaşamışlığı var İslâm toplumlarının, başka sistemler altında yaşamanın pratiğine sahip değiller.

Bir adım daha atarsak; başka bir nizam mantığı üzere oluşturulmuş düzende (dar’ül harb) yaşamanın hukuku bile yoktur İslâm’da. En temel ve en basit insanî davranışlara kadar düzenlemesi mevcut bulunan bir hukuk sistemi, bu konuda bir nizam oluşturmamış, ancak belirli mecburiyetlerden dolayı bulunulduğunda nasıl davranmak gerektiğini çizmiştir. Zira özel bir durum olarak görülür, buna dâir hükümler de son derece kısıtlı ve derhal bu hâlden kurtulmayı vaz’edicidir. Ama iş çığırından çıkıp başka düzende yaşamak, bir yerleşik nizam potasında erime durumuna gelince de bahsedilen kısıtlı hükümler, Müslüman için, emirleri yapmamanın ve yasakları çiğnemenin mazereti hâline geliyor. Şu ân Türkiye’deki durum da budur; sürülüyor halkın önüne bir sandık, tombala çeker gibi içlerinden birini çektiriyorlar. Tekrar torbaya girenler de yine onlar, bir daha ki nasibine kadar…

Bu seçimlerde de; akıllara, ruhlara, kalplere, mücerretlere, müşahhaslara, hakikatlere, bedahetlere, sanata, ilme ve ahlâka tecavüz etme sırası belirlenmektedir. Ve bu halkın kaderi de, dine saldıranlar ile güya dindarlar arasındaki ahmakların arasında gider gelir. Ahmaklık bâkîdir, paydadır, temeldir; pay değişir.

Bütün hayatı boyunca, kötülerden bir kötü seçmek zorunda olan bir insan, erkek kalamaz.

Adımlar dergisi
Etiketler:
İstanbul “RUHUNU PARAYA SATAN ŞEHİR!”

İstanbul'un taşı toprağı beton!
05 Kasım 2017



Uzmanlar, İstanbul’da son dönemde sık sık yaşanan aşırı hava olayları ve selleri aşırı betonlaşmaya bağlıyor.
Uzmanlar, İstanbul’da son dönemde sık sık yaşanan aşırı hava olayları ve selleri aşırı betonlaşmaya bağlıyor. BM'ye göre 2030'da nüfusu 17 milyona yaklaşması beklenen İstanbul, bu nüfus artışını karşılayabilecek mi?

İstanbul'da yelşil alan oranının her yıl giderek azaldığı görülüyor. “Taşı toprağı altın” denen İstanbul hızla betonlaşıyor. Kentin ikliminde de değişiklikler göze çarpıyor. Tropik iklimleri aratmayan fırtınalar, seller son dönemde sık sık İstanbul'la anılıyor.

Başak Sezen'in DW Türkçe'de yer alan haberine göre İstanbul'a 18 Temmuz 2017'de son 32 yılın en yüksek yağışı düşmüş ve pek çok semt sular altında kalmıştı. Sadece günün ilk yarısında metrekareye Silivri'de 128 kg, Üsküdar'da 108 kg, Beykoz'da 85 kg, Sarıyer'de 80 kg yağmur yağmıştı. 27 Temmuz 2017 tarihinde de şiddetli yağışın ardından Taksim Tüneli sular altında kalmıştı.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi'ne (İBB) göre su baskınlarının nedeni küresel iklim değişikliği.

DW Türkçe'nin sorularını yanıtlayan İBB, "Küresel iklim değişikliği ile artan yağış oranları su baskınlarına neden olmaktadır" açıklamasını yaptı. İBB'nin açıklamasında, “İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve İSKİ, derelerin mevcut kesitlerini yeniden düzenleyerek, sel riskini ortadan kaldırmak amacıyla İstanbul’un muhtelif derelerinde ıslah çalışmalarına devam ediyor. 600 kilometrelik hedef ıslah çalışmasının 500 kilometresi tamamlanarak yüzde 80 oranında ıslah çalışmaları yapılmıştır” denildi. Ancak bu açıklamalar uzmanları ikna etmiyor.

