EntellektuelForum Forum Ana Sayfa EntellektuelForum

 
 SSSSSS   AramaArama   Üye ListesiÜye Listesi   Kullanıcı GruplarıKullanıcı Grupları   KayıtKayıt 
 ProfilProfil   Özel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapınÖzel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapın   GirişGiriş 

”GİDEN GELMİYOR, ACEP NEDENDİR?”

 
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> YAKIN TARİH
Önceki başlık :: Sonraki başlık  
Yazar Mesaj
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Pzr Oca 28, 2018 12:01 am    Mesaj konusu: ”GİDEN GELMİYOR, ACEP NEDENDİR?” Alıntıyla Cevap Gönder

Suat KÜRŞAT: ”GİDEN GELMİYOR, ACEP NEDENDİR?”
27 Ocak 2018



Carl von Clausewitz, ”Savaş teorisi, belirli bir noktada fiziksel ve maddÎ üstünlüğün nasıl kazanılabileceğini bulmaya çalışır. Teori aynı zamanda her zaman olanaklı olmasa da, moral etmenleri, yani düşmanın olası hatalarını, cesur bir eylemle yaratılan izlenimleri… evet, bizim umutsuzluklarımızı bile hesaplamayı öğretir. Bunlar teorinin ve savaş sanatının dışında olmayıp, savaşta karşılaşılan tüm olası durumlara mantıksal olarak yansıyan sonuçlardan başka bir şey değildir. Bu durumların tehlikelerini sıklıkla düşünmeliyiz ve kendimizi buna alıştırmalıyız.” der…

Umutsuzluklarımızı dahi hesap edebilmek!

Kendi tarih aynamıza bakabilmek gayesi ile bir kısa tarih yolculuğuna çıkıp Birinci Dünya Harbi günlerine gidelim.

Biz bu savaşa nasıl dâhil olduk?

Kimilerine göre İstanbul ve Berlin’in danışıklı döğüşü, kimilerine göre Enver Paşa’nın Almanya ile anlaşmasının tezahürü. Daha çok Berlin ve Londra ekseninde Osmanlı Devleti’ni mağlupların safına çekme gayreti. Sonucu belli bir savaştan sonra sıranın kendisine gelmesi için iştahla beklenilen, menünün en lezzetli yemeği. Bu yemek olmayacaksa sofranın kurulmasının bir mânâsı olabilir miydi? Kısaca bakarsak; 6 Ağustos 1914, Goeben ve Breslau, Amiral Souchon liderliğinde Messina Boğazı’nı geçip rotasını Ege’ye çevirir. Beklenilenin aksine yolu açıktır, İngiliz savaş gemileri yolu kapamamıştır! Gemiler Çanakkale boğazına geldiğinde İngiliz Akdeniz Filosu ile Osmanlı kaleleri arasında sıkışıp kalma tehlikesi ile karşılaşır. Sadrazam Said Halim Paşa hükümeti mecburen gemilerin Boğaz’a girmelerine izin verir. Osmanlı Devleti gemileri satın almış gibi görünmeyi önerir, Alman Başbakanı bu öneriyi reddeder ve Osmanlı’nın savaşa hemen girmesini ister.16 Ağustos’ta yapılan bir tören ile Bahriye Nazırı Cemal Paşa gemileri resmen Osmanlı ordusuna kabul eder. Amiral Souchon Osmanlı Devleti Karadeniz Filosu komutanlığına getirilir. İngiltere, Goeben ve Breslau eşliğinde Çanakkale Boğazı’ndan çıkacak Osmanlı gemilerinin de batırılması kararını 1 Eylül’de Churchill’in baskısıyla alır. 29 Ekim’de Amiral Souchon emrindeki Goeben ve Breslau Rus Çarlığı’nın Sivastopol limanlarını bombalar. Churchill 31 Ekim’de, Akdeniz’deki güçlere Osmanlı Devleti’ne karşı harekât emri verir. Rusya 2 Kasım’da savaş ilan eder. İngiliz gemileri 3 Kasım’da Çanakkale’nin dış kalelerine saldırır. Osmanlı Devleti, Avrupa savaşının içindedir artık.

