EntellektuelForum Forum Ana Sayfa EntellektuelForum

 
 SSSSSS   AramaArama   Üye ListesiÜye Listesi   Kullanıcı GruplarıKullanıcı Grupları   KayıtKayıt 
 ProfilProfil   Özel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapınÖzel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapın   GirişGiriş 

TC'nin DiB'i

 
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> ÇÖPLÜK
Önceki başlık :: Sonraki başlık  
Yazar Mesaj
admin
Site Admin


Kayıt: 31 Arl 2006
Mesajlar: 831
Konum: Belarus

MesajTarih: Cum Ağu 01, 2008 12:33 am    Mesaj konusu: TC'nin DiB'i Alıntıyla Cevap Gönder

Barış Terkoğlu: Yeni Diyanet İşleri Başkanı'nın Adil Öksüz bağlantısı dudak uçuklatacak
17.09.2017

Çiçeği burnunda Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Erbaş daha çok tartışılmaya devam edecek...

Çiçeği burnunda Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Erbaş daha çok tartışılmaya devam edecek.

Evet, Erbaş FETÖ’nün en önemli platformlarından biri olan KADİP/Kültürlerarası Diyalog Platformunun yönetim kurulu üyesiydi.

Evet, FETÖ'nün Abant Toplantıları'nın müdavimleri arasındaydı.

Evet, Erbaş FETÖ'nün kapatılan Kimse Yok Mu Derneği'nin etkinliklerinde vitrine çıkıyor, onlar için "gönül erleri" diyordu.

Keşke sadece bu kadar olsaydı!

15 Temmuz darbesinin merkezi Akıncı Üssü'ydü.

15 Temmuz'un "yazılabilmiş tarihi"ne göre Akıncı Üssü'nde FETÖ'nün beyni ise Adil Öksüz'dü.

Nasıl olduysa o gece gözaltına alınan Öksüz, "tarla bakmaya gitmiştim" dedi, serbest bırakıldı ve zeytinyağı gibi kaçıp gitti.

Hala aranıyor...

Malum; Adil Öksüz, Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'nde Yardımcı Doçent'ti.

Herkesin bildiği sır, Adil Öksüz'ü 1994 yılında henüz bir yüksek lisans öğrencisiyken üniversiteye alan ve okulda himaye eden isim eski Dekan Prof.Dr. Suat Yıldırım'dı. FETÖ sanığı Yıldırım, 4 Eylül 2015'te firar etti.

Yıldırım, Sakarya'da İlahiyat Fakültesi'nin kurucuları arasındaydı, "üniversitenin imamı" olarak biliniyordu. Belki de tüm bu nedenlerle Sakarya İlahiyat Fakültesi, FETÖ'nün kalelerinden biriydi.

Şimdiki Diyanet İşleri Başkanı Erbaş işte bu fakülteden çıktı. Suat Yıldırım'la hem okulda hem FETÖ kurumlarında beraber çalıştı.

Tabii Adil Öksüz'le de.

Gelelim konumuza.

Sahi Adil Öksüz'ün doktora tezi neydi?

YÖK arşivinde Öksüz'ün 2003 tarihli tezi "Ceza Hükümleri açısından Tevrat ve Kuran" başlığını taşıyor.

Dinlerarası Diyalog Projesi'ne uygun şekilde, iki kitabı Ceza Hükümleri açısından karşılaştırıyor.

Tavır olarak iki kitabın ceza kanunlarının benzeştiğini öne süren Öksüz, Tevrat'ın ceza hükümlerinin zina ya da cinayet gibi suçlarda sanılanın aksine Kuran'dan daha sert olduğunu öne sürüyor.

Şaşırtıcı değil, Öksüz'ün tez danışmanı Suat Yıldırım'dan başkası değil.

Öksüz, Yıldırım'ın danışmanlığında hazırladığı tezini juriye sunarak "doktor" ünvanını kazandı..

Peki bu juri kimlerden oluşuyordu?

Öksüz'ü "doktor" yaparak akademide önünü açan isimler kimlerdi?

Hayatın "tesadüfleri" şaşırtıcı!

Zira, Öksüz'ün jürisinde gözümüze hemen çiçeği burnunda Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş çarpıyor.

Malum, Suat Yıldırım'dan söz ettik. FETÖ çatı davasında sanık olan Yıldırım, şu an firarda.

Jürideki diğer isim, FETÖ'nün ekran yüzlerinden, STV programcısı ve İlahiyat Fakültesi Tefsir Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Davut Aydüz darbeden sonra tutuklandı.

Jürideki Muhammed Aydın, halen Sakarya Üniversitesi Temel İslam Bilimleri Bölümü'nde akademisyen ve son günlere kadar adı Erbaş'la birlikte Diyanet İşleri Başkanı adayları arasında geçen isimdi. (Nedense Diyanet'in başına geçeceği düşünülen isimler, hep Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'nden...) Aydın'ı sık sık TRT'de dini programlarda görebilirsiniz.

(Foto: Muhammed Aydın, Cumhurbaşkanı ile selfie’de gülümserken)

Jüride Sakarya'dan olmayan, Marmara Üniversitesi'nde görevli kişi ise Yakup Çiçek. Kamuoyunda son olarak intihal davasıyla gündeme gelen ve bir konferansta başkasının tebliğini sunmasını "sehven oldu" diyerek ceza almaktan kurtuan Çiçek, Marmara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi'nde ve Yakın Doğu Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi'nde öğretim üyeliği yapıyor.

İşte belki de Türkiye tarihinde bugünden bakıldığında "ne tezmiş, ne juriymiş, ne savunmaymış" dedirtecek Adil Öksüz'ün doktorasının kısa öyküsü böyle.

Tezin kaynakçaları arasında olmasa olmaz tabii ki Fethullah Gülen de var.

FETÖ'nün polis örgütlenmesini yazan "İmamın Ordusu"nun yazarı Ahmet Şık'ın FETÖ'yle suçlandığı, FETÖ'yü ekranlarda suçlayan Kadri Gürsel'in telefonunda Bylock olan isimlerden aldığı basmakalıp mesajlarla FETÖ'ye bağlandığı, FETÖ ile ilgisiz olduğu açık olan birçok akademisyenin KHK'larla sorgusuz sualsiz üniversiteden atıldığı Türkiye'de, darbenin mimarlarından Adil Öksüz'ü "doktor" yapan çalışma arkadaşı Ali Erbaş, Diyanet İşleri Başkanı oldu.

Keşke biraz Adil Öksüz'ü anlatsa, ama herkese FETÖ dersleri verecek!

Sahi, 15 Temmuz darbesi başarılı olsa, Ahmet Şık nerede Ali Erbaş nerede olurdu?

Gerçekten 15 Temmuz başarısız mı oldu?

Barış Terkoğlu

Odatv.com

Mehmet Görmez yalan mı söyledi: O gece salalaları kim okutmuş?



15 Temmuz gecesi MİT’te olan Mehmet Görmez darbeyi eşi Hatice Hanımdan öğrendiğini söylüyordu.. Sala okutma fikrininde kendisinden çıktığını söylemişti...

Türkiye Gazetesi'nden Batuhan Yaşar çok ilginç bir bilgi paylaştı. İşte o yazı...
O gece salaları Mehmet Görmez okutturmadı!
En baştan söyleyelim..
Bu yazıda hiçbir kurum ve kimse hedef alınmamıştır..
Bu yazı tarihe not düşmek ve o kanlı gecede yaşananlara ışık tutması için yazılmıştır..
Diyanet İşleri Başkanlığı Türkiye’nin göz bebeği kurumlarından bir tanesi..
Ülkenin en büyük gücü, dinamosu..
Ama çok daha iyi olacak..
Bir zümreyi değil de bütün Türkiye’yi kucaklayacak..
Bütün Anadolu ile bütünleşecek..
Biz hep beraber Türkiye’yiz..
Kutlu Doğum Haftası ile ilgili tartışmaları hatırlarsınız..
Diyanetten sorumlu Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş TGRT’de, 2018’den itibaren Kutlu Doğumun Rebi'ul-evvel ayının 12’sinde yani hicri takvime göre idrak edileceğini açıklamıştı.
Belli ki devletin zirvesinde fikir birliği ve bir konsensüs oluşmuş..
Bakan Bey de bunu söyledi..
Sonra Din İşleri Yüksek Kurulu toplandı..
Ve hepimizi şoke eden o karar açıklandı:
-“Eskisi gibi yine nisan ayında sabit kalacak!”
Neyse konumuz bu değil.. Ama her şey bu tartışma ile başladığı için hatırlatmak istedik..
MİT MÜSTEŞARI KİME KARŞI SORUMLU?
Hürriyet’ten Abdülkadir Selvi yazdı.
O gece Mehmet Görmez’in MİT’te yemekte olduğunu öğrendik.
15 Temmuz gecesi Hakan Fidan'la yemek yiyen Mehmet Görmez darbeyi kimden öğrendi
Ama olayın öznesi bu değil..
MİT’te olan Mehmet Görmez darbeyi eşi Hatice Hanımdan öğrendiğini söylüyordu..
Burada iyi niyet yok..
Çok açık MİT Müsteşarı Hakan Fidan hedefe konulmuş..
Peki Hakan Fidan kime karşı sorumlu?
Mevcut kanuna göre Başbakan, değişen Anayasa’ya göre de Cumhurbaşkanı'na..
Dolayısıyla MİT Müsteşarı'nın öyle bir ortamda kimseye detay verme, şöyle oluyor, böyle oldu deme gibi bir zorunluluğu yok..
SAAT 02.00’YE KADAR GÖRMEZ’E ULAŞILAMADI...
Darbe gecesi MİT’ten ayrıldıktan sonra yine anlattıklarından, Mehmet Görmez’in kızının evine gittiğini telefonunu kapattıktan sonra kartını ve bataryasını çıkardığını öğreniyoruz..
Telefon kapatılınca veyahut bataryası çıkartılınca ne olur?
1-Kimse size ulaşamaz..
2-Siz de kimseyi arayamazsınız..
Mesela X şehrinin müftüsünü arayacaksınız..
Numara nerede kayıtlı?
Cep telefonunuzda..
Ama cep telefonunuz kapalı..
Burası çok önemli olduğu için tekrar yazıyorum:
Ne arama yapabilirsiniz ne de size ulaşılabilir..
Başbakan Binali Yıldırım ve Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş da Görmez’i aradı ama telefonu kapalı çıkıyordu.. Öğrendiğimize göre Görmez’e saat 02.00 sularında ulaşılabilmiş..
ÇANKAYA KÖŞKÜ'NDEKİ TELEFON TRAFİĞİ
Artık darbenin hissedildiği anlar başlamış, Başbakan Yardımcıları, bakanlar, bürokratlar Çankaya Köşkü'ne çoktan ulaşmıştı..
Yoğun bir telefon trafiği yaşanıyordu..
Başbakan’a bilgi veriliyor.. Bakanlar birbirlerini arıyordu..
Daha henüz sokaklar boştu.. F-16’lar göğü yırtarcasına uçuyordu..
İşte o anlarda Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Şeref Malkoç TBMM Başkanı İsmail Kahraman’ı aradı:
-“Darbe oldu ne yapıyorsunuz?”
İsmail Kahraman'dan şu cevabı aldı:
-“Abdestimi aldım TBMM’yi açmaya gidiyorum…”
SALA FİKRİ TRABZON’DAN...
Saatler 23.00’ü gösterirken Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Şeref Malkoç’a Trabzon’dan bir telefon geldi:
-“Milleti harekete geçirelim.. Camilerden ezanlar, salalar okutalım.."
Öğrendiğimize göre, Şeref Malkoç vakit geçirmeden önce Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş’u ardından da Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’ı aradı..
Her iki Bakana da Trabzon’dan gelen “salalar okunsun.. millet harekete geçirilsin” teklifini iletti..
“Çok iyi olur.. Diyanet İşleri Başkanımıza söyleyelim hemen” cevabını aldı..
Ama Mehmet Görmez’in telefonu kapalıydı..
Ama ezanların, salaların da hiç vakit geçirilmeden okunması gerekiyordu..
Peki Diyanet teşkilatını kim harekete geçirecekti?
Şeref Malkoç hemen 1 milyon üyesi bulunan Memur-Sen Başkanı Ali Yalçın’ı aradı..
Zaten irtibat hâlindeydiler:
-“Nasıl yaparız.. Bu işi hemen halletmemiz lazım” dedi..
Daha henüz Cumhurbaşkanı TGRT ve diğer haber kanalları ile ‘Face-Time’ bağlantısını yapmamış..
Memur-Sen Başkanı Ali Yalçın anında Diyanet-Sen ile irtibata geçti..
Ardından bütün Türkiye’ye Diyanet-Sen tarafından şu SMS mesajını gönderiyordu:
“Camileri açın, ezan ve salalar okuyun.. Milleti sokağa çağırın..”
İşte saatler tam 23.31’i gösterirken bütün camilerden ezanlar, salalar okunmaya başladı..
Ayrıca Ülke TV’den Turgay Güler de benzer çağrıları defalarca yapmıştı..
O ezan sesinin stüdyomuza ulaştığı anı hatırlıyorum..
Bir anda moralimiz yerine gelmişti..
Kameraman arkadaşlarımın gözlerinin içi parlamıştı..
Tepemizde sonic patlamalar yapan F-16’larla ilk mücadele işte böyle başlamıştı..
***
Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ yeni Diyanet İşleri Başkanı'nın yakında atanacağını açıkladı..
Duyduğumuza göre 4-5 isim üzerinde çalışılıyor..
Önümüzdeki hafta da atama işlemi büyük ihtimalle gerçekleşir..
Diyanet İşleri Başkanlığı çok önemli bir kurum..
Kapısını bütün Anadolu’ya ardına kadar açmalı.. Herkesi kucaklamalı...
....
(*)15 Temmuz 2016 gecesi yaşananlarla ilgili kişilerin "o günkü" görevleri yazılmıştır.
Etiketler:
Mehmet Görmez MİT Darbe gecesi

Kaynak: Patronlar Dünyası

Diyanet'in 'Kutlu Doğum Haftası'na 'Başkanlık' ayarı: Ertelendi
30.03.2017



Diyanet’in 2017 Yılı Kutlu Doğum Haftası Talimatı’nda, “Kutlu Doğum Haftası etkinlikleri, 17 Nisan 2017 tarihinde başlatılacaktır” ifadeleri kullanıldı. Tarih değişikliğinin anayasa değişikliği referandumunun 16 Nisan’da yapılacak olmasına dayandırıldığı öğrenildi.

2008’den bu yana 14-20 Nisan arasına sabitlenen ‘Kutlu Doğum Haftası’, bu yıl referandum nedeniyle 17 Nisan’da başlayacak.

Cumhuriyet’ten Sinan Tartanoğlu’nun haberine göre, Diyanet ‘Kutlu Doğum Haftası’nı bu yıl anayasa değişikliği referandumundan bir gün sonra, 17 Nisan’da başlatma kararı aldı.. 1989 ile 2008 yılları arasında Diyanet, Kutlu Doğum Haftası’nı “hicri takvime göre Mevlit kandiline tesadüf eden tarihlerde” kutladı.
Ancak daha sonra, “kutlama tarihlerinin değişken olması nedeniyle vatandaşların zihninde bir ‘kutlu doğum haftası’ bilinci oluşturulması hususunda yeterli olmadığı” belirlendi. Bunun üzerine Kutlu Doğum Haftası’nın “sabitlenerek” 2008 yılından itibaren 14-20 Nisan tarihlerinde kutlanması kararı alındı. Sabitleme, 2010 yılında “Kutlu Doğum Haftası ile Camiler ve Din Görevlileri Haftasını Kutlama Yönetmeliği”ne yansıtıldı.

Etkinlikler her yıl 14-20 Nisan tarihleri arasında düzenlendi. Bir tek geçen yıl 9 Nisan - 20 Nisan tarihlerine denk getirildi. Bunun da Başbakanlık talimatı ile yapıldığı ifade edildi. Ancak hiçbir zaman “bu tarihlerin dışında program düzenlenmemesi” ilkesi gereği 20 Nisan tarihinden sonrasına sarkmadı.
BirGün

Sayıştay raporu: Diyanet’te 23 milyon lira ‘buharlaşmış’
03 Ekim 2015



Sayıştay’ın denetim raporu, Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez’e tahsis edilen makam aracıyla gündeme gelen kurumun 2014 yılı bütçesinde 23 milyon liranın adeta ‘buharlaştığını’ ortaya koydu.

BirGün gazetesinden Nurcan Gökdemir’le Hüseyin Şimşek’in haberine göre, harcama hakkında Sayıştay’a bilgi vermeyen Diyanet’in konuyla ilgili yanıtı “Gelecek yıl bilgileri veririz” oldu.

Diyanet, 2014 faaliyet raporunda iç ve dış mali denetim sonuçları hakkında özet bilgilere yer verilmediği tespitinde de bulunan Sayıştay’ın buna ilişkin sorusu üzerine ise kendini “Sehven olmuş” diyerek savundu.
Cumhuriyet

Müftünün görevi ezanın sesini kısmak değil, düzgün okunmasını sağlamaktır!
Murat BARDAKÇI
mbardakci@htgazete.com.tr
18 Ağustos 2010
Habertürk'ün önceki günkü manşetinde hâlâ konuşulan ve daha günlerce konuşulacak olan güzel bir haber vardı: Aslı Sözbilir'in yazdığına göre, istanbul Müftüsü Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, çirkin sesli müezzinler tarafından okunan ve hoparlörlerden yüksek volümle verilen ezanları belli bir noktada sabitleyecek bir âlet arayışına girmişti!
Bu çaba, tam Türkçesi ile ezanın sesinin kısılması teşebbüsüdür ve bir müftünün, hele İstanbul gibi ezanları tarih boyunca dinî musikinin şâheseri olmuş eski bir imparatorluk başkentinin müftüsünün görevi ezanın sesini kısmak değil, iyi müezzinler tarafından çok daha mükemmel şekilde okunmasını sağlamaktır.