AŞIRI BETONLAŞMA SERA ETKİSİ YARATIYOR

TMMOB Mimarlar Odası İstanbul Büyükşehir Şubesi Yönetim Kurulu Sekreteri Ali Hacıalioğlu su baskınlarından kentleşme politikalarındaki hataları sorumlu tutuyor. Hacıalioğlu, “Böylesi bir aşırı betonlaşma, yani bizim kentleşme politikamızın, yönetmeliklerimizin ruhunda adeta kentler betonarme binalar, otoyollar ve otoparklardan ibaretmiş gibi görünüyor. Her yer betonlaşmaya başlayınca doğal olarak bir sera etkisi oluşuyor, sera etkisi iklimi etkiliyor" diyor.

Oluşan sera etkisinin ısı derecesini de etkilediğini ifade eden Hacıalioğlu, böylece iklim değişikliğinin meydana geldiğini söylüyor ve ekliyor: "Bunlara bağlı olarak ciddi bir şekilde altyapı yetersizliğinden dolayı aşırı yağışlar, yağmur suyunu emecek toprak alanı kalmadığından dolayı bir anda debisi yüksek su akıntıları ve su baskınları oluyor."

TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası İstanbul Şube Yönetim Kurulu Başkanı Nusret Suna da betonlaşmanın yol açtığı sorunlara dikkat çekiyor. Taksim ve çevresindeki plansız kentleşmenin sel riskini artırdığını belirten Suna, "Eskiden Taksim Meydanı komple beton muydu? Şimdi bir gram yeşil alan yok. Peki, bu, betonlaştırılan İstiklal Caddesi ve Taksim Meydanı'na yağan yağmur suyu nereye gidecek? Emecek toprak yok. Olduğu gibi orada birikecek” şeklinde konuşuyor.

PARK VE BAHÇE ORANI YÜZDE 2,2

Dünya Şehirleri Kültür Forumu’nun yayınladığı en son raporda, İstanbul'daki kamuya açık yeşil alan yani park ve bahçelerin kentin yüzölçümüne göre oranı yüzde 2,2 olarak gösterildi. Bu oran Moskova’da yüzde 54, Sydney’de yüzde 46, Viyana’da yüzde 45,5 ve New York’ta yüzde 27 civarında. En düşük ise yüzde 2 ile Dubai.

Öte yandan NASA'nın daha önce yayınladığı uydu görüntüleri de İstanbul’daki betonlaşmayı ortaya koyuyor. Örneğin 1975 ile 2011 yıllarını kıyaslayan özel uydu görüntülerinde, İstanbul’da betonlaşmadaki artış (gri bölgeler) çarpıcı. Kırmızı renkli yerler ise yeşil alanları temsil ediyor.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin açıklamasına göre, İstanbul'da mesire alanları da dahil toplam aktif yeşil alan miktarı 86 milyon 374 bin metrekare. Kişi başına düşen aktif yeşil alan oranı ise 8,49 metrekare.

İstanbul'da hızla artan nüfusun da beraberinde bazı sorunları getirdiğine dikkat çeken TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası İstanbul Şube Yönetim Kurulu Başkanı Nusret Suna kentsel dönüşüm projelerini de eleştiriyor.

Suna, "Şu anda kentsel dönüşüm tümüyle mevcut binaları yerinde yenileme mantığıyla yapılıyor. Siz burada 10 hanelik bir yeri 13-14 haneye çıkarıyorsunuz. Durduk yerde o bölgenin nüfusunu artırıyorsunuz. Peki, nüfusu artırırken altyapıyı iyileştiriyor muyuz? Hayır iyileştirmiyoruz. Trafiği rahatlatıyor muyuz? Rahatlatmıyoruz ama olduğu şekilde bu nüfusu yüzde 30 artırıyoruz ve kenti yaşanmaz hale getiriyoruz” diyor.

