EntellektuelForum Forum Ana Sayfa EntellektuelForum

 
 SSSSSS   AramaArama   Üye ListesiÜye Listesi   Kullanıcı GruplarıKullanıcı Grupları   KayıtKayıt 
 ProfilProfil   Özel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapınÖzel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapın   GirişGiriş 

Medyavole
Sayfaya git Önceki  1, 2
 
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> ÇÖPLÜK
Önceki başlık :: Sonraki başlık  
Yazar Mesaj
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Pzr Mar 19, 2017 12:03 am    Mesaj konusu: SANSÜR DEĞİL YAYINCILIK İLKESİ :)) Alıntıyla Cevap Gönder

"Ergen gibi sigara içtiğini gizleyenler, gösteriş amaçlı namaza başlayanlar, sakalı-bıyığı için icazet isteyenler..."
25 Haziran 2017



"Arkadaşları hapisteyken iftar sofralarında fırça yiyip susanlar bir daha düşünsün"

Evrensel yazarı Ceren Sözeri, çok sayıda gazetecinin yayımlanan haberleri ya da yazıları nedeniyle tutuklu bulunduğunu hatırlatarak "Kötü gazetecilik basın camiasında kolay affedilmiyor, peşinizi bırakmıyor. Ancak buna rağmen iktidar karşısında bağımsız ve ilkeli duruşun toplumda bir karşılığı var" dedi. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun öncülüğünde, partinin İstanbul Milletvekili Enis Berberoğlu'nun tutuklanması sonrası başlatılan "adalet yürüyüşü"nü bir "kırılma" olarak değerlendiren Sözeri, "İktidar medyasında 'adaletsizliğe biz de karşı değil miydik?' yönünde itirazlar var. Ergenler gibi sigara içtiğini gizleyenler, gösteriş amaçlı namaza başlayanlar, sakalı-bıyığı için icazet isteyenler, arkadaşları hapisteyken iftar sofralarında fırça yiyip susanlar bir daha düşünsün" diye yazdı.

Ceren Sözeri'nin "Savcıya mı soracağım ne söyleyeceğimi?" başlığıyla yayımlanan (25 Haziran 2017) yazısı şöyle:

Tüm haftayı yine gazeteciliğin yargılandığı davalarla geçirdik. KCK Basın Davası ertelendi ama 46 gazetecinin pasaportu ikinci kez iptal edildi. Mevzubahis Kürt basını olunca iptalin altını çizmek istedi mahkeme heyet sanırım. Özgür Gündem Dayanışma Davası da ertelendi, tek sevindirici gelişme Aslı Erdoğan ve Necmiye Alpay’ın yurt dışı yasağının kalkması oldu. En azından kendilerine verilen ödülleri almaya gidebilecekler.

Pazartesi başlayan Ahmet Altan, Mehmet Altan, Nazlı Ilıcak’ın da aralarında bulunduğu 17 kişinin yargılandığı “15 Temmuz darbe girişimine iştirak” davasında ara karar ancak Cuma günü verildi ve tahliye çıkmadı. Geçen hafta yazdığım Nedim Türfent davasına da referansla tüm bu hukuksuzluğa rağmen olumlu bir karar çıkacağına dair çoğunuz gibi benim de umudum yoktu. Ancak özellikle Ahmet Altan ve Mehmet Altan’ın yapmış olduğu savunmalar Türkiye’de basın özgürlüğünün ne denli mesnetsiz gerekçelerle ihlal edildiğini çok güçlü biçimde gösterdi.

Savunmalara geçmeden önce Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın basın özgürlüğünün “yeni sınırları”nı anlatmak üzere medya sahipleri, yöneticileri ve köşe yazarlarına vermiş olduğu iftar yemeğinden bahsetmekte yarar var. Davetli seçimi, bilhassa Doğan Grubu’nun çağrılması önemliydi, “bugün medyamızın daha renkli, daha demokratik, daha çoğulcu olduğu bir muhakkaktır” ifadesi “kurallara uyma şartıyla” yeni bir sayfa açıldığının habercisi, davet edilmeyenler zaten o çoğulcu ortamın bir parçası olarak görülmüyor, bir nevi marjinalleştiriliyor. Erdoğan, “haber”in tanımını da yaptı satır aralarında:

“Yanlı, tek taraflı, hatta kasıtlı bir haber, gerçek anlamda bir haber değildir... Benim özellikle bir ricam da şudur, gerçekten sizler gerek hükümetimizle gerek şahsımla, ne konuşuyorsam, aynı şeyi konuşmak zorunda değilsiniz ama bir şeyi özellikle rica ediyorum. O da şudur: Yerli ve milli olarak ülkemizin ve milletimizin menfaatinin olduğu yerde bana göre diğerleri teferruattır. Buna dikkat etmemiz lazım... Manşetini, kalemini, gazete sayfalarını, terör örgütünün emrine verenlerle, eline silah alıp dağa çıkan arasında bana göre hiçbir fark yoktur.”

Benim anladığım artık yedi-sekiz gazetenin Erdoğan’ın sözlerini olduğu gibi manşet yapma zorunluluğu ikinci bir emre kadar kalktı, bu sevindirici. Lakin habere, kimin belirleyeceği (aslında bunun da Erdoğan tarafından belirleneceği belli) belli olmayan “yerli ve milli olmak”, “milli menfaate uygun olmak” gibi kriterler getirildi. Gazeteciliğin işleviyle çelişen şeyler bunlar. Kennedy’nin 1961’de Domuzlar Körfezi Çıkarması’nın istihbaratını alan gazetecileri bunu yazmanın “ulusal çıkarlara zarar vereceği” gerekçesiyle korkutup, yazılmamasını sağlayıp, ardından The Times Yayın Yönetmeni Turner Catfedge’e, “Keşke operasyon hakkında daha fazla yazsaydınız, belki de bizi bu muazzam hatadan kurtarırdınız” deyişini hatırlamak bile bu çelişkiyi anlamaya yeterli (kaynak, L.DoğanTılıç, Birgün, 03.12.2015).

Daha da vahimi, Erdoğan “mesleğini gazeteci olarak ifade ederek cezaevlerinde bulunan 177 kişiden sadece 2’si sarı basın kartı sahibidir” dedi, kaynağı, çelişkili rakamlarıyla ün salmış, Adalet Bakanlığı. Cezaevinde basın kartı sahibi çok daha fazla gazetecinin olduğu, 700’den fazla basın kartının keyfi biçimde iptal edildiği, bir kısmının gerekçesiz yenilenmediği bu hafta bol bol yazıldı. Benim asıl dikkatimi çeken Erdoğan’ın daha önce yaptığı gibi bu sefer gazetecileri “teröristlik”, “hırsızlık”, “katillik”gibi ithamlarla anmak yerine “mesleğini gazeteci olarak ifade eden” diye tanımlaması. Bu şu demek: ‘Siz kendinizi gazeteci olarak tanımlıyor olabilirsiniz ama kimin gazeteci olduğuna biz karar veririz’, daha kötüsü ise bu sözleri dinleyip meslektaşları adına hiç itiraz etmeyenlere verilen mesaj: ‘Kurallara uymayanın yeri cezaevi olur’. Yorumumu abartılı bulanlar, iftar sonrası CHP’nin Adalet Yürüyüşü ile ilgili haberlerin nasıl azaldığına, iktidar perspektifli nasıl değiştiğine baksın. Türkiye medyasında Erdoğan’ın söylediklerini ‘bunu haber yapmayın’ olarak anlamayan medya sahibi orada olamaz, bunu sezemeyen ne medyada yönetici olur ne de Ankara temsilciliğine getirilir.

Suç olmayanın suç olmadığını kanıtlama çilesi
Erdoğan’ın bu uyarılarını/fırçalarını yutmak zorunda kalanların karşısında Ahmet ve Mehmet Altan’ın yaptığı savunmalar gazetecinin, yazarın, akademisyenin bağımsız duruşunun ne kadar mühim olduğunu çok net gösterdi. Ahmet Altan’dan nefret ediyor olabilirsiniz, Taraf Genel Yayın Yönetmeni iken yaptığı habercilikle kan davanız olabilir, Mehmet Altan’ın, Nazlı Ilıcak’ın Cemaat’e yakın olduğunu düşünüyor, bu yüzden onları suçluyor da olabilirsiniz. Kötü gazeteciliğin, yazarlığın hesabı yazıyla, olmadı yüz yüze sorulur. İntikam için hukuksuzluktan medet ummak, umanlar adına üzücü. Dursun Çiçek pazartesi günü “Kin duygusu içinde olmadığını, Altanlar için adalet talebiyle mahkemeye geldiğini” söyledi. Keşke Çiçek hakkında yapılan haberler nedeniyle Ahmet Altan’ı ‘düelloya’ daveteden Ahmet Hakan da, en azından basın özgürlüğü adına, Çiçek kadar ilkeli olup, destek için ‘adliye sarayına’ gelseydi.

Ahmet Altan hakkında Taraf gazetesinin Genel Yayın Yönetmenliği yaptığı dönemde çıkan bazı haberler, üç köşe yazısı, 14 Temmuz tarihinde katıldığı bir televizyon programında yaptığı yorumlar, HTS kayıtları ve tanık ifadeleri gerekçe gösterilirken, Mehmet Altan hakkında iki köşe yazısı, Ahmet Altan ve Nazlı Ilıcak’la 14 Temmuz’da katıldığı televizyon programı, tanık ifadeleri, HTS kayıtları ve evinde bulunan altı adet 1 dolar delil olarak sunuldu. Ahmet Altan kendisi hakkında ‘delil üreten’ savcıyı tabiri caizse yerden yere vurdu. İktidarı eleştirmenin suç olmadığını, savcının hukuk yoluyla suç işlediğini söyledi ve “Savcı, hukuku açıkça çiğneyerek ‘bu iktidarı eleştiremezsiniz, eleştirirseniz hapse atarım’ diyor… Savcıya mı soracağım ne söyleyeceğimi?” dedi.

Mehmet Altan ise Jean-Jacques Rousseau’nun 1763 yılında yazdığı ‘‘Toplum Sözleşmesi’’ne dayandırdığı savunmasında (yarın Rousseau hakkında soruşturma açılsa şaşırmayız gerçi) bir akademisyen ve yazar olarak uyarılarının darbecilik iddiasına delil olamayacağını söyledi. En vurucu cümlesi benim için şuydu: “Bu iddianameye savunma hazırlarken beni en çok bunaltan ‘suç niteliğinde olmayan iddiaların suç olmadığını’, ‘delil sayılmayanın delil olamayacağını’ anlatmak gibi akıl dışı bir konuda savunmak yapmak oldu.”
Bugün anaakım ve iktidar medyasından pek çok gazeteci/yazar darbe tehlikesinin geçmediğine dair yazılar yazıyor. Abdülkadir Selvi tarih bile verdi, Nagehan Alçı Enis Berberoğlu’nun tutuklanmasına “en sert tepkiyi verdiğini” iddia edip diğer taraftan “Türkiye’de artık askeri darbe olmaz” lafı boş bir laf” dedi, Türkiye’nin içinde bulunduğu ortamı 27 Mayıs öncesine benzetti.

Özellikle iktidar medyası yazarlarının Ahmet Altan ve Mehmet Altan’ın savunmalarını (P24’ün sitesinde var) ve başta Cumhuriyet gazetesi davası olmak üzere tutuklu gazetecilere yönelik iddianameleri baştan sonra çok dikkatli biçimde okumalarını öneririm. Bekledikleri gibi bir tehlike gerçekleşseydi/gerçekleşirse neyle yüz yüze kalacaklarını bilmeleri için. Bu topraklar hukuksuzluğu coşkuyla alkışlayan ya da sessiz kalarak ödül bekleyenlerin trajik yargılanmalarına tanık oluyor yıllardır. Kişisel husumetler, intikam heveslerinin içimizi soğutmasına meylettikçe de hukuksuzluk döngüsü kırılmayacak. Hukuk öyle bir şey ki, onu garabete çevirene, çevirene alkış tutana, bunlara sessiz kalana illaki en kısa sürede lazım oluyor.

Kötü gazetecilik basın camiasında kolay affedilmiyor, peşinizi bırakmıyor. Ancak buna rağmen iktidar karşısında bağımsız ve ilkeli duruşun toplumda bir karşılığı var. Adalet Yürüyüşü bu anlamda bir kırılma, iktidar medyasında “adaletsizliğe biz de karşı değil miydik?” yönünde itirazlar var. Ergenler gibi sigara içtiğini gizleyenler, gösteriş amaçlı namaza başlayanlar, sakalı-bıyığı için icazet isteyenler, arkadaşları hapisteyken iftar sofralarında fırça yiyip susanlar bir daha düşünsün.

ETİKETLER
cumhurbaşkanlığı medya iftar evrensel gazetesi ceren sözeri
T24

“Hesap ve ceza gününün ne olduğunu sen ne bileceksin”
23.06.2017



TRT'nin altyazı kavgası sürüyor. TRT, bu sefer de ekranda Erdoğan varken altyazıya "Hesap ve ceza gününün ne olduğunu sen ne bileceksin" diye yazdı.

Hükümete yakın isimlerin TRT kavgası devam ediyor. Son dönemde TRT'nin alt yazılarında sürekli hata yapıldığını ileri süren isimler TRT'de "temizlik" yapılmasını istemişlerdi. TRT Haber ve Spor Yayınları Dairesi Başkanı Yaşar Taşkın Koç ise "Televizyonculuğun en basit işlemlerinden bir anlık fotoğraf karesiyle algı yaratmaya çalışan haysiyetsizler. Dedikodu spekülasyon iftira ile dümen çeviren ucuz adamlar. Bu döndürmeye çalıştığınız dolabın yeter ki kötü niyet besleyin, yapılamayacağı televizyon yok. Gerizekalılar." diye yanıt vermişti.

TRT’nin altyazıları tartışması karşılıklı hakaretlerle sürmüş ve sakinleşmişti.

TRT geçen günlerde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın da katıldığı bir programı ekrana getirdi. Erdoğan ekrana geldiğinde ise kullanılan altyazı olay çıkardı.

Hükümete yakın televizyon yorumcusu Fatih Tezcan sosyal medya hesabından TRT’nin yeni altyazısını paylaştı ve tepki gösterdi. Tezcan şu ifadeleri kullandı:

“TRT Genel Yayın Yönetmeni Fetullah Gülen olsa bu kadarına cesaret edemezdi. Kasıt var-yok bilemeyiz ama bu kaçıncı? Kanal rezil oldu.”

TRT ekranda Erdoğan varken altyazıya “Hesap ve ceza gününün ne olduğunu sen ne bileceksin” diye yazmıştı.

İşte o altyazı:



Odatv.com

Ahmet Hakan da tartışmaya el attı: TRT bunu kasten mi yaptı?
25.06.2017



Ahmet Hakan da tartışmaya el attı: TRT bunu kasten mi yaptı?
“Güzel Kur’an-ı Kerim Okuma Yarışması"nın finalinde Kur'an ayetlerinden birinin açıklaması alt yazıda geçerken Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın görüntüsünün ekrana verilmesi tepkilere neden olmuştu. Sosyal medyada TRT'nin bu tarz durumları kasıtlı yaptığı iddiaları ortaya atılmıştı.

İşte bu konuya Ahmet Hakan'dan yorum geldi.

Ahmet Hakan, TRT'nin daha dikkatli olması gerektiğini ifade ederken bunun kasıt değil tevafuk olabileceğini söyledi.

İŞTE AHMET HAKAN'IN YAZISININ İLGİLİ BÖLÜMÜ

CUMHURBAŞKANI Erdoğan, TRT’de yayınlanan “Güzel Kur’an-ı Kerim Okuma Yarışması”nın finaline katılmış.

*

Okunan ayetlerin Türkçe meali de altyazı olarak geçiyor ya...

“Hesap ve ceza gününün ne olduğunu sen ne bileceksin” ayeti okunurken...

Ekranda Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın görüntüsü belirmiş.

*

Bu olay, ortalığı karıştırmış durumda.

“Bir değil, iki değil... Artık bu işin içinde kasıt olduğu kesin” diyerek tepki gösterenler de var, işin içinde
“FETÖ parmağı” olduğunu iddia edenler de...

*

Bu konuda üç şey söyleyeceğim:

*

- BİR: Kasıt yoktur, tevafuktur.

*
- İKİ: Öküz altında buzağı arama çabasının bunca arttığı bir dönemde TRT’nin daha dikkatli olması gerekirdi.

- ÜÇ: Tepkide haddini aşanların çoğu, TRT ile değişik nedenlerle meselesi olanlardır

YAZININ TAMAMI İÇİN TIKLAYINIZ: http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/ahmet-hakan/adaletini-sevdigimin-turkiyesi-40500871

Birgün

Milliyet'ten organize suç örgütü lideri Sedat Peker'e ödül....
25 Mayıs 2017



Milliyet gazetesi 'En hayırsever iş adamı' olarak organize suç örgütü lideri Sedat Peker'i Sedat Peker'i seçti.

Milliyet Gazetesi tarafından geleneksel olarak düzenlenen Şehrin En İyileri Ödül Töreni'nde bu yıl “En hayırsever iş adamı” kategorisinde ödül organize suç örgütü lideri olmaktan hüküm giyen Sedat Peker’e verildi. Sedat Peker ödülünü duayen sanatçı Selda Alkor’un elinden aldı.
Yeme-içme, mekan, otel, işletmeci, marka sahibi, iş adamı, şef, ve AVM’lerin bulunduğu 50 farklı kategoride ödüller verildi. ‘Milliyet Şehrin En İyileri’ ödüllerinde “En Hayırsever İş Adamı” ödülünü Sedat Peker’in alması ise tartışma yarattı.
Peker son olarak Barış Akademisyenleri'ne ve başkanlık referandumunda “Hayır” diyenlere yönelik tehdit eden açıklamalarıyla gündeme gelmişti.
Akademisyenlere “Oluk oluk kan akıtacağız” diyen Peker, Avrupa'da “Hayır” mitingi yapanlara da “terörist” diyerek, AB ülkelerini uyarmış, “Hayata korkusuzca bakanlar ölümden de korkmazlar öğretisiyle yetişen neslimizin Avrupa'nın her noktasında Gezi olaylarından çok daha beter olan şeyleri nasıl yapabileceğimizi, o gün geldiği zaman tam olarak öğrenecekler” ifadelerini kullanmıştı.
Patronlar Dünyası

CHP'li Erdoğdu: Erdoğan, Aydın Doğan'ı çağırıp...
18.06.2017



CHP İstanbul Milletvekili Aykut Erdoğdu, dün (17 Haziran 2017) Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın gazete yöneticilerinden "adalet yürüyüşü"ne ilişkin olarak haber yayımlamamalarını istediğini iddia etti.

Sosyal medya hesabında paylaşımlarda bulunan Erdoğdu, "Erdoğan dün akşam bütün gazetelerin yöneticilerini özellikle Aydın Doğan'ı çağırıp Adalet Yürüyüşü'nü vermemelerini emretti" diye yazdı.

Erdoğdu sosyal paylaşım sitesi Twitter'dan yaptığı açıklamada şu ifadeleri kullandı:

Takip et
Aykut Erdoğdu ✔ @aykuterdogdu
1- Erdoğan dün akşam bütün gazetelerin yöneticilerini özellikle Aydın Doğan'ı çağırıp Adalet Yürüyüşü'nü vermemelerini emretti...
08:14 - 18 Jun 2017
5.074 5.074Retweet 6.250 6.250 beğeni
Twitter Ads info and privacy
Takip et
Aykut Erdoğdu ✔ @aykuterdogdu
2- Adalet yürüyüşünü yayınlamayı teröre destek saydı... Çünkü korkuyor... Anadolu yollarından yükselen adalet çığlığı Saray'ı sarsıyor....
08:17 - 18 Jun 2017
1.534 1.534Retweet 3.009 3.009 beğeni
Twitter Ads info and privacy

adalet Aydın Aykut Erdoğdu Haziran CHP İstanbul Cumhurbaşkanı gazete milletvekili Tayyip Erdoğan sosyal medya Twitter saray
Birgün

‘Kedidir kedi’: Erdo-gone yazısı dergi kapattırdı
16-05-2017



İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Kültür A.Ş tarafından yayınlanan 1453 İstanbul Kültür ve Sanat Dergisi "Erdo-Gone!(Erdoğan gitti), inşallah, maşallah" yazılı görsel nedeniyle kapatıldı.

İBB Kültür A.Ş tarafından yayınlanan 1453 İstanbul Kültür ve Sanat Dergisi, yönetmen Ceyda Torun’un İstanbul’u kedilerin gözünden anlattığı filminin tanıtıldığı iç sayfalarında yer alan “Erdo-Gone (Erdoğan gitti) inşallah maşallah” duvar yazısı önündeki kedi görseli nedeniyle kapatıldı.



Dergi çalışanı 3 kişinin de işten çıkarıldığı öğrenildi. İki hafta raflarda kalan dergi toplatıldı.

SUÇ DUYURUSUNDA BULUNULDU

Konuyla ilgili İstanbul Büyükşehir Belediyesinden yapılan açıklamada, şu ifadelere yer verildi:

"Kültür A.Ş. tarafından yayınlanan 1453 İstanbul Kültür ve Sanat Dergisi, son sayısındaki akıl ve iz'andan yoksun içerik sebebiyle kapatılmıştır. Derginin içerikten sorumlu Yayın Koordinatörü, Yazı İşleri Müdürü ve editörünün iş akitleri feshedilmiştir. Seviyesiz, saygısız ve provokatif içerik ile ilgili sorumlular hakkında savcılığa suç duyurusunda bulunulacaktır."

TOPBAŞ: HEDEFE KONDUK AMA ANLAMADIK

Derginin kapatılması hakkında konuşan İBB Başkanı Kadir Topbaş "

Çok üzücü bir olay olarak gördüm. 2014'de göreve başladığım günden beri zaman zaman ve son dönemde artarak, şahsıma ve belediyeye karşı ciddi bir provakosyon var. Hedefe konduk ve anlamak mümkün değil. Bu dergide yaşanan olay da ahlaksızlık. Tabi ki suç duyurusunda bulunarak bunun gereği yapılacak" dedi.
İleri Haber

Nihat Genç yazdı: Beni arayan Levent Gültekin bu küfürleri etti
15 May, 2017

Dünkü ‘Nedim Şener’e Kalkan Elleri Bir Yerlerinize Picasso Yaparım’ başlıklı yazımdan sonra olaylar gelişti. (İLGİLİ YAZIYI OKUMAK İÇİN LÜTFEN TIKLAYIN)
Yine alemlere akacağız, sabırlı olun.
Nedim Şener’i linç etmek için sırada bekleyenler üç gün bekleyemedi, bugün Posta Gazetesi’nde Nedim Şener’in yazısı okuyun, özetle, Cumhuriyet Internet sorumlusuna soruşturma Nedim Şener’in twitinden önce açılmış.
Ve Cumhuriyet internet sorumlusunun soruşturmasından Cumhuriyet’in haberi olduğu halde ‘tutuklanmayı’ Nedim Şener’in twitine bağlanmasına sessiz kaldılar, çünkü, Nedim Şener’in samimi uyarısını ‘ihbarcı’ ‘ispiyoncu’ ve sonunda linçe dönüştürülüp Nedim Şener’i ‘bitirmek’ istediler.
Şüphesiz Nedim Şener’in en zor zamanda Türk basınının onurunu temize çeken Hrant kitabı yüzünden kodesi boylayıp gözlerimizin önünde acılar içinde mum gibi erimesine şahit olduk ve vicdanımız kanadı, bu kahraman gazetecinin linç edilmesine şüphesiz sessiz kalamazdık, cevabımızı, dünkü yazımızın ikinci bölümünde hakkıyla verdik.
HAYATIMDA İLK DEFA BİRİSİ TELEFONDA YÜZÜME KARŞI BU KÜFÜRLERİ EDİYOR
Yazımda salon adamı özentili kılıklı üç adamın ismini verdim, görmedim, ama kesinlikle tahmin ediyorum, bu salon adamı özentili kılıklı üç adamın traktör tekerleği büyüklüğünde mücevherli bir İsveç saati taktığından eminim.
Derken kendisini kamuoyunun Şirin Payzın’ın programlarından tanıdığı Levent Gültekin denilen Türk Büyüğü beni aradı.
Tabii ki ağzımın payını vermek için.
Telefon konuşmasını şu veciz cümlelerle bitirdi: ‘.mına koduğumun çocuğu, .iktiğimin adamı…’
Çok meşhur bir telefon taşıyorum ve hayatımda ilk defa birisi telefonda yüzüme karşı bu küfürleri ediyor.
Dünkü Hürriyet Gazetesi’nde ise ünlü röportajcı Ayşe Arman’a röportaj vermiş. Röportajın en dikkat çekici kelimeleri şunlar: ‘Ben küfür etmem’.
Röportajın ikinci üçüncü önemdeki cümlelerini ise malumunuzdur ama hatırlatalım, insan, insanlık, insan olalım… O kadar ‘insan’ lafı ediyor ki, daha da tuhaf olan, telefonda ana avrat küfret etse de benim önünde eğilip ‘anamı da .ksen gönlüm sendedir’ dememi bekleyen hindi gibi kabarmış bir ruh hali.
Kamuoyu önünde ‘tescillensin’ diye yüzüme karşı yaptığı küfrü yukarıda verdim, küfürden sonra kendisine şöyle dedim, ‘hani sen küfür etmediğini söylüyordun?’.
Binlerce insanlık barış kelimesi kullanıp telefonda bir anda elli kocaya gitmiş kadın pişkinliğiyle konuşması, anderune (orasına) sarılıp bizimkini de hamsi sanması, hiç de şaşırtıcı değil!
Bu satırların yazarı hayatında bir defa ilk defa bu üç adamın ve Levent Gültekin ismini geçirdi, çünkü akıllarınca Nedim Şener’e ayar vermek ve Nedim Şener’i Cem Küçük gibi ispiyoncu duruma düşürüp bir türlü aşamadıkları Nedim Şener ismini yok etmek istiyorlardı.
Nasıl bir ruh hali içinde yaşıyorlarsa kendilerini büyük insanlık eserleri vermiş şaşmaz parlak insanlar, bizleri de, ‘tamir edilecek’ bozuk parçalar gibi görüyorlar.
Ses yüksekliklerinin havalarına ulaşmak mümkün değil.
Oysa benim yazılarım bu muhteremin yazılarından yüz katı fazla (abartı değil yüz kat fazla) oysa kitap ve makalelerim bu muhteremden yüz kat fazla (abartı değil yüz kat fazla)…
Mesela bu muhterem Ahmet Altan gibi her hangi bir yazara da telefon edip ana avrat düz gidebilir mi, gitti mi?
Yoksa beni bunu nasılsa döverim diye çocuk mu buldu, ayran içer gibi rahatlıkla bu kadar küfür…
Sahilde bir çakıl taşı sessizliğinde kalırsan sorun yok, kimse size karışmaz, ancak, bu muhteremler, o çakıl taşların üstüne uzanır PKK, Fetö, bol bol kebap yapar, arada bir de keyiflenir sizin sessizliğinizle taşı yan yan atıp denizin üstünde kaydırmaca oynarlar… Biz zaten bunlar kaydırmaca oynasınlar diye dünyaya geldik.
Karşı çıktığınızda ise patlayan bir trafo gibi eskiler köpek marazı der kuduza yakalanmış gibi ana avrat çoluk çocuk düz giderler, neyse, yazımızın üstünden iki saat geçmedi ki Fetö’nün Samanyolu TV’sinden ses geldi, Nihat Genç ‘yazarlarına’ saldırmış.
Nasıl bir dünyada yaşıyor kendilerini nasıl görüyorlarsa kendilerini alemlerin efendisi Jüpiter Satürn büyüklüğünde bizleri de uzay boşluğunda anlamsız uçuşan plastik bir leğen gibi görüyorlar.
Ana avrat küfrediyorlar ancak unutuyorlar, eski İstanbul kabadayılığında adettir fesin düşmeden fesi düşürmeden dövüşeceksin.
Hangi yazıları hangi kimlikleri hangi üretimleri kim şişirmiş bunları, Sur’u üfleyen Mehdileri mi?
Şüpheniz olmasın Fetö’nün PKK’nın yeni dönem piyasaya sürdüğü ‘kopya kağıtları’ bunlar. Bizim beynimizi de kendileri gibi kes-yapıştır-itekle gitsin, sanıyorlar.
ZANGIR ZANGIR BİR CEHALET
Yazılarındaki insan, insanlık, demokrasi lafları hala gırla gidiyor, nerde otlandıklarını bilmesek koyun saflığında konuşup ‘he gardaş insanlık, demokrasi, doğru söylüyon, he gardaş insanlık’ moduna bizi de getirmeyi sanacak kadar zavallılar.
‘İnsan, demokrasi, ön yargımız yok’ gibi kozmetik ürünlerin arkasına saklananların şimdi nerelerde olduğunu bilmeyen mi var?
Bu patates beyinliler yazılarında kuru kuru boş boş ‘insan’ ‘demokrasi’ kelimeleri geçirince kendilerini büyük bir hanedanlığın prensleri gibi görüyorlar, kuru kuru binlerce insan kelimesine öyle aşık oldular ki hayatlarında bağımsızlık onur vatan gibi başka hiçbir şey düşünmeye vakitleri olmadı.
Bir şizofren gibi, otuz yıl kuru kuru boş boş ‘insan, demokrasi’, tespih çeker gibi, insan, demokrasi, eee, sonra? Kuru kuru boş boş ‘insan, demokrasi’ lafları, sonra Fetö’den pay kapma sonra AKP’den yer köşe kapma, sonra Avrupa’ya şirin görünme, sonra Fetö’den kuru kazık kodes.
Zangır zangır bir cehalet hala kuru kuru bomboş niteliksiz içeriksiz vitaminsiz edebiyatsız ‘insan’ ‘demokrasi’ laflarıyla hala yol alabileceğini bu ülkede siyaset yapabileceğini, ve hatta, Fetö hukuksuzluklarından kapı açıp, yüzde ellinin üstündeki hayır oylarını kuyruklarına takacaklarını sanacak kadar bir ahmaklık.
Bir de üstüne bizim gibi çomak sokan olursa ana avrat düz gitme, Fetö’nün ocağını zaten Fetö’ye sulanan bu kart kızların azgın iştahları batırdı..
Zavallılar, Nihat Genç’in tasvir gücünü okumamışlar, dünya güzelliklerinin hep kendilerine bahş edilmiş olduklarını sanıyorlar, usta keseri nedir bilmiyorlar, artistlik yapanları itten beter yapan kalemimin hala farkında değiller, yüzbinlerce okuyucu önünde kurban ayini düzenler gibi başlarından aşağı kezzap dökülen nice ‘kurbanlık’ yazıma hiç bakmamışlar.
Koca koca kara kaşlı adamların istemeden veren bu hovarda kız hallerini anlayamıyor insan, Fetö cennetin kapısını götünden açıyor, koca koca adamlar içine atlıyor. Fetö dahi ne kadar götünü tutsa gene o ınternet sitesi bu ınternet yayını yine içine kaçıyorlar.
Bilmem, bir üfürmeyle çabuk şişen bu fetö kurabiyesi plastik balonlar bu sütunlardaki nice asit banyosunu hiç mi izlemediler!
‘KEŞKE’ BULAŞMASAYDIM DİYEN NİCE GÖZÜ YAŞLI KURBANI
Kalemimin marangoz atelyesinden geçtikten sonra ‘keşke’ bulaşmasaydım diyen nice gözü yaşlı kurbanı, marangoz kalemimden geçmeden önceki mutlu halini hüzünlenip arayan nice yazarın, iç burkan kepaze hikayesini, hiç mi duymadı.
Her şişirilmiş şımarık kifayetsiz dönüp dolaşıp Nihat Genç’in ‘atem tutem ben seni’ sirkinden geçmek için bilmem niye can atıyor?
Kim atıyor kim tutuyor bu atem tutem topları?
Hangi sirk atının üstünde hangi canbazın elindeler.
Bu zavallıları birileri öyle yükseğe atıyor ki canbazları dahi elinden düşürüyor, sonra atem tutem topları maymunların ağzına leblebi gibi atıyor.
Bu zavallılar, çok zahmetsizce yazıyor çok zahmetsizce konuşuyorlar, şu önümüzdeki beyaz kağıdın ağaç sütünden kurutulma olduğunu unutuyorlar, mürekkebi fazla bandırırsan kağıdın fazla lapalaşıp yüzlerine gözlerine bulaştırıp rezil rüsvay olacaklarını hiç akıllarından geçirmiyorlar.
Ve birileri bu zavallıları lapalaştırmayı çok seviyor, bu zavallılar da lapalaşmak için düğün neşesiyle göbek atıyor, bulgur gibi bu kadar hızla lapalaşan insan türünü bu medya bol keseden bol kepçe ürettti.
Oysa bir yazar rüzgarın kurutucu tadına güvenip yazılarını gül yaprağını incitmeden üstüne yazabilendir, bu ustalık ancak sizi yüzbinlerin sevgili yazarı yapabilir, gerisi, üfürme şişirme, işte, Hürriyet Gazetesi manşetine ‘ben küfür etmem’ diye manşet verirsin aynı gün bu ülkenin en çok okunan yazarına ana avrat çoluk çocuk düz giden bir rezilliğin içinde maskeniz düşer.
Nihat Genç’in kalemine düşerseniz kolunuzdan tutanınız kalmaz, ötesi, kandırabileceğiniz kimse kalmaz, millet zaten rezilliğinizi seyretmeye doymamış eğlence arıyor.
Maskelerinin bu kadar çabuk düşmelerine de şaşmayın, sperm bankası meni şişeleridir bunlar, bankaya götürülürken yolda düşüp kırılan şişeler bunlar.
Bazı insanlar öldükten sonra soyum sülbüm sürsün diye bankaya teslim ediyor.
Fetö’nün sperm bankasında bekleyen meni şişelerinden kaç tanesini tanıyorsunuz?
Zahmetsiz rahmet arayan bu zavallıları mastürbasyon yazıları ekranlarıyla kim peydah etti?
Ayağınız altına alıp ezseniz ayağınıza zahmettir, istediğiniz kadar bol su dökün, musluğu hortumları çeşmeleri açın, temizlenmez bunlar.
Dangıl dungul ‘insanlık’ lafları işte buraya kadar, Nazlı Ilıcak’ın hindi gıdığını okşamışlar, Fetö’nün sümüğünü yalamışlar ama doymamışlar, görünen o ki yalana yalana sümük de bitmiş, şimdi Fetö’nün memelerini emmek için ihtiras içinde yanıp kavruluyorlar.
Allah’ın işi işte, tam Fetö’nün memelerini ınternet yayınlarında emeceklerdi ki geldi çattı mübarek Ramazan…
Ağızlarındaki ana avrat küfrün failine de bakmak lazım, silahlığı olmayan zavallıların orasına birkaç röportaj TV konuşmasıyla iğreti tutkalla yapıştırılmış, Fetö’nün son umut parçaları.
Nihat Genç’e küfür, haddinize mi, benim namım duyulmuş beni alt etmek zordur, bir de bizim yazılarımızdaki faile baksınlar, kaç defa sansür kovuşturma yasak iftira, kaç defa kökünden kestiler, ama her defasında ‘kemiklerimizle’ devam ettik, bedenimizi yok ettiler ama ruhumuzun deposu inancımızla dolu, ekmeğimizi zehir ettiler açtan beter ettiler, ama bizim inadımız memleket kadar büyük.
Ne demiş eskiler, boş testi gider gelir, bir gün de sapı gelir.
Nihat Genç
Odatv.com

Sözcü'den Fehmi Koru’ya şok cevap: Şarap içip, İngiliz kızlara asılıyordu
24 Mayıs 2017



Fehmi Koru’ya cevap Sözcü gazetesinin patronu Burak Akbay’ın babası Ertuğrul Akbay’dan geldi.

11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'e yakınlığıyla bilinen gazeteci Fehmi Koru, Sözcü’ye yönelik FETÖ soruşturmasında tanık sıfatıyla savcıya ifade verdi.
Fehmi Koru "Burak Akbay’ın babası Ertuğrul Akbay bana 'Burak İsviçre’de cemaate ait bir evde yetişti' dedi" ifadelerini kullandı. Uzun yıllar Cemaat'in Zaman gazetesinde yazan Koru, 17-25 Aralık sürecinde Fethullah Gülen'e götürdüğü "sulh mektupları" ile gündeme gelmişti.
Fehmi Koru’ya yanıt Sözcü gazetesinin patronu Burak Akbay’ın babası Ertuğrul Akbay’dan geldi. Oğlu Burak Akbay’ın İsviçre’de kaldığı evlerin adreslerini açıklayan Ertuğrul Akbay, Fehmi Koru’nun kendisini ve ailesini hedef almasına ilişkin tanık olduğu çarpıcı bir olay anlattı.
Flaş açıklama: Burak Akbay Gülen evlerinde yetişti
Ertuğrul Akbay, “Bugüne kadar kimsenin özel hayatına girmedim. Şahit olduklarımı da yazmadım. Bu nedenle, Fehmi'nin bu yaptıklarına gazetecilik prensibim nedeniyle değinmedim. Yuvasını yıkmak… Dindar çevresinde onu küçük düşürmek istemedim. Ama her şeyim olan, her baba gibi uğruna canımı bile seve seve vereceğim… Oğlum Burak'a böylesine iğrenç bir iftirayı neden attığını da sonunda açıklamak zorunda kaldım” diyerek şu açıklamayı yaptı:
“Bak Fehmi!
Önce sana şunu belirteyim;
Öyle bir yalan söylüyorsun ki!…
Bu yalanın hiçbir dayanağı olmadığı gibi, akıl alacak gibi de değil…
Be! Fehmi…
İnsan önce bir düşünür…
Burak Akbay'ın İsviçre'de okuduğu yıllar 1990-1994 yılları arası…
(Okuduğu üniversitenin adını ve diploma törenini daha önce açıklamıştık. Şimdi de, ikamet ettiği iki yerin de resmi kontrat adreslerini belirten belgenin fotokopisini ekte yayınlıyoruz…)
25 yıl kadar önce, hem de İsviçre'de cemaat evleri ne gezer ki…
Türkiye'de bile, o yıllar cemaat evleri var mıydı, yok muydu onu ben bilemem.
Ancak, FETÖ'yü ilah yapan sen ve senin gibiler bilir…
Burak Akbay'dan Fehmi Koru'ya 'Cemaat evi' yanıtı..
Zira, Zaman Gazetesi'nin kurucularındansın.
Daha düne kadar, Fetullah'ın Türkiye-Pensilvanya arasında postacılığını yapıyordun.
Amerika'ya her gittiğinde de Fetullah'ın evinde kaldığını, bilmeyen yok.
Şimdi, kalkmışsın, benim ağzımdan çıkması imkansız olan, kuyruklu bir yalanla oğluma iftira atmaya kalkıyorsun.
Bunu takma adınla yazdığında sana telefon edip iftiranı düzeltmeni istedim.
Ama sen oralı bile olmadın.
Bunun üzerine, seni mahkemeye verdik…
Sana söyleyecek kelime bulamıyorum.
Çünkü ağzımdan çıkacak!!! Her…… yeterli olmaz.
Böyle bir…….olmaz.
Sözcü operasyonunun altından Fethullah Gülen'e mektup taşıyan Fehmi Koru çıktı
Demek, içinde öyle büyük bir korku taşıyorsun ki!
Hedef şaşırtıp masum insanlara çamur atmaya kalkıyorsun.
Sende, kenarda köşede kalmış hiç vicdan da yokmuş meğer…
Bunu da bırak…
FETÖ davalarını sulandırıp ülkeye, iktidara zarar veriyorsun.
Türk adaletini yanıltmaya çalışıyorsun…
Benim en çok üzüntüm de bu…
ŞİMDİ GELELİM, BU İFTİRANIN NASIL ÇIKTIĞINA…
Yıl 1996…
Günlerden 12 Aralık…
O zaman başbakan olan Tansu Çiller'le birlikte Brüksel'deyiz.
Fehmi Koru da var.
Zaten, Fehmi ile birçok seyahate birlikte gittiğimiz için eski yıllara dayalı bir arkadaşlığımız bulunuyor.
O gece de…
Brüksel'in en lüks lokantalarının, barlarının bulunduğu Grande Place meydanında bulunan bir mekana Fehmi Koru ile birlikte gitmiştik.
Garson bizi yan masadaki iki güzel kızın bulunduğu bir masaya oturttu.
Boyuna, posuna bakmayın!
Meğer, Fehmi benim diyen çapkınlara taş çıkartacak kadar çapkın ve centilmenmiş…
Bunu da o gece öğrendim.
Adamda bir İngilizce var ki, sormayın. İngiliz sanırsınız.
Hemen kızlara aksanlı İngilizcesiyle iyi akşamlar, dedi…
Kızlar gülümseyince de Fehmi hemen atağa geçip, bir sakıncası yoksa birlikte otursak nasıl olur, dedi.
Kızlar da;
-Why not, deyince ilk golü atmış olduk.
Kızlar gerçekten çok güzeldi…
Hele, Fehmi'nin üzerine çalıştığı Annette bir içim suydu.
Fehmi kızlara ne içersiniz, diye sorunca;
-Kırmızı şarap, dediler.
-Fehmi ben de şarabın kırmızısını çok severim, deyip garsona bir şişe şarap getirmesini söyledi.
Garson getirdiği büyük bir şarap şişesini kızların ve Fehmi'nin bardağına döktükten sonra…
Benim bardağıma da dökmek isteyince;
-İçki içmiyorum. Bana su koyun, dedim.
Bu arada Fehmi kızlarla kadeh tokuşturduktan sonra, kadehini bir yudumda boşalttı.
Gözlerime inanamıyordum.
Şaşırıp kalmıştım.
Fehmi'ye;
-Sen ne biçim dindarsın. Nasıl şarap içersin, deyince…
-Bu üzüm suyu, ne var bunda, dedi. Sonra da, esprili bir şekilde gülerek…
Bunu yurt dışında içiyoruz. Yurt içinde içersek günah olur.
Yurt dışında da bunu içmezsek gazımızı! çıkartamayız.
Ne var bunda?..
Arap şeyhleri de ülkelerinde içmiyorlar, dış ülkelere çıkınca içiyorlar.
Bunun günahı olsa! onlar içmez…
-Peki sen neden içmiyorsun?
Gençliğimde tek, tük içtim. Ama, bağımlı olmadım.
İçkiye de bir türlü alışamadım. Sevemedim.
40 yıldır da hiç içki içmiyorum. Çevremde herkes hiç içki içmediğimi bilir.
Spora düşkünüm. İyi bir sporcu da vücuda zarar verdiğinden, benim gibi içki, sigara içmez. Ondan böylesine genç kaldım.
-Ya oğlun, dedi?
Sigara hiç içmez… Ama, ancak sosyal yerlerde içki içtiğini biliyorum.
Ama, oğlum benim ve annesi gibi orucunu tutar…
Ailece de dini vecibelerimizi elimizden geldiği kadar yerine getirmeye çalışırız.
Bu arada şunu da belirteyim oğlum küçüklüğünden beri Atatürk hayranıdır.
İşte!
Tüm gece Fehmi ile aramızda oğlumla ilgili geçen konuşma anlattığım şekilde bir-iki cümleyi geçmedi.
Peki!
Fehmi neden olayı saptırdı?
Anlatayım;
-Sanıyorum, Fehmi o gece çok efkarlıydı.
Kızlar da çok güzel olunca Fehmi coştukça coştu…
İçtikçe içti… Şişeler boşaldıkça yenileri geldi.
Meğer Fehmi büyük bir şairmiş…
İngilizce bir şiirler okudu ki, kızları mest etti.
Ne yalan söyleyeyim Fehmi'nin İngilizcesine, şiir okumasına ve kültürüne hayran kaldım.
Gece yarısı olmuştu…
Kızlar hadi diskoteğe gidelim, dediler…
Fehmi de;
OK, dedi.
Bardan yürüyerek 5 dakika uzaklıktaki “Drug Kulüp” adlı diskoteğe gittik.
Henüz bir masaya oturmadan Fehmi Annette'i dansa kaldırdı…
Baktım Fehmi çalan hızlı müziğin temposunda kızı döndürmeye başladı…
Gözlerime inanamadım.
Ne yalan söyleyeyim Fehmi'nin dansına hem hayran kaldım, hem de kıskandım…
Hızlı müzik bitmiş…
Slow dans başlamıştı.
Ben de dansa kalkmıştım. Aradan, 5 dakika geçmemişti, Annette Fehmi'ye öyle bir tokat attı ki…
Ne oluyor demeye bile kalmadan kız koşarak diskoteği terk etti.
Arkadaşı Françoise ile birlikte arkasından koştuk…
Kız hüngür hüngür ağlayarak, bize Fehmi'nin kendisini taciz ettiğini anlattı.
Olacak şey değildi.
Ama, ben Fehmi'yi ikaz edip;
-Bak Fehmi çok içiyorsun…
İçme yeter artık… Sarhoş oldun. Bir olay çıkartırsın, diye de kendisini ikaz etmiştim.
Ama dinlemedi, içtikçe içti.
Sonunda da…
Güzel bir gece Fehmi'nin tacizi yüzünden rezil oldu…
* * *
Fehmi'yi sempatik bulurdum.
Her gördüğümde de birbirimize hatır sorardık,
Çevrem bilir…
Şaka yapmayı, takılmayı çok severim.
Bu olaydan sonra da Fehmi'yi her gördüğümde bu Brüksel hatırasını hatırlatıp ona takıldım.
-Bak Fehmi! Yazarım ha, diyordum.
Böyle deyince de Fehmi'nin suratı kıpkırmızı oluyordu.
Ve bana;
-Yaz da görelim…
Sana ve çocuğuna öyle bir çamur atarım ki, altından kalkamazsınız, diyordu.
Sanırım…
SÖZCÜ Gazetesi çıkıp yükselişe geçince…
Fehmi, şaka takılmamı gerçek sanıp kendini korumaya almak istedi…
Bir bakıma;
-Bak yazarsan ben neler yaparım, diye gözdağı vermek istedi.
Bence oğluma yaptığı bu ………! İftirasının nedeni budur.
Bakın!
53 yıllık gazetecilik hayatımda bir tek tekzip bile almadım.
Gölge Adam adıyla ünüme ün kattım.
Bugüne kadar kimsenin özel hayatına girmedim.
Şahit olduklarımı da yazmadım.
Bu nedenle, Fehmi'nin bu yaptıklarına gazetecilik prensibim nedeniyle değinmedim.
Yuvasını yıkmak…
Dindar çevresinde onu küçük düşürmek istemedim.
Ama her şeyim olan, her baba gibi uğruna canımı bile seve seve vereceğim…
Oğlum Burak'a böylesine iğrenç bir iftirayı neden attığını da sonunda açıklamak zorunda kaldım.
Bu zorunlu açıklamam nedeniyle de, eşinden ve çocuklarından çok özür diliyorum.”
Etiketler:
Fehmi Koru Sözcü gazetesi Burak Akbay Ertuğrul Akbay
Patronlar Dünyası

Koru’dan Sözcü’ye cevap: O zamanlar öyle gerekiyordu
24 May, 2017



Fehmi Koru Sözcü gazetesine yapılan operasyonların kendisiyle ilgisi olmadığını yazdı.Koru'dan Sözcü'ye cevap: O zamanlar öyle gerekiyordu
Sözcü gazetesine yapılan operasyonşar sonrasında Fehmi Koru’nun, Sözcü gazetesinin sahibi Burak Akbay’ın cemaat evlerinde yetiştiğini belirten yazısı gündeme gelmiş, Akbay verdiği yanıtta Koru’ya yönelik olarak “Sen tescilli bir kripto FETÖ’cüsün. Bunu herkes biliyor. Benim merak ettiğim şey, buna rağmen nasıl elini kolunu sallayarak rahatça dolaşabiliyor ve insanlara iftira atmaya devam edebiliyorsun” demişti.
Fehmi Koru bugün sitesinde yazdığı yazıda Sözcü’ye cevap verdi:
“Adli soruşturmaya muhatap edilen SÖZCÜ gazetesi başına geleni bana bağlıyor, ama şundan emin olabilirler: Haklarındaki soruşturmanın benimle bir ilgisi yok…
Elimden gelse bunu engellerim ben.
Tek bir gazeteciye ve tek bir gazeteye zarar gelmesini istemem çünkü.
Eğrilmeyen dosdoğru bir çizgim ve güç önünde eğilmeyen bir başım var.
Savunamayacağım hiçbir tezim ve yalan olduğunu bilerek yazdığım tek satırım yoktur.
FETÖ’cü olsam, kıvırtmam, onu da söylerim.
İddialara yakından bakalım
SÖZCÜ’nün konuya dahlimle ilgili ‘kanıt’ olarak sunduğu yazımın tarihi 24 Nisan 2010.
Bundan 7 YIL ÖNCE yazılmış bir yazı bu.
O sıralar siyasi makaleler yanında Taha Kıvanç müstearıyla daha çok medya üzerine ‘Kulis’ yazıları da yazıyordum.
Yeni Şafak gazetesinde.
Taha Kıvanç’ın ben olduğum herkes tarafından bilinir.
O günkü –24 Nisan 2010 tarihli– yazımın konusu Hürriyet gazetesiydi aslında ve o sıralarda bazı Hürriyet yazarlarının gazetedeki rahatsızlıklarına değiniyordum. Gazetelerinden ayrılabileceklerini öngörerek…
Yazımın Sözcü’ye değinen ilgili satırları şöyleydi:
“Ayrılanlar Sözcü’ye mi gider? Herhalde… Cemaat’in aklına bir kez daha hayranlık duymama sebep olan bir proje ‘Sözcü’… Öğrenciliği Cemaat evlerinde geçmiş sahibi görünen delikanlıya buradan şapka çıkarıyorum. Bulundukları yerde ‘ileri giden’ yazarlar için bir sığınak gibi ‘Sözcü’ gazetesi; 150 bin civarında satışıyla para bile kazandırıyor olmalı. / Muhalefetini de yakın kontrol altında tutacaksın, neme lâzım!”
Hepsi bu kadar.
Ne zaman yayımlanmış bu yazım?
24 Nisan 2010 tarihinde.
Onlar unutmuş, ama daha önce de benzer bir değinmem olmuştu Kulis sütununda. Onda da konu yine Hürriyet’ti ve o sıralarda Hürriyet’te yazan Bekir Coşkun’un gazetesinden ayrılması ihtimalini işliyorken, sözü yine Sözcü’ye getirmiştim:
“Hem (Bekir Coşkun) ayrılırsa şu yenilerde satışı yüzbinin üzerine fırlamış olan ‘Sözcü’ gazetesi var. Emin Çölaşan’la orada buluşabilir Bekir Coşkun. İkisi birleşsin, gazeteyi şaha kaldırırlar. / Heyecanlı heyecanlı bu görüşümü açıklarken, medyanın içinden bir dostum, Sözcü gazetesinden söz ederken senin neden bu kadar neşeli olduğunu biliyorum dedi. Sözcü’yü çıkaran genç işadamı, gazeteci bir aileden geliyor. Babası Ertuğrul Akbay bir zamanlar Babıali’yi sarsmıştı. ‘Gölge Adam’ namıyla ünlüdür ve benim de dostumdur. / ‘Neden?’ soruma şu cevabı verdi kuşkucu gazeteci dost: ‘Yurtdışında okurken cemaatten gençlerle yakın değil miydi? Babası oğlunun itikadı ve ibadetiyle iftihar etmez miydi?’ / Ne yani, ‘Sözcü’ de mi cemaatle irtibatlı? Emin Çölaşan cemaat irtibatlı bir gazetede mi yazıyor? Bekir Coşkun da öyle bir yere mi gidecek Hürriyet’ten koparsa?”
Bu yazının tarihi de 28 Temmuz 2008.
Neredeyse DOKUZ YIL ÖNCE yazılmış bir yazı.
Tarihler… Neden bu yazıların 7-9 yıl önce yazılmış olmaları önemli?
O zamanlar çok farklı bir Türkiye vardı da ondan…

Yazılarımda dile getirdiğim kanaate varmamın sebebi de, faal gazetecilik yaptığı dönemlerde yurtdışı gezilerde sıkça birlikte olduğumuz Ertuğrul Akbay’ın bana söyledikleri. O sırada Zaman’da çalışıyordum ve Ertuğrul Akbay, bana, “Burak İsviçre’de okuyor, Cemaat’ten insanlarla tanışmış, onlar sayesinde milli ve dini duyguları sağlam bir genç haline geldi” diye oğluyla övünüyordu.
O dönemde de, benim konuya girdiğim tarihlerde de (2008 ve 2010) övünülecek bir şeydi bu.
Burak Akbay İsviçre eğitiminden döndükten sonra meslekte babasını izledi ve ‘Sözcü’ gazetesini çıkardı.
Açıklama da yok, tekzip de, dava da…
Neden Sözcü gazetesi 2008 tarihli ilk yazıyı değil de 2010 tarihli ikincisini hatırlıyor?
Sebebi basit: İkinci yazıdan sonra başka yazarlar da devreye girip konuyu dallanıp budaklandırdılar da ondan…
Ertuğrul Akbay beni aradı ve oğlunun rahatsızlığını iletti. Ben de kendisine “Burak Akbay imzasıyla ister iki satırlık, ister iki sayfalık açıklama gönderilsin, derhal yayımlarım” cevabını verdim.
Açıklama veya düzeltme olarak gönderilmiş her metni bütün yazarlık hayatım boyunca aynı sütunlarda yayımladığım gibi…
Hiçbir açıklama gelmedi.
Ne o gün ne de ondan sonraki 8 YIL boyunca.
Dava açtıklarından söz ediyorlar, ama SÖZCÜ gazetesi veya Burak Akbay tarafından aleyhime açılmış hiçbir dava yoktur.
Zaten 50 yıllık yazarlık hayatımda yazılarımla ilgili açılmış dava sayısı bir elin parmaklarını geçmez.
Savcılık tanıklığım
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın çağrısı üzerine tanıklığım konusunda da çarpıtma var.
Bir yakınımın evlendiği gün geldi çağrı ve ben de düğünün ertesi günü gidip yazılarıma da yansıyan çerçeve içerisinde kalan bir tanıklıkta bulundum.
Geçen yıl Ağustos ayında.
Tam tarihi şu: 22 AĞUSTOS 2016.
Yani o da yaklaşık TAM DOKUZ AY ÖNCE.
Altında imzam bulunan tutanakta, daha önce yazdığım ve yukarıda aynen aktardığım cümlelerim ile sonrasında Ertuğrul Akbay’la aramda geçen konuşmadan başka bir bilgiye sahip olmadığım açıkça yazılı.
SEKİZ YIL ÖNCE veya sekiz yıl içerisinde herhangi bir zaman diliminde bana iki satırlık bir açıklama gönderilseydi.. benimle ilgili sorunları baştan kesilecekti.
Peki, neden her türlü yalana dolana da başvurularak benim üzerime geliyorlar?
Onun da kararını siz verin…
Söyleyeceğim şu: Bu soruşturmanın sandıkları gibi benimle bir ilgisi yok; SÖZCÜ yanlış yeri taşlıyor.
Taşlasınlar, benim derim onlar gibilerin yıllar boyu attıkları taşlar yüzünden hayli kalındır.”
Kaynak: İlk Kurşun

Yeni Akit gazetesi Genel Yayın Yönetmeni öldürüldü
29 Mayıs 2017



Yeni Akit gazetesinin Genel Yayın Yönetmeni Kadir Demirel, damadı tarafından bıçaklanarak öldürüldü.

