EntellektuelForum Forum Ana Sayfa EntellektuelForum

 
 SSSSSS   AramaArama   Üye ListesiÜye Listesi   Kullanıcı GruplarıKullanıcı Grupları   KayıtKayıt 
 ProfilProfil   Özel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapınÖzel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapın   GirişGiriş 

"Ekonomiden çatırdama sesleri geliyor"

 
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> İKTİSADÎ HABERLER
Önceki başlık :: Sonraki başlık  
Yazar Mesaj
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Cmt Hzr 24, 2017 2:54 am    Mesaj konusu: "Ekonomiden çatırdama sesleri geliyor" Alıntıyla Cevap Gönder

Hazine 2017 yılında 60.45 milyar lira ‘nakit açığı’ verdi
8 Ocak 2018



Hazine'nin nakit dengesi 2017 yılının tamamında 60 milyar 450 milyon lira "açık" verdi.

Hazine Müsteşarlığı’nın verilerine göre, Aralık’ta Hazine nakit dengesi 21 milyar 120 milyon lira, faiz dışı denge de 21 milyar lira açık verdi.
Buna göre, 2017’de Hazine nakit dengesi 60 milyar 450 milyon lira, faiz dışı denge de 17 milyar 840 milyon lira açık verdi.

Patronlar dünyası
Etiketler:
Hazine nakit dengesi


CHP: Enflasyon hedefi yüzde 100 saptı



Hükümetin Orta Vadeli Planda 2017 enflasyonunu yüzde 6,5 olarak açıklandığını, sonra bunu yüzde 9,5 olarak revize etmişti. Yıl sonu enflasyonu yüzde 11,92 çıktı.

Tüketici Fiyat Endeksi (TÜFE) aralıkta aylık bazda yüzde 0,69, Yurt İçi Üretici Fiyat Endeksi (Yİ-ÜFE) yüzde 1,37 artış gösterdi. Yıllık enflasyon tüketici fiyatlarında yüzde 11,92, yurt içi üretici fiyatlarında yüzde 15,47 oldu.
CHP Ekonomiden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Aykut Erdoğdu, TÜİK’in bugün açıkladığı enflasyon rakamlarının asgari ücret ile diğer çalışan ve emeklilere yapılan zamların düşük olduğu yolunda yaptıkları eleştirilerde ne kadar haklı olduklarını ortaya koyduğunu söyledi.
Erdoğdu, Türkiye İstatistik Kurumu'nun (TÜİK) yıllık enflasyonun yüzde 11.14 düzeyine yükseldiğini açıkladığını kaydederek, Türkiye’nin dünyanın en yüksek enflasyona sahip ülkelerden birisi olduğunu söyledi. Yıllık üretici enflasyonunun yüzde 15.82'yi bulduğuna işaret eden Erdoğdu şöyle devam etti:

“Tek haneli enflasyon Türkiye için artık hayal haline geldi. Kar, faiz ve rant elde edenler gelirlerini enflasyona göre ayarlama şansına sahip. Ama binlerce çalışanın ücretleri enflasyon karşısında hızla erimeye devam ediyor. Çalışanların kazançları erirken, rant kesiminin karları ise enflasyon nedeniyle artan faizlerle birlikte katlanıyor. Türkiye’nin zaten iyice bozulmuş olan gelir dağılımı da katlanarak bozulmaya devam ediyor. 2017’nin 3’üncü çeyreğinde sözde dünyanın en hızlı büyüyen ekonomisiydik ki, bu da hormonlu büyümeydi, ama yılsonu enflasyonuna bakınca büyümeden gelenin enflasyonla gittiği anlaşılıyor.”

HEDEFLERİ YÜZDE 100 SAPTI

Hükümetin Orta Vadeli Planda 2017 enflasyonunu yüzde 6,5 olarak açıklandığını, sonra bunu yüzde 9,5 olarak revize ettiğini hatırlatan Erdoğdu, şu görüşleri dile getirdi:
“Hiçbir hedefi tutmayan hükümetin gerçekleşmeyecek hedefleri baz alarak ücretlere yaptığı zamlar ücretlilerin sofrasını her geçen gün küçültüyor. Yüzde 6,5’la başladıkları enflasyon hedefi neredeyse yüzde 100 saparak, yüzde 12 civarında gerçekleşti. Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, asgari ücretin çok düşük belirlendiğini söylediğimizde bize ‘elinize, yüzünüze dursun’ demişti. Şimdi biz de ona ‘bu enflasyon rakamları eline yüzüne dursun’ diyoruz. Fakirin sofrasındaki zorunlu gıdalar bile her geçen gün bu iktidar tarafından gasp edilerek, küçültülüyor.”

