EntellektuelForum Forum Ana Sayfa EntellektuelForum

 
 SSSSSS   AramaArama   Üye ListesiÜye Listesi   Kullanıcı GruplarıKullanıcı Grupları   KayıtKayıt 
 ProfilProfil   Özel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapınÖzel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapın   GirişGiriş 

Boğaz'daki Aşiret

 
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> DÜNYA BİR İNKILÂP BEKLİYOR
Önceki başlık :: Sonraki başlık  
Yazar Mesaj
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Sal May 17, 2011 6:40 pm    Mesaj konusu: Boğaz'daki Aşiret Alıntıyla Cevap Gönder

Boğaz'daki Aşiret
Prof. Dr. Anıl Çeçen
10.05.2011

Mahmut Çetin’nin 1997 yılında yayınlamış olduğu kitabında bir büyük ailenin İstanbul Boğazı kıyısındaki serüvenini anlatmaktadır.

"Boğaz'daki Aşiret" isimli bu kitabında yazar Polonya göçmeni Yahudi asıllı bir yabancı ailenin, sülale boyutundaki Boğaz macerasını dile getirmektedir. Osmanlı İmparatorluğuna göç ettikten sonra Mustafa Celalettin Paşa adını alan Polonyalı Konstantin Borzecki merkezli Polonyalı Yahudi ailesinin Lehistan’dan kalkıp gelerek Osmanlı ülkesine yerleşmesi, İstanbul Boğazının kıyılarında kendilerine bir gelecek kurmaları, hem Osmanlı İmparatorluğunun hem de Türkiye Cumhuriyetinin tarihinde önemli bir yere sahiptir.

Bu nedenle yazar kitabına Boğaz'daki aşiret adını vermiş ve bu sülalenin her alanda çıkardığı meşhur ve önemli kişilerin hayatını kitabiyle Türk kamuoyunun dikkatlerine sunmuştur. Boğaz'daki Aşiret zaman içerisin de büyüyerek her alanda önemli insanlar yetiştirmiş ve Türk devletlerinin yaşamında önde gelen bir yere sahip olmuştur.

1848 ihtilalleri Avrupa ülkelerini yakından sarsarken Avusturya, Macaristan İmparatorluğu ile beraber Lehistan krallığında da devrimci gelişimler olmuş ama kısa süren karışıklık dönemlerinden sonra krallar tahtlarına sahip çıkınca, Fransız ihtilalini gerçekleştiren kadrolar gibi saltanat ve hükümdarlık yönetimlerine son vermek isteyen devrimci kadrolar, kendi ülkelerinde bir devrimle ulus devlete geçebilmenin kavgasını yapmışlar ama başarısız kalınca, ülkelerini terk eden Osmanlı imparatorluğuna sığınmışlardır.

1830 ihtilalleri daha çok bir ulus devlet kurmaya dönük olmasına rağmen 1848 ihtilallerinde sosyalist düzen arayışları öne çıkmıştır. Ne var ki, bu gibi devrimci girişimler sonuçsuz kalınca elebaşları Osmanlı ülkesine demir atarak canlarını kurtarmışlardır. Konstantin Borzecki ve sülalesi de bu dönemde ülke değiştirmişler ve Mustafa Celalettin Paşa sülalesi konumuna gelmişlerdir. Asya ve Avrupa kıtaları arasındaki merkez bölgedeki devlet olduğu içindir ki, Osmanlı İmparatorluğu döneminde ve daha sonra da göç eden aileler, isim değiştiren sülaleler ve dinlerinden ya da etnik kökenlerinden dönen zengin ye aydın kesimler fazlasıyla görülmüştür.

Rus işgali sonrasında Polonya’dan kaçan başka bazı aileler de Beykoz'un arkalarında Polonezköy’ü kurarak bu bölgeye yerleşmişlerdir.

Boğaz’daki Aşiret bir buçuk yüzyılı geçen zaman diliminde, Osmanlı ve Türk devlet yaşamında bir çok önemli kişiyi Türkiye'ye kazandırmıştır.

