EntellektuelForum Forum Ana Sayfa EntellektuelForum

 
 SSSSSS   AramaArama   Üye ListesiÜye Listesi   Kullanıcı GruplarıKullanıcı Grupları   KayıtKayıt 
 ProfilProfil   Özel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapınÖzel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapın   GirişGiriş 

"Nedir zaman, nedir?"

 
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> FELSEF'Î DÜŞÜNCELER
Önceki başlık :: Sonraki başlık  
Yazar Mesaj
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Cmt Tem 22, 2017 2:55 am    Mesaj konusu: "Nedir zaman, nedir?" Alıntıyla Cevap Gönder

Zaman



Nedir zaman, nedir?
Bir su mu, bir kuş mu?
Nedir zaman, nedir?
İniş mi, yokuş mu?

Bir sese benziyor;
Arkanız hep zifir!
Bir sese benziyor;
Önünüz tüm kabir!

Belki de bir hırsız;
İzi, lekesi var.
Belki de bir hırsız;
O yok, gölgesi var.

Annesi azabın,
Sonsuzluk, şarkısı.
Annesi azabın,
Cinnetin tıpkısı.

İçimde bir nokta;
Dönüyor aleve.
İçimde bir nokta;
Beynimde bir güve.

Akrep ve yelkovan,
Varlığın nabzında.
Akrep ve yelkovan,
Yokluğun ağzında.

Zamanın çarkları,
Sizi yürütüyor!
Zamanın çarkları,
Beni öğütüyor.

Zaman her yerde ve
Her şeyin içinde.
Zaman her yerde ve
Acem'de ve Çin'de.

Kime kaçsam ondan;
Ha yakın, ha ırak?
Kime kaçsam ondan;
Ya sema, ya toprak...

1936

Necip Fazıl Kısakürek

Zaman nasıl oluştu ve neden 'akar gibi' görünür?
John Steele*
Çeviri: Tarkan Tufan
21 Temmuz 2017



"Birden fazla evren varsa, ortak bir zamana mı sahipler?"

Söyleşimizi gerçekleştirdiğim Paul Davies’in aklında birçok şey var; belki de bunlar ‘aklını kurcalıyor’ demek daha doğru olur. Arizona State Üniversitesi’nde çalışan bir fizikçi olarak, teorik fizik ve kozmolojinin soyut alanlarından, astrobiyolojinin daha somut alanlarına, Dünya’nın uzağındaki yerlerde yaşam araştırmalarına kadar geniş bir yelpazede çalışmalar sürdürüyor. Nautilus dergisiyle yaptığı röportajda, tartışma, doğal olarak zaman meselesine sürükleniyor. Zaman, uzun süredir devam eden bir araştırmanın konusu.

Zaman akışı gerçek mi, yoksa bir yanılsama mı?

‘Zaman akışı’ bir yanılsamadır ve bu fikri onaylamayan bir bilim insanı veya filozof tanımıyorum. Onun hakkında düşünmeyi bıraktığınızda bir yanılsama haline geliyorken, zaman akışı ne anlama gelmekte? Bir nehir benzeri akan bir şeyden bahsedersek, belirli bir anda nehrin bir öğesi, daha erken bir ânın farklı bir yerinde duruyordu anlamına gelir. Farklı bir deyişle, zamana göre hareket etmektedir. Fakat zaman, zamana göre hareket edemez; çünkü zaman, zamanın ta kendisidir! Birçok insan, zamanın akıp gitmediği iddiasının, zamanın var olmadığı anlamına geldiğini düşünme hatasına düşüyor. Tabi ki bu anlamsızdır. Elbette “zaman” diye bir şey var ve onu saatlerle ölçüyoruz. Saatlerse, zamanın “akışını” ölçmez, zaman aralıklarını ölçerler. Tabii ki farklı olaylar arasında belli zaman aralıkları mevcuttur; işte saatlerin ölçtüğü şey de budur.

Neden akıyor diye düşünürüz?