AÇLIK VE KITLIKLA KARŞILAŞABİLİRİZ

Erdoğdu, hükümetin enflasyonu düşürme yöntemi olarak tarımda ithalat yoluna gittiğini ve bu ürünlerin gümrük vergisini sıfıra varan oranlarda indirdiğine dikkat çekerek, “Çiftçilerin belini kırarak tarımı yok etmenin ileride telafisi olmayan sonuçları olacak. En küçük bir döviz krizinde gıdada ithalata mahkûm bir ülke olarak gıda sıkıntısıyla karşılaşabiliriz” diye konuştu.
Enflasyonu düşürmek için sıkı para politikası uyguladığını iddia eden Merkez Bankası’nın, sıkılığını ve sağlamlığını sadece dar gelirliye gösterdiğini söyleyen Erdoğdu, ara malı enflasyonunun da yüzde 20.75 olarak gerçekleştiğini belirterek, bunun maliyetleri artırarak ihraç ürünlerinin fiyatını arttıracağını, dolayısıyla bu ürünlerin yurt dışında rekabet şansını azaltan bir etken olacağını da sözlerine ekledi.

Patronlar dünyası

Enflasyon canavarı yine hortladı, kimse Başbakan Yardımcısının bu sözlerini hatırlamadı
3 Ocak 2018



Türkiye İstatistik Kurumu, Aralık ayı ve 2017 yılı enflasyon rakamlarını açıkladı. Buna göre TÜFE Aralık ayında 0.69 oldu. 2017 enflasyon rakamı 11.92 oldu...

Türkiye İstatistik Kurumu, Aralık ayı ve 2017 yılı enflasyon rakamlarını açıkladı. Buna göre TÜFE Aralık ayında 0.69 oldu. 2017 enflasyon rakamı 11.92 oldu.

Bu seviye 2004 yılından bu yana kayıtlara geçen en yüksek yıllık enflasyon oldu. Milyonlarca memur ve memur emeklisi enflasyon rakamlarının açıklanmasını bekliyordu.

Ancak medyanın gözünden bir detay kaçtı. Ekonomiden Sorumlu Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek daha 3 ay önce enflasyonla ilgili, "Yıl sonunda tekrar yüzde 10'un altına ineceğini düşünüyoruz" ifadelerini kullanmıştı.
Şimşek, "Gerek kurda yakın dönemde sağlanan göreceli istikrar gerekse Gıda Komitesi'nde alınan önemli tedbirler sayesinde enflasyonun yıl sonunda tekrar yüzde 10'un altına ineceğini düşünüyoruz. Hedefimiz enflasyonu tekrar tek hanede bitirmek, bu mümkün" diye konuşmuştu.
Başbakan yardımcısının 3 ay önceki bu sözleri sonrasında enflasyonun tek hanelerden 2 puan daha yüksek çıkması ekonomideki öngörülebilirlik açısında tedirginlik yarattı.
İşte o enflasyon tablosu:



Etiketler:
Ekonomiden Sorumlu Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek enflasyon

Patronlar Dünyası

"Zarrab davasından gelecek olası bir kötü haberde, ortalık polis baskını yemiş kumarhaneye dönecek!"
18 Aralık 2017



"Ekonomiden çatırdama sesleri geliyor"

Sözcü yazarı Murat Muratoğlu, ABD'nin İran'a yönelik yaptırımlarını deldiği iddiasıyla tutuklanan Türk ve İran vatandaşı iş adamı Reza Zarrab'ın 'tanık' olmayı kabul ederek ifade verdiği davanın sona ermesiyle konunun burada kapanmayacağını ifade etti. Dünya piyasalarının şu anda Amerika'nın 'Türkiye'nin indiremediği enflasyonu yukarı çıkartamayacak kadar kabiliyetsiziz!' itirafının kutlamalarını yaptığını söyleyen Muratoğlu, yükselen faizlerle Türkiye'nin sıcak paranın adresi haline geldiğini belirterek, "Ekonomiden çatırdama sesleri geliyor. Gürültüden pek duyulmuyor! Türkiye hakkında olası bir kötü haberde ki, kuvvetle muhtemel Zarrab hikâyesinden gelecek, ortalık polis baskını yemiş kumarhaneye dönecek" ifadesini kullandı.

