EntellektuelForum Forum Ana Sayfa EntellektuelForum

 
 SSSSSS   AramaArama   Üye ListesiÜye Listesi   Kullanıcı GruplarıKullanıcı Grupları   KayıtKayıt 
 ProfilProfil   Özel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapınÖzel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapın   GirişGiriş 

AKP’nin yükseliş ve çöküş hikâyesi
Sayfaya git Önceki  1, 2, 3, 4
 
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> DÜNYA BİR İNKILÂP BEKLİYOR
Önceki başlık :: Sonraki başlık  
Yazar Mesaj
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Çrş Arl 27, 2017 11:22 pm    Mesaj konusu: Gül, Arınç, Atalay... AKP’de ayrışma netleşiyor Alıntıyla Cevap Gönder

SONAR Başkanı: Erdoğan'ın bu seçim işi çok zor; fuzuli anayasa değişikliği yaptı, yüzde 51'i bulamayabilir
28 Aralık 2017



"Yüzde 33 bile alsalar en azından koalisyon ortağı olurlardı"

Kamuoyu araştırma şirketi SONAR’ın başkanı Hakan Bayrakçı, Tayyip Erdoğan'ın Cumhurbaşkanlığı seçiminin 1. ve 2. turunda yüzde 51'i bulamayacağını söyledi. Bayrakçı, "Erdoğan'ın bu seçim işi çok zor" diyerek, "Yüzde 51-52'yi karşısındaki aday bulabilir. Çünkü Erdoğan'ın ikinci turda ilave gelecek 6-7 puanı yok" ifadesini kullandı.

Sözcü'den Nil Soysal'a konuşan Bayrakçı'nın açıklamasının bir bölümü şöyle:

Cumhurbaşkanlığı seçimi için şu anda adaylığını net bildiğimiz iki isim var: Tayyip Erdoğan ve Meral Akşener. Bugün sandıklar kurulsa oy oranları ne olur?

Bu sorunuza CHP'nin adayını bilmeden cevap vermek zor. Ama şunu söyleyebilirim; CHP eğer uygun bir aday bulursa, ki bu Kemal Kılıçdaroğlu'nun kendisi de olabilir. Ya da bir başka isim çıkabilir. HDP'nin de kendi adayını göstermesi kaydıyla, her ne kadar MHP AKP'ye destek verecek olsa da, Tayyip Erdoğan'ın birinci turda yüzde 50'yi geçebileceğini ben hiç düşünmüyorum. Birinci turda Tayyip Erdoğan yüzde 45 alsa, ki bu yüzde 44'de olabilir, hatta yüzde 40 bile olabilir. Rakipleri de yüzde 10-15-20 diye dizilseler bile, ikinci turda Tayyip Erdoğan'ın bu kez yüzde 50,5 – 51'i bulabileceğini de düşünmüyorum. 51-52'yi karşısındaki aday bulabilir! Çünkü Tayyip Erdoğan'ın ikinci turda ilave gelecek 6-7 puanı yok! İkinci turda o yine 44-45'ini alır ama herkes rakibine oy verir. Rakibi kim olursa olsun, Erdoğan karşıtları ona oy vereceği için yüzde 55'i bile alabilir.

Bana göre Tayyip Erdoğan birinci turda en yüksek oyunu alacak. O da hiçbir şekilde yüzde 51 olmuyor. Zaten CHP ile MHP'nin ortak adayı Ekmeleddin İhsanoğlu ve HDP'nin Selahattin Demirtaş'ı aday gösterdiği seçimde bile birinci turda yüzde 51 alabildi Tayyip Erdoğan. Şimdi karşısında CHP'nin adayı ve Meral Akşener gibi dişli rakipler var. Öyle yüzde 51 çantada değil bu sefer. Ekonomik sıkıntılar üst üste ekleniyor. Tayyip Erdoğan'ın bu seçim işi çok zor. Kendi kendine fuzuli anayasa değişikliği yapıp, bir 51 handikabı koydu. Halbuki böyle bir değişiklik olmasa, yüzde 33 bile alsalar en azından koalisyon ortağı olurlardı.

Erdoğan'ın oylarının azalmasındaki en önemli faktör ne olur?

Hiç kimse farkında değil. Ama Tayyip Erdoğan'ın oy kaybındaki en ciddi faktörlerden biri belediye başkanlarını görevden alması olacak. O adamları 15 sene milletin karşısına çıkarıp oy istemişsiniz. Sonra açıklamadığınız bir sebeple görevden alıyorsunuz. Vatandaş merak etmez mi sebebini? Bu çok büyük bir hata. Sandığa mutlaka yansıyacaktır.

Ola ki Tayyip Erdoğan kazandı Cumhurbaşkanlığı seçimini. Meclis'te ise partisi çoğunluğu bulamadı. O zaman ne olur?

600 milletvekilinin 200'ünü AKP kazandı diyelim. Tayyip Erdoğan takır takır Türkiye'yi yönetir. Meclis'e ihtiyacı yok ki. Milletin “Evet” dediği sistem, bu sistem. Meclis bu sistemde havagazı. Sadece yüksek maaşlı 600 adamdan ibaret! Hatta milletvekillerinden bakan yapmak zorunda da değil. Mesela Tayyip Erdoğan terzisini, kasabını, eczacısını, teyzesinin oğlunu getirip, hükümeti kurar.

T24
ETİKETLER
anket haber açıklama erdoğan cumhurbaşkanlığı

Gül, Arınç, Atalay... AKP’de ayrışma netleşiyor, kopuş yaklaşıyor
YAŞAR AYDIN
27.12.2017



AKP Hükümetinin yayınladığı son iki KHK tartışılmaya devam ediyor. Bu kez tartışmanın AKP içinde de iki tarafı var. 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün son KHK ile ilgili sosyal medya paylaşımı, ardından Bülent Arınç’ın desteği AKP içinde çatlak tartışmalarını da beraberinde getirdi. AKP Grup Başkan Vekili Bülent Turan’ın “kim olursa olsun” diye bitirdiği değerlendirme, Gül ve çevresine verilen reaksiyonu özetler nitelikteydi.

Son iki KHK tartışmasından bağımsız olarak söylememiz gerekir ki erken seçim gündemi meclis kulislerinde konuşulmaya başlamasından bu güne kadar Abdullah Gül ismi sürekli telaffuz edile geldi. Yaptığı her açıklama, her ziyaret, katıldığı her toplantı gazete sayfalarını, televizyon ekranlarını süslemeye başladı. Üstelik yalnız da değildi. Aynı günlerde Bülent Arınç’tan, Beşir Atalay’a kadar AKP’nin geçmiş dönem ağır topları da farklı gündemlerde yaptıkları açıklamaları ile AKP merkezinin politikalarına aykırı duruş sergilediler. Üstelik bu isimler bir ekip olarak ifade edilirken yanlarına da Ali Babacan ve eski AYM Başkanı Haşim Kılıç’ı da ekleyenler oldu. Bu isimlerin muhalefet kulislerinde bir hareket yaratmış olması kuşkusuz beklenen bir sonuçtu. Ama iktidar partisi cephesinde de yankı bulması çok beklenen bir durum değildi.

Gül’ün ofisindeki hareketlilik
Abdullah Gül ismi bugüne kadar AKP içinde yaşanan her tartışma sonrası ortaya atıldı. Gül’ün de bu algıyı beslediğini söylememiz gerekir. Türkiye’nin çok tartışılan temel konularına dair yaptığı açıklamalarla Erdoğan’dan farklı düşündüğü mesajını verme gereği hissettiği çok açık. Gül, AKP içinde sadece taraftarlara seslenen değil, aynı zamanda tüm Türkiye ve batıya da sesini duyuran akil insan pozisyonu koruyan çizgisi ile süreci bugüne kadar getirdi. Ama artık Gül-Erdoğan ilişkisinde farklı bir döneme geldiğini söylemek mümkün. Özellikle başkanlık seçimleri yaklaştıkça işin muhtevası da değişmeye başladı.
Aldığımız bilgilere göre Gül’ün çalışma ofisinin trafiği hiç olmadığı kadar arttı. Üstelik gelen konuklar sadece siyaset içinde de değil. İş dünyasından, eski bürokratlara, cemaat ve aşiret mensuplarına kadar uzanan geniş bir yelpaze Gül’ün konuğu olmaya başladı. 11. Cumhurbaşkanı’nın hızlanan trafiğini son bir aylık sosyal medya takibinden bile çıkarmak mümkün. Gül, siyasette alacağı pozisyon konusunda artık kararını vermişe benziyor. Son birkaç aylık gelişmeler ışığında ‘macunun tüpten çıktığını’ söyleyebiliriz.

Zorunluluktan gönüllülüğe
11. Cumhurbaşkanı Gül açısından en temel belirsizlik AKP içinde kalarak mı yoksa kendini dışarıya atarak mı süreci ilerleteceği noktasında. Bu konuya dair Gül’ün yakın çevresinden de farklı eğilimler var. Gül’ün asla AKP’yi terk etmeyeceğini ifade söyleyenler kadar, 2019 seçimlerinde farklı bir çıkış yapacağından emin olanlar da mevcut. Bugüne kadar atılan adımlara bakıldığında Abdullah Gül için söyleyebileceğimiz en doğru tespit ‘ana gücünü AKP’den alan bir çıkış’ olarak özetlenebilir.
AKP’de süreç içerisinde Erdoğan’ın siyasal geleceği ile partisinin ve kendilerinin siyasal geleceğini ayrıştırmaya çalışan hatırı sayılır bir ismin olduğu sır değil. Çoğunluğu AKP kurucusu ya da yöneticisi olan bu isimlerin sorunu ise aralarından güçlü bir isim çıkaramamaları. Bu iki ihtiyaç Gül ve AKP’nin eski güçlü isimlerini bir anlamda birlikte olmaya zorluyor. Bu kesimler arasında son dönemlerde artan ilişki ve ‘muhabbet’ esas olarak bu zorunluluğa dayanıyor. İlişkinin sonucunu bugünden kestirmek zor. Şu kadarını söyleyebiliriz ki zorunlu başlayan bu ilişkinin gönüllü bir siyasal birlikteliğe dönüşme ihtimali bugün dünden daha güçlü.

İyi Parti ve SP ile diyalog
Tüm bu gelişmeler ışığında Abdullah Gül’ün esas olarak 2019 Kasım’ında yapılması planlanan başkanlık seçimine hazırlandığını söylemek mümkün. Etrafında yer alan AKP’li sayısında da ciddi bir artış yaşanmaya başlandı. Gül’ü uzun süredir takip eden meslektaşlarımızın görüşü halihazırdaki ekibin yetersiz olduğu yönünde. İyi Parti ve Saadet Partisi ile geliştirilecek diyaloğun da Gül’ün yol haritası açısından belirleyici olacağı belirtiliyor.

Erdoğan ve AKP’nin tepkilerinin de süreci belirleyeceğini söylememiz lazım. Bugüne kadar Gül’ü doğrudan karşılarına almamaya çalıştılar. Ama son KHK sonrası AKP cephesinden gelen tepkiler bundan sonra sürecin daha da sertleşeceğini gösteriyor. Gerilen ip mutlaka kopacak gibi. Zamanlaması sürecin gidişatını da belirleyecek.

Birgün
AKP Abdullah Gül khk Cumhurbaşkanı Bülent Arınç ifade Başkanlık sosyal medya Türkiye erken seçim açıklama gazete Beşir Atalay Ali Babacan AYM Cemaat seçim Meclis televizyon saadet

AKP'de 'KHK' çatlağı; Gül - Erdoğan - Arınç arasında 'Twitter' krizi nasıl başladı, kim, hangi tarafta yer aldı?
28 Aralık 2017



AKP kanadında tartışmalar sürüyor...

Olağanüstü hâl (OHAL) uygulaması kapsamında çıkarılan 696 sayılı kanun hükmünde kararname (KHK) AKP zirvesinde arasında tartışmalara yol açtı.

Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) içindeki cunta yapılanması tarafından düzenlenen darbe girişiminin "bastırılmasında" rol oynayan sivillere yargı muafiyeti getiren düzenleme için 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, "kaygı verici", "gözden geçirilmeli" yorumlarında bulundu. Gül'ün, KHK'larla ilgili resmi Twitter hesabında yaptığı iki paylaşımı, 28 Aralık saat 17:53 itibarıyla toplam 9288 kişi retweetledi, 29511 kişi beğendi, 4722 kişi yorumladı. Eski Başbakan Yardımcısı ve AKP kurucularından Bülent Arınç'ın da retweetleyerek desteklediği paylaşımlar için Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, "Kendileri tarafından yapılan o açıklama, aldığı retweet’lerle süreci çok farklı bir yere doğru işletmiştir" dedi. Erdoğan, "düzenlemenin son derece açık olduğunu" vurgulayarak "Neye dayanarak böyle bir muğlaklıktan bahsediyorsunuz?" ifadesini kullandı.

Abdullah Gül ne demişti?

Gül, sosyal medya hesabında yaptığı paylaşımlarda şunları kaydetmişti:

"15 Temmuz hain darbe teşebbüsüne karşı arkasına bakmadan sokağa çıkıp direnen kahraman vatandaşlarımızı koruma amacıyla çıkartıldığını düşündüğüm 696 sayılı KHK’nın yazımındaki hukuk diliyle bağdaşmayan muğlaklık, hukuk devleti anlayışı açısından kaygı vericidir. İleride hepimizi üzecek olaylara ve gelişmelere fırsat vermemek için gözden geçirileceğini ümit ediyorum."

Bülent Arınç'tan 'retweet desteği'

Gül'ün bu paylaşımını kendi takipçilerine aktaran bini aşkın sosyal medya kullanıcısı arasında, AKP kurucularından Bülent Arınç da vardı. Bu nedenle Erdoğan'ın Gül için kullandığı "Kendileri tarafından yapılan o açıklama, aldığı retweet’lerle süreci çok farklı bir yere doğru işletmiştir" ifadesinin odağında, Arınç'ın da olduğu yorumları yapıldı.

AKP Grup Başkanvekili: Rahatsız olması üzücü

Gül'ün paylaşımlarına AKP kanadında ilk tepki gösteren isim, Grup Başkanvekili Bülent Turan oldu. Turan, "Daha eski düzenlemede resmi görevliler için bu hak verilirken rahatsız olmayanların bugün rahatsız oluyor olmasını çok üzülerek karşılıyorum, kim olursa olsun" dedi.

Şamil Tayyar: Gül, 2019'un provasını yapıyor!

AKP Gaziantep Milletvekili Şamil Tayyar, Gül'ün bu paylaşımlarına tepki gösterdi; 2019'da yapılacak cumhurbaşkanlığı seçimleri için "prova" yaptığını iddia etti. Tayyar, sözlerine "Muhaliflerle arasında paydaşlık oluşturmaya, AK Parti ile arasındaki mesafeyi açmaya çalışıyor. Ne yapsa nafile" diye devam etti.

"Ellerinde benzin bidonlarıyla tartışmaya koşturdular..."

AKP Ankara Milletvekili ve Yeni Şafak yazarı Aydın Ünal da, Gül'ü isim vermeden eleştirdi. Başbakanlığı döneminde Erdoğan'ın "metin yazarlığı" görevini üstlenen Ünal, bugün (28 Aralık 2017) yayımlanan yazısında şu ifadeleri kullandı:

“(...) Bir de, böyle münakaşalı ortamları pek seven, tartışma çıksın diye adeta pusuya yatmış bekleyen, risk varken ortada görünmeyip, ‘akil insan’, ‘vicdan sahibi insan’ gibi görünmek için fırsatı hemen değerlendirip tartışmaya balıklama atlayan eski/emekli siyasetçi figürler var. Onlar da CHP’nin değirmenine su taşıdılar, ellerinde benzin bidonlarıyla tartışmaya koşturdular.”

"Hattımız 'Erdoğan' karşıtlığıdır' deyin, bilelim"

AKP İstanbul Milletvekili Metin Külünk, Gül'e sosyal medya hesabında yaptığı paylaşımlarla eleştirdi. "15 Temmuz’un arkasındaki işgalci akla yaranmak ve alkışını alabilmek için Sayın Erdoğan’a başkalarının kirli omuzlarından ateş etmekten vazgeçin" diyen Külünk, "Sizi omuzlarında taşıyan Anadolu’nun masum insanlarının duygularının üzerinde yürümeyin. ‘Hattımız Erdoğan karşıtlığıdır’ deyin bilelim" diye yazdı.

696 sayılı kanun hükmünde kararnamede ne deniyor:
"Resmi bir sıfat taşıyıp taşımadıklarına veya resmi bir görevi yerine getirip getirmediklerine bakılmaksızın, 15 Temmuz darbe girişimi ve terör eylemleri ile bunların devamı niteliğindeki eylemlerin bastırılması kapsamında hareket eden kişilerin hiçbir hukuki, idari, mali ve cezai sorumluluğu olmayacaktır."

T24
ETİKETLER
tayyip erdoğan bülent arınç abdullah gül khk sivil yargı muafiyet tartışma akp twitter tweet tartışma çatlak kurucu

Sabah yazarı: Abdullah Gül'ün duruşu 2019 için kırılmaya işaret; AKP içindeki unsurlara mesaj göndermeyi denedi
28 Aralık 2017



Sabah yazarı: Abdullah Gül'ün duruşu 2019 için kırılmaya işaret; AK PARTİ içindeki unsurlara mesaj göndermeyi denedi

Sabah yazarı Okan Müdderisoğlu, son yayımlanan kanun hükmünde kararnamelerle ilgili olarak 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve muhalefet partilerinin yaptığı açıklamaları değerlendirdi.

Müdderisoğlu, Gül'ün KHK ile "Yazımındaki hukuk diliyle bağdaşmayan muğlaklık, hukuk devleti anlayışı açısından kaygı vericidir. İlerde hepimizi üzecek olaylara ve gelişmelere fırsat vermemek için gözden geçirileceğini ümit ediyorum" açıklamasıyla ilgili olarak "Sn. Gül, geleneksel "orta yolcu" yaklaşımını sürdürmekle kalmadı hem AK Parti karşıtı kitleye hem de AK Parti içindeki kimi unsurlara mesaj göndermeyi denedi. Bu duruş, gerek 2019 gerekse sonrası bakımından artık kaçınılmaz kırılma ve karşılaşmaya işaret niteliğindeydi" dedi.
T24

"AKP, Türkiye’nin geleceğini değil geçmişini temsil ediyor"
28 Aralık 2017



Cumhuriyet yazarı Özgür Mumcu, "AKP’nin en büyük iddiasının yeni bir Türkiye’nin kurucusu olmak" olduğunu belirtip, Cumhuriyetin kuruluşuyla ilgili olarak AKP'lilerin cümlerlerine yer vererek "AKP, Türkiye’nin geleceğini değil geçmişini temsil ediyor. Ona yedeklenen Devlet Bahçeli’nin partisi de öyle. Aslında “Yeni Türkiye” fikrinin çöküşünü izliyoruz. Ancak OHAL şartlarında ayakta durabilecek bir ara dönemde yaşamamızın sebebi bu. “Yeni Türkiye” eski ve kaybetmeye mahkûm, kitlesel bir illüzyondan ibaret. Elbette kolay iş değil ve elbette bu ara dönem yerini kolayca demokratik bir rejime bırakmayacak" dedi.

Özgür Mumcu'nun "Yeni Türkiye biterken "başlığıyla (28 Aralık 2017) yayımlanan yazısının ilgili bölümü şöyle:

Öte yandan “yeni Türkiye” çok da yeni değil. Kavramın ideolojik kökenleri köhne ve çürüktür. Memleketin genç seçmenleri ve gelmekte olan kuşaklar bakımından AKP’nin yeniyi temsil eden bir tarafı yok. Kendilerini bildiklerinden beri her şeye Sayın Erdoğan’ın karar verdiği, çocukluklarından beri sesi kulaklarında çınlaya çınlaya eskimiş bir iktidar tanıdılar. Genç seçmenin AKP’ye ilgisinin düşmesi herhalde bir tesadüf değil.
AKP’nin can havliyle Devlet Bahçeli’den arta kalan MHP’yi kendine yedeklemesi de uzun vadede bir çözüm olmayacaktır. Kasım seçimlerinde yüzde 60’ları geçen AKP ve MHP oyları, referandumda bütün eşitsiz yarış koşullarına ve mühürsüz seçim skandalına rağmen yüzde 50’yi zar zor aşabilmiştir. Üç büyük şehri ve gençleriyse kaybetmiştir.

AKP, Türkiye’nin geleceğini değil geçmişini temsil ediyor. Ona yedeklenen Devlet Bahçeli’nin partisi de öyle. Aslında “Yeni Türkiye” fikrinin çöküşünü izliyoruz. Ancak OHAL şartlarında ayakta durabilecek bir ara dönemde yaşamamızın sebebi bu.

“Yeni Türkiye” eski ve kaybetmeye mahkûm, kitlesel bir illüzyondan ibaret. Elbette kolay iş değil ve elbette bu ara dönem yerini kolayca demokratik bir rejime bırakmayacak. Ancak umutsuzluğa kapılması gerekenlerin bu köhne rejime karşı çıkanlar değil, iktidarına ancak OHAL’le ve baskıyla sarılabilenler olduğu da ortada.

Ana Haber

"Bundan sonra AKP'ye de, MHP'ye de oy yok"
28 Aralık 2017



"OHAL neden bize dokundu ki?"

Posco Assan işçileri, hükümete de MHP’ye de AKP milletvekillerine de Valiye de Kocaeli Büyükşehir Belediyesi yönetimine de öfkeli. Posco’da yaşananları anlatan işinden olan bir işçi, AKP’ye ve MHP’ye oy vermiş işçilerin “Bundan sonra bunlara oy yok, bizi düşündükleri yok” dediğini aktardı.

Evrensel'den Hasret Gültekin Kozan'ın haberine göre, AKP’lilerin “Bu işi çözeceğiz” sözlerinin lafta kaldığını anlatan işçilerin sendikaları Birleşik Metal-İş yöneticilerine de eleştirisi var:

“Eylemler 1 hafta geç başladı. Sendika, Hükümet yetkililerinin ‘Eylemleri durdurun, işi çözeceğiz’ demesini bekledi, bu eylemleri soğuttu.”

"Yetkililer bizi oyaladı"

Posco’da yaşananları anlatan işten atılmış bir işçi, AKP’ye ve MHP’ye oy vermiş işçilerin “Bundan sonra bunlara oy yok, bizi düşündükleri yok” dediğini aktardı. Hükümetin kendilerini oyaladığını dile getiren işçi, devam etti: “Bize ve sendikamıza bu durumu çözeceklerini söylediler. Hatta Mecliste gündem oldu, CHP’li vekilleri şov yapmakla suçladılar. Ama kendileri de hiç bir şeyi çözmedi. Geldiler gittiler, bizlerle görüştüler, patronla görüştüler, sizlerin hakkını savunacağız dediler ama lafta kaldı. Sendika da Hükümet yetkililerinin ‘Eylemleri durdurun, işi çözeceğiz’ demesini bekledi, bu eylemleri soğuttu. Ayrıca işten atmaların sayısı 88’i bulduğunda, yani 1 hafta sonra eylemlere başlandı” dedi.

‘OHAL neden bize dokundu ki?’

İşçilerin olan bitene tepkili olduğunu belirten bir başka Posco işçisi, “Olanların savunulacak bir yanı yok. AKP’ye, MHP’ye oy vermiş işçi arkadaşlar ‘Bundan sonra bunlara oy yok, bizi düşündükleri yok’ diyor. Yaşanılan olayların sonrasında işçi arkadaşlarda Hükümete yönelik güvensizlik arttı. Bunca verilen sözlerin sonrasında hiç bir şey yapılmaması, verilen sözlerin tutulmaması neden oldu buna. AKP Kocaeli Milletvekili Zeki Aygün’ün ağzından çıkan sözlerin hiçbiri yerine getirilmedi. Bununla da kalmadılar, bize Mecliste ‘militan’ dediler. MHP il ve ilçe teşkilatları durumdan haberdar edildi, arandı ve fabrika önüne davet edildi. Ne gelen oldu, ne giden” diye konuştu. OHAL’in kendilerine dokunduğunu aktaran işçi, tepkisini “Ankara’ya yürüyüşümüz OHAL gerekçe gösterilerek, yasa dışı denilerek engellendi. Oysa biz hakkımızı istedik. OHAL neden bize dokundu ki?” sözleriyle dile getirdi.

Posco Assan'da neler oldu?

Posco Assan’da işçilerin DİSK/Birleşik Metal-İş sendikasında örgütlenmesinin ardından ilk işten atmalar 15 Kasım’da başladı. Parça parça işten atmaların yaşandığı sırada sendika 1 hafta sonra fabrika önünde açıklama yaptı. Bu sırada Posco işçileri Mecliste de gündem oldu. CHP’li milletvekilleri Posco’da hukuksuzluk yaşandığını belirtirken, AKP Milletvekili Zeki Aygün bu açıklamalara sorunun çözüleceği yönünde karşılık verdi. Aygün daha sonra Kocaeli’de sendikacılarla, işçilerle ve patronla görüşerek sözünü tekrarladı. Devreye Vali, AKP’li belediye başkanları da girdi. Hepsi de aynı sözü verdi. Sorun çözülmediği gibi, sendikanın fabrikada çoğunluğu sağlayarak Çalışma Bakanlığına yaptığı başvurunun üzerinden 44 gün geçmesine karşın yetki belgesi gönderilmedi.

Bunun üzerine işçiler. Gönderilmeyen yetki belgesini almak için önceki gün fabrika önünde bir araya gelerek Ankara’ya, Çalışma Bakanlığına yürüyüş başlattı. İşçilerin yolu, fabrika önünden daha 10 metre gitmeden polis tarafından kesildi. Ardından aralarında sendika genel başkanının da olduğu 30 kişi darbedilerek gözaltına alındı.

T24
ETİKETLER
işçiler haber açıklama akp mhp

Mahçupyan: İktidar bu KHK'yı işleteceği bir gelecek tasavvur ediyor, AK Parti'nin bu sorumsuzluğa "Dur" demesi gerek
28 Aralık 2017



"Sonunda fatura AK Parti’ye ve dindar muhafazakarlara çıkar"

Eski Başbakan Ahmet Davutoğlu'nun fahri danışmanlığını da yapan Karar yazarı Etyen Mahçupyan Olağanüstü Hal (OHAL) kapsamında çıkartılan ve kamuoyunun tepkisini çeken 696 sayılı Kanun Hükmünde Kararname'yi (KHK) yorumladı. Mahçupyan, "İktidar bu maddeyi işleteceği bir gelecek tasavvur etmektedir" ifadesini kullanarak, "AK Parti’nin ve AK Partililerin bu sorumsuzluğa ‘dur’ demesi gerekiyor" dedi.

Mahçupyan'ın "Dönülmez akşamın ufkunda" başlığıyla (28 Aralık 2017) yayımlanan yazısı şöyle:

Son çıkan 696 sayılı KHK ile ilgili tartışmalara noktayı bizzat Başbakan koydu. “Bu konuşmaların hepsi boş konuşmalardır” dedi ve şöyle devam etti: “Buna karşı çıkmak demek vatandaşlarımıza ‘Niye bu darbeye karşı çıktınız’ demektir. Burada bu darbe ve darbeyle birlikte meydana gelen terör olaylarına karşı kamu görevlileri, polis, hakim, savcı, jandarma, asker, vatansever askerler darbeye karışmayan bunların darbecilere karşı koymak için yaptığı fiillerden dolayı sorumlu tutulmaması yönünde bir düzenleme yapıldı ve bu düzenleme Meclise de geldi, Mecliste görüşüldü CHP de bu konuda Meclisteydi ve kabul edildi.”

***

Başbakan iki şey söylüyor, biri yanıltıcı, diğeri tehlikeli. Yanıltıcı olan bu düzenlemenin Meclis’te tartışılıp kabul edildiği... Çünkü Meclis’te kabul edilen madde, 8 Kasım 2016’da çıkan 6755 sayılı olağanüstü hal kapsamındaki tedbirleri içeren düzenlemeydi. Diğer deyişle 15 Temmuz darbesinin bastırılmasında ‘görev alan’ kişilere ilişkin olan madde. Oysa şimdi hükümet ‘görev almamış olan’ yani kendi inisiyatifiyle darbeye karşı çıkmış olanlara da dokunulmazlık getiriyor. Niyetin halisane olduğu konusunda kuşku yok. O gece sokaklara çıkıp direnen insanların muhtemel hak ihlallerine müsamahalı bakmaya herkes hazır.

Ancak Başbakan tehlikeli bir şey de söylüyor. Söz konusu tehlikeyi görmek açısından Bahçeli’nin değerlendirmesini de hesaba katalım: “FETÖ ve istilacılara vatanı dar edenlerin cezai sorumlulukları doğsun mu isteniyor? Bu soruya evet diyenler var ise bize göre vatan hainidir, FETÖ’nün uyanmış ve harekete geçmiş kripto koludur.” Kısacası hem Başbakan hem iktidar ortağı MHP’nin lideri bu KHK’nın 121. Maddesine karşı çıkmanın darbeye destek vermek anlamına geleceğini öne sürmüş oluyorlar.

Şimdi herhangi bir vatandaş 121. Madde yanlıştır dese, bir savcı da onu darbecilik, FETÖ’cülük ve vatana ihanetle suçlayabilir. Eğer bir hakim FETÖ’nün halen darbe arayışında olduğunu, dolayısıyla bugünün söz ve eylemlerinin de 15 Temmuz’un ‘devamı’ niteliğinde ele alınması gerektiğini düşünüyorsa, o vatandaşın 121. Maddeye karşı çıkışı ‘darbeciliği’ destekleyen bir fiil olarak değerlendirilebilir. Akla uzak gibi gözükebilir ama şu an ortalıkta olan bütün iddianameler bu türden muhakemeler ve çıkarsamalarla dolu. Ayrıca eğer birileri söz konusu vatandaşı darp etse ya da öldürse, yaptığı eylem ‘darbeyi engellemeye yönelik’ bir iyi niyet duygusallığı olarak ele alınabilir…

Mesele şu ki, çıkarılan kararnamede yukarıdaki yorumu engelleyecek hiçbir sınırlama yok. 15 Temmuz’un ‘devamından’ ne anlaşıldığı belli olmadığı için, gelecekte yaşanabilecek olan bazı olayların da cezadan muaf olması mümkün hale geliyor. AK Parti sözcüsünün durumu kurtarma gayreti havada kalıyor, çünkü 2016 tarihli düzenlemede bile 16 Temmuz lafı yok. Diğer deyişle bu düzenleme zaman açısından herhangi bir sınır getirmiyor. Buna kullanılan ifadelerin muğlaklığını eklediğinizde, ileride kendinden menkul ‘masum’ vatandaş gruplarının ‘darbe engelleme’ misyonu ile neler yapabileceğini tahmin etmek zor olmamalı.

***

Gelelim işin siyasi tarafına… Türkiye’de bir yasal düzenlemenin nasıl yapılacağını bilen kadrolar ve buna uygun sağlam bir gelenek var. Eğer karşımıza bu şekilde yazılmış bir madde çıkıyorsa, bunun bütün sakıncalar bilinmesine rağmen ‘bilerek’ yazıldığına hükmetmemiz gerçekçi olur. Hele sonrasında iktidar ortağından Başbakan’a resmi ve gayrı resmi iktidar temsilcileri tarafından bir sahiplenme varsa, kısacası çok kolay şekilde değişmesi mümkün bir düzenlemenin ille de belirsiz ve muğlak kalması isteniyorsa, bunun siyaseten tek bir yorumu olabilir: İktidar bu maddeyi işleteceği bir gelecek tasavvur etmektedir.

AK Parti’nin ve AK Partililerin bu sorumsuzluğa ‘dur’ demesi gerekiyor. Çünkü istismara böylesine açık düzenlemeler siyaset ‘çakallarının’ iştahını kabartır. Siz isteseniz de istemeseniz de bu imkanı kullanırlar… Sonunda da fatura AK Parti’ye ve dindar muhafazakarlara çıkar…

T24
ETİKETLER
mahçupyan haber açıklama iktidar khk

"Resmi görevli kanuna göre hareket eder, burada sivile kafasına göre hareket etme yetkisi veriliyor"
28 Aralık 2017



"Aksi takdirde, kamu düzeni ve devletin meşru otoritesi sorgulanır"

Milliyet yazarı Melih Aşık, 15 Temmuz darbe girişimi ve devamı niteliğindeki eylemlerin bastırılması kapsamında hareket eden sivillere yargı muafiyeti getiren ve kamuoyunun tepkilerini çeken 696 sayılı Kanun Hükmünde Kararname'yi (KHK) değerlendirdi. Aşık, "Son kararname ile sivile 'Şüphelendiğin kişiyi vur, cezadan muafsın' deniyor. Resmi görevli kanuna göre hareket eder. Burada sivile kafasına göre hareket etme yetkisi veriliyor" dedi.

Aşık'ın "Korkusu yeter..." başlığıyla (28 Aralık 2017) yayımlanan yazısının ilgili bölümü şöyle:

Son referandum sonrası Kemal Kılıçdaroğlu, YSK’nın mühürsüz zarf ve pusula kararını protesto için neden CHP’lilerle birlikte YSK’nın kapısına gitmediğini:

“Sokaklarda sopalı, hatta silahlı kişilerin olacağına ilişkin çok ciddi duyumlar vardı” şeklinde açıklamıştı.

Sopalı ve silahlı militanlar bu defa cezadan muaf olacağı için benzer olaylarda bu tür tehditler çok daha yoğun ve ciddi olacaktır. Deniyor ki; “Efendim çıkarılan 696 sayılı KHK sadece 15 ve 16 Temmuz günlerini kapsar”... Yargıç önüne gelen davada kararnamenin lafzına bakar. Orada da böyle bir açıklık yok. Kaldı ki parti militanları yeni bir durumda “Nasıl olsa buna da af çıkar” diye barbarlığa girişmez mi?

Çağdaş demokrasilerde, eli silahlı bir kişiden şüphelenerek öldüren asker ve polis dahi “Acaba sağ ele geçiremez miydi?” diye sorgulanır... Oysa son kararname ile sivile “Şüphelendiğin kişiyi vur, cezadan muafsın” deniyor. Resmi görevli kanuna göre hareket eder. Burada sivile kafasına göre hareket etme yetkisi veriliyor.

Şu mesaj da Doç. Ahmet K. Han’dan:

“Bireyin vücut bütünlüğüne yönelik olarak işlenenler başta, kamu menfaat ve güvenliğini hedef alan fiiller, haklı veya haksız, hiçbir mazeret veya sebeple, yasallaştırılamaz.

Aksi takdirde, kamu düzeni ve devletin meşru otoritesi sorgulanır hale gelecektir.”

T24
ETİKETLER
sivil muafiyet haber açıklama khk

Saadet Partisi'nden KHK tepkisi: 'Beyaz Toros'ların yerini 'siyah minibüs'ler mi alıyor?
28 Aralık 2017



“Bu ülke, devlet adına iş yapanlardan çok çekti”

Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu, 696 sayılı KHK'de yer alan ve 'sivillere yargı muafiyeti' getirildiği iddia edilen düzenlemeye ilişkin, "Herkes biliyor ki; bu tür kararnameler, yarın beklenmeyen ve istenmeyen sonuçlar doğurabilir. Bu ülke geçmişte kendisini devlet yerine koyan ve devlet adına iş yapmaya çalışanlardan çok çekmiştir" dedi. Karamollaoğlu, “Bir zamanların ‘beyaz toros’larının yerine şimdi ‘siyah minibüsler mi geliyor acaba' diye, bir endişe doğuyor” ifadesini kullandı.

Temel Karamollaoğlu, Parti Genel Merkezi’nde düzenlediği basın toplantısında, son çıkarılan KHK'yı değerlendirdi. Türkiye'nin 20 Temmuz 2016 tarihinden itibaren olağanüstü hal (OHAL) ile yönetildiğini belirten Karamollaoğlu, darbe girişiminin ardından 30 ayrı KHK yayımlandığını hatırlattı.

"2018'den temennimiz, 'OHAL'siz bir Türkiye"

Türkiye'nin KHK ile yönetilen bir ülke haline geldiğini ve KHK ile düzenlenmeyen tek bir konu kalmadığını vurgulayan Karamollaoğlu, şöyle konuştu: "Kanun yerine kararnameler, Meclisin yerine saray, 80 milyonun iradesini maalesef bir kişi üstlendi. Binlerce insan bir kararname ile ihraç edilir, işinden, aşından olur duruma geldi. Devasa kuruluşlar bir kararname ile kapatıldı. Anayasa ile teminat altına allınmış temel hak ve özgürlükler bir kararname ile rafa kaldırılıyor. Bu yüzden bizim 2018 yılına ilişkin ilk temennimiz, OHAL'siz bir Türkiye'ye kavuşmaktır. Çünkü esas olan bir kişinin, külliyenin iradesi değil, Türkiye'nin iradesi olmalıdır. Ne yazık ki bu hükümetin ne anayasaya, ne de yasalara hiç mi hiç saygısı yok. Aslında bütün KHK'lerin bir ay içinde Meclise sevk edilmesi gerekir. Bu, usul eksikliklerinin giderilmesi için de elzemdir. Bir konu Mecliste müzakere edildiği zaman olgunlaşır. Ve hükümet Mecliste çoğunluğu elde bulundurduğu için de her zaman bu kararnameleri çıkarma imkânına sahiptir. Fakat ne yazık ki buna itibar edilmiyor. Bazıları tarafından kanun hükmünde kararnameler yerine, 'karun hükmünde kararnameler' gibi ifadeler kullanılmış. Tabi bu üzücü bir hadise. Bunu biz böylece söyleyip geçiyoruz, ama bu zihinlerde bir iz bırakıyor. Hiçbir ülke, bir kişinin Mecliste müzakere edilmeden alacağı kararlar ile idare edilir hale gelmemeli. Gelirse sonu felaket olur. Kendileri için de, millet için de zararlı olur. Çünkü müzakere edilmeyen her kararname, her kanun eksikliğe açıktır."

“Bu ülke, devlet adına iş yapanlardan çok çekti”

Resmi Gazete'de yayımlanan KHK'lere de değinen Karamollaoğlu, sözlerini şöyle sürdürdü:

"Son KHK'da şu ifade yer alıyor, '15 Temmuz darbe girişim ve girişimin devamı niteliğindeki eylemlere müdahale eden sivillerin cezai sorumluluğu doğmayacaktır.' Bu çok yanlış ve nereye çekilebileceği belli olmayan ucu açık bir ifadedir. Bütün siyasi partiler ve sivil toplum kuruluşları bunu tenkit ettiler. Herkes biliyor ki; bu tür kararnameler, yarın beklenmeyen ve istenmeyen sonuçlar doğurabilir. Bu ülke, geçmişte kendisini devlet yerine koyan ve devlet adına iş yapmaya çalışanlardan çok çekmiştir. 'Bir zamanların ‘beyaz toros’larının yerine şimdi ‘siyah minibüsler mi geliyor acaba' diye, bir endişe doğuyor şimdi. 'Acaba faili meçhuller dönemine yeniden mi giriyoruz' diye bir hava oluşuyor."

"Başbakan’ın açıklaması beni üzüyor”

Daha sonra basın mensuplarının sorularına yanıtlayan Karamollaoğlu, Başbakan Binalı Yıldırım'ın, 'KHK metninde düzeltme yapılmayacak' şeklindeki açıklamasının hatırlatılması üzerine, "Başbakanın bu açıklaması beni üzüyor. Neden bir Başbakan kendisine yapılan ikazları dikkate almayacağını söyler. Kendileri söylüyor, 'Bu, bu manaya gelmez' diye. O zaman hangi manaya gelmeyeceğini ifade edin, ama bunu KHK ile yapın. Ne olur yani itibarınızdan bir şey mi kaybedersiniz?" dedi.

“İktidar, bu açıklamayı önemsemeli”

Karamollaoğlu, 'Abdullah Gül'ün KHK ile ilgili çıkışını nasıl değerlendiriyorsunuz?' şeklinde yöneltilen soruya ise şu yanıtı verdi: "Abdullah Gül'ün açıklaması çok önemli bir açıklama. Abdullah Bey, Ak Parti'nin kurucuları arasında, fikir babaları arasında. Her noktada kedisi ile anlaşmayız doğrudur, ama bir tavrı var. Ve aynı şekilde bu hükümete bir ikazda bulunuyor; 'Burada bir sorun var, bu sorun ileride yanlış anlamalara vesile olabilir. Bundan dolayı birtakım olumsuz gelişmeler yaşanabilir, buna dikkat edin' diyor. Kendi içlerinden birisinin bunu söylemiş olmasını ben önemsiyorum ve iktidarın da önemsemesi gerektiğine inanıyorum."

T24
ETİKETLER
temel karamollaoğlu saadet partisi khk ohal

New York Times: Erdoğan fikir değiştirmiş gibi görünüyor
29 Aralık 2017



Erdoğan: Düşmanı azaltmaya, dostu çoğaltmaya mecburuz

ABD'de yayınlanan New York Times (NYT) gazetesi, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın 2017 yılı boyunca "fırça attığı" Avrupa'yla yeni yıla girerken dost olmaya ve ilişkilerini iyi göstermeye çalıştığını yazdı. NYT'nin Patrick Kingsley imzalı yazısında, "Erdoğan bir zamanların dost ve ortaklarına burun kıvırmaktan vazgeçmişe benziyor" ifadesi yer aldı.

Perşembe günü ABD ile Türkiye'nin karşılıklı olarak tüm vize kısıtlamalarını kaldırması, buna örnek gösterildi.

Erdoğan, 16 Nisan Anayasa değişikliği referandumu sürecinde Avrupa ülkelerinin hükümet yetkililerine referandum kampanyası için izin vermemesine sert tepki göstermişti.

Erdoğan: Düşmanı azaltmaya, dostu çoğaltmaya mecburuz

Yazıda dış politikadaki bu çetrefilli dönem şu ifadelerle hatırlatıldı:

"Bu yılın başında Erdoğan Hollanda hükümetini 'Nazi kalıntılarına' benzetti, Alman siyasetçileri 'Nazi uygulamaları' nedeniyle suçladı, tüm Avrupa kıtasını da 'ırkçı, faşist ve acımasız' yaptı.

"ABD ile ilişkiler de bundan daha iyi değildi. Türkiye'de ABD Dışişleri Bakanlığı için çalışan iki kişinin tutuklanması ile tırmanan kriz sonrası, iki ülke de tüm vize başvurularına kısıtlama getirmişti."

Yeni yıla günler kala Erdoğan'ın "fikir değiştirmiş gibi göründüğü" belirtilen yazıda, Cumhurbaşkanı'nın Çarşamba akşamı Tunus ziyareti öncesi uçakta basına yaptığı şu açıklamalara yer verildi:

"Her zaman söylediğim bir laf var. Biz düşmanı azaltmaya, dostu çoğaltmaya mecburuz. Ne Almanya'yla problemimiz var ne Hollanda'yla, ne de Belçika'yla. Tam tersine oralarda iş başında olanlar benim eski arkadaşlarım."

Erdoğan'ın "ruh haline göre dış politikasını değiştirmeye meyilli ve değişken mizacıyla" ünlü bir lider olduğu, Türkiye'ninse yıllarca hem Avrupa hem Orta Doğu'daki komşularıyla iyi ilişkilerini sürdürmeye çalıştığına dikkat çekildi.

Bazı Avrupa ülkelerinin 16 Nisan Anayasa referandumu öncesi 'Evet' kampanyası etkinliklerine izin vermemesi Ankara'yı kızdırmıştı.

"Erdoğan'ın Avrupa'ya çıkışlarının iç siyasette bir yeri var"

NYT gazetesine konuşan bazı uzmanlar, Cumhurbaşkanı'nın bu tavrını, 2017'yi "uluslararası çapta dışlanmış" bir lider olarak kapatacak olmanın getirdiği "umutsuzluk" duygusuna bağladı.

Eski Avrupa Birliği Türkiye Büyükelçisi Marc Pierini'nin şu ifadelerine yer verildi:

"Türkiye Cumhurbaşkanı'nın son ziyaretlerini bir hatırlayın. Yunanistan'a ülke içi siyasetle ilgili amaçlarla gidip berbat bir kargaşa yarattı ve bir köprüyü daha yıktı. Avrupa'nın yarı haydut devleti Polonya'ya, daha sonra da Sudan, Çad ve Tunus'a gitti. Bu, diplomatik soyutlanmanın ibaresi."

NYT'nin yazısında ayrıca, Avrupa'yı sertçe eleştirmenin Türkiye siyaseti için farklı bir anlamı olduğuna deginildi.

"Batı'yı şeytanlaştırarak Erdoğan, ekonomideki zorlanma ve ülkedeki baskı ortamının hangi boyutlarda olduğuna ilişkin belirsizliklerin hayal kırıklığına uğrattığı seçmenleri kazanmak istiyor" denilen yazı, şöyle devam etti:

"Ancak Erdoğan referandumda kazandıktan sonra da kızgınlığı geçmedi. Haziran'da Erdoğan'ın hükümeti, Alman temsilcilerin Türiye topraklarındaki askeri birliklerini ziyaret etmesine izin vermedi. Temmuz'da ise hükümeti, Fransa ve ABD'nin Suriye'deki birliklerinin gizli tutulan konumlarını sızdırdı."

"Otokrasiye doğru gidiş rahatsızlık yaratıyor"

Avrupa cephesinden bakıldığında NATO üyesi Türkiye'nin göçmen krizi için kritik bir ortak olarak görüldüğü belirtilen yazıda, Avrupalı siyasetçilerin Türkiye'nin 'otokrasiye doğru çöküşünden" ise rahatsızlık duyduğu görüşü yer aldı.

15 Temmuz darbe girişimi sonrası, bazıları Avrupa pasaportuna sahip on binlerce insanın gözaltına alındığı, tutuklandığı ya da kovulduğu belirtildi.

NYT ayrıca, Orta Doğu'da ABD'nin Kudüs'ü İsrail'in başkenti olarak tanıması sonrası Erdoğan'ın "Kudüs meselesiyle ilgili (Avrupalı liderlerle) görüştüğümde destek istedim, onlar da bizimle aynı çizgideydiler" sözlerine dikkat çekti.

Yazıda bu sözleri, Erdoğan'ın belli konularda da olsa hâlâ müttefiğe ihtiyaç duyduğuna dair bir işaret olarak nitelendirildi.

Öte yandan, Suriye'deki savaşa son verme arayışında Türkiye'nin Rusya'yla işbirliğini sürdürdüğü yıl boyunca, Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad'a olan Rus desteğine de ses çıkarmadığı belirtildi.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, bu hafta "Esed devlet terörü estirmiş bir teröristtir" açıklamasıyla da gündeme gelmişti.

Seçim anketleri

Yazı, Eski AB Büyükelçisi Pierini'nin şu sözleriyle devam etti:

"Erdoğan'ın yakınlaşma çabalarının Avrupa'yla ilişkileri iyileştirmesi zor görülüyor. Özellikle birçok Avrupalı liderle dönüşü olmayan noktayı geçtiği düşünülürse...Erdoğan Avrupa'nın ruh halini tamamen yanlış okudu. Mart ve Eylül aylarında yaşananlardan sonra, köprü yıkıldı."

Avrupalı Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) savaşçılarının ülkelerine dönmemesi için Türkiye'nin sarf ettiği çabaların Avrupalı liderleri ikna edebileceği görüşünü dile getiren Çağaptay ise, buna rağmen Erdoğan'ın dış siyasetteki tavrını değiştirmek istemeyebileceği görüşünde.

"Erdoğan seçim anketlerindeki oranlarının hâlâ yeterince iyi olmadığını düşünüyor. Avrupalı ülkelerle yeni bir kriz yaratmadan önce bir dakika dahi düşünmeyecektir."

T24
ETİKETLER
erdoğan avrupa new york times patrick kingsley fikir değiştirdi

Erdoğan: Torunlarıma aslan hediye etmek istedim, Berat Bey "Tehlikeli olur" dedi
29 Aralık 2017



Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, 3 gün süren Afrika ziyaretinde kendisine hediye edilen 3 yavru aslanı torununa hediye etmek istedi. Ancak damadı Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Berat Albayrak, "tehlikeli" olabileceğini belirterek aslanları kabul etmedi. Aslanların da Gaziantep'e gönderileceği belirtildi.

Afrika dönüşü SuperHaber Genel Yayın Yönetmeni Cengiz Er'in sorularını yanıtlayan Erdoğan'ın konuya ilişkin açıklamaları şöyle:

"İkisi birer yaşında. Onların biri dişi biri erkek. Üçüncüsü de sekiz aylık. Bir an için torunlarım ister mi acaba diye düşündüm. Berat Bey’e bir sor bakalım dedim. Torun önce "hayır" diyordu, sonra "getirin" falan demeye başladı.

Ama Berat Bey de haklı olarak bunun tehlikeli olabileceğini söyledi. Neticede arslanlar! Gaziantep’e gönderilecek...

Erdoğan, damadı karşı çıkmasa torunlarına aslan hediye edebilir miydi, kanun ve bakanlık ne diyor?

Orman Bakanı, 2016'da "835 lira ile 4 bin 188 lira ceza verilir" demişti

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın, torunlarına üç yavru aslan hediye etmek istediği ancak damadı Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Berat Albayrak'ın buna "Tehlikeli olur" diyerek itiraz ettiği yolundaki açıklaması akıllara "Hayvan Hakları Kanunu bu konuda ne diyor" sorusunu getirdi.

İlgili kanunun dördüncü maddesinde yabani hayvanların yaşama ortamlarından kopartılmaması, doğada serbestçe yaşayan bir hayvanın yakalanıp özgürlükten yoksun bırakılmaması esas kılınıyor. Maddede ayrıca, "Hayvanların korunması ve rahat yaşamalarının sağlanmasında; insanlarla diğer hayvanların hijyen, sağlık ve güvenlikleri de dikkate alınmalıdır" uyarısı yapılıyor.

Orman ve Su İşleri Bakanı ne demişti?

Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu da 2016 yılında yaptığı açıklamada aslan, kaplan, timsah, yılan gibi yırtıcı türlerin evde beslenmesinin yasak olduğunu söylemişti. "Bu tür hayvanları yurt dışından ülkemize, hayvanat bahçeleri hariç sokmak yasak" diyen Eroğlu, "Vatandaşlarımız bu tür hayvanları evde beslemesin. Bu hayvanların tabii ortamlarında yaşamaları gerekiyor. Evde beslemek hem bu tür hayvanlar hem de ev halkı ve çocuklar için tehlikelidir" ifadesini kullanmıştı. Eroğlu ayrıca yasağa uymayan kişilere 835 lira ile 4 bin 188 lira arasında cezalandırıldığını belirtmişti.
T24

"AKP içinde, muhalefetin Gül’ü ikinci tur hedefi ile cumhurbaşkanı adayı yapmasından kaygılanılıyor"
29 Aralık 2017



"Erdoğan-Gül geriliminin sebebi, seçimlere dönük perde arkasındaki hesaplar"

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül arasındaki gerilimi değerlendiren Cumhuriyet Gazetesi Ankara Temsilcisi Erdem Gül, halef ile selef arasında tansiyonun artmasına sadece son KHK’larla ilgili görüş ayrılığının değil, 2019’daki cumhurbaşkanlığı seçimlerine dönük perde arkasındaki hesapların da sebep olduğunu söyledi.

AKP ile MHP arasındaki ittifakın, cumhurbaşkanlığı seçimlerini ilk turda sonlandırmak için gereken yüzde 50+1'e ulaşmasının zor göründüğünü kaydeden Gül, "Tüm hesapların ikinci tur üzerine yapılacağı belirtilirken; AKP içinde, muhalefet tarafından Gül’ün ikinci tur hedefi ile aday yapılabileceği kaygıları dile getiriliyor" ifadelerini kullandı.

"Gül'ün etkinliklere katılmaması mesafeyi büyüttü"

AKP’nin kurucu kadrosunda yer alan eski Cumhurbaşkanı'nın ziyaretine gelenlere uzun zamandan beri ‘partinin kuruluş dönemi ayarlarına dönülmesi gerektiğini’ açıkça ifade ettiğini kaydeden deneyimli gazeteci, Gül’ün AKP etkinliklerine katılmamasının da aradaki mesafeyi büyüttüğünü belirtti.

"AKP içinde ve AKP’ye yakın araştırma kuruluşlarınca Erdoğan’ın AKP seçmenindeki destek bakımından açık ara birinci olduğu vurgulanıyor” diyen Gül, ikinci isim olarak ise tartışmasız bir şekilde eski Cumhurbaşkanı’nın adının çıkmasının, 2019 hesapları çerçevesindeki tartışmaları alevlendirdiğini ifade etti. Erdem Gül’ün Cumhuriyet gazetesinde yer alan değerlendirmesi şöyle:

"Sivillere yargı zırhı sağlayan son KHK, 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile AKP yönetimi arasında belli bir süreden beri oluşan mesafeyi açığa çıkardı. Gül’ün isminin 2019 hesaplarında da dile getirilmeye başlanması üzerine Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, medya üzerinden ilk kez bu mesafeyi deklare etti. Cumhurbaşkanı Erdoğan, bugüne kadar eleştirel konuma geçen partinin kurucu isimlerine karşı farklı, Gül’e farklı davrandı. Geçen süre içinde kurucu isimlerden Abdüllatif Şener ile birlikte birçok isim parti ile yollarını ayırmak zorunda kaldı. Eleştirel tavra geçmesine karşın partide kalan Bülent Arınç ise Erdoğan’ın “o zat” nitelemesine hedef oldu. Partiyi ve politikaları eleştiren bu isimlerin tamamı yandaş medya tarafından zaman zaman çok ağır kampanyalarla karşı karşıya kaldılar.

"Gül’e farklı muamele uygulandı; eleştirilerine medya üzerinden yanıt verilmedi"

"Tüm bu süreçte Erdoğan ve AKP yönetimi 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e farklı bir muamele uyguladı. Zaman zaman dolaylı da olsa yaptığı eleştirilere karşı medya üzerinden yanıt verilmemesi yoluna gidildi. Özellikle Erdoğan her zaman Gül’ü hedef alacak ifade kullanmaktan kaçındı. Ancak son KHK’ye yönelik Gül’ün “Kaygı verici, düzeltilmesi gerekir” eleştirisi AKP yönetiminin tavrını değiştirdi. Erdoğan doğrudan medya üzerinden Gül’e yanıt verdi. AKP’deki partinin çıkardığı ilk Cumhurbaşkanı’na yönelik bu tavır değişikliğinin yalnızca son KHK ile ilgili anlaşmazlıktan kaynaklanmadığı, perde arkasında 2019’a yönelik hesapların bulunduğu belirtiliyor. Kulislerde buna ilişkin değerlendirmeler şöyle:

Gül’ün rahatsızlıkları: Gül uzunca bir süredir ziyaretine gelen partililere, partinin kuruluş dönemi ayarlarına dönülmesi gerektiğini açıkça ifade ediyordu. AKP’yi kurarken muhafazakâr demokrat bir parti olarak bütün dünyanın saygın zirvelerinde önemli yer bulduklarını, şimdiki politikalarla bunları bir bir kaybetmekte olduklarını vurguluyordu. Özellikle eleştirilerini dört noktada ifade ediyordu. Birincisi, uluslararası sistemin uzağına ve dışına düşme tehlikesi. İkincisi, düşünce ve ifade özgürlüğü alanındaki gerileme sayılacak uygulamalar. Üçüncüsü, yargı bağımsızlığı ve yargıya güven ile ilgili kaygılar. Dördüncüsü de, Cumhurbaşkanlığı sistemine geçiş ile birlikte denge ve denetleme mekanizmalarının yeterince işlemeyişinden doğan olumsuzluklar.

AKP içinde Gül'ün 'partili gibi davranmadığı' yorumları yapıldı

2019 senaryoları: Gül’ün kendisini ziyaret edenlere yaptığı bu değerlendirmelerin yanı sıra partinin hiçbir etkinliğine katılmayışı da aradaki mesafeyi büyüttü. Eşzamanlı olarak 16 Nisan referandumunun ardından 2019’daki adaylar arasında bazı çevrelerce Gül’ün adının da geçirilmesi konuyu daha da kritik hale getirdi. AKP içinde de Gül’ün “Bir süredir artık partili gibi davranmadığı, partiden uzaklaştığı, 2019’a yönelik aday arayışındaki kesimlere prim verecek hal ve davranışlara girdiği” yorumlarına neden oldu. Erdoğan’ın Gül’e yönelik son tavrı tüm bu fotoğraf içinde ele alınıyor.

AKP içinde ve AKP’ye yakın araştırma kuruluşlarınca Erdoğan’ın AKP seçmenindeki destek bakımından açık ara birinci olduğu vurgulanıyor. Ancak Erdoğan dışında ikinci bir isim sorulduğunda da bu ismin tartışmasız Abdullah Gül olduğu belirtiliyor. Gül’ün AKP tabanında hâlâ ciddi bir desteğe sahip olması da 2019 hesapları çerçevesindeki tartışmaları alevlendiriyor.

Son yapılan anketlerde AKP 7 Haziran’daki oy düzeyi olan yüzde 39-40 bandında seyrediyor. MHP’nin oy oranının ise yüzde 5-7 arasında olduğu konuşuluyor. Bu nedenle 50+1 zorunluluğu bakımından ilk turun çok zor olduğu, tüm hesapların ikinci tur üzerine yapılacağı belirtilirken AKP içinde muhalefet tarafından Gül’ün ikinci tur hedefi ile aday yapılabileceği kaygıları dile getiriliyor.

T24
ETİKETLER
recep tayyip erdoğan abdullah gül cumhurbaşkanlığı seçimleri gerilim muhalefet aday

Gündemdeki Gül’den ‘Davutoğlu’na yakın’ Karar’a ziyaret: Yakından takip ediyorum
29/12/2017



11’nci cumhurbaşkanı Abdullah Gül, iktidar medyasından eski başbakan Ahmet Davutoğlu’na yakınlığıyla bilinen Karar gazetesini ziyaret etti.

İbrahim Kiras’ın genel yayın yönetmeni olduğu gazetenin yazar kadrosunda Mehmet Ocaktan, Yusuf Ziya Cömert, Yıldıray Oğur, Akif Beki, Elif Çakır ve Hakan Albayrak gibi bir dönem Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a yakın olan ancak son dönemde ‘araları açılan’ isimler yer alıyor.

Davutoğlu’nun başbakanlığı dönemindeki başdanışmanlarından Etyen Mahçupyan da gazetenin yazarlarından.

Karar’ın haberinde şu ifadeler yer aldı: “Amcası Mahmut Gül’ün vefatı nedeniyle ertelediği ziyareti bugün gerçekleştiren Abdullah Gül’ü Genel Yayın Yönetmenimiz İbrahim Kiras ile diğer yönetici ve yazarlarımız ağırladı. Gazete ekibiyle sohbet eden Gül, medyanın demokrasiler için vazgeçilmez olduğunu söyledi. Karar’ı yakından takip ettiğini ve yayın hayatına yeni başlayan kitap ekini beğendiğini belirten Gül, başarılar diledi.”
Diken

Perinçek'ten 1 ayda 2 farklı açıklama;- Erdoğan'ı alkışlıyorum - Erdoğan Türkiye'yi yönetemiyor!
29 Aralık 2017



"Erdoğan bilgi, birikim ve devlet adamlığı niteliklerinden yoksundur"

Geçen ay Akit TV'de Fatin Dağistanlı'nın programında Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan için "Erdoğan'ı alkışlıyorum" ifadelerini kullanan Aydınlık gazetesi yazarı Doğu Perinçek, bugünkü (29 Aralık 2017) köşesinde, Erdoğan'ı eleştirerek, "Tayyip Erdoğan iktidarı, vatan savaşını başarıyla yönetecek bilgi, birikim ve devlet adamlığı niteliklerinden yoksundur. Savaşı yönetemiyorlar, Türkiye’yi de yönetemiyorlar" dedi.

Doğu Perinçek'in Aydınlık'taki yazısının ilgili bölümü ( 29 Aralık 2017) şöyle:

Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad, PYD’yi “vatan haini” ilan etti ve Suriye Ordusu, Fırat’ın batısını denetim altına aldıktan sonra Fırat’ın doğusundaki PKK/PYD’nin üzerine yöneldi. Bölücü terör örgütü, Suriye ile Türkiye’nin birlikte hareket ettikleri korkusuyla telaşa kapıldı.

ABD güdümlü PKK/PYD bölücülüğünü Türkiye ve Suriye’nin ortak eylemiyle temizlemek için tarihî bir olanak doğdu. Suriye’yle işbirliği aynı zamanda Lübnan, Irak, İran ve Rusya’yla işbirliğidir. Zaten şu anda dünyanın önünü açan olay budur. Batı Asya devletlerinin eylem birliği, ABD’nin planlarını bozdu.

Bu tarihî fırsata Tayyip Erdoğan yönetiminin verdiği yanıt, tarihî gaflet olmuştur. Önce Cumhurbaşkanı başdanışmanlarından İbrahim Kalın’ın “Esad yönetimi meşru değildir” açıklaması geldi. Arkasından Tayyip Erdoğan’ın kendisi, devlet adamı diliyle bağdaşmayan bir üslupla, Suriye Devlet Başkanını “devlet terörü estirmiş bir terörist” olmakla suçladı.

Terörü bitirmek, vatan bütünlüğünü ve huzuru sağlamak, Türkiye’nin birinci sorunudur. Tayyip Erdoğan, istediği kadar “Bir gece ansızın gelebiliriz” türünden açıklamalarda bulunsun, Suriye Devletiyle ve Ordusuyla ortak harekâtın dinamitlenmesi, aslında bu iddianın ciddiye alınmamasına yol açmıştır. Türkiye’nin, Suriye’nin kuzeyindeki ABD güdümlü terörü temizleme kararlılığı ağır yara almıştır.

Aslında bu olayı gerçeklik zemininde tartışmanın pek önemi yok. Çünkü bugün sorun, Bölücü Teröre karşı Türkiye-Suriye işbirliği olanağını değerlendirmektir. Ne var ki gerçeğe de değinelim. Beşar Esad, beş yılı aşan bir süredir ABD emperyalizminin ve işbirlikçilerinin güdümündeki teröre karşı kahramanca savaşıyor. Bugün dünyada teröre karşı mücadelenin kahramanı, Beşar Esad’dır. Suriye’ye terör ihraç edenlerin Suriye Devlet Başkanını “terörist” ilan etmesi, bir tek ABD, İsrail ve Suudi Arabistan yönetimleri tarafından alkışlanıyor. Zaten bu suçlamayı piyasaya sürenler onlardır.

Suriye Devlet Başkanına gerçekleri ayak altına alarak terörist suçlaması yöneltmenin çok ağır sonuçları bulunmaktadır. Bunları şöyle sıralayabiliriz.

Bu açıklama önce şaşkınlık yarattı. Çünkü Tayyip Erdoğan, daha Soçi dönüşünde, Suriye’nin kuzeyindeki terör örgütlerinin etkisiz hale getirilmesi için Suriye ile işbirliği işaretleri vermişti. Suriye topraklarındaki PKK ve PYD’nin temizlenmesi, öncelikle Suriye’nin sorunuydu. Bu saptama, hem Suriye’nin teşviki hem de işbirliği anlamına geliyordu.

Suriye-Türkiye işbirliği geliyor korkusuyla Bölücü Terör Örgütü paniğe kapılmıştı. Tayyip Erdoğan’ın açıklaması, PKK/PYD’ye can suyu gibi geldi. Yayınlarına, sitelerine, açıklamalarına bakınız, birden moral ve cesaret buldular. Tayyip Erdoğan, Suriye Devlet Başkanını suçlayan açıklamasıyla en başta ABD ve İsrail’i ve özellikle de PKK/PYD’yi sevindirdi.

Tayyip Erdoğan’ın açıklamasından sonra ABD ve İsrail, Batı Asya ülkelerinin birliğini bozmak için büyük bir fırsat ele geçirmiş oldular.

Dünyada herkes, Beşar Esad yönetiminin iktidarını daha da sağlamlaştırdığını görmekte ve ona göre siyaset belirlemektedir. Beşar Esad, bugün 2010 yılı öncesinden çok daha kuvvetlidir. Zafer kazanmıştır. Şimdi halkına daha çok dayanmaktadır. Suriye Devleti ile Ordusu savaş içinde Beşar Esad’ın önderliğinde sımsıkı birleşmiştir. Artık Suriye’nin birliğini ancak Beşar Esad’ın önderliği sağlar. Suriye’de PKK/PYD’nin hakkından gelecek yönetim, Beşar Esad yönetimidir, yoksa ABD güdümündeki sözde İslamcı Münafık kardeşler değildir. Beşar Esad yönetimi yıkılacak olsa, Suriye parçalanır ve kuzeyinde PKK/PYD devleti kurulur ve resmileşir. ABD’nin planı buydu. Ancak başarılı olamadılar. Hele bundan sonra başarılı olma şansları hiç bulunmuyor.

Tayyip Erdoğan’ın Suriye Devlet Başkanına “terörist” suçlaması yöneltmesi, Beşar Esad’dan çok Tayyip Erdoğan’ın durumunu sarsmıştır. Tayyip Erdoğan yönetimine İran’ın, Irak’ın, Rusya’nın ve Çin’in güveni yoktu, şimdi bu güvensizlik daha ağır boyutlardadır. Bu satırların yazıldığı sırada, Rusya Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Zaharova, Tayyip Erdoğan’ın Beşar Esad’a yönelik açıklamasının “Hukuki bir temele oturmadığını” belirtti. Nâzik bir dil, devlet dili de diyebiliriz. “Dostum Beşar Esad” diyemeyen, “Dostum Putin” de diyemez. Devlet yönetmek için en azından bu denklemleri bilmek tanımak gerekir. Büyük zahmetlerle kazandığımız dostlukları, Tayyip Erdoğan sorumsuzca ve hoyratça darbeliyor. Kaybeden kuşkusuz kendisi. Ancak Türkiye de kaybediyor. Suriye ile işbirliğinin reddedilmesi, Batı Asya’da oluşan ittifakın zedelenmesi, uluslararası güven kaybı, sonuç olarak Mehmetçiğin daha çok bedeller ödemesi, ekonomik krizin derinleşmesi, ülke içinde huzurun gecikmesi anlamına geliyor.

Ekonomi penceresinden bakarsak, Suriye Devlet Başkanına “terörist” suçlaması yönelten Tayyip Erdoğan yönetimi, Türkiye’nin birinci ve ikinci ticaret ortakları olan Rusya ve Çin ile işbirliği olanaklarını da baltalamıştır. Dört trilyon dolar yedeği bulunan Çin ile işbirliği yoluyla Türkiye bir üretim üssü haline getirilebilir. Şimdi Türkiye’ye kim güvenecektir? Eğer Türkiye, Suudi Arabistan ve Körfez Şeyhliklerine avuç açacaksa, ekonominin bu siyasetle kurtarılması olanağı bulunmuyor.

Trump’ın İsrail’deki ABD Büyükelçiliğini Kudüs’e taşıma kararı, dünyada büyük tepki yarattı. Türkiye de, oluşan bu uluslararası cephede etkin ve saygın bir konum kazandı. Ancak şu anda Suriye’ye karşı alınan tavır, bu itibara ağır darbe indirmiştir. Tayyip Erdoğan, Kudüs’te İsrail’in karşısında, fakat Suriye’de İsrail’in yanında. Bu tutarsızlığa kim itibar edecek? Bu bocalama, ABD emperyalizmine ve İsrail’e karşı oluşan uluslararası iklimde nasıl değerlendirilmektedir? Bu soruların yanıtlarını herkes biliyor.

Tayyip Erdoğan’ın o iki cümlesi, 2015 yılı sonlarında Rus uçağının düşürülmesi kadar ağır sonuçlar doğurmuştur. Bu kez durumu, uçağı FETÖ’nün düşürdüğünü anlatarak düzeltme olanağı da bulunmuyor. Çünkü Beşar Esad’a terörist suçlaması, Tayyip Erdoğan’ın ağzından döküldü.

AKP iktidarı, ikide bir bu tür kışkırtmalarda bulunuyor. Yarın hangi uçağı düşürecek, hangi dostumuzun üzerine bomba atacak, belli değil. O nedenle kimseye güven vermiyor. Hele bugünkü gibi savaş koşullarında, bu tür bir hükümete sahip olmak, Türkiye için ciddî tehlike oluşturmaktadır.

Türkiye’deki iktidar sahipleri, mahalle kavgasındaki çocukların bile yapmayacakları strateji ve taktik hataları yapıyorlar. Bugün Türkiye’yi yönetmek, Vatan Savaşını yönetmektir. İşte şu son açıklamaları göstermektedir ki Tayyip Erdoğan iktidarı, vatan savaşını başarıyla yönetecek bilgi, birikim ve devlet adamlığı niteliklerinden yoksundur. Savaşı yönetemiyorlar, Türkiye’yi de yönetemiyorlar.


T24
ETİKETLER
doğu perinçek tayyip erdoğan

Abdullah Gül bunu yapacak!
Sabahattin Önkibar
30 Ara, 2017



Çevremden pek çok isim aynı soruyu soruyor: “Abdullah Gül, kendini hedef alan Tayyip Erdoğan’a bir cevap verecek mi?”
Şu karşılığı veriyorum:
* Abdullah Gül, Erdoğan’ı hedef alamaz!
* Ona karşı asla ve kat’a bayrak açamaz!
* Ne parti kurar ne de siyasi bir hareket başlatır!
Tek bir hesabı var, Erdoğan’ın başına bir hal gelirse, onun yerine geçmek.
Aydın Ünal’ın deyimiyle Gül pusuda bekleyecek.
Peki, o zaman son KHK’yı niye mi eleştirdi?
Dış kamuoyu ile içerdeki Tayyip karşıtlarına “Demokratım” mesajını vermek ve ismini diri tutmak için.

Aydınlık

Ahmet Hakan: 'Yazıklar olsun' çıkışına karşı Abdullah Gül'ün söyleyebileceği 5 şarkı
31 Aralık 2017



Abdullah Gül, "Başkaldırıyorum, varın benim farkıma..." şarkısını söyleyebilir

Hürriyet yazarı Ahmet Hakan, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın ismini vermeden 696 sayılı Kanun Hükmünde Kararname'ye (KHK) ilişkin eleştirilerde bulunan 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'e söylediği "Nasıl olur da Bay Kemal'in kayığına binersiniz, yazıklar olsun" ifadeleri hakkında yazdı.

Ahmet Hakan'ın "Yazıklar olsun’ çıkışına karşı Abdullah Gül’ün söyleyebileceği 5 şarkı" başlığıyla yayımlanan (30 Aralık 2017) yazısı şöyle:

1- Sazının tellerine Ahmet Kaya gibi hınçla vurarak... “BAŞKALDIRIYORUM, VARIN BENİM FARKIMA...” şarkısını söyleyebilir.

2- Gayet kısık ve diplomatik bir ses tonuyla... “GELSE DE EN ACI SÖZLER DİLİME...” şarkısını mırıldanabilir.

*

3- Kayseri’de bir bağ evine yerleşerek... “ÖLÜM VARSA BU DÜNYADA ZULÜM VAR...”türküsünü seslendirebilir.

*

4- Leonard Cohen’e sardırıp... “HERKES BİLİYOR ZARLARIN HİLELİ OLDUĞUNU...”şarkısına var gücüyle asılabilir.

*

5- Bir Ahmet Aslan kayıtsızlığı ve bir derviş edasıyla... “RIZKIMI VEREN HUDA’DIR KULA MİNNET EYLEMEM” deyişini havalandırabilir.

Bay Kemal'in kayığı

Cumhurbaşkanı Erdoğan, son KHK’daki tartışılan madde hakkında...

“Yanlış anlaşılabilir, ileride sıkıntı doğurabilir, düzeltilse iyi olur” diyen Abdullah Gül’e... “Bay Kemal’in kayığına bindi” diye çıkıştı.

*

“Bay Kemal’in kayığına bindi” cümlesi, AK Parti’nin geleceği açısından biraz tehlikeli bir cümle.

Tehlikeli, çünkü...

AK Parti’de şöyle bir yolun açılmasına neden olabilir:

*

Diyelim ki bir AK Partili, kafasına yatmayan bir gelişme karşısında, “bu böyle olmasa daha iyi olur sanki” falan dedi.

Tesadüf bu ya!

Yine diyelim ki... O AK Partilinin dediğinin bir benzerini Kemal Kılıçdaroğlu da dile getirdi.

Böyle bir durumda...

O AK Partilinin “Yazıklar olsun sana! Bay Kemal’in kayığına biniyorsun! Çabuk in o kayıktan” taarruzuyla karşılaşması kaçınılmaz olur.

*

Durum böyle olunca da...

Ancak fikirlerin çatışmasından çıkabilecek olan hakikat kıvılcımı, AK Parti semalarında sittinsene geçse de asla çakmaz.

T24
ETİKETLER
ahmet hakan hürriyet cumhurbaşkanı tayyip erdoğan abdullah gül

"AKP'nin 15. yılında, Abdullah Gül'ün ifade hürriyeti talep etmesiyle ulaştığı yer muazzam"
31 Aralık 2017



Erdoğan, Gül için "Yazıklar olsun" demişti

Avukat Aslı Kazan, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ile selefi Abdullah Gül arasında süren "KHK" tartışmasını değerlendirdi. Kazan, "AKP’nin düşünce ve ifade hürriyetini sağlama iddiasıyla yola çıkıp, 15. yılında, Abdullah Gül’ün ifade hürriyeti talep etmesiyle ulaştığı yer muazzam" dedi.

Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) içindeki cunta yapılanması tarafından düzenlenen darbe girişiminin "bastırılmasında" rol oynayan sivillere yargı muafiyeti getiren düzenleme için 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, "kaygı verici", "gözden geçirilmeli" yorumlarında bulunmuştu. Eski Başbakan Yardımcısı ve AKP kurucularından Bülent Arınç'ın da retweetleyerek desteklediği paylaşımlar için Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, "Kendileri tarafından yapılan o açıklama, aldığı retweet’lerle süreci çok farklı bir yere doğru işletmiştir" demişti. Erdoğan, daha sonra "düzenlemenin son derece açık olduğunu" vurgulayarak "Yazıklar olsun" ifadesini kullanmıştı. Bunun üzerine açıklama yapan Gül, şunları söylemişti:

"Bir süredir basın yayın organları ve sosyal medya üzerinden bazı milletvekilleri ve ilgili troller tarafından şahsıma karşı yapılan saygısızlık, haraket ve ahlak sınırlarını aşan saldırıların son açıklamamdan sonra giderek arttığına dikkat çekiyorum. Partimizin kuruluş ilkelerinden biri olan düşünce ve ifade özgürlüğüne inanan birisi olarak, gerekli gördüğüm durumlarda görüşlerimi açıklamaya devam edeceğim."

T24
ETİKETLER
abdullah gül tayyip erdoğan bülent arınç akp kuruluş aslı kazan

Fatih Altaylı: Abdullah Gül’ün mesajına güldüm, "Söyleyin, onun da arkadaşıdır" dedim



"Gül, yıllık mütevelli toplantılarına katılmaya özen gösteriyormuş"

- A +
31 Aralık 2017 09:14


inPaylaşın

Habertürk yazarı Fatih Altaylı, 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün İngiltere ziyaretleriyle ilgili olarak kendisine bir açıklama gönderdiğini aktardı. Gül'ün "AK Partili arkadaşım Gül'ün İngiltere ziyaretlerinden rahatsız" iddiasına tepki gösterdiğini ifade eden Altaylı, "Bu ziyaretin nedeni ise Gül’ün de mütevelli heyetinde yer aldığı Oxford İslam Çalışmaları Merkezi’nin mütevelli heyet toplantısına katılmakmış. Gül, yıllık mütevelli toplantılarına katılmaya özen gösteriyormuş" dedi.

Altaylı, sözlerine şöyle devam etti:

"Eski Cumhurbaşkanı’mız, 'Fatih Bey’e söyleyin, AK Partili arkadaşına bunu iletsin' demiş. Gül’ün mesajına güldüm. 'Abdullah Bey’e söyleyin, onun da arkadaşıdır' dedim"

Fatih Altaylı'nın "Keyfinizi kaçırmayın" başlığıyla yayımlanan (31 Aralık 2017) yazısının ilgili bölümü şöyle:

Gül'ün ziyaretleri

SON KHK’daki düzenlemelerden biriyle ilgili yaptığı açıklama AK Parti’yi oldukça rahatsız eden eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün özel kalem müdürü aradı dünkü yazım üzerine.

Yazımda bir AK Partilinin, Gül’ün çok sık İngiltere’ye gitmesinden duyduğu rahatsızlığı iletmiş ve Gül’ün çıkışını buna bağlamanın anlamsızlığından söz etmiştim.

Abdullah Bey, selamlarıyla birlikte bir de mesaj iletti. Eski CumhurbaşkanıGül, 2017 yılında sadece iki kez İngiltere’ye gitmiş.

Bunlardan ilki 20-22 Şubat tarihleri arasında eski İngiltere Başbakanı Tony Blair’in kurduğu “Din ve Politika Vakfı”nın düzenlediği bir panele katılmak için.

Gül burada “Küresel İstikrarda Türkiye’nin Rolü” başlıklı bir konuşma yapmış ve büyük bölümü 15 Temmuz darbe girişimiyle ilgili olan sorulara yanıt vererek, Türkiye’nin tezlerini ve FETÖ’nün bu darbe girişimindeki rolünü anlatmış. Aynı panelde eski İngiltere Dışişleri Bakanı Jack Strawda konuşmacıymış.

Gül’ün bu yılki 2. İngiltere ziyareti ise 13-15 Eylül tarihleri arasında olmuş.

Bu ziyaretin nedeni ise Gül’ün de mütevelli heyetinde yer aldığı Oxford İslam Çalışmaları Merkezi’nin mütevelli heyet toplantısına katılmakmış.

Gül, yıllık mütevelli toplantılarına katılmaya özen gösteriyormuş. Eski Cumhurbaşkanı’mız, “Fatih Bey’e söyleyin, AK Partili arkadaşına bunu iletsin” demiş.

Gül’ün mesajına güldüm. “Abdullah Bey’e söyleyin, onun da arkadaşıdır” dedim.

T24
ETİKETLER
fatih altaylı abdullah gül t24 ak parti tartışma

Muharrem Sarıkaya: 2018, dış gelişmelerden çok iç çekişmelere sahne olacak
31/12/2017

2018, dış gelişmelerden çok iç çekişmelere sahne olacak.

Bu hem partilerin kendisi hem de karşısındakiyle en yoğun yarışını da beraberinde getirecek çünkü hem kurultaylar süreci yaşanacak hem de muhalefetin beklediği milletvekili ve Cumhurbaşkanlığı seçiminin olup olmayacağına tanıklık edilecek.

Muhalefetin de Man Adası ile başlayıp Zarrab ile devam eden ve sonuçta KHK düzenlemesine kadar varan gündem enflasyonu içinde beklentisi, bu yılın sonbaharında milletvekili ve Cumhurbaşkanlığı seçiminin olacağı.

İktidar “Olmayacak” dese de muhalefet, yerel seçimde daha düşük oy alan AK Parti’nin, genel seçimi yerelin önüne koyacağına inanıyor.

MHP ise AK Parti ile yeni sistemin siyaset alanını yeniden tanzim edip ortaklığını geliştirirken, TBMM’de içtüzük düzenlemesi yapılmadan bir seçim sürecine girilmesinin sakıncalı olacağına dikkat çekiyor.

Yeni yılın 2017’den daha gerilimli, çok daha çekişmeli ve karmaşık olacağı bugünden görülüyor.

Muharrem Sarıkaya’nın yazısının devamı için: http://www.haberturk.com/yazarlar/muharrem-sarikaya/1777062-disarida-baris-iceride-yaris

Fehim Taştekin: Dış poli
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Pzr Arl 31, 2017 10:53 pm tarihinde değiştirildi, toplam 2 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Pzr Arl 31, 2017 6:00 pm    Mesaj konusu: Fehim Taştekin: Dış politikada 'kazan - kazan' modaydı Alıntıyla Cevap Gönder

Fehim Taştekin: Dış politikada 'kazan - kazan' sloganı modaydı, şimdi yerini 'kaybet - kazan' denklemi aldı
31 Aralık 2017



"Kendi siyasal kazanımını bir başkasının çökertilmesinde gören siyasal bir akıl tedavülde"

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın Astana görüşmelerindeki ortaklarını Suriye krizini aşabileceklerine inandırmaya çalıştırığını söyleyen Gazete Duvar yazarı Fehmi Taştekin, "Sonradan barış masasına tekme atsa da kendi Kürt sorununun çözümü için Abdullah Öcalan’ı muhatap almış olan Erdoğan, başka bir ülkede PKK ile ilintili diye “PYD-YPG masaya oturamaz” diye dayatıyor" dedi.

Türkiye'nin dış politikasını değerlendiren Taştekin, "Bir dönem dış politikada ‘kazan-kazan’ sloganı modaydı. Şimdi ‘kaybet-kazan’ denklemiyle hareket ediliyor. Yani kendi siyasal kazanımını bir başkasının çökertilmesinde gören siyasal bir akıl tedavülde" diye konuştu.

Fehim Taştekin'in "2018’e girerken elde var üç aslan" başlığıyla (31 Aralık 2019) yayımlanan yazısı şöyle:

Yeni yıla girerken Türk diplomasisinin üç aslanı oldu. Bakmayın Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın Afrika turunda hediye edilen üç aslan yavrusuyla torunlarını sevindirmek isteyip hediyelere kişisel armağan muamelesi yaptığına. Damat “Berat Bey” kendi yavruları için tehlikeli bulduğundan Gaziantep’te hayvanat bahçesine gönderilen Afrikalı yavrular ‘aslan’ gibi diplomasinin envanterinde yerini almıştır!

Türkiye’yi 2018’de ne bekliyor? Bıktırıcı bir soru. Öngörülebilir olmaktan çıkan Türk dış politikası için ‘öngörüler’ biçmek artık riskli. Yine de sorunun yanıtı önemli ölçüde Türkiye’nin yeni yıla nasıl girdiğiyle alakalı.

Yeni yıla girerken Türk diplomasisinin üç aslanı oldu. Bakmayın Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın Afrika turunda hediye edilen üç aslan yavrusuyla torunlarını sevindirmek isteyip hediyelere kişisel armağan muamelesi yaptığına. Damat “Berat Bey” kendi yavruları için tehlikeli bulduğundan Gaziantep’te hayvanat bahçesine gönderilen Afrikalı yavrular ‘aslan’ gibi diplomasinin envanterinde yerini almıştır!

Diplomaside Çin pandasının yeri varsa Sudan aslanının neden olmasın! Çin’de tarihi önemdeki ilişkileri anlamlandırmak için yabancı devlet başkanlarına panda hediye edilmesi çok eski bir gelenek. ABD-Çin diyaloğu 1972’de Başkan Richard Nixon’a hediye edilen iki pandayla başlamıştı. Nixon’ın Watergate Skandalı ile koltuğundan olması pandanın uğursuz geldiğine yorulsa da, panda Çin dış ilişkiler düzenindeki sevimliliğinden bir şey kaybetmedi. Aslan diplomasisinin sicili var mıdır, varsa nicedir bilmiyorum. Eh, biraz gücü ve haşinliği temsil ediyor. Türkiye’nin Afrika Kıtası ile ilişkilerinde nasıl bir tat bırakır bilmiyorum. Fakat tattan ziyade çağrıştırdığı bir tarz var. O yüzden 2017’nin 2018’e devrettiklerine bakarken yanıta “Sudan’da Türkiye ne arıyordu?” sorusuyla başlamak yerinde olabilir. Çünkü o tarz bütün çıplaklığı ile kendini ele veriyor.

***

Sudan ziyareti, Türk dış politikasında diplomasi sanatının yerini nasıl ‘lider şovuna’ bıraktığına dair sicile yeni veriler ekledi. Birçok coğrafyada diplomatik tecrit yaşayan Erdoğan hem alkışlanabileceği hem de başka alanlarda kaybedileni telafi edebileceği alanlar arıyor. Sudan bunun için bulunmaz bir yer.

İslamcı cephelerin desteklediği bir askeri darbeyle iktidara gelmiş, El Kaide’nin kurucusu Usame bin Ladin dahil yüzlerce küresel cihatçıya üs vermiş, Darfur’da milis güçlerinin karıştığı soykırım yüzünden Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde insanlığa karşı suçlardan mahkum olmuş ve arananlar listesine eklenmiş, uluslararası tecrit ve ablukaya maruz kalmış, eski İslamcı ortaklarına düşman kesilerek koltuğuna çivi üstüne çivi çakmış, yolsuzluk indeksinde ülkesini lige taşımış Sudan Devlet Başkanı Ömer el Beşir kendisine uluslararası meşruiyet alanı açan Erdoğan’ı el üstünde tutmasın da ne yapsın? Eğer Beşir’e hiçbir kıtada bulamadığı iltifatı sunarsanız karşılığında bir ada sözü de alırsınız.

***

Erdoğan’ın Beşir’in tecridini kaldıran ziyareti, kendi tecridinin nişanesi haline gelmiştir. En son AB’de gidebileceği ülke olarak Yunanistan kalmıştı, o sofradan da Lozan gerilimi bırakarak ayrıldı. Fakat Erdoğan Sudan ziyaretiyle hasret kaldığı morali ziyadesiyle buldu.

Osmanlı’nın dönüşü tınısıyla Somali ve Katar’dan sonra Sudan’a da demir atıldığı havası estirildi. Erdoğan vakti zamanında Osmanlı’ya üs olmuş Kızıldeniz’deki Sevakin Adası’nın Türkiye’ye tahsis edilmesini istedi, Beşir de olumlu yanıt verdi. Böylece Müslüman Kardeşler’in iki hamisi Katar ve Türkiye eksenine karşı Suudi Arabistan, BAE ve Mısır ekseninin keyfi kaçırılmış oldu. Tabii üzerinde özel mülklerin bulunduğu bu adanın gerçekten Türkiye’ye tahsis edilip edilmeyeceği henüz belirsiz. Yine Erdoğan’ın liman ve tarihi eserlerin restorasyonuyla adanın turistik cazibesine kavuşması, Türkiye’den umreye gideceklerin buraya uçup sonra gemilerle Cidde’ye geçmeleri şeklinde kurduğu plan belki gerçekleşir belki iç dinamiklerden gelen dirence takılır bilemiyoruz.

Erdoğan şimdilik yok dese de adanın ileride Türkiye için Kızıldeniz’de bir karakola dönüştürülmesi de bir hayaldir. Bilemiyoruz.

Fakat üzerinde asıl durduğum şey dış politikanın yol alma biçimidir. Kendi özgül ağırlığını, bağımsız duruşunu, mesafeli ilişkilerini terk ettiğinden beri Türkiye karşıtlık, bölgesel rekabet ve husumetlerden beslenen eksenlere kolayca kayıyor. Yeni dengelere bağlı olarak bir eksenden ötekine zıplıyor. İlişkilerde istikrar ve tutarlılık belirleyici olmaktan çıkınca çelişkileri abartılı derecede fırsata çevirme refleksi gelişiyor.

Çok değil temmuzda patlak veren Katar krizine kadar Türkiye, Suudi Arabistan’ın İran’a karşı kurguladığı Sünni cephenin en iştahlı destekçisiydi. Suud-BAE hamlesine karşı Katar’a hamilik yaparak bölgedeki askeri görünürlüğünü artırdı. Şimdi de Sudan’da üsleniyor izlenimiyle Kızıldeniz’e kıyıdaş ülkeleri karşısına alıyor. Aynı zamanda, Sudan’ın Nil’in paylaşımı dahil farklı nedenlerle kendi komşularıyla yaşadığı sorunlarda kendisini taraf durumuna sokuyor. Yani yeni husumetlere yol açmadan dost edinemiyor.

Bu alışkanlığın 2018’de Türkiye’yi yoracağı bir süre alan var. Bunun başında elbette Suriye geliyor. İran ve Rusya ile mecburi yakınlaşma Suriye siyasetinde önemli kırılmalara yol açtı. Kasımda Rusya, Türkiye ve İran liderlerinin Soçi buluşmasında bir gün önce Suriye Devlet Başkanı Beşşar el Esad’ın aynı kentte ağırlanması, Astana süreci kapsamındaki üçlü zirvelere dördüncü sandalyenin ilave edileceğine dair iyimserliğe yol açmıştı. Ancak Erdoğan, Esad’a bir kez daha katil diyerek eski pozisyonuna geri döndü. Üstelik Esad’dan Kürtlerle ilgili beklediği çıkışı gördükten hemen sonra. Malum şimdiye dek Kürtlerle ilgili çok dikkatli bir dil kullanan Esad, birden bire ABD ile işbirliği yapan herkesi hain ilan ediverdi. Kuşkusuz Suriye son kavşağa girerken yakıcı sonuçlar kendini hissettiriyor. O yüzden diskurun dili keskinleşiyor.

Nedir yakıcı olan? Birincisi Erdoğan’ın yedi yıldır beslediği silahlı grupların son kalesi İdlib’e yönelik askeri operasyon, Hama’nın kuzeyinde ısınma turlarına başladı. İkincisi Türkiye’ye de “askerini çek” denilecek günler yaklaşıyor. Üçüncüsü Kürtlerin öncülüğünde ete kemiğe bürünen demokratik özerkliğin kaderi siyasi çözüm süreçlerinin en önemli parametresine dönüşüyor. Türkiye çözüm masası kurulmadan en azından özerkliğin kuzeybatı halkası Afrin’i dağıtmak istiyordu. Buna geçit vermeyen Rusya ise Suriye’nin yüzde 30’unu kontrol eden Kürtler ve ortaklarını masada tutmakta ısrarlı. Buna karşın Erdoğan, Astana’daki ortaklarını, demokratik özerkliğin aktörleri olmadan da Suriye krizinin aşılabileceği savına inandırmaya çalışıyor. Sonradan barış masasına tekme atsa da kendi Kürt sorununun çözümü için Abdullah Öcalan’ı muhatap almış olan Erdoğan, başka bir ülkede PKK ile ilintili diye “PYD-YPG masaya oturamaz” diye dayatıyor.