6 Ağustos ile 2 Kasım arasında geçen her gün her saat savaşa giden yolun taşlarının bir bir döşendiğine tanıklık eder. Bakmayın benim bu tarihleri kısa cümlelere sığdırdığıma, her gün her saat bir telaş ve koşuşturma ile geçen yaklaşık 3 aylık bir zaman. Fırtına kopana kadar, ”yazıyor yazıyor” diye bağıran çocukların elinden alınan gazetelerden okunan haberler ve ardından yorumlar. Herhalde 2 Kasım’a kadar millet savaşa girilip girilmeyeceğini kritik ediyordu İstanbul kıraathanelerinde. Belki bu kritiklerden birinde ahaliden bir zat, ”Almanya için cephenin genişlemesi, İngiliz ve Rus güçlerini parçalayacak büyük bir sahanın açılması demektir” diyebilir. Ancak burada konumuz elbette bu değil. Her birlik vurgusu yapılan konuşmalarda Çanakkale Savaşı’nda şehid olan yiğitlerin mezar taşları çıkar karşımıza. Osmanlı coğrafyasının her yerinden yiğitlerin adının yazılı olduğu mezar taşları… Elbette bu hakikatin üstü örtülemez.

Osmanlı Devleti savaşa girdiğinde birçok cephede asker bulundurmak zorundaydı. Taarruz harekâtı yapılan Kafkas ve Kanal cepheleri, savunma durumunda olduğumuz Irak, Hicaz ve Yemen, Suriye ve Filistin, Çanakkale. Bir de müttefiklere yardım ettiğimiz Makedonya, Galiçya ve Romanya gibi cepheler. Burada dikkat çekeceğimiz şu ki bu cepheleri besleyen aslî insan gücü Anadolu’dan sağlanmıştır. Elbette Osmanlı Devleti’ne bağlı birçok bölgeden asker vardı, lâkin ana omurga ve gövde Anadolu’dan oluşmaktaydı. Anadolu’dan bu bölgelere giden asker hangi şartların içerisine girmişti?

Kabileler ve Arap Milliyetçiliği

Suriye Cephesi’ne baktığımızda; 19. Yüzyıl’ın sonlarında Avrupa ve Amerikan kültür ve eğitiminin etkisi ile, Batı politikası ve ekonomisinin artan nüfuzuyla kentsel bölgelerde Arap milliyetçiliği ortaya çıkıyordu. Lübnan’da 19. Yüzyıl’da kurulmuş olan Amerikan ve Fransız misyoner okullarında eğitim almış bir avuç Suriyeli Hıristiyan, Arap milliyetçiliğini geliştirmeye başlıyor, bu geliştirilen laik Arap milliyetçiliği, “teknik konularda ilerlemiş, uygarlığı öğrenmiş bir toplumu, Osmanlı fetihlerinin geri kalmışlığa ittiği” tezini ortaya atıyordu. 20. Yüzyıl’ın başında Suriye’de daha çok yaygın hâle gelen ve teşkilâtlanan milliyetçi oluşumların etkisi hızla artıyordu. Osmanlı Devleti birinci dünya harbine girdiğinde, Suriye, Arap milliyetçilerinin kutsal topraklarıydı. İlk ideologları ve havarilerinin ideolojiyi filizlendirdiği kutsal topraklar!

Hicâz’daki durum ise Haşimîlerin zaman ile kazandığı özerk yapıya teslimdi. Hicâz demiryolunun 1908’de tamamlanmasına kadar İstanbul ile iletişimin zorluğu ve Başkent’e olan mesafesinden dolayı Mekke Emiri, bölgede özerk bir statüye sahipti.1908 yılında İstanbul’dan Hicâz’a dönen Hüseyin, Şerif konumuna getirilmişti. Şerif Hüseyin’in bu yıllarda hedefinin Şeriflikten ziyade Halifelik olmaya başladığını oğlu Abdullah’ın anılarından öğreniyoruz. Şerif Hüseyin oğlu Abdullah aracılığıyla İngilizler ile bir takım pazarlıklara girişiyordu. İngilizler için kullanışlı bir siyasî figürdü Şerif Hüseyin. Bunun yanı sıra Hicaz-Yemen cephesinde siyasî olarak 20. Yüzyıl’ın başında güçlenmeye başlayan İbni Suud, Vahhabî hareketi ve 1904 yılında isyan eden Yemen’in Zeydî İmamı Yahya ve 1910 yılında İmam Yahya ile beraber isyana kalkışan Seyyid İdrisî etkiliydi. İmam Yahya, İstanbul ile bir miktar aylık ödenmesini de içeren anlaşmayı kabul etmiş, lâkin dünya harbi sırasında Seyyid İdrisî ile anlaşma yapılamamıştı. İdrisî, İngilizler ile ittifak ederek Osmanlı’ya karşı savaşta yer almıştı. Ayrıca birçok kabilenin olduğu bölgede kabileleri savaşta ittifak yapmaya ikna etmek çok güçtü. Her kabilenin farklı hesapları vardı. İttifakları sağlayabilmek için gereken malî külfet Yemen’deki Osmanlı unsurlarında mevcut değildi. Osmanlı askerinin savunmada olduğu bu cephe, savaş öncesi sorunlar ile boğuşan sıkıntılı bir bölgeydi. Savaş döneminde de bu sorunların etkisinin olduğu aşikârdı.