Alınan bilgiye göre, Kadir Demirel, Başakşehir Yunus Emre Caddesi'ndeki kızı Esma Karanfil'in evinde damadı Cemil Yavuz Karanfil ile tartıştı. Kavgaya dönen tartışmanın ardından Karanfil, kayınpederini bıçakladı. Araya giren eşi Esma Karanfil'i de bıçaklayan damat, daha sonra olay yerinden kaçtı.

Ağır yaralanan Demirel hayatını kaybederken, Esma Karanfil ise kaldırıldığı hastanede ameliyata alındı.

Türkan Elçi’den Kadir Demirel taziyesi: Ölüm herkes için

Yeni Akit'in hedef aldığı isimlerden olan ve 28 Kasım 2015'te öldürülen Tahir Elçi'nin eşi Türkan Elçi, Kadir Demirel'e başsağlığı diledi.
Yeni Akit Genel Yayın Yönetmeni Kadir Demirel'in damadı tarafından öldürülmesine ilişkin, gazetenin hedef aldığı isimlerden olan ve 28 Kasım 2015'te öldürülen Tahir Elçi'nin eşi Türkan Elçi'den taziye mesajı geldi.

Yeni Akit gazetesinin 56 yaşındaki Genel Yayın Yönetmeni Kadir Demirel İstanbul Başakşehir'de damadı Cemil Karanfil tarafından bıçaklanarak öldürüldü. Olayda Demirel'in kızı da ağır yaralandı.

28 Kasım 2015'te Diyarbakır'da Dört Ayaklı Minare önünde basın açıklaması yaparken öldürülen Diyarbakır Barosu Başkanı Tahir Elçi'nin eşi Türkan Elçi, Yeni Akit'in Genel Yayın Yönetmeni Demirel'in ölümünün ardından başsağlığı mesajı yayınladı.

Elçi sosyal medya hesabından şunları yazdı:

“Yeni Akit yayın yön. öldürülmüş. Eşimin acı haberini "Al Sana Terör" manşetiyle vermişlerdi. Ölüm herkes için. Yakınlarına baş sağlığı diliyorum.”
Kaynak: Adaletbiz Evrensel

Yeniakit Genel yayın yönetmeni Kadir Demirel cinayetinin ayrıntıları ortaya çıktı
01 Haziran 2017

YENİ Akit Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Kadir Demirel’i öldüren eşi Esma Karanfil’i ağır yaralayarak kayıplara karışan damat Cemil Yavuz Karanfil’in kullandığı rambo bıçağı olaydan sonra işyerinin otoparkına bıraktığı otomobilinde bulundu.Hürriyet'in haberine göre, cinayet sırasında Karanfil çiftinin 2 çocuklarının da evde olduğu ortaya çıktı.

KIZINI DÖVDÜĞÜNÜ ÖĞRENİNCE

Kadir Demirel, pazartesi günü akşam saatlerinde kızı Esma Karanfil’in damadı tarafından dövüldüğünü öğrenince işyerinden aceleyle ayrılıp Başakşehir’deki eve gitmişti. Tartışma sırasında Kadir Demirel, damadı tarafından bıçaklanarak öldürülmüş, üç yerinden bıçaklanan kızı da ağır yaralanmıştı. Cinayet Büro Amirliği ekipleri, Cemil Yavuz Karanfil’in olaydan sonra otoparktaki otomobiliyle Bayrampaşa’daki işyeri CYK CNC Makine’ye gittiğini belirledi. 

BIRAKIP MOTORUYLA KAÇTIİ

şyerinin çatı katındaki otoparkta bulunan otomobilde yapılan incelemede, cinayette kullanılan ve ‘rambo bıçağı’ olarak nitelendirilen bıçak bulundu. Yapılan kriminal incelemede bıçağın olayda kullanıldığı kesinleşti. Cemil Yavuz Karanfil’in otomobilini bıraktıktan sonra kaskını takıp motosikletine binerek kaçtığı ortaya çıktı. Polis, Karanfil’in bulunabileceği adreslere baskınlar düzenledi ancak bir sonuç alınamadı.

Kaynak:haberartıturk

Damadı tarafından öldürülen Yeni Akit Genel Yayın Yönetmeni'nin kızı konuştu:"Cemil, para kazandıktan sonra çok değişti" dedi.
03 Haziran 2017



İstanbul Başakşehir’de geçen pazartesi günü Yeni Akit Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Kadir Demirel, damadı Cemil Karanfil tarafından öldürülmüştü. Daha önce şiddet uyguladığı eşi Esma Karanfil’i de yaralayan Cemil Karanfil cinayetin ardından kayıplara karışmıştı.

Habertürk Gazetesi'nden Mustafa Şekeroğlu'nun haberine göre asayiş ekipleri, arabasını bıraktıktan sonra motosikletle kaçtığı tespit edilen katil zanlısını yakalayabilmek için güvenlik kameralarının kaydettiği görüntüleri inceledi. Yapılan çalışmalarda katil zanlısının olay günü üzerinde 20 bin lira para olduğu belirlendi. Polis, zanlının saklanabileceği düşünülen 18 ayrı adrese baskın düzenledi. Baskınlarda bulunamayan katil zanlısının yakalanmasının an meselesi olduğu belirtildi.

‘PARA ÇOK DEĞİŞTİRDİ’

Hastaneye kaldırılan ve yoğun bakıma alınan Esma Karanfil önceki gün gözlerini açtı. Kendine gelen Esma, yakınlarına ilk babasını sordu. Olayla ilgili soruşturma yürüten polis, henüz tam iyileşemeyen Esma’dan olayla ilgili bilgi aldı.

Polise, eve gelen eşinin kendisini tekrar döveceğinden korkması üzerine babasını çağırdığını söyleyen Esma Karanfil, “Babam eve geldi. Tartışma yaşandı. Bıçakla saldırdı. Nereye kaçmış olabileceğini bilmiyorum. Ama Cemil, para kazandıktan sonra çok değişti” dedi.

Kaynak: Cumhuriyet.com.tr

ODA TV - Cem KÜÇÜK kavgasında yeni gelişme: Kripto FETÖ'cü Cem Küçük, "abileri"nden aldığı cesaretle yine kafasını çıkardı
06 Haziran 2017



Odatv'nin kendisine sorduklarının ardından uzun süre sessizliğe bürünen kripto FETÖ'cü Cem Küçük, "abileri"nden aldığı cesaretle yine kafasını çıkardı.

İyi de oldu!

Kendisiyle ilgili daha çok yazacak bilgi var. Şakirt sesini duymadıkça elimizin kaşıntısı geçiyor, motivasyonumuz azalıyor!

Nasıl mı tehdit ediyor TGRT Haber canlı yayınında, okuyalım:

"Odatv aşağılık bir sitedir. Karanlık bir sitedir. İdris Kardaş iyi yakalamış… Türk Devleti sanki böyle terör anlaşması yapıyor gibi Katar'la... Aslında bir savcı bunun için harekete geçebilir. Bir savcı bunun için harekete geçip, Odatv’yi çağırıp, 'sizin herhalde aklınız başınıza gelmedi' deyip, bunlara bunun hesabı sorulabilir. Bu yolda böyle giderlerse; nasıl Cumhuriyet, Sözcü diğerleri patır patır dökülüyorlar… Sayın Cumhurbaşkanımızın, Başbakanımızın, herkesin imzası var. Burada terörün finansmanı gibi sunuyorsun sen bunu. E sen aşağılık bir sitesin demek ki. Odatv herkesin hayatını karartmak için vardır. Yalan söyler, algı yapar… Ha bu kafayla gitsinler. Bir sabah uyandıklarında balyoz bir daha kafalarına iner."

Evet, Odatv'yi tehdit için referans aldığı İdris Kardaş gerçeğini de yazacağız.
Ama önce...

İŞTE O HABER

Bakınız, Odatv Katar krizinin başladığı saatlerde arşivciliğini konuşturuyor.

Terörizmi finanse etmekle suçlanan Katar ile Türkiye arasında daha 3 gün önce "Terörizmin Finansmanı ile İlgili Finansal İstihbarat Değişiminde İşbirliğine dair Mutabakat Muhtırası'nın" metnini bulup yayımlıyor.

Ülkelerin, Katar'la birer birer ilişkilerini kestiği dönemde imzalanan anlaşmayı hatırlatıyor.

Ama maklube yemekten beyin hücreleri yumuşamış kripto Cem Küçük, haberi "Türkiye'nin terörü desteklemesi" olarak sunuyor.

Neymiş, Odatv anlaşmanın adını doğru yazmamış!

"Abileri"nin kulağına fısıldadıkları yerine Odatv'nin haberini okusaydı, anlaşmanın resmi adıyla kocaman hem de boldlayarak yazıldığını görürdü.

Üstelik Cem Küçük'e pas atan program sunucusu Fuat Uğur da Odatv'nin yazdığından daha ileri giderek, anlaşmanın resmi adının sorunlu olduğunu, bizzat anlaşmanın adında "terör iması" yer aldığını iddia etti.

Kısacası...

Odatv'ye sözde suçlama yaparken, klasik kripto taktiğiyle daha ağırını kendi söyledi. İmzalanan anlaşmanın adının "terör destekçiliği" anlamına geldiğini iddia etti.

Gazeteci olmadıkları için bilmezler, ona da yanıt verelim: Bu "terörü finanse eden" bir anlaşma değil. İki devlet zaten "terörü finanse etmek" için oturup anlaşma imzalamaz.

"Terörün finansmanı" ile ilgili, "terörün finansmanı"na karşı anlaşma imzalar.

YANITLA CEM KÜÇÜK

Ha, bu arada...

Yahu bu Cem Küçük değil miydi, daha geçen gün İsrail ablukasını kırmak için harekete geçen gemideki insan hakları savunucularını "terörizm" ile suçlayan?

Mavi Marmara'yı destekleyenler (Erdoğan ve yakınındakiler dahil) hakkında "terörist" imasında bulunan?

Bu yüzden savcıların önünde koca bir Cem Küçük dosyası bulunuyor.

Saklayabilir mi sanıyor; Küçük hakkında "FETÖ şüphelisi" olarak yürütülen bir soruşturma da var.

Kripto Cem Küçük sağa sola saldırarak bunların üstüne kapatacağını sanıyor. Yemezler.

Ortadan kaybolup kimi yerlerden gözleri nemli şekilde af dileyerek Odatv'den kurtulabileceğini sandı.

Nafile! Unuttuk sanma Cem Küçük!

Sorularımıza cevap ver!

- Kaldığın Işık Evlerinde kimlerle birlikteydin? Kaçı şimdi cezaevinde?

-Elinden tutarak yazar yaptığın ve şimdi FETÖ'den içerde olan Profesör Halil İbrahim Bahar'la yazışmalarını sildin de, geçmişini nasıl sileceksin? Anlat bakalım, çok yakın akraban FETÖ'cü Bahar, sana başka ne "fayda"lar sağladı?

- FETÖ'den tutuklu yakın akraban, kumpascı polislerin hocası Halil İbrahim Bahar'ın Giresun Üniversitesi'ndeki ekibi, sana neden hala ödüller veriyor?

-Memleketin Zonguldak'ta FETÖ'nün Memur İmamı olduğu için tutuklanan Orhan Küçük'le ilişkin nedir?

-Hangi işadamlarından "FETÖ'cü ilan ederim" diye tehditle para topladın?

-Hangi belediyelere kitabına toplu alım yapması için baskı yaptın? Hangi belediye yönetimlerine şantaj yaptın? AKP'li belediyeler son zamanlarda, neden senden "kurtulduk" diye yaka silkiyor?

-Koruduğun, kolladığın, TV programlarına çıkardığın o avukat neden tutuklandı? O avukat adına peşine düştüğün "paralar", FETÖ talimatıyla Bank Asya'ya mı yatırıldı?

-7 yıl Timaş Yayınevi'nde hangi "hizmet"lerde bulundun?

-Gülen'e referans veren eski CIA'cı Graham Fuller'i "çevir" diye önüne koyan kimdi?

-Ekrem Dumanlı'nın peşinden aylarca neden koştun? Ondan neler istedin?

-17 Aralık operasyonu olduğu akşam FETÖ'ye övgüler düzerken, hangi abin "sen Hizmet'e oynama" tavsiyesinde bulundu?

-Hiç ByLock kullandın mı? Hangi yakınlarında ByLock çıktı?

-AKP içindeki kavgada Davutoğlu'na övgüler düzerken, ne oldu da dümeni kırmak zorunda kaldın?

-Arşivinden çıkan FETÖ ve terör örgütü liderine övgü yazılarını hangi imamın emri ile yazdın?

-Mavi Marmara çıkışınla kimlere operasyon planladın?

-Cumhurbaşkanı Erdoğan senin hangi görüntülerini izledikten sonra sinirlendi de birer birer sana kapılar kapandı? Ailesinden hangi isimler sana açıkça mesaj gönderdi?

-Odatv insanların özel hayatını yazmaz, kaşınıp bizi mecbur etme, ileride çocuklarının yüzüne bakamazsın.

REFERANS ALDIĞIN İSMİN FETÖ AŞKI

İşte böyle Cem Küçük...

Kaçamazsın!

Kaçtığın yer cehennem de olsa seni buluruz, yakalarız!

Sanma ki camileri "kerhane"ye benzeten o televizyon kanalından Odatv'ye yaptığın tehditler bizi korkutur.

Biz hapse gireriz çıkarız, yine yaşarız, yine yazarız.

Biz idama gitsek kendi sehpamıza tekme atar, yine yaşarız.

Çünkü biz gazeteciyiz.

Senin gibi paraya, cukkaya, FETÖ abilerine değil; habere ve gerçeğe bağlıyız.

Tarih senin gibi tetikçiler için, karanlık ve küflü sonlardan başka bir son hazırlamıyor.

Dün aynı maklubeyi kaşıkladığın, aynı abilerin elinden yetiştiğin tetikçilerden ders al.

Daha önce de yargıya başvurduk, şimdi bu tehditlerin için de dava açıyoruz.

Ve teklifimizi yineliyoruz: Gel itirafçı ol!

Son not: Kripto Cem Küçük'ün TGRT Haber'deki programda referans verdiği İdris Kardaş'ı biz değil, bugünlerde silmekle uğraştığı arşivinden kendisi anlatsın:

"Üniversite yıllarına kadar Diyarbakır'da yaşamış bir Kürt olarak Cemaat ile ilişkim neredeyse hiç olmadı. Üniversite yıllarında ve sonrasında bazı dostlarım vasıtasıyla tanıdığım Cemaat'e saygım bu dostlarımın gönül diliyle konuşmaları sayesindeydi. İlk kez onlardan dinledim Adem Tatlı'nın Diyarbakır'daki, Batman ya da Mardin'deki bir öğretmenden farklı olmayan cefakar hayat öyküsünü. Ülkelerinden binlerce kilometre uzakta Afrika'da, Asya'da ve nice ülkelerde, hastalıklardan dolayı hayatını kaybeden inançlı insanların, çok cüzi maaşlarla çalışan öğretmenlerin yaşadıkları zorlukları hep dostlarımdan öğrendim. Diyarbakır'da yaptığı Türkçe Olimpiyatlar sayesinde, Afrikalı Nicholas Bixa'nın Kürtçe öğrenmesini, sahnede Kürtçe şarkılar söylenmesini Cemaat'in bu ülkeye kattığı değerlerden biri olduğunu heyecanla düşündüm. Eminim, Cemaat bu çalışmalarıyla birçok Kürd'ün sempatisini, saygısını da kazanmıştır. Çalışmalarına, fikirlerine katılmasa da Diyarbakır'da kapısını çaldığı her ev Cemaat''e kapısını sonuna kadar açar. Çünkü Cemaat dendi mi akla gönül dili gelir. Cemaat dendi mi akla konuşmak, diyalog gelir. Çünkü Cemaat, dünyanın öteki ucunda bile barış için, insanların huzuru için çalışır."

Devamı sonra...

Odatv.com

Akit'in Katar dönüşü olay oldu
06.06.2017



Yeni Akit gazetesi, dün yaşanan Katar krizinin ardından yaptığı haberde Suudi Arabistan'ı "ABD kuklası" olarak nitelendirmişti...

Yeni Akit gazetesi, dün yaşanan Katar krizinin ardından yaptığı haberde Suudi Arabistan'ı "ABD kuklası" olarak nitelendirmişti.

Gazetenin "ABD kuklası Suudi Arabistan'dan Katar'a karşı bir hamle daha!" başlığıyla yayımladığı haber ise akıllara yine aynı gazetenin Suudi Arabistan'la ilgili daha önceki haberlerini getirdi. Sosyal medyada ise bir çok kullanıcı, gazetenin söz konusu eski haberlerini hatırlatarak tepki verdi.

Gazete, "ABD kuklası" dediği Suudi Arabistan'la ilgili daha önce bakın ne haberler yapmış:





Odatv.com

Murat İde yazdı...Hangi Yandaşlar Katar Emiri'nden saat aldı?
08.06.2017

Gazeteci Murat İde sosyal medyadan Katar meselesine dair yazısını paylaştı. İde, Katar ziyareti sırasında Emir'in hediye ettiği saatleri hangi yandaş gazetecilerin kabul ettiğini isim isim yazdı.Gündemin Körfez krizi ve Katar olduğu şu günlerde pek çok gazeteci de köşesinde yorumlarını paylaşıyor.. O yorumlardan biri Gazeteci Murat İde’den..İde, Türk heyetinin içerisindeki gazetecilerle birlikte yaptığı Katar ziyaretini anlattığı yazısında, Emir tarafından hediye edilen binlerce TL değerindeki saatleri yazdı. Dönemin AKİT Ankara Temcisilcisi Serdar Arseven'in, gazetecilerin "Eğer geri saatleri iade edemiyorsak, Mehmetçik Vakfı'na bağışlayalım" teklifine itiraz ettiğini belirten İde, "Arseven tepki gösterdi, Niye Mehmetçik Vakfı, “Kimse Yok mu?” Derneği’ne verelim" ifadelerini kullandı.İşte İde’nin sosyal medya hesabından paylaştığı o yazı :

KATAR EMİRİ BANA PAHALI SAAT HEDİYE ETTİ.. İŞTE BEN "O HAKKI" KULLANIYORUM..

2007 yılında Sky Türk Televizyonu'nun Ankara Temsilcisi olarak Cumhurbaşkanı Abdullah GÜL'ün Katar ziyaretine katıldım..Tüm gün süren temas ve toplantıları izledikten sonra yorgun argın geldiğimiz otelde odama çıktım.. Yatak üzerindeki bir paket dikkatimi çekti.. Açtım, içinden bir saat kutusu çıktı..Katar Emiri El Tani’nin armağanı notu iliştirilmiş saati görünce şaşırdım.. Pahalı bir saat olduğu belliydi..Lobiye indiğimde sohbet eden gazetecilerin yanına gidip durumdan haberdar ettim.. Saatlere ilgisini bildiğim Murat ÇELİK önce inanmadı.. Sonra oradaki gazetecilerden Bilal ÇETİN, Serpil YILMAZ, Murat ÇELİK ve Erdal SAĞLAM da odalarına çıktılar.. Birkaç dakika sonra döndüklerinde hepsi de odalarında birer saat olduğunu söylediler..Ben saati almayacağımı, iade edeceğimi söyledim.. Orada bulunan gazeteciler de iade etmenin doğru olacağını belirttiler..Ertesi gün gazeteciler için ayrılan araca bindiğimizde konu gündeme geldi..Bazı gazeteciler “İade edersek Emir’e ayıp olur” dediler.. Bir gazetecinin “Diplomatik heyete dahil olduğumuz için böyle bir davranış tüm heyeti bağlar” sözü üzerine tartışma başladı..Ben “O halde Türkiye’de Mehmetçik Vakfı’na bağışlayalım.. Vakfın Gazi sporcuları var, onlara ödül olarak verir” önerisini getirdim..Bu öneri üzerine o zaman ki adıyla VAKİT bugünkü adıyla AKİT Gazetesi’nin Ankara Temsilcisi Serdar ARSEVEN “Niye Mehmetçik Vakfı, “Kimse Yok mu?” Derneği’ne verelim” dedi.. Mehmetçik yerine cemaat.. Bazı gazeteciler ise hediyeyi iade etmeyeceklerini söyledi..Mehmetçik Vakfı Genel Müdürü E.Tümgeneral Melih TUNCA’yı arayıp, bu hediyeleri kendilerine iletmek istediğimizi söyledim.. Melih paşa, “Düşündüğünüz için teşekkür ederim ama o kadar çok sporcumuz var ki, bazılarına verip diğerlerine vermezsek incitiriz..” dedi..Bunun üzerine iade edeceğimi söyledim..Nitekim dönüşte havalimanında Türk Büyükelçiliği’nden bir görevliye, Katar Dışişleri’ne teslim edilmek üzere saatleri teslim ettik.. Nezaketsizlik olmasın diye iliştirdiğimiz notu da ben yazdım;“EKSELANSLARINA BU GÜZEL HEDİYE İÇİN TEŞEKKÜR EDERİZ.. ANCAK, MESLEK AHLAKI VE MESLEK KURALLARIMIZ GEREĞİ BÖYLE BİR HEDİYEYİ ALMAMIZ DOĞRU DEĞİLDİR.. NEZAKETİNİZE TEŞEKKÜR EDER, ANLAYIŞINIZI İSTİRHAM EDERİZ..”Orada teslim eden gazeteciler; (Olayın seyrine göre gazetelerde bu sıralamayla yer aldığı için)- SKY Türk Ankara Temsilcisi Murat İde- Bugün gazetesinden Murat Çelik- Vatan’dan Bilal Çetin- CNNTürk’ten Yavuz Oğhan- NTV’den Murat Akgün- Hürriyet gazetesinden Erdal Sağlam- Milliyet Gazetesi köşe yazarı Serpil Yılmaz- Sabah Gazetesi köşe yazarı Okan MüderrisoğluTürkiye’ye dönüşte tartışma devam edince bazı gazeteciler de bilmediğim bir yöntemle saatleri iade ettiler..Ancak, bugün ekranlarda yandaş yandaş boy gösterip, herkese ahlak dersi vermeye kalkan iktidar kalemşörleri 5-6 bin dolarlık saatleri keyifle kabullendiler..Türkiye’ye dönüşte televizyonlarda ve gazetelerde bu konu tartışılmaya devam etti.. Görüşüm sorulduğunda şu yanıtı vermiştim;“Ben o saati alamazdım.. Alsaydım, bundan sonra Katar Emiri’nin ülkemde atacağı her adımı, o hediyenin gölgesi altında değerlendirmek zorunda kalırdım.. İade ederek, Katar Emiri ülkem için iyi bir şey yaptığında ALKIŞLAMA, kötü bir şey yaptığında da SÖZ SÖYLEME hakkımı güvence altına aldım.. Hepsi bu..”Şimdi gelelim işin can alıcı bir diğer kısmına,Gergin tartışmaların ardından o zamanki VAKİT, bugünki AKİT Gazetesi’nden Serdar ARSEVEN, otel lobisinde koluma girip, “Murat ben seni tanıyorum.. Sözüm sana değil.. Bazıları bu işi büyütüp ortalığı karıştırmak istiyor” demişken, dönüşte köşesinde ne yazdı biliyor musunuz;“Saati odasında ilk gören ve hemen iade edelim diyen Murat İDE de, ETİK-GOTİK numarasıyla ulusalcı eylem yaptı.. Yeşil Sermaye düşmanlığı..”Aynen böyle..Meslek büyüklerimizden öğrendiğim AHLAKİ DEĞERLERİN adı, oldu mu sana yeşil sermaye düşmanlığı ya da ulusalcı eylem..Neden ulusalcı eylem? Çünkü o günler Cumhuriyet mitingleri vs ulusalcı yelkenin rüzgar aldığı günler.. Kime yapıştırırsan iktidarın gözünde kötü adam oluyor.. Zaten o günden sonra hiçbir devlet uçağına davet gelmedi..

Bugünlerde F TİPİ’ne atıp tutan Serdar ARSEVEN o zaman ne önermişti;

“KİMSE YOK MU? Derneğine verelim..”E o dernek kimin? F Tipi’nin.. Peki bugün aynı kalem ne yapıyor?

Emin olun bu yazıyı okusa “Murat İDE bu defa da FETÖ’nün algı operasyonlarına katkı veriyor” der ha.. Hem de hiç utanmaz..

Benim aklıma o gün ilk gelen kurum MEHMETÇİK VAKFI oldu.. Ve benim o gün de cemaate bakışım aynıydı..

Onların aklına ilk gelen ise cemaatçi KİMSE YOK MU derneği oldu.. Bugün ettikleri laflara bakarsanız, Mehmetçik Vakfı’nı neredeyse onlar kurmuş..:)

İşin Türkçesi şu;Ben olan bitenlere MASKELİ BALO dediğimde, sayın Savcılarımız hemen soruşturma açtı ama bunların ki vallahi de billahi de tallahi de MASKELİ BALO kardeşim..

O yüzden bir önceki yazımın başlığında “KATAR SADECE KATAR DEĞİLDİR” demiştim..

Ben o saati almadığım için bugün özgürce yazıp konuşabiliyorum.. Ama bakıyorum alanlar, neredeyse silah kuşanıp Katar’a gidecek.. (Yapmazlar da havalarından işte..)Onlar, o saatle başlayan fikri mahkumiyetin, yönetenlerimizde henüz bilmediğimiz alış-verişlerin diyetini ödüyor bugünlerde..Demem o ki, balo her alanda devam ediyor.. Bu kadar basit..Murat İDEKaynak: Murat İde yazdı...Hangi Yandaşlar Katar Emiri'nden saat aldı?
Yeni Çağ

Gülen ‘ilham verdi’: Türkiye ‘Ulusalcılar darbe yapabilir’ manşetiyle çıktı
26/07/2017



AKP’ye yakın Türkiye gazetesi, ‘sistem zafiyeti giderilmezse’ ordu içindeki ‘ulusalcılar’ın bir buçuk iki yıl içinde darbe yapabileceğini öne sürdü.

İhlas Yayın Grubu Ankara Medya Grup Başkanı ve Türkiye Gazetesi Ankara Temsilcisi Nuri Elibol’un güvenlik birimlerine dayandırdığı haberi ‘Yeni darbeyi ulusalcılar yapabilir’ başlığıyla manşetten duyuruldu.

Güvenlik bürokrasisi içindeki kaynaklarının ‘FETÖ’nün asker içindeki hareket kabiliyetini kaybettiğini’ söylediğini aktaran Elibol’un ‘Türkiye’de gelecekte yeni bir darbe tehlikesi var mı?’ sorusuna aldığı yanıtsa şöyle: “FETÖ’cülerin TSK içinde yapılanmalarını engelleyemeyen, darbe hazırlıklarını tespit edip tedbir alınmasını sağlayamayan bir sistem zafiyeti söz konusu. Eğer bu sistem zafiyeti giderilmezse ve sivil asker ilişkilerini Batı normlarına taşıyacak reformlar ve hukuki düzenlemeler yapılamazsa bir buçuk iki yıl içinde ordudaki Ulusalcılar yeni bir darbeye kalkışabilir.”

15 Temmuz darbe girişiminden sorumlu tutulan Fethullah Gülen, Mısır’da yayınlanan El-Yevm 7 gazetesine yaptığı açıklamada, kalkışmanın arkasında ulusalcı laik subayların olabileceğini öne sürmüştü.

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu Gülen’e, “Sen ordudaki Atatürkçü paşaları ortağınla birlikte temizlemedin mi?” diye çıkışmıştı.
Diken

SANSÜR DEĞİL YAYINCILIK İLKESİ
24 Ekim 2008
Doğan Holding Yönetim Kurulu Başkanı Aydın Doğan'ın, gazeteci Emin Çölaşan'a açtığı tazminat davasına dün Üsküdar 1. Asliye Hukuk Mahkemesi'nde devam edildi.
Tanık olarak ifade veren Hürriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök, Çölaşan'ın kitabında 'yazılara müdahale' olarak anlattığı konuların, Doğan grubunun tüm yayın organlarında geçerli yayıncılık ilkeleri olduğunu söyledi. Bu müdahalelerin sansür anlamına gelmediğini ifade eden Özkök, Çölaşan'ın şahsi meselelerini takıntı haline getirdiğini belirtti. Çölaşan'ın Hürriyet'ten ayrıldığı güne kadar iktidarla ilgili yazı ve eleştirilerini istediği şekilde yaptığını anlatan Özkök, sözlerini şöyle sür
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Çrş Ağu 23, 2017 10:32 pm tarihinde değiştirildi, toplam 4 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Pts Hzr 26, 2017 1:20 am    Mesaj konusu: AKP'nin son bayramı Alıntıyla Cevap Gönder

The Guardian: Kılıçdaroğlu yazınca Erdoğan da yazmak istedi
22.07.2017



Paul Chadwick, Britanya’nın önde gelen gazetelerinden Guardian’da geçtiğimiz hafta AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 15 Temmuz darbe girişimiyle ilgili yazdığı yazısına okuyuculardan tepki gelmesinin ardından ‘Erdoğan için bir köşe? Liberal olmayan sesler için liberal megafonlar’ isimli bir yazı kaleme aldı.

Okuyucuların ‘akademisyenleri, kamu görevlilerini, gazetecileri tutuklayan otoriter bir liderin yazdıklarını yayınlayarak tavrını meşrulaştırıyorsunuz’ eleştirilerini kaleme alan Chadwick, yazıyı yayınlayan editörlerin ‘Erdoğan’ın davranışlarını onaylamıyoruz, Kılıçdaroğlu’nun yazısını yayınladıktan sonra bizimle irtibata geçip denge kurmak için kendisinin de yazmak istediğini söyledi’ dediğini belirtti.

Gazete Karınca'dan Ezgi Gül tarafından çevrilen yazının tamamı şöyle:

"Guardian, Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından yazılan köşeyazısını yayınlayınca bazı okuyucularımızın tüyleri diken diken oldu. Başlığı ‘Türkiye darbe girişiminden sonra demokratik değerleri koruyor’ olan ve içerisinde ‘Bir yıldır Türkiye’de güçlü bir demokrasi var’ denilen yazıyı yazan ve gittikçe daha da otoriterleşen lidere neden internette söz söyleme hakkı verildi?

Bazı okuyucuların yorumlarından seçmeler yaptım:

“Gerçekten şoktayım. On binlerce akademisyeni geçtim, kamu görevlilerini ve öğretmenleri hapseden bir insan. Binlerce gazeteciyi parmaklıklar ardına koydu ve yancı olmayan gazete, televizyon ve radyo kanallarını kapattı.”
“Bir gün önce dengeleme maksatlı yayınladığınız yazıyı okudum. Fakat bu, Türkiye’deki fiili diktatörlüğe medyanın meşruiyet kazandırmasının arkasındaki mantığı açıklamıyor.”
“Bu makaleyi yayınlamak Guardian’dan beklemeyeceğim üzücü bir mukayese yoksunluğuna işaret eder. Temsil ettiği hükümetin hareketleri evrensel olarak ülkesindeki demokrasiye tehdit kabul edilir. Bu tarz bir hikayeyi yayınlayan Guardian, artık böyle hükümetlerin kendisine meşruluk kazandırma çabasına yardım etmiş sayılır.”
“Guardian’ı seviyorum ve dünyaya farklı bir pencere açmasını seviyorum. Fakat Erdoğan gibi bir adam için bir platform oluşturmak artık çok fazla oldu. Onun Türkiye’ye ve hatta o bölgeye verdiği zarar, onu Guardian’da bir platform bulmaktan men etmeli.”
Konuyla ilgilenen editörlere verdikleri kararı sordum ve şu cevabı aldım:

Güce sahip olan insanların ne düşündüğünü insanlara aktarmak bizim işimizin bir parçası. Erdoğan Türkiye’nin seçimle gelmiş başkanı ve bölgedeki en önemli ülkelerden birini temsil ediyor. Onun makalesini yayınlamak hiçbir şekilde uyguladığı baskıyı meşrulaştırmaz ya da Guardian’ın onun hareketlerini onayladığı anlamına gelmez.
Guardian, diğer uluslararası medya ile birlikte, darbeden bu yana Erdoğan’ı hesaba katmadan acımasız bir şekilde haberleriyle Türkiye’yi ele alıyor. Sadece geçtiğimiz birkaç ayda yargıdaki parçalanmayı, muhalefetin Adalet Yürüyüşü’nde birleşmesini, açlık grevlerini, gazetecilerin davalarını ve daha birçok şeyi yazdık.

Geçtiğimiz aylarda birçok uluslararası ve Türk yazarın Erdoğan’ın zorba eğilimlerini kınayan yazılarını yayımladık. Aynı şekilde Uluslararası Af Örgütü’nün Türkiye’deki krizler hakkında ne dediğini de yayımladık. Darbe girişiminin yıldönümünden sadece birkaç gün önce, ana muhalefet partisi lideri Kemal Kılıçdaroğlunun serbest kürsü yazısını hem bastık hem yayınladık. Daha sonra Türkiye hükümeti bizimle temasa geçerek denge sağlanması için cumhurbaşkanının da yazması gerektiğini söyledi. Biz de darbe girişiminin yıldönümünde okuyucularımızın iki tarafı da duyabilmesi için kabul ettik.

Açıkça Erdoğan’ın son 12 ayda gösterdiği baskı kınanması gereken bir durumdur. Fakat yayınladığımız yazıda bazı Türklerin sistemi askeriyeye karşı korumak istediğini öne çıkarıyor, bunun meşruluğu tartışılabilir. Ayrıca yazısında Batılı hükümetlerin darbe karşısında duran bu Türkleri desteklememesinin bedelinden de bahsediyordu, bu da bir açıdan yazıya yer verilmesine gerekçedir.

Ben önemli derecede editörle aynı şeyi düşünüyorum. Fakat aynı gerekçelerle değil. Bu bağlam –sürekli medya odağındaki yabancı bir lider, birçok platformda emrederek- için denge yeterli bir faktör değil.

Guardian gibi büyük bir medya kuruluşu bilgi sahibi olmak isteyen insanların bilgi sahibi olmak istedikleri konularla ilgili öne çıkan fikirleri bulabileceği bir forum gibi olmadı, bu fikirlerle taban tabana zıt da olsalar.

Öne çıkan fikirler ülkelerin liderlerini kapsıyor, bu insanlar öyle ya da böyle gücünü kullanarak zaten fikirlerini sunuyor. Titrleri altında konuştukları, argo kelimeler bile bir referans noktası oluyor. Kamu hafızası bunları halk figürüne dönüştürmenin bir yoludur.

İroni sevenler için, işte Kasım 1999 New York Times’tan Putin: ‘ABD ile olan ilişkimize değer verdiğimiz ve ABD’lilerin bizim hakkımızdaki algısını önemsediğimiz için hareketlerimizi açık bir dille açıklamak istiyorum…’

Ve Şubat 2012’den yine Putin: ‘Gerçek demokrasi bir gecede kurulmaz’

Siyasi liderlerin çok konuşmasına izin verelim, asla az değil. Bırakalım tarih onları duysun ve yargılasın.

Yavaş yavaş azalan Beyaz Saray bilgilendirmeleri, devletin dağılması, kamu idaresi dairelerinin internet sayfalarından kesilen bölümler, abuk subuk tweetlerin minimalizmi… Bunlar otoriterlerin kendi evlerinde bastırdıkları özgür basını ülke dışında bir siyasi iletişim tekniği olarak kullanmalarından çok daha vahim.

Okuyucular Erdoğan gibi siyasetçilerin kelimelerini tartmaları konusunda güvenilebilir, darbe girişiminden önceki ve sonraki hafızasıyla. Ve Guardian’ın paylaştığı konsept içerisinde de kendi sonuçlarına varır."

Guardian Türkiye darbe medya Cumhurbaşkanı gazete demokrasi ABD Recep Tayyip Erdoğan Britanya AKP Evrensel adalet af örgütü baskı halk internet televizyon tehdit uluslararası af örgütü
Birgün

O da Hürriyet'teki 'Hanut' polemiğine girdi

Habertürk gazetesi yazarı Fatih Altaylı, Hürriyet gazetesinde tartışma konusu olan yazarların sosyal medya üzerinden kazanç sağlanmasına ilişkin bir yazı kaleme aldı.

Habertürk gazetesi yazarı Fatih Altaylı, Hürriyet gazetesinde tartışma konusu olan yazarların sosyal medya üzerinden kazanç sağlanmasına ilişkin bir yazı kaleme aldı.

Fatih Altaylı, “Yazarlar, sosyal medya ve pazarlama” başlıklı yazısında, “Bir süredir Doğan Grubu’nun kimi yazarları ve yayın sorumlularıyla ilgili çeşitli iddialar ortalıkta dolaşıyor. Bunlardan bazıları çok felaket iddialar. Burada tekrarlamaya bile utanırım. Doğru olmamasını temenni ederim” dedi.

“Burada yazmakta beis görmeyeceğim iddia ise bizzat Hürriyet Gazetesi’nin ombudsmanı tarafından dile getirildiği için tekrarlamamda mahzur yok. Belki de bu konuyla ilgili kararı verecek olan Sevgili Volkan Vural’a bir fikir vermiş olurum” diyen Altaylı şöyle devam etti:

Hürriyet’te şoke eden olay! Foto muhabirlerinin tepki çeken işleri...
“Hürriyet’in kimi yazarlarının, Twitter ve Instagram gibi sosyal medya hesaplarından reklam amaçlı paylaşım yaptığı, bunun için para aldığı söyleniyor. Sosyal medyada çok sayıda takipçisi olup bunu bir reklam mecrası gibi kullanan ve ‘sosyal medya fenomeni’ olarak tanımlanan pek çok kişi var. Bu bir iş. Buradaki mesele, gazetecilik gibi ‘yarı kamusal’ bir görev yapan ve ‘güvenilir olması’ gereken kişilerin bu nevi paylaşımları para karşılığı yapmasında düğümleniyor.”

“GELİRİ GAZETEYLE PAYLAŞIYORLAR”

Fatih Altaylı, “Gazeteci bunu yapar mı? Benden duymuş olmayın ama dünyada da bunu yapan gazeteciler var” diyerek dünyadaki uygulamayı şöyle anlattı:

Fikret Bila istedi, Aydın Doğan 'Olur' verdi! Hürriyet Gazetesi'nde 'Temiz Eller' operasyonu!

“Ancak Batı medyası, özellikle de Amerikan medyası bunu kurallara bağlamış durumda. Bu paylaşımlar, gazetenin denetiminde, gazetenin yönetiminde ve geliri gazeteci ile çalıştığı kurum arasında belirli oranda paylaşılarak yapılıyor. Gazete, kendi sosyal medyasında bu nevi paylaşımları reklam olarak, bedel karşılığı yapabildiği gibi, gazete veya televizyonun ‘starları’ da gazetenin bilgisi dahilinde bunu yapıyor ve geliri gazeteyle paylaşıyorlar. Genelde bu gibi reklam anlaşmalarını gazete yapıyor. Reklamveren, bu kampanyaya dahil olacak yazarları da belirliyor. Yazarın veya TV yüzünün kabulüyle bu iş iki tarafın da gelir elde etmesine yarıyor. Sosyal medya etkinliği, gazetecinin gelirine ve piyasa değerine de yansıyor. Gazetesine veya televizyonuna reklam potansiyeli sağlayan gazeteci daha yüksek ücret elde ediyor, hatta transfer olma imkânlarını artırıyor. Ancak gazetecinin ve televizyoncunun bunu bağlı olduğu kurumdan bağımsız olarak yapması, kabul gören bir şey değil. Çünkü güç bir anlamda ortak bir güç.”

“MATBAA İŞÇİSİNE KADAR HERKESİN PAYI VAR”

“Hürriyet örneğinden yola çıkarsak, Hürriyet yazarının sosyal medya üzerindeki gücü, Hürriyet yazarı olmasından mı kaynaklanıyor yoksa tekil gücü mü?” diye soran Altaylı yazısını şöyle sonlandırdı:

“Bu sorunun yanıtını bulmak her zaman kolay değil.
Ama yanıt her ne olursa olsun, gazetecinin gazetedeki konumundan faydalanarak bunu ‘bireysel’ bir gelir kaynağı haline getirmesi kabul edilebilir bir şey değil.Çünkü onun gücünde, o gazetenin yayın yönetmeninden editörüne, muhabirinden sayfa sekreterine, matbaa işçisine kadar herkesin payı var.”

Etiketler:
Habertürk gazetesi yazarı Fatih Altaylı Hürriyet gazetesi yazarların sosyal medya üzerinden kazanç sağlaması
Patronlar Dünyası

Dışarıdaki Gazeteciler'den Türkiye gazetesine tepki: Çok affedersiniz, birbirimize mesaj bile yazıyoruz!
12 Temmuz 2017



"24 Temmuz'da arkadaşlarımızı yargılayacakları duruşma salonunda olacağız"

Tutuklu meslektaşlarının durumuna dikkat çekmek amacıyla kurulan “Dışarıdaki Gazeteciler” platformu, Türkiye gazetesinin ’24 Temmuz Planı Çöktü’ başlıklı manşetine tepki gösterdi. Cumhuriyet davasının ilk duruşma günü olan 24 Temmuz için kurulan Whatsapp konuşmalarının çarpıtılarak gazeteye yansıtıldığını belirten “Dışarıdaki Gazeteciler” açıklamasında “Çok affedersiniz, birbirimize mesaj bile yazıyoruz! Hatta Maçka Parkı'nda piknik de yaptık!” ifadeleri yer aldı.

Açıklamada “24 Temmuz'da arkadaşlarımızı yargılayacakları duruşma salonunda olacağız. Onların masumiyetini anlatacağız. Ve inanıyoruz ki; Ahmet Şıkları, Musa Kartları, Kadri Gürselleri, Güray Özleri ve tutuklu-tutuksuz yargılanan tüm gerçek gazetecileri bu örümcek ağının içinden çekip alacağız. Bunu başarıncaya kadar da vazgeçmeyeceğiz” denildi.

Dışarıdaki Gazetecilerin açıklaması şöyle:

“Türkiye Gazetesi, bugün Cumhuriyet Gazetesi'ndeki tutuklu meslektaşlarımızın masumiyetini anlatmak için çalışan biz "Dışarıdaki Gazeteciler"i hedef aldı. ’24 Temmuz Planı Çöktü’ başlıklı yazıda Büyükada’da gözaltına alınan ve iftiralara maruz kalan bir hak savunucusunun dahil olduğu ‘24 Temmuz Birlikte Özgürüz’ isimli whatsapp grubumuz insan aklıyla alay eden bir biçimde suç gibi sunuldu.

Bir süredir meslektaşlarımıza, arkadaşlarımıza yapılan suçlamaların hukuksuzluğunu anlatıyoruz. Sosyal medyada kampanyalar da yapıyoruz sesimizi duyurmak için açıklamalar da…

24 Temmuz; Cumhuriyet davası duruşmalarının ilk günü. Bütün dostlarımızı o gün Çağlayan Adliyesi'nde yargılanan gazeteci arkadaşlarımıza destek olmaya çağırıyoruz. Hep söylüyoruz: "Onlar hapisken biz de özgür değiliz".

Bu nedenle WhatsApp grubumuzun adı "24 Temmuz Birlikte Özgürüz.”

Çok affedersiniz, birbirimize mesaj bile yazıyoruz!

Hatta Maçka Parkı'nda piknik de yaptık!

Grubumuza adını veren 24 Temmuz tarihini de biz değil, ağır ceza hakimi duruşma günü olarak belirledi. Tamamen rastlantısal olarak verilen bu tarih Türkiye’de sansürün kaldırılmasının yıldönümüne denk geldi.

Yıllarca Fethullah Gülen çetesine verdiği destekle bilinen bir gazetenin, hayatını çetelerle mücadeleyle geçirmiş arkadaşlarımızı suçlaması hiç de masum değildir.

Hiç kusura bakmasınlar: Buradayız, olmaya da devam edeceğiz!

Bizim meşru mücadelemizden, hukuk mücadelemizden, özgürlük mücadelemizden suç üretemezsiniz.

Dün Cumhuriyet gazetesine kurdukları "Ergenekon kumpası"nda da gazetecilerin yanında biz vardık. Yarın kurmayı planladıkları kumpaslara karşı da biz mücadele edeceğiz.

24 Temmuz'da arkadaşlarımızı yargılayacakları duruşma salonunda olacağız. Onların masumiyetini anlatacağız. Ve inanıyoruz ki; Ahmet Şıkları, Musa Kartları, Kadri Gürselleri, Güray Özleri ve tutuklu-tutuksuz yargılanan tüm gerçek gazetecileri bu örümcek ağının içinden çekip alacağız. Bunu başarıncaya kadar da vazgeçmeyeceğiz.

Madem gündeme geldi, bu vesileyle tüm meslektaşlarımızı ve ifade özgürlüğü talep edenleri 24 Temmuz saat 09.00’da Çağlayan Adliyesi’ndeki duruşmaya bekliyoruz.”

ETİKETLER
türkiye 24 temmuz dışarıdaki gazeteciler
T24

AKP'nin son bayramı
Nihat Genç
24.06.2017

Odatv bu bayram günlerinde nöbetçi yazar olarak beni seçti.

Bayram günü sizi meşgul tutmak ve eğlendirmekten ben sorumluyum.

Duanızı almak için de yazıma hayırlı bir başlık koydum.

Dünyanın ve memleketin önemli olaylarına değinirken sizlerin Atatürk İlke ve İnkılaplarından ayrılmamanıza çaba sarf edeceğim.

Yetkiyi elime almışken öncelikle şu ‘ulusalcılığı’ yürürlükten kaldırmak istiyorum.

Ulusalcılık gerici liberallerin bizleri faşist ırkçı içe kapanık, farklılıklara tahammül etmeyen, yabancı düşmanı, ve bilümum şeytanlaştırmak için kullandığı bir ‘damgaydı’.

Siyaset felsefesi ve literatüründe ‘ulusalcılık’ diye kavram yoktur. Bu kavramın anlamı şudur, bir taraf federasyoncudur, onun karşıtı olarak kullanır, ikinci olarak, küreselleşme karşıtı olarak kullanılır.

Neoliberalizm aydınlar nezdinde yoğun bakımda terminal safhaya vardığı için artık ‘ulusalcılık’ı kullanan gerici aydın da kalmamıştır.

Ancak içimizde hala bu kavramı kullanan cahiller bulunmaktadır. Siyaset felsefesinin çıkartacağı sonuç şu olmalıdır, belli kavramlar belli dönemlerin ihtiyacı olarak kullanılır ve o siyasetin ölmesiyle o kavram da yürürlükten kalkar.

İdareyi ele almışken, öncelikle kendimi övmeye devam edeceğim, ancak, önce niçin şişinip böbürlendiğim süreci tane tane anlatmalıyım.

FETÖ operasyonları süresince öngörülerim doğru çıktı, 15 Temmuz’dan bir yıl kadar önce, FETÖ bir vaazında ‘kılıç’tan bahsediyor, yani, askere iş düştüğünü ima eden konuşmalar yapıyor, ekranda FETÖ niçin ‘kılıç’tan bahsediyor diye sorulunca, şöyle cevap verdim: ‘O kılıcı bu halk FETÖ’nün .ötüne sokar’.

Operasyonlar yeni başlamış, İlhan Selçuklar Doğu Perinçekler sırayla içeri tıkılıyor, bundan on yıl önce, alınacaklar içinde benim de adım geçiyor, SKY ekranında, ‘ağbi seni de alacaklarmış!’ denilince milyonların önünde şu çok bilinen fıkrayla cevap verdim.

‘Bir FETÖ'cü Amerika’da kilise papazıyla tartışıyor, papaza, ıstavrozu İsa’nın çakıldığı yerlerden çıkartıyorsunuz, (aklınca alay ederek), İsa başka yerinden çakılsaydı, ıstavrozu nasıl çıkartacaksınız?’.

‘Papaz, şöyle cevap verir, sizin o mesih Türkiye’ye bir dönsün bakalım, ıstavrozu neresinden çıkartacak?’.

Gün döndü devran döndü, şimdi gerici liberal yazarların her biri mahkemelerde malum yerlerinden ıstavroz çıkartmaya başladılar.

Yaradan ok çıkartmayı Malkaçoğlu filmlerinden öğrendik, Cüneyt Arkın acılar içinde gözlerini yumar ve ok hızla çekilir. Hayır, böyle olmuyor. Bu mahkemelerde yaradan kılıcı çıkartma doğunun porno pozisyon kitabı kama sutra’ya dönüşüyor.

Mesela Nazlı Ilıcak kılıcı çıkartmak için bana Akın İpek ismini Abdullah Gül adını verdi, dedi. Zınn kılıç Abdullah Bey'e giriverdi.

Bakalım Abdullah Gül nasıl çıkartacak, burada duralım, Abdullah Gül Bey, alnı secdeye değen, hanımın başı örtülü, operasyonlar başlarken, ‘çok güzel şeyler olacak’ diyen, sonra Güneydoğu’da ihanet açılımı olurken yine aynı ‘çok güzel şeyler olacak’ diyen, sonra, 15 Temmuz’dan birkaç gün önce, yine ‘çok güzel şeyler olacak’, diyen, hayatımıza ‘çok güzel şeyler’ olacak mottosuyla giren bir devlet büyüğümüz.

Çok güzel şeyler oldu Cumhurbaşkanlığı sürecince, tarihte hiçbir Cumhurbaşkanına bu kahramanlıklar nasip olmamıştır, Türk Ordusu, emniyet ve hukuk kurumları, başkanından katibine kadar tasfiye edildi ve yerine yüz binlerce ajan yerleştirildi. Ve Güneydoğu’da hendekle iç savaş yaşanıp on binlerce çocuk öldürüldü ve FETÖ’yle Ankara’da bir iç savaş yaşandı ve meclis bombalandı, bu kadar başarı dolu bir CIV’i Allah her kuluna nasip etmez.

Gerçekte, olan tek güzel şey, hepsi ‘rezil’ oldu.

Mehmet Altan’ın mahkeme ifadeleri ise sosyoloji dersi niteliğindeydi, FETÖ'cülük suçlamasına şöyle cevap verdi: ‘Biz aile olarak üç kuşak aynı evde oturuyoruz..’.

Şunu mu demek istiyor, bizler yerleşik şehirli bir aileyiz FETÖ gibi köylü şeriatçılarla işimiz olmaz…

Tabii üç kuşak aynı evde oturmanın bedeli ağır oldu, o evde oturacağım diye babası medya ve zengin patronlara zangoçluk yaptı, evlatları büyüdü, onlar da bilümum sümüklü mesihe zangoçluk yaparak evde oturmayı hak ettiler.

Nazlı Ilıcak’ın da ifadelerinde oturduğu evle ilgili şeyler var, ‘ben kimseye muhtaç olmadım’ iddiasında, ki, bu ifade, Nazlı Ilıcak’ı bir roman kahramanına dönüştürüyor, çünkü Nazlı Ilıcak uzun yıllar zengin kocasının gölgesinde yaşadı, ancak, aile iflas etti, yalısı elden gitti geldi, büyük korkular yaşadı, sokakta kaldı, bu borçlardan kurtulması mümkün değildi, ınının ınnn.