Mustafa Celalettin Paşa’nın oğlu Hasan Enver Paşa, Nazım Hikmet, TKP kurucusu Zeki Baştımar, Orgeneral Turgut Sunalp, yazar Refik Erduran, Oktay Rıfat, Samih Rıfat gibi yazarlar, Orgeneral Ali Fuat Cebesoy, Mehmet Ali Aybar, Rasih Nuri İleri, Nihat Sargın, Celal Nuri İleri, Suphu Nuri İleri, Abidin Dino, Namık Kemal, Abdin Paşa, Numan ve Nermin Menemencioğlu, Halikarnas Balıkçısı, Şirin Devrim, Prof.Dr .Suna Kili, futbolcu Sabri Dino, Ali Niyazi ve benzeri bir çok tanınmış isim, Borzenski sülalesinden gelen Polonya asıllı olup, daha sonraları Boğaz’daki Aşiret üyeleri olarak Türk toplum ve siyaset yaşamında önde gelen roller oynamışlardır.

İmparatorluktan, Cumhuriyete geçerken ve Batı dünyasından modernizm Türkiye'ye gelirken, bu gibi göçmen ve dönme ailelerin öncülük ve taşıyıcılık görevi üstelendikleri görülmüştür.

Boğaz'daki Aşiret, bir kitabın adı ve o kitaba adını veren bir ailenin tanımlamasıdır ama, günümüzde İstanbul Boğazının kıyılarında yaşayan beş bin aileye verilen ortak isim haline de gelmiş durumdadır. TÜSİAD’a üye olan beş yüz zengin işadamı aileleriyle beraber yaşadığı İstanbul Boğazı o kesimin akrabalarıyla birlikte zaman içerisinde yeni bir Boğaz Aşireti yaratmıştır.

Boğazın kıyısını yalayan sulara kapısı açılan yalıların sahipleri ile İstanbul Boğaz’ının en güzel manzaralarına sahip o tepelerin üslerindeki villalarda yaşayanlar, günümüzün Boğaz Aşiretinin uzantılarıdır.

İstanbul Boğazı gibi cennet bir bölgeyi kendi aralarında parselleyenler, Boğazların korunmasıyla ilgili mevzuatı hiçe sayarak, her geçen gün daha fazla yayılmaktalar, dönem dönem aldıkları inşaat izinleriyle, dükalıklarını pekiştirmektedirler. İstanbul’u aynı zamanda borsa ve sermaye merkezi konumuna getiren Boğazdaki yeni aşiret, İstanbul üzerinden bütün Türkiye'yi yönetebilmenin arayışı içindedir.

Sahip oldukları para gücüyle önlerine çıkan her şeyi satın almaktan çekinmeyen Boğaz Aşireti, aynı zamanda bütün basın ve medya organlarını da satın alarak, özel çıkarları doğrultusunda bunları kullanmaktan çekinmemektedirler. Para gücü medya gücüne dönüşürken, aynı zamanda siyaseti yönlendirmekte ve aşiretin çıkarlarına uygun düşen yeni siyasi modeller ya da politikalar, Boğaz kıyısındaki yalılardan ortaya çıkmaktadır.

Aşiret, Boğaz kıyısında rüzgarların serinliğinde, kendisini serin devlet olarak derin devletin yerine koymakta, insanın kanını donduran bir çok uçuk fikir ya da öneri, Boğaz Aşiretinin çıkarları doğrultusunda serin devletin üyeleri tarafından serin kanlıkla dile getirilerek savunulabilmektedir.

Borzensky sülalesi ile başlayan bu gelenek yeni transfer edilen yeni yetme zenginlerle desteklenmekte ve giderek Türkiye Cumhuriyetinin geleceği ile oynamaya kadar varan sorumsuzluklar ağı, kıyı boyunca genişlemektedir. Türk milletinin ve devletinin açıkça kaderini belirleyen kararlar Boğaz kıyısında alınmakta, daha sonra bu kararlar patronlar aracılığı ile siyaset sahnesindeki aktörlere dikte edilmektedir.

İstanbul Boğazında yaşayan beş bin zengin aile Boğazdaki Aşiret olarak, Türk milletinin ve devletinin kaderini belirleme hakkını ve yetkisini açıkça kendisinde görebilmektedir. TÜSİAD üyesi beş yüz zengin işadamının ötesinde, bunların yerli ve yabancı ortakları da devreye girmekler ve aşiret bağları para ilişkileriyle giderek genişlemektedir. Bu durum, Boğazdaki Aşiret üzerinde fazlasıyla heyecan yaratmakta ve zamanla kendilerini Bizans ya da Osmanlı İmparatorluğunun merkezinde hissettirmeye başlamaktadırlar.