Osmanlı Devleti Anadolu’dan temin ettiği gövdeyi 11 bölgede birden savaştırıyor, kendi içerisindeki bölgelerden en önemli ikisinde, kabileler ve Arap Milliyetçiliği ile başbaşa kalıyordu. Adeta bir tasfiye yaşıyordu devlet. Kurtuluş Savaşı öncesi bütün gücünü tüketecek, bir değirmen gibi elindekini öğütecek şekilde, zemini hazırlanmış cephelerde tasfiye oluyordu. Evet, Çanakkale’de Osmanlı coğrafyasından birçok şehid yatmaktadır. Ya Yemen’de, Galiçya’da, Hicaz’da, Suriye ve Filistin’de, Irak’ta yatan Anadolu evlatları? Koca bir coğrafyanın yükünü sırtlanan bir avuç insan! Ve, geriye kalan bir avuç insanla verilen mücadele!

Kurtuluş Savaşı

Osmanlı Devleti Birinci Dünya Savaşı’na girdiğinde, açılan cepheleri besleyecek insan kaynağı Anadolu’dan başka bir yerde kalmamıştı. Yerel bazı aşiretlerin desteği yeterli olamazdı. İngiliz ve Fransız askeri girmeden önce kültürü girmişti bu bölgelere. İdeolojiler filizlendirilmiş, kabileler ayartılmış, çil çil altınlar saçılmıştı. Kurtuluş Savaşı’na girilirken, Anadolu insanının Yemen Türküsü’nde, ”giden gelmiyor, acep nedendir?” dediği kabilinden, askerinin büyük bir kısmı Birinci Dünya Harbi cephelerinde kırılmıştı. Anadolu’dan gelen Osmanlı askeri, İngiliz ve Fransız’a destek olan yerel isyanlar ve milliyetçi oluşumların kol gezdiği cephelerde tükendikten sonra başlayan Kurtuluş Savaşı ile ancak Anadolu’da tutunabildik. Ve Anadolu’da geriye kalan kuvvetler ile Kurtuluş Savaş’ının büyük bir kısmını İngiliz destekli işgâlci Yunan çapulculara karşı verdik. Birinci Dünya Harbi’nde oluşturulan cepheler ile tükenen Anadolu’dur… Gidenin gelmediği her cephe, emperyalistlerin gözünü diktiği merkez üzerindeki hedeflerini iyice pekiştirmiştir. Ve yüzyıl geçmesine rağmen bu hedeflerinden vazgeçmiş değillerdir! Asıl hedefleri merkezi düşürmektir!

Suat KÜRŞAT

Kaynak: Adımlar dergisi
Etiketler:
ACEP NEDENDİR Almanya Anadolu arap milliyetçiliği berlin Birinci Dünya Harbi Carl von Clausewitz Enver Paşa Filistin Galiçya GİDEN GELMİYOR Hicaz ırak İstanbul Kabileler Kurtuluş Savaşı Osmanlı Devleti Savaş teorisi suriye türkiye yemen
_________________
Bir varmış bir yokmuş...
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Önceki mesajları göster:   
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> YAKIN TARİH Tüm zamanlar GMT
1. sayfa (Toplam 1 sayfa)

 
Geçiş Yap:  
Bu forumda yeni başlıklar açamazsınız
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz
Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız


Powered by phpBB © phpBB Group. Hosted by phpBB.BizHat.com


Start Your Own Video Sharing Site

Free Web Hosting | Free Forum Hosting | FlashWebHost.com | Image Hosting | Photo Gallery | FreeMarriage.com

Powered by PhpBBweb.com, setup your forum now!
For Support, visit Forums.BizHat.com