Hoşuma giden bir benzetmeyi sizinle paylaşmak istiyorum. Diyelim ki ayağa kalkıp birkaç kez olduğum yerde dönüyor ve sonra duruyorum. O anda bütün evrenin dönmekte olduğuna dair çok güçlü bir izlenime kapılırım. Her şeyin dönmekte olduğunu hissederim; tabii ki böyle olmadığının farkındayımdır. Benzer biçimde, zamanın aktığını da hissediyorum; fakat tabii ki bunun olmadığını biliyorum. Ve büyük olasılıkla bu yanılsamanın açıklamasının buradaki (aklımızdaki) bir şeyle ilgisi var ve tahminime göre anılarımızla ve bunların bir anda ortaya dökülmeleriyle bağlantılı. Bu, hissettiğimiz bir duygu ama zamanın kendisine dair bir özellik değil.

İnsanların düşündüğü bir başka nokta şudur: Zaman akışını reddetmek, dünyanın zaman asimetrisini reddetmek demektir. Tabii ki dünyadaki olaylar yönlü bir sıralamayı takip ediyor. Bir yumurtayı elinizden bıraktığınızda yere düşer ve kırılır. Yumurtanın tekrar bir araya geldiğini görmeniz mümkün değildir. Depremlerin ardından binalar yıkılır; moloz yığınları tekrar bir binaya dönüşemezler. Günümüzde dünyanın asimetriliğine ilişkin, zaman mevhumu içerisinde çok sayıda örnek bulunur; bu, dünyanın bir özelliğidir. Bu, zamanın kendisinden menkul bir özellik değildir ve bununla ilgili açıklama, evrenin çok erken dönemlerinde ve başlangıç koşulları dahilinde aranmalıdır. Bu mesele, tamamen farklı ve son derece saygın bir konudur.

Zaman, evrende temel bir öğe midir?

Zaman ve uzam, evrene ilişkin var olan teorileri formüle ettiğimiz bir çerçevedir; ancak bunların evrenin öncelikli ya da tâli nitelikleri olup olmadığı hususunda kimi sorular söz konusudur. Temel anlamda evrenin yasaları, bir takım erken-uzam (evrensel “boşluğun” oluşmaya başladığı ilk dönem) ve zaman açısından formülleştirilmiş olabilir ve bu uzay-zaman, daha temel bir öğeden oluşmuş olabilir.

İşin gerçeği, günlük hayatımızda üç boyutlu bir dünya ve zaman boyutunda yaşıyoruz. Büyük Patlama’ya geri döndüğümüzde, evrenin Büyük Patlama’nın ardından tam olarak nasıl doğduğunu detaylı biçimde anlamış değiliz ama kuantum fiziğinin onunla bir ilgisi olduğunu düşünüyoruz: Her şeyin iyi tanımlanmış olduğu klasik bir uzay-zaman tanımı olarak adlandıracağımız bu yer, belki de tamamen bomboştu. Ve belki sadece maddenin ve enerjinin dünyası değil, aynı zamanda uzay-zamanın kendisi de evrenin özel erken-evresinin bir ürünüdür. Bunu bilmiyoruz. Bu mesele hâlâ bir araştırma konusu.

Zaman aniden ortaya çıkmış olabilir mi?

Kariyerimin en başından beridir uzay-zamanı var eden bu ikiliğe ilişkin, ikincil bir nitelikten -daha ilkel bir yapıdan gelen bir şey veya doğa tanımlamamızın en temelinde yatan faktör- bahsediliyor. John Wheeler 1950’lerde buna inandı (ön-geometrinin kimi kısımlarının, atomların sürekli olarak elastik cisimlerin oluşmasına neden olan bir geometriye sebep olabileceğini düşünüyordu) ve fikirlerini yazıya döktü; bununla birlikte insanlar bu konuyu hâlâ araştırıyor.

Sorun şu ki; bu konuda deney yapamıyoruz. Deney yerine bunu hesaplayan matematiksel modeller olduğunu düşünebilirsiniz; ancak yine de bunları test etme olanağımız yok. Bence bunun nedeni, çoğu insanın, sürekli bir uzay-zaman kavramından herhangi bir sapma olursa, muhtemelen Planck ölçeğinde (atomdan binlerce, milyonlarca defa daha küçük nesneleri ölçmek için kullanılan teorik bir ölçek) kendini göstereceğini düşünüyor olması. Öte yandan, uzay-zamanı eğreti gösteren eğlenceli bir şey varsa, o da atomik bir çekirdekten daha küçük olan (20. sırada) büyüklüğüdür ve şu an sahip olduğumuz en iyi araçlar, bunun çok üzerindeki büyüklükte olan olguları araştıran ölçeklere sahiptir. Planck ölçeğinde kontrol edilebilir bir ortamda nasıl bir şey bulabileceğimizi öngörmek çok zor.