İşte ne olduysa yalıyı elde tutabilmek için hayat onu da meşum birilerine yanaştırdı. Yalı elden gider sokakta kalırım korkusuyla Türkiye’nin iftiharla yetiştirdiği çok kültürlü amirallerine hayvan pornosu suçlamalarına ortak oldu, yetmedi, Kozmik odanın kapılarını festival eşliğinde açtırıp Türk ordusunun en mahrem belgelerinin Atina gazetelerinde manşete çekilmesine sessiz kaldı, yetmedi, Hrant’ın öldürülmesi, yetmedi, ıslak belgeler, yetmedi, Odatv suçlamaları, yetmedi, yedi uzun sene ve her gece, o ekranda, o yalıda yaşamını sürdürebilmek uğruna şimdi her biri hapse tıkılmış FETÖ savcılarının eline verdiği bilgilerle kitaplar yazdı, yayınlar yaptı, the son.

Yazımın burasında Ahmet Altan’a geçelim, Ahmet Altan operasyon-proje gazetesi Taraf’a genel yayın yönetmeni olmadan önce, şişirilmiş bir yazardı, romanları, sırt fiyatı bir liraya indirildiği halde, o bir liraya dahi satılmayan bir yazar.

Bir liraya dahi satılmayan yazarın intikamı büyük oldu, çok geçmeden, Hrant’ın arkadaşlarının elinden Hrant’ı öldüren çetenin projesi gazetenin genel yayın yönetmeni olarak ‘Kahraman Gazeteci’ ünvanı aldı.

O kadar kahramandı ki bir yazısında FETÖ için: ‘seni sırattan sırtımda ben taşıyacağım’ diyordu, bu cümledeki sevince bakın, bir de hayal edin, aynı lafı, Beşiktaş Belediye Başkanı Hazinedar da yapmıştı, FETÖ’yle birlikte sırattan geçeceklermiş, aslında yazımı silip Sırat Köprüsü’nden Dökülenler diye yeniden mi yazsam.

Bu üç şehirli yerleşik ve yalı sahibi İstanbullu yazarların büyük trajedilerle dolu hayatları eşsiz bir roman, kendi karınlarını kendi becerileriyle doyuramayan insanlara ders bir trajedi.

Aslında hiç birinin ajan hain olduğuna inanmıyorum, Nazlı Ilıcak ve Altan kardeşler hikayesi, tipik bir eski İstanbul’un Sülün Osman hikayesi.

Sülün Osman Anadolu’dan gelen saf taşralılara Galata Kulesi’ni satıyordu, bu satış işi sonra büyük ölçeklere taşındı, Kabe, Din, Allah, arzu edene Mesih’lik, sipariş üzerine Saray Diktatörlüğü.

Ancak bu sefer Anadolu’dan gelen hiç de ‘saf’ değildi, dünyayı ele geçirmek için sümüklü manyak bir Mehdi, tarihlerin en büyük iddiasını etrafına inandırmaya çalışıyordu, bu harika fikre ilk önce de İngilizler ve Amerikalılar inandı, malum tarihte İngilizler’e ilk mağlubiyeti yaşatan Sudan’ın o ünlü mehdisi, mehdi konusunda tecrübeliler yani.

Adım gibi eminim Nazlı Ilıcak ve Altan kardeşler Kainat İmamı’na bizler gibi .ötüyle gülüyordur, ama, ekmek parası işte.

Nazlı Ilıcak ve Altan kardeşler, Kainat İmamı’yla iyi geçinerek üç kuşak evlerinde ve yalılarında oturmayı bir süre daha başardılar, taşradan gelen FETÖ'cüler’in, yerleşik şehirli güngörmüş demokrat dostları gibi görünüp, FETÖ'cüler’in şehirde devlette orduda medyaya gizli gizli dal budak salmalarına yardımcı oldular.

Huzur içinde yalılarında çok uzun bir ömür sürdüler, kahraman gazetece oldular, özgürlük şampiyonu oldular, evrensel hukuk değerlerini hiç kimseye gaptırmadılar, açlık çekmediler, su kelebekleri gibi hafif yazılar yazdılar, bütün gecelerini Fetöcü dostlarıyla ekranlarda geçirdiler, ancak..

Ajan hain değildiler ve ama, doğrusu, para kazanmayı da hiç bilmiyorlardı, din, peygamber, Allah dolandırıcılarının ellerine fena düştüler.

Bildikleri, özgürlük, demokrasi, evrensel hukuk gibi milyon kez her satırlarında kullandıkları mucize kelimelerle din Allah dolandırıcılarının sayfalarını ekranlarını süsleyip manyak mesihi kamufle ettiler, meşrulaştırmaya çalıştılar, keyifleri gıcırdı.

Gezi’nin polise söylenen sloganlarından biri neydi, simit sat onurlu yaşa.

Lafı buraya kadar kendimle böbürlenmek için getirdim, yazar olacağım diyerek ailemden ve imkanlarından genç yaşta çok uzak kaldım, bir kitap yazdım olmadı, iki, olmadı, üç olmadı, yüz binlere ulaşan dergilerde yazdım, yine olmadı, karnımı doyurmam mümkün değil, beş-altı kitabın ve büyük bir derginin yazarıyım, yine karnımı en basit haliyle, bugünkü parayla ayda bir memur maaşı kadar dahi kazanamıyorum, bu arada büyük medyadan rüyamda göremeyeceğim para teklifleriyle geldiler, yazıma karışırlar sansür ederler diye anlaşamadım.

Ne mi yaptım, kimseye muhtaç olmamak uğruna, oturdum Kızılay’da bulvarda yıllarca işportacılık yaptım, mızıka sattım, sigara sattım, hızlı daktilo yazma becerimle sayfası birkaç liradan doktora tezleri dizgiciliği yaptım.

Bu acı trajediden gençler nasıl bir ders çıkartmalı, başkalarının paralarıyla ‘özgürlük’ olmuyor, başkalarının ekranında ‘özgürlük’ olmuyor, kendinizi özgür kılacak kadar işiniz beceriniz yoksa, sonunuz ya zindan ya da rezalet olur.

Kendi karınlarını kendi doyuramayan uyanık İstanbullu insanların ajan avantür macera mesih Allah din ordu kumpas entrika istihbarat iç savaş dolu RENKLİ ve HÜZÜNLÜ HAYATLARINI izlediniz.

Nihat Genç

Odatv.com

Kürşat Bumin: Ahmet Altan'ın duruşmasını Dursun Çiçek'in de izlemesi bambaşka bir anlama sahip
26 Haziran 2017



"Ahmet Altan'ın savunmasını okumayan kalmasın, öğretici ve 'eğlendirici' bir savunma"

Yeni Şafak'taki köşesi 3 Temmuz 2013'te kapatılan Kürşat Bumin, "AKP ve Fethullah Gülen'i bitirme planı" olarak bilinen ve Taraf'ta yayımlanan "İrtica ile Mücadele Eylem Planı"nın altında ıslak imzası bulunduğu iddiasıyla 4 yıl hapis yatan CHP İstanbul Milletvekili Dursun Çiçek'in de, Ahmet Altan, Mehmet Altan ve Nazlı Ilıcak'la birlikte toplam 17 kişinin yargılandığı davayı izlemek üzere Altan'lar için adalet talebiyle mahkemeye gelmesinin önemli olduğunu savundu. "Duruşmayı yurt içi ve dışından izleyen pek çok kişi arasında Dursun Çiçek’in yer alması doğrusu bambaşka bir anlama sahipti" diyen Gazete Duvar yazarı Bumin, "Gizli tanık' hikayelerinden kamuoyunun yakinen tanıdığı Dursun Çiçek’in bir dönem yayın yönetmenliğini Ahmet Altan’ın üstlendiği Taraf gazetesinin de araya girdiği Ergenekon davasından 5 yıl hapis cezası çektiğini unutmayalım" diye yazdı.

İşte Ahmet Altan'ın savunmasının tam metni: http://t24.com.tr/haber/iste-ahmet-altanin-savunmasinin-tam-metni,409761

Kürşat Bumin'in Gazete Duvar'da bugün (26 Haziran 2017) yayımlanan "Yine 'gizli tanıklar' ve Ahmet Altan’ın yerinde savunması" başlıklı yazısı şöyle:

Çok yakın geçmişte “gizli tanıklar” hakkında epeyce yazı yayımlamıştım. Bu yazıların birinde Dr. Candaş Gürol’un bir yazısından hareketle bu “gizliler” meselesinin Avrupa Ceza Hukuku’nda nasıl değerlendirildiğine değinmiştim. Bu değerlendirme en başta Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin içtihatları içinde yer alan şu görüşe de yer veriyordu: “…mahkûmiyet hükmü tek başına ismi saklı olan ve sanıkla dolaylı dahi olsa karşılıklılık ilişkisine girmemiş olan bir veya birkaç tanığın beyanlarına dayandırılmamalıdır.”

“Bundan doğal ne olabilir!” dediğinizi duyar gibiyim ama siz gelin de bu içtihadı “Türk Adalet Sistemi”ne anlatın…

Konumuza-sorunumuza ilişkin yazılardan bir diğeri de Diyarbakır’da Gülsüm Koç’a iki “gizli tanık” marifetiyle müebbet hapis cezası kesilen davayla ilgiliydi. Gülsüm Koç bir polis aracına silahlı saldırıda bulunmaktan dolayı yargılanmış, sonunda beraat etmiş ancak bu kez (“Devlet” bir kere peşine düşmeye görsün) “devletin birliği ve ülkenin bütünlüğünü bozmak” suçundan müebbet hapis cezasına çarptırılmıştı.

Bu davanın konumuzu doğrudan ilgilendiren faslına gelince: “Gerekçeli karar”ın açıklanmasıyla söz konusu kararın iki “gizli tanık”ın tanıklıklarını esas aldığı anlaşılıyordu. Bu “gizli tanık”lardan dosyada “Avcı” ve “Kanarya” olarak söz ediliyordu. Sormuştum o zaman: Merak ediyorum doğrusu; “gizli tanıklar”ın bu tuhaf isimlerle anılmasına kim karar veriyor acaba? “Gizli tanık”ların kendileri mi, yoksa savcı ya da mahkeme başkanı mı?

Uzatıyorum biliyorum ama “Avcı”nın bir otomobilin içinde gördüğü iki kadından birisinin Gülsüm olduğunu nasıl tespit ettiğine ilişkin sözleri de ibretlikti: “Genç olmam nedeniyle köşede caddeye doğru bakan kıza ayrıntılı olarak bir şekilde bakmıştım. Bu nedenle özelliklerini gördüm…”(!)

“Gizli tanık”lardan söz açıldığında “gizli tanık Efe”yi hatırlamadan olmaz. “İrticayla Mücadele Eylem Planı Davası” çerçevesinde tanıklık yapan “Efe“ye sanık Dursun Çiçek‘in yönelttiği sorulara alınan cevaplar mesela: Çiçek”in “Beni net olarak hatırladığınızı söylüyorsunuz. Üzerimde ne renk elbise vardı?” sorusunu “Efe“, “Yeşil renkli bir elbise vardı” diyerek cevaplıyor. Çiçek‘in “Ben denizciyim” hatırlatması üzerine “Gizli Tanık“ın “Pardon, diğerleri yeşildi, sizde beyaz vardı” cevabına yöneldiği gözleniyor. Bitmedi, Çiçek bu elbisenin rengi konusunda “Efe“ye şu hatırlatmayı da yapıyor: “Denizciler beyaz giymez ocak ayında, siyah giyer.”

Bu çerçevede yazıda davanın iddianamesinin “Gizli Tanık Efe“ye ilişkin Cihaner‘in avukatı Turgut Kazan‘ın -o dönemde tabii ki- dile getirdiği bir iddiayı atlamayalım: Kazan’a göre, Cihaner‘in Yargıtay’da görülmekte olan davasında şikayetçi olarak adı geçen İliç Cumhuriyet Savcısı Bayram Bozkurt‘un imzası ile Erzurum’da görülmekte olan davanın ”gizli tanıklar”ından ”Efe”nin imzası arasında büyük benzerlik bulunmaktadır.

(Kazan‘ın bu “iddiası”nın sonradan nasıl gerçek çıktığını hatırlıyorsunuzdur muhakkak.)

“Gizli tanıklar” meselesine niçin girdiğimi tahmin ediyorsunuzdur. Bu “kanaryalar” ile bir büyük dava duruşmasında Ahmet Altan’ın dirayetli savunması içinde de karşılaşıyoruz. Savunma (“tam metin”den okunduğunda) ülkedeki adalet sisteminin nasıl işlediğini iddianameden örneklerle güzel anlatıyor doğrusu. Altan’ın savunmanın hemen başında yaptığı şu değerlendirmeye bakın:

“İddianame olduğu ileri sürülen, zekâdan ve hukuktan yoksun, ağırlaştırılmış müebbet gibi heybetli bir cezayı taşımaya mecali yetmeyen bu cılız metin ciddi bir savunmayı asla hak etmiyor.”

Duruşmayı yurtiçi ve dışından izleyen pek çok kişi arasında Dursun Çiçek’in yer alması doğrusu bambaşka bir anlama sahipti. Biraz önce hatırlattığım “gizli tanık” hikayelerinden kamuoyunun yakinen tanıdığı Dursun Çiçek’in bir dönem yayın yönetmenliğini Ahmet Altan’ın üstlendiği Taraf gazetesinin de araya girdiği Ergenekon davasından 5 yıl hapis cezası çektiğini unutmayalım. Çiçek, “kin duygusu olmadığını”, “Altanlar için adalet talebiyle” duruşmaya geldiğini açıklıyordu. Ne güzel! Hikayesinin tamamını (mesela tek bir örnekle söyleyecek olursak: Yönetimi nasıl değişti, demirbaş yazarları nasıl malum köşelere savruldular, dışarıdan getirilen yeni yönetmeninin ömrü niçin kısacık oldu?) henüz bilmediğimiz bir gazetenin de bir biçimde katkısı olduğu bir mahkûmiyet sonrasında “kin tutmamak” ve “adaleti talep etmek”.

Ahmet Altan’ın uzun ve yoğun savunma metnini özetleyebilmek imkansız; açıp okumak gerekiyor. Ben burada bu metinden sadece bu zamana kadar sözünü ettiğimiz “gizli tanık” ile ilgili bölümleri kısaca aktarmaya çalışacağım:

Ahmet Altan (iddianameden bahisle) : “Girişin ardından Ahmet Keleş diye birinin tanıklığı geliyor. (…) Anladığım kadarıyla bu Ahmet Keleş, Gezi olaylarının bir komplo olduğunu ve ‘Taraf Gazetesi yazarı Ahmet Altan’ın yazıları okunduğunda’ bunun daha net anlaşılacağını söylüyor. Burada küçük bir sorun var.

Gezi olayları sırasında ben Taraf Gazetesi’nden çoktan ayrılmıştım. Eve kapanmış roman yazıyordum.”

Yani: “Ben Taraf’tan 2012’de ayrılmışım, onlar hâlâ benim 2013’teki Gezi olayları kapsamında Taraf’taki yazılarımdan, yani olmayan yazılarımdan söz edip, bir de utanmadan bunu iddianameye yazıyorlar. Ben o dönemde Taraf’ta yazmıyordum ama yazsaydım kesinlikle Gezi’yi desteklerdim. Aynı tanık benim Uludere olayları sırasında “Devlet halkını bombaladı” diye manşet attığımı da söylemiş.

Bunun için tanığa gerek yok. O başlığı ben 2011’de attım, başlık gazetenin üstünde duruyor. Yargılandım, mahkûm oldum. Roboskî olaylarından dolayı mahkûm olan tek insan benim. Bombalayanlar, bombalama emrini verenler değil ben mahkûm oldum.

Ve, evet, bugün de aynen böyle düşünüyorum, devlet halkını bombaladı. Zavallı insanları öldürdü.”

Bir başka “gizli tanık” daha çıkıyor:

“Onun hemen altında Osman Bey isimli bir gizli tanığın sözleri yer alıyor. Osman Bey, Gezi sırasında Cemaat’ten insanların gizli hesaplardan hükümet aleyhtarı twitler attığını söylemiş. Hükümet aleyhtarı twit atmanın niye darbecilik suçu olduğunu anlamadım. Bunun benimle alakasını ise hiç anlamadım. Gizli ya da açık, ben hayatımda tek twit bile atmadım. Bu olayın benimle ya da bu iddianameyle ilişkisi ne? Anlayan beri gelsin.”

Ve nihayet üçüncü “gizli tanık”:

“Şimdi gizli bir tanık çıkıyor karşımıza, kod adı Söğüt. Pek de güzel, pek de zarif bir isim seçmişler.”

Ahmet Altan’ın savunmasını (tam metin) okumayan kalmasın derim. Öğretici ve sırasında (“gizli tanık” hikayelerinde olduğu gibi) “eğlendirici” bir savunma. Ama tabii ki şu gerçeği unutmadan: “Türk Adalet Sistemi” önünüze koyduğunuz savunmanın yazarını müebbet hapis cezasına mahkûm etmenin telaşı içinde.

Âdetten değildir, ben de biliyorum ama savunmaya ilişkin Ahmet Altan ve sevenlerinin hoşuna gitmeyeceğini tahmin ettiğim şu notu da düşeyim: Bu dirayetli savunmada “otokritik” izinden hiç mi hiç eser yok… Olmalıydı, çok daha iyi olurdu bence…

ETİKETLER
yeni Şafak gazetesi kürşat bumin akp fethullah gülen taraf gazetesi İrtica ile mücadele eylem planı dursun Çiçek ahmet altan mehmet altan nazlı ilıcak
T24

SANSÜR DEĞİL YAYINCILIK İLKESİ
24 Ekim 2008
Doğan Holding Yönetim Kurulu Başkanı Aydın Doğan'ın, gazeteci Emin Çölaşan'a açtığı tazminat davasına dün Üsküdar 1. Asliye Hukuk Mahkemesi'nde devam edildi.
Tanık olarak ifade veren Hürriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök, Çölaşan'ın kitabında 'yazılara müdahale' olarak anlattığı konuların, Doğan grubunun tüm yayın organlarında geçerli yayıncılık ilkeleri olduğunu söyledi. Bu müdahalelerin sansür anlamına gelmediğini ifade eden Özkök, Çölaşan'ın şahsi meselelerini takıntı haline getirdiğini belirtti. Çölaşan'ın Hürriyet'ten ayrıldığı güne kadar iktidarla ilgili yazı ve eleştirilerini istediği şekilde yaptığını anlatan Özkök, sözlerini şöyle sürdürdü:

"Çölaşan her görüşmemizde bana, 'Grubumuzun menfaatleri yönünden hükümet aleyhine yazmamızı istemiyor musunuz?' sorusunu sormuştur. Bu, bende Çölaşan'ın sanki üzerinde bir teyp var, bunu kayıt etmek istediği intibaını uyandırmıştır. Her görüşmemizde kendisine şunu söyledim: 'Siz, Özal, Çiller, Ecevit, Mesut Yılmaz ve Tayyip Erdoğan aleyhine istediğiniz her yazıyı yazdınız. Ancak evrensel gazetecilik ilkelerinin ve yasaların zorunlu kıldığı bazı sınırlar vardır. Biz şunu istiyoruz; şahsi meselelerinizi takıntı haline getirmeyeceksiniz. İnsanlara küçültücü lakaplar takmayacaksınız, iftira atmayacaksınız. Melih Gökçek ile ilgili yazdığınız yazılar yüzünden hakkımızda 76 dava açıldı. Kaybettiğimiz davalar nedeniyle 100 bin doların üzerinde tazminat ödedik. Bunları gazetemiz ödüyor. Kazandığınız davaların tazminatlarını ise kendiniz alıyorsunuz. Ama burada paradan daha önemlisi, yayın ilkelerimizle ters düşmemizdir. Yasaların suç olarak benimsediği yazma tarzını devam ettirmeniz doğru değildir.' dedim.

2001 krizinde Hürriyet'ten 200 tane genç insanı çıkarmak zorunda kaldık. Çölaşan aynı gün maaşının dolara bağlanmasını istedi. Kendisine, 'Bunu yaparsak 10-15 kişinin daha işine son vermek zorunda kalırız' dedim. Buna rağmen ısrar edince maaşını dolara çevirdik. Hürriyet tarihinde dolar üzerinden maaş alan tek elemanımız Emin Çölaşan'dır. Emin Bey, Türk Lirası'nın değerinin yükselmesi üzerine bu defa maaşının Türk Lirası'na çevrilmesini talep etmiştir. Ayrıca çalıştığı süre boyunca Hürriyet'ten 1 milyon 500 bin dolara yakın prim almıştır. Bu bilgileri şu nedenle veriyorum, bizim Çölaşan ile meselemiz, hükümeti eleştirmesi değildir. Kendisi ile anlaşamadığımız konu, Doğan Yayın Konseyi'nin ilkelerine uymamakta direnmiş, bir anlamda kendisini gazetenin üzerinde görmüştür. Dünyanın hiçbir yerinde ve hiçbir gazetede böyle bir tavra izin verilmez.''

Türenç: Çıkan haberden patronun haberi olmaz

Hürriyet Yazişleri Müdürü Tufan Türenç de, yazılarındaki yasalara aykırı bölümleri Emin Çölaşan'ı uyararak düzelttiklerini, bundan gazete patronunun hiçbir zaman haberi olmadığını söyledi. Davalı avukatının konuyla ilgili sorusuna da şu cevabı verdi: "Patronların haberin girişinden ve çıkışından haberi olmaz. Böyle bir gelenek yoktur. Aydın Doğan'ın yayına hiç müdahalesi yoktur. 20 yıldır köşe yazarı olarak Aydın Doğan'ın herhangi bir müdahalesine ve imasına tanık olmadım. Yazara danışmadan yazıdan bir sözcük bile atmayız."Mahkeme, diğer tanıkların dinlenmesi amacıyla duruşmayı erteledi.

Çölaşan: Çıkarları için sansür uyguladılar

Çölaşan, Hürriyet'ten ayrıldıktan sonra 'Kovulduk Ey Halkım Unutma Bizi' adlı bir kitap yazarak Aydın Doğan hakkında çeşitli iddialarda bulunmuştu. Doğan grubunun çıkarları için yazılarına sansür uygulandığını savunan Çölaşan, özetle şu ifadeleri kullanmıştı: "Ankara'daki görüşmemizde Özkök bana şöyle dedi: 'Bak, Doğan Grubu'nun bütün kuruluşları çok iyi gidiyor. Fakat hükümet isterse en sağlam kuruluşları, bankaları bile bir günde batırır. Senden ricam iki-üç ay hükümetle ilgili bir şey yazma. Aydın Bey'in ricasıdır.' Bunun mümkün olmadığını söyleyince 'O halde bir ay yazma.' dedi." Aydın Doğan, iddialar üzerine 50 bin YTL'lik tazminat davası açmıştı.

zaman

Güneş'in Yayın Yönetmeni'nden: Hocaefendi hayır duasını bizden eksik etmesin, Ekrem Dumanlı'yı yedirmeyiz
22 Temmuz 2017



Turgay Güler'in, Fethullah Gülen için kaleme aldığı yazı sosyal medyada gündeme geldi

AKP Merkez Karar ve Yönetim Kurulu üyesi işadamı Ethem Sancak'a ait Esmedya grubu bünyesindeki Güneş gazetesi, 10 insan hakları aktivistinin gözaltına alınması ve tutuklanması ve tutuklu gazeteciler için biraraya gelen dayanışma grubunu "24 Temmuz'da planlandığı iddia edilen kaos planının bir parçası" olduğu iddiasını öne süren yayınlarının ardından, Genel Yayın Yönetmeni Turgay Güler'in Fethullah Gülen'i savunan yazılarıyla da tekrar tartışma konusu oldu. Güler'in, "Hocaefendi" diye andığı "Fethullah Gülen'den hayır duası" istediği ve cemaatin kapatılan gazetesi Zaman'ın Genel Yayın Yönetmeni için "Ekrem Dumanlı'yı yedirmeyiz" dediği yazısı sosyal medyada paylaşılıyor.

Güneş gazetesi, 21 Temmuz Cuma günü, Whatsapp'ta, Cumhuriyet gazetesi davası için ilk duruşma tarihini vurgulayan "24 Temmuz'da Birlikte Özgürüz" ismiyle kurulan dayanışma grubunu "delil" olarak gösterdiği "haber"de, tutuklu Cumhuriyet muhabiri Ahmet Şık'ın eşi Yonca Şık ile gazeteciler Mustafa Hoş, Banu Güven, Nevin Lagendijik, Oda TV Genel Yayın Yönetmeni Barış Pehlivan ile CHP ve HDP milletvekillerini hedef göstermişti.

İnsan hakları aktivistleri ile 24 Temmuz grubunu hedef alan yayında "İhanetin merkez üssü olarak ise Kadıköy seçilmişti. Burada sözde 'kurtarılmış bir alan' oluşturulacak, İran uyruklu İsveç vatandaşı olan casus Ali Gharavi'nin haritada işaretlediği Güneydoğu başta olmak üzere tüm Türkiye'ye model olarak sunulacaktı" iddialarına yer verildi. Sabah grubuna bağlı Takvim gazetesi de internet sitesinde aynı iddiaları paylaşmıştı.

Bu yayınların ardından, Güneş Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Turgay Güler'in, Akşam gazetesinde "Ekrem Dumanlı ile pişti olmak" başlığıyla yayımlanan (29 Ekim 2013) yazısı tekrar gündeme geldi. Güler'in yazısı şöyle:

"Fethullah Gülen Hocaefendi rahatsızlandığında ilk arayanlardan biri Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’dı.
Erdoğan ve Gülen arasındaki bu telefon görüşmesinin detaylarını Ekrem Dumanlı aktarıyor:
“Erdoğan zarif bir ses tonuyla geçmiş olsun dileklerinde bulundu. Hocaefendi de aynı zarafetle Sayın Başbakan’ın hatırını sordu, “Zahmet buyurdunuz...” dedi.
Söz sırası dualaşmaya gelmişti. İkisi de hem dua istedi birbirlerinden, hem dua ettiler birbirlerine.
“Görülmeye, duyulmaya, düşünmeye değer bir tabloydu”diyor Ekrem Dumanlı.
Ardından da haklı olarak ve dahi cesaretle ekliyor:
“Uzaktan bu manzarayı izleyebilseydiniz, eminim, ‘Yahu işgüzarlar! Artık aradan çekilin ki fitne ateşi sönsün!’ diyecektiniz. Öyle samimi öyle halisane bir iletişim vardı ortada...”

Güler'in, sosyal medyada 'Fethullah Gülen'den hayır duası istediği' bölümü çerçeve içine alınarak paylaşılan yazısı
Güler'in, sosyal medyada 'Fethullah Gülen'den hayır duası istediği' bölümü çerçeve içine alınarak paylaşılan yazısı:



Görüşmenin sonunda Hocaefendi arkadaşlarına dönerek, “Sesi çok güzel geliyordu” diyor ve o sesteki duruluk ve içtenliğe dair övgülerini sıralıyor.
Ekrem Dumanlı “Geçmiş olsun” başlığıyla kaleme aldığı yazısında bu ayrıntıyı çok önemsemiş.
Yüksek çözünürlüklü bir fotoğraf çekmiş.
Çok net göstermiş.
Malumu ilam etmiş.
“Gayrısı yalandır” demiş.
Dumanlı, iki paragrafa sığdırdığı bu gerçeği anlatırken mühim mesajlar veriyor.
“Görülmeye, duyulmaya, düşünmeye değer bir tabloydu” diyor.
Düşünmeye!
Kesinlikle haklı.
Bir başka yerde “Yahu işgüzarlar! Artık aradan çekilin ki fitne ateşi sönsün!” diye feveran ediyor.
Ancak bu kadar iyi ve böylesi bir cesaretle özetlenebilirdi.
Geçtiğimiz günlerde yine bu köşede kaleme aldığım bir yazıda, aynını kendi üslubumla dile getirmiştim.
O işgüzarlar o yazıyı fitne ateşine “odun” etti.
Dumanlı’nın kibarca “işgüzar” diye nitelendirdiği bu tipleri ben “fitne çetesi” olarak görüyorum.
İşte o fitne çetesi, kendilerine yönelik eleştirileri “cemaat eleştirisi” olarak göstermeyi başarıyor.
Neyse...
Gelelim asıl meseleye, Ekrem Dumanlı’nın yazısında zikrettiği işgüzarların kim olduklarını herkes çok iyi biliyor.
Dumanlı da.
Erdoğan’a en ağır hakaret ve iftiralarda bulunan “işgüzarlar” Dumanlı’nın pek uzağında değil.
Dumanlı’yı zor durumda bırakmamak adına kendisinin de yakından tanıdığı bu işgüzarların isimlerini şimdilik zikretmeyeceğim.
Şimdilik!
“Yahu işgüzarlar. Artık aradan çekilin ki fitne ateşi sönsün!” gibi üst perdeden bir tonlamayı Hocaefendi’nin bilgisi dahilinde yaptığı aşikâr.
Eminim ki gereğini de yapacaktır.
Bu arada yeri gelmişken bir kez daha Hocaefendi’ye Allah’tan acil şifalar diliyorum.
Hayır duasını bizler için de eksik etmemesini temenni ediyorum.
Ve son bir not.
Ekrem Dumanlı bundan böyle bu fitne çetesinin hedefinde olacaktır. Geçmişte de olduğu gibi.
Şüphesiz, Dumanlı’yı da yedirmeyiz."

ETİKETLER
turgay güler ekrem dumanlı fethullah gülen
T24

Aydın Engin: 'Sayın savcı, biz biraz yayın çizgimizi değiştirmek istiyoruz, müsaade eder misiniz' mi diyeceğiz?
24 Temmuz 2017



"Anayasada 'Türkiye Cumhuriyeti bir hukuk devletidir' yazıyor ama sadece kağıt üstünde"

Cumhuriyet gazetesinin tutuklu yönetici, yazar ve avukatları hakkında "PKK/KCK, FETÖ/PDY ve DHKP-C'ye müzahir oldukları" iddiasına ilişkin yürütülen soruşturma kapsamında hazırlanan iddianamede 15 yıl hapsi istenen gazeteci, yazar Aydın Engin, 'Cumhuriyet davası'nı değerlendirdi. Hazırlanan iddianamede Cumhuriyet yayın çizgisini değiştirmekle suçlandığını belirten Engin, "Bir gazete yayın çizgisini değiştireceği zaman savcıya telefon mu edecek, 'Sayın savcı biz biraz yayın çizgimizi değiştirmek istiyoruz, müsaade eder misiniz” mi diyeceğiz?'" dedi.

Usta gazeteci Aydın, Cumhuriyet Vakfı davasıyla ilgili de "Cumhuriyet yönetimini ele geçirmenin en kestirme yolu bir kayyım atamaktı. Ama bizler gözaltına alındığımız sırada içeride ve dışarıda patlayan dayanışma nedeniyle kayyım atamak gibi kestirme bir yola gitmediler. Fakat Cumhuriyet Vakfı ile ilgili davaya indirekt müdahil oldular" dedi.

Evrensel gazetesinde "Pazartesi Röportaj"larına konuşan Aydın Engin'in açıklamalarının tamamı şöyle:

Haklarında elle tutulur bir delil olmadığı halde 9 aydır cezaevinde tutulan Cumhuriyet gazetesinin tutuklu 12 yazar, çizer ve yöneticisi bugün ilk kez mahkemeye çıkacak.

Tutuklandıktan beş ay sonra hazırlanan, hukukçuların “temelsiz” diye nitelendirdikleri iddianamede, aralarında Akın Atalay, Murat Sabuncu, Ahmet Şık, Hikmet Çetinkaya, Aydın Engin, Bülent Utku ve Kadri Gürsel’in de olduğu 19 kişi hakkında, “yayın çizgisini değiştirmek, FETÖ/PDY ve PKK/KCK örgütlerine üye olmamakla birlikte yardım etmek, hizmet adına görevi kötüye kullanmak” iddialarıyla 7,5 yıldan 43 yıla kadar hapis cezası isteniyor.

Başta ulusal ve uluslararası basın örgütleri, gazeteciler olmak üzere, aydınlar, yazarlar, sanatçılar, siyasetçiler basın tarihinin bu en hukuksuz davalarından biri için bugün de adliyede, dayanışmada olacak. Ancak, “Yalan ne kadar büyük olursa o kadar kolay geçer; ne kadar tekrar edilirse halk o kadar inanır” diyen Nazi Almanyasının propaganda şefi Goebbels’i kendilerine kılavuz edinen iktidar yanlısı gazeteler, Cumhuriyet davasına dayanışma çağrılarıyla ilgili “kaos çıkaracaklar” haber ve manşetleri hazırlamayı sürdürüyorlar.

Cumhuriyet yazarlarından, kıdemli gazeteci Aydın Engin’le, iddianamede yer alan “suçlamaları”, havuz gazetelerinin operasyondaki rolünü ve mahkemeden çıkacak olası sonuçları konuştuk. Engin, 31 Ekimdeki operasyonda beş günlük gözaltı sonrasında Hikmet Çetinkaya ile birlikte tutuksuz yargılanmak üzere yurtdışı yasağı ve adli kontrol şartıyla serbest bırakılmıştı.

Cumhuriyete yönelik baskı ve tutuklamalarda MİT TIR’ları haberleri kuşkusuz önemli bir eşik. Ancak Ocak 2015’te Paris’te 12 çalışanı IŞİD saldırısında katledilen mizah dergisi Charlie Hebdo’ya destek amacıyla yayınladığı özel sayı sonrasında yaşadığı saldırıları da anımsamak gerek. Altını çizmek için soralım, Cumhuriyet neden hedef alındı?

Meseleye daha geniş bakalım. Charlie Hebdo özel sayısı bahane, MİT TIR’ları bahane, iddianameye konu olan yazılar, haberler de bahane... Şöyle bakıyorum -sanıyorum arkadaşlarımın da paylaştığı bir bakış bu- Türkiye’de değil sadece, dünyada da partiler, iktidarlar, büyük şirketler, ulus ötesi şirketler, büyük sermaye grupları gazeteci satın alır. Ama televizyon gazetecisi, ama basılı gazete... Bunların her gün bir şey yapmaları anlamsızdır, gerektiğinde devreye sokulurlar. O şirketin, o siyasi hareketin gün ışığına çıkmasını istemediklerini ya saptırmak ya örtmek için bu satın alınmış gazetecileri devreye sokarlar. Mesleğimizin ak adına kara çalan böyle çok örneklerini Türkiye’de ve dünyada yaşadık. Ancak AKP veya Erdoğan döneminde, gazeteci satın almak gibi zahmetli bir iş yerine, gazete ve televizyon satın aldılar. Bu konuda tam hassas bir terazi yok ama şu oran çok da yanlış değil; bugün görsel ya da yazılı Türkiye medyasının yüzde 70’i satın alındı. Tabii ki Erdoğan veya AKP satın almadı. Devletle iş yapan, özellikle de büyük müteahhit şirketlerine “sen televizyonu al, sen şu gazeteyi al, sen el koyduğumuz cemaate ait gazeteyi/televizyonu al” denilerek satın alındı. Kimilerimizin havuz medyası dediği AKP medyasına dönüştüler. Aslında bunlar “organ” haline dönüştü. Medyada organ tabiri aşağılayıcı bir tabirdir. Hiç kimse haber kaynağı olarak “organ”dan yararlanmak istemez. Çünkü neyin organıysa onun perspektifinden hayata bakar veya gerçeği öyle göstermeye çalışır.

Peki, ya geri kalanı?

Geri kalanı için de “onlar pırıl pırıl, halkın haber alma hakkını savunan medya” diyemeyiz. Bunlar -yabancı medyaya bunu anlatırken zorlanıyoruz- penguen medyası! Gerçeği göstermek yerine penguen belgeseli ile ‘mış’ gibi yapıyorlar. Geriye son derece az; Evrensel, Birgün, Cumhuriyet kaldı. Biz mesleğimizi doğru yapmayı, halkın haber alma hakkını ete kemiğe büründürmeyi, yani gazetecinin görevini yerine getirmeye çalışıyoruz. Bu bağlamda Cumhuriyet ana hedef oldu çünkü saydığım iki arkadaştan, Evrensel ve Birgün’den farklı olarak cumhuriyetle yaşıt bir gazete. Çok uzun müddet referans gazetesi olarak kabul edildi. Hak etmediği zamanlar da olmuş belki ama genel olarak referans gazetesi olmuş. Örneğin Almanya’da Bild gazetesi 6.5 milyon satar her gün, Süddeutsche Zeitung ise 650 bin satar. Ama Almanya’da bir şey olduğu zaman insanlar ‘Bild ne diyor’ diye bakmaz, ‘Süddeutsche Zeitung ne diyor’ diye bakarlar. Cumhuriyet genel olarak bir referans gazetesi işlevi gördüğü için Hükümeti çok acıtan bir diken haline geldi, hedef alındı.

Bir de Cumhuriyetin patronu yok, sahibi Cumhuriyet Vakfı. Cumhuriyet Vakfı da bizlerden oluşuyor. Dolayısıyla satın da alamaz, öyle bir zorluk da var! Aslında tutuklu arkadaşlarımız nedeniyle haklı olarak ilgi odağı orası oldu ama aslında bizim için çok daha tehlikeli bir başka süreç, bir başka dava yürüyor.

Cumhuriyet Vakfı Davası...

Evet. Cumhuriyet yönetimini ele geçirmenin en kestirme yolu bir kayyım atamaktı. Ama bizler gözaltına alındığımız sırada içeride ve dışarıda patlayan dayanışma nedeniyle kayyım atamak gibi kestirme bir yola gitmediler. Fakat Cumhuriyet Vakfı ile ilgili davaya indirekt müdahil oldular. Cumhuriyet Vakfı’nın en son seçilen yönetim kurulunun -ki 7’si içerde şu anda- yasaya aykırı bir seçimle seçildiği, geçersiz olduğu iddiasıyla bir zamanlar Cumhuriyette yer almış olan Alev Coşkun gibi, Mustafa Balbay gibi kişiler dava açtılar. Vakıflar Genel Müdürlüğü bu davanın taraflarından biriydi. “Biz Vakıflar Genel Müdürlüğü olarak Cumhuriyet yönetiminin meşru olduğunu düşünüyoruz” demişlerdi önce. Ama ne zaman ki o büyük direniş başladı, Cumhuriyet diz çökmedi, tutuklananlara rağmen yayınına devam etti, bu defa -bunu kanıtlayamam ama- Saray devreye girdi. Saray devreye girdikten sonra da Vakıflar Genel Müdürlüğü, yeni bir müfettiş tayin ederek daha önce verdiği “yönetim meşrudur” raporunun yüzde yüz tersine “hayır, bu yönetim yanlış seçilmiştir” dedi.

Hazırlanan iddianame de, Cumhuriyet Vakfı davasına sıradan bir ‘yönetimi ele geçirme mücadelesi’ olarak bakılamayacağını gösteriyor. Nitekim, Cumhuriyet Vakfı’nın önceki bazı üye ve yöneticilerinin iddialarına hatırı sayılır bir yer verilmiş ve bu ifadeler Cumhuriyet’e yöneltilen suçlamaların temel dayanaklarından biri yapılmış...

Cumhuriyet Vakfı davası, arkadaşlarımın cezaevinde kalmasına, benim bir süre gözaltında kalmama yol açan saldırının bir halkası. Birbirinden bağımsız iki ayrı süreç değil. Bu bir siyasi operasyon. Bugün Aydınlık gazetesi çizgisinin AKP’yle resmen ilan edilmemiş bir koalisyon kurduğu kanısındayım. Netice olarak yapılan müdahaleler sonucunda mahkeme Cumhuriyet gazetesi vakıf yönetiminin meşru olmadığına dair bir karar verdi. Biz buna itiraz ettik, şu anda istinaf mahkemesinde. İstinaf mahkemesinin kararının ne olacağını bilmiyorum ama tahmin etmek için yüksek zeka gerekmiyor. Muhtemelen bizim itirazımızı reddedeceklerdir. Umarım sürpriz bir hukuk mucizesi yaşarız.

İddianame, ‘Niye yayın çizgisini değiştirdiniz?’ ile özetlenebilecek ifadelerle başlıyor. ‘Kurucu Yunus Nadi, Cumhuriyet gazetesinin demokrasi ve halkın müdafası için kurulduğunu beyan etmiştir ama son üç yılda bu kuruluş felsefesi terk edilmiştir’ deniyor. Buna kanıt olarak gösterilen haber ve yazılar da demokrasiyi, insan haklarını, hukuku savunan, iktidarı eleştiren haber ve yazılar. Yani gazetecilik yaptığı için suçlanıyor...

Elbette. İddianame bir cümleye indirilebilir, yayın çizginizi değiştirdiniz bu suçtur! Kaldı ki, Cumhuriyet yayın çizgisini değiştirmedi, değişen dünyada, değişen Türkiye’de, gelişen farklı siyasal güçlerin, farklı hak taleplerinin yükseldiği bir Türkiye’de Cumhuriyet 1930’ların Cumhuriyeti olarak kalamazdı. Cumhuriyet gazetesinin 93 yıllık hayatında zikzaklar da olmuştur, olabilir, o kadar uzun yaşayan her gazetenin olur, ama 12 Eylül sonrası Türkiye’de medyadaki en etkili muhalefet de Cumhuriyet’ten gelmiştir. Bunu kimse göz ardı edemez. 28 Şubat sürecinde Cumhuriyet alkış tutmamıştır. Daha da önemlisi son dönemde daha farklı bir evreye ulaşmış Kürt sorununda, barışçıl çözüm imkanlarının doğduğu bir dönemde Cumhuriyetin Kürt sorununa basit bir şiddet veya terör hareketine bakar gibi bakması demek, örümcek bağlamış bir gazeteye dönüşmesi demekti. Bu gazetede kendini Kemalizmle özdeşleştirmiş yazarlar da var, bencileyin hiçbir zaman Kemalist olmamış, Marksizmi kendine kılavuz bellemiş gazeteciler de var. Bu, gazetenin zenginliğidir. Çizgi değiştirmesi değil, gazetenin çağa uygun kendini yenilemesidir. Olsa olsa alkışlanması gerekir.

'Sayın savcı biz biraz yayın çizgimizi değiştirmek istiyoruz, müsaade eder misiniz' mi diyeceğiz?

Bylock kullanımı bu davada da önemli kanıtlardan biri olarak sunuluyor. Ama yazar ve yöneticiler bylock kullandıkları için değil, kullananlar tarafından aranmakla suçlanıyorlar…

Sadece bugün Van’dan bir tutuklu ailesi ve Gebze’den bir tutuklunun eşinin de aralarında olduğu (muhtemelen FETÖ tutuklusu) 16-17 telefon geldi. Ne yapacağım? “Kardeş tamam ama önce bylock var mı yok mu, bir öğreneyim” mi diyeceğim? Olacak iş değil. Bu saçma ötesi bir durum. Bir örnek vereyim, iddianamede Güray Öz arkadaşımda çok fazla bylockçu yok, ona bir tane bylockcu bulmuşlar, “şu telefonla görüşmüşsünüz, bylock” demişler. Bu telefon kimin diye bakmış bizimkiler, yakınlardaki bir pideci dükkanı. O pideciye bylock kullanan birisi de telefon etmiş birkaç defa. Muhtemelen o da pide ısmarlamış. İddianamede “siz pideci dükkanına telefon ederek bylokçularla ilişki kurdunuz” deniyor. Bu konuda rekor Kadri Gürsel’de. Onu da biliyorum ne olduğunu. Kadri’nin bir televizyon kanalında Gülen cemaatinin Türkiye için tehlike olduğunu çok iyi anlattığı, şimdinin itirafçısı Hüseyin Gülerce’nin de “yapmayın, o çok değerli biri” dediği program üzerine bir çeşit Gülen trolleri Kadri’yi telefonla veya sms’le taciz ettiler. Ayrıca bylock olsa ne olur? Ben ne konuştum, benden ne istedi, ben ne dedim ona. Bu önemli. Akın Atalay örneğin, evine yer döşemeleri yaptırdığı firmaya bir para havale etmiş. “Bir bylockçuyla görüştüğü tespit edilmiş olan bilmem ne firmasına şu kadar havale ettiniz, niçin yaptınız” diye soruyorlar. Akın Atalay diyor ki, “benim evin karoları döşendi de o yüzden yaptım!”

Gözaltı sonrasında, “Ben kıdemli bir basın sanığıyım. Hayatımda bu kadar ahlaksız bir dosya görmedim” demiştiniz. Beş ay sonra hazırlanan 436 sayfalık iddianameyi okuduktan sonra hissiyatınız, değerlendirmeniz ne oldu?

Pazartesi başlayacak olan duruşmalarda tutuksuz yargılandığım için en son sorguya alınacaklardanım. Dışarıdaki avukat arkadaşları saymıyorum ama üç avukat arkadaşım zaten tutuklu. Bunlardan Akın Atalay en eski avukatlarımdan biri. Onun savunmasını okudum, iddianameyi çamaşır gibi sıkıyor! Ben hiç uzun savunma yapmayacağım, bir tek cümle kuracağım, diyeceğim ki, “burada tutuklu ve tutuklu olmayan avukatlarım var, onlar söylenecek olanı söyleyecekler, ben size uzun uzun bir şeyler söylemeyeceğim, bir tek cümle zapta geçsin diye söylemek istiyorum sayın yargıçlar; böyle bir iddianameyle sanık sandalyesine oturduğum için hukuk adına utanç duyuyorum, ülkem adına acı duyuyorum!” İddianamenin benim için özeti de budur.

12 yazar, çizer, yöneticisinin 265 gündür tutuklu olması gazetenin günlük işleyişini nasıl etkiledi?

12 arkadaşımız içinde çok kilit arkadaşlarımız var. Belirtmiştim, 7 arkadaşımız vakıf yönetim kurulu üyesi. Örneğin bir Akın Atalay, Cumhuriyeti İlhan Selçuk sonrası çekip çevirebilen, ki, bu mali olarak da zor bir iş, çok karmaşık bir okur profili var, kimseyi küstürmemeye çalışan bir çizgi, bir yandan da demokrat bir gazeteye dönüştürmenin adımlarını atmak... Yine benim tanıdığım en iyi birkaç haberciden biridir Murat Sabuncu. Haber refleksi olağanüstü gelişmiştir. Yine Önder Çelik. Adını okurlar bilmez bile. Teknik işleri, matbaayı, baskıyı, tiraj raporlarını değerlendiren, tirajı yeniden düzenleyen, yani gazetenin can damarlarını elinde tutan…25-30 yıllık bir deneyime sahip arkadaşlarımız bunlar bizim. Yine kitap ekini çıkaran Turan Günay arkadaşım, gazeteye yönelgin saçma sapan suçlamalarda muhatap dahi olacak birisi değil. Dolayısıyla gözaltına alıp, sonra da tutuklama aynı zamanda Cumhuriyeti yönetsel olarak da darboğaza sokma operasyonu. Değindik, hazırlanan iddianamede Cumhuriyet yayın çizgisini değiştirmekle suçlanıyor! Nereden çıkardınız sayın savcı bunu? “İşte bakın tanıklar konuşuyor...” Tanıklar kim? İşte kimisi eski cumhuriyetçi, kimisi sosyal medyadan atılan tweetler, kimisi havuz medyası yazarları vs. Bir gazetenin yayın çizgisi değişebilir. Sabah gazetesi neydi ne oldu? Bir sürü gazete, bir sürü televizyon yayın çizgilerini değiştirmediler, terk ettiler. Ve utanç verici bir çizgiye geçtiler. Bir gazete yayın çizgisini değiştireceği zaman savcıya telefon mu edecek, “Sayın savcı biz biraz yayın çizgimizi değiştirmek istiyoruz, müsaade eder misiniz” mi diyeceğiz?

Mahkeme hukuka bağlı kalabilecek mi, göreceğiz

Tutuklu 12 gazeteci, çizer ve yöneticinin hiçbirinin bu iddianameyle bir dakika bile içerde kalmaması gerektiği hukukçuların da ortak kanısı. Gönlümüzden geçen, hukuksuzluğa son verilerek hepsinin tahliye edilmesi ama bugün başlayacak dava için siz ne öngörüyorsunuz?

Zor soru. Bugün mahkeme başlayacak, cuma günü de tahliye talepleriyle ilgili bir karar verilecek. Sonrasında öyle sanıyorum ki iki-üç aylık bir ara verilecek. Yani mahkemenin kararı “hiç kimseyi tahliye etmiyoruz, tahliye taleplerini reddediyoruz” olursa, benim arkadaşlarım üç ay daha cezaevinde kalacaklar. Bu ihtimal var mı, var. Çünkü belirttiğim gibi Cumhuriyet davası bir hukuk davası değil, siyasi bir davadır. Dolayısıyla karar siyasi olacaktır. Yargı da şu anda siyasi kararlara “bu hukuka uymuyor” diye itiraz edecek değil. Örnekler bunu gösteriyor. Bizim yargılanacağımız 27. Ağır Ceza Mahkemesi hukuka bağlı kalabilen bir mahkeme mi olacak, göreceğiz. Yoksa dediğiniz gibi arkadaşlarımın bir dakika bile içeride kalmaması lazımdı.

İkinci olasılık, bazı arkadaşlarımızı bırakıp bazılarını tutmaya devam edebilirler. Özellikle Akın Atalay’ı, Murat Sabuncu’yu... İçim üşüyor bunu söylerken ama böyle bir karar çıkabilir. Üçüncü de, hepsini bırakabilirler. Ben olmasını istediklerimle gerçekleri karıştırmamaya mesleki olarak gayret eden bir arkadaşınızım, o yüzden şu anda tahminde bulunmuyorum, çünkü bu bir siyasi karardır.

Sıcak buz, yüzme bilmeyen başık, köşeli daire!

Cumhuriyetin neden hedef alındığı kadar bunun hangi yöntem ve araçlarla yapıldığı da önemli. Siz de değindiniz, önce havuz gazetelerinde manşetler, haberler yapılıyor, ardından soruşturmalar, operasyonlar geliyor. Nitekim, son dönemin karakterstiği haline gelen “FETÖ/PDY ve PKK/KCK örgütlerine üye olmamakla birlikte örgüte yardım etmek, hizmet adına görevi kötüye kullanmak” Cumhuriyet iddianamesinin de temelini oluşturuyor. Literatüre “kokteyl terör” nitelemesini kazandıran bu yöntemin medya üzerinden yürütülüyor olmasını Cumhuriyet özelinde nasıl değerlendirirsiniz?

Son dönemde çok yaygınlaşan bir terim var, benim mesleğe başladığım yıllarda böyle bir laf bilmezdik; Algı operasyonu veya algı yaratma. Günümüzde algı artık medya üzerinden yaratılıyor. Medya üzerinden bir algı operasyonu, bir algı saldırısı yaparak kamuoyundaki olası itirazların önünü kesmeye çalışıyorlar. Çünkü halk genel olarak televizyonda izleyip, gazetelerde okudukları karşısında “ateş olmayan yerden duman çıkmaz, bunlar belki de öyledir” filan demeye başlarlar, sendelerler. Sorgulama yetenekleri zayıflar. O yüzden bunu medya üzerinden yürütüyorlar. Kaldı ki buna medya demeli miyiz? Demin organ dedim ya, bunlar sahiden gazeteci değil, gazetecimsi, yani bunların yaptığı bizim mesleğimizin alfabesinde yazmıyor ama bunun parçasılar, işte son birkaç gündür yine tutuklu gazetecilerle dayanışma gösterenler hakkında havuz medyası iğrenç yalan olduğunu kendileri de bilerek bir yayın yapıyorlar. Neymiş, 24 Temmuz’da bir kalkışma başlatma hesabı varmış!

Vurguladığınız algı operasyonun önemli argümanlarından biri de şu: “Bütün terör örgütleri birleşti, amaç AKP’yi, Erdoğan’ı devirmek, Türkiye’de iç savaş çıkarmak.” Birbirinden ayrı ideolojiler ve yapıların nasıl işbirliği içinde sunulabildiğine dair İktidar cephesinden ve havuz gazetecilerinden ikna edici bir yanıt gelmiyor ama Cumhuriyet davasında nasıl birleştirilmiş?

Biz beş günlük gözaltının sonunda savcılar tarafından sorgulandık. FETÖ davasında hakkında üç defa müebbet hapis istenen ana savcı Murat İnan sorguya gelmedi. Onun yerine üç savcı yolladılar. Beni sorgulayan savcı dosyaya hâkim değil, hatta ilgili de değil. Pek de bilmiyor bu konuları, deneyimsiz bir savcı. Önüne sorular konmuş. Bana sorduğunuz soruları sordu. Bu arada şunu da belirteyim, bu dosyada benim bir özelliğim var; 9 yazımdan dolayı dava açmışlar. Soruşturma da “yurtta sulh” yazımla başlamış zaten. Savcının sorularından bir tanesi şu; “Siz yazılarınızda şöyle şöyle yaparak aynı anda hem FETÖ hem PKK propagandası yaptınız, bunu açıklar mısınız?” Normal şartlarda savcı bir şey söyleyince “yok, ben öyle yapmadım” filan gibi bir şey söylenir! Yaradana sığındım! “Savcı bey oksimoron nedir bilir misiniz” dedim. Tecrübeli bir savcının “soruları ben soruyorum, siz bana cevap verin” demesi lazım ama “hayır, bilmiyorum” dedi. “Efendim, sıcak buz, yüzme bilmeyen balık, köşeli daire gibi durumlar için söylenir” dedim. ”Eee?” dedi. “E aynı anda hem PKK, hem FETÖ’ye yardım edilemez, propagandası yapılamaz” dedim. “Niye?” dedi. “Onlar düşman örgüt, aralarına kan girmiş, Hakkari’de cemaat imamları öldürüldü, aynı şekilde cemaatin yayını gazeteler PKK ve Kürt siyasi hareketine yönelik operasyonları göklere çıkaran, ‘yetmez daha çok’ diye yayınlar yaptılar. Dolayısıyla sıcak buz oluyor, köşeli daire oluyor, yüzme bilmeyen balık oluyor” dedim. Durdu, duraksadı, öbür soruya geçti. Ama öyle sanıyorum ki oksimoronun ne olduğunu öğrendi!

