EntellektuelForum Forum Ana Sayfa EntellektuelForum

 
 SSSSSS   AramaArama   Üye ListesiÜye Listesi   Kullanıcı GruplarıKullanıcı Grupları   KayıtKayıt 
 ProfilProfil   Özel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapınÖzel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapın   GirişGiriş 

BATAN KENTLERİN MARKALARI / Lütfi Bergen

 
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> İMAR, MİMARÎ ve ŞEHİRCİLİK
Önceki başlık :: Sonraki başlık  
Yazar Mesaj
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Cum Arl 13, 2013 12:24 am    Mesaj konusu: BATAN KENTLERİN MARKALARI / Lütfi Bergen Alıntıyla Cevap Gönder

BATAN KENTLERİN MARKALARI
lütfi bergen



Osmanlı’da tatbik edilmiş “Hane sistemi” küresel kapitalist kanun mantığının kabul ettiği “konut dokunulmazlığı” fikrinden daha temelli bir yaklaşım olarak “konut (ev) edinme hakkı” ile beraber “iş (istihdam edilme) güvencesi” getirmektedir. Sosyal bir yaklaşım. Bu olguyu önemsemeliyiz. Zira şimdi yerel seçimler arefesinde bir çok Başkan adayı “sosyal belediyecilik” kavramına atıf yaparak kent yoksullarına seçildikleri zaman kamu hizmetlerinin kalitesinden ve erişebilirliğinin artırılmasından bahsedecek. Eğitim, sağlık, toplu taşıma, güvenlik, teknik altyapı, beledî kamuya ait hizmetlerde fırsat eşitliğinin sağlanacağını vaad edecek. Bazı belediyeler kültür sanat faaliyetleri ile sivil toplum örgütleri ile geliştirecekleri ilişkileri de öne çıkaracaktır. Mekânın kültürel kimliğini yeniden canlandırmaya dönük anıt yapı, parke taşlı sokak düzenlemeleri, yöresel kent dekorları, parklar, oyun ve spor alanları, yöresel mimarî restorasyon, yaya bölgeleri, engelli yürüyüş bantları, pazar yerleri, çevre düzenlemeleri, vs. yatırımlar gündeme gelecektir. “Sosyal belediyecilik” kavramı ile yürüyen yerel başkanların yapıp ettikleri son tahlilde idealizmin bir yansıması olabilir. Ancak Türkiye’nin son on beş yıllık kentleşme sürecine baktığımızda “sosyal belediye”ciliğin gösterdiği faaliyetlerin arka tarafında başka bir gerçeklik bulunduğunu sanırım kimse reddedemeyecektir? Türkiye son on beş yıldır hızla kentleşmiş, kırsalını boşaltmıştır. Kentleşmenin bu derece yoğunlaşması belediyeciliğin kapitalist zihniyetlere teslim olduğunu ve aslında idealist bir belediye hizmeti kalmadığını hatıra getirmelidir. Kapitalizm, üretim / pazar / ticaret ilişkilerini merkezîleştirmektedir. Nüfusu belli merkezlerde toplamak belediye hizmetlerinin temel arayışı haline gelmiştir. Bu nedenle siyasetle uğraşanların “marka kent” terimini boş yere kullanmadığı söylenebilir. “Marka kent” terimi kapitalist gelişme sürecinin politize edildiğini göstermektedir.

Kapitalist gelişme sürecinin tersine Anadolu’da kırsal alanda ve şehirlerde “hane” dışında bir yaşam alanı modeli kurulmamıştır. Osmanlı idari sisteminde nüfus, vergi ödeyenlere göre kayıtlıdır. Vergi vermeyenin “sayılmadığı” ancak vergi verenin de işsiz ve evsiz kalmadığı bir sistem olarak Osmanlı idari yapısının Batı’da görülen kent ve burjuva hareketine benzemediği açıktır. Osmanlı’da bunun sağlanması evlerin oluşturduğu mahalle ile mümkün olmuştur. Mahalle, zengini ve fakiri ile dayanışma içinde olan “hane”lerin oluşturduğu topluluğun yaşadığı yerdir. Mahalleler halinde örgütlenme, her topluluğun hem kültürel homojenliği tesis niyetini, hem de mahalle içindeki farklı meslek sahiplerinden küçük bir şehir oluşturma gereğini zorlamıştır. Bu manada mahalleler her zaman aynı meslek sahiplerinin ya da sınıfsal yapıların bir arada oturduğu gettolar değildir. Kültürel homojenlik, heterojen meslek erbablarının birlikteliği ile sağlanmakta ve bunun aracı da aynı merkezdeki ibadethane olmaktadır. Artan nüfus mekanın değerini artırmasın, işsizliği büyütmesin diye bölünür ve yeni bir mekânda iskan edilirdi. Kent yoğunlaşmasının yaşanmaması siyaset edilirdi.