Emperyalizm, bu durumu fark edince hemen Yeni Bizans, Yeni Osmanlı projelerini, Boğazdaki Aşireti taşeron yerine koyarak gündeme getirmiştir. Her türlü ortaklığa razı olan aşiret mensupları, bu projelerin kendi ülkelerinin ulusal çıkarına uygun olup olmadığına dikkat etmeden, dışarıdan gelen bütün önerilere balıklama atlamakta ve yabancıların Türkiye'deki temsilciliğini hiç kimselere bırakmamaktadırlar.

Para gücü ve ortaklıklar her türlü hedefi ve bu yoldaki girişimleri mubah hale getirmektedir. Bir anlamda vahşi kapitalizmin Makyavelist yol ve yöntemleri, Boğazdaki yeni yetme aşiret için geçerli olmakta, yabancıların emperyalist ya da Siyonist önerilerine bile hemen angaje olmaktadır. Boğazın iki kıyısını sarmış olan para babalarından oluşan yeni kapitalist aşiret her yönü ile mütareke İstanbul'unu günümüzde başarıyla temsil etmektedir.

Mütareke İstanbul’u teslim olan başkent demektir. Birinci Dünya Savaşı sonrasında İngiliz donanmasının İstanbul Boğazına girmesiyle birlikte, Boğazdaki aşiret ve benzerleri hemen teslim olmuşlar ve İngiliz ya da Amerikan mandası altında yeni bir Bizans İmparatorluğunu, Almanya ve Rus saldırılarına karşı gerçekleştirmek için çaba göstermişlerdir. Rumlar İngiliz. Ermeniler, Fransız mandası ararken, Yahudiler de geleceğin müstakbel İsrail projesini gerçekleştirebilmek üzere, Amerikan mandası peşinde koşmuşlardır.

Mütareke İstanbul'u aslında; gayrimüslim kimliğinin öne çıktığı, Türklüğü ve Müslümanlığın devre dışı bırakıldığı bir işbirlikçiliğini gerçekleştirmiştir. Mütareke İstanbul'u geleneği bugün Boğaz'daki Aşiret aracılığı ile İstanbul'da devam etmektedir. Dün Ulusal Kurtuluş Savaşının önderi Mustafa Kemal'e çapulcu diyen Mütareke İstanbul’unun teslim olmuşları, bugün de Türkiye’nin çıkarlarını savunan milliyetçileri ve de ulusalcıları gericilik ya da faşistlikle suçlamakta ve böylece kendi liberal işbirlikçiliklerini mazur göstermeğe çalışmaktadırlar. Basın ve medya köşelerini sermayeye satılarak dolduran, bunların temsilcileri ekonomik çıkarlar uğruna ulusal çıkarları devre dışı bırakabilmenin yollarını aramaktadırlar.

İstanbul Boğazı’nın güzelliklerini, sahip oldukları para gücüyle satın alan Boğaz'daki Aşiret, yine para gücüyle Türkiye'yi ve Türk milletinin kaderini, uluslararası tekelci sermayenin desteği ile satın almağa çalışmaktadır. Misakı Milli sınırları içinde yaşayan Türk ulusunu tanımazlığa gelen, kozmopolit bir yapı içinde yeniden bir Bizans oluşturma özlemindeki misyoner kuruluşlarıyla ortak çalışmaları gündeme getiren Boğaz'daki gayrimüslim Aşiret’in, Türkiye Cumhuriyeti’nin kaderi ile oynamağa hakkı yoktur.