Birden fazla evren varsa, ortak bir zamana mı sahipler?

Farklı gözlemciler tarafından yapılan ve farklı yerlere özgü zamanlar arasındaki bir karşılaştırma, evrensel ölçekte bile hassas bir iştir. Bir karadeliğin yüzeyine yakınken bir saatin ilerleme hızı hakkında konuştuğunuzda, burada geçen bir saatin Dünya üzerindeki saatin hızından oldukça farklı olacağını söyleyebiliriz. Bu nedenle, evreni kaplayan ortak bir zamandan bile söz edemeyiz.

Ancak şimdi, diğer evrenlerle birlikte çoklu bir evrenden bahsediyorsak, bir anlamda her birinin kendi zamanına sahip olduğunu düşünebiliriz; ayrıca birinden-diğerine sinyal göndermek mümkün olursa, ikisi arasında yalnızca karşılaştırma yapabiliriz. Bu, sizin çoklu-evren modelinize göre değişir. Açıklanan pek çok şey var; ancak uzaybilimcilerin sıkça bahsettikleri, kabarcıklar gibi şişen bir üstyapının göründüğü yerlerde de bir kabarcıktaki saat hızını başka kabarcıklardaki saat hızlarıyla karşılaştırmanın doğrudan bir yolu yok.

Son gelişmeler neler?

Özellikle laboratuvar ortamında zamanın algılanışı üzerine yapılan bir çalışmaya dikkat çekmek istiyorum; zira, önümüzdeki yıllarda araştırmaların hızla ilerlemesi olanağı sağlayabilir. Örneğin, insanların belli anlarda, görünüşte özgür kararlar aldığı ve yine de kararın aslında biraz daha erken alınmış olduğu ünlü deneyler var; ancak, kendi zaman algısı ve zaman içindeki eylemleri, olayın gerçekleşmesinden sonra düzenlenmiştir. Dünyayı gözlemlerken gördüğümüz şey, görünüşte tutarlı ve pürüzsüz bir anlatıdır; diğer yandan, aslında beyin, farklı duyulardan gelen duyu verileriyle bombardıman altındadır ve bunları bir araya getirir. Onu bütünleştirir ve “bilinçli benliğin” algılayabileceği, tutarlı bir anlatım yaratır. Bu nedenle de kontrolün bizde olduğu ve her şeyin sorunsuz bir şekilde bir araya geldiği izlenimini ediniriz. Fakat aslında bu olanların çoğu, olaydan sonra, zihnimizce yeniden oluşturulmuş bir anlatıdan ibarettir.

Tabii ki çarpıcı olan husus, insanların düşünce hızlarından çok daha hızlı tepki gösterdikleri zamanlardır. Bilinçli bir karar verdikleri düşünülen piyano sanatçısı ya da tenis oyuncusunu düşünelim, “Top o yönden geliyor; şuraya koşup vurmalıyım” diye düşünerek oynaması mümkün görünmüyor. Sinyallerin beynin ilgili bölümüne ulaşması ve daha sonra motor sistem üzerinden tepki vermesi için gereken süre, düşünme süreci için yeterli değildir. Yine de dünyayı gerçek zamanlı olarak gözlemlediklerini ve her şeyin kontrolleri altında olduğunu gösteren güçlü bir izlenim yaratırlar. Bence, bunlar büyüleyici deneyimler.