ÇÖZÜM, KISMAK DEĞİLDİR
Senelerden buyana ben de söyleyip yazıyorum: Bize mahsus olan ve dinleyene asırlar boyunca ruh sükûnu veren ezan, özellikle de "Üsküdar tavrı" denen kıraat, yani okuyuş biçimi artık tarihe intikal etmek üzeredir. İstanbul ezanının yerini makamdan ve tavırdan bîhaber müezzinlerin kerih bağırtıları almış, ezan işitene "Aziz Allah" dedirtmek yerine "Lahavle" çektirir olmuştur ama daha da vahimi, Türk ezanının birçok yerde Arap tavrının zevksiz bir taklidi şeklinde okunur hâle gelmesidir.
Ezanın bozulmasının asıl sebebi, Diyanet İşleri Başkanlığı'nın müezzin kadrolarını seneler boyunca eşin-dostun tavsiyesi ile gelenlerle yahut milletvekillerinin seçim bölgelerinden gönderdikleri basit dinî tahsil sahipleri ile doldurmasıdır. Müezzin seçiminde ne musiki yeteneğine, ne de ezanı okuyacak olan kişinin müzik kulağının olup olmadığına bakılmış, sadece "Hâmil-i kart yakinimdir" şeklindeki talepler yerine getirilmiş ve ezan neticede bu hâle gelmiştir.
İstanbul Müftüsü'nün ezanın düzgün okunmamasına takometreli çareler aramaya çalışırken "Araplaşma" tarafını gözardı etmesinin sebebini bilmiyorum. Ama tekrar söyleyeyim: Müftüler ezanın sesini kısmakla değil, güzel okutmakla mükelleftirler. Hele bu konuda "takometre" gibi takozumsu ve zevkten uzak benzetmeler yapmak, bürosu imparatorluğun meşihat binası, yani şeyhülislâmın makamı olan İstanbul Müftüsü'ne hiç yakışmaz! Prof. Dr. Çağrıcı'ya düşen, ortaya böyle Karakuşî fikirler atmak değil, eğitime dayanan estetik çareleri hayata geçirmektir.

MEHMED ÂKİF HATA ETMİŞ!
Meselenin vahim bir tarafı daha vardır: Birinci Dünya Savaşı sonrasında uğradığımız felâket senelerinde İstanbul'a hâkim olan işgal kuvvetlerinin bile ezanın sesini kısmayı hatırlarına getirmemiş, bu konuda bırakın en ufak bir teşebbüse girişmelerini, imâda bile bulunmamış olmalarına rağmen, İstanbul'da bugün ezanın sesinin nasıl kısılacağının yolunu arayan bir müftümüz bulunmaktadır.
Meğerse, Kurtuluş Savaşı senelerinde okunan hutbelerde seneler boyu "Bu ezanlar susmayacak" diyen âlimler büyük yanlış yapmışlar, Mehmed Âkif de İstiklâl Marşı'nda ezandan sözettiği mısrada "Ebedî yurdumun üstünde benim inlemeli" derken hata etmiş!
Ortodokslar'ın Sümela Manastırı'nda 88 sene aradan sonra ilk defa âyin yapmalarına izin verdiğimiz günlerde, İstanbul'un müftüsü, Ortodoks Patriği'nin bile ruhlarına kendi dinince dua ettiği padişahların payitahtından yükselen ezanın sesini kısmanın yolunu arıyor...
Velhâsıl tuhaf, çok tuhaf bir memleketiz!
habertürk

Tarihî camilere bu tuhaf mahyaları kim astırdı?
07 Ekim 2009
İstanbul'un kurtuluşunun yıldönümü kutlamaları çerçevesinde tarihi camilere asılan alışılmamış mahyalar dikkatleri çekti.

İstanbul'da Camiler İşgal Edildi!

İstanbul'daki camilerde tek parti dönemini aratmayacak görüntüler. Camilerdeki mahyalara öyle yazılar yazıldı ki "yuh" dedirtecek cinsten. İşte o yazılar...

İstanbul'un kurtuluşunun yıldönümü kutlamaları çerçevesinde tarihi camilere asılan alışılmamış mahyalar dikkatleri çekti.
İstanbul Müftülüğü'nün bilgisi dahilinde hazırlandığı öğrenilen mahyalar, önceki gün Sultanahmet, Eyüp ve Süleymaniye gibi selatin camilere asıldı. Süleymaniye'deki mahyada 'Ne Mutlu Türküm Diyene' ifadesi yer alıyor. Sultanahmet Camii'nde ise 'Ordumuza Şükran Borçluyuz' cümlesi kullanılmış. Eyüp'e asılan mahyada 'Önce Vatan' ibaresi dikkat çekiyor. Mahyalar, tek parti döneminde de (1923-1946) 'ideolojik' mesajlar vermek için kullanılmıştı. İşte tek parti döneminden bazı mahyalar: 'Müslümanlar Cumhuriyetperverdir', 'Var ol İnönü.'

İstanbul'daki bazı camilere İstanbul'un kurtuluş yıldönümü nedeniyle asılan mahyalar dikkat çekti. "Ne mutlu Türküm Diyene", "Ordumuza Şükran Borçluyuz", "Önce Vatan" gibi ibarelerin yer aldığı mahyalar dün gece ışıklandırılırken bu gece tepki üzerine söndürüldü.

İstanbul'un düşman işgalinden kurtuluşunun 86. yıldönümü nedeniyle İstanbul'daki bazı camilere asılan mahyalar dikkat çekti. Süleymaniye Camii'ne asılan "Ne Mutlu Türküm Diyene", Eyüp Sultan Camii'ne asılan "Önce Vatan", Sultanahmet Camii'ne asılan "Ordumuza Şükran Borçluyuz", Yeni Cami'ye asılan "Milli Birlik Esastır" yazılı ibareler dün geceye kara ışıklandırıldı. İddiaya göre, gelen tepkiler üzerine bu gece mahyaların ışığı söndürüldü.

Süleymaniye Camii çevresindeki esnaflar, ilk defa Ramazan ve kutsal geceler dışında ışıklandırılmış mahya gördüklerini ve bugüne kadar da "Ne Mutlu Türküm Diyene" ifadesinin yer aldığı bir mahyaya rastlamadıklarını belirtti.
aktifhaber

Minarelerde 'Var ol İnönü'lü zamanlar
05 09 2009
Ramazan gecelerini aydınlatan mahyalar, laik Cumhuriyet'in ilk yıllarında 'Var ol İnönü', 'Para Biriktir' ifadeleriyle parlıyordu! İşte o zamanlar:

Ramazan'ın Türkiye'ye ait geleneklerinden biridir mahyalar.

Ramazan coşkusunun bir göstergesi olarak, sadece Türkiye'deki camilerin minareleri arasında yüzyıllardır yaşayan bu gelenek, Cumhuriyet'in yıllarında şimdiki örneklerden çok farklı amaçlar için kullanılmış.

500 YILLIK GELENEK

Mübarek gün ve gecelerde halkın ibadeti için gece boyu açık kalan camilerin kandillerle donatılması, İslâmiyet`in ilk asırlarına kadar uzanan bir gelenek..

<<TIKLA>> İŞTE O ZAMANLARDAN ARŞİVLERE KALAN GÖRÜNTÜLER

Osmanlılarda ise bu geleneğin 16'ncı yüzyılın ikinci yarısına, İkinci Selim dönemine kadar uzandığı biliniyor. Yaptırılan camilerde minare sayısı fazlalaştıkça mahya geleneği de yaygınlaşmış. Minareler arasına gerilen iplere, kandil ya da ampullerle yazılan yazılarla ışık huzmeli mahyalar oluşturulmuş.

Bu yazılar `Fetih suresinin ilk ayeti, `Maşallah`, `Bismillah`, `Leyle-i Kadir`, `Hoş geldin yâ Ramazan`, `On bir ayın sultanı`, `El-Firak`, `Elveda`, gibi dini mahiyette ifadeler yer alırdı. En meşhur mahyalar ise Süleymaniye Camii`ne kurulurdu.

MAHYALARIN 'SİYASALLAŞMASI'

Cumhuriyet devrinde ise mahyalar devletin mesajlarını halka ulaştırdığı bir pano gibi kullanıldı zaman zaman... Liderlerin adları minareler arasına yazıldı, Sultanahmed Camii`nin minareleri arasına 'Para biriktir` mahyası, Fatih Camii minarelerine Cumhuriyetin `30. yıl kutlu olsun`, Edirne Selimiye Camii'ne `Atatürk` ve `Var ol İnönü` mahyaları asıldı.

Konu üzerinde araştırmalar yapan İsmail Kara, mesajların muhtevasının dönemlere göre değiştiğini söylüyor. Örneğin Millî Mücadele yıllarında 'Yetimleri koru, Şehitlere fatiha, Hilal-i ahmeri unutma, Para biriktir, Yerli malı kullan' gibi yardımlaşma ve savaş mağdurlarını gözetmeye dönük mesajlar, vurgular var. Kara'ya göre, bu mahyalar bize Türkiye'de siyasi merkez ve toplumun din meselesine nasıl baktığını gösteriyor.

'Müslümanlar Cumhuriyetperverdir' yazan bir mahya da bulunduğunu ifade eden Kara, laik bir rejim olma kararındaki Cumhuriyet'in mahyaları araç olarak kullanmasını 'siyasallaşma' olarak yorumluyor.

İsmail Kara'ya göre, mahyalara estetik açıdan olduğu kadar halkın katılımı açısından da bakmak gerek. Sadece üstün bir zevke işaret etmiyor. Heyecanına ve zevkine hitap ederek halkı dinî atmosfere doğrudan dâhil ediyor. 1950'lere kadar zeytinyağıyla yanan kandiller kullanılarak hazırlanan mahyalar, o tarihlerde elektrikle yakılmaya başlanıyor.
haber7

AKP İKTİDARINDA YAŞANAN BU KEPAZELİĞİN BİR ÖRNEĞİ CHP'NİN TEK PARTİ DİKTATÖRLÜĞÜ DÖNEMİNDE YAŞANMIŞTI:

Yaşa varol İnönü!
Engin Ardıç

Başlığa bakıp da "herif kafayı yedi" ya da "küfürlere dayanamayıp döndü" diye düşünmeyiniz... Çünkü bu bir "alıntıdır", ben yazmadım, zikrettim.

Bu bir "mahya"... Ramazan mahyası... Dinle imanla ilgisi olmayan, "bu yıl hac mevsimi Kurban Bayramı'na denk geldi" diye düşünebilen "alakasız" vatandaşlar için açıklayayım: Hani şu Ramazan aylarında bir minareden öbür minareye uzatılan çeşitli yazılar... Hani iftar vaktinde, ezan okununca ışıkları yanar... Saati olmayan, ezanı duymayan bile ışıkları görünce "iftar topunun atıldığını" anlar hani... (Minare nedir diye soracaksanız, müezzinin "şarkı söylediği" yerdir diyebilen şaşkınlar da yaşıyor bu ülkede!)

Mahya, başka bir Müslüman ülkesinde yok, bir tek bize özgü... Eskiden yağ kandilleriyle yapılırdı bu ışıklandırma işi, günümüzde elbette elektrik ampulleriyle yapılıyor.

Bir tür televizyon haber bülteni, bir tür pano gibi, diyebilirsiniz. O çağın kitle haberleşme aracı.

Günümüzde, artık gereksiz, fakat "şirin" bir uygulama, hoş bir gelenek, "couleur locale"...

Artık hiçbir işlevi kalmamış Ramazan davulcusu gibi bir şey.

Fakat ne yazılır bu mahyalarda? "Hoş geldin ey on bir ayın sultanı" gibi şeyler... "Bismillah, maşallah" gibi kelimeler...

Yani dini içeriği olan, "İslami" mesajlar verilir. Bu da çok doğaldır. Hiçkimse Selimiye'ye "Jesus Christ" yazacak değildir ya...

Ama "Kızılay'ı unutma" yazılmıştır bir zamanlar.

Peki, biz şimdi bir imamla anlaşsak, ya da Diyanet İşleri Başkanı'nı, müftü efendileri ikna etsek, diyelim Süleymaniye minarelerine reklam versek... Yarın akşam ezan okununca siz de denizin ortasından bile şakır şakır şu cümleyi görseniz: "Ey iman edenler, SABAH Gazetesi okuyunuz!"... Böylece "camilerarası" çekişme de başlasa... Fatih Camii de "Hürriyet ekibi Mekke'yi keşfetti" mahyasını patlatsa... Derken Sultanahmet minarelerinde "şampiyon Cimbom", Beyazıt'ta "bastır Kanarya" mahyaları belirse... Sinan Paşa Camii'nde de "çarşı her şeye karşı" mahyasını okusak tabii.

Böyle rezillik olur mu? Olmaz.

Ama bir zamanlar, cumhuriyetin şu anlı şanlı "ilk döneminde" mahyalara neler yazılmış neler...

En çarpıcı olanı "VAR OL İNÖNÜ"...

Yarın bir imam aşka gelip "yaşa Recep Tayyip" yazdırsa, tozunu atarlar tozunu, kemiklerini sıyırırlar...

Ama bakın "şanlı ordu" yazarsanız kimse ağzını açmayacaktır.

Daha başka sloganlar da atılmış otuzlu ve kırklı yılların mahyalarında: "Para biriktir", "yerli malı kullan" gibi şeyler.

"Tayyare" bile çizilmiş ayyıldız içine... Türk Hava Kurumu, ya da "Türkkuşu" reklamı...

Hiçkimse ağzını açamamış, çünkü ağzını açmak yasakmış.

Fakat "karşıdevrimciler" bu mahya "platformunu" kendilerine yontmamışlar. Hiçbir caminin hiçbir minaresinin hiçbir mahyasında "varol Celal Bayar" ya da "kurtar bizi Menderes" gibi bir slogan görülmemiş.

İsteseler yapamazlar mıydı? "Devletin sürekliliğini" halka göstermek için canım, hani İnönü'nün paralardan Atatürk'ü kaldırıp kendi resmini koydurması gibi?... Bu, devletin sürekliliğini gösterirmiş, İnönü şakşakçıları öyle diyorlar.

Yapmadılar. "Dini" mesajlara, mahyanın asıl amacına geri döndüler, "hoş geldin ey mübarek Ramazan", falan filan.

Onun için de uğramadıkları hakaret kalmamıştır o günden bugüne...

Halkın niçin CHP'ye oy vermediğini hâlâ merak ediyor musunuz? Etmeye devam ediniz.
Sabah

Başbuğ imam, camiler kışla, mahyalar fıkra
09 Ekim 2009
Feride'nin Günlüğü

Ceylanın ölümü vicdanınıza mahya olsun paşam!

Feride’nin atı: Uff sırtımı acıtıyorsun nerden çıkardın bu mahya asma işini?
Feride: Diyanet işleri KURMAYLIĞI'ndan çıkardım.
Feridenin atı: Hayda...
Feride: Oku bakalım ne yazıyor

NAMAZ KILANLAR CAMİYE GİREMEZ.

Feridenin atı: Niye içerde ordu mu var?
Feride: Sence yok mu subayları namaz kılıyor diye kışladan atan paşalar namaz kılan cemaati camiden atmaz mı ?
Feridenin atı: Sahi feride bu ordu mahyaların da kahyası mı oldu?
Feride: Bence diyanet ordunun markası oldu .
Feridenin Atı: ORDU BİZE BİR CEYLAN BORÇLUSUN yazsaydın ya!
Feride: Aaaa öyle şey olur mu biz ŞÜKRAN borçluyuz şükran borçluyuz(!)

ŞÜKRAN BORÇLUYUZ(!)
iki minare arasına göbeğinden slogan çıkartan ORDUCUlara, darbe körükleyen militarist tellallara, POSTALı TAKUNYA üzerine koyarak takkeden spolet çıkaran rulocu diyanet komutuna, bold diktaya amin deme yolunu minareye çakıp, dil din, ırk gözetmeksizinle başlayan Latin hutbeleri, mahalle imamlarına postalayan EMİR BÜYÜK YERDENCİ adamlara

ŞÜKRAN BORÇLUYUZ(!)
utanmasalar darbe günlüklerinden copy pase eyleyerek mahyalık CUNTA MANİLERE alkış tutacak çelişik halkçılara, dış güçlerin kaymağı denince, yoğurdu federal sağmacıların sütünden çıkaran üniter ÇINGIRAKÇILARA, irtica geliyor kaçın deyip yanlışlıkla camiye yapışan girmişken de “bakalım bizim ordudan kimler var” diyerek imamın arkasında inanç fişleyen işgüzarlara,

ŞÜKRAN BORÇLUYUZ(!)
gelişmiş ülkelerden sadece obeziteye önlem tavsiyelerini alan fakat bütün bu ülkelerin ordusundaki “DİN SUBAYI” uygulamasını bere altı yapan, hatta kışlalarındaki camileri görmezden gelerek sadece mahyalık sloganlarda devrim cemaati oluşturanlara ve minareyi çaldırıp kılıfını iyi hazırlamayarak “ BİZİM BİR ŞEYDEN HABERİMİZ YOKTU” gibi fetvalık savunmalar yapan DİYANET İŞLERİNE şükran borçluyuz(!) diyordu feride.