Murat Muratoğlu'nun, "Reza Zarrab meselesi bitti mi?" başlığıyla (18 Aralık 2017) yayımlanan yazısı şöyle:

Türkiye'de en büyük rezaletin raf ömrü taş çatlasa bir aydır. Sonrasında unutulur. Alışılır. Eskimeye yüz tutar ve kapanır. Peki, Zarrab Türkiye'de gündemi yeteri kadar meşgul etti, millet sıkıldı diye olay kapanıyor mu sanıyorsunuz? O kapanan bizim erozyona uğramış ahlakımız, hukuk ölçümüz. Rüşveti alanlar rahatça dolaşıyorlar yüzsüz yüzsüz!

* * *

Yabancı yayın organlarını takip etseniz Amerika'daki davanın hiç de Türkiye'nin lehine gitmediğini göreceksiniz. İyi de bunları Türkiye'de yaşayanlara kim anlatacak? Kim anlatsa vatan haini olacak! Bu ülkede İktidar partisinin oy kaybına neden olacak her türlü haber milli meseledir, ihanettir! Hakkında yapılacak her türlü yorum dış mihraklar ile işbirlikçiliğidir.

* * *

Daha geçen yıl … Zarrab'ın ortağı Babek Zencani İran'da yolsuzluk nedeniyle idam cezası aldı. Yargılanması iki yıl sürdü ve yaklaşık 170 milyar dolarlık bir kara parayı akladığı kabul edilip hüküm giydi. Zencani ifadesinde, Türkiye'de rüşvet dağıttığına ilişkin beyanlarda bulundu. Kendisinin yüzde 2 aldığını, yüzde 5'inin Dubai'de, yüzde 5'inin Türkiye'de dağıttıldığını söyledi. Yaklaşık 8.5 milyar dolarının Türkiye'den alındığını da ekledi.

* * *

Zencani parayı, altına çeviriyor, kendisine ait havayolları şirketiyle Türkiye'ye sokuluyordu. Zarrab devreye burada giriyor, Türkiye'deki şirketleri aracılığıyla Dubai'ye naklediliyordu. Dubai'deki sarraflar tarafından eritilip ziynet eşyası şekline getiriliyor. Bu ziynet eşyaları teknelerle İran'a yollanıyor ve İran'da tekrar eritilip sisteme külçe altın olarak sokuluyordu.

* * *

Zencani; “Türkiye'de rüşvet verdim” dediyse de, Meclis bu 8.5 milyar dolarlık rüşvetin araştırılmasını AKP'nin oylarıyla reddetti! Bize göre o rüşvet değildi! İyi de para nereye, kime gitti? Zencani bunları anlattı. Aynısını Amerika'da Zarrab anlattı. Şema çizdi, para akışını gösterdi. Araştırma önergesi yine AKP oylarıyla reddedildi! Sahi Meclis bugüne kadar neyi araştırmayı kabul etti?

* * *

Dava sona erecek, konu burada kapanacak sanıyorsunuz değil mi? Ya hiç Amerikan filmi seyretmemişsiniz ya da çok safsınız. Adamlarda gelenektir, konu son 20 dakikada nihayete erdirilir. Dünya piyasaları şu anda Amerika'nın “Türkiye'nin indiremediği enflasyonu yukarı çıkartamayacak kadar kabiliyetsiziz!” itirafının kutlamalarını yapıyor.

* * *

Haliyle bu ortamda faizleri dünyada eşi benzerine zor rastlanacak kadar yüksek olan Türkiye ister istemez maceracı sıcak paranın adresi oluyor. Günü idare ediyor. Lakin ekonomiden çatırdama sesleri geliyor. Gürültüden pek duyulmuyor! Türkiye hakkında olası bir kötü haberde ki, kuvvetle muhtemel Zarrab hikayesinden gelecek, ortalık polis baskını yemiş kumarhaneye dönecek.