Peki temel fizik açısından, özellikle de zaman hakkında yeni bir şey var mı? Bence, gerçekten de yeni bir şey yok. Etrafta yeni fikirler dolaşıyor. Ve hâlâ temel sorunlar mevcut; biz bunlardan birisi hakkında konuşuyoruz: Zaman aniden ortaya çıkan bir özellik midir veya (başlangıçtan beri var olan) temel bir özellik midir? Ve dünyanın okyanus asimetrisine benzeyen zaman okunun nihai kaynağı, hâlâ biraz tartışmalıdır. Bunu Büyük Patlama’ya dönerek araştırmamız gerektiğini biliyoruz ancak çevremizde gezinen ve henüz tam olarak çözemediğimiz farklı meseleler var. Yine de bunlar, zamanın ölçülmesi veya zamanın doğasıyla bağıntılı şeyler hakkında oldukça havalı, felsefi tartışmalar ve kuramsal konulardır.

Sonra, tabii ki zaman ölçümlerini iyileştirmek amacıyla deneysel çalışmalar yürüten meslektaşlarımıza bakıyoruz. Bazı aşamalarda bunlar büyük sonuçlara ulaşacak; eminim bazı özel etkilerin ortaya çıktığını gözlemleyeceğiz. Fizik yasalarının zamanla simetrikleşmesine rağmen, çoğunlukla, görünüşte küçük bir miktarın bu ters-zaman simetrisinin temel bir dağılımının olduğu, zayıf etkileşimle ilgisi olan bir dizi süreç söz konusu. Fakat bunun, hayâti bir rol oynamaya başlayıp başlamadığını ve bunun evrene ilişkin geniş resme nasıl uyduğunu tam olarak göremiyoruz. Sanırım hâlâ üzerinde oynanacak bir şeyler var. Parçacık fiziğinde, zayıf etkileşimde bulunan bu ters-zaman asimetrisini ve bunun zaman okuyla nasıl uyuştuğunu ortaya koyacak deneyler yapılabilir.

*John Steele, Nautilus dergisinde yayıncı ve yönetici editördür.


ETİKETLER
zaman nasıl oluştu
T24

"Zaman" diye bir şey var mı, varsa saatte kaç saat hızla geçiyor?
Selçuk Salih Caydi
18.6.17