“MAHYA DEĞİL POSTAL AS” İKİ MİNARE ARASI EN KISA CÜMLE BUDUR!
Esra Elönü - Haber 7
eelonu@mynet.com

Rahle yüzünden, imam ve müezzin karakolluk oldu
Bursa'nın merkez Yıldırım ilçesi Ertuğrulgazi Mahallesi'ndeki Merkez Camii'nde Kur'an-ı Kerim öğreten 2 yıllık imam N.Ö. (38) ile 20 yıllık müezzin S.A. (64) rahle yüzünden tartıştı. İddiaya göre, ders esnasında müezzin imamdan rahle istedi. İmam da rahleyi vermeyince tartışma çıktı. Cami dışında devam eden kavgada imam müezzinin başına sandalye ile vurdu. Cemaatin araya girmesiyle kavga büyümeden önlenirken, imam ve müezzin karakolluk oldu. Her iki taraf da birbirinden şikayetçi olunca, imam ve müezzin savcının talimatıyla serbest bırakıldı. 03.07.2009 netgazete

Köyü beğenmeyen imam, yerine başkasını gönderdi
Nevşehirli olan Mehmet İ., 2 yıl önce Boyalı, Dalbaz ve Gökçeler obalarının birlikte kullandığı 1949 yılında yapılan Yemşen Camii'ne imam olarak atandı. Göreve başlamadan önce birkaç arkadaşıyla birlikte köye gelen ve Nevşehir'de ticaretle uğraştığı öne sürülen Mehmet İ., köyü gezdikten sonra Yemşen'den ayrıldı. Köyü ve lojmanı beğenmediği iddia edilen imam, yerine bir arkadaşını kendisiymiş gibi Yemşen'e gönderdi. Köye gelen ve köylüler tarafından hafız olduğu söylenen Mustafa Y. isimli kişi, 2 yıl boyunca Yemşen'de imam olarak görev yaptı. Köyde görev yapan imamın gerçek imam olmadığını tespit eden müftülük yetkilileri, bayramdan 2 gün önce köye gelerek genç hafızı Kahramanmaraş'a getirdi. 22.09.2009 netgazete

CHP'li meclis üyesinin eceli, imamın aracıyla geldi
04 Nisan 2009
İzmir'in Karabağlar ilçesinde meydana gelen trafik kazasında yolun karşısındaki geçmek isteyen Gaziemir Belediyesi CHP Meclis Üyesi Hasan Koyun, İsmail Hakkı Albayrak (48) yönetimindeki otomobilin çarpması sonucu olay yerinde can verdi. Sürücü Albayrak gözaltına alınarak Karabağlar Polis Merkezi'ne götürüldü.
Edinilen bilgiye göre kaza, saat 00.30 sıralarında Yeşillik Caddesi, Kaymakkuyu ışıklarda meydana geldi. Gaziemir Belediyesi CHP Meclis Üyesi Hasan Koyun (49), yolun karşısında bulunan otomobiline binip evine gitmek için Yeşillik Caddesi'nden karşıya geçmek istediği sırada Konak'tan Karabağlar yönüne giden İsmail Hakkı Albayrak yönetimindeki 09 DK 261 plakalı otomobilin altında kaldı. Çarpmanın etkisiyle yolun karşı şeridine fırlayan Koyun olay yerinde can verdi. Kazayı gören çevredekiler durumu polis ve sağlık ekiplerine bildirdi. Olay yerine gelen ekipler, Koyun'un olay yerinde yaşamını yitirdiğini belirledi. Meclis üyesi Koyun'a çarptıktan sonra olay yerinden kaçan Albayrak, Yeşillik Caddesi, Mezarlık karşısında polis ekipleri tarafından yakalandı. İsmail Hakkı Albayrak'ın Aydın, Dolamaç Merkez Camii'nde imam olduğu belirtildi.
netgazete

HÜRRİYET İHBAR ETTİ! BAKALIM DİYANET NE YAPACAK?
26 Aralık 2008



Aydın Doğan 'ın Hürriyeti yine bildik ve Batıcı-Hristiyan kültürü övücü yayına sahiplik etti....
Hürriyet internet sitesinde yer alan habere göre Balıkesir'in Müftülük sitesi Yılbaşı denilen Hristiyan Kültürünü kötüleyerek ona Rezalet demiş ve Hürriyet Diyanet işeri Başkanının yaptığı ''Yılbaşı evrensel kültürün bir parçasıdır''açıklamasına dayandırdığı haberinde diyanete bağlı müftülüğü yine Diyanete ihbar etmiş.........
Diyanetin evrensel kültürdür açıklaması ile Hürriyetin haberini karşılaştırdığımız da ...Acaba Diyanet ile Hürriyet ortak mı çalışıyor şüphelerini aklımıza getirmektedir...!



İşte hürriyet te geçen ifadeler .......

BALIKESİR’deki camilerde bugün ilginç bir hutbe okundu. Balıkesir Müftülüğü’nün resmi internet sitesinde de yer alan hutbede, “Bazı müslümanlar aslında bizim dinimizle örf adetimizle, uzaktan yakından hiç ilgisi, alakası olmayan yılbaşı rezaletleri ve karnavalına katılmak için bütçe hesabını yapmaktadırlar” denildi.

Diyanet İşleri Başkanı Prof.Dr. Ali Bardakoğlu’nun ‘yılbaşının evrensel kültürün bir parçası’ olduğuna yönelik açıklamalarının ardından, bugün Balıkesir’deki camilerde okunan bir hutbe kafaları karıştırdı.

Balıkesir Müftülüğü’nün resmi internet sitesinde de yer alan İl Hutbe Komisyonu tarafından hazırlanan hutbenin başlangıcında, “Miladi takvime göre 2008 yılını da geride bıraktık. Maddi ve manevi kazanç ya da kayıplarla dolu olan koskoca bir yıl daha ömür takviminden yaprak yaprak kopup gitti. Ömrümüzden kopup giden koskoca bir yılın muhasebesini yapmalıyız. Geçirdiğimiz bir senenin değil, her günün akşamında ‘Bugün ne yaptım, yaptığım işlerimde dünya ve ahirete yararlı olanları var mıdır’ diye düşünmeliyiz. Bu hususta yüce rabbimiz bir ayet-i kerimede mealen şöyle buyuruyor: Ey iman edenler; Allah’tan korkun. Herkes yarın (kıyamet günü) için önden ne göndermiş oldu? Buna baksın. Allah’tan korkun. Çünkü Allah, ne yaparsanız hakkıyla haberdardır” denildi.

Bizde Müftülüğün Sitesinde ki CUMA HUTBESİNİ '' bulduk işte o hutbenin tamamını siz okuyucularımızın insiyatifine sunuyoruz...

İL : BALIKESİR >
AY-YIL : Aralık 2008

TARİH : 26. 12.2008 (4. Hafta)

بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اتَّقُوا اللَّهَ وَلْتَنظُرْ نَفْسٌ مَّا قَدَّمَتْ لِغَدٍ وَاتَّقُوا اللَّهَ إِنَّ اللَّهَ خَبِيرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ

Muhterem Kardeşlerim!


Milâdî takvime göre 2008 yılını da geride bıraktık. Maddî ve mânevî kazanç, ya da kayıplarla dolu olan koskoca bir yıl daha ömür takviminden yaprak yaprak kopup gitti. Ömrümüzden kopup giden koskoca bir yılın muhasebesini yapmalıyız.
Geçirdiğimiz bir senenin deĝil, her günün akşamında “bugün ne yaptım, yaptığım işlerimde dünya ve âhirete yararlı olanları var mıdır” diye düşünmeliyiz. Bu hususta Yüce Rabbimiz bir âyet-i Kerime’de meâlen şöyle buyuruyor: “Ey iman edenler! Allah’tan korkun. Herkes yarın (kıyamet günü) için önden ne göndermiş olduĝuna baksın. Allah’tan korkun. Çünkü Allah, ne yaparsanız hakkıyla haberdardır.” (1)

Değerli Kardeşlerim!
Samimiyetle itiraf edelim ve kabul edelim ki; bizler, günlük, aylık ya da yıllık yapmış olduĝumuz işlerin muhasebesini yaparken, işin hep maddi cephesini düşünüyor, bugün para ve mal olarak ne kazandım” diye bunun hesabını inceden inceye yapıyoruz. Ama, Allah’ın rızasına uygun olarak hangi işi yaptım, âhiret hayatım için âyet-i celilenin ifadesi ile “önceden ne gönderdim” sorusunu kendimize bir türlü sormuyoruz, soramıyoruz!... Bu konuda kendimizi hesaba çekmiyoruz. Halbuki Peygamberimiz şöyle buyuruyor: “Hakiki mü’min, dünyası için âhiretini, ahireti için de dünyasını terketmeyen (kişi) dir.” (2) Diĝer bir hadiste de: “Hiç ölmeyekmişsin gibi dünyan için, yarın ölecekmişsin gibi de âhiretin için çalış” (3) buyurarak, dünya için çalışırken ahireti de unutmamak gerektiĝini ifade etmektedir.
Koca bir yılı geride bırakarak, dünya ve ahiret işlerimizin muhasebesini yapacaĝımız bir yılın son günlerine geldik, bu

günlerde ömrümüzden kopup giden 365 günün hesabını vermek mecburiyetindeyiz. Hani Efendimiz buyuruyor: “Hesaba çekilmeden önce kendinizi hesaba çekiniz…” (4) Bizler bu hesabı vermeyi aklımıza getirmezsek elbetteki bir gün bu hesap bizden sorulacaktır.

Bunu düşünmemiz gerekirken, ne yazıkki bazı müslümanlar aslında bizim dinimizle örf âdetimizle, uzaktan yakından hiç mi hiç ilgisi, alâkası olmayan “yılbaşı rezaletleri ve karnavalına” katılmak için bütçe hesabını yapmaktadırlar.
Değerli Müslümanlar!
Ne yazık ki geçen bir yılın muhasebesini yapan, ömründen koca bir yılın koptuĝuna hiçte aldıran yok gibidir. Ama çarşı-pazara baktıĝımızda bazı hazırlıkların yapıldıĝını hemen farkediyoruz. Bu hazırlıklar neyin nesi? Bu hazırlıklar yılbaşı kutlamanın hazırlıklarıdır. Yılbaşı eğlencesini kutlamak için onlara özenenler istedikleri gibi kutlayabilirler. Ya bizler! Biz kimiz, neyiz? Neden bu yılbaşını kutluyoruz. Ömrümüzden bir yıl daha geçti diye sevincimizden mi? Halbuki ömrümüzden bir yıl daha gitti diye üzülmemiz gerekir.

Bizler neden bu anlamsız, örf ve âdetimizle ilgisi olmayan eğlencelere neden rağbet ediyoruz.

Deĝerli kardeşlerim!
Madde hırsına kapılarak memleketlerine sıĝmayan istîlâcı millet ve devletler, başka devletleri baskı altına almayı âdet haline getirmişlerdir. Onlar, bu istîlâlarını çeşitli usûl ve yollarla yapmaktadırlar. İşte onların bu yollarından birisi de, başka milletlerin inançlarını sarsmaktır. Yılbaşı eĝlenceleri, çam kesip evlere koymaları… hep bu cümleden olan oyunlarındandır.

Biz Müslümanlar için yılbaşı gecesinin diğer gecelerden hiç farkının olmadığını bilmeli, geçen yılın muhasebesini yapmalı ve gelen yılın maddî-manevî açıdan iyi geçmesi için çalışmalı ve dua etmeliyiz.

--------------------------------------

1-Haşir 18

2-Kenzül Ummal, c.3, s.238, 6336

3- Câmiu’s-Sagîr, 2:12, Hadis No:1201.

4-Tirmizî, Kıyame, 25


HAZIRLAYAN : Hutbe komisyonu
Anahaber

İmam cami bahçesinde bıçaklandı
01 Ağustos 2008
İzmir'in Bornova ilçesinde bir imam, cami bahçesinde tanımadığı bir kişi tarafından bıçakla yaralandı.
Bornova'daki Fatih Camii'nin imamı Muhsin Sagsoz (43), caminin bahçesinde tanımadığı bir kişiyle karşılaştı.
Akli dengesinin yerinde olmadığı ve dengesiz hareketlerde bulunduğu ileri sürülen kişi, bahçenin temiz olmadığını söyleyerek imam Sagsoz'u bacağından bıçakla yaraladı.
haber7

DiB Caferi imamları kadroya alacak
15 Aralık 2008
Türkiye, hükümetin Alevi açılımını konuşurken Diyanet İşleri Başkanlığı önemli bir adım atıyor
Alevi dedelerine Diyanet'te kadro verilmesine karşı çıkan başkanlık, Caferi imamları kadroya alacak.

Doğu Anadolu Bölgesi başta olmak üzere Türkiye'nin dört bir yanında fahri olarak görev yapan Caferi imamların kadroya alınabilmesi için 17-26 Aralık tarihleri arasında sınav yapılacak. Yaş sınırının 50 olacağı sınava, halen devletten maaş alan, vekil olarak görev yapanlar giremeyecek. Eğitim seviyesi olarak ise en az ilkokul mezunu olma şartı aranacak. 160 kişinin kadro alacağı sınav için 27 Kasım'a kadar başvurular alındı. Adaylar, sınav yerlerini il müftülüklerinden öğrenebilecek.

Binlerce imam adayının Diyanet'e isyanı
25 Ekim 2009
Favorilerine Ekle Diyanet İşleri Başkanlığı'nın imam açığını kapatmak için yaptığı 'Din Görevlileri Yeterlilik Sınavı'nında mülakata giren 45 bin adayın birçoğu mağdur olduklarını iddia edip, Diyanet'i topa tuttu. Hasan Karakaya da bunu köşesine taşıdı
Hasan Karakaya'nın köşe yazısından ilgili bölüm:

Hani, “ateş düştüğü yeri yakar” diye bir atalar sözü vardır ya; gelen “telefon, faks ve e-mail”lerden anlıyorum ki; herkesin derdi başka ve herkesin derdi, “en önemli” dertlerden...

Bizler, burada, amiyane tabiriyle hemen her gün “Türkiye’yi kurtarmaya” uğraşırken, herkesin “kendi derdine düştüğünü” göremiyoruz...

Biliyorsunuz; günlerdir “açılım”lardan söz edip, kâh Azerbaycan’a veya Erivan’a, kâh “dağdan inenler”in “sınırdaki şovu”na uzanıyor ve olan-biteni kendi aklımızca yorumlamaya çalışıyoruz...

Bunlar, “Türkiye’nin geleceği” adına, elbette “tarihi önem”de gelişmeler!.. Bir “yanlış” yapılmaması ve “akan kanın durması” için yoğun çaba harcıyoruz... Ama, şu da var: “Milyonların problemi”ni gündeme getirirken, “onbinlerin problemi”ni görmezden gelmek gibi bir lüksümüz olamaz!.. Hem, dedik ya; “Ateş, düştüğü yeri yakar!”

Meselâ, adam “imam hatiplik yeterlilik sınavı”na girmiş de, bir “haksızlığa” maruz kalmışsa, ne “açılım”ları umursar, ne de “darbe plânları”nı!.. Öyle ya; önce “iş” bulup “karnını doyursun” ki, etrafına bakmaya mecali olsun!..

ASIL YETERSİZ OLAN KİM?
Efendim, bugün sizlere “96 bin kişi”yi ilgilendiren ama yine de “gündem dışı” kalan bir konudan, evet “Din Görevlileri Yeterlilik Sınavı”ndan söz etmek istiyorum... Çünkü, tam anlamıyla “telefon, faks ve e-mail bombardımanı” altındayım...
Hemen her gün, onlarca kişi arayıp; “Diyanet’in mülâkatı”nı yazmamı istiyor.
Peki, ne olmuş “Diyanet’in mülâkatı”nda?..
Önce, bir “ön bilgi” verelim:
Efendim, Diyanet, “imam açığı”nı kapatmak için bir “sınav” yapmış... “Yazılı” sınava müracaat edenlerin sayısı “96 bin” civarında!..
Her sınavda “eleme” olduğu gibi, “yazılı sınav”da da başarılı olamayan “46 bin” civarında imam adayı elenmiş!..
Kalmış, 45 bin aday!..
Onlar için de, Ekim ayının 9 ve 10’unda “mülakât sınavları” yapılmış!.. Elbette yapılacak... Ki, kimin “ehil” olduğu, kimin “yetersiz” olduğu ortaya çıksın!..
Ne var ki;
Şimdi, işte bu mülâkat tartışılıyor!..
“Tartışma”nın konusu şu:
“Sınava girenler” mi yetersiz, yoksa sınavda görev alan Diyanet görevlileri mi?..

İMAM OLMANIN KRİTERİ NE?
Problem, “mekân”da başlıyor...
Bir “mülâkatzede” diyor ki;
“Fakir-fukarayı oradan buradan süründürerek eğitim merkezlerinde imtihana almaları ve mülâkatları bu merkezlerde gerçekleştirmeleri, ciddi bir sorumsuzluğun göstergesidir.
Ayrıca, komisyon başkanı ve komisyon üyelerinin sınav kriterlerini de anlayamadık!.. Kimi adaya; Kur’an-ı Kerim değil de ilâhi okuttular!..
İmtihanda sanki imtihan değil de sorgulanma vardı, öyle bir hava esiyordu.
Korku, panik ve heyecan hakimdi ortama.
Heyecanlanırken ve korkarken titrek Kur’an sesi herhalde komisyon üyelerini tatmin etmemiş olacak ki adayların yüzde 70’ini elemişler.”
Diyanet’in “yeterlilik sınavı”na Şanlıurfa’da katılan bir “sınavzede” ise şunları yazıyor:
“Ben, kamu yönetimi mezunu, İlâhiyat ikinci sınıf öğrencisiyim... Yazılı sınav notum 81’dir... Mülâkatta bana üç soru soruldu, üçüne de doğru cevap verdim... Sınav sonucu açıklandı: Sınavı kaybetmişim.
Neye göre kaybettim?
İmam olmanın kriteri nedir?
İmam olmak için üç dakika ve üç soru yeterli mi bilemiyorum...
Yıllardır katsayı zulmü görmüş İmam Hatip Lisesi mezunları olarak, diğer üniversitelere zaten giremedik.
Açıköğretim Kamu Yönetimi’ni bitirdim, İlahiyat’a kayıt yaptım. İkinci sınıfa geçtim. Diğer üniversite mezunları polis olabilirken; biz İ.H.L. öğrencisi olduğumuz için polis de olamıyoruz.
İmam olalım dedik, mülâkatta elendik.
Peki ne olacak bizim bu halimiz?
Ne yapalım?
Yetkililerden bir cevap bekliyorum.”

HAFIZ DA SINAVI KAYBEDERSE!
Bazı “sınavzedeler” ise, Diyanet İşleri Başkanlığı’na sorular yöneltip, bunlara cevap bekliyor.
İşte o sorulardan bazıları:
¥ “Şu an görevde olup da mülâkatta sınavı kaybeden imamların durumu ne olacak?
¥ Hem İlahiyat mezunu, hem de hafız olan arkadaşlardan sınavı kaybedenler var... Diyanet, imamların standartını bu kadar yükseltti mi?
¥ Yüksek lisans yaptıkları halde yazılıda seksen puan alan ama mülâkatta kaybeden arkadaşlar ne yapmalı?
¥ Diğer kurumlar, mülâkatlara kamera şartı getirmişler... Diyanet bir şey yapmayı düşünüyor mu?
¥ Bu sınav en son 2006’da yapılmıştı... İmam olmak için bu belge şart, bu belge için dört yıl daha beklememiz mi gerekiyor?
¥ Alınacaklar mülâkatla belirlenecekse, Diyanet’in hizmet içi kursları neden yapılıyor?
¥ Ayın 20’si itibariyle sınava itiraz edenlerin sayısı 6 Bin’i aştı... Diyanet bu konuda bir şey yapacak mı?
¥ Diyanet, İmam-Hatiplerden üniversite mezunu olanların oranını yüzde 5 olarak açıklıyor... İlâhiyat mezunları bile sınavda elenirken, standart nasıl yükseltilecek?”
Sorular bunlar... Bunlardan, benim en çok dikkatimi çeken soru şu oldu: “Diyanet, mülâkat sınavlarını iptal edip, daha ehil görevlilerle yenisini yapmayı düşünüyor mu?