Türk ulusunun bir milli kurtuluş savaşı vererek kurduğu Türk devleti, Yani Bizans özlemi içindeki misyoner kuruluşlarının çalışmalarının oyun alanı değildir. Çok uluslu şirketlerin önderliğinde gündeme gelen yabancı dayatmalarının giderek Türkiye'ye egemen olmasında, Boğazdaki Aşiret fazlasıyla taşeronluk yapmaktadır. Bu durum da Türkiye'nin ulusal çıkarlarına açıkça ters düşmektedir. Bir anlamda Boğaz'daki Aşiretin çıkarları ile Türk milletinin ulusal çıkarları birbiriyle ters düşmektedir. Boğaz'daki Aşiret Türklüğü ve Türk olmayı reddetmiş ve tıpkı eskisi gibi Bizans döneminin kozmopolit yapısı içinde, gayrimüslim bir kimliğin geleceğini aramıştır. Boğaz'daki Aşiret'in, Ulusal Kurtuluş Savaşını küçük gören, Türk milletini dışlayan, Ankara'daki Türk devletini yok sayan olumsuz tutumları davam ettiği sürece, Türkiye’de yaşayan insan topluluğunun ulusal bütünleşmesini gerçekleştirmek son derece zor olacaktır.

Küreselleşme dönemiyle birlikte, Boğaz’daki Aşiret'in tarihten gelen gayrimüslim ve gayri Türk tutumu, giderek yükselme göstermiştir. Sahip oldukları para gücüyle, İstanbul basınını Bizans medyasına dönüştürmüşler ve her yönü ile Türkiye’nin ulusal kimliği ile ulus devletine saldırıyı, bir alışkanlık haline getirmişlerdir.

Kendi içlerinden seçtikleri bazı temsilcileri ya da para ile satın aldıkları bazı Türk vatandaşlarını siyasete yönlendirerek onları finanse etmişler ve son dönemlerde anti ulusal siyasetinin oluşmasında, emperyalist merkezlerle birlikte Boğaz'daki Aşiret ortak hareket etmiştir. Basın ve medya ile halkı uyuşturma dönemi artık son noktasına gelmiştir.

Eskisi gibi kapitalist sistemin çıkarları doğrultusunda halkı uyutamayacağını gören Boğaz'daki Aşiret mensupları, Türkiye'yi bir iç çatışma ortamına sürükleme senaryolarını destekleyerek, kapalı toplantılarda halkın bilinçlenmesini sağlayan demokrasiye karşı çıkarak, sermaye çevrelerinin çıkarlarını koruyacak ve onlara bekçilik yapacak bir diktatörlüğün arayışı içine girmektedir.

Türk ulusu; Cumhuriyet devleti ve demokrasi rejimi ile kendi geleceğini güvenceye alma çabası içindeyken, Boğaz’daki Aşiret’in kendi zenginliklerinin peşinde koşması ve bunların korunması için bekçilik yapacak bir diktatörlüğün arayışı içine girmesi, yine Türkiye'nin ulusal çıkarlarına ve Türk demokrasisine ters düşen bir durumdur. Misakı Milli sınırları içinde, Boğaz'daki Aşiret'in değil ama Türk milletinin ulusal egemenliği geçerli olmalıdır.

Önümüzdeki dönemde; ya Türk milleti yeniden egemen olacak ve Boğazdaki Aişret’in çıkarları sınırlanacak ya da Boğazdaki Aşiret, küresel sermaye ile ortaklık içerisinde hegemonyasını artıracak, bunun sonunda Türk devleti ve milleti sıkıntı çekmeye devam edecektir. Türk devletinin güçlenmesi ve Türk milletinin mutlu bir düzene kavuşa bilmesi için; Bozaz’daki Aşiret’in anayasa ve yasal çerçevede denetim altına alınması gerekmektedir.
Açık İstihbarat

KİM BU EJDER?
23 Haziran 2011

"(darbeler) ...Peki, karar verici bunlar (askerler) değilse kim, dediğinizi duyar gibiyim. Hepsine hükmeden, sözünü dinleten kim gerçekten? Kod adı Ejder!.."
Önce Avni Özgürel daha sonra Taha Kıvanç sordu... Kim bu Ejder?

İnan Kıraç'ın merkezinde yer aldığı "seçim tahmini polemiği" seçimler öncesinin en önemli polemiklerinden biriydi. Kıraç'ın 12 Haziran seçimleri ile ilgili tahmininin medyada yer bulmasıyla başlayan polemik, Başbakan Erdoğan'ın "Bir işadamının bu işlere bulaşması ciddi risktir" sözleriyle yeni bir boyut kazanmıştı.

