Alemdar Site Admin
Kayıt: 14 Oca 2008 Mesajlar: 3538 Konum: Avustralya
|
Tarih: Pzr Oca 21, 2018 9:28 pm Mesaj konusu: ESATİR VE MİTOLOJİ’YE DAİR: 5 – HUD ALEYHİSSELÂM |
|
|
ESATİR VE MİTOLOJİ’YE DAİR: 5 – HUD ALEYHİSSELÂM
Selim GÜRSELGİL
21 Ocak 2018
Esatir ve Mitolojinin üçüncü bölümü “Zuhruf Sûresi” başlığıyla başlıyor. Sonra “Teşbih ve Tenzih”, “Allah’ın Kelâmı” ve “Ehadîyet” diye üç bölüm daha var. Bu bahis de diğer öncekiler gibi, dinî ölçülerdeki hikmetlere ilişkin. Yani işin “aslı” ile ilgili. Bundan sonra ise “aslîleştirme” başlayacak. Yani mitolojinin malzemesi üzerinden, onların hakikatini gösterici hikmet takibi… Asıl ve aslîleştirme içiçe devam edecek.
“Ehadîyet” ara başlıklı uzun bir parça var bu bölümde; Hud Aleyhisselâm ile ilgili… Füsus’ül Hikem’i bilenler, Ehadîyet hikmetinin Hud Peygamber‘de tecelli ettiğini ve ona ilm-i recül (diyebiliriz ki, yol ve istikamet bilgisi) verildiğini hatırlayacaklardır… Bilindiği gibi Kur’an’da Hud Sûresi’nde “istikamet emredilmiştir”.
Muhiddin-i Arabî Hazretleri, Ad kavmine gönderilen Hud Aleyhisselâm’dan, onda tecelli eden Ehadî Hikmet bahsi içinde hususi bir surette bahseder. Diyebilirsiniz ki, “vahdet-i vücud” telakkisine giriş… İBDA Mimarı, çoklarına kapalı kalmış bu hikmeti açar:
“Aslı göründü Hud Aleyhisselâmda
tecelli eden EHADÎ hikmetin
– “her nakışta o mânâ…”
sayısız mazharlarda görünen
tek ve eşsiz Rabb’ın müşahadesi
işlerinin birliği
bu görüşte silinme
ucunda
İFRAT HÂLDE TECRİD!
Hakk’ın masivası (Zâtı haricinde S.G.) olan her şey
HAYVAN hükmündedir
yâni canlı
madde bile
can HAYY’dan
sanki su yüzünde pırıltı
kendi hükmüyle hareket eden bir şey yoktur
ancak nefsinden başka bir tesirle
şu hâlde hareket eden her mahlûk
nasibince
doğru yol hüküm ve icâbına uygun
harekette!
Allah Kudsî Hadîs’te buyurdu:
– “Ben kulumun işiten kulağı
gören gözü – tutan eli
yürüyen ayağı olurum!”
Hakk kendi hüviyetini
kulun âzası yerine koyarak
onun aynı olduğunu söyledi
halbuki hüviyet bir – âza ise çeşitli
her âzaya kendi özelliğine uygun
ZEVKİ BİLGİ
tek bir hakikat olan suyun
aktığı yere nisbetle değişen lezzeti gibi
şurda tatlı ve hoş
burada tuzlu ve acı
tadı değişse de hakikati bir
bu zevkî bilgiye
İLM-İ RECÜL dendi.”
25 Mart 2013
İDEOLOJİ VE MİTOLOJİ
Günümüz insanının eski çağlara bakışı, hemen her denemede büyük güçlüklerle karşılaşmıştır. Günümüz idrakı, ideolojiktir; hayatı, onun hakkında edindiği fikirlerle, oluşturduğu kavramlarla, yaptığı teorilerle mânâlandırmaya yatkındır. Oysa eski insanların hayata bakışı, mitolojiktir; her şeyin, insanı aşkın ve kuşatan tanrıların işleri ve ilişkilerinden doğduğuna, tanrılarla insanlar arasında en yüksek bağın, bilinmesi ve saklanması gereken kutsal efsaneler olduğuna inanmıştır.
Bizim fikirlerimizin yerinde eskilerin tanrıları, bizim teorilerimizin yerinde eskilerin efsaneleri yer aldığı ve bizim anlayabildiğimiz yegâne gerçek bu olduğu için, onlara her bakışımızda bir “mânâsızlık”la karşılaşırız. Çünkü onların hangi efsanelerinin bizim hangi teorilerimize ve hangi tanrılarının hangi fikirlerimize karşılık geldiğini bilmeyiz. Açıkçası, biz ve eskiler, iki ayrı dili konuşan iki ayrı milletiz ve biz onların dilinden hemen hiç anlamayız.