DİYANET, BU SESE KULAK VERMELİ
Açık söyleyeyim:
Her sınavdan sonra böyle “itiraz” edenler, “haksızlığa uğradığını” düşünenler olabilir... Dolayısıyla, “yeterlilik sınavı”na yapılan itirazları da anormal bulmuyorum... Ne var ki; “itiraz” edip de “haksızlığa uğradığını” söyleyenlerin sayısı daha şimdiden “10 bin civarı”na ulaşmışsa, işte orada durup, düşünmek gerekir!..
Şu hâle bakın;
Sınava girenlerin sayısı 45 bin... Ama itiraz edenlerin sayısı 10 bin!..
Neredeyse dörtte biri!..
Diyanet’in, bu durumu çok iyi değerlendirmesi ve gerekirse “sınavı yenilemesi” gerektiği kanaatindeyim!..
Hele de;
“Sınavı kaybedenler” arasında; hem “İlâhiyat mezunları” ve hem de “hafızlar” varsa!..
Burada bir terslik var!..
Ya bu adamlar “imam olamayacak” kadar beceriksiz, ya da Diyanet görevlileri, “kalite”nin farkında değil!..
“Psikolojik baskı” da cabası!..
Yıllarca aşağılanmış, horlanmış, gururları incitilmiş, zulme uğramış, halen bunun ezikliğini yaşayan, bütün umutlarını “Diyanet’ten alacakları yeterlilik belgesi”ne bağlayan adayların, bir de “Diyanet görevlileri”nin hoyratça tavırlarıyla karşılaşmaları hiç de hoş olmamıştır!..
Onlara “teselli” vermek yerine, “moral”lerini bozan bu görevlilerin, karşılarına gelen adayların, “besmele” çekmelerine, dahası “Kur’an” okumalarına bile fırsat vermeden; “Geç şuraya!.. Geç buraya” şeklinde “emirvari” hitapları, hem “heyecanlanma”larına, hem de “korkuya kapılmaları”na yol açmış ki; buna hiç kimsenin, özellikle de “Diyanet’i temsil eden görevliler”in hakkı olmasa gerek!..

BU TARTIŞMA DİYANET’İ YIPRATIR!
“Böyle, birkaç dakikada bu gençler alacağı göreve uygun olarak; Kur’an okuyabiliyor mu, namaz kıldırabiliyor mu, hutbeye çıkabiliyor mu, insanlarla iyi ilişkiler kurabilir mi bunu tespit yerine, iş olsun adet yerini bulsun, yaptık mı yaptık gibilerden geçiştirilmesi, ne insafa, ne insanlığa, ne vicdana, ne de bu dine ve bu dinin mensuplarına sığmaz, sığdırılamaz.
Dinimizin gereği; vaazlarda, hutbelerde doğruluklardan, ahlâktan, haksızlıklardan bahsettirilecek sonra da bu haksızlığı ve vicdansızlığı bu kurum ve bu kurumun görevlileri yapacak.
Böyle bir haksızlık ve hukuksuzluk kabul edilemez.”
Sonuç olarak şunu söylemek istiyorum:
Diyanet, “onbinlerin sesi”ne kulak vermeli ve bu sınavı yenilemelidir!.. Ama, “insan psikolojisi”ni de bilen “ehil” görevlilerle!..
Yoksa, bu tartışma bitmez!..
İtirazlar da bitmez!..
Yıpranan, “Diyanet” olur!..
Haaa, şunu da söyleyeyim:
Bunları yazıyorum diye, hiç kimse sanmasın ki, bir yakınım bu sınavlara girmiş de, kaybetmiş!.. Yok öyle bir şey!..
Yazıyorum, çünkü ben “halkın sesi”yim!..
Diyanet İşleri Başkanı sayın Ali Bardakoğlu’nun da bu sese kulak vereceğinden hiçbir kuşkum yok!..
İnşaallah yanılmam!..
(Vakit)

İmam camide intihar etti
03 Kasım 2009
Artvin'in Ardanuç ilçesinde bir imam, görev yaptığı camide kendini astı.
Edinilen bilgiye göre, ilçeye bağlı Hamurlu köyünde görev yapan imam Cemal Kılıç (43), camide kirişe bağladığı iple kendini astı. Kılıç'ın cesedi, amcasının oğlu İsmail Kılıç tarafından bulundu. Kılıç'ın intihar etmeden önce camideki panoya ''Elveda canım, elveda camim'' yazdığı tespit edildi.
Cemal Kılıç'ın 17 yıllık evli olduğu ve çocuk sahibi olmadığı öğrenildi.
haber7

İmamlar camiye gitmeyecek!
14 Kasım 2009 TÜRK Diyanet Vakfı- Sen Genel Başkanı Hazım Zeki Sergi, hükümtin toplu sözleşme görüşmelerinde olumsuz tutumunu protesto için kamu görevlilirenin bir günlük iş bırakma eşlemi yapacağı 25 kasım günü imamların da camiye gitmeyeceğini söyledi.
Mardin'de basın toplantısı yapan Hazım Zeki Sergi, kamu çalışanlarının dert ve sorunlarını dinlemek, haklarını yasal prosedür içinde aramanın temel görevleri olduğunu belirtti. Sergi, hükümet ile şimdiye kadar 8 toplu görüşme gerçekleştirdiklerini, 2'sinde anlaşma sağlandığını, 6 toplu görüşmede anlaşma sağlanamayınca uzlaşma kuruluna gittiklerini belirtti. Sergi şunları söyledi:

HALKIMIZDAN ANLAYIŞ BEKLİYORUZ
“Hükümet, vurdumduymaz bir tutum içine girdi. Kamu çalışanlarının haklarını vereceğine, kamu çalışanlarını kamuoyuna şikayet yolunu seçiyor. Bu yanlış ve anlaşılmaz bir durumdur. Kamu çalışanı eline silah alıp, sopa alıp vatandaşın iş yerini tahrip etsin. Sözün bittiği yere geldik ve konfederasyon olarak bir günlük işi bırakma eylemi kararı aldık. 25 Kasım’da yapacağımız işi bırakma eyleminde halkımızdan anlayış bekliyoruz.”

Sendikaların aldığı eylem kararları sonrasında, sendika üyelerinin yönetici baskısı ve disiplin uygulaması ile karşılaştığını anlatan Sergi, “Sendikal kararlar doğrultusunda eyleme katılan kamu çalışanları hakkında yöneticiler disiplin uygulamaları yaptı. Yargıtay sendika üyeleri hakkında bu konuda disiplin uygulanamayacağı yönünde karar verdi. Sendikalar olarak ciddi sıkıntılarımız var. Yöneticiler, kamu çalışanlarının bazı sendikalara üye olmalarına karşı çıkıyor. Bu sosyal ve hukuk devleti anlayışıyla bağdaşmıyor. 25 Kasım’da imamlarımız da diğer kamu çalışanları gibi görevlerine gitmeyecek” dedi.
haber7

Siyasi dua eden imam açığa alındı
17:00 - Isparta Belediye Başkanı Yusuf Ziya Günaydın'ın 29 Mart seçiminden sonra görevi devir aldığı gün yapılan törende "Isparta'ya bir daha zulüm ve kötülük yaşatma Allah'ım" diye dua eden imama açığa alınma cezası kesildi. 22.12.2009 ISPARTA netgazete

Yine Rize Yine Fıkra Gibi Olay
Rize’de merkezi ezan sistemine farklı frekans karıştırılınca kentteki 170 caminin hoparlörlerinden yaklaşık 5 dakika boyunca şarkı ve türkü sesi duyuldu.
10 Ocak 2010
İl Müftüsü İlyas Serenli, dün saat 20.30 sıralarında merkezi ezan sistemi için kurulan yayın sistemine farklı bir verici ile giriş yapılarak şarkı ve türkü çalındığını söyledi.
MÜFTÜ: ÇOK HOŞ OLMAYAN SESLER

Olayı öğrenir öğrenmez görevlilerin müdahale ettiğini belirten Serenli, ''Sesleri duyar duymaz görevli arkadaşlarımız Yeni Orta Cami'deki merkezi sistemi kapattı. Sistemi devre dışı bıraktık ancak cami hoparlörlerinden çok hoş olmayan sesler çıktı'' dedi.
aktifhaber

Ey müminler AB Hayırlıdır
19 MART 2010
Avrupa Birliği Genel Sekreterliği'nden ilginç girişim. AB'yi tanıtmak için cuma hutbesi hazırlandı. Taslak hutbede AB'nin Türkiye'ye faydaları anlatılıyor ve 'Aziz müminler, AB bir Hıristiyan birliği değildir' vurgusu yapılıyor

AB'den sorumlu Devlet Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış'a bağlı AB Genel Sekreterliği (ABGS), birliğin Türkiye'ye sağlayacağı faydaları anlatmak için farklı projeleri hayata geçirmeye devam ediyor. AB'yi camide tanıtmak için harekete geçen ABGS, bu amaçla bir 'cuma hutbesi' taslağı da hazırladı.
Çalışmada AB'ye yönelik 'yanlış algılamaların giderilmesi' hedef alındı. Diyanet vize verirse, hutbe rötuşları yapıldıktan sonra okunacak.
Hutbenin ana fikrinde, İslam dininin Avrupa Birliği'nin dışında bir din olmadığı mesajı vurgulanıyor. Atatürk'ün, 'Muasır Medeniyet' idealine de vurgu yapılan taslak hutbede, AB'nin bu ideal yolunda önemli bir adım olduğu kaydedilerek, 'AB'nin gelecek nesillere fırsatlar sunacağı' belirtiliyor.
Hutbede Hazreti Muhammed'in, 'İlim, Çin'de bil' e olsa arayın' gibi hadislerine ve Kur'an-ı Kerim'in, evrensel değerleri yücelten 'Zümer' ve 'Bakara' surelerinden bölümlere de yer veriliyor.

Taslak hutbeden çarpıcı bölümler:
'Aziz müminler, yaratılmışların en seçkini olan insana büyük değer veren dinimiz, daha huzurlu bir hayatın arayışını öğütlemektedir... Avrupalılar, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra, kıtaya barış ve istikrar getirmek üzere bir birlik oluşturma kararı almışlardı. Bugün yarım milyara yakın Avrupalı, Avrupa Birliği sayesinde daha huzurlu daha müreffeh bir yaşam sürmekte. Hürriyet, akıl, bilim, eşitlik, insanlık onuru ve insan hakları gibi evrensel değerlere dayanan Avrupa Birliği bir Hıristiyan Birliği değildir. Avrupa Birliği ülkelerinde Hıristiyan nüfus çoğunluktadır; ama başka dine mensup insanlar da vardır. 18 milyon Müslüman yaşamaktadır. Avrupa'daki evrensel değerlerin hayata geçirilmesinde, İslam filozoflarının büyük katkısı olduğunu unutmayalım....'
Ezgi AKIN / ANKARA
Akşam

Avrupa Birliği hutbesi
Mehnet Şevket Eygi

Önümüzdeki cumalardan birinde camilerde Avrupa Birliği hutbesi okunacak diye kasavet çekiyordum. Çok şükür, Diyanet İşleri Beşkanı beyanat verdi, "Biz dışarıdan hazır hutbe kabul etmeyiz, konu verilmesini de istemeyiz" dedi.

12 Eylül 1980 darbesinden sonra Diyanet'e çok baskılar yapıldı. Darbeciler, militer vesayet rejimi taraftarları, Kemalistler, Sabataistler ve onlara paralel güçler dini ve dindarları rahat bırakmıyorlar.

Kur'ân Türkçe okunmalıymış...Sana ne? Biz Müslümanlar kiliselerdeki, havralardaki, Mason localarındaki âyin ve erkana karışıyor muyuz?

Diyanet üzerindeki baskılar devam ediyor. Halkın çoğunun bundan haberi yok. Mezhepler üstü bir Diyanet isteniyormuş. Sünnîlik ve Alevîlik bağdaştırılacakmış. Bazı konularda Sünnîlik ile Alevîlerin anlaşması mümkün değildir. Her iki taraf da inançlarından, temel prensiplerinden ödün vermez. Binaenaleyh bu gibi zorlamalar, manevralar iyi netice vermez.

Bir ara, Türkiye'ye Fazlurrahmancı zihniyeti hakim kılmak için yoğun çalışmalar yapılmıştı.

Diyanet üzerindeki Diyalogçu baskı da devam ediyor.

Bazı reformcular "Biz de Müslümanız ama Şeriatsız bir İslâm istiyoruz" diyorlar. Ne kadar boş ve saçma bir istek. Hiç Şeriatsız İslâm olur mu?Şeriat, Kur'ân'dan ve Sünnetten çıkartılan hükümlerin tamamına verilen isimdir.

Sık sık, bol bol tekrar etmeliyiz:

Türkiye'de lâiklik yoktur, lâikçilik vardır.

Lâikçilik İslâm'a karşı ve rakip yeni bir din gibi gösterilmektedir.

Diyanet devlete bağlı bir kurumdur, kesinlikle bağımsız, hür ve özerk değildir.

Haçlılarla ve Siyonistlerle işbirliği yapan bir cemaat Diyanet kadrolarını kendi elemanlarıyla doldurmak için yoğun ve planlı faaliyette bulunmaktadır.

Bundan birkaç yıl önce Mardin Kâzimiye medresesinde Dinlerarası âyin yapılmış, Ezanlar okunmuş, aynı anda çanlar çalınmış, papazlarla sarıklı bir Diyanet müftüsü havuz üzerindeki salaş köprüden birlikte geçmiştir. Güya bu köprü Sırat köprüsüymüş ve sözde "Üç ibrahimî din" mensupları işte böyle Cennete gireceklermiş... Diyanet hocaları elbette böyle tiyatrolarda oynamak istemezler ama baskı yapılmıştır.

Diyanet İşleri Başkanı'nı, Avrupa Birliği hutbesi konusundaki çıkışı dolayısıyla tebrik ediyorum.

23 Nisan, 19 Mayıs, 29 Ekim haftalarında okunan hutbelerde ideolojik cümleler kullanılmamalıdır. Cami minberleri resmî ideolojinin övgü makamları değildir.

Padişahların, Valide Sultanların,Sadrazamların, eski devlet ricalinin yaptırmış oldukları camilerde bâni veya bâniyelerine dua edilmesi tabiîdir ama ideolojik lâik şahsiyetlere dua edilmesi gayr-i tabiîdir.

Fitne ve fesat çıkartmak istemem ama bundan sonra böyle hutbeler okunduğunda camiyi terk etmeyi ciddî ciddî düşünmekteyim. Bunun vebali ve günahı da bana değil, Diyanet'e ve personeline râci olacaktır.
28 Mart 2010 Millî Gazete

Camiye Fanatik Müdahale
2 Nisan 2010
Sürmenli köyü Merkez Camisi ve minaresi Bank Asya 1. Lig'de mücadele eden Giresunspor'un forma rengi yeşil-beyaza boyandı.

Sürmenli köyü muhtarı Nuri Akten, 1950 yılında ibadete açılan ve 1992 yılında düzenleme, genişletme çalışmaları yapılan camiyi, cemaatin ve köy sakinlerinin isteğiyle Giresunspor'un renkleri olan yeşil-beyaza boyattıklarını söyledi.

Giresunspor'un forma renginin yeşilinin Karadeniz'in doğasından alındığını ifade eden Akten, "Köyümüzde fanatik taraftarlarımız var, bilhassa İstanbul'da bulunan gurbetçilerimiz Giresunspor'un maçlarına nerede olsa giderler. Caminin yanında çay ocağımız var. Burada televizyondan canlı yayınlanan maçları sürekli izleriz. Gençlerimiz de Giresun'daki maçlara giderler" dedi.
aktifhaber

Sarıyer Müftüsü Ahmet Duran tutuklandı
Sarıyer Müftülüğü'nde usulsüz fatura düzenlendiği iddiası üzerine gözaltına alınan Müftü Dr. Ahmet Duran, çıkarıldığı mahkemece tutuklandı. 04.05.2010 İSTANBUL netgazete

Hacıhüsrev'in tacizci imamı
Sakal-ı Şerif'i koruyan imamdan 62 kadının çıplak resmi çıktı
05 Temmuz 2010
Engin BELLİ/ GAZETE HABERTÜRK

Sakal-ı Şerif’i koruyan imam, muska bahanesiyle 62 kadını soyup resmini çektiği ve şantajla cinsel ilişkiye girdiği iddiasıyla yargılanıyor

EVDEN 240 PORNO CD ÇIKTI
İmam Ö.S.’nin görev yaptığı Hacıhüsrev Camii’nde ihbar üzerine arama yapan polis, camideki Kuran kursunda 62 kadının çıplak resimlerini buldu. Lojmandan ise seks kasetleri ve 240 porno CD’si çıktı.

SAKAL-I ŞERİF GERİ ALINDI
Teknik inceleme sonucu resim ve görüntüleri çeken kişi olduğu belirlenen imam“görevi suiistimal”den tutuksuz yargılanacak. Aynı camide korunan Hz.Muhammed’in Sakal-ı Şerif’i ise müftülüğe teslim edildi.

İstanbul Beyoğlu Asayiş Bürosu ekipleri, 35 yıllık imam Ö.S.’nin görev yaptığı Hacıhüsrev Camii’nde ihbar üzerine arama yaptı. Yapılan aramada, cami içerisindeki Kuran kursunda, 62 kadına ait çıplak pozların olduğu fotoğraflar bulundu. Adliyeye sevk edilen İmam Ö.S. tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı. İmamın emanetçisi olduğu Hz. Muhammed’e ait Sakal-ı Şerif ise müftülüğe teslim edildi

İSTANBUL Beyoğlu’nda görev yapan 35 yıllık imam Ö.S.,muska yapacağı bahanesiyle kadınları soyduktan sonra fotoğrafladığı ve şantaj yapıp cinsel ilişkiye girdiği iddiasıyla gözaltına alındı. 55 yaşındaki imamın evinde 11 seks kaseti, 240 pornografik video görüntüsünün yer aldığı CD ve caminin Kuran kursunda çekilmiş 62 kadına ait çıplak fotoğraf bulundu.