Bir dönem dış politikada ‘kazan-kazan’ sloganı modaydı. Şimdi ‘kaybet-kazan’ denklemiyle hareket ediliyor. Yani kendi siyasal kazanımını bir başkasının çökertilmesinde gören siyasal bir akıl tedavülde.

Kendini dayatan realite şudur: Türkiye Şam’la nasıl bir başlangıç yapacağını ve Kürtlerle ilgili nasıl bir yol haritası izleyeceğini netleştirmeden kendi çıkış yolunu da bulamayacak. Fiili özerk yapı dahil yeni Suriye’ye dair Suriyelilerin bulacağı çözüm formülü Türkiye’nin kabulü müdür değil midir? Buna şimdiden yanıt verilmelidir. Türkiye “Benim orada askerim var” deyip kendi koşullarını dayatmaya kalkıştığında kifayetsiz olduğu pek çok yerde açığa düşüyor.

***

Aynı açmaz Irak için de geçerli. Bağdat’la köprüler çöktüğünde Erbil’le iş tutuyor, referandumda olduğu gibi Kürdistan ileri bir adım attığında Irak’ın toprak bütünlüğü hassasiyetine geri dönüp Kürtleri tepeliyor. Bir gün İran’ı Fars yayılmacılığı ile suçlayıp ertesi gün Kürtlere karşı Haşd el Şaabi’yi el üstünde tutuyor. Sıradan günlerde ise kendini “İran’ı dengeleyecek Sünni güç” bandına geri dönüyor. Norm haline gelen istikrar değil tutarsızlık ve istikrarsızlık.

***

Rusya ile ilişkiler de üzerine konulan bütün stratejik ağırlıklarına rağmen güven ve istikrar unsurundan yoksun.

Denilmedik laf bırakılmayan AB ve ABD ile ilişkiler de öyle. Erdoğan yılı kapatırken “Bizim ne Almanya’yla problemimiz var, ne Hollanda’yla, ne de Belçika’yla. Tam tersine oralarda iş başında olanlar benim eski arkadaşlarım” deyiverdi. Ne var ki arkadaşlık faslı artık arşivlik oldu. Elbette Erdoğan, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron gibi daha önce yüz göz olmadığı yeni yüzlerle kapıların açılması için şansını deneyecektir ama kavgacı alışkanlıklarına dönmesi çok zaman almayacaktır.

***

Sözü bağlarsak; yeni yılın eskisinden farklı olacağına dair bir emare yok. 2018’in potansiyel dostlar ve hasımlar listesi, tecrübeli bir kaptanın seyir defteri değil bir karalama defteri olmaya mahkûm. Çünkü Erdoğan liderliğindeki Türkiye bir türlü düşmanlık ve husumet üretmeden dost edinemiyor. Özgül ağırlığını yitirdikçe kendi varlığını gürültü çıkartarak hissettirmeye çalışıyor. Filistin’e hami olmanın fiili gereklerinden kaçınan Ankara’nın ‘Kudüs hassasiyeti’ de bu çerçevede bir gürültü siyasetidir.

T24
ETİKETLER
fehmi taştekin haber fehmi taştekin astana türkiye dış politika değerlendirme kazan kazan sloganı kaybet kazan denklemi

TARİH YOLCULUĞUNA RUH HAMLESİ İLE DEVAM EDEBİLMEK
Suat KÜRŞAT
31 Aralık 2017

Türk Dil Kurumu siyaseti şöyle tarif eder; ”Devlet işlerini düzenleme ve yürütme sanatıyla ilgili özel görüş veya anlayış.” Bugün siyasete hâkim bütün tarafların ortaya koyduğu anlayışların, devlet işlerini düzenleme ve yürütme sanatından çok işlevsiz kılmaya yönelik olduğu aşikâr. Ortada siyaseten büyük bir tıkanıklık var. Bu tıkanıklık adım adım toplumun içerisinde marjinal yönlerin daha aktif rol almasının önünü açıyor. Genel olarak toplum bir birine zıt onlarca marjinal grup ve ideolojinin oluşturacağı girdabın kenarında tedirgin bir hal üzere bekliyor.

Siyaset sahnesinde seyirciye yansıyan ”hain, terörist, ajan ve iç savaş” gibi yakıştırma ve ithamlar, gün geçtikçe seviyesi(zliği)ni artırarak tamiri mümkün olmayan bir sürece doğru hızla gidildiği yönündeki endişe, kaygı ve tespitleri artırmaktadır.

Son zamanlarda sıklıkla kullanılan bu tabirlerden ”iç savaş” bende tarihin tanıklığına müracaat etme isteğini artırdı. Mesela Jül Sezar’ın İçsavaş’ını hatırlattı. Ülke içerisinde oluşan iki gücün birbirine olan güvensizliği ve iktidar hırsı çatışmayı kaçınılmaz kılıyordu. Senatoyu arkasına alan Pompeius ve Roma’ya Galya’yı armağan eden muzaffer komutan Jül Sezar. İki lider de kendisine bağlı silâhlı güce sahip ve ikisi de iktidar hırsı ile dolu. Bu iktidar hırsına bir de devlet içerisinde çeşitli hesaplar ile iki güç arasında tercihlerin getirdiği cepheleşme ekleniyordu. Sezar ve Pompeius arasındaki bu çekişmede devlet içerisinde küçük hesaplar ile kamplaşmalar meydana geliyordu, öyle ki Sezar’a karşı olan eski bir düşmanlığı ve ona karşı aday olduğu bir seçimde aldığı yenilginin utancı Konsül Cato’yu harekete geçiriyor, Lucius Lentulus bir takım borçlarından dolayı düştüğü zor durum nedeni ile ordu ve eyaletlerin yönetimini alma umudu ile Roma (senato) dostu olarak anılacak prenslerden alacağı hediyelerin düşüncesi ile taraf oluyor, Konsül Scipio ise Pompeius ile olan yakınlığından dolayı onunla paylaşacağını düşündüğü eyalet ve ordulara sahip olma umudu ile tarafını seçiyordu. Pompeius’un kendisi ise Sezar’ın düşmanları tarafından kışkırtılıyordu. Benzer taraf seçimi ise Sezar’ın çevresinde de gerçekleşiyordu.

Roma iç savaşında gördüğümüz, İç savaşı tetikleyen ana unsurlardan birisi ülke içerisindeki birbirine denk ya da yakın güçlerin iktidar hevesinden taviz vermeyerek çevresinde gelişen cepheleşme ile beraber artan güç kullanımı isteği.

1936 da başlayan İspanya iç savaşının kökenlerini anlatırken Julian Casanova şöyle diyordu; ”1936 yılının ilk bir kaç ayında İspanyol toplumu, hizipler arasındaki huzursuzluklarla derinden bölünmüştü…” Bunun bir iç savaş nedeni olamayacağını da belirten Casanova, ”Savaş, Cumhuriyet’e karşı bir askerî ayaklanma, Devlet’in ve cumhuriyet hükümetinin düzeni koruma yeteneğini tahrip ettiği için başladı. Ordunun ve güvenlik güçlerinin bölünmesi askerî ayaklanmanın zaferini olduğu kadar, hızla iktidarı ele geçirme temel hedefini de engelledi. Ancak, düzeni korumada hükümetin gücünü tahrip eden bu coup d’etat, ona karşı olan ve destekleyenler arasında misli görülmemiş bir şiddete yol açtı.” Casanova, kuralsızlık ve hükümetsizlik konusuna dikkat çeken tespitinde isyancıların şiddeti tırmandırmaya yönelik tavır ve tutumlarını şöyle anlatıyor; ”askerî ayaklanma ve devrimci karşı koymadan oluşan bu iki katlı süreç içinde İspanya’nın her yerinde yaygın bir şekilde kan akmaya başladı. Başlarında General Emilio Mola’nın bulunduğu askerî isyancılar, önceki aylarda darbe planlarını yaparken bunun işaretlerini vermeye başlamışlardı. -Güçlü ve iyi örgütlenmiş düşmanı, mümkün olan en kısa sürede devirmek için eylemin olağanüstü şiddetli olacağını akıldan çıkarmayınız- diyordu Mola.”

Ülke içerisinde yönetme kabiliyetini zaafa uğratan isyan ve ayaklanmalar ile beraber gelişen şiddet olayları iç savaşı besleyen ve tetikleyen unsurlardan bir diğeri olarak karşımıza çıkıyor. Burada da yönetim herhangi bir güç merkezinin elinde olmayıp karşılıklı güç kullanma imkânına sahip taraflarca ortaya konulan iktidar olma hırsının toplumu çatışmaya sürüklediğini görüyoruz.

Yine İspanya iç savaşında karşımıza çıkan başka bir unsur ise ülke içerisindeki grupların her birinin ülke dışından desteklenmesi ve çatışmayı sağlayacak imkân ve teçhizatın dış güçlerce teminidir. Öncelikle Fransa, Büyük Britanya, İtalya, Sovyetler Birliği ve Almanya 1936 yılında İspanya’nın iç işlerine karışmama konusunda anlaşmaya imza atıyorlar. Bu anlaşmaya rağmen Hitler, Mussolini ve Salazar General Franco’ya silâh, cephane ve lojistik desteklerini sürdürmeye devam ediyorlardı. Stalin ise Sosyalist, Komünist gruplar ve Cumhuriyetçilere ihtiyaçları olan silâh ve mühimmat yardımını yaparak içeride tarafını oluşturuyordu. Fransa ve Britanya da kendi menfaatlerine yakın gördüğü grupları silâhlandırıyor, destekliyordu. Nitekim iç savaşı bu kadar kanlı ve yıkıcı hale getiren de İkinci Dünya Harbi’nde kullanılacak silâh ve mühimmatın deneme sahası haline getirilmesi. İspanya’da taraflara dünya harbinde kullanılacak uçaklar da veriliyordu. Almanya, İtalya, SSCB, Fransa ve İngiltere İspanya iç savaşında destekledikleri tarafları donatarak dünya harbinde kullanılacak askeri teknolojinin testini de yapmış oluyorlardı. İspanya dönemin süper güçlerinin deneme sahasıydı…

İç savaş konusunu yakın bir örnek ile neticeye erdirelim: Ukrayna. İspanya iç savaşında da görülen dış destek ile kamplaşmanın zirve yaptığı bu örnekte dikkatimizi ülke içerisinde gelişen kamplaşmadaki tezatlıklara çekmek istiyorum. Şöyle ki İkinci Dünya Savaşı’nda Ukrayna’ya giren Nazi birliklerini ve katliamları destekleyen Ukrayna milliyetçileridir. Yahudiler ve Bolşevikler yalnız Nazi birliklerinin değil Ukraynalı Milliyetçilerin de baş düşmanıdır. Bu tarihsel düşmanlığa rağmen Ukrayna iç savaşında sağ cephenin önde gelen oluşumlarından anti-semitik yapıya sahip Svoboda’nın, sahip olduğu özel bankayla Ukrayna’nın en önemli finans kurumlarından birini yöneten oligark İgor Kolomoyskyi tarafından finanse edilmesi dikkatlerden kaçmıyor. Belki de oligarklar Ukrayna’yı ikinci dünya savaşında gösterdikleri Yahudi düşmanlığından ötürü ”iç savaş” ile cezalandırmak istiyordu. Bunun için bir birine zıt grupları finanse ederek çatışmalarda güç kullanımını artırmak yetecekti!

Son olarak ülke içerisinde kamplaşma ve kutuplaşmayı hızlandıran etkenlerden yöneticilerin toplumda bir tarafı destekleyerek diğer tarafı ise sürekli örseleyerek ve haklarını vermekten kaçınarak oluşturacağı kızgınlık ortamıdır. Desteklenenler ellerindeki imkânları kaybetmemek için, hakları verilmeyenler ise haklarını almak için kanun, düzen ve otorite tanımayacaktır. Böyle bir durumda yukarıdaki örneklerde gördüğümüz sosyal kırılmalar ve siyasî hesaplaşmalar ülkeleri felakete götürecek süreçlere sokacaktır…

Özetle; ülke içerisinde birbirine yakın ya da denk güç merkezlerinin iktidar olma ve iktidarda kalma hırsının artması, toplumsal kamplaşmanın sertleştiği dönemlerde merkezî otorite ve yönetimi zaafa uğratacak isyan ve benzeri hareketlenmelerin oluşturduğu siyasî boşluk, bir takım ülkelerin ülke içindeki cepheleşmeyi finanse ederek pekiştirmesi, ülke içerisinde çeşitli hesaplar ile zıt grupları finanse eden sermaye sahipleri ve belki de en önemlisi iktidarların toplumun bir kısmını ölçüsüz destekleyerek şımartması ve diğer bir kısmını ölçüsüz bir şekilde yönetimden uzaklaştırarak haklarını vermemesi ile oluşan kuralsızlık ortamı. Bu ortamda tarafların gücü elde edebilmek için hiç bir kural ve hukuk tanımaması ülke içerisinde tamir olunmayacak süreçlerin doğmasına neden olabilir.

Bu neden ile bugün Türkiye başta ve belki merkezde olmak üzere coğrafyamız, içerisine girdiği siyasî tıkanıklığı aşmak için köklü bir hukukî, sosyal, ekonomik ve siyasî ruh hamlesine muhtaçtır. Hukukî, sosyal, ekonomik ve siyasî bir bütünlük içerisinde tarih ve medeniyet yolculuğunun farkında, şuurlu bir ruh hamlesinden hiç bir bahane ile kaçılamaz. Hiç bir gerekçe bu ruh hamlesini erteleyemez ve iptal edemez. Toplumun sürüklendiği felaketi görmezden gelerek küçük hesaplar ile elini taşın altına koymaktan kaçınanlar yeni nesillerin muhasebesinde tel’in ile anılacaktır. Ülkede siyaseti şekillendiren mevcut iktidar ve muhalif yapıların el birliği ile toplumu sürüklediği felaketten ancak bu ruh hamlesini yaparak kurtulabilir ve bu tıkanıklığı aşabiliriz…

Kaynak: Adımlar dergisi

Hakan Albayrak: Koca devlet adamları, milletvekilleri anlamsız bir yarış içinde Gül’e laf sokuyor
30/12/2017

Koca koca devlet adamları, milletvekilleri, köşe yazarları, “Atla deve değil; yeni bir KHK çıkarılıp o ifade ’15 Temmuz 2016 ve 16 Temmuz 2016 tarihlerindeki darbe teşebbüsü ve terör eylemlerinin bastırılması kapsamında hareket edenler’ şeklinde değiştirilebilir” deyip geçeceklerine, anlamsız bir yarış içinde Abdullah Gül’e laf yetiştiriyorlar.

Laf yetiştirmekten ziyade laf sokuyorlar.

Troller zaten tam gaz; “FETÖ’cü”, “İngiliz ajanı”, “hain” falan filan.

Ne oldu ki?

Konu belli, Gül’ün ne dediği belli; bu infial havası, bu yüksek tansiyon, bu hararet neyin nesi?

Hiçbir meselemizi sakin sakin konuşamayacak mıyız?

Neyse ki Abdullah Gül sükûnetini koruyor.

Hakan Albayrak’ın yazısının devamı için: http://www.karar.com/yazarlar/hakan-albayrak/ne-oldu-ki-5821

Yusuf Yavuz: Tunus'tan zeytinyağı getirmek Türkiye'nin yaşadıklarını özetliyor
29.12.2017

Zeytin Anadolu'nun bedeni, zeytinyağı ise ruhudur. Üzüm ve şarap, arpa ve bira, buğday ve ekmek, keçi ve peynire inciri, fındığı, cevizi ve bademi de ekleyebiliriz.

Bir yandan KHK'ler ile binlerce yıllık üretim kültürünü bir çırpıda silerek Gemlik gibi zeytinin mabedi olan bir kenti yeniden üretirken baş rolün o kenti var eden zeytine değil, yalnızca inşaata ve betona verilmesi, buna karşılık Tunus’tan zeytinyağı ithal edilmesi fikri, Türkiye'nin geldiği noktanın özetidir…

Zeytin Anadolu'nun bedeni, zeytinyağı ise ruhudur. Üzüm ve şarap, arpa ve bira, buğday ve ekmek, keçi ve peynire inciri, fındığı, cevizi ve bademi de ekleyebiliriz. Bütün bunlar bu toprakların ruhuna sinen, kimliğimizle bütünleşen, kültürümüzde harman olan ürünler...

Fındığı İtalyanlara, Mercimeği Kanadalılara, İnciri Amerikalılara, buğdayı Ruslara kaptırdık...

Dünyada en çok ayvayı Türkiye üretiyor ama kendi ürettiği ayvayı bile satmayı beceremeyen basiretsiz tarım politikası yüzünden Türk ayvasını dünyaya Hollanda satıyor.

Cevizi Şili'den, bademi Amerika'dan, Susamı Nijerya'dan alıyoruz.

Kendi ihtiyacını karşılayabildiği ürünlerin başında gelen zeytin ve zeytinyağının Türkiye'nin ithal ettiği ürünlerin arasına girecek olması her şeyi bir yana bırakıp alarm veren tarım sektörüne yoğunlaşmamızı gerekli kılıyor.

Dünyadaki her dört zeytin ağacından biri İspanya'da bulunuyor. İspanya, zeytinliklerini son yıllarda uyguladığı politikalarla artırdı. Uluslararası Zeytin Konseyi'ne de ev sahipliği yapan bu ülke, zeytinyağı üretiminde de dünya lideri.

Zeytin ağacı sayısı 200 milyona yaklaşan (190 milyon) Türkiye ise zeytinlik oranı bakımından İspanya, Tunus, İtalya ve Yunanistan'ın ardından dünyada 5. sırada. Zeytin üretiminde ise Türkiye dünya dördüncüsü. Ancak son yıllarda Türkiye'de bir yandan zeytin üretimi teşvik edilirken, bir yandan da zeytinlikleri katleden uygulamalara izin veriliyor.

BU YIL TÜRKİYE İLK KEZ ZEYTİN ÜRETİMİNDE REKOR KIRMIŞTI

Bütün bunlara rağmen Türkiye'deki zeytin üreticileri bu yıl üretimde rekor kırdı. Türkiye'nin bu yılki zeytin rekoltesinin ilk kez 2 milyon tonun üzerine çıkarak, 2.1 milyon tona ulaşması bekleniyor. Bunun yaklaşık 1,5 milyon tonluk kısmı yağlık, geri kalanı ise sofralık olarak ayrılacak.

Kişi başına zeytinyağı tüketimi oldukça düşük olan ancak son yıllarda giderek artan Türkiye'nin zeytinliklerini koruyup zeytin ve zeytin yağı üretimini artırarak kendi ihtiyacını karşılamasının yanında dünyaya da satması beklenirken, Tunus'tan zeytinyağı ithal edilmesi gündeme geldi.

Türkiye'nin zeytin deposu olan Ege ve Akdeniz bölgelerindeki kıyılardaki zeytinlikler imar ve rant baskısı başta olmak üzere sanayi, turizm ve otoyolların tehdidi altında. Kalkınmayı tek yanlı sanayi üretimine bağlayan Türkiye böyle giderse dünyaya bu topraklardan yayılan zeytin ve zeytinyağı kültürünü yitirerek kendi ihtiyacını da ithalatla karşılamaya başlayacak.

ZEYTİN BU TOPRAKLARIN BİNLERCE YILLIK TARİHİNİN OMURGASIDIR

Oysa başta da altını çizdiğimiz gibi zeytin bu toprakların bedeni, zeytinyağı ruhudur. Anadolu'nun son 3 bin yıllık tarihinin omurgasında zeytin ağacı başköşede durur. Ege ve Akdeniz'deki liman kentlerinde, Helen, Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde işlevselliği sürdürerek inişli çıkışlı üretim öyküleriyle bugüne ulaşan zeytin işlikleri, atölyeler, anforalar, ahşap fıçılar zeytinin binlerce yolculuğuna eşlik etti.

Yunan, Roma ve Bizans Anadolu'sunda yalnızca zeytin üretimiyle meşgul olan çiftlik köyleri bulunuyordu. Coğrafyanın kültürü ve inancı belirlediği dönemlerden başlayıp günümüze kadar Anadolu insanı en ağır savaşlarda bile kendi toprağının bereketiyle, zeytine ve buğdaya tutunarak ayakta durdu.

ÜRETİM KÜLTÜRÜNÜN İNŞAAT SEKTÖRÜNE YENİLMESİ ÇÖKÜŞTÜR



Bir yandan KHK'ler ile binlerce yıllık üretim kültürünü bir çırpıda silerek Gemlik gibi zeytinin mabedi olan bir kenti yeniden üretirken başrolün o kenti vareden zeytine değil, yalnızca inşaata ve betona verilmesi, buna karşılık Tunus’tan zeytinyağı ithal edilmesi fikri, Türkiye'nin geldiği noktanın özetidir. Son 50 yılda Anadolu kentlerine yapılan en büyük kötülüğün müsebbibi olan siyasi iradenin ardılı olmakla övünen bugünün iktidarı, üretim kültürünün belirleyici olduğu yaşama biçimlerini tuz buz edip yerine tek tip bir TOKİ elbisesi giydirdi. Bir sabah kalktığınızda yaşadığınız kentin bir kararname ile Konya bozkırlarına taşındığını duyarsanız şaşırmayın.

Üretimdeki sürekliliğin ve tarihsel akışın bu denli tuz buz edildiği bir dönemde salt inşaat sektörünün canlı tutulması uğruna bunca yıkıma seyirci kalınarak ortak olunması, Anadolu'nun çöküşüdür.

Odatv.com

Devrik liderin uçağına Erdoğan mı binecek
05.12.2016

CHP Bursa Milletvekili Erkan Aydın, Ulaştırma Bakanı Ahmet Arslan'a, Tunus'un devrik lideri Zeynel Abidin Bin Ali'ye ait olan ve THY tarafından satın alınan VIP uçağı sordu...

CHP Bursa Milletvekili Erkan Aydın, Ulaştırma Bakanı Ahmet Arslan'a, Tunus'un devrik lideri Zeynel Abidin Bin Ali'ye ait olan ve THY tarafından satın alınan VIP uçağı sordu.

Bugün konuyla ilgili açıklama yapan işletmeci Tunus Havayolları, "Adı açıklanmayan bir havayolu şirketine A340-500 tipi VIP uçağın 181 milyon Tunus Dinarı’na (yaklaşık 77,8 milyon dolar) satıldı" ifadelerini kullanmıştı.

Aynı gün Kamuoyu Aydınlatma Platformu’na (KAP) açıklama yapan Türk Hava Yolları (THY), VIP uçuşlarda kullanılmak üzere devlet filosuna Airbus A340-500 tipi uçak satın alındığını bildirdi. Açıklamada, “Ortaklığımız Yönetim Kurulunca, VIP hizmetlerde kullanılmak üzere 1 adet A340-500 tipi uçağın satın alınmasına karar verilmiştir" denildi.

CHP'li Erkan Aydın'ın ise, Ulaştırma Bakanı Ahmet Arslan'a THY tarafından alındığı iddia edilen uçağa ilişkin sorduğu sorular şöyle oldu:

- İçinde bir oturma odası bir yatak odası bulunan özel ultra lüks uçağın alınma gerekçesi nedir?

- Türk ekonomisi derin bir kriz içindeyken, iğden ipliğe zam yapılırken, esnaf kan ağlarken, iş yerleri kapanırken, binlerce kişi işsiz kalırken, böylesi bir uçağın satın alınması ekonomik programa ve vicdanlara uygun mudur?

- Tunus Eski Cumhurbaşkanı Zeynel Abidin Bin Ali’ye ait uçak ne amaçla kullanılacak? Söz konusu uçak Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a tahsis edilecek mi?

Odatv.com

ABD 'Yıkılmadım ayaktayım' diyor
Hüseyin Vodinalı
1 Oca, 2018



Suriye, Irak ve Türkiye’deki fiyaskoları sonrası Sam Amca’nın işi bitti, artık Avrasya çağı başladı diye çok sevindik.

Öyle ya, onca terör ve komplo ile Esad’ı deviremedi, IŞİD ile yatakta basıldı, terörist PKK ile nişan yaptı ama Irak’ta Barzani’sine sahip çıkamadı, Kerkük elden gitti, Türkiye’de darbeyi eline yüzüne bulaştırdı, en önemli assetleri olan FETÖ’yü batırdı.

Ama kovboyda oyun çok.

Suudi Arabistan’daki saray darbesiyle bir atağa geçti.

Ürdün’de başka bir saray darbesini beceremedi ama korku saldı.

Asıl düşmanı İran’da “Fars Baharı” başlattı.

Arap Baharlarını bilenler, Fars baharının da ne olduğunu anlamıştır sanırım.

(..)

Neyse uzatmayalım lafı, ABD yeni bir saldırı hamlesi başlattı.

Suriye, Ürdün, İran ve Türkiye’ye her tür manivelayı kullanarak boyun eğdirmek istiyor.

Çok açık ve net olarak gördük ki, ekonomik kriz ve Sarraf ambargosu tehdidiyle Türkiye’de Erdoğan’a “Esed terörist” dedirtti.

Buna Rusya’nın PYD ile diyaloğunu gerekçe gösterenler de var ama ben bunu ikna edici bulmadım.

Rusya’nın PYD’yi Soçi’ye daveti eski bir hikaye ve bu konu belli ki Putin ve Erdoğan arasında görüşmelerle çözülmeye çalışılıyor.

Ancak “Esad teröristtir” demeci bambaşka bir olay.

Zaten gerisi de geldi.

2 gün önce Kastamonu’da konuşan Erdoğan, “Biz Suriye'de, Rusya ve İran'la nasıl çalışıyorsak Amerika'yla da aynı şekilde çalışmak istiyoruz. Sorun Amerika'nın bizimle çalışmak isteyip istemediğidir. Şayet Amerika bizimle çalışırsa memnun oluruz. Birlikte neler yapabileceğimize bakarız. Bize bir adım atana, biz misliyle mukabele etmekte çekinmeyiz. Esasen aramızda çözemeyeceğimiz hiçbir sorun da yok” dedi.

Gizlemeden, saklamadan PKK’ya 4 bini aşkın tır yükü silah veren ABD’ye olan tepki ‘sert demeçler’den ibaret.

15 Temmuz hain FETÖ/NATO darbe girişiminin merkez üssü İncirlik’i kapatmayarak, İran’a karşı İsrail için çalışan Malatya Kürecik Üssü’ne kilit vurmayarak, zaten bölge ülkelerinin tereddütlü bakışlarına hedef olan Ankara, Astana resmindeki ülkelerin güven erozyonuna uğruyor.

İRAN’DA NELER OLUYOR?

İran yıllardır ABD ve İsrail’in hasmane ağır ekonomik yaptırımlarıyla boğuşuyor. Liberal kesim ile Molla sistemi arasında yoksullukla mücadele eden İran halkı zor zamanlar geçiriyor. Tıpkı Türk halkı gibi.

Fakat son ayaklanmalardaki ABD parmak izlerini görmezden gelmek olmaz.

ABD yönetici elitinin (bankacılık, askeri sanayi, şirketler) örgütü Brookings Institute, 2009’da bir belge hazırlıyor. Başlığı; “Persiya’ya hangi yol? Amerika’nın yeni İran stratejisi için opsiyonlar”.

Askeri seçeneklerin yanı sıra İran’a karşı “istikrarsızlaştırma” operasyonlarını da içeren belgede, kullanılacak yöntemler arasında terör eylemleri ve halk ayaklanmaları da yer alıyor.

Raporda aynen şu ifadelere yer veriliyor:

“1989’dan itibaren Doğu Avrupa’daki komünist rejimleri devirmek için kullanılan kadife devrimler (meşhur Soros operasyonları HV) pek ala İran’da da uygulanabilir. Halkın büyük kesiminin mevcut sistemden memnuniyetsizliği çok yüksek ve rejimi devirmek için uygulanabilecek en kolay ve açık yol bu olabilir.”

Bu noktada 1906’dan itibaren İran’da devrimlere imza atmış, anayasacı, cumhuriyetçi komünist ve sosyalist kesimlerin molla rejimine duyduğu büyük hınç ve nefretin de kullanılabileceği, 1978 devrimine destek veren solcu, öğrenci, köylü ve esnaf kesimlerin de aldatılmışlık duygusunun işe yarayacağı raporda açıkça dile getiriliyor.

Zaten 2009’un 13 Haziran’ın da bu deneme yapılmıştı, Seçimlerin ardından bazı kesimler seçime hile karıştırıldığı iddiasıyla sokağa dökülmüş ve günlerce süren bir ayaklanma sahnelenmişti. Seçimde hileyle suçlanan İsrail ve ABD’nin bölgedeki eylemlerinden fazlasıyla rahatsızlık duyduğu İran Devrim Muhafızları’ydı.

Bu gösterilerde de Batı medyası olayları olduğundan büyük gösterip, yalan haberlere imza atmıştı.

İran İstihbarat Bakanı Haydar Muslihi, ’Sivil darbe oyunları’nın ABD patentli Soros hareketi ve AB ülkeleri eliyle yürütüldüğüne işaret ederek, işbirlikçilere para yağdığını iddia etmişti. İstihbarat Bakanı, seçim sonrasındaki olayların yurt dışındaki toplantılarda çok önceden planlandığını belirterek, “80 yabancı enstitü, fon ve kurumun fitne olaylarında rol aldıkları belirlendi. Bunlar arasında bütçesi 1.7 milyar dolar olan kuruluşlar da var” demişti.

Şimdi 2009’dan 9 yıl sonra tekrarlanan gösterilerde benzer kurum ve kuruluşların parmak izleri görülüyor.

Zaten Brookings Enstitüsü’nün raporunda, meydana gelen ayaklanmaların kanlı bir hale dönüşmesi sonucu, önce vekalet savaşı ardından doğrudan müdahale öngörülüyor.

Tıpkı Suriye ve Libya’daki gibi.

Bunları çok iyi bilen Hasan Ruhani son açıklamasında akıllıca, halkın eleştiri hakkının olduğunu ve “halkın sesini duyduklarını” söyledi.

Çünkü biliyor ki, ABD’nin istediği şey, eylemlerin kanlı biçimde bastırılması üzerine yükselecek şiddet dalgası ve iç kargaşa.

Zaten Trump yönetimi de İran’daki olaylardan duyduğu hazzı asla gizlemiyor ve göstericilere destek verdiklerini açıklıyor.

Trump ve şürekası, İran’daki olayların başladığı Perşembe gününden beri zil takıp oynuyor.

Müslüman düşmanı Trump, “İran halkının kendini barışçıl bir şekilde ifade etme hakkını destekliyoruz. Onların sesi duyulmayı hak ediyor" açıklamasını yapıyor.

Yerseniz…

İranlı gazeteci ve siyaset uzmanı Abbas Abdi, ülkede "ekonomi gidişatına itiraz" ekseninde gelişen halk gösterilerinin kısa sürede siyasi mecralara çekildiğini söylüyor.

AA’ya demeç veren Abdi, "İran'la iyi ilişkilere sahip olmayan ülkelerin bu durumdan hoşnut olmaları gayet doğal. Aynı şekilde, İran da o ülkelerde yaşanan benzer olaylara sevinir. Buna karşın, İran'ın, bölgede istikrarsızlığa yol açacağı için Türkiye'deki başarısız darbe girişimine sevinmediği örneğinde olduğu gibi, bölge istikrarının bozulmasını istemeyen ülkeler de elbette bu olayların yaşanmasından mutluluk duymazlar" yorumunu yaptı.

Rusya üzerinden köşeye sıkışan Trump, 2018 baharında azledilmemek için İsrail eksenli Neoconların her istediğini yapar hale geldi.

İran, en çok İsrail için bir sorun ise, Suriye de aynen öyle.

Trump’ın İran ile birlikte Suriye’de de yenilgiyi kabullenmediği gözleniyor.

12 Aralık’ta imzaladığı 2018 askeri bütçesine Suriye’deki PKK güçlerine verilmek üzere 500 milyon dolar koydu. Bu para ile 30 bin kişiye askeri eğitim verilecek, 390 adet askeri araç ve çok sayıda silah ve mühimmat dağıtılacak.

Suriye’de Avrasya’nın zaferi olan Astana Süreci’ni, Esad’ın devrileceği bir Cenevre tezgahına dönüştürmeye kararlı görünen Trump, sanki bu noktada Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı da ikna etmiş gibi görünüyor.

En azından Şam, Tahran ve Moskova’dan bakınca öyle gibi.

Suriye sahasında da Suriye ile El Nusra ve ÖSO arasındaki şiddetli çatışmalar, Türkiye’nin Astana’dan bir adım geriye çekilip, Davutoğlu dönemine benzer bir yere doğru gittiğini gösteriyor.

ABD’NİN 2018 MOTTOSU: YIKILMADIM AYAKTAYIM

Trump’ın en gıcık olduğu ülke elbette ki Çin Halk Cumhuriyeti.

Çünkü ne zaman o sihirli aynasına dönüp sorsa, aynı cevabı alıyor; “Dünyanın bir numaralı ekonomik gücü Çin oldu/oluyor”

Trump, hem kendi yıkılmamak, hem de ABD’yi “yeniden muhteşem yapmak” için, karşılıksız dolar imparatorluğunu derinden tehdit eden Çin’i kuşatma stratejisine sarıldı.

Kuzey Kore nükleer gerginliği, Afganistan’a gönderilen binlerce IŞİD teröristi, Avrasya’ya yaklaşan Pakistan’ı cezalandırma stratejisi, Türkiye, İran ve Suriye üzerinde yeni bir baskı oluşturma taktikleri ve elbette Rusya’yı Çin’den koparıp izole etme düşüncesi hep bunun için.

2018 yılı hem Trump hem de ABD için askeri seçenekleri de fazlasıyla zorlayarak “Yıkılmadım Ayaktayım” yılı olarak geçecek gibi gözüküyor.

Tabii bu anlayış 2018’i, 2017’den daha tehlikeli bir hale götürüyor.

BM Genel Sekreteri Antonio Guterres’in 2018 mesajında bunun izlerini okuyabiliyoruz.

"Bir yıldır Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri durumundayım, amacım 2017 yılının barış içinde geçmesini temin etmekti. Ama maalesef başarılı olamadım ve olamadık. 2018 yılı içinde dünya barışı için pek de ümitli değilim, bence dünyamız kırmızı çizgide, yeni tehlikeler içinde bulunuyor”

Guterres klasik olarak NATO tescilli İspanyol BM Genel Sekreterleri çizgisinden geliyor ve cümlesinin devamında nükleer savaş korkusundan söz ediyor.

Bu, ABD’nin istediği bir korkutma mesajı olsa da Guterres çok dah haksız değil.

Suriye’dekine benzer pek çok savaş ve kargaşalığın hazırlığını yapıyor ABD.

Bu kendi çöküşünü hızlandıracak bir hareket tarzı olsa da giderayak epey patırtı çıkaracak.

Bölgeyi en iyi tanıyan gazetecilerden olan Hüsnü Mahalli’nin de belirttiği gibi, İran Baharı’ndan sonra sıra Türk Baharı’nda.

Son açıklamalara bakılacak olursa, seçim derdindeki Ankara bunun pek idrakinde görünmüyor.

ABD ile arayı yapmaya meyilli, sıcak para odaklı ümmetçi ve Körfez Arabı odaklı politikaların devam edeceği, Yunanistan’ın 18 tane Türk adasını işgali ve Suriye’deki PKK terörüne lakayt siyasetlerin güdüleceği endişesi öne çıkıyor.

Büyük Türk Milleti başta herkese yine de mutlu ve huzurlu bir 2018 dilerim.

İlk Kurşun

AKP'li Mehmet Metiner'den Abdullah Gül'e ağır sözler!
01 Ocak 2018



AKP Milletvekili ve Star yazarı Mehmet Metiner, Abdullah Gül için çok ağır ifadeler kullandı!

AKP tarafından çıkarılan 696 sayılı KHK ile “sivillere yargı muafiyeti getiren” getirilmesine ilişkin tartışma devam ediyor.

11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül bu KHK’yı eleştirerek, “696 sayılı KHK’nın yazımındaki hukuk diliyle bağdaşmayan muğlaklık, hukuk devleti anlayışı açısından kaygı vericidir” ifadelerini kullanmıştı. Bunun üzerine tartışma büyüdü.

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Abdullah Gül’e, “yazıklar olsun. Bozguncu” gibi çok sert ifadelerle yüklenirken, Gül, “yorumlarıma devam edeceğim” mesajı vermişti.

Bazı köşe yazarları da Abdullah Gül’e çok sert ifadelerle yüklenirken, Gül’e yönelik bir eleştiri de AKP Milletvekili ve Star gazetesi yazarı Mehmet Metiner’den geldi.

KAFASINDA HAİNLİK OLANLAR

Metiner, “'Devamı'nı merak edenlere: Darbeci teröristlere gül dağıtanlardan olmayız!” başlıklı yazısında isim vermeden Abdullah Gül’e çok ağır ifadelerle yüklendi.

“Kafasında ‘hinlik ve muğlaklık’ olanlar KHK’da muğlaklık olduğunu söylüyorlar” diyerek isim vermeden Gül’ü hedef alan Metiner, “Ne yani, 15 Temmuz ve devamındaki 16 Temmuz’da yanıbaşındaki kardeşini, bacısını ve gencecik evladını hunharca öldüren o teröristlere bir de gül mü dağıtacaktı halkımız” ifadelerini kullandı.

DARBECİLERİN SİYASİ İTLERİ

Metiner yazısının sonunda ima yoluyla eleştirdiği Abdullah Gül’ün “devam edeceğim” sözlerine gönderme yaparak, “Varsın o darbeci teröristlerin “siyasi itler”i ürümeye devam etsinler” dedi. “
Haber Fedai

Erdoğan ve Gül neden açıktan savaşıyor?
01 Ocak 2018



Ne değişti ?

Abdullah Gül ile Erdoğan arasında uzunca süredir bir soğukluğun olduğu biliniyordu.

Ancak bu soğukluk kameralar önünde ccereyan etmiyordu.

Peki ne oldu da Erdoğan açıktan Abdullah Gül'ü hedef alarak eleştiriyor ve Gül de sessiz kalmamayı tercih ederek cevap veriyor ?

Bu soruların yanıtını AKP'ye yakınlığıyla bilinen Hürriyet yazarı Abdülkadir Selvi verdi:

Peki bu kez neden kılıçları çektiler? Bu mücadelenin tek bir adı var. O da 2019 Cumhurbaşkanlığı seçimi. Kulis bilgilerini paylaşacağım ama ondan önce sizi AK Parti’nin 29 Aralık Cuma günü yapılan bu yılın son MYK toplantısına götürmek istiyorum. Cumhurbaşkanı Erdoğan orada, KHK’daki düzenleme üzerine kopan fırtınaya değiniyor. Muhalefetin itirazlarından ziyade Abdullah Gül’ün kampanyaya destek vermesinden rahatsızlık duyduğunu ifade ediyor. İşin KHK tartışması olmaktan çıkıp bir siyasi eyleme dönüştüğünün altını çiziyor. Hatta, eğer böylesine bir kampanya başlatılmasa tartışmaya neden olan “devamı” ibaresinin üzerinde yeniden düşünebileceklerini söylüyor. “Ama burada maksat farklı” diyor. Erdoğan, Gül’ün Cumhurbaşkanlığı seçiminde muhalefetin ortak adaylığına göz kırptığını düşünüyor. Bu çıkışı, liderliğinin test edilmesi olarak görüyor. O nedenle açıktan mücadeleye girişme kararı alıyor. Abdullah Gül konusunun üzerindeki şimdiye kadar örttüğü “suskunluk şalı”nı çekip alıyor.

GÜL CEPHESİNDE ALINAN KARAR

16 Nisan referandumundan sonra Gül cephesinde de bazı kararlar alındı. Daha önceleri kendisine “daha çok konuşman lazım” baskısı yapılıyordu. O dönemler sessiz kalan Gül’ün, 16 Nisan’dan sonra, “Benim daha çok konuşmam lazım” dediği söyleniyor. O tarihten itibaren, “Daha çok görünen, daha çok konuşan” bir Abdullah Gül portresi ortaya çıktı. Abdullah Gül farklı bir faza geçti. Üzerindeki “parti kur” baskısını, “Ben geçmişte parti kurdum. Parti kurmanın ne demek olduğunu bilirim” diye savuşturuyor, “Sokak ne diyor, sokağa bakmak lazım” diye halkı işaret ediyordu. Son dönemlerde Gül için, “Yüz bin imza ile Erdoğan’a karşı hayır blokunun ortak adayı olarak çıkmak istiyor” senaryosu konuşulmaya başlandı.

Erdoğan her şeyin farkındaydı. O nedenle son çıkışıyla Gül ile AK Parti seçmeni arasına mesafe koydu. Bu tür durumlarda geri çekilmeyi tercih eden Gül ise bu kez geri adım atmadı. Erdoğan ile Gül arasındaki mücadele yeni sürece girdi.

Etiketler : abdullah gül, erdoğan, ahmet hakan,

Ahmet Hakan, Abdullah Gül'ün 10 maddelik yol hartiasını yazdı
01 Ocak 2018



İşte Gül'ün stratejisi...

Hürriyet'ten Ahmet Hakan yazdı:

1- DOĞRUDAN Tayyip Erdoğan’la polemiğe girmemeye azami dikkat...

*

2- Daha sık eleştiri, daha sık uyarı, daha sık itiraz.

*

3- ‘Erdoğan’ı kızdırmamaya özen gösterme dikkati’ni az da olsa terk.

*

4- AK Parti tabanıyla olan bağı koparmamaya olağanüstü dikkat.

*

5- İşler daha da kötüye gittiğinde bir alternatif olarak durduğunun altını çizme.

*

6- “Uluslararası güçlerin adamı” olmadığını göstermek için yoğun çaba.

*

7- Kayseri, Konya, Erzurum eşrafıyla sıkı temas...

*

8- Erdoğan karşıtlarına “onu yenecek alternatif benim” imajını hissettirme.

*

9- Maslahatçı isyan.

*

10- “Haksızca üzerine gidilen adam” imajına oynama.

Haber Fedai
Etiketler : abdullah gül, ahmet hakan,

Erdoğan’ın yakınındaki AKP’li vekil Abdullah Gül’ü bu fotoğrafla vurdu
1 Oca, 2018



11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün, 696 sayılı KHK’da yer alan ve sivillere yargı muafiyeti getiren düzenlemeye tepki göstermesinin yankıları hala sürüyor. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın ardından son eleştiri de AKP’li Milletvekili Ahmet Hamdi Çamlı’dan geldi
11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün, 696 sayılı KHK'da yer alan ve sivillere yargı muafiyeti getiren düzenlemeye tepki göstermesinin ardından başlayan polemik sürüyor.

Başta Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan olmak üzere AKP milletvekilleri ve köşe yazarları, Gül'ü eleştirmeyi sürdürüyor. Son eleştiri de AKP'li Milletvekili Ahmet Hamdi Çamlı'dan geldi.

AKP’Lİ ÇAMLI GÜL’Ü HEDEF ALDI
Çamlı, Twitter hesabından Gül'ün frak giydiği bir fotoğrafını paylaşarak, “Dağına göre kar veriyor adına kurban olduğum Rabbim, ya beni o zaman Cumhurbaşkanı yapsaydı, vaziyeti idare edeyim felan diyemez Ölürdüm de giremezdim şu komik İngiliz kıyafetine..!” ifadelerini paylaştı.
Fotoğrafta Gül’ün yanında, Ahmet Böken, Faruk Mercan ve Abdullah Abdülkadiroğlu gibi FETÖ’cülerin de olması mesaj olarak yorumlandı.

İlk Kurşun

"Okumuş çocuklar" Türkiye'yi terkediyor
21 Eylül 2017

AFP, Türkiye'deki eğitimli gençlerin ülkeyi terk ettiğini ve başka ülkelerde hayat kurmayı tercih ettiğini anlatan bir haber yayımladı.
Fransız haber ajansı AFP, Türkiye'deki eğitimli gençlerin ülkeyi terk ettiğini ve başka ülkelerde hayat kurmayı tercih ettiğini anlatan bir haber yayımladı.

Ajansın konuştuğu Dilara adındaki bir kadın 5 yıl önce Dubai'ye yerleşme kararı aldığında Türk ekonomisinin canlı, kültürel etkinliklerin hareketli ve Batı ile ilişkilerin iyi olduğunu, bu yüzden çoğu arkadaşının Dubai'ye taşınmasını hata olarak gördüğünü anlattı.

BBC Türkçe’nin AFP’den aktardığı habere göre; gerçek adını vermek istemeyen ve dijital pazarlama alanında uzman olan Dilara, "Ama bugün çoğu arkadaşım bana CV'lerini gönderiyor çünkü Türkiye'de kalmak istemiyorlar, özellikle de referandumdan sonra” dedi ve şu ifadelerini kullandı:

"Önceki yıllarda dönmeyi düşündüğüm olmuştu ama Türkiye'deki olaylar fikrimi değiştirdi."

Bahçeşehir Üniversitesi Sosyoloji Bölümü'nden akademisyen Ulaş Sunata ise son yıllarda eğitimli gençlerin ülkeyi terk etme trendinin hızlandığını ve bu durumun ülkeye zarar verebilecek bir beyin göçü olduğunu söyledi ve şöyle devam etti:

"Bu, ülke için önemli bir sorun. Ama bunun tek etkisi sosyokültürel olmayacak, aynı zamanda ekonomik etkileri olacak. Ülkeyi terk etmeleri Türkiye için gerçek bir dezavantaj.”

ÜÇ NEDEN

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, geçtiğimiz hafta İslam dünyasının beyin göçü sorunuyla karşı karşıya olduğundan şikayet etmiş, "En zeki öğrencilerimizi Batılı eğitim kurumlarına kaptırıyoruz" diye konuşmuştu.

Erdoğan, "Gençlerimiz kendi ülkelerinde, kendi üniversitelerinde parlak bir gelecek göremedikleri için giderek artan bir oranda Batı'ya yöneliyorlar"demişti.

AFP ise, Türkiye'yi terk eden veya terk etme planları bulunan onlarca kişiyle konuştuğunu ve başka ülkelere yerleşme gerekçelerinde üç nedenin öne çıktığını yazdı:

- Üniversite mezunları için azalan iş imkanları,

- İslami kökenli hükümet döneminde artan muhafazakarlık,

- İnsan haklarının ve özgürlüklerin azalması.

“ADALETİN OLMADIĞI BİR ÜLKEDE NE İŞİM VAR”

2016'daki darbe girişiminin ardından ekonominin son çeyrekte yüzde 5,1 büyümesine rağmen genç işsizliğinin yüzde 20,6 ile yüksek bir oranda olduğunu belirten AFP, reformların durmasının gençler için belirsiz bir gelecek anlamına geldiğini yazdı.

Adının gizli tutulması koşuluyla AFP'ye konuşan 33 yaşındaki bir İngilizce öğretmeni, "Başka yerlerde daha iyi imkanlar varken neden burada acı çekeyim ki? Adaletin olmadığı bir ülkede ne işim var?" ifadelerini kullandı.

Eşi ve çocuklarıyla birlikte ülkeyi terk etmek için ilk adımlarını attığını söyleyen öğretmen, "Daha iyi yaşam standartlarını hak ediyoruz" dedi.

26 yaşındaki bir film yapımcısı ise, ayrılık kararını "Türkiye'de artık bağımsız filmlere yer yok" diye gerekçelendirdi.

“TÜRKİYE’DE AKADEMİSYEN OLMAK CESARET GEREKTİRİR”

140 bin kişinin işinden atıldığı veya açığa alındığı, 50 binden fazla kişinin de gözaltına alındığı aktarılan haberde, bu ortamın akademiyi de etkilediğine dikkat çekildi.

Olağanüstü hal (OHAL) kapsamında 5500'den fazla akademisyenin kanun hükmünde kararnamelerle işinden atıldığını belirten AFP, doktorasını yapmak için gittiği Kanada'nın Montreal kentindeki eğitiminin ardından Türkiye'ye dönmemeye karar veren bir Türkle de konuştu.

Adını açıklamak istemeyen 28 yaşındaki kişi, "Bir akademisyen olarak siyasi düşüncelerinizi bir kere bile dile getirmek Türkiye'de sizi tehlikeye atar. Böyle bir durumda Türkiye'de akademisyen olmak cesaret gerektirir" dedi.

İletişim alanında doktora öğrencisi olan Merve de kısa süre içinde Budapeşte'deki partnerinin yanına taşınacağını söyledi. Merve hem kendisinin hem de partnerinin Türkiye'de akademik bir kariyer yürütmenin çok zor olduğunu düşündüğünü şu sözlerle aktardı:

"Herkes geleceğini düşünürken kararlar veriyor, ben de ayrılmaya karar verdim."

“İNSAN HAKLARI DEĞERLERİNİN ZAYIFLAMASINA YOL AÇIYOR”

AFP'ye göre artan muhafazakarlık ve azalan insan haklarının yanı sıra genç işsizliğinin yüksekliği de eğitimli gençlerin gitme nedenlerinden biri.

Akademisyen Sunata, ülkeyi terk etmeye en yatkın kesimlerin üniversite mezunları olduğunu şu ifadelerle açıkladı:

"Ülkeyi terk etmenin riskleri var ve bu risklerle yüzleşmeyi en fazla göze alabilecekler üniversite mezunları. Onların ayrılması, insan hakları gibi evrensel değerleri savunacak daha az insan kalmasına ve bu değerlerin zayıflamasına yol açıyor."

Öte yandan, habere göre yurtdışına gitmek her zaman kolay olmuyor.

“UMARIM BİR DAHA ASLA TÜRKİYE’YE DÖNMEK ZORUNDA KALMAM”

Türkiye'nin en prestijli üniversitelerinde uzun yıllar akademisyenlik yapan bir tarihçi, Fransa'ya gitmek için dört yıl boyunca belge hazırlaması ve iş araması gerektiğini söyledi.

AFP'nin sorularını telefondan yanıtlayan akademisyen, "Umarım bir daha asla Türkiye'ye geri dönmek zorunda kalmam" dedi.

Ajansın haberine göre, 16 Nisan'daki referandumda evet oyunun çok az farkla kazanması, umutların tamamen sönmemesini sağladı.

AFP'ye konuşan film yapımcısı "Her şey bir gecede değişmeyecek. Türkiye öngörülemez bir ülke, her şey çok hızlı değişebilir" ifadelerini kullandı.

Uzun yıllar boyunca arkadaşları yurtdışına çıkarken gitmeyi reddeden bir inşaat mühendisi ise sonunda ülkeden ayrılacak olmaktan ötürü üzüldüğünü söyledi:

"Ülkemi gerçekten seviyorum. Bu ülkeyi muhafazakarlara bırakmak istemiyorum. Kendimi kaçıyormuş gibi hissediyorum."

Odatv.com

Fehmi Koru: Abdullah Gül 'İnceldiği yerden kopsun' deme noktasına kolay gelmeyecektir
01 Ocak 2018



"Bakalım işin seyri nasıl gelişecek?"
Fehmi Koru*

Yeni yıla, bir önceki yılda pek çok kişinin “Aman böyle bir şey yaşanmasın” duasını ettiği bir gelişme ile girdik; bazıları buna ‘kavga’ da diyor…

Bunu, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ile her fırsatta kendisinden “Kardeşim” diye söz ettiği selefi 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül arasında başgösteren bir ‘çatışma’ olarak görme eğilimi yaygın.

İşin bu noktada kalmayıp daha ileri aşamalara kadar gideceğine inananlar çok. Kimileri buna şimdiden gönül bağlamış da görünüyor.

Dikkatli davranılmazsa AK Parti açısından zararlı sonuçlar verebilecek bir süreç başlayabilir.

Hatta sonradan daha zararlı bir sonuç doğacağına henüz yolun başındayken bir ilişki kesme girişimi haline dönüştürme stratejisi de uygulanmak istenebilir.

Sanki ancak ilişki koparmayla önü alınabilecek öyle bir olumsuz gelişme yaşanması kaçınılmazmış gibi…

Örnekleri pek çok

Siyaset böyle bir şey.

Geçmişte bizde ve başka ülkelerde, yukarıda değişik yönlerine işaret etmeye çalıştığım türden kavgalar, çatışmalar, ilişki kesmeler çok yaşandı.

Birbirinden asla ayrılmaz sanılan siyasi kişilikler arasında kopuşların bizim tarihimizde pek çok örneği var.

Türk tarihi biraz da böyle bir tarihtir; tek bir tarih kitabının kapağını açmayanlar bile, tarihimizden esinlenilen televizyon dizilerinden o tür örneklerin varlığını biliyorlar.

Avrupa’da da durum farklı değildir. Orada belki biraz daha nazik yaşanıyor benzer süreçler, ama yaşanıyor.

Uzak Doğu’dan, Malezya’dan da bir örnek var: Ülkenin en uzun süreyle (1981-2003) başbakanlığını yapmış olan Mahasir Muhammed ile yola birlikte çıktıkları ve devlet yönetiminin her adımında yan yana bulundukları yardımcısı Enver İbrahim arasında yaşananlar…

Malezya’nın modern tarihinin bu iki önemli ismi, tam 18 yıl aradan sonra, geçtiğimiz Haziran ayında, ilk kez tekrar biraraya gelebildi. Yeniden günlük siyasete dönen Mahasir (şu sırada 93 yaşında) birkaç gün önce, “Geçmişte benim de bazı hatalarım oldu” açıklamasını yaptı. İbrahim’in eşi eliyle yürüttüğü siyasi mücadelenin ilk seçimde başbakanlığı üstlenmeyle sonuçlanması bekleniyor.

Hiç değilse Mahasir’in beklentisinin bu olduğunu onun açıklamalarından öğreniyoruz.

2003 sonrası, Malezya için, gerçek anlamda kayıp yıllar oldu.

Oluyor böyle vak’alar siyasette; hatta en olmaz sanılan ülkelerde, akıllı bilinen siyasi figürler arasındaki vazgeçilmez sayılan dostluklar bile bir gün geliyor sona erebiliyor.

Yaşanırsa iyi mi olur?

Tayyip Erdoğan ile Abdullah Gül arasında da bu tür bir kopuş yaşanır mı?

Neden yaşanmasın, yaşanabilir elbette…

Esas soru “Yaşanır mı?” değil, esas soru şu: Yaşanmalı mı?

İşte benim başkalarından farklılaşmam o noktada.

Böyle bir kopuşun, yol ayırmanın taraflara olduğu kadar hiç kimseye, hatta en çok da AK Parti’ye yaramayacağı kanaatindeyim.

Abdullah Gül’ün en keskin dönemeçlerde bile arayı açmama kararlılığını.. görüş ayrılıkları gözlerden saklanamaz hale gelmesin diye nasıl çabaladığını.. mutlaka bir şeyler söylemesi gerektiğinde cümlelerini ve sözcüklerini seçerken gösterdiği itinayı.. siyaseti yakından gözleyen herkes yıllar içerisinde görerek öğrendi.

Cumhurbaşkanı Erdoğan son KHK’da yer alan bir müphemliğin kaldırılmasını temenni eden selefi Gül’ün tavrının kendisini ‘üzdüğünü’ söylemişti. Temenni içeren açıklaması sonrasında başgösteren tartışmanın aldığı biçimden esas Cumhurbaşkanı Gül’ün üzüldüğünü sanıyorum.

“İnceldiği yerden kopsun” deme noktasına kolay gelmeyecektir Abdullah Gül.

Ancak bizdeki ve başka ülkelerdeki örnekler, tek tarafın ilişki konusundaki itinalı tavrının bunun için yeterli olmayacağına işaret ediyor.

Bakalım işin seyri nasıl gelişecek?

Yine de kendi görüşümü kayda geçireyim: Yeni yıla böyle bir olayla başlanılması 2018’in geride bıraktığımız yıldan daha farklı geçmesini bekleyenler ve ülke için bir talihsizliktir.

*Bu yazı ilk kez fehmikoru.com'da yayımlanmıştır.

T24
ETİKETLER
gül erdoğan ayrılık haber açıklama

Fatih Altaylı: Yine kandırılmışız, yine bir yanlış üzerine bina edilen bir hayalete inanmışız



"Daha düne kadar ByLock, FETÖ’cülüğün en kesin işaretiydi"

Habertürk yazarı Fatih Altaylı, "Mor Beyin" uygulaması üzerinden Bylock'a yönlendirilen kişiler hakkında verilen tahliye kararıyla ilgili olarak "Yine kandırılmışız. Yine bir yanlış üzerine bina edilen bir hayalete inanmışız. Biraz fazla kandırılır olduk galiba" dedi. Altaylı, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ile selefi Abdullah Gül arasında yaşanan tartışmayla ilgili olarak ise, "Cumhurbaşkanı’nın Abdullah Gül’ün açıklamalarına yönelik tavrının eski cumhurbaşkanını çok üzdüğünü zannetmiyorum" ifadesini kullandı.

Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) içindeki cunta yapılanması tarafından düzenlenen darbe girişiminin "bastırılmasında" rol oynayan sivillere yargı muafiyeti getiren düzenleme için 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, "kaygı verici", "gözden geçirilmeli" yorumlarında bulunmuştu. Eski Başbakan Yardımcısı ve AKP kurucularından Bülent Arınç'ın da retweetleyerek desteklediği paylaşımlar için Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, "Kendileri tarafından yapılan o açıklama, aldığı retweet’lerle süreci çok farklı bir yere doğru işletmiştir" demişti. Erdoğan, daha sonra "düzenlemenin son derece açık olduğunu" vurgulayarak "Yazıklar olsun" ifadesini kullanmıştı. Bunun üzerine açıklama yapan Gül, şunları söylemişti:

"Bir süredir basın yayın organları ve sosyal medya üzerinden bazı milletvekilleri ve ilgili troller tarafından şahsıma karşı yapılan saygısızlık, haraket ve ahlak sınırlarını aşan saldırıların son açıklamamdan sonra giderek arttığına dikkat çekiyorum. Partimizin kuruluş ilkelerinden biri olan düşünce ve ifade özgürlüğüne inanan birisi olarak, gerekli gördüğüm durumlarda görüşlerimi açıklamaya devam edeceğim."

Fatih Altaylı'nın "Yine mi kandırıldık" başlığıyla yayımlanan (2 Ocak 2017) yazısının ilgili bölümü şöyle:

Günlerdir konuyla ilgili ne görsem okuyorum.

Habertürk’te, Hürriyet’te, diğer gazetelerde, internette, nerede görsem dalıyorum.

Hiç yoksa 50 haber falan okumuşumdur bununla ilgili, ama hâlâ hiçbir şey anlamadım.

Bahsettiğim mesele Mor Beyin.

Mutlaka siz de bununla ilgili bir şeyler görmüş, okumuşsunuzdur.

FETÖ’nün yeni bir oyunuymuş bu.

ByLock meselesi darbe girişiminden çok önce deşifre olunca, FETÖ’cüler bu Mor Beyin’i devreye sokmuşlar.

Anlayabildiğim kadarıyla bu Mor Beyin, internette dini konularla ilgili bazı anahtar kelimelerle arama yapanların mobil cihazlarına otomatik olarak ByLock programı yüklüyormuş ya da bu cihazlarda ByLock programı varmış gibi algılanmasını sağlıyormuş.

Bu yüzden de on binlerce ByLock kullanıcısı oluşmuş.

Eğer anladığım buysa ve Mor Beyin böyle bir şey ise...

Doğru mudur acaba bu?

Bilmiyorum.

Çünkü daha düne kadar...

- ByLock, FETÖ’cülüğün en kesin işaretiydi.

- Telefonlara ByLock’u uzaktan yüklemek mümkün değildi.

- ByLock’un varsa kesin FETÖ’cüydün.

- ByLock’un varsa ne kamuda ne özel sektörde çalışman mümkün değildi.

- ByLock’u olan on binlerce kişi kesin FETÖ’cü oldukları için işinden gücünden olmuş, soruşturmaya, davalara maruz kalmıştı

- Bu konuda zerre şüpheye, katre tartışmaya gerek yoktu.

- “Yahu durun bir bakalım” diyen bile FETÖ’cüydü.

Şimdi birdenbire Mor Beyin çıktı, ByLock kullananlar aklandı.

Bende ise yine bir şüphe.

Aklıma şunlar gelmiyor değil...

- Öyle isimlerde ByLock çıktı ki, buna bir kılıf gerekiyordu.

- ByLock’un kesin delil olduğunu, kargaşa yaratmak için kripto FETÖ’cüler uydurmuştu.

- ByLock delil melil değildi, ama o günlerde bazılarına işlem yapabilmek için böyle bir şey gerekiyordu.

Bunların hiçbiriyle ilgili bir yanıtım yok.

Ama gördüğüm, anladığım şu:

Yine kandırılmışız. Yine bir yanlış üzerine bina edilen bir hayalete inanmışız.

Biraz fazla kandırılır olduk galiba.

***********
(..)

Konjonktüreldir, takmayın

Cumhurbaşkanı’nın Abdullah Gül’ün açıklamalarına yönelik tavrının eski cumhurbaşkanını çok üzdüğünü zannetmiyorum.

Gül mantıklı bir siyasetçi olarak, Erdoğan’ın böyle bir tutum almasının doğal ve haklı olduğunu anlayacak olgunluktadır.

Gül’ü asıl üzen veya düşünmesine neden olan, AK Parti içindeki kimi isimlerin ve hükümete yakın medyanın kendisine koro halinde küfretmesidir muhtemelen.

Ama Abdullah Gül şunu da bilecek kadar eskidir siyasette ve AK Parti’de.

Eğer bugün güç kendisinde olsaydı kendisine sövme yarışına girenler, kendisini övme yarışında olurlardı.

Ve yarın eğer güç yeniden kendisine geçerse, bugün kendisine sövenlerin, çevresinde “En büyük sizsiniz Abdullah Bey” diye toplanacaklarını ve sosyal medya arşivlerinden dün yazdıklarını silmeye çalışacaklarını da bilir.

O yüzden kimse siyasette övgüyü ve yergiyi çok önemsemesin.

Tamamen konjonktüreldir.

Güç neredeyse övgüler oradadır.

T24
ETİKETLER
fatih altaylı khk bylock mor beyin habertürk gazetesi

ABD kulisi: Türkiye’ye dört yaptırım paketi masada, ‘teröre destek’ de var
02/01/2018



ABD’nin Türkiye’ye yaptırım uygulaması için dört ayrı çalışmanın Kongre gündeminde bulunduğu öne sürüldü.

Çalışmalar ilişkileri allak bullak edecek seviyede: ‘S-400 alımı’ konusunda ‘banka ve şirketler’e, ‘Rusya’ya yönelik hamleler’ kapsamında ‘Türk Akımı’ doğalgaz boru hattına, ‘Hakan Atilla davası’ kapsamında ‘bankalar’a, ‘teröre destek’ kapsamında bazı ‘kurumlar’a yaptırımlar söz konusu.

Habertürk Washington Temsilcisi Serdar Turgut bugünkü yazısına göre yaptırım modelleri üzerindeki çalışmaları tamamlandı. Hatta yaptırımların art arda mı yoksa aynı anda mı uygulamaya konması üzerinde değerlendirme aşamasına gelindi.

Yazıya konu olan olası yaptırımlar özetle şöyle:

1. Şirket ve bankalara S-400 yaptırımı

Rusya’dan S-400 füzeleri almasının, NATO üyesi Türkiye’ye otomatik yaptırımlar getirilmesi gerektirdiğini düşünen bir kesim var. Rusya yaptırımlarına destek olan grup da bunları destekliyor. Eğer bu gerçekleşirse füzelerin alınmasında etkin Türk şirketleri ve bankalarına, Amerikan şirketleri ve bankalarıyla iş yapma yasağı getirilmesi düşünülüyor.

2. Rusya üzerinden Türk Akımı yaptırımı

Rusya ile Türkiye’nin ortak girişimi doğalgaz boru hattı projesi ‘Türk Akımı’ nedeniyle Rusya üzerinden ikincil yaptırımlar Türkiye’ye yayılabilir.

3. Terör gruplarına ‘kurum’ adı verilerek yaptırım

3- Bölgede bazı terör gruplarına destek verdiği iddiasıyla Türkiye’ye yeni yaptırımlar getirilebilir. Bu bağlamda, Türkiye’de hedeflenen kişi ve kurumların adı verilerek yaptırımlar getirilmesi (targeted sanctions) söz konusu.

4. ‘Hakan Atilla’ davasına bağlı davalar

ABD Hazinesi’nde bazı bankalara yaptırımlar getirilmesi üzerine çalışmalar sürdürülüyor. Bunların ortaya çıkarılması için yarın devam edilecek ‘Atilla davası’nın sonucunun alınması bekleniyor. Ayrıca ABD Hazinesi’nin Türkiye’ye aynı bağlamda yeni davalar açması da gündemde.

Aceleci olmayanlar bile dönmüş

Turgut, yazısının sonunda şu bilgiyi verdi: “Özellikle Kongre’de, Türkiye’nin İsrail’e yönelik tavrının çok rahatsızlık yarattığı, yaptırımlar konusunda aceleci olunmamasını isteyen üyelerin bile bu gelişmeden sonra diğerleri gibi hızlı kararlar alınmasından yana olmaya başladıkları anlatılıyor.”

Diken

Star yazarı: Gül, "AK Parti'ye karşı ne yapabiliriz" temalı toplantıların baş konuğu oldu!
02 Ocak 2018



Star yazarı Ahmet Kekeç, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ile selefi Abdullah Gül arasında başlayan tartışmayı değerlendirdi. Gül'ün "ayıp ettiğini" savunan Kekeç, "Sessiz kaldığı ve dava arkadaşlarını yalnız bıraktığı gibi, 'AK Parti’ye karşı ne yapabiliriz?' temalı toplantıların da neredeyse baş konuğu oldu" diye yazdı.

Ahmet Kekeç'in "Konuşması gereken yerde susan bir dava arkadaşı!" başlığıyla yayımlanan (2 Ocak 2017) yazısının ilgili bölümü şöyle:

Sayın Abdullah Gül, kendisine yönelik eleştirileri “trol saldırısı” olarak yorumluyor.

Ne kadar ayıp!

Evet, sosyal medyada isimsiz, cisimsiz ve çoğunlukla bir rumuzun arkasına gizlenmiş eşhastan maksadını aşan yorumlar, küfürler, hakaretler gelmiştir.

Kime gelmiyor ki?

Sayın Gül, “dava arkadaşım” dediği Erdoğan’a hangi küfürlerin edildiğini biliyor mu?

Bu durumda Erdoğan’ın da, o trol saldırısından Gül’ü ve çevresini sorumlu tutması, incinme hakkını dava arkadaşları aleyhinde kullanması mı gerekiyor?

Erdoğan, sadece trollerin değil, ismi cismi olan ve toplumda saygın bir yer edinmiş kişilerin de “sistematik” saldırılarına ve sataşmalarına maruz kalıyor.

Mesela, Davutoğlu muhiplerinin çıkardığı bir gazetenin toplumda yer edinmiş “saygın” yazarları, 15 Temmuz girişimine kadar, sistematik bir biçimde “üst akıl”kavramlaştırmasıyla dalga geçen, Erdoğan’ı “paranoyaklıkla” suçlayan yazılar yazdılar...

Bununla yetinmediler; diktatörden Hitler esintilerine, Midas’ın eşşek kulaklarından otoriter rejime ve popülizme, hamasi dış politikadan eyyam siyasetine, demedikleri lafı bırakmadılar...

Sayın Abdullah Gül, her biriyle “yakından” hukuk geliştirdiği bu insanlara, bu saygın yazarlara, “Bu sözler kırıcıdır, inciticidir, haksızlıktır. Ayrıca vicdansızlıktır. Yapmayın arkadaşlar!” demedi.

Bunu demediği gibi, gitti, o saygın yazarlarla aynı masada oturup “görüntü” verdi; “Benim yerim burasıdır” dedi.

Hayırlı uğurlu olsun...

(..)

Şunu diyoruz: “Ayıp oluyor... Gerçekten çok ayıp oluyor.”

Son KHK çıkışı tepkiyle karşılanınca, Sayın Abdullah Gül birden “sorumluluğunu” hatırladı: “Ben hayatımı millete devlete hizmetle geçirmiş eski bir Cumhurbaşkanıyım. Önemli konularda görüşlerimi halkça paylaşmak da önemli bir sorumluluk benim için. Partimizin kuruluş ilkelerinden biri olan düşünce ve ifade özgürlüğüne inanan birisi olarak, gerekli gördüğüm durumlarda görüşlerimi açıklamaya devam edeceğim.”

Mesele tam da bu işte...

Gerekli durumlarda görüşlerini açıklayan ve “dava arkadaşları” aleyhinde bir durum oluşturan, daha doğrusu oluşmasına katkıda bulunan Sayın Gül, konuşması gereken bazı durumlarda “susmayı” ve “uzaklaşmayı” tercih etti.

Mesela, FETÖ’nün Çankaya’yı da dinlediği, bu durumu nasıl karşıladığı sorulmuştu kendisine...

Beklenen cevap şuydu: “İllegal dinleme yapmak suçtur.”

Bunu demedi.

Dava arkadaşlarını hedefe koyan şöyle (“enteresan”) bir açıklama yaptı: “Benim bir şeyden korkum yok.”

Demek ki dava arkadaşları, bir şeylerden korktukları için illegal dinlemelere karşı çıkıyorlardı.

Partisi ve “dava arkadaşları”, hatta ülkesi, 2012 yılından itibaren, Batı patentli bir “saldırı dalgası”nın altında “beka savaşı” veriyor ama konuşması gereken Gül susuyor.

Bu “suskunluğun” politik bir tercihten kaynaklandığını hatırlatmaya gerek var mı?

Partisi ve halefi türlü gaileler atlattı.

Sessiz kaldı.

(..)

Sessiz kaldığı ve dava arkadaşlarını yalnız bıraktığı gibi, “AK Parti’ye karşı ne yapabiliriz?” temalı toplantıların da neredeyse baş konuğu oldu.

Bu mudur yani?

Dava arkadaşlığı böyle bir şey midir?

T24
ETİKETLER
star gazetesi abdullah gül tayyip erdoğan akp

Erdoğan’dan kadro isteyen taşerona: Ne kadrosu, çalışıyorsunuz işte
01/01/2018



Yüzbinlerce taşeron işçiye KHK’yla kadro yolu açılırken, kamu iktisadi teşebbüslerinde (KİT) çalışan taşeron işçilerin kadroya alınmayacağı belirtilmişti.

Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek de “KİT’lerin taşerona kadroya dahil edilmesi son derece yanlış olur” demişti.

‘Ne kadrosu’

Evrensel’in haberine göre bir taşeron işçi, Erdoğan’a “KİT’lere kadro, şeker fabrikalarına kadro başkanım” dedi.

Erdoğan da ellerini iki yana açarak “Ne kadrosu yahu, çalışıyorsunuz işte” karşılığını verdi.
Diken

AKP medyasının hedef tahtasında Abdullah Gül var; Erdoğan'ın tepkisinden sonra kim, ne yazdı?
02 Ocak 2018

Erdoğan, Gül'e "Yazıklar olsun" demişti

11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün, olağanüstü hâl (OHAL) kapsamında çıkarılan 696 sayılı kanun hükmünde kararnameye (KHK) yönelttiği eleştiriler, çok sayıda yazarın köşesinde gündem oldu. İktidara yakınlığıyla bilinen gazeteciler, &qu
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Sal Oca 02, 2018 10:06 pm tarihinde değiştirildi, toplam 1 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Sal Oca 02, 2018 7:50 pm    Mesaj konusu: AKP medyasının hedef tahtasında Abdullah Gül var Alıntıyla Cevap Gönder

Jüri kararı: Atilla ‘kara para aklama’ hariç altı farklı suçun beşinden suçlu bulundu
03/01/2018



New York’ta tutuklu olarak yargılanan eski Halkbank genel müdür yardımcısı Mehmet Hakan Atilla’nın tek sanık olarak yargılandığı davada, jüri kararını açıkladı.

Atilla, kara para aklama dışında altı farklı suçun beşinden suçlu bulundu. Karar okunurken Atilla’nın ifadesiz kaldığı görüldü.

Atilla’nın cezasını Yargıç Richard Berman belirleyecek.

Atilla, ABD’nin İran’a uyguladığı ambargoyu delme, bankacılık sahtekarlığı, kara para aklama, ABD yasalarını delmek için işbirliği yapıp komplo kurma, bankacılık sahtekarlığı ve kara para aklama suçlamalarını defalarca işleme suçlamalarıyla tutuklu olarak yargılandı.

New York Güney Bölgesi Federal Mahkemesi’nde 27 Kasım’da başlayan duruşmalar sürecinde seçilen jüri heyeti ortak bir karara varamadığı için dava yeni yıla kalmıştı.

12 jüri üyesinin Atilla’ya yöneltilen altı farklı suçun her birine ayrı ayrı karar verdi ve bütün kararları oybirliğiyle aldı.
Diken

size=24]AKP medyasının hedef tahtasında Abdullah Gül var; Erdoğan'ın tepkisinden sonra kim, ne yazdı?[/size]
02 Ocak 2018



Erdoğan, Gül'e "Yazıklar olsun" demişti

11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün, olağanüstü hâl (OHAL) kapsamında çıkarılan 696 sayılı kanun hükmünde kararnameye (KHK) yönelttiği eleştiriler, çok sayıda yazarın köşesinde gündem oldu. İktidara yakınlığıyla bilinen gazeteciler, "zor günlerde Erdoğan'ın yanında olmamakla" itham ettikleri Gül'e sert ifadelerle tepki gösterdiler.

Gül - Erdoğan tartışması nasıl başladı?

Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) içindeki cunta yapılanması tarafından düzenlenen darbe girişiminin "bastırılmasında" rol oynayan sivillere yargı muafiyeti getiren düzenleme için 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, "kaygı verici", "gözden geçirilmeli" yorumlarında bulundu. Gül'ün, KHK'larla ilgili resmi Twitter hesabında yaptığı iki paylaşımı, 28 Aralık saat 17:53'e kadar toplam 9288 kişi retweetledi, 29511 kişi beğendi, 4722 kişi yorumladı. Eski Başbakan Yardımcısı ve AKP kurucularından Bülent Arınç'ın da retweetleyerek desteklediği paylaşımlar için Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, "Kendileri tarafından yapılan o açıklama, aldığı retweet’lerle süreci çok farklı bir yere doğru işletmiştir" dedi. Erdoğan, "düzenlemenin son derece açık olduğunu" vurgulayarak "Neye dayanarak böyle bir muğlaklıktan bahsediyorsunuz?" ifadesini kullandı.

Kim, ne dedi?

Ahmet Takan - Yeniçağ:
​"Kaotik bir ortamda gerginliğin artarak devam ettiği siyasetin kulislerinde -özellikle AKP'de- Abdullah Gül'ün çıkış yapmasının 'an meselesi' olduğu konuşuluyor. İktidar kulislerinden pompalanan söylentilere göre, Abdullah Gül, R. Erdoğan'a 'gidişatın çok kötü ve tehlikeli olduğunu, bundan vazgeçmesi gerektiği' konusunda çok dil dökmüş ancak 'dinletememiş.' Yine iddialara göre, 'Abdullah Gül, yakında, bir yanına Ali Babacan'ı diğer yanına eski bir yüksek yargı organının başı olan ismi alarak açıklama yapmaya hazırlanıyor'muş."

Yaşar Aydın - Birgün:
"Aldığımız bilgilere göre Gül’ün çalışma ofisinin trafiği hiç olmadığı kadar arttı. Üstelik gelen konuklar sadece siyaset içinde de değil. İş dünyasından, eski bürokratlara, cemaat ve aşiret mensuplarına kadar uzanan geniş bir yelpaze Gül’ün konuğu olmaya başladı. 11. Cumhurbaşkanı’nın hızlanan trafiğini son bir aylık sosyal medya takibinden bile çıkarmak mümkün. Gül, siyasette alacağı pozisyon konusunda artık kararını vermişe benziyor. Son birkaç aylık gelişmeler ışığında ‘macunun tüpten çıktığını’ söyleyebiliriz."

Elif Çakır - Karar:
"Kendisi de hukukçu olan AK Parti Genel Başkan Yardımcılarından Bülent Turan, bir hukukçu gibi davranmak ve yasal düzenlemede var olan maddi hatalara kafa yormak yerine Abdullah Gül’e cevap yetiştirmeyi tercih etti. Abdullah Gül diyor ki: 'Bu maddenin hukuk diliyle bağdaşmaması, muğlaklıların olması hukuk devleti anlayışı açısından kaygı vericidir'. Kaygısı, üzüntüsü bu. Bülent Turan da diyor ki: 'Abdullah Gül’ün durumu kaygı vericidir. Ben onun durumuna üzülüyorum'. Kaygısı, üzüntüsü bu."

Okan Müderrisoğlu - Sabah:
"Sn. Gül, geleneksel 'orta yolcu' yaklaşımını sürdürmekle kalmadı hem AK Parti karşıtı kitleye hem de AK Parti içindeki kimi unsurlara mesaj göndermeyi denedi. Bu duruş, gerek 2019 gerekse sonrası bakımından artık kaçınılmaz kırılma ve karşılaşmaya işaret niteliğindeydi."

Abdurrahman Dilipak - Yeni Akit:
"Gül’ün sosyolojik tabanı yok. İdeolojik bir tabanı da. Eylemlerinde 'stratejik bir derinlik' de yok. Yani gerçek anlamda bir başarı ihtimali yok. Ama eğer AK Partiyi yaralamak, Erdoğan’ı düşürmek başarı ise, FETÖ’ye basamak olmak bir başarı ise onu bilmem. Ama bu millet belli olmaz, bu girişimi yeni bir '15 Temmuz' olarak algılarsa Gül ve ona destek verenlere yazık olur."

Fehmi Koru:
"Cumhurbaşkanı Erdoğan son KHK’da yer alan bir müphemliğin kaldırılmasını temenni eden selefi Gül’ün tavrının kendisini ‘üzdüğünü’ söylemişti. Temenni içeren açıklaması sonrasında başgösteren tartışmanın aldığı biçimden esas Cumhurbaşkanı Gül’ün üzüldüğünü sanıyorum. 'İnceldiği yerden kopsun' deme noktasına kolay gelmeyecektir Abdullah Gül. Ancak bizdeki ve başka ülkelerdeki örnekler, tek tarafın ilişki konusundaki itinalı tavrının bunun için yeterli olmayacağına işaret ediyor. Bakalım işin seyri nasıl gelişecek?"

Fatih Altaylı - Habertürk:
"Dün bir AK Partili dostum aradı. 'Gül’ü savunuyorsun ama hata ediyorsun' diye. 'Savunmadım. Gül’ü eleştirdiğim zamanlarda beni arayıp ‘Yapma’ diyen de sensin. Ben sadece saygı gösterilmesini istedim. Bundan da mı gocunuyorsunuz?' dedim. Yıllardır Abdullah Gül’le görüşmemişim. Bir gezisine katılmayı son anda iptal ettiğim için zaten yıllardır bana kızgın. Üstelik de Gül’ün kokmaz bulaşmaz tavrını yıllardır eleştiren benim. Ama 'Yahu adama saldırmayın' dediğim için kızılan da benim. Bunları söyleyince AK Partili dostum şöyle dedi: 'Sen bir bak bakalım, Abdullah Gül son aylarda kaç kez İngiltere’ye gitmiş'. İşin vardığı noktaya bakar mısınız! Artık seyahat özgürlüğü bile sınırlı."

Ahmet Hakan - Hürriyet:
"Eğer Abdullah Gül tepkiyi gerektirecek, öfkeyi çekecek, muazzam bir itirazı hak edecek, ortalığı karıştıracak, kızgınlığa neden olacak bir şey söylemiş olsaydı kaybeden Abdullah Gül olurdu. Ama Abdullah Gül, tepkiyi gerektirecek, öfkeyi çekecek, muazzam bir itirazı hak edecek, ortalığı karıştıracak, kızgınlığa neden olacak bir şey söylemediği halde tepkilere maruz kaldı. Ve kazanan Abdullah Gül oldu."

Ahmet Kekeç - Star:
"Cuma namazı çıkışlarında aktif bir siyasetçi gibi siyasi açıklamalar yaptı ve mütemadiyen 'dava arkadaşlarını' suçladı. Baykal’a cevap verdiği konuşmasında, 'Bilgimi, tecrübemi yeri geldiğinde ülkem için paylaşma sorumluluğum var' diyordu ama bilgisine ve tecrübesine ihtiyaç duyulduğu netameli dönemlerde kenarda durmayı (elini taşın altına koymamayı) tercih etti. Sık sık, 'dava arkadaşlarımın suskunluğunu üzüntüyle karşılıyorum, içerliyorum' diye beyanat verse de, aktif siyasetçilik döneminde kendisinde çok şey vehmetmiş yurttaşlar olarak biz de onun temellük ettiği yeni 'pozisyona' ve dava arkadaşlarıyla aynı karede görünmeme hassasiyetine içerledik, içerliyoruz."

Kurtuluş Tayiz - Akşam:
"Mesele, Abdullah Gül’ün AK Parti tabanı ile Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı test etmeye kalkmasıdır. 2019’a doğru AK Parti ve seçmenin Erdoğan’la ilişkisi ve bağlılık oranı anlaşılmaya çalışılıyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın gecikmeden konuya dahil olması ve Abdullah Gül’e sert şekilde cevap vermesi de her şeyin farkında olduğunu gösteriyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan, son çıkışıyla (Gül’e dönük eleştirisiyle) AK Parti’yi bölecek hiçbir yaklaşımı alttan almayacağı ve doğrudan karşısına dikileceği mesajını verdi. Abdullah Gül, kendince 2019’a doğru etkisini, gücünü sınama gereği duyuyor."

Murat İde - Yeniçağ:
"8 yıl önceki 'Adayımız kardeşim Abdullah Gül', öyle suya sabuna da dokunmadan, iki laf etti diye, statüsü 'Yazıklar olsun' seviyesine indi. Tutturdular bir 'Kemal'in kayığı' muhabbeti, işlerine gelmeyen herkes, o kayığın yolcusu ilan ediliyor dakkada. Bu da bir başka taktik aslında. Bir taşla iki kuş misali.. Hem itiraz edenlere gider yapıyorlar hem de itiraz eden herkesi 'Kemal'in Kayığı' dediğiniz o torbaya dolduruyorlar. Sonra sen uğraş dur, kayıkta olmadığını ispatlamaya. Gerçi ben de böyle yazıp çiziyorum ama inşallah Cumhurbaşkanı denk gelmez yazıma. Kardeşim dediğine 'Yazıklar olsun' diyen, bana neler demez ki."

Mehmet Metiner - Star:
"Karşınızda ölüm kusan silahlarını size doğrultmuş darbeci teröristlere “bir fiske bile kondurmayın, zinhar bir tokat bile indirmeyin ha, sonra hesap sorulur sizden!” demeye getirenler bal gibi darbe yanlısıdırlar. Onlara kızmıyorum, zira onlar kendilerine verilen rolü oynuyorlar. Lakin bizim mahalledeki kimi eski siyasetçilerin ve yazarların FETÖ’nün siyasi parti ve ayaklarıyla aynı telden çalmaları hem üzücü hem düşündürücü değil mi? Herkes kendi rolünü oynuyor ve saflar giderek netleşiyor. 'Devamı'nı merak edenlere cevabımdır: 15 Temmuz’un devamında yeni 15 Temmuz’lar gelirse halkımızın darbeci teröristlere karşı şanlı direnişi devam eder. Varsın o darbeci teröristlerin 'siyasi itler'i ürümeye devam etsinler. Ama biz asla darbeci teröristlere gül dağıtanlardan olmayız."

Abdulkadir Selvi - Hürriyet:
"Abdullah Gül farklı bir faza geçti. Üzerindeki 'parti kur' baskısını, 'Ben geçmişte parti kurdum. Parti kurmanın ne demek olduğunu bilirim' diye savuşturuyor, 'Sokak ne diyor, sokağa bakmak lazım' diye halkı işaret ediyordu. Son dönemlerde Gül için, 'Yüz bin imza ile Erdoğan’a karşı hayır blokunun ortak adayı olarak çıkmak istiyor' senaryosu konuşulmaya başlandı. Erdoğan her şeyin farkındaydı. O nedenle son çıkışıyla Gül ile AK Parti seçmeni arasına mesafe koydu. Bu tür durumlarda geri çekilmeyi tercih eden Gül ise bu kez geri adım atmadı. Erdoğan ile Gül arasındaki mücadele yeni sürece girdi. Sonunda kazananın Erdoğan olacağı bu süreci dikkatle izlemekte yarar var."

Etyen Mahçupyan - Karar:
"Eğer AK Parti’nin bir ‘yolu’ varsa, şu an yürünen yolun o yol olmadığını görüyor ve biliyoruz. Şimdi gelinen yol koşulların zorlaması ile ortaya çıkmadı. Uygun koşullar altında ‘tercih’ edildi… Dolayısıyla AK Parti’nin kuruluş ve olgunlaşma döneminde savunulup benimsenen ilkelere baktığımızda, asıl ‘yoldan ayrılanların’ 16 Nisan’da ‘evet’ demeyenler ve şimdi KHK eleştirisi yapanlar olmadığını da görüyor ve biliyoruz. Mesele Abdullah Gül veya herhangi birinin siyasete girme ya da Erdoğan’a rakip çıkma hevesi değil. Mesele gelinen noktanın ne kadar AK Partili olduğu."

Ahmet Yavuz - Milli Gazete:
"Gül ve ekibinin, hareketin kurucusu ve Cumhurbaşkanı olarak; kabineden, Saray’dan ve genel merkezden ve milletvekillerinden bazı isimlerle görüştüğü biliniyor. İşte Erdoğan’ın sert Gül tepkisi de KHK’dan değil, bundan! Erken doğuma zorluyor! Peki, şu an ülkede gücünü pek çok noktada tahkim etmiş Erdoğan’ın karşısına 'içeriden' çıkacak cesaret kimde var? Dahası AK Parti’den de, diğer bütün partilerin tabanından oy alabilecek potansiyel siyasi tecrübe kimde? Bu noktada fikirler müşterek! Nitekim Fazilet Partisi’nin Mayıs 2000’deki kongresinde aday çıkan da Abdullah GÜL’dü. 2018 siyasi ezberleri alt üst edecek"

Yaşar Hacısalihoğlu - Akşam
"Bu zeminde denenecek bir başka şer çabası, AK Parti’ye yönelik olacaktır. AK Parti içinde bir gedik açabilmek en büyük hedef olacaktır. Son günlerde bu konuda kıpırdanmaların başlaması açıkça buna işaret etmektedir. Cumhurbaşkanı Erdoğan’sız AK Parti projesinin yeni gelişmelerle ve yeni hamlelerle canlı ve diri tutulmasına çalışıldığını görmek gerekir. Bu proje için en büyük destek, hiç kuşkusuz küresel çevrelerden gelecek ve Türkiye’yi Batı kurumları üzerinden sıkıştırmaya çalışarak, akıllarınca çaresiz bırakmayı başarıp, teslim olmasına çalışılacaktır. Bu noktada hem Türkiye’nin, hem de AK Parti’nin sözüm ona kurtarıcısı sahne alacak. Şimdilerde bu aktörün cesaretlenme sürecine girdiğini görmek gerekir."

Murat Kelkitlioğlu - Akşam
"Geçen yılın en önemli siyasi adımı 16 Nisan referandumu ve Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ydi. Gül, Türkiye’nin adeta geleceğinin oylandığı bu referandum sürecinde de pek ortalıkta gözükmemiş. Tablo bu olunca ‘Hayırdır’ diye sormayalım da ne yapalım? Türkiye 2019’daki kritik Cumhurbaşkanlığı seçimine giderken, Abdullah Gül’ün 'daha fazla konuşma' isteğini, konuşmaya duyduğu özlemle açıklayabilir miyiz? Belli ki bu süreçte saflar daha da netleşecek! Bakalım “konuşmak”, eski Cumhurbaşkanı ve ona bel bağlayanlar için neler getirecek? Yaşayıp, göreceğiz."

Ayşe Böhürler - Yeni Şafak:
"Kendisi de yol arkadaşı olan, sırt sırta mücadele verdiği Erdoğan’ın karşısına çıkmanın hoş bir şey olmadığını çeşitli vesilelerle dile getirdi ya da ima etti. Mevkiini, konumunu ve itibarını yıpratmamayı tercih etti. Siyasi çalışmalarına ilişkin iddiaları ise hiç yalanlamadı. Ancak aynı fikrin, partinin, siyasetin içinde birlikte harmanlandıkları Erdoğan’ı karşısına alan hiçbir açıklama yapmadı. Keza tam tersi de vuku bulmadı. Bu durumun değiştiğine ilişkin sinyaller KHK ile ilgili açıklamayla geldi. Sn. Gül’ün vermek istediği mesajı en iyi okuyanlardan birisi tabii ki Sn. Erdoğan oldu. Tunus uçağında yaptığı açıklamayla Abdullah Gül’e hodri meydan ya da başka bir deyişle 'yamacıma gel' dedi. Bir manada karar kılma sürecini hızlandırdı."

Erem Şentürk - Diriliş Postası:
"Şimdi gelelim asıl derde! Bütün bunları Twitter üzerinden yazdınız ya hani. Hah! İşte o mecrada vatandaşın size verdiği cevabı dikkate alma vaktiniz geldi. Vatandaş size demiş ki: 'Artık hayal kırıklığı değilsiniz'. Son olarak, sosyal medyada KHK ile ilgili olarak yazdığınız 'muğlak' mesajın ardından size gelen eleştirilere, en yakın çalışma arkadaşınız Osman Cangal, 'İt ürür kervan yürür' şeklinde cevap vermiş. Bence şu muğlaklığı ortadan kaldırıp, her fırsatta sözünü ettiğiniz ilkelerin hatırına, tam olarak kimin it, kimin kervan olduğunu izah etmelisiniz. Malum, sizin de eleştirdiğiniz gibi izaha muhtaç boşluklar, muğlaklık meydana getiriyor. Dediğim gibi, asıl muğlak olan sizsiniz."