Sanki kâinat çapında bir el, günümüz insanıyla eski insanların arasını, kâinat çapında bir bıçakla ortadan ikiye ayırmış ve birine “tarih”, öbürüne “tarih öncesi” demiştir. Tarihten tarih öncesine bakışın tek yolu, bizim “mitoloji” adını verdiğimizi ‘eskilerin efsanelerini inceleme disiplini’ değilse de, eski insanların dünyalarıyla yakınlık kurabilmemizin en elverişli yolu budur. Zirâ “tarih öncesi”nden “tarih”e çok az ışık sızmıştır ve doğrusu “mitoloji” de olmasaydı, eskilerin dünyasıyla günümüz idrakı arasında hiçbir teselli verici münasebet bulamazdık.
Ne var ki, bu münasebetle güçlük ortadan kalkmıyor: Mitoloji, eskilerin dünyasına dair bir ‘sembol ormanı’ serer gözümüzün önüne; bu sembol ormanında yol bulabilmek hemen hemen imkânsızdır. Mitoloji bize tek başına teselli vermez, eskilerin dünyasını gerçekten anlayabilmek için, onların sembollerinin dilinden anlamalıyız. Dahası, onların da bizler gibi “ideoloji”leri olduğunu, ancak bu ideolojilerini birtakım semboller yardımıyla ve birtakım efsaneler marifetiyle ifade ettiklerini bir peşin kabul olarak önümüze koymalıyız.
Mesele şudur: “Eski insanlar acaba, bizim gibi fikirlerle değil de, tanrılarla nasıl bir mânâyı hedefliyorlardı? Anlayışları, bizimkilere benziyor mu, yoksa benzemiyor muydu?” Bu suallere her zaman, arada kurduğumuz benzerliklerle, paralelliklerle cevab veririz. Çünkü bu arada benzerlikleri kurmayacak olsak, eskilerin dünyasından ‘günümüzün idrakı’na hiçbir mânâ ışığı sızmayacağı açıktır. Bu benzerlikleri kurmak için de, kendi ideolojilerimizin denk düşürdüğü teorilere ihtiyacımız vardır.
Böyle olunca, mitolojiye el atan her günümüz insanı, eskilerin efsanelerine kendi ideolojik deli gömleğini giydirir; tarih öncesinin semboller ormanının karanlığını, kendi ideolojik el feneriyle aydınlatmağa uğraşır. Bu da çoğu zaman hüsranla sonuçlanan bir girişim olur. Eski insanların kendi ideolojilerini “mitoloji” kılığında dile getirdikleri ne kadar doğruysa, onların ideolojilerinin bizim ideolojilerimize denk veya benzer olduğu iddiası, o kadar hileli, o kadar yanıltıcıdır.
Şu hâlde mitoloji meselesi, ideolojiden istesek de ayrılmaz. Hem mitolojik malzemenin zaten bir ideolojiye dayanıyor olması bakımından, hem de mitolojik malzemeye yaklaşımın bir ideolojik bakışa ihtiyaç duyuruyor olması bakımından… Burada aslolan, “efsanelerin kendisine dayandığı ideolojiler” ile –ki meçhuldür– “efsanelerin kendisine dayandırılacağı ideoloji”nin –ki mâlumdur– birbirine uygun olmasıdır. İşimiz, “mâlumu meçhullükten kurtarmak”tır. Bunu başaramadığımız takdirde, mitolojik malzeme bizim için, anlamsız bir söz yığını olarak kalmaya devam edecektir.
*
Diyelim ki, mitolojik malzeme, insanlığın müşterek bir hatırası, müşterek bir şuuraltı sergisi… Bu sergiyi her gezen, o hatırlara her göz atan, müşterek şekiller altında birbirinden farklı mânâlar buluyor, kendi görüşüne mahsus yorumlar yapıyor ve yorumlarına başkasını da inandırabilmek için çeşitli deliller ileri sürüyor. Fakat sonunda iş gelip, bunlardan hangisinin hakikate daha çok benzediğine dayanıyor.
Dr. Hakkı Açıkalın, “Yunan Mitolojisine Farklı Bir Bakış” eserinin giriş bölümünde, bu hususta bizimle benzer bir tahassüsü paylaşmış, mitoloji ve ideoloji arasında kurulabilecek münasebet üzerine bir dizi can alıcı sual sormuştur.