Kadınların şikâyetçi olmadığı imam, serbest bırakılırken görev yaptığı Hacıhücrev Camii’nde bulunan Hz. Muhammed’e ait Sakal-ı Şerif,müftülüğe teslimedildi. Beyoğlu Emniyet Müdürlüğü’ne kimliği belirsiz bir kişi, Beyoğlu İstiklalMahallesi’nde bulunan Hacıhüsrev Camii’nin 16 yıllık imamı Ö.S.’nin cami içerisinde para karşılığı muska yazdığını, bazı kadınları bu gerekçeyle soyup, fotoğrafladığını ardından da şantaj yaparak cinsel ilişkiye zorladığı ihbarında bulundu. Beyoğlu Asayiş Bürosu ekipleri, 7 çocuklu imamın görev yaptığı Hacıhüsrev Camii’ne arama kararıyla baskın düzenledi.

SEKS KASETLERİ ÇIKTI
Baskında, cami içerisindeki Kuran kursunda, 62 kadına ait çıplak pozların olduğu fotoğraflar bulundu. Polis, imamın oturduğu lojmandaki evinde ise 11 ayrı seks kaseti ile 240 pornografik video görüntüsünün yer aldığı CD buldu. İmama ait video kamera ile fotoğraf makinesine incelenmek üzere el konulurken Ö.S., bir yakınına gittiği Ümraniye’de gözaltına alındı. Teknik incelemede ele geçirilen görüntü ve fotoğrafların Ö.S. tarafından çekildiği belirlendi.

Suçlamaları reddeden imamın evinde bulunan görüntülerin 35 yıllık meslek hayatı boyunca çeşitli tarihlerde çekildiği tespit edildi. Cumhuriyet Savcısı’nın talimatıyla “memuriyet görevi kötüye kullanmak” suçundan adliyeye sevk edilen İmamÖ.S. tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı. Dedektifler görüntü ve fotoğraf karelerini inceleyerek mağdur kadınların kimliklerini tespit etmeye çalışırken, İmamÖ.S.’nin emanetçisi olduğu Hz.Muhammed’e ait Sakal-ı Şerif ise müftülüğe teslim edildi.habertürk

Camilere Sandalye Dolduruyorlar
Mehmet Şevket Eygi

Birileri, bir zihniyet camilerimizi kiliselere benzetmek istiyor! Bir başka zihniyet, Cuma namazından sonra sünnet ve âhir zuhur namazının kılınmasını istemiyor.

Bunlar BOP'çu mudur?

Açık İstihbarat'ın Notu: Camilerin kiliseleştirilmesi kapsamında ilk örnek İhsan Doğramacı'nın Bilkent'te açtığı camide ortaya çıktı. Bilkent'teki camilere de sandalyeler dizimişti. Doğramacı'nın Bülent Arınç ve Fethullah Gülen ile olan dostluğu ve bu dostluğa binaen aldığı ödüller kamuoyunun hafızasındadır...

1400 yıllık İslam tarihinde görülmemiş bir hadise ile karşı karşıyayız. Konu şudur: Camilerin arka tarafına haddinden fazla sandalyalar konulmuştur ve yaşlı kimselerin bir kısmının sandalyada oturarak namaz kılması istenmektedir. Bu sandalya işi kendi kendine oluşmamıştır. Bazı imamlara baskı yapılmış, sandalya sayısını çoğaltmaları istenmiştir.Ne lüzumu var efendim diyenler, üstü kapalı bir şekilde tehdit edilmiştir.

Müslüman 80 yaşında... Yaş icabı dizlerinde biraz kireçlenme var ama rükua, secdeye varabiliyor. Bu zat namaz kılarken secde etmelidir. Etmezse namazı sahih olmaz.

Dizlerindeki romatizma secde etmesine imkan vermeyecek derecededir. Bu taktirde yere oturarak namaz kılar.

Birileri, bir zihniyet camilerimizi kiliselere benzetmek istiyor! Bir başka zihniyet, Cuma namazından sonra sünnet ve âhir zuhur namazının kılınmasını istemiyor.

Bunlar BOP'çu mudur?

Dinimizde reform yapılmak isteniyor.

Camilerde eskiden olduğu gibi bir iki tabure olabilir. Kasıtlı olarak koydurulan fazla tabureler ve sandalyeler kaldırılmalıdır.

Ehl-i Kitab da cennetliktir diyenler camilerimize karışmasınlar. Fıkıh kitaplarımızda, camilere sandalye konulmaz diye bir hüküm yoktur diyen çok bilmişlere kanmayınız.

Resulullahı, Kur'anı, İslam'ı inkar ve tekzib eden Yahudiler ve Hıristiyanlar da ehl-i necat ve ehl-i Cennettir diyenlerin imamlık yapması caiz olamaz.

Böyle kişilerin kıldıkları namaz, itikatlarındaki büyük bozukluk dolayısıyla sahih değildir.Böyle kimselerin ardında namaz kılınmaz. Kılındıysa, o namazların iadesi gerekir.

Fiziken secde edemeyecek derecede hasta ve mâlül kişiler dışındakiler secde ederek namaz kılmalıdır.

İslam dini tek hak dindir, onda reform, yenilik, değişiklik yapılamaz.

Fazlurrahman'ın tâtiliye mezhebi sapık bir mezheptir.

Genç Kur'an kursu kadın öğretmenlerinden ve vâizelerinden müteşekkil bir koro kurup bunun erkeklere konser vermesi haramdır.Böyle şeylerŞeriat-ı Garra-i Ahmediyyeye aykırıdır.

Mardin'in Kasımiyye medresesinde papazlarla bir müftünün toplanıp diyalog yapmaları, çan ve ezan sesleri içinde havuz üzerindeki (sözde Sıratmış!) köprüden geçmeler hep bâtıldır, sapıklıktır.

Ehl-i Sünnet dünyasının büyük müftülerine, ulema ve fukahasına soralım: Böyle tiyatrolar İslam dinine uygun mudur, yoksa küfre kadar giden hokkabazlıklar mıdır?

Bütün dindar ve şuurlu Müslümanların dikkatini, bu anlattığım konulara çekmek istiyorum.

Dinî kültürü, ilmihal ve fıkıh bilgisi yetersiz olan kimselerin sandalyede namaz kılmalarını teşvik etmek bir zulümdür, bir aldatmacadır.

Cuma namazlarından sonra zuhr-i âhir namazının kılınmasına engel olmak zulümdür. Çünkü, cumanın şartlarının hepsi bu devirde var mıdır konusunda ihtilaf vardır, dindar halkın zuhr-i âhir kılması nur üzerine nurdur. Ey zalimler!.. Halkın namaz kılmasına niçin mani oluyorsunuz?

Vaktiyle Mısır'da Fâtımîler zamanında teravih namazını cemaatle kılmak yasak edilmişti diye okumuştum. Bugünün Türkiyesinde cumanın sünnetinin ve âhir zuhur namazının kılınmasının engellenmesi de böyle bir zulüm ve aşırılıktır.

Zaten kılmayan kılmıyor, kılanlardan ne istiyorsunuz?

Camilerdeki sandalyeler konusunda bir kitapçık yazan muhterem Enver Baytan hocaefendiyi, bu kitapçığı yayınlayan Vakit gazetesini tekrar tekrar tebrik ediyorum.

Sinsi metotlarla camileri kiliselere benzetmek isteyenlere teessüf ediyorum.

Müslümanlar uyumayınız.
Kaynak: Milli Gazete

İmam, makamında tartıştığı müftüyü bıçakladı
19 Ekim 2010
Sivas'ın Divriği ilçesinde görev yapan bir imam, makamında tartıştığı ilçe müftüsünü bıçakla yaraladı.
İlçedeki Turabali Camisi'nin imam hatibi İsa T, makamına gittiği ilçe müftüsü Rahmi Yiğit (45) ile tartışmaya başladı.
Tartışmanın ardından 20 yıllık imam olduğu öğrenilen İsa T, müftü Yiğit'i kalçasından ve boynundan bıçakla yaraladı. Divriği Devlet Hastanesine götürülen müftü Rahmi Yiğit, ayakta yapılan tedavinin ardından taburcu edildi. netgazete

Diyanet Vakıf Sen'den Tepki
30 Ekim 2010
Diyanet İşleri Başkanı Ali Bardakoğlu'nun, nüfus cüzdanlarında din hanesinin bulunmasının toplumda ayrıştırmaya yol açtığını düşündüğünü belirten açıklamasına Türk Diyanet ve Vakıf Sen Genel Başkanı Hazım Zeki Sergi tepki gösterdi
Sergi, "Sayın Diyanet İşleri Başkanı'nın göreviyle bağdaşmayan sözleri bizleri derinden üzdü. Sayın Başkanın bunu düzeltmesini bekliyoruz." dedi.

Türk Diyanet Sen Erzurum Şubesi'nin olağan kongresine katılan Hazım Zeki Sergi, Diyanet İşleri Başkanı Ali Bardakoğlu'nun nüfus cüzdanlarından din ve mezhep hanesinin kaldırılması yönündeki beyanatını talihsiz bir açıklama olarak nitelendirdi. Sergi, nüfuz cüzdanından din hanesinin çıkartılması talebinin Diyanet İşleri Başkanı'nın görev ve yetkisiyle bağdaşmadığını öne sürdü. Sergi, Diyanet İşleri Başkanı haricinde başka bir kurum yöneticisinin bile aynı türden bir açıklama yapmasının hoş görülemeyeceğini söyledi.

Bardakoğlu'nun yaptığı açıklamayı 'düzeltilmesi gereken bir talihsizlik' olarak nitelendiren Türk Diyanet ve Vakıf Sen Genel Başkanı Sergi, "Ben buradan Sayın Başkanı eleştirmek için değil yapılan bir yanlışa parmak basmak için ifade ediyorum. Bu demeci Diyanet İşleri Başkanı ve başka bir kurum yetkilisinin söylemesi bile hoş görülmeyecek bir tavırdır. Bunun tepki göreceği malumdur. Müslüman ülkede din h
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder E-posta gönder Yazarın web sitesini ziyaret et
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Prş Tem 29, 2010 10:14 pm    Mesaj konusu: Diyanet meselesi: Ezberler ve gerçekler Alıntıyla Cevap Gönder

Adana'da bir müezzin "Ezanı kötü okuyorsun" denilerek darp edildi
17 Ağustos 2017

Adana’da bir caminin müezzini, izne çıkması sebebiyle yerine camiye gelen cemaatten birini bıraktı. Yatsı vakti okunan ezanın ardından vekil müezzin ile komşu binadaki bir baba ve oğul arasında “ezanı kötü okuma” nedeniyle tartışma yaşandı.

"Ezan sesinden rahatsız olduğu" iddiasıyla şikayetçi oldu

CNN Türk’te yer alan habere göre, tartışma arbedeye dönünce cemaatten bir kişi ile ezan okuyan Ali İhsan Çiçek darp edildi.

Çiçek, baba ve oğulun “Ezan sesinden rahatsız olduğu” iddiasıyla şikayetçi oldu.

"Güzel okumuyordu"

Suçlanan baba ile oğul ise, “Ezana karşı olmamız düşünülemez. Biz Çiçek’in ezanı güzel okumasını istedik tartışma o yüzden çıktı” dedi.

T24
ETİKETLER
ezan kötü okuma darp iddia şikayet müezzin cemaat

İŞTE TSK’DAKİ İSLAMCI CUNTACILAR
Orhan Gökdemir
19.08.2010

TİB nedir?
Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı...
3 Temmuz 2005 tarihinde kurulmuş.
İlgili kanuna göre TİB’in görevi Türkiye'de bugüne kadar MİT, Emniyet ve Jandarma istihbaratının ayrı ayrı birimler ve savcılıklardan aldıkları izinlerle gerçekleştirdikleri telefon dinlemelerini tek merkezden yapmak. AKP’nin icadıdır.
Yani bir anlamda resmi telekulak olan TİB, aynı adı taşıyan kuruluşlardan en yenisi. Eskisi, daha doğrusu tedavülden kaldırılmış olanı da var. O da TİB kısaltılması ile anılmakta birlikte açılımı Toplumla İlişkiler Başkanlığı. Genelkurmay Genel Sekreterliği’ne bağlı olarak çalışmaktaydı. TİB, 1983'te Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği bünyesinde kurulmuş 12 Eylül icadı bir kurumdu. Gizli yönetmeliğine göre TİB toplumu Atatürkçülük konusunda eğitecek, dışarıdan gelen psikolojik harp tehdidine aynı yöntemlerle karşılık verecekti. 20 yıl boyunca bu yönde gizli faaliyetler yürüttü, yalnız, hasta öldü. Hasta öldüğü için, doktor da tedavülden kaldırıldı.
Bir TİB daha var; önüne “Dİ” eki aldığı için, DİTİB olarak anılıyor. Tedavülden kalkan TİB ile aynı dönemde kurulmuş olmasına karşın tedavülden kalkmış olmak bir yana gücünü katlayarak yayılmaya devam ediyor. “Dİ”li üçüncü TİB’in açılımı ise Diyanet İşleri Türk İslam Birlikleri oluyor.
Diyanet İşleri Türk İslam Birliği, “dini, sosyal, kültürel ve sportif faaliyetleri gerçekleştirmek ve Almanya genelindeki kendisine bağlı derneklerin bu tür faaliyetlerini koordine etmek amacıyla”, 1984 yılında kuruldu. Kuruluş tarihi Genelkurmay TİB’inden bir yıl sonraya denk geliyor. Bugün DİTİB’e bağlı 896 dernek var. Kendi iddialarına göre, Almanya’daki Müslümanların yüzde 70’nin teveccühünü kazanmış, alanındaki en büyük sivil toplum örgütü. Siz bunu en büyük tarikat olarak da okuyabilirsiniz.

SADECE HARF BENZERLİĞİ Mİ

DİTİB ile eski TİB arasındaki ilişkiyi bir isim ve harf benzerliğinden ibaret sayabilir miyiz? Belki... Ancak gazeteci Fatih Güllapoğlu’nun “Tanksız Topsuz Harekat” adlı kitabına göre tedavülden kalkmış olan TİB ile DİTİB arasında organik bir ilişki var. Şöyle; 12 Eylül Cuntası TİB’i kurunca ona verdiği ilk görev yurtdışında yaşayan Türkleri camiler etrafında tek bir çatı altında toplamak oldu. TİB’de görevli subaylar da ülkücü diyanetçi Tayyar Altıkulaç’ı yanlarına alıp Avrupa’yı turladılar. Orada bulabildikleri kaçak ülkücülerle, misyonun gereği olan bir dernek oluşturmaya giriştiler. Diyanet İşleri Başkanlığına bağlı görünen bu derneğe de Diyanet İşleri Türk İslam Birliği adını verdiler. Neden “Diyanet İşleri Toplumla İlişkiler Başkanlığı” adını tercih etmedikleri ise bilinmiyor. Bilinen ise şu; 12 Eylül Cuntasının toplumla ilişkiden anladığı, toplumu Türk-İslam sentezine göre yeniden organize etmekti. Cuntanın “toplumu İslamileştirme” projesi, daha kısa şekliyle İslamizasyon’un çıkış noktası böyle. DİTİB, demek ki TİB tarafından kurulmuş. Yani en büyük tarikatımız, bizzat askerlerin eli mahsulüdür demek bu...
TİB’de görev yapan bazı subaylar, “yıkıcı ve bölücü” hareketlerin yayılmasını önlemek için camilere gidip cemaati camiler etrafında toplanmaya, yıkıcı ve bölücülüğe karşı birlik olmaya çağırdılar. Bir takım tarikatlara verilen destekler ise harekatın sağlıklı yürütülmesinin biricik yoluydu. 12 Eylül ile şimdi iktidar olduğundan şüphelenilen cemaat arasındaki “asimetrik” ilişki işte böyle kuruldu.
Yeri gelmişken belirtelim. Bir de TTB var; Talim Terbiye Kurulu’nun kısaltılmasıdır. Bir “İ” eksiği veya bir “T” fazlası var; ancak oldukça militer bir çağrışım yaptığı açık. Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı bir kuruldur bu. 1980’li yıllarda TİB tarafından yapılan Gizli Ataköy Planı, Talim ve Terbiye Kurulu’nu Milli Eğitim’den alıp TİB’e bağlamıştı. TİB bu kurullar marifetiyle gençleri Atatürkçülük ve Konsept” konularında eğitecekti. Atatürkçülük malumunuz, konsept ise herhalde Türk-İslam Sentezidir. Öyle yaptılar, konsept konusunda bütün gençleri eğittiler. Türban-mürban işleri işte o yıllarda icat edildi.

KİMLER VARDI

Bütün bunların yan yana getirilmesinde bir “komplo teorisi” kokusu alacaklar için isim verelim.
TİB ekibinin başında Korgeneral Doğan Beyazıt bulunuyordu. General Teoman Koman, Albay İhsan Beriş, Albay Altan Ateş, Albay İsmet Akyol, Albay Tamer Kumkale ve Ertuğrul Zekai Ökte ekibin diğer üyeleriydi. Ökte TİB’in kuruluşunu MGK müşaviri olarak bizzat yönetmişti. Tuğgeneral Teoman Koman o dönemde Özel Harp Dairesi Başkanı’ydı. Daha sonra MİT Müsteşarlığı, Jandarma Genel Komutanlığı ve 28 Şubat sürecinde MGK üyeliği yaptı. 28 Şubat muhtırası başarısız olup geri tepince zamanın ünlü holdinglerinden birinde yönetim kurulu üyeliğine kapağı attı.
Peki ya diğerleri? Oğuz Kalelioğlu emekli olduktan sonra Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Nuri Yılmaz’a danışman oldu. Başkan Yılmaz'a, Albay Kalelioğlu'na hangi alanlarda danışılacağı sorulunca, "Her alanda danışılabilir. Özellikle psikolojik alanlarda" cevabını vermişti. Altan Ateş, zamanın etkili yayın gurubu TGRT’nin başına geçti. Emekliliğinin ilk yıllarını bu cemaat yayınını büyütmeye adadı. Tamer Kumkale ise akademik kariyer yaptı. “Atatürkçülük doktoru” oldu. Bir cemaatin üniversitesinde “Atatürkçülük” dersi vererek emekliliğini huzur içinde geçiriyor.
Şimdi askere muhalefetiyle bilinen Hasan Celal Güzel’in, o yıllarda TİB’in sivil uzantısı olduğu iddia ediliyordu. “Cuma namazını kaçırmayan müsteşar” olarak tanındı (demek ki o zamanlar bu türde henüz azınlıktaydı), sonra milletvekili oldu. Özal, (şu Allah’ın işine bakın ki) tutu Milli Eğitim Bakanlığı’nı ona verdi. Talim ve Terbiye için bundan iyisi, Şam’da kaysıydı!
Özal hükümeti TİB’in namlı Albayı Altan Ateş'in üstün gayretlerine de ilgisiz kalmadı. Ateş'i Anadolu Ajansı Yönetim Kurulu üyeliğine ve H. Celal Güzel'e bağlı Devlet Bakanlığı'nda müsteşar yardımcılığı görevine getirdi. Biz, kayıtların yalancısıyız!
Sözün özü, askerler toplumla ilişki kurunca sağcı-İslamcı çocuklar doğmaya başladı. 1995 yılında yapılan seçimlerden Türkiye tarihinde ilk defa İslamcı parti birinci sıraya yükseldi. Sonra birinci olan İslamcı parti, başka bir sağcı partiyi yanına alarak hükümet kurdu. Sonrası malumunuz, TSK “çevik bir” manevra yaparak 28 Şubat muhtırasını verdi.