Anayasada 'Türkiye Cumhuriyeti bir hukuk devletidir' yazıyor ama sadece kağıt üstünde

Siyasi iklim malum. Giderek sertleşeceğine siz de yazılarınızda dikkat çekiyorsunuz. Gerek insan hakları savunucularının tutuklanması, gerekse Cumhurbaşkanının tutuklu gazeteciler hakkındaki ifadeleri mahkemeden iyi haber gelmesi beklentisine bariyer kuruyor, ne dersiniz?

Evet, umutlanmak için çok sebep yok. “Hukuk/ yargı karar versin” lafı eskiden anlamlı bir laftı. Şu anda Anayasasında “Türkiye Cumhuriyeti bir hukuk devletidir” yazıyor ama sadece orada, kağıt üstünde yazıyor. Türkiye’de artık yargı güvenilir bir kurum olmaktan çıktı. Ve yargıyı bağlayan kurallar hukuk değil, siyasetin kuralları.

Bununla birlikte ‘durum nasıl değişir, yargıyı bağlayan kurallar siyasetin değil hukukun kuralları haline nasıl dönüşür’ sorularına verilen yanıtlar Adalet Yürüyüşü ve 9 Temmuz mitingiyle birlikte güç kazandı. Adalet Yürüyüşü ile kazanılan ivme ve moral gücünü etkisizleştirmek için Erdoğan’ın izleyeceği strateji, 15 Temmuz etkinliklerinde belirginleşmiş olsa da ‘tabanı konsolide etmesi, canlı tutması düne göre daha zor’ da denmekte, Katılır mısınız?

Doğru, daha zor. Sanıldığının epey tersine Kılıçdaroğlu’nun yürüyüşü ve Maltepe mitingindeki kalabalık, kitlesel güç daha önce Türkiye Cumhuriyeti’nde olmadı. Bu önemli. Ve orada sadece altı oka inanan CHP’liler değil, özgürlüğe susamış, demokrasiyi savunmaya kararlı, en azından niyetli insanlar vardı. Dev bir kitleydi, Kadıköy Belediye Başkanı’ndan alıntıyla “papuçlarını bir daha çıkarmaz onlar!”Ama kof umutlara da kendimizi kaptırmayalım, çünkü sonuç olarak böylesine güçlü ve her anlamda örgütlü bir iktidarın karşısında şekilsiz kalabalıklar sonuç alıcı bir muhalefet oluşturamazlar. Kürt hareketiyle, irili ufaklı sol partilerle, sosyal demokrasinin Türk milliyetçiliğine saplanmamış kanadıyla oluşturulacak bir muhalefet hareketi ancak şu kara kaderimizi ak kadere dönüştürebilir.

Yüzde 51 barajını aşabiliriz

Beklenen kabine değişikliği geçtiğimiz hafta gerçekleşti, 5 yeni isim kabineye girdi, 6 bakan yer değiştirdi ancak içişleri, dışişleri, ekonomi gibi etkili bakanlıklarda değişiklik olmadı. Yapılan yorumlar, başkanlık sistemi zaten fiilen yürürlüğe girdiği için kabine değişikliğinin de bir öneminin olmadığı yönünde. Diğer yandan kabinedeki bu değişikliği erken seçime hazırlık olarak okuyanlar da oldu. Siz nasıl değerlendirdiniz?

Bu mümkün. Tek tek kabinedeki bakanlara bakıp o gitti, bu geldi diye irdeleme yapmanın bence de anlamı yok. Zaten artık bırakınız parlamentoyu, kabinenin de bir önemi kalmadı. Henüz yürürlüğe girmemesine rağmen biz fiilen çoktan tek adam yönetimine geçtik. Ben Marksist terminolojideki terimi kullanmayı yeğliyorum; oligarşik bir yapıya geçtik. Burjuva demokrasisinin bile standartlarından uzaklaşıyoruz. Dolayısıyla kabine üzerine ahkam kesmenin anlamlı olmadığını düşünüyorum. Erken seçim meselesinde şöyle bir haklılığınız var, Tayip Erdoğan başkanlığı 2019’daki başkanlık seçimiyle alacak. Şu an başkan gibi davranıyor ama anayasaya göre başkan değil, başbakan sorumlu olan. Bu rahatsız edici bir şey onun açısından. Bunu ortadan kaldırmak için bir erken seçime gidebilir. Erken seçim AKP’nin seçimi değil, Erdoğan’ın seçimi olur. Kendi kazdığı kuyuya düşer mi, çünkü baraj yüzde 51’e yükseldi artık.

Türkiye demokrasi güçleri referandumda “hop, o öyle değil”in sinyallerini verdi. İşin kötüsü de iş yine bize düşüyor! Şu yüzde 51 barajını biz aşabiliriz. Bunun için de kendi itiş kakışımızın ötesine geçmemiz gerekiyor. Kendi mahallemize propaganda yapıp “görevimizi yaptık” rahatlığıyla gece uykuya yatmayacak, her sabah aynaya baktığımızda kendi gözlerimizin içine bakarken “evet, üstüme düşeni yaptım” diyebileceğimiz, zor, zorlu, yorucu günler başlıyor. 76 yaşındaki bir gazeteci için de yorucu günler “hay Allah” dedirtiyor ama başka seçeneğimiz yok!
T24

"Yatakta basıp şafakta asacaklar" diye havlayan ABD uşağına yanıtımdır: Başka kapıya
Müyesser Yıldız
28.07.2017

100 yılın hesaplaşmasında ülkenin ve milletin değil şahsi çıkarlarının peşinde olanlar gibi, casusluğu, ajanlığı, provokatörlüğü, ABD uşaklığı tescilli isimleri muhatap almadım, almam.

Lâkin 15 Temmuz'dan önce patronlarının kulübesinden, “Yatakta basıp şafakta asacaklar” diye havlayan birisi, yine o kulübesinden, “Hizmet, imkân olsa Abdülkadir Selvi ve Müyesser Yıldız'a maaş bağlamalı” buyurunca, iki kelam etmek farz oldu!..

Abdülkadir Selvi'ye mesajları nedir bilmiyorum. Sözüm ona “teveccühte” bulunurken, şahsımı hedef almaları da umurumda değil.

Önemli olan; Bu 10 kelimede, şecaat arz ederken sirkatin söylenmesi!..

Biliyoruz ki, davalar çuvalı büyüdükçe, soruşturma, kovuşturma ve yargılamalarda yanlışlıklar yapıldıkça, göbek atıyorlar.

Bu yanlışları ortaya koyup, “Aman dikkat!.. Davaların içi boşalmasın, FETÖ'yü sevindirmeyin” dememizden, onlar rahatsız olmayıp da kim olacak?

15 Temmuz Türkiye ve Türk Milleti'nin geleceği açısından tarihi bir dönüm noktası olduğu halde sağolsun devlet, o geceye dair bazı noktaların aydınlığa kavuşmaması için adeta özel çaba sarf ediyor. Dahası, bundan rahatsızlık duyuluyor. Ama biz ülke ve milletimize sevdamız ve dahi mesleğimize saygımız gereği, o soru işaretlerini ortadan kaldırmaya çalışıyoruz.

Besbelli, ABD uşakları da gerçeklerin ortaya çıkmasından çok korkuyor!..

İşte bu yüz
_________________
Bir varmış bir yokmuş...
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Pzr Tem 30, 2017 9:23 pm    Mesaj konusu: ' Fatih Altaylı'nın yüzüne tükürsem' Alıntıyla Cevap Gönder

Hayati Yazıcı hakkında çıkan haberleri hedef aldı: Bu gazetenin yaptığı, tek kelime ile şerefsizliktir
19.08.2017

AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Hayati Yazıcı, bir gazetede yer alan habere ilişkin, "İsmi dışında hiçbir kutsalı olmayan bir gazetenin bugün şahsımı hedef alarak kurguladığı haber tamamen yalandır ve kasıtlı bir iftiradır" ifadesini kullandı.

Yazıcı, sosyal paylaşım sitesi Twitter'dan, bir habere ilişkin açıklamalarda bulundu. "İsmi dışında hiçbir kutsalı olmayan bir gazetenin bugün şahsımı hedef alarak kurguladığı haber tamamen yalandır ve kasıtlı bir iftiradır." ifadesini kullanan Yazıcı, herkese lazım bir değer olan şeref ve haysiyetten yoksun olanların itibar suikastçiliği yapacağını belirtti.
AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Yazıcı, şunları kaydetti: "Bugüne kadar iftira ve kurgu haberciliği yapan ve birilerinin tetikçiliğini üstlenen bu gazetenin yaptığı tek kelime ile şerefsizliktir. 'Çamur at, izi kalsın' yöntemi ile yapılan bu kurgu haber, ilkeli ve doğru gazeteciliğin yüz karasıdır. Şahsım ve partim bugüne kadar bu iftiralara, aşağılık operasyon girişimlerine pabuç bırakmamıştır, bundan sonra da asla bırakmayacaktır. Güneş balçıkla sıvanmaz. Şahsım üzerinden partimize yönelik yapılan operasyonel gazeteciliğe karşı yasal haklarımı sonuna kadar kullanacağımın bilinmesini isterim."

​Cumhuriyet gazetesinden Aykut Küçükkaya'nın bugün yayınlanan 'İşte siyasi ayak' başlıklı haberinde, şu ifadeler yer almıştı: "İstanbul Ticaret Odası kayıtlarına göre Yazıcı’nın oğlu Mustafa Yazıcı, aralarında hemşehrilik bağı bulunan işadamı İlhami Yazıcı ile 2014’te ortak bir şirket kuruyor. Şirket, İlhami Yazıcı’ya ait Yazıcı Grup’un Tanzanya’da açtığı fabrikanın açılışından sadece 5 gün sonra kuruluyor. Tanzanya’daki açılışa hem Hayati Yazıcı hem de açılıştan sadece '13 gün önce' 23 Mayıs 2014’te cemaat bağlantısı şüphesiyle görevden alınan; 15 Temmuz sonrası tutuklanan eski Rize Valisi Nurullah Çakır da katılıyor. İlhami Yazıcı’nın Rize’nin Çayeli ilçesinde yaptırdığı kız yurdu 15 Temmuz’un ardından KHK ile kapatılıyor; Ağustos 2016’da da Kredi ve Yurtlar Kurumu’na devrediliyor."
Sputnik

Hüseyin Gülerce: Allah bana izin verse de Fatih Altaylı'nın yüzüne tükürsem
30 Temmuz 2017



"15 Temmuz gerçekleşseydi bana saldıranların hepsi darbe şakşakçısı olacaktı"

Bir dönem adı Gülen cemaati ile anılan Star yazarı Hüseyin Gülerce, kendisine yönelik olarak "Yarın Gülen’in yeniden güçlendiğini görse koşa koşa yeniden Gülenci olur" diyen Habertürk yazarı Fatih Altaylı'ya "tepki" gösterdi. Gülerce, "Allah bana izin verse de Fatih Altaylı'nın yüzüne tükürsem" ifadesini kullandı.

Beyaz TV'de yayımlanan "Ortak Akıl" programına konuk olan Gülerce, Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) içindeki cunta yapılanması tarafından düzenlenen darbe girişimiyle ilgili olarak "15 Temmuz gerçekleşseydi bana saldıranların hepsi darbe şakşakçısı olacaktı" iddiasını ileri sürdü.

Fatih Altaylı: Hüseyin Gülerce, Gülen'in güçlendiğini görse koşa koşa yeniden Gülenci olur

Gülerce, Altaylı'nın "Hüseyin ‘Gülence’yi nasıl bilirsiniz?" başlığıyla yayımlanan yazısına da değindi.

Gülerce, Altaylı'nın "Dün Gülenciydi, bugün Gülen karşıtı. Yarın Gülen’in yeniden güçlendiğini görse koşa koşa yeniden Gülenci olur. 'Cemaati korumak için onların yanına geçmiş gibi göründüm. Benim gönlüm hep hocaefendiyleydi' der. Demezse yüzüme tükürün" ifadesinin de yer aldığı yazısıyla ilgili olarak "Allah bana izin verse de Fatih Altaylı'nın yüzüne tükürsem" ifadesini kullandı.

ETİKETLER
fatih altaylı hüseyin gülerce fetÖ darbe
T24

Fatih Altaylı: Hüseyin Gülerce, Gülen'in güçlendiğini görse koşa koşa yeniden Gülenci olur



"Benim gönlüm hep hocaefendiyleydi' diyebilir"

Habertürk yazarı Fatih Altaylı, "Terör örgütüne üye olmamakla birlikte örgüt adına ve anayasal düzene karşı suç işlemek" iddiasıyla tutuklanan ve tutuksuz yargılanan Cumhuriyet yönetici, yazar, muhabir ve avukatları hakkındaki davanın iddianamesinde "tanık" sıfatıyla yer alan Hüseyin Gülerce'ye yöneltilen tepkileri değerlendirdi. Bir dönem ismi Gülen cemaatiyle anılan Gülerce için Altaylı, "Yarın Gülen’in yeniden güçlendiğini görse koşa koşa yeniden Gülenci olur" ifadesini kullandı.

Fatih Altaylı'nın "Hüseyin ‘Gülence’yi nasıl bilirsiniz?" başlığıyla yayımlanan (30 Temmuz 2017) yazısının ilgili bölümü şöyle:

Hürriyet Gazetesi’ndeki yazar dostlarımız kafayı Hüseyin Gülerce’ye takmış vaziyetteler.

Hüseyin Gülerce’yi tanıyorsunuz herhalde.

Cemaat’in “makbul” olduğu dönemlerde The Cemaat’in “yüzü”ydü.

Ya da kendini öyle lanse ediyordu.

Gülen Cemaati adına ahkâm kesilecekse Gülerce keserdi.

Fethullah Gülen’den bir mesaj varsa Gülerce açıklardı.

Gülerce’nin “Cemaat benim” havası bastığı dönemlerdi.

Söylemlerine bakan onun Fethullah Gülen’in sözcüsü, sağ kolu, her şeyi olduğunu zannederdi.

Öyle miydi, değil miydi bilinmez, ama böyle algılanmaktan bir rahatsızlığı yoktu.

Gülenciler “The Cemaat”se, Gülerce için de “He is the Cemaat” demek mümkündü.

Böyle bilinmekten de keyif alırdı.

Öyle ki, ben Hüseyin Gülerce’ye “Hüseyin Gülence” lakabını takmıştım.

Çünkü “Gülence” konuşurdu hep.

Sonra 17-25 Aralık süreci başladı.

O güne kadar “Mr. Cemaat” olan Gülerce birdenbire Cemaat’le arasına mesafe koydu.

En azından öyle görünmeyi başardı.

Cemaat’in görünürdeki “karakutusu” birdenbire “sütten çıkmış ‘ak’ kutu” haline geldi. “Cemaat hata yaptı, Cemaat yanlış yaptı, ben onları tanımamışım, yanlış tanımışım”, Gülerce’nin yeni mottosu oldu.

Hürriyet’teki arkadaşlar da şimdi buna takılmışlar.

Dün Mehmet Yılmaz, Ahmet Hakan ve Akif Beki, Gülerce’ye, “Bu kadar da kolay sıyrılamazsın” demişler.

Haklılar mı?

Kâğıt üzerinde haklılar.

Çünkü Cemaat’in karakutusu asla kutuyu açmadı.

Çok iyi tanıdığı ve bildiği kesin olan “imam” listelerini vermemiş olmalı ki, 15 Temmuz felaketi başımıza geldi.

Ancak Hürriyet yazarları da, bugün

Gülerce’ye kucak açanlar da bir şeyi unutuyorlar.

Bu Hüseyin Gülerce’ler her zaman vardır.

Dün Gülenciydi, bugün Gülen karşıtı.

Yarın Gülen’in yeniden güçlendiğini görse koşa koşa yeniden Gülenci olur.

“Cemaati korumak için onların yanına geçmiş gibi göründüm. Benim gönlüm hep hocaefendiyleydi” der.

Demezse yüzüme tükürün.

Allah göstermesin ama bir gün öyle bir şey olursa “Fatih söylemişti”dersiniz.

O yüzden uğraşmayın Gülerce’yle.

Ondan kimseye yâr olmaz.

Olsa olsa ortaya karışık olur!


ETİKETLER
habertürk gazetesi fatih altaylı hüseyin gülerce

]Emin Çölaşan’dan Ertuğrul Özkök’e: Marifetlerini en iyi ben bilirim, yüze gülüp arkadan geçirir!
13 Ağustos 2017



Sözcü yazarı Emin Çölaşan, kendisine yönelik olarak "Eee tabii Emin’in her izne ayrılışında yazdığı gibi. Köşe yazarlığı ciddi iştir. Öyle ‘iki şık şık bir tık tık’la olmaz. Memleketin böyle buzağı altında doğmamış T-Rex arayan dinozorlara ihtiyacı var" diyen Hürriyet yazarı Ertuğrul Özkök'e tepki gösterdi. "Bu Ertuğrul'un geçmişini, marifetlerini, yüze gülüp arkadan geçirmelerini en iyi bilenlerden biriyim. Bu açıdan bakıldığında geçmişte de böyleydi" diyen Çölaşan, "Ancak o yıllarda henüz 'Gençlik heveslerine' kapılmamış, yakışıklı erkek havalarına girmemiş, kırışıkları gitsin diye yurtdışında botoks yaptırmaya başlamamıştı. Giysi modelliği ve diskoteklerde disk jokeylik de yapmıyordu. Bu açılardan geçmişte normaldi, sonra sapıttı ve dağıttı" ifadesini kullandı.

Başbakanlığı döneminde Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın danışmanlığı görevini de yürüten Akif Beki'nin Hürriyet'te yayımlanan yazılarına son verilmişti. Söz konusu ayrılığın Beki'nin "AKP için kaleme aldığı eleştirel yazılar" nedeniyle gerçekleştiği öne sürülmüştü. Beki'nin Hürriyet'te yayımlanan son yazısında kullandığı "İyi, kötü anılarımız var, bir çift söz de komşum Özkök’e: Gidiyorum ama çok da rahatlama, hemen koyverme, gözüm üstünde" ifadesi, kimi köşe yazarları için tartışma konusu olmuştu. Çölaşan'ın "Bazı gazeteci arkadaşlar 'Göreceksin, Ertuğrul Akif'i kovduracak' derdi de ben inanmazdım. Bu tahminin doğru olduğunu dün anladım" ifadesine Özkök, "Dans etmeyi bilmezdin mizahı hiç bilmezmişsin" yanıtını vermişti.

Emin Çölaşan'ın “Ertuğrul yine kıvırıyor” başlığıyla yayımlanan (13 Ağustos 2017) yazısı şöyle:

Sevgili okurlarım, yıllarca Hürriyet Gazetesi'ni yöneten ve sahibinin sesi adıyla bilinen Ertuğrul Özkök ilginç biridir.

Esen rüzgara göre eğilip bükülmeyi bizim gazetecilik piyasasında en iyi bilen arkadaştır. Kimin rüzgarı güçlüyse onun emrine girer.

Akif Beki bu iktidar tarafından Başbakanlık Basın Müşaviri yapılmıştı. Doğan Grubu'nun beş Başbakanlık muhabirinin Başbakanlık binasına girmesi yasakladı. Gazetenin başında olan Ertuğrul tepki gösteremedi, ağzını bile açamadı…

Çünkü o talimat Akif'e Recep Tayyip Bey tarafından verilmişti ve Ertuğrul'un böyle bir olaya karşı çıkması söz konusu olamazdı!

Patronu Aydın Doğan'la birlikte sessiz kaldılar, beş muhabirin Başbakanlıktan kovulmasını içlerine sindirdiler!

Dünkü yazımda da anlatmıştım, esas ilginç gelişme bir süre sonra oldu. Yine Recep Tayyip'ten gelen emir doğrultusunda bunlar Akif Beki'yi Hürriyet Gazetesi'nde köşe yazarı yaptılar.

İnanılır gibi değil… Dünyada böyle bir örnek herhalde yoktur…

Ve Akif Hürriyet'te yazmaya başladı.

Sonunda o da şutlandı! Ertuğrul ona köşesinden sık sık saldırır, kapışma bahaneleri üretirdi. Bizler gibi, Akif'in de kovulacağı artık belli olmuştu.

Gazeteden kim kovulacaksa, ilk sinyalleri (aynen benim kovulma olayımda olduğu gibi) Ertuğrul yazılarında vermeye başlardı.

Bir huyu daha vardır!

Yüzünüze güler ama arkadan geçirir!

Akif de suyunun iyice kaynadığını ve sona yaklaştığını biliyordu…Son veda yazısında Ertuğrul'a hitaben aynen şöyle dedi:

“Bir çift söz de Özkök'e. Gidiyorum ama çok da rahatlama. Gözüm üstünde.”

Önceki gün bunları yazmıştım. Ertuğrul okuyunca telaşlanmış, dünkü yazısında bana yanıt veriyordu!

Meğer Akif o sözleriyle bir şaka yapmış! Meğer Ertuğrul, kovulduğunu Akif'in açtığı telefonla öğrenmiş. Araları çok iyiymiş, onu kovduran kendisi değilmiş falan filan…

Ne demiş atalarımız, ufak at da civcivler de yesin!

Bu Ertuğrul'un geçmişini, marifetlerini, yüze gülüp arkadan geçirmelerini en iyi bilenlerden biriyim.

Bu açıdan bakıldığında geçmişte de böyleydi.

Ancak o yıllarda henüz “Gençlik heveslerine” kapılmamış, yakışıklı erkek havalarına girmemiş, kırışıkları gitsin diye yurtdışında botoks yaptırmaya başlamamıştı. Giysi modelliği ve diskoteklerde disk jokeylik de yapmıyordu.

Bu açılardan geçmişte normaldi, sonra sapıttı ve dağıttı.

Neyse, onun özel yaşamına fazla girmenin gereği yok.

Ve 10 yıl önce

Bu konu beni bundan tam 10 yıl öncesine götürdü. Hürriyet'te köşe yazarıyım.

Tam 22 yıl boyunca açık alınla, onurla yazmışım.

Ancak AKP iktidarı, patron Aydın Doğan'a bastırıyor “Susturun şu herifi!..” diye.

Bu talimatları Aydın Doğan, bizim Ertuğrul'a iletiyor…

Ertuğrul beni hem sözlü olarak uyarıyor, hem de yazılarında bana çakmaya başlıyor… Kovulacağımı anlıyorum.

Alttan almıyorum. Bildiğim gibi yazmayı sürdürüyorum…

İkisi de çıldırıyor.

Günlerden 14 Ağustos 2007. Bundan tam 10 yıl öncesi…

Ertuğrul beni İzmir Kordon'da Deniz Restoran'a, öğle yemeğine davet etti.

Rengi sararmıştı, ne diyeceğini bilemiyordu.

İçkiyle aram olmadığını bildiği halde, önce masaya 15 şişe ithal ve yerli şarap yığdırdı. Birini seçti. Zaman kazanıyordu.

Sonra kovulma tebligatını sözlü olarak yaptı. Ama sık sık bir şey söylüyordu:

“Ben senin kovulmana karşı çıktım ama patron böyle istedi. Sen patrona git, bir görün ona!”

Beni patrona gönderip aklınca küçük düşürecekti. Elbette gitmedim.

Kovulduktan sonra iki yıl herhangi bir gazetede yazmadım. Zaten Sözcü dışında “Gel bizde yaz” diyen de yoktu! Korku dağları bürümüştü.

Bu arada SÖZCÜ her gün benim Hürriyet'te çıkan eski yazılarımı yayınlıyordu. Böyle bir olay herhalde dünya basın tarihinde yoktur.

İki yılda üç kitap yazdım ve Hürriyet olayını, yaşadıklarımı, başımdan geçenleri ayrıntılarıyla anlattım.

“Kovulduk Ey Halkım Unutma Bizi.”

“Her Kuşun Eti Yenmez.”

“Sakıncalı Gazeteci.”

Bu kitapların toplam satışı 120 bin'e yaklaştı.

Aydın Doğan, kendisine hangi sivri zekalı akıl verdiyse, Kovulduk'u mahkemeye verdi ve 50 bin lira tazminat istedi.

Patronunun açtığı davada aleyhime tanıklık yapanlardan biri de Ertuğrul'du!

Mahkeme davayı reddetti, karar Yargıtay tarafından onanıp kesinleşti.

* * *

2007 yılının ekim ayında SÖZCÜ'de yazmaya başladım. Benden sonra Necati Doğru, Bekir Coşkun, Uğur Dündar, Saygı Öztürk, Soner Yalçın, Yılmaz Özdil geldiler.

Bizden önce Rahmi Turan ve Yekta Güngör Özden abilerimiz vardı.

Genel Yayın Yönetmeni Metin Yılmaz…

SÖZCÜ'yü elbirliği ile Türkiye'nin en güçlü, hilesi hurdası ve beleş dağıtımı olmayan en çok satan gazetesi yaptık.

Bu gazete her zaman AKP iktidarının bir numaralı boy hedefi oldu.

Şu anda iki arkadaşımız Gökmen Ulu ve Mediha Olgun, olmayan suçlar nedeniyle tutuklu.

Patronumuz, gazetecilik dışında başka hiçbir işi olmayan Burak Akbay hakkında yakalama kararı var. Yurtdışından geldiği takdirde neler olacağı belli değil!

İktidar çevreleri yakında SÖZCÜ'ye el konulacağı, gazetenin kayyuma devredileceği iddiasını ısrarla gündemde tutuyorlar.

Başımızda Demokles'in kılıcı sallandırılıyor!

Bu iktidar baskıları Aydın Doğan ve sahibinin sesi Ertuğrul Özkök'e de çok yapıldı ama onlar baş eğdiler, diz çöktüler…

Çünkü Aydın Doğan'ın bir sürü gazetecilik dışı işleri var. Teslim bayrağını çekmek zorundaydı.

Bundan tam 10 yıl önce…

Hürriyet'ten kovulduğum zaman bunu hak etmediğimi düşünüp mücadele vermiştim.

Şimdiki mutlu SÖZCÜ günlerinde ise “İyi ki kovmuşlar” diyorum.

Bu gazetede aramızda bir gün olsun fikir ayrılığı, sürtüşme, hırgür, kavga olmadı, kimse kimse hakkında konuşmadı, baskı ve sansür yaşanmadı.
T24

Ethem Sancak'ın 'havuz medyasını' kime sattığı belli oldu
17.08.2017



Ethem Sancak'ın 'havuz medyasını' kime sattığı belli oldu
Geçtiğimiz günlerde Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Genel Başkan koltuğuna oturmasıyla beraber AKP MKYK üyeliğine getirilen yandaş medya patronu Ethem Sancak'ın ES Medya'yı sattığı iddia edilmiş ve bu iddia Sancak tarafından doğrulanmıştı.

AKP MKYK Üyeliğine seçilen Ethem Sancak, Bloomberg’e yaptığı açıklamada sahibi olduğu Es Medya’yı sattığını doğrularken, satışın kime yapıldığını açıklamamıştı, satışla ilgili daha sonra detaylı bir açıklama yapacağını söylemişti.

Star, Akşam ve Güneş gazeteleri ile 24 ve 360 televizyonlarının sahibi Ethem Sancak'ın Es Medya'yı Hasan Yeşildağ'a sattığı öğrenildi.

Sputnik'in aktardığına göre, bünyesinde Star Gazetesi, Akşam, Güneş, TV 360 ve Kanal 24'ün yanı sıra Lig Radyo ve bazı dergiler bulunan Es Medya’nın yeni sahibi Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bir süre kaldığı Pınarhisar Cezaevi’nden arkadaşı olan Hasan Yeşildağ oldu.

Cumhurbaşkanı Erdoğan hakkında verilen hapis cezasının ardından bilerek küçük bir suç işleyerek ondan önce Pınarhisar Cezaevi’ne giren Hasan Yeşildağ, Erdoğan’ı cezaevinde bizzat karşılamış ve 4 ay boyunca bütün görüşmelerini düzenlemişti. Cezaevi sürecinde Erdoğan’ın içerdeki eli ayağı olan Hasan Yeşildağ'ın, o günden sonra da Erdoğan'ın yanından hiç ayrılmadığı belirtiliyor.

medya Ethem Sancak Cumhurbaşkanı cezaevi AKP açıklama yandaş Sputnik Star Gazetesi

Cem Küçük'ten Ertuğrul Özkök'e: Sen kimsin ya, Aydın Doğan'a talimat veririm gereğini yapar!
18 Ağustos 2017



"Parmağımda oynatıyorum onları; kedinin fareyle oynadığı gibi oynuyorum"

Gazeteci Cem Küçük, kendisiyle ilgili olarak "Küçük Cem’i MİT’e ben yerleştirdim" diye espri yapan Hürriyet yazarı Ertuğrul Özkök'e tepki gösterdi. Özkök'e "Sen kimsin ya?" diye seslenen Küçük, sözlerinin devamında "Bütün Hürriyet'i toplasan benim serçe parmağım kadar güçlüsün. Ben Aydın Doğan'a talimat veririm, gereğini yapar" ifadesini kullandı.

Beyaz TV'de yayınlanan "Ne Var Ne Yok" adlı programa konuk olan Küçük, şunları söyledi:

"Oray Eğin'i Habertürk'e sen yerleştirdin. Kenan Tekdağ almış gibi gözükebilir ama senin adamın o, sen yerleştirdin. Turgay Ciner'i batırmak gibi bir niyetin var. 2007'de nasıl Sabah'a el koydunuz, Ciner'indi o. 'Cem'i MİT'e yerleştirdim' falan diyor. Sen kimsin ya? Ertuğrul Özkök, sen kimsin? Bütün Hürriyet'i toplasan benim serçe parmağım kadar güçlüsün. Ben Aydın Doğan'a talimat veririm, gereğini yapar."

"Eskisi gibi çıkın hükümeti aleyhine bir tek yazı yazın. Eskiden eleştiriyordunuz. Bir tane eleştirel yazı yazamıyorlar. Hakan Fidan'a takmışlar, Hulusi Akar'a takmışlar. Onların üzerinden gidiyorlar. Kafa bu. Güçleri kalmadığı için... Hiçbir güçleri yok. Bak ne diyorum; bütün Hürriyet'i topla benim serçe parmağım daha güçlü. Patronuna talimatı veririm, gereğini yapar. Parmağımda oynatıyorum onları. Kedinin fareyle oynadığı gibi oynuyorum. Akılsız bunlar. Bizimkiler bunları bir şey zannediyor."

"Bu yol aynı yere çıkacak"

Cem Küçük’ün açıklamaları sonrasında sosyal medya hesabından cevap veren, Hürriyet muhabiri İsmail Saymaz, “Tetikçi meczup Cem Küçük’ün geçtiği yoldan, Ekrem Dumanlı ve Mehmet Baransu da geçti. Bu yol aynı yere çıkacak” dedi.

Ne olmuştu?

Başbakanlığı döneminde Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın danışmanlığı görevini de yürüten Akif Beki'nin Hürriyet'te yayımlanan yazılarına son verilmişti. Söz konusu ayrılığın Beki'nin "AKP için kaleme aldığı eleştirel yazılar" nedeniyle gerçekleştiği öne sürülmüştü. Beki'nin Hürriyet'te yayımlanan son yazısında kullandığı "İyi, kötü anılarımız var, bir çift söz de komşum Özkök’e: Gidiyorum ama çok da rahatlama, hemen koyverme, gözüm üstünde" ifadesi, kimi köşe yazarları için tartışma konusu olmuştu.

Küçük, "Şeytani bir operasyoncu: Ertuğrul Özkök" başlığıyla yayımlanan (14 Ağustos 2017) yazısında "Hakikaten kendilerine özel ödül vermek gerekir. Sözün kısası Özkök, Akif Beki'nin kovulmasına onay vermiştir. Zaten bu Ertuğrul Özkök gibi oynak bir şeytan Türk medyasına gelmemiştir" ifadesini kullanmıştı.

Özkök ise Küçük'ün ifadelerini tiye almış; "Her gün 'en derin devlet' adına konuşan bu arkadaş, medya tarihindeki en en en derin operasyonumu atlamış. Onu da bugün ben kendim açıklıyorum. Küçük Cem’i MİT’e ben yerleştirdim. Yanlış anlamayın Küçük Cem derken onu küçümsemiyorum. Onu MİT’e çok küçük yaşta yerleştirdiğim için öyle yazdım" diye espri yapmıştı. Özkök, yazısına "Aman ha, şaka yapıyorum. Sakın ola ciddiye almayın" diye not düşmüştü.

T24
ETİKETLER
ertuğrul Özkök cem küçük aydın doğan hürriyet gazetesi


Ertuğrul Özkök: Televizyonda favori iki komedi programım var; Cüppeli Şov ve Küçük Cem Şov: Efelenmesi 10 numara
19 Ağustos 2017



Cem Küçük, Özkök'e "Sen kimsin ya?" diye seslenmişti

Hürriyet yazarı Ertuğrul Özkök, gazeteci Cem Küçük’ün, kendisine yönelik "Sen kimsin ya?" diye seslenmesi sonrasında "Bütün Hürriyet'i toplasan benim serçe parmağım kadar güçlüsün. Ben Aydın Doğan'a talimat veririm, gereğini yapar" ifadesine "Televizyonda iki favori komedi programım var" sözleriyle tepki gösterdi. Özkök, Küçük’e ithafen, “Vücut dili, babalama kabiliyeti, efelenme ustalığı, debelenme düzeyi 10 numara...” ifadelerini kullandı.

Ertuğrul Özkök, “‘Cihat’ı anlatırken işte bunu da anlatın ki...” başlığıyla yayımlanan bugünkü (19 Ağustos 2017) yasının ilgili kısmı şöyle:

"Televizyonlarda favori iki komedi programım

- Cübbeli Şov: İsmail Dümbüllü geleneğinin dümbülsüz versiyonu. Kostüm ve makyaj 10 numara.

“Gag”, yani küçük komik skeç kabiliyeti çok iyi...

- Küçük Cem Şov: Çocukluğumun “Francis Talking Mule” filminin kahkahalarla güldüğüm baş karakterinden bile iyi...

Vücut dili, babalanma kabiliyeti, efelenme ustalığı, debelenme düzeyi 10 numara..."
T24

Ahmet Hakan'dan Cem Küçük'e: Hadi, bundan sonra böğür de görelim
22 Ağustos 2017



Hürriyet yazarı Ahmet Hakan, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın 'racon' çıkışı sonrası Cem Küçük'ü yerden yere vuran şu satırları kaleme aldı:
Facebook'ta Paylaş Twitter'da Paylaş

İşte Ahmet Hakan'ın yazısındaki o bölüm;

TEHDİT ettin... Şantaj yaptın... Parmak salladın... Racon kestin... Ve böğürüp, böğürüp durdun. Ne oldu sonunda?

* Ne olacak? Reis, çıktı meydana... “Hop birader! Burada raconu ben keserim! Sen çekil bakayım kenara... Sen kimsin?” diyerek... Hem senin hem de senin gibilerin suratına nakşetti mübarek Osmanlı tokadını.

* Hani “Ben serçe parmağımla bilmem ne yaparım” falan diyordun ya...

Şimdi al o serçe parmağını da depresif bir şekilde emmeye başla!

* Hani “Ben gazetelerden, televizyonlardan adam attırırım” falan diye kostaklanıyordun ya...

Hadi şimdi de geriye doğru kostaklan da görelim.

* Hani “Devlet benim, ben devletim” falan diye alayına gider yapıyordun ya... Şimdi git duvarlara yap giderlerini...

* Hani “Savcılar elimin altında” falan diye çalım satıyordun ya...

Artık sadece Reis’in Osmanlı tokadı var suratının üstünde.

* Hadi uza şimdi. Böğüre, böğüre uza.

ERDOĞAN NE DEMİŞTİ!

"Birilerinin şahsım adına racon kestiği, herkese ayar vermeye çalıştığı anlaşılıyor. Kimsenin racon kesmesine ihtiyacım yoktur. Raconu bizzat kendim keserim. Şahsım ve sözcülerim dışında yapılan açıklama beni bağlamaz. Ben derdimi anlatmakta aciz değilim. ‘Reis şöyle düşünüyor’ türü yakıştırmalara itibar etmeyin!”
Haber Fedai

Ahmet Hakan: Tetikçilerini üzerimize salarak bizi bezdireceğini mi sandın be hey Amerikan Mücahit'i!
31 Ağustos 2017



"Yavuz hırsız oldun da, yaptığın gaspı yazanları mı sindireceksin?"

Ahmet Hakan, İhlas Holding çatısı altındaki Türkiye gazetesinin, Hürriyet'e kayyım atanması için başlattığı kampanyaya tepki gösterdi. Holdingin sahibi Mücahit Ören'e yönelik olarak "Beslediğin tetikçilerini üzerimize salarak bizi bezdireceğini mi sanıyorsun be hey Amerikan Mücahit’i" diyen Hürriyet yazarı Hakan, sözlerinin devamında "Yavuz hırsız oldun da, çıkardığın yangınla, yaptığın çaçaronlukla yaptığın gaspı yazıp çizenleri sindirip susturacak mısın be hey Florida Mücahit’i" ifadesini kullandı.

Ahmet Hakan'ın da aralarında bulunduğu bazı Hürriyet yazarları, bir süredir İhlas Holding'e ait İhlas Finans'ın yükümlülüklerine ilişkin olarak ve Ören'i eleştiren yazılar kaleme alıyordu.

Türkiye gazetesinden 'Hürriyet'e kayyum' kampanyası: ‘Boydak'ların durumuna düşmeleri bir dakikalık iş!

TGRT Haber tarafından da desteklenen 'Hürriyet'e kayyum' kampanyası için gazetenin yazarları, Doğan Holding Onursal Başkanı Aydın Doğan ve Hürriyet'i hedef alan makaleler kaleme aldı.

Türkiye Gazetesi yazarlarından Nuri Elibol, Batuhan Yaşar ve Cem Küçük'ün yazıları gazetenin internet sitesinde '1990'lı yıllar çoktan geride kaldı Aydın Bey…' başlığı altında verildi. Yazıların ana konusunu ise 'Hürriyet'e hala kayyum atanmaması' oluşturdu. Konuya ilişkin olarak Doğan Holding’den yapılan açıklamada "Doğan Holding olarak Cem Küçük ve Fuat Uğur'un yazılı, görsel ve sosyal medyada sürdürdükleri iftiraları karşılıksız bırakmayacağız” denildi.

Ahmet Hakan'ın "Vay Miami’li Mücahit vay! Vay yavuz hırsız vay" başlığıyla yayımlanan (31 Ağustos 2017) yazısının ilgili bölümü şöyle:

Beslediğin tetikçilerini üzerimize salarak bizi bezdireceğini mi sanıyorsun be hey Amerikan Mücahit’i!

Garibanların gasp ettiğin paralarıyla satın aldığın Bodrum’daki 30 milyarlık lüks villanda sefa sürerken mi adamlarına “saldırın” emri verdin be hey Amerikan çıkarlarını korumaya yeminli Miami Mücahit’i!

Yavuz hırsız oldun da... Çıkardığın yangınla, yaptığın çaçaronlukla yaptığın gaspı yazıp çizenleri sindirip susturacak mısın be hey Florida Mücahit’i!

Tıpkı “Fadılzede” gibi “İhlaszede” diye bir kavramın oluşmasına neden olmuşsun... Gariban insanlar gasp ettiğin paralarını almak için örgütlenmek zorunda kalmış... Utanıp yerin dibine girmek yerine... Bunları dile getiren bizlere mi saldırıyorsun be hey sefa Mücahit’i!

Özal döneminde Özalcı... Demirel döneminde Demirelci... Çiller döneminde Çillerci... Asker döneminde askerci... AK Parti döneminde AK Partici... Yırtmanın yolunu böyle mi buldun be hey çıkarcı Mücahit!

Hem binlerce garibanın dişinden tırnağından artırarak sana emanet ettiği paranın üzerine oturacaksın... Hem de raconcu tetikçilerine “Hürriyet’e kayyum atansın” falan diye yazdıracaksın... Be hey kuldan utanmaz, be hey Allah’tan korkmaz Mücahit!

T24
ETİKETLER
hürriyet gazetesi ahmet hakan türkiye gazetesi mücahit Ören

Fehmi Koru: Hürriyet ile Türkiye savaşta; benim yüzümde bir tebessüm var
31 Ağustos 2017



"Hem haber verip hem de yargılamak; gazetecilik böyle bir şey değildir"

Fehmi Koru*

Türkiye ‘Fırat Kalkanı’ operasyonu sonrasında bölgede askeriyle bir varlık mücadelesi vermiyor, ama en yetkili ağız, bir süreden beri, her an askerleri sınır ötesine gönderebileceğimiz yolunda açıklamalar yapıyor.

Olur mu, olmaz mı bilemem, ama savaş ihtimali ufukta görünüyor.

Konumuz bildiğimiz türden bir savaş değil; ama o da günlerden beri ülke gündemini işgal ediyor.

“Raconsa ben keserim” denilince başladı kavga

Savaş görüntüsündeki kavganın merkezinde iki farklı medya grubu ve gazetelerinin bazı yazarları var.

Herkes her gazeteyi ve her yazılanı takip edecek değil ya, bu sebeple günlerdir süren medya kavgasını sizlere özetlemem gerekiyor.

Bilmiyorum, kavganın başlaması Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın kendisiyle irtibatlı görünen bazı yazarlarla ilgili “Racon kesilecekse onu ben kendim yaparım; görüşlerimi açıklamak üzere görevli sözcüm de var, onun dışında kimse benim adıma konuşamaz, yazamaz ve racon kesemez” anlamına gelen açıklamasıyla irtibatlı diyebilir miyim?

Herhalde diyebilirim.

Açıklamayı, Hürriyet gazetesinin bazı yazarları, şimdilerde Türkiye gazetesinde kendilerine köşe, TGRT televizyonunda program verilen iki kişiyi hedef alır biçimde yorumladı.

Onların yazılarından sonra ilginç bir gelişme yaşandı. Hürriyet’e göre açıklamanın hedefi olan yazarlar, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sözlerini üzerlerine alınmadığı gibi, yazılarıyla Hürriyet gazetesinin patronuna yönelik eski iddiaları gündeme taşıdılar.

‘Eski’ dememin sebebi, o iddiaların geçmişte aralarında benim de bulunduğum farklı yazarlar tarafından en ayrıntılı biçimde dile getirilmesidir.

İddialar çeşitli gazetelerde en geniş biçimde yayınlanırken Türkiye gazetesinin konuya hiç girmediğini de belirtmeliyim.

Bu da normal, çünkü o dönemlerde Türkiye gazetesini içerisinde barındıran grup, kendisini ‘huzur veren gazete’ olarak tanımlıyor, televizyonu TGRT de ‘huzur veren kanal’ olarak biliniyordu.

Etliye sütlüye karışmadıkları için…

Zamanla her şey değişiyor.

Artık Türkiye gazetesinde, Hürriyet’in patronu için “Tutuklanması an meselesi”, gazete için de “Kayyuma devredilmesiyle sonuçlanacak hukuki süreç için yürekli savcı aranıyor” kıvamında yazılar yer alabiliyor.

Doğrudan savaşa girebiliyor Türkiye gazetesi.

Öteki tarafa göre, Türkiye gazetesi sahibi İhlas Finans konusunda suçlanıyor; o bir ‘Amerikalı’…

Savaşan taraflar bunlar.

Rahatsızlığımın kökenleri

Ben bu kavgayı ve taraflarının tavırlarını en yalın ve en nazik biçimde özetlemeye çalıştım. Aslında her kavgada olduğu gibi, iki medya grubu arasındaki yayın kavgasında da yumruklar sayılmıyor.

Medyanın birincil görevi toplum adına yanlışlıkları ortaya çıkarmak ve varsa yolsuzlukların üzerine gitmektir. Bu bakımdan, tarafların ‘yanlış’ olduğunu gördükleri konuların üzerine gitmelerini kimse suçlayamaz.

“Daha önce neredeydiniz?” sorusu eşliğinde yöneltilen yanlışlıkların yapıldığı dönemde sessiz kalınmış olması da şimdi konuların ele alınmaması için bir gerekçe yapılamaz.

Yanlış varsa yanlışı ele alıp gündeme taşımanın hiçbir mahzuru yoktur.

Bu genel kabullerden hareketle, iki medya grubu arasında baş gösteren bu savaş-vari kavgayı yadırgamıyorum.

Kavgayı yadırgamıyorsam bile, aldığı biçim yine de beni rahatsız ediyor.

İlk rahatsızlığım üsluptan.

Gazetelerde yer alan kavga yazılarının çoğu “Bunu 18 yaşından küçükler okuyamaz”uyarısını hak ediyor. Bazen açıkça bazen üstü örtülü kişilikleri rencide edecek bir dil kullanılıyor. Bir tarafta grubun suçlandığı eskiye ait konularda suçlanması abes genç bir patron var; diğer tarafta da medyamızın en kıdemli patronu.

Her iki patron da, en yakın çalışma arkadaşlarıyla birlikte, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın dün gece verdiği 30 Ağustos resepsiyonuna muhtemelen çağrılıydı ve muhtemelen katıldılar da.

Acaba sütunlarında kavgayı sürdüren iki tarafın yazarları da orada mıydılar?

Orada değil iseler, bu, herhangi bir anlama çekilebilir mi?

Bu kadar değil, bir başka rahatsızlığım daha var bu kavgayla ilgili: Gazeteler toplumu gelişmekte olan olaylardan ve varsa yanlışlıklardan haberdar etmenin aracıdırlar. Haber alır veya araştırır, sonra en doğru biçimiyle bildiğini okurlarıyla (toplumla) paylaşır gazeteci.

Görevi burada biter.

Devamı başka kurumların görev alanına girer. Yanlışlık ‘suç’ içeriyorsa savcılar devreye girer; ya da mağduriyetlere yol açacak tarzda bir durum söz konusuyla devletin mağduriyetleri giderme yönünde devreye girecek başka kurumları da vardır.

Hem haber verip hem de yargılamak… Gazetecilik böyle bir şey değildir.

Ayrıca, gazete sütunlarında yargılamaya kalkışıldığında, devletin konuyla ilgili birimlerinin işi de zorlaştırılmış olabilir. Yolsuzluk, usulsüzlük veya suçun üstü örtülmese bile, üzerine gidilmesi yayınların ‘savaş’ boyutu kazanmasıyla ertelenebilir.

Geçmişte yaşandı bu tür durumlar.

En önemlisi ise, gazeteleri okuyan veya kavgadan haberdar olan insanların, yayınlardaki rahatsızlık verici tavır yüzünden medyaya fatura çıkarma ihtimalidir. Zamanında susup da ayağına basılınca feveran etme hali hiç de saygın bir tavır değildir çünkü.

İki taraf tam da böyle yapıyor.

Benim yüzümde bir tebessüm var

Bir meslek büyüğü, kendisinin vaktiyle girdiği basın kavgalarından edindiği deneyimle, “Bunların ‘Allah bir’ demesini bile hemen kabul etmemeli; buna karşılık tarafların birbirleri hakkında yazıp söylediklerini ise doğru kabul edebilirsiniz” anlamına bir saptamada bulunmuştu.

Vaktiyle –ama zamanında– ele alıp yazdığım konulara ilişkin pek çok bilgi ve ayrıntının bu kavgada miri malı gibi kullanılıyor olması ise beni güldürüyor.

Emin olun, günlerdir dudağımdan tebessüm eksik olmuyor.

* Bu yazı Fehmikoru.com'da yayınlanmıştır.
T24

Tezcan tehdidi sürdürüyor, hükümet izliyor
03 Eylül 2017

AKP’ye yakınlığıyla bilinen gazeteci Fatih Tezcan sosyal medya üzerinden eski eşini ölümle tehdit etmeye devam ediyor.
AKP yanlısı saldırgan üslubuyla bilinen gazeteci Fatih Tezcan, boşandığı eşini kendisine çocuklarını göstermediği gerekçesiyle sosyal medya üzerinden tehdit etmeyi sürdürüyor.

Tezcan resmi kurumlara soru sorarak boşanmış erkeklerin çocuklarını görmelerini engelleyen eski eşlerini öldürebileceğini ve bunun sorumluluğunun da devlette olacağını yazıyor, bu imalı mesajlarla eski eşini tehdit ediyordu.

Herhangi bir müdahale ile karşılaşmayan Tezcan dün de Twitter hesabından, “Söz gelimi, bugün bayramda yasal hakkı olan bir baba yine kendisine çocuklarını göstermeyen anneyi öldürürse, devlet bu konuda ne diyecektir?” diye yazdı.

Tezcan’ın kadın cinayetlerini meşrulaştıran ve aleni olarak tehdit içeren bu soruları yönelttiği bakanlıkların ne yapacağı merak konusu.

DAHA ÖNCE DE TEHDİT ETMİŞTİ

Tezcan, daha önce de medeni kanun değişmediği sürece erkeklerin kadınları öldürebileceğini ve bunun sorumlusunun devlet olacağını söylemişti.

Twitter’da Meclis’e sunulması planlanan yasa tasarısının erkekler için ne kadar gerekli olduğunu anlatan Tezcan, resmi hesabından yaptığı paylaşımlarda “Devlet, babayla çocuklarının arasına giremez, çocukların Din ve Devlet Düşmanı anneyle ve çevresindeki tiplerle zehirlenmesine sebep olamaz” demişti.
Evrensel

"Doğan bitti" yazarak Aydın Doğan imzalı bu mektubu paylaştılar
15 Eylül 2017



Işık cemaati ile Aydın Doğan arasında bir süredir devam eden kavgada cemaatin yayın organlarından İhlas Haber Ajansı’nın “Doğan bitti” mesajı dikkat çekti.

Işık cemaati ile Aydın Doğan arasında bir süredir devam eden kavgada cemaatin yayın organlarından İhlas Haber Ajansı’nın “Doğan bitti” mesajı dikkat çekti.

Işık cemaati, gazete ve TV’den hedef aldığı Doğan grubuna bu kez bir mektupla yüklendi.

Işık cemaatinin yayın organı Türkiye gazetesi yazarı Batuhan Yaşar, “Aydın Bey, 2011 yılı başlarında 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Başdanışmanı Ahmet Sever’e işte bu mektubu gönderiyor...” diyerek bir mektup yayımladı.
Bu mektubu İhlas Haber Ajansı’nın “Doğan bitti” mesajı ile paylaşması dikkat çekti.
İşte o mesaj:


Doğan Grubu'nun bu mektupla ilgili açıklama yapması bekleniyor.

Patronlar Dünyası

ALLAHSIZ İSLÂMCILIĞINMEDYA NAMUSSUZLUĞUNA MEDYATİK BAKIŞ
Ahmet ÖLÇÜLÜ
19 Eylül 2017

KAHROLSUN BAHREYN KRALI!

Açıyorum bilgisayarımı, haberlere göz atıyorum. Bakıyorum bir haber, “Yeniakit”in haber sitesinde, İsrail’le ilişki kurmak gerektiğini söyleyen Bahreyn Kralı haberi için şu başlık atılmış:

“Kral iyice şaşırdı: İsrail’le diyalog kuralım!”

“Bahreyn Kralı Hamad bin İsa el-Halife Arap ülkelerinin İsrail ile diplomatik ilişki kurması gerektiğini savundu.”

Elin adamı İsrail’le ilişki kurmaya kalktığında her türden saldırı mübah. Nasıl olsa elin adamından bir zarar gelmez, oradaki kral için, “şaşırdı” demek bunların ekmeğine mani olmaz, tezgâhlarını bozmaz.

Ama Erdoğan ilişkileri geliştirmeye başlarsa, hık-mık, mırın-kırın…

“İsrail’e muhtacım!” diyen Erdoğan için, bu ifadesini ve sonrasında geliştirdiği ilişkileri, şehidlerin kanını satmış olmasını protesto edermiş gibi yapıp, nazikçe bir iki açıklama ile hadiseyi geçiştirmelerinden başka bir tepki gördünüz, duydunuz mu?

Ama benzer şeyi dandik Bahreyn Kralı yaparsa, sizin nazarınızda “iyice şaşırmış” oluyor da Erdoğan niçin şaşırmış olmadı hiç şimdiye kadar?

Ki, Bahreyn Emiri, “Ben İslâm âleminin lideri olarak Erdoğan’ı örnek alıyorum!” dese, ne cevap vereceksiniz?

İsrail’e Bahreyn üzerinden kafa tutarmış gibi yapıp, kendi ülkesinin muhtaç hâlini görmezden gelmek, Bahreyn Kralı’na ayar vermeye çalışırken, kendi liderinin Bahreyn Kralı’ndan daha düşük hâlde olduğunu görmezden gelmek…

Erdoğan’a, “iyice şaşırdı” demek yer mi?

Mama elden gider mama!

O zaman kahrolsun Bahreyn Kralı!