Hüseyin Gülerce - Star
"Sayın Gül, Türkiye için değil, kendisi için önemli konularda konuşuyor. Artık Erdoğan ile Gül arasındaki köprüler atıldı. Bu, yeni bir dönem demek. Spekülasyonlar var. Muhalefetin ikinci turda Erdoğan’ın karşısına Gül’ü çıkartacağı söyleniyor. 100 bin imza ile Gül’ün aday olabileceği belirtiliyor. Gül üzerinden hesap yapanlar, Erdoğan’ın kazanmaması için çabalıyor. Millette karşılığı olmayan hiçbir siyasi hamle, hedefe varamaz. Gül’ü düşünenler, belli ki AK Parti tabanının Gül tepkisinden haberdar değiller."

Rasim Bolbol - Yeni Akit
"Gül de 'Karar'ını çoktan vermişe benziyor. Erdoğan’ın 'ciddi hatalar' yaptığını ve bazı söylemlerinin 'kabul edilemez' olduğunu dillendirenlere kucak açan, 'ihanet'i itiraz, 'fitne'yi ise çok seslilik olarak pazarlayan, AK Parti’nin 'tek parti' dönemini hatırlatan bir politika takip ettiğini iddia eden, parti içinde ‘parmak sallayan’ların tasfiye edilmesi gerektiğini öğütleyip 'Mesele öyle teşkilatlardaki değişimle halledilebilecek bir mesele değil' diyerek siyasi mühendisliğe soyunan, Erdoğan’ın bir yandan 'Gurur, kibir bize yakışmaz' deyip, diğer yandan da önüne gelene 'Sen kimsin', 'Haddini bil!' diye çıkıştığını yazan, zevatın buluştuğu bir gazeteyi ziyaret etmek, 'Gül 2019 seçimlerine hazırlık yapıyor' iddialarının boş olmadığını cümle âleme göstermektir. AK Parti içinden çıkacak hem İslamcı, hem Batı’yla iyi geçinen yeni bir partinin müjdesini(!) aylar önceden verenlerle, o müstakbel partinin başına getirtilmek istenen 'geçmiş Cumhurbaşkanı'nın aynı çatı altında buluşması, tek kelimeyle safları açık seçik belli etmektir."

T24
ETİKETLER
tayyip erdoğan abdullah gül akp köşe yazarları

Milli Gazete yazarı: Erdoğan erken doğuma zorluyor, Gül ve ekibi, Saray'dan bazı isimlerle görüşüyor!
02 Ocak 2018



"Artık ya parti kur ya ortak bir platformun adayı ol"

AKP'yi kuran çekirdek kadronun içinde yetiştiği Milli Görüş çizgisinin yayın organı Milli Gazete'nin yazarı Ahmet Yavuz, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ile selefi Abdullah Gül arasında başlayan tartışmayı değerlendirdi. Yavuz, "Gül ve ekibinin, hareketin kurucusu ve Cumhurbaşkanı olarak; kabineden, Saray’dan ve genel merkezden ve milletvekillerinden bazı isimlerle görüştüğü biliniyor. İşte Erdoğan’ın sert Gül tepkisi de KHK’dan değil, bundan. Erken doğuma zorluyor" iddiasını ileri sürdü.

Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) içindeki cunta yapılanması tarafından düzenlenen darbe girişiminin "bastırılmasında" rol oynayan sivillere yargı muafiyeti getiren düzenleme için 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, "kaygı verici", "gözden geçirilmeli" yorumlarında bulunmuştu. Eski Başbakan Yardımcısı ve AKP kurucularından Bülent Arınç'ın da retweetleyerek desteklediği paylaşımlar için Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, "Kendileri tarafından yapılan o açıklama, aldığı retweet’lerle süreci çok farklı bir yere doğru işletmiştir" demişti. Erdoğan, daha sonra "düzenlemenin son derece açık olduğunu" vurgulayarak "Yazıklar olsun" ifadesini kullanmıştı. Bunun üzerine açıklama yapan Gül, şunları söylemişti:

"Bir süredir basın yayın organları ve sosyal medya üzerinden bazı milletvekilleri ve ilgili troller tarafından şahsıma karşı yapılan saygısızlık, haraket ve ahlak sınırlarını aşan saldırıların son açıklamamdan sonra giderek arttığına dikkat çekiyorum. Partimizin kuruluş ilkelerinden biri olan düşünce ve ifade özgürlüğüne inanan birisi olarak, gerekli gördüğüm durumlarda görüşlerimi açıklamaya devam edeceğim."

Ahmet Yavuz'un "Erdoğan bu adamlara dikkat etmeli!" başlığıyla yayımlanan (2 Ocak 2017) yazısının ilgili bölümü şöyle:

Gül'ün çıkışı

Erdoğan ile Gül ilk kez açıktan tartışıyor. Restleşiyor. Bu noktada Abdullah Gül’e, “Artık ya parti kur ya ortak bir platformun adayı ol! Çık milletin karşısına, daha fazla oyalama!” baskısı artıyor.

Nitekim Gül ve ekibinin, hareketin kurucusu ve Cumhurbaşkanı olarak; kabineden, Saray’dan ve genel merkezden ve milletvekillerinden bazı isimlerle görüştüğü biliniyor. İşte Erdoğan’ın sert Gül tepkisi de KHK’dan değil, bundan! Erken doğuma zorluyor!

*

Peki, şu an ülkede gücünü pek çok noktada tahkim etmiş Erdoğan’ın karşısına “içeriden” çıkacak cesaret kimde var?

Dahası AK Parti’den de, diğer bütün partilerin tabanından oy alabilecek potansiyel siyasi tecrübe kimde? Bu noktada fikirler müşterek!

Nitekim Fazilet Partisi’nin Mayıs 2000’deki kongresinde aday çıkan da Abdullah GÜL’dü. 2018 siyasi ezberleri alt üst edecek!

T24
ETİKETLER
milli gazete abdullah gül tayyip erdoğan ahmet yavuz 2019

"Reis rejiminde değişim, AKP'nin kendi içinden gelecek"
02 Ocak 2018



"Sigmund Freud’un o ünlü cümleyi kurduğu yerdeyiz, nevrotik hatırlamaz, tekrarlar"

İzmir Ekonomi Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde görevli Yrd. Doç. Dr. Zafer Fehmi Yörük, "cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi"nin yüzde 51.4 "evet" oyuyla kabul edildiği halk oylamasında vatandaşların "reis rejimine yeşil ışık yakmadığını" savundu. Yörük, "Değişim ana muhalefetten ya da İyi Parti'den değil, AKP'nin içinden gelecek" ifadesini kullandı.

"CHP, bir ana muhalefet partisi olsaydı referandumun ertesi günü sokak çağrısı yapardı. Şimdiye kadar yaptığı ve muhalif olarak kayda geçmeyi hak eden tek eylem Maltepe yürüyüşüdür" diye konuşan Zafer Yörük, sözlerine şöyle devam etti:

"İlhan Cihaner meclisi boykot çağrısı yaptı. Çok doğrudur ama partisi onu dinlemiyor. Dinleyemez. Öte yandan Abdullah Gül ve şu an ortalıkta görünmemeyi tercih eden Bülent Arınç uluslararası odaklardan yeşil ışığı gördüler ve Erdoğanizme alternatif oluşturma çabası içindeler."

Gazete Duvar'dan Nuray Pehlivan'ın sorularını yanıtlayan Yörük'ün açıklamalarının ilgili bölümü şöyle:

"Güvenlik fobisi' iktidarın başlıca dayanağı"

Sizinle bir yıl önce yaptığımız röportajda özetle, ‘müesses nizam’da yani devlet ve kurumlar anlamında sistemin bütününü kapsayan bir dönüşüme paralel olarak “Türkiye toplumuna format atılmakta olduğunu” söylemiştiniz. Bununla ilgili olarak öncelikle şunu sormak isterim. 2017 için yapmış olduğunuz tahminler gerçekleşti mi? Yoksa yanıldınız mı?

Keşke tahminleri boş çıkaran parlak bir yılı geride bırakıyor olsaydık toplum olarak. Yanılmaktan ziyadesiyle memnun olduğum tek nokta, Reina katliamından bu yana özellikle fanatik İslamcı grupların sivil halka yönelik kitle katliamlarının durmuş olması. Ama bu, bittikleri anlamına gelmiyor.

Neden?

Üç nedenle. Birincisi, son ABD büyükelçisi Türkiye’den ayrılmadan önce bu katliamların kesilmesinde ABD ile Türkiye devleti arasında kurulmuş olan istihbari işbirliğinin önemini vurgulamıştı. Bu işbirliğinin, iki devlet arasında yaşandığına tanık olduğumuz gerilim koşullarında devam edip etmediği bilinmiyor.

İkincisi, Suriye ve Irak’ta kökü kazınan binlerce IŞİD militanının an itibariyle nerede olduğu sorusuna kimse tatmin edici bir yanıt getiremediğine göre, geçilebilecek en yakın sınırın da Türkiye olduğu göz önüne alındığında, korkunç bir sonuç ortaya çıkmış oluyor. Dahası, “kafirleri imha etme” anlamında Cihatçı olan tek örgüt IŞİD değil. Türkiye, ÖSO şemsiyesi altında fiilen desteklemekte olduğu El Nusra başta olmak üzere birçok fanatik terörist grubun da başlıca ikmal-destek ve militan devşirme merkezi olma niteliğini sonlandırmış değil.

Üçüncüsü ve en önemlisi, bir savaş ve iç güvenlik rejimi oluşturmak, mevcut siyasal iktidarın sürdürülebilirliği için neredeyse tek dayanak haline gelmiş durumda. Dikkat edersek, İslamcı terör saldırıları duruldu derken bu kez ordu Cerablus’a, El Bab’a, İdlib’e vb. gönderiliyor. Gençlerimiz ölüyor ve oralarda ne uğruna öldükleri hakkında topluma yapılan somut bir açıklama yok. Sürekli Kandil’e ya da Şengal’e ve şimdi de yoğun olarak Efrin’e operasyon tehditleri savruluyor. En son 24 Aralık KHK’sı demokratik güçlere yönelik paramiliter çete saldırılarını körüklemeyi hedefliyor. Yani durmuyor. Savaş, güvensizlik ve gerilim siyasal iktidarın devamı için elzem.

"Nevrotik hatırlamaz, tekrarlar"

Peki, bu ‘güvenlik rejimi’ saptaması mevcut siyasal iktidarla mı sınırlı yoksa sistemin bir gereği mi?

Zor bir soru. Mevcut siyasal iktidarın kendini sürdürmek için güvenlik fobisine yaslanmak zorunda oluşu, sürekli savaş, şiddet ve gerilim ihtiyacı, OHAL’den “normalleşmek” yerine OHAL’in kendisinin norm haline gelişi, vb. içinde yaşadığımız koşulları yeterince korkunç kılıyor. Bunun kalıcılaşması yani “müesses nizamın” ya da sistemin kendini bu güvenlik doktrini çerçevesinde şekillendirmesi milli kimliğin fabrika ayarlarına geri dönüşten öte bir anlama gelmeyecektir.

(..) Özetle, bir kez daha Sigmund Freud’un o ünlü cümleyi kurduğu yerdeyiz: “Nevrotik hatırlamaz, tekrarlar.”

"Nisan referandumu, 'reis rejimi'ne yeşil ışık yakmadı"

Bu ideolojik mevzilenmenin nedenleri ve sonuçları olarak siyasal karşılığı nedir?

Nedenlerden başlayalım. Başlangıcı, barış sürecinin fiilen sona erdirildiği ana, yani Mart 2015’e ya da aynı yıl gerçekleşen 7 Haziran seçimlerine kadar geriye sarabiliriz. Siyasal iktidar, barış girişiminin kısa vadede Kürt oylarına havale olmayacağı gerçeğinden, sentezin milli ayağına vurgu yapma gerekliliği sonucunu çıkarmıştı. Eşzamanlı olarak Suriye’de kurulmakta olan Kürt oluşumun da dış siyasette kökten bir manevra olmaksızın durdurulamayacağı yargısına vardı. Davutoğlu böyle gönderildi. Ve tırmandırılan iç savaşa paralel olarak MHP’ye, ulusalcılara ve daha yakın zamanda Kemalizm’e uzanan bir yolculuk ve müttefik arayışları silsilesi başladı. 15 Temmuz, bu çerçevede altın bir fırsat olarak okundu. ‘Reis rejimi’, Kürt tehdidi ortak paydasında oluşacak bu ittifaklarla kurulacak, dış siyasette ise Rusya kutbuna ve kapalı kapılar ardında Suriye rejimine yaklaşılarak Rojava üzerine pazarlık yapılacaktı.

Sonuçlar açısından ise şunlar söylenebilir. 16 Nisan referandumu, ‘reis rejimi’ne yeşil ışık yakmadı ve mevcut siyasal iktidarın meşruiyeti ciddi bir soru haline geldi. İktidarın ‘rıza’ boyutunu yitirmesi görünür siyasal öznelerden çok burjuvaziyi rahatsız eder. Türkiye ne bir muz cumhuriyetidir ne de yapay Sykes-Picot haritalarından biri. Çokuluslu sermayenin de küresel güçlerin de görmezden gelme lüksü olmayan bir ülkedir.

2018’den siyasal değişim beklediğiniz anlamına mı geliyor bu söyledikleriniz?

Evet, üstelik bu değişim ana muhalefetten ya da İyi Parti’den değil AKP’nin içinden gelecek. CHP, bir ana muhalefet partisi olsaydı referandumun ertesi günü sokak çağrısı yapardı. Şimdiye kadar yaptığı ve muhalif olarak kayda geçmeyi hak eden tek eylem Maltepe yürüyüşüdür. Daha bugün, İlhan Cihaner meclisi boykot çağrısı yaptı. Çok doğrudur ama partisi onu dinlemiyor. Dinleyemez. Öte yandan Abdullah Gül ve şu an ortalıkta görünmemeyi tercih eden Bülent Arınç uluslararası odaklardan yeşil ışığı gördüler ve Erdoğanizme alternatif oluşturma çabası içindeler. Gençliğimizde “Brejnev’den sonra Çernenko mu gelsin yoksa Andropov mu?” gibi bir tartışma yaşamıştık...

T24
ETİKETLER
tayyip erdoğan akp değişim abdullah gül

İşlerine geri dönmek isteyen Gülmen ve Özakça 300 gündür açlık grevinde
02/01/2018



Eğitimciler Nuriye Gülmen ve Semih Özakça, OHAL KHK’sıyla ihraç edildikleri işlerine iade talebiyle başladıkları açlık grevinin 300’üncü gününde.

Akademisyen Gülmen, işe iade talebiyle Kasım 2016’da Ankara’daki Yüksel Caddesi’nde eyleme başladı. Ardından Özakça da Gülmen’e katıldı.


İki eğitimci defalarca gözaltına alındıktan sonra 9 Mart 2017’de açlık grevine başlayacaklarını duyurdu. Açıklama sonrası gözaltına alınan ikili, karakoldayken açlık grevine başladı.

Daha sonra eylem Yüksel Caddesi’nde sürdü. Gülmen ve Özakça, açlık grevinin 76’ncı gününde bir gece yarısı baskınıyla gözaltına alınıp örgüt suçlamasıyla 23 Mayıs 2017’de tutuklandı.

Özakça, 20 Ekim 2017’de tahliye edilirken, Gülmen hükmün açıklandığı 1 Aralık 2017’de suçlu bulunup tahliye edildi. Özakça ise beraat etti.

Bugün, tüm bu zorlu sürecin ardından ikili açlık grevlerinin 300’üncü gününde. Gülmen ve Özakça’nın tek talebi işe iade. Bunun için de KHK ihraçlarını değerlendiren OHAL Komisyonu’ndan bir an önce karar çıkmasını bekliyorlar.

Özakça, 300’üncü gün nedeniyle şu mesajı paylaştı:

Semih Özakça
@SemihOzakca
300 gün aç kalmak; 300'e kadar saymak değildir. Açlık grevcisinin zamanı; günleri, saatleri, dakikaları herkesle aynı değildir.
Acıyla, baskıyla ama en nihayetinde direnişle geçirdiğimiz 300 gün; onur ve ekmek mücadelesindeki kararlılığımızın göstergesidir.
10:42 AM - Jan 2, 2018
28 28 Replies 1,011 1,011 Retweets 3,557 3,557 likes
Twitter Ads info and privacy
Özakça’nın mesajı, ikilinin açlık grevinde kararlı oldukları yönünde yorumlandı.

Gülmen de Twitter’dan takipçilerine videoyla seslendi:

Nuriye Gülmen
@NuriyeGulmen
Açlığın 300. gününden selamlar! 300 gün oldu, kulaklarınız açlığın çığlığına alışmasın! Bir adım daha atın!
300. günkü açlığım Nazife için. Kanser şüphesiyle tetkik sürecinde olan Nazife Onay’ın tam 2 aydır tetkiklerini yaptırması engelleniyor. Nazife’mi Derhal Serbest Bırakın!
3:17 PM - Jan 2, 2018
17 17 Replies 592 592 Retweets 1,141 1,141 likes
Twitter Ads info and privacy

Diken

Açlık grevi 300'üncü gününde; Semih Özakça'nın annesi, yerde sürüklenerek gözaltına alındı!
02 Ocak 2018



"Ablam Nuriye Gülmen yaşasın, işe geri alınsın"

Olağanüstü hâl (OHAL) uygulaması kapsamında çıkarılan kanun hükmünde kararname ile ihraç edilen akademisyen Nuriye Gülmen ve sınıf öğretmeni Semih Özakça'nın "İşimizi geri istiyoruz" diyerek başlattıkları açlık grevi 300'üncü gününe girdi. Bugün (2 Ocak 2017) Ankara Güvenpark'ta iki eğitimci için düzenlenen eylemde, Semih Özakça'nın annesi Sultan Özakça yerde sürüklenerek gözaltına alındı. Semih Özakça, "Aldığım habere göre annem sinir krizi geçirmiş ve fenalaşmış. Mahluklar yaptığı zulümde boğulsun" dedi.

Polis izin vermedi

Bugün düzenlenen eylemde, polis "Oğlum Semih Özakça yaşasın, işe geri alınsın" pankartı taşıyan anne Özakça'ya ve "Ablam Nuriye Gülmen yaşasın, işe geri alınsın" pankartı taşıyan Beyza Gülmen'e izin vermedi. Sultan Özakça yerde sürüklenerek gözaltına alındı.

"Ayaklarına, kollarına, yüzüne,
gözlerine iyi bakın"

Annesi gözaltına alınan Semih Özakça ise "Bir annenin; sevgiyle, hüzünle ve öfkeyle oğlunun yanında duruşuna, onun zarar görmemesi için çırpınışına tanık oluyor bütün dünya. Bu zulmü yapanların annemin gözlerinin içine bakarak konuşmaya cesareti var mı? Ben onun gözlerdeki hüznü her an görüyorum ve gözlerimi kaçırıyorum" dedi. Annesinin yerde sürüklendiği fotoğrafı paylaşan Özakça "Bu fotoğraflara iyi bakın. Bugün işime dönüp hayatta kalmam için sesini duyurmaya çalışırken gözaltına alınan annemin ayaklarına, kollarına, yüzüne, gözlerine iyi bakın" ifadesini kullandı. Özakça "Aldığım habere göre annem sinir krizi geçirmiş ve fenalaşmış. Mahluklar yaptığı zulümde boğulsun" dedi.

T24
ETİKETLER
semih Özakça sultan Özakça nuriye gülmen beyza gülmen

Fatih'in yadigârı Hünkâr Çayırı'na da rant için beton dökecekler
29 Aralık 2017



"Bu alanın ranta kurban verilmesi doğru değil"


T24'ün haberine göre; Kocaeli'nin Gebze ilçesinde, doğuya sefer yapacağını ilan eden Osmanlı Padişahı Fatih Sultan Mehmet'in otağını kurdurduğu ve rahatsızlanarak hayatını kaybettiği 'Hünkâr Çayırı' olarak bilinen 195 dönümlük arazinin 133 dönümlük bölümü, üniversite yapılması için Erzincan Kültür ve Eğitim Vakfı'na verildi. Tarihi mekânın, vakfa verilmesi Gebze'de tepkiyle karşılandı.

Gebze'de Fatih Sultan Mehmet'in doğuya sefer yapacağını ilan ederek ordularına mola verip, otağını kurdurduğu ve rahatsızlanarak hayatını kaybettiği 195 dönüm araziye sahip 'Hünkâr Çayırı'nda tarihi köprü, çeşme ve namazgâh bulunuyor. Gebze, Çayırova ve Darıca'da yaşayanların mesire yeri olarak kullandığı arazi, sanayi ile kentin iç içe geçtiği bölgede vatandaşların nefes alabildiği yerler arasında bulunuyor.

Merkezi İstanbul'da bulunan Erzincan Kültür ve Eğitim Vakfı, Maliye Bakanlığı Milli Emlak Genel Müdürlüğü'ne başvurarak, araziyi eğitim hizmetlerinde kullanmak üzere irtifak hakkı tesisi talebinde bulundu. Milli Emlak Genel Müdürlüğü talep üzere koruma altına alınan namazgâh, çeşme ve köprünün bulunduğu alan dışındaki 133 dönümlük araziyi, 30 yıl süre ile Erzincan Kültür ve Dayanışma Vakfı'na verdi. İlk yıl için tespit edilen ve rayiç bedelin binde beşi dikkate alınarak hesaplanan 465 bin 650 TL bedel üzerinden, vakıf ile pazarlık usulü ile irtifak hakkı ihalesinin yapılması kararlaştırıldı.

Hünkâr Çayırı'nın Erzincan Kültür ve Dayanışma Vakfı'na verilmesi bölgede büyük tepkilere yol açtı. Sivil toplum kuruluşları ve siyasi partilerin temsilcileri tepki gösterirken, sosyal medyada bir araya gelen bir grup da yarın Hünkâr Çayırı'nda cuma namazı kılmak için karar aldı.

CHP'li Tarhan: Bu alanın ranta kurban verilmesi doğru değil

CHP Kocaeli Milletvekili Tahsin Tarhan da Hünkâr Çayırı'nın yok edilerek ranta kurban edilmesinin doğru olmadığını söyledi. Tarhan, "Daha önce orası gündeme geldi. Devlet Malzeme Ofisi'nin yeri orası. Zaten hukuki değil Özelleştirme İdaresi'ne devredilmesi. Bizler o dönem itiraz ettik. Tekrar geri verileceğini, yanlış oldu, şeklinde söylemde bulundular. Şimdi habersiz şekilde bir vakfa çok cüzi bir rakama devredilmiş. Vakıf bölgeden bir vakıf değil. Erzincan adı altında bir vakıf. Yapılan işlem doğru değil. Eğer üniversiteye verilecekse zaten Gebze Teknik Üniversitesi sınırları içersinde. Verilecekse Gebze Teknik Üniversitesi'ne verilmesi gerekir. Tarihi açımızdan önemli bir nokta. Fatih Sultan Mehmet'in otağı içinde, tarihi çeşmeler, köprülerin bulunduğu bizim tarihimiz açısında önemli bir alan. Bu alanın yok edilmesi, ranta kurban verilmesi doğru değil. Gerekirse hukuki yollara başvurucağız, mahkemeye taşıyacağız. Eğer çok ihtiyaç varsa bitişiğimizde 1 milyon metrekare askeri alan var ve eğitim alanı olarak ayrıldı. Orayı eğitim alanı olarak kullanabilirler" dedi.

"Tarihi dokuya uygun hale getirilebilir"

Gebze Ticaret Odası Genel Sekreteri Mustafa Yaşar Sekin de Hünkâr Çayı'nın vakfa verilmesinden sonradan haberdar olduklarını söyleyerek, şunları söyledi:

"Gebze bir sanayi kenti ve dolayısıyla halkımızın reakreasyon alanı olarak kullanabileceği pek bir yer söz konusu değil. Burası da tarihi dokuya uygun hale getirilerek, halkımızın hizmetine açılabilecek güzide yerlerden birisi. Biz oda olarak eğitime karşı değiliz ve eğitime ciddi önem veriyoruz. Eğitim için ayrılmış bir yer var. Cephanelikte bin dönüm ayrılmış bir eğitim alanı var. Oraya yapılabilir. Burası halkımızın vakit geçirebileceği, sporunu yapabileceği, aynı zamanda tarihi dokuya uygun olarak gençlerimizin o tarihi bilgiyi edinebilecekleri bir yer haline getirilebilir. Yine bildiğim kadarıyla Gebze Teknik Üniversitesi'nin bununla ilgili bir projesi var. Fatih Sultan Mehmet ile ilgili bir enstitü kurmak istiyorlar. Böyle bir çalışma yapılabilir ve bununla ilgili yatırım yapılabilir. İnsanlarımız hem vaktini geçirir hem de tarihle ilgili bilgi edinebilirler. Bizim geçlerimiz tarihlerine tamamen vâkıf değiller. Avrupa, Doğu Bloğu ülkelerinde insanların vakitlerini geçirebilecekleri, sporunu yapabilecekleri, dinlenebilecekleri çok büyük yeşil alanlar var. Bizim ülkemizde maalesef böyle alanlar yok. Burayı böyle kullanabilir ve değerlendirebiliriz diye düşünüyorum. Biz isterdik ki duyurulsun, bilgi sahibi olabilelim ve görüşümüz alınsın. Maalesef sonradan haberimiz oldu bizim de."

"Bu saış tarihe saygısızlık"

Saadet Partisi Gebze İlçe Başkanı Necati Korkmaz ise yazılı açıklamada bulunarak, şunları kaydetti:

"İstanbul'un fatihi, çağ açıp çağ kapatan ceddimiz Fatih Sultan Mehmet Han'ın ordularının otağı olarak kullandığı Hünkâr Çayırı iktidar tarafından satılmıştır. Hünkâr Çayırı, Sultan Fatih'in bizlere emanetidir. Tarihe mal olunmuştur. Hepinizin malumu olduğu üzere ülkemiz ve bölge belediyelerimiz iş lafa ve hamaset yapmaya gelince mangalda kül bırakmayan, şanlı ecdadın torunları olmakla övünen bir siyasi anlayış tarafından yönetilmektedir. Evet, torunlarısınız lakin hayırsız mirasyedi torunlarısınız. Ülkede sizden önce yapılan ve para eden ne kadar fabrika ve sanayi kuruluşu varsa satıp bitirdiniz. Şimdi satacak, paraya çevirecek bir şey kalmayıncaya bu sefer gözünüzü Sultan Fatih'in yadigârı Hünkâr Çayırı'na diktiniz. Bu satış bölge halkına haksızlık, tarihe saygısızlık, emanete ihanettir. Bu satışta ihanet vardır, bu satışta vefasızlık vardır, bu satışta usulsüzlük vardır, bu satışta gaflet ve hıyanetlik vardır, bu satışta tarihi bedbahtlık vardır. Bir Gebzeli olarak bu tepkimiz günlük değil, satışın iptali ve Gebzelilere geri tahsis edilinceye kadar sürecektir. Bu siyasi menfaatleri gözeten bir dava değil, aksine Gebze bölgemizin ve tüm Türkiye'nin ortak meselesidir. Sultan Fatih'in Gebze'deki evlatları olarak alınan bu yanlış karardan dönülmesi için tarihi bir sorumlulukla siyasi partileri ve sivil toplum kuruluşlarını ve tüm kamuoyunu birlikte hareket etmeye davet ediyorum."

Ana Haber
ETİKETLER
fatih sultan mehmet hünkar çayırı haber üniversite inşaatı haber 195 dönümlük arazi

"Abdullah Gül'ün temasları, seçim kampanyalarını aratmıyor; Davutoğlu ile dirsek temasında"
02 Ocak 2018



"Gül'ün çıkışları, kamuoyunda yeni bir sürecin başlangıcı olarak değerlendiriliyor"

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ile selefi Abdullah Gül arasında başlayan tartışma, kulislerde kendine geniş yer buluyor. Gül'ün temasları, 2019'da yapılacak cumhurbaşkanlığı seçimi için "hazırlık" olarak yorumlanıyor, eski Başbakan Ahmet Davutoğlu ile "dirsek teması"nda olduğu iddia ediliyor.

Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) içindeki cunta yapılanması tarafından düzenlenen darbe girişiminin "bastırılmasında" rol oynayan sivillere yargı muafiyeti getiren düzenleme için 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, "kaygı verici", "gözden geçirilmeli" yorumlarında bulunmuştu. Eski Başbakan Yardımcısı ve AKP kurucularından Bülent Arınç'ın da retweetleyerek desteklediği paylaşımlar için Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, "Kendileri tarafından yapılan o açıklama, aldığı retweet’lerle süreci çok farklı bir yere doğru işletmiştir" demişti. Erdoğan, daha sonra "düzenlemenin son derece açık olduğunu" vurgulayarak "Yazıklar olsun" ifadesini kullanmıştı. Bunun üzerine açıklama yapan Gül, şunları söylemişti:

"Bir süredir basın yayın organları ve sosyal medya üzerinden bazı milletvekilleri ve ilgili troller tarafından şahsıma karşı yapılan saygısızlık, haraket ve ahlak sınırlarını aşan saldırıların son açıklamamdan sonra giderek arttığına dikkat çekiyorum. Partimizin kuruluş ilkelerinden biri olan düşünce ve ifade özgürlüğüne inanan birisi olarak, gerekli gördüğüm durumlarda görüşlerimi açıklamaya devam edeceğim."

Aydınlık'ta "Seçim trafiği" başlığıyla yayımlanan (2 Ocak 2017) haber şöyle:

Daha önce Abdullah Gül’ün 2019 Cumhurbaşkanlığı seçimlerine hazırlık yaptığı yönünde çokça bilgi paylaşılmış, değerlendirmeler yapılmıştı. Gül, hazırlık iddialarına uygun olarak, yoğun bir 2017 mesaisi yaptı. Yılın son üç ayında 4 yurtdışı ziyareti yapan Gül’ün yurtiçinde de yoğun faaliyet yürüttüğü öğrenildi. Siyaset sahnesinden çekildiğini söyleyen Gül’ün iç ve dış gezi programında yoğunlaşması, Batı başkentlerinde Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Erdoğan’a alternatif bir seçenek oluşturma planı çerçevesinde değerlendiriliyor. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun Gül’le görüşmesi ve benzer kaygıları paylaştıklarını açıklaması, ardından HDP’nin Gül’ü sorumluluk almaya davet etmesi de Gül hakkındaki iddiaları kuvvetlendiriyor. Ayrıca Gül’ün Twitter mesajının Bülent Arınç, Sadullah Ergin’in de aralarında bulunduğu bazı isimler tarafından paylaşılması da dikkatlerden kaçmadı.

Emekli olmasına rağmen devletin 17 aracı ve beraberindeki bir ekiple sürekli eski bakanlar, gazeteciler, iş adamları ve eski büyükelçilerle bir araya gelen Gül’ün, 2017 faaliyetleri şöyleydi:

Katar ziyareti

Abdullah Gül, Katar’ın teröre destek verdiği iddiasıyla Suudi Arabistan öncülüğündeki kimi Arap ülkeleri tarafından yaptırımlara uğraması üzerine 3-4 Ağustos tarihlerinde “dayanışma ziyareti” adı altında başkent Doha’ya gitti. Kalabalık bir heyetle Doha’ya ulaşan Gül, Katar Emiri Şeyh Temim bin Hamad Al Sani ve selefi olan babası Hamad bin Halife Al Sani’yle görüştü.

Gül’ün aktif görevde olmamasına rağmen, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın Katar ziyaretinden 11 gün sonra Doha’ya gitmesi, siyasi kulislerde tartışmalara neden olmuştu.

Suudi Arabistan ziyareti

Gül’ün geçen yıl içerisinde yaptığı en önemli yurtdışı temaslarından biri Suudi Arabistan ziyaretiydi. Eylül ayında düzenlenen ziyarette Gül, Suudi Arabistan’da Kral Selman bin Abdülaziz ile bir araya geldi. Türkiye ve Suudi Arabistan ilişkilerinin ele alındığı belirtilen ziyarete ilişkin ayrıntı verilmedi. Suudi Arabistan, Trump’ın başkanlığı gelişiyle birlikte ABD ve İsrail ile yakın ilişkilerini geliştirmiş, ülkenin önde gelen pek çok ismini yolsuzluk iddiasıyla tutuklamıştı. Gül’ün “Ilımlı İslam’a geçiyoruz” diyen ve tutuklamalar sürecini yöneten Veliaht Prens Selman’la görüşmesi de dikkat çekti.

İngiltere ziyareti

Abdullah Gül, Suudi Arabistan ziyaretinin ardından İngiltere’ye geçti. Burada Mütevelli Heyeti Üyesi olduğu Oxford İslam Araştırmaları Merkezi’nin toplantısına katılan Gül, çeşitli temaslarda bulundu. Ziyarete ilişkin Aydınlık’a konuşan bir kaynak şunları söylemişti:

“İngiltere Cumhurbaşkanı adayını belirledi: Abdullah Gül! Amerika itiraz etmiş. ‘Risk almaz, Cumhurbaşkanlığı’nı tepside ister’ demiş. İkna etmişler. Tereddüt gösterseler de ‘tamam’ demişler.

Gül yalnız değil. Davutoğlu’nun adı da Gül’le anılıyor. Ekonomi önemli. Ekonominin başına da Ali Babacan düşünülüyormuş. Yani, ABD’nin yedeklerine, ‘kaptan’ bulunmuş. Gül, CHP, HDP, Akşener’in partisi, Davutoğlu, Babacan, ... uyum içinde çalışırlar.”

Batı'yla dirsek teması

Abdullah Gül’ün 2017 yılı içerisinde resmi internet sitesine işlenmeyen bir İngiltere ziyareti daha oldu. Fatih Altaylı’nın bir yazısı üzerine yine Altaylı’ya açıklama yapan Gül’ün Özel Kalem Müdürü, 2017 yılında iki İngiltere ziyareti yapıldığını söyledi. 20-22 Şubat tarihleri arasında yapılan ilk ziyarette eski İngiltere Başbakanı Tony Blair’in kurduğu ‘Din ve Politika Vakfı’nın düzenlediği bir panele katılan Gül, burada ‘Küresel İstikrarda Türkiye’nin Rolü’ başlıklı bir konuşma yaptı.

Daha önce Akit TV’de yapılan bir haberde de Abdullah Gül’ün yeni bir partinin kurulması amacıyla Ürdün’de İngiliz siyasetçilerle buluştuğu iddia edilmiş, Gül’ün yeni partinin kurulması amacıyla “Batı’yla dirsek temasında” olduğu belirtilirken kanal, eski İngiltere Başbakanı Tony Blair’i ima etmişti.

Astana ve Çin ziyareti

Gül, Arabistan ve İngiltere’nin ardından 13-14 Kasım tarihlerinde Kazakistan’ın başkenti Astana’da 3.’sü düzenlenen “Astana Club 2017” etkinliğine katılarak burada çeşitli görüşmeler yaptı. Aralık ayında ise Çin’in Wuhan şehrinde düzenlenen TOJOY Yatırım Forumu’na katılan Gül, burada da pek çok işadamıyla bir araya geldi. Gül’ün siyaset dışında iş dünyası ve kanaat önderleriyle de görüşmesi dikkat çekti.

Aşiret liderleriyle buluşma

Gül, yurtdışında olduğu kadar yurtiçinde de yoğun bir faaliyet yürütüyor. Forumlarda, konferanslarda, açılışlarda sık sık konuşan Gül’ün en dikkat çekici ziyareti ise geçen Ekim ayında Şanlıurfa’ya düzenlediği ziyaret oldu. Bu ziyarette Gül’ün, Doğu ve Güneydoğu bölgesinde etkili 28 aşiret reisiyle buluştuğu öğrenildi. Aydınlık’ın ortaya çıkardığı bu görüşme daha sonra Gül’e yakın isimler tarafından da teyit edildi.

T24
ETİKETLER
abdullah gül ahmet davutoğlu akp tayyip erdoğan 2019

CHP Grup Başkanvekili Engin AltayCHP'li Altay: Yakında AK Parti ile kavga eden bir Erdoğan ile karşı karşıya kalacağız
02.01.2018



CHP Grup Başkanvekili Altay, cumhurbaşkanı seçimine ittifak ile girme gibi bir gündemleri olmadığını belirtti ve adaylarının CHP'li olacağını söyledi. Cumhurbaşkanı Erdoğan'a gerilim politikasından vazgeçme çağrısı yapan Altay, "Bu anlayışı değiştirmezse çok yakında AK Parti ile kavga eden bir Erdoğan ile de karşı karşıya kalacağız" dedi.

CHP Grup Başkanvekili Engin Altay, cumhurbaşkanlığı seçiminde birinci tura ittifakla girmenin gündemlerinde olmadığını belirterek, "CHP'nin adayı hiç şüphesiz CHP'li olacaktır" dedi.

TBMM'de basın toplantısı düzenleyen Altay, muhalefet partisi olarak AK Parti ile mücadele etmelerinin gayet doğal olduğunu belirterek, şunları söyledi:

"Ama bizim devletle kavga etmemizi arzu eden çevreler, beklediklerini hiçbir zaman bulamayacaklar. Erdoğan, muhalefeti —MHP'yi ayırmak lazım-, sivil toplum örgütlerini, demokrasiden yana olan güçleri devletle kavga zeminine çekmek için elinden geleni yapıyor. Bu uğraşların beyhudedir; biz AK Parti ile mücadeleye devam edeceğiz ama devletle kavga etmeyeceğiz."

'GERİLİM POLİTİKALARINDAN VAZGEÇMESİNİ TAVSİYE EDİYORUZ'

Altay, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın kasıtlı ve bilinçli olarak, belli seçmen kitlesini bir şemsiye altında tutmak için gerilim politikasından beslenmek adına Türkiye ve millete büyük kötülük yaptığını söyledi. Altay, 'gerilim' ile 'Erdoğan'ın adeta eş anlamlı iki kelime haline geldiğini savunarak, gerilimin sadece bu topraklar üzerinde sinsi emelleri olan dış odakların planlarını kolaylaştırmaya yarayacağını dile getirdi.
Altay, "Erdoğan'a yeni yılın ilk mesai gününde, artık gerilim politikalarından vazgeçmesini ve 80 milyon vatandaşımıza karşı asli görevlerini yapmak için kafa yormasını tavsiye ediyoruz. Erdoğan, bu kafayı ve anlayışı değiştirmezse çok yakında AK Parti ile kavga eden bir Erdoğan ile de karşı karşıya kalacağız" dedi.

'METAL YORGUNLUĞU OLAN AK PARTİ DEĞİL ERDOĞAN'DIR'

Erdoğan'ın, geriye dönüp, birlikte yola çıktığı kişilerin nerelere savrulduğuna bakması gerektiğini öne süren Altay, AK Parti'nin ilk kurulduğu zamanlarda, Abdullah Gül, Bülent Arınç, Abdullatif Şener ve Erdoğan için, "Mahşerin dört atlısı yola çıktı" denildiğini anımsattı. Altay, bunlardan üçünün, yollarını Erdoğan ile değil, demokrasi karşıtlığı, tek adam mantığıyla ayırdığını savundu. Altay, "Metal yorgunluğu olan AK Parti değil Erdoğan'dır. İç muhasebe, özeleştiri yapması gereken AK Parti değil Erdoğan'dır" dedi.

'ESAD-ESED ÇELİŞKİSİYLE YÜZLEŞMELİ'

Altay, Erdoğan'ın, 15 Temmuz, çözüm sürecindeki yanlışlıklar, 17-25 Aralık, terörle mücadeledeki kişisel, keyfi tavırların nelere mal olduğu, yaşam tarzı, inanç, etnik aidiyet üzerinden yaptığı siyasetle, FETÖ'ye teslimiyetle, Esad-Esed çelişkisiyle" yüzleşmesi gerektiğini ileri sürdü.
Altay, Türkiye'nin yaşadığı bütün sorunları iktidar-muhalefet geriliminden yaşadığını dile getirerek, coğrafi olarak ateş çemberinin içindeyken, toplumu bu kadar ayrıştırmanın, kamplaştırmanın, iktidar-muhalefet ilişkisini keskinleştirmenin, kimseye bir şey sağlamayacağına işaret etti.

'KILIÇDAROĞLU'NUN KAYIĞINA BİNMİŞ OLMAZLAR'

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın, "Bay Kemal'in kayığı" ifadesini hatırlatan Altay, şu görüşlere yer verdi:

"Bay Kemal'in kayığına birlikte yola çıktığı arkadaşlarının bindiğini itham ediyor. Keşke binseler. Onlar o kayığa binerse Kılıçdaroğlu'nun kayığına binmiş olmaz, demokrasi, adalet ve hukukunun kayığına binmiş olurlar. Onlar otokrasi ve despotizm kayığında daha fazla vicdanlarını kanatmamak için yollarını ayıranlardır. Kılıçdaroğlu, bir kayığa bindi. 16 Temmuz sabahı Boğaz köprüleri kapalı olduğu için Ataköy'den kayığa binerek Pendik'e geçip, TBMM'deki oturuma yetişmek için bindi. Keşke Erdoğan da o oturuma yetişmek için Kılıçdaroğlu'nun bindiği kayığa binip 16 Temmuz sabahı Ankara'da, TBMM'de olabilseydi. 15 Temmuz gecesi, Meclise ilk gelenler CHP'li milletvekilleridir. Sayın Kılıçdaroğlu'nun 15 Temmuz hain darbe girişiminin başladığı andan TBMM kürsüsüne çıktığı ana kadar nerede olduğu, ne yaptığı bellidir. Sayın Cumhurbaşkanı, sen neredeydin, 4 gün Meclise niye gelmedin? Çık hesabını ver. 80 milyonun gözünün içine baka baka yalan söylemek, muhalefeti karalamak müfteriliktir. Kılıçdaroğlu ne hangarda ne tünelde saklandı. Dördüncü günde de bir cumhurbaşkanı ortada görünmüyorsa korkak odur, korkan Kılıçdaroğlu değildir."

'GÜL'ÜN AÇIKLAMALARI VİCDANİ FERYAT'

Engin Altay, eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün, son KHK'ya yönelik açıklamalarını ise "vicdani feryat" diye değerlendirdi.
Sputnik

CHP’den ‘çelişkiler’ raporu: Erdoğan FETÖ konusunda U dönüşü yapar mı?
03/01/2018



CHP, AKP-‘FETÖ’ ilişkisine dair ‘AKP, 15 Temmuz’dan sonra da FETÖ’den kopamadı’ başlıklı bir rapor yayınladı.

Raporda, darbe girişimi sonrası Gülen Cemaati’yle ilişkisi bilinen bazı siyasetçi, bürokrat ve gazetecilerin kollanmasıyla ilgili saptamalar sıralandı.

Sözcü’den Deniz Ayas’ın haberleştirdiği raporda, bazı yazarların sırf Cemaat gazetesinde yazdığı için tutuklanması, bazılarının ise ödüllendirilerek önemli makamlara getirilmesi gibi çelişkiler sıralandı.

Raporun son bölümünde ise şu sorular sorular yer aldı:

“- Ahmet Şık, Kadri Gürsel, diğer Cumhuriyet yazarları ve 2011 yılında yargıdaki FETÖ’cü örgütlenmeye tepki göstererek Yargıtay’daki görevinden istifa eden Celal Çelik gibi insanlar FETÖ’cülükle suçlanırken, geçmişte FETÖ bağlantıları net olan bazı insanlar neden korunup kollanmakta ve üstüne ödüllendirilmektedir?

– Yoksa AKP-FETÖ işbirliği şekil değiştirerek sürmekte midir?

– AKP, kurumsal olarak bugün FETÖ’ye karşı görünse de adı hâlâ FETÖ ile anılan isimlerden faydalanmaya devam ederek ileride şartların değişmesi halinde FETÖ ile yeniden işbirliği için kapıyı aralık mı bırakmaktadı.

– İsrail ve Rusya ile ilişkilerde AKP’nin ve Erdoğan’ın yaptığı U dönüşlerini düşündüğümüzde Erdoğan, FETÖ konusunda ileride U dönüşü yapabilir mi?

– FETÖ ile mücadelede kriterler nedir? ‘Kandırıldım, bilmiyordum’ demek yeterli midir?

– Bank Asya’ya para yatırmak ya da Zaman gazetesi abonesi olmak kimi insanların KHK ile ihraç edilmesine hatta tutuklanmasına gerekçe olurken, yıllarca FETÖ ile ilişkide olan bazı insanlar için neden bu kriterler işletilmiyor?

– Korunup kollanan insanları diğerlerinden farklı kılan ne?

– Bir şekilde Erdoğan’a ulaşıp onu ikna etmeyi başaran ya da kendisinden fayda sağlanabileceği düşünülen FETÖ’cüler yargıdan ve yargılanmaktan muaf mı tutulmaktadır?”

Raporda şu ifadelere de yer verildi: “Bunlar gibi daha bir çok soru cevap beklemektedir. 15 Temmuz darbe girişimi kadar 15 Temmuz sonrası süreçte de aydınlatılmayı bekleyen karanlık noktalar vardır. CHP, adaletin herkes için eşit uygulanması için bu karanlık noktaları da aydınlatmanın peşindedir.”
Diken

Konutta 2 yıl yetecek arz fazlası var
Barış Soydan
20 Kasım 2017

Ekonomiyle yakından ilgili değilseniz bile “Türkiye inşaata dayalı büyüyor” cümlesi, bir yerlerden kulağınıza çalınmıştır.

Türkiye’de uzun süredir büyük ölçekli sanayi yatırımı yapılmıyor. İhracata lokomotiflik eden otomotiv fabrikaları 1990’lı yıllarda kurulmuştu: Ford (Gölcük), Toyota (Adapazarı), Hyundai (Kocaeli), Honda (Gebze).

Bu satırları yazarken son dönemdeki gerçekleştirilen büyük yatırımları düşündüm. Aklıma hep inşaat projeleri geldi: Üçüncü havaalanı, köprüler, metrolar vs. Onlara konut projelerini ekleyin… Türkiye’nin inşaat öncülüğünü büyüdüğünü söyleyenler, işte bunu kastediyor. (Bir de devlet tarafından son dönemde çıkılan enerji ihaleleri var ama onlar daha realizasyon aşamasına geçmedi. Ve evet, onlar da devlet projeleri.)

O nedenle inşaat, ekonominin gidişatı açısından kritik öneme sahip. Her sektör böyle değil. Mesela iki yıl önce turizmde yaşanan kriz, ekonominin diğer kesimlerini pek etkilememiş ve Antalya’yla sınırlı kalmıştı. Ama konut satışlarındaki durgunluğun ekonominin genelini etkilemesi kaçınılmaz.

Bu konuyla ilgili daha önceki yazımda Merkez Bankası’nın “Hedonik Konut Endeksi” ile Emlakjet.com ve REIDIN’in verilerinden yola çıkarak, konut piyasasında yaşanan durgunluğun izini sürmeye çalışmıştım. (İnşaat Malzemesi Sanayicileri Derneği İMSAD’ın raporu da aynı şeyi söylüyordu.)

Benim “Konutta durgunluk başladı” diye yorumladığım verileri birkaç gün önce bir gazetenin ekonomi sayfasında “Konut fiyatları artıyor” başlığıyla gördüm. Evet artıyordu ama enflasyonun yüzde 12’ye dayandığı bir dönemde yıllık yüzde 7 - 8 artış, gerçekte fiyatların gerilediği anlamına geliyordu. (“Üç tip yalan vardır” demiş Disraeli, “Yalanlar, lanet olası yalanlar ve istatistikler.”)

Bu yazıda, konut piyasasını ev arayan kişiler için inceleyen ve konut alıcılarına danışmanlık veren dijital gayrimenkul ofisi Yuvako’nun verileri ve REIDIN’in yeni açıklanan Ekim ayı raporu aracılığıyla konutta olup bitene bir kez daha bakacağız.

Hatırlarsanız, Emlakjet’in verileri, konuttaki durgunluğun talepteki daralmadan değil, arzın talebi aşmasından kaynaklandığını gösteriyordu. Yuvako’nun kurucusu Altay Tınar da bunu doğruluyor ve İstanbul’da inşaat üretimi şu anda dursa bile, en az 2 yıl sürecek kadar arz fazlası bulunduğunu söylüyor. Tınar, tezini sadece Yuvako’nun verilerine değil Türkiye İstatistik Kurumu’nunkilere de dayandırıyor: “TÜİK’e göre bu yıl İstanbul'da ayda ortalama 19 bin 272 adet ev satıldı. İstanbul'daki satılık konut arzının 400 bin adette olduğunu düşündüğümüzde, mevcut stokun, yeni bir üretim yapılmaksızın 21 ay (2 yıla yakın) yeteceğini öngörebiliriz.”

Yuvako’nun verilerine göre arz fazlasının yoğunlaştığı bölgeler, Beylikdüzü, Kartal, Kurtköy ve Esenyurt. Tınar’a göre bu bölgelerde arzın talebi çok aşması nedeniyle, yeni inşaatlar kaçınılmaz biçimde azalacak. Buna paralel olarak konut stoku ağır ağır azalacak.

Kritik soru şu: Arzın talebin seviyesine inmesi ne kadar sürecek?

Tınar, “Benim öngörüm, fiyatın dengelenmesinin 5 - 10 yıl süreceği yönünde” diyor.

Peki gayri safi yurtiçi hasılaya inşaatın olumlu katkısının sürmesinin nedeni ne?

Bunun birinci nedeni, konutta arz fazlasından kaynaklanan durgunluk, İstanbul’a özgü bir durum. İkincisi ve daha önemlisi, inşaatla ilgili istatistikler, sahadaki gelişmeleri geriden takip ediyor. TOKİ’yle görüşmeler başladıktan sonra inşaata geçilmesi neredeyse 3 yılı buluyor. Bugün sürmekte olan ya da yeni başlayan projeler, Tınar’a göre daha önce anlaşmaları yapılan, vaatleri verilenler.

Yuvako’nun çektiği kuşbakışı fotoğraf böyle...

Bir de, geçen hafta açıklanan REIDIN-GYODER Yeni Konut Fiyat Endeksi’nin Ekim ayı sonuçlarına bakalım.

REIDIN-GYODER Yeni Konut Fiyat Endeksi’ne göre İstanbul’da markalı konut projelerinin fiyat artışı, üçüncü çeyrekte geçen yılın aynı dönemine oranla yüzde 3.44 ile sınırlı kaldı. Oysa yılın ilk 10 ayında Tüketici Fiyat Endeksi (TÜFE)’de artış yüzde 9.42 olarak gerçekleşti. Üstelik inşaat maliyetlerindeki artış, 2017 yılı üçüncü çeyrek itibarıyla, geçen yılın son çeyrek dönemine göre yüzde 15.32’yi buldu.

Kısacası, REIDIN Endeksi, konut fiyatlarının reel olarak gerilediğini gösteriyor. İnşaatçılar, ne enflasyonu ne de maliyetlerdeki artışı fiyatlara yansıtabiliyorlar…

İnşaat ve konut piyasasından başka bir şeyle ilgilenmeyen okurlar, bundan sonrasını okumayabilir. Zira yazının geri kalanında geçmişe uzanarak, konut piyasasıyla ilgili veri setlerinin nasıl geliştiğine bakacağım.

Geçmişte konutla ilgili veri bulmak çok güçtü. 1990’lı yılların sonunda Para dergisinin yazı işleri müdürlüğünü yapıyordum. O gün de, bugün olduğu gibi konut piyasasındaki gelişmeler, en çok merak edilen konuların başında gelirdi. Diğer konulardaki haberlerimiz sadece “meraklısının” ilgisini çekerken, konutla ilgili dosyalarımız, normalde ekonomiyle ilgilenmeyen kesimlerin, doktorların, subayların, astsubayların büyük ilgisiyle karşılaşırdı. Eşimle gittiğim askeri hastanede, Para’da çalıştığım öğrenen bir astsubay tarafından kıstırılıp, Trakya’daki arsaların getiri potansiyeliyle ilgili sorgulanmamı unutamam. “Ben konuttan pek anlamam, daha çok makro ekonomiyle ilgili yazıyorum” demem de kâr etmemiş, astsubayın ısrarı sonucu, genel geçer bir şeyler söylemek zorunda kalmıştım. “Çorlu’dan alın, Çerkezköy’den alın” gibi harcıâlem önerilerdi, aklımda yanlış kalmadıysa. Tavsiyelerime uyduysa battı mı, yoksa kazandı mı, bilmiyorum. Battıysa Allah günahlarımı affetsin, diyeceğim ama o tarihte Çorlu’da, Çerkezköy’de arsa alanların neredeyse hepsi kazandığı için buna galiba gerek de yok.

O dönemde konutla ilgili veri olmadığı için Para dergisinin muhabirleri, emlakçıları kapı kapı dolaşıp piyasanın nereye gittiğini öğrenmeye çalışırdı. Başta Reha Medin olmak üzere, veriye biraz hakim emlakçılar, bu dönemde sık sık dergilerde, gazetelerde boy göstererek şöhret kazanmışlardı.

Neyse ki, o günler geride kaldı. Bugün artık “büyük veri” var. Astsubaylar, ekonomi gazetecilerini Trakya’da çok kazandıracak konut projeleri konusunda sorgulamak yerine benim yaptığım gibi Yuvako.com, Sahibinden.com, Hürriyetemlak.com, Emlakjet.com gibi sitelerdeki fiyatların değişimine veya REIDIN’in, Merkez Bankası’nın emlak endekslerine bakabilirler.

Ama şimdi de veri enflasyonu sorunu var. O kadar çok veri var ki, insan içinde kaybolabiliyor. Enflasyonun yüzde 12’ye dayandığı bir dönemde yüzde 7’lik artışı “Konut fiyatları artıyor” şeklinde yorumlayanların gazıyla hareket etmemek için uyanık kalmakta fayda var.

T24
ETİKETLER
barış soydan köşe yazısı

Enflasyon canavarı yine hortladı, kimse Başbakan Yardımcısının bu sözlerini hatırlamadı
3 Ocak 2018



Türkiye İstatistik Kurumu, Aralık ayı ve 2017 yılı enflasyon rakamlarını açıkladı. Buna göre TÜFE Aralık ayında 0.69 oldu. 2017 enflasyon rakamı 11.92 oldu...

Türkiye İstatistik Kurumu, Aralık ayı ve 2017 yılı enflasyon rakamlarını açıkladı. Buna göre TÜFE Aralık ayında 0.69 oldu. 2017 enflasyon rakamı 11.92 oldu.

Bu seviye 2004 yılından bu yana kayıtlara geçen en yüksek yıllık enflasyon oldu. Milyonlarca memur ve memur emeklisi enflasyon rakamlarının açıklanmasını bekliyordu.

Ancak medyanın gözünden bir detay kaçtı. Ekonomiden Sorumlu Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek daha 3 ay önce enflasyonla ilgili, "Yıl sonunda tekrar yüzde 10'un altına ineceğini düşünüyoruz" ifadelerini kullanmıştı.
Şimşek, "Gerek kurda yakın dönemde sağlanan göreceli istikrar gerekse Gıda Komitesi'nde alınan önemli tedbirler sayesinde enflasyonun yıl sonunda tekrar yüzde 10'un altına ineceğini düşünüyoruz. Hedefimiz enflasyonu tekrar tek hanede bitirmek, bu mümkün" diye konuşmuştu.
Başbakan yardımcısının 3 ay önceki bu sözleri sonrasında enflasyonun tek hanelerden 2 puan daha yüksek çıkması ekonomideki öngörülebilirlik açısında tedirginlik yarattı.
İşte o enflasyon tablosu:



Etiketler:
Ekonomiden Sorumlu Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek enflasyon

Patronlar Dünyası

CHP: Enflasyon hedefi yüzde 100 saptı



Hükümetin Orta Vadeli Planda 2017 enflasyonunu yüzde 6,5 olarak açıklandığını, sonra bunu yüzde 9,5 olarak revize etmişti. Yıl sonu enflasyonu yüzde 11,92 çıktı.

Tüketici Fiyat Endeksi (TÜFE) aralıkta aylık bazda yüzde 0,69, Yurt İçi Üretici Fiyat Endeksi (Yİ-ÜFE) yüzde 1,37 artış gösterdi. Yıllık enflasyon tüketici fiyatlarında yüzde 11,92, yurt içi üretici fiyatlarında yüzde 15,47 oldu.
CHP Ekonomiden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Aykut Erdoğdu, TÜİK’in bugün açıkladığı enflasyon rakamlarının asgari ücret ile diğer çalışan ve emeklilere yapılan zamların düşük olduğu yolunda yaptıkları eleştirilerde ne kadar haklı olduklarını ortaya koyduğunu söyledi.
Erdoğdu, Türkiye İstatistik Kurumu'nun (TÜİK) yıllık enflasyonun yüzde 11.14 düzeyine yükseldiğini açıkladığını kaydederek, Türkiye’nin dünyanın en yüksek enflasyona sahip ülkelerden birisi olduğunu söyledi. Yıllık üretici enflasyonunun yüzde 15.82'yi bulduğuna işaret eden Erdoğdu şöyle devam etti:

“Tek haneli enflasyon Türkiye için artık hayal haline geldi. Kar, faiz ve rant elde edenler gelirlerini enflasyona göre ayarlama şansına sahip. Ama binlerce çalışanın ücretleri enflasyon karşısında hızla erimeye devam ediyor. Çalışanların kazançları erirken, rant kesiminin karları ise enflasyon nedeniyle artan faizlerle birlikte katlanıyor. Türkiye’nin zaten iyice bozulmuş olan gelir dağılımı da katlanarak bozulmaya devam ediyor. 2017’nin 3’üncü çeyreğinde sözde dünyanın en hızlı büyüyen ekonomisiydik ki, bu da hormonlu büyümeydi, ama yılsonu enflasyonuna bakınca büyümeden gelenin enflasyonla gittiği anlaşılıyor.”

HEDEFLERİ YÜZDE 100 SAPTI

Hükümetin Orta Vadeli Planda 2017 enflasyonunu yüzde 6,5 olarak açıklandığını, sonra bunu yüzde 9,5 olarak revize ettiğini hatırlatan Erdoğdu, şu görüşleri dile getirdi:
“Hiçbir hedefi tutmayan hükümetin gerçekleşmeyecek hedefleri baz alarak ücretlere yaptığı zamlar ücretlilerin sofrasını her geçen gün küçültüyor. Yüzde 6,5’la başladıkları enflasyon hedefi neredeyse yüzde 100 saparak, yüzde 12 civarında gerçekleşti. Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, asgari ücretin çok düşük belirlendiğini söylediğimizde bize ‘elinize, yüzünüze dursun’ demişti. Şimdi biz de ona ‘bu enflasyon rakamları eline yüzüne dursun’ diyoruz. Fakirin sofrasındaki zorunlu gıdalar bile her geçen gün bu iktidar tarafından gasp edilerek, küçültülüyor.”

AÇLIK VE KITLIKLA KARŞILAŞABİLİRİZ

Erdoğdu, hükümetin enflasyonu düşürme yöntemi olarak tarımda ithalat yoluna gittiğini ve bu ürünlerin gümrük vergisini sıfıra varan oranlarda indirdiğine dikkat çekerek, “Çiftçilerin belini kırarak tarımı yok etmenin ileride telafisi olmayan sonuçları olacak. En küçük bir döviz krizinde gıdada ithalata mahkûm bir ülke olarak gıda sıkıntısıyla karşılaşabiliriz” diye konuştu.
Enflasyonu düşürmek için sıkı para politikası uyguladığını iddia eden Merkez Bankası’nın, sıkılığını ve sağlamlığını sadece dar gelirliye gösterdiğini söyleyen Erdoğdu, ara malı enflasyonunun da yüzde 20.75 olarak gerçekleştiğini belirterek, bunun maliyetleri artırarak ihraç ürünlerinin fiyatını arttıracağını, dolayısıyla bu ürünlerin yurt dışında rekabet şansını azaltan bir etken olacağını da sözlerine ekledi.

Patronlar dünyası

CHP'li Aksünger: Sarraf ambargosu BM’den gelecek... 10 Milyar Dolarlık cezayı o bakanlar ödesin



CHP adına ABD’deki davayı izleyen Erdal Aksünger, Halk Bankası’na 10 milyar dolarlık ceza verilebileceğini belirtti.

CHP adına ABD’deki davayı izleyen Erdal Aksünger, Halk Bankası’na 10 milyar dolarlık ceza verilebileceğini belirtti. Aksünger, “Bu, yolsuzluk yapan bakanlardan tahsil edilmeli” dedi. Aksünger, konunun BM’ye götürülmesi durumunda Türkiye’ye ambargo gelebileceğini söyledi.

Dört bakanın adının karıştığı “yolsuzluklar zincirinin kahramanı” Rıza Sarraf’ın “tanıklığıyla” gerçekleştirilen Amerika’daki davada jürinin bugün karar için toplanması beklenirken, davayı CHP adına izleyen Genel Başkan Yardımcısı Erdal Aksünger, ABD’nin konuyu Birleşmiş Milletler’e götürmesi durumunda Türkiye’ye ambargo gelebileceğini söyledi.

‘Atilla 5 yıl alır’
CHP İzmir İl Başkanlığı’nda gazetecilerle bir araya gelen Aksünger, davanın olası sonuçlarını değerlendirirken sanık eski Halkbank Genel Müdür Yardımcısı Hakan Atilla’nın 5 yıl ceza alacağı tahmininde bulundu. Aksünger, “5 yıl ceza, suçu görüp göz yummaktan. Suç sabitlenince Halk Bankası da cezayı hak etmiş olacak. Zarrab’ın, anlaştığı için 10 yıl ceza alması ihtimali var. Tanık koruma programına alınacak. Tanık koruma programına alınacak, yeni bir kimlik verilecek, 10 yıl ABD’den çıkamayacak”dedi.

‘Bakanlar ödesin’

Aksünger, davanın Türkiye’ye etkilerini de şöyle anlattı: “Sen ABD bankacılık sistemine imza atmışsın. Yani sen buna uymazsan, buradan Rize’ye bir dolar gönderemezsiniz. Ya kendi sisteminizi kuracaksınız ya da kuralları çiğnemenin parasını ödeyeceksiniz. Ne kadar ödeyeceksiniz? 10 milyar dolar olduğu söyleniyor. Kim ödeyecek bu parayı? Rüşvet alan bakanların da malvarlıklarına el koyun. Niye bu parayı millet ödesin? ABD bunu hukuk davasına götürürse BM devreye girecek. İşte ambagor meselesi orada ortaya çıkacak.”

Hakan Dirik / Cumhuriyet
Etiketler:
CHP Erdal Aksünger Halk Bankası

Erdoğan'ın Fransa ziyareti öncesi Macron'dan sert açıklamalar: “Türkiye ile görüşmelerde, görevlerini yapmaları engellenen tutuklu gazetecilerin durumuna atıf yapmayı sürdüreceğim
03.01.2018
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Prş Oca 04, 2018 10:07 pm tarihinde değiştirildi, toplam 1 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Prş Oca 04, 2018 9:40 pm    Mesaj konusu: Abdüllatif Şener: Erdoğan en zayıf dönemini yaşıyor Alıntıyla Cevap Gönder

Star yazarı: Cumhurbaşkanı seçiminde Ali Babacan adını duymaya başlarsak sürpriz olmasın
12 Ocak 2018



Ersoy Dede: Altaylı'nın vermediği ismi biz yazalım

Star yazarı Ersoy Dede bugünkü köşesinde, Habertürk yazarı Fatih Altaylı'nın dün kaleme aldığı, "Cephane tüketmeyin" başlığıyla yayımlan 11'inci Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'e atfen yazdığı köşesinde "İktidarcı medyaya tavsiyem ‘kurşunlarını’ tüketmemeleri... Yarın öbür gün “hakiki” bir aday çıkınca, atabileceğiniz tüm mermileri attığınızı fark ettiğinizde geç kalmış olabilirsiniz" sözlerini değerlendirdi. Dede, "Altaylı’nın vermediği ismi biz yazalım.. Ali Babacan’dan söz ediyor belli ki.. Muhtemel bir yeni politik açılımla birlikte Babacan adını duymaya başlarsak sürpriz olmasın" dedi.
T24

Abdüllatif Şener: Erdoğan en zayıf dönemini yaşıyor
04.01.2018



2008'de AKP'den istifa eden kurucu üyelerden Abdüllatif Şener, Erdoğan'ın en zayıf dönemini yaşadığını ve oylarının azaldığını söyledi
TWEET PAYLAŞ +
Abdüllatif Şener: Erdoğan en zayıf dönemini yaşıyor
AKP'nin olağanüstü hal kapsamında çıkardığı ve 15 Temmuz darbe girişiminin bastırılmasında sivillere yargı muafiyeti getiren yeni KHK, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve AKP kökenli eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül arasında gerginliğe neden oldu. Düzenlemenin muğlak olduğunu ve gözden geçirilmesi gerektiğini söyleyen Gül'ün bu çıkışı Ankara'da Erdoğan'a karşı bir başkaldırının başlangıcı olarak değerlendirildi. Gül'ün 2019 seçimlerinde Erdoğan'ın karşısına rakip olarak çıkacağı iddia ediliyor.

AKP'den istifa eden Abdüllatif Şener, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın oylarında ciddi azalma olduğunu belirtirken muhalefetin doğru bir stratejiyle Erdoğan'ı yenilgiye uğratabileceğini düşünüyor. Ancak Şener, 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün ise Erdoğan'ın rakibi olamayacağı kanısında. Hükümete sert eleştirilen yönelten Şener'e göre OHAL uygulamasıyla Türkiye'de demokratik ortam ortadan kaldırıldı, KHK'ların altında imzası bulunan başbakan ve bakanlar da suç işliyor. Erdoğan'la yaşadığı görüş ayrılığı nedeniyle partisinden istifa eden eski AKP Milletvekili Abdüllatif Şener, DW Türkçe'ye konuştu.

İşte Şener'in DW Türkçe'nin sorularına verdiği yanıtlar:

DW Türkçe: Sivillere yargı muafiyeti getiren KHK'yı muğlak ve hukuk devleti açısından da kaygı verici bulan 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün çıkışını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Şener: Gül hiçbir çıkış, hiçbir eleştiri yapmadı. AKP'nin ikiye bölünmesini, iktidarın zayıflamasını arzu edenler Gül'ün Erdoğan'a karşı çıkmasını bir umut gibi gördüler. Bu, kötü bir psikoloji. İçerde de dışarda da kimse Erdoğan'ın iktidardan gideceğine inanmıyor olmuş. 'AKP'de parçalanma olur da, baskıcı düzenden kurtulur muyuz' diye bir çaresizliğin arayışı bu aslında. Ben bunu çok kötü görüyorum.

DW Türkçe: Peki, Gül ne yaptı?

Şener: Yüzlerce maddesi olan bir OHAL yasası var ve bu yasanın hemen her maddesi anayasaya, hukuka aykırı, tehlikeli. Böylesine bir KHK'nın yüzlerce maddesinden bir tek maddesindeki üslubu muğlak bulmak bir eleştiri değil. Bu, çok zayıf bir bakış açısı ama bununla bile gündeme düşmüştür. Gül, kendi varlığını sürdürmeye, kendisinin gündemde tutulmasını sağlamaya çalışıyor. Yoksa Erdoğan'la kıyasıya bir yarışa girebilecek kişilikte değil. Ama önümüzde daha iki seneye yakın bir süre var. Bu süre içinde hastalık var, ölüm var. Kendisi için risksiz bir ortam oluşursa var olmak istiyor Gül. Bunu canlı tutmak istiyor.

DW Türkçe: Erdoğan'la Gül arasında çekişme yok mu?

Şener: Aralarında hiçbir zaman çekişme yoktur. Gül her zaman Erdoğan'a uyum göstermiştir. 16 Nisan'da Türkiye'nin rejimi değişirken bile oyunu söyleyemedi Gül. Bir eski cumhurbaşkanı Türkiye'de rejim değişirken oyunun ne olduğunu açıklayamıyorsa, bu insandan bir siyasi figür oluşturmanın mümkün olduğunu nasıl düşünürsünüz. Bu imkansız. Gül, Gezi olaylarında da susmuştur.

DW Türkçe: Peki Erdoğan neden Gül'e sert çıktı, "Yazıklar olsun" dedi. Erdoğan-Gül polemiğinin arkasında ne var?

Şener: Erdoğan oylarının azaldığını görüyor. Ekonomik sorunlar, iç-dış sorunlar artıyor. Kendi seçmen kitlesi bile KHK'ları, OHAL'i eleştiriyor. Erdoğan; Kürt seçmenleri küstürüyor, ayrıştırıyor, geleneksel olarak kendini iktidara taşıyan seçmen kitleleriyle arasında problemler oluşuyor. Bu da oylarını düşüyor… Hukuk devletini, güçler ayrılığını tasfiye eden Erdoğan'a karşı bir yerlerde de arayışlar var. Erdoğan bu arayışlar Gül'ü karşısına çıkarır diye endişe ettiğinden Gül'ü sindirmeye çalışıyor. Arayış içinde olanlar kim? Türkiye'de mevcut iktidar yapısından yılmış olan işadamlarından, sermayeden tutun da medyaya kadar, siyasete kadar uzanan geniş bir yelpaze var. Sürekli birtakım isimleri de test ediyorlar. Erdoğan bunun farkında ve Gül'ün en azından var olması için görüntü vermesinden hoşlanmıyor.

DW Türkçe: OHAL kapsamında çıkarılan KHK'lar, hükümet politikaları, iç ve dış kamuoyuna nasıl yansıyor?

Şener: KHK'lar anayasaya, hukuk düzenine aykırı. Cumhurbaşkanı bizim hukuk düzeninde vatana ihanet dışındaki konulardan yargılanamıyor ama bu KHK'ların altında imzası olan başbakan ve bakanlar suç işlemektedir. OHAL'in de bir hukuku vardır ve iktidar OHAL döneminde yaptıkları eylemlerden sorumludur. Anayasayı okuyorum, OHAL yasasını inceliyorum. Yargıtay'a 100, Danıştay'a 16 üye atıyor KHK'yla, bu OHAL hukukuna da uygun değil, anayasaya da aykırı. Bunu da devlet gücünü kullanarak uyguluyor. Bu, suçtur. Yaptığı düzenlemeyle diyor ki, 15 Temmuz darbe girişimi ve terör ve bunların uzantısı niteliğindeki olayları bastıranlar cezai sorumluluğa sahip değillerdir. Bir kere suç teşkil eden bir olayda bile polisin, savcının, hakimin görevi ayrıdır. Ama OHAL'de sivillerin hukuken cezai sorumluluğunun olmayacağını düzenleyen madde, sivillere diyor ki, bir kalkışma, terör ortamıyla ilgili, sen hem polissin hem de hakim ve savcının yetkisine sahipsin. Üstelik de sen polis, hakim, savcı için yasalarla belirlenmiş kurallara tabii değilsin. Elinde palayla, tabancayla, rastgele insanları öldürdüğün zaman sorumsuzsun. Geleceğe yönelik olarak işlenen suçları affediyor. Böyle bir şey olur mu?

DW Türkçe: Hükümet politikaları toplumda, siyasette nasıl bir ortam oluşturdu?

Şener: Türkiye'de insanlar iktidarı eleştiremez hale geliyor. Hem medya hem bağımsız muhalif insanlar eleştiremiyor. Politikacılar da eleştiremiyor. Cumhurbaşkanı, terörle işbirliği yaptı diye ana muhalefet partisinin genel başkanı ve meclis üyeleri hakkında 4 yıla kadar hapis cezasıyla dava açabiliyor. Ancak, muhalefet Erdoğan'a hiçbir şey yapamıyor. Bir tweet mesajımdan dolayı hakkımda soruşturma var. İfade verdiğim halde dosyayı kapatmıyorlar. Halbuki, AİHM'nin kararları var: Eğer bir ülkede iktidar incinecek derecede eleştirilemiyorsa o ülkede demokratik toplumun gereklilikleri oluşmamış demektir. Türkiye'de AİHM'in bu kararı çerçevesinde demokratik toplumun gereklilikleri ortadan kaldırılmıştır.

DW Türkçe: Türkiye'de siyaseten ne olacak? Neler öngörüyorsunuz?

Şener: Ben falcı değilim ama Erdoğan en zayıf dönemini yaşıyor. Oyları düşüyor. Kaygan oyları kaybediyor. Bu ortamda en büyük şansı medya. Medyada onunla ilgili sürekli destanlar yazılsa da önemli bir seçmen kitlesinde soru işaretleri artıyor. Bu iyi değerlendirilirse önümüzdeki seçimleri kaybeder Erdoğan.

Birgün

khk ohal Cumhurbaşkanı AKP Türkiye hukuk istifa Abdullah Gül seçmen darbe Başbakan hükümet hakim AİHM yargı Recep Tayyip Erdoğan terör medya Ankara Danıştay

Erdoğan'ın Fransa ziyareti öncesi Macron'dan sert açıklamalar: “Türkiye ile görüşmelerde, görevlerini yapmaları engellenen tutuklu gazetecilerin durumuna atıf yapmayı sürdüreceğim
03.01.2018



Erdoğan'ın 5 Ocak'ta yapacağı Paris ziyareti öncesinde Fransa'dan sert açıklamalar geldi.

Macron yeni yıl nedeniyle bir araya geldiği basın mensuplarına sert açıklamalarda bulundu. Otoriter rejimlerin ilk olarak basın özgürlüğünü ortadan kaldırdığını söyleyen Macron, örnek olarak da Türkiye'yi gösterdi. Türkiye’de çok sayıda gazetecinin tutuklu olduğunu vurgulayan Macron, konuyu Erdoğan ile görüşmesinde gündeme getireceğini söyledi.

Hürriyet'ten Güven Özalp'in haberine göre, Fransa’nın basın özgürlüğü konusunda kendisiyle aynı değerleri paylaşmayan rejimlerle diyalog kurmayı reddetmemesi gerektiğine değinen Macron, “Basın özgürlüğü özel bir özgürlük değil. Özgürlüğün en yüksek ifadesi. Bunun için otoriter rejimlerin ortadan kaldırdığı ilk özgürlük oluyor. Bu kabul edilemez bir durum” dedi.

“ERDOĞAN İLE DOĞRUDAN GÖRÜŞTÜM”

Mümkün olan her zaman tutuklu gazetecilerin serbest kalması için müdahale etmeleri gerektiğini ifade eden ve bu alanda geçtiğimiz dönemde tutuklanıp bir süre sonra serbest bırakılan Fransız gazeteciler bağlamında Türkiye ile iki sınama yaşadıklarının altını çizen Macron, “Cumhurbaşkanı Erdoğan ile derhal serbest bırakılmaları için doğrudan görüştüm” dedi.

RUSYA VE TÜRKİYE ÖRNEĞİ

Basın özgürlüğüne kötü muamele edilen Avrupa ülkeleri olarak da Rusya ve Türkiye’yi örnek gösteren ve bunu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde de dile getirdiğini hatırlatan Macron, diyaloğa rağmen Türkiye’de aralarında Avrupalı gazetecilerin de olduğu çok sayıda tutuklu gazeteci bulunduğunu söyledi.

KONU GÜNDEMDE OLACAK

Konuyu Erdoğan ile görüşmesinde de gündeme getireceğini ifade eden Macron şunları söyledi: “Türkiye ile görüşmelerde, görevlerini yapmaları engellenen tutuklu gazetecilerin durumuna atıf yapmayı sürdüreceğim. Bunu saygı içinde ancak değer ve çıkarlarımızı koruma kaygısıyla yapacağım.”
Birgün

"Adaylık için ismi geçen kişi Hayrünnisa Gül olsaydı emin olun AKP’nin korkusu daha başka olurdu"
04 Ocak 2018



“Ya şimdi konuş ya da sonsuza dek sus. Ya da bırak Hayrünnisa Gül konuşsun.”

Cumhuriyet yazarı Ayşe Yıldırım, günlerdir konuşulan 11’inci Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün 696 sayılı KHK ile getirilecek ‘sivillere yargı muafiyeti hakkı’ konusundaki ‘muğlaklık' eleştirisini yazdı. Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Gül’ün arasındaki gerginliğin kapalı kapılar ardında 2007 yılında başladığını belirten Yıldırım, 11’inci Cumhurbaşkanı Gül’ün veda resepsiyonunda eşi Hayrünisa Gül’ün "Bizi çok üzdüler. Şimdi ben de susuyorum ama fazla susmayacağım; asıl intifadayı ben başlatacağım" sözlerini hatırlattı. Yıldırım, "Söz konusu adaylık için geçen isim Hayrünnisa Gül olsaydı emin olun AKP’nin korkusu daha başka olurdu" dedi.

Yıldırım’ın ‘Abdullah olmazsa Hayrünnisa Gül daha uygun!’ başlığıyla yayınlanan (4 Ocak 2018) yazısı şöyle:

Unutuyoruz. Balık hafızalı olduğumuzdan değil. O kadar çok şey yaşıyoruz, gündem o kadar hızlı ve can yakıcı halde değişiyor ki; unutuyoruz. Ve oyuna geliyoruz..

AKP yazıyor, biz oynuyoruz... CHP Parti Sözcüsü Bülent Tezcan “Bu tuzağa düşüp tartışmanın bir parçası olmamak lazım” diyerek doğru bir uyarıda bulundu. Çünkü 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün haklı KHK çıkışını bir anda “başkanlık” adaylığı tartışmasına çekti AKP.

Oysa Gül’ün bu yönde bir kararı olmadığını dostu da düşmanı da gayet iyi biliyor. Evet, Gül’ün ofisi hareketli. Ama bu hareketlenme yeni değil. Dedim ya; unutuyoruz.

Erdoğan dolayısıyla AKP’nin Gül’e yönelik çıkışları bir anda en sıcak siyasi gündem oluverdi. Sanki ikilinin arası yeni açılıyormuş gibi. Çok değil iki yıl önceye gidelim. Gül’ün 12 yıllık danışmanı Ahmet Sever, yaşadıklarını ve gördüklerini “Abdullah Gül ile 12 Yıl” adlı kitabında anlatmıştı. Ve o tanıklıkları Cumhuriyet’in manşetinde “Meğer kardeş değillermiş” başlığıyla yer almıştı.

İkilinin arası hiçbir zaman iyi olmamıştı. Taa 2007 yılında Gül’ün Cumhurbaşkanlığı adaylığı sırasında çekişme kapalı kapılar ardında yaşanmaya başlamıştı. 367 krizinin ardından Gül’ün aday olmaması gerektiğini söyleyen isimler o dönem Erdoğan’a yakın isimlerdi ki aralarında Akif Beki de vardı. İkilinin ve yakın çevresinin de dahil olduğu diğer krizleri dün Erdem Gül’ün yazısında da okumuşsunuzdur. (Erdoğan’ın Gül’ün ikinci kez aday olmasını, partiye dönüşünü nasıl engellediğini.)

Bu süreç o kadar sancılı olmuştu ki Gül’ün Cumhurbaşkanlığı’ndan vedası için verdiği resepsiyonda eşi Hayrünnisa Gül resmen patlamıştı:

“Bizi çok üzdüler. İnsan kendisine zor hâkim oluyor. Bizi hiçbir şey görmüyor, bilmiyor, farkında değiliz mi sanıyorlar. Her şeyin farkındayız. Ben her şeyi biliyorum. Şimdi ben de susuyorum ama fazla susmayacağım; asıl intifadayı ben başlatacağım.”

Öyle ki bu sözlerini onaylamayan eşi Abdullah Gül’e de “Sana söylemiştim Abdullah Bey. Sen konuşmazsan ben konuşacağım demiştim” diye yanıt vermişti.

Ve Gül, Köşk’ten indikten sonra etrafında bir hareketlenme oldu. Tıpkı bugünkü gibi. Belki bir iki tık daha düşüğü hepsi o kadar. O günlerde de “Gül ne yapacak” sorusunun peşine takılmıştık hep birlikte. AKP’nin küskünleri, kırgınları kapısını aşındırmaya başlamıştı çünkü.

Oysa Gül’ü yakından tanıyan herkesin bildiği gibi “şartlar tam oluşmadan, garanti görmeden” harekete geçmeyen bir isimden söz ediyoruz.

Evet, Gül’e “Haydi ne duruyorsun, harekete geç, aday ol” diyenler çok. Ve muhtemelen de onların başında Hayrünnisa Gül geliyor. Söz konusu adaylık için geçen isim Hayrünnisa Gül olsaydı emin olun AKP’nin korkusu daha başka olurdu.

AKP her zamanki gibi bir taşla birçok kuşu vurma peşinde. Bir anda sivillere güvence getiren KHK ile ilgili tartışmalar bıçak gibi kesiliverdi. Ve Gül sanki adaymış gibi muhalefete başlandı. Başkanlık için sandıktan önce bir galibiyet hesaplanıyor. Muhalefetin ortak adayı gibi lanse edilen Gül, “aday değilim” dediği anda bu başarıya ulaşacak. Bunun için de yandaş yazarlar “açıkla, açıkla” diye tempo tutturmaya başladı.

Ha bir de daha vahim bir durum var ki AKP’lilerin Gül’e yönelttiği “bugüne kadar hep sustu” eleştirisi. Söylemek istedikleri “Erdoğan’ın yanında neden yer almadın.” Evet haklılar, Gül hep sustu. Yanlışları gördüğünü ima etti ve Erdoğan’a mesafe koymaya çalıştı belki ama konuşmadı. O yanlışları yüksek sesle dile getirmeyi tercih etmedi. Onun için Gül’e bir eleştiri yöneltilecekse belki de ilk eleştiri bu olmalı; “neden sustun?”

Gül’ü çok iyi tanıyan AKP, sözcüleri Mahir Ünal’ın dediği gibi “ilgi neredeyse enerji oradadır” taktiğini uygulayarak gündemi Gül üzerinden sürdürüyor görünüyor. Onun için Gül’den medet umanların tek bir cümle ile konuyu kapatmaları lazım artık.

“Ya şimdi konuş ya da sonsuza dek sus. Ya da bırak Hayrünnisa Gül konuşsun.”

T24
ETİKETLER
hayrünisa gül abdullah gül khk ayşe yıldırım

İbrahim Kahveci: Faize karşıyız diye diye her yeri faiz yaptık
04/01/2018

Devleti küçülteceğiz diye diye devleti büyüttük,

Faize karşıyız diye diye her yeri faiz yaptık,

Hizmet edeceğiz diye diye vergileri artırdık,

Vatandaş yaşasın dedikçe kamu zamlarını yaptık.

Galiba biz bu yolları ve politikaları yeniden gözden geçirmemiz gerekiyor. Hesap yöntemi değişimleri ile nereye kadar…

İbrahim Kahveci’nin yazısının tamamı için: http://www.karar.com/yazarlar/ibrahim-kahveci/sanal-gelire-gercek-vergi-5861

Türk Ceza Kanunu'nun mimarı Prof. Sözüer'den İçişleri Bakanı'nın 'ayak kırma' talimatına ilişkin uyarı
04 Ocak 2018



"Konusu suç teşkil eden emir hiçbir surette yerine getirilemez"

2004 yılında hazırlanan yeni Türk Ceza Kanunu (TCK) ile Ceza Muhakemesi Kanunu'nun mimarlarından, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı Prof. Adem Sözüer, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu'nun polislere verdiği 'ayak kırma' talimatının suç olduğunu belirtti ve uyardı.

Soylu, "Okulun çevresinde bir uyuşturucu satıcısını gördüğümüz zaman, beni ne kadar kınarlarsa kınasınlar, ne kadar eleştirirlerse eleştirsinler o uyuşturucu satıcısının ayağını kırmaya polis görevlidir. Suçunu bana atsın" demişti.

Sosyal medya hesabı Twitter hesabında Soylu’nun söz konusu konuşmasının yer aldığı haberi paylaşan Sözüer, şu notu düştü:

"Değerli polisimiz görevinin suç failini yakalamak, yasal işlemleri yapmak olduğunu bilir. Ayak kırıp da ‘ama emir böyle’ demesinin onu kurtarmayacağını da bilir. TCK (Türk Ceza Kanunu) 24: Konusu suç teşkil eden emir hiçbir surette yerine getirilemez. Aksi takdirde yerine getiren ile emri veren sorumlu olur."

T24
ETİKETLER
adem sözüer khk tck süleyman soylu polis

Hüseyin Gülerce: İki ay önce, Gül ve Erdoğan arasındaki çatlağı söyleyen biz olmayalım diye yutkunduk
04 Ocak 2018



"11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün etrafında onunla birlikte hareket eden malum bir medya ve siyasî ekip var..."

Star gazetesi yazarı Hüseyin Gülerce, 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan arasındaki gerginlikle ilgili, "İki ay önce Gül’ün, demokrasi dışı müdahalelere meşruiyet kılıfı getiren cuntacıları hatırlatan bu tehdidini, maalesef ya görmezden geldik, geçiştirdik, ya da Erdoğan ile Gül arasındaki derin çatlağı söyleyen biz olmayalım diye yutkunduk" dedi.

Hüseyin Gülerce'nin Star'daki yazısı ( 4 Ocak 2018) yazısının ilgili bölümü şöyle:

11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün etrafında onunla birlikte hareket eden malum bir medya ve siyasî ekip var.

Gül ve ekibinin ortak düşünce dünyasının motor gücü şu saplantıdır: Erdoğan ile buraya kadar. Erdoğan tek adam oldu. Türkiye yanlış yönetiliyor. Herkesi kendimize düşman ettik. AB ve ABD ile kavgalı olunur mu? AK Parti kuruluş ilkelerine geri dönmelidir...

Gül, iki ay önce 3 Kasım 2017 günü Bahçeşehir Üniversitesi’nde Kılıçdaroğlu’nun eleştirilerini bile aşan şu konuşmayı yaptı:

"Hepimiz evimizin içini düzene koymamız gerekir. Bunu koymadığımız süre içerisinde, gün gelir ya insanlar ayaklanır veya dış müdahale kaçınılmaz hale gelir.

"Diplomasi dediğimiz şey iç politikadan farklıdır. Dış politikada hamaset, retorik; dış politikada hesapsız konuşmalar olmaz.

"Dış siyasette her şeyi komplo teorilerine bağlamamak gerekir. Her şeyi komplo teorilerine bağlamaya kalkarsak o zaman da 'O ülkeleri yönetenlerin hiç mi aklı yokmuş?' sorusunu sormamız gerekir."

Bu kadarı, eleştiri değil, doğrudan Erdoğan’a yönelik ağır suçlamalardır. Üslup, Gül’ün daha önceki üslubuna hiç benzememektedir.

Hele hele “gerekeni yapmazsak, ya ayaklanma olur, ya da ya da dış müdahale kaçınılmaz olur” ne demek?

Sayın Gül bu tehdidi kimin adına yapmaktadır?

İki ay önce Gül’ün, demokrasi dışı müdahalelere meşruiyet kılıfı getiren cuntacıları hatırlatan bu tehdidini, maalesef ya görmezden geldik, geçiştirdik, ya da Erdoğan ile Gül arasındaki derin çatlağı söyleyen biz olmayalım diye yutkunduk...

Gül’ün intifadayı başlatan hamlesi, bence 3 Kasım’da Bahçeşehir Üniversitesi’ndeki konuşmasıdır.

Gül ve ekibi bu noktaya nasıl geldi?

Ben şunu görüyorum; bu ekibin üç ortak özelliği var.

Bir; hepsi Erdoğan’a karşı öfkeli... Hepsi AK Parti iktidarının ilk günlerinden itibaren Erdoğan’la birlikte çalıştılar. Erdoğan’ın onlara altın tepside sunduğu makamları da bir kadirşinaslık olarak değil, hakları olarak görüyorlar. Hepsinin yolları Erdoğan ile ayrıldı. Bu ayrılmanın bütün kabahatlisi olarak Erdoğan’ı biliyorlar. Ekiptekiler, Erdoğan’ı vefasızlıkla suçluyor. Ancak –burada teker teker sıralamak istemiyorum- hemen hepsinin Erdoğan’a açıktan ya da örtülü vefasızlıkları var. Hem de ne vefasızlıklar. Erdoğan’ı affedemiyorlar ve köprüleri atmanın gerilimi ile yaşıyorlar.

İki; Gül ve ekibindekilerin hepsi, Türkiye’nin kendilerine ihtiyacı olduğuna, bu zor dönemde kendilerine görev düştüğüne inanıyorlar. Kendilerini kenara itilmiş, pasifize edilmiş, işe yaramaz hale gelmiş görüyorlar. Öyle ki, kendilerinden istifade edilmemesinin, Türkiye’ye yapılmış haksızlık olduğuna inanıyorlar. Büyük beklenti içerisindeler. Görev bekliyorlar ama Erdoğan oralı bile olmuyor. Onun için artık harekete geçme zamanının geldiğine karar veriyorlar.

Üç; Gül’ün Türkiye’nin yönetimine gelmesi halinde problemlerin çözüleceğine AK Parti tabanını ikna etmeye çalışıyorlar. “Mesele AK Parti meselesi değil, Erdoğan’dan kurtulma meselesidir” diyorlar.

Kısacası, “Türkiye, atı değil, süvariyi değiştirerek yoluna devam etmelidir” diyorlar.
(..)
T24

"Erdoğan farkında değil, öfkesinin sonucunda Gül, 'kahraman' gibi ortaya çıkabilir"
03 Ocak 2018



"Söz konusu kişi Gül olunca bunun boşa bir umut olacağını söyleyebilirim"

Sözcü yazarı Can Ataklı, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ile selefi Abdullah Gül arasında son yayımlanan KHK ile başlayan "muğlaklık" tartışmasını değerlendirdi. Ataklı Gül'ü kastederek, "Erdoğan belki farkında değil ama bu kez öfkesinin sonucunda hiç hak etmeyen biri “kahraman”gibi ortaya çıkabilir" dedi.

Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) içindeki cunta yapılanması tarafından düzenlenen darbe girişiminin "bastırılmasında" rol oynayan sivillere yargı muafiyeti getiren düzenleme için Gül, "kaygı verici", "gözden geçirilmeli" yorumlarında bulunmuştu. Erdoğan, "Kendileri tarafından yapılan o açıklama, aldığı retweet’lerle süreci çok farklı bir yere doğru işletmiştir" demişti. Erdoğan, "düzenlemenin son derece açık olduğunu" vurgulayarak "Neye dayanarak böyle bir muğlaklıktan bahsediyorsunuz?" ifadesini kullanmıştı.

Ataklı'nın "Gül’ü zorla kahraman yapacaklar" başlığıyla (3 Ocak 2018) yayımlanan yazısının ilgili bölümü şöyle:

İktidar partisinin kurucuları arasında “en silik, en çekingen, en özelliksiz” kim diye sorsanız hiç tereddüt etmeden Abdullah Gül adını veririm. Siyaset hayatının hiçbir döneminde etkili bir profil çizemedi Abdullah Gül. Ama bir şirkete girecek olsa vereceği CV patronların başını döndürür. Milletvekilliği, pek çok bakanlık, Meclis Başkanlığı, Başbakanlık ve Cumhurbaşkanlığı yapmış birinin çok mükemmel özellikler taşıdığını düşünür herkes değil mi? Oysa böyle değil. Bütün o görevler bir tür emanetçi olarak yerine getirildi. Abdullah Gül Erbakan'ın bakanlarından biriydi. Hep Erbakan'ın gölgesinde kaldı. Kendi başına hiçbir şey yapmadı. Erbakan'ın düşeceği anlaşılınca gemiyi ilk terk edenlerden biri olmuştu. Tayyip Erdoğan olmasa Gül Erbakan'dan asla ayrılmazdı ve asla yeni bir partinin öncülerinden biri olmazdı. AKP'yi kurarken de Erdoğan'ın himayesinde kalmayı tercih etti. Erdoğan yasaklı olunca 2003'te “emaneten” Başbakanlık koltuğuna oturdu. Erdoğan'ın yasağı kalktığı an o da makamını terk etti. 2007'de cumhurbaşkanı olma hayaline çok kapıldı. 367 engeline takılmak Gül'ün kimyasını fena halde bozdu. AKP'nin aynı yıl yapılan genel seçimlerden zaferleçıkması üzerine cumhurbaşkanı olmak için adeta dayattı. Sonunda amacına ulaştı. Cumhurbaşkanlığı döneminde akıllarda kalacak, tarihe geçecek tek bir icraatı bile olmadı. Tayyip Erdoğan'ın özel noteri gibi çalıştı Çankaya'da. Bir tek kanunu bile vetoetmedi. Erdoğan'ından gelen her şeyi tereddütsüz ve anında imzaladı. Medyadaki yandaşları ise bu süreçte “Gül'ün Tayyip Erdoğan'dan çok daha kültürlü, bilgili ve daha sevecen” olduğu algısını toplumda yaymaya çalıştılar, Gül bunlara hiç karşı çıkmadı. 7 yıllık cumhurbaşkanlığı sırasında bir ya da iki kere iktidarı eleştirir gibi yaptı, hiçbirinde kararlı ve ısrarlı olmadı, hep olayları akışına bırakarak sanki “üstün nitelikli”biriymiş havası yaratmaya çalıştı. AKP'de bir grup ısrarla Gül'ün bir liderlik yarışı başlatmasına ön ayak olmak istediler. Bu uğurda bir gazete bile kurdular. Ancak Gülbırakın yeni bir hareket başlatmayı Erdoğan'ın hoşuna gitmeyecek hiçbir şey yapmamaya özen gösterdi. Şimdi Gül yine gündemde. Yine kimi çevreler Gül'den bir hareket başlatmasını bekliyorlar. Bana göre bu elbette mümkün değil. Hep hazıra konmaya alışmış, bugüne kadar hiçbir siyasi mücadele vermemiş, hep gölgede kalarak “gizli güç” gibi algılanma merakındaki birinin siyasi hareket başlatması asla mümkün olamaz. Ancak bu kez farklı bir durum var. AKP Genel Başkanı Erdoğan, Gül'e ilk kez açıktan cephe aldı, son birkaç gündür hep aleyhine konuşuyor. Erdoğan konuşunca fedai yandaşları da salvo atışlarına başladılar. Üstelik Gül'e karşı çok ağır hakaretlerdede bulunuyorlar. Bu tür davranışlar en zayıf karakterleri bile harekete geçirebilir. Gül de kendisine yönelik bu hakaretlere dayanamayarak öncülük yapmaya kalkabilir. Erdoğan belki farkında değil ama bu kez öfkesinin sonucunda hiç hak etmeyen biri “kahraman”gibi ortaya çıkabilir. Bana sorarsanız “keşke” derim. “Keşke Gül böyle bir hareket başlatacak kadar cesur olabilse ve siyasete bir denge gelebilse.” Ancak söz konusu kişi Gül olunca bunun boşa bir umut olacağını söyleyebilirim.

T24
ETİKETLER
erdoğan öfke gül kahraman ataklı

Emre Kongar: ‘Muğlak Cumhuriyet!
04 Ocak 2018

Muğlak: Arapçadan gelen bir sıfat.

“Kapalı, anlaşılması güç, karışık, çapraşık, farklı yönlere çekilebilen” demek.

***

Benim “Linç KHK’si” dediğim 696 sayılı KHK’nin 121’inci maddesinde yapılan düzenlemeyle, “Resmi bir sıfat taşıyıp taşımadıklarına veya resmi bir görevi yerine getirip getirmediklerine bakılmaksızın 15/07/2016 tarihinde gerçekleştirilen darbe teşebbüsü ve terör eylemleri ile bunların devamı niteliğindeki eylemlerin bastırılması kapsamında hareket eden kişiler hakkında da birinci fıkra hükümleri uygulanır” denilerek, resmi görevlilerin yanında, sivillere de cezai sorumsuzluk getirildi.
Bu maddeye hukukçular karşı çıktı:

Maddedeki ifadenin, “bütün muhalif eylemlere karşı iktidar yanlısı sivillerin şiddet uygulamasını özendirdiği ve bu nedenle de iç savaşı kışkırttığı” biçiminde eleştiriler yapıldı.

Başbakan Binali Yıldırım’ın, “Buna kim itiraz ediyorsa, bizim için darbecilerden farkı yoktur, bu kadar açık söylüyorum” demesi, eleştirenlerin kaygılarını artırdı!

***

Eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül de bu konuda attığı iki tvitte şöyle dedi:

1) “15 Temmuz hain darbe teşebbüsüne karşı arkasına bakmadan sokağa çıkıp direnen kahraman vatandaşlarımızı koruma amacıyla çıkartıldığını düşündüğüm 696 sayılı KHK’nin yazımındaki hukuk diliyle bağdaşmayan muğlaklık, hukuk devleti anlayışı açısından kaygı vericidir.”
2) “İlerde hepimizi üzecek olaylara ve gelişmelere fırsat vermemek için gözden geçirileceğini ümit ediyorum.”

Buna karşılık, AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan (Bülent Arınç’ın da Gül’ü desteklemesine atıf yaparak) şöyle dedi:

“Geçmiş cumhurbaşkanımızın da, burada kalkıp maalesef bir muğlaklıktan bahsetmiş olması üzücüdür. Neye dayanarak siz böyle bir muğlaklıktan bahsediyorsunuz? Hangi madde sizi bu muğlaklığa itebiliyor? Bu üzücü olmuştur. Kendileri tarafından yapılan o açıklama, aldığı retweet’lerle süreci çok farklı bir yere doğru işletmiştir.”
Gül buna şöyle bir yanıt verdi:

“Bir kararname yayımlandı. İyi niyetle yapılmış bir kararname. Burada bir açık görüyorum, durumdan vazife çıkartacak bazıları, böyle bir detay var. Bunun önüne geçilmeli diye düşündüm. Bunu oraya buraya çekmenin bir anlamı yok açıkçası. Ben hayatımı devlete millete hizmet ederek geçirmiş eski bir Cumhurbaşkanıyım. Bunun arkasında bir şey aranmasının anlamı olmadığını düşünüyorum.”

Erdoğan, Abdullah Gül’ün tepkisini ve Arınç’ın buna desteğini şöyle değerlendirdi:

“Bizi şaşırtan, bu husumet kervanına bizim dava arkadaşlarımızdan bazılarının katılması. Yazıklar olsun. 16 Nisan’da da bugün bu kampanyaya katılanlar ‘Evet’ demedi. Biz bir yolda aynı dava arkadaşı değil miyiz? Nasıl oluyor da bir anda, affedersiniz Bay Kemal’in kayığına biniyorsunuz?...”

***

Sevgili okurlarım, görülüyor ki, sadece 696 sayılı KHK değil, Erdoğan, Gül ve Arınç arasındaki ilişkiler de pek “muğlak”!
Bu “muğlaklık”, hiç kuşkusuz, Tek Adam Rejiminden kaynaklanıyor...
Türkiye’deki Cumhuriyet rejiminin de “muğlaklığını” yansıtıyor:

“MUĞLAK CUMHURİYET”E HAYIR...
(..)

Cumhuriyet

Zarrab ve Korkmaz’ı yeni davalar için ellerinde tutuyorlar!
5 Oca, 2018



ABD-Atilla’ya karşı davasında jüri üyeleri, eski Halkbank Genel Müdür Yardımcısı Hakan Atilla’yı 6 suçlamanın 5’inde suçlu buldu. Yargıcın yakın zamanda kesin kararı açıklaması bekleniyor. Kararın ardından Türk kamuoyu “Bundan sonra ne olacak?” sorusuna yanıt aramaya başladı. Halkbank üzerinden Türkiye’ye ağır cezalar verilmesine kesin gözüyle bakılırken, yeni zincirleme davaların da gelebileceği değerlendiriliyor. Haber Türk Washington Temsilcisi Serdar Turgut, bu görüşte olanlardan.

Turgut’un bugünkü köşe yazısının satırbaşları şöyle:

“Hakan Atilla’nın savunmasına çok yakın bir kaynak, devletin elinde tuttuğu Reza Zarrab’dan ileride açılacak davalarda da yararlanma niyetinin olduğunu söyledi. Tanık koruma programına alınma ihtimali yüksek diye eğer Reza Zarrab bu dava biter bitmez normal yaşamın içine dahil olacak diye düşünüyorsanız, bunun yanlış olduğunu bilmeniz gerekiyor.

ZARRAB SÜREKLİ DENETİM ALTINDA

Öncelikle Zarrab, devletin işbirliği yapan tanığı olabilmek için yapılan bir dizi ağır suçlamayı kabul etti. Ona sunulan koşullardan biri buydu. Dolayısıyla Reza Zarrab şimdi mutlaka bir ceza alacak. Ne kadar hapis cezası alacağı ise eğer savcılık, yargıca “5K1 adı verilen işbirliği yeterlidir ve bir daha suç işlemeyeceğine eminiz” içerikli yazıyı verirse Yargıç Berman’ın tavrına kalıyor.
Şurası kesin; süresi az olsa da Zarrab bir hapis cezası alacak ama daha iyi koşullarda hapiste tutulacak.

Bunu FBI’ın da istediği ve ileride daha değişik davalarda tanık olarak kullanmak için Zarrab’ı sürekli denetim altında tutmak istediği söyleniyor.

İNSAN KAÇAKÇILARI DEĞİL FBI KAÇIRDI

Hakan Atilla davasında ortaya çıkan, 17-25 Aralık operasyonlarını yürüten kaçak polis Hüseyin Korkmaz’dan da ileride yararlanılmasının planlandığı anlatılıyor. Savcılığın bu polisle daha İstanbul’dayken temasa geçtiği ve ülkeden çıkarılıp ABD’ye getirildiği söyleniyor.

Bana ifade edilene göre, New York Güney Bölgesi Savcılığı, polisin İstanbul’daki avukatlarıyla temasa geçmiş, daha sonra da büyük ihtimalle FBI devreye sokularak ülkeden çıkışı ayarlanmış.
Kaçak polis mahkemede, ülkeden kaçışını insan kaçakçılarının ayarladığını anlattı, ama birçok kaynak bunun doğru olmadığını, ona FBI’ın yardım ettiğinin daha sonra yaşananlarla kanıtlandığını söylüyor.
Bu polise kaçırıldığı üçüncü bir ülkede yardımcı olunduğu, artık Türk pasaportu olmadığı için bulunduğu yerin pasaportunun edindirildiği, ardından da Amerikan yasal güçleri aracılığıyla ABD’ye getirildiği belirtildi.
Bu kaçak polise siyasi sığınma hakkı verildi. Oturduğu ev savcılık tarafından kiralandı, FBI ona 50 bin dolara yakın para yardımı yaptı, ayrıca çıkarılması hayli zor olan çalışma izni belgesi de çıkarıldı.

Yani o da Zarrab gibi ileride Türkiye aleyhine açılacak yeni bir davada tanık olarak kullanılmak için elde tutuluyor.

WASHİNGTON YAPTIRIMLARA HAZIRLANIYOR

Önceki gün Hakan Atilla’ya yapılan acımasızlığı izledik, ama bu durum, davada konuşulanları son duyacağımız anlamına gelmiyor. Çünkü ABD bir şeyler planlıyor ve yakında yeni girişimlerin gelmesi hiç de sürpriz olmayacak.

Türkiye’yle ilgili siyasi içerikli bazı yaptırımlar üzerinde zaten çalışılmaktaydı Washington’da. Atilla davasında alınan sonuç, o yaptırımların da bir tür açılışı olacak. Özellikle Hazine’de yapılan bazı bankaların hedeflendiği çalışmada Atilla davasında sunulan deliller gerekçe olarak alındı bile.
Önceki gün jüri kararını açıkladıktan sonra salondan çıkarken, “İnşallah bu berbat yeri bir daha görmem, bu tür insanlık dramlarını yeniden yaşamam” demiştim, ama öyle görünüyor ki hedefte Türkiye’nin olduğu başka davalar için de tekrardan buraya gelmek zorunda kalacağım.”
Aydınlık

Çankırı’da polislerden gençlere ‘uzun saç’ dayağı... 'Palyaçolar' diye lakap takılıp gözaltına alındılar
05 Ocak 2018



Çankırı’da uzun saçları nedeniyle polis tarafından 'Palyaçolar' diye lakap takılıp gözaltına alınan gençlerin dövülmesi şehirde tepkiyle karşılandı. Emniyet müdürlüğü önünde protesto düzenlenirken polisler hkakında soruşturma başlatıldı.

Polis tarafından darp edilen gençlerin fotoğrafları sosyal medyada paylaşıldı.

Çankırı’da uzun saçları nedeniyle polis tarafından “Palyaçolar” diye lakap takılıp gözaltına alınan gençlerin, dövülmesi şehri karıştırdı. Çankırı Esnaf Kefalet Kooperatifi ile Şoförler Odası Başkanı Necati Akdoğan’ın yeğenlerinin burnu kırıldı. Akdoğan’ın yakınlarından oluşan 200 kişi, Çankırı Emniyet Müdürlüğü’ne giderek polis şiddetini protesto etti. 4 kişi gece saatlerinde serbest bırakıldı. Polis tutanağında gençlerin Cumhurbaşkanı Erdoğan’a küfür ve hakaret ettiği iddia edildi.

Sözcü gazetesinden Kamil Elibol’un haberine göre; İzmir’de çalışan Selim Akdoğan yılbaşı tatili nedeniyle memleketi Çankırı’ya geldi. Akdoğan şehir merkezinde arkadaşları ile gezerken sivil bir kişinin kendilerine “Palyaçolar’” diye hitap ettiğini söyledi. Akdoğan “Palyaçolar gelin buraya, bu saçınız başınız ne lan’ şeklinde hakarete maruz kaldık. Aramızda tartışma çıkınca kardeşim Yavuz ve arkadaşlarım Ali Salih Metin, Burçin Dombaz ile birlikte bizi gözaltına aldılar” dedi.

Ters kelepçe

Ters kelepçelenerek gözaltına alındıklarını ve darp edildiklerini söyleyen Akdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü: “Emniyet’te en az 10 polisin şiddetine maruz kaldık. Merdivenlerden başlayarak 4. kata kadar dayak yedik. Burnum kırıldı. Koridorda saçlarımdan sürükleyip yumruk attılar ve suratıma tekme vurdular, copladılar. Burçin’in kafasında çatlak, ağabeyim Yavuz’un sırtında morluklar var. Ali de şiddete uğradı. Tek suçumuz polisin bizim uzun saçımızı beğenmemesi. Sonra da şiddete kılıf bulmak için bizim Cumhurbaşkanı’na küfür ettiğimizi öne sürdüler. Aksine Emniyet’te bize ve ailemize galiz küfürler edildi. Darp raporu aldık, şikâyetçi olduk.”

Polislere soruşturma

Çankırı Valiliği, polisler hakkında soruşturma başlattı. Selim Akdoğan kendilerini Emniyet’te döven polislerin alkollü olduklarını da iddia etti. Polis tutanağında gençlerin Cumhurbaşkanı Erdoğan’a küfür ve hakaret ettiği iddia edildi.
Cumhuriyet

İHAK: AF DEĞİL HAK
5 Ocak 2018

İnsan Hakları ve Adalet Hareketi (İHAK) tarafından cezaevindeki Müslüman esirlerin mağduriyetlerinin giderilmesi için yapılan basın toplantısı dün (4 Ocak) gerçekleşti.

İHAK Başkanı Av. Cihat Gökdemir, yaptığı konuşma ile esir Müslümanların mağduriyetlerine dikkat çekerken, süreç içerisinde yapılan birçok düzenlemeden başka suçlardan cezaevinde yatanların (hırsızın, tecavüzcünün, katilin) yararlandırılıp, Müslüman esirlere yönelik bir adım atılmadığına vurgu yaptı.

Esir Müslümanlar adına da İlhan Doğan’ın babası Hasan Doğan, Cemil Şahin’in kardeşi Yılmaz Şahin, Haluk Özdoğan’ın eşi Sema Dilek Özdoğan, Kâmil Aşkın’ın annesi Kıymet Aşkın, Eyüp Ethem Köylü’nün kardeşi Mustafa Köylü, Osman Erdemir’in ağabeyi Ramazan Erdemir birer konuşma yaparak hakısz ve hukuksuz bir şekilde onlarca yıldır devam eden bu mağduriyetlerin bir ân önce son bulması gerektiğini vurgulayarak yetkilileri, siyasî iradeyi bu konuda adım atmaya çağırdılar ve atılacak bu adımla esir tutulan müslümanların serbest kalmasının af değil, hak olduğunun altını çizdiler.

Cezaevindeki esirlerin serbest bırakılması meselesinden ayrı olarak Ethem Köylü’nün kardeşi Mustafa Köylü, ayrıca, F Tipi cezaevlerindeki esaret şartlarının OHAL kapsamında çıkartılan Kanun Hükmünde Kararnamelerle (KHK) daha da ağırlaştırıldığına dikkat çeken bir konuşma da yaptı.

Gûya Fetullahçılar hakkında çıkartılan KHK’lar sebebiyle zulmün katlandığına vurgu yapan Köylü, ayda bir olan açık görüş hakkının iki ayda bire çıkarıldığını, esirlere kitap ve dergi ulaştırmada problemler yaşandığını, koğuşlarda kitap ve dergi bulundurmaya sınırlamalar getirildiğini, ağabeyinin resim yaparken bu imkânının elinden alındığını, üniversite sınavlarına götürülmediklerini ve son çıkartılan tek tip kıyafet KHK’sı kapsamında tek tip giymeye zorlanacaklarına dair taşıdığı endişeleri de dile getirdi.

Adımlar HABER

İstanbul'da gece yarısından sonra kadınların evlerine girip tecavüz eden bir kişi polis tarafından yakalandı
05 Ocak 2018

Beşiktaş'ta 31 Aralık gecesi bir kadına tecavüz eden şüpheliyi yakalamak için harekete geçen dedektifler önceki gün Duran E. adlı şüpheliyi gözaltına aldı. Polis olayla ilgili yaptığı soruşturmada İstanbul'da daha önceden meydana gelen tecavüz olayları mağdurlarına şüphelinin resmini gönderdi.4 KADINA TECAVÜZ ETMİŞ
Beşiktaş, Sarıyer ve Bakırköy'de daha önceden tecavüze uğrayan 3 kadın da şüpheliyi fotoğraftan teşhis etmesi üzerine Asayiş Şube Müdürlüğü'ne çağırıldı. Emniyete gelen kadınlar, Duran E.'yi kendilerine tecavüz eden kişi olarak teşhis etti. Yapılan teşhislerle şüphelinin 4 kadına tecavüz ettiği ortaya çıktı.
İTİRAF ETTİ TUTUKLANDI
Poliste yapılan sorgusunda şüphelinin hırsızlık için girdiği evdeki kadınlara tecavüz ettiğini itiraf ettiği öğrenildi. Şüpheli çıkarıldığı adliyede tutuklanarak cezaevine gönderildi. Kaynak: İstanbul'da hırsızlık için girdiği evlerde 4 kadına tecavüz eden zanlı tutuklandı.
Haberartıtürk

Hanedanlık kurdular! Rektörlerden üniversitelerde eşe-dosta kıyak..
28 Aralık 2017

Son dönemde üniversitelerde yaşanan kadrolaşmalardan bazı örnekler şöyle:

Üniversitelerde ‘Hanedan uygulaması’ giderek yayılıyor. Konya Necmettin Erbakan, Osmaniye Korkut Ata, Denizli Pamukkale, Alanya Keykubat, Ağrı İbrahim Çeçen ve Ankara Üniversitesi’nde rektör ve dekanlar eşlerini, çocuklarını, kardeşlerini ve yakın akrabalarını önemli görevlere atadı. YÖK duruma müdahale etti, bazı atamalar iptal edildi.
Son dönemde üniversitelerde yaşanan kadrolaşmalardan bazı örnekler şöyle:
– Konya Necmettin Erbakan Üniversitesi: Meram Tıp Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Celalettin Vatansev, kardeşi, oğlu ve eşini işe aldı. Eşi Hülya Vatansev'i dekan yardımcısı yaptı. YÖK'ün uyarısı üzerine eş görevden alındı.
– Osmaniye Korkut Ata Üniversitesi: Rektör Prof. Murat Türk, eşi Zeynep Türk'ü KTÜ İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dekan Vekili yaptı. YÖK görevden aldı. Rektör Türk ayrıca, akrabası Prof. Dr. Sabri Ulukanlı'yı rektör yardımcısı, Ulukanlı'nın biyolog eşi Prof. Dr. Zeynep Ulukanlı'yı Mimarlık ve Güzel Sanatlar Fakültesi Dekan Vekili olarak görevlendirdi.
Ankara Üniversitesi'nde Rektör İbiş saltanatı... Oğlu Ankara Tıp’a geçti
– Ankara Üniversitesi: Rektör Erkan İbiş yatay geçiş kontenjanını 4'ten 8'e yükseltti ve Başkent Tıp Fakültesi 3. sınıfta okuyan oğlu Can İbiş'i yatay geçiş ile üniversitesine aldırdı.
– İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü: Rektör
Mustafa Güden, eşi Gülay Güden'i enstitünün Basın ve Halkla İlişkiler Birimi Şube Müdürü olarak atadı.
Yine aile üniversitesi: Rektör sekreter olan eşini nereye atadı?
– Sivas Cumhuriyet Üniversitesi: Rektör Alim Yıldız, bir yeğenini üniversitenin vakfına genel koordinatör yaparken, diğerini ise Sosyal Bilimler Enstitüsü'ne sekreter olarak atadı.
– Pamukkale Üniversitesi: Rektör Prof. Hüseyin Bağ, eşi Derya Bağ'ı İslami İlimler Enstitüsü'ne sekreter olarak atadı. YÖK iptal etti.
Lisans öğrencisi eşini enstitüye sekreter atayan rektör: Bunu yapmalıyım dedim
– Alanya Keykubat Üniversitesi: Rektör Prof. Ahmet Pınarbaşı, eşi Meryem Pınarbaşı'nı Sosyal Bilimler Enstitüsüne sekreter yaptı.
– Ağrı İbrahim Çeçen Üniversitesi: Eski Rektör İrfan Aslan, imam olan kardeşini İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesine, sekreter olarak getirdi.
Sözcü

Yaş sebze-meyve ihracatı yandaşlara peşkeş çekildi, yılların firmaları haraca bağlandı
05-01-2018



“Türkiye’nin en önemli ihracat kalemlerinden biri olan yaş meyve-sebze pazarı yandaşlara peşkeş çekildi, yıllardır bu alanda faaliyet gösteren firmalar ise yandaşlara haraca bağlandı.” Konuyu, CHP’li Pekşen soru önergesiyle Meclis’e taşıdı.

Yaş sebze ve meyve pazarı Türkiye’nin en önemli ihracat kalemlerinden birisi. Pazarının büyüklüğü ile kritik önemde olan yaş meyve sebze ihracatı ise AKP hükümeti tarafından diğer tüm sektörlerde olduğu gibi yandaş firmalara peşkeş çekildi. Sorunu Meclis gündemine getiren CHP Trabzon Milletvekili Haluk Pekşen, konuya ilişkin bir soru önergesi verdi.

BİTME NOKTASINDA

AKP iktidarının yaş sebze ve meyve ihracatını da yandaşlara peşkeş çektiğini ifade eden Pekşen, “Rusya Federasyonu, ülkemizin en stratejik sektörlerinden ve istihdama yaptığı büyük katkının yanı sıra tarımla uğraşan vatandaşlarımızın geçim kaynağı olan yaş meyve ve sebze sektörü için vazgeçilemez ve en önemli ihracat pazarıdır. Ancak AKP her alanda olduğu gibi yaş sebze ve meyve ihracatını da yandaşlara peşkeş çekerek yıllardır bu sektörde önemli başarılar sağlayan firmaları devre dışı bırakarak ihracatçıyı bitme noktasına getirmiştir.” dedi.

‘KARADENİZ’DE BİR HARAÇ DÜZENİ KURULDU’

Karadeniz’de yaş sebze ve meyve ihracatında adeta bir haraç düzenin kurulduğunu söyleyen Pekşen, “AKP yandaşlarına ihracat izni verildi ve diğer firmalar ihracat için bu firmalara haraç verir duruma geldi. İhracat yapma yetkisi alan yandaşlar bu yetkiyi alamayan firmaların ihracatına aracılık etmeye başlamıştır” dedi.

HER TIR İÇİN 3 BİN DOLAR: BU HARAÇLAR KİMİN CEBİNE GİDİYOR?

“Her tır için 2-3 bin dolar komisyon aldıkları söyleniyor. Bu paraları kimler paylaşıyor, bu haraçlar kimin cebine gidiyor?” diye soran Pekşen, şöyle devam etti: “Lisans alamayan firmalar isyan ediyorlar. Resmen haraca bağlanmışlar. Yandaş firmalar aldıkları haraçla zenginleşiyor. 25 yıldır bu işi yapan, çok önemli başarılara imza atan firmalar şimdi ihracat yapmak için haraç vermek zorunda kalıyor.”

‘İHRACATÇILAR ‘AVANTAYI KİME NEDEN VERİYORUZ’ DİYE SORUYOR’

“Haraç düzeni kurulmuş. Bu haraç kimler arasında paylaşılıyor? AKP’nin elini attığı her alanda yolsuzluk var. Yolsuzluk yapmadan kazanç elde etmiyorlar. Allah korkusu yok mu? İhracatçılar avantayı kime neden veriyoruz diye soruyorlar. Biz de soruyoruz, ‘Yolsuzluk yapmadan hizmet yapmayacak mısınız? Avantasız ticaret yapılamaz oldu ülkede.”

'25 YILLIK FİRMALARDAN BU YETKİ NEDEN ALINDI?’

Pekşen, “Buradan Tarım Bakanı Fakıbaba’ya sesleniyorum, Sayın Bakan bu düzenden haberiniz var mı, Karadeniz’e gelmişken bu konuya el atın, 25 yıldır bu işi yapan firmaların elinden bu yetki neden alınmıştır?” şeklinde seslenerek, “Bu düzeni görmezden mi geleceksiniz yoksa bu haraç düzenini değiştirecek misiniz?” sorusunu yöneltti.

'14 FİRMA HANGİ KRİTERLERE GÖRE BELİRLENDİ?'

CHP’li Pekşen, Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanı Ahmet Eşref Fakıbaba’dan şu soruları cevaplamasını istedi.

1) Yaş sebze ve meyve ihracat yetkisi verilen 14 firma hangi kriterlere göre belirlenmiştir?

2) 25 yıldır Rusya’ya yaş sebze ve meyve ihracatı yapan ve bu alanda büyük başarılara imza atan firmalar neden liste dışı bırakılmıştır?

3) İhracat yetkisi verilen bu firmalar kim tarafından belirlenmiştir?

4) Bu firmalar belirlenirken Yaş Meyve Sebze İhracatçıları Birliği’nin görüşü alınmış mıdır?

5) Belirlenen bu firmalar ne zaman kurulmuştur?

6) Belirlenen bu firmalar bugüne kadar hangi ülkelere, hangi ürünleri ihraç etmişlerdir?

7) Bu firmaların son 5 yıllık ihracat rakamları nedir?

8) Bu firmaların üretim, paketleme vb. gibi alt yapı tesisleri var mıdır?

'HER TIR İÇİN 3 BİN DOLAR KOMİSYON ALINDIĞI DOĞRU MU?'

9) Domates ihraç yetkisi neden sadece 4 firmaya verilmiştir?

10) Bu 4 firma hangi kriterlere göre kim tarafından belirlenmiştir?

11) İhracat yetkisi alan firmaların diğer firmaların ihracatına aracılık etmek için her bir tır için 2-3 bin dolar civarında komisyon aldığı doğru mudur?”
İleri Haber

AKP’de kabine değişikliğinin gündeme gelmesinin sebebi Albayrak-Soylu gerilimi mi?
06 Ocak 2018



"Erdoğan, 'iç kabine'yle hükümete yön veriyor; Albayrak, 'ikinci patron' gibi davranıyor"

CHP'li Eren Erdem: Süleyman Soylu siyasi bir mevtadır; ocak ayındaki revizyonda kabine dışında kalacak
Kulis: Erdoğan kabinede revizyon yapacak, 18 bakan değişebilir
Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü: Kabine değişikliği ve bedelli askerlik gündemimizde yok

Yeni yılla birlikte yeniden gündeme gelen kabine değişikliği iddiaları, Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın’dan gelen yalanlamaya rağmen konuşulmaya devam ediyor. Kabine değişikliği beklentisine gerekçe olarak gösterilen son iddia, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Berat Albayrak ile İçişleri Bakanı Süleyman Soylu arasındaki gerilim oldu.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın damadı olan Albayrak’ın, son dönemde CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu başta olmak üzere ana muhalefet partisinden çok sayıda isimle karşı karşıya gelen ve tepki çeken açıklamalarda bulunan Soylu’yla ilgili tepkisini açıkça söylemekten geri durmadığı kaydedilirken, Başbakan Binali Yıldırım’ın da İçişleri Bakanı’ndan rahatsızlık duyduğu iddia edildi.

"Erdoğan, 'iç kabine'yle hükümete yön veriyor; Albayrak, 'ikinci patron' gibi davranıyor"

Hükümetteki olası değişikliklerle ilgili olarak BirGün’den Nurcan Gökdemir’in kaleme aldığı haber şöyle:

"AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın referandum sonrası 2019’u beklemeden fiilen başkanlık görevini üstlenmesinin, iktidar partisinde yarattığı sarsıntılar artarak sürüyor. Binali Yıldırım’ın 'Başbakanlık' görevini resmen sürdürmesine karşın Erdoğan’ın aralarında Saray danışmanlarının da bulunduğu bir iç kabine ile hükümet çalışmalarına yön verdiği, bu küçük grupta yer alanların sadece Saray’dan talimat aldığı, damadı da olan Berat Albayrak’ın 'ikinci patron' gibi davrandığı kulislerde sıklıkla dile getiriliyor.

"Başbakan da Soylu'dan rahatsızlık duyuyor"

İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun geçmişi ile ilgili duyulan rahatsızlığın, AKP’yi ve hükümeti sıkıntıya düşüren açıklamaları ve tutumuna karşın “koruma altında” olmasının da özellikle partinin önde gelen bazı isimlerinin tepkisine yol açtığı da konuşulanlar arasında. Berat Albayrak’ın açığa vurmaktan çekinmediği tepkisinin yanı sıra Başbakan Binali Yıldırım’ın da Soylu’dan rahatsızlık duyduğu konuşuluyor.

"İç kabinenin dışında kalan isimlerle Erdoğan ve Yıldırım'ın teması çok az"

Erdoğan’ın, Saray’daki danışmanlarının yanı sıra Bekir Bozdağ, Berat Albayrak, Nurettin Canikli, Abdülhamit Gül, ekonomi konusundaki farklı çıkışlarına karşın vazgeçmediği Nihat Zeybekçi, Fatma Betül Sayan, Süleyman Soylu gibi isimleri “iç kabine” gibi çalıştırdığı, dışarıda kalan bakanların yanı sıra Başbakan Yıldırım’ın bile bu gruptaki bazı isimlerle temasının çok az olduğu da kulislerde dillendiriliyor.

Bakanlar Kurulu, 1 aydan beri toplanmıyor

Bu arada Bakanlar Kurulu’nun Erdoğan ve Yıldırım’ın gezileri gerekçe gösterilerek bir aydan bu yana hiç toplantı yapmamasına da dikkat çekiliyor. Bunda Erdoğan’ın Bakanlar Kurulu’nu dışlayan tutumunun yanı sıra kabinede yaşanan uyumsuzluğun da etkili olduğu tahminleri kulislerde konuşuluyor.

Erdoğan ve Yıldırım başta olmak üzere çok sayıda ismin yalanladığı kabine revizyonunun kaçınılmaz olduğu beklentisi Ankara’ya hâkim. Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden önce yapılmasına “bugün” koşuluyla kesin gözle bakılan yerel seçimlerden başarıyla çıkmak için kabineyi de kapsayan bazı düzenlemeler yapması bekleniyor. Erdoğan’ın bazı bakanları yerel seçimlerde aday göstermenin yanı sıra AKP’nin ve kendisinin “varlık-yokluk” seçimi olan Cumhurbaşkanlığı ve genel seçimlerini riske atmamak için daha aktif bir kadro oluşturmayı amaçladığı, bağlılığı ve istediği politikaları hayata geçirme becerisi ile ilgili kuşkusu olan bazı isimleri geri plana çekeceğine kesin gözüyle bakılıyor.

T24
ETİKETLER
recep tayyip erdoğan süleyman soylu berat albayrak kabine değişikliği

CHP'li Özel'den Erdoğan ve Bahçeli'ye: İki korkak…
06 Ocak 2018



"Kendi yarattıkları karanlıkta, birbirlerine sarılmış yüksek sesle ittifak şarkıları söylüyorlar"

CHP Grup Başkan Vekili ve Manisa Milletvekili Özgür Özel, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli için ‘iki korkak’ nitelendirmesinde bulundu. Özel, Erdoğan ve Bahçeli’nin ‘kendi yarattıkları karanlıktan korkarak, yüksek sesle ittifak şarkıları söylediğini’ savundu.

Kastamonu’daki CHP İl Kongresi’nde konuşan Özel, “Önümüzde yapılacak ilk seçimi bu kez bir referanduma dönüştürmek hepimizin boynunun borcudur. Türkiye'de birileri ittifak konuşuyor. Aslında iki korkak, kendi yarattıkları karanlıkta Devlet Bahçeli ve Recep Tayyip Erdoğan birbirlerine sarılmış yüksek sesle ittifak şarkıları söylüyorlar” dedi.

CHP’nin içinden 15 Temmuz gecesi herhangi bir darbeci çıkmadığını kaydeden Özel, "Ama senin AKP dediğin parti karnı yarık gibi açıldı. İçinden 100 bin tane FETÖ'cü çıktı, çıkmaya da devam ediyor bir o kadarda içerde var” diye konuştu.

Ağbaba: 2019'da Türkiye'yi Erdoğan yönetemeyecek

CHP Genel Başkan Yardımcısı ve Malatya Milletvekili Veli Ağbaba da, "2019'da Türkiye'yi Recep Tayyip Erdoğan yönetemeyecek. Bundan kimsenin hiç kuşkusu olmasın” ifadelerini kullandı.

T24
ETİKETLER
özgür özel veli ağbaba recep tayyip erdoğan devlet bahçeli korkak

4 kişiyi öldürüp jandarmayı aradı: Birini daha öldürdüm, gelin teslim olacağım
06 Ocak 2018



Konya'nın Ereğli İlçesi'nde bir müteahhitlik bürosunda çıkan silahlı kavgada 3 kişi öldürüldü, 1 kişi ağır yaralandı. 3 kişiyi öldürüp kaçan cinayet zanlısının, bir kişiyi daha öldürüp cesedini boş sulama kanalına attığı ortaya çıktı. Şüpheli 48 yaşındaki Cem Küççüktürk'ün son cinayetten sonra jandarmayı arayarak "Birini daha öldürdüm. Gelin teslim olacağım" dediği ortaya çıktı.

Küççüktürk'ün katliamı dairesinin bulunduğu apartmandaki hissesini müteahhide devretmediği için komşuları ve müteahhit tarafından baskı gördüğü için yaptığı öne sürüldü.
Bir kişiyi daha öldürüp teslim oldu

3 kişiyi öldürüp kaçan cinayet zanlısının, bir kişiyi daha öldürüp cesedini boş sulama kanalına attığı ortaya çıktı. Şüphelinin son cinayetten sonra jandarmayı arayarak "Birini daha öldürdüm. Gelin teslim olacağım" dediği ifade edildi.Verilen adrese sevk edilen jandarma ekipleri şüpheliyi gözaltına aldı. Şüphelinin otomobilinde, 2 pompalı tüfek ile 1 adet de av tüfeği bulundu. Cinayetleri işleyen kişinin 48 yaşındaki Cem Küççüktürk olduğu belirlendi.

Hisselerini devretmemiş

Jandarmaya teslim olan Küççüktürk'ün olayı dairesinin bulunduğu apartmandaki hissesini müteahhide devretmediği için komşuları ve müteahhit tarafından baskı gördüğü için katliam yaptığı öne sürüldü. Katliamı da bunun için yaptığı belirtildi
T24

Erdoğan'ı kızdıran Fransız gazeteciden dikkat çeken paylaşım
7 Ocak 2018



Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, Fransız mevkidaşı Emmanuel Macron’la gerçekleştirdiği görüşme sonrasında düzenlenen basın açıklamasında tartışma yaşadığı Fransız gazeteci konuştu.

Erdoğan’a, "Terörle mücadelede size güvenilir mi? Neden Suriye'ye silah gönderdiniz? Türkiye'nin selefi grupları desteklemesi için ne diyorsunuz?” sorusunu yönelten ve “Sen FETÖ ağzıyla konuşuyorsun” cevabını alan France 2 muhabiri Laurent Richard, Türkiye’deki gazetecilerin artık soramadığı soruları yönelttiğini söyledi.

Kişisel Twitter hesabından Erdoğan’a sorduğu sorunun yer aldığı videoyu paylaşan Richard, “Bugün sadece Türk gazetecilerin artık soramadığı soruları sormaya çalıştım” dedi.

Erdoğan'dan Fransız gazeteciye: FETÖ ağzıyla konuşuyorsun...

Erdoğan ile Richard arasında geçen diyalog şöyleydi:

Richard: Terörle mücadelede size güvenilir mi? Neden Suriye'ye silah gönderdiniz? Türkiye'nin selefi grupları desteklemesi için ne diyorsunuz?
Erdoğan: Suriye’ye kim silah gönderdi?
Richard: MİT'e ait TIR'larda silahlar bulundu.
Erdoğan: Sen FETÖ ağzıyla konuşuyorsun?
Richard: Ben gazeteci gibi konuşuyorum
Erdoğan: O operasyonu yapanlar şu anda içeride. Onlar FETÖ'nün savcılarıydı. Onlar hapisteler şu anda. Operasyon yaptılar. İstihbarat teşkilatlarının bu tür operasyonlarına yönelik kamyonlarla silah taşıma gibi yetkileri vardır. Sen bana bu soruyu soruyorsun da. ABD'nin 4 bin TIR gönderdiği silahları niye sormuyorsun? Bunları da araştırsaydın gazetecisin ya. 4 bin TIR. Bunları yazın. Sorularınızı sorarken başkasıyla ağzıyla konuşmayın. Bunları yutacak biri yok karşınızda. FETÖ ağzıyla konuşmamayı da lütfen öğrenin.
Gazeteci: Yani cevabınız hayır.
Macron: Benim cevabım evet olabilir. Çünkü iyi bir işbirliği içindeyiz.

Patronlar dünyası

Ahmet Hakan: Devlet televizyonunda Nuh Peygamber'in cep telefonuyla konuştuğunu anlattırıyorlar
07 Ocak 2018



Hürriyet yazarı Ahmet Hakan, TRT'de bir programa katılan İstanbul Üniversitesi Deniz Bilimleri Fakültesi öğretim üyesi Dr. Yavuz Örnek'in "Hz. Nuh Peygamber oğluyla cep telefonuyl konuştu" sözlerini tiye aldı. "Öteki dünyaya göç etsem, karşıma Türkiye'den biri çıksa..." diyen Hakan, ülkede yaşanan gelişmelerle ilgili olarak “Vallaha doçent titri taşıyan bir bilim adamını devletin televizyonu TRT’ye çıkarıp Nuh Peygamber’in oğluyla telefon görüşmesi yaptığını ciddi ciddi anlattırıyorlar” söyleyeceğini yazdı.

Ahmet Hakan'ın "İşte 32 kısım tekmili birden yerli ve milli ortak değerlerimiz" başlığıyla yayımlanan (7 Ocak 2018) yazısı şöyle

Doçent, TRT, Nuh, cep telefonu falan

ÖTEKİ dünyaya göç etsem...

Karşıma Türkiye’den biri çıksa...

Bana dese ki:

“Eeee ne var ne yok bizim Türkiye’de Ahmet Hakan? Neler oluyor ülkede?”

Ona şöyle cevap veririm:

“Vallaha doçent titri taşıyan bir bilim adamını devletin televizyonu TRT’ye çıkarıp Nuh Peygamber’in oğluyla telefon görüşmesi yaptığını ciddi ciddi anlattırıyorlar”.

*

Sanırım muhatabım...

“Tamam, tamam... Anladım. Gerisini anlatmana gerek yok” diyecektir.

T24
ETİKETLER
ahmet hakan hürriyet yavuz örnek nuh peygamber oğluyla konuştu

CHP Sözcüsü Tezcan: AKP bize kirli bir pazarlık önerdi
08-01-2018



CHP Genel Başkan Yardımcısı Bülent Tezcan, AKP hükümetiyle ilgili "Bize kirli bir pazarlık önerdiler” dedi.

CHP Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Bülent Tezcan, AKP tarafından CHP'ye belediye başkanları ile ilgili bir "pazarlık" önerisi geldiğini ancak CHP'nin bunu kabul etmediğini söyledi.

CHP Aydın İl Başkanlığı'nın Atatürk Spor Salonu'nda yapılan olağan kongresinde konuşan Tezcan, "Türkiye 17 aydan bu yana olağanüstü şartlar altında yaşıyor. Türkiye'de olağanüstü hal şartları dediğimizde basit bir anayasal durumdan bahsetmiyoruz. Bir darbe ekibinden bahsediyoruz" dedi.

‘BİZ İŞİMİZE GELMEYENLERİ İSTİFA ETTİRİYORUZ’

Cumhuriyet gazetesinde yer alan habere göre Beşiktaş Belediye Başkanı Murat Hazinedar'ın görevden alınmasıyla ilgili "Bu, iktidar eliyle belediye başkanlarına kumpas kurma planıdır" yorumunda bulunan Tezcan, "Biz bu kumpasa ortak olmayacağız. Belediye başkanlarımızı size yedirmeyeceğiz. Bize kirli bir pazarlık önerdiler. 'Biz kendi işimize gelmeyen belediye başkanlarını istifa ettireceğiz, siz de istifa ettirin. İstifa etmezlerse savcılık, adliye yolu açılır' dediler. Biz buna ortak olmadık çünkü belediye başkanlarımızın verilmeyecek bir hesabı yoktur. Belediye başkanlarını görevden almak halkın iradesine kumpas kurmaktır" ifadelerini kullandı.
İleri Haber

"Halkbank'a ceza kesilirse Türkiye altı ay içinde felakete sürüklenir"
08 Ocak 2018



ABD'deki Hakan Atilla davasının muhtemel siyasi ve ekonomik sonuçları tartışılıyor. Ekonomist Atilla Yeşilada'ya göre Türk bankalarına yönelik önlem alınması durumunda Türkiye ciddi bir sorunla karşılaşacak.

Halkbank’ın eski genel müdür yardımcısı Hakan Atilla’nın ABD’de yargılandığı ve İran ve Türkiye vatandaşı işadamı Reza Zarrab'ın itirafçı sıfatıyla ifade verdiği davada jüri kararının açıklanmasıyla birlikte önümüzdeki aylarda Türkiye ile ABD ilişkilerinin kritik bir seyre girmesi bekleniyor. Uzmanlara göre, davanın sonucunda Türk bankalarına karşı önlemler alınırsa Türkiye ciddi sorunlarla karşılaşabilir.

Deutsche Welle Türkçe’ye konuşan ekonomist Atilla Yeşilada’ya göre, 11 Nisan’da kararın açıklanmasından sonra işin seyri Türkiye’nin nasıl tepki gösterdiğine bağlı olacak. Cezanın sabitlenmesi durumunda ‘Halkbank ve olaya karışan bir iki bankaya daha para cezası gelebileceğini’ kaydeden Yeşilada, Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek’in bu cezaların ödenmesi konusunda bankalara sermaye desteği sağlanarak sektörün etkilenmesinin önüne geçmeyi hedeflediklerinin sinyallerini verdiğini hatırlatıyor.

Ancak Yeşilada, kararın sabitlenmesi ve sonrasında Türk bankalarının bir şekilde kredi piyasasına erişimini zorlaştıracak önlemlerin alınması durumunda Türkiye’nin ciddi bir sorunla karşılaşacağı görüşünde: “Türkiye’nin her ay 16-18 milyar dolar borçlanması lazım” diyen Yeşilada ekliyor:“Bunun bir kısmını borçlanamayız. O para Türkiye’den dışarı çıkar, Türk Lirası değer kaybeder, bunun sonucu olarak da enflasyon yükselir, halkın güveni düşer ve ülke resesyona girer.”

Uluslararası finans kuruluşlarına danışmanlık yapan Yeşilada, “Halkbank konuşuldu ve devlet büyüklerimiz hakkındaki iddialar resmen kayda geçti. Dolayısıyla ABD isterse ‘burada örgütlü bir suç var, Türkiye devlet olarak bu işe karıştı’ diyebilir ve istediğini yapabilir” sözleriyle Amerikan siyasetindeki niyetin de tam olarak ne olduğunun anlaşılması gerektiğini düşünüyor.

"ABD pazarlığa zorlayabilir"

Yeşilada, 11 Nisan’a kadar geçecek sürenin de önemli olduğunu vurgularken, o güne kadar perde arkasında çok ciddi bir pazarlığın olacağı yorumu yapıyor. “O zamana kadar ABD Hazine Bakanlığı bir teşebbüse geçmez diye düşünüyorum” diyen ekonomist, Ankara’nın nihai olarak Washington’a ne istediklerini soracağını tahmin ediyor. O noktada ise Türkiye’de gözaltına alınan ABD Büyükelçiliği personelinin yanı sıra Türkiye’nin Suriye politikası ve Rusya’dan S-400 füze sistemlerinin satın alımı gibi ABD’yi “epeyce rahatsız” eden konuların masaya geleceğini düşünüyor Yeşilada.

"6 ay içinde ekonomik facia" öngörüsü

Olayların Türkiye’nin kabul edebileceği bir doğrultuda gelişmemesinin ise 450 milyar dolarlık bir yatırım açığı olan, her sene vadesi gelen 180 milyar dolar borcu bulunan ve 40 milyar dolar cari açığını finanse etmesi gereken bir ülkenin altı ay içinde ekonomik olarak bir faciaya sürüklenmesi anlamına geldiğini ifade ediyor ekonomist Yeşilada ve sözlerini sonlandırıyor: “Batı’yla çatışabilirsiniz, bu tabii ki hükümetin ve halkın iradesi olur, ama bunun maliyetini çok iyi bilmek lazım. Bu kadar kısa vadeli dış krediye bağlı bir ekonomide böyle bir şey yaparsanız bankacılık sistemi üstünden üzerinize gelebilirler, o zaman da çok canınız yanar.”

"Adalet sistemi karşılaştırması yersiz"

Davanın görüldüğü süreçte Sarraf’ın itiraflarında ismi geçen ve o dönem başbakan olan Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, cuma günü jüri kararıyla ilgili bir açıklama yaparak ABD’ye karşı eleştirisini “Böyle bir adalet anlayışı olamaz, ondan sonra da dünyaya adalet dersi vermeye kalkmasınlar” sözleriyle ifade etti. Atilla davasını yakından takip eden hukukçu Uğur Poyraz ise ABD’de yapılan yargılama hakkında oluşan adalet fikrinin Türk hukuku üzerinden karşılaştırılarak değerlendirilmesinin kamuoyunu hataya düşüreceğini savunuyor.

Poyraz, yargılama sürecinin ve alınan kararın Türk hukuk sistemindeki normlarla düşünmenin yanılgılara neden olacağını ifade ederken, “Adil olup olmadığından çok – ki bana göre Amerikan hukuk sistemine uygun bir yargılama – verilen kararın Türkiye üzerinde yaratacağı etkilere bakmak lazım” diyor.

Türkiye’deki kamuoyunun, bu davanın iktidarı sıkıntıya sokmak amacıyla yapılan bir girişim olduğuna ikna edildiğini kaydeden hukukçu Poyraz, tüm bu söylemlere rağmen ilişkilerin nihai olarak zarar görmeyeceği görüşünde. “Türk-Amerikan ilişkileri ne bir vize kriziyle ne de bu tip bir yargılama sonucunda kopacak bir ilişki” diyen Poyraz, ciddi sorunlara rağmen “Vize krizi aşıldığı gibi, burada da bir sıkıntı olsa bile çok kısa zamanda aşılacağına eminim” diyor.

Atilla da itirafçı olur mu?

Öte yandan, jüri tarafından altı suçlamanın beşinden suçlu bulunan Atilla’nın hukuki olarak birkaç seçeneği bulunuyor. 11 Nisan’daki nihai yargıç kararının cezayı sabitlemesi durumunda yüksek yargıya gidebilir. Ancak Poyraz’a göre yüksek yargı süreci 2-3 yıl alabiliyor ve bu süreç boyunca Atilla hakkındaki mahkûmiyet kararı geçerli olacağından dolayı başka seçenekler de söz konusu olabilir.

Amerikan yargı sisteminde her aşamada tarafların uzlaşmasına olanak tanındığına dikkat çeken Poyraz, Atilla’nın itirafçı olmasının ve – eğer var ise – elindeki bir takım belgeleri açıklamasının ceza indirimi ile sonuçlanmasının da ihtimal dahilinde olduğunu belirtiyor.

Benzer davalar var mı?

Geçmişteki benzer davalara bakıldığında, ambargo ve yaptırım rejimlerinin ihlali ile suçlanan bankaların cezai yaptırımlar ile karşılaştığı görülüyor. Örneğin Almanya’nın en büyük bankası Deutsche Bank’ın İran ve Suriye’deki yaptırım rejimini delen işlemler yaptığının ortaya çıkması sonrası kurum 2015 yılında 258 milyon dolar ceza ödemek ve konuyla ilgili olarak altı çalışanını işten çıkarmak zorunda kalmıştı.

Aynı şekilde Fransız bankası BNP Paribas da benzer yaptırım rejimlerini ihlal etmekten aynı sene 8,9 milyar dolar cezaya çarptırılmıştı.

T24
ETİKETLER
halkbank türkiye haber açıklama karar felakat

AKP kongresinde Abdullah Gül pankartı
07 Ocak 2018



AK Parti Nevşehir İl Kongresi'nde, KHK çıkışıyla birlikte AKP'nin politikalarına eleştiriler getiren Abdullah Gül'e dönük manidar ifadelerin yer aldığı bir pankart asıldı.

Başbakan'ın Nevşehir'de konuşmasında ise salonda Abdullah Gül'e mesaj dikkat çekti. Salonda KHK çıkışıyla birlikte AK Parti'nin politikalarına yönelik eleştiriler getiren 11. Cumhurbaşkanı Gül'e yönelik, "Siyasete sonsuza kadar saygımız var. İhanete asla tahammülümüz yok" yazılı bir pankart asıldı.
Haber Fedai

Saadet Partisi Genel Başkanı: IMF'ye borcumuz kalmadı tamam ama uçan kuşa borcumuz var, iflas etmişsiniz
08 Ocak 2018


inPaylaşın

Türkiye’nin IMF’ye borcunun kalmamasına dair iktidardan gelen açıklamaları eleştiren Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamoll
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Cum Oca 12, 2018 11:38 pm tarihinde değiştirildi, toplam 5 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Pzr Oca 07, 2018 11:54 pm    Mesaj konusu: DEVLET GİBİ! Alıntıyla Cevap Gönder

ONU TUTUKLA, BUNU TUTUKLA, NEREYE KADAR?
Av. Mehmet TIĞLI
10 Ocak 2018



Türkiye’de, Ocak 2018 tarihi itibari ile;

291 kapalı ceza infaz kurumu,
70 müstakil açık ceza infaz kurumu,
4 çocuk eğitimevi,
8 kadın kapalı,
6 kadın açık,
7 çocuk kapalı ceza infaz kurumu olmak üzere toplam 386 ceza infaz kurumu bulunmakta olup, bu kurumların kapasitesi 208.830 Kişiliktir. 386 kurumun 151 tanesi ise 2006 yılından bugüne son 12 yılda inşa edilmiştir. (http://www.cte.adalet.gov.tr/bilgidata/genelbilgi.asp)

208 Bin kişilik toplam 386 ceza infaz kurumunda kalan hükümlü ve tutuklu sayısı ise 02.10.2017 tarihi itibari ile de toplam 228.993 kişidir. Yani otelimiz şorta düşmüştür, 20 bin kişi kapasitenin üzerinedir. Bakanlığın yıllara göre yayınladığı istatistiklere bakarsak hükümlü ve tutuklu sayılarının 2007, 2015 yıllarındaki 20’şer binlik artışı ve 2016 ile 2017 yıllarındaki 50 bin kişilik artışlar dikkati çekmektedir. 2002’den önce cezaevinde bulunan kişi sayısı 40 ile 60 bin bandında değişirken 2002’den sonra hızla artarak şu ân 230 binlere ulaşıyor… (http://www.cte.adalet.gov.tr/menudekiler/istatistikler/yeni_yillar.asp )

Bu kurumlarda çalışan personel sayısı ise bakanlık merkez personeli hariç toplam 57.687’dir. (http://www.cte.adalet.gov.tr/menudekiler/teskilat/cte_personel.asp )

671 Sayılı KHK ile düzenlen, 4 yıla kadar hapis cezalarında, ceza alsa bile caza alanın denetimli serbestlikle salıverilmesini ve cezaevinde yatmadığını da düşünürseniz yukardaki rakamların vahametini anlarsınız. Ayrıca, çoğu sıradan suçlarda artık kolluk yakalamak için arama bile yapmıyor, hasbelkader bir trafik denetiminde yakalanmaz ise mahkûm. Sonrasında zaman aşımından düşüyor verilen ceza, suç cezasız kalıyor. Mağdur, mağduriyetiyle dualara talim…

Hani duyarsınız basından, medyadan; “karısına şiddet uygulayan cani koca salıverildi, teröristler, militanlar serbest kaldı, polisin mahkemeye çıkardığı tacizci polisten önce evine döndü, hırsızlar elini kolunu sallaya sallaya dolanır” diye ve içinizden kallavi bir küfür savurursunuz, “kahpe dünya, aslanı çakala boğduran dünya, böyle adaletin içine bilmem nideyim!”… Küfrünüzde haklısınız, haklısınız da, tutuklasalar yatıracak yer yok cezaevlerinde… Yeni cezaevleri de inşa etseniz, hali hazırda sırada bekleyenleri almayacak inşa edilecek olanlar. Onu tutukla, bunu tutukla nereye kadar? Hışımla tutukladığını, sessiz sedasız gözden kaçırarak serbest bırakmak zorunda kalacaksın. Mağdurun biriken öfkesi, mücrimin hıncını bilemesi de cabası…

Üniversiteler, İmam Hatip okulları, camiler arttı lakin hastaneler, cezaevleri de arttı. Memleket sabıkalılar yurduna dönüyor. Sistem hiçbir şeyden çökmese cezaevlerinin şu hali çökertir ekonomiyi.

Kaynak: Adımlar dergisi

Etiketler:
ADIMLAR DERGİSİ BUNU TUTUKLA camiler ceza cezaevleri fikir gündem haber hastaneler hukuk İmam Hatip okulları infaz kurumu NEREYE KADAR ONU TUTUKLA sistem siyaset türkiye Üniversiteler

DEVLET GİBİ!
Suat KÜRŞAT
7 Ocak 2018



”Biz, bir ‘dünya devleti’nin kalıntısı üzerinde ‘dünya hâkimlerinin evlatları’ olarak oturuyoruz. Ne ‘geri kalmış milletler’den birisi, ne de ‘kurtuluş savaşı yapan kavimler’in birincisiyiz.”

(Dündar Taşer)


Yeryüzü nice medeniyetlere tanıklık etti. Kaç devletin doğumunda kundak, ölümünde kefen oldu. At sırtında akıncıları taşıdı kâh doğudan batıya, kâh batıdan doğuya. Kaç kudretli sultan gördü şu ihtiyar dünya, kaç ferman yankılandı kubbesinde. Hepsine şahittir, otursak dizinin dibine anlatsa bütün gördüklerini. Bir varmış, bir yokmuş kabilinde değil, ”siz duydunuz ben yaşadım” şahitliği ile dile gelse şu ihtiyar dünya. Sinesinde bunca asırdır biriktirdiğini dökse, ”tecrübe-i hayat ile sabit kulak verin” diyerek anlatsa bir bir. Anlatsa da çıksak şu ”bir varmış bir yokmuş” âleminden…

İhtiyar dünyanın şahitliğinden bize yansıyan hâl ile devlet işi, her kişinin işi değildir. Anadolu’da zorba ve esip gürleyen, bilip bilmediği her işe karışıp ortalığı saçıp dökene ”eşkıya mısın sen?” derler. Adil ve düzenli, tertipli, vakarlı, derleyip toplayana, ”Devlet gibi adam, devlet gibi kadın” derler. “Devlet gibi” tabirini yabana atmayalım. Devlet gibi lâkin nasıl?

Mesela Dündar Bey’in Tiryaki Hasan Paşa’dan bahsederken vurguladığı devlet gibi: ”Altı ila sekiz bin kişilik bir kuvvetle Kanije’yi savunuyor. 80 bin kişilik Nemçe ordusunu türlü hilelerle, türlü desiselerle yeniyor.” Hile ve desise, ”harp hiledir” Nebevî buyruğu uyarınca savaş taktiklerini karşılayan ifade. İbn Zafer Sülvan ul Muta Fi Udvanil Etba adlı devlet adamlarına yazdığı eserinde düşmanı ayı karşısında çaresiz kalan tilkiyi zafere götüren öğüdü şöyle yazar; ”Ancak eğer ‘düşmanımı ortadan kaldırmak için kendi himmetimi harcarım.’ dersen düşmanı hile adımı ile karşıla; çünkü zayıf hasım, güçlü düşmanına karşı hile dışında bir şey ile karşı duramaz.” İşte Tiryaki Hasan Paşa da bu öğütte olduğu gibi hile adımı ile karşılar Nemçe ordusunu.

Dündar Bey’in vurguladığı devlet ile devam edelim: ”Büyük bir başarı. Kendisini takdir eden Padişah, ona Hatt-ı Hümayun’la (Padişahların bizzat yazdıkları yazı) vezirlik veriyor. Adam bu teveccüh karşısında hüngür hüngür ağlıyor. Bunun da sebebi, an’anede böyle bir iş için Hatt-ı Humayun’la vezirlik verildiği görülmemiş olması. ‘Bizim yaptığımız nedir? Haçlı donanmasını yenen Piyale Paşa’ya, Hatt-ı Humayun’la vezirlik verilmedi. Biz ne oluyoruz ki, böyle bir rütbeye layık olalım? İslam Halifesi’nin Hatt-ı Humayun’u pek küçük hizmetlere ödül olarak verilmeye başladı. Buna yanmayayım da neye yanayım? Devlet bu kadar düştü mü?’ diyor.” Devlet gibi derken, düşününüz ki Tiryaki Hasan Paşa’nın temsil ettiği devlet gibidir Anadolulun tabiri. 80 bin kişilik küffarı altı sekiz bin kişilik ordu ile savuşturan Paşa neye üzülüyor bakınız? Halife’nin bizzat yazdığı yazı ile vezir olmasını “Devlet”in halinin düşkünlüğüne bağlıyor da hüngür hüngür ağlıyor. Devlet’in başı, ne sözünü, ne de yazısını öyle her şeye kullanmaz. Vezir tayin olunacaksa Devlet’in an’anesi ne ise ona göre tayin olunur. Aksi acz ve düşkünlük olarak görülür!

Devlet gibi derken daha iyi anlamak için biz Dündar Bey’den takibe devam edelim.”Ya gayet yanlış gördüğümüz Kuyucu Murat Paşa’ya ne denir? Adamın parayla alış verişi yok; şahsen fakir, dindar, tarikat mensubu bir vezir. Sadrazamlığa getirilince, yol masrafı için, Belgrad Kadısı’ndan 2.000 altın borç alıyor ve Padişah’ın emriyle celali asilerini cezalandırmaya başlıyor.” Devlet gibi derken Anadolulu, Kuyucu Murat Paşa’nın temsil ettiği devlet gibidir. Çalışıyor lakin çalmıyor. Çalmadan çalışıldığının resmidir Paşa. Paşadır lakin yola çıkacak meteliği yoktur, yalnız işinin ehlidir. Dündar Bey’in ifadesi ile ”Anadolu gibi bir kıt’ayı devlete yeniden bağlayan Pir”dir. Parasız, pulsuz oluşu dünyaya tamah etmeyişinden, makamını ve mevkisini dünya malı biriktirmek ve zevk u sefa içinde yaşamak için kullanmayışından. Anadolulu kasasına, kesesine, cebine bakmaz devlet gibidir derken, haline bakar, ehliyetine bakar!

Devlet gibi derken Tiryaki Hasan Paşa’lar, Kuyucu Murat Paşa’lar’ın devletidir. Bugün bu devleti göremesek de bu devlet anlayışını Anadolulu diri tutmalıdır. Hani Dündar Bey’in ifadesi ile ”Kendine dön, kendi büyük idealine, cihan kadar geniş devlet anlayışına…” diyerek ferd ferd bu anlayışa dönmelidir. Bu topraklardan doğacak bir dünya nizamı istiyorsak bu anlayışı diriltmek zorundayız. Bu anlayışı diriltmeden ne devlet olabiliriz ne de artık var olabiliriz. Artık devletin devlet gibi olma zamanı gelmedi mi?

Kaynak: Adımlar dergisi

Etiketler:
ADIMLAR DERGİSİ DEVLET GİBİ dünya devleti dünya hâkimi fikir milletler sistem siyaset türkiye

Saadet Partisi Genel Başkanı: IMF'ye borcumuz kalmadı tamam ama uçan kuşa borcumuz var, iflas etmişsiniz
08 Ocak 2018



Türkiye’nin IMF’ye borcunun kalmamasına dair iktidardan gelen açıklamaları eleştiren Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu, "IMF'ye borcumuz kalmadı tamam ama uçan kuşa borcumuz var şimdi. Devletin borcu 900 milyarı geçti. Onun için önümüzdeki sene bütçeye 86 milyar, ondan sonraki senede 95 milyar faiz koydular şimdiden. İflas etmişsiniz" dedi.

Cumhurbaşkanı adayı göstermek için gereken 100 bin imza için gereken noter ücretine ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “Böyle bir gücünüz yoksa zahmet etmeyin” açıklamasına da tepki gösteren Karamollaoğlu, "Kırk takla atsanız, 50 lira değil 150 lira olsa yine 300 bin imza toplayacağız” diye konuştu.

"Abdullah Gül açıklama yapınca hainlikten başladılar, nereden aldınız bu usülü?"

Saadet Partisi’nin Fatih İlçesi 6. Olağan Kongresi'nde konuşan Karamollaoğlu’nun açıklamalarının satır başları şöyle:

-Bir KHK çıkarttılar, bu kararname ile 15-16 Temmuz kalkışmasında birtakım sivilleri o günkü hareketlerinden koruyacaklarını söylediler. Ama toplumda bir endişe doğdu. Öyle bir cümle kurulmuş ki, bu cümleden sade geçmiş 15 Temmuz değil ileride de birileri faydalanarak başka şeylere kalkışabilir. Bu bir tereddüt doğurdu. Adalet Bakanı da 'varsa bir yanlışlık düzeltiriz' dedi. Ama 'hayır' dediler. Eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül çıktı, böyle bir tereddüt var, şu da düzeltilsin' gibi bir açıklama yapınca yer yerinden oynadı. Hainlikten başladılar… Nereden aldınız bu usulü, metodu. Bu usul ve metot Avrupa'da da yok ki. Bu usul sadece diktatörlükle yönetilen ülkelerde var. Oralarda fikir ve fikrin kıymeti yok. Sadece bir kişinin söylediği söz herkes ona itibar edecek, bunun dışında kimsenin sözüne itibar edilmeyecek O zaman doğruyu bulamazsınız ve bu ülkelerde kalkınma olmaz.

"İktidar itirazları ve yanlışları kabul etmiyor"

-ByLock meselesinde, o kadar rahatlar ki, sonunda hak yerini buldu. Hak yerini buldu ama haksız yere yatanın çektiği sıkıntıların karşılığını siz nasıl ödeyeceksiniz? Hiç umurlarında değil, 'bir yerde yanlışlık yaparız sonra düzeltiriz' diyor. Devlet böyle çalışmaz, devlet adaletin ve hakkın üzerine inşa edilir. Burada bir masum insanın ceza görmesi, bütün insanlığın ceza görmesi gibidir.

-İktidar itirazları ve yanlışları kabul etmiyor. Bunu ancak kendileri görecek ve söyleyecekler o zaman ancak kabul ediyorlar. Ben 'İstanbul'a ihanet ettik' diyemezdim ama sonunda kendisi dedi. İhanet çok büyük bir laf. 1994 yılından beri İstanbul sizin elinizde, sanki dün başladı bugün bitti. O başlangıçta bu ihanet yoktu sonradan geldi niye, rant aldı başını gidiyor.

-IMF'den bahseden var mı hiç? Bir zamanlar hep gündemimizdeydi. IMF'ye borcumuz kalmadı tamam ama uçan kuşa borcumuz var şimdi. Devletin borcu 900 milyarı geçti. Onun için önümüzdeki sene bütçeye 86 milyar, ondan sonraki senede 95 milyar faiz koydular şimdiden. İflas etmişsiniz.

"Kırk takla atsanız 50 lira değil 150 lira olsa yine 300 bin imza toplayacağız"

-Bir hak kullanılması için noter tasdiki ve ücret isterseniz bu haksızlık olur. Seçmek de, seçilmek de bir haktır. Bir kişi oy vermeye gittiği zaman ‘Koy şuraya on lira sonra oyunu atarsın' deniyor mu? Çünkü bu bir hak ve vazife, bunun için ücret alınmaz. Bir adam, bir aday gösterecekse sen hangi hakla ‘para ver' diyeceksin? Bunun için vatandaştan noter masrafı alınmamalı, o da güya bize laf çakıştırarak ‘Böyle bir gücünüz yoksa çıkmayın' diyor. Biz gücümüz olmadığından dolayı değil, Allah'ın izniyle kırk takla atsanız 50 lira değil 150 lira olsa yine 300 bin imza toplayacağız. Bu bizim davamız.

T24
ETİKETLER
temel karamollaoğlu saadet partisi akp cumhurbaşkanı aday noter ücreti imf borç

Mobilya borcunu ödemediği için hakkında icra takibi başlatılan Kütahyalı: Erdoğan'ı destekleyen bir gazeteciyim
09 Ocak 2018



Avukat: Cumhurbaşkanı ile ne ilgisi var?

Aldığı mobilyaların parasını ödemediği gerekçesiyle hakkında icra takibi başlatılan Rasim Ozan Kütahyalı, dava dilekçesinde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ı destekleyen bir gazeteci olduğunu savundu. Mobilya şirketinin avukatı da Ozan'a "Cumhurbaşkanı ile ne ilgisi var?" tepkisini gösterdi.

CNN Türk'ün aktardığına göre, 2015 yılında yaklaşık 28.000 liralık bir mobilya alışverişi yapan Rasim Ozan Kütahyalı, borcunu ödemediği gerekçesiyle mobilya şirketi tarafından dava edildi ve hakkında icra takibi başlatıldı. Dava sonrası yaptığı açıklamada mobilya şirketine borcu olmadığını belirten Kütahyalı, kendisine kumpas kurulduğunu iddia etmişti.

Devam eden davanın son duruşması geçen günlerde gerçekleşirken, duruşmaya katılmayan Kütahyalı'nın dava dilekçesi ortaya çıktı. Dilekçede, Kütahyalı'nın 'Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'a yakın bir gazeteci olduğu ve itibarını sarsmak amacıyla icra takibi başlatıldığı' ifadeleri yer aldı.

"Kütahyalı, basit bir alacak konusunda dahi Cumhurbaşkanımıza yakınlığını belirterek..."

Konuyla ilgili açıklamalarda bulunan mobilya şirketinin avukatı Cevat Kazma, "Cumhurbaşkanımız yaptığı açıklamalarda ismi kullanılarak yapılan işlere karşı olduğunu açıkça belirtmiştir. Buna rağmen Rasim Ozan Kütahyalı, basit bir alacak konusunda dahi Cumhurbaşkanımıza yakınlığını belirterek davanın seyrini değiştirmeye çalışmaktadır" şeklinde konuştu.

Kütahyalı'nın itibarı ya da konumuyla ilgili bir durumun söz konusu olmadığını, müvekkilinin alacağını tahsil etmek için icra takibi başlattığını belirten Avukat Cevat Kazma, bu girişim sonrası Kütahyalı'nın mobilya şirketini FETÖ'cü ilan etmekle tehdit ettiğini söyledi. Yapılan tüm bu görüşmelerin kayıt altında olduğunu belirten Cevat Kazma, bunların dava dosyasında da yer aldığını sözlerine ekledi.

Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, Meclis'te partisinin grup toplantısında yaptığı bir konuşmada şu ifadeleri kullanmıştı:

"Nerede işinin altından kalkamayan, nerede tembellik yapan biri varsa hemen şu tarz ifadelerle sıyrılmaya çalışıyor; 'Beyefendi böyle istiyor, Cumhurbaşkanımız, Külliye böyle istiyor.' Ömrümde görmediğim insanların tavsiyesine kadar her konuda kullanıldığı anlaşılıyor. Peki bunu ispatı var mı, ağzımdan çıkan böyle bir söz var mı? Yok. Daha önce ahkam kesenlerle ilgili rahatsızlığımı belirtmiştim. Tekrarlıyorum. Eğer ben birisine bir şey söyleyeceksen, tavır koyacaksam, kimseyi aracı kılmaya ihtiyacım yok. Bunu bizzat kendim yaparım."

T24
ETİKETLER
rasim ozan kütahyalı recep tayyip erdoğan icra

CHP Genel Başkan Yardımcısı Erdoğdu: AKP yolsuzlukla mücadeleyi şantaj aracına dönüştürdü
08 Ocak 2018



"Bu tablo, ahlaksızlığın, namussuzluğun kural haline gelmesidir"

Geçmişte Beşiktaş Belediye Başkanı'na yönelik “disiplin süreci başlamalı” diyen CHP Genel Başkan Yardımcısı Aykut Erdoğdu, Murat Hazinedar'ın İçişleri Bakanlığınca görvden alınmasını onaylamadığı belirtti. "Gayrimeşru yöntemlerle CHP’lileri sindirmeye çalışmak, suça göz yummaya mecbur bırakarak suça ortak etmek… Ama biz buna asla göz yummadık, tersine yolsuzlukla mücadeleyi yükselttik" diyen Erdoğdu, "AKP yolsuzlukla mücadeleyi bir şantaj aracına dönüştürdü ama bu sonunda, yolsuzluğu kurumsallaştırır" ifadesini kullandı.

Erdoğdu, "AKP; yolsuzluğu dini referanslarla yapmaya başladıktan sonra, toplumu, yolsuzluğun suç olmaktan çıktığı bir çizgiye itmeye başladı ve kısmen başardı" diye konuştu ve şöyle dedi:

"Bunu anketlerde de görüyoruz. Azımsanmayacak bir rakam, sanıyorum yüzde 20 civarı, yolsuzluğa suç olarak bakmıyor. Bu tablo, ahlaksızlığın, namussuzluğun kural haline gelmesidir ve çok tehlikelidir. Alarm zillerinin çalmasını gerektiren bir noktadayız."

Birgün'den Meltem Yılmaz'ın sorularını yanıtlayan Aykut Erdoğdu'nun açıklaması şöyle:

»Ataşehir ile başlayan operasyon, Beşiktaş Belediye Başkanı’nın görevden alınmasıyla devam etti. Öncelikle bu gelişmeleri nasıl değerlendirdiğinizi merak ediyorum.

Öncelikle, herkesin bilmesini isterim ki, CHP kazandığı ve yönettiği bütün belediyelerde, halktan topladığı her kuruşun hesabını verecek. Bu konuda denetlenmeyi kendimize hizmet kabul ederiz. Ama bu denetim; namuslu, tarafsız bağımsız, olmalı. Oysa şimdiye kadar yapılan işlemlere bir bakın. Olay sıralamasını göz önünde bulundurursanız, CHP’li belediyelere operasyonlar, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun, AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’la ilgili Man adası belgelerini açıkladıktan sonra başladı. Zaten Recep Tayyip Erdoğan belgeler açıklandıktan sonra kendisi de söyledi. “Şimdi sen de hazır ol” dedi.

»Hazır mısınız peki?

Faşizmle mücadele iddiası olan her parti, kurum, organizasyon ya da örgüt buna hazır olmak zorundadır. Çünkü biz faşizmden her şeyi bekliyoruz. Hatta bu operasyonların daha da ağırlaşacağını düşünüyoruz.

»Ne şekilde?

Onları cesaretlendirecek bir şey söylemek istemiyorum ama şu kadarını söyleyeyim, biz faşizmin bütün evrelerini teorik olarak biliyoruz, pratik olarak görüyoruz. Sonunda faşizm yıkılacak ve faşistler hesap verecek. Yani Hitler de bir dönem Almanya’da çok güçlüydü, sonu ortada.

»Az önce daha da ağırlaşacak derken, Kemal Kılıçdaroğlu’na kadar uzanacağını mı kast ettiniz?

Cesaret edemezler. Etmek isterler ama edemezler. O zaman milyonlarca insan sokağa çıkar.

»SADAT yapılanmaları ile, çıkarılan KHK’lerle bu tür bir geleceğe hazırlık kokusu alıyor musunuz?

Evet, amaçları zaten bizi buna itmek. Biz her türlü senaryoyu düşünüyoruz. Yapmak istediğimiz son şey, bu ülkede bir iç çatışmaya yol açmak. İktidar bu olsun diye bütün gücüyle mücadele ediyor çünkü demokrasi ile ayakta kalamayacaklarının farkındalar. Bu yüzden böyle bir iç çatışmanın ortamını hazırlayarak demokrasinin elde kalan kırıntılarını da yok etmek için ellerinden geleni yapıyorlar. Ama bu yaptıkları, gelecekte yargılandıklarında daha ağır hüküm giymelerine neden olacak. Çünkü biz onları sandıkta yenecek ve hesap soracağız.

»Diyorsunuz ki bu belediyelere yapılan operasyonlar iktidar partisinin kumpası. Peki amaç ne?

Bakın, AKP diğer partilere şöyle karanlık bir yol sundu: “Biz yolsuzluk yapalım, siz buna sesinizi çıkarmayın.” Ve böylece yolsuzluk yapanlar hesap vermesinler. “Siz de buna göz yumun, biz de size göz yumalım” havasında götürmeye çalıştılar. Erdoğan kliğinin AKP’de siyaset yapanları işledikleri suçlara ortak ederek pasifize ettiklerini biliyoruz. Şimdi benzer bir stratejiyi iktidara yürüyen CHP için uygulamaya başladıklarını görüyoruz. Gayrimeşru yöntemlerle CHP’lileri sindirmeye çalışmak, suça göz yummaya mecbur bırakarak suça ortak etmek… Ama biz buna asla göz yummadık, tersine yolsuzlukla mücadeleyi yükselttik. AKP yolsuzlukla mücadeleyi bir şantaj aracına dönüştürdü ama bu sonunda, yolsuzluğu kurumsallaştırır.

»Tabii insanlar şunu da merak ediyor: CHP, kendi partilileriyle ilgili, yerel yönetimlerle ilgili iddialar olduğunda yeterince araştırıyor mu, denetliyor mu?

Bütün samimiyetimle söylüyorum: Denetliyoruz. Ama şöyle bir şey de var, 100 tane iddia geliyorsa 1 tanesi doğru çıkıyor. İddiaların bir kısmı siyasi rekabetten dolayı geliyor. Bir kısmı da, adam mesela evindeki terasını büyütmüş ama bu imar, kanuna aykırı olduğu için belediyeye talimat gelmiş, belediye yıkmak zorunda kalınca, adam çıkıp “biz belediye başkanına rüşvet vermediğimiz için yıktı” diyor.

»Bu durumda İçişleri Bakanlığı’nın işlem başlattığı Ataşehir ve Beşiktaş Belediyeleri için de size ulaşan şikâyetler boş ve karşılıksız çıkmış olsa gerek.

Şimdi şunu söyleyeyim, Beşiktaş Belediye Başkanı ile kişisel olarak anlaşamadığım sır değil. Siyasi tutumunu beğenmediğimi, yönetim anlayışını onaylamadığım biliniyor. Bugün de aynı noktadayım. Ama şunu söyleyeyim, Beşiktaş belediyesi ile ilgili somut bir olay varsa, orada bağımsız mahkemeler var. Bunun yeri mahkemedir. Sadece o belediye için değil, tüm belediyelerimiz için de aynı şey geçerli. Varsa bir şaibe, mahkeme orada. Çünkü biz biliriz ki belediyelerimiz girdiği her davadan aklanacak. Öte taraftan unutulmasın ki karşımızda kumpasçı bir hükümet var. İftirayı, kumpası hiç utanmadan nerelere vardırabileceklerini Türkiye, isimli davalarda gördü. Hâlâ devam ediyor bu kumpasçı zihniyet. O yüzden bizim yetki alanımıza bu türden hükümet müdahalelerine şüpheyle yaklaşmamızın makul bir tepki olduğunu düşünüyorum.

»Yani bu İçişleri Bakanlığı’nın işi değil.

Seçilmiş bir belediye başkanını görevden almak için çok ciddi nedeniniz olacak. “Ben yaptım oldu”yla ülke yönetilmez. 17 Aralık sürecinde Recep Tayyip Erdoğan’ın kamuoyuna yansıyan telefon konuşmaları hâlâ hafızalarda. Evin bodrumundaki milyar dolar iddiaları, para sıfırlamalar, havada uçuştu, kulağımızla duyduk konuşmaları. Bir AKP milletvekili çıktı, olayın şokuyla “efendim günah işleme hakkı var” vs. diye geveledi, ne diyeceğini şaşırdı, rezil oldular..! Bakanlar mahcup mahcup “ne yaptıysak onun talimatıyla, bilgisiyle yaptık” diyerek birer birer görevden alındılar. Tayyip beyle ilgili bir tasarruf oldu mu? Onun yerine bütün emniyet ve yargıyı görevden aldılar. Yolsuzluğa bu kadar bulaşmış bir parti, CHP’yi bununla cezalandırmaya çalışıyor.

»Biraz da 2019’a giden yoldan konuşalım dilerseniz. Anlattıklarınızdan, önümüzdeki dönem yolsuzlukla mücadele CHP’nin ana gündem konularından biri olacağını anlıyorum. Ancak sizin de söylediğiniz gibi, yolsuzluğun bu derece kurumsallaştığı bir ülkede, bu çok kolay olmayacak gibi…

Yolsuzlukla mücadele etmek istiyorsa, yasalar ve mekanizmalar ona uygun kuruluyorsa o ülkede kolay kolay yolsuzluk olmaz. Çalıyor ama çalışıyorlar diye bir felsefeye mahkûm değiliz, çalmadan çalışmak mümkün. Dahası, yolsuzluk topluma da sirayet etti. Düşünün, bir ülkenin Cumhurbaşkanı hakkında iddia varsa o ülkenin normal memuru, “Cumhurbaşkanı yapıyor ben neden yapmayayım” demez mi?

»Bu anlayışın topluma ciddi bir biçimde sirayet ettiğini gözlemliyor musunuz?

AKP; yolsuzluğu dini referanslarla yapmaya başladıktan sonra, toplumu, yolsuzluğun suç olmaktan çıktığı bir çizgiye itmeye başladı ve kısmen başardı. Bunu anketlerde de görüyoruz. Azımsanmayacak bir rakam, sanıyorum yüzde 20 civarı, yolsuzluğa suç olarak bakmıyor. Bu tablo, ahlaksızlığın, namussuzluğun kural haline gelmesidir ve çok tehlikelidir. Alarm zillerinin çalmasını gerektiren bir noktadayız. Öte taraftan, son yıllarda artık bilhassa Erdoğan kliğinin sistematik bir rüşvet ağı kurduğu ayyuka çıktı. Erdoğan kliği AKP’liler ve muhalefetin yanı sıra tüm toplumu işledikleri bu suça ortak etmek için kapsamlı bir strateji izliyorlar. Bugünkü OHAL rejiminin temel hedeflerinden biri hem geçmişte işledikleri hem bugün işlemeye devam ettikleri suçların tümünü meşrulaştırmaktır. Bu da, halkımızın kahir ekseriyetinin kendilerine Erdoğan kliğince dayatılan “icraat için çalmak hakkımızdır” anlayışını kabul etmediğini gösteriyor.

»Kılıçdaroğlu’nun sağcı-İslamcı kesimin eleştirilerinin etkisi altında rota belirlemeye çalışması CHP seçmeni veya seçmen adayının ciddi biçimde tepkisini çekiyor. 2019’a bu çizgide mi yürünecek?

Kemal Bey Türkiye’nin mevcut durumunu gören, toplumun tamamını kucaklamaya çalışan, son derece kutuplaşmış bir toplumda barışçı ve barıştırmacı siyasetin önünü açmaya çalışıyor. Bunu desteklememiz gerekir. Bu olmadığı taktirde kendi gettolarımızda yaşayan, ulusal birliğimizin zedelendiği bir topluma dönüşürüz. Dünya’da da, Türkiye’de de kimlik siyaseti her zaman faşistler tarafından körüklenmiştir ve sonuçta yine onlara yaramıştır. Bu çabalar cesur adımlar atmayı gerektirdi ve Kemal Bey bu adımları attı. Ama eğer bu cesur adımları atmazsak Erdoğan’ın tuzağına düşmüş oluruz çünkü o kimlik siyasetini körükleyerek, matematiksel bir çoğunlukla her türlü suçunu, hatasını, günahını kapatmaya çalışıyor. Düşünün, 17- 25 Aralık’ta Erdoğan insanları, “Karşı mahalle gelirse sizin dininizi, imanınızı elinizden alacak” diye susturdu. Ve hâlâ bu algı üzerinden götürmeye, toplumu bölmeye devam ediyor. Bunun neticesinde de, insanlar kendi mahallerindeki yöneticilerinin dahi yolsuzluklarına ses çıkaramaz hale geliyor. Oysa asgari ücret 1603 lira, bizim, halkçı siyasetçiler olarak bunun üzerinde durmamız lazım. Çünkü bu maaş Türk’ü de Kürt’ü de, Alevi’yi de, başı kapalıyı da açığı da aynı derecede ezen bir zalimliktir. Sol, üretim ilişkilerinin dönüşümüne ilişkin yürüteceği stratejiyle iktidara gelebilir; kimlik siyasetiyle değil. Kısacası, temel çelişkinin ekonomik ve sınıfsal olduğunu görmek zorundayız.

»Elbette, bu noktada kimin itirazı olabilir... Ama benim az önceki sorum farkıydı, Kemal Kılıçdaroğlu’nun adımlarını sağ kesimin reflekslerine göre belirlemesinden söz ediyordum.

Bakın, biz şu an bu insanları Tayyip Erdoğan’ın zulmüne bırakmış oluyoruz. Yoksulluğa prangalanmış, sosyal yardımlara mahkum edilmiş hâlde, gündelik yaşamının kendisi zulüm olan insanlar... Fakat Erdoğan diyor ki, “Eğer CHP gelirse senin karının kızının başını zorla açacak.” Oysa bu iddia, Halk Partisi’nin dünya görüşüyle taban tabana zıt. Fakat Erdoğan bu söylemi vurgulamak, devam ettirmek zorunda, çünkü Erdoğan aslında bu şekilde yoksul kitlelerin onurunu hedefe koyuyor, siyasetin malzemesi yapıyor. İşte tam da bu nedenle Kemal Kılıçdaroğlu bunun böyle olmayacağını anlatmak zorunda kalıyor. Yoksulun onurunu siyaset malzemesi olmaktan çıkarmadan, Türkiye içinde bulunduğu sıkışmışlıktan çıkamaz.

»Böylece 2018’de siyasette belirleyici olmayı hedefliyorsunuz. Geçen günlerde düzenlediğiniz bir basın toplantısında, CHP’nin yeni ekonomi modelini açıkladınız. Açar mısınız?

Ekonomi politikalarımızın 3 temel önceliği olacak. Birincisi ve en önemlisi, gelir dağılımı adaleti olacak. İkincisi, büyümeyi de içeren bir kalkınma olacak. Üçüncüsü de, yaşadığımız çevreyle barışık bir çevre dostu programımız olacak. Biz zenginliği bir hedef dairesinde halkı zenginleştirerek yapabileceğimizi düşünüyoruz. Türkiye’nin makro dengelerini, öngörülebilir düzenini bozmayacak, yatırımcılara güven verecek şekilde ama öncelik ücretler ve kazançlar olacak şekilde bir büyüme modelini oluşturabileceğimizi düşünüyoruz. Kaynak nereden bulunacak sorusunun cevabı ise, Kamu İhale Kanunu. Bu kanunu yeniden düzenleyerek, buradan yaklaşık 50 milyar TL kaynak geleceğini aktardı. Bu kaynak, ücret artışının yüksek katma değerli üretimi tetiklemesini sağlayacak politikaların uygulanması için harcanacak. Hâlihazırda halk, kızdığı sistemi Tayyip Erdoğan’la cezalandırıyor. Kişi ile uğraşırsak bir RTE gider, yenisi gelir. Mühim olan hangi düşüncenin güçlü olacağı, insanlığı ne yönde ilerleteceğidir.

T24
ETİKETLER
aykut erdoğdu haber akp chp yolsuzluk mücadele şantaj murat hazinedar beşiktaş belediyesi haber

Kılıçdaroğlu'ndan HSK'ya: Saray'dan talimat alacaksanız o görevden ayrılın
09 Ocak 2018



CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, partisinin grup toplantısında konuştu. Gündeminde, AKP'nin taşeron KHK'sı, Ege Adaları, ekonomik durum ve yargı bağımsızlığı vardı.

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, OHAL'in yeniden uzatılacak olmasına ilişkin, "Çok kısa bir süre demişlerdi. OHAL'i yeniden uzatıyorlar. Parlamento tamamen devre dışı. OHAL'i yeniden niye getiriyorsun? FETÖ ile mücadele ise yap kardeşim. FETÖ ile mücadele değil muhalefetle mücadele ediyorlar. Gerçekleri yazan gazetecilerle gazetelerle mücadele ediyorlar. Hapishanelerde yatan yüzlerce öğrencimiz var. Boğaziçi Köprüsü'nde boğazı kesilen er var. Bunlara kimse dokunmayacak deniyor" dedi.

"50 BİNE YAKIN TAŞERON İŞÇİSİNE KADRO VERMİYORLAR"

Taşeron işçilerin sorunlarına değinen Kılıçdaroğlu, "Bizden, bizim söylemlerimizden rahatsız olduklarını biliyorum ama gerçekleri dile getirmek benim ve partimin boynunun borcudur. Bir ayrımcılık daha yaptılar. Taşeron işçilerin bir kısmını sözde kadroya aldılar 50 bine yakın taşeron işçisine kadro vermiyorlar. Niye kadro vermiyorsunuz? Ankara'daki beylerin keyfi öyle istemiş. İstediğimize kadro veririz istediğimize vermeyiz. Hangi inançtan, kimlikten olursa olsun sözümüz söz hiçbir ayrımcılık yapmadan kadroyu vereceğiz. Bu ülkeye birinci sınıf demokrasi gelinceye kadar mücadelemizi sürdüreceğiz" diye konuştu.