HASTAYI TSK YARATTI

Aslında TSK, hastanın ölmekte olduğunu 1996 yılında fark etmişti. Kemalist milliyetçi batıcılık son nefesini vermek üzereydi. Bunun üzerine yeni bir hamle yapıp çubuğu “ilericilik” yönüne bükmeye ve hızla kontrolden çıkmakta olan İslamcı hareketi geri çekmeye karar verdiler. Bunun için TİB devredeydi, “müdafaa-i hukuk” ve “kuvvayı milliye” ruhu yeniden ayağa kaldırılacaktı. Bu yönde sivil toplum örgütlerinin de yardımına başvurulacak, İslamize olmuş toplum içinde nefes alacak alanlar oluşturulacaktı.
Plan güzeldi ancak TSK’nın eli mahsulü olan hastalık geri dönülmez bir noktaya ulaşmıştı. 28 Şubat’ın vurduğu darbe İslamcı partiyi bölmeyi başardı. Ayrılanlar yeni partide birleşti ve kısa bir süre sonra iktidara yerleşti. Sonra, eski bir MİT’çinin ABD’den yayın yapan sitesinde “Ergenekon Lobi” adlı belge yayınlandı; gerisini biliyorsunuz.
Son not en genç TİB için; biliyorsunuz telefon kayıtları her yanda uçuşup duruyor. Bu da “toplumla ilişki”nin yeni biçimi! Hiç endişelenmeyin, telefonunuz dinleniyorsa bilin ki devletiniz sizinle ilişki kurmaktadır… Taa ilk TİB zamanlarından şerbetliyiz biz!
Ülkenin geldiği yere bakıp AKP’ye kızmak işin kolayı. Halbuki bugün gelinen noktanın asıl sorumlusu “Komünizmle Mücadele Derneklerini” kuranlar, “Kanlı Pazar”da gericileri kışkırtıp gençleri linç edenler, yıkıcı ve bölücü hareketlerle mücadele adı altında her boydan tarikatı el altından destekleyenlerdir. Onlar bahçeyi düzenledi, tohumu ekti, gübreyi serpti. AKP, işte o hazır bahçede yeşerdi.
Eski tarz Kemalizm, eski tarz Laiklik ve eski tarz Cumhuriyet sizlere ömür. Ölüyü kaldırmak için bir imam gerekiyordu. İmam geldi, işini yapıyor…

Odatv.com

Haşmet Babaoğlu
Diyanet meselesi: Ezberler ve gerçekler

Bizde hep böyledir... İslamcı, İslam'ı bilip öğrenmekten kaçınır.

Sosyalist, sabah akşam kapitalizmi analiz eder ama sosyalizmin eleştirel analizinden fena halde sıkılır.

Kemalist, Mustafa Kemal'i ve çağındaki uygulamaları merak edip öğrenmek yerine beşinci sınıf kaynaklardan toparlanmış üç beş ezberle idare eder.

Liberal, sosyal ve ekonomik alanlarda serbest rekabeti değil, iş hayatını ve kartelci işadamlarını sever.

Laiklik meselesinde de durum aynıdır.

Ezberlenmiş yanlışlar, peşin yargılar basit fakat gerçek bilgiden daha üstün tutulur.

***

Geçen hafta Diyanet İşleri Başkanı'nın Kuran okuma tavsiyesini yanlış ve laikliğe aykırı bulanlara karşı "bundan daha normal ne olabilir, kaldı ki bu tür tavsiyeler bana göre Diyanet'e yasa yoluyla verilen görevlerdendir" dedim ve 1965 tarihli yasanın ilk maddesini hatırlattım ya...

Gelen okur mektuplarından bazıları çok ilginçti.

Şaşkındılar.

"Bir laik devletin yasasında İslam dinine böyle vurgu yapılmaması gerekir, yanlış yazmış olabilir misiniz?" diye soran bile vardı.

Bilmiyorlardı.

Çünkü gerçekte ne laikliği, ne de Cumhuriyet'in kuruluşunu öğrenmeye niyetleri yoktu!

Öyle olsalar "Diyanet ateistlerin de, Hıristiyanların da Diyanetidir" gibi garip tezler öne süreceklerine, "laik bir düzende Diyanet'e ne gerek var" demeleri gerekirdi.

Gülünç biçimde "dinsiz Diyanet" isteyeceklerine "Diyanet'siz rejim" talep etmeleri daha doğru olurdu.

Ama dertleri başka! Beğenmediklerini tepelemek için kullandıkları birkaç sopadan biri "laiklik", o kadar!

***

Bir okurum da "Büyük Atatürk'ün Diyanet'i böyle değildi" demiş. "O Diyanet Kuran okunmasını tavsiye etmezdi" imasıyla tabii...

Belli ki, ilk Diyanet yasasını ve 1925'te TBMM'nin Kuran tefsiri ve hadis tercümeleri için ödenek ayırıp Diyanet İşleri Reisliği'ne bu görevi verdiğini bilmiyor. "Hak Dini, Kuran Dili" ve "Sahih-i Buhari" tercümesinin hazırlanması ve 1927'de Türkçe bir hutbe mecmuasının basılıp dağıtılması sürecini öğrenmek zor geliyor.

Bizim "laikçi"lerin hesaplaşmaktan kaçındığı tarihi gerçek açıktır: Cumhuriyet laikliği bir rejim olarak uygulamaktan çok ideoloji olarak benimsemiştir.

Devlet, dinin kendi üzerindeki etkisine önlem alırken, din üzerinde özellikle etkili olmayı hedeflemiştir.

Problemin de, çözümün de kaynağı tam bu noktadır.

Sabah

İstanbul Müftüsü Mustafa Çağrıcı Gülin Yıldırımkaya'ya konuştu
10 Ağustos 2010

Bloomberg HT'de 'Gülin Yıldırımkaya ile HT Gündem' programına konuk olan İstanbul Müftüsü Mustafa Çağrıcı, AK Parti milletvekili Haluk İpek'in parti teşkilatına 'oy kullanımını etkileyecek şekilde umreye gitmeyin’ şeklinde yaptığı çağrıyı yorumladı ve 'Umre nafile bir ibadettir. Vatandaşlık görevi önce gelir' değerlendirmesinde bulundu. Çağrıcı, eğlence yerlerine getirilen ses yasağına karşılık camilerden yükselen ezan sesini gündeme getirenlerle ilgili ise 'Ben bütün müezzinlerimize, imamlarımıza şikâyet geldiği takdirde ezan seslerini düşürmelerini öneriyorum' diye konuştu.

"BEN, KALIP OYUMU KULLANMAYI UMREYE GİTMEYE TERCİH EDERİM"

Referandum yaklaşıyor ve aynı zamanda bir umre tartışması doğdu. AK Parti vekillerinden Haluk İpek, teşkilatına 'oy kullanımını etkileyecek şekilde umreye gitmeyin’ diye uyarıda bulundu. Yine eski bir müftü olan CHP’li İhsan Özkeş ise bunu eleştiriyor. Özkeş, ‘referandum var diye insanları dini görevinden neden alıkoyuyorsunuz?’ diye soruyor. Ben size politik tarafı ile sormuyorum ama umreye gidip gitmemek arasında kararsız kalan izleyicilerimize ne söylemek istersiniz?

Müftü kimliğimle konuşacağım için, bir ucundan siyasi olan bir konuda tedbirli konuşmak durumundayım. Din adamı olarak şunu ifade edeyim; dini açıdan bir kimsenin seçim olabilir, referandum olabilir vb. durumlarda birinden birini seçmesi gerektiğinde kişi istediğini yapabilir. Çünkü umre farz değildir, vacip de değildir. Aslında nafile ibadet diyoruz biz bunlara. Yaparsak sevabını alacağımız ama yapmazsak herhangi bir dini sorumluluğumuzun olmadığı bir ibadettir. Vatandaşım şöyle düşünebilir; umre nafile bir ibadettir, arzu edersem başka zaman da gidebilirim ama bu anayasa oylaması sosyal bir görevdir, vatandaşlık görevidir. Kişi bu görevini yapmayı daha vicdani bulursa oyunu kullanır. Ben, kişisel olarak böyle bir pozisyonda olsam, bunu hiçbir siyasi anlam taşımadan söylüyorum, kalıp oyumu kullanmayı tercih ederim. Umreye gitmek her zaman mümkündür ama oylamanın belli bir günü ve saati vardır, onu ertelemek, öne veya geriye almak mümkün değildir. Ama bir başka insanımız da umreye gitmeyi tercih edebilir o da saygı duyulacak bir karardır. Dolayısı ile bu bireysel bir tercihtir.

"ŞİKAYET GELİRSE EZAN SESİ DÜŞÜRÜLEBİLİR"

Biliyorsunuz eğlence mekânlarına gürültü yasağı getirildi. Buna karşılık bazı kişiler diyor ki; ‘benim evim caminin karşısında ve çok yüksek sesle ezan okunuyor’. Zaten Yeşilköy’de bir caminin sesi de şikayetler nedeniyle biraz düşürüldü. Buradaki ölçü nedir? Her camide istenilen yükseklikte ezan okunabiliyor mu? Bu konuda belli bir düzenleme yok mu? Ezan sesi her yerde belli bir seviyeye getirilecek mi? Bu konuda herhangi bir çalışma var mı?

Öncelikle soru için teşekkür ediyorum. Bu çok önemli bir konu. Bizim de en çok ilgilenip, meşgul olmak zorunda kaldığımız konulardan bir tanesi. Bunun da nedeni şu; eskiden şehirler beli bir standarttaydı. Dolayısıyla ezan seslerinin aynı düzeyde olması sorun oluşturmuyordu. Günümüzde ise durum değişti. Büyük binalar ezan sesini kesiyor bir arka ve daha arka binalara sesin ulaşması neredeyse imkânsız oluyor. Buna karşılık caminin yakınındaki binalara da ses çok fazla gidiyor. Maalesef böyle bir sorun varken ezan sesinde standart bir ölçü uygulamak neredeyse imkânsızdır. Benim görevlilerime bu konudaki telkinim, görüşüm ve dini olarak doğru olanın da bu olduğuna inandığım şey şudur: İki türlü şikâyet var; birincisi ezandan rahatsız oluyorum çok yüksek geliyor, ikincisi de ezanın sesini duyamıyorum. İkincisi tabii ki dini bakımdan benim tercihimdir. Bence ezan şikâyet konusu olmamalıdır. Bazı insanlar kötü niyetinden şikâyet ediyor deniliyor ama ben ona çok fazla katılmıyorum. Öyle dahi olsa ben ezan gibi inanılmaz derecede bir dini güzelliği olan kültürümüzün, medeniyetimizin muhteşem sembolü olan bu kadar yüce ve güzel bir değeri şikâyet konusu haline getirmeyi bize yakıştırmıyorum. Onun için ben bütün müezzinlerimize, imamlarımıza şikâyet geldiği takdirde ezan seslerini düşürmelerini öneriyorum. Bazı insanlar ezandan rahatsız oluyorum diye evlerini satıyorlar maalesef bu çok üzücü bir durumdur. Bir din adamı, bir müezzin camiye komşu olan bir insanı evini satmak zorunda bırakmamalıdır. Böyle bir durumu hoyratlık olarak görüyorum. Bir müezzin kalkıyor da insanların hastalarına, çocuklarına aldırmadan, bunu umursamadan hatta bazen inadına sesi çok fazla açıyorsa bu benim anladığım manada bir din adamı değildir.

O zaman sese bir standart mı getirmek gerekir?

Biz ezanla ilgili bireysel şikâyetleri dikkate alıyoruz. Herhangi bir yurttaşımız ‘ben falan caminin yanındayım şöyle bir sıkıntı yaşıyoruz’ diyorsa biz hemen ona nokta olarak müdahale ediyoruz. Sesi insanların şikâyet etmeyeceği bir düzeye çekiyoruz.

Ezan sesinden şikâyetçi olan insanların ismi deşifre olmuyor değil mi?

Hayır, bu kesinlikle söz konusu değildir. Zaten birçok kişi ismini yazmıyor ki; yazılsa bile kendisinin izni olmadan ismini deşifre etmiyoruz.

Şikâyetler her ilin kendi il müftülüğüne yapılıyor değil mi?

Evet, herkes bulunduğu ildeki müftülüklere şikâyetlerini belirtebilir. Yalnız genel olarak camilerden çok yüksek ses geliyor demek yerine cami adı verilerek şikâyet yapılmasını rica ediyorum. Bize nokta ismi versinler ki; biz daha rahat müdahale edebilelim. Ben hemen ilgileniyorum. Yetkili arkadaşları şikâyetin geldiği bölgeye gönderiyoruz, orada dinliyorlar gerçekten de orada ses rahatsızlık verici düzeyde ise onu makul bir ayara getiriyoruz. habertürk

Diyanet'te değişiklik
Mehmet Şevket EYGİ


14 Kasım 2010
HükümetDiyanet İşleri Başkanını azl etmiş (makamından almış) ve yerine Mehmet Görmez'i tayin etmiş.

Lâiklik ne demektir? Devletle din işlerinin ayrılması demektir. Ne acayip!..Lâik rejimin siyasî iktidarı keyfince Diyanet İşleri Başkanı'nı azl ediyor, yerine yenisini tayin ediyor...

Türkiye Cumhuriyeti hükümeti Ermeni patriğine karışabilir mi?

Rum patriğine karışabilir mi?

Yahudi Hahambaşısına karışabilir mi?

Masonların Üstad-ı Azamına karışabilir mi?

Bahaîlere karışabilir mi?

Alevî Dedelerine karışabilir mi?

Bunları azl edip yerlerine yenilerini tayin edebilir mi?

Eski Başkan Ali Bardakoğlu'nu az çok tanıyorduk...Yeni Başkan nasıl bir Müslüman acaba?..

Bizde son yıllarda bir "ele geçirme" modası veya salgını var.

Diyanet'i kimler ele geçirmek istiyor?

Cemaat ele geçirmek istiyor.

Fazlurrahmancılar ele geçirmek istiyor.

Bazı tarikatlar ele geçirmek istiyor.

Reformcular ele geçirmek istiyor.

Ehl-i sünnete uymaz ictihad ve fetvaları olan bir profesörün kliği ele geçirmek istiyor.

Diyalogçular ele geçirmek istiyor.

Bazı güçler Diyanet'i Ehl-i Sünnet ekseninden çıkartmak istiyor.

Diyanet Kürt ve Alevî açılımına âlet edilmek isteniyor.

Diyanet'in yan kuruluşu vakfın çok ama çok büyük bir mâlî potansiyeli var.

Yeni Diyanet Başkanı Mehmet Görmez'in meşrebi nedir?

Bir ara Diyanet'te hummalı ve yoğun bir hadîs çalışması başlatılmıştı. Bu çalışmaları veya ayıklamaları tenkit ettiğim için yıldırımları üzerime çekmiştim.Çok yüksek meblağda paralar harcanan bu işin amacı neydi? Birileri ne yapmak istiyordu?

Dünyaca meşhur BBC'de Diyanet'in hadis çalışmalarıyla ilgili röportajda neler yazılmıştı?

1400 yıllık İslâm tarihinde görülmemiş bir yenilik olarak Diyanet'e 13 bin kadın personel atanmıştır.

Büyük bir vilayetin müftü yardımcısı bir kadın Buharî'de yer alan bir hadîs için "Peygambere söyletmişler..." tabirini kullanmıştı.

Sinsi bir güç camilere aşırı miktarda sandalye doldurtmak istiyor, direnen imamlara baskı yapıyordu.

Genç kadın Kur'ân kursu hocalarından oluşan bir musiki heyeti kurulmuş, erkeklere konserler veriliyordu.

Bir cemaat, Dinlerarası Diyalog inancına bağlı imamlar tayin etme faaliyetlerine girişmişti.

Diyanet bir meâl çıkartmış, bunun nüshaları piyasaya verilmiş, sonra toplatılmış, bir müddet sonra piyasaya yeni şekliyle arz edilmişti. Bu işin içyüzü neydi?

Diyanet ile ilgili müfettiş raporları var? Bunlar hangi konulardadır?

Diyanet'in başına niçin Ömer Nasuhi Bilmen tipinde icazetli bir Ehl-i Sünnet âlimi getirilmiyor?

Millî Gazete

DİYANETTE NELER OLUYOR?

Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez, Diyanet İşleri Başkanlığının hadisler üzerinde yaptığı kapsamlı çalışmayı, İngiltere’de yaptığı bir basın toplantısı ile açıkladı. Arslan Bulut yazdı.
13 Kasım 2010 23:49


Diyanet İşleri Başkanlığı’ndaki operasyon, uzun süreden beri devam eden bir hazırlığın sonucudur ve bizim için sürpriz değildir.

AKP Hükûmeti kurulur kurulmaz ilk iş olarak Diyanet İşleri Başkanlığı’na 15 bin yeni kadro verdi. Bu kadroları dolduranlar, devlet memuru niteliği kazandırıldıktan sonra başka görevlere kaydırıldı. Sonra bu yol, genel uygulama haline getirildi.