BİR MEDYATİK BAKIŞ DA CEM TÜRKBİNER’DEN

“HAKAN ALBAYRAK DİYESİYMİŞ Kİ…

Hakan Albayrak diyesiymiş ki, “hem İslâmcı hem Batı ile iyi geçinen bir parti gerektir”… Reisçiler adama hain diyorlar… İyi peki de, siz de yola bu söylemlerle çıkmıştınız ve bugün hatırlatıldığı zaman tevil olarak o dönemki tavrın bir oyun olduğunu söylüyorsunuz… Peki hakan Albayrak vb’nin, tıpkı sizinkine benzer bir türden oyun oynamaya neden hakları yoktur?..

Derseniz ki, “onlar oyun da oynuyorsa ben bilemem tenkit ederim”, o hâlde size bu çerçevede yapılan tenkitleri niye böyle karşılamadınız?.. Eğer Albayrak’ın dediği gibi bir çıkış olsa ve başarıya ulaşsa, üç vakte kadar o da Batı tarafından aşağılamalara uğrayacak ve onlara da böyle diyen bir Albayrak türeyecek… Elbette Albayrak’ı da o sıralarda Batı düşmanlığı ve millî güzelleme ile hain ilan eden olacak…

Sahtekârlıklarınız artık hareket etme imkânı bile bırakmamış size lâkin görmek istemeyenden daha kör kim olabilir ki?..”

(https://www.facebook.com/hayyamcem.baker/posts/503449520014435)

Kaynak. Adımlar derrgisi

Nagehan Alçı'nın "Tahliye edilmeli" dediği Nazlı Ilıcak savunma yaptı: Bank Asya kredisiyle villa mı aldım?
19 Eylül 2017



"FETÖ ile göbek bağı olanların hepsi dışarıda"

Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) içindeki cunta yapılanması tarafından düzenlenen darbe girişimi sonrası tutuklanan gazeteci - yazar Nazlı Ilıcak, Ahmet Altan ve kardeşi Mehmet Altan'ın da aralarında bulunduğu 17 kişi ile birlikte yargılandığı davanın ikinci duruşmasında savunma yaptı. Habertürk yazarı Nagehan Alçı'nın dün (18 Eylül 2017) yayımlanan yazısında "Şimdi çok pişman. Gülen’den nefret ediyor" diyerek tahliye edilmesi gerektiğini belirttiği Ilıcak, savunmasında "Ben Bank Asya'dan krediyle villa mı aldım? FETÖ ile göbek bağı olanlar, menfaat peşindekiler hapiste değil. Ben hiçbir zaman menfaat peşinde olmadım" ifadesini kullandı.

Nagehan Alçı ile eşi Rasim Ozan Kütahyalı'nın 2013 yılında Bank Asya'dan çektileri kredi ile villa aldıkları ortaya çıkmıştı. Hürriyet muhabiri İsmail Saymaz'ın "Size hangi Kemalist Bank Asya'dan kredi çekin dedi?" sorusuna Alçı, "Evet Bank Asya'dan kredi çektik, yanlış yaptık" yanıtını vermişti.

Nazlı Ilıcak'ın savunmasından öne çıkan bölümler şöyle:

3 ay önce sizi suçsuzluğuma ikna edebildiğimi sanmıştım. Ama somut delil var diyerek tahliye etmediniz. Ancak bu somut delilleri sunmadınız. Benim darbeye teşebbüs ettiğimin somut delilleri ne olabilir diye üç aydır düşünüyorum.

Zekeriya Öz'le kartopu fotoğrafı, Bugün gazetesinden aldığım 15 aylık maaş darbeye teşebbüsün somut delili midir? Darbe suçlarında cebir, şiddet aranması lazım. Ben 11 tweetle bir kartopu fotoğrafıyla "darbenin aslî unsuru" olmuşum.

Benim darbeyi önceden bildiğimi, darbeye nasıl zemin hazırladığımı, niçin darbe yapmak isteyebileceğimi de kanıtlamak zorundasınız. Ben Bank Asya'dan krediyle villa mı aldım? Menfaat peşindekiler hapiste değil. Ben hiçbir zaman menfaat peşinde olmadım.

Menderes'in başına gelenlerle bugün biz gazetecilerin başına gelen aynı şey. Yassıada'yla mukayeseyi tarihten örnek alınsın diye yaptım. Biz gazeteciler suç teşkil etmeyen yazılarımızla yargılanamayız.

Savcının "darbeyi çağrıştırıcı" dediği cümle hangisi? Somut cümle göstermiyor. Hep toptan konuşuyor. Darbeyi ne zaman övmüşüm ben?

İddianamede bazı doğrular da var. Mesela Bülent Keneş'in, Kerim Balcı'nın, Emre Uslu'nun darbe çağrışımlı tweetleri... FETÖcüler!

Ben Ahmet Altan ve Mehmet Altan dışında birlikte yargılandığım kimseyi tanımıyorum. Ben niye öteki insanlarla birlikte yargılanıyorum?

Ben önce “terör örgütü üyeliğinden” tutuklandım. Sonra bu örgütle alakam olmadığı ortaya kondu ama bu kez de darbecilik yamandı.

Hıfzı Çubuklu cezaevine girmeden önce beni güvenilir ve AKP yanlısı bir gazeteci olarak aradı. Ben de onu savunan yazı yazdım.

t24
ETİKETLER
nazlı ilıcak ahmet altan mehmet

Erdoğan aşığı Ethem Sancak'a ağır suçlama: Toplantıda FETÖ'cü paşaları koruyan nutuk attı
20 Eylül 2017



Eski Başbakan Ahmet Davutoğlu’na yakın Karar gazetesi yazarı Mehmet Ocaktan, köşesinde hükümete yakın Akşam gazetesinin genel yayın yönetmeni olduğu dönemde, patronu Ethem Sancak’ın 17-25 Aralık sonrası TSK'daki FETÖ'cü paşaları yazdıkları için FETÖ’cüleri koruyan bir eda ile gelip toplantıda 'Ordumuza laf söyletmem' nutukları attığını yazdı.

Eski Başbakan Ahmet Davutoğlu’na yakın Karar gazetesi yazarı Mehmet Ocaktan, köşesinde hükümete yakın Akşam gazetesinin genel yayın yönetmeni olduğu dönemde eski patronu Ethem Sancak’la yaşadığı olayı şöyle anlattı:

"28 Haziran 2014’te ‘Karargahta 40 paralel paşa’ manşetiyle çıktık"

“FETÖ ile mücadele konusunda başından beri stratejimizin olmadığını daha net anlatabilmek için somut bir örnek aktarmak istiyorum. Malum 17-25 Aralık kalkışması 2013 yılında gerçekleşti. Hatırlayalım, o tarihten itibaren siyasi iktidardan belli kurumlara kadar herkes bolca FETÖ ile mücadele nutukları atıyordu. Ancak icraatın atılan nutuklar kadar hızlı ilerlediğini söylemek pek mümkün değildi.

Nitekim o dönemde yayın yönetmeni olduğum Akşam gazetesi 28 Haziran 2014’te ‘Karargahta 40 paralel paşa’ manşetiyle çıktı. Bu haberde TSK’nın bütün kademelerindeki bütün paralellerin, bugünkü adıyla FETÖ’cülerin adeta dökümünü çıkardık.

Ve bir gün sonra kıyamet koptu, önce Genelkurmay bizi yalanlayan sert bir açıklama yayımladı: ‘Anılan haber ve yorumda, TSK içinde hiyerarşi ve disiplin dışı oluşumların teşkilatlanabildiği imajının yaratılmak istendiği üzüntü ile izlenmektedir.’ Hemen ardından cumhurbaşkanlığının açıklaması geldi, o da bize ayar vermede genelkurmayla yarışır haldeydi: ‘TSK’nın komuta kademesi ve üst rütbeli subaylarıyla ilgili yapılan yayını Sayın Cumhurbaşkanımız büyük bir sorumsuzluk örneği olarak görmüş ve bundan derin üzüntü duymuştur.’ Ve başbakanlık açıklaması: ‘Türk Silahlı Kuvvetleri’ne sızma girişimleriyle alakalı olarak dün bir günlük gazetede yayımlanan haber çerçevesinde, söz konusu girişimi araştırmak üzere Başbakanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın talimatıyla özel bir ekip oluşturulduğu biçimindeki iddia gerçeği yansıtmamaktadır.’

“Ethem Sancak FETÖ'cü paşaları koruyan bir edayla 'Ordumuza laf söyletmem' diye nutuk attı"

Bu arada, o gün patron konumunda olan Ethem Sancak’ın FETÖ’cüleri koruyan bir eda ile gelip toplantıda 'Ordumuza laf söyletmem' nutukları attığını da bir yere not etmeliyim. 2014 yılında artık FETÖ’nün bütün devlet kurumlarını olduğu gibi TSK’yı da istila ettiği herkesin malumu olduğu halde, devletin tepesindeki isimlerin ‘ordumuzda zinhar böyle bir yapılanma yoktur’ anlayışıyla haber yalanlama yarışına girmelerini nasıl bir mücadele stratejisiyle açıklayabiliriz? Açıkçası ben bu yarışta pek bir strateji göremiyorum, gören varsa anlatıversin...
Cumhuriyet

Ertuğrul Özkök'ten Salih Tuna'ya: Bunu söylemek 'FETÖ PR'cılığı' değil!
21 Eylül 2017

Hürriyet yazarı Ertuğrul Özkök, kendisine yönelik olarak “Ali Bulaç savunmasında FETÖ’cü olmadığına dair kimi gazeteci ve yazarların görüşlerine de yer vermiş. Bunlardan biri de FETÖ’nün yargı ayağının kesintisiz PR’cısı. Hani şu Aydın Doğan’ın kıymetlisi. Ali Bulaç onu ‘şahit’ göstereceğine, ‘O niye dışarıda, ben niye içerideyim’ deseydi iyiydi" diyen Sabah yazarı Salih Tuna'ya tepki gösterdi. "Google’da aradım ama Bulaç hangi gazetecileri örnek vermiş bulamadım" diyen Özkök, gazetecilerin tutuksuz yargılanmasından yana olduğunu belirterek "Bunu yazmayı, söylemeyi de “FETÖ PR’cılığı” olarak asla görmüyorum" ifadesini kullandı.

Ertuğrul Özkök'ün "Dindar ve kindar nesil görevi Suriyeli çocuğa" başlığıyla yayımlanan (21 Eylül 2017) yazısının ilgili bölümü şöyle:

Sabah gazetesi yazarı Salih Tuna dün şunu yazmış:

“Ali Bulaç savunmasında FETÖ’cü olmadığına dair kimi gazeteci ve yazarların görüşlerine de yer vermiş.

Bunlardan biri de.

FETÖ’nün yargı ayağının kesintisiz PR’cısı.

Hani şu Aydın Doğan’ın kıymetlisi.

Ali Bulaç onu ‘şahit’ göstereceğine, ‘O niye dışarıda, ben niye içerideyim’ deseydi iyiydi.”

Google’da aradım ama Bulaç hangi gazetecileri örnek vermiş bulamadım.

Ben kendi payıma bütün gazetecilerin tutuksuz yargılanmasından yanayım.

Bunu yazmayı, söylemeyi de “FETÖ PR’cılığı” olarak asla görmüyorum. Çünkü adaleti, tarafsız yargıyı ve vicdanı savunuyorum. Ben yargılamalara karşı değilim, adaletsizliklere karşıyım.

Geçmişte Zaman gazetesi benim hakkımda 28 Şubat’taki yayınlar dolayısıyla kampanya yaparken Ekrem Dumanlı’ya şunu demiştim:

“Gazete manşetlerinden ve köşe yazılarından suç türü yaratmayın. Bu ileride sizin de ayağınıza dolanır.”

Hâlâ aynı şeyi söylüyorum.

Ana Haber

Emrah Serbes'ten Fatih Tezcan'a sert Nevşin Mengü cevabı: Haysiyetsiz iktidar yalakası
22 Eylül 2017



Yazar Emrah Serbes CNN Türk'ten ayrılan sunucu Nevşin Mengü hakkında hakaretlerde bulunan Fatih Tezcan'a çok sert bir cevap verdi.

Behzat Ç'nin yazarı Emrah Serbes, Nevşin Mengü'ye hakaret içerikli mesaj yazan Fatih Tezcan'a çok sert cevap verdi.

Mengü'nün CNN Türk'ten ayrılmasının ardından Tezcan Twitter'dan "CNN Türk’ten ayrıldın mı kovuldun mu? Girdisi çıktısı 23 dakika mıydı?" yazdı. Bunun üzerine Emrah Serbes "haysiyetsiz iktidar yalakası, sen vaktinde methiyeler düzerken fetö'ye biz kafa tuttuk, ama devran döner kaçacak delik ararsın" yazarak sert bir cevap verdi.



Fatih Tezcan'ın Fetullah Gülen hakkında attığı tweetlerden biri ise şöyle;



İnsanhaber

Cem Küçük: Nagehan Alçı saflığına doymasın; Nazlı Ilıcak tarafından ihanete uğradı
20 Eylül 2017


Türkiye yazarı Cem Küçük, Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) içindeki cunta yapılanması tarafından düzenlenen darbe girişimi sonrası tutuklanan gazeteci Nazlı Ilıcak'ın, dün (19 Eylül 2017) mahkeme karşısında yaptığı savunmayı eleştirdi.

Türkiye yazarı Cem Küçük, Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) içindeki cunta yapılanması tarafından düzenlenen darbe girişimi sonrası tutuklanan gazeteci Nazlı Ilıcak'ın, dün (19 Eylül 2017) mahkeme karşısında yaptığı savunmayı eleştirdi.

Nazlı Ilıcak'tan mahkemede Nagehan Alçı göndermesi: Bank Asya'dan krediyle villa mı aldım?

Nagehan Alçı: Nazlı Ilıcak çok pişman, Gülen'den nefret ediyor

Habertürk yazarı Nagehan Alçı'nın duruşmadan bir gün önce kaleme aldığı yazısında "Nazlı Ilıcak tahliye edilmeli" dediğini hatırlatan Küçük, "Kusura bakmasın ama Nagehan da saflığına doymasın. Pazartesi o yanlış yazıyı yazdığında ben Nagehan'ı aradım, tepki koydum. Bana hâlâ telefonda Nazlı Ilıcak ve Kadri Gürsel'in tahliyesini savunup, beni de ikna etmeye gayret ediyordu" ifadesini kullandı.

Küçük, Ilıcak'ın Alçı'ya ihanet ettiğini savundu.

Cem Küçük'ün "Nagehan'ın Carlito Brigante yanılgısı" başlığıyla yayımlanan (20 Eylül 2017) yazısının ilgili bölümü şöyle:

Şaşırdım mı? Hiç şaşırmadım. Ama bu kadarını açık itiraf edeyim ben bile beklemezdim. Biliyorsunuz pazartesi günü Nagehan Alçı, Nazlı Ilıcak'ın avukatı gibi bir yazı yazdı. Ilıcak'ın pişman olduğunu, Gülen'den nefret ettiğini ve tahliye edilmesi gerektiğini savundu. Bu yazısından ötürü bizim tarafta Nagehan'a haklı bir tepki oldu.

Peki dün ne oldu? Nazlı Ilıcak çıktığı mahkemede kendisinin tahliye edilmesi için çabalayan Nagehan Alçı'ya öyle bir ihanet etti ki, bu kadar büyük aleni ihanet az bulunur. Ilıcak dün âdeta kendisinin yerine Nagehan'ın içeri girmesini mahkeme heyetinden talep etti. Daha dün kendisinin avukatı gibi davranan bir insanı kendi yerine hücreye sokmak istedi. Dün hayatının dersini aldı Nagehan. Başka hiçbir olay "Merhametten maraz doğar" sözünü bu kadar mükemmel izah etmez.

Ama Nazlı Ilıcak böyledir. Bu kadının psikiyatrik bir vaka olduğunu 2013'ün Temmuz ayından beri defalarca yazdım. Ilıcak her şeyden önce kendi kocasına ihanet ederek kendi ailesini batırdı. Demirel'in tetikçiliğini yapıp Özal Ailesi'ne öyle iftiralar attı ki, Kemal Ilıcak'ın ekonomik olarak batması ve sonunda kalp krizi geçirip ölmesini sağlayan süreci başlattı. Ailesinin batması Ilıcak'ın umurunda olmadı. Şu anda da ne oğlunu ne kızını ne torunlarını düşünmez, önemsemez.

Dışarı çıksa ailesine yine ihanet eder. Ilıcak karakter olarak sadece "kendine tapan" bipolar bir şahsiyettir!.. Nazlı Ilıcak bir çocuk zekâsında ama buna mukabil Marie Antoinette ihtirasına sahip psikiyatrik olarak hasta biridir. Bunları 3 sene önce yazdım ve şu an hepsi doğrulanıyor. Hem Nagehan'dan kendisi lehine yazı yazması için çocuklarıyla ricacı olur hem de mahkemede Nagehan'ın aleyhine konuşur. Hayatında hep yaptığı gibi kendisini destekleyenleri arkadan bıçaklar, ihanet eder. Cumhurbaşkanımıza da aynısını yaptı. Nazlı Ilıcak budur.

Kusura bakmasın ama Nagehan da saflığına doymasın. Pazartesi o yanlış yazıyı yazdığında ben Nagehan'ı aradım, tepki koydum. Nagehan daha önce de Kadri Gürsel'i savunmuştu. "Cellatlarına âşık mı oluyorsun? Yaptığın şey liberalizm değil saçmalık, akılsızlık" dedim. Bana hâlâ telefonda Nazlı Ilıcak ve Kadri Gürsel'in tahliyesini savunup, beni de ikna etmeye gayret ediyordu.
Cumhuriyet

3. Sınıf oyuncu... Tişörtü bile aynı... Beyaz TV'deki rolü provokatörlük
27 Eylül 2017



Cumhuriyet davasında içine çelik yelek giyip provokasyon yapmak isteyen Gökçek ailesinin televizyonu Beyaz TV'de muhabirlik yapmaya başlayan şarlatanın cast ajansında oyunculuk için iş aradığı ortaya çıktı.

Ahsen TV muhabiri olarak kendini tanıtan ve geçtiğimiz gün Cumhuriyet davasının Çağlayan'da görülen duruşmasına gelenlere yanaşarak röportaj adı altında provokasyon yapmaya çalışarak kovulan Bülent Yapraklıoğlu'nun Cast Merkezi isimli cast ajansına kayıtlı bir oyuncu olduğu ortaya çıktı.



Yapraklıoğlu'nun cast ajansının sayfasında yer alan fotoğrafında dava günü Çağlayan önündeki provokasyon anlarında giydiği tişörtün aynı olması dikkat çekti.

Yapraklıoğlu'nun cast ajansının sayfasında yer alan saç rengi bölümünde açıkça kel olmasına rağmen 'diğer' seçeneği belirtmesi ve özelliklerde de yüzmeyi işaretleyerek eşi benzeri olmayan bir oyuncu olduğunu belirtmesi sosyal medyada çok konuşuldu.

Cumhuriyet

Fatih Altaylı'dan Sedat Peker'e: Beni hâlâ öldürtmemiş olduğu için teşekkür ediyorum!
03 Ekim 2017



"Durduk yerde merhum gazeteci olmaya niyetim yok"

Habertürk yazarı Fatih Altaylı, suç örgütü liderliğinden yargılanan Sedat Peker'in kendisine yönelik söylediği "Seni bugüne kadar öldürmemiş olmam bile benim suç örgütü lideri olmadığımın en büyük kanıtıdır” sözlerine yanıt olarak "Beni hâlâ öldürtmemiş olduğu için teşekkür ediyorum!" dedi.

Fatih Altaylı, pazar günü Habertürk köşesinden Sedat Peker'in adamları olduğu sürülen 4 kişinin yayınladıkları işkence videosu üzerine bir yazı kalem almıştı. Altaylı, yazısında gönderme yaparak “En havalı ‘baba’lardan Sedat Peker Antalya’da kaldığı otelden iç çamaşırlarıyla gözaltına alınırken çekilen görüntüler, hâlâ aklımdadır” ifadelerini kullanmıştı.

Sedat Peker, ise Altaylı'nın yazdıklarına sosyal medya hesabından açıklama yaparak “Seni bugüne kadar öldürmemiş olmam bile benim suç örgütü lideri olmadığımın en büyük kanıtıdır" demişti.

Fatih Altaylı'nın "Hangisi güçlü?" başlığıyla yayımlanan (3 Ekim 2017) yazısının ilgili bölümü şöyle:

Teşekkürler sayın peker

Sedat Peker Bey, geçen günkü yazım üzerine bir açıklama yaptı.

Açıklamasının özü şu:

“Seni hâlâ öldürtmemiş olmam, mafya olmadığımın kanıtıdır.”

Kendisine beni hâlâ öldürtmemiş olduğu için çok teşekkür ediyorum.

Umarım bu tavrını sürdürür.

Durduk yerde merhum gazeteci olmaya niyetim yok.

T24
ETİKETLER
fatih altaylı sedat peker gazeteci öldürmemiş teşekkür ediyorum

Aydınlık yazarı: Erdoğan, o gazeteciyi uçakta istemedi
05 Ekim 2017



"Bir gece ansızın Türkiye gazetesinin Ankara Temsilcisi yapıldı"

Aydınlık yazarı Sabahattin Önkibar, Nuri Elibol'un gazeteciliği bırakmasıyla ilgili olarak "Nuri Elibol’un ismi yukarılardan çizilmiş ve Elibol da bunun sonucu olarak gazeteciliği bıraktığını açıklamıştır" dedi. Önkibar, "Kuşkusuz devletin istihbarat bilgilerine hakim Cumhurbaşkanlığı hiç kimsenin bilmediklerini biliyor ki yıllar yılı yanında taşıdığı bir gazeteciyi (!) aforoz edip onun medyadan ayrılmasının önünü açıyor" ifadesini kullandı.

Önkibar'ın "Cumhurbaşkanlığı uçağından atılan gazeteci" başlığıyla yayımlanan (5 Ekim 2017) yazsısı şöyle:

Tarih: 15 Eylül 2017 gününün akşam saatleri yani takriben 20 gün önce.

Türkiye Gazetesi sahibi Mücahit Ören Cumhurbaşkanlığı Sarayı tarafından aranır:

“Sayın Ören malum Sayın Cumhurbaşkanımız yarın ABD’ye gidiyorlar... Seyahati izlemesi için gazetenizden derhal bir isim bildirin.”

Mücahit Ören: “Bildirdik... Ankara Medya Gurup başkanımız Nuri Elibol katılıyor.”

Saray: “Hayır o isim uygun görülmedi... Başka bir isim bildirin.”

Mücahit Ören: “Gezi yarın değil mi... Nasıl yetişecek?”

Saray: “ABD vizesi olan birini bildirirseniz, yarın uçağa alırız.”

Yataktan uçağa

Mücahit Ören, “Ben ismi birazdan bildiririm” deyip telefonu kapatıyor ve Türkiye Gazetesi Genel Yayın Müdürü İsmail Kapan’ı arıyor:

-“Alo İsmail Abi ,nerdesin?”

-“Efendim az önce uyumak için yatağa girdim.”

-“ABD vizen var mı ?”

-“Var.”

- “O zaman hemen giyin ve bir arabayla Ankara’ya hareket et. Cumhurbaşkanının ABD gezisine sen katılacaksın.”

-“Nuri Elibol gidiyordu.”

-“Onu artık istemiyorlar.. Hiç vakit kaybetme Ankara’ya yola koyul. Ben ismini bildiriyorum.”

Bir dönem çalıştığım Türkiye Gazetesi içinden dinlediğim bu anektotta da görüldüğü gibi Nuri Elibol’un ismi yukarılardan çizilmiş ve Elibol da bunun sonucu olarak gazeteciliği bıraktığını açıklamıştır.

Reklamdan sonra devam ediyor

Neden afaroz edildi?

Peki daha önce abartısız onlarca defa Tayyip Erdoğan’ın uçağına binen Nuri Elibol ne yaptı da Saray’ın hışmına uğradı sorusuna gelince?

İşte bam teli burasıdır...

Kuşkusuz devletin istihbarat bilgilerine hakim Cumhurbaşkanlığı hiç kimsenin bilmediklerini biliyor ki yıllar yılı yanında taşıdığı bir gazeteciyi (!) aforoz edip onun medyadan ayrılmasının önünü açıyor.

Gelelim Nuri Elibol’un kim olduğuna?

Daha önce yazdık,TSK mensubu bir subaydır ve askerde bir yıla yakın hapiste kalmıştır... TSK’dan ayrıldıktan sonra Kemal Ogansoy’un yerine bir gece ansızın Türkiye Gazetesi’ne Ankara Temsilcisi yapılmıştır.

Peşi sıra Ulubol isimli bir inşaat şirketi kurup hem gazetecilik hem müteahhitlik yapmıştır.

Solcu gazetecilerin komutanı!

Bu süreçte kamudan büyük ihaleler almıştır.

Mesela Ankara Büyükşehir Belediyesinden eski rakamla yüz küsur trilyona yakın işler almış, keza Dikmen Vadisi projesinde çok büyük paralar kazanmıştır.

Yıllar önce Yeniçağ Gazetesi’nde bütün bunları yazınca Nuri Elibol bana o dönemin parası ile 300 trilyonluk tazminat davası açtı ama kaybetti.

Trajikomik olan bu Nuri Elibol’un Enis Berberoğlu’ndan Murat Yetkin ve Aslı Aydıntaşbaş’a kadar pek çok sözde solcu Ankara gazetecisinin “Komutanım” diyerek saygı gösterdiği isim olmasıdır... Öyle ki Murat Yetkin, Elibol’u köşesinde referans isim olarak selamlamıştır. Bu durumu yazıp eleştirince Murat Yetkin bana Nuri Elibol’un avukatı aracılığı ile 75 trilyonluk dava açmış ama o da kaybetmiştir.

Temsilcilere ziyafetler!

Yine yazmıştım,bir dönem beraber çalıştığım Şamil Tayyar bir gün bana“Bu Nuri’de ne çok para var. Gazetelerin Ankara temsilcilerine sürekli ziyafetler veriyor ve pek çok gazeteci ona yalakalık yapıyor” demişti.

Ama görüyorsunuz zaman bizi haklı çıkarmıştır.

Biz türlü güçlüklerle 30 küsur sene bir gün bile ara vermeden gazeteciliğimizi sürdürürken Nuri gibilerin akıbeti ortada.

Nuri Elibol bağlamında bir diğer iddia Melih Gökçek ile olan çok yakın ilişkileridir.

T24
ETİKETLER
gazeteci uçak almadı iddia edildi

Ertuğrul Özkök: Bir numaralı fahişe ben miyim, Fatih Altaylı mı?
10 Ekim 2017



"Yani Fatihciğim, dikkat ticaretinde 1 numara seçilmişsem, bu benim başarımdır"

Hürriyet yazarı Ertuğrul Özkök, Habertürk yazarı Fatih Altaylı'nın kendisini dünkü yazısında "Medyadaki dikkat o...puları"nda birinci olarak göstermesine tepki göstererek "İlgi arsızı gibi daha nezih bir ifade varken niye ‘ilgi orospusu’ gibi daha avam bir ifade kullandın?” diye sordu. Özkök "Fena yakalandın Fatih... 'Orospu' kelimesini kullandın, çünkü bu kelime ile dikkati daha kolay çekmek, böylece yazını da daha fazla okutmak istedin..." dedi.

Ertuğrul Özkök'ün "2. ‘Gece Yarısı Ekspresi’ birinci peronda hazır" başlığıyla yayımlanan (10 Ekim 2017) yazısının ilgili bölümü şöyle:

Bir numaralı fahişe ben miyim, Fatih mi

Haber Türk yazarı Fatih Altaylı, okurlarına sormuş:

“Türkiye’nin en büyük ‘ilgi o...puları’ kimdir?”

Sırasıyla şu isimler çıkmış:

1- Ertuğrul Özkök

2- Ahmet Hakan

3- Ayşe Arman

4- Fatih Altaylı

Bu arada şöyle bir ayrıntı da veriyor:

“Ertuğrul Özkök uzak ara birinci çıktı...”

Arkasından “Siz buna ‘İlgi arsızı’ da diyebilirsiniz” diyor...

Şimdi ben de Fatih’e sorayım...

“İlgi arsızı gibi daha nezih bir ifade varken niye ‘ilgi orospusu’ gibi daha avam bir ifade kullandın?”

Haaaaaa... Haaaa...

Fena yakalandın Fatih...

“Orospu” kelimesini kullandın, çünkü bu kelime ile dikkati daha kolay çekmek, böylece yazını da daha fazla okutmak istedin...

Dikkat tacirleri

Şimdi gelelim işin ciddi tarafına...

Modern toplumbiliminde buna “Dikkat tacirleri” deniyor...

Çünkü hepimiz, özellikle de gazeteciler, sanatçılar, sporcular, eğlence sektöründe çalışanlar, üreticiler, pazarlamacılar... Hepimiz, insanların dikkatinden zaman almaya çalışıyoruz...

Modern pazarlamanın birinci işi dikkat ticaretidir...

Yani Fatihciğim, dikkat ticaretinde 1 numara seçilmişsem, bu benim başarımdır.

Bu konuda Tim Wu’nun Türkçeye yeni çevrilen “Dikkat Tacirleri” adlı kitabını tavsiye ederim.

Orada “orospu” ifadesi kullanılmıyor.

T24
ETİKETLER
ertuğrul özkök fatih altaylı orospu fahişe ilgi dikkat

Cengiz Semercioğlu'ndan Reha Muhtar'a: Bu çok ağır bir itham, ettiğin lafın arkasında durmak zorundasın!
11 Ekim 2017



"Ben 8 yılda Reha Muhtar’ın babalığı üzerine 10 iyi yazı yazmış adamım..."

Hürriyet yazarı Cengiz Semercioğlu kendisine, "Çocuklarıma musallat olan müptela, Cengiz Semercioğlu’nun Cihangir’den arkadaşı mı?" diyen Reha Muhtar'a, "Bu çok ağır bir itham, ettiğin lafın arkasında durmak zorundasın. Bizi uyuşturucu ve ahlaksız ilişkilerimizle yüzleştir!" dedi.

Oyuncu Deniz Uğur'la, 8 yaşındaki ikizlerinin velayeti yüzünden birbirine giren Reha Muhtar Semercioğlu'nun sözlerine tepki göstermişti.

Semercioğlu'nun "Ne dedim ben Reha Muhtar?" başlığıyla (11 Ekim 2017) yayımlanan yazısı şöyle:

Reha Muhtar, ikiz çocuklarının velayet davasında Deniz Uğur’la yaşadığı gerginliğin faturasını bana çıkarıyor...

Ben bu konuda yazmak istemiyorum, önceki gün Magazin Konseyi’nde konu gündeme gelince üç satır bir şey söyledim...

Ne demişim:

“Reha Muhtar iyi baba... Deniz Uğur iyi bir anne... İkisini de tanıdığım için çağrıda bulunuyorum. Lütfen bitirin bu kavgayı. Çocuklar için detant politikası öneriyorum...”

Dediğim bu...

Reha Muhtar bu kadar lafa bile açtı ağzını yumdu gözünü.

“Çocuklarıma musallat olan müptela, Cengiz Semercioğlu’nun Cihangir’den arkadaşı mı” diyor...

Kastettiği de Deniz Uğur’un 5 yıl ilişki yaşadığı yönetmen Orçun Benli...

“Müptelanın arkadaşı” da ben...

Reha Muhtar’la dostluğum, Orçun Benli’yle mahalle tanışıklığıma göre Everest’in yanında Çamlıca Tepesi gibi kalır...

“Müptelanın arkadaşı” olarak Orçun Benli’yi koruduğumu düşünüyor.

Bir baba olarak, çocuklarını yaşam tarzını onaylamadığı birinin yanına göndermek istememesinde sonuna kadar haklı Reha Muhtar...

Ancak Orçun Benli’yle Deniz Uğur ilişkilerinin 1,5 yıl önce bittiğini söylüyor.

Birlikte hiçbir zaman aynı evde yaşamadık diyorlar...

Doğru, yanlış ben bilemem...

Beni sadece bugün gelinen noktada Deniz Uğur’un bir anne olarak çığlığı ve gözyaşları üzüyor.

Ben 8 yılda Reha Muhtar’ın babalığı üzerine 10 iyi yazı yazmış adamım...

Şimdi Reha kalkmış, “Hürriyet yazarları Konsey’lerle masum çocukların hayatına ayar vermeden önce kendi uyuşturucu ve ahlaksız ilişkileriyle yüzleşmeli” diyor...

Bu çok ağır ve haksız bir itham...

Beni, arkadaşlarımı ve ailemi en iyi tanıyanlardan biri sensin.

Şimdi duayen bir haberci olarak ettiğin lafın arkasında durmak zorundasın...

Bizi uyuşturucu ve ahlaksız ilişkilerimizle yüzleştir!

Yüzleştir ki dostluğumuzun Everest mi, Çamlıca Kulesi mi olduğunu anlayayım.
T24

Kanal A televizyon kanalının kapandığı resmen açıklandı
31.10.2017



Melih Gökçek’in sahibi olduğu Kanal A kanalının kapandığı yapılan açıklama ile duyuruldu.

Konu ile ilgili Kanal A’dan yapılan açıklamada, “28 Şubat’çılar, FETÖ’cüler başta olma üzere birçok mihrak ile karşımıza çıkan badireleri inanç ve azimle atlattık. Geldiğimiz noktada; Kanal A yayınlarına birtakım sebeplerden dolayı ara veriyoruz” denildi.
Ülkücü Medya

Kütahya Barosu'ndan Kütahyalı hakkında suç duyurusu
22-11-2017

Kütahya Barosu, yandaş kanalda Boşnaklara yönelik kullandığı çirkin ifadeyle tepki çeken Rasim Ozan Kütahyalı hakkında suç duyurusunda bulundu.

Yandaş Beyaz TV'de katıldığı programda Boşnaklara yönelik çirkin ifadeler kullanan yandaş yazar Rasim Ozan Kütahyalı'ya yönelik tepkiler dinmiyor.

'KÜTAHYA İLE BİR İLGİSİ YOK'

Kütahya Baro Başkanı Ahmet Atam, Rasim Ozan Kütahyalı hakkında suç duyurusunda bulundu. Konuya ilişkin açıklamada bulunan Atam şunları söyledi:

Bir televizyon kanalında sarf ettiği dini ve milli geleneklerimize uymayan, belden aşağı, yakışıksız ve aynı zamanda Boşnakları hedef alan ırkçı, aşağılayıcı, tahrik edici, nefret ve hakaret içerikli sözler sarf eden Rasim Ozan Kütahyalı’yı kınıyoruz. Sadece soyadı Kütahyalı olup; aslında Kütahya’yla da hiçbir ilgi ve alakası bulunmayan Rasim Ozan Kütahyalı isimli şahıs hakkında Kütahya baro başkanlığı olarak suç duyurusunda bulunduk.
İle
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Prş Ksm 23, 2017 7:09 pm tarihinde değiştirildi, toplam 4 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Çrş Ekm 11, 2017 7:16 pm    Mesaj konusu: Aydın Engin hem nalına,hem mıhına vurmuş Alıntıyla Cevap Gönder

Turgay Güler'in İzmir Marşı okumasına sosyal medyadan tepki yağıyor: 'Yavaş dön ümmet yetişemiyor'
15 Kasım 2017



2012 yılı 10 Kasım'ında, "9'u 5 geçe 'hazır ol’a geçmedim, durumum nedir?" sözlerini kullanarak alay eden yandaş Turgay Güler, Erdoğan'ın Atatürk söylemini öne çıkarması üzerine bu kez programında İzmir Marşı okudu. Turgay Güler'in İzmir Marşı okumasına sosyal medyadan tepki yağdı. Kullanıcılardan Güler için, 'Yavaş dön ümmet yetişemiyor' yorumu geldi.















Cumhuriyet

Aydın Engin hem nalına,hem mıhına vurmuş: AKP’nin ‘Reste rest’ tutumundan antiemperyalist cevher süzmeye çalışanlara şaşırıyorum
11 Ekim 2017



"Başlık, fark edeceğiniz üzere AKP Reisi’nin üslubundan esinlenerek kondu"

* Aydın Engin

Başlık, fark edeceğiniz üzere AKP Reisi’nin üslubundan esinlenerek kondu. Diplomasi alanında da kullanmaya başladığı bu “ince” üslubun yüzlerce örneği var. Bazen Barzani’ye, bazan Irak Başbakanı İbadi’ye, bazen “eski kardeş”, sonra “hasım”, şimdilerde galiba yeniden kardeş Beşşar Esad’a bu ince diplomatik üslupla seslendiğine çok tanık olduk:

- Sen kimsin yaaaa!.. Bir kere sen benim kalitemde değilsin... Şuna bak be!..

Anlaşılan şimdi AKP Reisi el yükseltiyor, bu gidişle sıra galiba Trump’a geliyor. Yakında “Eyyy Trump efendi, bir kere sen benim kalitemde değilsin” derse kim şaşırır?
Ben şaşırmam...

Trump, ABD’nin tepesine çöktüğünde bayram eden, umut dolu paragraflar döktüren AKP medyasındaki “gazetecimtraklar”ın şimdi birdenbire antiemperyalist kesilivermelerine de şaşırmadım.

Ama görüşlerimiz arasında büyük ya da küçük farklar olsa bile “sol”da yer aldıklarını düşündüğüm kimi kalem ya da sosyalist siyaset erbabı arasında da Trump yönetiminin vize çıkışına karşı AKP’nin “Reste rest” tutumundan antiemperyalist cevher süzmeye çalışanlara şaşırdım, şaşırıyorum...

AKP elebaşılarının Erbakan çizgisini terk edip “Milli Görüş gömleği”ni çıkardığı ve iktidar olduğu günden bu yana ülkemizde küresel sermaye ile tam bir bütünleşme içinde olduğu Tırmık’ta birkaç kez vurgulandı. İslami sosa bulanmış bir serbest piyasa ekonomisi (“vahşi kapitalizm” diye de okuyabilirsiniz) 15 yıldır bu ülkede tek başına iktidar.
Bu iktidarın 15 yıl boyunca küresel sermayenin başkenti ABD’nin dümen suyundan ayrıldığına ilişkin ciddiye alınır bir tutumuna da rastlamadık. Kimi “eski” ya da “eskimiş” solcuların Tayyip Erdoğan’ın ve partisinin İsrail karşıtı söylemlerini (=discourse) öne çıkarıp “Türkiye’de bir iktidar ilk kez ABD’ye rağmen İsrail’e karşı çıktı” cümleleri kurup AKP iktidarına alkış tutmalarına güldük geçtik (Gülüp geçmek yerine başka sözcükler de kullandık ama onları buraya yazamam).
***

Ama Trump’ın, zifiri karanlık ilişkiler içinde olduğu anlaşılan T.C. yurttaşı bir ABD konsolosluk görevlisinin tutuklanmasına karşı patlattığı vize yasağının ardından AKP iktidarının geri adım atmak bir yana yasağa yasak, lafa lafla cevap vermeyi yeğlemesinden antiemperyalist bir tutum bulup çıkarmak herhalde Lenin’in kemiklerini sızlatmıştır...
Sosyalizm hedefini bir yana bırakmış bir antiemperyalizm elbette milliyetçilikten ibaret kalır. Antiemperyalizm, sosyalizm kuruculuğuna giden yolda bir ara aşamadır ve ondan ibarettir; sosyalizm hedefinden arındırılamaz.

Emperyalizm, kapitalizmin “son aşaması” diye tanımlanmıştı. Şimdi ise küreselleşmiş sermaye gerçeğine kapitalizmin “en son aşaması” denebilir.

Ama ne denirse densin, bu tartışma ne kadar derinleştirilirse derinleştirilsin AKP iktidarı ile Trump yönetimi arasındaki itiş kakışta antiemperyalist bir tutum aramak olsa olsa arayanları gülünç kılar.

Dönün yazının başlığına: Ne antiemperyalizmi be!..

_____________________________________________________________

Bu yazı Cumhuriyet.com.tr'den alınmıştır

Sedat Ergin isim isim açıkladı! Telefonunu İBDA-C'li diye dinletenler bugün nerede?
12.10.2017



Hürriyet yazarı Sedat Ergin, telefonu hakkında kopyala-yapıştır dinleme kararları veren hakimlerin isimlerini açıkladı.

Bir dönem FETÖ'cüler tarafından yasadışı şekilde dinlenmesinin izini süren Hürriyet yazarı Sedat Ergin, telefonu hakkında kopyala-yapıştır dinleme kararları veren hakimlerin isimlerini açıkladı.

Hakkındaki telefon dinlemelerinin başlamasını "Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Dairesi Başkanlığı’nda Şube Müdürü olan Yunus Yazar’ın 7 Şubat 2008 tarihinde imzaladığı yazıda 'Hakkında tedbir uygulanacak kişinin kimliği' bölümü boş bırakılmış" ifadesiyle anlatan Ergin, telefonunun dinlenme gerekçesinin "İBDA-C irtibatı" ile açıklandığını söyledi. Emniyet'in usulsüz talep yazısının ayrıntılarını anlatan Ergin, "Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi Hâkimi HasanŞatır, aynı gün üstünde 'Türk Milleti Adına' diye başlayan bir 'Karar' metninde 'Ekli evrak incelendi, gereği düşünüldü' diyerek talebe olumlu yanıtını bildiriyor" ifadeleriyle kararın alındığını anlattı.

O HAKİMLER BUGÜN NEREDE

Telefon dinleme kararının kopyala-yapıştır gerekçelerle 2 kez daha uzatıldığını, son dinleme kararında "Hasan Tuna" sahte ismiyle dinleme kararı alındığını söyleyen Ergin, telefonunu dinleyen ve dinleten isimlerin bugün nerede olduğunu şöyle anlattı:

"Bu istihbaratçıların 15 Temmuz sonrasındaki durumlarına baktığımda şunu gördüm: Hakkımda İBDA-C üyesi olduğum yalanıyla beni dinlemeye alan Emniyet İstihbarat Başkanlığı’ndan Ayhan Falakalı, Coşkun Çakar ve Yunus Yazar firari durumdalar. Bu arada, hakkımda dinleme onayı veren hâkimlerin durumunu da araştırdım. İlk dinleme onayını veren hâkim Hasan Şatır bugün Ankara 9. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı olarak görev yapıyor. İlk uzatmaya onay veren ve kamuoyunda Genelkurmay’ın kozmik odasına giren savcı olarak bilinen Kadir Kayan firari durumda. İkinci uzatmaya karar veren Süleyman İnce ise HSYK tarafından ihraç edildi ve tutuklu durumda."

HER YASADIŞI DİNLEME DOSYASINDA ONLAR VAR

Ergin, telefonuna dair yasadığı dinleme kararlarını bugün FETÖ'cü polislerin yargılandığı dosyadan aldığını söylerken, şu ifadeleri kullandı:

"Bu konuyu gündeme getirmeye beni yönelten hadise, 2008 yılında telefonumun yasadışı bir şekilde dinleyen ve bu davada sanık olan Fetullahçı polislerin, Deniz Baykal ve MHP yöneticileri hakkındaki telefon ve görüntü alma skandalına ilişkin hazırlanan son iddianamede de yine sanık olarak karşıma çıkması oldu. Her yasadışı dinleme dosyasından onlar çıkıyor."

Ergin, telefonunun 2009 yılında da yasadışı şekilde dinlendiğini bir polisin itiraf etmesine rağmen o dinlemelere dair belgelerin dosyada olmadığını söyledi.

Medya Radar
Etiketler :
Hürriyettelefonsedat ergindinlemeyasadışıFETÖ

Gökçek taraftarları Akit Tv Ankara Haber Müdürü'ne saldırdı
28 Ekim 2017



Melih Gökçek, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı'ndan istifa ettiği sıralarında Büyükşehir Belediyesi Konferans Salonu’nun önünde Akit Tv Ankara Haber Müdürü Mehmet Özmen'e saldırı düzenlendi.
Facebook'ta Paylaş Twitter'da Paylaş

Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek’in istifasını açıkladığı sırada, toplantı salonunun dışında bekleyen kalabalık bir grup, programı takip eden Akit TV Ankara Haber Müdürü Mehmet Özmen’e saldırdı.

Polis kalabalık grubu dağıtarak belediye binasından uzaklaştırdı.

Gökçeklerin kanalı Beyaz TV ile Akit TV arasındaki kavga, Akit TV’nin Ankara Haber Müdürü Mehmet Özmen'in Melih Gökçek ile CHP arasında bir işbirliği olduğunu iddia etmesiyle başlamıştı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın istifasını istediği AKP’li Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek hakkında, Akit TV’nin Ankara Haber Müdürü Mehmet Özmen canlı yayında şu ifadeleri kullanmıştı: “İddialara göre Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek, Ankara’nın Angora evlerinde CHP’li kurmaylarla bir araya geldi. Evet, CHP’li kurmaylara Melih Gökçek’in 'size geçebilirim' mesajı verdiği iddia ediliyor.”

Bunun üzerine Akit TV'nin “Melih Gökçek-CHP ilişkisi” iddiasına, Gökçeklerin kanalı Beyaz TV’de sunucu olan Tahir Sarıkaya çok sert yanıt vermişti. Beyaz TV'de “Uyan Türkiyem” programının sunucusu Tahir Sarıkaya, “Ak-it” diyerek Akit TV’deki iddialara dair şunu demişti: “Ben bu haberi sana yedirtmezsem namerdim. Ben bu haberi sana yedirtmezsem Ak-it TV’deki muhabir arkadaş, Allah da bana bugünleri gösterir.”

Bu ifadelerden sonra, Akit TV’nin Ankara Haber Müdürü Mehmet Özmen yine tartışma yaratacak iddialarda bulunmuştu. Özmen Akit TV’deki programında, Tahir Sarıkaya ve AK Parti Milletvekili Şamil Tayyar için ise “tetikçi” ifadelerini kullanmıştı.

Haber Fedai
Etiketler : Akit, Melih Gökçek, Mehmet Özmen, şamil tayyar, Tahir Sarıkaya, beyaz tv,

Kavga büyüyor...Akit'ten Şamil Tayyar'a: Kabadayılığı bırak, kelepçeli günlerine geri dön
27 Ekim 2017

Yandaş Akit TV ile AKP’li Şamil Tayyar arasında çıkan kavgada Tayyar’a yanıt geldi.



]Son günlerde Tayyar ile Akit TV Ankara Haber Müdürü Mehmet Özmen arasında da hakarete varan karşılıklı açıklamalar yapılmıştı.

Odatv'nin haberine göre, Şamil Tayyar geçen günlerde Beyaz TV’ye çıkarak, Akit TV’yi hedef almış, Akit medya grubunun FETÖ’den reklam desteği aldığını ileri sürmüştü. Tayyar, “Yani reklam veren FETÖ’cü şirketlerden başlayacağım bir yere kadar gideceğim! Beni de çok zorlamayın” ifadelerini kullanmıştı.

Akit TV’den Şamil Tayyar’a aynı sertlikte yanıt geldi. Tayyar’a “Her dönemin adamı” denilen haberde, Tayyar için “Bavul gazeteciliği yaparak sözde Ergenekon’dan bol bol ekmek yedi” ifadeleri kullanıldı. Kanalın hazırladığı haberde, Tayyar'ın, Helin Avşar'a verdiği kelepçeli röportaja atıfta bulunularak, "Kelepçeli günlerine geri dön" denildi.

Cumhuriyet

Birbirlerini yiyorlar... Akit TV Haber Müdürü'nden Şamil Tayyar'a: Her devrin tetikçisi
23 Ekim 2017



Akit TV Ankara Haber Müdürü Mehmet Özmen bu sabahki programda Şamil Tayyar’ın Twitter mesajına böyle yanıt verdi: Şarlatan... Teyyare... Her devrin tetikçisi!



Hükümete yakın Akit TV Ankara Haber Müdürü Mehmet Özmen, Melih Gökçek ile CHP arasında bir işbirliği olduğunu iddia etmişti. “İddialara göre Ankara Büyük Şehir Belediye Başkanı Melih Gökçek, Ankara’nın Angora evlerinde CHP’li kurmaylarla bir araya geldi. Evet, CHP’li kurmaylara Melih Gökçek’in size geçebilirim mesajı verdiği iddia ediliyor” demişti.

“SÜZME, AŞAĞILIK ADAM”

Mehmet Özmen’in bu iddiasına yanıt AKP’den gelmişti. AKP Milletvekili Şamil Tayyar, sosyal medya hesabından yaptığı açıklamada “Akit TV'de bir süzme, Gökçek CHP'ye geçmek için mesaj gönderdi demiş! Yuhhh. Öfkenizi kusun, kusun da biraz insaf. Aşağılık adam” demişti.

"Şarlatan... Teyyare!"

Akit TV Ankara Haber Müdürü Mehmet Özmen bu sabahki programda Şamil Tayyar’ın Twitter mesajına yanıt verdi. AKP’li Tayyar’a yönelik “Tayyare, şarlatan” şeklinde hakaretlerde bulunan Mehmet Özmen, “Ş.T. Erbakan’ın gönderilmesi için her türlü provokasyona imza atıyor idi” dedi.

"Cemaat imamlarının desteğiyle..."

Şamil Tayyar’ın 1999’da DSP’den aday olduğunu belirten Özmen, bununla ilgili Tayyar’ın attığı “1999’da adaylık teklifini cemaatten dostlarımın telkiniyle kabul ettim, o dönemde ağırlıklı olarak DSP destekleniyordu” Twitter mesajını okudu.

"Her dönemin tetikçisi"

“Her dönemin tetikç adamı olan Ş.T. yani namı diğer ‘Tayyare’, Feto’ya geçmiş olsun dizelerini de döken 17-25 Aralık’tan sonra dahi Feto’ya toz kondurmayan bu şahıstır” diyen Mehmet Özmen, AKP’li Şamil Tayyar’a şöyle yüklendi:

“İşte bu tayyare Reisçi gibi görünüyor bugün ama Ergenekon sürecinde Feto’nun kullandığı en iyi medya adamıydı, daha doğrusu aslında şarlatanın tekiydi. Bu çakal konjonktür neyi gerektirirse ona göre pozisyon alan bir pervane. Bu çakalın Feto’ya çaktığına bakmayın seçimlerde yeniden milletvekili olmasını sadece ve sadece FETÖ’nün Gaziantep imamlarına borçlu.”
Cumhuriyet

"Cem Küçük, Osman Kavala'nın 'irtibatlı olmakla' suçlandığı Henri Barkey'in kitabını yayınlamıştı"
02 Kasım 2017



Türkiye yazarı Cem Küçük, iş adamı ve Anadolu Kültür Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Osman Kavala'nın tutuklanması sürecinde 'irtibatlı olmakla' suçlandığı 'Henri Barkey' kitabında Genel Yayın Yönetmenliği yaptığı hatırlatıldı.

OdaTV'de yer alan haberde "Kavala'nın tutuklanması sürecinde yapılan suçlamalardan birinin "eski CIA uzmanı Henri Barkey'le yoğun temas" olması gözleri kripto FETÖ'cü Cem Küçük'e çevirdi" ifadesi kullanıldı.

Haber, "Zira Cem Küçük, Gülencilere yakınlığıyla bilinen eski CIA'cı Barkey'in ve eski CIA'cı Graham Fuller'in kitaplarını Türkiye'de yayınlayan isimdi. Her iki isim Gülen'e yakınlığıyla bilinirken, Graham Fuller Gülen'in ABD'de oturma vizesinde referans olan isimlerden biriydi" ifadeleri yer aldı.

Gazeteci İsmail Saymaz Twitter'da "Kavala'ya ikinci suçlama şu: Barkey ile yoğun temas. Peki, Barkey'in kitabını Türkçe'de yayınlayan kim? Cem Küçük" mesajı tartışmayı başlatmıştı.

Barkey, yeniden başlayan tartışmanın ardından Küçük tarafından yayınlanan kitabı için şunları yazdı:

"Kimse kitabı bize yollamayı bile düşünmedi. Bu düpedüz hırsızlıktı. Ama Türkiye'nin karmaşık hukuk sistemiyle uğraşmak istemedik. Şunu söylemek gerek: Kitabı bize haber vermeden izinsiz tercüme edip yayımladılar. Bize 1 kuruş vermediler ve benim ismimi 2. sıraya attılar."

Barkey'in suçlamaları sonrası kitabın yayınevi Profil Kitap açıklama yaptı. Henri Barkey ve İsmail Saymaz için "kendinden bihaber gazeteci ve yazar" ifadesini kullanan yayınevi, Barkey'in kitabı için yapılan sözleşme ve fatura da Profil Kitap tarafından yayımlandı.

İşte o açıklama:

Resmi Twitter'da görüntüleResmi Twitter'da görüntüleResmi Twitter'da görüntüleResmi Twitter'da görüntüle
Profil Kitap @profilkitap
Zorunlu Açıklama... Türkiye’nin Kürt Meselesi
18:34 - 01 Kas 2017
7 7 Yanıt 15 15Retweet 35 35 beğeni
Twitter Reklamları'na ilişkin bilgiler ve gizlilik
Resmi Twitter'da görüntüleResmi Twitter'da görüntüleResmi Twitter'da görüntüle
Profil Kitap @profilkitap
Zorunlu Açıklama... Türkiye’nin Kürt Meselesi / 2
18:35 - 01 Kas 2017
Yanıt 7 7Retweet 16 16 beğeni
Twitter Reklamları'na ilişkin bilgiler ve gizlilik

T24
ETİKETLER
cem küçük haber açıklama kitap yayınevi kavala

Sabah'ın başına taş mı düştü yoksa başka bir hesap mı var
29.10.2017



Hükümete yakın Sabah gazetesinin 1 yıl arayla çok farklı iki 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı mesajıyla çıkması dikkat çekti...