"BELGELERİ SAYIN BİNALİ YILDIRIM'A GÖNDERECEĞİM. TIP KI MAN ADASI BELGELERİ GİBİ"

Kılıçdaroğlu, "Kamyoncuların sorunları var. Arkadaşlarımız bindiler bir tıra Ankara'ya kadar geldiler. Ne kadar para ödediler köprü, benzin parası hepsini tek tek çıkardılar o belgeleri sayın Binali Yıldırım'a göndereceğim. Tıp kı Man Adası belgeleri gibi. Onu da göndereceğim ona. Beni asıl üzen kamyon ve tır şoförlerinin yaşadığı sorunlara karşı hükümetin bu kadar duyarsız olması. Nasıl dersin ki; 'kamyon şoförleri hayatından çok memnun.' Ben hayatımda memnunum diyen hiçbir kamyoncu duymadım. 1 milyon 350 bin kişiye sesleniyorum; tır veya kamyon şoförü ol. 10 numara yağ yak. İki elim yakanızdadır senin sorununu çözmek için bu Meclis'te, yolda ben kavga veriyorum. Senden sadece bir oy bekliyorum 2019'da bir ders verelim" ifadelerini kullandı.

"İNFAZ VE KORUMA MEMURLARININ EMNİYETE HİZMETLERİ SINIFINA ALINMASI İÇİN KANUN TEKLİFİNİ HAZIRLAYIN"

Kılıçdaroğlu, "Arkadaşlarıma buradan talimatı veriyorum; infaz ve koruma memurlarının emniyete hizmetleri sınıfına alınması için kanun teklifini hazırlayın verin hep beraber aşağı indirelim bakalım el mi bey mi yaman? Hep birlikte görelim" dedi.

"ÇIKAR BİR KHK FAİZ SIFIR DE. TEFECİ DÜZEN GETİRMİŞSİNİZ"

Kılıçdaroğlu, "Hükümetin gurur duyduğu bir şey; yüzde 11.1 büyüdük. Olağanüstü. Dünyada birinci. Çin, Hindistan'ı da attık geriye. Bu büyük bir heyecan yaratmadı. Vatandaş baktı cebine bir şey yok. Gerçek bir büyüme olsa işsizlik azalır. Büyüme, üretime dayalı bir büyüme değil. Elin parası ile büyüme olmaz. Elin parasını alır saray yaparsan ülkeyi aydınlığa çıkaramazsın. Vatandaşın geliri değil borcu arttı. İcra dairlerinin sayısı da iki katına çıktı tıklım tıklım dolu. Faize karşıyız diyorlar. Düşür o zaman düşüremiyorlar. Çıkar bir KHK faiz sıfır de. Tefeci düzen getirmişsiniz" diye konuştu.

"VATANDAŞ HEM FAİZ ÖDÜYOR HEM DE DÜNYANIN EN AĞIR VERGİLERİNİ ÖDÜYOR"

Kılıçdaroğlu, "Vatandaş hem faiz ödüyor hem de dünyanın en ağır vergilerini ödüyor. İşçi, memur faiz almadı. Kim aldı bu parayı? 620 milyar (katrilyon) liralık faizi kim aldı? Vatandaşın haberi olmadan kandırarak ondan ağır vergiler alıyorlar. Musluğu açtığı anda 5 çeşit vergi ödüyor. Elektriği açtığı anda 4 çeşit vergi ödüyor. Sizin bundan haberiniz yok sanıyorsunuz ki elektrik su faturası ödüyorsunuz. Bu beyler de vergi ödememek için Man Adası ile ilişkiye geçip oralarda şirket kuruyorlar. Bunları söyleyince de, 'seni mahkemeye vereceğiz' diyorlar. vermezsen namertsiniz kardeşim" açıklamasında bulundu.

"BÜTÇEDE AÇIK VAR. BÜTÜN VERGİLER TOPLANIYOR YİNE DE AÇIK VAR"

Kılıçdaroğlu, "Bütçede açık var. Bütün vergiler toplanıyor yine de açık var. Borçlanmadaki artış yüzde yüz 24. Bu kadar vergi alıyorsunuz, teneffüs ettiğiniz hava hariç her şeyde vergi var. Peki bu borç ne? Vergi, faiz öde köprüye para öde. Vergi verdin köprü, yol yapılsın. Türkiye Cumhuriyeti devletinde bu hükümet, nerede bir gariban görüyorsa onu soymaya çalışıyor. Çıkıp doğru değil desinler" dedi.

"YAT VE KOTRALARDA ÖTV'Yİ YÜZDE 8'DEN 0'A İNDİRDİLER. LİMONATA, SOĞUK ÇAYDA İSE YÜZDE 10'A ÇIKARDILAR"

Kılıçdaroğlu, "2016'da yat ve kotralarda ÖTV yüzde 8'di. Limonata ve soğuk çayda da 0'dı. Bu yıl yeni bir düzenleme yaptılar vatandaşa bir kazık daha attılar. Bu yıl yat ve kotralarda ÖTV'yi yüzde 8'den 0'a indirdiler. Limonata ve soğuk çayda ise ÖTV'yi yüzde 10'a çıkardılar. 'Nasıl olsa bu millet bana oy veriyor tepe tepe kullanacağım' diyor. Buna izin verme kardeşim. Sosyal güvenlik açığını emeklinin sırtından kapatıyorlar. Emekli, işçi memur kazanmadı. Kim kazandı? Yüzde 11.1 büyüme kimin lehine oldu? Emekli, işçi, memur, çiftçi perişan hiç onlara bakan yok. Onları insan sınıfına koyan yok. İşçi, memurun milli gelirden aldığı pay arttı mı? artmadı. 5 puan düşüş var" ifadelerini kullandı.

"FRANSA'DAN ŞİMDİ ET GETİRİYOR. TÜRKİYE'DE HAYVANCILIK YOK"

Kılıçdaroğlu, "Eskiden AK Parti'nin tarım bakanına Fransa'da şövalye nişanı verilmişti Fransız tarımına verdiği katkı nedeniyle. Büyük bir ihtimalle Erdoğan'a da vermişlerdir. Fransa'dan şimdi et getiriyor. Türkiye'de hayvancılık yok. Sırbistan'dan et getirdiklerinde 'besmelesiz et demiştim. Bir de Sırbistan kasabından alıyorsunuz' demiştim. 'Bunu Sırbistan'ın Müslüman kesiminden alıyoruz' dediler. Merak ediyorum; Fransa'nın hangi kesiminden alıyorsunuz bu eti?" açıklamasında bulundu.

"BİR MİLİM GERİ ADIM ATARSAM NAMERDİM"

Kılıçdaroğlu, "Bunları dile getirdiğimde mahkemeye vereceğiz diyorlar. Bir milim geri adım atarsam namerdim. Kendisine sordum bu para için şirket sattım. Kimin şirketi? hangi şirket? tık yok. Bu soruya cevap yok. Suriyelilere 30 milyar dolar para harcadık diyordu hepsi sokakta dileniyor. BM Genel Kurulu'nda dedin 30 milyar dolar. Nereye gitti bu para? Vatandaşı soyuyorsun vergi ayağına. Ortada yok. Ülke adaletle yönetilir" dedi.

"OHAL'İ YENİDEN UZATIYORLAR FETÖ İLE DEĞİL MUHALEFETLE MÜCADELE EDİYORLAR"

OHAL'in yeniden uzatılacak olmasına ilişkin Kılıçdaroğlu, "Çok kısa bir süre demişlerdi. OHAL'i yeniden uzatıyorlar. Parlamento tamamen devre dışı. OHAL'i yeniden niye getiriyorsun? FETÖ ile mücadele ise yap kardeşim. FETÖ ile mücadele değil muhalefetle mücadele ediyorlar. Gerçekleri yazan gazetecilerle gazetelerle mücadele ediyorlar. Hapishanelerde yatan yüzlerce öğrencimiz var. Boğaziçi Köprüsü'nde boğazı kesilen er var. Bunlara kimse dokunmayacak deniyor" diye konuştu.

"11 BİN YAŞ OLUR MU? İTİBARLARINI İADE EDİN"

Kılıçdaroğlu, "ByLock uygulaması dolayısıyla 11 bin kişiyi boşa hapishanede tuttular. Yanlış yapıyorsunuz dediğimiz zaman vay siz de FETÖ'cüsünüz. 11 bin kişinin FETÖ'cü olmadığı gerçeği ortaya çıktı. Kurunun yanında yaş çıktı ortaya. 11 bin yaş olur mu? İtibarlarını iade edin" dedi.

"HAKİMLER ÜZERİNDE BÜYÜK BASKI VAR GÖREVİNİ SAĞLIKLI YAPAMIYOR"

Kılıçdaroğlu, "Hakimler üzerinde büyük baskı var. HSK görevini sağlıklı yapamıyor. HSK'nın üyelerine sesleniyorum saraydan talimat alıp karar verecekseniz o görevden ayrılın. Hakimler Saray Kurulu olmayın. Gece yarısı hakim değiştiriyorlar. Niye değiştiriyorlar? Sonuna kadar mücadele edeceğiz" dedi.

"BU MODELİN ADI HİTLER MODELİDİR KARŞI ÇIKIYORUZ"

Kılıçdaroğlu, ""Hakimler üzerinde büyük baskı var. HSK görevini sağlıklı yapamıyor. HSK'nın üyelerine sesleniyorum saraydan talimat alıp karar verecekseniz o görevden ayrılın. Hakimler saray kurulu olmayın. Gece yarısı hakim değiştiriyorlar.Türkiye'de biri konuşacak talimat gelecek gözaltına alınacak. Bu modelin adı Hitler modelidir. Türkiye'de hiç kimsenin mal ve can güvenliği yok diye boşuna mı diyorum. Birisi konuşacak savcı, hemen fezlekeyi hazırlayacak. Bu modelin adı Hitler modelidir. Bu modele karşı çıkıyoruz" dedi.

"EGE ADALARI YUNAN ORDUSUNUN İŞGALİ ALTINDA. KEÇİ ADASI KİMİN KARDEŞİM?"

Kılıçdaroğlu, "Ege Adaları Yunan ordusunun işgali altında. Erdoğan'a sordum bu adalarla ilgili hakkımız, hukukumuz var mı? Tık yok. Keçi Adası'na çıktılar… Erdoğan'a soruyorum; Keçi Adası kimin kardeşim? Bizimse bizim de değilse değil de. Ama tık yok. Bu adaları siz sattınız mı birilerine peşkeş mi çektiniz? Yunanistan Savunma Bakanı gel de al demişti ben de geleceğim 2019'da alacağım demiştim. Hükümetten birisi çıkıp 'evet arkadaş alacağız' diyecekti. Bunlar ne yerli ne de milli bunlar gayrimilli. Bunların milliyetçiliği laf milliyetçiliği. O şimdi yeşil dolarlara bakıyor nasıl malı götüreceğiz diye" ifadelerini kullandı.
Cumhuriyet

'Silahım ve üç şarjörümle TBMM kapısında bekledim' diyen Zeybekçi aslında böyle kaçmış
08-01-2018



’15 Temmuz’da TBMM’de silahım ve üç şarjör ile kapıda bekledim’ diyen Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekçi’nin yanındakilerle Meclisin bodrumundan çıkıp kaçtığı görüntüler ortaya çıktı.

Videoyu izlemek için: http://ilerihaber.org/icerik/silahim-ve-uc-sarjorumle-tbmm-kapisinda-bekledim-diyen-zeybekci-aslinda-boyle-kacmis-80732.html

Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekci, son KHK ile sivillere yargı muafiyeti verilmesine ilişkin yaptığı açıklamada 15 Temmuz gecesi silahı ve 3 şarjörüyle Meclis kapısında beklediğini öne sürerek, “Peki soruyorum şimdi onlar bizi katledene kadar, onlardan birkaç tanesini geberttiğimde benim çoluğumdan çocuğumdan bunun hesabını mı soracaktı, arkadan gelenlerden bunun hesabını mı soracaklardı?” diye konuştu.

'BENİ CANLI ALAMAYACAKLAR DEDİM'

Zeybekci şunları söyledi:

"Biz canımızı tezgaha koyup da çığırtkanlık edenlerden değiliz. Hiçbir yerde de konuşmadık bunları. Sonra görüntüleri çıktı işte, televizyonlarda yer aldı. Meclis'e o bombalar yağarken oradaydık. Yanımda bir bakan kardeşimiz vardı ona ve arkadaşlarıma dedim ki 'canlı teslim olmayacağım. Bu hainler buraya girerse, meclis salonuna girerlerse beni canlı almayacaklar' dedim. Ve o gün hazırlıklı da gitmiştik. Yanımızda ruhsatlı silahımız da vardı üç tane de şarjör ile beraber. Bunları konuşmayacaktım ama ilk defa konuşuyorum, bilmesi lazım bu milletin. Bekliyordum orada arkadaşımız sığınağa giderken bizim Bursa milletvekilimiz vardır engelli kardeşimiz. Tekerlekli sandalyesi ile arkadan merdivenden çıkarken 'Abi sen gelmiyor musun?' Ben dedim burada bekleyeceğim bunları. Bizi canlı almayacaklardı ama bizi alana kadar da onlardan bunun hesabını soracaktım.

‘BİRKAÇ TANESİNİ GEBERTTİĞİMDE…’

Peki soruyorum şimdi onlar bizi katledene kadar, onlardan birkaç tanesini geberttiğimde benim çoluğumdan çocuğumdan bunun hesabını mı soracaktı, arkadan gelenlerden bunun hesabını mı soracaklardı? Hiç kimse kusura bakmasın. Her kim ki bu milletin bayrağına, bu milletin birliğine beraberliğine, bu milletin vatanına, bu milletin devletine, bu milletin namusuna, ırzına, onuruna gururuna, milletvekiline, Meclisi'ne saldırdığında bunun sonuçlarını, bunun gereğini bu millet yapar ve yapmaya devam edecektir.”

Ancak Anadolu Ajansı’nın (AA) o geceye ilişkin yayınladığı güvenlik kamerası görüntülerinde Meclisin bodrumundan çıkan Zeybekçi’nin korumaları ile koşarak kaçtığı görülüyor.
İleri Haber

SADDAM’IN ŞEHADETİ İÇİN, “KUYRUĞU TİTRETTİ” DİYEN HAKAN ALBAYRAK DÖKÜLÜYOR
A. Baki AYTEMİZ
9 Ocak 2018



Erdoğan’la Gül arasında cereyan eden çekişme, bu günlerde alenî hâle döküldü ve artık yandaşlar değil, bizzat taraflar birbirini en sert biçimde hedef almaya başladılar.

Bu güne kadar yandaşların kalemleri üzerinden cereyan eden kavgada, Erdoğan’ın bugün yapmış olduğu grup konuşması ile kılıçlar da çekilmiş oldu.

Kalemler ve kılıçlar…

Beştepe ve şürekâsının saldırıları karşısında Gül’ü korumak için kalemine sarılan Hakan Albayrak, dün kaleme almış olduğu yazısında, Gül’ün ne kadar düzgün bir adam olduğunu anlatmak için, 1 Mart tezkeresini istemeden Meclis’e getirmek zorunda kaldığını ama aslında karşı olduğunu söylemekteydi. Şöyle diyor Albayrak:

“Birinci AK Parti hükümeti kurulduğunda (18 Kasım 2002), Recep Tayyip Erdoğan siyasi yasaklıydı. Seçimlere katılamamış, milletvekili seçilememişti. Onun için başbakanlığı geçici olarak Abdullah Gül üstlenmişti. Bununla beraber, Erdoğan, doğal lider olarak, hükümete dışarıdan nüfuz ediyordu tabii.

Irak’ı işgale hazırlanan ABD’nin Türkiye topraklarını ve hava sahasını kullanmasına ve Türk ordusunun ABD ordusuyla beraber Irak’a girmesine imkân tanımak maksadıyla 25 Şubat 2003 günü Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne sunulan “Türk Silahlı Kuvvetleri’nin yabancı ülkelere gönderilmesi ve yabancı silahlı kuvvetlerin Türkiye’de bulunması için Hükümet’e yetki verilmesine ilişkin başbakanlık tezkeresi”, adı üstünde “başbakanlık tezkeresi”ydi; ne var ki, Başbakan Gül’ün arzusuyla değil, Erdoğan’ın ısrarı üzerine meclise sunulmuştu.

ABD, tezkerenin meclisten geçmesi karşılığında hükümete birkaç milyar dolar vaat ediyordu. Erdoğan’ın temel gerekçesi “Irak’ta masada olmak”tı ama AK Parti milletvekillerini tezkerenin kabulüne ikna etmek için daha ziyade ekonomik ihtiyaçlar üzerinde duruluyor, ‘Enkaz devraldık. Bu parayı almak veya almamak bizim için hayat memat meselesi. Almazsak, enkazın altında kalırız. Ekonomi öyle fena batar ki biz de onunla beraber batarız. AK Parti iktidarı beşiğinde boğulur’ deniyor, tezkerenin reddi halinde memur maaşlarının bile ödenemeyeceği ileri sürülüyordu. AK Parti’deki tezkere karşıtları ise Irak’ın işgalinin korkunç bir yıkıma yol açacağına ve oluk oluk masum kanının akıtılacağına dikkat çekerek ‘Bu vebale ortak olamayız!’ diyor, tezkerenin ne pahasına olursa olsun reddini savunuyorlardı.

Resmî tarih yazmaz ama Başbakan Gül de tezkerenin reddinden yanaydı ve o neticenin alınmasında çok etkili oldu. Aslında resmî tarih de buna ‘dolaylı olarak’ şahitlik ediyor. Meclisteki tezkere oylamasının (1 Mart) arefesinde, AK Parti milletvekillerine “Kararınızı vicdanınızın sesine göre vereceksiniz” diye seslenmişti Gül. “Tezkereye kabul oyu verin” demeye yanaşmamış, şartların el verdiği ölçüdeki bir açıklıkla rezervini belli etmişti.

Başbakan Gül’e sunulan bir rapora göre, ABD tarafından vaat edilen yardım olmadan ekonominin kurtarılması gerçekten fevkalade zordu. Gül, zoru seçti. İlkeleri uğruna risk aldı.

Öte yandan, Irak’ı işgal için sabırsızlanan ABD Başkanı George W. Bush, “Ya bizimle berabersiniz ya da teröristlerle” diye meydan okuyordu. İngiltere Başbakanı Tony Blair de Bush’la beraberdi. Tezkerenin reddi, uluslararası sistemle ciddi bir kapışmayı gerektirebilirdi. Türk Silahlı Kuvvetleri kadrolarının ekseriyeti ‘İrticacılar tek başlarına iktidara geldi’ diye burnundan solurken, “NATO subayları” darbe için fırsat kollarken korkunç bir riskti bu. Gül, bu riskten de korkmadı. (Gül’ü “uluslararası sistemin adamı” yahut “İngilizlerin adamı” diye yaftalamaya çalışanlar, bu paragrafı bir kere daha okusunlar lütfen.)

Gül’ün o süreçte Erdoğan’la alenen zıtlaşmayı ve ABD ile alenen restleşmeyi tercih etmeyip daha ‘diplomatik’ bir yola tevessül etmesini eleştirmek isteyen varsa buyursun, ama Erdoğan’a ve dahî uluslararası sisteme rağmen doğru bildiğini yapan Gül için ‘Risk almadı’ demesin kimse.”

Bu kavganın seyri ne olacak, orası ayrı bir bahis…

Ama bu kavganın bir şekilde Irak üzerinden de verilmeye başlanmasına şahit oluyoruz.

Albayrak’ın Gül’ü korumaya çalışırken, Irak saldırısına Türkiye’nin destek vermesini “yanlış” olarak kabul ediyor olduğunu belirtmesine dikkat…

Ortada bir ihanet var ve bu ihanet orta yerde dururken, Albayrak, “Gül bu ihaneti kerhen desteklemek zorunda kaldı!” diyerek, Gül’ü temize çıkartmaya çalışıyor.

O tezkereye hayır diyen Gül, Powell’la 2 sayfa 9 maddelik gizli anlaşmaları da mı kerhen yaptı?

Sadece Gül’ü mü?

Elbette değil…

Asıl kendisinin bu ihanetteki payını gizlemeye çalışıyor köyün kurnazı.

1 Mart tezkeresi Amerika’nın emir ve direktifi ile Meclis’e getirilirken, Erdoğan, “Tezkereye hayır demek bana hayır demektir!” diyerek tezkerenin kendisi için ne kadar önemli ve Amerika’ya hizmet etmekte ne kadar istekli olduğunu ortaya koyuyordu.

Ali Babacan, yapılan anlaşmalar gereği Irak’a ilk bomba düşer düşmez, Amerika’nın bize 8,5 milyar dolar para vereceğini, bunun için Amerika ile bir olup Müslümanların bombalanmasına destek olmamız gerektiğini anlatıyordu her gittiği yerde.

Ama olmadı, tezkere çıkmadı.

Buna rağmen Erdoğan Başbakan olunca tezkereye gerek duymadan Amerika’ya birçok yardım ve destek olacak adımlar attı.

Amerika tezkerenin çıkamamasının suçlusu olarak TSK’yı ilân etti ve askerimizin başına çuval geçirerek TSK’yı aşağılamaya ve cezalandırmaya başlarlarken, Hakan Albayrak ve beraberindekiler göbek atıyordu. Sonrasında bu cezalandırma işlemi Ergenekon ve Balyoz gibi kumpaslarla zirveye çıktı, Fetullah’la el ele TSK’nın kozmik odasına kadar girip bütün gizli bilgilerin Amerika’ya taşınmasına yol açtılar… (Mehmet Al Birand, Amerika’nın tezkerenin çıkmamasında TSK’yı suçladığını, Cengiz Çandar’la birlikte, Paul Wolfovitz’le yaptıkları röportajı anlatarak ortaya koydu.)

Gelelim Albayrak’a…

Bilindiği üzere bu Hakan Albayrak “Reis” kavramının telif hakkının kendisine ait olduğuyla övünüyordu bir dönem. Şimdi ise, “Reis”e karşı Gül’ü müdafaa etmekle meşgûl. Müdafaa eder, etmesin demiyoruz da, öyle şeyler söylüyor ki, bu söyledikleri Üstad’ın ifadeleriyle, hakikati bayıltıp ırzına geçmekten ibaret…

Albayrak o zaman neler demişti?

Yukarıda, Amerika’nın Irak saldırısının devamı niteliğinde olarak TSK’ya yapılan operasyonlarda göbek attıklarını belirttik.

Saddam şehid edildiğinde, “Kuyruğu Titretti” demişti mesela… Şaşırdık mı? Hayır! Çünkü zaten daha işin en başında, Amerika ile birlikte Irak’a saldırmanın en önde gelen savunucularından biriydi. Bu saldırıda yer almamız gerektiğini, “Irak yenildikten sonra kurulacak masada yerimiz olmalı, saldırıya katılmazsak yerimiz olmaz!” diye savunuyor, “Irak pastasından biz de payımızı almalıyız!” diyerek Haçlılarla birlikte Irak’a saldırma karşılığında pasta hayalleri görüyordu.

Harcı, kardeşlerimizin kanı ve tecavüze uğrayan bacılarımızı hamile bırakan menilerle yoğrulu bir lanetli pasta…

Ümmetin Büyük Şehidi Saddam Hüseyin’in, daha işin en başında, “Savaşların Anası” olarak tesmiye ettiği son Haçlı Saldırısının başlangıcı olan Irak…

Bugün bölgede ne kadar pislik varsa, ne kadar sorun varsa, bu pisliklerin ve sorunların kaynağı da Savaşların Anası ekseninde alınan tavırlardan tevellüt etmekte.

2003 Irak işgâli ile bütün ihanetler ortaya döküldü ve o günden bu güne Savaşların Anası mânâsına uygun olarak, bölge kan ve ateşe boğulmaya devam ediyor ve gözüken o ki bu ateş, tutuşturulmasında payı olanları, o gün ihanetlerini sergilemeye başlayanları da yutmadan teskin olmayacak.

Bölge ve dünya, yeniden huzur ve güvene ulaştırılmak isteniyorsa, Haçlı işgâlinin defterleri açılmadan ve hesaplar görülmeden bir arpa boyu yol alınması mümkün değil. Amerika’da Trump’un iktidara gelmesiyle 2003 dosyası da aralandı. Türkiye’deki iç politik çekişmelerin de 2003 işgâli üzerinden yürütülme noktasına gelmesi bizce tesadüf değil. Çünkü asıl suç ortaklığı bu işgâl üzerinden sağlandı. Fetullah cemaatine karşı yürütülen operasyonlara dikkat edin, her şey gündeme gelmesine rağmen 2003 işgalinde aldıkları role dair -her iki taraf da- birbirlerine tek lâf etmemekte.

A. Bâki AYTEMİZ

Kaynak: Adımlar dergisi

Etiketler:
ABD ABD Başkanı abdullah gül Amerika beştepe BOP erdoğan George W. Bush Güç gündem haber hakan albayrak ırak işgâl saddam şehadet sistem siyaset tayyip erdoğan TSK türkiye

AKP ve MHP'ye anket şoku! AKP yüzde 38, MHP yüzde 5
08 Ocak 2018



Son anketlerde AKP’nin yüzde 38-40, MHP’nin de yüzde 5-7 bandında oy aldığını gösteriyor. Hayır bloku ise yüzde 60 bandına yaklaşmış durumda

Ankara kulislerinde muhalefete göre, 16 Nisan 2017'de yapılan anayasa rerferandumu sonucunda ortaya çıkan 'hayır bloku'nun yüzde 49 oyunun yüzde 60 bandına yaklaştığı öne sürüldü. Erken seçim beklentisinde olan CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun ise cumhurbaşkanlığı seçimindeki oy oranı hedefinin yüzde 60 olduğu iddia edildi.

Cumhuriyet'ten Erdem Gül'ün haberine göre, partilerin kongre süreçlerinin, cumhurbaşkanı adaylarına ilişkin tartışmaların, uyum yasası çalışmalarının hız kazanması, 2018’e erken ya da zamanında yapılacak bir seçimde alınacak sonuçlara ilişkin hesaplarla girilmesine neden oldu. Muhalefete göre referandumdaki oranlar değişiyor, evet bloku geriliyor, hayır blokunun artışı sürüyor.

Ankara kulislerine göre tüm belirtiler 2019’un beklenmeyeceği, 2018 içinde erken seçime gidileceğine işaret ediyor. “Seçimler zamanında yapılacak” açıklamalarına karşın belediye başkanlarına yönelik operasyonlar ve devam eden kongre süreçleri, AKP’nin aklındaki erken seçim seçeneği olarak görülüyor. Taşeronlara kadro, asgari ücret ve farklı toplumsal-sosyal kesimlere yönelik çalışmalar da AKP’nin erken seçimi düşündüğünün göstergesi sayılıyor. AKP’nin yerel seçimlerde daha düşük oy alması da cumhurbaşkanı ve parlamento seçimlerini öne alacağının bir başka dayanak noktasını oluşturuyor.

HAYIR BLOKU HAREKETLİ

Erken seçime yönelik bu beklentiler, muhalefet partilerini hareketlendirdi. CHP, 3 Şubat’taki kurultayı için kongre süreçlerini tamamlarken, HDP, cezaevinde bulunan Selahattin Demirtaş’ın görevi bırakma kararı sonrası yeni yapılanmasına yoğunlaştı. Meral Akşener ise yeni kurduğu İyi Parti’yi, 15 Temmuz’da yapılacağını öngördüğü bir erken seçimin dışında kalmamak için hızla örgütleme ve tanıtma süreci yürütüyor. SP Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu ise referandumda hayır blokunda birlikte hareket ettikleri partilere yönelik ziyaretler yapıyor.

UMUT VEREN GELİŞME

Yüzde 10 barajının düşürülmeyeceğinin kesinleşmesinin ardından MHP ile AKP arasında bir ittifak formülü bulunacağı beklentileri güçlendi. Buna karşın muhalefette ise referandumdaki hayır buluşmasını bozmadan seçime doğru daha da güçlendirme arayışları hızlandı. Bu gelişme, seçimde alınacak sonuçlara ilişkin anket ve analiz hesaplarını da ilgi çekici hale getirdi. Anketler çerçevesinde yapılan değerlendirmeler, muhalefete uzun süreden sonra umut veriyor. Muhalefete göre referandumdaki oranlar hayır lehine büyüyor. Muhalefetin elinde iki rakam bulunuyor. Birincisine göre hayır oranları yüzde 55- 45 düzeyinde öne geçti. İkinci rakama göre ise hayır yüzde 43 evet ise yüzde 47 oranında ölçüldü.

DAHA DA DÜŞECEK

Muhalefetin masasındaki bu bilgiler, AKP’nin yüzde 38-40, MHP’nin de yüzde 5-7 bandında olduğunu gösteren anketlere dayanıyor. Referandumda AKP ile MHP’nin oy toplamlarının yüzde 60’larda olmasına karşın, evet oylarının yüzde 51’de kalması da muhalefet açısından umut verici bulunuyor. Süreç içinde AKPMHP oy toplamının daha da düşüş göstereceği, resmi bir ittifak durumunda her iki partiden daha fazla seçmen firesi yaşanacağı analizleri yapılıyor. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun, “Seçimde hedefimiz yüzde 50+1 değil yüzde 60” sözleri de bu değerlendirmelerin bir sonucu olarak görülüyor.

OHAL HALKIN GÜNDEMİNDE DEĞİLMİŞ

Bakanlar Kurulu’nun bugünkü toplantısında 1.5 yılı bulan OHAL’in yeniden uzatılması görüşülecek. Uzunca bir süredir, düşünce ve ifade özgürlüğü ile demokratik haklardaki gerilemeleri daha da perçinleyen OHAL uygulamaları, özellikle muhalefet tarafından sert bir şekilde eleştiriliyor. Son çıkarılan OHAL kararnamesine 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’den gelen eleştiri bile iktidar tarafından çok ağır bir tepkiyle karşılaşınca, “Gül’ün bile ifade özgürlüğü yoksa kimsenin yoktur” yorumlarına neden oldu. Gül’e yönelik ağır tepkilerin ardından AKP içinde cılız da olsa “Demokratikleşme, özgürlükler bizim kuruluş felsefemizdi. Şimdi Gül bile konuşamıyor” seslerinin yükseldiği kulislerde dile getirildi. Ancak edindiğimiz bilgi, AKP yönetimi bu tür düşük tonlu uyarılara bile “Biz halka bakarız. Halkın böyle sorunları yok. Halkın OHAL’le sorunu yok. İfade özgürlüğü, düşünce özgürlüğü gibi kavramlar halkın gündeminde değil” diye yanıt veriyor.
Yurt gazetesi

Çiğdem Toker: Davetli ihale kanseri ülkenin tüm kılcallarını sarıyor
09/01/2018

696 sayılı OHAL KHK’si, Kültür Bakanlığı’nın Yatırım ve İşletmeler Genel Müdürlüğü’ne dedi ki: “Falanca il ya da filanca ilçe, bir kültür merkezinde onarım ya da yeni bir inşaat yaptırmak istiyorsan, açık ihaleyi bırak, uğraşma. Firmaları davet et, istediğini (istediğimizi) çağır, işi ona ver.”

Başka bir anlatımla, 4848 sayılı yasaya eklenen geçici madde ile artık, Türkiye’nin 81 ile ve 921 ilçesinde bu tip ihaleler keyfi biçimde istenen firmalara verilebilecek.


Bu madde, büyük yol yatırımları, baraj, konut, milyarlık cezaevleri, son olarak Yargıtay binasıyla yayılan “davetli ihale” kanserinin, ülkenin bütün kılcallarını sarması anlamına geliyor.

Sonuç olarak, güvenlik harcamaları artıyor diye kolalı içeceğe, otomobile torba kanunla vergi zammı yapan AKP, bizlerden toplayacağı bu ÖTV’leri, rejimi baki olsun diye partili müteahhitlere saçmakta beis görmüyor.

Çiğdem Toker’in yazısının devamı için: http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/901278/Butceyi_talan_kapisi_da_OHAL_KHK_sinde.html

ŞOK YAZI; ' Mehmet Barlas AKP'nin gideceğini anladı
8 ocak 2018

'Bir süredir Sabah'ta yazdığı köşesinde eleştirilerin dozunu artıran Mehmet Barlas Erdoğancı yazarların kısa sürede hedefi haline geldi.Sözcü gazetesi yazarı Can Ataklı, yandaşların hedefi olan Mehmet Barlas'ı köşesine taşıdı.

AKP'nin büyük oranda oy kaybetmesi ve çöküş işretleri sadece anketlere yansımıyor. Kendi içerisinde başlayan kavgalar ve Abdullah Gül'ün nazik bir eleştirisine gösterilen büyük tepki ve telaş  en dikkat çeken belirtiler. 

SÜREKLİ İKTİDAR SEVEN ADAM BARLAS

Öte yandan yıllardır AKP'yi koşulsuz destekleyen, Erdoğan'ın her sözünü göklere çıkartan yazarlarında artık duruşlarından dönmeye başlamaları ise çöküşün diğer emareleri arasında. Bir süredir Sabah'ta yazdığı köşesinde eleştirilerin dozunu artıran Mehmet Barlas Erdoğancı yazarların kısa sürede hedefi haline geldi.

Sözcü gazetesi yazarı Can Ataklı, yandaşların hedefi olan Mehmet Barlas'ı köşesine taşıdı.

CAN DÜNDAR'IN HAPİS CEZASI ALDIĞI KONU

Ataklı, Barlas'ın ''Suriye'de ‘Muhalif gruplar' diye terör örgütlerine verdiğimiz destekle ve Esad rejimini bizim bir iç sorunumuz gibi görerek yaptığımızı unutmayalım” sözlerinin ardından, ''Kimileri; 'Barlas kokuyu alır, iktidarın gideceğini anlamıştır' diyor'' dedi.

Sözcü gazetesi yazarı Can Ataklı'nın Mehmet Barlas'la ilgili yazdığı yazının ilgili bölümü şöyle:

BARLAS'IN DURUMU

"Barlas'ın durumu; gerçeği bilen sonsuza kadar yalan söyleyemez.
İktidarın en önemli yandaşlarından biri olan Mehmet Barlas yazısındaki bir cümle nedeniyle eleştiri oklarına hedef oldu. Mehmet Barlas hafta içinde İran'daki olayları değerlendirdiği Sabah Gazetesi'ndeki köşesinde 'İran halkının mutsuzluğunu yine bu halk değerlendirecektir. Eğer rejim sağlam değilse, halka rağmen ayakta kalamaz. Ancak buna asla ABD karar veremez. Bu vesileyle bizim aynı hatayı Suriye'de ‘Muhalif gruplar' diye terör örgütlerine verdiğimiz destekle ve Esad rejimini bizim bir iç sorunumuz gibi görerek yaptığımızı unutmayalım' demişti.

CHP'Lİ VEKİL 25 YIL HAPİSTE AYNI SÖZLER YÜZÜNDEN YATIYOR

Tabii bir yandaş yazarın 'Türkiye terör örgütlerine yardım etti' diye yazması bu yüzden suçlanan ve hatta hapse atılan kişilerin durumunu akla getirdi. Barlas'ın sözlerine tepki gösteren pek çok kişi 'CHP'li milletvekili bu yüzden 25 yıla mahkûm edilip hapse atılmadı mı, Hüsnü Mahalli bu nedenle aylarca hapiste kalmadı mı, yüzlerce kişi bu konuda attığı twitler nedeniyle yargılanmıyor mu?' diye sordu. Birkaç gündür Barlas'ın bu yazıyı niye yazdığı da soruluyor.

BARLAS KOKUYU ALIR

Kimileri; 'Barlas kokuyu alır, iktidarın gideceğini anlamıştır' diyor, kimileri 'Suriye politikasında radikal dönüş olacak bunun habercisi' yorumları yapıyor. Bana göre bu yazının ardında hiçbir şey yok. Bu tamamen özensizlikten kaynaklanmıştır bana göre. Mehmet Barlas'ı da ailesini de çok uzun yıllar öncesinden tanırım. Şu sıralar görüşmüyorsak da, bu Barlas'ın entelektüel birikimi ve bilgi düzeyi çok yüksek nadir gazetecilerden olan biri olduğu gerçeğini değiştirmez... Son yıllarda yaptıkları elbette hiç hoşuma gitmiyor ama Barlas'ın en azından gazetecilik namusu olduğunu açık yüreklilikle söyleyebilirim. Türkiye'nin Suriye'deki rejim muhaliflerine yardım adı altında terör örgütlerine yardım ettiğini Mehmet Barlas gibi iktidara çok yakın bir gazetecinin bilmemesi mümkün değildir.

BU GÜNE KADAR YALAN SÖYLEMEKTEN ÇEKİNMEDİ

Bu gerçeği yıllardır bilen Barlas konumunu korumak için bugüne kadar bu konuda yalan söylemekten hiç çekinmedi. Ancak işin gerçeğini bilen birinin bir yalanı sonsuza kadar saklaması mümkün değildir. Öyle ya da böyle günün birinde dil dolanır, dimağ karışır ve gerçek söyleniverir.
Barlas'ın başına gelen bence budur. Tabi konu kamuoyunda da dallanıp budaklanınca Barlas 'en eski' yönteme başvurarak 'Herkes salak kimse beni anlamıyor anlayan da yanlış anlıyor' repliğine tutundu. 'Ben terörist derken o sırada terörist olarak kabul edilmeyen PYD'yi kastetmiştim. PYD sonradan terörist kabul edildi' savına sığındı. Madem amaç oydu ne diye açık açık yazmadı Barlas acaba da millete bulmaca çözdürmeye kalkıp sonra da herkesi salak yerine koydu? Neyse benim şimdi merakım Barlas'a da tıpkı Hüsnü Mahalli'ye yapıldığı gibi bir 'sabahın körü' operasyonu düzenlenecek mi?"

Etiketler : mehmet barlas, can ataklı, akp, eleştiri, suriye, teröre destek, yazısı, hedef, akp ye eleştiri, akp gidici, koku aldı, haberleri
Kaynak: Haberartıtürk

‘Erdoğan, Gül’e savaş ilan etti’
10-01-2018



Yandaş yazar Abdülkadir Selvi, Erdoğan’ın dün grup toplantısında yaptığı konuşma ile Abdullah Gül’e savaş ilan ettiğini yazdı.

Hürriyet gazetesi yazarı Abdülkadir Selvi AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın dün partisinin grup toplantısında yaptığı Abdullah Gül çıkışına ilişkin, “Dün bir milat yaşandı. Erdoğan, Gül’e savaş ilan etti” diye yazdı.

Erdoğan isim vermeden Gül’ü kastederek, “Geçmişte partimiz çatısı altında olup da bugün dışarıda başka havalarda gezen hiç kimsenin partimizle, hareketimizle ilgili söz söylemeye hakkı yoktur” demiş ve eklemişti:

“Bu birliği, beraberliği zedeleyenler bilsinler ki artık bu kervanın samimi yolcuları değildir. Bu trenden düşenler kusura bakmasınlar, düştükleri yerde kalırlar.”

‘SEÇİMLERE BAHÇELİ’NİN ‘SENİ BAŞKAN YAPTIRACAĞIZ’ DURUŞU DAMGA VURACAK’

Erdoğan’ın Bahçeli ile ittifak açıklamalarına da değinen Selvi şunları yazdı:

“Cumhurbaşkanı Erdoğan okları Gül’e gönderirken, çiçekleri Bahçeli’ye attı. Hatta öyle ki, konuşmanın sonuna kadar bekleyip, “Yoksa Bahçeli konusuna girecek mi?” diye düşünüldüğü bir sırada Bahçeli’ye şükranlarını sundu. Neden teşekkür etmesin ki? 28 Ağustos 2014 tarihindeki Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Selahattin Demirtaş’ın, “Seni başkan yaptırmayacağız” çıkışı iz bırakmıştı. 3 Kasım 2019 Cumhurbaşkanlığı seçimlerine ise Devlet Bahçeli’nin, “Seni başkan yaptıracağız”duruşu damgasını vuracak. Bahçeli, başkanlık sistemini ortaya atarak, 16 Nisan’da Erdoğan’ın yanında durarak zaten bu adımı atmıştı. Erdoğan, Bahçeli’ye şükranlarını sunarken gözlerinin içi parlıyordu. 2019 sonuçları cebinde gibi bir ruh hali vardı. Belli ki, Bahçeli’nin bu tavrı nedeniyle tünelin ucundaki ışığı görmüş.”

İleri Haber

Erdoğan'ın savaş açtığı Abdullah Gül harekete geçiyor
10 Ocak 2018

AKP'de artık resmen başlayan Erdoğan Abdullah Gül mücadelesinde taraflar kartlarını birer birer açmaya başladı.

AKP'de giderek ısınan iktidar mücadelesinde cepheler netleşiyor. AKP tabanında Erdoğan'ı istemeyenlerin en net adayı Abdullah Gül olarak netleşirken taraflar kartlarınıda açmaya başladılar. Erdoğan'ın dün gurup toplantısında yaptığı konuşma yakın gelecekte bir var olma mücadelesi başlayacağının ilk işaretleriydi.

İSİM VERMEDİ AMA HERKES ANLADI

AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, dünkü grup toplantısında 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'e "Geçmişte partimiz çatısı altında olup da bugün dışarıda başka havalarda gezen hiç kimsenin partimizle, hareketimizle ilgili söz söylemeye hakkı yoktur. Bu birliği, beraberliği zedeleyenler bilsinler ki artık bu kervanın samimi yolcuları değildir. Bu trenden düşenler kusura bakmasınlar, düştükleri yerde kalırlar" demişti.

GÜL'E SAVAŞ İLAN ETTİ

Bu açıklamanın peşinden AKP'ye yakınlığı ile bilinen, Hürriyet gazetesi yazarı Abdulkadir Selvi, Erdoğan'ın bu sözlerinin bir milat olduğunu, Cumhurbaşkanı'nın, Abdullah Gül'e savaş ilan ettiğini belirtti. "Bakalım Gül susacak mı, yoksa bu eleştirilere cevap verecek mi?" diye soran Abdulkadir Selvi, "Peki Erdoğan buna neden ihtiyaç duydu? 

AKP'TE GÜL'E OLAN SEMPATİYİ SİLMEK İSTİYOR
Bir strateji söz konusu. Erdoğan, 2019 Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesinde Abdullah Gül ile AK Parti arasına kalın bir set çekti. AK Parti’de Gül’e olan sempatiyi silmeyi amaçladı" tespitinde bulundu.

ABDULLAH GÜL ŞUBAT AYINI BEKLİYOR

Öte yandan AKP'ye yakınlığıyla bilinen Türkiye gazetesinin yazarı Batuhan Yaşar, Gül'ün Şubat ayında harekete geçeceğini ileri sürdü."Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın dün isim vermeden hedef aldığı Abdullah Gül 'ne yapsam, ne etsem' hesaplarının sonuna geldi. Ulaştığımız bilgilere göre Abdullah Gül şubat ayında bazı adımlar atacak" diyen Yaşar, "Ciddi ciddi hazırlanıyor. Hemen söyleyelim ilk aşama bu. Parti kurmayacak veya bir partiye (Saadet Partisi, İyi Parti) üye olmayacak. 

AKİL İNSANLAR İLE YEMEKTE BİR ARAYA GELECEK

İlk aşamada bazı akil insanlarla yemekte bir araya gelecek. 'Ben partiler üstüyüm' mesajı verecek. Özetle kamuoyunun tepkisini ölçmeye çalışacak" ifadelerini kullandı.Erdoğan, dünkü Meclis grup toplantısında Abdullah Gül'ü sert sözlerle hedef almış, "Bu trenden düşenler kusura bakmasınlar, düştükleri yerde kalırlar" demişti.

Etiketler : erdoğan, abdullah gül, savaş ilanı, gül, şubat ayı, akiller, toplantı, harekete geçiyor, ne yapacak, aday mı, saadet partisi, iyi parti, ittifak, gül ne yapacak Kaynak: Erdoğan'ın savaş açtığı Abdullah Gül harekete geçiyor

Haberartıturk

Ahmet Hakan: Abdullah Gül olayı bitmiştir
11 Ocak 2018



"Geçmiş olsun"

Hürriyet yazarı Ahmet Hakan, siyasete geri döneceği konuşulan 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile ilgili, "Olayı bitmiştir" dedi.

Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) içindeki cunta yapılanması tarafından düzenlenen darbe girişiminin "bastırılmasında" rol oynayan sivillere yargı muafiyeti getiren düzenleme için Gül, "kaygı verici", "gözden geçirilmeli" yorumlarında bulunmuştu. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan paylaşım için, "Kendileri tarafından yapılan o açıklama, aldığı retweet’lerle süreci çok farklı bir yere doğru işletmiştir" demişti. Erdoğan, "düzenlemenin son derece açık olduğunu" vurgulayarak "Neye dayanarak böyle bir muğlaklıktan bahsediyorsunuz?" ifadesini kullanmıştı.

Hakan'ın "Abdullah Gül olayı bitmiştir" başlığıyla (11 Ocak 2018) yayımlanan yazısının ilgili bölümü şöyle:

“Lider olmak”, “liderlik geni barındırmak”, “lider doğmak” gibi tabirlere ve nitelemelere hayli mesafeliyim.

Fakat buna rağmen...

Gönül rahatlığıyla söyleyebilirim ki:

- Abdullah Gül’den bir lider çıkmayacağı...

- Abdullah Gül’ün bir lider olamayacağı...

- Abdullah Gül’ün bir liderlik sergileyemeyeceği...

Kabak gibi ortaya çıkmıştır.

*

Peki ne olmuştur da...

Bu iş kabak gibi ortaya çıkmıştır?

*

Şöyle olmuştur:

*

Tayyip Erdoğan, her zaman olduğu gibi yine risk alarak...

- Abdullah Gül’e meydan okumuştur.

- Abdullah Gül’ü yol ayrımına getirmiştir.

- Abdullah Gül’ü tavır almaya zorlamıştır.

*

Abdullah Gül ise her zaman olduğu gibi yine risk almayarak ya da alamayarak...

Bu büyük meydan okumaya karşı...

Tek bir harf bile söylememiştir, söyleyememiştir.

- Bırakın minnacık bir itirazı... Yanlış anlaşıldığını bile söyleyememiştir.

- Bırakın kısık sesli bir meydan okumayı... “Ama bu haksızlık” bile diyememiştir.

- Bırakın en alt düzeyden bir dik duruşu... Bir duruş bile ortaya koyamamıştır.

*

Daha kendisine yönelik en ağır eleştiriler karşısında bile kendisini savunmayı beceremeyen biri...

Halkın haklarını nasıl savunabilir ki?

*

Geçmiş olsun!

Bu şarkı burada bitmiştir.

T24
ETİKETLER
abdullah gül ahmet hakan olay dik duruş

AKP Gül için harekete geçti[/siz
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Prş Oca 11, 2018 10:58 pm tarihinde değiştirildi, toplam 1 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Prş Oca 11, 2018 5:55 pm    Mesaj konusu: AKP Gül için harekete geçti Alıntıyla Cevap Gönder

AKP Gül için harekete geçti
İsmet Özçelik
11 Oca, 2018



Erdoğan’la Gül’ün arası uzun süredir limoniydi. Cenazelerde bir araya gelseler de zoraki konuşuyorlardı. Zaman içinde ilişkiler daha da bozuldu.
Erdoğan’ın yakın çevresine göre, Gül kendi ajandasına uygun hareket ediyordu. Uluslararası temasları vardı. Onların Türkiye planlarında rol almaya istekliydi. Erdoğan da durumun farkındaydı.
Derken ilişkileri kopma noktasına geldi. AKP kulislerinde anlatılanlara göre, süreç şöyle gelişti:

SARRAF DAVASI

Erdoğan Gül’ün faaliyetlerinden kaygılıydı. Geçmişte Erbakan tecrübesi vardı. Kendisine karşı yürütülen operasyonun parçası olduğundan kuşkulanıyordu.
Erdoğan ile ABD arasında gerilim yükselirken, Gül ve çevresinin rahatlığı dikkati çekiyordu. Arkasından ABD’de Rıza Sarraf davası başladı. Mahkemede Erdoğan’ın yakın çevresinden isimler kayda geçiriliyordu. 17-25 Aralık dosyası da bu kapsamdaydı. AKP’den çok Erdoğan’ın hedef alındığı tespiti öne çıktı.

AKP’DE OPERASYON

Erdoğan’ın devre dışı bırakılması durumunda, AKP’de operasyon kolay olacaktı. ABD ve İngiltere için uygun isim belliydi.
Erdoğan’ın çevresinde, “ABD, AKP için de planlar yapıyor” ifadeleri duyulmaya başlandı. ABD’nin bir taşla birkaç kuş vurmaya çalıştığı, bu kuşlar arasında hem cumhurbaşkanlığı hem AKP yönetimi olduğu konuşuluyordu.
Bir anlamda Sarraf davası gözleri açtı.

TOPLANTILAR

Bu gelişmeler yaşanırken, “dar ekiple” toplantılar arttı. Bazılarından Başbakan Binali Yıldırım’ın bile haberi yoktu.
Beştepe’de, “Abdullah Gül ve ilişkileri” konusu masaya yatırılmıştı. Gül’le irtibatlı olduğu düşünülen bakan, milletvekilleri ve işadamları mercek altına alınmalıydı. Gül’le uzak olduğu görüntüsü veren ama Gül’le teması olan isimler uyandırılmadı. Hatta rahat hareket etmelerinin önü bile açıldı.

ARAŞTIRMALAR

Gül’ün çevresinin muhalefet partileriyle temasları öğrenilmişti. Türkiye’yle yakından ilgilenen ülkelerin faaliyetleri de takip ediliyordu. Elde edilen istihbari bilgiler birbirini tamamlıyordu.

***
Eş zamanlı olarak, bazı ülkelerin gizlice Gül’ün adaylığıyla ilgili kamuoyu araştırması yaptırdıkları duyumu alındı.
Bu yetmezmiş gibi Gül’e yakın bazı işadamlarının da Gül için kamuoyu araştırması girişimleri ortaya çıktı. Gül çevresinden eski bir milletvekilinin boşboğazlığı her şeyi açık etmişti. Gül’ün cumhurbaşkanlığı adaylığı için harekete geçtiği kesinleşmişti.

YAKALANAN BALIK

Öte yandan, FETÖ soruşturmalarında yakalanan önemli bir “balığın” verdiği ifadeler konuşulmaya başlandı. Her şeyi itiraf ettiği, kimin kimin hesabına çalıştığı, planlarının ne olduğu konusunda ayrıntılı bilgiler verdiği iddiaları gündeme geldi.
“Bu kadarını tahmin etmiyorduk” dedirten ayrıntılardan söz edildi.
Bu “balığın” itiraflarının da sürecin şekillenmesinde çok etkili olduğu ifade edildi.

SALVOLAR BAŞLADI

Cumhurbaşkanlığı seçimi için işler pekiyi gitmiyordu. Ekonomik kriz, yurtdışı kaynaklı operasyonlar, seçim öncesi yaşanabilecek yeni gelişmeler… gerilimi artırıyordu. Buna bir de parti içinden birinin rakip olarak çıkması kabul edilemezdi.
AKP’den parça koparılmasına tahammül yoktu. Geç kalınırsa, telafisi zor bir durumla karşılaşılabilirdi. Beştepe’de bu tespit yapılınca düğmeye basıldı.

SİLUETİ KARŞI TARAFTA

İsmi açıkça verilmese de hedef belli. Abdullah Gül ve çevresi. Önce “Kılıçdaroğlu’nun kayığına binmekle” suçlandı. Arkasından Salı günkü AKP Meclis Grup Toplantısı geldi.
Erdoğan çok sertti. Sözünü esirgemedi.
“Bunlar AK Parti olarak milletimizle birlikte verdiğimiz hayati mücadelede en küçük desteklerini görmediğimiz, karşı saflarda siluetleri beliren kişilerdir. …Bu birlikteliği, beraberliği, dayanışmayı zedeleyenler bilsinler ki artık bu kervanın samimi yolcuları değildir. Bu trenden düşenler, düştükleri yerde kalırlar.”
Arkasının geleceği anlaşılıyor.
Şiddetinin ne olacağı ise belli değil!

Aydınlık

Eski Merkez Bankası başkanı KGF üzerinden uyardı: 2001 krizi de böyle gelmişti
11/01/2018



Eski Merkez Bankası başkanı Durmuş Yılmaz, hükümetin batan ya da geri dönmeyen Kredi Garanti Fonu (KGF) kredilerini ‘yapılandırma’ adı altında yüzdürmeye çalıştığını, bu yöntemin Türkiye’yi 2001’dekine benzer krizin içine sürükleyebileceğini söyledi.

Sözcü’den Erdoğan Süzer’e konuşan İYİ Parti Genel Başkan Yardımcısı Yılmaz, hükümetin geri ödenmeyen KGF kredilerine yıl başından itibaren yeni bir ödeme kolaylığı daha sağladığını, bu yolla batık KGF kredilerinden kaynaklanabilecek olası bankacılık risklerinin 2019 seçimlerinin sonrasına ertelenmeye çalışıldığını söyledi.

‘Seçimlerin sonuna kadar canlı kredi gösterme imkanı getirildi’

Yılmaz, kredilerde KGF onayının kaldırılıp tüm inisiyatifin bankalara verilerek riskli firmalara da kredi aktarma yolunun açıldığına işaret ederken, batık kredilerin gizlenme yöntemini şöyle anlattı: “Üretici, imalatçı ve ihracatçı firmalara verilmesi gereken KGF kredileri, daha önce verilen ancak geri ödenmediği için aslında takip hesaplarına düşmesi gereken teminatsız, riskli ve aksayan kredilerin yeniden yapılandırılmasında kullandırıldı. Bu sayede batığa giden krediler yüzer kredi haline dönüştürüldü. Riskli firmalara kredi vermek kolaylaşınca kısa sürede 220 milyar liralık hacme ulaşıldı. Ancak kredilerin önemli bölümü, bankaların portföyündeki aksak ve riskli kredilerle, kredibilitesi olmadığı halde siyasi referanslarla verilen krediler olduğu için sistem kısa sürede tıkandı. Yapılan son değişiklikle bankalara, geri dönmeyen krediler için birden fazla yapılandırmaya gitme ve batık kredilerini 36 ay daha, yani seçimlerin sonuna kadar canlı kredi olarak gösterme imkânı getirildi.”

Eski Merkez Bankası başkanı batık KGF kredilerinin seçimler bitene kadar üç yıl boyunca birkaç defa yeniden yapılandırılabileceğini söyledi.

‘Banka bilançolarının görünümü değişti’

Yılmaz şöyle devam etti: “Kredi aslında şu anda batık. Eğer ekonomi canlanır da kredi alanlar nakit akımını sağlarsa kredi ödenebilir hale gelecek. Diyelim ki önümüzdeki nisan ayında kredinin vadesi geldi, ancak kredi ödenemiyor. Banka müdürü ödemeyi örneğin eylül ayına kadar uzatacak. Eylül geldi yine ödenemedi, bu sefer yılbaşına kadar uzatacak. Olmadı, yine uzatacak, yine uzatacak. Ta ki 36 ay dolana kadar.”

İYİ Partli’li Yılmaz, hükümetin yeniden yapılandırma yaparak hem geri ödenmeyen krediler için takip işlemlerini durdurduğunu hem KGF’den kefalet tutarının tazmin edilmesi işlemini ötelediğini hem de olası KGF batıkları nedeniyle bozulacak banka bilançolarının görünümünü geçici de olsa değiştirdiğini belirtti.

‘Geri ödemeler niçin üç yıl erteleniyor?’

Yılmaz sözlerini şöyle bitirdi: “Bugüne kadar kullandırılan 220 milyar lira KGF kredilerinin önemli bir bölümü, aslında karşılık ayrılarak, takip hesaplarında izlenmesi gereken bir çeşit batık krediler olduğundan, gerçekte takibe düşen kredilerin oranı yüzde 3’ler değil, yüzde 10’lara doğru gitmektedir. 2001 krizi de batık krediler yüzde 10’a ulaşınca geldi. Eğer iddia edildiği gibi krediler gerçekten canlıysa, geri ödemeler niçin 36 ay, yani üç yıl erteleniyor? Unutulmasın ki, kamu bankalarının zararlarının kayıtlarda yıllarca canlı kredi olarak gösterilmesi 2001 krizinin en başta gelen nedenlerinden birisiydi.”

Diken

"Adalet" nutukla gelmiyor
Yalçın Doğan
11 Ocak 2018

“Peygamber Efendimiz buyurmuştur ki, Allah adil olanları sever”.

Bir başka cümle:

“Devleti yönetenlerin birinci vazifesi adaleti sağlamaktır”.

Bir başka cümle:

“Batıda özgürlük ve demokrasi arayışlarına baktığımızda hepsinin adalet temelli olarak ortaya çıktığını görürüz.”

Bir başka cümle:

“Kendi tarihinde adaletle davranan devlet adamlarının hayırla yad edildiğini görürüz.”

Bir başka cümle:

“Geciken adalet, adalet değildir.”

Bir başka cümle:

“Dinimizin biz inananlara yüklediği en önemli sorumluluklardan biri de, adaletle davranmaktır.”

Türkiye’de bu cümlelerin altına imza atmayacak tek kişi yok.

Bu cümleler hukuk ansiklopedilerinde ya da adalet üzerine yazılmış pratik ve felsefi değerdeki kitaplardan alınmış değil.

Bu cümleler dün Tayyip Erdoğan’ın Saray’da düzenelenen “Adalet Şurası"ndaki konuşmasından aktarmalar.

İnanmak güç ama, ta kendisi, doğrudan kendisine ait sözler.

Geciken adalet

“Geciken adalet adalet değildir” diyor.

Peki, aylardır yargı önüne çıkmadan, iddianamesi bile yazılmadan hapis yatan insanlar için adalet gecikmiş değil mi? Bu durumda olan binlerce insan var.

Bu felaket durumu çözmek için kendisinin de söylediği gibi, adında “Adalet” olan, kendi partisi Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarı ne yapıyor? AKP hükümeti, Adalet Bakanlığı ve bürokrasisi ne yapıyor?

“Dinimizin biz inananlara yüklediği en önemli sorumluluklardan biri de, adaletle davranmaktır” diyor.

Hapishanelerde aylardır yargılanmayı bekleyen, yargılanma sırasında ise, hukuk kurallarının yerine getirilmediğini Erdoğan görmüyor mu?

“Adalet” için kritik davalarda yargıçlar ve savcılar sürekli olarak neden değiştiriliyor?

Bu değişikliklerle “adaleti” sağlamak mümkün olabilir mi?

Madem öyle düşünüyor ve söylüyor, o zaman yargıyı neden kendisine bağlamış bulunuyor? Birilerine bağlanmış bir yargıdan hangi “adaletin” sağlanmasını bekliyor?

Madem, “dinimiz” böyle bir sorumluluk yüklemiş, o zaman “dinin gereğini” yerine getirmesi gerek.

Eğer getirdiğine inanıyorsa, o zaman farklı konularda “adalet istiyoruz” çığlıklarını duymuyor mu? Duyuyor ise, bu çığlıklarda “acaba küçük de olsa, bir gerçek payı var mı” diye, hiç zahmet edip, sormaya, araştırmaya gerek görmüyor mu?

Adalet ve Ütopya

“Kendi tarihinde adaletle davranan devlet adamlarının hayırla yad edildiğini görüyoruz” diyor.

Ülkenin her köşesinden “adalet çığlıkları” yükseliyorsa, kendisinin “adaletle davrandığını” mı düşünüyor?

Madem “hayırla yad edilmek” istiyor, gerçekten “adil” davrandığına mı inanıyor?

Madem, “Batıda özgürlük ve demokrasi arayışlarının temelinde adalet var”, Türkiye’de özgürlük ve demokrasi arayışı yok mu ki, “adalet” bugün bu ölçüde bir ütopyaya dönüşüyor?

Bir yandan “dinin” gereği, diğer yandan “demokrasinin ve özgürlüklerin” gereği ki çok doğru, o zaman özellikle son üç, dört yıldır ortaya çıkan onca “adaletsiz” durumları nasıl izah ediyor?

Binlerce insanın sorgusuz sualsiz işlerinden atılması, kimilerinin neredeyse açlığa mahkum edilmesi, hapse atılması ile “adaletin” sağlanmış olduğuna mı inanıyor?

Hani o komisyon?

Çok pratik bir soru:

OHAL kararnameleriyle işlerinden atılan binlerce insanın durumunu yeniden incelemek amacıyla bir komisyon kuruluyor.

Öyle bir komisyon kuruluyorsa, başlı başına kurulması bile, “adaletsizliklerin” yapılmış olabileceği gerçeğini göstermiyor mu?

Kaldı ki, o komisyon neden bir türlü düzgün çalışmıyor? Çalışmıyorsa, “adalet” yeniden yerine nasıl gelecek?

“Adalet” gecikiyor. Hani, “geciken adalet adalet değildir” diyor ya, nerede o “adalet”?

Hayat doğrulamıyor

Erdoğan’ın dün söyledikleri yüzde bin doğru, her kelimesi doğru.

Ya uygulama? Ya hayatın gerçekleri?

Söyledikleri ile taban tabana zıt.

Söylediklerini uygulasın, farklı kavramlardan örnekler verdiğine göre, onların gereklerini yerine getirsin. Demokrasiden örnekler verdiğine göre, demokrasinin gereklerini yerine getirsin.

Kemal Kılıçdaroğlu geçtiğimiz aylarda Ankara’dan İstanbul’a “adalet için” yürüyor, Türkiye aylarca ve hala “hak, hukuk, adalet” çığlıkları atıyor.

Bunları hiç mi duymuyor ve sadece “kitabi” konuşarak, nutuk atmakla yetiniyor.

Ancak, dünkü gibi o nutuklarla “adalet” yerine gelmiyor.

T24
ETİKETLER
yalçın doğan tayyip erdoğan adalet

Karar yazarından "Trenden düşenler kusura bakmasın" diyen Erdoğan'a: Trenin gidişinde sorun yok mu?
11 Ocak 2018



"Normal olan siyasette herhangi bir parti hakkında herkesin söz söyleyebilmesi değil midir?"

Karar yazarı Hakan Albayrak, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın sadakatin aslolan bir kavram olduğunu belirterek söylediği, "Bu trenden düşenler kusura bakmasın düştükleri yerde kalırlar" sözlerini değerlendirdi. Albayrak, Erdoğan'a, "Trenin gidişinde sorun yok mu?" diye sordu.

Önceki gün AKP Grup Toplantısı'nda konuşan Erdoğan isim vermeden sert sözlerle seslendi. "Eskiden partimizin çatısı altında olup da bugün dışarıda başka havalarda gezen kimsenin partimizle ilgili söz söylemeye hakkı yoktur" ifadesini kullanan Erdoğan, "Hayır kampanyası yürütenler bugün kendilerinde söz hakkı görüyor. Bu birlikteliği zedeleyenler bilsin ki artık bu kervanın samimi yolcuları değillerdir. Sadakatin aslolan bir kavram olduğunu bilerek çıktık. Bu trenden düşenler kusura bakmasın düştükleri yerde kalırlar" diye konuştu.

Albayrak'ın "Trenden düşmek" başlığıyla (11 Ocak 2018) yayımlanan yazısı şöyle:

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, evvelki gün AK Parti’nin TBMM’deki grup toplantısında yaptığı konuşmada dedi ki:

“Geçmişte partimiz çatısı altında olup da bugün dışarıda başka havalarda gezen hiç kimsenin partimizle, hareketimizle ilgili söz söylemeye hakkı yoktur.”(Normal olan, siyaset sahnesindeki herhangi bir parti -hele ülkenin gidişatına yön veren iktidar partisi- hakkında herkesin söz söyleyebilmesi değil midir? Geçmişte veya günümüzde o partinin çatısı altında olup olmamak, bu hakka sahip olup olmamayı nasıl etkiler?)

“Herkes ağzını açmadan önce nerede bulunduğuna, kimlerle aynı safa geçtiğine dikkat etmelidir. Kem alette kemalat olmaz.” (Doğu Perinçek ve arkadaşlarının AK Parti’yi savunduğu yerde AK Parti’yi savunmak da “kem alet” olma sonucunu doğurur mu?)

“Bunlar, milletimizle birlikte son 3-4 yıldır verdiğimiz hayati mücadelede en küçük bir desteklerini görmediğimiz, hatta çoğu defa karşı saflarda silüetleri beliren kişilerdir.” (Yetkileri ellerinden alınan ve etki alanları neredeyse sadece sosyal medyayla sınırlandırılan kimselerden tam olarak hangi çapta bir destek bekleniyordu? Teröre karşı dayanışma çağrısı mahiyetinde Tweet’ler atmak, 15-16 Temmuz 2016 gecesi -ambargonun o geceye mahsus olarak kalkması sayesinde- televizyonda darbecilere karşı millî iradeyi savunmak ve Erdoğan’la beraber Yenikapı’da darbecilere karşı milli birlik manzarası sergilemek “en küçük bir destek” dahî değil midir? Bu basireti gösteren kimseleri, sırf bazı konularda farklı düşünüyorlar / davranıyorlar diye “karşı saflar”da telakki etmek reva mıdır? “Karşı saflarda silüetleri beliren kişiler”den sayılma riski olmadan herhangi bir hususta cumhurbaşkanı yahut hükümetten farklı bir fikir serdetmenin / duruş sergilemenin bir yolu var mıdır?)

“Dünyada neler oluyor, ülkemizde neler oluyor, bununla ilgili bir sesiniz çıkmayacak, bu ülkede bir ‘evet-hayır’ referandumu yapılıyor ve partimiz burada ‘evet’ başlığını böyle atıyor ama bakıyorsunuz birileri de ‘hayır’ için kampanya yürütüyor kulislerde, şurada burada... Ve şimdi de kendilerinde söz hakkı görüyorlar. Kusura bakmasınlar.” (Ölçü “Dünyada neler oluyor, ülkemizde neler oluyor, bununla ilgili bir sesiniz”in çıkıp çıkmaması ise, sosyal medyada Kudüs meselesinden Irak’taki gelişmelere, PKK teröründen FETÖ’cülerin darbe teşebbüsüne kadar pek çok konuda ses çıkaran kimselerle ilgili bir sorun olmasa gerek. Burada sorulması gereken soru şu: Referandumla ilgili çekincelerini partiden arkadaşlarına ve bizzat Cumhurbaşkanı Erdoğan’a açıkça bildirip “Bundan vazgeçmek lazım” veya “Bu anayasa değişikliği paketini şu şekilde tashih etmek lazım” diyen ama referandum sürecinde kamuoyuna anayasa değişikliği aleyhinde bir açıklama yapmaktan geri duran kimselere bile -“hayır” için “kampanya” yürüttükleri iddia edilerek- ‘Kusura bakmayın, söz hakkınızı kaybettiniz’ denebiliyorsa, mesela 696 sayılı KHK ile ilgili bir nüans bile davaya ihanet konusu olabiliyorsa, Erdoğan’ın “Bize sorgusuz sualsiz itaat eden bir gençlik değil, neyi niçin savunduğunu bilen bir gençlik lazım” sözü boşa çıkmıyor mu? Bu tabloyu gören AK Parti’li gençler, herhangi bir hususta lidere sorgusuz sualsiz itaat etmedikleri takdirde “karşı tarafta silüetleri beliren kişiler” olarak anılacakları korkusuyla hareket etmezler mi? ‘Liderin neyi niçin savunduğunu öğrenelim biz de o şeyi o gerekçeyle savunup geçelim’ demezler mi?)

“Bu birlikteliği, bu beraberliği, bu dayanışmayı zedeleyenler bilsinler ki artık bu kervanın samimi yolcuları değildir.” (Birlikteliğin, beraberliğin, dayanışmanın şartı her konuda aynı düşünmek midir ve farklı düşünse de bunu söylemeyenin samimiyeti ne kadar samimidir?)

“Biz bu yola çıkarken ahdederek çıktık ve bu yola bu akitleşmeyle, bu ahitle çıkarken de şunu bir defa çok iyi bilmemiz lazım, sadakatin aslolan bir kavram olduğunu bilerek çıktık.” (Ne üzerine ahit ve neye sadakat? Bir hatırlatma: Erdoğan, AK Parti’nin kurulduğu 14 Ağustos 2001’de Bilkent Oteli’nde düzenlenen tanıtım toplantısında “Bugün Türk siyaset hayatına lider oligarşisinin çöktüğü gün olarak, tekelci bir anlayışa dayanan liderlik anlayışının yerine kolektif aklın temsilcisi olan bir anlayışın yerleştiği gün olarak geçecek” demişti.)

“Bu trenden düşenler, kusura bakmasınlar, düştükleri yerde kalırlar ama bu da yoluna devam eder.” (Tren, eski rayında mı? Öyle olmadığını düşünenler bu düşüncelerini ifade ettiklerinde trenden düşmüş mü sayılıyorlar? Trenden düşmüş sayılıyorlarsa, “Partili üyelerin tüzük ve program dahilinde düşüncelerini özgürce ifade etmeleri sağlanacaktır” ahdiyle yola çıkan trenin gidişatında bir sorun yok mu?)

***

Bence Erdoğan’ın 7 Mayıs 2017’de İstanbul’daki “Uluslararası Münazara Turnuvası” ödül töreninde yaptığı konuşma, daha güzel bir tren yolculuğuna işaret ediyordu:

“Son 14 yılda klavyelerin, tabelaların, harflerin, kelimelerin üzerindeki birçok yasağı biz kaldırdık. On yıllardır yazı ve fikir hayatımıza musallat olan tek tipçi, vesayetçi anlayış yerine farklılıkları zenginlik olarak gören, düşüncenin önünü açan bir bakış açısını biz ikame ettik. Münazaraları ulusal anlamda yapmanın çok önemli faydaları olacağına inanıyorum. Münazara empati kurulmadan yapılamaz. Münazaranın tek bir kazananı yoktur…”

T24
ETİKETLER
erdoğan tren gül haber açıklama sorun

Etyen Mahçupyan: Bahçeli, Erdoğan’ı dar bir alana sıkıştırdı
11/01/2018



(…) yüzde beşe inmiş bir partinin pazarlık gücü fazla olmamakla birlikte, yüzde elli gerektiren bir seçimde yapabileceği marjinal katkı çok hayati olacak ve Erdoğan’ın bu katkıya ihtiyacı var. Dolayısıyla Bahçeli pazarlıktaki ilk teklifi yapmamayı sağlamış oldu. Şimdi Erdoğan Bahçeli’nin cömertliğine karşı bir öneride bulunacak ve Bahçeli de asıl teklifini kapalı kapılar ardında yapma imkanı bulacak.

Tabii Bahçeli söz konusu cömertliği yaparken işi ideolojik olarak sağlama almayı da ihmal etmedi (…) Abdullah Gül’e de gönderme yaparak, Erdoğan’ın muhafazakar kesimden çıkabilecek her türlü rakibinin anlatılan o devasa komplonun parçası olacağını ima etti.

Görünüşte karşılıksız, ‘millet hayrına’ bir öneri sundu. Ama Erdoğan’ı hem kendi çıkarları hem toplum karşısındaki görünümü açısından epeyce dar bir alana sıkıştırdı. İki lider arasındaki benzeşirlik ve hedef birlikteliği, aralarındaki güç farkına rağmen ikisini giderek eşitliyor. Nitekim Bahçeli’nin Erdoğan’ı AK Parti içinden gelebilecek eleştiri ve muhalefete karşı koruma kaygısı da son derece gerçekçi. Çünkü öyle bir ihtimal MHP’nin de, liderinin de siyaset sahnesinden düşmesi anlamına gelebilir. Bahçeli AK Parti içine ‘sarkan’ politikası ile bir yandan Erdoğan’ı AK Parti’den ziyade iktidar koalisyonunun yanında tutuyor, diğer yandan da kendi ‘bekasını’ sağlama almaya çalışıyor.

Etyen Mahçupyan’ın yazısının tamamı için: http://www.diken.com.tr/etyen-mahcupyan-bahceli-erdogani-dar-bir-alana-sikistirdi/

Vali eşini müdür yardımcısı atadı, 'ahenkli olsun diye yaptım’ dedi
11-01-2018



Vali Aktaş, eş durumu tayiniyle öğretmen olarak iline gelen eşini görevlendirildiği okuldan 24 saat sonra İl Milli Eğitim Müdür Yardımcısı olarak atadı. Aktaş, “Okuldaki ahengi bozar diye endişe ettim ve hızlı bir karar verdik” savunmasını yaptı.

Çankırı Valisi Hamdi Bilge Aktaş, Haziran ayında Mersin ili Akdeniz ilçesi kaymakamlığından Çankırı Valiliği’ne atandı. Aktaş’ın Akdeniz ilçesinde Milli Eğitim Şube Müdürlüğü’nde görev yapan eşi Seval Aktaş, eş durumu tayiniyle Çankırı Kızılırmak Ortaokulu’na geldi. Birkaç gün içinde ikinci kez il dışı tayin hakkı çıkması üzerine Aktaş yeniden başvurdu. Aktaş’ın tayini bu kez Çankırı’da Mareşal Çakmak Ortaokulu’na çıktı.

Aktaş kısa bir süre sonra görevlendirme ile Şehit Yahya Coşkuner Ortaokulu’na müdür oldu. Aktaş, burada bir gün çalıştıktan sonra Eylülde Çankırı İl Milli Eğitim Müdür Yardımcılığı görevine atandı.

‘OKULDAKİ AHENGİ BOZAR DİYE ENDİŞE ETTİM, HIZLI DAVRANDIM’

Vali Aktaş, atamayla ilgili olarak Hürriyet’e şunları söyledi: “Çankırı’ya geldiğimizde bir okula görevlendirmeyle ataması yapıldı. Vali eşi olduğu için okulda görev yapması doğru değil diye düşündüm. Meslektaşları ve çalışanlar ‘vali eşi geldi’ düşüncesiyle tedirgin oldular. Eşim akşam eve geldiğinde tedirginliği anlattı. Devam etmek istemesine rağmen, ‘Sakın orada devam etme. Seni oradan alacağım’ dedim. Okuldaki ahengi bozar diye endişe ettim ve hızlı bir karar verdik. Eşime haksızlık yapıyorlar.”

‘YETERLİ VE DONANIMLIYIM’

Seval Aktaş ise “Çocuklarla iç içe olmak istediğim için o okulu istemiştim ancak arkadaşlarımın tedirginliği beni yordu. Bir gün kalıp çalışamadığım için o okulu şimdi kendime kardeş okul yaptım. 25 yıldır bu işe emek verdim. MEB’in her kademesinde çalıştım, idarecilik yaptım. Yeterli ve donanımlı bir insanım. Bu görevi hak edecek bir insanım. Hiçbir zaman eşimin makamını kullanmadım” ifadelerini kullandı.
İleri Haber

Eski Meclis Başkanvekili: OHAL'i başkanlık rejimine tercih edebilirler
10-01-2018



AKP’nin KHK’larla toplumu işgal ettiğini belirten Eski Meclis Başkanvekili Hamzaçebi, “OHAL’i o kadar çok sevdiler ki başkanlık rejimine bile tercih edebilirler” dedi.

CHP Milletvekili Akif Hamzaçebi, devletin OHAL KHK'larıyla işgalinin devam ettirildiğini söyleyerek "OHAL'i çok sevdiler biliyorum. OHAL ile devam etmek istiyorlar. Hatta bu OHAL yönetimini başkanlık rejimine bile tercih edebilirler. İstedikleri her şeyi KHK'larla yapabiliyorlar" dedi.

Eski Meclis Başkanvekili CHP İstanbul Milletvekili Akif Hamzaçebi, 10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü dolayısıyla TBMM'de Parlamento Muhabirleri Derneği'ni (PMD) ziyaret etti. PMD Başkanı Göksel Bozkurt'a çiçek takdiminde bulunan Akif Hamzaçebi medyanın baskı altında olduğu, tutuklu gazetecilerin akla geldiği gazeteciler gününü buruk bir şekilde kutladığını söyledi.

Güçlü demokrasinin güçlü sivil toplumdan beslendiğini, gazetecinin özgür olmasının vatandaşın haber alma özgürlüğüne sahip olduğu anlamına geldiğini vurgulayan Hamzaçebi "Sivil toplum devlet tarafından işgal edilmiştir. Devlet, OHAL KHK'larıyla bu işgalini sürdürmektedir. Bu işgalin, OHAL'in mutlaka son ermesi lazım. OHAL'i çok sevdiler biliyorum” dedi.

‘BAŞKANLIĞA BİLE TERCİH EDERLER’

“OHAL ile devam etmek istiyorlar” diyen Hamzaçebi şöyle devam etti: “Hatta bu OHAL yönetimini başkanlık rejimine bile tercih edebilirler. Her şey yapılabilir. İstedikleri her şeyi KHK'larla yapabiliyorlar. Anayasa Mahkemesi de ben bunu denetlemem dedi.”

‘BİR KHK İLE ‘TÜRKİYE HUKUK DEVLETİ DEĞİLDİR’ DENSE AYM NE YAPAR?’

“Merak ediyorum bir KHK ile 'Türkiye hukuk devleti değildir' dense Anayasa Mahkemesi bunu denetlemeyecek mi? Şartlar ne olursa olsun asla umutsuz değilim. Bugün çok büyük sıkıntılarımız var. Cumhuriyet Gazetesinin yazarları, yöneticileri hapiste, diğer gazeteciler hapiste. Hepsi habercilik yaptığı, düşüncelerini yazdığı için tutuklanmıştır."
İleri Haber

Gürkan Hacır: MHP şu anda tam anlamıyla iktidardadır
12.01.2018



Gazeteci - Yazar Gürkan Hacır, Hande Fırat'ın sunduğu Gece Görüşü programında siyasi partilerin 2019 hazırlığı ve 'Cumhur ittifakı'nı değerlendirdi.MHP-AKP yakınlaşması Hande Fırat’ın sunduğu Gece Görüşü programında ele alındı. MHP’nin 2019 seçimi için ‘Cumhur ittifakı’ kurmayı teklifiyle ilgili Gazeteci – Yazar Gürkan Hacır, çarpıcı bir yorumda bulundu.

“MHP’NİN DEDİĞİ OLMAKTADIR”

Hacır, “Benim tezim, sayın Bahçeli ve MHP’nin özellikle yüksek bürokrasiyle beraber Türkiye’de bazı büyük problemlerin çözümünde istedikleri rotaya AK Partiyi çektikleri kanaati var bende. MHP şu anda tam anlamıyla iktidardadır. İktidara nüfuz etmektedir. Hem yüksek bürokraside hem de askeri politikalarda MHP’nin dediği olmaktadır” ifadelerini kullandı.

Gerçek Gündem

Vatandaş Meclis önünde kendini yaktı
12 Oca, 2018



TBMM Dikmen girişinin yaklaşık 50 metre yukarısında bulunan Meclis Hastanesi önüne elindeki benzin bidonuyla gelen 39 yaşındaki S.A. maddi sıkıntılar nedeniyle kendini ateşe vereceğini söyledi. İnşaat işçisi olarak çalışan S.A. benzini başından aşağı döktükten sonra çakmağı ateşledi. Meclis polislerinin hızlıca müdahale etmesinin ardından S.A.’nın alev alan kıyafetleri söndürüldü. Kafasının sol tarafında yanık olduğu belirlenen S.A. olay yerine gelen ambulansla Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ne kaldırıldı.
İlk Kurşun

Abdullah Gül konuştu: OHAL bitmeli
12 Ocak 2018

OHAL için "Son defa Meclis'e sevk edildiği kanaatindeyim" diyen Abdullah Gül, AKP ile arasında yaşananlara ilişkin ise "Şimdi bu konularla ilgili polemiğe girmek bana yakışmaz dolayısıyla her şey zaten ortada. Herkes birbirini biliyor. Polemiğe girmek istemiyorum arkadaşlarla." yorumunda bulundu. Gül, AYM'nin Mehmet Altan kararını da değerlendirdi.

KHK çıkışı çok konuşulan ve son bir aydır tartışmaların odağında bulunan 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül bugün Cuma namazı çıkışı yine gazetecilerin sorularını yanıtladı.
Gazetecilerin AKP ile kendisi arasında yaşanan gerilime ilişkin bir soruya Gül “Şimdi bu konularla ilgili polemiğe girmek bana yakışmaz dolayısıyla her şey zaten ortada. Herkes birbirini biliyor.
Polemiğe girmek istemiyorum arkadaşlarla.” dedi. Gül bir muhabirin “Kırgın mısınız?” sorusuna ise yanıt vermedi.
“GAZETECİLERİN TUTUKSUZ YARGILANMASINI HEP SÖYLEDİM”

Gül, gazetecilerin AYM’nin Mehmet Altan ve Şahin Alpay için verdiği tahliye kararına ilişkin sorusuna ise “Biliyorsunuz ber cumhurbaşkanıyken de ayrıldıktan sonra da gazetecilerin tutuksuz yargılanmasının hem adalet açısından hem Türkiye’nin imajı açısından doğru olduğunu söylemişimdir. Bugün de aynı görüşteyim. Türkiye’nin rahatlaması açısından da yargılama tabi yine devam eder ama yazarların çizerlerin tutuksuz yargılanmasının her zaman söyledim.” diye yanıt verdi.

“OHAL İNŞALLAH SON KEZ UZATILIR”

Gül yeniden uzatılması beklenen OHAL için ise “Son defa Meclis’e sevk edildiği kanaatindeyim. İnşallah son kez uzatılır” dedi.
Sözcü

Bir aileyi katleden hırsızlar: Cesetleri odaya doldurduk, sonra ateşe verdik
12/01/2018



Kastamonu’da hayvan hırsızlığı yaparken beş kişilik aileyi katledenler ifade verdi: “Hepsini bir odaya doldurduk, çıraları mazot ve benzinle yakarak ateşe verdik.”

Merkeze bağlı Bürme köyünde 29 Kasım 2016’da Erhan Kaş ve kardeşi Ersan Kaş ile kayınpederi Ali Şahin, hayvan hırsızlığı için Çataloğlu ailesinin evine gitti.

Fazıl Çataloğlu, eşi Sebahat, oğlu Emin, gelini Şengül ve torunu 12 yaşındaki Serdar hırsızlara direnince tabanca ve tüfekle vurularak öldürüldü. Daha sonra ailenin cesetleri evin bir odasında toplanarak yakıldı.

Cinayeti işleyen üç kişi daha sonra tutuklanarak Kastamonu E Tipi Kapalı Cezaevi’ne gönderildi. Cesetlerdeki inceleme ise halen Ankara Adli Tıp Kurumu’nda devam ediyor.

Kemikler anlaşılmasın diye koyun getirmişler

Suçlarını itiraf eden şüphelilerin ifadelerine ulaşıldı.

Üç katil, hayvan hırsızlığı için geldikleri Çataloğlu ailesinin ahırından hayvanları çıkardıkları sırada çıkan gürültüye ev sakinlerinin uyandığını ve direnmeye çalıştıklarını, daha sonra da vurarak öldürdüklerini ifade etti.

Cesetleri önce araziye götürerek gömmek istediklerini ancak ceset sayısının fazla olması ve zaman darlığı nedeniyle yakmaya karar verdiklerini dile getiren şüpheliler şunları anlattı: “Fazıl ile eşi Sebahat, oğlu Emin, gelini Şengül ve torunu Serdar Çataloğlu’nun cesetlerini bir odada topladık. Kemiklerin kime ait olduğu anlaşılamasın diye evin yakınında bulunan ahırdan koyunları da getirdik. Ayrıca cesetlerin tamamen yok olması için yine evin altında bulunan bir traktör römorku dolusu çıra ile odunları da odaya taşıyıp cesetlerin üzerine yerleştirdik. Evde birkaç tane mazot ve benzin bidonu bularak üzerine döktükten sonra evi ateşe verdik. Cesetler, hem çıra hem odun hem mazot hem de yanında yanan koyunlar nedeniyle kemik kalıntısı kalsa bile anlaşılamayacaktı.”

Kastamonu başsavcılığınca hazırlanan iddianamede, üç şüpheli hakkında ‘kasten öldürme’ suçundan beşer kez ağırlaştırılmış müebbet istenirken, evin yakılması ve hayvan hırsızlığından da ceza almaları talep edildi.
Diken

CHP 81 ilde sokaktaydı: OHAL’i kaldırmazsanız milyonlar eylem yapacak
12/01/2018



CHP, darbe girişiminin ardından ilan edilen ve altıncı kez uzatılan OHAL’in kaldırılması talebiyle tüm kentlerde eylem yaptı.

İstanbul’daki eyleme il başkanı Cemal Canpolat ve CHP İstanbul Milletvekili Sezgin Tanrıkulu’yla parti üyeleri katıldı.


Canpolat, Meclis’in fonksiyonunun ve milletvekili olmanın anlamının kalmadığının anlaşıldığını belirterek bugüne dek toplamda 1194 maddelik 30 KHK çıkarıldığını anımsattı.

“Akşam hangi kanunu çıkaracağına iki kişi karar veriyor, o gün uygulanıyor” diyen Canpolat, gazetecilere, akademisyenlere ve muhaliflere uygulananlarla 12 Eylül darbesinin geride bırakıldığını öne öne sürdü.

Canpolat, şöyle devam etti: “Bugün Cumhuriyet Halk Partisi’nin 81 ilde düzenlediği sadece bir basın toplantısı değildir. Bu son kez bir uyarıdır. Derhal Olağanüstü Hal’i kaldırınız. Olağanüstü Hal’i kaldırmadığınız taktirde siz olağanüstü işlerle ülkeyi yönetmeye kalkarsanız bunun karşılığı olarak milyonlarca insanla sokakta eylem yapacağımızı; sokakta birlikte mücadele edeceğimizi özellikle belirtmek istiyorum.”

‘OHAL silah oldu’

İzmir’de de il başkanı Deniz Yücel, “İktidara gelirken OHAL’i kaldırma vaadiyle yola çıkanlar, bugün OHAL’den beslenen ve bir baskı rejimini KHK’lar eliyle kuran bir yapı haline gelmiştir” dedi.

Yücel, OHAL KHK’larının silah olarak kullanıldığını öne sürerek bunların ‘toplumun üzerinde sallanan bir kılıç olduğunu’ ifade etti.

Partililer çok sayıda kentte daha sokaktaydı.
Diken

Ahmet Takan: ‘İttifak’ tiyatrosu ile saklanan gerçekler!..
12/01/2018



Yalan gündemle yatıp yalan gündemle kalkıyoruz!..

İç ve dış politik gündemde söylenen ve anlatılanlarda hiçbir şey sahadaki gerçeklerle uyuşmuyor.

Yalan “ittifak”, “bir gece ansızın ineriz” mehterleri ile Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin karşı karşıya olduğu beka tehlikesi bertaraf edilebiliyor mu?.. Yoksa, sadece içeriye sunulan bütün bu sahte iç ve dış gündemler pazara kadar değil seçime kadar numarası mı?..

Eğer Soçi’ye YPG sözcüleri çağrılırsa… Bakalım bu sefer hangi ittifak masallarıyla Türkiye’yi uyutmaya çalışacaklar?..

Ahmet Takan’ın yazısının devamı için: http://www.yenicaggazetesi.com.tr/ittifak-tiyatrosu-ile-saklanan-gercekler-45819yy.htm

Son KHK ile ihraç edilip 5 yıl hapis cezası alan komutan aklandı, yerine atanan FETÖ'cü çıktı
12 Ocak 2018



Meslekten ihraç edilerek, 5 yıl 2 ay hapis cezasına çarptırılan eski Düzce İl Jandarma Komutanı Albay Bilal Güvenir, 697 Sayılı KHK ile görevine iade edildi. Güvenir'in FETÖ'cülükten aklanarak döndüğü görevde bulunan Kıdemli Albay Yılmaz Özdemir ise 4 Ocak'ta FETÖ'cü olduğunu itiraf ederek teslim olmuştu.

15 Temmuz darbe girişiminin 22 Kasım 2016 yılında yayımlanan kanun hükmünde kararname ile ordudan ihraç edilen Düzce İl Jandarma Alay Komutanı Albay Bilal Güvenir,bugün yayımlanan 697 sayılı yeni bir KHK ile görevine iade edildi. Güvenir'in görevden alınmasının ardından yerine atanan Kıdemli Albay Yılmaz Özdemir , Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yürütülen 'FETÖ' soruşturma kapsamında 22 Aralık'ta gözaltına alınmış, ve 'FETÖ'cü olduğunu itiraf etmişti.
Hürriyet'te yer alan habere göre, Düzce İl Jandarma eski Komutanı Albay Güvenir, 22 Kasım 2016 tarihinde, Resmi Gazete’de yayımlanan KHK ile meslekten ihraç edilmiş, Düzce 2’nci Ağır Ceza Mahkemesi’nce 5 yıl 22 ay 15 gün hapis cezasına çarptırılmıştı. Tutuklu bulunan albay Güvenir, cezaevinde bulunduğu süre göz önüne alınarak, adli kontrol şartıyla yurt dışına çıkış yasağı konularak, tahliye edilmişti.

Albay Güvenir, bugün yayımlanan 697 sayılı KHK ile görevine iade edildi.

FETÖ’nün Jandarma Genel Komutanlığı’ndaki “mahrem yapılanması”na ilişkin yürütülen soruşturmada Güvenir'in yerine gelen Kıdemli Albay Yılmaz Özdemir FETÖ'cü çıkmış ve bunu itiraf etmişti.
Cumhuriyet

Yeni Şafak yönetimi, köşe yazarı Müfid Yüksel’i kovdu
12 Ocak 2018



Yeni Şafak yönetimi, köşe yazarı Müfid Yüksel’i kovdu. Müfid Yüksel kararı Twitter hesabından açıkladı.

Yeni Şafak yönetimi, köşe yazarı Müfid Yüksel’i kovdu. Müfid Yüksel kararı Twitter hesabından açıkladı.