2002’nin Aralık ayında, Los Angeles Times’ta yazan Amir Tahiri, Erdoğan ve Gül’ün laiklik veya Avrupacılık anlayışlarının, devletin, dini, tamamen cemaatlere bırakmasına dayalı olduğunu belirtmiş ve bunun da Diyanet İşleri Başkanlığı’nın milyarlarca dolarlık servetinin bir siyasi parti tarafından kontrolü anlamına geleceğini, dolayısıyla Türkiye’de çok partili demokrasinin ortadan kalkabileceğini yazmıştı...

Tahiri, şöyle diyordu:

“AKP, atadığı insanlar vasıtasıyla camileri ve dini sistemi kullanarak, yıllarca iktidarda kalmasını sağlayacak şekilde, yeterli sayıda seçmeni kontrolü altına alabilir.”

Bardakoğlu, bu projeye direnir gibi yapıyordu ama aslında direnmiyordu.

* * *
Diğer taraftan, birçok camide Diyanet’in Cuma hutbeleri değiştiriliyor ve Tayyip Erdoğan’ın Türk kimliği yerine Türkiye kimliğini oturtmaya çalışmasına paralel fikirler İslam’ın emri gibi anlatılmaya başlanıyordu.

2005 yılına gelindiğinde Bardakoğlu yönetimindeki Diyanet İşleri Başkanlığı’nın dergisinin de bir misyonerlik faaliyeti olan “dinlerarası diyalog” projesinin propagandasını yapmaya başladığını gördük. Diyanet dergisinin 173’üncü sayısında, Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı, Doç. Dr. Mehmet Görmez, “Hiçbir dinin temel iddiaları bir tarafa bırakılamaz” diyerek, “Bir arada yaşamanın en büyük risklerinden biri, hakim gücün farklılıkları aza indirgemesi, hatta tamamen ortadan kaldırmasıdır. Farklılıkları yok etmeyi, onlara şekil vermeyi, onları belli bir forma sokmayı diyalog biçimi olarak görmüyoruz” diyordu.

Bardakoğlu ise “Din elden gidiyor, vatan elden gidiyor, havasına kapılmayalım” diyerek, dinlerarası diyalog gibi misyonerlik faaliyetlerini ve ülke ekonomisinin Hıristiyan Siyonistlere teslim edilmesini görmüyor; bu arada şehit cenazelerindeki tepkiler üzerine sadece duayı tavsiye ettiğini söylüyordu..

* * *
2008 yılında, Diyanet teşkilatını artık avucunun içine alan Mehmet Görmez, Diyanet İşleri Başkanlığının hadisler üzerinde yaptığı kapsamlı çalışmayı, İngiltere’de yaptığı bir basın toplantısı ile açıkladı.

The Guardian gazetesi, “Türkiye, İslâm’a 21. yüzyıl yorumu getirmek için çalışıyor” başlığıyla verdiği haberde, “İslâm inancının Batı değerleriyle bağdaştırılması da hedefler arasında” ve hatta “AKP hükümeti ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan bu çabaların başını çekiyor” gibi ifadeler kullanıyordu.

The Daily Telegraph ise “Türkiye’de hadislerin bugüne uyarlanmasının, ABD’nin etkisiyle hazırlanmış ve İslami radikalizmle mücadeleyi amaçlayan planın bir parçası olabileceği” yolundaki görüşlere dikkat çekiyordu.

Abdullah Gül’e ödül veren “Chatham House” adlı İngiliz derin devletinin kuruluşundan Fadi Hakura’ya göre “Diyanet’in hazırlığı, Hıristiyanların Reform Hareketine benzeyen bir girişim!” idi.

Ve The Economist dergisinin 24 Ocak 2004 tarihli sayısında, aynen şu ifadeler kullanılıyordu:

“ABD’nin Türkiye Büyükelçisi Eric Edelman’a göre ’İslâm dünyasında reform ABD’nin en önemli stratejik girişimi’ve Türkiye’nin başarısı da bunda büyük rol oynayabilir.”

Diyanet, artık Sevr Antlaşması’nı hazırlayan Chatham House’un dolaylı kontrolündedir!

http://www.sondalga.com/haber.php?haber_id=328

İngilizler Diyanet’ten Ne İster?
01 Ocak 2011

AKP, Ayşe Hanımı başörtüsünü sıkı bağlamadığı için” görevden almış.." mı acaba?.. Ya da İngilizler neden bu konuya kulak kabartır?
İbrahim Kiras / Star

İngilizler Diyanet'ten ne ister?

Adını bile duymamıştım. Diyanet Vakfı'nın Kadın Faaliyetleri Merkezi varmış. İşte o merkezin başkanı değişmiş. Türk medyası bir haftadır bu haberle yatıp kalkıyor.

Normal şartlarda gazetelerin kısa haber sütunlarında bile yeri olmayacak bir haber. Ama “kampanya” yapmaya çok uygun bir malzeme. Ne de olsa içinde hem kadın var, hem din, hem de siyaset. Üzerine istediğiniz miktarda “mahalle baskısı” da ekleyebiliyorsunuz servis yaparken.

Öyle ki İngilizlerin meşhur The Economist dergisi bile haberin cazibesine dayanamamış. İngilizlere ne oluyor demeyin hemen. “Bu olay İslamcı bir engizisyonun sonucu muydu?” sorusuyla başlıyor derginin haberi. Anladınız mı ne olduğunu İngilizlere?

Dergide Kadın Faaliyetleri Merkezi Müdürü Ayşe Sucu'nun “başörtüsünü sıkı bağlamadığı” ve “ilerici düşünceleri olduğu” için görevden alındığı falan anlatılıyor. Bu olayın “ılımlı İslamcı” AK Parti ile “batılı kafa yapısına sahip” Türkler arasındaki “savaş”ta bir dönüm noktası olduğu iddialarına yer veriyor.

ILIMLI İSLAM 8 YILDIR NEDEN GÖREVDEN ALMADI?

Ama bugüne kadar hiç kimsenin varlığından bile haberdar olmadığı bir merkezin yöneticisinin değişmesinin “ılımlı İslamcılık” bakımından neden bu kadar gerekli olduğunu yine anlamıyorsunuz.

Bu kadar gerekli bir işlemin “ılımlı İslamcı” hükümet tarafından sekiz yıl boyunca savsaklanmış olmasının ikna edici bir izahını da bulamıyorsunuz.

Ayrıca “başörtüsünü sıkı bağlamadığı için” görevden alındığı söylenen kişinin yerine başörtülü olmayan bir hemcinsinin atanmış olduğundan da bahsetmiyor isimsiz İngiliz (?) meslektaşımız.

***

“Bayan Sucu hakkında kopan gürültü” diyor imzasız makale, “Diyanet'teki çok daha tartışmalı bir değişimi gölgeledi.” Neymiş Diyanet'te değişen diye merakla okumaya devam ediyorsunuz.

İNGİLİZ DERGİSİNİN İSİMSİZ(!) YAZARI, ÖYLE BİR YALAN SÖYLEMİŞKİ..

Şunu söylüyor İngiliz dergisindeki isimsiz yazar:

“Diyanet eskiden yarı-özerk bir kuruluştu. Şimdilerde doğrudan hükümete bağlanarak siyasi manipülasyona açık hale getirildi.”

Dört dörtlük bir yalan! Benim bildiğim Diyanet'in 1924'den bu yana yapısı değişmedi.

Yarı özerk olduğu bir dönem hiç olmadı. Üstelik bugün Diyanet konusunda, İngilizlerin yazdıklarının tam aksi yönde birtakım değişiklik çalışmaları yapılıyor.

Mesela Diyanet İşleri Başkanı'na protokoldeki eski yerinin iadesi planlanıyor. Bu durumda, Diyanet'in siyasi manipülasyona açık olması konusunu kendilerine bu kadar dert eden İngiliz dostlarımızın da rahatlaması lazım.

Şunu düşünsünler: Başbakanlığa bağlı bir genel müdür seviyesindeki Diyanet İşleri Başkanı mı siyasi müdahalelere daha açık bir konumdadır, yoksa yeri bakan seviyesinde olan, itibarlı bir Diyanet İşleri Başkanı mı?

BİZİM MEDYAMIZ BU HABERİ NEDEN ÇOK SEVDİ?

Bu arada bizim de üzerinde düşünmemiz gereken şeyler var. Sıradan bir olayı bizimkilerin neden bu kadar diline doladığını, habbeyi kubbe yaptığını anlayabiliyoruz. Ortaya atılan iddiaların niteliği neyin amaçlandığını belli ediyor. AK Parti hükümeti Diyanet'teki bir kadın görevliyi “başörtüsünü sıkı bağlamadığı için” görevden almış. Mesaj net. Amaç belli.

Ama böyle bu olay İngilizlerin bile ilgisini çekebilecek kadar cazip bir konu mu, onu biraz düşünmek lazım. aktifhaber

AKP'nin DİB'i doğru söyleyen bir müftüyü daha sürdü
25 Eylül 2013



Aydınlık'ın haberine göre; ”Kadrolaşma” fetvası ve ilginç açıklamalarıyla son günlerde kamuoyunun yakından tanıdığı Ortaköy İlçesi Müftüsü Adnan Zeki Bıyık, görevinden alındı. Bıyık, en son “Kendi yandaş, dindaş, klikdaş, tarikattaşını bir yerlere naehil olarak getirenlerin cehennem aşkını, buralara gelmek için kuyruk sallayan şahsiyetsizleri gördükçe, şeytanın bu güruhun yanında heykeli namus olduğunu düşünenler hata etmiş olmazlar”demişti.

Çorum’un Ortaköy ilçesi müftüsü Adnan Zeki Bıyık, AKP'nin işine gelmeyen doğruları söylediği için görevinden alındı ve Kırklareli İl Müftü Yardımcılığına atandı.
haber93

Müftü’leri Noel’e Kurban Etmek
İbrahim Arpacı
30 Aralık 2011

Mevzuya bahis olan konu ile ilgili internete düşen “geyik” diye adlandırılan muhabbetlerden birkaç alıntı…

Ben sana Noel Baba olamasın demedim, adam olmasın dedim.

Noel Baba’nın doğru biri olmadığı anlaşılmasının ardından Türk adaletine teslim edildi.

Noel Baba’dan Keşan müftüsüne jet yalanlama: “Adam olsaydınız da beni bacadan girmek zorunda bırakmasaydınız”.

Lüleburgaz Müftüsü, “hepimiz Noel Baba’yız” demiş.

Noel Baba yaptığı son açıklamada: “Daha da Keşan’a gelmem dedi”.

Noel Baba’nın doğduğu yer olduğuna inanılan Demre’de halk sokaklara çıkıp “Hepimiz Noel Babayız” pankartlarıyla yürüyüş yaptıktan sonra olaysız bir şekilde dağıldılar.

Doğan Haber ajansı yaptığı bir açıklama ile Kalbi kırılan Noel Baba’nın kalbinin tekrardan kazanılması için her eve bir baca kampanyası başlattıklarını açıkladı.

Adam doğru söylemiş. Ne o hırsız gibi bacadan girmeler falan! Çal kapıyı açalım arkadaş. Sen gizli gizli girince bizi içeride ne halde göreceğin belli mi? . Hiç utanmayacak mısın yaşlı başlı halinle? Hem getirdiği şeylerde hep Çin malıymış :/

Keşan Müftüsünün, Tarih kaynaklarında yaşayıp yaşamadığı konusunda fikir birliği bulunmayan bir Hıristiyan papaza atfedilen Noel baba olarak sembolize edilen kişi hakkındaki sözleri, halkın her kesiminin gündemine oturmuş durumda. Noel Baba’nın Ahlaken zayıf bir kimlik olduğuna işaret eden Müftü Süleymanoğlu: Kuran dayanaklı bir bilgiyi kendi meleki bilgileri ile sentezleyip mizah anlayışı ile: “Noel Baba doğru bir adam olsaydı, bacadan girmez kapıdan girerdi. Hem kuran kapıdan girmeyi telkin ediyor” şeklindeki ifadesi ile sorumlu bulunduğu kurumu tarafından soruşturmadan geçirileceği bildirildi.

Çıkan gürültüden anlaşılacağı gibi, toplumun gündem konusu olduğu bir gerçek... Halk nezdinde olayı değerlendirilecek olursak: İslam dinine belirli bir mesafede duran kişiler için ya da dini hassasiyetleri günlük yaşantısının kurallarının bir adım ötesine geçmeyen kesim için “hahaha kikiki” tarzında bir durum.. Din algısı dışında İslam dinine antitez bir ideoloji ile bakan kesim için ise, din adamlarına uzatılması gereken dilin tam zamanı…

Cart yasasının curt şartının ilgili bendi gereği Müftü bey’in yaptığı açıklama gereği, İlçe Müftülüğüne Diyanet İşleri Başkanlığı’nınca belirlenen müfettişlerin görevlendirilmesine, ilgili müfettişlerin Keşan’a ulaştığında “neyine lazım senin be müftü” sözlerini müftü bey’e sarf ettikten sonra, dinler arası diyalogun bu kadar sonuç verdiğine inandığımız bir zaman diliminde bu sözleri sarf edip ciddi kıyas yanlışı yaptığının kendisine iletilmesine karar verilmiştir.

Biz size ihtisas merkezlerinde kıyasın dört şartı vardır bu şartlar yerine gelmeden kıyas caiz olmaz ve tutarlıda olmaz demedik mi? Derler mi müftü bey’e demezler mi bilmiyorum.

Diyanet İşleri Başkanlığı ilgili açıklama nedeni ile kendi personeli olan müftü bey’in açıklamaları için: Sen devlet memurları kanununun ilgili maddesi gereğince başka bir dine kültür olarak mal olmuş bir sembolü tenkit ettiğin için kademe ve derece düşürme cezası mı vereceğiz diyecek? Allah’tan ki hakarete girmeyen düşünce özgürlüğü suç değil…

Siz Diyanet İşleri Başkanlığı, bir kurum olarak halkının büyük bir kısmı Hıristiyanlık alemi için bir dini sembol haline gelmiş Noel kutlamalarını benimsemeleri ve bununla birlikte başlatılan kutlamalar karşısında kendi dini inancını İslam diye belirledikten sonra ve bu doğrultuda dinini yaşamaya çalışan bir halkı, yanlış yönelişlere saparken gerekli zamanda gerekli vaazı nasihatlerde bulunmayıp ya da yılbaşına karşılık karşı bir söylem geliştiremiyorsanız; bununla ilgili herhangi bir basın açıklamasında bulunmuyorsanız yüz bine ulaşan personelinizden de biri çıkıp tabidir ki bir şeyler söyleyecektir. Keşke Keşan Müftünüz bu sözleri sarf etmeden Diyanet İşleri Başkanlığı olarak farklı söylemler geliştirseydiniz de şu an onların methiyelerinde bulunsaydık olmaz mıydı?

Sosyal siyasi ve fikri hayatımızda kabul gören değişiklikler inanç akidemizdeki bazı düşüncelere de tesir etmesi gerektiği düşüncesindeyiz.

Nitekim; “Düşünceleriniz eylemlere, eylemlerinizde inançlarınıza dönüşür” sözü hangi kulağa daha iyi küpe olur bilinmez ama teorik olarak fetva makamısın dediğiniz bir müftüye aynı zamanda bazı hassalara söz dokundurana da gel biraz kulağını çekeyim de hem ben bana yapılacak olası eleştirilere malzeme olmayayım hem senide dizginlemiş olayım demek ne kadar İslam akidesi ile örtüşür bir durum bilinmez.


Merkezi Vaaz Kalkıyor
05.07.2011
Camilerde merkezi vaaz sistemi kalkıyor. Yeni sistem ile vaazlar her camiinin kendi din görevlisince verilecek.



Ankara’da Birinci Vaizler Toplatısı’nda bir açıklama yapan Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez, bundan böyle tek bir merkezden bütün camilere vaaz verilmeyeceğini söyledi.
Yeni sistemle vaizlerin artık cemaate yüz yüze vaaz vereceğini belirten Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez. "1’inci aşama Türkiye’nin genelinde kendi cemaatine yüzyüze vaazedebilirim diye bize bilgi veren her görevlimiz, kendi vaazını bugünden vermeye başladı zaten" dedi.

2’nci aşamada ise Türkiye’deki bütün görevlilere hizmet içi eğitim verilecek. Eğitimlere Tekirdağ’da başlandı.

Eğitimlerin 1 yıl içinde tamamlanması ve Türkiye genelinde yeni vaaz sisteminin devreye girmesi planlanıyor.

Merkezi sistemin din görevlilerine neler kaybettirdiğine dikkati çeken Görmez şunları söyledi;
"Maalesef bizim bütün potansiyellerimizi yok etmiştir. Devreye girdiği günden bugüne kadar 20 yıl geçmiş. 20 yıl içerisinde her mihrap görevlisi günde bir tane ayeti hadisi cemaati ile paylaşsaydı Kur’an ve sünnet hakkında çok güzel bir bilgi ve birikime sahip olacaktı. Biz bundan onları mahrum bıraktık." TRT

Cemaat hutbeyi beğenmeyince, müftülük imamı görevden aldı
02 Eylül 2011
Malatya merkezindeki Turgut Özal Camisi’nde müftülüğün belirlediği hutbe yerine kendi hazırladığı ve dini konuların dışına çıktığı iddia edilen vekil imamın sözleri cemaatin tepkisini çekti. Tepkiler üzerine cami önüne gelen emniyet güçleri, bir süre cami içinde vekil imamla görüştü. Camiye gelen Malatya Emniyet Müdürlüğü Asayiş Şube Müdürü Turan Odabaş, vekil imamın kastını aşan cümleler kurarak hutbe verdiğini bunun da cemaat tarafından tepkiyle karşılandığını söyledi.

"85 YILDIR YAPILAN ZULÜM BİTECEK"
Vekil imam, iddiaya göre; “Kuran öğretilmedi, Diyanet de öğretmedi. Başka şeyler öğretildi. Kuran kanundur, başka kanun kabul etmiyoruz. 85 yıldır yapılan zulüm bitecek” dedi.

Cemaatin tepki gösterdiği vekil imam hutbeyi tamamlamadan mimberden indi, yerine müezzin geçip cuma namazını kıldırdı.