Hükümete yakın Sabah gazetesinin 1 yıl arayla çok farklı iki 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı sayfasıyla çıkması dikkat çekti.

Sabah gazetesi, 2016 yılında Cumhuriyet Bayramı'nı gazetenin logosunun yanında, çok küçük bir mesajla görmüştü. Gazete, manşetine Cumhuriyet Bayramı'nı değil, "Başkanlık modelini" koymayı tercih etmişti.

İşte Sabah'ın 2016 yılındaki Cumhuriyet Bayramı "mesajı":

Aradan geçen bir yılın ardından aynı gazete, bu yıl 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı'nı büyük bir şekilde manşetten gördü.

Sabah manşetine "Mutluyuz, gururluyuz" diye yazdı.

İşte Sabah'ın bu yılki 29 Ekim manşeti:

Gazeteci Yavuz Oğhan bu farkı kişisel Twitter adresinden paylaştığı bir mesajla, şöyle gördü:

"Sabah’tan bir yıl arayla iki 29 Ekim gazetesi, başlarına taş düşmediğine göre var bir hesap"

Yavuz Oğhan'ın attığı o tweet şu şekilde:

Odatv.com

Hüseyin Gülerce, 10 yıl önceki 'Atatürk' yazısını paylaştı, Akif Beki'ye tepki gösterdi: Hodri meydan!
11 Kasım 2017



"Akif Beki de 10 yıl öncesinden bir Atatürk yazısını göstersin"

Bir dönem adı Gülen cemaati ile anılan Hüseyin Gülerce, kendisine yönelik olarak "Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın dediği gibi, Atatürk’ü bağnaz bir ideolojinin tekeline bırakmamak, ortak bir değer olarak sahip çıkmak başka. Fakat Hüseyin Gülerce gibi, Atatürk’ü sahte Atatürkçülerin istismarından kurtarma iddiasıyla mangalda kül bırakmamak, daha başka bir şey" diyen Karar yazarı Akif Beki'ye tepki gösterdi. Gülerce, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk ile ilgili olarak 10 yıl önce kaleme aldığı yazısını da paylaşarak "Akif Beki'ye hodri meydan. Ben Atatürk konusundaki samimiyetimi ispat ediyorum. Kendisi de 10 yıl öncesinden bir Atatürk yazısını göstersin" dedi.

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın "Ruhu faşist, söylemi Marksist çevrelerin tekeline mi bırakacağız. CHP gibi amorf bir partinin Atatürk’ü milletimizden kaçırmasına rıza göstermeyeceğiz" ifadesiyle başlayan tartışmaları değerlendiren Beki, Gülerce'ye yönelik olarak "Sen paralelcinin önde gideniydin, Atatürkçülük taslamadan önce bir daha düşün" demişti.

TIKLAYIN - Akif Beki: Sen paralelcinin önde gideniydin, Atatürkçülük taslamadan önce bir daha düşün!: http://t24.com.tr/haber/akif-beki-sen-paralelcinin-onde-gideniydin-ataturkculuk-taslamadan-once-bir-daha-dusun,487595

Beki'nin bugün (11 Kasım 2017) yayımlanan yazısında yer alan ifadelere tepki gösteren Gülerce, 10 yıl önce kaleme aldığı yazıları Oda TV aracılığıyla paylaştı. Gülerce, şunları kaydetti:

“Akif Beki beni dönemin furyasına uymakla suçluyor. Oysa bunlardan benim biri 7 yıl diğeri 10 yıl önce Zaman'da yazdığım yazılarım. Bugün savunduğumu o gün de savunuyorum. Akif Beki'ye hodri meydan. Ben Atatürk konusundaki samimiyetimi ispat ediyorum. Kendisi de 10 yıl öncesinden bir Atatürk yazısını göstersin.”

Hüseyin Gülerce'nin 8 Şubat 2007'de Zaman gazetesinde yayımlanan yazısı şöyle:

T24
ETİKETLER
hüseyin gülerce akif beki fetÖ atatürk tayyip erdoğan akp

Akif Beki Sözcü davasında tanıklık yapan 4 yazarı topa tuttu: Yaftacıların rezilliği tescillendi!
10.11.2017



Karar gazetesi yazarı Akif Beki, isim vermeden Sözcü davasında tanıklık yapan Fuat Uğur, Cem Küçük,Hüseyin Gülerce ve Ersoy Dede'yi kıvırmakla suçladı.

Karar gazetesi yazarı Akif Beki, Sözcü davasında tanıklık yapan Fuat Uğur, Cem Küçük, Hüseyin Gülerce ve Ersoy Dede için "Mahkemede doğru söyleyip gazetede şaşanlar" tabirini kullandı.

Akif Beki, "savcılar artık bunlara güvenilip iddianame yazılmayacağını umarım anlamışlardır" dedi.

İşte Akif Beki'nin bugünkü yazısı:

'Sözcü davası çöktü’ dedikleri, aslında muhalifle teröristi bir tutan kafanın iflasıdır.

Elde başka delil olmayınca iddianamesini gazete kupürlerine dayandıran savcı, iddia sahiplerini mahkemede tanıklığa davet etmişti. Yani onlara, yenilmez yutulmaz ithamlarını ispat için bir fırsat tanımıştı.

Kendilerine tahsis edilen köşe ve ekranlardan pervasızca esip savuranlar, iş ciddiye binince çark etmesin mi!...

Sorumsuzca suçlarken aslan kesilenler, sıra iddialarını ispat sorumluluğunu üstlenmeye gelince tornistana kuvvet, pişkince kıvırmasın mı!...

Tanıkların dinlendiği Sözcü duruşması bir şeyi kanıtladıysa o da, önlerine geleni ‘hain’ diye hedef gösterenlerin sefaletidir. Yaftacıların rezilliği ve zavallılığı bir kez daha tescillendi.

“Sözcü FETÖ’yle işbirliği yaptı, üye olmadan örgütün amaçlarına hizmet etti, reklamlarını almak suretiyle FETÖ’nün yayın organı oldu, istediği manşetleri atarak FETÖ ağzıyla konuştu, Pensilvanya’yla kol kola girdi, iktidarı yıpratma kampanyasına alet olup ihanete yardım ve yataklık yaptı, seçilmiş hükümeti eleştirerek terörü sevindirdi” filan gibi argümanları dolaşıma sokan bendim sanki...

Öyle bir anaryaya aldılar, öyle keskin geri vitese taktılar ki; bu suçlamaları piyasaya süren ben miydim yoksa diye kendinizden utanırsınız.

SIVIŞAN SIVIŞANA
“Sözcü FETÖ’yle işbirliği yaptı denemez, komik bunlar, Allah’tan korkun” diyerek kendi kendini tekzip eden mi ararsınız...

“İçinde ikna edici somut bir kanıt göremedim, bu iddianame gerçek FETÖ davalarını sulandırır, örgüte yarar, yargıya ve FETÖ’yle mücadelenin inandırıcılığına daha fazla zarar vermeden bitirilmeli” diyerek kendi kendini çürüten mi...

Sözcü’ye FETÖ’cülük suçlamasını deli saçması gören mi...

“Muhalif çizgidedir ama FETÖ propagandası yaptığını söyleyemem” diyerek başına taş düşmüş gibi, oracıkta şıpın işi hakperest kesilip kenara çekilen mi...

“Elimde Sözcü’yü FETÖ’yle ilişkilendirecek bilgi ve belge yok” itirafıyla dün dediklerini bugün inkar eden, bol keseden salladığını resmen ikrar eden iftiracı mı ararsınız...

Bilmeseniz, yargılanan Sözcü değil de FETÖ’cülük suçlamasını kullanan istismarcılar zannedersiniz.

Karşıtlığı karalama, eleştiriyi kriminalize etme, itirazı düşmanlaştırma ve muhalifliği terörist gibi gösterme yöntemiyle hukuken hesaplaşılıyor diye bile düşünebilirsiniz.

Halbuki, bunu yapan kara propagandacılara hesap sorulduğu yok.

Değil kamuoyunu kasıtlı çarpıtmalarla aldatmak, gerçeği yalanlarla manipüle etmek ve itibarsızlaştırma kampanyalarıyla sağa sola saldırmaktan hesaba çekilmeleri, yargıyı yanıltıp fuzuli yere oyalamaları bile yanlarına kar kalıyor.

Ne oldu kurulan irtibatlara, iltisaklara, suç ortaklıklarına; ilk duruşmada duman oldu hepsi, sahipsiz kaldılar.

Davanın arkasında duracak sanılanlar, bir de hiç sıkılmadan kalkıp, Sözcü muhabirinin tahliyesine en çok sevinmiş gibi yapmıyorlar mı!..

“Gökmen Ulu gazetecilik refleksiyle haber yapmıştı, baştan tutuklanmamalıydı zaten, bu dava saçma” demiyorlar mı!..

Üstelik faturayı da dönüp iddianameye kesmiyorlar mı! “Bizim burada ne işimiz var; böyle zayıf, temelsiz, ipe sapa gelmez iddianamelerle dava açılmamalı” diye üste çıkmıyorlar mı!...

Umarım, bu tiplerin yaygaralarına güvenip iddianame yazılmayacağını, anlaması gerekenler de artık anlamıştır.

Etiketler
akif bekihüseyin gülercefuat uğurersoy dedesözcü gazetesitanıkcem küçükkarar gazetesiSözcü davası

MEDYARADAR

Gazeteci Ali Tarakçı'ya silahlı saldırı
20 Kasım 2017



Akit TV'de program yapan Ali Tarakçı, aracıyla seyir halindeyken tartıştığı başka bir araç sürücüsü tarafından vuruldu.
Gazeteci Ali Tarakçı'ya aracının içinde kimliği belirsiz bir kişi tarafından silahlı saldırı gerçekleştirildi. Olayda ayağından hafif şekilde yaralanan Tarakçı, çevredeki vatandaşların yardımıyla özel hastaneye kaldırıldı.

İddiaya göre, Tarakçı Esenyurt Barbaros Hayrettin Paşa Mahallesi'nde aracıyla seyir halindeyken bilinmeyen bir nedenle başka bir araç sürücüsüyle tartışmaya başladı. Tartışma sonrası araç sürücüsü, tabancasını çekerek Tarakçı'ya 3 yaşındaki oğlunun gözleri önünde kurşun yağdırdı. Olayda ayağından hafif şekilde yaralanan Tarakçı, çevredeki vatandaşların yardımıyla yakınlardaki bir özel hastaneye kaldırıldı. Polisin olayla ilgili incelemesi ise sürüyor.

'İKİ EL SİLAH SESİ DUYDUM, KANLAR İÇİNDEYDİ'

Duyduğu silah sesleri üzerine olay yerine gelen bir vatandaş, "Sabah odadaydım, silah sesini duydum dışarı çıktım. Adam vurulduğunu duydum, sonra olay yerine geldim kanlar içindeydi adam. İki el silah sesi duydum. Geldiğimde yaralı aracın içinde kafası koltuğa doğru yatıktı. Bayağı bir kan içindeydi. Ambulans geldi, sonra hastaneye götürdüler" dedi.

ALİ TARAKÇI KİMDİR?

1964 Sinop doğumlu olan Ali Tarakçı'nın kendi sitesinde yer alan bilgiler şöyle:

1980 darbesinden sonra, aranırken 4 Kasım tarihinde yakalandı. 46 günlük gözaltından sonra, bir yıla yakın tutuklu kaldı. Yargılandığı davadan beraat etti.

TKP ve TBKP yöneticiliği yapan Ali Tarakçı, daha sonra Yeni Demokrasi Hareketi (YDH) kurucuları arasında yer alarak, Avcılar İlçesi, İstanbul İl Yöneticiliği ve MYK Üyeliği yaptı.

YDH’nın feshi Barış Partisi’yle birleşmesinin ardından İstanbul İl Yöneticiliği, 1998 yılında MYK Üyeliği ve Genel Başkan Yardımcılığı görevlerinde bulundu.

Halen Akit TV’de tartışma programı yapıyor."

Evrensel

AKP'nin medya tetikçisi Rasim Ozan Kütahyalı Boşnak halkına çpk ağır hakaretler edince Beyaz TV’den kovuldu
20 Kasım 2017



İktidar yanlısı Beyaz TV, Boşnaklarlarla ilgili hakaret içeren sözleri sarfeden Rasim Ozan Kütahyalı ile yollarını ayırdı. Kütahyalı, Beyaz Futbol ve Derin Futbol programlarında artık yer almayacak.

Geçtiğimiz gün Beyaz Futbol'da yayınlanan programda Rasim Ozan Kütahyalı'nın Boşnak halkı üzerinden ağır ithamlar içeren sözleri tepki toplamış ve Boşnaklar Beyaz TV önünde Kütahyalı’yı protesto etmişti

Gelen yoğun tepkiler üzerine kanal içerisinde alınan karar üzerine Rasim Ozan ile yolların ayrıldığı resmen açıklandı.

Ertem Şener program başlangıcından şu açıklamalarda bulundu:

"Bu akşam kanal yönetimimizle aldığımız karar doğrultusunda, bugünden itibaren Rasim Ozan Kütahyalı ile yollarımızı ayırdık. Tüm coğrafya ve tüm dünyadaki tüm Boşnak kardeşlerimizden özür diliyoruz. Rasim Ozan Kütahyalı artık bizimle olmayacak."

Rasim Ozan Kütahyalı'ya Cumhurbaşkanlığı'ndan tepki: 'Savcıları göreve çağırıyorum'

Rasim Ozan Kütahyalı'nın Boşnaklara ilişkin belden aşağı sözlerine karşı Boşnak ve Balkan dernekleri harekete geçti. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın başdanışmanı eski milli Basketbolcu Hidayet Türkoğlu da sosyal medya hesabından Kütahyalı’ya sert çıktı ve savcıları göreve çağırdı.
Beyaz TV'de yayınlanan "Beyaz Futbol" programında, dün gece Sabah gazetesi yazarı Rasim Ozan Kütahyalı kendisine yapılan şakayı "Kusturmalı Boşnak Saksosu" diyerek niteledi. Kütahyalı'nın belden aşağı sözlerine tepki yağdı.

Sputnik'in haberine göre; Balkan ve Boşnak dernekleri konuyla ilgili açıklama yaptı. 13 derneğin "Ortak kamuoyu duyurusudur!" diyerek yaptığı açıklamada, "Kütahyalı'nın sarf ettiği bu sözler, kelimenin tam anlamıyla, belden aşağı, terbiyesizce, dini ve milli geleneklerimize uymayan sözcükler olmasının yanında, aynı zamanda ırkçı, aşağılayıcı, küçümseyici, tahrik edici, nefret ve hakaret içerikli sözlerdir" ifadeleri kullanıldı.

Rasim Ozan Kütahyalı hakkında hukuki işlem başlatacaklarını açıklayan dernekler, Beyaz TV ile Beyaz Futbol programını yapan ekibi kınadılar.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın başdanışmanı eski milli Basketbolcu Hidayet Türkoğlu da sosyal medya hesabından, Rasim Ozan Kütahyalı'ya çok sert çıktı ve savcıları göreve çağırdı.

MHP milletvekili Saffet Sancaklı, Rasim Ozan Kütahyalı'nın tepki çeken sözlerinin ardından Beyaz TV'nin sahibi Osman Gökçek'i arayarak Kütahyalı'nın ekrandan alınmasını istediği iddia edildi.
Sancaklı "Şerefsiz oğlu şerefsiz. Böyle insanların artık toplum dışına çıkarılması lazım. Bu işin peşini bırakmayacağım" sözleriyle tepkisini dile getirdi.

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, grup toplantısında isim vermeden Rasim Ozan Kütahyalı'yı da sert bir dille eleştirdi

Kemal Kılıçdaroğlu, grup toplantısında isim vermeden Rasim Ozan Kütahyalı'yı da sert bir dille eleştirdi: éBunların bir de yandaşları var kanal kanal gezerler. Şu CHP var ya CHP...Kılıçdaroğlu doğmadan bilmem ne olmuş. E ne yapayım? Geçenlerde birisi göçmenler için çok ağır bir ifade kullandı.(Rasim Ozan Kütahyalı) Bütün göçmenleri derinden yaraladı. Ortak bir duyuru hazırladılar. Ben buradan ister Türkiye'de ister Bosna'da olsun Yunanistan'da olsun bütün göçmen kardeşlerime selam sevgi ve dostluklarımız gönderiyorum. Sonuna kadar sizin yanınızdayız diyorum. ve onlara Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün bir sözüyle seslenmek istiyorum; Muhacir diye küçümsenenler tarihin yazdığı savaşta en geriye kalanlar, kendilerini feda edenler düşman karşısında kaçmak nedir bilmeyenlerdir. Muhacirler milli hatıralardır."

Rasim Ozan Kütahyalı, Sabah’tan da kovuldu

Beyaz TV'deki spor programında Boşnak vatandaşlara yönelik tepki çeken sözlerinin ardından kanaldan kovulan Rasim Ozan Kütahyalı'nın, köşe yazarlığı yaptığı Sabah gazetesindeki işine de son verildi. Sanica Boru, Beyaz Futbol ve Derin Futbol'un sponsorluğundan çekildiğini duyururken, RTÜK de 19 Kasım'da yayınlanan programı görüşmek üzere toplanacak.

Beyaz TV'de yayınlanan Derin Futbol programında Boşnak halkı için skandal sözler sarf eden Rasim Ozan Kütahyalı, kanaldan kovulmasının ardından köşe yazarlığı yaptığı Sabah gazetesinden de kovuldu.
Gerçek Gündem'in haberine göre, yaşanan gelişmeler nedeniyle Kütahyalı'nın Sabah gazetesindeki köşe yazılarına da son verildiği öğrenildi.

Bu arada RTÜK'ün de bu haftaki toplantısında Kütahyalı'nın Boşnak vatandaşlara yönelik tepki çeken sözlerinin yer aldığı yayını görüşmek üzere toplanacağı kaydedildi.

Öte yandan Beyaz Futbol ve Derin Futbol'un sponsoru Sanica Boru'dan da 'sponsorluğun bırakıldığı' açıklaması geldi.

‘HALKIMIZIN HASSASİYETLERİNE DUYARLIYIZ’

Açıklamada şöyle denildi: 'Kamuoyuna duyurumuzdur; Halkımızın hassasiyetlerine duyarlıyız. 21.11.2017 tarihi itibariyle, Beyaz Futbol ve Derin Futbol programlarındaki sponsorluklarımızdan çekildiğimizi belirtiriz.'

Kütahyalı'nın 19 Kasım'da Beyaz TV'de yayımlanan Beyaz Futbol programında Boşnak vatandaşlara yönelik sözleri toplumda geniş tepkilere neden olmuştu. Boşnak vatandaşlar sosyal medyada tepkisini dile getirirken, Balkan ve Boşnak dernekleri de yaptıkları açıklamayla Kütahyalı'yı kınamıştı.

Ana Haber

Eski LDP Genel Başkanı Cem Toker: Sandıkta nal toplamamızın nedeni ROK ve eşi Nagehan'dır
16.11.2017

Liberal Demokrat Parti'nin (LDP) eski Genel Başkanı Cem Toker, seçimlerde düşük oy almalarının sebebinin Sabah yazarı Rasim Ozan Kütahyalı ve eşi Habertürk yazarı Nagehan Alçı olduğunu söyledi.

Sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımda, Kütahyalı ve Alçı’nın kendilerini 'liberal' olarak tanıtmalarını eleştiren Cem Toker, “Aziz Yıldırım ne kadar Galatasaraylı ise, bu arkadaşlar da o kadar liberaldir” diyerek tepki gösterdi.
Toker mesajının son bölümünde de Alçı ve Kütahyalı’ya istedikleri kanalda istedikleri gün bu konuyu tartışabileceğini ifade etti.
Sputnik

Yandaşlardan hızlı satış: Rasim Ozan'ın kirli çamaşırlarını çıkarıyorlar
21-11-2017




Beyaz TV’de yayınlanan ‘Beyaz Futbol’ programında sarf ettiği sözler nedeniyle tepki çeken Rasim Ozan Kütahyalı'yı yol arkadaşları olan yandaş yazarlar da sattı.

Yandaş yazar Rasim Ozan Kütahyalı, Beyaz TV’de yayınlanan ‘Beyaz Futbol’ programında Boşnaklara ilişkin kullandığı cinsiyetçi ve ırkçı ifadeler nedeniyle büyük tepki çekti.



Gelen tepkinin ardından Kütahyalı, Beyaz TV'den ve Sabah gazetesinden kovulurken, bazı yandaş yazarlar da Kütahyalı'nın kirli çamaşırlarını ortaya çıkarmaya başladı.

Yandaş yazar Ömer Turan, sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımda, Kütahyalı'ya Reza Zarrab'dan para alıp almadığını sordu. Bir diğer yandaş yazar Fatih Tezcan ise, "Rasim Ozan gibi kişiler bu davaya en büyük zarar verenlerdir" dedi.
İleri Haber

Yılmaz Özdil: Rasim Ozan Kütahyalı kepazeliği, sonuçtur; sebebi başka yerde aramak gerek
22 Kasım 2017



"Akp'den itibaren size gazeteci diye sunulanların, yüzde 99'unun gazetecilikle alakası yoktur"

Sözcü gazetesi yazarı Yılmaz Özdil, Rasim Ozan Kütahyalı'nın Beyaz TV'de yayınlanan Derin Futbol programında "Kusturmalı Boşnak saksosu" ifadelerine yönelik, "Rasim Ozan Kütahyalı kepazeliği, sonuçtur; sebebi başka yerde aramak gerek" dedi.

Yılmaz Özdil'in Sözcü'deki yazısı ( 22 Kasım 2017) şöyle:

“Parlamentoda bir dakika oturun, bir saat gibi gelir, güzel bir kadınla bir saat siyaset konuşun, bir dakika gibi gelir, izafiyet teorisi işte budur” demiş Albert Einstein.

*

Şahane laf değil mi?

*

Maalesef size kötü bir haberim var.
Einstein'ın böyle bir lafı yok!
Ben uydurdum.

*

Eminim, uydurduğumu söylemeseydim inananlar olurdu. Hatta bu lafı anında twitter'dan filan postalayıp, başkalarına satmaya kalkanlar bile çıkardı. Hep böyleyiz çünkü… Adamın biri imzasıyla fotoğrafıyla gazetede köşe yazıyorsa, televizyonda ahkam kesiyorsa, üstelik, ettiği lafları ünlü kişilerin isimlerini ilave ederek süslüyorsa, gazeteci sanıyoruz, söylediklerini doğru kabul ediyoruz.

*

Halbuki…
Türkiye'de üç işi canı çeken herkes yapabilir.
Müteahhitlik.
Siyasetçilik.
Gazetecilik.

*

Eğitim istemez.
Nitelik istemez.

*

Türkiye'de 141 bin hekim var mesela…
315 bin müteahhit var!
Doktor başına 500 hasta düşüyor.
Müteahhit başına 2 doktor düşüyor.

*

İşe hademe alırken bile savcılıktan temiz kağıdı isteniyor ama, silahlı terör örgütü mensubunu TBMM'ye milletvekili almışlar, kimdir diye soran olmamış.

*

Yoldan geçen tekstilciyi çevirip, gel şu böbrek naklini yapıver diye ameliyathane sokamazsın. Kuyumcuyu kolundan tutup, gel sevabına şu kararı veriver diye, en yakın adliyedeki hakim koltuğuna oturtamazsın. Turizmci, jeofizik bilmez. Tavernacı, statik hesabından anlamaz. Mankeni bilirkişi yapıp, anayasa hukuku üzerine görüş isteyemezsin. Ama… Bunların hepsi gazeteci olabiliyor bu ülkede.

*

“Gazeteci olunmaz, gazeteci doğulur” palavrası da burdan çıkmıştır zaten… Hiçbir bilimsel kritere dayanmadığı için, ana rahmine dayandırılır.

*

Rasim Ozan Kütahyalı kepazeliği, sonuçtur.
Sebebi başka yerde aramak gerekir.
Akp'den itibaren size gazeteci diye sunulanların, köşe yazarı diye sunulanların yüzde 99'unun gazetecilikle alakası yoktur.

*

Peki nasıl ayırtedeceğiz derseniz?
Evrensel tek kural vardır.
Gazeteci…
Sıradan insanların bekçi köpeğidir.

*

Bakacaksınız kardeşim…
Sıradan insanların bekçi köpeği midir?
Sahibinin emriyle sıradan insanlara saldıran kudurmuş köpek midir?

T24
ETİKETLER
rasim ozan kütahyalı yılmaz Özdil

Kütahya Barosu'ndan Kütahyalı hakkında suç duyurusu
22-11-2017

Kütahya Barosu, yandaş kanalda Boşnaklara yönelik kullandığı çirkin ifadeyle tepki çeken Rasim Ozan Kütahyalı hakkında suç duyurusunda bulundu.

Yandaş Beyaz TV'de katıldığı programda Boşnaklara yönelik çirkin ifadeler kullanan yandaş yazar Rasim Ozan Kütahyalı'ya yönelik tepkiler dinmiyor.

'KÜTAHYA İLE BİR İLGİSİ YOK'

Kütahya Baro Başkanı Ahmet Atam, Rasim Ozan Kütahyalı hakkında suç duyurusunda bulundu. Konuya ilişkin açıklamada bulunan Atam şunları söyledi:

Bir televizyon kanalında sarf ettiği dini ve milli geleneklerimize uymayan, belden aşağı, yakışıksız ve aynı zamanda Boşnakları hedef alan ırkçı, aşağılayıcı, tahrik edici, nefret ve hakaret içerikli sözler sarf eden Rasim Ozan Kütahyalı’yı kınıyoruz. Sadece soyadı Kütahyalı olup; aslında Kütahya’yla da hiçbir ilgi ve alakası bulunmayan Rasim Ozan Kütahyalı isimli şahıs hakkında Kütahya baro başkanlığı olarak suç duyurusunda bulunduk.
İleri Haber

"Rasim Ozan Kütahyalı ve Nagehan Alçı, Bank Asya kredisini ödüyor mu?"
24 Kasım 2017



"Kütahyalı çifti siz ayda ne kadar para kazanıyorsunuz da bu krediyi ödeyebiliyorsunuz?"

CHP Çanakkale Milletvekili Muharrem Erkek, Başbakan Binali Yıldırım’ın yanıtlaması istemiyle TBMM’ye soru önergesi verdi. Erkek, Rasim Ozan Kütahyalı-Nagehan Alçı çiftinin Bank Asya'dan aldıkları krediyi geri ödeyip ödemediklerini sordu.

Canlı yayındaki Boşnaklara yönelik sözleri nedeniyle Beyaz TV'den kovulan Rasim Ozan Kütahyalı ile ilgili tartışma sürüyor.

“Aylık ödemeleri dahi yüz binlerce lira tutan krediyle çok lüks bir villa satın aldıkları da yine kendilerince kabul edilmiştir” diyen CHP Milletvekili Muharrem Erkek açıklamasını şöyle sürdürdü:

“Kamuoyunda bu gibi isimlerin FETÖ ile ilişkisine rağmen herhangi bir yaptırıma uğramaması hakkında ileri sürülenler; çok yüksek miktarlarda alınan kredilere ve bunların nasıl ödendiğine dair iddia edilenler, FETÖ ile ilişkisi olmamasına rağmen süreçte mağduriyet yaşayanlar tarafından da tepkiyle karşılanmakta ve kafalarda soru işaretleri doğurmaktadır.”

Yıldırım'a 2 soru

CHP’li Muharrem Erkek, Başbakan Binali Yıldırım’a şu iki soruyu yöneltti:

1. Bank Asya’nın borç ve alacaklarını devralan kamu kurumu olduğu düşünüldüğünde; kredi ve/veya kredi kartı borçlarının ne kadarı geri ödenmiştir? Borcu olanlardan kaçı firari ya da tutuklu konumundadır? Bunların borçları için ne gibi bir işlem yapılmaktadır? Borçlarını ödeyemeyenlerin sayısı kaçtır?

2. Irkçı, ülkemizde yaşayan her kesimin tepkisini çeken açıklamalara imza atan Rasim Ozan Kütahyalı’nın aldığı kredi ve bunun aylık ödemeleri ne kadardır? Bu kredi kaç yıllık çekilmiştir? Bunun ne kadarı geri ödenmiştir? Bank Asya ile mali ilişkileri, FETÖ kumpaslarına desteği, o dönemki kimi belgelerin yargı organlarından önce sızdırılarak taraflarınca açıklanması gibi şeyler düşünüldüğünde bu kişiyle ilgili herhangi bir adli süreç yürütülmekte midir?

"Gelin biz hesaplayalım"

CHP Milletvekili Muharrem Erkek, Başbakan Binali Yıldırım’a kritik soruları yöneltti, ancak gelin biz de kendimizce bir hesap yapalım.

FETÖ’cü bankadan alınan kredinin anlamı, belki de daha net ortaya çıkacak.

Kütahyalı çiftinin 2013 yılında 5 milyon dolar kredi aldığını Odatv gündeme getirmişti.

5 yılda aylık ödeme 159 bin lira

Elbette mümkün değil ama hiç faizi olmadığını ve 5 yıllık ödeme planı çıkarıldığını düşünsek; yılda 1 milyon dolar geri ödemesi lazım. Bu da ayda yaklaşık 84 bin dolar demek. Türk lirası olarak da hesaplayalım. 2013 yılında dolar kurunun ortalaması 1.90 TL. Mümkün değil ama dolar kurunun sabitlense bile aylık ödeme yaklaşık 159 bin TL yapıyor.

10 yılda aylık ödeme 80 bin lira

Peki, vadeyi Kütahyalı çifti için biraz daha uzatalım.

10 yıl süreyle ödeme planı çıkarıldığını ve yine faize tabi tutulmadığını düşünelim. Dolar kurunu da sabit tutalım! Bu da ayda yaklaşık 41 bin dolar ediyor. Türk lirası olarak düşündüğümüzde de yaklaşık 80 bin TL demek.

Bize son olarak şu soruyu sormak kalıyor:

Kütahyalı çifti siz ayda ne kadar para kazanıyorsunuz da bu krediyi ödeyebiliyorsunuz?

Ya da siz bu krediyi ödüyor musunuz?

T24
ETİKETLER
alçı kredi haber açıklama

"Rasim Ozan Kütahyalı'yı defalarca bu tür durumlardan kurtardım, kendisine küçük bir uyarım olacak..."
24 Kasım 2017

Beyaz Futbol yorumcusu Rasim Ozan Kütahyalı'nın söylediği 'Kusturmalı Boşnak Saksosu' sözlerine tepki devam ediyor. Sözcü yazarı Can Ataklı, "Zamanında program yaptığım ve defalarca bu tür durumlardan kurtardığım için kendisine bir büyüğü olarak küçük bir uyarım olacak. Kendi aklı mı yoksa biri mi etkiliyor bilmiyorum ama Rasim Ozan içine düştüğü durumdan Tayyip Erdoğan yalakalığı ve Bosna güzellemeleri ile kurtulamaz" dedi.

Ataklı'nın "İsteseniz de istemeseniz de" başlığıyla (24 Kasım 2017) yayımlanan yazısının ilgili bölümü şöyle:

Son günlerin en “talihsizi!” Rasim Ozan Kütahyalı. İktidara sırtını dayamanın verdiği rahatlık ve şımarıklıkla ekranda istediğine istediğini söyleyebileceğine inanan ve bu hafta başına kadar da bunu fütursuzca yapan Kütahyalı söylediği bir cümle yüzünden elindeki bütün avantajı kaybetti. Hem Beyaz TV'den hem de galiba Sabah gazetesinden çıkarıldı. Muhtemelen çok canı sıkkındır bu çocuğun. Ve yine muhtemelen çok da korkuyordur. Ama zamanında program yaptığım ve defalarca bu tür durumlardan kurtardığım için kendisine bir büyüğü olarak küçük bir uyarım olacak. Kendi aklı mı yoksa biri mi etkiliyor bilmiyorum ama Rasim Ozan içine düştüğü durumdan Tayyip Erdoğan yalakalığı ve Bosna güzellemeleri ile kurtulamaz. Hele canlı yayında ağzından çıkan inanılmaz cümleden sonra “tıpkı Erdoğan gibi linç edildiğini” söylemek akla ziyan bir şey. “Şimdi birlik zamanıdır. Bu ABD saldırısında hedef AK Parti ve Erdoğan değil hedef Türkiye'dir. Hedef tüm Türkiye pasaportlarıdır” demekle kurtulmaz daha da batar. Rasim Ozan içine düştüğü durumdan kurtulmak için çırpınıyor ve Twitter üzerinden kendini güya savunuyor. Ama şu cümleyi kim ciddiye alır Allahaşkına; “Aralık ayında Türkiye'ye cehennemi yaşatmak isteyecekler. Hepimiz şu an buna odaklanmalıyız. Recep Tayyip Erdoğan'ın etrafında millet olarak kenetlenmek zorundayız. Erdoğan'ın nezdinde Türkiye'yi linç etmek istiyorlar. Ben ülkemi ve Erdoğan'ı karşılıksız seviyorum. Şahsi durumum hiç önemli değil. Linç de etseler, öldürmeye de kalksalar Erdoğan'ın yanındayım. Şu an Erdoğan'ı savunmak ülkemizi savunmaktır. Benim en iyi bildiğim iş ölümüne savaşmaktır. Büyük saldırı yaklaşıyor ve ölümüne savaşacağız.” Rasim Ozan Boşnakların yumuşayacağını düşünerek Aliya İzzetbegoviç'ten “Bilge kral” diye söz ediyor. Artık şaşkınlıktan mı “Benim hayatımda en çok gittiğim dış şehir Sarayova'dır” diyor. Evladım orası Saraybosna, önce öğren. Çok gitmişsin, yemekler yemişsin ama kentin Türkçe adını bile öğrenememişsin. Kaş yapayım derken göz çıkarmak denir buna. Eski bir program ortağı ve büyüğü olarak diyorum ki; “Rasim, önce bir sakin ol, kenarda dur. Erdoğan yalakalığı ile AKP'lilerin arkana geçeceğini düşünüyor olabilirsin ama o da akılsız değil ki, kamuoyunun sana olan öfkesini bildiği için ‘Benim arkama sığınmak yok öyle, bana da zarar vereceksin' diyerek elinin tersiyle seni öyle bir iter ki bu ülkedeyaşayamaz hale gelirsin. Ölümüne savaştığın o kişinin bunu hiç çekinmedenyapacağını herhalde biliyorsun. Bence biraz sus, kendini unuttur bence. Onca program yapmış olmamızın hatırına sana bir iyiliğim olsun bu.”

T24
ETİKETLER
rasim ozan kütahyalı uyardım can ataklı sözcü

Cuma Hikmet: Ahmet Hakan bunca yıl sonra kime MEL'UN dedi
01 Aralık 2017

ABD'de itirafçı olan ve rüşvet itiraflarında 2. günü geride bırakan Rıza Sarraf rezaletin 3. gününe hazırlanıyor. Sadece Türkiye değil dünyada büyük yankılar uyandıran "Sarraf'ın itirafları" konusunda, yabancı basında yapılan değerlendirmelerin çoğu AKP'ye yönelik ağır eleştiriler şeklinde gelişti. Türk medyası ve yazarları ise ABD Mahkemesinden daha önce  Türk medyasında, sosyal medyada günlerce yayınlanan ses kayıtlarını sanki ilk kez duymuş gibi yaparak köşelerinden artık yutkunmakta güçlük çeken vatandaşa şirin görünme gayretine girdiler. Tabi bunu yaparken de cinliği elden bırakmıyorlar

KORKUNUN TÜRKİYE'DE HALA ECELE FAYDASI VAR

Korkunun Türkiye'de hala ecele faydası var anlayacağınız. Hükümet kanadı yazarları daha 1 yıl önce göklere çıkardıkları hayır sever Rızalarının " Canını cehenneme" yollarken, sözde merkez medyanın yazarları ise yine Erdoğan'ı kızdırmadan " ne yazarım da hem vatandaşa yaranırım hemde patronun pozisyonunu korurum" cinliğinde. 

ALTAYLI'NIN FORMÜLÜ

Dün Habertürk'ün köşe yazarı Fatih Altaylı, Sarraf'ın itiraflarının Türkiye'ye vereceği zararı ballandıra, ballandıra büyütürken, Erdoğan'a kızıp bu gelişmeye sevinmenin yanlış olması gerektiğini öğütlemişti. BU pozisyon bu güne kadar Erdoğan'ı şu veya bu şekilde destekleyen hemen herkesin pozisyonu oldu. 

ÇALDILAR AMA İHRACAT YAPTILAR

Kısaca, bu kesimin bakış açısı şöyle şekilleniyor." Rıza Sarraf'ın rüşvet iddialarını görmezden gelelim, bunlar ülkemize ticari kazanç sağlarken olağan şeylerdir.  Adamlar rüşvet aldıysa bile İran ile büyük ticaret gerçekleştirip ülke ekonomisine büyük katkı sağladılar" demek istiyorlar. Bir çeşit " Çalıyorlar ama yapıyorlar" söyleminin Rıza Sarraf rezaleti versiyonu. İşte AKP ve destekçisi medyanın özetle olaya bakış açısı budur. İşin izahında birde kurnaz olanlar var. 

"HAYIRLI CUMALAR" 

Artık Türkiye'de yaşanan her türden yolsuzluk, hırsızlık, adam kayırma,devlet soyma olayı ardından " Hayırlı Cumalar" ile başlayıp dini bütün insanları " Bakara" ile " Makaraya "bağlama cinliği hemen her türden uyanığın formülü halinde. Sözü Ahmet Hakan'ın Hürriyet'te köşesine bu gün eklediği yazısına getirmek istiyorum .

GENELDE EĞRİ OTURUP DOĞRUYU YAZAR AMA DÖVERLERSE TIRSAR

Aslında ben Ahmet Hakan'ı severim. Bir kere oturmuş yemek yemişiz. Çoğunlukla eğri oturup doğru konuşmasını bilir lakin, oda Rıza Sarraf'ı lanetlerken ""Hadisi Şerif "cinliğine başvurmuş. Tamam Popisini abdestine ,namazına borçlu ama rüşvetçiye,soyguncuya,devlet, millet düşmanına "Rüşvetçi" demek için "Hadisi şerife " ne ihtiyaç var ey Hakan.Milletin skandallar rezaletler gündemine yetişmesi için bu günlerde çok az vakti oluyor. En iyisi uzatmayayım. Sözü Rıza Sarraf ile Zafer Çağlayan'a rüşvetçi demek için ABD Mahkemesini bekleyen yetmeyip, "Hadisi Şerif" takiyesine sığınan Ahmet Hakan'a bırakalım.

İŞTE O YAZISI

“MEL’UN” ne demek?“Lanetlenmiş” demek.Rüşvetle ilgili bir hadiste geçer “mel’un” kelimesi...*Şöyle diyor hadis:“Rüşvet alan da, veren de mel’undur.”*
“Mel’un Reza”, ağzını açınca “Rüşvet verdim” diyor, kapatınca “Rüşvet verdim” diyor.
Herif o kadar rüşvetçi ki...
Amerikan hapishanesindeki gardiyanları bile rüşvet manyağı yapmış.*Leblebi çekirdek gibi verdiği rüşvetin en babasını ise...
Dönemin Ekonomiden Sorumlu Bakanı Zafer Çağlayan’a vermiş.
Zafer Çağlayan’a verdiği rüşvetin miktarına dikkat:45-50 milyon Euro!
*Şimdi temel soru şu:
“VAY mel’un vay” derken muhatabımız kimdir?- Reza mı?- Zafer mi?
*Ben bu konuda hadisişerife uymayı tercih ediyorum.Bu nedenle...“
İkisi de... İkisi de...” diyorum ve sahneden çekiliyorum.
Vay mel’un vay
Yazı burada bitmiyor devamı var ama daha şimdiden Ahmet Hakan'ı "korkusunu bastırmış rüşvetçiye, soyguncuya,hırsıza,arsıza,din bezirganına ve bu işi siyaset haline gitirmiş herkese karşı kılıcını çekmiş savaşa girmiş" gibi algıladınız değil mi? 

Haber Fedai
AHMET HAKAN'IN YAZISININ DEVAMI İÇİN TIKLAYINIZ: http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/ahmet-hakan/vay-melun-vay-40663927

Fikri Akyüz: Hakan Fidan'ı savunduğum için TRT'den, Rasim Ozan Kütahyalı'yı eleştirdiğim için Takvim'den atıldım
02 Aralık 2017



"Ben yandaş birisiyim, evet, ama yalaka değilim"

Gazeteci Fikri Akyüz, AKP'ye yakın bazı gazete ve televizyonların kendisine ambargo uyguladığını ileri sürdü. "Yandaş biri olduğunu, ancak yalakalık yapmadığını" söyleyen Akyüz, MİT Müsteşarı Hakan Fidan'ı gözaltına alma girişimine karşı çıktığı için TRT ekranlarına bir daha çıkamadığını iddia etti. Akyüz, sözlerinin devamında Takvim'den de Rasim Ozan Kütahyalı'yı eleştirdiği için kovulduğunu savundu.

KRT'de Çağlar Cilara'ya konuşan Fikri Akyüz, uzun yıllar sonra ilk kez bir programa konuk olarak çağrıldığını belirtti. Akyüz, şunları söyledi:

"Ben yandaş birisiyim evet. Ben yalaka değilim, ben yanaşma değilim. Hakiki yandaş, yalakalıktan uzak durur ve yanaşmalara iltifat etmez. Yandaş derken, benim bir fikrim var, düşünce yapım var. Son 10 yılda medyada yer aldım. 10 yıl boyunca savunduğum bir takım değerler var, 367'yi bangır bangır eleştirmişim, parti kapatmayı bangır bangır eleştirmişim, 27 Nisan muhtırasını ertesi gün tank gelecek korkusu varken eleştirmişim. Ak Parti'de bir takım gazeteler bana ambargo koydu diye ben bu fikirlerimden vazgeçip, CHP'ye, MHP'ye, HDP'ye mi yanaşmam lazım."

T24
ETİKETLER
fikri akyüz rasim ozan kütahyalı hakan fidan

‘Reisçi’ gazeteci Ömer Turan, Alçı ve Kütahyalı’ya sordu: Sarraf’tan para aldınız mı?
02/12/2017



Kendisini ‘Reisçi’ diye tanımlayan ve komplo teorisi içeren tweet’leriyle fenomen haline gelen ‘gazeteci’ Ömer Turan, gazeteci çift Nagehan Alçı ve Rasim Ozan Kütahyalı’nın, dolandırıcılıktan tutuklu Rıza Sarraf’tan para aldığını öne sürdü.

Twitter hesabından beş soru yönelten Turan’a göre Sarraf İstanbul’da FBI yetkilileriyle görüşmüş ve Kütahyalı’nın bundan haberi var.

Reklam

Çiftin Çengelköy’deki evleri için Bank Asya’dan kredi aldığı ortaya çıkmış, Alçı bu durumu, “2013 Mart’ında aldığımız kredi, o zaman ne 17-25 Aralık olmuş, ne böyle bir yapı olduğu ortaya çıkmış” diye savunmuştu.

Beş soru

Turan’ın soruları şöyle: “Sayın Rasim Ozan Kütahyalı, siz ve eşiniz Nagehan Elçi Zarrab’tan şöförünüz eliyle ayrı ayrı 250 bin avro aldınız mı? Şoförünüz bu paraları Odeo Bank ve Bankasya’daki hesaplara yatırdı mı?”

“Sayın Rasim Ozan Kütahyalı, Aydın Doğan adına görüşmeler yaptınız mı? Aydın Doğan ile Erdoğan’ın arasını düzeltmek için Aydın Doğan adına lobicilik yaptınız mı? Bu çalışma için, Aydın Doğan’dan siz yada eşiniz para aldı mı?”

“Sayın Nagehan Alçı, Aydın Doğan’la beraber yurt dışına çıkıp Aydın Doğan için iş görüşmelerinde tercümanlık yaptınız mı? Siz ve eşinizin Doğan ailesine olan yakınlığını sayın Cumhurbaşkanımız ve çevresi biliyor mu?”

“Sayın Rasim Ozan Kütahyalı, Bankasya’dan kredi aldınız mı? Aldıysanız kaç milyon lira aldınız? Bu krediyi daha sonra ödediniz mi? Bankasya kapandıktan sonra.”

Sayın Rasim Ozan Kütahyalı, Zarrab İstanbul’da FBI ile iki defa görüşüp sonra itirafçı olmuştu. Sizin bu görüşmelerden haberiniz var mıydı?”
Diken

Yandaş yazar Ömer Turan'dan ilginç iddia: Zarrab’ın ABD’ye Acun Ilıcalı’nın uçağı ile gitti
07 Aralık 2017



Haber Fedai'nin haberine göre; Yandaş kanallardaki çıkışları ve Twitter’daki iddialarıyla tanınan yandaş yazar Ömer Turan yeni bir iddia daha ortaya attı.

AKP’li yazar Ömer Turan, sosyal medyada yaptığı paylaşımda Zarrab’ın ABD’ye Acun Ilıcalı’nın uçağı ile gittiğini öne sürdü.

Turan ilk attığı tweet’te, “Zarrab ABD’ye Acun Ilıcalı’nın özel uçağı ile gitmiş.” diye yazdı. Turan daha sonra “ŞOK ŞOK ŞOK, Zarrabı ABD’ye Acun Ilıcalı kaçırmış. Özel uçağı ile kaçırmış.” diye yazdı.

Turan daha sonra Acun Ilıcalı’ya sorulara sorarak “Sayın Acun Ilıcalı Zarrap ile yakın Dost musunuz? Karşılıklı özel uçakların hızı kullanacak kadar yakın Dost musunuz? Aile dostu olacak kadar yakın mısınız? Zarrab’ın eşi Ebru Gündeş’in sizin programlarınızda yer almasın da sizin bu dostluğunuzun rolü oldu mu?” şeklinde tweet attı.

Yandaş yazar, “Zarrab’ın ABDye Acun Ilıca’nın özel uçağı ile kaçtığı iddiasını dile getirebilecek Mahalle medyasında bir babayiğit yok mu? Bir basit soru sorabilmek bu kadar mı zor? Bunu Deşifre etmek de mi bize düştü!? Nerede milyar dolarlık mahalle medyası” diye yazarak tepki gösterdi.

Ana Haber
Etiketler : ömer turan, Reza Zarrab, Acun

Aydın Doğan: Sabah'ta aldığı aylık maaş üzerine artı 5 bin TL fazla veririm"
8 Aralık 2017



"Hande Fırat'ın düğününde Rasim Ozan Kütahyalı'nın Hürriyet'e transferi konuşuldu"

Sözcü yazarı Can Ataklı, Hürriyet gazetesi Ankara Temsilcisi Hande Fırat'ın önceki gün akşam yapılan düğününde, Beyaz TV'deki futbol yorumculuğundan "Kusturmalı Boşnak saksosu" sözleri nedeniyle kovulan Rasim Ozan Kütahyalı'nın Hürriyet'e transferinin konuşulduğunu iddia etti.
Can Ataklı, "Aydın Doğan Nagehan Alçı'ya 'Kocanı Hürriyet'e alırım ama Turgay'ın sana verdiği gibi büyük transfer ücreti vermem. Zaten durum ortada" dediğini öne sürdü.
Ataklı'nın "Mavi Marmara’daki “Kudüs” nedir?" başlığıyla (7 Aralık 2017) yayımlanan yazısının ilgili bölümü şöyle:
Şimdi yazacaklarımın bir bölümü herkesin bildiği doğrular. Bir bölümü sadece Doğan Medya Ankara çalışanlarının bildikleri. Üçüncü bölüm ise tam dedikodu. Gerçi dedikodu olmasına dedikodu ama temelsiz de değil. Önce herkesinbildiği gerçekten başlayayım.
Doğan Holding uçağında Ciner'den sürpriz isim
Doğan Medya Grubu'nun sahibi Aydın Doğan önceki akşam Hande Fırat'ın düğünü için Ankara'ya özel uçağı ile geldi. Uçağın Aydın Doğan dışında üç yolcusu daha vardı. Biri Aydın Doğan'ın kızı Vuslat Doğan. Diğeri eski İçişleri ve Adalet Bakanlarından Mehmet Ağar ve diğeri de Habertürk yazarı Nagehan Alçı.
Bu haber dünkü internet sitelerinde vardı. Gelelim Doğan Medya Ankara çalışanlarının bildiği bölüme. Aydın Doğan'ıhavaalanında karşılayanlar uçaktan Nagehan Alçı'nın da indiğini görünce çok şaşırıyorlar. Tabii doğal olarak “Nagehan Alçı transfer mi ediliyor?” sorusu ortaya atılıyor.
Rasim Ozan Kütahyalı, Doğan Grubu'na mı gidiyor?
Aydın Doğan bunun üzerine Hürriyet Ankara bürosunda çalışanlara bir açıklama yaparak Nagehan Alçı'nın, Mehmet Ağar'la birlikte misafir olarak geldiğini söylüyor. Ancak muhtemelen espri olarak da “Ama Turgay Ciner'den ayrılırsa o zaman bizim gruba alırız kendisini” diyor.
Şimdi gelelim asıl dedikodu olan üçüncü bölüme. Açıktan sorulan soru “Nagehan Alçı transfer mi ediliyor?” olmasına rağmen herkesin asıl merakı bir süre önce söylediği sözler yüzünden hayatı kararan Rasim Ozan Kütahyalı'nın Hürriyet'e transfer edilip edilmeyeceği.
Aldığım duyumlara göre Rasim Ozan Kütahyalı'nın Hürriyet'e transferi uçakta konuşulmuş. Aydın Doğan “kendi başını yaktı ama bir süre sonra tekrar yazmalı” dediği Rasim Ozan Kütahyalı için Mehmet Ağar çok bastırmış. Aydın Doğan Nagehan Alçı'ya “Kocanı Hürriyet'e alırım ama Turgay'ın sana verdiği gibi büyük transfer ücreti vermem. Zaten durum ortada. Sabah'ta aldığı aylık maaş üzerine artı 5 bin TL fazla veririm. Haziran ayında başlatırım” demiş bunun üzerine.
Aydın Doğan'ın yeşil ışık yakması üzerine Mehmet Ağar “Bence çok iyi edersiniz, Rasim Ozan'ın size büyük katkısı olur” diye konuşmuş. Vuslat Doğan ise hiçbir yorumda bulunmamış konuşulanları dinlemiş sadece. Bu dedikoduyu neden aktardım? Hatırlayacaksınız, Rasim Ozan olayı patladığında “Şimdi ortadan yok olur ama Aydın Doğan sonunda sahip çıkar” diye yazmıştım. Daha sonra Ertuğrul Özkök iki gün Rasim Ozan'ı kollayan yazılar yazınca da altyapının hazırlanmakta olduğunu belirtmiştim. Eğer dedikodu doğru çıkarsa hepsi benim tahminimden de önce gerçekleşecek.

Patronlar Dünyası
Etiketler:
Can Ataklı Aydın Doğan Nagehan Alçı Rasim Ozan Kütahyalı

Eski eşinden Fatih Tezcan'a tepki: İsmini değiştirmek, kızının kendi kararı olacak!
15 Aralık 2017



"Filistin'e hamile anneye küfür, hakaret, şiddet, şantaj serbest"

Gazeteci Fatih Tezcan'ın kendisini tehdit ettiğini ve şiddet uyguladığını söyleyen eski eşi Güzin Bilgi, "Filistin ismiyle hava at. Reşit olduğunda ismini değiştirmek kızının kendi kararı olacak" dedi.

Fatih Tezcan'ın "3 kızım 3 oğlum var. İlk kızımın adı Filistin mesela. 1 oğlum daha olursa adını Kudüs koyarım. Bir kızım daha olursa Aksa. Siz de öyle yapın. Nesil nesil büyüsün, dirilişimiz ve direnişimiz. Özgür kalıncaya kadar Barış'ın Başkenti Kudüs ve Bereket'in Mescidi Aksa." paylaşımı üzerine Güzin Bilgi, şunları yazdı:

"Filistin'e hamile anneye küfür, hakaret, şiddet, şantaj serbest. Filistin'in doğum ücretini bile karşılama, Filistin'in on yıldır beslenme, giyinme, eğitim masraflarını karşılama; Filistin ismiyle hava at. Reşit olduğunda ismini değiştirmek kızın kendi kararı olacak."

T24
ETİKETLER
tezcan eşi haber açıklama kız filistin

Akif Beki: Bu basit kafayı görse tokat gibi çarpmaz mıydı Necip Fazıl?
19 Aralık 2017



"Adına ödül dağıtan bir gazete Google’ın taklasına geldi"

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın başbakanlığı döneminde basın danışmanı olarak görev yapan Karar yazarı Akif Beki, Star gazetesinin perşembe günü yayınlanan nüshasının manşetinde Abdürrahim Karakoç’a ait dizelerin altına Necip Fazıl Kasakürek imzası atılmasına ilişkin olarak, "Edebiyatı beylik laflarla harcıalem klişelere indirgeyen, kullanım değerine göre kıymet biçen bu sığ, bu slogancı, bu tekerlemeci, bu basit kafayı görse tokat gibi çarpmaz mıydı Necip Fazıl?" diye sordu.

Beki'nin "Görse kovalardı Necip Fazıl" başlığıyla (19 Aralık 2017) yayımlanan yazısı şöyle:

Adına ödül dağıtan bir gazete Google’ın taklasına geldi, Abdurrahim Karakoç dizelerini Necip Fazıl imzasıyla bastı.