DEPREM TOPLANMA ALANLARININ YÜZDE 75'İ İMARA AÇILDI

Uzmanlara göre, hızla nüfusu artan İstanbul'da beklenen büyük bir depremin yaşanması durumunda, insanların toplanacağı yer sayısı da kısıtlı. Hacıalioğlu, “İlk deprem olduğunda 1999’da o psikolojiyle birçok deprem toplanma alanı belirlendi. Ama daha sonraki süreçlerde o alanlarda yapılacak binalarla elde edilecek rant bu tehlikeden daha değerli oldu. Ve bu yönde birçok yer talebe bağlı olarak imara açıldı. Deprem tabii ki bizim ülkemizin bir gerçeği ama depremin felakete dönüşmesinin sebebi de yine bizleriz” diyor.

Nusret Suna, 17 Ağustos 1999 depremi sonrası, 490 küsur deprem toplanma alanı tespit edildiğini ancak bu yerlerin dörtte üçünün imara açıldığını söyledi. Suna, "Bu alanların yüzde 75'inin hepsine inşaat yapıldı. Deprem toplanma alanı dediğimiz anda altyapısı hazırlanmış, orada vatandaşların ikamet edebileceği, temiz su, pis su giderlerinin, elektriğinin, altyapısının hazırlandığı deprem toplanma alanları olarak kabul ederiz. Bizim yöneticilerimizin söylediği okul bahçeleri, cami avluları, parklar, çocuk bahçeleri deprem toplanma alanı değildir. Onlar deprem anından geçici kaçıp bekleyeceğimiz yerlerdir” açıklamasını yapıyor.

Birleşmiş Milletler’in “2016'da Dünya Kentleri” adlı raporunda göre, İstanbul nüfusunun 2030 yılında 16 milyon 694 bine çıkması bekleniyor. Bu da 2030’da kadar yılda ortalama yüzde 1,1’lik nüfus artışı anlamına geliyor. Öte yandan, raporda Türkiye toplam nüfusunun yüzde 18,5’inin İstanbul’da ikamet ettiği belirtiliyor. Toplam kent nüfusunun ise yüzde 25,1’i İstanbul’da yaşıyor.

Deutsche Welle Türkçe

İstanbul'a bir ihanet daha: Sahile sıfır 45 metrelik otel
28 Aralık 2017



Çevre Şehircilik Bakanlığı Yeşilköy sahili için İstanbul’un anayasası kabul edilen çevre düzeni planını deldi. Park olarak kullanılan sahilin son boş alanına 45 metre yüksekliğinde otel yapılacak

İstanbul ve Ankara'daki belediyelere yönelik imar rantı eleştirileri ile gündeme gelen Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, Yeşilköy sahiline 45 metrelik otel yapmak için İstanbul'un anayasası kabul edilen 1/100 binlik Çevre Düzeni Planı'nı değiştirdi.

Plan değişikliği 27 Aralık günü itirazlar için askıya çıkarıldı. Plan değişikliği raporunda verilen bilgilere göre Bakırköy Şevketiye mahallesinde bulunan 15 bin 182 metrekarelik 1080 ada 39 parselin, 9 bin metrekarelik kısmı 2014 yılında Başbakanlık oluru ile Çevre ve Şehircilik Bakanlığı'na tahsis edildi.
Parsel, 1/100 binlik İstanbul Çevre Düzeni Planı'nda “kentsel ve bölgesel yeşil ve spor alanları” olarak belirlenmişti. Parsel yıllardır park olarak kullanılıyordu ve vatandaşların sahile ulaşabildiği son boş alanlardan biriydi.