Sosyal medya üzerinden konuya ilişkin tek cümlelik bir açıklama yayınlayan Yüksel, köşe yazılarının sona erdirildiğini belirtti. Yüksel tarafından yapılan açıklamada, "Yeni Şafak Gazetesindeki köşe yazarlığım sona ermiştir. Kamuoyuna duyurulur" denildi. Yüksel, bir takipçisinin, “siz mi sonlandırdınız yoksa onlar mı hocam” sorusuna, “Onlar sonlandırdı” ifadelerini paylaştı.
Cumhuriyet

Mahçupyan: Erdoğan, AKP tabanına hitap edebilecek bir adayın çıkmasından çekiniyor
12 Ocak 2018



"Erdoğan ve Bahçeli’nin gerçekten birer ruh ikizine mi dönüştüğünü irdelemekte zorlanabilirsiniz"

Karar gazetesi yazarı Etyen Mahçupyan, AKP MHP ittifakını yazdı. Mahçupyan, "İki liderin dili o denli benzeşikti ki, bunun müşterek bir hamle mi olduğu, yoksa zaman içinde Erdoğan ve Bahçeli’nin gerçekten birer ruh ikizine mi dönüştüğünü irdelemekte zorlanabilirsiniz" dedi. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın grup toplantısındaki sözlerine de yer veren Mahçupyan, Bunlar gerçekten de ağır sözler. Karşıda bir muhatabın olmaması, belirsiz bir hedefe doğru kör ateş yapılmasının siyasi anlamı da ağır: Erdoğan, AK Parti tabanına hitap edebilecek bir adayın çıkmasından bariz şekilde çekiniyor" ifadesini kullandı.

Mahçupyan'ın "Erdoğan ne yapıyor" başlığıyla yayımlanan yazısı şöyle:

Bahçeli’nin aday olmama ve Erdoğan’ı sadece cumhurbaşkanlığı seçiminde değil, sonraki beş yıl boyunca da ‘bila bedel’ destekleme vaadi, beklendiği üzere hemen karşılığını buldu. İki liderin dili o denli benzeşikti ki, bunun müşterek bir hamle mi olduğu, yoksa zaman içinde Erdoğan ve Bahçeli’nin gerçekten birer ruh ikizine mi dönüştüğünü irdelemekte zorlanabilirsiniz.

Erdoğan’ın da temel hedefi “Geçmişte partimiz çatısı altında olup da bugün dışarıda başka havalarda gezen” diye tanımladığı kişilerdi. Bunların AK Parti ile ilgili söz söyleme hakkının olmadığını öne sürdükten sonra şöyle devam etti: “Bunlar AK Parti olarak milletimizle birlikte verdiğimiz hayati mücadelede en küçük desteklerini görmediğimiz, karşı saflarda silüetleri beliren kişilerdir… Bu birlikteliği, beraberliği, dayanışmayı zedeleyenler bilsinler ki artık bu kervanın samimi yolcuları değildir. Biz bu yola çıkarken ahdederek çıktık. Bu ahitle çıkarken de sadakatin aslolan bir kavram olduğunu bilerek çıktık. Bu trenden düşenler, düştükleri yerde kalırlar… Siz hiç merak etmeyin. Türkiye’nin istiklali için hayatını ortaya koyarak çalışanlarla dikensiz bahçelerde kendi ikbali için yollara düşenlerin farkını milletimiz çok iyi biliyor.”

Bunlar gerçekten de ağır sözler. Karşıda bir muhatabın olmaması, belirsiz bir hedefe doğru kör ateş yapılmasının siyasi anlamı da ağır: Erdoğan, AK Parti tabanına hitap edebilecek bir adayın çıkmasından bariz şekilde çekiniyor. Öyle ki partiyi kontrol altında tutarken, kendi tercihleriyle uyuşmayan herkesin partiden uzak kalmasını istiyor ve sadakati de bu çerçevede tanımlıyor. Diğer deyişle muhafazakar kesimde ‘kaçak’ olmasın diye uğraşıyor. Ama kullanılan dil o denli orantısız ki, dinleyenler böyle bir kaçağın ‘yakın ve açık’ bir tehlike teşkil ettiğini hemen anlıyorlar.

Söz konusu tedirginlik ve tepkisel duruşun dayandığı gerçek, saha çalışmalarında kendisini göstermeye başlamış durumda. Parlamento için sorulduğunda, toplumun yüzde 25-30 oranının kararsız olduğu anlaşılıyor. Cumhurbaşkanlığı alternatiflerinde de aynı oranda kişi ‘mevcut hiçbir lideri’ beğenmediğini söylüyor.

Diğer değişle şu anki kararsızlar ve mevcut liderleri beğenmeyenler sandığa gitmezler ise, iktidar cenahı için sorun yok. AK Parti artı MHP oyların yüzde ellisini aldığı gibi, Erdoğan da en az yüzde altmışla ilk turda seçilebiliyor. Ama ya mevcut cumhurbaşkanı adaylarının dışından, ‘hiçbir lideri beğenmeyen’ kesimin oyunu alabilecek bir muhafazakar aday çıkarsa? Böyle birinin parlamento seçimlerinin yönünü de etkileme şansı olması bir yana, Erdoğan’ın ilk turda seçilmesini engelleyebilir ve hatta ikinci turda seçimi de kazanabilir…

Şu an için böyle bir adayın çıkma ihtimali yüksek değil. Ama anlaşılan o ki iktidar açısından riskler o denli yüksek ki bu yönde en ufak bir ihtimal bile şimdiden, seçime neredeyse iki yıl varken engellenmek isteniyor. Bu denklemdeki kritik veri, mevcut liderleri beğenmeyenlerin içinden hiçbir seçimde oy vermeyen veya kronik reddiyeci olan vatandaşları bir kenara bıraktığımızda, geriye kalan ‘siyaset küskünlerinin’ önemli oranda AK Partili olması…

Bu veriler ışığında Erdoğan da kendi hedefleri açısından belki de en akıllıca olanı yapıyor. Bir yandan MHP’nin yüzde beş oyunu yanında tutarak siyaseti domine ediyor, diğer yandan da muhafazakar bir adayın çıkma şansını bloke etmek üzere, siyaset alanını tümüyle ideolojik hale getirmekten ‘uyarı’ salvoları atmaya her türlü aracı kullanıyor.

Bu tehdit algısı iki partiyi ve iki lideri kısa zamanda toplum nezdinde tekleştirecektir. Kendilerini ‘yerli ve milli’ diye adlandırmanın, tüm rakipleri ‘gayrı’ yerli ve milli yapacağını umma üzerine kurulu bir stratejinin iki yıl daha sürdürülmesinin maliyeti ise şimdilik gündemde gözükmüyor. Çünkü alternatif aday çıkmazsa maliyet de yok diye düşünülüyor.

T24
ETİKETLER
erdoğan gül davutoğlu akp mhp ittifak bahçeli

Ergün Diler'den şok Hakan Atilla iddiası : Hepsi Tiyatroymuş
12 Ocak 2018

Rıza Sarraf Türkiye'den ABD'ye gitti, orada alındı.
Hapse atıldı. Mahkeme günü geldi.
Konuşmaya başladı. Bir takım şeylerden söz etti. Duruşmalara ara verildi. Yeni yılın ilk günlerinde hakim sahneye çıktı. Jüri kararını verdi. HALKBANK GENEL MÜDÜR YARDIMCISI HAKAN ATİLLA SUÇLU bulundu...
Hatırlayanlar olacaktır. Dava görülmeye başlamadan önce Rıza Sarraf'ın Manhattan'da lüks bir evde misafir edildiğini yazdım. Herkes "RIZA NE DİYECEK?" diye beklerken evde olduğunu, lüks içinde yaşadığını paylaşmak önemliydi. Bu davanın nasıl bir frekans içinde gideceğini de gösteriyordu. Zaten Rıza Sarraf geldi, sorulara cevap verdi. Görevini tamamladı ve kenara çekildi. Bundan sonra nasıl yaşayacağını da daha sonra aktarırız... Rıza Sarraf kenara çekilince herkesin gözü bu kez HAKAN ATİLLA'nın üzerindeydi.
Halkbank Genel Müdür Yardımcısı daha önce birkaç kez gittiği ABD'de tutuklanıyordu.
HALKBANK da kendi yöneticilerinin tutuklanmasına kayıtsız kalacak değildi. Hukuki destek için her türlü kapıyı aralamaya çalıştılar. Sonra ATİLLA duruşmada sorulara ve suçlamalara cevap verdi. Onlarca gazeteci duruşmayı izledi. Kimi salonun içinden, kimi dışından.
Kimi gazete-televizyonlara bağlanıp salonda ne olup bittiğini aktardı, kimi de köşesinde yazdı. Herkes davanın garip bir şekilde ilerlediği konusunda hemfikirdi. Hatta sosyal medya üzerinden canlı yayın yapan NO NAME gazeteciler bile... Gerçekten hem hakimin hem savcıların davranışlarında tutarlılık yoktu. Ama ilerliyordu.
Türkiye de haklı olarak bunun hukuki değil siyasi bir davaya dönüştüğünü haykırıyordu...
Bu iklimde garipliklerle dolu dava ilerledi ve bir sonuca varıldı.
Rıza Sarraf'ın konuştuğu davada suçlu bulunan isim HAKAN ATİLLA oldu! 95 yılla yargılanan ATİLLA "ABD'nin İran'a yönelik yaptırımlarını delmek", "ABD'yi aldatma suçuna iştirak", "ABD bankalarını dolandırmak" ve "ABD bankalarını dolandırmaya iştirak" suçlarından mahkum oldu. KARA PARA AKLAMAK ile ilgisinin olmadığı hükmüne varıldı. Hakan Atilla'nın avukatları Victor Rocco ve Cathy Flemming karardan sonra "ÇOK ÜZÜCÜ" açıklaması yaptı... Bütün bunları niye yazdım!
Bilinmeyen bir şey yok içinde.
Ama bilmediğimiz başka şeyler vardı! Orada duruşmayı izleyen çok sayıda gazetecinin de bizlerin de kolay kolay öğrenemeyeceğimiz temaslar oluyordu!
Rıza Sarraf için duruşmadan önce "MANHATTAN'da lüks bir yerde oturuyor" diye yazdıysam şimdi de HAKAN ATİLLA için garip şeyler kulağıma çalınıyordu... Çok ama çok detay var! Ve bilinmesi gereken, hepsinin doğru olduğu. Çok fazla detaya girecek değilim. Çok fazla dosyalara dalacak da değilim. Ama bilmeliyiz ki HAKAN ATİLLA ABD DEVLETİYLE BİR NOKTADA ANLAŞMIŞ DURUMDA.
Çok şey anlatmış.
Yaşadıklarını birer birer aktarmış. Ne kadarı doğru, ne kadarı yanlış bilemem! Ama Rıza Sarraf'ın mahkemedeki performansından çok daha iyi olduğunu öğrendim... Şaşırmadım dersem yalan olur! JÜRİ'nin bile bazı konularda bu yollarla ikna edilmiş olacağı söylendi!
Hakan Atilla'yı ya da bir başkasını suçlamak için asla ve kat'a bir şey yazmam.
Bu haddim de değil görevim de... Sadece olup biteni öğrenmek ve aktarmak için uğraş veriyorum.
Bu da işimizin gereği... Bana gelen bilgilere göre HAKAN ATİLA ABD DEVLETİYLE EL SIKIŞMIŞ DURUMDA.
Duruşmayı izleyenlerin göremeyeceği duyamayacağı yerde ortak bir karara varılmış... Hakan Atilla da sorulmayan sorulara cevap vermiş! ABD'nin asıl hamleyi bu iddialara, bu itiraflara (!) dayanarak yapacağı söylenmekte...
Sarraf'ın ya da Atilla'nın ne söylediğinin bir önemi var mı?
Bilemem! Var ya da yok! Ama olay bu! Sanırım Manhattan'da ikinci lüks ev Atilla için hazır bekliyor!
Belki de orada şu an! Belki de hiç hapishaneye gitmediler!
Gerçek olan şu ki bizlere orada bir tiyatro izlettirdiler!
Bendeki bilgilere göre mahkemedeki herkes hakiminden savcısına, avukatından sanığına kadar herkes muazzam bir tiyatroda görev almış! Herkesin rolü belirlenmiş ve o senaryoya eksiksiz uyulmuş! Sonuçlarını görünce tekrar değerlendiririz elbette... Ay sonundan itibaren işaretler fazlasıyla gelecek. Oradaki hazırlıklar son sürat sürmekte!

(..)

Takvim

“KÖPEK ÖLÜSÜ GİBİ ATTILAR”
13 Ocak 2018



Meclis önünde geçim sıkıntısı nedeniyle kendisini ateşe veren Sıdkı Aydın konuştu: Aydın, daha önce Erdoğan’a oy verdiğini, kimsenin sesini duymadığını ve kendisini dinlemediğini anlattı.
Dün Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) önünde kendisini ateşe vererek yakan Sıtkı Aydın isimli inşaat işçisinin geçirdiği iş kazası sonucu 5 yıldır işsiz olduğu ve geçim sıkıntısı nedeniyle ruhsal bunalıma girdiği ortaya çıktı. Aydın asıl amacının kendisini yakmak olmadığını, sesini duyurmak için böyle bir eylem gerçekleştirdiğini de anlattı.

İleri Haber’den Tuğba Özer’e konuşan işçi Sıtkı Aydın, amacının kendisini yakmak olmadığını, darbeye karşı sokağa çıktığını ve daha önce Erdoğan’a oy verdiğini söyleyen işçi, daha önce kimsenin sesini duymadığını ve kendisini dinlemediğini anlattı.

‘3’ÜNCÜ KATTAN YERE ÇAKILDIM’

“Ben Samsun Çarşamba doğumluyum. Vatani görevimi dört dörtlük yaptım. Vatandaşlık görevimi de dört dörtlük yaptım. 2013 yılında Sinpaş Altınoran’da iş kazası geçirdim. 3. Kattan sırtüstü yere çakıldım. Zaten yaşamam bir mucize. 7 kaburgam kırıdı, beynimde travma oluştu. Dava açıldı, şahitlerim dinlendi. 2013 yılından bu yana ancak mahkeme atıyorlar. İki hakimden birisi FETÖ’cü çıkmış. Diğeri tatile çıkmış. Ancak mahkeme erteliyorlar.

‘BORÇLARDAN DOLAYI BUNALIMA GİRDİM’

‘Adaletin tecelli etmesi için iki kere kredi çektim, avukata para verdim. Bir kısmını ödeyebildim geriye kalanını ödeyemedim. Psikolojik bunalıma girdim. Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’ne 3 defa dilekçe yazdım. Kendileri bizzat verdi. Faks numarasını. 4 ay oldu dilekçelere yanıt gelmedi. Kadir Topbaş’ı da Gebze’de gördüm. Derdimi anlattım. Yardımcı olacağız deyip telefon numaramı aldılar. O da lafta kaldı.”

‘AMACIM KENDİMİ YAKMAK DEĞİLDİ’

” Yasal olarak kendimce uğraştım. Bir şey yapamadım. Borçlardan dolayı ruhsal bunalıma girdim. Meclis önünde sesimi duyurmaya çalıştım. Benzini aldım, kendimi yakmak değildi amacım. Öyle bir girişimde bulundum. Etrafımı kuşattılar, uzak durun benden dedim. İçeriden milletvekili mi çağırıyorsunuz, Tayyip Erdoğan’ı mı çağırıyorsunuz. Buraya ben sesimi duyurmaya geldim.”

‘HAYATIMDAN BIKTIM DEDİM’

“2013 yılında iş kazası geçirdim. Hayatımdan bıktım. Ruhsal bunalımdayım’ dedim. Onlar beni sağdan-soldan almaya çalışınca çakmağı tetiklemişim. Eğer müdahale etmeseler, sakin ol deseler tetiklemeyecektim çakmağı.”

‘OYUMU TAYYİP’E ATTIM’

“Ben oyumu daha önce Tayyip’e attım. Tecavüz suçlusu olsa, adam vursa öbür kapıdan çıkıyor. Ben alnımın teriyle çalışmışım, 3. Kattan yere çakılmışım. Müzice eseri hayattayım. 5 sene oldu benim evraklarım görüldü, şahitlerim dinlenildi ama hala sonuçlanmadı.”

‘KÖPEK ÖLÜSÜ GİBİ KAPIYA ATTILAR’

6 ay kendi işimi yapamadım. 3 ay sadece dört duvarı gördüm. Sinpaş köpek ölüsü gibi kapıya bırakıp çekip gitti. Bir ay sonra muhasebecim arayarak size para yatırdık dedi. Bankaya gittim 300 TL yatırmışlar. Ben de dava açtım.”

‘BİR MİLLETVEKİLİ GELSİN İSTEDİM’

İnşaat işçisi Sıtkı Aydın, İnşaatiş.org’a verdiği röportajda ise tek amacım, bir milletvekili gelsin, sorunlarımızı dinlesin istedim” dedi.

“TBMM önüne sadece sesimi duyurmak için gittim. Giderken kendimi yakmak gibi bir niyetim yoktu. İstiyordum ki sadece bir milletvekili gelsin, inşaat işçisinin sorununu dinlesin, yaşadıklarımızı bir bilsin. Bir milletvekili gelseydi hiç bir şey olmayacaktı. Sırtımı duvara dayadım, elimde benzin bidonuyla bekledim. Ben bir milletvekilini beklerken, apar topar polisler üzerime geldiler. Hiçbir şey yapmayacaktım aslında. Polisleri öyle görünce, ben de dayanamadım. Üzerime benzini döküp çakmağı çaktım, kendimi ateşe verdim. Sadece bir milletvekili ile görüşmek için illa ölmek mi gerekiyor?”

Kaynak: Adımlar dergisi

Ahmet Kekeç: Gül’ün 'tavırsızlığından' Davutoğlu lehine pozisyon üretmeye çalışmak da ne oluyor?
12 Ocak 2018



Star yazarı Ahmet Kekeç, Karar yazarı Hakan Albayrak'ın, dün "Trenden düşmek" başlığıyla yayınlanan yazısına bugün köşesinde yazdı. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın 'Bu trenden düşenler kusura bakmasın düştükleri yerde kalırlar' sözlerini değerlendiren Albayrak Erdoğan'a, "Trenin gidişinde sorun yok mu?" diye sormuştu. Star yazarı Kekeç, "Tren istikametten saptı” yazıları yazıp, Gül’ün “tavırsızlığından”Davutoğlu lehine pozisyon üretmeye çalışmak da ne oluyor?" dedi.

Kekeç'in "Karar yazarı Erdoğan’ın hukukunu da savunacak mı?" başlığıyla yayımlanan (12 Ocak 2018) yazısı şöyle:

Sayın Abdullah Gül de, Sayın Ahmet Davutoğlu da, bu ülkede Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık, Dışişleri Bakanlığı yapmış isimlerdir.

Hizmetleri olmuştur.

Bu nedenle teşekkürü hak etmektedirler.

Gül, Cumhurbaşkanlığı dönemi sona erince aktif siyaseti bıraktı; çekildiği köşesinde gelişmeleri izleyen, lüzumu halinde (kendi ifadesiyle “ülkeye hizmet” şiarını elden bırakmadan) görüşlerini açıklayan “mütekait politikacı” rolüne soyundu.

İyi mi oldu derseniz, olmadı.

Birikimi ve tecrübesiyle katkısını devam ettirebilir, yol arkadaşlarına “mihmandarlık”yapabilirdi.

Bunu istemedi.

Müteaddit çağrılara cevap vermediği, davetlere katılmadığı, dost sofralarında bir araya gelmeyi reddettiği ve sinik, örtülü, “rahatsız” bir muhalefet dilini benimsediği için, süreç içinde mihmandarlığını gereksinen dava arkadaşlarından uzak düştü, arkadaşları tarafından aranmaz oldu.

Bu “uzaklaşma” biraz da kendi tercihidir.

Böyle olmasını murat etti ve böyle oldu.

Dolayısıyla, “Niçin ben bu oyunda yokum?” deme hakkını kaybetti.

Uzaklaşma kararı, her şeye rağmen saygı duyulacak, saygı duyulması gereken bir tercih ya da duruma göre bir tedbirdir. Başkalarını ilgilendirmeyen bir tasarruftur. İnsanları zorla oyunda tutamazsınız. Ama Abdullah Bey uzaklaşarak elde ediği konumunu kötüye kullandı, saygı mesafesinde durmadı.

Sorulduğunda (özellikle dava arkadaşlarının uğradığı saldırılar sorulduğunda) “Aktif siyaseti bıraktığı için yorum yapmayı uygun bulmadığını” söyledi, partisiyle ve dava arkadaşlarıyla dayanışma görüntüsü vermekten kaçındı, bu tutumunu bir de aynı fotoğraf karesinde görünmemek gibi izaha muhtaç bir “tedbir”le taçlandırdı ama dava arkadaşları zora düştüğünde, yani Batı kaynaklı saldırıların hedefi haline geldiğinde tedbiri filan bir kenara bırakıp, aktif bir siyasetçi gibi açıklamalar yapmaya, dava arkadaşlarını suçlamaya başladı... (Mesela, 17/25 Aralık sürecinde şunu dedi:“Çankaya’yı dinlemişler... Benim utanılacak bir şeyim yok ki. Dinlesinler...”)

Davutoğlu’nun aidiyeti devam ediyor.

Uzunca bir dönem Dışişleri Bakanlığı ve Başbakanlık yaptı. Halihazırda AK Parti’nin bir üyesi ve Konya milletvekili. Aktif siyasetin içinde... Bir taraftarının da hatırlattığı gibi, “trenden inmiş değil...”

Dolayısıyla, Abdullah Bey için söylenenler, onu ilzam etmez. Tren istikametten saptıysa, Davutoğlu’nun elinde birtakım seçenekler bulunuyor. Trene istikamet verebilir. En azından, istikamet konusunda fikrini söyleyebilir. Fikirlerini partinin yetkili kurullarına taşıyabilir, tartışılmasını sağlayabilir.

Davutoğlu’nun, “Tren istikametten saptı” diye bir görüşü var mı, onu da bilmiyorum. Varsa, bu görüş bir karşılığa sahiptir. Ve bir değere tekabül eder. Ama Gül’ün eleştirileri ve görüşleri (parti içinde) bir “karşılık” oluşturmaz. Oluşturursa, ayıp olur. En azından hâlâ aidiyetini sürdüren Davutoğlu’na ve elini taşın altına koymuş eşhasa ayıp olur.

Hal böyleyken, “Tren istikametten saptı” yazıları yazıp, Gül’ün “tavırsızlığından”Davutoğlu lehine pozisyon üretmeye çalışmak da ne oluyor?

Biraz ayıp olmuyor mu?

Hakan Albayrak kardeşimiz Gül’ün hukukunu savunuyor.

İyi de ediyor.

Bir gün Erdoğan’ın hukukunu da savunmayı akleder mi?

Bir zamanlar sorularla “güzellediği” ve “Biz hayalini kurarken, siz bunları gerçekleştiriyorsunuz Sayın Başbakanım” diye iltifatlara boğduğu Erdoğan, bugün kendi arkadaşları tarafından hakaret bombardımanına tabi tutuluyor.

En hafif benzetmeleri, “diktatör...” ve “Midas’ın eşşek kulakları...”

Bir gün, “Ayıp oluyor arkadaşlar. Bunlar eleştiri değil, küfür. Küfretmek bize yakışmıyor!”der mi?

T24
ETİKETLER
gül erdoğan davutoğlu 2019 khk muğlaklık trenden düşenler cumhurbaşkanı

Karamollaoğlu: Olağanüstü hal, olağan hale gelirse bundan sonra hukuk yok demektir
14.01.2018



Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu hükümetin OHAL'i uzatmasını eleştirdi, "Hala 1,5 sene sonra neredeyse, olağanüstü hal ile idare ediliyoruz. Olağanüstü hal, olağan hale gelirse hapı yuttuk. Artık bundan sonra hukuk yok demektir" dedi.

Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu, İzmir’de partisinin il teşkilatı tarafından düzenlenen Teşkilat Eğitimi programına katıldı. Kemalpaşa Dere Mesire Alanı Atatürk Spor Salonu’nda gerçekleştirilen programa Saadet Partisi İzmir İl Başkanı Zekeriya Hazırbulan ve çok sayıda partili katıldı. Programda konuşan Karamollaoğlu, 2019’da yapılacak başkanlık seçimlerine hazırlandıklarını ve başarılı olacaklarına inandıklarını söyledi. Bu seçimde özellikle kadınlara büyük görevler düştüğünü ifade eden Karamollaoğlu, "Çalınmadık kapı bırakmayacaklar. Her alanda çalışan kadınlarımız var. Eksiksiz herkese ulaşacağız. Mesajımızı herkes alacak. Bizim üzerimizde her türlü çirkin oyunlar oynanabilir. Bunlar sizi hedefinizden vazgeçirmesin. Saldırılar artarsa hedefe yaklaşıyoruz demektir" dedi.

BÜYÜK ORTADOĞU PROJESİ İLE HARİTALAR AMİREKA'DA ÇİZİLDİ

Karamollaoğlu, Ortadoğu'daki çatışma ortamına da değinerek, "İslam alemi darmadağın olmuş. Kendi sorunlarını çözememiş ve kendi içinde boğuşmalar yaşıyor. Son 120 yıllık tarihimizi hatırlamazsak, son 120 yıllık tarihimizi bilmezsek, bu hale nasıl düştük bunu anlamazsak problemleri aşamayız. Büyük Ortadoğu Projesi ile haritalar yeniden çizildi. Amerika’da çizildi. 11 Eylül’de ikiz kuleler yıkıldı, Pentagon’a saldırıldı. Enkazın altından Müslüman pasaportu çıkınca, ‘İntikam alacağız, haçlı seferi yapacağız’ dediler. Haçlı seferi ilan eden ABD bizim stratejik müttefikimiz olamaz. Bugün maalesef İslam alemi bunun bedelini ödüyor. Biz bunların önüne tek vücut olarak çıkmak durumundayız. Bunu yapacak tek görüş ise milli görüştür. Bizim batıdan farkımız hakkı üstün tutuma kararlığımızdır" diye konuştu.

Hukuka, adalete güvenin kalmadığını söyleyen Karamollaoğlu, "Bir mahkeme iki gazetecinin tutukluğu devam ederek yargılanmasına karar verdi. Aylardır tutuklu bu gazeteciler, onlar da Anayasa Mahkemesi'ne müracat ettiler. Anayasa Mahkemesi de bir karar aldı, bu mahkemenin kararını bozdu. Mahkeme dedi ki 'Ben seni dinlemiyorum'. Anayasada bir hüküm var, diyor ki 'Anasaya Mahkemesi'nin aldığı kararlara Cumhurbaşkanı, Meclis dahil kimse itiraz edemez, uygulamak mecburiyetindedir. Ama bir mahkeme diyor ki 'ben senin aldığın karara uymuyorum'. Anayasa Mahkemesi yanlış karar verebilir, mühim olanı kurala uymaktır. Yerel mahkeme de yanlış karar verir. Temyiz müessesi çalışmazsa adalet çalışmaz. Şu anda temyiz çalışmıyor. Onun için bireysel müracaat hakkını bu hükümet verdi insanlara. Onlar da gittiler, mahkeme de karar verdi 'serbest bırakılsınlar, yargılamaları böyle devam etsin' diye. Mahkeme de diyor ki 'ben buna uymam.' Böyle hukuk olur mu?" dedi.

"ARTIK BUNDAN SONRA HUKUK YOK DEMEKTİR"

Fetullahçı Terör Örgütü'nün 15 Temmuz'daki darbe girişiminde Türk milletinin kahramanlık gösterdiğini, darbe sonrasında ise iktidarın OHAL’i çok uzattığını belirten Karamollaoğlu, sözlerini şöyle tamamladı:

"İSTEMEDİĞİN BİR KARAR ALINDIĞI ZAMAN BAL GİBİ KARIŞIYORSUN"

"Elbette gerekir. Ama nereye kadar? 3 ay, 3 ayda toparlayamadın, hadi 6 ay. 6 ayda da toparlayamadın. Hadi bir 3 ay daha. Ama hala 1,5 sene sonra neredeyse, olağanüstü hal ile idare ediliyoruz. Olağanüstü hal, olağan hale gelirse hapı yuttuk. Artık bundan sonra hukuk yok demektir. Çünkü hukuk bir kişinin, hükümetin dudakları arasındadır. Anayasa çiğnenmeye başladığın an, olağanüstü hal falan bırak sen, devreye girmen lazım. Bir mahkeme güya Anayasa Mahkemes'inin ağzının payını verdi. Kim düzeltecek bunu? Hükümetin bunun karşısında bir şey yapması icap eder. 'Efendim ben adalete karışmam.' İstemediğin bir karar alındığı zaman bal gibi karışıyorsun. Anayasa çiğnendiği zaman niye girmiyorsun. Hukuk, adalet olmadan, hak üstün tutulmadan hiç bir ülkede, dünyada huzur olmaz. Hükümetin bir tedbir alması lazım. Kimsenin anayasa haklarının dışına çıkmaması icap eder. Biz hukukuna üstünlüğün en önemli mesele görüyoruz."
Karar

Erdoğan'ın diploması konusunda CHP'den flaş atak
13 Ocak 2018

AKP Genel başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın yıllardır tartışılan Üniversite diploması konusunda yeni bir gelişme yaşandı.

Geçtiğimiz günlerde Milli Savunma bakanlığında Erdoğan'ın dedesinin kimliği ile ilgili bir açıklama yapılmış ve " Meçhul Asker" olduğu açıklanmıştı. Şimdide uzun süredir tartışılan ancak bir sonuca bir türlü bağlanmayan Erdoğan'ın diploması yeniden gündeme geldi.

MECLİSTE KONU EDİLDİ
CHP İzmir Milletvekili ve TBMM Milli Eğitim Komisyonu Üyesi Mustafa Balbay Meclis çalışmaları sırasında yaptığı konuşmada Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Erdoğan’ın üniversite diplomasını gündeme taşıdı.

BAKANLIK AÇIKLASIN

“Bakanlık Erdoğan’ın üniversite diplomasını açıklamalı” diyen Balbay sözlerini şöyle sürdürdü:“Cumhurbaşkanı, geçtiğimiz günlerde Boğaziçi Üniversitesinde yaptığı konuşmada, Boğaziçi Üniversitesinin dünya sıralamasında yer almamasının başlıca nedenini milli ve manevi değerlerimize dayanmaması olarak gösterdi. 

HANGİ ÜNİVERSİTELER VAR

Cumhurbaşkanına buradan sormak istiyorum: Acaba bu değerlere dayanarak dünyada ön sıralarda yer alan hangi üniversitelerimiz var, onları sayabilir mi? Biz de onları örnek alsak ve incelesek.”Son dönemde "FETÖ'yle mücadele" kapsamında kapatılan 15 üniversitenin 14'ünün AKP iktidarı döneminde kurulduğuna dikkat çeken Balbay, “Acaba bunların hangi değerleri eksikti? Cumhurbaşkanı üniversite mezunu. Ancak hangi üniversiteden mezun olduğunu bilmiyoruz. Onun hangi üniversiteden mezun olduğunu öğrensek; diplomasına bakıp milli ve manevi değerlerimize sahip hangi üniversite mezunu olduğunu görsek ve diğer üniversitelerimize de örnek olarak sunsak, ama bunu bilmiyoruz. 

MEÇHUL ASKER BELGESİ

Milli Savunma Bakanlığı, Erdoğan’ın dedesinin meçhul asker olduğunu belgesiyle açıkladı. Acaba Milli Eğitim Bakanlığı da böyle bir bilgilendirmeyi yapsa, kamuoyu Erdoğan’ın meçhul bir üniversiteden mi yoksa adı sanı belli bir üniversiteden mi mezun olduğunu öğrense’” dedi Kaynak: Erdoğan'ın diploması konusunda CHP'den flaş atak

Haberartıturk

Baba, tartıştığı oğlunu öldürdü
16 Ocak 2018



Ankara'da bir baba tartıştığı oğlunu silahla vurarak öldürdü.

Olay, akşam saatlerinde Güneşevler Mahallesi’nde meydana geldi. Evli ve 3 çocuk babası Rafet Y., konuşmak için eve gelen oğlu Faruk Y. ile tartışmaya başladı. Tartışmanın kavgaya dönüşmesi üzerine Rafet Y., tabanca ile oğluna kurşun yağdırdı.

1 çocuk babası Faruk Y., vücuduna isabet eden 7 kurşunla kanlar içerisinde yere yığılırken silah sesleri üzerine komşuları polis ve sağlık ekiplerine haber verdi.

Olaydan kısma süre sonra apartmandan çıkmaya çalışan ve komşularına "Ben onu öldürmesem o beni öldürecekti" diyen baba Rafet Y., kapı önünde polis ekipleri tarafından silahla birlikte gözaltına alındı.

Daha sonra olay yerine gelen sağlık ekipleri yaptığı kontrolde Faruk Y.’nin hayatını kaybettiğini tespit etti.

Bir süre önce eşinden ayrıldığı öğrenilen 1 çocuk babası Faruk Y.’nin madde bağımlısı olduğu ve sık sık ailesi ile tartıştığı öne sürüldü.
T24

ABD ESKİ ANKARA BÜYÜKELÇİSİ: PYD’Yİ DESTEKLEYEN UÇAKLAR TÜRKİYE’DEN KALKIYOR, BUNA DA ERDOĞAN İZİN VERİYOR; HEM DE HERGÜN!
16 Ocak 2018



Konuyla ilgili haberi, diline dokunmadan ve yorumsuz olarak aktarıyoruz:

ABD’deki düşünce kuruluşu Dış İlişkiler Konseyi’nde (CFR) Türk-Amerikan ilişkilerinin masaya yatırıldığı bir panel düzenlendi. Konuşmacılar, hem Türk-Amerikan ilişkileri hem de Türkiye’deki iç gelişmelerle ilgili mevcut sorunlar ve geleceğe yönelik olası senaryoları tartıştı.

Amerika’nın eski Ankara Büyükelçisi James Jeffrey, ilişkilerdeki gerilimler ve Türkiye’de demokrasi alanında yaşanan sorunlara rağmen dünyanın içinde bulunduğu bu zorlu dönemde iki ülkenin müttefikliğinin büyük önem taşıdığını söyledi.

“ERDOĞAN BUNA HER GÜN İZİN VERİYOR”

Amerika’nın Sesi’nden Mehmet Toroğlu’nun haberine göre, Jeffrey şunları kaydetti:

“Dünyanın geldiği bu durumda aşırı biçimde müttefiklere ihtiyacımız var. Ukrayna’dan Güney Çin Denizi’ne, Kuzey Kore’den Suriye’ye, dünyanın haline bir bakın; çok zorlu bir jeostratejik vaziyette olduğumuzu göreceksiniz. Bu durumdan kurtulmak için Türkiye birçok bakımdan önem taşıyor. Jeostratejik rekabetler ve kaos durumunda bir ülkede iki unsura bakarsınız: Kabiliyetler ve niyetler. Ekonomideki sorunlara rağmen, bunlar zaten uzun zamandır vardı ve son 15 yılda büyüme oranı üçe katlandı. Bu olağanüstü başarılı bir ekonomi ve büyük ölçüde de temeli Gümrük Birliği ve Batı entegrasyonuna dayanıyor. İçerideki birçok soruna rağmen de nispeten istikrarlı bir ülke. Coğrafi konumu ve askeri kabiliyetlerine baktığınızda da Ortadoğu’da, Karadeniz’de Türkiyesiz faaliyet göstermek mümkün değil. Dolayısıyla Türkiye’nin kabiliyetleri konusunda bir soru işareti yok. Soru; niyetleri. Türkiye statükocu bir güç. Türkiye’nin bölgede istikrarı ve güvenliğine tehdit, bir dereceye kadar, PKK dahil terörden, ana unsur olarak da İran ve Rusya’dan kaynaklanıyor ve Erdoğan da bunun farkında. Suriye’de çok güçlü askeri adımlar atıyor çünkü Ruslar ve Esat ülkenin kuzeydoğusundaki ateşkesi ihlal etti. Fars yayılmacılığı olarak adlandırdığı durumdan çok endişeli. Bu da onu aslında Amerika’nın kampına itiyor. Sorun şu; Türkiye bu kampta diğer ülkelerden farklı durumda. Erdoğan’ın bir tarafı dünyaya 19’uncu yüzyıl merceğinden bakan Putin, diğer tarafı da Charles de Gaulle. O ve çoğu Türk, ABD’den ne kadar bağımsız olduklarını göstermek istiyor ama yine de ayrılmıyorlar. Amerika IŞİD’e karşı savaşta PKK bağlantılı grubun öncülüğündeki güce destek veriyor, Türkiye buna her gün tepki gösteriyor ama bu gücü destekleyen uçaklar büyük oranda Türkiye’deki üslerden kalkıyor. Erdoğan buna her gün izin veriyor. Rusya’dan S400 füze savunma sistemi alıyor ama aynı zamanda NATO, Türkiye’yi Afganistan’daki çabalarımızda en kritik 4 ülkeden biri olarak görüyor. Türkiye-AB ilişkileri her zaman çukurda ama mülteci anlaşması Avrupa’nın istikrarında en önemli gelişmelerden biri. Dolayısıyla Erdoğan’ın aslında neler yaptığına bakıldığında, işbirliği açısından muazzam bir alan var.”

KAYNAK: ADIMLAR DERGİSİ
Etiketler:
ABD Amerika erdoğan ESKİ ANKARA BÜYÜKELÇİSİ gündem haber HERGÜN İZİN PYD sistem türkiye UÇAKLAR

Soner Yalçın: Türk tarımını bitirdiler, bize zehir yediriyorlar; bir ülke bile bile intihara sürükleniyor
16 Ocak 2018



"Bu işin içinde başka bir iş var!"

"Gıda terörünü ve bunun arkasındaki karanlık isimleri yazdım" diyen Sözcü yazarı Soner Yalçın, yeni kitabında Türkiye'deki tarıma ilişkin 5 yıl boyunca araştırdığı konuları ele aldı. Yalçın, Türkiye'deki tabloyu, "Türk tarımını bitirip insanlarımıza zehir yedirmeye ba
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Sal Oca 16, 2018 11:09 pm tarihinde değiştirildi, toplam 2 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Sal Oca 16, 2018 8:06 pm    Mesaj konusu: Yalçın: Türk tarımını bitirdiler, bize zehir yediriyorlar Alıntıyla Cevap Gönder

Soner Yalçın: Türk tarımını bitirdiler, bize zehir yediriyorlar; bir ülke bile bile intihara sürükleniyor
16 Ocak 2018



"Bu işin içinde başka bir iş var!"

"Gıda terörünü ve bunun arkasındaki karanlık isimleri yazdım" diyen Sözcü yazarı Soner Yalçın, yeni kitabında Türkiye'deki tarıma ilişkin 5 yıl boyunca araştırdığı konuları ele aldı. Yalçın, Türkiye'deki tabloyu, "Türk tarımını bitirip insanlarımıza zehir yedirmeye başladılar. Bir ülke bile bile intihara sürükleniyor. Zehir tacirlerine fırsat veriliyor. Yoksullara soykırım yapılıyor" diyerek özetledi.

Sözcü'den Nil Soysal'ın sorularını yanıtlandıran Soner Yalçın'ın açıklaması şöyle:

"İnsanlar aydınlansın istedim"

– Hikayeyi başa saralım; bu kitabı yazma fikri ilk nasıl doğdu?

Kafamda hep şu vardı: Gıdalar korku kaynağına dönüştürüldü! Hekimler, uzmanlar yazıyor, konuşuyor, uyarıyor: “Aman şunları yemeyin! Aman bunları içmeyin!” Dedikleri doğru ama konuyu “gıda sağlığına” sıkıştırıp bırakıyorlar. Bu “çağdaş esarete” sebep olanlar görmezden geliniyor, gizli amaçları üzerinde durulmuyor. Eksik olan bu. İşte Saklı Seçilmişler kitabı bu ihtiyacı gidermek için yazıldı. Kimyasal yiyecekler-içecekler insan sağlığı için tehlikeli zehir ise niye satılıyor? Demek meselenin gizlenen sırrı var! Bakın çevrenize; kısırlık ve kanser ne kadar arttı. Şeker hastalığı inanılmaz boyutlarda. Bu rahatsızlıkların sebebi yediklerimiz, içtiklerimiz. Mesele sadece sağlık değil; bunun ekonomik-politik yönü var! Bu zehir düzenini kimler, nasıl kurdu? Beslenmenin-gıdanın ekonomik politiği üzerinde kimse durmuyor. Dedim ki içimden; “İnsanların kafasını aydınlatacak, gıda terörünün arkasındaki karanlık isimleri ve politikaları ortaya çıkaracak kitap yazmalıyım.” “Saklı Seçilmişler” böyle doğdu…

"Bu işin içinde başka bir iş var"

– Okurken delirmekten korktum. Siz yazarken benzer duygular yaşamadınız mı?

Kitaba başlarken kafamda şu vardı: ABD-AB ve küresel baronlar daha çok kazanç için bu kirli düzeni kurdu. Her ülkede yerli işbirlikçi patronlar ve iktidarlar buldu. Ya da iktidara getirdi. Dünya Bankası-IMF- Dünya Ticaret Örgütü adlı “şeytan üçgeni” Türk tarımını bitirip insanlarımıza zehir yedirmeye böyle başladı. Bu “şeytanların” ne yaptıklarına odaklanmışken, bir gün kafama dank etti: Bu işin içinde başka iş var! Bu iş sadece para kazanma meselesi olamazdı. Bir sır vardı. Bu sırrın peşine düşünce korkmaya başladım. Öğrendiklerimden dehşete düştüm. Sadece Türkiye değil, dünya yoksullarına soykırım yapılıyor. Dünyadaki fakirleri “biyolojik gıda silahıyla” öldürüyorlar. İnsanları (tek tek isimlerini verdim) yiyeceklerle- eşyalarla- aşılarla kısırlaştırıyorlar. Gebeliği önleyen mısır üretmişler. Kolesterol haplarıyla cinsel hayatlar öldürülüyor. Gördüm ki: Bugün bunu yapan küresel yiyecek şirketleri, global ilaç firmaları dün de Hitler'in destekçisiydi! Tesadüf mü? Aynı aileler gaz odalarıyla değil, gıdayla insanları yok ediyor. Parası olmadığı için sağlıklı beslenemeyen yok ediliyor. Yeni soykırımcılar yeni dünya kurmak istiyor.

"Sadece ağaç katliamı yok"

– Kitapta Türk tarımına yapılanlara da çok kapsamlı yer vermişsiniz.

Çoğu kişi sadece zeytin ağaçları katliamını biliyor. Oysa özellikle Özal döneminde çıkarılan yasalarla başladı büyük tarımsal kıyım. Türkiye'nin milli stratejik sektörü tarımı, yağlı urganla boğdurdular. Çünkü, ABD-AB endüstriyel tarıma geçince elindeki ürünü satmak için yeni pazarlar arıyordu. Türkiye bu pazarlardan biriydi. Size bazı rakamlar vermeliyim: Türkiye'nin 1980 başında tarım ürünleri ihracatı 2 milyar dolar, ithalatı 51 milyon dolardı. İthalat 1999'da 3 milyar 93 milyon dolara yükseldi. Bugün tarımsal ithalat 16.5 milyar dolara ulaştı! Özallar, Erdoğanlar bu açıdan pek eleştirilmedi. Tarımsal üretimde kendine yeten Türkiye, bu dışa bağımlı politikalar sonucu bugün her tarımsal ürünü ithal eder hale getirildi. AKP bu politikayı ısrarla sürdürüyor. Bir ülke bile bile böyle intihara sürükleniyor işte. Zehir tacirlerine böyle fırsat veriliyor.

"Bu kirli düzeni küresel baronlar kurdu"

Soner Yalçın, “ABD-AB ve küresel baronlar daha çok kazanç için bu kirli düzeni kurdu. Her ülkede yerli işbirlikçi buldu” dedi.

"Kitabı yazarken içimden 'İnşallah delirmem' dedim"

– Bu bilgilere ulaştıkça ne hissettiniz, ne yaşadınız?

Özellikle son 6 ayda “inşallah delirmem” dedim. Kötülüğe ve adaletsizliğe inanamıyorsunuz. Örneğin, bu süreçte iki kez ABD'ye gittim. Benzer durumu Güney Kore ve Japonya'da da görmüştüm: Yoksullar evlerinde değil, dışarıda yemek yiyor! Çünkü evde yapmaktan dışarıda yemek daha ucuz! ABD'de doğal gıda ürünlerinin satıldığı butik mağazaların kapısından içeri girmeniz bile zor, çok pahalı. Türkiye'de de öyle; yoksulların doğal yiyecekleri alması imkansız. Bu durumda ne oluyor; kanser çocuklarda görülüyor artık. Türkiye'de resmi rakam 2 bin 600. Bunun gerçek rakamı yansıttığını düşünmüyorum. Saklıyorlar istatistikleri. Çocuklarımızı düşürdükleri durumu yazarken insan duygularına hakim olamıyor. Maalesef insanlar bilmeden bu tuzağa düşüyor; “tatlı zehirler” yediriyor çocuklarına-torunlarına. Fast food özellikle çocuklarda aşırı şişmanlamaya ve şeker/diyabet hastalığına neden olmuyor; zeka geriliğine sebep oluyor! Bu yerlerde her yedi saniyede bir yemek yiyen bir kişide kanser vakası var! Bunu ben değil, ABD Senatosu söylüyor.

"Şekeri artırılan yiyecekler sindirim sistemini bozuyor"

– Tohumu yazıyorsunuz, pirinci yazıyorsunuz, şekeri yazıyorsunuz… Bunları hiç yemiyor musunuz?

Bir kere şunun altını çizeyim: Ekmek, süt, yoğurt, pirinç ya da bir başka tarımsal ürün aslında sahiden ekmek, süt, yoğurt, pirinç mi? Yoksa o görünümde başka bir kimyasal ürün mü? Basit gıda hilelerinden bahsetmiyorum; sorun sandığınızdan daha büyük! Uzun raf ömürleri vs için ortaya çıkarılan tanımsız “şey” yiyeceklerden bahsediyorum. Şunu demek istiyorum: Milyonlarca yılda oluşması gereken insan ve hayvan evrimi; teknoloji ürünü kimyasal gıdalara, genetiği değiştirilmiş yiyeceklere, yemlere uyum sağlayamıyor. Örneğin, 1970'lerde keşfedilen nişasta bazlı şeker/mısır şurubu her yiyeceğin içinde! İşlenen, lifi alınan, nişasta ve şeker miktarı artırılan vs. yiyecekler sindirim sistemimizi darmadağın ediyor. Yiyeceği sindirmek, moleküllerine ayırmak ve besinleri bağırsaklarımızdan vücudumuzun geri kalanına dağıtmak için milyonlarca yıl içinde programlanan vücudumuz, bu kimyasal gıdaları tanımıyor. Bu da vücudun bağışıklık sisteminin yıkılmasına sebep oluyor. İşte, genler ve yiyecekler arasındaki bu uyumsuzluk, son yıllarda müthiş artış gösteren çok sayıda müzmin hastalığa neden oluyor. Sorunuza gelirsem, bu yiyecekleri yiyip yememek herkesin kendi elinde. Ancak yoksullara başka alternatif bırakılmıyor. Fakirler hep ucuza mal edilen yiyeceklerle beslenmek zorunda kalıyor. Dikkat edin en yoksullar en şişman olanlardır. 50 yıl önce hamburger-patates yiyen kişi 420 kalori alıyordu; bugün 1050 kalori alıyor… 3 kilo yapay tatlandırıcı 750 kilo şekere denk geliyor ve her yiyeceğin içinde. Bu ucuz fast food tarzının da gizli bir amacı yok mu? Tek örnek vereyim: Mısır şurubu elde etmek için cıva kullanılıyor! Son on yıllık süre zarfında Türkiye'de diyabet hasta oranı yaklaşık yüzde 100'lük artış göstererek yüzde 7.6'dan yüzde 13.4'e çıktı. Keza insanların büyük çoğunluğu hastalığın farkında olmadan yaşıyor. Yani rakam daha yüksek. Bir gıda terörü ile karşı karşıyayız…

T24
ETİKETLER
soner yalçın haber türk tarımı bize zehir yediriyorlar intihara sürükleniyor gıda terörü

Kılıçdaroğlu'ndan Erdoğan'a: Dedikoduyla ülke mi yönetilir, al doktorlarını yanına, çık karşıma!
16 Ocak 2018



"Ne söylüyordunuz, ne yapıyorsunuz, Esad için 70 askerimiz şehit oldu"

​Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın partisinin bugünkü (16 Ocak 2018) grup toplantısında kendisine ilişkin sarf ettiği "Ey Kemal, muhalefet terör örgütü mensuplarını göreve getirmek değildir" sözlerine tepki gösteren Kılıçdaroğlu, "Mahallenin dedikocusu gibi dedikodu yapıyorsun. Dünyadan korkmam diyor, Bay Kemal'den korkuyor. Git doktorlarını, uzmanlarını yanına al, televizyonda tartışalım" ifadesini kullandı.

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, hükümetin Suriye politikasını eleştirerek 'barış' çağrısı yaptı. Diplomatik kanalların sonuna kadar zorlanması gerektiğini söyleyen Kılıçdaroğlu, "El Bab'daki şehit sayımız 70'i aştı. Esad için orada çarpışıyoruz ve 70 askerimiz şehit oldu. Düne kadar neler söylüyordunuz, bugün neler yapıyorsunuz. Eğer siz üç hamle ötesini görmezseniz dış politikayı iyi yönetemezsiniz" dedi.

MİT TIR'ları davası kapsamında tutuklu bulunan CHP İstanbul Milletvekili Enis Berberoğlu'nun bugün (16 Ocak 2018) görülen davasında mahkemenin 'tutukluluğunun devamı' kararına da tepki gösterdi. Kılıçdaroğlu, "Ankara'daki beylerin arzusu üzerine esir olarak tutulduğunu da iyi biliyoruz. Mahkemenin kararları iktidarın hoşuna gitmediği için 2 hakim değişti" diye konuştu.

Kılıçdaroğlu, Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu'nun, tutuklu yazarlar Mehmet Altan ve Şahin Alpay’ın kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı ile ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiğine hükmetmesinin ardından mahkemenin, kararın henüz Resmi Gazete'de yayımlanmadığını gerekçe göstererek tahliye talebini reddetmesine de, "OHAL döneminde yargı çalışmıyor" diyerek, tepki gösterdi ve şöyle konuştu:

"Alt mahkeme 'ben senin kararına uymam' diyor. Ben gücümü nereden alıyorum, siyasi otoriteden alıyorum. Adın AYM'ymiş, 'saray talimat verdi, ben ona aynen uyacağım.' Bu kararı veren hakimlere sesleniyorum. Siz yarın çocuklarınızın yüzüne bakamayacaksınız."

TIKLAYIN- Ey Kemal, muhalefet terör örgütü mensuplarını göreve getirmek değildir; Gazi Mustafa Kemal'in kurduğu parti ne hallere geldi

Partisinin grup toplantısında konuşan CHP lideri Kılıçdaroğlu'nun açıklaması şöyle:

Mahallenin dedikocusu gibi dedikodu yapıyorsun. Dünyadan korkmam diyor, Bay Kemal'den korkuyor. Git doktorlarını, uzmanlarını yanına al, televizyonda tartışalım. Vallahi tek başıma çıkacağım. Biraz cesur ol ya. Sana yarım saat versinler, bana 10 dakika yeter. Kim haklı, kim haksız milletin önünde hesaplaşalım. Dedikoduyla memleket mi yönetilir ya. Bu millet "İyi ki varsın CHP demeli" diyecektir.

Türkiye, dünyanın en güzel coğrafyasında yer alıyor. Doğalgaz boru hatları buradan geçer, ulaşım buradan yapılır, en köklü ve en kadim kültür bizim topraklarımızdadır. Komşular, Orta Doğu'da kan var. Dinmiyor sorun. Biz bu gelişmelerden rahatsızız. İstiyoruz ki hiçbir komşumuzun burnu kanamasın. Orada yaşayan vatandaşlar huzur içinde yaşasınlar. Herkes huzur içinde olsun. Bu coğrafyayı biz bir barış denizine dönüştürelim. O nedenle biz bu bölgeye önem veriyoruz. Petrolün tarihini bilenler bu bölgenin önemini daha iyi kavrarlar. Petrol üzerine oynanan oyunları bilen kişi, Türkiye Cumhuriyeti'ni iyi yönetir. Bugün Türkiye'nin geldiği nokta, üzülerek ifade ediyorum ki bu noktadır: Önce petrolün tarihini, sonra bölgenin tarihini bir oturun okuyun. Bölge bir devletin tek başına yapılandırdığı bir bölge olmaktan çıkmış durumda. Irak'a saldırıdan sonra ne büyük acılar çektiğimizi biz biliyoruz. Tüm acıların tanığı olduk. Suriye'de benzer olaylar yaşanıyor. Binlerce çocuk öldü, milyonlar doğdukları topraklardan göç etti.

Bir ucunda ABD var, bir ucunda Rusya var, bir ucunda İran, bir ucunda Türkiye var bölgenin. Bu dört temel aktörün acıyı ve gözyaşını sonlandırması lazım. Daha önce yapılan görüşmelerin tamamının başarıyla sonuçlanmasını istedik. Orta Doğu'da barışı ve huzuru egemen kılın dedik. Bugün geldiğimiz noktanın kaybedenlerinden biri Türkiye'dir. Defalarca söyledik, ya silah göndermeyin terör örgütlerine diye. Şimdi aynısını ABD yapıyor. Buradan uyarmak namus borcumuzdur; eğer insan kanı içmekten hoşlanıyorsanız buyurun silah gönderin. Ama biz insanlığı düşünüyoruz diyorsanız silah göndermeyin. Ne PKK'ya, ne onun uzantılarına. Ne IŞİD'e ne onun uzantılarına...

Orta Doğu'ya göndereceğiniz her silah dökülen kanın artmasına yol açacaktır. Biz bunlarla komşuyuz, kader ortaklığımız var. Kültür ortaklığımız var. PKK terör örgütünün Türkiye'de neler yaptığını dünya biliyor artık. Terörün bizde yol açtığı acıları hepimiz biliyoruz. Bölgeyi terörden arındırmak için her çabayı göstermek bizim görevimizdir. Bu iki ülke uzak diye Orta Doğu'da terörün beslenmesine izin verirlerse sonu acı olur. Hükümete de şu çağrıyı yapmak bizim görevimiz; barış istiyoruz. Diplomatik kanalların sonuna kadar zorlanması lazım. El Bab'daki şehit sayımız 70'i aştı. Esad için orada çarpışıyoruz ve 70 askerimiz şehit oldu. Düne kadar neler söylüyordunuz, bugün neler yapıyorsunuz. Eğer siz üç hamle ötesini görmezseniz dış politikayı iyi yönetemezsiniz.

Erdoğan'a 'Keçi Adası' tepkisi: Otur bana cevap ver!

Dışişleri Bakanlığı'nı tamamen devre dışı bıraktılar. Monşerler diye aşağıladılar. Geldiğimiz noktaya bakın, kendi toprağımızdan Süleyman Şah türbesini kaçırmak durumunda kaldık. Adaları tartışıyoruz, ya bu Keçi Adası Türkiye'ye mi, Yunanistan'a mı ait. Ben bunu hükümete soruyorum, bana "Ben konuşursam sen konuşamazsın" diyor. Beni tehdit et diye değil, sen konuş diye sana soruyorum. Herkesin anlayacağı dilde soruyorum ya sana. Teslim ettik diyor ama ben etmedim diyor. Ben senin neleri teslim ettiğini biliyorum. Şimdi otur bana cevap ver. Beni tehdit etme. Biz Süleyman Şah'ı yeniden yerine getireceğiz, Türkiye bayrağını da asacağız. Sen korkundan oraya gidemiyorsun bile.

Ben asarım keserim demekle bu işler olmaz. Gazze'ye gideceksin, senelerdir gideceksin niye gitmiyorsun. Buyur git. Rakka'ya gideceğim diyorsun, buyur git. Neden gidemiyorsun? Korkuyorsun. Kendi tarihi hakkında bilgisi olmayanlar, Türkiye'nin geleceğini inşa etmeye çalışıyorlar. Bugün 16 Ocak, basın onur günü. Basının onur günü diye ilan ettiği bir gün. Mustafa Kemal Atatürk'ün İzmir'de yaptığı basın toplantısı nedeniyle gazeteciler bugünü onur günü olarak kabul ediyorlar. Gazeteciler bu günü kutlayamıyorlar. Büyük acı çekiyorlar. Medya dördüncü güç olarak kabul edilir. Medya halk adına otoriteyi denetler. Yolsuzluk, haksızlık, kayırmacılık yapıyorlar mı? Oturur özgürce yazarlar. O nedenle otoriter yönetimler medya özgürlüğünden hep şikayet etmişlerdir. Otoriterler, gazetecilere, gazete patronlarına mali baskılar yaparlar. Onları yola getirmek, kendi istediklerinin yazılacağı bir medya yaratmak isterler. Bugün medya, sınıfta kaldı Türkiye'de. Dünyanın tüm ülkelerinde Türkiye'de medyanın özgür olmadığı kabul ediliyor. Hele bir de havuz medya var... Aman aman. Bir merkezden aldıkları haberleri manşetlerine taşıyorlar. İki temel görevleri var. iktidarı pohpohlamak, Cumhuriyet Halk Partisi'ni aşağılamak. Ama bakın biz 2019'u kazandığımızda sizi de özgürleştireceğiz. Ama müteahhitlerden, bankalardan para alamayacaksınız. Diğer bağımsız gazeteler nasıl yayın yapıyorsa siz de öyle yayın yapacaksınız.

Gazeteler aynı zamanda toplumun derdini dile getirir. Ben mesela merak ederim, gazeteler bunu niye yazmazlar; bir çiftçi zarar etmiş, ama zararından bile vergi alıyorlar. Ya bu hangi demokraside var. Tüccar zarar ederse vergi vermez, esnaf zarar ederse vergi vermez. Ama çiftçi zarar edince vergi alınıyor. Benzine zam geliyor, mazota zam geliyor. Ülkeyi böyle yönetiyorlar. Niye havuz medyası bunu yazmıyor.

"OHAL mağdurları arasında işsizlik oranı yüzde 65"

Efendim, 15 Temmuz'da bir darbe girişimi oldu hep beraber karşı çıktık. Parlamentoda bombaların ardında görev yaptık. İki 15 Temmuz var, halkın 15 Temmuz'u, Saray'ın 15 Temmuz'u. Saray'ın 15 Temmuz'unda sivil darbe yapıldı. 1 milyonu aşkın aile mağdur edildi. OHAL mağdurları arasında işsizlik oranı yüzde 65. İnsaf ya insaf, bunlar bizim vatandaşımız. OHAL mağdurlarının çektiği en büyük sıkıntı yüzde 92 ekonomik, yüzde 85 psikolojik, yüzde 8 sosyal ölüm. OHAL KHK'sıyla atılanların çoğu herhangi bir işleme tabi tutulmamış. Yüzde 50'si bulunduğu mahalleyi terk ediyor, mahalle baskısı nedeniyle.

Fiili bir anayasa ihlali var. Yok anayasa. "Bakanlar Kurulu, OHAL'in gerekli kıldığı konularda KHK çıkarabilir" diyor Anayasa'nın 121. maddesi. Taşeron işçilerin OHAL ile ne alakası var.

Enis Berberoğlu davası

Enis Berberoğlu davası bugün görüşüldü, tutukluluğa devam kararı verildi ve ertelendi. Berberoğlu'na selamlarımızı gönderiyoruz. Ankara'daki beylerin arzusu üzerine esir olarak tutulduğunu da iyi biliyoruz. Mahkemenin kararları iktidarın hoşuna gitmediği için 2 hakim değişti.

Bylock kullandı diye 11 bin kişi ya hapse atıldı ya da görevlerinden alındı. Ergenekon ve Balyoz'da da aynı sorun yaşandı. Ergenekon ve Balyoz'da yaşanan dram bugün de yaşanmaktadır. İtibarlarının iade edilmesi lazım. Her yerde ve her zaman söylüyorum.

AYM'nin hak ihlali kararı

Her darbe döneminde yargı çalışmaz, bu darbe döneminde de yargı çalışmıyor. Mehmet Altan ve Şahin Alpay kararları... AYM bir karar verdi. Alt mahkeme "ben senin kararına uymam" diyor. Ben gücümü nereden alıyorum, siyasi otoriteden alıyorum. Adın AYM'ymiş, "saray talimat verdi, ben ona aynen uyacağım." Bu kararı veren hakimlere sesleniyorum. Siz yarın çocuklarınızın yüzüne bakamayacaksınız. Böyle bir sistemin içinde Anayasa askıdaysa hiç kimsenin can ve mal güvenliği yoktur. Darbe dönemlerinde anayasa askıda olur. HSK'ya bir seslenmek isterim. Bylock dolayısıyla iki hakim karar vermişti. Dedikleri için sürüldüler. Anayasay dinlemeyen, AYM'yi dinlemeyen hakimlere siz ne yapacaksınız, niye toplanmıyorsunuz, niye karar vermiyorsunuz. O zaman o koltukları terk edin. Adalet dağıtmayacaksanız, adalete ihanet etmeyin.

T24
ETİKETLER
kılıçdaroğlu haber erdoğan tepki ortadoğu amerika esad enis berberoğlu

ETHEM KÖYLÜ 26 ŞUBAT'TA "BİR DERGI DAĞITTI 23 YILDIR HAPİSTE"
15 Ocak 2018



28 Şubat’ta idam cezası alan Ethem Köylü, 23 yıldır cezaevinde. Kardeşleri “Bayilerde bile satılan bir dergiyi dağıtmaktan suçlanıyor. Yeniden yargılanmasını istiyoruz” dedi.

28 Şubat döneminde idam cezası alan ve 23 yıldır hapiste olan Ethem Köylü’nün kardeşleri adalet bekliyor. Bolu Cezaevi’nde yatan Köylü için kardeşleri, “Gazete bayisinde bile satılan bir dergiyi dağıtması üzerinden yola çıkarak örgüt adına finans sağlamakla suçladılar. 28 Şubat arifesinde ilk ceza alanlardandı ama ortada suç yok, ispat yok, delil yok. Biz tahliyesini beklerken müebbet cezası aldı. Yeniden yargılanmasını istiyoruz” dedi.

İDAMDAN MÜEBBET HAPSE…
Ethem Köylü’nün kardeşleri Hülya Alkan (36), Mustafa Köylü (46) ve Huriye Şişmanoğlu (50) 23 yıldır yaşadıklarını anlattı. Mustafa Köylü, “1995’te 25 yaşında gözaltına alındı. 15 gün hiç haber alamadık. O dönem karakola götürürken kayıt bile almıyorlardı. Ethem ilk önce idam aldı sonra cezasını müebbete çevirdiler. 28 Şubat arifesinde ilk ceza alanlardandı ama ortada suç yok, ispat yok, delil yok. O dönem nişanlıydı ama evlenmediler. Kardeşim haksızlık karşısında susmazdı. 28 Şubat öncesinde İslami olarak haksızlık karşısında dururdu. Bu yüzden 28 Şubat zihniyetinin hedefi oldular. Kardeşimi gazete bayiinde bile satılan bir dergi olan Taraf dergisini dağıtması üzerinden yola çıkarak örgüt adına finans sağlamakla suçladılar” dedi.



‘YARGILAYANLAR FETÖ FİRARİSİ’
Ethem Köylü’nün kızkardeşi Hülya Alkan ise “28 Şubat döneminde çok fazla şey yaşadık ve hâlâ yaşamaya devam ediyoruz. Başörtüsü yüzünden İstanbul Üniversitesi İktisat Bölümü’nü ikinci sınıfta bıraktım. Eşim Aydın Alkan da 9 yıl hapis yattı ve 2004’te serbest kaldı. Biz onların dosyaları boş olduğu için tahliyelerini bekliyorduk mahkemeye gittiğimizde. 28 Şubat’a o zaman gereken tepkiyi veremedik halk olarak ve bunun çözümsüzlüğünü hâlâ yaşıyoruz. Kardeşlerimi yargılayanların bir kısmı şimdi FETÖ’den ya yurtdışında firari durumda ya da cezaevinde. Çevik Bir gibi insanların verdiği kararlar hâlâ uygulanıyor. 23 yıldır adalet bekliyoruz” şeklinde konuştu.

ANNEM BABAM GÖZLERİ AÇIK VEFAT ETTİ
Ethem Köylü’nün ablası Huriye Şişmanoğlu, şunları söyledi: “28 Şubat’la hesaplaşmadan 15 Temmuz’la hesaplaşamayız. 28 Şubat da 17-25 Aralık gibi 15 Temmuz’un geçmişini oluşturuyor. FETÖ lideri hakkında benim kardeşlerim, o zaman bile “vatan haini, samimi Müslüman değil” derlerdi. Bizi en çok üzen anne-babamızın serbest kaldığını görmemesi oldu. Annem babam hep umut ederek yaşadılar. Oğullarının serbest kaldığını göremeden 2001’de babamızı, 2015 temmuzda da annemizi kaybettik. Gözleri açık vefat ettiler. Biz en azından yeniden yargılanacağı günü bekliyoruz.”

ASLIŞAH SARITAŞ

KAYNAK: https://www.sabah.com.tr/yasam/2018/01/15/bir-dergi-dagitti-23-yildir-hapiste

“YENİDEN YARGILAMA İSTİYORUZ”
15 Ocak 2018



Bombalı eylem planladığı iddiasıyla 28 Şubat sürecinde müebbet hapis alan İlhan Doğan’ın ailesi: Onu yargılayan FETÖ’cüler şimdi tutuklu veya firarda. Düzmece suçlamayla 18 yıldır hapis yatıyor.

FETÖ’cü savcı ve hâkimlerin 28 Şubat sürecinde aldığı kararlar bugün bile aileleri ayırmaya devam ediyor. İBDA-C üyesi olduğu ve 2001’de yılbaşı gecesi İstanbul Meryem Ana Rum Kilisesi ile Taksim’deki bazı eğlence mekânlarını bombalamayı planladığı gerekçesiyle 8 yıl tutuklu yargılanıp sonra da müebbet alan İlhan Doğan’ın (40) mahkeme savcısı firari Celal Kara, mahkeme başkanı şu an tutuklu olan Metin Özçelik, mahkeme üyeleri ise meslekten ihraç edilen Mehmet Ekinci ve açığa alınan Birol Bilen’di. Mahkemenin oğullarını, 28 Şubat’ta başörtüsü gösterilerine katıldığı için hedefe oturttuğunu, düzmece suçlarla da müebbete mahkûm ettiğini savunan Nimet (58) ve Hasan (68) Doğan çiftinin tek arzusu, oğullarının yeniden yargılanması… İşte Doğan çiftinin anlattıkları: “Çocuğumuz masum. Yeniden yargılanma yapılırsa bu ortaya çıkacak. Tarafsız bir yargı istiyoruz. Onu suçlular yargıladı. Oğlumuz 22 yaşında hapse girdi. Giderken 6 aylık bir çocuğu vardı şimdi 18 yaşında. 15 Temmuz darbesine direnenler gibi bizim çocuklarımız da 28 Şubat’a direndi. Bu yüzden de başına bunlar geldi. Benim oğlumun mahkemesindeki savcı Almanya’ya firar etti. Bu kararın bir geçerliliği olmamalı. 4 hâkim değişti. Değişen hâkimler tutuklu. Gecikmiş olsa da adalet gelsin istiyoruz. FETÖ’nün aldığı kararın yeniden incelenmesini istiyoruz.”

BEBEĞİ 18 YAŞINA GELDİ

20 yaşında 6 aylık çocuğuyla bir başına kalan Ayşe Doğan ise hislerini şöyle anlattı: “Benim eşim evden işe, işten eve giden bir adamdı. 18 senedir oğlumu manevi olarak yalnız büyüttüm. Kimi kime şikâyet edecektik o dönem. Eşimin mahkemesinde 8 yıl karar vermediler. Sonra da müebbet kararı çıktı. Kararı alanlar şimdi ya hapiste ya da firari.”

DAVAYA FETÖ’NÜN YARGI AYAĞI BAKTI

İlhan Doğan’ın avukatı Hamza Uçan: “Doğan’ın davasının görüldüğü mahkemenin başkanı Metin Özçelik, Tahşiye kumpasından tutuklu FETÖ’cüleri usulsüz tahliye edeceği sırada ihraç edildi ve şu an tutuklu. Mahkeme üyelerinden Mehmet Ekinci şike soruşturmasında aktif rol aldı ve meslekten ihraç edildi. Diğer üye Birol Bilen ise 15 Temmuz sonrası önce açığa alındı sonra tutuklandı. Savcı Celal Kara da 17-25 Aralık’ın savcısıydı ve şu anda firarda.”

28 Şubat mağdurunun ailesi: 28 Şubat sürecinde 20 yaşında iken 6 aylık çocuğuyla bir başına kalan Ayşe Doğan, 18 yıldır oğlunu yalnız başına büyüttü. Doğan, “Eşimin mahkemesinde 8 yıl karar vermediler. Sonra da müebbet kararı çıktı. Kararı alanlar şimdi ya hapiste ya da firari” diye isyan etti.

ASLIŞAH SARITAŞ

KAYNAK: https://www.sabah.com.tr/gundem/2018/01/14/yeniden-yargilama-istiyoruz

“TEK İSTEĞİM ÖLMEDEN ÖNCE BİR GECE OĞLUMA SARILIP UYUMAK”
15 Ocak 2018



Cihat Özbolat, 28 şubat sürecinde FETÖ kumpasıyla Sabancı Center’ın yanındaki araziye bomba koymakla suçlandı. Emniyet’in ‘bomba yok’ raporuna rağmen müebbet hapis verilen Özbolat’ın ailesi yeniden yargılama istiyor.

28 Şubat sürecinde FETÖ’cü savcı ve hakimlerin olduğu mahkemelerin kararları aileleri yıllarca sevdiklerinden ayırdı. Müebbet cezası alan Cihat Özbolat (45) 23 yıldır cezaevinde. Suçu, Sabancı Center’ın yanındaki araziye bomba koymak. Ancak iddiaya göre; emniyet kayıtlarında o bölgede herhangi bir bombalama eylemi yok.

FİRARİ ÖZ’ÜN İŞİ ÇIKTI!

Özbolat’ın mahkemelerinde Özbolat’a idam isteyen savcı, firari FETÖ’cü Zekeriya Öz’dü. Mahkeme başkanı ise FETÖ elebaşısı hakkındaki tutuklama kararını kaldıran Şerafettin İste. Birahaneye taş atması üzerinden yola çıkılan ve Sabancı Center’ın yanındaki arsayı bombalama suçundan ceza verilen Özbolat’ın annesi Hediye Özbolat, oğlunun hayali bir suçlamayla 23 yıldır hapis yattığını savunuyor.

OĞLUMU FETÖ İÇERİ ALDI

Anne Özbolat “79 yaşındayım ve ölmeden önce tek isteğim bir gece oğluma sarılıp uyumak. Önce Allah’tan sonra Cumhurbaşkanı’ndan yardım istiyorum. Hayırlısıyla çıktığını görmek istiyorum. Ben her an o gelecek diye ümit ediyorum. Cihat babasını kaybettikten bir yıl sonra 20 yaşında gözaltına alındı ve müebbet hapis cezası var. Benim oğlumu terör suçundan içeri alan FETÖ. Benim oğlum Milli Gençlik Vakfı’na giderdi. Müslüman bir çocuktu. ‘Onu birahaneye taş attı’ diye içeri aldılar ama olmayan, yapmadığı suçları işkencelerle kabul ettirdiler. ‘Bana burada yapılan işkenceleri anlatmaya haya ederim’ diyordu ve anlatmıyordu. Ona işkence yapanlar aynısını görsünler. 23 yıl oldu. 7 cezaevi değiştirdi ömrüm onun peşinde yollarda geçti. İnşallah bir cezaevi daha değiştirmeden çıkar” diye konuştu.



ŞAHİTLER BİLE REDDETTİ
Kardeşinin mahkemesinin detaylarını anlatan ve onunla birlikte gözaltına alınan ağabey Özer Özbolat da “Aralık 1995’te Aralık işyerimizden bizi 30-40 çalışanımızı, 13 yaşındaki çırağımızı bile Cihat’la beraber gözaltına aldı. Bizi bir gün içinde bıraktılar. Bizi sorgulayan polis, Fetullah Gülen propagandası yaptı. Benim kardeşime yönelttikleri suçları şahitler bile reddetti. Yargıtay delil yetersizliğinden ilk kararı bozdu. Bunun üzerine karakolun bile gerçekleşmediği dediği olaydan idam cezası verdiler. Kardeşimi 5 kişilik grubun, yaşı büyük olduğu için, lideri gösterdiler. O 5 kişiden biri de 15 Temmuz şehidi Halil Kantarcı. O da 15 yaşında bir çocuktu. Onlara 15 gün boyunca işkence ettiler. Benim kardeşim FETÖ’nün mahkemelerinden çıkan bu karara karşı şimdi sadece yeniden yargılanma istiyor. Af istemiyor, sadece dürüst bir mahkeme tarafından yargılanmak istiyor” diye konuştu.

MEYHANE SALDIRISI DA YALAN!
Avukat Hamza Uçan da Beşiktaş İlçe Emniyet Müdürlüğü söz konusu tarihlerde hiçbir bombalı eylemin gerçekleşmediği bilgisini dönemin Devlet Güvenlik Mahkemesi Başsavcılığı’na sundu. 20 Şubat 2001’deki resmi yazıda ‘Levent Karakol Amirliği’nin kayıtlarının tetkikinde belirtilen tarih ve yerde böyle bir olayın olmadığı anlaşılmıştır” denildi.Meyhaneye saldırı ve örgüt adına haraç toplama gibi iddialar meyhane sahipleri tarafından yalanlanmıştı. Ancak mahkeme heyeti, meyhane sahiplerinin ifadelerini de görmezden geldi” dedi.

ASLIŞAH SARITAŞ

KAYNAK: https://www.sabah.com.tr/gundem/2018/01/13/tek-istegim-olmeden-once-bir-gece-ogluma-sarilip-uyumak

15 Temmuz şehidi Cambaz'ın oğlu: “Barlas ailesinden tiksiniyorum, AKP kötü savunulduğu için yıkılacak”
17.1.2018



15 Temmuz darbe girişimi esnasında hayatını kaybeden foto muhabiri Mustafa Cambaz'ın oğlu Alpaslan Cambaz, “Barlas Ailesinden tiksiniyorum” diyerek “Özellikle de kendi ismini Twitter hesabında bile ‘virüs’ yapan vasıfsızdan” Cemil Barlas’ı işaret etti.

FETÖ'nün 15 Temmuz darbe girişiminde hayatını kaybeden Yeni Şafak gazetesi foto muhabiri Mustafa Cambaz'ın oğlu Alpaslan Cambaz, AKP’ye yakın Sabah gazetesinde yazan ve ATV’de program yapan Barlas ailesine tepki gösterdi.

Alpaslan Cambaz, “Sürekli ama sürekli CHP eleştiren kafalardan bu memlekete şimdiye kadar fayda gelmemiş, bu saatten sonra da gelmeyecektir. AKP camiasında biraz aklı olan insan Kılıçdaroğlu'nu takmaz ve enerjisini kendi hükümetindeki çürükleri görmeye, onları ayıklamaya harcar. Hep dediğim gibi: Bu iktidar birçok saldırı gördü ama yıkılmadı. Fakat kötü savunulduğu için yıkılacak. Onu saldıranlar değil, savunanlar yıkacak” açıklamasında bulundu.

“TAKİYYECİLİKTE ÇIĞIR AÇAN BU TİPLERİ GAZETELERE, UÇAĞA DOLDURAN KİM?”
Sosyal medyadan AKP’li kalemlere sert tepki gösteren Alpaslan Cambaz, “Seni eleştiriyorum çünkü senden umudum var. Onu eleştirmiyorum çünkü ondan umudum yok. Bunu anlayabilmeniz için daha kaç 15 Temmuz yaşamamız gerekiyor? Yenikapı Ruhuna sadık kalmadı diye Kılıçdaroğlu'na yükleniyorsun. Sen sadık kaldın mı peki? Toplumu bu kadar ayrıştıranlar kim?

Taraf'ın haşereleri ifşa olmuş, daha o günlerde ne oldukları ortaya çıkmıştı. Şimdi takiyyecilikte çığır açan bu tipleri ekranlara, gazetelere, uçağa dolduran kim? Üsluplarıyla, yöntemleriyle, her şeyleriyle FETÖ'nün ta kendisi olanların elinde 15 Temmuz'u oyuncak eden kim?” sorularını yöneltti.

“TV'YE ÇIKARANLARA ŞEHİTLERİMİZİN HAKKINI HARAM EDİYORUZ”
Alpaslan Cambaz, “Barlas Ailesinden tiksiniyorum” diyerek “Özellikle de kendi ismini Twitter hesabında bile ‘virüs’ yapan vasıfsızdan” Cemil Barlas’ı işaret etti.

AKP’li kalemler Fuat Uğur, Kurtuluşu Tayiz ve Cemil Barlas’ın FETÖ’yü öven sosyal medyada mesajlarının fotoğrafını da paylaşan Alpaslan Cambaz, şunları yazdı:

“Hâlâ böylelerini adam yerine koyup TV'ye çıkaranlara da şehitlerimizin hakkını haram ediyoruz. A Haber'de az önceki manzara paylaştığım fotoğraflardaki gibiydi. Ne kadar midesi geniştir şunu izleyenin. Her şey göz göre göre oluyor. Görüp de susan korkakları da anlayamıyorum. Bu fitneciler yanına sokulur, seni bana beni sana kötü anlatır ve aranı açar. Kul hakkı yenen yerde berrak bir akılla düşünülmez. Bu tiplerin isimlerini ansam bile günüm kötü geçiyor, maneviyatım bozuluyor. Sizse evinize kadar sokuyorsunuz.”

İşte o mesaj;,,



Millî Gazete

MHP'li ismin görüntüsü ortaya çıktı: "Erdoğan vatana ihanetten yargılanacak"
17.1.2018
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin, “2019’da Erdoğan’ı destekleyeceğiz” açıklaması sonrasında Bahçeli'nin en yakınındaki Genel Başkan Yardımcısı Semih Yalçın'ın görüntüleri ortaya çıktı.

AKP ile MHP'nin ittifakının konuşulduğu bugünlerde Bahçeli'nin 'desteğimiz 2019 sonra da sürecek' sözleri tazeliğini korurken MHP Genel Başkan Yardımcısı Semih Yalçın'ın 2015 yılında yaptığı programın görüntüleri ortaya çıktı.

CESARETLİ İNSANLAR ORTAYA ÇIKACAK VE GEREKENİ YAPACAKTIR

Bahçeli'nin en yakın isimlerinden biri olan MHP Genel Başkan Yardımcısı Semih Yalçın katıldığı bir televizyon programıda, Recep Tayyip Erdoğan'ın anayasayı uygulamadığını söylüyor. "Çözüm süreci tek başına vatana ihanet suçudur" diyen Yalçın konuşmasının devamında Erdoğan için, "Yargılanmalıdır. Suçu sabittir. Tabii bu kararı yargı verir. Genleriyle oynadıkları HSYK'yı ve yine genleriyle oynadıkları emniyet teşkilatını asli mecrasına döndürdükten sonra, bu cesaretli insanlar ortaya çıkacak ve gerekeni yapacaktır" ifadelerini kullanıyor.
Kaynak ve videoyu izlemek için: http://www.milligazete.com.tr/haber/1484001/mhpli-ismin-goruntusu-ortaya-cikti-erdogan-vatana-ihanetten-yargilanacak

Kanal İstanbul: "Marmara'nın ölümünü Karadeniz takip edebilir
17 Ocak 2018



"Kanal İstanbul Projesi olası İstanbul depreminde içme suyu kaynaklarını yok edecek"

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan tarafından 2011’de açıklanan ve kamuoyunda "çılgın proje" olarak da bilinen Kanal İstanbul Projesi'nin güzergâhının açıklanmasının ardından proje hakkında uzmanlardan uyarı gelmeye devam ediyor. Bilim Akademisi Üyesi yerbilimci Prof. Dr. Naci Görür, projenin deprem alanında olduğuna dikkati çekerken, Çevre Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi Yönetim Kurulu Üyesi Sedat Dural da olası bir depremde İstanbulluların içme suyu kaynaklarını yok edeceği uyarısında bulundu.

Duvar'da yer alan habere göre Prof. Dr. Görür, Küçükçekmece Gölü’nden başlayarak Durusu’ya uzanacak Kanal İstanbul Projesi için, “Bizim beklediğimiz deprem Marmara’nın içerisinde. Dolayısıyla kanal bu tehlike bandının içerisine giriyor” dedi. Görür, kanalın Karadeniz’de yer alan kirliliği Marmara’ya getireceğine de dikkat çekti.

5 farklı güzergâh üzerinde yapılan çalışmalar sonucunda 4. alternatif olarak düşünülen Küçükçekmece-Sazlıdere-Durusu koridoru Kanal İstanbul Projesi’nin Karadeniz’den Marmara Denizi’ne bağlantısı olarak belirlendi. Projenin Karadeniz ile Marmara Denizi’ni bağlayacağına dikkat çeken yer bilimci Prof. Dr. Naci Görür, “Karadeniz bugün dünyanın en kirli denizlerinden biri. Özellikle Orta Avrupa’nın bütün sanayi atıkları Tuna Nehri vasıtasıyla Karadeniz’e taşınıyor. Bizim açacağımız kanalla Karadeniz’in üst katmanlarında yer alan kirlilik Marmara’ya gelecek” diye konuştu.

"Marmara zaten kirli"

Marmara Denizi’nin can çekiştiğini vurgulayan Prof. Dr. Görür, “Ben bu denizin bin 300 metre dibine dalıp 7 saat çalışan bilim insanlarındanım. Marmara Denizi’ne dalış sırasında gördük ki Marmara inanılmayacak boyutta kirli. Siz bu kirliliği daha da artırıyorsunuz. Bugün Marmara’nın tabanında canlı kalmadı. Aşırı kirlenen Marmara bu sefer besin zinciri vasıtasıyla insanlarımıza da zarar verecek” ifadesini kullandı.

"Depremden ciddi etkilenecek"

Olası Marmara Depremi’nin kıyılara 10-12 kilometre uzaklıkta gerçekleşeceğini ifade eden Prof. Dr. Görür, bu bölgenin depremden ciddi şekilde etkileneceğini belirtti. Görür, proje sonrası bölgede insan yoğunluğunun artacağına dikkat çekerek şöyle devam etti, “Siz deprem alarmı verdiğiniz yerde riski olabildiğince azaltacak işlemleri yapacaksınız. Riski artıracak eylemlerden kaçınacaksınız. Bunların başında nüfus ve bina yoğunluğunu artırmamak gelir. Daha fazla bina, daha fazla insan olası bir depremde daha fazla can ve mal kaybı demektir. Bugün yapılacak olan kanal, çevrede yoğun bir yapılaşmaya ve insan gücüne de neden olacak. Bu yönüyle de negatiftir. Kanal birçok yerde çürük bir zeminin içerisine yerleşecek. Özellikle kanalın Marmara’ya açılan kısmı doğrudan doğruya fay hattıyla çok yakın temasta bulunacak. Beklediğimiz deprem Marmara’nın içerisinde kıyılara 10-12 kilometre uzaklıkta gerçekleşecek. Dolayısıyla kanalın Marmara’ya yakın kesimleri depremde görülecek yanal ve düşey hareketlere karşı nasıl tolerans göstereceği bilinmiyor. Dolayısıyla kanalın Marmara yakınlarının olabilecek depremden çok ciddi bir şekilde sınanacağı kaçınılmaz.”

"Yer altı suları yok olur"

Çevre Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi Yönetim Kurulu Üyesi ve çevre mühendisi Sedat Dural ise projenin 3 yıl içinde Marmara Denizi’ni, ardından Karadeniz’i öldüreceği, içme suyu kaynaklarını yok edeceği uyarısında bulundu. Dural, “Sadece konu ve denizlerin kaybı değil, aynı zamanda soluduğumuz havadan, içtiğimiz suya kadar her şeyi yavaş yavaş yitireceğimiz anlamına gelir” diye konuştu.

"Marmara'nın ölümünü Karadeniz takip edebilir"

Çevre mühendisi Sedat Durel, şunalrı kaydetti:

“Aslında bir bütün olarak çevre coğrafyası ile Karadeniz ve Marmara Denizi’nin kendi içindeki dengesine doğrudan doğruya bir müdahalesi olacak. Karadeniz’in tuzluluğu daha düşük, Marmara Denizi’nin tuzluluk oranı daha yüksek, aralarında seviye farklılığı da var. Yapılacak yeni bir kanalla oluşacak yeni bir akışın gerçekleşmesiyle aralarındaki bu denge de bozulacak. Karadeniz’den Marmara’ya yoğun bir besin akışı olacak ve bu Marmara’nın dibine çökecek ve çeşitli canlılar tarafından tüketilecek. Zaten Marmara’da çok düşük bir oksijen oranı var. Bunun da yok olması ve Marmara’da hiç oksijen kalmaması riski çok yüksek. Bu da bir iki yıl içerisinde hatta en geç 3 yıl içerisinde olabilir. Bunun ardından Marmara ölü denize döner ve hidrojen sülfür dediğimiz bir gaz ortaya çıkar. Bu gaz İstanbul’un kıyı şeritlerine vurarak bir dönem Haliç’in yaydığı gibi bir koku tüm Marmara kıyı şeridine yayılabilir. Hidrojen sülfürün atmosfer yoluyla diğer denizlere ulaşabilir. Denizlerin aralarındaki boğazlar yoluyla akım da söz konusu. İlk etapta en büyük zararı alacak olan Karadeniz’dir. Marmara’nın ölümünü Karadeniz takip edebilir. Ege Denizi’nin doğu kıyıları da bundan nasibini alacaktır."

T24
ETİKETLER
kanal istanbul uzmanlar uyarı deprem bölgesi içme suyu olası istanbul depremi haber yok edecek

"AKP'nin gençlik koluna giriyorsun, profesör olup çıkıyorsun"
16 Ocak 2018



Özyeğin Üniversitesi Kurucu Rektörü: Yetki devri yapıldı; top artık üniversitelerde olacak

AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın "Yardımcı doçentliği kaldırıyoruz" açıklamasının ardından Yükseköğretim Kurulu (YÖK) harekete geçerek, yardımcı doçentliğin yerine Doktor Öğretim Görevlisinin (DÖG) getirileceğini açıkladı. Modelde dil sınavından 65 puan alma şartı kaldırıldı ve her üniversiteye kendi dil sınavını yapma hakkı verildi. Yeni getirilen sistemle ilgili olarak olumlu ve olumsuz birçok eleştiri yapıldı.

Birgün'den Mustafa Kömüş'ün haberinde konuya ilişkin olarak, "AKP'nin gençlik koluna giriyorsun, profesör olup çıkıyorsun" denirken, haberde, "Yargıda kendi kadrolaşmasını hızlandırmak için avukatları hakimliği geçiren AKP hükümeti benzer bir stratejiyi akedemide de hayata geçirme hazırlığında. Yardımcı doçentliğin kaldırıldığı 'doktor öğretim görevlisi' modeliyle binlerce yandaş üniversitelere doldurulacak" yorumu yapıldı.

"Top üniversitelerde"

Özyeğin Üniversitesi Kurucu Rektörü Erhan Erkut, “Erdoğan’ın konuşmasının hemen ardından o istediği için yapılmış bir değişiklik. Üniversitelere yetki devri yapıldı. Top artık üniversitelerde olacak. Ciddi bir üniversitenin uluslararası yayın yapmayan birine doçentlik vermesi olanaksız. Üniversiteler bunun da sınavını verecek. Bu durum gösterecek üniversitelerin ciddiyetini” dedi.

Kadrolaşma eleştirileri içinse yine üniversitelerin kendi seçeneği olduğunu belirten Erkut, “Bu da onların performansına yansır. Kayırma olursa yeteri kadar bilimsel yayın da olmaz” ifadesini kullandı.
"Kadrolaşma ihtimali var"

Eğitim Sen Ankara Üniversiteler Şubesi Yürütme Kurulu Üyesi Birgül Yıldırım ise yardımcı doçentliğin yalnızca Türkiye’de olduğunu hatırlatarak şöyle dedi:

“İçerik olarak çok farklılık olmayacak aslında. Hatta sözlü sınavların kalkmasını olumlu bile görebiliriz ama burada yetki üniversitelere bırakılıyor ve bu da çok daha büyük sorunlara yol açabilir. Yardımcı doçentlikle ilgili üniversitelerin kriterleri de birbirinden farklı bu da başka bir sorun olarak karşımızda duruyor.”

AKP’nin kadrolaşma için bu değişikliğe gitmiş olabileceğine değinen Yıldırım şunları kaydetti:

“Kadrolaşma olası gözüküyor. Üniversitelerde şu an bile rektörlerin akrabalarını ve yakınlarını kadroya aldığını düşünürsek tabii ki olabilir. Sonucunu görmek lazım ama büyük ihtimalle sonuçta biz kadrolaşmayla karşı karşıya kalacağız. Bu da akademiyi daha çok bağımlı hale getirecektir. “

Öğretim Elemanları Sendikası Başkanı Vahdet Özkoçak da, “Eleştirilmesi gereken yanları var. Bu sistemde puanlama net değil. Mutlaka puanlama olmalı. Yayımladığı makaleden yaptığı çalışmalara kadar hepsinin bir puanlaması olması lazım. Doçentliğe geçmesi için de bu puanlama mutlaka olmalı, profesörlüğe geçiş için de" diye konuştu.

T24
ETİKETLER
erdoğan üniversite yardımcı doçentliği kaldırıyoruz doktor Öğretim görevlisi yök gençlik kolu profesör haber

ÇOCUKLAR BABALARI OLMADAN BÜYÜDÜ
17 Ocak 2018



Müebbet hapis cezasına çarptırılan ve 23 yıldır cezaevinde olan İsmail Uysal (47) ve ailesi de 28 Şubat sürecinde yargılananlardan biri. Annesi İsmet Uysal (83) “Biz çocuğumuzun suçsuz olduğundan o kadar emindik ki avukat bile tutmadık ama ona müebbet cezası verdiler. En ağır cezayı bizim çocuklarımız yaşadı” dedi. Aile yeniden yargılama talep ediyor.