Dünkü Hürriyet gazetesinde yer alan habere göre ise İnan Kıraç, bu polemik sonrasında, 9 Haziran günü AK Parti Genel Merkezi'ne giderek Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'la görüştü. Bu görüşme kulislere "helalleşme" olarak yansıdı.

1,5 SAAT BEKLEDİ ÖZÜR DİLEDİ

Bugün Takvim gazetesinde yer alan haber ise görüşmenin arka planını ortaya çıkarttı. Görüşmek için AK Parti Genel merkezine giden İnan Kıraç, burada Başbakan'ın Özel Kalem'inde tam 1,5 saat bekletildi.

Kıraç görüşmede, "CHP kazanacak" gibi bir sözünün olmadığını belirterek işadamları olarak böyle bir siyasi tartışmanın içine girmelerinin yanlış olacağını söyledi. Kıraç'ın ardından da Başbakan'dan özür dilediği bildirildi.

"NE OLDUM DEMEMELİ"

Bugün köşesinde bu konuya değinen bir başka gazeteci ise Zaman gazetesinden Taha Kıvanç oldu. "Ne oldum dememeli..." başlıklı yazısında konuya değinen Kıvanç satırlarını şöyle sürdürdü, "Hürriyet'in dünkü manşetine göre, İnan Kıraç helâlleşmiş Tayyip Bey'le... Ziyaret sırasında sadece 'yerli oto' konusunu mu konuşmuşlardır acaba? Merakı galip gelip "Böyle bir iddiaya girmek nereden çıktı İnan Bey?" sorusunu da yöneltmiş olabilir mi Başbakan Erdoğan?

Ya da, Vatan'dan Sanem Altan'ın gündeme taşıdığı, suikasta kurban girmiş basın mensuplarından Çetin Emeç'in eşinin, "Katili yakalandı, ama mahkum edilenin gerçek katil olduğunu sanmıyorum" dediğini öğrenince, "Bitmiş, kapanmış bir konuyu niçin açıyorsun?" diye azarlamak için telefon etmesinin sebebini sorgulamış mıdır? Dostlardan bazıları "Helâlleşmek için önce özür dilenmeli" görüşündeler; ben farklı düşünüyorum... Ama merakların karşılıklı tatmini için vesiledir önemli bir işadamının seçimden güçlenerek çıkmış iktidar partisinin lideriyle görüşmesi..."

Taha Kıvanç'ın yazısının son satırları ise şu şekildeydi: "Dün Radikal gazetesinde Avni Özgürel 'Ejder' adını verdiği birinden söz ediyordu. İlk karşılaştığımızda "Ejder de kim?" diye sormayı düşünüyorum. "

KİM BU EJDER?

Taha Kıvanç'ın sözünü ettiği Radikal gazetesinden Avni Özgürel'in dünkü köşesinin başlığı ise "Ejder yine kendini göstermeye başladı."

Özgürel'in, "Yeni CHP’nin inşası ve anayasa referandumu sürecinde yüzünü örten şapkayı, simasını perdeleyen gözlüğünü çıkarmasıyla varlığı hissedilmeye" başladı dediği Ejder, yine Özgürel'e göre seçim öncesinde "CHP'ye inancı giderek arttı. Genel seçimde Kılıçdaroğlu'nun yanında yer alacaktı."

Özgürel'in yazısının asıl vurucu kısmı ise şuydu: "(darbeler) ...Peki, karar verici bunlar (askerler) değilse kim, dediğinizi duyar gibiyim. Hepsine hükmeden, sözünü dinleten kim gerçekten? Kod adı Ejder!.."

Radikal Yazarı Avni Özgürel'in "Ejder yine kendini göstermeye başladı" başlıklı yazısı:

Olayları izahta iki farklı yaklaşım var... Bunlardan biri, görünene bakıp hükme varmak. İsabet oranı fazla yüksek olmayan, ancak pratik, çabuk, zahmetsiz bir yol bu. Hemen örnekleyeyim: 1972’de Sofya’ya kaçırılan THY yolcuları uçakta rehin tutulurken, hosteslerden biri silahlı eylemciyi başına metal tepsi vurmak suretiyle etkisiz hale getirmiş ve olayın sonlanmasını sağlamıştı. O an fotoğraflanıp olayı bilmeyenlere gösterilse ve “Burada saldırgan kim” diye sorulsa alınacak cevap, görünüşe bakarak hükme varmak dediğim durumdur... Abdi İpekçi’yi öldüren kişinin ülkücü camiaya mensup olduğunu öğrenince bunu yeterli sayan, kanaate varmak için daha ötesini araştırmaya gerek görmeyen tavırdan söz ediyorum.