PARKTI, TURİZM ALANI OLDU

Bakanlık kendisine tahsis edilen bu parselin imar durumunu değiştirme gerekçesini açıklamak için hazırladığı raporda, bitişiğindeki parselin “İstanbul Yeşilyurt Turzim Merkezi” sınırı içerisinde kaldığına dikkat çekti.
Bu nedenle bakanlığa tahsis edilen parselin imar durumu, çevresindeki turizm fonksiyonu ile bütünleştirilmesi ve kamu arazinin kuvvetlendirilmesi için otel yapılmak üzere “turizm alanı” olarak düzenlendi.
Erdoğan: İstanbul'a ihanet ettik, ben de sorumluyum-Özhaseki: CHP ihanet etti
YÜKSEKLİK 45 METRE, İNŞAAT ALANI 30 BİN METREKARE

Hazırlanan plan değişikliğine göre otelin yüksekliği en çok 15 kat yani yaklaşık 45 metre olacak. Bakanlığa tahsis edilen parselin 4 bin 617 metrekaresi otel, bin 651 metrekaresi park, 475 metrekaresi yol olarak ayrıldı. 8 bin 437 metrekarelik bölüm de plan değişikliğinin dışında bırakıldı. Plan kapsamında otelin toplam inşaat alanı 30 bin metrekareyi aşamayacak. Taban alanı 2 bin metrekarenin üzerine çıkamayacak. Açığa çıkmayan bodrum katları toplam inşaat alanına dahil edilmeyecek. Bitişiğindeki 35 numaralı parselden de 10 metre genişliğinde yol geçecek.
Bu sefer itiraf etti... Erdoğan: Bu şehre ihanet ettik ben de sorumluyum
ERDOĞAN ‘İHANET ETTİK’ DEMİŞTİ!
Cumhurbaşkanı Erdoğan, geçtiğimiz ekim ayında Esenler’de düzenlenen Uluslararası Şehir ve Sivil Toplum Kuruluşları Zirvesinde yaptığı konuşmada, İstanbul’daki ‘çarpık ve dikey yapılaşmayı’ eleştirmiş, İstanbul'un kıymetinin bilinmediğini belirterek “Biz bu şehre ihanet ettik, bundan ben de sorumluyum” demişti.
Özlem Güvemli / Sözcü

Yusuf Yavuz: AKP’li belediye şehrin tarihini yıkıp yerine 10 katlı bina dikecek
08.01.2018



Yerine apartman dikmek için yıkılmak istenen Çorum'daki çocuk kütüphanesinin duvarındaki o fotoğrafın öyküsü, asıl esaretin ne olduğunu yeniden düşündürüyor...

Savaşlar ve yıkımlarla geçen Osmanlı'nın son günlerinde, içinde bulunduğu döneme göre oldukça iyi eğitim alan bir idareci adayı olan Mülkiyeli Faik Tonguç, Birinci Paylaşım Savaşı patlak verince İngiltere'deki eğitimini bırakarak ülkesine dönüp Doğu Cephesine koşarak Ruslara karşı savaştı. Esir düştü, defalarca ölümden döndü ve Bolşeviklerin Çarlık rejimini devirmesiyle oluşan atmosferden yararlanıp kaçmayı başararak ülkesine döndü. Savaşın ardından idareci olma hakkına sahipken mütevazı bir yaşamı seçerek Ankara'da eski ve kagir bir evde yaşamını sürdürdü. Hayatını ticaret yaparak kazandı ve hep iyi bir kitap kurdu oldu. Yaşamının ilerleyen yıllarında ise evindeki tüm kitapları çocuklara bağışladı. 1964'te memleketi Çorum'da yaptırdığı kütüphaneye, Faik Tonguç Çocuk Kütüphanesi adı verildi.