Öğrencilik yıllarımda köstekli cep saati taşırdım. Yeleğimin cebinden çıkarıp tak diye kapağını açmak ve saate bakmak hoşuma giderdi. Türkiye'ye geldikten sonra bu alışkanlığımı terkettim. İnce mizah ustası Albert Einstein, "Saati gösteren alete saat denir" der (zamanı ölçen alete değil, saati "gösteren" alete). Saati işleten şey de zaman değil, zemberektir. Kurarsınız ve sonra kulağınıza dayayıp dinlersiniz: "Tik tak tik tak tik tak..." Ben saatin kaç olduğuna değil, bu sese ve aletin kendisine hastaydım (Berlin'de sokaklarda meydanlarda saatten bol bir şey yoktur) ama zamanın ne olup ne olmadığına hiç uzun boylu kafa yormamıştım, ta ki İsviçreli kriminal roman yazarı Martin Suter'in "Die Zeit die Zeit" adlı romanını okuyuncaya kadar. Kitapta, zamanı geriye çevirip hayatının bir noktasından itibaren yeni bir alternatif hayat yaşamayı kafasına koymuş bir ihtiyarın ve öldürülen karısına yeniden kavuşmak için bu çılgın deneyi destekleyen anlatıcının hikayesi anlatılıyor. Romanın Türkçeye kazandırılması ihtimalinin yüzüsuyu hürmetine, konusunu daha fazla anlatmayacağım. Zaman diye bir şeyin sahiden var olup olmadığını sormak, kulağa çılgınca geliyor elbette. Soru ilk kez sorulmuyor, daha önce çok sorulmuş ve bu konuda belli sonuçlara varılmış. Asıl konumuz, sorunun kulağa çılgınca gelmesi, bunun anlamı ve sonuçları.
Einstein, ölümünden hemen önce 1955'de "İnançlı fizikçiler için zamanın bir illüzyon, bir yanılsama olduğu"nu söylemiş. Immanuel Kant da, 1783'de yazdığı ünlü eseri "Kritik der reinen Vernunft"da, "Zaman kendi başına varolabilen bir şey değil, veya öznel tavrımızdan bağımsız, şeylere bitişik (onların bir parçası) değil" der (Sayfa 34). Hem fizikçi hem de filozof olan Vesselin Petkov bir adım daha ileri gidip, "Zaman diye bir şeyin olmadığının anlaşılması, insanın başına gelen belki de en büyük entelektüel meydanokuma" diyor. Ben buna hem katılıyor hem katılmıyorum, çünkü bu konuda iki gerçekliğin olduğunu düşünüyorum; biri insan doğasının gerçeği, diğeri bilimsel gerçeğin gerçeği. Kısacası bir algılama sorunuyla karşı karşıyayız.
Zamanın varolup varolmadığı bir yana, onun varlığını en azından varsaymak zorundayız, çünkü hayatı ve dünyayı ancak bu şekilde algılayabiliyoruz. Saatin akrep ve yelkovanı dönüyor, ama onu döndüren şey zaman değil. Ağaçlar büyüyor uzuyor serpiliyor, ve onların bu değişiminin nedeni zaman değil, çeşitli biyolojik prosesler. Zamanı, bu değişimleri kendi doğamıza uygun olarak anlamak ve ifade etmek amacıyla kullanıyoruz. Bazı hayvanlar renkleri görmüyor ve ona göre bir algılama ve anlama biçimleri var. Biz de kendi doğamıza göre algıladığımız dünyamız için "zaman" diye, doğamızın bir parçası olan bir tür "katsayı" kullanıyoruz. "Zaman" kavramı, bilimselliğin icadı ve bilimin doğa yasalarını anlayıp ifade edilmesi sürecinde önemli bir rol oynamış. 1681 yılında başına elma düşünce aklına yerçekimi gelen şu enteresan düşünür Isaac Newton, zamanın herşeyden bağımsız var olan ve evrenin her noktasında aynı hızla geçen bir şey olduğu kuralını ortaya atıp herkese kabul ettirmiş. Bu varsayımla bir çok fizik kuralının kurgulandığını, ortaokul ve lisede bile öğretiyorlar. Eleştiriye tahammülsüz biri olan Newton'a göre Dünya'da bir saat ne kadarsa, evrenin herhangi bir yerinde de o kadardır. Evrensel eşzamanlılık. Bazen zamanın çabuk geçtiğini, bazen geçmek bilmediğini düşünüyorsanız, Newton size "yanılıyorsunuz" der. Acaba? Çocuklar için bir gün çok uzun bir süredir, yaşı ilerlemiş olanlar için yıllar "su gibi akıp geçer", burada geçen nedir? Ya da şöyle: Bir saat adamına göre saatte kaç saat hızla akar? Zaman gerçekten akar mı, yoksa bize mi öyle gelir?