Kestirme yolları seviyoruz

Türkiye’nin gerçeği, bu anlayıştan kaynaklanan hüküm listemizin hayli kabarık olmasıdır.

Turgut Özal’a suikast düzenleyen kişinin ruh hastası olduğunu belgeleyen rapora itibar etmek, Hrant Dink suikastı, Rahip Santoro cinayeti, Zirve Kitabevi katliamı ve benzeri hadiselerde faillerin tamamının 18 yaş eşiğinde yani çocuk mahkemesinde yargılanması gereken kişiler olmasını tesadüf saymak türünden hükümlerdir sözünü ettiklerim... Ya da ‘laik rejimin elden gittiği, şeriat tehlikesinin tırmandığı, Atatürk’ün emaneti cumhuriyet, devrimler ve çağdaş yaşam tarzının tehdit altında olduğu’ gerekçesine dayandırılarak sunulan askeri darbe seçeneğini ‘Madem durum bu denli vahim...’ diyerek makul görmek gibi.

Netice: Yanılgı!..

Darbeleri sahnede duran üç-beş generalin arzusu/ eseri/ marifeti zannetmek de –şayet gerisinde gerçeği perdeleme kastı yok ise- işte böylesi bir kestirmecilik! Tıpkı, fırsat ele geçtiğinde söz konusu kişileri yargı önüne çıkarmak için yapılan gösterilerin, boş vakitleri eylem yaparak değerlendirme arzusunun siyaset kalıbına dökülmesinden farkı olmadığı gibi.

Senaryosunu yazdığım ‘Zincirbozan’ sinema filmi bu sığlığa itirazdı..
Peki, gerçek sorumlu kim? Yani darbecilerin arkasında gölgede duranlar kim?
Bu sorunun cevabını ararken işaret parmağımızın gösterdiği iki hedeften biri Washington... Yani uluslararası sisteme hükmeden; ekonomik/siyasi/askeri güç dünyasının isimli isimsiz patronları ve onlar adına sahnenin önünde fotoğraf veren Beyaz Saray/Pentagon/CIA üçlüsü...

Bunlar hakkında doğru/yanlış/komplo teorisi vs. ama hayli şey yazıldı.
Darbelerin yerli ayağı konusuna gelince, bilinen sadece üniformalı takımın kendi arasındaki ilişki... İktidar Oyunu’nda bir oranda yazdım ama ötesi hâlâ sır... Ergenekon soruşturması dolayısıyla ortaya çıkan delil ve işaretler sebebiyle tutuklanmış kimi üst düzey muvazzaf/emekli subayın, akıl hocası mevkiinde görünen birkaç siyasetçi, gazeteci, akademisyen ya da hukukçuyu çarkı kuran/kontrol eden kişiler zannetmek akla ziyan...

Gazetelerde okudunuz... Kenan Evren, Tahsin Şahinkaya 12 Eylül 1980 darbesi konusunda ifadeye çağrıldılar. Önemsiz mi bu? Önemli. Eski 1. Ordu Komutanı Org. Çetin Doğan’ın, eski Hava Kuvvetleri Komutanı İbrahim Fırtına’nın, eski Deniz Kuvvetleri Komutanı Özden Örnek’in ve çok sayıda emekli/muvazzaf subayın tutuklanması da önemli... Ama unutulmaması gereken bir husus var: Bunlar geçmişte hangi mevkii işgal etmiş olurlarsa olsunlar, kendi başlarına ne karar verme ne darbe yapma ehliyetine/kabiliyetine sahip kişiler...

Esas karar verici

Peki, karar verici bunlar değilse kim, dediğinizi duyar gibiyim. Hepsine hükmeden, sözünü dinleten kim gerçekten?