BİNLERCE ÇOCUĞUN YAŞAMINA DOKUNAN BİR KÜTÜPHANE

Geçtiğimiz yaz bölgeye yaptığımız gezide, Faik Tonguç'un kütüphanesini de ziyaret ettik. Binlerce çocuğun yaşamına dokunan kütüphane, eski bir mahallenin tam ortasında yıllara meydan okurcasına varlığını sürdürüyordu. Yakın zaman önce aramızdan ayrılan usta mizah yazarı Muzaffer İzgü'nün Adana'da bir kütüphanede başlayan edebiyat serüvenini bilmeyen yoktur. Küçük Muzo'nun ısınmak için girdiği kütüphanede tanıştığı kitapların, bir çocuğun yaşamını nasıl değiştirdiği, Zıkkımın Kökü adıyla sinemaya da uyarlanan gerçek yaşam öyküsüyle tarihe geçmişti.

ÇOCUK KÜTÜPHANESİNİN DUVARINDAKİ O FOTOĞRAFIN ÖYKÜSÜ

Faik Tonguç Çocuk Kütüphanesinin duvarlarında çerçeve içinde duran fotoğraflar dikkatimizi çekiyor. Fotoğraflardan birinde Faik Tonguç, iki askerin ortasında yerde oturuyor. Rusya'daki esaret günlerinden kalma bir fotoğrafmış bu. Esir olmasına karşın onu esaret altında tutan biri silahlı askerlerden çok daha kendinden emin ve yaşama tutunan, umutlu bir tavır içinde gelecek güzel günleri düşünüyor sanki. Kim bilir...

BELEDİYE KÜTÜPHANEYİ YIKIP YERİNE APARTMAN YAPACAK

Kütüphaneden ayrılmadan önce mahallede kentsel dönüşüm yapılacağını öğreniyoruz. Bizim Çorum'da bulunduğumuz günlerde kentin belediyesi de kütüphanenin de içinde olduğu bölgedeki kentsel dönüşüm planlarını onaylamış. Kısacası Çorum Belediyesi, birinci dünya savaşının adı unutulup giden binlerce kahramanından biri olan ve tüm yaşamı boyunca etiyle, kemiğiyle, ruhuyla memleketi için çırpınıp duran Faik Tonguç'un anısını da taşıyan o kütüphaneyi yıkıp yerine 10 katlı apartmanlar yapacak.

BETON KOKUSU KİTAP KOKUSUNA TERCİH EDİLİRSE...

Hafızasızlığın ve vefasızlığın giderek tüm toplumu kuşattığı bir dönemde geçmişin izlerinin bu denli hoyratça silinmesini hak etmedi bu ülke. Son nefesine kadar içine doğduğu topraklar uğruna yaşayan bu kuşağa yapılan vefasızlıkların kendisini 'muhafazakar' olarak tarif edenler eliyle gerçekleşmesi de neyin muhafaza edildiği, neyin tarumar edildiği konusunu yeniden düşünmemizi gerektiriyor. Beton kokusunu kitap kokusuna tercih eden zihniyet koca bir toplumu esir almış durumda.

1916'DA ERZURUM'DA SAVAŞIRKEN RUSLARA ESİR DÜŞTÜ

Faik Tonguç, 11 Temmuz 1916 günü Erzurum'daki çatışmalarda Rusların ateş çemberinin içinde kaldı ve esir düştü. Ardından da binlerce kilometre yolculuk ve Rus esir kamplarında sürüp giden günlerin ardından Bolşevikler Çarlık Rusya'sında devrim yaparak iktidarı ele geçirince barış umudu doğunca Tonguç ve diğer Türk esirler de vatanlarına dönebilme olasılığını düşünmeye başladılar...

'NEHİR DONMUŞ, HER TARAF BEYAZA BÜRÜNMÜŞTÜ'

Faik Tonguç'un anılarında esaret günlerinde çektirdiği o fotoğraf ve barış umudunun öyküsü kısaca şöyle: "10 Kasım 1917. Bu gece nehir donmuş, her taraf beyaz örtülere bürünmüştü. Kumandan yardımcısına sobanın yakılması için bir kaç günden beri rica ediyoruz, nihayet günde bir defa yakılmasına emir verildi. Soğuğa karşı olan dayanıklılığıma rağmen uyumak kabil olmuyordu...