Bu yazıda ve her yazıda görüleceği üzere, "geçmiş zaman", "gelecek zaman" ve "şimdiki zaman"ı kullanıyoruz. Dil denen şey böyle işliyor. Yani zamanın varolup olmadığı sorusu daha işin başında insan doğamıza takılıp yere çakılıyor.
Selanik'den hiç de uzak olmayan Halkidiki'nin ünlü filozofu Aristoteles'e göre ne geçmiş diye bir şey vardır, ne de gelecek. Sadece "Şimdi" vardır, gerisi anı ya da hayaldir. Efesli Heraklit ise asıl konuyu "panta chorei" (herşey hareket ediyor) diye özetlemiştir, zaman bununla alakalı bir şeydir sadece ve hareketin olmadığı yerde zaman da yoktur. Mesele sadece "şimdi"den ibaretse, "şimdi" nedir? Bu konuda da birileri oturup türlü çeşitli araştırmalar yapmış elbette. "Şimdi", yaklaşık üç saniyelik bir zaman dilimidir. Yani her üç saniye sonra, daha önceki üç saniye, insan tarafından "geçmiş" sayılmaktadır. O halde hayatımızı, üçer saniyelik "şimdi"lerden oluşan bir tür film sayabiliriz, ama esas olan "şimdi"dir.
Lise mezunu fizik dahisi büyük düşünür Albert Einstein 1905'de "Görecelik Teorisi"ni tarif edip yazıya geçirdiğinden beri Newton mezarında fırdönmektedir, çünkü Einstein, zamanın her zaman aynı hızla akmadığını/geçmediğini gösterir. Zaman görecelidir. Newton, nedenselliğin kurulmasında önemli bir rol oynayıp, şimdi yaşanan ve yaşanacak olanın geçmişten gelen bir nedene bağlılığı kesinliğiyle kendinden emin yaşarken, Einstein böyle nedenselliklerin olmadığını ve konunun gözlemciyle alakasını falan göstermiştir. Bence Einstein'ın bu konudaki en önemli katkısı, Hermann Minkowski'yle birlikte kurduğu anlayış biçimidir: Şeyler üç boyutlu değil, dört boyutludur, yani o üç boyutlu şey, ancak zaman içindeki geçmişi ve geleceği ile bir bütündür. "Masa" diyorsak, onun yapılışından doğada çürüyüp yokoluşuna kadarki süre içindeki üç boyutlu varoluşunu kapsar. Buna göre o şeyin geçmişi ve geleceği, bir şimdiler bütünü olarak algılanır.
Beşinci Yüzyılda Cezayir'in doğusunda yaşayan Aurelius Augustinus, "Zamanı Tanrı yarattı" deyip bu işin içinden çıkmış. Yani Tanrı, bir şeye geçmiş ve gelecek ötesinden bakıp onu bir bütün olarak gören yaratıcıdır. Buna göre de kader çok kesin bir şeydir, zira sanıldığı gibi insan tarafından yazılmayıp, bu zaman ötesi yerde şimdilerden oluşan (öyle algılanan) ve tamamını sadece Tanrı'nın bildiği bir bütündür. Bu oldukça "umutsuz" zaman anlayışı, insana seçim hakkı sunmadığı, sadece seçim yaptığımızı sandığımız bir yanılsama sunduğundan, pek de tercih edilebilir bir şey olmasa gerek. Tabii burada hemen şu soru gündeme geliyor: "Sen tercihini bırak da gerçeğe bak. Hangisi gerçek?" Cevap: Hiçbiri. Ya da her biri. İşte bu, bir tercih ve inanç meselesi, zira kanıt yok.
Einstein'a göre zaman teorik olarak geriye doğru da akabilir. Ama bizim dilimizde kullandığımız gramere ve hislerimize göre zaman ileriye doğru akar. Bu hissi dayandırdığımız çok somut da nedenlerimiz vardır, çünkü "Entropi" dediğimiz çok net bir şey var ve Termodinamiğin ikinci yasası olarak formüle edildiği üzere "düzensizlik/kaos, zamanla birlikte artar". İnsan da bu temel yasaya göre işler. Şekli şemali olan meyvaları sebzeleri vs. yeriz ve buradan şekli şemali olmayan ısı (enerji) üretiriz ve bu sayede yaşarız. Geçmişten geleceğe uzanan bir kaos çizgisi. Peki neden "zamanın akış çizgisi"ne uygun bir proses bu? İngiliz fizikçi Stephen Hawking'e göre, zamanı ölçmeyi, kaosun artma istikametine göre ölçmeyi seçtiğimiz için böyle. Evren sürekli genleşiyor, yani termodinamiğin ikinci yasası işliyor. Hawking'e göre bu genleşme en uç/mükemmel biçimine ulaştığında, ve genleşme durduğunda zaman da duracak ve bu kez evren tersine doğru bir ivmeyle büzülmeye/küçülmeye başlarsa, zamanın istikameti de değişecek. Tabii insanın ve diğer hayat biçimlerinin bunu görme ihtimali yok, çünkü canlılar giderek "bozulan", "Enropi"ye tâbi yaratıklardır -Hawking'in varsayımı böyle.