Hem alayıvalayla üstada saygı gecesi yap, hem de Abdurrahim Karakoç şiirini Necip Fazıl’ın diye yayınla!...

Skandal patlar da üstüne gidilmez mi, pandomim koptu haliyle. Üstadın ailesi de ayağa kalktı ‘bu ne saygısızlık, bu ne rezalet’ diye.

Fakat gazeteden ne bir düzeltme duyuldu, ne bir özür!

Üstelik şiirin orijinali de bozulmuş, hece tutmuyor. Karakoç’un da yapmayacağı bir vezin hatasıyla sakatlanmış halde.

“Ya İslam’la yükselir/ya inkarla çürürsün/ bu yol mezarda bitmiyor/gittiğinde görürsün” şeklindeki uyduruk bir versiyon...

Google allameliğiyle internetten almış, allayıp pullayarak Necip Fazıl’a mal etmişler.

Daha şiirini bilmeden, üslubunu tanımadan Necip Fazıl bayraktarlığını kimselere bırakmamakta da değil yalnızca sorun. Lakaytlık mı, laubalilik mi dersiniz, Abdurrahim Karakoç’a da ayıp var.

Olabilir, beşer şaşar, dikkatsizlik eseridir, gözden kaçmıştır, yüze göze bulaştırılmıştır gibi hafifletici sebepler sıralanabilir.

Ama böylesine vahim bir hatayı düzeltmemenin, telafi için parmak bile oynatmamanın, ortada bir kusur yokmuş gibi yapmanın mazereti bulunabilir mi?

BİR DEĞİL, İKİ DEĞİL BORÇ

Bu ‘özür’ beklentisini karşılamama, bir ‘hata’ itirafını bile okurdan esirgeme vurdumduymazlığı tek o gazeteye de mahsus değil aryıca.

Adı lazım değil, aynı günlerde başka bir gazete daha faka bastı.

Gaf mıdır, cehalet mi; yakalayıp Twitter’da afişe eden Cem İleri hesabında gördüm.

“1985 yılında ‘Saray’ adlı romanıyla Nobel Edebiyat Ödülü kazanan yazar Claude Simon’un kitabı, çok uzun ve okunması güç olduğu gerekçesiyle basılacak yayın evi bulamıyor” diye bir haber.

Güya “Bir Fransız radyosuna konuşan yazar bugüne kadar 12 yayıncıdan ret yanıtı aldığını, 7’sindense yanıt bile alamadığını” söylemiş.

“Bu haberi kim hazırladıysa Claude Simon’un 12 yıl önce öldüğünden, sözü edilen romanın 1962’de yayımlandığından haberi bile yok” diye tepki gösteriyor İleri.

Meğer Alan Sokal tarzı bir deneymiş yapılan. Hayranlarından biri, Fransız yazarın eserinden 50 sayfayı yeni yazılmış gibi göndermiş, bakalım edebi değerini bilecek, beğenip basacaklar mı diye. Hepsi de zokayı yutmuş, çoğu sıkıcı diye geri çevirmiş.

Peki olayı tamamen yanlış anlayan bizim gazete sorumluluk aldı mı, ne arar!

Skandalı deşifre eden arkadaşın şöyle bir tespiti de var:

“Bizi hemen etkilesin, ‘tokat gibi çarpsın’, ‘işte edebiyat’ dedirtsin, vay be dedirtsin, dile bak! Bütün derdimiz o tokadı yemek, edebiyattan başka hiçbir şey anlamıyoruz...”

Az bile demiş yaşadığımız irtifa kaybı için.

Edebiyatı beylik laflarla harcıalem klişelere indirgeyen, kullanım değerine göre kıymet biçen bu sığ, bu slogancı, bu tekerlemeci, bu basit kafayı görse tokat gibi çarpmaz mıydı Necip Fazıl?

T24
ETİKETLER
beki haber açıklama bu basit kafa

Fatih Portakal'ın tehdit edildiğini duyurmasından saatler sonra AKİT hedef gösterdi
19 Aralık 2017



FOX TV Ana Haber Sunucusu Fatih Portakal'ın ölümle tehdit edildiğini duyurmasından saatler sonra Yeni Akit gazetesi Portakal'ı hedef gösterdi.

FOX TV Ana Haber Sunucusu Fatih Portakal, WhatsApp üzerinden aldığı ölüm tehdidini Twitter'dan paylaştı. Tehdit edenin kimliğini açıklamayan Portakal, hukuki yollara başvurduklarını da açıkladı. Portakal şu ifadeleri kullandı:
Ülkede politikacıların oluşturduğu berbat siyasi iklimin sonucudur bu: cümleleri yazabilme cesaretini gösteren bu kişi nasıl böyle gözüdönmüş hale geldi? Siyasiler eseriniz karşınızda duruyor, yüzleşiniz. Hukuki yollara başvurduk yine, ötekiler gibi.
YENİ AKİT HEDEF GÖSTERDİ
Fatih Portakal, paylaşımından saatler sonra Yeni Akit gazetesinin internet sitesinden servis edilen haberle hedef gösterildi.
"Fatih Portakal'ın 'terörist' aşkı bitmiyor" başlığıyla yayınlanan haberde, Portakal'ın dün akşam haberlerinde Deniz Gezmiş'e terörist denilmesine ilişkin haberleri sununumuna yer veriliyor. Yine haberde Portakal'ın komünist propaganda yaptığı öne sürülüyor.
Deniz Gezmiş'in açıkça terörist olarak ifade edildiği haberde, komünizm propagandasının suçmuş gibi gösterilmesi dikkat çekti.

Patronlar Dünyası
Etiketler:
FOX TV Ana Haber Sunucusu Fatih Portakal Akit gazetesi

Ceyhan Mumcu ve Özgür Mumcu arasında 'Perinçek' tartışması
25.12.2017



Uğur Mumcu'nun kardeşi Ceyhan Mumcu ile köşe yazarı oğlu Özgür Mumcu Twitter üzerinden kapıştı. Tartışmanın konusu ise 'Doğu Perinçek' oldu.

DUVAR – Cumhuriyet gazetesi yazarı Özgür Mumcu, Twitter’da, Uğur Mumcu’nun kardeşi Ceyhan Mumcu’yla tartıştı. Özgür Mumcu Twitter hesabından Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek’in “Atomu parçalayabilirler ama Türkiye’yi parçalayamazlar” başlığıyla verilen bir hesabı paylaştı.

Özgür Mumcu, bu haber için “Öcalan’ın çiçek çocukluğuyla sen parçalayamadıysan, hakikaten parçalanmaz. Partisi bölücülükten kapatılmış biri için çok iri konuşuyorsun çiçek sepeti” cevabını verdi.

Bu mesaja cevap Özgür Mumcu’nun amcası Ceyhan Mumcu’dan geldi. Özgür Mumcu’nun mesajını alıntılayan Ceyhan Mumcu Twitter’da “Bölücü örgütün siyasi partisine verdiğin seçim desteği unutulmadı. Önce özeleştiri yap. Sonra bilgi ve tecrüben yetiyorsa babanın arkadaşı Perinçek’i bu konuda terbiyeli ve düzeyli eleştir” diye yazdı.

Özgür Mumcu’nun kardeşi Özge Mumcu Aybars bunun üzerine Twitter’da bir mesaj yayınlarayak “Aile büyüğümüz diye susmaya devam. Fazlasını ve detayları söylemek bize yakışmaz çünkü” dedi

"Bir gazetecinin internet bağlatma kâbusu..."
19 Aralık 2017
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Pts Arl 25, 2017 9:40 pm tarihinde değiştirildi, toplam 3 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Sal Arl 19, 2017 9:17 pm    Mesaj konusu: "Bir gazetecinin internet bağlatma kâbusu..." Alıntıyla Cevap Gönder

"Bir gazetecinin internet bağlatma kâbusu..."
19 Aralık 2017



"Allah kimseyi ellerine düşürmesin!"
Cenk Başlamış*

Günümüzde bilgiye en çabuk yoldan ulaşmamızı sağlayan internet konusunda çok şanslı insanlarız, istersek ADSL, istersek fiber, istersek ışık hızı, dilersek limitsiz kota parmaklarımızın ucunda.

İnternet sağlayıcıları bize sınırsız olanaklar ve avantajlar sunuyor; anahtar teslim kurulum mu, emriniz olur, bedava aktivasyon mu, hayhay, üstelik bunu göz açıp kapayıncaya yapıyorlar, maksat internetsiz vatandaş kalmasın!..

Yukarıda yazılanlara katılmıyorsanız, şansınıza küsün, demek siz şansızlardansınız.

Ama merak etmeyin, kesinlikle yalnız değilsiniz!

Çünkü yukarıda anlatılanlar aslında bizim inanmamız istenen sanal gerçekler, oysa Türkiye'deki internet dünyası göstermeye çalıştıkları gibi toz pembe değil.

İşte, eksiği var fazlası yok, bir gazetecinin son üç ayda yaşadıkları, sabrınız yeterse buyurun okuyun:

Gazeteci bir kaç ay önce, tam olarak 24 Eylül'de oturduğu evi değiştirdi. Eski evinde Superonline'ın ADSL'ini kullanıyordu. Aslında aksilikler taşınmasından önce başladı, 10 gün kadar internetsiz kaldı, nedeni bir kablodaki temassızlıktı, Superonline bu basit sorunu defalarca şikayet yapılmasına rağmen zar zor çözdü. Maceranın bu bölümünü kısa kesiyoruz çünkü asıl hikayemiz uzun

Gazeteci daha taşındığı gün Superonline'ı aradı, yeni adresini verdi, nakil başvurusunda bulundu. Yedi iş günü içinde nakil işleminin tamamlanacağını söyledikleri için sabırsızlıkla beklemeye, bu sırada internete cep telefonundan bağlanmaya başladı.

Beklenen telefon bir kaç gün sonra geldi ama haber tatsızdı:

- Yeni taşındığınız adreste altyapı olmadığı için nakil işlemini şimdilik gerçekleştiremiyoruz.

- Peki ne olacak?

- Türk Telekom'un altyapıyı tamamlamasını bekleyeceksiniz.

İşkence işte böyle başladı...

Telekom ekiplerinin apartmana gelip gittiğini ve çalıştığını öğrenince biraz rahatladı gazeteci, gerçi her gün cepten saatlerce internete bağlandığı için Vodafone'u zengin etmeye başladığının da farkındaydı tabii.

Aslında "b" planı olarak cepte WIFI seçeneği vardı ama evde internete oranla hem kota düşük hem de fiyat çok yüksekti.

Eylül ve ekim ayı böyle geçti.

Sonunda kapıcı Hamdullah gazeteciye müjdeyi verdi:

- Abi gözün aydın, altyapı tamam.

Eşeğini kaybedip yeniden bulmanın mutluluğu içinde Superonline'ı aradı, nakil başvurusunu hatırlattı. Kuralı biliyordu: Yedi iş günü.

Bir kaç gün geçti, Superonline'dan aradılar ve gazetecinin başından kaynar sular döken haberi verdiler:

- Telekom'un fiber altyapısı olduğu yerde biz hizmet veremiyoruz!

- Haydaaa! Ne olacak peki?

- Teknik sorunlar nedeniyle aboneliğinizi ücretsiz iptal edebilirsiniz!

Yamaçtan aşağı yuvarlanan kar topu gibi sorunlar giderek büyüyordu.

11 Kasım'da Türk Telekom'a internet başvusunda bulundu, yeniden beklemeye başladı. Bir kaç gün ses çıkmayınca Telekom Çağrı Merkezi'ni aradı:

- Size kargoyla sözleşme gönderiyoruz, onu imzalayıp getiren kuryeye teslim etmeniz gerekiyor.

Sözleşmeyi neden kurye getiriyordu ki?

Ertesi gün gerçekten kurye sözleşmeyi getirdi, gazeteci nereden gönderildiğine bakınca gözlerine inanamadı: Gaziemir, İzmir. Yani İstanbul'daki internet bağlantısının sözleşmesi kuryeyle İzmir'den gönderilmişti!

Ağlamayan çoğuğa meme verilmediğini bildiği için artık "ciyaklamaya" karar verdi, Twitter'dan Telekom'u etiketleyerek bir mesaj yazdı. Kısa süre sonra temas kurdular, "Sorununuz nedir yazın lütfen" dediler. Tarih 16 Kasım'dı.

Hem Twitter'dan hem de cep telefonuna düzenli olarak aynı mesaj gelmeye başladı:

- Merhaba, bize ulaşan talebinizle ilgili en kısa sürede sizinle iletişime geçeceğiz.

Tabii kimsenin iletişime filan geçtiği yoktu, bazı arkadaşları Telekom'un modem sıkıntısı çektiğini, bu yüzden internet bağlantısı yapamadığını söylüyordu.

Her gün Çağrı Merkezi'ni arıyor, hep standart cevaplar alıyordu, sonunda isyan etti:

- Bakın kardeşim ekranınıza, ne zaman başvurmuşum!

- Haklısınız beyefendi, 11 gün olmuş!

- Şu anda başvurumu iptal etme hakkım var mı?

- Var beyefendi.

- O zaman iptal ediyorum!

İnternet sağlayıcıların çağrı merkezlerinde her kafadan bir ses çıktığını bildiği için Superonline'da şansını bir kere daha denemek istedi:

-Telekom'un fiber altyapısı bulunan yerlerde Superonline hizmet verebiliyor mu?

- Tabii veriyoruz!

- O zaman iptal olan nakil başvurumun yeniden yapılmasını istiyorum.

- Tamam beyefendi, işleminizi başlatıyorum. Onaylıyor musunuz?

- Onaylıyorum!

Telefonu kapatır kapatmaz Superonline'dan aradılar. Gazeteci, "İşte süper hizmet, bağlantıyı ne zaman yapacaklarını söylemek için arıyorlar" diye düşündü ama arayan kişi hiç de müjde verir gibi bir ses tonuyla konuşmuyordu:

- Maalesef, Türk Telekom'un fiberi olan yerde biz hizmet veremiyoruz.

Tarih 23 Kasım'dı, gazeteci başladığı yere dönmüştü ve artık kafayı yemek üzereydi!

Sırada kim vardı?

D-Smart!

- İyi günler, Telekom'un fiber altyapısı olduğu yerde internet bağlayabiliyor musunuz?

- Tabii beyefendi.

- Tamam başvurmak istiyorum. Kaç günde bağlanır?

- Yedi iş günü içinde ama genelde 2-3 günde bağlıyoruz!

Gazeteci acı acı güldü.

Ekim ayında çıkan 345 liralık fatura Vodafonu' heyacanlandırmıştı, bu karmaşada onlar da nemalanmak istedi:

- Beyefendi cebinizden interneti çok kullanmışsınız, yüksek fatura ödemişsiniz. Arzu ederseniz tarifenizi değiştirelim, size Red Basın 7'ye alalım.

- Alın kardeşim alın!

D-Smart'tan bir türlü ses çıkmadığı için her gün Çağrı Merkezi'ni arıyor ve aynı yanıtı alıyordu:

- Ekiplerimiz çalışıyor.

30 Kasım'da Türk Telekom'dan aradılar, bağlantı için o gün uygun olup olmadığını sordular. Gazeteci, D-Smart'ın bağlantısını Türk Telekom'un teknik ekiplerinin yaptığını biliyordu, sevinçle cevap verdi:

- Tabii, buyurun akşam evde olacağım bekliyorum.

Gerçekten de o akşam geldiler ve çok kısa süre içinde internet bağlantısını yaptılar.

Ama o anda beklenmedik bir şey oldu, cep telefonuna arka arkaya mesajlar düşmeye başladı:

- Değerli müşterimiz, Türk Telekom aboneliğiniz gerçekleşmiştir, iyi günlerde kullanmanızı dileriz!

Nasıl yani?! Türk Telekom mu? Ne Türk Telekom'u? Başvurusunu iptal edeli bir hafta olmuştu.

Gelen ekibe durumu anlattı hemen ve sordu:

- Siz bu bağlantıyı kimin adına yaptınız, Telekom mu, D-Smart mı?

- Bize bir şey söylemediler, merkeze soralım...Telekom'muş...

İşler iyice saçma sapan hal almış, D-Smart başvurusu olduğu halde başvurusunu iptal ettiği Telekom internet bağlamıştı!

D-Smart'a televizyon başvurusunda da bulunmuş, gelip onu hemen bağlamışlar, bu arada internet sözleşmesini de getirmişlerdi.

Gelinen noktada durum şöyledi:

D-Smart'la internet sözleşmesi imzalamış ama bağlamamışlar, Telekom'a başvurusunu iptal etmiş ama iş işten geçtikten sonra gelip bağlamışlardı! Telekom'un interneti bağlı kalsa bu sefer de D-Smart'la imzaladığı sözleşme başına bela olacaktı.

- İstemiyorum kardeşim, telekom melekom, sökün bunu!

Modemleri taktıkları gibi söktüler, o sırada merkezle konuşup durumu anlattılar.

- Tamam biz söktük ama bağlantınız aktive olduğu için iptal başvurunuzu bizzat yapmalıymışınız.

Durduk yerde bir bela daha açılmıştı başına, ertesi gün modemleri yüklenip Telekom'a gitti.

- Cayma bedeli 400 lira ödeyece...

- Siz benimle dalga mı geçiyorsunuz?! İptal etmiştim başvurumu. Ne 400 lirası?!

- Anlıyorum beyefendi, ben modemleri teslim alıyorum ama sizin Çözüm Merkezi'nde şikayet başvurunu yapmanız gerekiyor.

Neyse ki, orada çalışan Hacer Hanım halden anlayan biriydi, şikayet başvurusu hazırladı.

D-Smart hala ortada yoktu.

Sözleşme gereği yedi gün içinde kurulum yapılması gerekiyordu, beş gün olmuştu ve terslik bu ya tam da altıncı gün gazetecinin yurdışına gitmesi gerekiyordu. Çağrı Merkezi'ni aradı, durumu anlattı ama orada çalışanların elinden gelen fazla bir şey yoktu.,

Çaresiz yurdışına gitti.

Bu sırada Telekom'dan bir mesaj geldi:

- Değerli müşterimiz, şikayetiniz sonuçlanmış olup, itirazınıza konu olan internet faturanız düzeltilmiştir (ekte 23 liralık fatura!)

7 Aralık'ta telefonu çaldı, arayan Telekom'dan Fatih Bey'di, bağlantı için gelmek istediklerini söyledi. Bu kez işi sağlama aldı.

- Telekom mu, D-Smart mı?

- D-Smart başvurunuz için gelecektik beyefendi.

Türkiye'ye bir hafta sonra döneceğini söyledi, gelir gelmez bağlantı yapılması için anlaştılar.

Planladığından önce Türkiye'ye dönüş yaptı, hemen Fatih Bey'i aradı ama ulaşamayınca süreci hızlandırmak için D-Smart'a başvurdu. Konuşma sırasında ortaya başka bir sorun çıktı:

- Modeminiz var değil mi?

- Ne modemi kardeşim, modem bende ne arasın? Ben modem için de başvuruda bulundum.

- Yok, modemi sizin almanız lazım. Telekom ekipleri bağlantıyı yapacak, siz modemi alacaksınız, bizi arayacaksınız, birlikte kurulum yapacağız.

Gazeteci küfür etmedi belki ama ağzına geleni söyledi.

Superonline, Telekom, D-Smart...Olmuyor, olmuyor, olmuyordu bir türlü!..

Yoksa çare Vodafone muydu?

- Kaç günde bağlıyorsunuz?

- Kendi altyapımız varsa 48 saatte.

- Yoksa, 9 -11 günde...Bakıyorum, sizin bulunduğunuz adreste bizim altyapımız yokmuş...Ama bir saniye, siz başvuruda bulunamazsınız!

- Nedenmiş o?

- Çünkü başka bir şirkete başvurduğunuzu görüyorum ekranımda. Onu iptal etmeden bize başvuramazsınız.

- Anladım beyefendi, Allah benim belamı vermiş zaten!

Derken Fatih Bey aradı:

- Evdeyseniz akşam üzeri arkadaş gelecek.

- Tabii buyursun.

Teknik görevli arkadaş geldi ve kısa sürede çalışmasını tamamladı.

- Size 1.5-2 saat sonra D-Smart'tan aktivasyon mesajı gelecek, gelince modemi çalıştırıp internete bağlanabilirsiniz.

Ohhh bee!

Tarih 12 Aralık'tı.

Bir kaç saat sonra gelir denilen mesaj ertesi sabah geldi. Gazeteci heyecanla modemi açtı, sonunda internetine kavuşacaktı.

Ama hayır, aksilikler biter mi? Bitmez tabii.

Modemde hata sinyali yanıp sönüyordu.

D-Smart'ı aradı.

- Şikayet kaydınızı aldık beyefendi. Sizinle en kısa sürede temas kurulacak.

Demek ki şimdi sırada bir türlü ulaşamadığı interneti için arıza başvurusu yapmak vardı!

15 Aralık sabahı, bağlantıyı yapan görevli tekrar geldi, bir süre sonra hatanın prizdeki bir sorundan kaynaklandığını anladı ve interneti bağlayıp gitti.

İşte, 24 Eylül'de başlayan internetsizlik macerası 15 Aralık'ta böyle son buldu. Reklamlarda yarattıkları sanal dünyayla aklımızı çelmeye çalışan ama söz verdikleri hizmeti zamanında sağlayabilecek durumda olmayan, çağrı merkezlerinde düşük maaşlarla yeterine eğitilmemiş insanlar çalıştıran, kendi birimleri arasında eşgüdüm sağlayamayan şirketler hesap soran olmadığı için müşteriyle istedikleri gibi oynuyor.

Allah kimseyi ellerine düşürmesin!

Bu maceradan geriye, aylar süren internetsizlik, cep telefonundan bağlanma karşılığı bir yıllık bedele eşit fatura, sinir bozukluğu ve boşa harcanan zaman kaldı...

*Bu yazı ilk kez medyagunlugu.com'da yayımlanmıştır.

T24
ETİKETLER
internet gaeteci medya haber cenk başlamış adsl internetsizlik telefon

CHP Güneş gazetesinin restini gördü: 100.000 dolar hazırsa daireyi alın
21.12.2017

CHP Parti Sözcüsü Bülent Tezcan, partisinin genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun kızı Zeynep Kılıçdaroğlu'nun evine talip olan Güneş gazetesine “Havuz medyasındaki bir gazete, genel başkanımızın kızının helal kazançla sahibi olduğu eve talip olmuş. 100 bin dolara satmaya hazırız” diyerek cevap verdi.

Kılıçdaroğlu, NTV canlı yayınında kızının eviyle ilgili eleştirilere "100 bin dolar versinler hemen veririz” dedi. Bu ifade üzerine Güneş gazetesi eve talip olduklarını ifade eden bir manşet ile çıktı.

'GERİ ADIM YOK, BEKLİYORUZ HABERİ'

Güneş gazetesinin bu manşetine partisinin Merkez Karar Yürütme (MYK) toplantısı sonrası cevap veren Tezcan, şu ifadeleri kullandı:

“Havuz medyasındaki bir gazete, Sayın genel başkanımızın kızının helal kazançla sahibi olduğu eve talip olmuş. Kim aldattı onları bilmiyorum, bu kadar para edecek diye. Ya da köşeye sıkıştıracağını sanıyor… Biz çiğ yemedik karnımız ağrımıyor, onun için çok rahatız. Evin sahibi Zeynep Kılıçdaroğlu’dur, onun adına kamuoyu önünde açıklama yapıyoruz, çağrımızdır, o havuz medyasının sahibi kimse, sahibinin adı yazmıyor künyesinde, kim için talipse buraya, gazetede ismini yazsınlar veya avukatları bize göndersin. Doğacak gelir vergisi ve harçlar alıcıya ait olmak üzere 100 bin dolara satmaya hazırız. Sayın Zeynep Kılıçdaroğlu hemen vekaletnameyi verecek. Parayı da hazır etsinler, satmaya hazırız. Bizim hesabını veremeyeceğimiz herhangi bir haram kazancımız yoktur. Geri adım atma yok, bekliyoruz yarın haberi."
Sputnik

İşte Fahrettin Paşa'ya "hırsız" diyen BAE'li Bakan'ı destekleyen Sabah ve Türkiye yazarı Ekrem Buğra Ekinci'nin sosyal medya sicili
23.12.2017



Medine Kahramanı Fahrettin Paşa'ya "hırsız" diyen BAE'li Bakanı'nın tezini savunan hükümete yakın Türkiye gazetesi ve Daily Sabah yazarı Ekrem Buğra Ekinci'nin skandal yeni mesajları ortaya çıktı.

Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) Dışişleri Bakanı Abdullah bin Zayed'in, Twitter hesabından 1. Dünya Savaşı’nda Medine’yi savunan Fahrettin Paşa’ya yönelik hakaret içeren paylaşımına tepkiler devam ediyor.

Birleşik Arap Emirlikleri Dışişleri Bakanı’nın Iraklı bir kullanıcıdan paylaştığı tweette şöyle yazıyordu:
"1916 yılında Türk Fahri Paşa'nın Medinetü'l Münevvere halkının hakkına girdiğini ve onların mallarını çaldığını, onları kaçırdığını, Şam'dan İstanbul'a "Seferberlik" ilan ederek , Medine'deki el yazması eserleri çaldığını biliyor muydunuz? İşte Erdoğan'ın dedelerinin Müslüman Araplarla ilişkisi buydu."

Bu ifadelere Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan çok sert tepki gösterdi. Erdoğan, dün de Cumhurbaşkanlığı Külliyesi'nde Kültür ve Sanat Büyük Ödülleri Töreni'nde BAE Dışişleri Bakanı için şöyle dedi:

"Fahreddin Paşa'yı ve Medine müdafaasını bilmezsek, işte bir kendini bilmez çıkar, bize 'Erdoğan'ın ecdadı işte böyledir', adeta 'hırsızdır' diyecek kadar adileşir, alçaklaşır, ileri gider. Bu adam neyin şımarığıdır? Petrolün, elindeki paranın şımarığıdır. Benim ecdadım Medine'yi müdafaa ederken, be terbiyesiz, senin ecdadın neredeydi? Sen, önce bunun hesabını bize ver"

BAE Dışişleri Bakanı’nın sözlerine ana muhalefet partisi CHP başta olmak üzere, muhalefet partilerinden de çok sert tepkiler geldi.

SABAH VE TÜRKİYE YAZARI BAE'Lİ BAKAN’IN TEZİNE DESTEK OLDU
Işıkçılar Cemaati’nin yayın organı Türkiye gazetesi ve Daily Sabah yazarı Ekrem Buğra Ekinci ise 10 ve 11 Aralık tarihinde sosyal medya hesabından attığı tweetlerle, “Erdoğan’ın dedeleri hırsız” mesajını veren BAE Dışişleri Bakanı Abdullah bin Zayed’in tezlerine destek çıkmıştı.

Türkiye gazetesi ve Daily Sabah yazarı Ekrem Buğra Ekinci, “Medine'yi İngilizlere değil, Şerif Hüseyin Paşa ve Müslüman Araplara karşı müdafaa eden Fahrettin Paşa bile kahramanı oldu” şeklinde mesaj yazarak şöyle demişti:

“Medine'den topladığı hazineleri ve mukaddes emanetleri Şam'daki Cemal Paşasına yolladı. Bunların çoğu Ittihatçılarca yağma edildi. Cemal Paşa'nın İstanbul'a çektiği 23 Nisan 1917 tarih ve 1025 numaralı telgraf ve bunun ardından 26 Nisan 1917 tarihli Suriye valisi Tahsin Uzer'in şifresi Medine'den gönderilen sandıkların Şam'da açıldığını ve bazı kıymetli taşların burada kaybolduğunu itiraf ediyor.”

ARAP BAKAN’IN TEZİNE DESTEK OLAN TÜRKİYE VE DAILY SABAH YAZARININ DİKKAT ÇEKEN MESAJLARI

BAE Dışişleri Bakanı’nın “Erdoğan’ın dedeleri hırsız” şeklinde tezine destek çıkan Türkiye gazetesi ve Daily Sabah yazarı Ekrem Buğra Ekinci, daha önce sosyal medyadan paylaştığı mesajlar da dikkat çekiyor.

19 Aralık 2016'da Rusya Büyükelçisi Andrey Karlov, Ankara'daki Çağdaş Sanatlar Merkezi'ndeki fotoğraf sergisi açılışı sırasında Ankara Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü'nde görevli saldırgan Mevlüt Mert Altıntaş tarafından öldürüldü. Karlov suikastı sonrasında Türkiye ve Rusya ortak soruşturma başlattı. Soruşturmada, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı suikastı 'FETÖ'nün yaptığı' tespitine yer verdi. Ekrem Buğra Ekinci’nin ise Karlov suikastından sadece iki gün sonra attığı mesaj dikkat çekiyor. Ekinci 21 Aralık tarihinde şöyle bir tweet attı:

“Türkiye şimdi, Rusya ne derse yapmak zorunda kalacak. Öyleyse Karlov'u kim öldürttü dersiniz?”



Mesajında Karlov suikastını Rusya’nın yaptığı imasında bulunan Türkiye gazetesi ve Daily Sabah yazarı Ekinci, 6 Aralık 2013 tarihinde ise FETÖ’nün kapatılan yayın organı Zaman gazetesine verdiği röportajı, “Bugün Zaman Gazetesi'nde neşredilen röportajım” diyerek paylaşmıştı.



Ekrem Buğra Ekinci’nin diğer tweetleri ise İsrail’e ilişkin. 26 Şubat 2014 tarihinde Yahudiler'e ilişkin şu mesajı attı: “Otoriteye uymak, evraklarını düzgün, kafasını aşağıda, parasını da nakit tutmak, Yahudi ırkının bilgeliğidir. (Prof. Aaron Jastrow)”



19 Temmuz 2014 tarihli bir başka tweetinde ise bu kez Ortadoğu’da yaşananlar için İsrail’in yanında İran ve Hamas’ı da sorumlu tutan Ekrem Buğra Ekinci, şu mesajı yazdı:

“Filler tepişir, karıncalar ezilirmiş. İran, İsrail ve Hamas'ın ihtirasları uğruna, ne acılar yaşanıyor... Yazık!”



Ekrem Buğra Ekinci’nin en dikkat çeken bir başka tweetleri de İngilizlerle ilgili olanlar. 1. Dünya savaşında İngilizlere karşı savaşan Fahrettin Paşa’ya “hırsız” diyen BAE Dışişleri Bakanı’nın tezine destek çıkan Ekinci, sosyal medya mesajlarında ise İngilizlerden övgü ile bahsediyor.

“Küçük Muhammed” anlamına gelen Mehmetçik ile İngiliz askerleri için kullanılan “Jack” ismini birbirine benzeten Ekinci, 18 Ocak 2014 tarihinde şu mesajı yazıyor:
“Bizdeki Mehmetçik gibi herhangi bir İngiliz askerini temsilen Jack ismi kullanılır.”



Türkiye gazetesi ve Daily Sabah yazarı Ekrem Buğra Ekinci, 8 Nisan 2013 tarihinde bir mesajında ise, Neo-Liberal politikaların en baştaki uygulayıcı, İngiliz işçileri tarafından hiç sevilmeyen İngiltere’nin eski Başbakan’ı Thatcher’dan övgü ile söz ediyor. Aynı mesajında dönemin ABD Başkanı Reagan’a ve Papa’ya övgüler sıralayan Ekinci şöyle mesaj yazdı:

“Demir Lady Margareth Thatcher, Reagan ve Papa Ioannes Paulus ile beraber Demirperde'yi devirdi. İnsanlığa büyük hizmet. Toprağı bol olsun.”



Ekinci bir diğer İngiltere’ye dair mesajında da, İngiliz demokrasisini yere göğe sığdıramayarak şu ifadeleri kullanıyor:

“Cumhuriyetçi olmak marifet değil, Küba da cumhuriyet, İran da. İş demokraside. İngiltere, krallık ama, demokrasinin beşiği.”

Ekinci bir başka tweetinde de savaş enkazı arasında çay içen bir kadının İngiliz olduğunu söyleyerek şunu yazdı:

“RT: İngiliz metâneti... Nazilerin bombaladığı Londra'da enkaz üzerinde çayını içen bir hanım..”



Ekinci’nin beğendiği tweetlerde de hep İngilizler ve İngilizlere sıralanan övgüler var.

Tarihe “Medine Kahramanı” unvanıyla adını yazdıran Fahrettin Paşa’ya, “hırsız” denilmesini destekler nitelikte mesajlar yazan Işıkçılar cemaatinin yayın organı Türkiye gazetesi ve Daily Sabah yazarı Ekrem Buğra Ekinci, Fahrettin Paşa’nın savaştığı İngilizler’den ise mesajlarında övgü ile söz ediyor.
Ekrem Buğra Ekinci’nin İngilizlerle ilgili yaptığı bazı beğeniler de şöyle:








Millî Gazete

Ahmet Nesin: Kusura bakma ama ben o kadar saf değilim Abdülkadir Selvi!
27 Aralık 2017



Selvi bu arada çok nazik olduğundan mı, yoksa yazacaklarımı kendisi de bildiği için bilemiyorum ama bilgisayar için çalındı sözcüğü yerine kayıp sözcüğünü kullanıyor.

Artıgerçek yazarı Ahmet Nesin, Hürriyet yazarı Abdulkadir Selvi'nin "Meğer ne safmışım" başlıklı yazısına atıfta bulunarak, "Kusura bakma ama ben o kadar saf değilim Abdülkadir Selvi" dedi. Nesin, "Eğer bu darbenin tek sorumlusu Gülen ise, Recep Tayyip Erdoğan beraber yargılanmalı, çünkü bugün anlatılanlara göre hazırlıklar bu tarihlerde başlamış" diyerek Selvi'ye, "Neyse ya, sen safsın, bunları sana niye anlatıyorum ki?" tepkisini gösterdi.

Nesin'in "Kusura bakma ama ben o kadar saf değilim Abdülkadir Selvi!" başlığıyla (27 Aralık 2017) yayımlanan yazısı şöyle:

Selvi sana soruyorum, otel parasını Gülen ekibi ödedi diye hakim Berman Gülenci oluyorsa, içişleri bakanı Soylu neci oluyor? meclisteki 'FETÖ komisyonu başkanı Petek' neyin nesi oluyor?

Bu darbe çalışmamın gecikmesine neden olan kişi kesinlikle Abdülkadir Selvi'dir, kafamda bitirdiğim yazıları tam sonlandırmaya çalışıyorum, araya öyle bişey sokuyor ki, elimde değil yanıtlamak zorunda kalıyorum. Esasında saçmalamasa, ciddi ciddi yazılar yazsa kendisine yanıt neyim vermeyeceğim, ben de darbe yazılarımı kendi düşüncemde yazacağım ama biraz fazla saçmalayınca dayanamıyorum ve yanıtlıyorum. Eskiden iyiydi, saçmalıkları darbe üzerineydi ve ben de yazacağımdan yazımın içine 2-3 satır ekleyip geçiyordum ama şimdikiler Zarrab'la ilgili ve biliyorsunuz, o da benim ikinci konum.

Bana göre, olanaksızı başarırsak, yani ABD'de görülen Zarrab davasından tümüyle beraat edersek, Abdülkadir Selvi'ye ödüllerin ödülünü vermeliyiz. Vermeliyiz dedim, çünkü bu milli bir mesele, yani birilerinin üçkağıdı bu ülkenin milli meselesi oldu. İşin içinde rüşvet olayı da olduğundan yeni bir ödül olmalı ya da yaratılmalı. Benim bir önerim olacak, dedim ya işin içinde rüşvet de var, yani üçkağıtçılık, o zaman ödülün adı "D'honour D'Avarel Dalton" olsun. Bilmeyenler Avarel Dalton'a baksın, hem Selvi'yi yaz, hem Avarel'i açıkla, bu kadarı da fazla gelir.

Selvi geçenlerde bir yazısına "Meğer ne kadar safmışım" diye başladı, nasıl üzüldüm, nasıl üzüldüm, anlatamam. Yazının devamında "Bu köşeden ha bire belge yayınlıyorum. Hem de onların orijinalinin ABD'nin elinde olduğunu düşünmeden. Öyle ki, New York mahkemesi yasadışı dinlemeleri dahi para karşılığı satın alınmış tanıklara dinletip kayıtlara geçiriyor. Görünen o ki, 17-25 Aralık belgeleri birkaç kanaldan ABD'ye ulaştırılmış. Bunlardan biri de 17 Aralık'ın kayıp bilgisayarı. Amerikan Adalet Bakanlığı Uyuşturucuyla Mücadele Teşkilatı (DEA) ile İstanbul Emniyet Müdürlüğü arasında ortaklaşa bir program düzenleniyor. 17 Aralık operasyonunu yürüten İstanbul Mali İşler Şube Müdürü Yakup Saygılı da 20 Eylül-1 Ekim 2012 tarihleri arasındaki programa katılmak üzere ABD'ye gidiyor. Saygılı, Türkiye'ye dönüşünde yanında götürdüğü Emniyet'e ait olan görev bilgisayarını ABD'de kaybettiğini bildiriyor. Bunun üzerine bir soruşturma açılıyor. Yakup Saygılı'nın kaybolan laptop'ın yerine bir laptop alması sağlanarak dosya kapatılıyor." demiş.

Hangi birini yanıtlayacağımı şaşırdım. Öncelikle bir dinlemenin yasadışı olması onun sahte olduğu anlamına gelmiyor. Bunun en önemli örneklerini bu ülke vatandaşları AKPı da çok önemli değil, çünkü olay gerçek. İkincisi, ABD Zarrab-İran-Türkiye üçgenini hissettikten sonra gerek gördüğü kişileri kendisi de dinlemiş. Sadece dinlemekle de kalmamış, yanlış işler yapıldığı konusunda da uyarmış.

Gelelim diğer konuya, yani kayıp bilgisayara. Selvi bu arada çok nazik olduğundan mı, yoksa yazacaklarımı kendisi de bildiği için bilemiyorum ama bilgisayar için çalındı sözcüğü yerine kayıp sözcüğünü kullanıyor.

Bilgisayarda çok önemli bilgiler var ve bu bilgiler şimdi ABD'nin elinde. Bilgisayar İstanbul Mali İşler Şube Müdürü Yakup Saygılı'ya ait. Saygılı 20 Eylül-1 Ekim 2012 tarihleri arasında ABD'ye gidiyor ve döndüğünde bilgisayarının kaybolduğunu söylüyor, yerine yenisi alınıyor ve soruşturma açılmıyor.

Bu 11 gün boyunca Saygılı bilgisayarını vücuduna zincirlemediyse, CIA ya da FBI oradaki bilgilerin tümünü yarım saatte kaydeder. Yok, Selvi'nin dediği gibi anlaşmalıysa –ki bu konuda hemfikirim- Saygılı neden bilgisayarını bırakıp gelsin. Şüphe uyandırmamak için diye düşünebilirsiniz ama buna gerek yok ki, zamanı geldiğinde bunların açığa çıkacağı çok belli, çünkü bütün plan bunun üzerine kurulmuş.

Selvi bununla da kalmadı, daha sonraki bir yazısında Zarrab davasının hakimi Berman'ın Gülen grubuna dahil olduğunu yazdı. Bunu çok kolay bulmuş ve kanıtlamış. Selvi yazısında olayı "Aslında Zarrab davası hâkimi Berman'ın FETÖ'yle bağlantısının ortaya çıkması üzerine görevinden çekilmesi gerekiyordu.Çünkü hâkim Berman, FETÖ'cü YKK Avukatlık Ortaklığı'nın organizasyonu ile geldiği İstanbul'da "Adalet ve Hukuk paneli'ne katılıyor. Berman panelde, "Tek adam iktidarının tersi olan hukuk devletinin Türkiye'de tehdit altında olduğu bir sır değildir. Bana göre kesinlikle tek adam iktidarı hukuk devleti ilkesi ile değiştirilmiştir" diye konuşacak kadar tarafsız bir isim! Hâkim Richard Berman ile FETÖ ilişkisi sadece bununla sınırlı değil. Berman, sempozyumun düzenlendiği Four Seasons Hotel'de 2203 No'lu odada kalmış. Berman'ın 6 Mayıs'ta giriş yapıp 1 gecelik kalışı için otele 480 Euro ödenmiş. Kim tarafından? FETÖ'cü YKK Group tarafından." diye anlatıyor.

Okuduğumda "PEEEESSSSSS" dedim kendi kendime ve bu nasıl bir zekadır diye düşünmeden alamadım kendimi, Aşağıda size bir liste vereceğim ve sonra da açıklamasını yapacağım.

Süleyman Soylu, Zeynep Dağı, Reha Çamuroğlu, Mustafa Şentop, Bülent Arınç, Ali Babacan, İbrahim Kalın, Cemil Çiçek, Burhan Kuzu, Naci Bostancı, Yasin Aktay, Sadullah Ergin, Numan Kurtulmuş, Mehmet Metiner, Ahmet İyimaya, Reşat Petek...

Büyük olasılıkla daha da ekleyeceğim isimler vardır ama bence bu kadar isim yeter de artar bile. Bu isimlerin hepsi Fethullah Gülen ve arkadaşları tarafından düzenlenen "Abant Toplantıları"na katılan isimler ve bu kişilerin masrafları Gülen tarafından karşılanıyor. Bu isimlerin parası Gülen tarafından karşılanmıyorsa, bu daha da beter, çünkü vekiller, bakanlar ve meclis başkanları bu toplantılara halkın parasıyla gitmişler.

O zaman Abdülkadir Selvi, sana soruyorum, otel parasını Gülen ekibi ödedi diye hakim Berman Gülenci oluyorsa, şu an içişleri bakanı olan Süleyman Soylu neci oluyor? Daha da beteri var, meclisteki "FETÖ komisyonu başkanı Reşat Petek" neyin nesi oluyor?

Bu arada şunu da söylemek durumundayım, ben bütün yaşamım boyunca bu toplantılara karşı durdum, yine yapılsa karşı dururum, benim siyasi görüşlerime ters ve o grupta kimsenin kimseyi bu yaştan sonra ikna edemeyeceğini bildiğim için de boş çalışma olarak görürüm. Karşı dururum derken bu sadece kendimi ilgilendirir, uzak dururum yani. Ama giden kimseyi de kınamam, giden herkesi de olan yada olmayan bir örgüt yada grubun içine koymam, görüşlerimi yazarım ki onları da yıllarca yazdım.

Belki anımsarsın Selvi, Erdoğan Arınç'la bir ABD gezisinde Fethullah Gülen'i ziyarete gidecek olan Arınç'a "Benden bir emirleri varsa sor..." diyor. Eğer bu darbenin tek sorumlusu Gülen ise, Recep Tayyip Erdoğan beraber yargılanmalı, çünkü bugün anlatılanlara göre hazırlıklar bu tarihlerde başlamış bile... Neyse ya, sen safsın, bunları sana niye anlatıyorum ki?..

T24
ETİKETLER
ahmet nesin abdulkadir selvi haber açıklama Fethullah Gülen'le beraber aynı yollarda ıslanıyorken gördük ve yaşadık. O yüzden bu dinlemelerle ilgili konuşacak kişinin para karşılığı olup olmamas

Cumhuriyet yazarı: Arkadaşlarımıza Silivri zindanlarını ev yaptılar, biz de mahkemeyi hayat yaptık kendimize...
27 Aralık 2017



"Ahmet Şık'ın konuşmasını kaldıramayıp, susturdular; sadece salon değil yeryüzü duydu, kıpırdadı"

Cumhuriyet yazarı Tayfun Atay, 25 Aralık'ta görülen duruşmada Cumhuriyet Vakfı İcra Kurulu Başkanı Akın Atalay, Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Murat Sabuncu, muhabir Ahmet Şık ile muhasebe çalışanı Emre İper hakkında verilen "tutukluluk halinin devamı" kararına tepki gösterdi. Şık'ın duruşma salonundan zorla çıkarılmasını eleştiren Atay, "Arkadaşlarımıza Silivri zindanlarını ev yaptılar. Biz de mahkemeyi ev yaptık kendimize!.. “Kültür” yaptık. Hayat yaptık. Ve bu hayat işte öyle kuru kuru, yave yave bir statikle geçmiyor. Elbette dinamiği var ve hep olacak" dedi.

Tayfun Atay'ın, "Statik ve dinamik" başlığıyla (27 Aralık 2017) yayımlanan yazısı şöyle:

Henri Saint-Simon’labirlikte sosyolojinin kurucu babalarından sayılan Auguste Comte nasıl toplumların hem bir statiği hem de dinamiği olduğunu söylemişse bizim mahkemenin de hem bir statiği hem de dinamiği var.

Sonuçta mahkeme ortamı da bir toplumsallık üretiyor. İlkin turnikede karşımıza çıkan, sarı basın kartımız olmadığı için salona girişimize önce hayır diyen, bir müddet sonra geçiş yaptıran güvenlik görevlileri... Onlarla sürtüşme-didişme eksik olmasa da sohbet eder, hal-hatır sorar da olduk.

Sonra salondaki muazzam avukat ordusuyla her yeni buluşmada (duruşmada yani!) tazelenen sohbet; o yazı şöyleydi, bu yazı böyleydi, vb. (En son azar da işittim, “Senin yüzünden dizi seyreder oldum” diye!)

Ve tabii basından, parlamentodan, sanat-edebiyat dünyasından dostlarımız, arkadaşlarımız. Ayrıca dava günleri salon önünde olmayı mutat hale getirmiş okurlarımız.

Elbette bunlara arkadaşlarımızı getiren- götüren jandarmaları, nihayet savcısıyla, başkanıyla, üyeleriyle mahkeme heyetini eklemek durumundayız.

Bu artık bir toplumsal grup, çünkü sürekliliği var; bununla bağlantılı olarak kendine has bir “kültür”ü de oluştu!..

Ve bunun, tüm insan toplumsallıkları gibi bir statiği, bir de dinamiği var.

Statik, adı üstünde düzen, durağanlık, kararlılık, tekrar ve değişmezlik durumlarına vurgu yapar. Dinamik de hareket, değişme ve haliyle çatışma, sorun demek…

Her toplumda birbiriyle ilişkili, geçişli şekilde hem süreklilik ve değişmezlik arayışı, hem de hareket, değişme, çatışmanın kaçınılmazlığı var. Her toplumda bu ikisinden birine yakın, yatkın, yönelimli olup diğerine uzak, ürkek, soğuk olanlar var. Siyasi-ideolojik karşılığı da olur bunun: Sol-sağ, ilerici-muhafazakâr, devrimci-statükocu ayrımları da özünde bu “statik ve dinamik” ikiliğine yakınlık-uzaklıkla bağlantılı denilebilir.

İşte bizim mahkemenin de bir statiği, bir de dinamiği var.
Mahkeme heyeti statiği temsil ediyor; alıştık, kanıksadık ve en önemlisi bıktık: Bir türlü tamamlanamamış bilirkişi raporları, tamamlanamamış deliller, dinlenememiş tanıklar!..

Öyle ki artık mahkeme başkanı “Bismillah” der demez söze bunlarla giriyor ve dakika bir-gol bir, maçın bittiğini anlıyoruz: Tahliye yok, ileri tarihe erteleme kesin ve tek bilinmeyen, acaba bir ay mı, iki ay mı, yoksa daha fazla mı ileri atılacak duruşma, ondan ibaret…

Elbette finali de savcı bey yapacaktır! Deliller toplanamadığından… Kuvvetli suç şüphesi ve delilleri karartma ihtimali bulunduğundan… Yakalamamüzekkeresinin dönmesi beklendiğinden… Tutukluluğun devamına ilişkin gerekçeler ortadan kalkmadığından… Dan den dan den…

E, olmaz ki ama, hayatın statiği kadar dinamiği de var kardeşim!.. Kuruduk, bittik. Bir hareket, bir canlılık, bir dinamik lâzım!..

İşte her zaman olduğu gibi Ahmet, gayet “şık” şekilde imdada yetişti!

Mahkemenin statiğini dağıttı attı. Ortama dinamizm saçtı.

Başkanın açılış, savcının da kapanış cümlelerinin hepimizce malûm statiğini işaret eden girizgâhınardından Ahmet, ortada ne olup bittiğine dair “damardan” bir konuşmaya başladıysa da sadece birkaç dakika konuşabildi. Ama bu bile yetti, kendimize geldik, içimiz açıldı, canlandık:

“Tamamen zalimliğe adanmış ve kötülüğü şiddetle besleyen bir dikta rejiminde doğal olarak, özgürlüğünün sınırlarını genişleten de sadece kötülük oluyor. Gücü elinde tutmanın kibri ve pervasızlığıyla hayata geçirilen sıradan ve organize bir kötülük... Bu karanlık iklimi yaratanlar, kendileriyle ve kötülükleriyle yüzleşmenin ağır sonuçlarını geciktirmek için de kendilerinden olmayanları, kendileri gibi olmayanları, suçlarını ifşa edenleri suçluyorlar.”

Birkaç satır başı böyle olan konuşmayı kaldıramayıp susturdular ama olan da oldu. Sadece salon değil, Yeryüzü duydu, kıpırdadı, kıpırdandı, kıpırdandık.

Ahmet “dinamik”ledi statiğe boğulmuş mahkeme ortamımızı!..
Elbette “statik” de tekrar hükmünü icra etme yolunda yapacağını yaptı, öğleden sonra biz salona hiç alınmadık.

Ama kantinde oturup Mine’yle (Söğüt) muhabbetin de dibini bulduk!

Yani şerden hayır çıkarmasını bildik.

Yaşasın dinamik!..

Arkadaşlarımıza Silivri zindanlarını ev yaptılar.

Biz de mahkemeyi ev yaptık kendimize!.. “Kültür” yaptık. Hayat yaptık.

Ve bu hayat işte öyle kuru kuru, yave yave bir statikle geçmiyor. Elbette dinamiği var ve hep olacak.

O yüzden iki buçuk ay sonra, 9 Mart’ta devam!..

T24
ETİKETLER
tepki cumhuriyet davası haber tayfun atay ahmet şık emre iper akın atalay emre iper murat sabuncu silivri zindan

Ayşenur Arslan: Mehmet Y. Yılmaz artık magazin yazarı, Umur Talu futbol yazmaya başladı
31/12/2017

“TGS, TGC ve DİSK verilerine göre (bir yıllık) OHAL süresince 216 gazeteci gözaltına alındı, 2 bin 308 gazeteci işsiz kaldı. 31 TV kanalı, 5 haber ajansı, 62 gazete, 19 dergi, 34 radyo, 29 yayınevi olmak üzere toplam 180 medya kuruluşu kapatıldı.”

FETÖ bahanesiyle, FETÖ yayın organlarının yanı sıra sol / sosyalist / Alevi yayın organları tarumar edildi. Ana akım da neredeyse tamamen ele geçirildi.

Saray’ı rahatsız eden her kalem, her gazeteci kovuldu. Kimileri de sürgüne gönderildi. Örneğin Hürriyet’in en önemli isimlerinden Mehmet Y. Yılmaz artık magazin yazarı. Örneğin HaberTürk’te Umur Talu, yerini son zamanlarda Reis hayranı kesilen Oray Eğin’e bırakıp, futbol yazmaya başladı.

Ya geri kalanı? Kimilerinin “muhalif” diye tanımladığı.. Benim “gerçekleri anlatmaya devam edenler” dediğim gazeteler? Hepsini toplasanız tiraj 500 bini buluyor mudur! Sanmam.

En etkili kitle iletişim alanı televizyona gelince.. O alan iyiden iyiye ıssızlaştı. Birkaç küçük / “niş” kanal ve bir de -sınırlı sürede ve imkânla artık ne anlatabiliyorsa- FOX Haber!

Ayşenur Arslan’ın yazısının devamı için: https://www.birgun.net/haber-detay/musluman-erkek-turk-medyamiz-iktidarin-hizmetinde-197989.html

Ahmet Yavuz: Erdoğan bu adamlara dikkat etmeli!
2.1.2018

Peki, hangi adamlara?

Şimdi size bir gazetecinin portresini çizeceğim.

*

Adam televizyonda program yapıyor, gazetede yazı yazıyor.

İki özelliği var.

Biri, Tayyip hayranlığı! Diğeri, FETÖ düşmanlığı!

Zannedesiniz ki “Tayyip vur dese vuracak! Öl dese ölecek!”

Zannedersiniz ki, FETÖ’yü bir yakalasa(!) kör testere ile kesecek.

Ekrandaki konuşmalarına bakarsanız ondan daha sıkı Tayyipçi yok.

Köşesindeki yazılarına bakarsanız ondan daha ileri FETÖ karşıtı yok.

Ama işin aslı tam tersi.

*

Geçen bir dostum geldi yanıma.

Bu, “Hızlı ve çılgın Tayyipçi’nin”, FETÖ’nün “Fethullah Efendi” olduğu dönemde attığı twitleri gösterdi.

Okuyunca insanın beyni yanıyor.

Meğer maklube sofralarından kalkmazmış.

Emre Uslu ile aralarından su sızmazmış.

Mehmet Baransu ile zaten kanka.

Efendim o zaman herkes yazıyordu.

Emin olun bu kadarını kimse yazamaz.

Asıl mesele ise şu; şimdi aynı gazeteci kendi sildiği twitleri unutmuş gibi ekranda herkesi FETÖ’cülükle itham ediyor.

*

Hükümet bunların ipiyle kuyuya iniyorsa vay haline.

(..)