BOLŞEVİKLERİN LİDERİ LENİN BARIŞ İÇİN UMUT OLUYOR

Bugün elimize geçen Fransızca bir gazetede mütareke emrinin verilmiş olduğunu, Bolşevik hükümeti başkanı Lenin'in, genel barış şartlarının bildirilmesi in müttefik devletlere başvurduğunu okuduk. Bizi yeniden hayata kavuşturacak olan bu haberin verdiği sevinçle şarkılar söyleyerek, milli oyunlar oynayarak geç vakitlere kadar eğlendik... Barış şerefine bir geceye mahsus olmak üzere muhafızlar da eğlencemize ses çıkarmadılar...

'BARIŞ ŞEREFİNE BEYAZ UNDAN MAKARNA PİŞİRDİK'

Yakın arkadaşım Ahmet'le ele geçirdiğimiz bir funt beyaz unla, bir ev kadını titizliğiyle hamurun yapılması, açılıp ince ince kesilmesi ve kurutulması kendi elimizin becerisi olan, başucumuzda bir torbada asılı bulunan makarnadan, barış haberi şerefine yarım porsiyon erişte yaptık. Bu yokluk içinde beyaz undan yapılmış makarna yemeği, evin içinde bir olay ve dedikodu konusu oldu; gıpta ve haset edenler oldu.

İKİ RUS ASKERİNİN ORTASINDA ESARETİN RESMİ

"18 Kasım 1917... Sabahtan beri esen lodos fırtınası kalınlığı 15 santimi bulan karı siliyor, yer yer kara parçaları görünmeye başladı. Bu mevsimde karın kalkması pek nadir olurmuş. Barış için hayırlı sayıldı, inşallahlar çekildi. İki asker ile çarşıya çıktığımda, bin bir zorlukla muhafızları kandırıp bir fotoğrafçıya girdim. Biri silahlı olan askerleri iki tarafıma alarak esaret hayatını bir resimle tespit ettim...



ESİR KAMPINDAN KAÇIŞ PLANI

Kaçış yolumuz, önce düşünülen ve arkadaşların başarısızlığı ile sonuçlanan güney yolunun tam aksi yönünde. Kuzey tarfaını takip edeceğiz, geldiğimiz yoldan, Şarya Vologda-Kazan yoluyla Türkistan, Kafkasya Türk ve Müslümanlar arasına karışmayı amaçlıyoruz..."

ASIL ESARET ÇOCUKLARI KİTAPSIZ KOYMAK

Çorum'da adını taşıyan çocuk kütüphanesinin duvarındaki fotoğrafta, iki Rus askerinin ortasında büyük bir vakarla bize bakan Faik Tonguç'un öyküsü, iyi yetişmiş, kendisiyle ve yaşamla barışık bir insanın esaret altındayken bile gülümseyen bir yüreğe sahip olduğunu anlatıyor bize. Asıl esaret, çocuklarımızı kitapsız, umutsuz ve ışıksız bıraktıkça bu öykülerin hafızamızdan silinmesidir.

*(Faik Tonguç. Birinci Dünya Savaşı'nda Bir Yedek Subayın Anıları. İş Bankası Kültür Yayınları.)

Odatv.com
_________________
Bir varmış bir yokmuş...
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Önceki mesajları göster:   
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> İMAR, MİMARÎ ve ŞEHİRCİLİK Tüm zamanlar GMT
1. sayfa (Toplam 1 sayfa)

 
Geçiş Yap:  
Bu forumda yeni başlıklar açamazsınız
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz
Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız


Powered by phpBB © phpBB Group. Hosted by phpBB.BizHat.com


Start Your Own Video Sharing Site

Free Web Hosting | Free Forum Hosting | FlashWebHost.com | Image Hosting | Photo Gallery | FreeMarriage.com

Powered by PhpBBweb.com, setup your forum now!
For Support, visit Forums.BizHat.com