23 YILDIR HAPİSTE
?İsmail Uysal’ın kendi kuruyemişçi dükkânından gözaltına alındığını söyleyen enişte Turgut Ağüzüm (51) “İsmail ile Ethem’i (Köylü) dükkandan gelip aldılar. Ne bir eylem ne de başka bir şey. Evlerimiz dükkânlarımız arandı. Bayide satılan dergiler bile suç unsuru gibiydi. İşlemediği gasp, bombalama eylemlerini işkenceyle üzerlerine yıktılar. İsmail içeri alındığı 1995’te 24 yaşındaydı. 15 Temmuz’da şehit olan Halil Kantarcı ile aynı suçtan yatıyorlar. İsmail, Halil’in vasisiydi. Kardeşlerimizin bu kadar uzun süre içeride kalmaları 15 Temmuz hainlerinin bir planı” dedi. Anne İsmet Uysal ise oğlunun 23 yıldır suçsuz yere hapiste olduğunu söyleyerek, “Babası 2004’te vefat etti. Cenazesine bile gelemedi. Evliydi, iki çocuğu vardı. Eşi hamileydi. Şimdi en küçük oğlu 23 yaşında. O giderken üç yaşında olan çocuğundan torunu oldu” dedi.

Kaynak: https://www.sabah.com.tr/gundem/2018/01/16/cocuklar-babalari-olmadan-buyudu

""AKP'liler Ucuz diye kapışılan ithal etlerin ne olduğunu bir görün sonra CHP'nin çiçeği burnunda il başkanının domuzuna da laf yetiştirin"



Sözcü yazarı Can Ataklı, yeni seçilen CHP İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu hakkında çıkan iddiaları yazdı. Kaftancıoğlu'nun eşinin domuz eti yediğine dair iddiaları yazan Ataklı, "Kaftancıoğlu tabağın karşılarında oturan birine ait olduğunu anlattı dün. Sosyal medyada her akla gelenin paylaşılması bazen böyle ağır kazalara yol açabiliyor" dedi. Ataklı "Domuzlu espri elbette bazı çevrelerde hassasiyet yaratabilir ancak bu tweeti eleştiren AKP'lilere şunu söylemek istiyorum. “Madem şu günlerde domuza taktınız Soner Yalçın'ın ‘Saklı Seçilmişler' kitabını da bir zahmet okuyun. Orada üstelik bu iktidar tarafından nasıl domuz ürünlerine maruz bırakıldığınızı bir öğrenin" yorumunda bulundu.

Ataklı'nın "Anketler AKP ve HDP'de anlaşamıyor" başlığıyla yayımlanan (18 Ocak 2018) yazısı şöyle:

Yeni seçilen CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu başta AKP Genel Başkanı Erdoğan olmak üzere bütün AKP'nin boy hedefi haline geldi. İl Başkanının yıllar önce attığı bazı tweetleri gündeme getirenler “Böyle bir nasıl olur da CHP'nin il başkanı olabilir?” diye soruyor hiç çekinmeden. CHP'liler sorsa haklı olabilirler de AKP başkanı sorunca bir tuhaf olmuyor mu? Bunlardan bir tanesinde bir tabakta duran kemiklerin fotoğrafı paylaşılmış altında da “7 dakika önce burada 1/4 domuz vardı” yazıyor. Kaftancıoğlu tabağın karşılarında oturan birine ait olduğunu anlattı dün. Sosyal medyada her akla gelenin paylaşılması bazen böyle ağır kazalara yol açabiliyor. Domuzlu espri elbette bazı çevrelerde hassasiyet yaratabilir ancak bu tweeti eleştiren AKP'lilere şunu söylemek istiyorum. “Madem şu günlerde domuza taktınız Soner Yalçın'ın ‘Saklı Seçilmişler' kitabını da bir zahmet okuyun. Orada üstelik bu iktidar tarafından nasıl domuz ürünlerine maruz bırakıldığınızı bir öğrenin. Ucuz diye kapışılan ithal etlerin ne olduğunu bir görün. Sonra CHP'nin çiçeği burnunda il başkanının domuzuna da laf yetiştirin.”

T24
ETİKETLER
domuz eti canan kaftancıoğlu can ataklı akp erdoğan

Orman alanlarını yandaşlar talan edince: İstanbul'da domuz sürüsü şehre indi
18 Ocak 2018



T24'ün haberine göre; Yaklaşık 20 domuzdan oluşan sürü ile karşılaşan vatandaşlar şaşkınlıklarını gizleyemedi

İstanbul Sarıyer Bahçeköy’de bugün caddede yürüyen vatandaşlar yamaçta domuz sürüsü ile karşılaştı.

O anları kayda alan vatandaşlar şaşkınlıklarını gizleyemedi. Bazı vatandaşlar araçlarını durdurarak domuz sürüsünü seyretti.

Yaklaşık 20 domuzdan oluşan sürü bir süre sonra gözden kayboldu.
Ana Haber

CHP’li Toprak: ABD, TSK destekli ÖSO üzerinden İran’ı geriletme planını devreye sokuyor
18.01.2018



CHP'li Toprak, ÖSO’nun, ABD’ye davet edildiğini, İran ve Hizbullah’a karşı Suriye’de savaşması için müzakere yapıldığını savunarak, “ABD, Suriye’de bir yandan Kürt ordusu kurarken, diğer yandan TSK destekli Sünni ÖSO üzerinden, İran’ı geriletme planını devreye sokuyor. Türkiye-İsrail-Suudi Arabistan ittifakını hazırlıyor” dedi.

Erdoğan Toprak, yaptığı yazılı değerlendirmede, iktidarın ABD'ye yönelik sert açıklamalarına karşın, Washington'da Türkiye'nin desteklediği Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) yöneticileriyle, ABD arasında kapalı kapılar ardında bazı pazarlıklar yürütüldüğünü öne sürdü.

Toprak, şu görüşleri dile getirdi:

"ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı David Satterfield'in ABD Senatosu Dış İlişkiler Komitesi'nde Trump yönetiminin, Suriye'deki askeri varlığını ‘açık uçlu' olarak nitelendirmesi, Irak ve Suriye'den çekilmeme kararı aldığını açıklaması, dikkat çekicidir. Daha da önemlisi ABD yönetiminin, Türkiye tarafından eğitilen ve donatılan ÖSO'nun bazı üst düzey yöneticilerini davet ederek, Suriye'de İran'ın nüfuzunun geriletilmesi, İran destekli Lübnan Hizbullahıyla mücadele edilmesi ve Soçi Konferansı'nın engellenmesi için, işbirliği mutabakatına varılmış olmasıdır. Fırat Kalkanı Harekâtı'na da ÖSO çatısı altında katılan gruplardan Mutasım Tugayı'nın Siyasi Büro Şefi Mustafa Secari, ABD medyasına yaptığı açıklamalarda verdiği mesajlarda, ‘Washington'daki varlığımız bölgemizdeki terörist milislerin denetimini sona erdirmeyi sağlamakla kalmayacak, topraklarımız üzerindeki İran mevcudiyetinin sonunun başlangıcı olacak. Soçi'deki ihanet konferansı girişimini de başarısızlığa uğratacak!' demektedir.

ÖSO ÜZERİNDEN ABD İLE PAZARLIK YÜRÜTÜLMEKTEDİR

Cumhurbaşkanının Afrin operasyonunun ÖSO ile birlikte yürütüleceğini açıkladığı hatırlandığında, ÖSO'nun ABD'deki bu temaslarından hükümetin, MİT ve Genelkurmay'ın, Dışişlerinin bilgisinin olmadığı düşünülemez. AKP iktidarı, iç kamuoyuna ABD'ye karşı sert açıklamalar yaparken, anlaşılan diğer yandan da ÖSO üzerinden, ABD ile bir pazarlık yürütülmektedir. Bu pazarlığın Halep'in kuzeyinde, Türkiye — Suriye arasında bir tampon bölge oluşumunu kapsadığı ifade edilmektedir.

İKTİDAR MECLİS'İ ŞEFFAF BİR ŞEKİLDE BİLGİLENDİRMEK ZORUNDA

ABD'nin bu süreçte Sarraf Davası, Halkbank'a yaptırım, S-400 alımına yönelik ambargo şantajlarını devreye sokması, anlamlıdır. Unutulmamalıdır ki, güçlü diplomasi için güçlü ekonomi, tartışmasız şekilde vazgeçilmezdir ve temel ilkedir. İktidar, gerçekleri ve gizli pazarlıkları açıklamak, ülkemizin bu kritik sürecinde, Meclis'i şeffaf bir şekilde bilgilendirmek zorundadır."
Sputnik

Akşener: Kefenli tosunlar Afrin operasyonunda başrolde olsun
18.01.2018



İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener, AK Parti'ye destek için kefen giyip 'Ölmeye geldik' eylemi yapan kişilerin olası bir Afrin operasyonunda başrolde olması gerektiğini söyledi.

Türkiye, olası bir Afrin operasyonunu günlerdir konuşuyor. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın "1 hafta içerisinde ne yapacağımızı göreceksiniz" ifadelerinin ardından Milli Güvenlik Kurulu'nda da operasyona yeşil ışık niteliğinde ifadeler çıktı.
Akşener de AK Parti için kefen giyip 'Ölmeye geldik' ifadeleriyle eylem yapan kişileri gündeme getirerek konuya dahil oldu.

Akşener, sosyal medya hesabı Twitter'dan Afrin opersayonu ile ilgili olarak şunları yazdı:

Bütün siyasi partilerde; Ak Parti’de, MHP’de, CHP’de ve İYİ Parti’de hangi siyasi çocuğuna paralı askerlik yaptırmışsa, 40 yaşını geçmemiş çocuklarının tamamının askere alınmasını ve Afrin harekatında başrolde olmasını talep ediyorum.

'ANNELERİNİN DANTELLİ ÖRTÜLERİYLE…'

Özellikle “one minute” olayından sonra, annelerinin dantelli masa örtüleriyle ölmeye ölmeye geldik diye bağıran şu kefenli tosunların da isim isim tespit edilip, mutlaka askere alınmasını ve Afrin operasyonunda başrolde yer almalarını tavsiye ediyorum.

'İNCİRLİK ÜSSÜNÜ KAPATACAKSIN'

Afrin’e operasyon yapmak için öncelikle İncirlik üssünü kapatacaksın, Malatya’daki üssü kapatacaksın. Yüreğin yetiyorsa bunları yapacaksın; ondan sonra elin güçlü olarak bunlarla masaya oturursun.
Sputnik

Hakan Albayrak: ‘Atatürkçülük’ün derdi yine AK Parti’yi gerdi
18/01/2018

AK Partili yönetici ve milletvekillerinin CHP İstanbul İl Başkanlığı’na seçilen Canan Kaftancıoğlu’nu “Gezi”ciliğinden yahut 15 Temmuz direnişine antipatisinden ötürü eleştirmeleri tabiidir; bunda sıkıntı yok.

“Atatürk’ün kemikleri sızlıyor”, “Mustafa Kemal’in kurduğu parti ne hale geldi?” türünden serzenişlerinde ise sıkıntı çok.

“Atatürkçülük”ün derdi yine AK Parti’yi gerdi…

Son zamanlarda sıkça rastladığımız bir durum ama ben hâlâ alışamadım.

Hakan Albayrak’ın yazısının devamı için: http://www.karar.com/yazarlar/hakan-albayrak/afrin-5985#

Bak şu konuşana: Halkbank’a ceza gelirse bunu Halkbank öder...
16 Ocak 2018



Ekonomiden Sorumlu Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek geçen gün; “...Halkbank’a bir ceza gelirse bunu Halkbank öder...” diye bir demeç vermiş.

Ekonomi eski Bakanı Ufuk Söylemez'in köşe yazısından alıntı

Bak şu konuşana

Ekonomiyi sıcak para, ağır borçlanma ve yüksek ithalata dayalı bir biçimde, üretimi-rekabeti-yatırımı ve istihdamı ise gözardı ederek, bugünkü çıkmaz sokağa sürükleyen politikaların en önemli savunucularından ve de sorumlularından birisi olan Ekonomiden Sorumlu Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek geçen gün; “...Halkbank’a bir ceza gelirse bunu Halkbank öder...” diye bir demeç vermiş.
Bankacılığı, uluslararası ekonomik ilişkileri, hukuku ve piyasaları bilen çevrelerde bu demecin tebessümle karşılandığını tahmin ediyoruz.
Çünkü T. Halkbankası, kamusal sermayeli bir bankadır ve yüzde 51’inden fazlası Hazinenin (şimdilerde Türkiye Varlık Fonunun) sahipliği ve kontrolündedir.
Hal böyleyken, M. Şimşek bilerek ve/veya bilmeyerek olası milyar dolarlık bir cezanın kamuyu ve de dolayısıyla milleti ilgilendirmediği gibi bir izlenim yaratan böyle bir demeci nasıl olup da verebilmiştir?
T. Halkbankası KOBİ’ler ile esnaf ve sanatkârların temel ve öncü finansman kurumu olmasının yanı sıra, Türkiye’nin önde gelen köklü ve Cumhuriyetle yaşıt çok önemli bir bankasıdır.
Bu bankaya, İmam hatipli “kutulamacı” ve “Bank Asyacı”, Genel Müdürler tayin edilerek nasıl yönetildiği herkesin malumu. Bankanın, bugün bazı rüşvetçi Bakan ve bürokratların, R. Zarrab denilen sahtekârla birlikte yaptıkları iddia olunan ve ortalığa saçılan usulsüz ve hukuksuz işlemler nedeniyle açılan davaların öznesi yapılması, hepimizi derinden üzmektedir.
Hem T. Halkbankası, hem de bankacılık sektörü, bu nedenle hiç hak etmediği halde, sıkıntılı ve sorunlu bir sürece sokulmak istenmektedir bugün maalesef.
Açıkça söylüyor ve yazıyorum.
R. Zarrab olayına adı karışan ve haklarında ağır rüşvet ve yolsuzluk iddiaları bulunan Bakan ve bürokratlar mutlaka ve mutlaka yargılanmalıdırlar.
Ayrıca unutulmamalıdır ki - inşallah olmaz ama- eğer ağır milyar dolarlık bir ceza mevzubahis olursa, bunu bu fakir milletin kısıtlı kaynaklarından ödeyecekler ve ödeme talimatı verecekler de mutlaka gelecekte sorgulanıp, yargılanacaklardır.
2010 yılından bugüne değin, konuyla ilgili adı karışan bütün Bakan ve bürokratlar ile banka yönetimleri bu soruşturma ve yargılamalara dahil edilmelidir.
Bankacılıkta “zimmet” suçunu yeniden yapılandırmalar için değiştirerek, batık veya donuk kredileri yeniden yapılandırmaktan sorumlu kendi bankacılarını kurtarmak için, OHAL kararnamesi çıkaranlar, bunun hesabını vermekten kolay-kolay kurtulamazlar.
M. Şimşek, böyle demeçler vereceğine, yandaş müteahhitlere verilen ihalelerdeki kayırma-usulsüzlük ve yolsuzluk iddialarının üzerine gitse, bankacılık sektörünün milyarlarca liralık alacağını son günlerde neden “üç-on paraya” varlık yönetim şirketlerine sattığını ve böylece “batık kredilerinden” kurtulmaya çalıştığının sebeplerini anlamaya ve önlemlerini almaya çalışsa çok daha iyi olur bence.
Son günlerde, KAP’a bildirim yapan bankaların milyonlarca hatta milyarlarca liralık kredi alacaklarını neden yok pahasına Varlık Yönetim şirketlerine devrettiklerini kimse merak etmiyor nedense bu ülkede.
Gelecekte tüm usulsüz, partizan ve yolsuz işlemlerin, hukuksuzlukların, satışların ve devirlerin tamamının soruşturulmasını yapacak “Yolsuzluk Mahkemeleri” mutlaka kurulmalı ve hukuk içinde hesap sorulmalıdır.
T. Halkbankasına OFAC tarafından kesilebilecek olası ‘milyar dolarlık’ bir ceza ile karşı karşıya kalınması halinde sadece buna neden olanlar değil, işsizlikten ve yoksulluktan kendini TBMM önünde yakmak zorunda bırakılan insanımızın parasını ABD’ye ceza olarak ödeyecek ilgili Bakanlar ve bürokratlardan da mutlaka ama mutlaka hesap sorulmalıdır, sorulacaktır.
Tüyü bitmemiş yetimin hakkı olan Türkiye Cumhuriyetinin parasını heba etmenin faturası sorumlularına elbette ödetilmelidir, ödetilecektir.

Aydınlık
Etiketler:
Ekonomiden Sorumlu Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek Halkbank

İsrail polisi 6 Türk vatandaşını gözaltına aldı

İsrail polisinin Kudüs'te Mescid-i Aksa'yı ziyaret eden 6 Türk vatandaşını gözaltına aldığı bildirildi.

Görgü tanıklarından alınan bilgiye göre, Mescid-i Aksa'da kılınan cuma namazının ardından İsrail polisi, Harem-i Şerif'ten çıkan 6 Türk vatandaşını gözaltına aldı.
Gözaltına alınan Türk vatandaşlarının İsrail polisi tarafından Mescid-i Aksa'nın da içinde bulunduğu Eski Şehir'in El-Halil (Yafa) kapısındaki David Polis Merkezi'ne (Kışla) götürüldüğü ifade edildi.
Türk vatandaşlarının gözaltına alındığını doğrulayan İsrail polisi, gözaltına alınma sebebine ilişkin herhangi bir açıklama yapmadı.

Patronlar Dünyası

Vekillere Boğaz'da paşa çiftliği: İstanbul Beykoz Korusu’ndaki Sultan Selim Han Kadim Vakfı mülkiyetine kayıtlı ve ‘Boğaziçi doğal ve tarihi sit alanı’ Abraham Paşa Çiftliği, milletvekilleri için 'sosyal tesis' oluyor
19 Ocak 2018



Vakıflar Genel Müdürlüğü, orman içindeki çiftliği ‘Biyoçeşitlilik, Geofit (yumrulu çiçekler) Merkezi’ olarak planlayan Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’ndaki tahsisi kaldırdı.

Mevcut ve eski milletvekilleri ile aileleri, Ankara dışında sosyal tesis olarak İstanbul Konukevi, Florya Atatürk Köşkü, Beşiktaş Misafirhanesi ve Yalova Termal Tesisleri’ni kullanıyorlar.

AKP’nin hazırladığı bir teklif ise milletvekilleri ile eski vekillerin, kamuya ait tüm sosyal tesis ve imkânlardan yararlanmalarını öngörüyor. Bu teklif henüz yasalaşmayı beklerken, Meclis yönetimi ‘Abraham Paşa’ projesini uygulamaya koydu.

Meclis Başkanlık Divanı’nda yapılan sunuma göre, koruma altında bulunan 265 dönümlük Beykoz Fidanlığı içindeki Abraham Paşa Çiftliği Meclis’e tahsis edilecek. Bülent Sarıoğlu imzasıyla Hürriyet gazetesinde yayınlanan habere göre; Beykoz sahilinin kıyısında ve ormanın içinde bulunan arazinin büyük bölümü Sultan Selim Han Kadim Vakfı mülkiyetine kayıtlı ve ‘Boğaziçi doğal ve tarihi sit alanı’ olarak 1974’ten beri tescilli.
BİYOÇEŞİTLİLİK PARKI
Abraham Paşa Çiftliği’ndeki binalar, İstanbul İl Özel İdaresi’nce rölöve, restitüsyon ve restorasyon projelerine uygun olarak tadil edildi. Büyükşehir yasasıyla il özel idarelerinin kapatılmasının ardından Vakıflar Genel Müdürlüğü, çiftliği Tarım Bakanlığı’na kiraladı. Bakanlık, Bitkisel Biyoçeşitlilik, Geofit Merkezi yapılmak üzere sosyal tesis, misafirhane, otel, seminer ve restoran olarak mekan planlamasını bitirdi.
Restorasyon işinin yüzde 95 oranında tamamlanmasının ardından devreye giren Meclis, kalan işleri milletvekillerinin kullanımına uygun olarak düzenleyecek. Otel ve sosyal tesiste Meclis personeli görevlendirilecek. Fidanlık içinde TBMM sosyal tesisi olarak kullanılacak bölümün 40 dönüme yakın olacağı öğrenildi. Çiftlik binalarına giden toprak yol genişletilerek asfaltla birleştirilecek. Çalışmalar için en az 10 milyon lira daha harcanacağı tahmin ediliyor.

Kaynak: Patronlar Dünyası
Etiketler:
İstanbul Beykoz Korusu Abraham Paşa Çiftliği milletvekilleri için sosyal tesis

HİJYENİK DOMUZ ETİ AFİYET OLSUN
18 Ocak 2018



Aslında mesele yeni değil, 10 yıldan fazla bir zamandır domuz eti kasaplık hayvan sayılıp, milletimizin bu hayvanın etini hijyenik şartlarda tüketebilmesi için de bir tebliğ yayınlanmış bunuyor.

Tebliği yayınlayan tarım ve Köy İşleri Bakanlığı.

Tebliğ başlığı: TÜRK GIDA KODEKSİ ÇİĞ KIRMIZI ET VE HAZIRLANMIŞ KIRMIZI ET KARIŞIMLARI TEBLİĞİ

TEBLİĞ NO: 2006/31

Tebliğ, Resmi Gazete’nin 7 Temmuz 2006 tarihli nüshasında yayınlanmış.

AKP hükümeti ki o zaman Başbakan Erdoğan, Türk milletinin domuz eti yemesini öngörmüş ve bunun için de bu tebliği yayınlayarak, domuz ve sair kasaplık hayvanların etini nasıl yiyeceğimizi anlatıp, domuz ve sair kasaplık hayvanların etlerini sıhhi şartlara uygun olarak yememizi temin etmeye gayret göstermiş.

Tebliğin amacını da zaten şöyle izah buyurmuşlar:

MADDE 1– Bu tebliğin amacı, çiğ kırmız et ve hazırlanmış kırmızı et karışımlarının tekniğine uygun ve hijyenik şekilde üretilmesi, hazırlanması ve işlenmesi ile ambalajlama, muhafaza, depolama, taşıma ve pazarlamasını sağlamak üzere özelliklerini belirlemektir.

Amaçtan sonra bizi alakalandıran bir diğer husus da hukuki dayanağın izah edildiği 3. Madde ki şöyle diyor: Bu tebliğ, 16/11/1997 tarihli ve 23172 mükerrer sayılı resmi gazetede yayınlanan Türk Gıda Kodeksi Yönetmeliği’ne göre hazırlanmıştır.

Yani aslında domuz eti yenmesinin yolunu 28 Şubatçılar açmış ama AKP de 28 Şubat rejiminin, “Türk milleti domuz eti yemelidir!” kararına sahiplenip, 28 Şubat’ın izinde yürümeye devam etti ve ediyor da.

Türk milletinin yiyebileceği kasaplık hayvanların neler olabileceği de “Tanımlar”ın yapıldığı 4. Maddede izâh ediliyor ki şöyle:

MADDE 4 – (1) Bu tebliğde geçen;

Kasaplık hayvan: Büyükbaş, küçükbaş hayvanlar ve diğer kasaplık hayvanları,
Büyükbaş hayvan: Sığır, manda ve deveyi,
Küçükbaş hayvan: Koyun ve keçiyi,
ç) Diğer kasaplık hayvanlar: Domuz, yaban domuzu, at ve tavşanı,

Tanımlamalar devam ediyor ama bu kadarı yeter herhalde…

Adımlar HABER

Etiketler:
AFİYET OLSUN DOMUZ ETİ HİJYENİK Resmi Gazete Teblig

Gezici Araştırma'dan yeni anket: AK Parti’ye oy veren seçmenlerin yüzde 33’ü-35’i istemeyerek oy veriyor
19.01.2018



Gezici Araştırma Genel Müdürü Murat Gezici yaptıkları son anketin sonuçlarını açıkladı

Gazeteci-Yazar Uğur Dündar'ın Halk TV'de yayınlanan Halk Arenası programına konuk olan Gezici Araştırma Genel Müdürü Murat Gezici, son anket araştırmasıyla ilgili önemli açıklamalarda bulundu.

‘Gezici Araştırma’nın Genel Müdürü Murat Gezici, son yaptıkları araştırmada ilginç bulgular olduğunu belirtti.

Gezici’nin konuşmalarından bazı satırbaşları şöyle;

“HER 3 SEÇMENDEN BİRİ ‘SADIK SEÇMEN’ DEĞİL ARTIK”

“AK Parti’ye oy veren her üç seçmenden biri ‘sadık seçmen’ değil artık. Yani AK Parti’ye oy veren seçmenlerin yüzde 33’ü-35’i istemeyerek oy veriyor. İYİ Partili ya da İYİ Parti’siz bir anket araştırmasında sonuçların çok farklı olduğunu görüyoruz”

“İTTİFAK MHP TABANINDA REFLEKSLERE SEBEBİYET VERECEK”

AKP ve Milliyetçi Hareket Partisi’nin ittifakının, iktidarın ne kadar sıkıntılı olduğunu gösterdiğini belirten Gezici, “Bu iki parti bir dayanışmaya girmiştir. MHP vizyonu olan bir parti ama farklı bir parti ile hareket ediyor. Bu gerek MHP tabanında reflekslere sebebiyet verecek; aynı zamanda bu yakınlaşma Güney Doğu ve Doğu Anadolu da çatlaklara sebebiyet verecektir. Kürtlerin yüzde 65’i Ak Parti’ye oy veriyor. Yani kürt seçmenleri bu iki partinin yakınlaşmasından oldukça rahatsız” ifadelerinde bulundu.

Anket sonuçlarını paylaşan Gezici:

“Araştırma 2-17 Aralık arasında, Türkiye’nin yedi coğrafi bölgesinde 4 bin 238 katılımcıyla yapılmıştır.

Ak Parti 42… Yüzde 49’lardan 42’lere düştüğünü görüyoruz.

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) ………….20.1

İYİ Parti ………………………………………..20.2

Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) ………..7.29

Halkların Demokratik Partisi (HDP) 8.73

Diğer partiler yüzde 1 civarında…”

Birgün
oy MHP halk seçmen gazeteci AKP 17 Aralık Cumhuriyet CHP HDP yazar milliyetçi Türkiye

İlker Başbuğ: Sınırlarımıza Şam yönetimi gelmelidir!
20 Oca, 2018



Eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ: TSK Afrin harekatını başarıyla yapar. Esad ile işbirliği yapılmalı ve sınırımıza Şam yönetimi gelmelidir
Eski Genelkurmay Başkanı emekli Orgeneral İlker Başbuğ Ulusal Kanal’da Baki Özilhan’ın sunduğu “Sansürsüz Sohbet” programına konuk oldu. Başbuğ programda Afrin harekatına ilişkin açıklamalarda bulundu. İlker Başbuğ’un Afrin açıklamaları şu şekilde: Afrin meselesini iyi anlamak lazım. Afrin dağlarında PKK’lılar var. PKK’lılar buradan Amanos ve Hatay tarafına geçiş yapabiliyorlar. Bu bölge PKK’lıların üssü durumunda. Türkiye’nin İdlib harekatının asıl sebebi Afrin’e harekat diye düşünüldü. Afrin harekatı sonucunda teröristlerin Türkiye’ye geçişleri engellenir. Kürt koridorunun önüne geçilir. Türkiye bu harekatı yapmakta kararlı görünüyor. Afrin harekatı için hava sahasının açılması ve hava operasyonları çok önemli ama Rusya hava sahasını açmasa dahi Türkiye Afrin’e girecek kararlılıkta görünüyor. Afrin harekatınının başında bulunan Metin Temel Paşa benim yanımda binbaşı olarak çalışan çok yetenekli bir arkadaşımızdır.

TÜRKİYE SINIRINA ŞAM GELMELİ!

Suriye ile işbirliği konusunda da açıklamalarda bulunan Başbuğ, “PKK/PYD’yi bitirmek, terörü temizlemek ve sınır güvenliğimizi sağlamak için Türkiye’nin Suriye ile işbirliği yapması gerekmektedir. Türkiye’nin sınırına Şam yönetimi gelmelidir. Sihirli cümle, Esad ile anlaşmaktır” ifadelerini kullandı.
Başbuğ, Suriye’deki sorunların ÖSO ile değil merkezi ve yasal Suriye hükümetiyle birlikte hareket edilerek çözülebileceğini belirtti.
“İç kaleyi sağlam tutmak ve beraberliğimizi sağlamak zorundayız” diyen Başbuğ, TSK’da emir-komuta düzenini yeniden sağlamak gerektiğini belirterek “TSK’da açılan 15 Temmuz yaralarını sarmak gerekiyor” ifadelerini kullandı.
Aydınlık

300 Milyon borçla batmıştı! Ünlü Türk iş adamı intihar mı etti?
19 Ocak 2018



Lojistik ve gümrükleme sektörünün köklü firmalarından Grupaj Lojistik’in sahibi, cemiyet hayatının önemli isimlerinden bir olan Hasan Akandere’nin dün akşam Almanya’da hayatını kaybettiği öğrenildi.

Yakınlarından edinilen bilgiye göre, mali sıkıntıya giren işadamı Akandere’nin piyasaya 300 milyon lirayı aşkın borcu olduğu belirtiliyor.

Başından vurulduğu anlaşılan evli üç çocuk babası olan Akandere’nin intihar ettiğinden şüpheleniliyor.
(Dinçer Gökçe/Hürriyet)


_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Çrş Oca 24, 2018 12:19 am tarihinde değiştirildi, toplam 3 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Cmt Oca 20, 2018 9:43 pm    Mesaj konusu: Ya sonrası? Alıntıyla Cevap Gönder

Akif Beki: Propaganda savaşları Afrin harekatında sonucu belirlemeyecek
26/01/2018



ABD ile medya üzerinden gireceğimiz söz düelloları ya da propaganda savaşları, Afrin harekatında sonucu belirlemeyecek.

Sonucu tayin edecek olan, Rus bölgesinde Rusya destekli YPG’ye karşı silah, teknoloji, savaşma azmi ve iradesi ile moral motivasyon üstünlüğümüzdür.


Uydurma ve dezenformasyonla mücadele, savaşın ihmale gelmeyecek bir parçası, önemsizleştiriyor değilim.

Ama silahlar konuşmaya başladığında, son söz artık silahlarındır.

Güç dengesinde ağır basan propaganda rüzgarları değil, bozguna uğratan gizli teknolojilerle hazırlıksız yakalayan sürprizlerdir.

Silahlar çekildiğinde söz üstünlüğü, yerini silah üstünlüğüne bırakır.

Propaganda meydanında yenmek, medyada üstün gelmek sahada galebe çalmaya yetmediğine göre, üstünde bu kadar durmaya değmez.

Akif Beki’nin yazısının devamı için: http://www.karar.com/yazarlar/akif-beki/var-mi-medyada-kazanilmis-bir-savas-6049

Ya sonrası?
Hüsnü Mahalli
18 Ocak 2018



Cumhurbaşkanı Erdoğan başta olmak üzere devletin tüm yetkilileri günlerce Afrin’den söz ediyor. Medyanın uzman ve azmanları ise hamasetin en üst basamağını da aşarak savaş çığırtkanlığı yapıyor.
Hiç kimse de bir şey bilmiyor.
Sağduyulu ve sakin düşünen yok.
Düşünen varsa da korkudan konuşamıyor. Yani insanlar Türkiye’nin ne işi var Afrin’de diye soramıyor. Afrin Suriye kasabasıdır ve nüfusun büyük bölümü Kürt kökenli.
Ankara’ya göre orada PYD’liler yani PKK’lılar var.
Yaklaşık olarak 10 bin kadar militan.
Yani Ayn El-Arab ( Kobani) ve çevresinde bulunan PYD’liler kadar.
‘Afrin’e girerim’ diyen Türkiye o zaman Kobani’ye de girmeli.
Öncesinde de Menbiç’e.
Hatta Kobani’den Irak sınırına kadar uzanan 600 kilometrelik Suriye topraklarına dalmalı ve orada bulunan 100 bin kadar YPG ve SDG militanını ortadan kaldırmalı.
Gerekirse de oradan devam edip Musul ve Kerkük’e uzanmalı.
Ama yapamaz çünkü orada ABD ordusu var. Afrin’de YPG’lilerin hiç kimsesi yok.
‘Rusya destek veriyor’ diyenler gerçeği anlatmıyor.
Peki diyelim Türk ordusu Afrin’e girdi ve PYD’liler direndi.
Binlerce ölü, bir o kadar yaralı olacak.
Şehir yıkılacak ve insanlar perişan olacak.
Bu ne işe yarayacak? Hiç.
Çünkü varsa risk Afrin’de değil doğuda.
Kürt ordusu kurmaya çalışan ‘dost ve müttefik’ ABD’de.
Kürt- Türk düşmanlığı için uğraşıyor.
Fazlası da var ve olacak!
Türkiye ise bu riski asla tek başına bertaraf edemez.
İki komşu Suriye ve Irak ile işbirliği yapmadan bu iş asla olmaz.
Kaldı ki bu bölgede ve Afrin’de Türkiye’nin fiili müdahalesi büyük bir sorun yaratır.
Diyelim Türk ordusu yanına ÖSO ve müttefiki grupları alarak Afrin’e yönelik operasyon başlattı ve karşısında Suriye, Rusya ve İran güçlerini buldu.
Ne yapacak?
Benzer şekilde Rusya’nın onayıyla Ağustos 2016’de Cerablus’tan Azez’e kadar uzanan 100 kilometrelik sınır bölgesini kontrol eden Türk ordusu ne zamana kadar orada kalacak?
IŞİD yok edildiğine göre Türk ordusu neden oralarda duruyor?
Arap medyasına göre Türkiye o bölgelerde kalmaya niyetli.
Yoksa ‘Misak-Milli sınırları’ hikâyesi mi?
Rusya destekli Suriye devleti ‘hadi çıkın artık’ derse Ankara ne yapacak?
Üstelik Ankara’nın tüm olumsuz ve tehlikeli politikalarına karşın Suriye devleti Türkiye’ye karşı düşmanca hiç bir davranışta bulunmadı.
Üstelik 2011’de batılı ülkeler, Körfez ülkeleri ve Türkiye Suriye’ye müdahale etmeden önce bu ülkede PYD yoktu.
Ankara 2011-2015 döneminde PYD’yi Suriye yönetimine karşı ayaklandırmak için Salih Müslim’i birçok kez misafir etmiş ve birçok vaatte bulunmuştu.
Peşmerge’nin Kobani’ye girişi dâhil.
Dönelim Afrin’e. Putin ve Ruhani ile birlikte Astana ve Soçi’de önemli anlaşmalara imza atan ve Afrin’i sıcak gündeme taşıyan Cumhurbaşkanı Erdoğan her nedense İdlib’ten söz etmiyor.
Ya da İdlib’i Nusra ve müttefiği terör örgütlerden temizlemeye çalışan Suriye ordusuna kızıyor.
Şam kadar Moskova ve Tahran buna tepki gösteriyor.
Rusya izin vermezse Türkiye’nin Suriye’de operasyon yapması imkânsız değilse çok zor.
Afrin Türkiye için risk ise İdlib ve çevresi Suriye ve Rusya için yüz katı daha fazla risk.
Afrin ve İdlib yan yana iki şehir. Afrin’e yönelik TSK operasyonu İdlib’teki Nusra ve müttefiki grupları rahatlatır.
İdlib ve çevresinde 80-90 bin Nusracı terörist var ve bunlar arasında çok sayıda Çeçen, Uygur, Özbek ve benzeri bölgelerden gelen terörist var.
Üstelik aklınıza gelen her türlü ağır silahları var.
Dron ve kimyasal silahlar dâhil.
Ayrıca Cerablus’tan Azez’e kadar uzanan bölgede Türk ordusu ile işbirliği yapan on binlerce ‘ılımlı’ terörist zaman zaman Nusra’ya destek veriyor. Ortak ideolojik nedenlerle.
Şimdi diyelim ki Suriye devleti idlib’i ne pahasına olursa olsun kurtarmaya çalıştı ve bu iş çok büyüdü.
Bu durumda Türkiye kimden yana tavır alacak?
Nusra ve müttefiklerinden mi yoksa Ankara’nın yeni dostu Rusya’nın desteklediği Esad’tan yana mı?
Türkiye’ye 20 kilometre uzaklıkta İdlib’ten kaçmak zorunda kalabilecek on binlerce yabancı terörist nereye gidecek?
Nusra ve müttefikleri ton farkıyla AKP’nin ideolojik ve psikoloji müttefiki ama Afrin ve Kuzey Suriye’deki PYD Suriye ve Türkiye’nin sorunu.
Her şey çok çelişkili ve karmaşık.
AKP Haziran 2015’e kadar PYD, HDP ve dolayısıyla PKK ile çok iyi geçiniyordu.
Kürt- Türk dostluk ve kardeşliği için.Şimdi aralarına ‘Kara kedi’ çılgın Trump girdi.
Özetle son 7 yılda olduğu gibi Türkiye şimdi de hata yapıyor.
Hamasetle bir yere varılamayacağını şimdiki durum anlatıyor.
Ankara’nın Afrin-PYD ve İdlib- Nusra hesaplarının hiç biri doğru değil ve tutmayacak.
Bu hesapların riski hiç kimsenin tahmin edemeyeceği kadar büyük.
El-Bab’ta IŞİD’e karşı operasyonda 70 şehit veren Türk ordusu elbette kısa sürede Afrin’i kontrol altına alır ama iş bununla kalmıyor.
Örneğin Afrin ve İdlib’ten dolayı Suriye, İran ve Rusya Türkiye’ye karşı düşman kesilirse ne olur?
Örneğin PYD’den dolayı ABD Türkiye ile kavgaya tutuşursa ne olur?
Neler neler olmaz!
Suudi Arabistan, Bahreyn, BAE ve Mısır pusuda bekliyor.
Esad’ı destekleyen ve Irak’ta çok güçlü konumda olan İran sessizce izliyor.
İsrail ise olup bitenlerin belki de tek karlı ülkesi.
Küçük detayları anlatmaya kalkışsam iki makale daha yazmam gerekir.
Çoğunu da zaten yazamam.
Hamasi söylemler savaşa girmek ve zaferle çıkmak için yeterli değil.
Yakın tarihimizde bunun çok örnekleri var.
Sakin düşünüp doğru karar almalı.
Bin yıl da geçse Suriye, Irak ve İran Türkiye’nin komşusu kalacak.
Ne olursa olsun Kürtler hep bu coğrafyada yaşayacak.
Suriye’ye bir şey olursa Türkiye’ye çok daha fazlası olur.
7 yıldır biz neyi konuşuyoruz.
‘Arap Baharı’nın perişan ettiği Suriye ve tüm coğrafyayı.
Ölüm, yıkım, acı ve gözyaşı.
Herkes için: Türkler, Araplar, Kürtler, Persler, Şiiler, Sünniler, Aleviler, Ezidiler ve diğerleri Yetmediyse 70 yıl daha konuşuruz.
Tıpkı 1948’de kurulan İsrail’i 70 yıldır konuştuğumuz gibi.
Hem de İsrail rahatlatmak için.
Belki de coğrafyamızın kaderi ya da genetik sorunu.Kin, nefret, düşmanlık ve kanla besleniyor.Sonrasını düşünen yoksa bahane ve gerekçe bulmak çok kolay.
Öyle olmasaydı bugün biz Afrin’i konuşuyor olmayacaktık

Yurt Gazetesi

Doğu Perinçek'ten Erdoğan'a; 'ya istifa et ya da...'
19 Ocak 2018



Afrin operasyonu öncesi Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'a çağrıda bulunan Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek, "Sayın Cumhurbaşkanı zaman yitirmeden, derhal Suriye ile işbirliğine gitmelidir. Eğer işbirliğine yönelmiyorsa, cumhurbaşkanlığından istifa etmelidir" ifadelerini kullandı.

Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek, partisinin Genel Merkezi'nde düzenlediği basın açıklamasıyla Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'a çağrıda bulundu.

Aydınlık'ın haberine göre, Suriye Dışişleri Bakanı Yardımcısı Faysal Mikdad'ın, "Eğer Türk savaş uçakları bir saldırıya girişirse, Suriye hava savunması herhangi bir Türk uçağını yok etmeye hazırdır" açıklamasını hatırlatan Perniçek, şu ifadeleri kullandı:

"Bilindiği gibi Suriye'nin Lazkiye kentinde Rusya'nın konuşlandırdığı S-400 hava savunma bataryaları bulunmaktadır. Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, Suriye hükümetinin 'Türk uçaklarını düşürürüz' açıklamasına şu yanıtı verdi: 'Bu operasyon, terör örgütlerine karşı yapılan, Türkiye için tehdit oluşturan bir oluşumun engellenmesi içindir. Burada bizim Suriye'nin toprak bütünlüğünü hedef alma amacımız yok.'

Türkiye, Suriye'nin toprak bütünlüğünü hedef almıyor. Güzel! Türkiye, güvenliğini tehdit eden PYD/PKK terör örgütüne karşı harekâtta bulunacaktır. Bu da güzel!

'TÜRK UÇAKLARINI SURİYE'NİN HEDEFİ HALİNE GETİRMENİN ANLAMI NEDİR?'

Bu koşullarda Tayyip Erdoğan yönetiminin Suriye ile işbirliği yoluna gitmemekte diretmesinin anlamı nedir? Harekâtın yapılacağı toprak, Suriye toprağıdır.

Harekât, Suriye'yi de hedef alan PYD/PKK terör örgütüne karşıdır. Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad, PYD terör örgütünün 'vatan haini' olduğunu ilan etmiştir. Suriye Ordusu, PYD'ye karşı bombardımana başlamıştır. Bu koşullarda Suriye ile işbirliği yapmak varken, Türk uçaklarını Suriye'nin hedefi haline getirmenin anlamı nedir?

Türk Ordusu, ABD uçaklarıyla korunan, ABD'nin verdiği 4900 TIR silahla donatılmış PYD terör örgütünü tasfiye etmek için harekâta geçiyor. Karşıda ABD gibi dünya ölçeğinde ciddi bir güç var.

'ERDOĞAN YÖNETİMİNİN SURİYE DOSTLUĞUNU ELİNİN TERSİYLE İTMESİNİN ANLAMI NEDİR?'

Türkiye, harekât hedefini Afrin'in ötesinde Menbiç'teki ve Fırat'ın doğusundaki terör örgütlerini temizleme olarak açıklamıştır. Harekât yapılacak Kuzey Suriye coğrafyasında aynı zamanda ABD üsleri ve birlikleri bulunmaktadır.

Türkiye'nin ABD ile cephe cepheye geldiği bu kritik koşullarda, Tayyip Erdoğan yönetiminin Suriye dostluğunu elinin tersiyle itmesinin anlamı nedir?

ABD cephesi yanında bir de Suriye'ye karşı cephe açmanın mantığı nedir?

'RUSYA, İRAN VE IRAK'IN GÜVENİNİ SARSMANIN ANLAMI NEDİR?'

ABD'nin Kudüs'ü İsrail'in başkenti olarak kabul etmesi üzerine, ABD ve İsrail'e karşı bölge ölçeğinde ve dünya ölçeğinde çok geniş bir işbirliği oluşmuşken, şimdi Tayyip Erdoğan yönetimi, İslam ülkelerini ve bütün dünyayı karşıya itmektedir?

ABD ve İsrail'i sevindirmenin anlamı nedir?

Tayyip Erdoğan yönetimi, Türkiye'nin geleceğiyle oynayan tutumuyla Türk milleti içinde güvensizlik yaratmaktadır.

Türkiye'nin iç cephesini sarsmanın anlamı nedir?

'ERDOĞAN YÖNETİMİ DOSTLARI KAYBETMEKTE, DÜŞMANLARI SEVİNDİRMEKTEDİR'

Askeri harekâtımızın mümkün olduğu kadar az kayıpla ve en büyük başarıyla sonuçlandırması için en etkin siyaset, Suriye ile askerî harekât dahil her alanda işbirliğidir.

Oysa Tayyip Erdoğan yönetimi bırakalım işbirliğini, Suriye'ye haber vermek, Suriye'den davet istemek gibi devlet kurallarının gereği olan yöntemleri bile kenara iterek dostları kaybetmekte, düşmanları sevindirmektedir.

Tayyip Erdoğan yönetiminin Suriye'ye karşı tavrını akılla, hesapla, kurmaylıkla, savaş yönetme yeteneğiyle, devlet adamlığıyla, Türk askerlik ve devlet yönetme geleneğiyle açıklama olanağı bulunmuyor.

Bırakalım devlet yöneticiliğini bugün Türkiye'de ilkokul birinci sınıf öğrencilerini toplasanız ve sorsanız, tek bir çocuk bile Suriye ile işbirliğini reddeden tutumu doğru bulmayacaktır.

'SURİYE'YE KARŞI KİBİRİN BEDELİNİ MEHMETÇİĞE ÖDETMENİN SORUMLULUĞU'

Nitekim bu tavır, hemen etkisini göstermiştir. Tayyip Erdoğan'ın Suriye ile kapışmaya girmesi üzerine, ABD yelkenleri indirmişken birden yeniden cesaret bulmuştur. ABD Sözcüsü, Heather Nauert dün saat 23.00'te, 'Türkiye'nin Afrin'i işgal etmekten ve şiddet kullanmaktan vazgeçmesini' ihtar etmiştir.

Tayyip Erdoğan yönetimi, Suriye'ye karşı kibirli tavrını Türk Silahlı Kuvvetleri'ne ödetmek gibi ağır bir sorumluluk içindedir.

Türkiye, haklı bir harekât kararı vermiştir. Bu haklı harekâtın en az kayıpla, en hızlı biçimde, en büyük başarıya ulaşması, Türkiye'nin geleceği açısından hayatî önemdedir. Suriye ile işbirliği bu açıdan vazgeçilmez değerdedir ve kibire feda edilemez.

Türkiye'nin vatan savaşını başarıya götürecek birikim ve yetenekte bir yönetime ihtiyacı vardır. Hiç kimse, hele devlet yöneticileri, Türk Ordusunu gereksiz tehditlerle karşı karşıya bırakan uygulamalarda diretemez.

Sayın Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, zaman yitirmeden, derhal Suriye ile işbirliğine gitmelidir. Eğer işbirliğine yönelmiyorsa, Cumhurbaşkanlığından istifa etmelidir. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı Türk milleti önünde derhal karar vermeye çağırıyoruz: Ya Suriye ile işbirliğine gidiniz, ya da istifa ediniz!"

Yurt Gazetesi
Anahtar Kelimeler:AfrinAfrin OperasyonuDoğu PerinçekErdoğanCumhurbaşkanı

A. Baki AYTEMİZ: TESETTÜRÜN DEFİLESİ…
19 Ocak 2018



Çocuğunun yaşaması için gerekli olan ilacın parasını denkleştirebilmek için, nereden borç istesem, banka mı soysam, birini mi gasb etsem diye düşünen babadan, vücudunu satmayı düşünen anaya ve ilaç bulmak için başvurdukları yetkililerce dilenci muamelesine tabi tutulan mazlumlara…

Ekmek almak üzere bakkala giderken, “beni de götür baba!” demesine dayanamadığı çocuğunu elinden tutarak bakkala giden, bakkalda gördüğü 50 kuruşluk çikolatadan isteyen evladına, parasızlıktan bunu alamayan, alamayınca da yutkunan, gırtlağına şöyle sertçe bir şey takılır gibi olan, gözleri nemlenen baba, bu çaresizliği yaşamak yerine bin kere ölmeyi tercih eder hale gelmişken…

Aç insanlar kendini yakar veya yarın çocuklarına ne yedireceğini düşünen bir baba artık bu yüke dayanamayıp soyunurken…

İnsanlar çöpleri karıştırarak karınlarını doyurabilmenin çaresini ararken…

Birileri de çıkmış, iktidarın aç bıraktığı insanlar üzerinden temin ettikleri imkânlar ve lüks içinde, israf ve şatafatın baş döndürücü uçurumundan aşağı atlarken kendileriyle birlikte toplumu da felâkete sürüklemenin sınırsız sarhoşluğunda kendilerini kaybetmiş, tesettür defilesi yapmakta…

Tesettür, kapitalizmin, tüketim toplumunun bir oyuncağı, nesnesi değildir efendiler!

Bu açıdan bakarsanız, tesettürün defilesi de olmaz.

Tesettürü bir kere gayesinden saptırdınız mı, kapitalizmin bir nesnesi haline getirmeye kalktınız mı, bu işin en sonunda tesettürün pornosuna kadar vardığını da görürsünüz.

Kapitalizm nasıl ki her şeyi metalaştırıyorsa, tesettürü de metalaştırmaya yol açtığınızda, karşınıza bunlar da çıkar, çıkıyor da.

Oysa tesettür, aslî olarak metalaşmaya karşı olmaktır. Kadının metalaşmasına karşı olmaktır. Kadını hür kılmak içindir. Tesettür defilesi ile kadın kapitalizmin, tüketim toplumun bir oyuncağı, bir kurbanı hâline gelmekte, getirilmektedir.

Tesettür, köleliğin karşısında hürriyeti temsil eder dedik ya, buna tüketim toplumuna karşı olmak da dâhildir. Yani, zamanında verilen-verdiğimiz tesettür mücadelesi, sadece siyasî otoritenin kamusal alandaki kılık-kıyafet düzenlemesi ve kadın kılığı üzerinden kendi iktidarını içtimaî alanda sürdürmesine karşı verilmiş bir mücadele değildi. Tesettürlü bir kapitalist olmak için değildi kısacası. Tesettürü, bütün mânâsıyla hayata hâkim kılmak mücadelesiydi o. İşte, bir şey tam olmadığında, yarım oluşların nasıl o şeyin aslını yok edecek dereceye geldiğine dair en göze batan misallerden biri budur aslında; tesettürün, yarım olmuşların elinde tam ters bir mânâya bürünmesi ve hizmet ediyor oluşu.

Metalaşan, nesneleşen tesettür, gün geliyor onu metalaştıranları da metalaştırıyor ve teni kapalı ama ruhu olabilindiğince açık, ruhu her türlü ahlâksızlığın yatağı haline gelmiş bir belhüm adal profilini karşımıza çıkarıyor.

Bizzat yaşayarak görüyor ve anlıyoruz ki, metalaşmanın karşısında durabilmek de ancak Bütün Fikirle, Mutlak Fikre bağlılıkla mümkün. Bütün Fikrin bizden istediği ruh ve ahlâka bürünmeden, onun şekline saplanıp kalmak, Bütün Fikri bir şekil mevzuu olarak ele almak, Bütün Fikre en büyük hıyanet ki, Efendi Hazretleri bunlara, “Dini içten yıkan kâfir!” hükmünü basıyor.

90’lı yıllarda İbda-c’ler, bunlara izin vermemek için mücadele etti, İslâm’ı bu şekilde istismar etmeye başlayanları cezalandırdı. Şimdilerde ise bunlar, en üst makamlarda ağırlanıyor, en üst makamlarca taltif ediliyor.

Aslında bu süreç bir yandan da iyi oluyor… O gün tesettürü şekilden ibaret bilenler de bizim mücadelemiz içerisinde kendilerine yer bulabiliyordu. Artık bugün bu mücadele, doğrudan ruh ve mânâya hitap eden, bunun idrakinde olanlarca veriliyor ki, gerçek insan soyu olma azmini taşıyan, çilesine talip olanlarla müsveddeleri de böylece ayrışıyor.

Muktedirler, gençliğin kendilerine niçin teveccüh etmediğini anlayabilecek mi acaba? Kapitalizmse, orada orijinali dururken, sendeki çakma… Ve bunlar, o mânâyı, kendi menfaatleri için bozuk para gibi harcarken, şimdi gençliği nasıl motive edeceklerini de bilmez hâldeler. Bizzat kendi ihanetleri, kendilerinin sonunu getiriyor.

(..)

A. Bâki AYTEMİZ

Kaynak: Adımlar Dergisi

Etiketler:
İslâm ihtilâl ve inkılâbı kapitalizm Tesettür TESETTÜR DEFİLE

AKP'li Şahin'den Abdullah Gül'e: Adeta bir yezitbaşı gibi…
20 Ocak 2018



"Bu teşkilat, 'seni cumhurbaşkanı yaptık, yezitbaşı ol' diye bu görevleri vermemiştir”

AKP Karabük Milletvekili Mehmet Ali Şahin, eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül için ‘yezitbaşı’ ifadesini kullandı. Gül’ün, cumhurbaşkanlığı görevinin sona ermesinden sonra AKP’ye üye olması gerektiğini kaydeden Şahin, “Bu teşkilatın, bu milletin, özellikle genel başkanımızın, davamızın liderinin talimatıyla birtakım görevlere gelmiş olan kişilerin bir hizip içerisinde olmaması, eğer böyle bir görüntü var ise bunun derhal üzerinden atması gerekir” dedi.

Karabük'ün Safranbolu ilçesinde partisinin ilçe danışma meclisi toplantısına katılan Şahin, "Bu teşkilat içerisinden 2 tane cumhurbaşkanı, 4 meclis başkanı çıkmıştır, belki de 5'tir. Bakanlar çıkmıştır ama yezitbaşı olalım diye bu teşkilat bize bu görevleri vermemiştir. Meclis başkanı yaptık, yezitbaşı olun diye bize bu görevleri vermemiştir. Seni cumhurbaşkanı yaptık, yezitbaşı olun diye bu görevleri vermemiştir” ifadelerini kullandı.
T24

PATRONLAR İSTEDİ AKP İZİN VERDİ: GDO’LU ÜÇ YEMİN DAHA İTHALATI ONAYLANDI!
18 Ocak 2018



Biyogüvenlik Kurulu, Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar (GDO) hakkında yeni bir karar alarak, iki mısır ve bir soya geninin daha yem amaçlı ithalatına ilişkin başvuruyu onayladı.

AKP hükümetinin altı bakanlığının temsilcilerinden oluşan Biyogüvenlik Kurulu, Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar (GDO) hakkında aldığı yeni kararda, iki mısır ve bir soya geninin yem amaçlı ithalatına ilişkin ithalat başvurusunu kabul etti.

PATRONLAR İSTEDİ, BİYOGÜVENLİK KURULU ONAYLADI

Dünya’dan Ali Ekber Yıldırım’ın haberine göre Beyaz Et Sanayicileri ve Damızlıkçıları Birliği Derneği İktisadi İşletmesi’nin (BESD-BİR) yaptığı başvuruya ilişkin Biyogüvenlik Kurulu’nun 30 Ekim 2017’de ve 4 Ocak 2018’de yaptığı iki toplantının kararları 11 Ocak tarihi itibarıyla kamuoyuna açıklandı.

Biyogüvenlik Kurulu kararında konuyla ilgili şu bilgilere yer verildi:

“BESD-BİR’in 8 Kasım 2017 tarihli FG 72 soya çeşidi ve 28 Aralık 2017 tarihli MON87427 ve DAS-40278-9 mısır çeşitlerinin yem amaçlı kullanma başvurularının kabulüne, değerlendirme sürecinin basitleştirilmiş işlem kapsamında yürütülmesine, oluşturulan risk değerlendirme ve sosyo-ekonomik komitelerinin görevlendirilmesine, komite üyeliğinden zaruri nedenlerle ayrılan üyenin yerine uzman havuzundan yeni bir üyenin Kurul Başkanı tarafından atanmasına karar verilmiştir.”

Kararda geçen “değerlendirme sürecinin basitleştirilmiş işlem kapsamında yürütülmesi” ifadesi, bu genlere izin verilmesi sürecinin hızlanacağı anlamına geliyor.

SAYI 39’A YÜKSELECEK

Kurulun başvurusunu kabul ettiği ve basitleştirilmiş işlem uyguladığı üç yeni gene ithalat izni verilirse, Türkiye’ye ithalatına izin verilen genetiği değiştirilmiş gen sayısı 39’a çıkmış olacak.

Daha önce 26 mısır ve 10 soya genine ithal izni verilmişti ve bu genler yem amaçlı olarak ithal ediliyor.

BİYOGÜVENLİK KURULU NEDİR?

Biyogüvenlik Kurulu, altı bakanlığın temsilcilerinden oluşuyor. Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı, Orman ve Su İşleri Bakanlığı, Ekonomi Bakanlığı, Bilim Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı temsilcilerinden oluşan Biyogüvenlik Kurulu’nun dokuz üyesi bulunuyor.

Kaynak: http://haber.sol.org.tr/toplum/patronlar-istedi-akp-izin-verdi-gdolu-uc-yemin-daha-ithalati-onaylandi-225100

Etiketler:
AKP gdo gündem İktibas ithalat Patronlar Sol Gazetesi

Erdoğan kadro isteyen taşeron işçileri ve tekbir getiren gençleri fırçaladı
22.01.2018



Millî Gazete'nin haberine göre; AKP'li Cumhurbaşkanı Erdoğan, Kütahya'da
konuşurken salondan "İşçilere Kadro" sloganı yükseldi. Erdoğan sloganlara öfkelenerek, "İşçilerin hepsi hakkını almıştır. Aldığını bilmeyenler, gitsin anlayanlardan öğrensin.Siz hala 10 kişi, 15 kişi anlamamışsınız. Bütün bu yaptıklarımız birilerini şımartmasın. Kimsenin yapamadığını biz yaptık. Elemanların hepsini iş sahibi yaptık. Ne yapıldığını bilmeden, sloganik bir gençlik biz istemiyoruz." ifadelerini kullandı.

TEKBİR GETİREN GENÇLERİ DE UYARDI
Erdoğan solanda tekbir getiren gençleri de uyararak, "Biz bu tür etkinliklerimizde bunları cenazedeymiş gibi yapmayalım. Neyi nerede değerlendireceğimizi çok iyi bilmemiz lazım. Ne dediğimi anlıyorsunuz değil mi?" ifadelerini kullandı.
Ana Haber

'Osmangazi Köprüsü'nün Hazine'ye 1 yıllık maliyeti 1.3 milyar lira'
22.01.2018



CHP Kocaeli Milletvekili Haydar Akar, İzmit Körfezi'ne yapılan Osmangazi Köprüsü için yapılan araç geçiş hedeflerinin tutmadığını, Hazine'ye 1 yıllık maliyetinin 1.3 milyar lira olduğunu söyledi.

CHP Kocaeli Milletvekili Haydar Akar, Osmangazi Köprüsü'ne ilişkin 2017 yılının bilançosunu açıkladı. Günlük 40 bin araç garantisinin verildiği Osmangazi Köprüsü'nde hedefin tutturulamadığını belirten Haydar Akar, Hazine'nin 1 yılda 1.3 milyar lira işletmeci firmaya ödeme ile karşı karşıya kaldığını söyledi. Akar, 2017'de köprüden geçen araç sayısının toplam 8.5 milyon, planlananın aksine geçmeyen araç sayısının ise 6.1 milyon olduğunu ifade etti. Akar, işletmeci firmayla yapılan anlaşmaya göre köprüden geçen her araç için 35 dolar artı yüzde 8 KDV ödenmesi gerektiğini belirtti.

'GEÇİŞ ÜCRETİNDE YAPILAN İNDİRİM FARKI DA HAZİNEDEN ÇIKIYOR'

Akar, köprü geçiş ücretinde yapılan indirim nedeniyle Hazine'nin geçen araçlar için de ücret ödediğini hatırlatarak, şu açıklamada bulundu: "Geçiş ücretinde yapılan indirim farkı da Hazine'den çıktığı için, geçen araçlar için de para ödeniyor. Hazine'nin geçen araçlar için 578 milyon lira, araç garantisi nedeniyle geçmeyen araçlar için ise ödeyeceği tutar 811 milyon 300 bin lira olacak. Toplamda Hazine'nin 2017 yılı için işletmeci firmaya ödeyeceği tutar 1 milyar 389 milyon 300 bin lira."

CHP Kocaeli Milletvekili Haydar Akar, sözleşme gereği 35 dolar artı KDV olan geçiş ücretinin 2 Ocak 2017 itibari ile dolar kurunun 3.53 olduğunu, bunun da 133 liraya denk geldiğini, 2 Ocak 2018 itibari ile 3.76 olan dolar kurunun 141 lirayı bulduğunu belirtti. 2018 yılında tablonun daha da karanlık olduğunu söyleyen Akar, sözleşmeden kaynaklanan ve garanti edilen araç sayısının yarısının yakalanmasının millete fatura edildiğini, geçen geçmeyen 80 milyon Türk vatandaşından geçiş bedeli alındığını söyledi. İktidarın çözüm olarak bütçeden köprü, otoyol ve şehir hastaneleri için 6.2 milyar ayırdığını belirten Akar, "Başbakan her yerde 'Yap- İşlet- Devret- projeleri' için devletin cebinden 1 kuruş çıkmıyor diyor. Ödenen para belli" dedi.
Sputnik

Mehmet Göktaş, AKP'lilere seslendi: CHP'yi anladık da siz neyi oluyorsunuz Mustafa Kemal'in?
20 Ocak 2018-

Doğru Haber Gazetesi köşe yazarı Mehmet Göktaş, "Peki, siz nesi oluyorsunuz Mustafa Kemal'in?" başlıklı bir yazı kaleme aldı.

Doğru Haber Gazetesi köşe yazarı Mehmet Göktaş, "Peki, siz nesi oluyorsunuz Mustafa Kemal'in?" başlıklı bir yazı kaleme aldı.

Göktaş, son günlerde CHP kanadında yaşanan "Mustafa Kemal'in askeri miyiz, yoldaşları mı" tartışmasını ele aldığı yazısında, medyanın iktidar cenahının adeta tartışmaya 'balıklama atlayarak' CHP'ye yüklenip Mustafa Kemal'i savunmalarını eleştirirken bu cenaha, "Kimi yoldaşlığı, yol arkadaşlığını Marksist buluyor, kimi de onun askeri olma ifadesini faşist buluyor? Peki, siz neyi oluyorsunuz Mustafa Kemal'in?" diye sordu ve "Madem CHP içindeki fırkaların her biri yanlış bir Mustafa Kemal sunuyor, o halde siz halkın karşısına gerçeğiyle çıkın bakalım" dedi.

Yazının tamamı şu şekilde:
Gördüğünüz gibi günlerdir konuşuluyor yazılıyor, tartışılıyor; yok efendim Mustafa Kemal'in askerleriyiz, Hayır Mustafa Kemal'in yoldaşlarıyız, yol arkadaşlarıyız...

CHP İstanbul il başkanlığına seçilen Canan Kaftancıoğlu birilerinin Mustafa Kemal'in askerleriyiz sloganını beğenmemiş, militarizm kokuyor diye reddetmiş, onun yerine ‘Mustafa Kemal'in Yoldaşlarıyız' sloganını daha uygun bulduğunu söylemiş. Daha sonra CHP genel başkanlığına aday olan eski baro başkanı Ümit Kocasakal Canan Kaftancıoğlu'nu eleştirerek kendisinin ‘Mustafa Kemal'in Askerleriyiz' sloganını doğru bulduğunu kimliğini böyle ibraz ettiğini belirtmiş.

Daha sonra da o cephede yer alanlar bu kavgaya karışmış her biri tercihini ortaya koyarak münakaşanın devamına katkıda bulunuyorlar.

Buraya kadar bizi ilgilendiren bir durum yok. Aslında bundan sonrası için de bizi ilgilendiren bir şey yok.

Fakat gelin görün ki mesele öyle değil, medyanın iktidar cenahından birileri balıklamasına atladılar ve atlamaya devam ediyorlar.

Neymiş efendim, ‘Mustafa Kemal'in yoldaşlarıyız' demekle onu militan bir sol çizgiye çekmeye çalışıyorlarmış, yok efendim ‘Mustafa Kemal'in askerleriyiz' diyenler de onu militarist bir faşizm çizgisinde göstermiş oluyorlarmış...

Ondan sonra da CHP'ye yüklenerek; Vay efendim Mustafa Kemal'in kurduğu parti ne hallere gelmiş edebiyatı yapmaya çalışıyorlar.

Şimdi bu beyefendilere soruyoruz: Siz neyi oluyorsunuz Mustafa Kemal'in? Tamam, kiminiz yoldaşlığı, yol arkadaşlığı Marksist buluyor, kiminiz de onun askeri olma ifadesini faşist buluyor? Peki, siz neyi oluyorsunuz Mustafa Kemal'in? Cami arkadaşları mısınız, tarikattan ihvan mısınız, aynı zikir halkasının müdavimleri misiniz?

Eğer CHP mensuplarının Mustafa Kemal'in yolundan ayrıldıklarını, onun kurduğu partiyi bu şekilde tanınmaz hale getirdiklerini iddia ediyorsanız, buyurun siz tam bir Kemalist parti kurun, onun ilkelerini partinizin tartışılmaz manifestosu olarak sunun, seçim propagandası olarak sadece onun ilkelerini anlatın, bunun hiç dışına çıkmayın, yani tam bir Kemalist parti olarak arz-ı endam edin.

Yani madem CHP içindeki fırkaların her biri yanlış bir Mustafa Kemal sunuyor, o halde siz halkın karşısına gerçeğiyle çıkın bakalım.

(İslami Analiz)

Levent Gültekin: Savaş taraftarlarına bir çift sorum var
21/01/2018



Öncelikle şunu belirteyim: İslamcısı, ulusalcısı, milliyetçisi, iktidarı ve muhalefetiyle toplumun büyük bir kısmının ‘Yürüyelim arkadaşlar’ marşını söylediği bir ortamda, “Durun, nereye yürüyorsunuz, ne yapıyorsunuz?” demek kolay bir şey değil.

Çünkü “Bir dakika, ne yapıyorsunuz?” diyenin ‘vatan haini’ denerek linç edildiği bir ortamda, bir insanın ağzını açıp bir şeyler yazması, söylemesi için hakikaten deli olması lazım.

Sorun sadece linç edilmek de değil. İktidarın hamasetle bütün ülkeyi teslim aldığı böyle bir ortamda farklı bir şey söylemenin pek bir yararı da yok. Çünkü kimsenin farklı bir söze kulak verecek hali yok.

Fakat bütün hakaretlere, bütün insaf ve vicdan dışı saldırılara, ‘Yazmanın, konuşmanın hiçbir yararı yok’ duygusunun yarattığı ağır baskıya rağmen yazmaktan, söylemekten de geri duramıyorum.

Çünkü bu ülkenin bir evladı olarak sorumluluk duygusu taşıyorum. “Ne haliniz varsa görün!” deyip arkamı dönüp gidemiyorum.

İktidarların, yanlış politikalarının faturasını, yoksul insanların çocuklarına ödetmesini kabullenemiyorum.

Gidemediğim, ruhumu koparamadığım bu ülkenin daha iyi ve yaşanabilir olması için çabalamaktan başka bir seçeneğimin olmadığını düşünüyorum.

Bu nedenle iktidarın yarattığı korkuya teslim olup savaşla barış getireceğini, huzurlu bir yaşam kuracağını sananlara yöneltmek istediğim, benim de zihnimi kemiren sorular var.

Türkiye Afrin’e adına ‘Zeytin Dalı’ dediği bir savaş ya da operasyon başlattı.

“Ortadoğu’nun cehenneme döndüğü bu dönemde ülkeyi savaşa sokmak o cehenneme girmektir” diye itiraz ettiğimizde “Ne yani sınırımızdaki terör devletine göz mü yumalım?”, “ABD’nin kurduğu tuzakları görmezden mi gelelim?” türü itirazlar geliyor.

ABD’nin sınırımıza kamyonlarca silah sevkiyatı, Türkiye’nin gözünün içine bakarak Türkiye’nin düşman gördüğü PKK’nın yan kuruluşu YPG’yi güçlendirme çabaları, farklı ülkelerin Türkiye aleyhine hesapları ve adımları bu ülkenin her bir evladı gibi elbette beni de endişelendiriyor.

Fakat “Savaş tek yol, başka seçeneğimiz yok” diyen iktidarın kayığına binmeyi de ne aklım kabul ediyor ne de gönlüm.

Neden mi?

Anlatayım.

Bugün yapılanların ne kadar doğru, ne kadar ülke yararına olduğunu anlamak için biraz geriden başlayalım.

Bugünkü duruma nasıl geldik?

Irak işgalinden sonra ABD gözünü Suriye’ye dikmişti.

Fakat Türkiye’yi ve dünyayı ikna edemiyordu.

2005 yılında Bush’la yaptığı görüşmede Erdoğan, “Yapmayın, Suriye’de Esad’dan daha iyi bir lider bulamayız” diye ABD’ye direnmişti.

Çünkü bundan en büyük zararı Türkiye görecekti.

2011’de Suriye karıştı veya karıştırıldı.

Bir de baktık ki Suriye’nin parçalanmasının felaket getireceğini söyleyen Türkiye, Suriye’deki savaşı kışkırtan, göstericilere destek veren, hatta ABD’yle birlikte muhaliflere silah, cephane gönderen ülkelerin en ön safında.

Ülkedeki aklıselim sahibi herkes “Suriye parçalanırsa bundan en büyük zararı Türkiye görür” diyerek yazdı, uyardı.

Fakat iktidar hiçbir uyarıyı dinlemedi.

Dinlemekle kalmadı aynen bugün yaptığı gibi bu tür uyarıları yapanlara “Vatan haini” dedi.

Ülkesini zerre kadar seven herkes Suriye politikasının Türkiye’nin başına iş açacağını görüyordu.

Bu kadar basit bir gerçeği görememiş veyahut iktidarda kalmayı öncelik edindiği için görmek istememiş ABD ve İsrail’in kayığına atlamış insanların bugün “Tek seçeneğimiz savaş” demelerine inanmak, tek dertlerinin, tek önceliklerinin Türkiye olduğunu düşünmek… Bana çok tuhaf geliyor. Size gelmiyor mu? Gelmiyorsa niçin gelmiyor?

Oradan bir Kürt devleti çıkacağını bile bile Suriye’yi parçala, ortaya Kürt devleti çıkınca da “Bizim için çok tehlikeli!” diye feveran et.

Bir tuhaflık yok mu sizce de?

Diyelim ki yanıldılar. Diyelim ki bu kadar açık bir gerçeği öngöremediler.

Peki şu anda Türkiye Suriye’de tam olarak ne istiyor?

Suriye’nin bütünlüğünü mü yoksa bölünmesini mi istiyor? Hangisi Türkiye’nin menfaatine?

Lafta “Suriye’nin bütünlüğünden yanayız” diyorlar, değil mi?

Peki öyleyse “Rejim İdlib’e yürüyor orayı ele geçirecek” diye feveran etmelerini neyle açıklayacağız? Suriye’nin bütünlük kurma çabalarından niye endişe duyuyorlar?

Ya da Suriye’yi bölmeye çalışan ÖSO denen yağmacıları desteklemeyi neyle izah edeceğiz?

Hem “Suriye bölünmesin, Kürt devleti kurulmasın” deyip hem de Esad’ın ülkede kontrolü sağlamasından rahatsız olmak… Hangi ruh halinin, hangi amacın ürünüdür sizce?

Bunun üzerine düşünmemiz gerekmiyor mu?

Bunca çelişki, bunca tuhaflık, bunca ‘yanılma’ ortada dururken “Savaş bizim tek seçeneğimiz” diyen iktidarın arkasına dizilmek, ona inanıp savaşın barış, huzur getireceğine sanmak vatanseverlik oluyor öyle mi?

İçeride toplumu korkuyla yönetmek, istediği her şeyi yapabilmek için OHAL’i fırsat gören bir iktidarın savaş kararını ülke lehine bir adım olarak görmek, iktidarın yanlışlarına ortak olmaktan başka bir şey değil.

Vatanseverlik aklını, sağduyusunu kaybetmiş, iktidarda kalmayı öncelik haline getirmiş bir iktidarın peşine takılmayı değil, daha önceki yaptıklarına bakarak şimdiki yaptıklarından endişe duymayı gerektirir.

Vatanseverlik sonuca bakarak tutum belirlemeyi değil, o sonucu neyin ortaya çıkardığı üzerinde düşünmeyi gerektirir.

Çünkü yangını çıkaranın o yangını söndüreceğini düşünmek pek akıllıca bir iş değil.

Lafı dolandırmadan söyleyeyim: İktidarın önceliği ne yazık ki Türkiye değil.

Korkuya teslim olmuş, bu korkuyla ne yaptığını bilmez haldeki, birinci önceliği iktidarda kalmak olan insanların Türkiye lehine bir iş yapmaları neredeyse imkansız.

Peki ne yapalım?

ABD’nin, PKK’nın kolu YPG’ye kamyonlarca silah sevkiyatından endişe duymayalım mı?

Ya da PKK’nın sınırımızda bir devlete kavuşmasını umursamayalım mı?

Türkiye, yaklaşık 40 yıldır ‘bölünme’ korkusuyla yaşıyor.

Çatışmayla, savaşla, bu korkuya sebep olan sorunu çözeceğini sanıyor.

Bunun için on binlerce evladını toprağa verdi. Milyarlarca lirasını bomba olarak dağa taşa attı. Buna rağmen 40 yıldır bir arpa boyu yol almadı. Tam tersine, sorun daha da derinleşti.

Öncelikle bu korkudan kurtulmamız, hiçbir sonuç getirmeyen çatışmacı politikalardan vazgeçmemiz gerekiyor.

Önce içeride huzuru, barışı tesis etmemiz, toplumsal bütünlüğü sağlamamız, sonra da sınırın öte yanında kim olursa olsun onlarla diyaloğa, dostluğa dayalı ilişki geliştirmemiz gerekiyor.

Düşmanlık politikalarıyla ülkemize de bölgemize de huzur getiremeyiz. Bugüne kadar getiremedik de.

Düşmanlık politikaları komşumuz, akrabamız olan insanları ABD, İsrail ve Rusya gibi devletlerin oyuncağı olmaya zorluyor.

Oturup konuşarak anlaşacağımız, uzlaşacağımız insanları kendimize düşman yaparak onları ‘büyük güçler’in kucağına itmek pek akıllıca bir politika değil.

“Filan devletin şöyle hesapları var.” “Falan devlet Türkiye’ye şöyle tuzaklar kuruyor.”

Eğer böyle tuzaklar, aleyhimize hesaplar varsa tüm bunlarla ancak içeride toplumsal bütünlüğünü sağlamış, kurumlarıyla, kanunlarıyla demokrasisiyle güçlü bir devlet olursak baş edebiliriz.

Hukuku yok eden, toplumsal barışa dinamit koyan, kurumları birer birer işlevsiz hale getiren, ülkeye büyük zarar veren OHAL’i kendi iktidarı için fırsat gören bir yönetimle ne güçlü toplum ne de güçlü devlet olabiliriz.

Uyguladığı yanlış politikalarla içeride devleti zayıflatan, yıkıma sürükleyen iktidar, “Dışarıdan devletimize saldırı var, savaşmalıyız” diye hepimizi onun yanında durmaya zorluyor.

Bütün bunları düşünmeden savaşa taraftar olmak, iktidarın yaydığı korkuya teslim olmak, başta muhalefet partileri olmak üzere hepimiz için büyük bir utançtır.

Ülke sevgisi, elbette duyguyla ama daha ziyade akılla, mantıkla hareket etmeyi gerektirir. Hamasetten, hezeyandan, galeyandan uzak durmayı gerektirir.

Sırf seçim kazanmak, iktidarda kalmak için ülkeyi her geçen gün biraz daha kemiren OHAL’i sürdür. Bir devletin temel direği sayılan hukuku yok et. Özgürlükleri kısıtla. Kurumları birer birer işlevsiz hale getir. Daha fazla oy için toplumsal bütünlüğü boz, kutuplaşmayı kışkırt.

Bütün bunlarla ülke hastalansın, bitap düşsün sonra da kalk, “Benim yanımda durmazsanız vatan hainisiniz” de.

Bunu söyleyenlere söyleyecek tek bir sözüm var: Hadi ordan! Ülkeyi bu hale getirenlere bel bağlayacak kadar aklımı kaybetmedim.
Diken

Mustafa Kemal’i mi kıskandılar?: AKP’den ‘Gazi Recep Tayyip’ teklifi!
23-01-2018

[img]https://img-s1.onedio.com/id-586fca09972db9096f56656e/rev-0/w-635/listing/f-jpg[/img]

AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan’a gazilik unvanı verilmesine ilişkin yasa teklifi hazırlandı.

AKP İstanbul Milletvekili Metin Külünk, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a “gazilik” unvanı verilmesine ilişkin yasa teklifi hazırladı. Külünk, “Erdoğan’a bu payenin verilmesi hem bir geleneğin devamı, hem de uluslararası kamuoyunda Türkiye’nin kararlığını gösteren bir nişane olacaktır” savunmasını yaptı.

Hürriyet’te yer alan habere göre ‘Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a Gazilik Unvanı Tevcihine Dair Yasa’ adıyla hazırlanan teklifin gerekçesinde Külünk özetle şu ifadeleri kullandı:

İLERİ HATIRLATIYOR

Keçiören Belediye Başkanı Mustafa Ak geçtiğimiz sene Ocak ayında, Keçiören Metrosu'nun açılışı sebebiyle ilçeye gelen Erdoğan için 'Gazi Cumhurbaşkanımız Evinize Hoşgeldiniz' pankartı astırmış, Erdoğan'ın 'gazi' olarak nitelendirilmesi büyük tepki çekmişti.

Gündeme oturan “gazilik” ifadesiyle ilgili sosyal medyada, “Cumhurbaşkanı hangi cephede komutanlık yaptı, hangi savaştan sağ kurtuldu ki gazi unvanı verdiniz? Neyle besleniyorsunuz siz?”, “Attan düşüp gazi olan ilk cumhurbaşkanı huzurlarınızda” “Gaza gelip bu adamı Atatürk ile kıyaslamayın sakın”, “Gazi demedim Niyazi dedim diye de kıvırırlar” şeklinde çok sayıda tepki yağmış, belediyenin ifadesi ti’ye alınmıştı.

Kaynak: İleri

"Bu fotoğrafın servis edilmiş olması, iktidarın farklı bir mesaj vermek istediğini gösteriyor"
23 Ocak 2018



"Yeni Türkiye'nin üzerine bir tür hanedanlık, bir tür astığım astık kestiğim kestiklik hali iyiden iyiye çöküyor"

Birgün yazarı Nevşin Mengü, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın oğlu Bilal Erdoğan'ın, Afrin'i gözetleyen iHA'ların komuta merkezini ziyaret etmesine ilişkin, "Dün akşam servis edilen bir fotoğraf. Operasyonda kullanılan İnsansız Hava Araçları’nı yöneten merkezde oturan Bilal Erdoğan’ın fotoğrafı. Malum İHA’ları üreten firmanın sahibi Selçuk Bayraktar ile Tayyip Erdoğan’ın kızı Sümeyye Erdoğan evli. Dolayısıyla Bilal Erdoğan damadın yanında komuta merkezine gitmiş. Ancak elbette bu fotoğrafın servis edilmiş olması iktidarın bununla farklı bir mesaj vermek istediğini gösteriyor. Artık Yeni Türkiye’nin üzerine bir tür hanedanlık, bir tür astığım astık kestiğim kestiklik hali iyiden iyiye çöküyor" yorumunda bulundu.

Nevşin Mengü'nün Birgün'deki yazısı şöyle:

Türkiye’nin “proxy”si Özgür Suriye Ordusu önden Türk Silahlı Kuvvetleri arkadan Afrin’e girildi. Toplumsal bir katarsis hali yaşanıyor. Konvansiyonel ve sosyal medyada “Ooh nasıl da koduk oturttuk” nidalarından geçilmiyor.

Hükümete yakın basın, adeta savaş sarhoşu. Doğru, birkaç farklı yerden doğrulatılmış bilgiyi geçtik alakasız her türlü görüntü bu operasyona iliştirilmiş durumda. İş o halde ki, medya Rambo filmini Afrin operasyonu diye oynatabilir.

İktidarın nicedir kullandığı bir diskur var, bu diskur Cumhuriyet’in “başarısızlığı” üzerine kurulu. Bu iktidar Cumhuriyeti ve kurucu prensiplerini beğenmiyor; kendisini Anadolu’nun ve çevresine toplayabildiği Müslümanların Mesih’i olarak sunuyor. Cumhuriyet’in kurucu ilkelerini “pısırık” bulan daha agresif, daha saldırgan bir siyaset bu. Bir “önümüze gelene bin tekme” halidir gidiyor.

Afrin operasyonu da bu diskurun bir eylem hali. Operasyon rasyonel parametrelerle konuşulmuyor, konuşulamıyor. Operasyonun gerekçesini sorgulayanlara yoğun bir linç uygulanıyor. Operasyona itiraz etmek ise kendi ölüm fermanını çıkarmak gibi bir şey. Ana muhalefet partisi bile ancak bir şey diyememekle yetiniyor.

Amerika Birleşik Devletleri malum kendi derdiyle boğuşuyor, borç tavanı krizi yüzünden devlet kapısına kilit asmış durumda. Amerikan Savunma Bakanı Mattis’in açıklamalarından Türkiye’nin operasyon öncesi ABD’yi bilgilendirdiğini anlıyoruz. ABD “Fırat’ın Batısı bizi bağlamaz” tavrında ve muhtemelen şu anda bu işlerle hiç uğraşamayacak durumda. Bu açıdan bakınca Türkiye’nin operasyonu tam da ABD’deki borç tavanı krizine denk getirmesi başarı.

Gözler askerlerini, Türkiye operasyonu yapsın diye çeken Rusya’da. Uzmanlar arasında Rusya’nın bu hamleyle Kürtlere de mesaj gönderdiğinin, “Bakın ABD sizi ortada bıraktı, bu bölgede tek güvenilir ağabey benim, iş yapacaksan benimle yapacaksın” mesajı verdiği konusunda görüş birliği var. Rus Dışişleri Bakanı Lavrov’un, “ABD sonunda Türkiye’yi çıldırttı” açıklaması Türkiye’de çoğunluğun suratına bir ergen sırıtışı kondurttu. Ne var ki kaçırılan nokta Lavrov’un bu açıklamasıyla Türkiye’yi irrasyonel ve agresif bir aktör olarak tanımlıyor olması. Bir diğer nokta da Rusya’nın desteğiyle Suriye Ordusu’nun İdlib’te El Nusra’ya karşı adım adım ilerliyor oluşu. Malum İdlib’de Suriye’nin ilerlemesine Türkiye karşıydı.

Ve tabii başka üzerine konuşulamayan noktalar. Dün akşam servis edilen bir fotoğraf. Operasyonda kullanılan İnsansız Hava Araçları’nı yöneten merkezde oturan Bilal Erdoğan’ın fotoğrafı. Malum İHA’ları üreten firmanın sahibi Selçuk Bayraktar ile Tayyip Erdoğan’ın kızı Sümeyye Erdoğan evli. Dolayısıyla Bilal Erdoğan damadın yanında komuta merkezine gitmiş. Ancak elbette bu fotoğrafın servis edilmiş olması iktidarın bununla farklı bir mesaj vermek istediğini gösteriyor. Artık Yeni Türkiye’nin üzerine bir tür hanedanlık, bir tür astığım astık kestiğim kestiklik hali iyiden iyiye çöküyor.

T24
ETİKETLER
nevşin mengü bilal erdoğan İha

Radyocudan infaz çağrısı: Operasyona itiraz eden gazeteciyi, milletvekilini vurun
23/01/2018



CHP’li Barış Yarkadaş, Afrin harekatı için “Operasyona itiraz eden, sesini çıkaran ister gazeteci, ister milletvekili olsun vurun” diyen Kral FM programcısı ‘Afrikalı Ali’yi RTÜK’e şikayet etti.

İstanbul milletvekili Yarkadaş, radyocunun Afrin harekatını eleştirenlere dair canlı yayında sarf ettiği sözleri kişisel Twitter hesabından şöyle paylaştı: “İktidarın nefret dilinden cesaret bulan KRAL TV programcısı Afrikalı Ali, canlı yayında ‘Operasyona itiraz eden, sesini çıkaran ister gazeteci, ister milletvekili olsun VURUN’ diyor. Bu sözlerin söylenebildiği bir ülkeyi yönetebilmek imkansız hale gelir.”

Barış Yarkadaş
@barisyarkadas
8- İktidarın nefret dilinden cesaret bulan KRAL TV programcısı Afrikalı Ali, canlı yayında "Operasyona itiraz eden, sesini çıkaran ister gazeteci, ister Milletvekili olsun VURUN" diyor. Bu sözlerin söylenebildiği bir ülkeyi yönetebilmek imkansız hale gelir.
11:44 AM - Jan 23, 2018
199 199 Replies 938 938 Retweets 2,327 2,327 likes
Twitter Ads info and privacy
Yarkadaş, Radyo Televizyon Üst Kurulu’na (RTÜK) şikayette bulunduğunu da duyurdu.

Yarkadaş şöyle yazdı: “İktidardan güç alan bu sözleri, RTÜK’e şikayet ettim. Bu ülkenin önemli bir yayın kuruluşunda, yine bu ülkenin hiçbir yurttaşı hedef gösterilemez; infaz çağrısı yapılamaz! Ki, hangi düşünceye sahip olursa olsun hiç kimsenin böyle bir çağrıya hakkı yoktur!”
Diken
barış yarkadaş radyocu infaz RTÜK

Arşiv unutmaz: 'Savaşta şehit de olur kan da olur' diyen Erdoğan, 1991'de HEP'le birlikte 'Savaşa Hayır' diyordu
24 Ocak 2018



Afrin Operasyonu'na yönelik eleştirilere "Yok kan dökülmesin falan filan... Burada şehadet de olur, burada gazi de olur kan da olur" diye tepki gösteren Erdoğan, 1991'de ABD'nin Körfez Savaşı'na aralarında HEP il başkanının da olduğu 8 muhalefet partisi ile birlikte 'Savaşa Hayır' diyerek karşı çıkmıştı.

Afrin'de PYD'ye yönelik olarak 'Zeytin Dalı Harekatı' adı ile başlatılan operasyon 5. gününe girdi. Harekatta şu ana kadar 3 TSK mensubu şehit oldu, TSK'den yapılan açıklamaya göre en az 260 YPG'li yaşamını yitirdi.

'SAVAŞA HAYIR' DEMEK YASAK

Öte yandan Afrin operasyonuna yönelik protesto gösterileri ve mitingler yasaklanmış durumda. Ankara ve İstanbul'da düzenlenecek 'Savaşa Hayır' eylemlerine izin verilmezken, sosyal medyada operasyona yönelik eleştiride bulunanlar da tutuklanmaya başlandı.

ERDOĞAN: KARŞIMIZA KİM ÇIKARSA EZER GEÇERİZ

Bursa'da konuşan AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan yaptığı konuşmada " Bu PKK’yı PYD’yi YPG’yi hiçbir tanesi kalmayıncaya kadar bunların işini bitireceğiz. Sakın ha bu çağrıya kanıp da sokaklara çıkmaya kalkışanlar olursa bedelini çok ağır öderler. Bu bir milli mücadeledir kaşımıza kim çıkarsa çıksın ezer geçeriz bu böyle bilinsin." diyerek operasyona karşı protesto çağrısı yapan HDP'ye de gözdağı verdi.



HEP İL BAŞKANI İLE BİRLİKTE 'SAVAŞA HAYIR' DEMİŞTİ

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın 'şehit de olur kan da akar' dediği Afrin Operasyonu için aralarında eski bakan, oyuncu, yazar, yönetmen ve gazetecinin de bulunduğu 170’i aşkın isim operasyonun durdurulmasını talep eden ortak bir mektubun altına imza atarak başta AKP’li milletvekilleri olmak üzere Meclis’teki tüm vekillere gönderdi.

Savaşa karşı çıkanlara 'Enselerinize bineriz' diyen Erdoğan, Refah Patisi (RP) İstanbul İl Başkanı olduğu 1991 yılında ABD'nin Irak'a yönelik Körfez Savaşı'na karşı çıkmış ve muhalefet partileri ile birlikte ortak açıklama yapmıştı.

1 Mart 2003'te ABD'nin Irak işgali için tezkerenin TBMM'den çıkması için yoğun çaba harcayan Erdoğan'ın 1991'de ABD'nin Irak işgaline karşı durduğu basın açıklaması 29 Ocak 1991 tarihli Cumhuriyet gazetesinde şu haberle yer almıştı:

"Muhalefetten ortak eylem"

8 muhalefet partisinin il başkan ve yöneticileri, 2 şubat cumartesi günü Şişli Abide-i Hürriyet Caddesi'nde "Barış Yürüyüşü" adı altında ortak bir eylem yapmayı kararlaştırdılar. Parti temsilcileri, yürüyüşle ilgili olarak başvuru belgesini birlikte İstanbul Valiliğine verecekler. RP İstanbul İl merkezinde bir araya gelen SHP İl Başkanı Ercan Karakaş, DYP İl Başkan Yardımcısı Recai Dıblan, RP İl Başkanı Tayyip Erdoğan, HEP İl Başkanı Osman Özçelik, SBP MKYK üyesi Yusuf Işık ve Erol Kızılelme, SP İl Başkanı Mustafa Birçek, TBKP İl Başkanı Zeynep Vardal ile Yeşiller Partisi üyesi Türksan Başer Kafaoğlu, ülkenin savaşa sokulmaması ve barışın sağlanması yolunda parti genel merkezlerine de "ortak tavır" önerisi götürmeyi kararlaştırdıklarını açıkladılar. Daha önce SHP İl Başkanı Karakaş'ın konuyla ilgili çağrısı doğrultusunda dün ikinci kez bir araya gelen parti temsilcileri, Türkiye'nin sıcak savaşa sokulmaması konusunda görüş birliği içinde olduklarını belirttiler. Parti il başkanları, ortak gazete ilanları, ortak bildiriler ve ortak mitingler düzenlenmesi üzerinde de anlaştıklarını bildirdiler.