PARADAŞ MEDYA!
Zaman gazetesi, reklâm alırken, “Hükümetin gazetesiyim” der, beş kat reklâm fiyatı çekerdi.

Şimdilerde, adını zaman mefhumundan alan bir gazete bu işe soyunmuş.

Değeri üç kuruşluk reklâmları, yüz kuruşa alır olmuş. Aman dikkat!

Bunu yapanların sonu ihanete varıyor!

(..)

Millî Gazete

Fatih Altaylı: Acaba Hüseyin Gülerce Sabah’a çemkirebilecek mi?
03/01/2018

Bir dönem, “Gülen’in en yakını benim, onun sesiyim” diyen, ama sonrasında bu gruptan ayrıldığı izlenimi vermek için aşırı bir çaba içine giren Hüseyin Gülerce Beyefendi’ye ne zaman o günleri hatırlatsak, bize şiddetle çemkirdi.

Demediğini bırakmadı.

Ne var ki, kader Gülerce’nin peşini bırakmıyor.

Dün de Sabah Gazetesi’nde yayınlanan “FETÖ’nün sözcüleri” listesinde Gülerce’nin adı var.

Acaba Hüseyin Bey, bize çemkirdiği tonda, iktidara fazlasıyla yakın Sabah’a da çemkirebilecek mi?

Habertürk

Mobilya borcunu ödemediği için hakkında icra takibi başlatılan Kütahyalı: Erdoğan'ı destekleyen bir gazeteciyim
09 Ocak 2018



Avukat: Cumhurbaşkanı ile ne ilgisi var?

Aldığı mobilyaların parasını ödemediği gerekçesiyle hakkında icra takibi başlatılan Rasim Ozan Kütahyalı, dava dilekçesinde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ı destekleyen bir gazeteci olduğunu savundu. Mobilya şirketinin avukatı da Ozan'a "Cumhurbaşkanı ile ne ilgisi var?" tepkisini gösterdi.

CNN Türk'ün aktardığına göre, 2015 yılında yaklaşık 28.000 liralık bir mobilya alışverişi yapan Rasim Ozan Kütahyalı, borcunu ödemediği gerekçesiyle mobilya şirketi tarafından dava edildi ve hakkında icra takibi başlatıldı. Dava sonrası yaptığı açıklamada mobilya şirketine borcu olmadığını belirten Kütahyalı, kendisine kumpas kurulduğunu iddia etmişti.

Devam eden davanın son duruşması geçen günlerde gerçekleşirken, duruşmaya katılmayan Kütahyalı'nın dava dilekçesi ortaya çıktı. Dilekçede, Kütahyalı'nın 'Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'a yakın bir gazeteci olduğu ve itibarını sarsmak amacıyla icra takibi başlatıldığı' ifadeleri yer aldı.

"Kütahyalı, basit bir alacak konusunda dahi Cumhurbaşkanımıza yakınlığını belirterek..."

Konuyla ilgili açıklamalarda bulunan mobilya şirketinin avukatı Cevat Kazma, "Cumhurbaşkanımız yaptığı açıklamalarda ismi kullanılarak yapılan işlere karşı olduğunu açıkça belirtmiştir. Buna rağmen Rasim Ozan Kütahyalı, basit bir alacak konusunda dahi Cumhurbaşkanımıza yakınlığını belirterek davanın seyrini değiştirmeye çalışmaktadır" şeklinde konuştu.

Kütahyalı'nın itibarı ya da konumuyla ilgili bir durumun söz konusu olmadığını, müvekkilinin alacağını tahsil etmek için icra takibi başlattığını belirten Avukat Cevat Kazma, bu girişim sonrası Kütahyalı'nın mobilya şirketini FETÖ'cü ilan etmekle tehdit ettiğini söyledi. Yapılan tüm bu görüşmelerin kayıt altında olduğunu belirten Cevat Kazma, bunların dava dosyasında da yer aldığını sözlerine ekledi.

Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, Meclis'te partisinin grup toplantısında yaptığı bir konuşmada şu ifadeleri kullanmıştı:

"Nerede işinin altından kalkamayan, nerede tembellik yapan biri varsa hemen şu tarz ifadelerle sıyrılmaya çalışıyor; 'Beyefendi böyle istiyor, Cumhurbaşkanımız, Külliye böyle istiyor.' Ömrümde görmediğim insanların tavsiyesine kadar her konuda kullanıldığı anlaşılıyor. Peki bunu ispatı var mı, ağzımdan çıkan böyle bir söz var mı? Yok. Daha önce ahkam kesenlerle ilgili rahatsızlığımı belirtmiştim. Tekrarlıyorum. Eğer ben birisine bir şey söyleyeceksen, tavır koyacaksam, kimseyi aracı kılmaya ihtiyacım yok. Bunu bizzat kendim yaparım."

T24
ETİKETLER
rasim ozan kütahyalı recep tayyip erdoğan icra

Cumhuriyet: Fatih Altaylı gerçek dışı iddialarda bulundu, özür dilemeye davet ediyoruz
09 Ocak 2018



"Bu yazıyı yargıyı etkileme amacıyla yazmadığını umduğumuz Altaylı’yı özür dilemeye davet ediyoruz"

Cumhuriyet gazetesi, HaberTürk yazarı Fatih Altaylı'yı özür dilemeye davet etti. Gazetede yer alan haberde, Altayla, "Dün 'Nadir Nadi’nin evi kaça satıldı?' başlıklı yazısında gerçek dışı iddialarda bulundu. Altaylı’yı özür dilemeye davet ediyoruz" denildi.

Cumhuriyet'te "Fatih Altaylı'ya açık cevap ve davet" başlığıyla yayımlanan yazı şöyle:

HaberTürk gazetesi köşe yazarı Fatih Altaylı önceki gün (7 Ocak) “Nadir Nadi’nin evi kaça satıldı?” başlıklı bir yazı yazdı. Altaylı yazısında; merhum Nadir Nadi’nin İstanbul Harbiye’deki evinin satışına ilişkin şu iddialarda bulundu:

“Nadi Ailesi’nin en değerli varlığını yaşatmak için evinin satılması çok garip değil, ama bu satışta garip olan bir şeyler var. Bir süre önce bana gelen bilgilere göre, bu ev değerinin çok çok altında bir fiyata satılmış. Ne bir değer tespiti yaptırılmış, ne bir rayiç araştırması. Koca ev, içindeki tek bir mobilya parçasının edebileceği bir değere, oldubittiye getirilerek “önemli” bir isme üç otuz denebilecek, Halkalı’da bir daire parasına verilmiş.

Ben Cumhuriyet çalışanlarına açılan davanın haksız olduğunu sonuna kadar düşüneceğim. Ama bu evde, Cumhuriyet çalışanlarının hakları var. Onların haklarının yenilerek “hırsızlık” olarak nitelendirilebilecek bu satışın “suç” olduğuna da inanıyorum.” Altaylı, kendisine bir süre önce gelen bilgileri teyit etme ihtiyacı duysa ya da halen üç arkadaşımızın tutuklu yargılandığı davaya ilişkin birazcık ilgi ve bilgisi olsa yine bu yazıyı yazar mıydı bilmiyoruz. Ama madem gerçeğe düpedüz aykırı iddialara dayalı biçimde olsa da sordu, yanıtlayalım ve düzeltelim. Merhum Nadir Nadi’nin eşi, merhume Berin Nadi’den Cumhuriyet Vakfı’na miras bırakılan daire 17 Aralık 2015’te 2 milyon 400 bin TL’ye satıldı.

Bu bedel, Vakıf Gayrimenkul Değerleme AŞ’ye yaptırılan “rayiç değerin tespiti” araştırmasına ilişkin 18 Eylül 2015 tarihli raporda yazılı değerdir. Altaylı’nın “Ne bir değer tespiti yaptırılmış, ne bir rayiç araştırması” iddiası gerçek dışıdır. Altaylı’nın kuşku yaratmaya çalışarak “önemli bir isim” dediği isim de Cumhuriyet gazetesinin kâğıtbaskı hizmetini satın aldığı Doğan Dağıtım Satış Pazarlama AŞ’dir. Bu şirkete yıllar içerisinde biriken borç, ancak Harbiye’deki dairenin ve Ankara’daki taşınmazın satılmasıyla ödenebilmiştir. Bu konu, Cumhuriyet Davasının duruşmalarında savunmalar sırasında en ayrıntılı bir biçimde açıklanmıştır. Meraklısı için anımsatalım. Altaylı’nın olmadığını ileri sürdüğü değerlemeyi yapan “Vakıf Gayrimenkul Değerleme AŞ” taşınmaz değerleme sektöründeki en eski, güvenilir ve en uzman kuruluşlardan birisidir. Vakıflar Genel Müdürlüğünün sahibi olduğu Vakıfbank AŞ’nin de bağlı kuruluşudur. Bu nedenle Türkiye’de kurulu vakıfların çoğunluğu zorunluluk olmamasına karşın, taşınmaz değerlemelerini aynı genel müdürlüğün iştiraki olan bu şirkete yaptırırlar.

Böylece ileride “Ne bir değer tespiti yaptırılmış, ne bir rayiç araştırması” türünden iftiralara karşı kendilerini korumak isterler. Tıpkı Cumhuriyet Vakfı gibi. Her şey son derece saydam olmasına karşın, FETÖ/PDY sanığı savcı Murat İnam’ın düzenlediği, savcılar Mehmet Akif Ekinci ve Yasemin Baba’nın imzaladığı iddianamede, Harbiye’deki taşınmaz için “17 Aralık 2015’de 2.400.000 TL bedel karşılığında satış nedeniyle en az 100.000 TL en çok 933.333 TL zararın oluştuğu ileri sürülerek vakfın zarara uğratıldığı” iddia edilmiştir. Gerçekten de on arkadaşımızın tutuklandığı soruşturmadaki suçlamaların saçmalığı açığa çıkınca, savcılık Vakıflar Genel Müdürlüğünü yardıma çağırmıştı. Genel Müdürlük de kendi iştiraki olan lisanslı, uzman şirketin raporunu göz ardı edip, ne lisansı, ne uzmanlığı olan kişilerden rapor aldırmış ve bu sayede icat edilen ekonomik suçlar dosyaya katılmıştı. Duruşmalar sırasında Vakıf Gayrimenkul AŞ’nin raporu karşısında bu iddianın hiçbir değeri olmadığı savunulsa da 27. Ağır Ceza Mahkemesi yeniden inceleme yaptırttı. Üç kişilik bilirkişi kurulunun 30 Ekim 2017 tarihli raporda vardığı sonuç da şöyle: Harbiye’deki taşınmazın satış tarihindeki piyasa rayiç değeri en az 2.160.000.-TL (% 80 olasılıkla), en çok da 2 milyon 400 bin TL (% 20 olasılıkla). Ne diyordu Altaylı? “Üç otuz denebilecek, Halkalı’da bir daire parası”. Tutuklamalardan bu yana geçen 15 aylık süreden sonra, hâlâ üç arkadaşımız tutukluyken, aksi kanıtlanmış bir konuda, yeni bir bilgi gibi bunların sunulması gerçekten düşündürücü. Belli ki Fatih Altaylı’ya bir oyun oynamışlar, o da kötü gazetecilik yapmış, sormamış ve araştırmamış. Olabilir, bu artık onun sorunu. Kendisine ve okurlarına saygısı varsa, nasıl yanıltılıp bu yazıyı yazdığını anlatır. Ama aynı Altaylı, yazdığı “konu”nun Cumhuriyet gazetesindeki onurlu gazetecilerle ilgisi olmadığını, “Tam aksine oralara çöreklenmiş ‘onursuzlarla’ alakası olabileceğini” yazmış. İşte o bizim sorunumuz. Çünkü Cumhuriyet’te onursuz hiç kimse yok. Bu yazıyı yargıyı etkileme amacıyla yazmadığını umduğumuz Altaylı’yı özür dilemeye davet ediyoruz.
T24
ETİKETLER
fatih altaylı haber açıklama

Nazlı Ilıcak isyan etti! "Kelepçeyle götürülmek çok dokunuyor"
08 Ocak 2018

15 Temmuz'daki kanlı darbe girişiminden sonra FETÖ'nün medya yapılanmasına yönelik düzenlenen soruşturmada tutuklanan Nazlı Ilıcak, Hürriyet Gazetesi yazarı Ahmet Hakan'a bir mektup yazdı. Ilıcak, mahkemeye götürülürken kelepçe takılmasına tahammül etmenin hiç de kolay olmadığını söyledi.

FETÖ'nün medya yapılanmasına yönelik düzenlenen soruşturmada tutuklanan Nazlı Ilıcak, Hürriyet Gazetesi yazarı Ahmet Hakan'a bir mektup yazdı.

YER SİLMEK, ÇAMAŞIR YIKAMAK...
Ilıcak, mektubunda, yerleri silmeye ve çamaşır yıkamaya alıştığını, bunun kendisine zor gelmediğini ifade etti.
Nazlı Ilıcak, mahkemeye giderken kelepçe takılmasına ve adliyedeki nezarethanede bekletilmesine tahammül etmeninse kolay olmadığını sözlerine ekledi.

İşte Ahmet Hakan'ın yayınladığı Nazlı Ilıcak'ın mektubu

"Yerleri silme ya da çamaşır yıkama inan hiç güç gelmedi. Sadece ilk birkaç ay intibak etmekte güçlük çektim. Bana zor gelen bazı meslektaşlarımızın hakaretamiz yazıları ve haksız suçlamaları oldu.
Koğuş hayatı, dışarıyı pek düşünmemek şartıyla nispeten kolay geçiyor. Lakin mahkemeye kelepçe takılması, jandarma arabasında özel bir bölmeye kilitlenmem, mahkemede beklerden adliyenin eksi 7'nci katındaki nezarethaneye atılmam... Ve mahkemeden sonra yeniden dört duvar arasına dönmem... İşte bunlara tahammül etmek kolay değil."
Millî Gazete

Yeni Şafak yönetimi, köşe yazarı Müfid Yüksel’i kovdu
12 Ocak 2018



Yeni Şafak yönetimi, köşe yazarı Müfid Yüksel’i kovdu. Müfid Yüksel kararı Twitter hesabından açıkladı.

Yeni Şafak yönetimi, köşe yazarı Müfid Yüksel’i kovdu. Müfid Yüksel kararı Twitter hesabından açıkladı.

Sosyal medya üzerinden konuya ilişkin tek cümlelik bir açıklama yayınlayan Yüksel, köşe yazılarının sona erdirildiğini belirtti. Yüksel tarafından yapılan açıklamada, "Yeni Şafak Gazetesindeki köşe yazarlığım sona ermiştir. Kamuoyuna duyurulur" denildi. Yüksel, bir takipçisinin, “siz mi sonlandırdınız yoksa onlar mı hocam” sorusuna, “Onlar sonlandırdı” ifadelerini paylaştı.
Cumhuriyet

Abdurrahman Dilipak : Aldatıldım.. Aldatıldık, aldatılmaya çalışılıyoruz!
03 Ocak 2018



Nokta dergisinde, o belgeler ilk olarak yayınlandığında polis, dergi idaresini basmış, savcılar dergide yayınlanan belgeler ve iddiaları değil de, dergi sorumlularını sanık sandalyesine oturtmuştu.
Derin devleti deşifre ettiği için Nokta’ya soruşturma açılması karşısında Nokta’yla dayanışma içinde olmak için dergiyi ziyaret etmiştim. Haberde Alper Görmüş’ün imzası vardı.

Nokta’ya inanmıştım, aldanmış, aldatılmışım.. Kendisinde olduğunu düşündüğüm, yayınlayamadığı belgeleri bana vermesini istemiştim, vermedi, hatta görüşmek de istemedi. Meğer Balyoz, Ergenekon, Ayışığı hepsi birer kurmaca davaymış.

Mehmet Baransu beni aldattı. O belgelerle ilgili onun iddialarını tekrarladım durdum. Erkaya ile ilgili bilgi-belge istedim kendinden selamı sabahı kesti. Son görüşmemiz Çengelköy’de olmuştu. Erdoğan’a ve AK Partiye sövüp sayıyor, yakında ellerini ayaklarını zincirleyip sokaklarda dolaştıracaklarını söylüyordu..

Balyoz davasına müdahillik talebinde bulunmuştum. Kabul edildi. İddianamede öldürülecekler listesinde Fehmi Koru ve Ali Bulaç’ın da isimleri vardı, ama nedense onlar müdahillik talebinde bulunmadılar. ÖZGÜRDER de müdahil oldu. Dava, iddianame ve belgelerdeki kurgunun ilk farkına varan Hamza Türkmen oldu. O açıdan bakınca kirli oyun ortaya çıktı. Bir daha da davalara katılmadık. Bu BÇG ile FETÖ arasındaki iktidar mücadelesi ise siyaset mafyasının, siyasi baronların iç hesaplaşması idi.

Ferhat Sarıkaya’yı da desteklemiştim. Kendi itiraf etti. O olay da aynı hesaplaşmanın bir diğer parçasıymış.. Görevden alındı, abisinin kuruyemişçi dükkanında çalışıyor demişlerdi, meğerse o tarihde Gülen, kendisini himayesine almış.

Bülent Arınç’ı 50 yıl öncesinden tanırım. İlk kez şu kozmik oda meselesinde gönül olarak koptum. “İki kamyon dolusu el bombası geldi Ankara’ya” demişlerdi. “Bülent abi”ye yönelik bir suikast planı vardı. Kozmik odaya girilmesine “gık”ımız çıkmadı. Şimdi ortaya çıkıyor ki, bu senaryo kozmik odaya girmek için bir kumpas, bir senaryoymuş. Kozmik odadaki sırlar alınıp, başka ülkelere servis edilmiş. Arınç’ın bu süreçteki sessizliğine bir anlam verememiştim. Daha sonra gerçek ortaya çıkınca yüreğimden bir şeyler koptu. Kendimi aldatılmış hissettim. Tıpkı Şevket Kazan’ın 28 Şubat mahkemesinde “kahraman ordumuzla aramızda bir ihtilaf yoktu, davacı değilim” dediği zamanki gibi. Bu arada; Temel Karamollaoğlu’nun 28 Şubat’ta Kalkancı’nın kendi çocukları üzerindeki etkisini bildiği halde, ne önce ve ne de sonra hiçbir şey söylememesini anlamış değilim.

Gültekin Avcı! Savcılıktan istifa ettiğinden, BÇG’ye karşı yazılarından dolayı işsiz kalan birine sahip çıkma adına Yeni Akit’te yazarlık teklif etmiştim. Başlangıçta hiç renk vermedi. Meğer bir kripto elemanmış. Şimdi gözümde Baransu’dan farkı yok.

Allah bizim ferasetimizi artırsın, bu münafıkların şerrinden de hepimizi emin kılsın. Allah bizleri affetsin. İnsanın gaflet anı oluyor..

Bilerek birileri ile yan yana durmuşsam, bu ya meşru bir iş, ya da meşru bir söz içindir. Bu anlamda herkesle bir şekilde bir takım ilişkiler içinde oldum. Ama aldatanlardan bu dünyada da ahirette de şikayetçiyim.

Balyoz ve Ergenekon davası ile ilgili ilk uyarıyı Hamza Türkmen’den almıştım. Bir de beni tanıyan ve benim tanıdığım bazı Ergenekon ve Balyoz sanıklarının ve/veya aile ve avukatlarının bana yazdıkları mektuplar bazı iddialar üzerinde yeniden düşünmeme sebep oldu. Mesela Muammer Karabulut bunlardan biri. Noel Baba Vakfı başkanı. F. Gülen bundan vakfı istemiş, Muammer red cevabı verince onu da sanık yapmışlar.

Dost görünen düşman bunlar! Münafık karakterliler. Gayeye giden her yol meşru onlar için. Hoşgörü ve diyalog dedikleri şey zehre kattıkları bal gibidir.

Toktamış Ateş ile bana “Hoşgörü Ödülü” vermişlerdi. Bunlar bir yemdi aslında. Yoksa Abant toplantılarına hiç çağırmadılar mesela. Gazetelerinde, radyo ve televizyonlarında adımın lehte ve aleyhte geçmesi yasaktı. Birkaç yanlışlıkla giren haber dışında bana karşı kapalıydılar. Şimdi düşünüyorum da, siyaset ve bürokrasi çevrelerinde önemli mevkilerdeki bir takım isimlere yaptığım tekliflerin engellenmesindeki asıl sebep bunlarmış. Çünkü onların önemli bir kısmı tutuklu ya da görevden alınmış. Ama hâlâ görevi başında olanlar da var.

Bugün bunları hatırladıkça lanet ediyorum bunlara.. Ve hâlâ çevremde suret-i haktan gözüken ve değişik isimler altında çevremizde dolaşmakta olan başkalarının varolduklarını düşünüyorum. Yüzlerimize gülüyorlar, çok candan davranıyorlar, ama samimi değiller. Bütün münafıklar böyledir.

Prof. Dr. Esat Coşan’ı, Muhsin Yazıcıoğlu’nu, Hrant Dink’i, Hablemitoğlu’nu kim, niçin öldürdü?

Bir komşum vardı. Biri Ergenekoncu olmakla suçlandı ve hapiste öldü. Kız kardeşi bir abla idi.

Bu bela sebebi ile akrabalarımdan, komşularımdan, arkadaşlarımdan zarar görenler oldu. Ülkem zarar gördü. Müslümanlar zarar gördü. İnsanları “Allah’la kandırdılar”.

(..)

Bakın, bugün hâlâ aldatmaya devam ediyorlar. Şu ByLock rezaletine bakın. Kıble programı, namaz programı indirirken ByLock da indirilmiş. Bakın yalan söylüyorlar.. Şöyle yapmışlar. ByLock’u gizlemek için onun yüklü olduğu servere namaz saatleri, Kıble, Fizzy gibi müzik programları da yüklemişler. O programları indirmek için ByLock’un yüklü olduğu servere yönlendiriliyorsunuz. O servere bir şekilde girenleri ByLock ile ilişkilendirmeye çalışıyorlar.. Bu skandal. Bu tam bir rezalet. Minareyi çalmaya hazırlananlar kılıfını hazırlamışlar. Kendilerini kamufle etmek ve masum insanları suçlamak için bu yolu bulmuşlar. Bu işe bu yılbaşında başlamışlar. Bir yıl önceden bu konuda birileri bana geldi. Mehmet Kaya ile gittik, konuştuk bu adamlarla. Daha önce de yazdım. Bizim çabamız yanımıza kâr kaldı, elin oğlu atı aldı, Üsküdar’ı geçti, iyi mi!

ByLock serverini klonlamadık mı? Oradan kim bu programı indirdi, yükledi, aktif hale getirdi, mesajlaştı biliyoruz. O zaman kim sadece o siteye girdi diye binlerce kişiyi işinden atmış, tutuklamışsa onları bulun, onları cezalandırın. Bu işi sulandırmak ve binlerce kişinin mağduriyetine sebebiyet vermek suçtur. Bu iş, ByLock işini sulandırma girişimdir. Server klonlanmışsa, kimin o serverde ne yaptığı bellidir. O zaman bu tartışma şimdi ne anlama geliyor.. İnsanların aklı ile dalga geçmesinler. Kendilerini allame gibi gösterip, bütün bir toplumu ahmak yerine koymasınlar.

Bakın, adam o siteye girdi, Kıble programını indirdi diye ByLock indirilmiyor. Yok böyle bir şey. O siteye girip müzik programı indirmek de suç değil.

ByLock indirilse bile çalıştırmak için ayrıca yüklemeniz gerekiyor. Yani gizlice indirmiş olsanız bile sistem çalışmaz. Varsayalım yüklediniz de. Bu programı aktif hale getirmek için 3 ayrı şifre yüklemeniz gerekiyor. O da daha önce kriptolu olarak sisteme akredite olan 3 kişinin referansı ile mümkün oluyor. Bakın hiçbir mesajlaşma olmasa bile, 3 şifreyle giriş örgütle derin, kripto bir ilişkinin varlığının ispatıdır. Bu masum bir arkadaşlık, dua halkası ya da cevşen grubu değil. Birileri suret-i haktan gözükerek, daha sonra yargıda emsal tartışmalarına yol açacak bir taktik peşindeler. O savcılar, hakimler, bilirkişiler iyi araştırmalılar. Ya bilmiyorlar ya da onlar da bu planın bir parçasıdırlar.

Bu işte ya dün kandırıldık, ya da bugün kandırılmaya çalışılıyoruz. Ya dün suçsuz insanlar haksız bir şekilde suçlandı, ya da bugün bir takım suçlu insanlar bu şekilde kurtarılmaya çalışılıyor.. Birilerini bırakacaksanız, mutlaka birilerini almanız gerek.

Temizliğe yakın çevremizden başlamalıyız. Kripto, dost görünümlü münafıklara dikkat.

Benden söylemesi. Selam ve dua ile.

Akit

Sadece iki yazı sürdü; Ali Bayramoğlu Karar'dan ayrıldı
19 Ocak 2018



Bayramoğlu, "eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'le ilgili sözlerinin çarpıtıldığını" savundu

Ali Bayramoğlu, Karar gazetesindeki köşe yazılarını sonlandırdığını açıkladı.

Twitter hesabından açıklama yapan Ali Bayramoğlu, bir programda eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’le ilgili sözlerinin çarpıtıldığını belirtti. Saldırılara maruz kaldığını yazan Bayramoğlu, “Bunların amacının işi başka bir siyasi mecraya taşımak olduğunu, haftada bir yazı gönderdiğim Karar gazetesine sirayet etmeye başladığını görüyorum” ifadelerini kullandı.

Karar’daki yazılarına son verdiğini aktaran Bayramoğlu’nun açıklaması şöyle:

“Bir televizyon programında, geldiğimiz aşamada ‘Türkiye’nin temel sorununun Erdoğan’ın yönetim tarzı olduğunu, Gül’ün ise seçimde ve iktidarda ona karşı ciddi bir alternatif oluşturduğunu’ söyledim. Bunun üzerine pek de şaşırtıcı olmayan, saldırı ve çarpıtmalara maruz kaldım. Bunların amacının işi başka bir siyasi mecraya taşımak olduğunu, haftada bir yazı gönderdiğim Karar gazetesine sirayet etmeye başladığını görüyorum. Havada uçuşan bu saldırı mikrobunun ‘taşıyıcısı’, ‘vesilesi’ olmak bile fazla geliyor. Belli ki, mevcut siyasi koşullar, bir süre daha, haftada bir de olsa bir gazetede düzenli yazı yazmayı anlamsız kılıyor. Karar gazetesine yazmayı bırakıyorum.”

Hükümete yakın Yeni Şafak gazetesinden bir süre önce ayrılan Ali Bayramoğlu, ocak ayının ilk haftasında kuruluşu sırasında eski Başbakan Ahmet Davutoğlu'na yakın yayın politikası izleyen Karar gazetesiyle anlaşmıştı. Son dönemde “Türkiye’de demokrasinin oluşması için Erdoğan’ın siyasi denklemden pasifize edilmesi ilk adım olmalıdır” açıklamasıyla iktidara yakın isimlerin tepkisini çeken Ali Bayramoğlu, Karar gazetesinden yalnızca iki yazı sonra ayrılmış oldu.

T24
ETİKETLER
hükümet cumhurbaşkanı ali bayramoğlu karar yeni şafak abdullah gül erdoğan

Nurcan Baysal gözaltına alındı!
22 Ocak 2018



T24 yazarlarından Baysal'ın sosyal medya paylaşımları öne sürülerek gözaltına alındığı belirtiliyor


T24 yazarlarından Nurcan Baysal, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin (TSK) Afrin'e yönelik düzenlediği "Zeytin Dalı" harekâtına karşı çıkan sosyal medya paylaşımları gerekçe gösterilerek bu sabah saatlerinde gözaltına alındı.

T24'e konuşan avukat Reyhan Baydemir, şunları söyledi:

"Müvekkilim bu sabah 00:10 sularında, Diyarbakır'daki evinin kapısı kırılarak gözaltına alındı. Terörle mücadele şubesinde tutuluyor. Kendisiyle bu sabah görüştüm, gerekçe olarak Afrin paylaşımlarını göstermişler. Gün içinde savcıyla da görüşeceğiz."
T24

Sözcü davasında tanık olarak dinlenen Koru: Öyle hissettim
23/01/2018



Sözcü gazetesinin imtiyaz sahibi Burak Akbay’ın gençliğinde İsviçre’de Gülen Cemaati evlerinde yetiştiği iddiasını gündeme getiren gazeteci Fehmi Koru ‘çark etti.’ Koru, “Ben öyle hissettim” dedi.

Yıllar boyu Gülen Cemaati lideri Fethullah Gülen’e yakınlığıyla bilinen Koru’nun, sahibi ve üç çalışanı hakkında ‘FETÖ’ gerekçesiyle soruşturma başlatılan Sözcü hakkında ‘tanık’ sıfatıyla ifade verdiği ortaya çıkmıştı.

Koru, Burak Akbay’ın babası Ertuğrul Akbay’ın, “Burak İsviçre’de Cemaat’e ait bir evde yetişti” dediğini öne sürüyordu.

Koru’ya göre Sözcü, Cemaat’in muhalefeti yönlendirmek için açtırdığı bir gazete olabilirdi.

‘Mizahi bir bitiş olsun diye’

Sözcü’den Hande Zeyrek ve Can Özçelik’in haberine göre Sözcü gazetesiyle ilgili davanın bugün görülen ikinci duruşmasında, mahkeme heyetinin sorularına yanıt veren Koru, davaya konu yazısının yayınlandığı köşe için şunları söyledi: “O köşe kulis yazılarının yer aldığı bir köşeydi. Yazımın geneli dikkate alındığında mizahi bir bitiş olsun diye öyle bitirdim.”

Gazetenin kuruluş felsefesi hakkında bilgiye sahip olmadığını belirten Koru, 2010 yılında kaleme aldığı bir yazıdan hareketle başka şeylerin yazıldığını anlattı.

Koru şöyle konuştu: “Bir gezi sırasında Ertuğrul Akbay, ‘Oğlunun öğrenci olduğu yurtdışında güzel insanlarla tanışarak dini hassasiyetlere sahip insan olarak yetiştiğini’ söylemişti. Bugünden geriye baktığımda o dönemin şartları içinde mübalağalı, övünme meselesi olarak o günün şartları içinde söylediğini ve gerçek olmadığı hissine kapıldım.”

‘O zaman FETÖ yok’

Mahkeme başkanının, “Güzel insanlar ifadesi Cemaat mi? FETÖ mü geçti konuşmada” sorusunaysa Koru şu yanıtı verdi: “Bu 1990’lı yılların ilk yıllarında. O zaman FETÖ yok. Cemaat diye adlandırılan bir grup var. Ben oraya çektim. Başka yurtdışında olan insanlar olmadığını düşünerek oraya çektim. O sırada kendisinin çocuğunu övmek amaçlı böyle bir şey yaptığını düşünüyorum.”

Yanıtının ardından Koru’ya savcılıktaki ifadesini hatırlatan mahkeme başkanı, “İsviçre’de Cemaat’e ait bir evde kaldığı cümlesi var” dedi.

‘İfademde geçiyorsa yanlış’

Bunun üzerine Koru, ifadesinde öyle bir şey geçiyorsa yanlış olacağına dikkat çekerek şöyle devam etti: “Yazımda o kanaate sahip olduğum için, o dönemde Cemaat ile irtibatlı güzel insanlarla tanışmak olduysa, ev sohbetleri olmuşsa o yöne işaret edecek bir cümleyi kurdum. O zaman FETÖ yoktu. Güzel insanlar anlamında yorumladım. Yazıyı 2010 yılında yayınladım. O zaman 17/25 yok. 15 Temmuz yok. O sırada yazdığım bir yazı münhasıran bu konuya ayrılmış bir yazı da değil. Bir paragraflık bir şey.”

Mahkeme davanın sanıkları için adli kontrol ve yakalama kararının devamına hükmederek duruşmayı 30 Mayıs 2018 tarihine erteledi.

Ne olmuştu?

Gazete hakkında geçen Mayıs’ta başlatılan ‘FETÖ’ soruşturması kapsamında gazetenin imtiyaz sahibi Burak Akbay’a yakalama kararı çıkarılmış, gazetenin internet sorumlu müdürü Mediha Olgun ve muhabir Gökmen Ulu önce tutuklanmış, sonra serbest bırakılmıştı.

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı Basın Suçları Bürosu’nun yürüttüğü soruşturma dosyasında iki haber var. İlki, 15 Temmuz 2016’da gazetenin internet sitesinde 16.25’te yayınlanan ‘Sözcü Erdoğan’ı buldu’ başlıklı haber.

Ulu’nun haberinde, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın Marmaris’te tatil yaptığı otelin adres ve görüntüsü yer alıyordu.

Darbe girişiminden birkaç gün önce Erdoğan’ın basına çıkmadığı ve etkinliklere katılmadığı dikkat çekmiş, tatil yaptığına ilişkin haberler basına yansımıştı.
Diken

Levent Gültekin, Cem Küçük ve Ersoy Dede'ye açtığı hakaret davalarını kazandı
25 Ocak 2018



Gültekin: Bugün mahkeme ikisini de hem cezaya hem de tazminata mahkum etti

Gazeteci Cem Küçük ve Ersoy Dede, Gazeteci Levent Gültekin'e hakaretten tazminat cezasına mahkûm edildi.

Levent Gültekin'in Küçük ve Dede'yi şikâyeti üzerine açılan davada, iki isim bin 950 lira adli para cezasına çarptırıldı. Hükmün açıklanması geri bırakılırken Küçük ve Dede hakkında beş yıl süreyle denetimli serbestlik kararı verildi.

Gültekin Twitetr hesabından yaptığı açıklamada "Hani benim hakkımda "şöyle inşaat yapmış şöyle yolsuzluk yapmış" diye iftira yazısı yazan iki saray soytarısı vardı, hatırlar mısınız? Bugün mahkeme ikisini de hem cezaya hem de tazminata mahkum etti" dedi.

T24
ETİKETLER
levent gültekin cem küçük ersoy dede hakaret

Nazlı Ilıcak, Emin Çölaşan'a mektup gönderdi: İster yayınlayın, ister yayınlamayın; ama bir ricam var...
25 Ocak 2018



"Düşene vurulmaz"

Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) içindeki cunta yapılanması tarafından 15 Temmuz 2016'da düzenlenen darbe girişimmi sonrası tutuklanan gazeteci Nazlı Ilıcak, Sözcü yazarı Emin Çölaşan'a mektup gönderdi. Çölaşan, bugün yayımlanan yazısında, Ilıcak'ın mektubunda, "Sevgili Çölaşan mektubumu ister yayınlayın, ister yayınlamayın.
_________________
Bir varmış bir yokmuş...
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Prş Oca 25, 2018 10:24 pm    Mesaj konusu: Nazlı Ilıcak, Emin Çölaşan'a mektup gönderdi Alıntıyla Cevap Gönder

Nazlı Ilıcak, Emin Çölaşan'a mektup gönderdi: İster yayınlayın, ister yayınlamayın; ama bir ricam var...
25 Ocak 2018



"Düşene vurulmaz"

Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) içindeki cunta yapılanması tarafından 15 Temmuz 2016'da düzenlenen darbe girişimmi sonrası tutuklanan gazeteci Nazlı Ilıcak, Sözcü yazarı Emin Çölaşan'a mektup gönderdi. Çölaşan, bugün yayımlanan yazısında, Ilıcak'ın mektubunda, "Sevgili Çölaşan mektubumu ister yayınlayın, ister yayınlamayın. Ama benim ricam, eğer yayınlarsanız benim hakkımda kırıcı sözler sarf etmeyin. Fikir ayrılıklarını tahliye sonrasına bırakalım" dediğini aktardı.

"Normal zamanlarda ben Nazlı Ilıcak'la nice kalem kavgalarına girişmiş bir gazeteciyim" diyen Çölaşan, "Kesin bir anlayışım vardır: Düşene vurulmaz" ifadesini kullandı.

Çölaşan'ın, "Nazlı Ilıcak’ın mektubundan yola çıkarak…" başlığıyla (25 Ocak 2018) yayımlanan yazısı şöyle:

Sevgili okurlarım, bizim gazete her bakımdan iyidir hoştur.

Aramızda sürtüşme, çekişme falan asla yoktur… Birbirimizin ne dediğini anlarız, saygı gösteririz. İstanbul'da görevli arkadaşlarımız da sağ olsunlar, bizim bir dediğimizi iki etmezler.

Ancak bir konu hariç!

Bizim Ankara bürosuna ulaşması gereken paketler, kitaplar ve PTT mektupları, okurlar tarafından bazen Ankara yerine yanlışlıkla gazetenin İstanbul adresine gönderilir… Ve bu malzemenin İstanbul'dan Ankara'ya bize ulaşması çoğu zaman haftalar alır.

Oysa İstanbul'la bizim Ankara bürosu arasında her gün düzenli kargo iletişimi var. Nedendir bilemem, görevli arkadaşlar bizim zarfları ve paketleri İstanbul'da biriktirir ve haftalar sonra Ankara'da elime kocaman bir kutu ulaşır.

İçinde kitaplar, zarflar, fakslar… Bunca şeyi okumak ve değerlendirmek neredeyse yarım gün alır.

* * *

Bugüne kadar defalarca rica ettik olmadı, istirham ettik yine olmadı! Bu yanlış uygulamayı önleyecek güce sahip olmadığımız böylece ortaya çıktı! Üstelik bu konuyu bundan aylar önce burada bir kez daha yazıp uyardım ama hiçbir şey değişmedi! Herhalde İstanbul'da bu işe bakan arkadaşların bir bildiği var! Ancak gazetecilik gecikmeye/geciktirmeye gelmez. İstanbul'a gönderilenler arasında çok önemli, hemen yazılması veya araştırılması gereken konular olabilir. Bazı önemli konuları bu gecikmeler nedeniyle birkaç kez atlamak zorunda kaldım! Bunları neden yazmak zorunda kaldığıma gelince, çuvaldızı başkalarına batırırken iğneyi kendimize batırmak gerektiği için!

* * *

Evet sevgili okurlarım, şimdi bu yazının başlığına dönelim… Biz gazeteciler de insanız. Birbirimizle çeşitli boyutta ilişkilerimiz vardır. Bazılarını severiz, dostumuzdur… Bazılarından ise hiç hoşlanmayız. Onlarla yıldızımız bir türlü barışmamıştır. Olumsuz duyguların çoğu siyasal görüşlerimizin farklı olmasından kaynaklanır. Birbirimizle sosyal ilişkimiz hemen hiç yoktur. Bir yerde karşılaştığımız takdirde el sıkışır ve soğuk bir selamla yetiniriz, genelde hepsi o kadardır. Bazen de yazılarımızda birbirimize gireriz, hakaretler ederiz, hatta mahkemelik oluruz.

* * *

Önceki gün elime Nazlı Ilıcak'ın bana hitaben yazdığı bir mektup ulaştı. Yukarıda anlattığım gibi, 8 Ocak günü APS ile postaya verilmiş ve İstanbul'a gönderildiği için Ankara'da elime geçmesi yine geç kalmış. Nazlı hanımın FETÖ'den tutuklu olduğunu ve uzun süredir Bakırköy kadın cezaevinde yattığını biliyorsunuz. Mektubuna “Sevgili Emin Çölaşan” diye başlıyor ve ilk cümlesi şöyle:

“Her gün Sözcü alıyor ve bütün yazılarınızı dikkatle okuyorum…” Son cümleleri ise aynen şöyle: “Sevgili Çölaşan mektubumu ister yayınlayın, ister yayınlamayın. Ama benim ricam, eğer yayınlarsanız benim hakkımda kırıcı sözler sarf etmeyin. Fikir ayrılıklarını tahliye sonrasına bırakalım. Sevgilerimle.”

* * *

Kesin bir anlayışım vardır: Düşene vurulmaz. Normal zamanlarda ben Nazlı Ilıcak'la nice kalem kavgalarına girişmiş bir gazeteciyim.

O da bana yazardı. Mahkemelik olmadık… Ama bu kalem kavgaları sürecinde birbirimizi hiç sevmedik. Daha açık söylemek gerekirse birbirimizden nefret ederdik.

* * *

Gün geldi, Nazlı hanım FETÖ'den tutuklandı ve cezaevine girdi. Düşene vurulmaz ilkem uyarınca hakkında bir tek satır bile yazmadım. Oysa tam zamanı idi!.. Cezaevine girmiş…Ne yazarsanız yazın, isterseniz en ağır hakaretleri edin, size yanıt veremez, açıklama yapamaz, kendini savunamaz. Eli kolu bağlı, özgürlükten yoksun birilerine bunu yapmak ahlâksızlıktır, namertliktir. Sadece o değil, geçmişte büyük kavgalar ettiğimiz ve halen cezaevinde yatmaktan olan hiç kimse hakkında kötü bir tek söz bile yazmadım.

* * *

Bunlardan biri özellikle Mehmet Altan'dır. Geçmişte kapışır ve yazılarımızda karşılıklı olarak en ağır hakaret sözcüklerini kullanmaktan çekinmezdik… Gün geldi Mehmet de FETÖ'den tutuklandı ve cezaevine girdi… Ve hakkındaki görüşlerim değişmediği halde, yine aynı ilke doğrultusunda onun için de bir tek satır bile yazmadım.

* * *

Yıllar ve koşullar insanların bazı duygu ve düşüncelerini törpülüyor. Geçmişte o kadar kapıştığım Nazlı Ilıcak'ın günün birinde bana “Sevgili Emin Çölaşan” diye başlayan, cezaevindeki durumunu anlatan, içini döken ve yine “Sevgili Emin Çölaşan” diye biten bir mektup yazacağını, doğrususunu isterseniz aklıma getiremezdim. Geçmişte yaşadıklarımızı ve kavgalarımızı düşündüm, kendi kendime “Hey gidi günler” dedim.

T24
ETİKETLER
nazlı ılıcak düşene vurulmaz emin Çölaşan tsk darbe girişimi rica

25 yıllık gazeteci, Ortadoğu uzmanı akademisyen, 'öldürülen YPG'li diye ABD'li oyuncunun fotoğrafını paylaştı
27 Ocak 2018



Buseyra Dağı'nda öldürülen 'eski ABD Özel Kuvvetler mensubu terörist', ünlü oyuncu Bradley Cooper çıktı

Kültür Üniversitesi’ndeki bilgi sayfasında, '25 yıl Türkiye'nin ve dünyanın önde gelen medya kuruluşlarında görev yaptığı, uluslararası haber tecrübesi olan, Türk dış politikası ve Ortadoğu sorunları üzerine uzmanlaşmış bir gazeteci ve akademisyen’ olduğu belirtilen Yrd. Doç. Dr. Bora Bayraktar’ın, 'Buseyra Dağı’nda öldürülen ‘eski ABD Özel Kuvvetler mensubu terörist’ diye Twitter hesabında paylaştığı fotoğrafın ünlü Hollywood oyuncusu Bradley Cooper’e ait olduğu ortaya çıktı.

Euronews’in İstanbul Temsilciliği’ni yapan; ATV, CNN Türk, TGRT ve TRT gibi kurumlarda çalışan Bayraktar, ‘Savaş Biçer, Ph D’ isimli bir hesabın paylaştığı, “Eski ABD Özel Kuvvetler mensubu Eddie Bragdon, yeni kod Zana Rizgar adındaki YPG’li terörist, Buseyra Dağı’nda etkisiz hale getirilenler arasında” tweetini takipçileriyle paylaşarak, “Türkiye’nin karşısında kimler var, kimlerle savaşıyor” yorumunu ekledi.

Ancak Bayraktar’ın paylaştığı tweetteki fotoğraf, ABD’li oyuncu Bradley Cooper’a aitti ve 2014 yılında yayınlanan 'American Sniper’ filminden alınmıştı. Fotoğrafın ünlü oyuncuya ait olduğunun anlaşılmasının ardından Bayraktar tweet’i kaldırırken, "Eski ABD ozel kuvvetler mensubu Eddie Bragdon Zana Rizgar kod adlı YPG’li terörist Buseya daginda etkisiz hale getirilenler arasinda. Terör örgütünün haberde kendi kullandığı resim üzerinden yapılan manipülasyona takılmayın” dedi.



Güvenlik uzmanı Mete Yarar da paylaştı

Eski asker ve güvenlik uzmanı Mete Yarar da, Bradley Cooper fotoğrafını 'öldürülen YPG'li olarak sosyal medya hesabında paylaştı. Birçok kanalda programlara katılarak Türkiye'nin dış politikasına ve gerçekleştirdiği askeri operasyolara dair yorumlarda bulunan Yarar, Bayraktar'ın attığı tweet'i retweetledi.

Öte yandan, Cooper’ın fotoğrafı kullanılmasa da, ‘eski bir ABD Özel Kuvvetler askerinin YPG saflarında öldürüldüğü’ haberi Türkiye’de birçok yayın organı tarafından kullanıldı. CNN Türk, Aydınlık, A Haber ve Sözcü gibi basın kuruluşları da haberi paylaşan yayın organları arasında yer alırken; Amerikan Newsweek dergisi, haberin çıkışının sahte bir tweet olduğunu iddia etti.

Sosyal medya ve Türk basınında dolaşan bilgiyi Newsweek’e değerlendiren Freedom House direktörlerinden Nate Schenkkan, “Bu garip bir olay” diyerek, haberin ‘Bird Person’ isimli bir kullanıcının yaydığı yanlış bilgiden kaynaklandığını söyledi. Gazeteci Amed Dicle de, Twitter da yaptığı yorumda, "Olay şu; Kürt twitter kullanıcısı, bir film karesinden foto alarak 'ABD'li YPG savaşçısı Burseya dağında şehit oldu' diye twit attı. Ve Türk medyası da sazan gibi bunu haber yaptı! Oysa; O twit şakaydı, öyle 1 YPG'li, öyle 1 olay yok, foto da film karesinden..” ifadelerini kullandı.

T24
ETİKETLER
bradley cooper abd özel kuvvetler ypg öldürüldü bora bayraktar

Mehmet Yuva: ‘Show bitti Bay Kalın’
25 Oca, 2018



Christiane Amanpour, CNN İnternational televizyonunun beynelmilel operasyon muhabiri. İran asıllı Muhammed ile İngiliz asıllı Patricia’nın dört kızlarının en büyüğü. 1958’de Londra’da doğdu. Ardından ailesiyle Tahran’a intikal etti. 11 yaşına kadar İran’da okula gitti. Ardından ailesiyle İngiltere’ye yerleşti. Amerika’da gazetecilik okudu. Birçok basın kuruluşunda farklı görevlerde çalıştı. 1998’de Amerikalı “Yahudi” James Rubin ile evlendi. Eşi Rubin, ABD Başkanı Bill Clinton’un yönetiminde 1997-2000 yılları arasında Dışişleri Bakan yardımcısı ve bu bakanlığın başsözcüsü görevlisiydi.
Bayan Amanpour haliyle Farsça ve İngilizce biliyor. ‘Tarih tesadüflerle hareket etmez derdi’ ecdadımız. Rubin-Amanpour ikilisinin Darius adında bir oğlu var. Büyük Darius (MÖ 549 – MÖ 485) Farisi (Pers) Hameniş İmparatorluğunu Orta Asya’dan Batı Asya’ya (Irak, Büyük Suriye ve Nil Deltası) Anadolu, Balkanların Trakya’sı ve Makedonya’sı, Kafkaslar, Karadeniz, Ege kıyılarına kadar büyüten Şah. Torunu 3. Darius (MÖ 336- MÖ 330) Ahameniş yani 1. Fars (Pers) İmparatorluğun sonuna imza atan Şah. Aslen Antakyalı olan (Makedonyalı bilinir) El-İskender (Büyük Alexander diye pazarlanır) Şah Darius ve ordusunu yine Antakya coğrafyasında İssos (Issus) Ovasında (Hatay-Payas) mat eder. Farisi (Pers) İmparatorluğunu tarihe gömer. Hatay, Adana ve Mersin Alevileri El-İskender’i bugün de dualarından eksik etmez minnetle yâd eder.

YILLIK 12, 5 MİLYON DOLAR MAAŞ

Amanpour’un CNN’den aldığı net yıllık maaşı sadece 12,5 milyon dolarcık. Bu hanım kızımızın çalıştığı CNN İnternational’in dosyası çok kabarık. Suriye’ye dayatılan terör savaşında basın ahlakından ne kadar yoksun olduğu tecrübe ile sabittir. Gezi olayları esnasında, üstünde mutlak kontrol arzuladıkları Erdoğan’ı nasıl hizaya getirebiliriz amacıyla medya operasyonlarının başını çekiyordu. Kaygısı kesinlikle demokrasi, özgürlük ve basın hürriyeti değildi. Yayınlarında “domuzdan bile ne kadar kıl alabilirsek menfaattir” hesabı esastı. İşte Gezi olaylarının tavan yaptığı tam bu esnada zuhur eden Bayan Amanpour, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sözcüsü çok iyi İngilizce bilen Dr. İbrahim Kalın ile röportaj yapmıştı.
Kalın, Amanpour’un polis şiddetini sorgulamasına, “aynı olay Amerika’da olsaydı, göstericiler ellerinde sopalarla Beyaz Saray’a yürümeye kalksaydı Amerikalı polisin tavrı ne olurdu” deyince, Bayan Amanpour savcı edasıyla İbrahim Kalın’a hitaben, “The Show is Over Mr. Kalın-Show (Gösteri) bitti Bay Kalın” diyerek Sözcü Kalın’ı hattan almıştı. Türkiye’nin maruz kaldığı 15 Temmuz 2016 terör saldırısının kokusunu erken alan Bayan Amanpour İstanbul’a erken çadır kurmuştu. Saldırı başarılı olsaydı veyahut iç savaş senaryosu gerçekleşseydi CNN İnternational’ın Suriye’de icra ettiği tahripkar görev Türkiye’de devam edecekti.
YOLLARI YENİDEN KESİŞTİ
Şüphesiz ki İbrahim Kalın’a bu terbiyesiz muameleyi yapan Bayan Amanpour’un davranışını kınamıştık. Dün Bayan Amanpour ile İbrahim Kalın’ın yeniden röportaj yaptığını görünce la havla çektim. Siyaset, şan, şöhret, çok para ve makam insanı yumuşak mı yapar? Çok mu kibar ve narin yapar? Yoksa bilmediğimiz bir devlet sihri mi devreye girer, “dün dündür bugün bugündür” terbiyesi mi ağır basar? Devletlerarası ilişkilerde menfaat esastır gibi büyük laflar yöneticileri gurursuz mu eder? Şüphesiz ki kendisine bu davranışı layık gören Bayan Amanpour ile görüşüp görüşmeme kararı kendisini ilgilendirir. Ancak Cumhurbaşkanlığı sözcüsü Kalın’ın Amanpour’a verdiği mülakatında yaptığı açıklamalar bizi ve Türkiye’yi ilgilendirir.

‘BİZİ TERCİH EDİN’ DEMEKTEN YORULMADINIZ MI’

‘Cristiane’ diyecek kadar samimi yaklaşan Kalın PKK’yı Marksist-Leninist bir örgüt olarak tanımlıyor. Bir zamanlar sol furyası tavan yapmışken bu kimliğini öne çıkarmış olabilir. “Tarihin en büyük ironilerinden birini görüyoruz. ABD, Suriye’de müttefiki olarak bir Marksist-Leninist örgütü belirlemiş bulunuyor” diyor. Sayın Kalın, ABD PKK’yı anti-emperyalizm’i hedef alan Marksist-Leninist fikriyattan uzak olduğu ve emperyalizme piyon olmayı kabul ettiği için yanına almaktadır. Tarih okudunuz. Bilmeniz gerekir ki, Marksistlerin Leninistlerin sadece ABD ile düşmanlığı olur. ABD, Emperyalizm, Siyonizm ve Vahhabizm ile dost olanların müttefiki olur. PKK, ABD, İsrail ve Suudi subayları ile Rakka’da birlikte olmayı kabul ettiği için ABD’nin dostudur.
Kalın, “Türkiye-ABD ilişkisi PKK-PYD gibi gruplar tarafından zarar verilemeyecek kadar önemli. Birlikte çalışırsak bölgede daha büyük stratejik çıkarlarımız olur. Hem bölge açısından hem bizim açımızdan hem de Amerikalılar açısından” diyor. ABD üç şeyi kabul etmez.; Milli ve yerli olmayacaksın, desteklemesen bile planlarına çomak sokmayacaksın, kiminle birlikte olacağına sen karar vermeyeceksin. Sayın Kalın ABD’ye PKK/YPG’yi bırak beni tercih et demekten yorulmadınız mı? Bu yalpalamalarınız sayesinde sürekli dost kaybettiğinizi ve güvensiz cepheyi büyüttüğünüzü idrak edemiyor musunuz? İlle de birisi kalkıp “Show bitti Bay Kalın” mı demeli?

Aydınlık
_________________
Bir varmış bir yokmuş...
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Önceki mesajları göster:   
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> ÇÖPLÜK Tüm zamanlar GMT
Sayfaya git Önceki  1, 2
2. sayfa (Toplam 2 sayfa)

 
Geçiş Yap:  
Bu forumda yeni başlıklar açamazsınız
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz
Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız


Powered by phpBB © phpBB Group. Hosted by phpBB.BizHat.com


Start Your Own Video Sharing Site

Free Web Hosting | Free Forum Hosting | FlashWebHost.com | Image Hosting | Photo Gallery | FreeMarriage.com

Powered by PhpBBweb.com, setup your forum now!
For Support, visit Forums.BizHat.com