MÜFTÜLÜK GÖREVDEN ALDI
Malatya Müftü Vekili Cengiz Yağcı, caminin kadrolu imamının yurt dışında olması nedeniyle 26 Temmuz’dan itibaren vekil imamın göreve başlatıldığını,tepki çeken hutbenin araştırıldığını ve vekil imamın müftülük tarafından hazırlanan hutbenin dışına çıkarak kafasına göre hutbe okuduğunu belirlediklerini söyledi.

Cengiz Yağcı, “Bizim belirlediğimiz hutbenin dışına çıkan imam arkadaş, kendi hutbesinde maksadı aşınca cemaatten bazı arkadaşlar tepki göstermiş. Bunun üzerine namaza geçilmiş. Biz konuyu araştırdık ve vekil imam arkadaşın istifasını alarak hemen işleme koyduk ve Valiliğe gönderdik” dedi.
habertürk

Diyanet Vakıf Sen'den Tepki
30 Ekim 2010
Diyanet İşleri Başkanı Ali Bardakoğlu'nun, nüfus cüzdanlarında din hanesinin bulunmasının toplumda ayrıştırmaya yol açtığını düşündüğünü belirten açıklamasına Türk Diyanet ve Vakıf Sen Genel Başkanı Hazım Zeki Sergi tepki gösterdi
Sergi, "Sayın Diyanet İşleri Başkanı'nın göreviyle bağdaşmayan sözleri bizleri derinden üzdü. Sayın Başkanın bunu düzeltmesini bekliyoruz." dedi.

Türk Diyanet Sen Erzurum Şubesi'nin olağan kongresine katılan Hazım Zeki Sergi, Diyanet İşleri Başkanı Ali Bardakoğlu'nun nüfus cüzdanlarından din ve mezhep hanesinin kaldırılması yönündeki beyanatını talihsiz bir açıklama olarak nitelendirdi. Sergi, nüfuz cüzdanından din hanesinin çıkartılması talebinin Diyanet İşleri Başkanı'nın görev ve yetkisiyle bağdaşmadığını öne sürdü. Sergi, Diyanet İşleri Başkanı haricinde başka bir kurum yöneticisinin bile aynı türden bir açıklama yapmasının hoş görülemeyeceğini söyledi.

Bardakoğlu'nun yaptığı açıklamayı 'düzeltilmesi gereken bir talihsizlik' olarak nitelendiren Türk Diyanet ve Vakıf Sen Genel Başkanı Sergi, "Ben buradan Sayın Başkanı eleştirmek için değil yapılan bir yanlışa parmak basmak için ifade ediyorum. Bu demeci Diyanet İşleri Başkanı ve başka bir kurum yetkilisinin söylemesi bile hoş görülmeyecek bir tavırdır. Bunun tepki göreceği malumdur. Müslüman ülkede din hizmeti sunan bir kurumun yöneticisinin bu ifadeleri bulunduğu görevle bağdaşması asla mümkün değil." diye konuştu.

Türk Diyanet ve Vakıf Sen olarak nüfuz cüzdanının din hanesinin ayrıştırmayı arttırdığına inanmadıklarına vurgu yapan Sergi, "Nüfus cüzdanında din hanesinin bulunmasının ayrıştırmayı artırdığını düşünebildiğini ifade ediyor Sayın Başkanımız. Bu ifadeler Diyanet İşleri Başkanı'na yakışmamıştır. Bu düşünceyi manidar buluyor ve reddediyoruz." dedi.
aktifhaber

Diyanet Din’in neyi olur?
Hüseyin Karaca
17 Ocak 2011

Soru:

Modern devletlerin oluşum süreçleri ve uluslar arasındaki ilişkilerin çıkar amaçlı yapısı gözönüne alındığında, devletin birey üzerindeki tahakkümünün sınırı nedir? Örneğin, ülkemizin NATO ya da ABD ile giriştiği/girişeceği ortak harekatlar bağlamında zorunlu askerliğin dini hükmü nedir? Sırf iki ülke anlaştı diye ya da ülkeyi yönetenlerin siyasi ve seküler kararları sesebiyle insanın eline silah almaya zorlanması caiz midir?

Yani, günümüz dünyasında zorunluğu askerliğin dini hükmü nedir? TSK, askerlik konusunda sizden fetva istese cevabınız ne olur?

Bu soruyu, uzun süredir yaptığım bir çalışma çerçevesinde Diyanet İşleri Başkanlığı Dini Sorular Komisyonu’na geçtiğimiz aylarda sormuştum. Doğrusu, cevap vereceklerine dair bir umudum yoktu. Verseler de “ben bilmem, devletim bilir” gibi topu taca atan bir cevap olur diye düşünüyordum. Fakat, sanırım bir hafta on gün gibi bir zaman sonra cevabı aldım.

İşte o cevap:

“Dini olarak verilen fetvalar kişisel olup irşat niteliği taşır; mahkemelerin verdiği hükümler ise hem özel (kişisel) hem de genel olup bağlayıcıdır. Fetvayı müftüler verirken hükmü mahkemeler verir. Diyanet İşleri Başkanlığı mahkeme değil, Dini İslamı öğreten ve dinle ilgili sorulara cevap veren bir kurumdur.

Ayrıca dinimize göre nass olmayan yerlerde, devletin kanuni düzenleme hakkı vardır ki, vatandaşlarında buna uyması zorunludur.”

(27052010143313 kayıt nolu, Dini Sorular Komisyonuna sorduğunuz sorunuzun cevabı.)

Böyle bir cevabı biz ne yapalım şimdi; nasıl anlayalım?.. Keşke cevap vermeselerdi, görmezden gelselerdi. Ya da açık açık, “Biz devletin resmi bir kurumuyuz ve kanunla düzenlenmiş konularda görüş bildiremeyiz.” deselerdi. ‘Eyvallah’ der geçerdim. Oysa, kaçak güreşirken bile kendini alamayıp, devlet lehine hüküm bildirmekten kendini alamamış.

Varlığı, laiklikle taban tabana zıt bir kurumun, laikliği bu kadar iyi özümsemesi karşısında öncelikle kurucu ideolojiyi tebrik etmek gerekir.

Ben askerliğin dini açıdan hükmünü, yorumunu soruyorum; oysa kurum cevap boyunca fetva-mahkeme karşılaştırması yapıyor. ‘Biz mahkeme değiliz, dinle ilgili sorulara cevap veririz’ derken, kurnazca alanını daraltıyor ama olan dine de olmuyor mu, dinin de alanını daraltmıyor mu muhteremler? Demek ki namaz, oruç, zekat gibi itikadî konular dışında dinin toplumsal hayata dair hiçbir hükmü, projeksiyonu yok öyle mi?

Ya son cümleye ne diyeceğiz? “… dinimize göre nass olmayan yerlerde, devletin kanuni düzenleme hakkı vardır ki, vatandaşların da buna uyması zorunludur.” Doğru, nass yok; çünkü İslam’da askerlik yok. Cihad var, mücahid var. Ve Peygamber cihada bile gönüllülerle çıkıyor.

Son cümlenin son bölümü her şeyi açıklıyor aslında: “… vatandaşların da buna uyması zorunludur.”

Müslümanın ahvalini sorup, ‘vatandaş’ın yükümlülüğüne dair cevap alınan bir diyanet, dinin neyi olur?
Haber10

Cemaatten Müftü'ye imam tepkisi
15 Nisan 2011
Nevşehir Sanayi Camii cemaati, Cuma namazı çıkışında imamlarının başka bir camiye atanması nedeniyle Müftü Süleyman Aktaş’a tepki gösterdi.

Cuma Namazını kılan yaklaşık bin 500 Sanayi Camii cemaati, imam Ahmet Doğan’ı başka bir camiye atamasından dolayı İl Müftüsü Süleyman Aktaş’a sloganlar atarak, tepki gösterdi.

İmam Ahmet Doğan, il müftülüğü tarafından 17 yıldır görev yaptığı Sanayi Camii’nden, 2000 Evler Mahallesi’nde bulunan TOKİ Mustafa Paslanmaz Camiine atandı. Bu atamaya karşı cami cemaati imza kampanyası da düzenledi. Sanayi Camisi avlusunda namaz çıkışı bir açıklama yapan cemaatten Hafız Mahmut Kemik kıran, 17 yıldır görev yapan imam Ahmet Doğan’dan memnun olduklarını belirterek, atamayı şiddetle kınadığını söyledi. haber10

Merkezi Vaaz Kalkıyor
05.07.2011
Camilerde merkezi vaaz sistemi kalkıyor. Yeni sistem ile vaazlar her camiinin kendi din görevlisince verilecek.


_________________
Bir varmış bir yokmuş...
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Sal Oca 30, 2018 12:02 am    Mesaj konusu: “Diyanet kurumları devletlerin aracı haline geldi” Alıntıyla Cevap Gönder

Kadri Yıldırım: “Diyanet kurumları devletlerin aracı haline geldi”
29 Ocak 2018



“Çözüm, ÖSO ile değil Kürtlerle işbirliği yapmaktır”

T24'ten Hülya Karabağlı'nın haberine göre; Türkiye'nin Suriye'nin kuzeybatısındaki Afrin bölgesinde gerçekleştirdiği Zeytin Dalı Harekatı'nın başlamasının ardından camilerde Fetih Suresi okutulmasına tepki gösteren HDP Siirt Milletvekili Kadri Yıldırım, “Fetih Suresi bir barış projesini onaylamak için inmiş ve Mekke’nin fethi bu projenin en somut uygulaması olmuştur. Diyanetin bunu savaşa alet edercesine, siyasi bir baskı altında bunu savaş argümanı haline getirmesine çok üzüldük.” dedi.

HDP Diyarbakır Milletvekili Nimetullah Erdoğmuş’la birlikte TBMM'de ortak basın toplantısı düzenleyen Yıldırım, Türkiye de dahil olmak üzere İslam ülkelerinin çoğunda Diyanet kurumlarının gerçek İslam’ı temsil etmekten uzaklaşarak bağlı oldukları devletlerin birer aracı haline geldiklerini savundu. Yıldırım, “Bu devletlerin ve iktidarların arzuladıkları istikamette fetvalar vermekten çekinmiyorlar” diye konuştu.

"Milli ve yerli olmak çareyi içeride aramaktır"

Her türlü konunun enine boyuna ve siyaset üstü tartışılması için Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan randevu talep ettiklerini kaydeden Yılmaz, T24’ün, “Diyanet’e götüreceğiniz önerinin tam karşılığı nedir” sorusuna, “Bölgeye gitmenin de içinde yer alabileceği geniş kapsamlı bir öneri. Hem mevcut askeri harekatı hem de diğer hususları masaya yatırmak ve ona göre de hiçbir parti ve siyasi mülahazayı gözetmeden, vicdan adalet, insan halkları çerçevesinde müzakere etmek. Aksi takdirde bu uçuruma birlikte yuvarlanırız. Ne ABD’nin ne Rusya’nın bize bir faydası yok. Bana göre milli ve yerli olmak çareyi içeride aramaktır. Bu noktada bazı adımlar atılabilir” cevabını verdi.

Afrin harekatını değerlendiren Prof. Kadri Yıldırım, “Savaş yol adres sormaz. Afrin’de de Kilis’te de çocuklar enkaz altında kalıyor. Önemli olan bunun önünü almaktır. Ölenin de öldürenin de Müslüman olduğu coğrafyada daha fazla kanın dökülmesine neden olmak anlamına gelmektedir. Türkiye’de Afrin düşsün diye, Kürt coğrafyasında düşmesin diye dua okunuyor” ifadelerini kullandı. Prof. Kadri Yıldırım’ın basın toplantısındaki açıklamaları şöyle:

"ABD ve Rusya hep yarım kalmamızı istemiştir. Sizden beklenen ey Türkiye’yi yönetenler; şunu söylemenizdi: 'Ey ABD, ey Rusya siz devreden çıkın. Biz bin yıllık kardeşliğe sahibiz. Kürtlere bir statü verilecekse de biz bunu aramızda hallederiz. Atalarımız Selçuklular, Osmanlılar Kürtlere statü verdiler. Eğer bugün de bir şey verilecekse biz devreye gireceğiz siz geldiğiniz yere dönün' demelerini bekliyorduk.

“Hem Kürtleri denize atıyorsunuz hem niye yılana sarılıyorsunuz diyorsunuz”

"Ama maalesef yapmadınız. Kürtler aslında ABD’yi de Rusya’yı da iyi tanıyorlar. 1946’da Mahabad Kürt Cumhuriyetini kurduranın da yıktıranın da Rusya olduğunu çok iyi biliyor. Kürtlerin çok iyi bildiği bir husus da, ABD’nin el attığı her probleme ne öldük ne olduk perspektifiyle yaklaştığı ve her meseleyi çıkmaz halde bıraktığıdır.

"Eğer bugün Kürtler bir denize düşmüşlerse Kürtleri denize atan sizlersiniz. Hem Kürtleri denize atıyorsunuz hem niye yılana sarılıyorsunuz diyorsunuz. Hem de aynı denize düşüp aynı yılana siz de sarılıyorsunuz. Bu hem Kürtler hem Türkler için son derece tehlikeli.

“Çözüm ÖSO ile değil Kürtlerle işbirliği yapmaktır”

"Biz diyoruz ki gelin Türkler ve Kürtler olarak bu yılanlarda beraber kurtulalım. Çözüm ÖSO ve benzerleriyle iş birliği yapmak değildir. Çözüm Kürtlerle iş birliği yapmaktır. ÖSO yarın öbür gün bir Kürdü diri diri yakar ya da başını keserse bunun altından kalkmak kolay olmaz. Altından kalkamadığınız bu tip olaylar dış dünyanın bakın IŞİD hortladı diyerek müdahale etmesi zeminini hazırlar. Bugün askeri harekatı onaylıyor gibi görünen güçler IŞİD hortladı diyerek yeniden kara harekatını başlatabilir. Bu bir kısır döngüdür. Bu işin içinden çıkılmaz bir vaziyettir.

“Diyanet kurumları devletlerin aracı haline geldi”

Şurası üzüntü vericidir ki bugün Türkiye de dahil olmak üzere İslam ülkelerinin çoğunda diyanet kurumları gerçek İslam’ı temsil etmekten uzaklaşmış, bağlı oldukları devletlerin birer aracı haline gelmişlerdir. Bu devletlerin ve iktidarların arzuladıkları istikamette fetvalar vermekten çekinmiyorlar. Bu fetvaların nasıl bir vehamate yol açacağı iyi düşünülmelidir.

“Hz. Muhammet 'Mekke’yi yıkacağız' dememiştir”

"Mekke’nin fethi en güçlü anda bile tevazu demektir. Hz Muhammed’in Mekke’ye girerken başı yere değercesine tevazu içine girdiğini tüm kaynaklar yazmaktadır. Hz. Muhammed ya da herhangi bir havarisi düğüne gidiyoruz, Mekke’yi yıkacağız gibi sözler kullanmamıştır. Fetih Suresi bir barış projesini onaylamak için inmiş ve Mekke’nin fethi bu projenin en somut uygulaması olmuştur. Diyanetin bunu savaşa alet edercesine, siyasi bir baskı altında bunu savaş argümanı haline getirmesine çok üzüldük.

“Afrin’de de Kilis’te de çocuklar enkaz altında kalıyor”

"Bu, Hz. Ali’nin korunacak dediği kadın ve çocukların ölmesi demektir. İster Afrin’deki kadın ve çocuk olsun ister Kilis’teki. Çünkü savaş yol adres sormaz. Afrin’de de Kilis’te de çocuklar enkaz altında kalıyor. Önemli olan bunun önünü almaktır. Ölenin de öldürenin de Müslüman olduğu coğrafyada daha fazla kanın dökülmesine neden olmak anlamına gelmektedir.

“Türkiye’de Afrin düşsün diye, Kürt coğrafyasında düşmesin diye dua okunuyor”

Birçok camide bu fetih surelerini dinleyenler camileri terk ediyorlar. Türkiye camilerinde Afrin’in düşmesi için dualar okunurken, Kürt coğrafyasında pek çok camide Afrin düşmesin diye dualar ediliyor.

Bombardımanlar Allah’ın evinin adresini de sormuyor

İddialara göre Afrin’deki Cindiri Selahaddin Camii, bombardımandan nasibini almış. Yıkıntılar arasında Kuran da var. Aynı şekilde Kilis’teki cami de bu ortamdan nasibini aldı. Bombardımanlar camiyi de sormuyor. Buna Afrin’de de olsa, Kilis’te de olsa üzülelim. Cami camidir. Cami ibadetgahtır. Afrin’deki Müslümanlar da Kilis’teki Müslümanlar da camiye gidiyor. Bu kopuşun nelere mal olacağını kestirmek mümkün değil. Bu işin sonu nereye varacak? Diyanet bu soruların cevabını bulmak için kafa yormalıdır.

Dökülen kandır, tahrip edilen evlerdir, camilerdir. Diyanet'ten randevu talep ediyoruz, bu konuyu enine boyuna tartışalım. Sorumlulara sorumluluklarını hatırlatalım. Hiç çekinmeden doğruya doğru yanlışa yanlış diyelim. Bu akan kanın bir an evvel durmasını temenni ediyorum.

(Diyanet'ten randevu talebi) Bölgeye gitmenin de içinde yer alabileceği geniş kapsamlı bir öneri. Hem mevcut askeri harekatı hem de diğer hususları masaya yatırmak ve ona göre de hiçbir parti ve siyasi mülahazayı gözetmeden, vicdan adalet, insan halkları çerçevesinde müzakere etmek. Aksi takdirde bu uçuruma birlikte yuvarlanırız. Ne ABD’nin ne Rusya’nın bize bir faydası yok. Bana göre milli ve yerli olmak çareyi içeride aramaktır. Bu noktada bazı adımlar atılabilir.

Ana Haber
ETİKETLER
kadri yıldırım hdp fetih suresi diyanet işleri başkanlığı iŞİd afrin operasyon zeytin dalı harekatı
_________________
Bir varmış bir yokmuş...
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Önceki mesajları göster:   
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> ÇÖPLÜK Tüm zamanlar GMT
1. sayfa (Toplam 1 sayfa)

 
Geçiş Yap:  
Bu forumda yeni başlıklar açamazsınız
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz
Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız


Powered by phpBB © phpBB Group. Hosted by phpBB.BizHat.com


Start Your Own Video Sharing Site

Free Web Hosting | Free Forum Hosting | FlashWebHost.com | Image Hosting | Photo Gallery | FreeMarriage.com

Powered by PhpBBweb.com, setup your forum now!
For Support, visit Forums.BizHat.com