Küresel kapitalist firmalar hegemonyalarını tesis ettikten sonra “kentsel bölge” denilebilecek yeni bir kavramdan bahsedilmeye başlandı. Bu kavram “ulus devlet” modelinin içinde nispeten bağımsız, nüfusu on milyonu aşan kenti yani metropolisi ifade etmektedir. “Marka kent” şeklinde de ifade edilebilecek bu “kentsel bölgeler”in asıl amacı kendine turist, öğrenci, göçmen, sanayici, üretici, işçi, tüccar, sermaye çekebilmektir. Kentin ileri gelenleri “sosyal belediye” siyasetini “marka kent” idealinin kamuflajı, aracı, maskesi kılmayı zaruri görüyorlar. Aslında “marka kent” terimi ile “meta kent”in anlaşılması kaçınılmaz sayılmalıdır. Dolayısıyla kentin mülkleştirilmiş her değerini satmaya yönelik bir “nüfus, sermaye, emek” ortamı oluşturmak politikanın asıl derdi haline gelmiştir. Osmanlı’da kişisel mülkiyetin sınırlandırılması, ticaret / tarım / üretim sahalarının kamuya ya da vakfiyelere ait kılınması nedeniyle kentin satılması (metalaşması), kentsel alanın markalaşması söz konusu edilemiyordu. Bu nedenle sosyal belediyeciliğin tüm ezberleri Osmanlı için anlamsızdır. Bu gelenekte “özgürleşimci yerellik” mahallenin kendisini “sosyal” kılmaktaydı. Bu nedenle Osmanlı şehrinde nüfus yoğunlaşması “kıyamet alameti” sayılır, mülk edinmeye “yerin altı var” nazarından bakılırdı.

Belediyelerin “marka kent” fikrine bu derece râm olmaları İbn Haldun’un kötümser tarih felsefesini yaşayabileceklerini hatırda tutmayı gerektirmektedir. İbn Haldun’a göre bedavetten hadarete doğru yürüyen umranlaşma (imarın yaygınlaşması) çöküşle karşılaşmayı icbar etmektedir. Bu yaklaşımı kentleşme üzerinden yeniden üretirsek: kentlerin, iş imkânları, eğitim, sağlık, gıda çeşitliliği, kültürel mekânları, sermayeye sunduğu malî / vergi oranı-muafiyeti / pazar imtiyazı gibi imkânlar sebebiyle kapitalistleri ve emekçileri kendine çektiği ortaya çıkar. Nüfusun, sermayenin, emeğin, pazarın merkezileşmesi nedeniyle kısa zaman içinde gayrimenkul fiyatları yükseliyor. Eski kentsel yapıların yıkılıp yeniden yapılması, sosyal ve fiziki altyapının elden geçirilmesi, kentin çeperlerine doğru büyümesi kaçınılmaz oluyor. “Çöküş” işte bu noktada başlıyor. Çünkü bu büyümenin (su, altyapı, organizasyonu yürütecek istihdam masraflarını) ihtiyaçlarını karşılamak için vergi salınıyor. Verginin salınması kent hayatının pahalılaşması ve maliyetlerin artması demek oluyor. Şirketler büyüyen maliyetlerden kaçmak için düşük maliyetli başka yerlere taşınıyor. Kentteki işsizlik suç oranının yükselmesine ve kentin güvenlik bunalımına yakalanmasına neden oluyor. Kent bu süreçte iflas ediyor.

ABD tarihinde kent iflasının yaşanması yukarıdan beri söylediklerimizi teyid eden ibretlik bir hadisedir. Amerika Birleşik Devletleri’nde Detroit 18 milyar doları aşan borçları nedeniyle iflasını istedi. Kısaca “marka olayım satılayım” derken elde patlayıp “hayalet kente” dönmek de var. Nitekim bu hayaletin emareleri şimdiden görünmeye başladı bile. Kentler batmadı belki ama, AVM’ler batmaya başladı. Eğer terkedilmiş AVM süreci başlamışsa, kentlerin de batacağı hesaba katılmalıdır. İbn Haldun dahi kendi dönemindeki gözlemlerinden hareketle devletlere yüzyirmi sene ömür biçmişti. İşportada bir takım adamlar her an “batan kentin malları bunlar” diyebilir.

http://lutfibergen.blogspot.com/
_________________
Bir varmış bir yokmuş...
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Önceki mesajları göster:   
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> İMAR, MİMARÎ ve ŞEHİRCİLİK Tüm zamanlar GMT
1. sayfa (Toplam 1 sayfa)

 
Geçiş Yap:  
Bu forumda yeni başlıklar açamazsınız
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz
Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız


Powered by phpBB © phpBB Group. Hosted by phpBB.BizHat.com


Start Your Own Video Sharing Site

Free Web Hosting | Free Forum Hosting | FlashWebHost.com | Image Hosting | Photo Gallery | FreeMarriage.com

Powered by PhpBBweb.com, setup your forum now!
For Support, visit Forums.BizHat.com