"SAVAŞA HAYIR" DEMEK O ZAMAN DA YASAKTI

Aynı tarihli Cumhuriyet sayfasında, Milkiyeliler Birliği tarafından düzenlenecek olan muhalefet liderleri Erdal İnönü, Süleyman Demirel ve Necmettin Erbakan'ın konuşacağı Körfez Savaşı paneli, Ankara Valiliği tarafından "kamu düzenini bozabileceği" ve "milli güvenlik gereklerini ihlal edebileceği" gerekçesi ile iptal edilmesine Erdal İnönü ve Süleyman Demirel'in gösterdikleri tepki ve buna karşılık İHD'nin önerdiği "100 bin kişilik miting" teklifi ile Ankara Güvenpark'ta "Savaşa Hayır" eylemine katılanları gözaltına aldığı haberi de yer alıyor.

Kaynak: Cumhuriyet

Meral Akşener: "GAZİLİK ER MEYDANINDA OLUŞAN BİR ŞEYDİR"
24 Ocak 2018



İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener, AKP'li Cumhurbaşkanı Erdoğan'a gazilik unvanı verilmesine yönelik tartışmalarla ilgili "Gazilik er meydanında oluşan bir şeydir. Eğer kanunla gazilik çıkarırsak, Sayın Erdoğan'ın özelinden ayırarak söylüyorum, o zaman kanunla da şehitlik makamı verilir. Bunların değersizleştirilmesini doğru bulmuyoruz" yorumunda bulundu.

Cumhuriyet'in haberine göre; Akşener, AKP'li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'a gazilik unvanı verilmesine yönelik tartışmalarla ilgili yöneltilen soruya ise, şu cevabı verdi:

"Uzun yıllar şehit ve gazi ailelerine yönelik vakıf yönettim. Gazilik er meydanında oluşan bir şeydir. Eğer kanunla gazilik çıkarırsak, Sayın Erdoğan'ın özelinden ayırarak söylüyorum, o zaman kanunla da şehitlik makamı verilir. Bunların değersizleştirilmesini doğru bulmuyoruz. İktidarın bir an evvel dış politikayı iç politika malzemesi yapmasının önüne geçmemiz gerekiyor. Sağduyulu, akıllı, Türkiye'nin çıkarlarını düşünen bir mantığa geri gelinmesi gerekiyor. Çünkü şu andan itibaren artık yapılan işler ciddi işlerdir. Buna uyulması gerekiyor. Türkiye Cumhuriyeti devletinin, monşerler, diye küçümsedikleri o dış politika birikimine, bakış açısına tez el elden dönmesi gerekiyor. Bunun anlamı da etrafımızdaki ateş çemberini söndürmekten geçiyor."

Ana Haber

Ceyda Karan: Cumhurbaşkanının kararlılığının asıl sınanacağı yer Menbiç
24/01/2018

Ankara kilometrelerce uzanan ABD/SDG/ YPG bölgesi varken Rusya’nın operasyon bölgesindeki Afrin’e girip Washington ile kapışmadan YPG’yi vurmuş oldu.

ABD önce “Afrin operasyon alanımız değil” diyerek topu Rusya’ya attı ama AKP’li Cumburbaşkanı’nın kararlılığının asıl sınanacağı yer Menbiç. Hele TSK ile vekil güçlerin Irak sınırına kadar olan bölgeyi temizlemeye kalkışırsa cepheden ABD ile karşı karşıya gelinir.

Nitekim Pentagon şefi James Mattis’in, Afrin yüzünden Suriye’deki askeri işgal için bahaneleri olan IŞİD’le mücadelenin olumsuz etkilenebileceği sızlanması boşuna değil.

Stratejik tercihlerini çoktan kendilerine devlet kuracağı düşündükleri ABD’den yana yapmış olan Suriyeli Kürtler, kendilerini en baştan tutarlı biçimde desteklemiş, siyasi ve çözüm masasındaki yerlerini “olmazsa olmaz” koşul saymış Rusya’ya ateş püskürdü. Hamileri ABD’ye ise ses çıkartmadılar.

Ceyda Karan’ın yazısının devamı için: http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/911804/Afrin_den_Munbic_e_uzanan_yol.html

Tamer Korkmaz: Haydut ABD sadece ‘güç’ten anlar
24/01/2018

Haydut ABD, sadece “güç”ten anlar!

Ankara, onların anladığı dilden konuşmaya devam etmelidir.

Zeytin Dalı Harekâtı, hiçbir surette yarıda kesilmemelidir…

Kuzey Suriye’deki teröristlerin tamamı temizleninceye kadar harekât devam etmek zorundadır. Bir başka deyişle, Irak sınırına kadar gidilmelidir.

Bağımsız Müslüman Türkiye’nin bütünlüğüne ve güvenliğine yönelik terör tehdidinin tamamen ortadan kaldırılabilmesi için…

-Başka bir çaresi de yoktur.

Haydut ABD’nin bölgede PKK devleti kurma hayalleri ancak bu şekilde toprağa gömülebilir!

(..)

Yeni Şafak

Akşener’den Erdoğan’a: Esad’la ‘aşağıdan diplomasi’ değil, açıktan müzakere yapılsın
24/01/2018



İYİ Parti lideri Meral Akşener, Afrin operasyonu ile ilgili, “Esad yönetimi ile bir yandan kavgalı görüntü verip, aşağıdan diplomasi yapmanın doğru olmadığına, açıktan bir müzakere başlatılması gerektiğine inanıyoruz” dedi.

Partisinin genel merkezinde gazetecilerin sorularını yanıtlayan Akşener, devam eden ‘Zeytin Dalı Harekatı’na ilişkin sorular üzerine şöyle konuştu: “Afrin Operasyonu yapılmadan önceki süreçte hataları yanlışları uyarı niteliğinde paylaştık. Bugün itibariyle ordumuz, Mehmetçiğimiz bizim gibi kadınların doğurduğu çocuklar orada mücadele ediyor. An itibariyle elbette ki ordumuzun yanındayız. Burada bir sorun yok. Ama bugünü getiren şartlar konusunda da hükümetin bir öz eleştiri yapması gerektiğine inanıyoruz. Suriye meselesine şahıslar üzerinden bir bakış açısıyla Ortadoğu’nun bataklığına çekilen bir Türkiye var. Türkiye’nin bu hale getirilmesinden sorumlu bir iktidar var. Diğer yandan Suriye’nin toprak bütünlüğünü kabul ederek oradayız biz. Resmi ağızlardan yapılan açıklamaya göre ‘İşgal etmeyeceğiz, döneceğiz’ deniyor. Dolayısıyla derhal Esad yönetimi ile bir yandan kavgalı görüntü verip, aşağıdan diplomasi yapmanın doğru olmadığına, açıktan bir müzakere başlatılması gerektiğine inanıyoruz.”
Kaynak: Diken

''Milletin a.... koyacağız'' diyen Mehmet Cengiz'in inanılmaz başarısı: Bir yılda kamudan 8 milyarlık 8 ihale aldı
22 Ocak 2018



Cengiz Holding’in kamu ihalelerine dayanan büyümesi 2017’de de sürdü. EKAP istatistiklerine göre, şirketin yalnızca 2017 yılında 7 milyar 901 milyon liralık kamu ihalesi aldığı ortaya çıktı

Mehmet Cengiz in inanılmaz başarısı: Bir yılda kamudan 8 milyarlık 8 ihale aldı

Artvin Cerattepe’deki maden faaliyeti için mahkemenin iptal ettiği “ÇED olumlu” raporunda yaptığı değişikliklerle rapora yeniden geçerlilik kazandıran Cengiz Holding’in AKP döneminde artan etkinliği Elektronik Kamu Alımları Platformu’nun (EKAP) istatistiklerine de yansıdı.
Mehmet Cengiz’in sahibi olduğu holdingin yalnızca 2017 yılında devletten 7 milyar 901 milyon liralık ihale aldığı ortaya çıktı. Cengiz İnşaat’a bağlı Eti Bakır A.Ş.’nin Cerattepe’de yaptığı ve doğa katliamına yol açan madencilik faaliyeti nedeniyle kamuoyunda tepki çeken kuruluşun 2017’de en fazla ihale aldığı kamu kurumu ise “Karayolları Genel Müdürlüğü” olduğu öğrenildi.

12 milyar liralık kamu ihalesi

AK Parti döneminde aldığı kamu ihaleleriyle değerine değer katan ve 2010 yılında 422 milyon liralık vergi borcu silinen Cengiz Holding’in devletten aldığı ihalelerin bedelleri altı yılda 10 kat arttı. 2011 yılında aldığı iki işin ihale bedeli 774 milyon 611 bin lira olan şirketin 2017 yılında aldığı sekiz ihalenin bedeli ise 7 milyar 901 milyon oldu. Yedi yılda, aralarında Ordu-Giresun Havaalanı emniyet sistemleri ve deniz dolgusu inşaatı ve Samsun-Sinop arasındaki Güzelceçay-Dikmen Yolu’nun tünel ve üstyapı inşaatı gibi işlerin de yer aldığı 26 kamu ihalesini üstlenen Cengiz Holding’in 2011’den bugüne aldığı ihalelerin toplam bedeli 12 milyar 597 bin lira oldu.

''Milletin a.... koyacağız'' diyen Mehmet Cengiz'e AK Parti döneminde 50 kamu ihalesi

Kamuoyunda hükümete yakınlığıyla bilinen Mehmet Cengiz’in şirketinin 1990’dan itibaren aldığı 50’nin üzerinde kamu ihalesinin 26’sı son yedi yılda gerçekleşti. Özellikle Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Erdoğan’ın Başbakanlığı döneminde 200 milyar dolara yakın devlet işi alan Cengiz İnşaat ihale sayısı ve ihale bedeli rekorunu 2017’de kırdı. En son, Ankara-İzmir Hızlı Tren Projesi kapsamında ihaleye çıkartılan “Eşme-Salihli Kesimi Altyapı İnşaatı” işini üstlenen şirketin AKP döneminde aldığı ihale sayısı 50’yi buldu. Şirket bu dönemde çok sayıda tartışmalı işe de imza attı.

TMMOB, TTB, TBB gibi meslek örgütlerinin yanı sıra çevre örgütlerinin itirazlarına rağmen Mersin’de hayata geçirilmeye çalışılan Akkuyu Nükleer Güç Santrali ve Artvin Cerratepe’de sürdürülen maden çıkarma işlemi şirketin tartışmalı projelerinden bazıları oldu.

Tepki çeken projeler

Cengiz Holding’in AKP döneminde hayata geçirdiği ve çevreciler ile yurttaşların büyük tepkisine yol açan projeler şunlar:
»İstanbul 3. Havalimanı
»Karabiga Termik Santrali
»Hüseyin Avni Paşa Korusu
»Hasankeyf Ilısu Barajı
»Samsun Eti Bakır İşletmeleri

Kaynak: Mehmet Mert Bildircin/Birgün

Seçim torbasında neler var neler!
YAŞAR AYDIN
25.01.2018



AKP/Saray rejimi erken seçim ekonomisine seksen maddelik ‘torba düzenlemesi’ ile devam ediyor. İmar affından vergi indirimi ve istihdam desteğine kadar birçok konuda düzenleme içeren torba yasa için bakanlıklardan öneriler toplanıyor

AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan ile hükümetin diğer kurmayları erken seçim olasılığı reddetseler de tüm hazırlıklar en geç 2018 sonbaharında bir seçimi işaret ediyor. Ekonomi alanında 2017 yılından bu yana hazırlık yapan AKP, son hamleyi Şubat ayında TBMM’ye getirmeyi planladığı torba yasa ile yapacak. Geçen yıl boyunca enflasyonla mücadeleyi terk eden AKP, maliye politikasında da gevşemeye gitti. KOBİ desteği, kredilerin artırılması, vergi indirimi, SGK primi ertelemeleri ile piyasa belli oranda kanlandı.

AKP’nin seçime yönelik en önemli hamlelerinden biri taşeron düzenlemesi oldu. Her ne kadar sendikaların istediği düzenleme çıkmamış olsa da işçiler arasında beklentiye yol açtı. Yüz binlerce çalışan devletin asli kadroları arasına alınmış oldu.

Torbada neler olacak?
Önümüzdeki hafta içinde Meclise gelmesi beklenen torba yasa içinde 80 madde var. Bakanlıklardan gelecek önerilerle bu sayının 100’e ulaşması bekleniyor. Şimdiye kadar netleşen düzenlemelerin bazıları şunlar:

»İmar affı: Bakan Özhaseki’nin “imar affı yok, ama belediyelerin talepleri var” sözlerinden sonra bile gündemden düşmeyen imar affı beklentisi torbada yerini aldı. ‘Ruhsatsız yapıların kayda alınması’ adıyla yapılacak düzenlemeden AKP hükümeti önemli oranda gelir bekliyor. Milyonlarca ruhsatsız yapının değerinin ‘yüzde 3 ile 6’si arasında’ ödenecek bir ceza ile af kapsamına alınması bekleniyor.

»İstihdama Prim ve vergi teşviki: İlk teşvik asgari ücret için olacak. İşverene aylık 100 liralık bir destek öngörülüyor. Aralık ayı sonunda açıklanan istihdam artırıcı tedbirler 2018 yılı boyunca devam ettirilecek. Her ek istihdam için maaş, prim ve vergi desteği verilmesi gibi düzenlemeler tasarıda yer alacak. Tasarıda yer alacak düzenlemelerin 2018 1 Ocak tarihi itibarıyla başlatılması da gündemde.

»SGK ve vergide yapılandırma: 2016 yılında yapılandırılan 2017’de ertelenen SGK ve vergi borçlarına dair tekrar taksitlendirme olanağı verilmesi gündemde. Geri ödemede güçlük çeken küçük ve orta ölçekli şirketlerin yapılandırmaları büyük oranda bozulmuş durumda. Düzenleme ile bir yandan esnafın gönlü alınacak diğer yandan da önemli bir gelir elde edilmiş olacak.

»Bedelli askerlik: Torba yasanın içinde olması beklenen bir başka düzenlemede bedelli askerliğe dairdi. Afrin operasyonu sonrası tepki çekme ihtimali nedeni ile bu düzenlemenin torbadan çıkarılması bekleniyor.

Bakanlıklardan rapor istendi
Meclise gelecek torba yasanın hacminin büyüyebileceğine dair işaretler de var. Başta ekonomi ile ilişkili bakanlıklar olmak üzere 7 ayrı bakanlığa torba yasa kapsamına alınabilecek değişiklik taleplerini raporlaştırmaları istendiği bilgisi var. Bu da tasarının meclise geldiği ana kadar(hatta görüşme anında bile) yeni maddelerin eklenme ihtimalini güçlendiriyor. Şubatın ilk haftası Meclise gelecek torba yasanın yaklaşık 100 madde barındırması bekleniyor.

Konuştuğumuz AKP’lilere göre Afrin operasyonu ile artacak savaş harcamalarının oluşturacağı finansman ihtiyacı bu düzenlemeleri zorunlu kılıyor. Anlaşılan o ki Erdoğan, başkanlık seçiminde galibiyeti garanti altına almak için savaş politikalarına seçim ekonomisi desteğiyle yürüyecek.

Birgün
AKP vergi seçim erken seçim ekonomi Cumhurbaşkanı ceza Başkanlık saray TBMM taşeron

Eskişehir'de basın açıklamasına katılan öğrencilerin bursları kesildi; gerekçe 'OHAL'e aykırılık'
22 Ocak 2018



Avukat Arpacı: Öğrenciler yurttan da atıldı

Eskişehir’de katıldıkları basın açıklamaları sebebiyle üniversite öğrencisi Cem Ulucan ve Tuğçe Tekmil’in bursları kesildi. ‘OHAL’e muhalefet’ gerekçe gösterilerek Anadolu Üniversitesi ve Eskişehir Osmangazi Üniversitesinde okuyan birçok öğrenciye soruşturma açıldı.

Evrensel'den Meltem Karakaş'ın haberine göre "İşimi geri istiyorum" talebiyle açık grevine başlayan akademisyen Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’ya destek açıklaması, "müftülük yasasını" protesto etmek için katıldıkları basın açıklaması, referandum döneminde katıldıkları stant ya da basın açıklamaları gerekçe gösterilerek, Anadolu Üniversitesi Fransızca Öğretmenliği bölümünde okuyan Cem Ulucan ve Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünde okuyan Tuğçe Tekmil’in bursları kesildi, kaldıkları yurtlardan atıldılar.

Cem Ulucan, Mayıs ayında Eskişehir Adalar’da basın açıklaması yapan arkadaşlarının yanına gidip selam verdi. Bu da onun hem bursunun kesilmesine hem de yurttan atılmasına sebep oldu. Psikolojisinin bozulduğunu söyleyen Ulucan, içine kapandığını hep tedirgin olduğunu anlatıyor. Ailesine durumu anlatamadığını da belirten Ulucan, “Yunus Emre Erkek Öğrenci Yurdu’ndan atıldım. Haziran ayında bursum askıya alındı, alamıyorum. Aralık ayında da kesin olarak kesildi. Annem her başvuru zamanını sordukça konuyu değiştiriyorum” dedi.

"Dayanışma ile atlattık"

Maddi olarak yaşadıkları zorlukları anlatan Tuğçe Tekmil ise, süreci arkadaşlarıyla birlikte atlatabilmiş. Yurttan atılan arkadaşlarının yaşadığı sorunları da dile getiren Tekmil, bursunun kesildiğini sadece annesine söyleyebilmiş, babasının durumdan haberi olmamış. Çoğu arkadaşının ailesine durumu söylemediğini anlatan Tekmil, “Doğalgazı ödeyemediğimiz için evi kapatmak zorunda kaldık” ifadesini kullandı. Ev arkadaşlarının da bursunun kesildiğini söyleyen Tekmil, hep birlikte belediyenin gazete dağıtım işini ya da giyim mağazalarının sayım işini yaptıklarını, aralarında paylaşım yaparak en çok kimin paraya ihtiyacı varsa ona destek olduklarını anlattı.

Avukat arpacı: Açlıkla terbiye ediyorlar

Ulucan ve Tekmil’in avukatı Pınar Çelik Arpacı, öğrenciler üzerindeki bu uygulamanın çok acımasız olduğunu söyleyerek, şunları kaydetti:

“Mayıs ayında katıldıkları eylemler için OHAL’e aykırılık gerekçe gösterildi. Bursları krediye çevrilip, kesildi. Daha sonra yurttan atıldılar. Sadece soruşturma geçirmesi bile burslarının krediye çevrilmesine sonra da kesilmesine sebep oluyor. Aynı zamanda yurtta kalıyorsa kişi, yurttan da süresiz çıkartılıyor. Okullarda da disiplin soruşturması devam ediyor. Yine OHAL’e aykırılıktan da savcılık soruşturması devam ediyor. Savcılık ön ödeme yazısı gönderip 912 lira para öderseniz dava açmayacağız, ödemezseniz dava açacağız diyor. Basit bir demokratik hakkını kullanıp, basın açıklamasına katıldığın için bursun, kredin kesiliyor, yurttan atılıyorsun. Seni açlıkla terbiye ediyor."

T24
ETİKETLER
eskişehir öğrenci burs kesildi ohal destek bildiri eylem cem ulucan tuğçe tekmil pınar Çelik arpacı

Dolu metrobüse tepki; vatandaş yolu kapattı!
25 Ocak 2018



"Sabah yoğunluk, akşam yoğunluk"

Avcılar Metrobüs Durağı'nda, akşam iş çıkışı oluşan yoğunluk nedeniyle metrobüs araçlarının dolu gelmesine yolcular tepki gösterdi. Durumu protesto eden yolcular metrobüs yolunu kapattı. Zincirlikuyu istikametinde yaklaşık 15 dakika seferler yapılamazken metrobüs araçları uzun kuyruklar oluşturdu.

Avcılar Merobüs Durağı'nda saat 20.00 sıralarında Zincirlikuyu istikametine giden metrobüsülerin dolu olması durakta bekleyen yolcuları isyan ettirdi. Bir grup yolcu, metrobüs araçların önüne geçerek yolu kapattı. Yaklaşık 15 dakika boyunca Zincirli istikametinde metrobüs seferleri durdu. Art arda gelen metrobüs araçları uzun kuyruklar oluşturdu. Durağa iki boş metrobüs aracının gelmesiyle yolcular eylemlerini sonlandırdı.

Bir yolcu, "Sabah bu yoğunluk akşam bu yoğunluk, yetersiz mi bu metrobüs nedir bu yani? Buna bir çare bulunması lazım." dedi.

T24
ETİKETLER
metrobüs haber açıklama tepki yolu kapattı

“Gazi” Erdoğan yetmez, “mareşal” de olsun[/size:337d3cf9e
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Cum Oca 26, 2018 10:46 pm tarihinde değiştirildi, toplam 2 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Prş Oca 25, 2018 11:43 pm    Mesaj konusu: “Gazi” Erdoğan yetmez, “mareşal” de olsun Alıntıyla Cevap Gönder

“Gazi” Erdoğan yetmez, “mareşal” de olsun
Yalçın Doğan
24 Ocak 2018

Bakalım daha neler göreceğiz? Sabredin, daha görecek ve yaşayacak çok şey var anlaşılan. İnsanın aklına ve bilgisine asla sığmayan, tarihimizle alay eden daha neler yaşayacağız kim bilir...

İşte, son örnek.

AKP milletvekili Metin Külünk bir yasa önerisi hazırlıyor, “Tayyip Erdoğan’a Gazi unvanı verilmesini” öngören bir yasa önerisi.

Gerekçe, dostlar alış verişte görsün türünde:

“Emek, fikir, ter dökülen ve bütün bir varlık ile can koyulan gazaların komuta edicilerine, mevzi bekleyenlerine ve dolayısıyla vatan uğrunda yara alanlara Gazi deriz.

Cumhuriyetimizin banisi Mustafa Kemal Atatürk, manevi yönü ağır basan bu unvanı önemle kullanmış bir liderdir.

Tam, bütün ve milli bağımsızlık yolunda vatan uğruna yalnız elini değil, tüm varlığını hasreden Sayın Cumhurbaşkanımız, özellikle Davos’daki ‘one minute’ çıkışının ardından karşı mevzilerin doğrudan hedefi haline gelmiş, saldırıların bizatihi muhatabı olmuştur.

Cumhurbaşkanımızın verdiği mücadele bu manada birçok cephe savaşıyla ilerlemiştir. Öyle ki, 7 Şubat MİT krizi bir cephe iken, Gezi hadisesi bir cephe, 17/25 Aralık darbe teşebbüsleri ve MİT TIR’larının durdurulması olayı yine bir başka cephedir”.

Kendi içinde çelişiyor

Zorlama gerekçe daha ilk adımda kendi içinde çelişiyor.

Erdoğan “Gazi” unvanı almak için nerede “savaşa” katılıyor? “Hangi savaşta” yara alıyor? Yok, öyle bir savaş yok ki, Erdoğan katılmış olsun ve yara alsın.

Ya da bir orduya fiilen komuta etmiş olsun ve komuta ettiği ordu bir zafer kazansın. Masa başında değil, savaş alanında.

Külünk’ün dile getirdiği olayların tamamı “siyasi” nitelikte. Askeri yönü yok.

Afrin ve benzeri sınır ötesi askeri harekatlar ise, terörle mücadele kapsamında tam kırk yıldır yapılıyor. Turgut Özal, Süleyman Demirel, Bülent Ecevit, Yıldırım Akbulut, Mesut Yılmaz, Tansu Çiller ve Necmettin Erbakan’ın Başbakanlığı dönemlerinde.

Külünk’ün önerisi ciddiye alınacaksa, Türkiye’yi yöneten ve adı geçen Başbakanların hepsine “Gazi” unvanı verilmesi gerekir.

Hele de, Ecevit’e... 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı sırasında Ecevit’e “Gazi” unvanı vermek kimsenin aklına gelmiyor. Zaten normali de bu.

Verilemez, ne Ecevit’e, ne diğer Başbakanlara, çünkü hiç biri fiilen savaşa katılmış, bir orduya savaş alanında komuta etmiş değil. Savaşa fiilen katılmak, orduya komuta etmek de yetmiyor.

Fiilen katılmak, savaşmak, savaşta yara almak ve savaştan sağ salim geri dönmek gerekiyor.

“Gazi “Mustafa Kemal

“Gazi” denilince, hepimizin aklına ilk gelen bir “Gazi” var. Cumhuriyet’in kurucusu, “Kurtuluş Savaşı” destanını yazan, aradan doksan yıl geçmiş olmasına rağmen, dünyadaki yerini hala koruyan Gazi Mustafa Kemal.

Kurtuluş Savaşının önemli savaşlarından biri Sakarya Meydan Savaşı’nı kazanınca, Edirne mebusu İsmet Bey (İsmet Paşa) ile Kozan mebusu Fevzi Bey’in (Fevzi Çakmak) önerisi ile Mustafa Kemal’e Mareşal unvanı ile “Gazi” unvanı veriliyor TBMM tarafından 16 Eylül 1921’de.

Ancak, oraya gelinceye kadar Mustafa Kemal:

1911-12’de Trablusgarp Cephesinde ilk kez savaşa katılıyor.

1912-13’de Balkan Savaşlarında yer alıyor.

1915-16’da dünyanın hala parmak ısırdığı Çanakkale Savaşında yaralanıyor ve albaylığa terfi ediyor.

1917-18’de Kafkasya Cephesinde savaşıyor, gösterdiği yararlık sonucu generalliğe terfi ediyor.

1918’de Sina ve Filistin Cephelerinde savaştıktan sonra Yıldırım Orduları Başkomutanlığa getiriliyor.

1921 Sakarya Meydan Savaşı ve 1922’de Büyük Taaruz Kurtuluş Savaşındaki “askeri” zaferleri.

Ve elbette, bir bütün olarak yeni ve modern bir Cumhuriyet’in kuruluşuna giden yolu açan Kurtuluş Savaşı.

“Gazi” olmak kolay değil.

Osman ve Ahmet Muhtar paşalar

Tarih kitapları da şanlı sayfalara imza atan iki “Gazi Paşa’mız” daha var.

Gazi Osman Paşa 1877-78 Osmanlı-Rus Harbinde Plevne savunmasıyla askeri tarih kitaplarında yerini alıyor ve “Gazi” ünvanıyla taltif ediliyor. Gazi Osman Paşa ayrıca 1878-1885 arasında Genelkurmay Başkanı.

Gazi Ahmet Muhtar Paşa ise, yine 1877’de ve yine Ruslara karşı iki kez Gedikler ve Yahniler savaşını kazanıyor. Savaştaki yararlığı ona Mareşal ve “Gazi” ünvanlarını getiriyor. Gazi Ahmet Muhtar Paşa’nın 1912’de sekiz aylık Sadrazamlığı var.

Ve Erdoğan

Tarih ortada, savaşın kahramanları ve “Gazileri” ortada.

Şimdi Erdoğan’a “Gazi” ünvanı verilmesini öneren yasa önerisi... Tarihle alay eder gibi.

Halk arasında bir söz var, “Şeyh uçmaz, müritleri uçurur” diye. Yani, bir kişinin çevresindeki insanlar o kişide “var olmayan nitelikleri” o kişiye atfediyor anlamında. Sırf ona yaranmak amacıyla. O kişide olmayan özellikleri çevresine inandırma çabasıyla.
Şimdi yapılmak istenen bu.

Ama, “Gazi” ünvanı vermek yetmez. Olsun, savaş filan kazanmamış olsun, fiilen savaşa katılmamış olsun, hazır “Gazi” demişken, yanında bir de “Mareşal” olsun.

İş çığrından iyice çıkmış durumda.

Aklımıza mukayyet ol, Tanrım!

T24
ETİKETLER
erdoğan gazi savaş metin külünk yasa teklifi

Yılmaz Özdil: Geri zekâlı basınımız 'hümanist' manşetler atıyor, mayınlara gerek olmadığını anlatıyordu!
26 Ocak 2018



"Organik tarım harekatı!"

Sözcü yazarı Yılmaz Özdil, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin (TSK) Suriye'nin Kuzeybatısında bulunan Afrin'e yönelik başlattığı Zeytin Dalı Harekâtı'nı manşetine taşıyan gazeteleri eleştirdi. Özdil, "Gerizekalı basınımız 'hümanist' manşetler atıyor, Suriye'yle kardeş olduğumuzu, artık mayınlara gerek olmadığını anlatıyordu" dedi.

"Mayınlardan temizlenerek 'cillop' hale getirilen sınırımıza, duvar örüyoruz…" diyen Özdil, şu ifadeyi kullandı:

"Duvar yetmediği için, 30 kilometre derinliğinde güvenli alan yaratabilmek için ordumuzla Suriye'ye girmek zorunda kaldık. O nedenle zeytin deniyor sanırım. Organik tarım harekatı yani!"

Yılmaz Özdil'in "Organik Zeytin" başlığıyla (26 Ocak 2018) yayımlanan yazısı şöyle:

Asrın liderimizin pek sevdiği ve sık sık kullandığı bi laf var: Hafıza-i beşer nisyan ile maluldür.

*

“İnsan hafızasının kusuru unutkanlıktır” manasına gelir, unutmamak gerekir. * Hatırlayın… 2009. Durup dururken, aniden, Suriye sınırındaki topraklarımız gündeme gelmişti, illa “sınırdaki mayınları temizleyeceğiz, en geç üç yıl içinde temizlememiz lazım” demeye başlamışlardı.

*

Merak etmiştik haliyle… “Günler torbaya mı girdi birader, bu ne acele, yangından mal mı kaçırıyorsunuz, niye en geç üç yıl içinde mesela, altı yıl içinde temizlesek olmuyor mu?” diye sormuştuk. “Ottawa Sözleşmesi'ne imza attık, üç yıl içinde mutlaka temizlememiz lazım” cevabını vermişlerdi.

*

E gene merak etmiştik haliyle… “Bu ne biçim Ottawa şekerim, niye illa Suriye sınırını temizlememiz gerekiyor da, mesela neden İran sınırını, Yunan sınırını temizlememiz gerekmiyor, Suriye sınırındakiler mayın da İran sınırındakiler karpuz mu?” diye sormuştuk. Pek sinirlenmişlerdi, bu meseleyi kurcalayanlara “faşist, militarist, postal yalayıcı, savaş yanlısı” filan demişlerdi.

*

Sonra? Mayın temizleme ihalesini İsrail'e vermeye çalıştıkları ortaya çıktı. Bu defa “biz temizlesek olmaz mı, niye İsrail?” diye sormuştuk. Daha fena sinirlenmişlerdi, “paranın dini milleti olmaz” diye akıl öğretmişlerdi, “ırkçı” damgası yapıştırmışlardı.

*

Sonra? Mayından temizlenen bölgenin 44 yıllığına İsrail firmasına kiralanacağı ortaya çıktı. Makul bir soru daha sormuştuk, “evinizi temizlemeye gelen gündelikçi kadına, 44 yıllığına kullansın diye oturma odanızı veriyor musunuz, İsrail temizleyecekse, temizlesin defolsun gitsin, toprağımızı niye veriyorsunuz?” demiştik. Hepimizi keriz zannettikleri için, kerizlere layık bir cevap vermişlerdi, “hiç para ödemeyeceğiz, adam masraf yapacak, masrafının karşılığında orada organik tarım yapacak, hepimiz kazanacağız, win win” demişlerdi.

*

O dönemde Suriye'de fol yok yumurta yoktu. İç savaş henüz başlamamıştı.

*

Sayın ahalimizin Amerikan tezgahından haberi yoktu. İpten kazıktan kurtulmuş köktendinci teröristlerin sınırımızı yolgeçen hanına çevireceği… Cahil cühela dört milyon Suriyelinin, kimlik kontrolü bile yapılmadan, elini kolunu sallaya sallaya o sınırdan Türkiye'ye gireceği… Sayın ahalimize söylenmiyordu.

*

Gerizekalı basınımız “hümanist” manşetler atıyor, Suriye'yle kardeş olduğumuzu, artık mayınlara gerek olmadığını anlatıyordu.

*

Netice kardeşim?

*

Mayınlardan temizlenerek “cillop” hale getirilen sınırımıza, duvar örüyoruz… Duvar yetmediği için, 30 kilometre derinliğinde güvenli alan yaratabilmek için ordumuzla Suriye'ye girmek zorunda kaldık.

*

O nedenle zeytin deniyor sanırım. Organik tarım harekatı yani!

T24
ETİKETLER
yılmaz özdil afrin tsk zeytin dalı harekatı haber basın manşet eleştiri organik tarım harekatı

Telefonda üç yaman çelişki: Trump, Erdoğan’a ‘yıkıcı söylemler’ dedi mi?
25/01/2018



Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve ABD Başkanı Donald Trump’ın dün akşam yaptıkları telefon görüşmesinin ardından iki ülkenin resmi makamlarından çelişkili açıklamalar geldi. Çelişkiler üç temel konuda düğümleniyor.

1 – Beyaz Saray’dan yapılan açıklamada Trump’ın tırmanan şiddetten duyduğu kaygısını ilettiği belirtilirken, cumhurbaşkanlığı böyle bir kaygının iletilmediği görüşünde.

2 – Beyaz Saray’ın açıklamasında Trump’ın iki ülke askerleri arasındaki çatışma riskinden kaçınılması için ihtiyatlı davranılmasını istediği belirtilirken, cumhurbaşkanlığı açıklamasında buna değinilmedi.

3 – Beyaz Saray cephesine göre Trump’ın Türkiye’den gelen yıkıcı söylemler ve Türkiye’deki OHAL uygulamasına yönelik kaygılarını iletmesi, Ankara’nın açıklamasında yer almadı.

Çelişkili açıklamaların ardından ‘cumhurbaşkanlığı kaynakları’ bazı basın kuruluşlarını konuyla ilgili bilgilendirdi.

Hürriyet’in haberine göre cumhurbaşkanlığı kaynakları Beyaz Saray’ın yaptığı açıklamanın görüşmenin içeriğini tam olarak yansıtmadığını belirtti.

Cumhurbaşkanlığı kaynakları şu bilgileri verdi:

– Trump Afrin operasyonuyla ilgili ‘tırmanan şiddetten kaygı’ diye bir şeyden söz etmedi. Operasyonla ilgili görüş teatisinden öte bir şey konuşulmadı.

– ABD tarafı, operasyonun belirli bir zaman dilimiyle sınırlı tutulması; Menbiç’te az da olsa ABD askerinin mevcudiyetinden bahisle oralarda bir sıcak çatışma ihtimaline mahal verilmemesi gerektiğine değindi.

– Türk tarafı da PYD/YPG unsurlarının daha önce söz verildiği üzere Fırat’ın doğusuna çekilmeleri gerektiğini; çekilme gerçekleştiğinde Menbiç’in olası IŞİD tehdidine karşı Türk askeri desteğindeki ÖSO tarafından korunabileceğini belirtti.

– Erdoğan’ın terörle mücadele çerçevesinde PYD/YPG’ye ABD’nin silah desteğine son vermesi gerektiğine dikkati çekmesine karşılık olarak Trump PYD/YPG’ye artık silah vermediklerini, vermeyeceklerini söyledi.

– Trump “Türkiye’den gelen yıkıcı ve yanlış söylemler” diye bir ifade kullanmadı. ABD’nin açıkça eleştirilmesinin rahatsızlık uyandırdığına değindi. Buna karşılık Erdoğan da terör örgütü PYD/YPG’ye silah verilmesinden FETÖ’nün başının himayesine kadar uzanan ABD politikalarının Türk kamuoyunda ciddi infiale neden olduğundan söz etti.

– Konuşmada Türkiye’deki OHAL’e hiç değinilmedi.

– Trump, Türkiye’de bazı ABD vatandaşları ve yerel personelin tutukluğundan bahisle bunların serbest bırakılmasını istedi. Buna karşılık Erdoğan da Türkiye’nin bir hukuk devleti olduğunu hatırlatarak, ilgili konuların yargıda olduğunu ve iddianamelerin tamamlanmasının akabinde kararı da yargının vereceğini hatırlattı.
Diken

AKP'nin ilk Dışişleri Bakanı Yakış: Türkiye'nin Esad ve PYD ile işbirliği yapması gerekiyordu
Hülya Karabağlı
26 Ocak 2018



"Askeri başarı sorunu kökünden çözmeye yetmeyebilir"


AKP döneminin ilk Dışişleri Bakanı ve partinin kurucularından Yaşar Yakış, Türkiye’nin Suriye’nin kuzeybatısında gerçekleştirdiği Zeytin Dalı Harekâtı’nın başarılı bir şekilde sonuçlanması halinde bile Kuzey Suriye’deki Kürt varlığından kaynaklanan sorunların ortadan kalkmayacağını söyledi.

Türkiye’nin en başından itibaren yapması gerekenin, ‘Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad ve PYD ile işbirliği yapmak, yöre nüfusunun etnik terkibinin değiştirilmemesi konusunda uluslararası kamuoyunun desteğini alarak bir çözüm üretmek’ olduğunu ifade eden Yakış, askeri başarının sorunu kökten çözmeye yetmeyebileceği yorumunda bulundu.

"Esad, Türkiye'yi rahatsız edecek bir yapı oluşturabilir"

Türkiye’nin Afrin’de gerçekleştirdiği operasyonun gerekli hale geldiğini kaydeden Yakış, "Ama Türkiye bu operasyonu askeri açıdan başarılı biçimde sonuçlandırsa dahi Kuzey Suriye'deki Kürt varlığından kaynaklanan sorunlarımız ortadan kalkacak değildir” dedi. "Türkiye, Suriye'nin toprak bütünlüğünün korunmasından yana olduğunu açıklamıştır” hatırlatmasında bulunan eski diplomat, şöyle devam etti:

"Bu politikası icabı, oradaki PYD baskısını ortadan kaldırdıktan sonra, yönetimi oradaki etnik yapıya daha uygun bir ekibe devredecek ve Suriye'den çekilecektir. Ondan sonra nasıl bir gelişme olacağını kestiremeyiz. Beşar Esad muhtemelen orada Türkiye'yi rahatsız edecek bir yapı oluşturabilir.

"Askeri başarı sorunu kökünden çözmeye yetmeyebilir"

Bu nedenle Türkiye'nin en başından beri yapacağı şey, Beşar Esad'la ve PYD ile işbirliği yapmak ve yöre nüfusunun etnik terkibinin değiştirilmemesi konusunda uluslararası kamuoyunun desteğini alarak bir çözüm üretmek idi. Bu yapılamadığı için yüzbinlerce Suriyeli can verdi. Ülke büyük fiziki, manevi ve ahlaki tahribata uğradı. Halen bile izlenmesi gereken yol budur. Askeri başarı sorunu kökünden çözmeye yetmeyebilir."

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile ABD Başkanı Donald Trump arasında 2 ayın ardından gerçekleşen telefon görüşmesi sonrasında Türk ve ABD’li taraflar arasında yapılan açıklamalar arasında çelişkiler bulunmasını da değerlendiren Yakış, şunları söyledi:

"Devlet Başkanları arasında yapılan her görüşmenin tam metin (verbatim) olarak kamuoyu ile paylaşılması yolunda bir uygulama yok. O görüşme sırasında, taraflar, ele alınan konuları kamuoyuna nasıl yansıtacakları hususunu da ele alıp, bürokratlarını ortak bir metin ortaya çıkarmak için görevlendirebilirler. Bu görüşme sırasında bunun yapılmadığı anlaşılmaktadır.

"Bir taraf mecbur kalırsa görüşmenin metnini yayınlar, diğer taraf zor duruma düşebilir"

Böyle bir durumda, taraflardan her biri kendisinin önem verdiği hususları ön plana çıkaran bir açıklama yapar. Ancak bunu yaparken de taraflardan herhangi birinin dile getirmediği hususu sanki dile getirmiş gibi yansıtmaması gerekir. Çünkü öteki taraf, mecbur kalırsa görüşmenin orijinal metnini yayınlar ve eksik, yahut saptırılmış açıklama yapan tarafı zor duruma düşürebilir.

Türkiye ile ABD'nin, bu görüşmede ele alınan konulardan hangisinin daha olduğu hususunu farklı değerlendirdikleri anlaşılmaktadır. Böyle farklar olduğu yolunda izlenim doğması, bazen gerçekte böyle bir farkın mevcut olmasından daha fazla olumsuz etki yapabilir. Yani 'şüyuu vukuundan beter' olabilir. Bu nedenle, şeffaflık her zaman en doğru politikadır."

T24
ETİKETLER
yaşar yakış akp ak parti kurucu ilk dışişleri bakanı pyd esad afrin operasyon zeytin dalı harekatı

Eski AKP'li vekil tepkili: Hakkım haram olsun!
27 Ocak 2018



"Düne kadar FETÖ ile aşk yaşayanlar, yukarı makamlarda olmamızı engelledi"

Eski AKP Diyarbakır Milletvekili Cuma İçten, sosyal medya hesabında paylaştığı "Hakkım haram olsun" başlıklı yazıda “Makam sahibi olduktan sonra; sadece kendini o makama oturtanlara kul köle olup yalakalık yaparak tutunmaya çalışanlara, kamera ve basın karşısında; şirin, sempatik, hoşgörülü durup, özü ile başbaşa kalınca; nefret, kibir kusanlar, geçmişini inkar, reddedenlere hakkım haram olsun" ifadesini kullandı.

Yazısında yapıldığını iddia ettiği torpillere de değinen İçten şu ifadeleri kullandı:

“Üst düzey rütbesi olan; milletin oyu ile makamı işgal edenler, makamları kendi yakınlarına özel işlerine imtiyaz edenlere, makam gücü ile; eşini, dostunu, akrabasını kayıranlara, özel işlerini yapanlara, sonrada pişkin pişkin Allah kitap diyenlere hakkımı haram ediyorum.

"Devletin makamlara verdiği imtiyazlar ile; çocuklarını ve eşini devletin tahsis ettiği araç ve şoförler ile okullara ve özel işlere yollayan, bunları özel işleri için kullananlar, makam gideri göstererek tıksırana, tiksirene kadar yiyip içenlere bir vergi mükellefi olarak açıktan hakkımı haram ediyorum."

"Devletin maaş, makam, araç, iletişim, lojistik, harcırah imkanlarını kendi siyasi işlerine yatıranlara, makamı başkalarına zülüm etmek için kullananlara, tepeden bakanlara, halk ile muhatap olmaktan kaçanlara, kibirli davrananlara hakkımı haram ediyorum. Hadi keyfini çıkarın bakalım.”

"Siyasilere yönelik çok ağır ifadeler kullanan İçten, “Makamı ve imtiyazları koruma adına; üstlerine hakkı ve gerçeği söylemeyen, aksine yalakalık yapanlara, haksızlık karşısında susanlara, liyakata bakmayanlara, devletten maaş alıp devletine, milletine, vatanına ihanet edenlere hakkım haram olsun”

"Bunlara prim veren yönetimlere hakkım haram olsun"

“Makam sahibi olduktan sonra; sadece kendini o makama oturtanlara kul köle olup yalakalık yaparak tutunmaya çalışanlara, kamera ve basın karşısında; şirin, sempatik, hoşgörülü durup, özü ile başbaşa kalınca; nefret, kibir kusanlar, geçmişini inkar, ret edenlere hakkım haram olsun.

"Siyasi partilerde siyaset yapıp; her seçimde beklenti içinde olup heyecandan uyuyamayıp, 6-7 ekim olaylarında, İKBY referandumunda, Zeytindalı Harekatında, karşı beyan edip, veyahut korkudan susmayı tercih edip, seçimde de pişkin pişkin Aday adayı veya Aday olanlara hakkım HARAM olsun.

"Bulunduğu siyasi partide; aday listesinde olmadığında karşı taraftan aday olan, bağımsız aday olarak partiye zarar veren, listedeki sıralamasını beğenmeyip istifa eden, karşı tarafa çalışan, sonra pişkin pişkin tekrar partiye dönüp sahnede boy gösterenlere hakkım haram olsun.

"Bu yalaka takımına, istikrarsız davranışlara, makam ve mevkiyi kendi çıkarlarını kullananlara, konu mankeni olanlara, siyasi partiler içerisinde bunlara pirim veren, önlerini açan parti yönetimlerine hakkımı haram ediyorum.”

“Düne kadar FETÖ ile aşk yaşayanlar"

“Düne kadar (17-25 Aralık sonrası); FETÖ ile kol kala aşk yaşayanlar, söylemlerimi kulak arkası edenlere, 15 Temmuz’da aklımız başımıza geldi diyenlere, PKK ve diğer terör örgütlerine tek bir laf söylemeyenlere, devleti, partiyi terör örgütlerini idare edenlere, bunları görmeyenlere, görüp de susanlara hakkımı haram ediyorum.

"Kimsenin başta FETÖ ve PKK terör örgütlerine tek bir laf etmediği dönemlerde; onlara savaş açan biri olarak, şahsımın tekrar seçilmesine engel olan sayın cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan‘a hakkımda bilgi kirliliği oluşturan, teröristler ile işbirliği içinde olan, olmaya devam edenlere hakkım haram olsun.

"Ülkemde kıyametler koptuğunda; insanlar katledildiğinde, şehrim savaş alanına çevrildiğinde, kamuoyuna çıkıp teröristlere tek bir laf etmeyip algı yönetemeyenler, ortalık sakinleştiğinde şehrin sokaklarında boy gösteren sözde siyasetçilere, korkaklara hakkımı haram ediyorum.

"FETÖ ile ilk mücadele ettiğimde; F tipi örgüt, Haşhaşi, paralelci, Tuzluk bunlar dediğimde; bana bozulanlar, laf atan, yüz çevirenler, şimdi bizden çok FETÖ düşmanı olup bizim yukarı makamlarda olmamızı engelleyip, her türlü pisliği yaparak, yalakalık yapanlara hakkım haram olsun.”

T24
ETİKETLER
cuma İçten akp diyarbakır hakkım haram olsun tayyip erdoğan

Akşener'den Erdoğan'a: Kızıl Elma'yı, kırmızı başlıklı kızın sepetindeki elma ile karıştırma
27 Ocak 2018



İyi Parti Genel Başkanı Akşener, 73 ilde belediye başkanı adayı göstereceklerini söyledi

İyi Parti Genel Başkanı Merak Akşener, il başkanlığının açılışı için gittiği Samsun'da Kızıl Elma ve Zeytin Dalı Harekâtı ile ilgili açıklamalarda bulundu. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın, Afrin operasyonun başlamasının ardından gündeme getirdiği 'kızıl elma' açıklamalarını eleştiren Akşener, “Ey muhterem, önce ayağının altına aldığın Türk milliyetçiliği sebebiyle ayağını kaldır. Sonra Kızıl Elma'yı sen herhalde kırmızı başlıklı kızın sepetindeki kırmızı elma zannettin. Kızıl elmayı dişlemekten vazgeç. Kızıl Elma, Türk milletinin cihan hakimiyeti, mefkuresidir (ülküsü)” dedi.

İyi Parti Genel Başkanı Merak Akşener, partisinin il başkanlığının açılışı için karayoluyla Samsun’a geldi. İl binası önündeki kalabalığa seslenen Merak Akşener, Kızıl Elma ve Zeytin Dalı Harekatı ile ilgili konuştu.

Kızıl Elma’nın Türk milletinin cihan hakimiyeti mefkuresi olduğunu söyleyen Akşener, “Samsun'dan sesleniyorum. Ey muhterem, önce ayağının altına aldığın Türk milliyetçiliği sebebiyle ayağını kaldır. Sonra Kızıl Elma'yı sen herhalde kırımızı başlıklı kızın sepetindeki kırmızı elma zannettin. Kızıl elmayı dişlemekten vazgeç. Kızıl Elma Türk milletinin cihan hakimiyeti, mefkuresidir. Sürekli aldanan, o nedenle aldatan muhterem, Türklüğün cihan hakimiyeti mefkuresinden anlamazsın. Onun için Kızıl Elma'yı, kırmızı başlıklı kızın sepetindeki kırmızı elma ile karıştırıp, Türk cihan hakimiyeti mefkuresinin dişlemekten vazgeç” dedi.

"Ben milletimle yürüyorum"

Kendisinin Fırat’ın doğusuna korumayla değil, milletle yürüdüğünü söyleyen Merak Akşener, “Türkiye'ye iyi geldik. Çünkü bu partiyi siz kurdunuz. Bana ve arkadaşlarıma dediniz ki; 'Biz partiyi kuruyoruz. Siz gelin bekçilik yapın.' Partiyi sizler kurdunuz. Biz partinin bekçileriyiz. Allahımıza şükür 73 ilde örgütlendik. Şırnak, Bingöl ve Ağrı gibi birçok ilde örgütlendik. Her bir ilden belediye başkan adayı çıkartacağız. Milletvekilleri çıkartacağız. Fırat'ın doğusuna bir kamyon koruma ile gidenler utanın, ben milletimle yürüyorum oralarda. Ben milletimle yürüyorum. Cenabı hak bize iktidar nasip edecek” diye konuştu.

"Atatürk'ün mezarı başında saf tuttular"

Kendileri bir şey söylediğinde yerine geldiğini belirten Akşener, “Biz bir şey söylüyoruz, yerine geliyor. Hatırlayın, İYİ Parti kuruldu, bu arkadaşlar birden bire iki ayyaş dedikleri Cumhuriyet kurucusu Atatürk'ün mezarının başında Anıtkabir'de saf oldular. Arkasından her Cumhuriyet Bayramı’nda, her 10 Kasım'da, her 23 Nisan'da bu muhteremlerin tamamı hasta olurdu. İyi Parti kuruldu, sıhhatleri geldi. Bir baktık adamlar turp gibiymiş. Benle yürüyorsunuz ya, Diyanet İşleri Başkan Yardımcılığı'na kadın atandı” diye konuştu.

T24
ETİKETLER
meral akşener İyi parti kızıl elma cumhurbaşkanı erdoğan kırmızı başlıklı kız elma

Erdoğan: Ulan ahlaksız sen sıcak yatağında yatarken, o ÖSO'lar benim mehmedimle beraber!
27 Ocak 2018



Cumhurbaşkanı Erdoğan, CHP Grup Başkanvekili Engin Altay'a tepki gösterdi

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Fırat Kalkanı Harekâtı’nda olduğu gibi Zeytin Dalı Harekâtı kapsamında da birlikte hareket ettiği Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) güçlerine destek verdi.

ÖSO'nun ağırlıklı olarak El Kaide uzantılı cihatçı örgütlerden toparlanan bir birlik olduğunu” söyleyen CHP Grup Başkanvekili Engin Altay’a da tepki gösteren Erdoğan "Kendini bilmez bazı terbiyesizler var ya, terörist diye ifade ettiği ÖSO’lar var ya, ulan ahlaksız sen sıcak yatağında yatarken o ÖSO’lar benim mehmedimle beraber, senin kol kanat gerdiğin teröristleri yok ediyorlar" dedi.
T24

Abdullah Gül için düğmeye mi basıldı: ‘Gül artık sokağa bile zor çıkar’
28 Ocak 2018

Dün akşam saatlerinden itibaren ‘Gül Dalı’ harekatının başladığı belirtilerek, sırada “Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığından zorla istifa ettirilen Melih Gökçek'in oğlu, Abdullah Gül'ün erkek kardeşi ve Bülent Arınç'ın etrafı var " fısıltılarının yayılmaya başladığı öne sürüldü.

Abdullah Gül için düğmeye mi basıldı: ‘Gül artık sokağa bile zor çıkar’

Türkiye'de gündem tam manasıyla Zeytin Dalı Harekatına kilitlenmişken önceki gün akşam saatlerinde iç siyasetin gündemine adeta bomba düştü. Eski Anayasa Mahkemesi (AYM) Başkanı Haşim Kılıç'ın, oğlu Fatih Samed Kılıç hakkında, Fetullahçı Terör Örgütü'nün kriptolu haberleşme ağı ByLock programını kullandığı iddiasıyla yakalama kararı çıkartıldı. Bu gelişmeler ışığında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Afrin’den sonra ‘Gül bahçesine de daldığı’ yorumu yapılırken, Abdullah Gül’ün bundan sonra ‘sokağa bile zor çıkacağı’ iddia edildi.

Yeniçağ yazarı Ahmet Takan, ‘Gül Dalı Harekatı’ başlığıyla kaleme aldığı yazıda, gündemde bir süredir Afrin olduğu için Ankara'da iç siyaset kulislerinin çok durgun olduğunu belirterek, Haşim Kılıç’ın oğlu hakkında çıkan yakalama kararı sonrası hareketlenmenin başladığını kaydetti. Takan, şunları yazdı:

“Abdullah Gül'ün Cumhurbaşkanlığına aday olup olmayacağı konusunda hararetli analizler aldı başını gitti!.. Herhalde, "Haşim Kılıç ile Abdullah Gül'ün Cumhurbaşkanlığı adaylığı arasında ne alaka var?" diye sormazsınız?.. Yok, ısrar ederseniz, onca yazıp çizdiklerimizi anlamamışsınız, biz de anlatamamışız diye çok üzülürüm...Medyaya yansıyan haberler göre, Haşim Kılıç'ın oğlu hakkında çıkartılan yakalama kararında çok ilginç ayrıntılar var. Yazıyı kaleme aldığım ana kadar herhangi bir yalanlama gelmedi.

Haşim Kılıç da dün oldukça sert bir açıklama yaptı. Oğlunun FETÖ ile yakından uzaktan ilgisi olmadığını söyledi.

SIRADA NE VAR?

Yalanlanmayan haberlerde "Ankara Büyükşehir Belediyesi" detayı çok ilginç. Gül Dalı harekatının daha sonraki aşamaları hakkında gizli ip uçları veriyor gibi!.. Oğul Kılıç hakkında bomba patlayınca, iktidar kulislerinde "Sırada Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığından zorla istifa ettirilen Melih Gökçek'in oğlu, Abdullah Gül'ün erkek kardeşi, Bülent Arınç'ın etrafı var " fısıltıları yayılmaya başladı. Saray kaynakları ile yaptığım görüşmelerde, Erdoğan'a uyarı atışları yapan Abdullah Gül'e karşı sindirme harekatının sertleşeceği yönünde ifadeler işittim.

Dün akşam saatlerinde başlayan Gül Dalı harekatından sonra (bu sadece ve sadece benim yorumum-aht-) Abdullah Gül sahaya çıkar mı?.. Erdoğan'ı eleştiren minicik de olsa tivitler atabilir mi?.. Bence, hayır!.. Gül, bundan sonra sokağa bile zor çıkar. Zaten önceki gün Cuma namazının ardından klasikleşen cami çıkışı soru cevap yaptırmamasından şüphelenmiştim. Kendimce cevabını buldum...

SAADET PARTİSİ DE BOŞA DÜŞER

"Abdullah Gül'ü aday gösterebiliriz" diyen Saadet Partisi de boşa düşer. Herhalde kararlarını yeniden gözden geçirirler. Esas, Ali Babacan'ın ne yapacağını çok merak ediyorum. Erdoğan, Afrin'den sonra Gül bahçesine de daldı!.. Dışarıda Zeytin Dalı içerde Gül Dalı harekatı... Ben, hâlâ erken seçimin kapıda olduğunu düşünenlerdenim... “
Yurt gazetesi
Anahtar Kelimeler:Abdullah GülGül DalıErdoğanHasim KılıçAnkara Büyükşehir

15 Temmuz Gazisi AKP'den istifa etti: Valiye pantolon indirmek için sokağa çıkmadım
28 Ocak 2018



15 Temmuz Gazisi olan eski polis memuru Murat Daşdemir, AKP Genel Başkanlığına yazdığı dilekçe ile parti üyeliğinden istifa ettiğini açıkladı. Gazi Daşdemir, istifa dilekçesinde ağır eleştirilerde bulundu. "Bugün olmayan adalete yarın en çok sizin ihtiyacınız olacaktır." diyen Gazi, AKP'de FETÖ temizliği yapılmamasına tepki gösterdi.

[Haber görseli]15 Temmuz darbe girişimi gecesi Jandarma Genel Komutanlığı önünde yaralanan eski polis memuru Murat Daşdemir, 675 sayılı KHK ile 'Gazi' ilan edildi. FETÖ tarafından kendisine kurulan bir kumpasla meslekten ihraç edildiğini belirten Daşdemir, 28 Ocak tarihinde AKP Genel Merkezi'ne gönderdiği istifa dilekçesi ile partiden istifa ettiğini duyurdu.

"HALEN KANDIRILIYORLAR"

"Parti yöneticileri bir çok defa kandırıldıklarını, saf olduklarını beyan etmelerine karşı halen kandırılmaya devam edilmekte olduğunu maalesef üzülerek görmekteyim" diyen Daşedemir, karşılaştığı her sorunda kendisine Cumhurbaşkanlığına ulaşmasının tavsiye edildiğini belirterek "Her şeyi Cumhurbaşkanı yapacaksa teşkilat ne iş yapar" diyerek AKP'den istifa etme nedenini açıkladı.

FETÖ MAĞDURUYUM

Cemaat yapılanması içerisinde kendisine teklif edilen gazete aboneliğini kabul etmediği için hedef haline getirildiğini anlatan gazi Murat Daşdemir, "2001 yılında polis olarak göreve başladığımda cemaat üyeleri ile tanıştım. Kendilerine mesafe koydum. Gazetelerine abone olmadım ve sonra kendimi Kaymakamlık bahçesinde kedi kovalarken maydanoz toplarken ve bakkaldan ekmek almaya giderken gördüm.

Maskeleri ise kısa bir süre sonra düştü. İlk görev yerimde tayinim tercih dışı Kocaeli'ne çıktı. Kocaeli ise bir nevi üsleri gibi beni istemediğim bir çok branşta çalıştırdılar. Bana bunları yapanlar ise 17/25 Aralık sonrası yaşanan süreçte cezaevine girdi.

2009 yılından sonra sürgüne gönderildim. Mesleğimden atıldım. Polislikten atılmış olmamın verdiği durumla çaresiz kaldım. Çocuklarımın nafakası için mücadele ettim. Allah, 15 Temmuz gecesi nasip etti. Gölbaşındaki evimden duyduğum patlama sonrası harekete geçtim. O gece vatansever herkes benim yaptığımı yapardı." diyor.

"VALİ PANTOLONUMU ÇIKARDI"

15 Temmuz'un ardından memleketi Kırşehir'e döndüğünü söyleyen Murat Daşdemir, devletten hiç bir talebi olmadığını ancak FETÖ ile mücadele konusunda dile getirdiği eleştiriler nedeniyle hedef haline getirildiğini söyledi. Görüştüğü bazı AKP'li vekillerin "Jandarma Genel Komutanlığı nerede?" gibi sorular sorduklarını belirten Daşdemir, Kırşehir Valisi Necati Şentürk'ün ise pantolonunu çıkarttırarak kendisini muayene etmeye kalktığını iddia etti. "Ben valiye pantolon indirmek için sokağa çıkmadım" diyen Gazi Murat Daşdemir, "Nedenini saymaya kağıtların yetmeyeceği bir sürü olumsuzluklarla boğuşurken, özellikle 15 Temmuz'da ortada gözükmeyip Allah zafer ihsan ettiğinde boy gösterip bu işin edebiyatını yapanlara, düna kadar FETÖ'nün bahçelerinde gezip bugün FETÖ'ye düşmanlık rolü yapanların ve Meclis'te FETÖ'cü milletvekili olmadığına kefil olanlar teşkilatlardan temizlenmedikçe, siyasi temizlik yapılmadıkça, bedel ödetilmedikçe AK Parti'ye hiç bir zaman destek vermeyeceğimi belirtmek isterim" diyerek AKP'den istifa etti.



"'HAKLISIN' DEMEK YETMİYOR, HAKLININ YANINDA DURABİLİYOR MUSUNUZ?"

Daşdemir, istifasının ardından AKP'lilerden gelen tepkilere de sosyal medya hesabından yaptığı şu paylaşımla tepki gösterdi:

"Ne kadar AKP'li ile görüşsem, dönen olayları anlatsam, vekiller dahil 'haklısın' diyorlar. Haklı olmaktan bıktım. Keşke haksız olsam ve erdemlice özür dileyip, helallik isteyip minderimde otursam. 'Haklısın' demek yetmiyor. Haklının yanında durabiliyor musunuz? Mesele bu. Nalına da mıhına da vurmakla siyaset yapılmaz. Siyaset adam kazanma sanatıdır. Manasını bilmeyen varsa açıklayabilirim. Siyaset, haksızlık kendi mahallelerinden gelse bile, 'ben bizden değilim' diyebilmektir. Siyaset haklı olmak değil, haklının yanında durmaktır. Sizler particilik oynamaya devam edin. Bu yazdıklarım Kırşehir'deki bütün siyasetçileri kapsamaktadır. Belki bugün sizlere övünç düştü, bana da utanç. Bugün olmayan adalete yarın en çok sizin ihtiyacınız olacaktır."



İşte Daşdemir'in istifa dilekçesi:

AK PARTİ GENEL BAŞKANLIĞINA

KONU : İSTİFA DİLEKÇEM

15 TEMMUZ'DA GAZİ OLAN , YILLARCA HERKES HOCAEFENDİ DERKEN BU HAİN FETÖ TERÖR ÖRGÜTÜ İLE MÜCADELE ETMİŞ, TÜRLÜ OYUN VE KUMPASLARI İLE POLİSLİK MESLEĞİNDEN ATILMIŞ , HATTA BU UĞURDA SÜRGÜNLER GÖRMÜŞ VE CEZAEVİNE ATILMIŞ BİR VATANDAŞIM. AK PARTİ KURULDUĞUNDAN BERİ AİLEMLE BERABER HER ZAMAN DESTEKTE BULUNMUŞ, YAŞADIĞIM HAKSIZLIKLARA RAĞMEN HİÇ BİR ZAMAN PARTİME VE DAVAMA KÜSMEMİŞ BİRİYİM. FAKAT AŞAĞIDA BELİRTECEĞİM BAZI NEDENLERDEN DOLAYI AK PARTİ'DEN İSTİFA ETTİĞİMİ VE GEREĞİNİN YAPILMASINI SAYGILARIMLA ARZ VE RİCA EDERİM.

1-HER ŞEYE RAĞMEN BU ÜLKENİN ŞEREFLİ BİR VATANDAŞI OLARAK DEVLETİME BİR AN OLSUN KÜSMEDİĞİMİ, BU BAYRAK VE VATAN İÇİN GEÇMİŞTE OLDUĞU GİBİ YİNE BEDEL VERMEYE HAZIR OLDUĞUMU, AMA CUMHURBAŞKANIMIZ AYRI TUTULMAK KAYDIYLA HAKKIMI DA TÜM AK PARTİ TEŞKİLATLARINA HELAL ETMEDİĞİMİ BELİRTMEK İSTİYORUM.

2-NEDENİNİ SAYMAYA KAĞITLARIN YETMEYECEĞİ BİR SÜRÜ OLUMSUZLUKLARLA BOĞUŞURKEN, ÖZELLİKLE 15 TEMMUZ'DA ORTADA GÖZÜKMEYİP, ALLAH ZAFER İHSAN ETTİĞİNDE BOY GÖSTERİP BU İŞİN EDEBİYATINI YAPANLARLA, DÜNE KADAR FETÖ'NÜN BAHÇELERİNDE GEZİP, BUGÜN FETÖ'YE DÜŞMANLIK ROLÜ YAPANLARIN, VE MECLİSTE FETÖCÜ MİLLETVEKİLİ OLMADIĞINA KEFİL OLANLAR TEŞKİLATLARDAN TEMİZLENMEDİKÇE, SİYASİ TEMİZLİK YAPILMADIKÇA, BEDEL ÖDETİLMEDİKÇE AK PARTİ'YE HİÇ BİR ZAMAN DESTEK VERMEYECEĞİMİ BELİRTMEK İSTERİM.

3-YAŞADIĞIM MESLEKİ HAKSIZLIKLARI DEFALARCA HEM GENEL MERKEZE, HEM BAŞBAKANLIĞA , HEM MİLLETVEKİLLERİ VE BAKANLARA VE HEM DE CUMHURBAŞKANLIĞINA İLETTİĞİM HALDE BIRAKIN İŞLEME KONULMAYI, CEVAP VERİLME TENEZZÜLÜNDE DAHİ BULUNULMAMIŞTIR.

4-PARTİ YÖNETİCİLERİ BİR ÇOK DEFA KANDIRILDIKLARINI, SAF OLDUKLARINI BEYAN ETMELERİNE KARŞI ,HALEN KANDIRILMAYA DEVAM EDİLMEKTE OLDUĞUNU MAALESEF ÜZÜLEREK GÖRMEKTEYİM.

5-ÖZELLİKLE İÇİŞLERİ BAKANLIĞININ MÜLKİYELİLER OLARAK TABİR EDİLEN ÜNİTESİNDE FETÖ İLE İLGİLİ GEREKLİ ÇALIŞMALARIN YAPILMADIĞI KANAATİNDEYİM. KOSKOCA DEVLETİN VALİSİ İŞİ GÜCÜ BIRAKIP PANTOLONUMU İNDİRMEMİ SÖYLEDİ. BEN O GECE VALİYE PANTOLON İNDİRMEK İÇİN SOKAKLARA ÇIKMADIM. BU KONUYU TÜM TEŞKİLAT BİLDİĞİ HALDE ÜÇ MAYMUNU OYNADILAR.

6-YORULAN GİTSİN DİYE BAŞLATILAN TEŞKİLAT DEĞİŞİMİNİN İYİYİ GİTMEKTEN ZİYADE ESKİYİ BİLE ARATACAĞINI ÜZÜLEREK GÖRMEKTEYİM. ÖZELLİKLE KIRŞEHİR'DE.

7- MALULLÜK İLE İLGİLİ HEYET RAPORU ALMAK İÇİN GİTTİĞİM KIRŞEHİR'DEKİ HASTAHANEDE % O VERDİLER. HİÇ BİR ŞEKİLDE RÖNTGEN VE TESTE TABİ TUTULMADAN GÖZ KARARI İLE BU KARARI VERDİLER. TEŞKİLAT BU KONUYU BİLDİĞİ HALDE KILINI BİLE KIPIRDATMADI. İSTENİLEN HASTAHANEYE GİDİP KONTROL YAPTIRABİLİRİM. BAKALIM VÜCUTTA ÇİZİK Mİ VAR YOKSA ONLARCA İRİLİ UFAKLI PARÇALARLA MI YAŞIYORUM.

8-ÖZELLİKLE YAŞADIĞIM ÇİÇEKDAĞI VE KIRŞEHİR GENELİNDE HİÇ BİR SİYASİDEN NE MADDİ NEDE MANEVİ HİÇ BİR YARDIM GÖRMEDİM. SORUNLARIMI ÇOK DEFA ANLATMAMA RAĞMEN HEP GEÇİŞTİRİCİ CEVAPLAR ALDIM. UYUTULMAYA ÇALIŞILDIM. HATTA YARALANDIĞIM YER OLAN JANDARMA GENEL KOMUTANLIĞI NEREDE DİYE AK PARTİLİ SİYASİLER TARAFINDAN İMTİHANA TUTULDUM.

9-BİR DE BİR SIKINTI ESNASINDA DİREKT OLARAK CUMHURBAŞKANINA ULAŞMAM GEREKTİĞİ SÖYLENİYOR. BU PARTİDE BİR CUMHURBAŞKANI MI VAR. TEŞKİLAT NE İŞ YAPAR. HER ŞEYİ CUMHURBAŞKANI YAPACAKSA TEŞKİLATLAR NE İŞE YARAR.

DAHA BUNLAR GİBİ BİRÇOK SORUNLARI DİLE GETİRMEME RAĞMEN AK PARTİ TEŞKİLATLARINDAN HİÇ BİR CEVAP ALMADIĞIMI BELİRTMEK VE İSTİFA DİLEKÇEMİN KABULÜNÜ VE İŞLEME KONULMASINI İSTİYORUM.

Cumhuriyet

Kılıçdaroğlu: Yargı siyasi otorite tarafından teslim alınmış durumda
28 Ocak 2018



Cumhuriyet'in haberine göre; CHP Gençlik Kolları'nın 15. Olağan Kurultayı bugün Ankara Yenimahalle'deki Nazım Hikmet Kültür Merkezi'nde gerçekleşti.
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Atatürk'ün Bursa Nutku'nu gençlere okuyarak "Bunu odanıza asacaksınız" dedi. Kılıçdaroğlu, Saray'dan talimat alan hukukçuları da yakında açıklayacaklarını söyledi. CHP Gençlik Kolları Başkanı 291 oy alan Emre Yılmaz seçildi.

CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, partisinin gençlik kolları kongresinde konuştu. Kılıçdaroğlu konuşmasında özetle şunları söyledi:

"DAHA DÜNE KADAR HER TÜRLÜ MİLLİYETÇİLİĞİ AYAKLAR ALTINA ALIYORDU..."

Daha düne kadar her türlü milliyetçiliği ayaklarının altına alan bir adam, şimdi kalkmış bize milliyetçilik dersi veriyor. İnönü’nün lafı ile; ‘hadi canım sen de.’ Çok ciddi sorunlarımız var. Tarihinde ilk kez Türkiye Cumhuriyeti bu kadar yalnızlaşıyor. Tarihinde ilk kez bütün komşuları ile dünya ile kavgalı. Oysa Gazi Mustafa Kemal ve arkadaşları savaş meydanlarından gelmişti. Ve onlar dediler ki, ‘savaş zorunlu olmadıkça bir cinayettir dediler. Her şeyden önce yurtta barış dünyada barış’ dediler. Savaşın bütün acımasızlığına tanık olanlar barışın arkasında kapı gibi durdular. Hepimiz yakın tarihimizi iyi bilmeliyiz. Daha düne kadar askerlerimizin başına çuval geçirilirken bu kahramanlık edebiyatı yapanlar neredeydi? Unuttuğumuzu mu sanıyorlar.

"YAKINDA ONLARIN İSİMLERİNİ AÇIKLAYACAĞIZ"

Bu ülkede adalet yok. Hiç kimse adaletten söz etmesin. Yargı siyasi otorite tarafından teslim alınmış durumda. Yargı hukukun üstünlüğüne ve vicdanına göre karar vermiyor artık saraydan talimat bekliyor ‘nasıl karar vereceğim’ diye. Devreye giren avukatları da çok iyi biliyoruz. Yakında onların isimlerini de açıklayacağız. Hangi avukatların kimlerin temsilcisi olarak nerelere gittiklerini de çok iyi biliyoruz. Bu ülkeye adalet gelinceye kadar mücadele edeceğiz.

"BİZİ AKP'YE BENZETMEK İSTİYORLAR"

Biz de genel başkan adaylarının çıkmasını kaos olarak tanımlayanlar var. Onlar demokrasinin ne olduğunu bilmiyorlar. CHP, atanmışların değil seçimle iş başına gelenlerin yönetildiği bir partidir. Demokrasi kültürü olmayanlar bizi AKP’ye benzetmek istiyorlar.
Ana Haber

CHP'li Özel'den AKP'li Turan'a: Biz rezidansın 15. katında kurulmadık, icazet için ABD'ye koşmadık
29 Ocak 2018



"Kısaltma meselesinde yaratıcılık devreye girerse Özgür Özel, Bülent Turan'a ne cevaplar verebilir, kamuoyunun takdirine bırakıyorum..."

T24'ün haberine göre; AKP Grup Başkanvekili Bülent Turan’ın "Bundan böyle Cumhuriyet Halk Partisi yok, Cumhuriyet Hakaret Partisi var” şeklindeki sözlerine tepki gösteren CHP Grup Başkanvekili Özgür Özel, "CHP, bir başka parti gibi bir rezidansın 15. katında kurulmadı. Bir işadamının sağladığı ekonomik destekle kuruluş çalışmalarını sürdürmedi. Kurulmadan önce ve kurulduktan hemen sonra ABD'ye icazet için koşturmadı” dedi.

"CHP, savaş meydanlarında kurulmuştur"

TBMM’de bir basın açıklaması gerçekleştiren Özel, AKP’li Turan’ın ifadeleriyle ilgili olarak, birbirlerini, liderlerini eleştirebileceklerini ancak bir partinin ismine yakıştırma yapmanın fevkalade nezaketsiz, yanlış tutum olduğunu söyledi. Özel, şöyle devam etti:

"CHP, bir başka parti gibi bir rezidansın 15. katında kurulmadı. Bir işadamının sağladığı ekonomik destekle kuruluş çalışmalarını sürdürmedi. Kurulmadan önce ve kurulduktan hemen sonra ABD'ye icazet için koşturmadı. CHP, savaş meydanlarında kurulmuştur. İsmini Cumhuriyet Halk Fırkasından, Cumhuriyet Halk Fırkası da Anadolu ve Rumeli Müdafa-i Hukuk Cemiyetlerinden alır. Savaş meydanlarında kurulmuş bir partinin, ismine yakıştırma yapmak, herhangi bir partinin ismine yakıştırma yapmaktan çok daha utanç vericidir, ayıptır. Kendi partilerinin isminin kısaltılmasını, tüzüklerine uygun ifade edilmesini, Adalet ve Kalkınma Partisi'ne, AKP denmesine tahammül edemeyen, hakaret kabul edenler, CHP'ye böyle yakışıksız yakıştırmayı nasıl yapabilmektedirler ve neyin önünü açabilmektedirler? O zaman bu kısaltma meselesinde yaratıcılık devreye girerse Özgür Özel, Bülent Turan'a ne cevaplar verebilir, kamuoyunun takdirine bırakıyorum. Ama böyle bir seviyesizlik düzeyine inmeyeceğiz.”

Erdoğan’a: Nezakette, siyasette, devlet adabında geriye doğru gidişte kara bir kilometre taşıdır

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın CHP'li milletvekillerine yönelik sözlerinin sorulması üzerine ise Özel, "Partimizin genel tutumu, o utanç düzeyine inmeme noktasındadır. Bir genel başkanın, bir siyasi partinin genel başkan yardımcısına kullandığı o ifadeler siyaset tarihi açısından önemli bir kara kilometre taşıdır. Nezakette, siyasette, devlet adabında geriye doğru gidişte kara bir kilometre taşıdır" dedi.

Ana Haber
ETİKETLER
chp akp özgür özel hakaret

Cumhurbaşkanlığı Kurumsal İletişim Başkanı'ndan Kılıçdaroğlu'na hakaret: Alçak ve gerizekalı!..
29 Ocak 2018



Kılıçdaroğlu, "TSK'nın ÖSO ile birlikte anılmasını içime sindiremiyorum" açıklamasında bulunmuştu

Kılıçdaroğlu: Suriye ile şu veya bu şekilde ilişki kurmalıyız

Cumhurbaşkanlığı Kurumsal İletişim Başkanı Mücahit Küçükyılmaz, sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımda, "Ordunun başarısı ÖSO'ya devredilemez" ve "TSK'nın ÖSO ile birlikte anılmasını içime sindiremiyorum" diyen CHP Genel Başkan'ı Kemal Kılıçdaroğlu'na hakarette bulundu.

Küçükyılmaz, Twitter'daki kişisel hesabından yaptığı paylaşımda "Popülizmin, demagojinin, ikiyüzlülüğün CHP Liderinden neşet eden en alçak ve gerizekalıca halini aşağıdaki satırlarda bulabilirsiniz!" ifadelerine yer verdi.



"TSK'nın başarısı ÖSO'ya devredilemez"

Ankara'da bazı medya temsilcileriyle bir araya gelen CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu, Suriye'nin Afrin bölgesine başlatılan Zeytin Dalı Harekâtı'nın ÖSO birlikleriyle yürütülmesini eleştirip "Biz ordumuzun kahramanlığını ÖSO'ya devretmeye çalışıyoruz. Neden? Kimdir OSÖ, elinde Türk bayrağı. Bizim ordumuz orada. Ordu ÖSO'nun arkasına neden gizlenir? Hangi gerekçelerle gizlenir. Ordunun başarısı ÖSO'ya devredilemez. Kahraman Ordumuzun ile ÖSO'nun birlikte anılmasını içime sindiremiyorum. Koskoca TSK ikinci planda sanki ÖSO birinci planda" açıklamasında bulunmuştu.

T24
ETİKETLER
cumhurbaşkanlığı kurumsal İletişim başkanı mücahit küçükyılmaz chp kemal kılıçdaroğlu Öso hakaret

"CHP yöneticiliği yapmış kardeşimizin şehit olduğu saatlerde Cumhurbaşkanı, 'Ulan CHP'liler, siz sıcak yatağınızda yatarken' diye bağırıyordu"
29 Ocak 2018



Ali Gümüş, Afrin operasyonu kapsamında şehit oldu

CHP Eskişehir Milletvekili Kazım Kurt, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın CHP’li milletvekillerine yönelik olarak sarf ettiği "Ulan ahlaksız sen sıcak yatağında yatarken o ÖSO'lar benim Mehmet'imle beraber senin kol kanat gerdiğin teröristleri yok ediyorlar. 394 sabahtı şimdi kim bilir 400'ün üzerinde” ifadelerine tepki gösterdi.

Türkiye’nin Suriye’nin kuzeybatısındaki Afrin bölgesinde gerçekleştirdiği Zeytin Dalı Harekâtı’nda şehit düşen Piyade Komando Uzman Çavuş Ali Gümüş’ün CHP Gençlik Kolları’nda ve sonrasında da Mersin’in Mut ilçesindeki CHP teşkilatında görev aldığını belirten Kurt, kişisel Twitter hesabından yaptığı açıklamada şunları söyledi:

"Afrin'de şehit olan Ali Gümüş, CHP Gençlik Kolları'ndan sonra Mersin Mut CHP İlçe yöneticiliği yapmış bir kardeşimizdi. Eşi 7 aylık hamileydi. Acı olan ise şehit olduğu saatlerde ülkenin cumhurbaşkanının "Ulan CHP'liler,siz sıcak yatağınızda yatarken..." diye bağırıyor olmasıydı.”

View image on Twitter
View image on Twitter

Kazım KURT

@CHPKAZIMKURT
Afrin'de şehit olan Ali Gümüş, CHP Gençlik Kolları'ndan sonra Mersin Mut CHP İlçe yöneticiliği yapmış bir kardeşimizdi. Eşi 7 aylık hamileydi. Acı olan ise şehit olduğu saatlerde ülkenin cumhurbaşkanının "Ulan CHP'liler,siz sıcak yatağınızda yatarken..." diye bağırıyor olmasıydı.
3:18 PM - Jan 28, 2018
542 542 Replies 7,700 7,700 Retweets 16,787 16,787 likes
Twitter Ads info and privacy
Kocaeli'de Yuvacık Çarşı Meydanı'nda halka hitap eden Cumhurbaşkanı Erdoğan, "Hani o, bu CHP'nin kendini bilmez bazı terbiyesizleri var ya hani, o terörist diye ifade ettiği ÖSO'lar var ya. Ulan ahlaksız sen sıcak yatağında yatarken o ÖSO'lar benim Mehmet'imle beraber senin kol kanat gerdiğin teröristleri yok ediyorlar. 394 sabahtı şimdi kim bilir 400'ün üzerinde” ifadelerini kullanmıştı.

T24
ETİKETLER
kazım kurt ali gümüş afrin operasyon şehit
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Sal Oca 30, 2018 12:28 am tarihinde değiştirildi, toplam 2 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Pts Oca 29, 2018 9:10 pm    Mesaj konusu: Yeni Şafak: Kürecik'ten YPG'ye anlık istihbarat sağlanıyor Alıntıyla Cevap Gönder

Yeni Şafak: Kürecik'ten Zeytin Dalı Harekatı sırasında YPG'ye anlık istihbarat sağlanıyor
28.01.2018



CHP'nin insa edildiği süreçten bu yana denetlenmesi için defalarca girişimde bulunduğu ve her seferinde AKP Hükümeti'nden olumsuz yanıt aldığı Kürecik Radar Üssü'nün Zeytin Dalı Harekatı sırasında YPG'ye anlık istihbarat sağladığı iddia edildi. İddianın sahibi ise yandaş Yeni Şakaf gazetesi. CHP'li Ağababa ise, "Eğer AKP iktidarı gerçekten ABD'ye karşı bir şey yapacaksa Kürecik'i kapatsın" dedi.

Aralık 2011'de Malatya Kürecik'te kurulan NATO Radar Üssü, üssün kurulacağının açıklandığı andan itibaren tartışmaların odağında oldu. CHP Malatya Milletvekili Veli Ağbaba olmak üzere CHP'li vekiller pek çok kez Kürecik Radar Üssü'ne girmek ve incelemede bulunmnak istediler. Ancak her defasında Milli Savunma Bakanlığı'ndan olumsuz yanıt aldılar.

ABD YÖNETİMİNDEN NATO'YA GEÇTİ

CHP'nin Kürecik için izin istediği Milli Savunma Bakanlığı, üssün yönetiminin NATO'da olduğunu ve Brüksel'den izin alınması gerektiğini bildirdi. CHP'nin NATO'ya yaptığı başvuruya gelen yanıtta ise üssün komutasının ABD'de olduğu bildirildi. CHP'nin bu konudaki itirazları üzerine Mayıs 2012'de dönemin ABD Başkanı Barack Obama'nın talimatı ile üssün yönetimi NATO'ya devredildi.

CHP'LİLER DEFALARCA BAŞVURDU AMA ÜSSE ALINMADI?

2012 yılında Dünya Emekçi Kadınlar günü etkinlikleri kapsamında Malatya’ya gelen dönemin CHP Grup Başkan Vekili Emine Ülker Tarhan ile milletvekilleri Sabahat Akkiraz, Ayşe Nedret Akova, Ayşe Eser Danışoğlu, Hülya Güven, Sedef Küçük, Sena Kaleli, Melda Onur, Binnaz Toprak, Dilek Akagün Yılmaz ve Malatya Milletvekili Veli Ağbaba Kürecik’te kurulan Radar Savunma Üssü’ne gitti.

Malatya Milletvekili Veli Ağbaba, milletvekilleri olarak kurulan üsse ziyaret etmek istediklerini bunun için de Genelkurmay Başkanlığı’na yazı yazdıklarını ifade ederek, "Genelkurmay bize, ’Yetkimiz yok, Dışişleri Bakanlığı’na yazın’ dediler. Cevap Milli Savunma Bakanlığı’ndan geldi; ’Yetkimiz yok’ dediler izin vermediler. İzni kimden alacağız? Buraya girmek için ABD’den mi, Pentegon’dan mı izin alacağız?" dedi.

Ağbaba, "Küçük bir üsse girmek için koskocaman TBMM’nin iradesini yok saydılar" diyerek hükümeti eleştirdi. Ağbaba, "Radar üssünün kumandasını ABD’ye teslim eden AKP, Meclis’in kumandasını kime teslim etti? Siz ne yaparsanız yapın conileri bu topraklardan kovacağız" diye konuştu.



YENİ ŞAFAK: "ÜSTEN PKK'YA İSTİHBARAT VERİLİYOR"

CHP'nin yıllardır kuruluş amacını ve konumunu tartıştığı ancak AKP'nin vekillerin bu konuda soru önergelerine ve üssü denetleme taleplerine olumsuz yanıt vermesine kayıtsız olan yandaş medya, Zeytin Dalı Harekatı'nın ardından aralarında Kürecik'in de olduğu ABD üslerinin PKK/PYD'ye anlık istihbarat verdiğini gündeme getirdi.

Yeni Şafak gazetesinin bugünkü haberinde, "ABD’nin, TSK ve ÖSO tarafından çepeçevre kuşatılıp Afrin’e sıkıştırılan PKK’ya, bölgeyi kontrol eden Kisecik Radar Üssü’nden anlık istihbarat sağladığı, örgüte koordinatlar verdiği belirtiliyor. Terör örgütü, İHA istihbaratı bilgileriyle, Türkiye’den havalanan her uçaktan, bu uçağın vuracağı noktalardan ve atılan her füzeden haberdar ediliyor. Kel Dağı ve Kürecik radar üslerinin de bu amaçla kullanıldığına dair ciddi şüpheler var." ifadelerine yer verildi.

Haberde şu ifadelere yer verildi:

ABD TÜM VERİLERİ GÖRÜYOR

NATO ağında bulunan radar verileri üzerinden Türk savaş uçakları ve insansız hava araçlarının her hareketini görebilen ABD ordusu, bu araçların vurabileceği muhtemel noktalara ilişkin verileri PKK’ya servis ediyor. ‘Sahibinden’ aldığı istihbaratı değerlendiren teröristler ise gelen bilgiler doğrultusunda tedbir alıp mevzileniyor. Afrin’e yönelik hava taarruzunda uçak, İHA ve hatta füzeleri ilk olarak tespit edebilecek radar, Hatay-İskenderun’daki Arsuz beldesinin Kisecik köyünde bulunuyor. 2004 yılında Amanos dağlarının zirvesinde kurulan Kisecik Radar Üssü bir NATO tesisi. Dolayısıyla ABD, radarın tüm olanaklarından faydalanıyor.

KİSECİK, KEL DAĞI, KÜRECİK

Kisecik’e ek olarak Hatay-Yayladağı’nda sınırın sıfır noktasındaki Kel Dağı’nda da bir radar üssü bulunuyor. Kel Dağı ve Kisecik’teki üslerde konuşlu radar sistemleri en az 400 kilometrelik bir yarıçaptaki her hava hareketini takip edebiliyor. Yani ABD, neredeyse Suriye’nin tamamını NATO şemsiyesi altında kurduğu üslerden gözlüyor. Kisecik ve Kel Dağı’ndan başka Malatya’daki Kürecik radarı ise hepsinden daha gelişmiş özellikte. 1000 kilometrelik yarıçapta gökyüzünü tarayan radarın kapsama alanına Suriye, Irak ve İran, hatta Kıbrıs da giriyor. Türkiye’nin hava ağı ve toplanan istihbarat bilgileri NATO’nun güneydoğu sınırlarını kapsadığı için açık durumda. Türkiye istediğinde ve özellikle milli bir harekât icra edildiğinde bazı bilgileri gizleyebiliyor. Ancak bu gizlemenin ne derece başarılı olduğu meçhul. ABD’nin, bu önlemlere rağmen radar bilgilerini kullanarak elde ettiği kritik verileri PKK’ya aktarmakta olduğu kaydediliyor.

CHP'Lİ AĞBABA: AKP SAMİMİYSE KÜRECİK ÜSSÜNÜ KAPATSIN



CHP Malatya Milletvekili Veli Ağbaba, konuyla ilgili olarak cumhuriyet.com.tr'ye şunları söyledi:

"Burası Amerika tarafından kurulan ve Amerika'nın kontrolünde olan bir üs. Bunu da cümle alem biliyor. Burası İran ve Suriye'ye karşı İsrail'i korumaya yönelik bir üs olarak inşa edildi. Burası için ne kadar NATO üssü dense de, NATO'ya devri sonradan yapıldı. Buradan kime istihbarat verilip verilmediğini Türkiye kontrol etmiyor. Türkiye'nin burada bir hakimiyeti yok. YPG'ye PKK'ya istihbarat veriyor mu; veriyor olabilir. İsrail'e nasıl veriyorsa buralara da veriyor olabilir. Ama hükümetin buradaki samimiyetini sorgulamak lazım. Hükümet burayı kapatamaz da, kapatma girişiminde bulunamaz da. Biz başından beri söylüyoruz. Eğer Amerika'ya bir tavır alınacaksa ilk yapılacak şey Kürecik'teki üssü kapatmaktır. Tamamen iç kamuoyuna yönelik bir propaganda malzemesi olarak kullanıyor burayı."

Dönemin Dışişleri Müsteşarı Feridun Sinirlioğlu ile ABD Büyükelçisi Francis Ricciardone arasında imzalanan bir mutabakat metni ile Kürecik Üssü'nün yapıldığını hatırlatan Veli Ağbaba "Bu üssün yapılması ile ilgili anlaşma da Meclis'e getirilmedi. Çok gizli kapaklı bir anlaşmaydı ve bir ayıp saklar gibi yapılmış bi anlaşmaydı" dedi.

Cumhuriyet

"Eğer haber doğruysa Kürecik'in derhal kapatılmaması ihanet gibi bir şey"
29 Ocak 2018



Ahmet Hakan: "Niye Kürecik'i kapatmıyorsun ey Kılıçdaroğlu” diye bir başlık atacak mı?"

Hürriyet yazarı Ahmet Hakan, Yeni Şafak gazetesinin pazar günkü manşetinde yer alan "ABD'den PKK'ya anlık istihbarat" başlıklı haberini yazdı. Hakan, "Yeni Şafak manşet atmış. Diyor ki manşette: ABD'den, PKK’ya anlık istihbarat veriyor" dedi. "Verilen istihbaratın adresi: Kürecik Radar Üssü" olduğunu belirten Hakan, "Yeni Şafak’ın bu manşeti doğruysa... Kürecik’in derhal kapatılmaması ihanet gibi bir şey" yorumunda bulundu.

Hakan'ın (29 Ocak 2018) yazısının ilgili bölümü şöyle:

Yeni Şafak manşet atmış.

Diyor ki manşette:

- ABD, PKK’ya anlık istihbarat veriyor.

- Verilen istihbaratın adresi: Kürecik Radar Üssü.

Yeni Şafak’ın bu manşeti doğruysa...

Kürecik’in derhal kapatılmaması ihanet gibi bir şey.

Yeni Şafak bakalım yarın...

“Niye Kürecik’i kapatmıyorsun ey Kılıcdaroğlu” diye bir başlık atacak mı?

T24
ETİKETLER
ahmet hakan yeni Şafak manşet kürecik kürecik radar Üssü
_________________
Bir varmış bir yokmuş...
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Önceki mesajları göster:   
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> DÜNYA BİR İNKILÂP BEKLİYOR Tüm zamanlar GMT
Sayfaya git Önceki  1, 2, 3, 4
4. sayfa (Toplam 4 sayfa)

 
Geçiş Yap:  
Bu forumda yeni başlıklar açamazsınız
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz
Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız


Powered by phpBB © phpBB Group. Hosted by phpBB.BizHat.com


Start Your Own Video Sharing Site

Free Web Hosting | Free Forum Hosting | FlashWebHost.com | Image Hosting | Photo Gallery | FreeMarriage.com

Powered by PhpBBweb.com, setup your forum now!
For Support, visit Forums.BizHat.com