Tektanrılı dinlerin anlam dünyasını belirlediği çağlarda Dünya, "İnsanın hükmettiği bir yer"di. Hatta evren Dünya'nın etrafında dönüyordu, tüm canlılar insanlar için yaratılmıştı vs. Newton ve diğer düşünürlerin açtığı yolda insanlık muazzam bir tekamül yaşadı. Yazının icadıyla değil, herkes tarafından kullanılmaya başlanmasıyla birlikte bilimsellik giderek asıl inanç sistemi haline geldi, çünkü bilimin koyduğu yasalara göre birçok şeyi açıklamakla kalmıyoruz, aynı zamanda inşa edebiliyoruz. Uzay boşluğuna uydu göndermekten tutun da internette gezinmeye ve akıllı telefonla heryere erişime kadar modern hayatı belirleyen bir çok araç-gereci ve işlemi, bilim sayesinde yapılabiliyor ama bir şeyi unutuyoruz: Bilim de bir algılama biçimi. Kuşkusuz dinlerin algılama biçiminden çok daha gelişkin ve ayrıntılı, ama mükemmel değil. Bilimin her insanın hayatında asıl inandığı şey haline geldiği aşamada önce Dünya'nın merkez olmadığını, Güneşin merkez olduğunu ve Dünyanın da onun etrafında dönen gezegenlerden biri olduğunu öğrendik. Bunu artık herkes kabul ediyor. Dünya portakal gibi yuvarlak. İnsan, yaradılışın efendisi değil, Dünya'daki sayısız canlıdan sadece biri. Bilimin öğrettiği şeyler, insanın hiç de öyle özel bir varlık olmadığı yönünde vites büyüterek artıyor. Mesela zamanın insan beyni tarafından insan doğasına uygun bir yanılsamadan ibaret olduğuna inanan yüksek kalibreli bilim insanlarının sayısı, inanmayanlardan daha çok. Bu yazı, "'Ben' denen 'benlik' denen şey var mı yok mu?" diye bir başlık da taşıyabilirdi. Burada bilimsel sonuçlarıyla, neden "Ben" diye bir şey olmadığı da anlatılabilirdi. Ama anlatılmalı mı? Ya da şöyle soralım: Bu yazıyı okumaya başlamadan önceki halinizle "şimdi"ki haliniz arasında ne fark var? Sadece bir tercih farkı: Hangisini alalım? İnsan doğasına aykırı, "Zaman yoktur" kanıtları toplamı bilimsel döküntüyü mü alalım, yoksa "Aha da zaman vardır, bak geçmiş zamanda konuşmaya başladın bile"yi mi? Zamanımızın asıl entelektüel sorusu bence, bu ikisini iyi değerlendirmek ve "ikisinin de birer seçimden/tercihten ibaret olduğu bilincine uygun özgün bir yeni bakış geliştirilebilir mi?" sorusu. Biz birer insanız ve bambaşka canlıların bize bakıp, "ulan bunlar hepten manyak" deyip demediklerini bilmiyoruz, çünkü çoğu bambaşka -bizim konuşmadığımız- diller konuşuyorlar. İnsan olmanın egoizmiyle diğer canlılara acı çektirmeyi bir yana bırakıp bilimin keskin gözlerini kullanmaya devam ederken, o gözlerin her gösterdiğinin -doğru olsa da- bize uymadığını söyleme cesaretine sahip olursak, "bilimdir ne derse doğrudur" diye kendi doğamızı hislerimizi ve benliğimizi inkar etmek saçmalığına kapılmayız. Şimdi, neosekülerizmi ve hayata yeniden anlam kazandırmak gerektiğini konuştuğumuz aşamada, bilimin sağladığı inanılmaz fırsatları koruyup geliştirirken, bir taraftan da kendi doğamız açısından daha seçici ve özgüvenli olmamız gerekiyor. Bilimin sadece bir araç, ama yeni bir inanç olmadığını anlayarak, yeni dönemin ilk adımlarını atabiliriz belki.

Konstantiniye notları
_________________
Bir varmış bir yokmuş...
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Önceki mesajları göster:   
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> FELSEF'Î DÜŞÜNCELER Tüm zamanlar GMT
1. sayfa (Toplam 1 sayfa)

 
Geçiş Yap:  
Bu forumda yeni başlıklar açamazsınız
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz
Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız


Powered by phpBB © phpBB Group. Hosted by phpBB.BizHat.com


Start Your Own Video Sharing Site

Free Web Hosting | Free Forum Hosting | FlashWebHost.com | Image Hosting | Photo Gallery | FreeMarriage.com

Powered by PhpBBweb.com, setup your forum now!
For Support, visit Forums.BizHat.com