Aklımıza Giovanni Papini’nin meşhur “Gog”u geliyor. Bu eserde Papini, daha birçok şey yanında, özellikle “Yıldızlar=İnsanlar” başlıklı denemesinde, bizim sözünü ettiğimiz anlamsızlığa dikkat çekiyor. 20’nci asırda astronomi alanında peşpeşe mühim buluşlar gerçekleştirildiğinden, ama bunların –imân doğurmadığından!– hayata geçirilemediğinden bahsediyor. Başlıca iki sebeb öne sürüyor: Birincisi, Batılı aydın ve felsefeci kesiminin bu buluşlara ilgi göstermemesi, ikincisi, genellikle mükemmel fizikçi ve matematikçi olan astronomi âlimlerinin felsefeye hiç de kabiliyetli olmamaları… “Dâhiyane buluşları oluyor, sağlam teoriler ileri sürüyor, fakat bunlardan ahlâkî ve metafizik sonuçlar çıkaramıyorlar”…
Astronomi alanında yaşanan bu durum, mitoloji sahasında yaşanan anlamsızlığı çok andırıyor. Fakat burada, müellifin ileri sürdüğü sebeblerden birincisini düzeltmeli ve hakikatine ircâ etmeliyiz ki, ikinci sebeb mânâlı bir surete kavuşsun: Doğulu (müslüman) aydın ve mütefekkirlerin bu buluşlara ilgi göstermemesi yüzünden, Batılı aydınlar da bu alanda hakikat temelinden mahrum kalıyor: “Dâhiyane buluşları oluyor, sağlam teoriler ileri sürüyorlar, fakat bunlardan hakikate uygun sonuçlar çıkaramıyorlar.” Zirâ bu, onların mâlik olduğu ve lûtfedebileceği bir şey değil. Ve iş şu gerçeğe çatıyor:
-“Neyi niçin bildiğini bilmemenin faydasız bilgi oluşu!”
Demek ki, Batılı ideolojiler, mitolojik malzemenin sahibiymiş gibi görünürken aslında mahrumudurlar ve eskilerin dünyası sadece İslâm idrakıyla aydınlatılabilir.
14 Mayıs 2011
PUT
Putun kendi başına alındığı zaman bir anlamı yok: İki ağaç yontuğu, üç taş artığı… İslâm bunlara hücum ediyor ve tek tek hepsini deviriyor!
Ve günümüzde bir oryantalist akım: Aslında bu putların çok derin anlamları vardı, öyle iki ağaç, beş taş değildi!
Eee? Ne yani, öyle olmadığını söyleyen mi var? Yani böyle çocuk oyuncağı kabilinden nesnelerle boğuşan bir hakikat mi var? Veya turistik eşya pazarındaki biblolardan mı söz ediyoruz burada?
Hayır, bunlar zaten arkalarında çok çirkin mânâları barındırdıkları için nefret sebebi. Bozuk bir ruh iklimini, bu ruh iklimine bağlı kötü bir sosyal düzeni temsil ettikleri için onlara hücum ediliyor. Müşriklerin nasıl çıldırdığını düşünün:
– İslâmiyet bizi kölelerimizle eşitlemek istiyor. Böyle bir saçmalık olabilir mi? Ben soylu ve şerefli falanca, müslüman olursam şu itip kaktığım derisi yanıkla eşit olacağım, onunla aynı safta namaz kılacağım. Olacak iş mi bu?
Veya şu:
– Yani biz bundan sonra malımızı fakirlere, yetimlere böleceğiz, onların fakirliğinden ve yetimliğinden de sorumlu olacağız, öyle mi?
Bunun gibi bir sürü şey… Put, işte bütün bunları ayakta tutuyor. Bütün bunları ayakta tutan maddî ve manevî bir düzeni temsil ediyor. O yüzden yıkılıyor. O yüzden, onunla beraber bir düzen de yıkılıyor, bir çağ kapanıyor…
“Put, Allah’a giden yolun engelleri ve saptırıcı kollarıdır.” (Necip Fazıl)
26 Aralık 2011
MİTOLOJİ
Mitoloji; efsaneler, inanılanlar, kutsallar, daha doğrusu bir zamanlar inanılmış ve kutsal sayılmış olanlar…
Salih Mirzabeyoğlu şöyle anlatıyor:
“Mitoloji zengin bir çöplük
tezkiyesi gerek – ruhum gibi
pak ve temiz etmek
tasnif etmek gerek
süzerek tasfiye etmek
yararsızı yararlıdan
zararlıyı zararsızdan
seçtiğin mevzuunca…
Bu cümleden olarak dikkat:
Hükmü kaldırılmış yahut tahrif edilmiş
semavî dinlerden karışmış sözler
–seçilemiyor Allah kelâmı olup olmadığı–
onlara hangi niyetle bakmalı?
Allah kelâmıdır desen olmaz – belki değil
insan sözüdür desen olmaz – belki Allah kelâmı
durum böyle olunca
birini diğerine atfetmek – küfür
sakınmak lâzım cinayetten
gözucuyla bakmak lâzım ehl-i kalbe
ve ne nedir anlamaya çalışmak
bildin mi? – öyleyse buna göre söyle
hakikati tanı ve son tecritte
hakikat Allah’ın kulu
ve muradıdır niyetiyle!”
6 Şubat 2012
Kaynakl: Adımlar dergisi _________________ Bir varmış bir yokmuş... |
|