Kod adı Ejder!.. Aslında siyasetle fazla ilgili olduğunu düşünmediğimiz, farklı konumda, farklı ilgileriyle tanıdığımız biri o. Siyaset sahnesinde siluetini yakın zamanda görmeye başladık... Görünmek istediğinden, bilinmekte sakınca görmediğinden değil. Siyasi haber ve yazılarda adının anılması, en son isteyeceği şeydi onun. Ama hem arkasına saklandığı güç katmanları yırtıldıkça yüzü seçilir oldu hem de varlığını göstermesi, kendisine inananların beklediği moral destek açısından kaçınılmaz hale geldi...

Yeni CHP’nin inşası ve anayasa referandumu sürecinde yüzünü örten şapkayı, simasını perdeleyen gözlüğünü çıkarmasıyla varlığı hissedilmeye başladı. Yarışı kazanamayacağını biliyordu Kılıçdaroğlu’nun ama apar topar sokulduğu yarışta yeteneklerini sınamak istedi onun. Medya desteğinde stabil/steril bir ortam oluşturdu onun için... Kamuoyunda düşüncesine, sözüne itibar edilen kim varsa elini/dilini tuttu. Ahalinin evet’le hayır arasında kıl payı denge olduğuna inandırılmasının, sonucu nasıl etkileyeceğini görmek istiyordu. TOBB, TÜSİAD, Türk-İş, DİSK... Sustular!.. Tayyip Erdoğan’ın ‘Bitaraf olan bertaraf olur’ zorlamasına rağmen hiçbiri hizayı bozmadı. Hepsine sözünü geçirmişti Ejder!.. Ve seçmenin yüzde 42’si ‘Hayır’ dedi. Ona göre bu iyi neticeydi. Başa güreşecek kıvama geldiğini düşündüğü CHP’ye inancı giderek artıyordu... Genel seçimde Kılıçdaroğlu’nun yanında yer alacaktı!..

Seçim umudu tutmadı

Kim bu, diyorsunuz. Söyledim, tanıdığınız, iyi bildiğiniz biri o... Bilmediğiniz, siyasetle bu denli ilgili olduğu... Hani, 2001’de birileri hükümetteki varlığına ihtiyaç kalmadığını düşündükleri MHP’yi koalisyondan atıp DSP ve ANAP’ın yanına Tansu Çiller’i yerleştirerek hükümet etme planı yaparlarken cürmü meşhut halinde yakalanmışlardı. Kurguyu yapan kişi o... Yurtbank patronu Ali Balkaner’in mahkeme ifadesinde “Bizler 18 büyük aileyiz. Hepimizin bağlı olduğu bir başkanımız var. 18 büyük aile bir havuz oluşturduk. Tüm ekonomi bunların elinde toplanıyor. İstanbul Menkul Kıymetler Borsası’nı manipüle eden kişi, bizim bağlı olduğumuz başkanımızdır. Tokyo Borsası’nda 800 milyon dolar kaybetti, bana mısın demedi” diye tarif ettiği kişi...

Seçim neticesi beklediği gibi olmadı Ejder’in... CHP yüzde 26’da kaldı. Oysa Kılıçdaroğlu’nun yüzde 30’u aşacağını ummuştu o. Tablo beklediği gibi çıksa asker bürokrasinin sesini yükseltmek için cesaret kazanacağını, Silivri’de rahatlama olacağını, AK Parti, özellikle Tayyip Erdoğan için tehlike çanları çalmaya başlayacağını hesaplamıştı. Olmadı!..

Bu durumda yıldı, gözü korktu, pes etti mi derseniz, elbette hayır!.. Çılgın proje yapmak sadece siyasetçilere mahsus ayrıcalık değil. Ayının kırk hikâyesi var, kırkı da armut üstüne!..

aktifhaber
_________________
Bir varmış bir yokmuş...
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Önceki mesajları göster:   
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> DÜNYA BİR İNKILÂP BEKLİYOR Tüm zamanlar GMT
1. sayfa (Toplam 1 sayfa)

 
Geçiş Yap:  
Bu forumda yeni başlıklar açamazsınız
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz
Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız


Powered by phpBB © phpBB Group. Hosted by phpBB.BizHat.com


Start Your Own Video Sharing Site

Free Web Hosting | Free Forum Hosting | FlashWebHost.com | Image Hosting | Photo Gallery | FreeMarriage.com

Powered by PhpBBweb.com, setup your forum now!
For Support, visit Forums.BizHat.com