T24
ETİKETLER
zarrab murat muratoğlu kötü haber dava ekonomi ortalık polis baskını yemiş kumarhaneye dönecek haber

Eski Merkez Bankası Başkanı: Tekeri patlak kamyon gibi gidiyoruz, üstelik fren de yok
14.11.2017



Eski Merkez Bankası Başkanı ve İYİ Partinin kurucuları arasında yer alan Durmuş Yılmaz, Türkiye ekonomisi ile ilgili açıklamalarda bulundu.

Sözcü'den Özlem Gürses'e konuşan Yılmaz, Türkiye ekonomisinin en önemli sorunlarından biri olarak şeffaflık eksikliğini işaret etti ve gidişatın 2001 yılındaki krize benzer bir duruma yol açabileceğini ifade etti. Yılmaz, "Tekeri patlak kamyon gibi gidiyoruz, üstelik fren de yok" dedi.

Yılmaz'ın açıklamalarının ilgili bölümü şöyle:

Şu anda Türkiye ekonomisinin en önemli sorunu nedir peki?

Şeffaf olmamak. En önemli, bir numaralı sorun budur. Karar alma mekanizmasının felce uğraması ve her şeye tek bir sesin karar vermesi. Bu nedenle koordinasyon yok ve daha önemlisi yapılan yanlışlarla ilgili kimse ‘Bunu biz nasıl düzeltiriz?' diye soramıyor. Fren kalmadı. Türk ekonomisi dışarıdan kuşatılmış gibi bir hisse kapılıyorum ben. Bu bizi çıkmaza götürür, 2001 yılında yaşadığımız sürece çok benzer günlerdeyiz.

Ne demek o?

O dönemde de kamu maliyesi felçti, mali disiplin bozulmuştu, hesap kitap karmakarışıktı ve bütçenin içeriği çok fazla bilinmiyordu. Bugün de aynı koşullar oluşmuş durumda. Sayısız bütçe dışı harcama var ve hem miktarını hem de nereye gittiğini bilmiyoruz. Varlık Fonu böyle bir şey mesela… Derhal denetim ve kontrolün hakim olup Sayıştay'ın çalıştırılması gerekir.

1930'larda vatandaş söküğünü dikmek için kullandığı iğneyi dışarıdan ithal ediyor. Ölüsünü defnetmek için kullanacağı kumaşı dışarıdan ithal ediyor. Şimdi böyle bir ortamda bu büyüme nasıl sağlandı? Yapısal reformlar yapıldığı için sağlandı. Ekonomiye toplumun tüm kesimlerinin iştirak etmesi mümkün oldu. Ve o dönemde biz ülkemizin gördüğü en yüksek sermaye birikimini gerçekleştirdik. Sümerbank o dönemde kuruldu, Etibank o dönemde kuruldu, demiryolları yapıldı, Beykoz Kundura Fabrikası, Demir Çelik Fabrikası, hepsi o dönemde yapıldı.

1930'daki bu akıl niye şimdi işlemiyor?

Açılan tek bir fabrika var mı? Yok. Tekeri patlak kamyon gibi gidiyoruz, üstelik fren de yok!

Birgün
Türkiye Merkez Bankası ifade kitap hakim beykoz Sayıştay vatandaş sermaye

‘Rekor büyüme’ söylemine rağmen eylülde işsizlik yüzde 10.6’da kaldı. Kayıt dışı çalışan sayısı 10 milyonu geçti. Genç işsizlik yüzde 20’ye yükseldi
16 Aralık 2017



İşsizlik, ağustosta olduğu gibi eylülde de yüzde 10.6 oldu. Ekonomi 3. çeyrekte geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 11.1 büyüdü ancak eylülde işsizlik bir önceki aya göre değişmedi ve çift hanede kalmayı sürdürdü. Bir önceki yılın aynı dönemine göre düşüş, 0.7 puan oldu.
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre, dar tanımlı işsiz sayısı 3 milyon 419 bin kişi oldu. Aynı dönemde genç nüfusta (15-24 yaş) işsizlik oranı 0.1 puanlık artış ile yüzde 20’ye ulaştı. İstihdam oranı eylülde, bir önceki yılın aynı dönemine göre 1.1 puanlık artış ile yüzde 47.9 oldu. İşgücüne katılım oranı ise 0.8 puan artarak yüzde 53.6 olarak gerçekleşti.

Ne eğitimde ne işte

Eylül 2016-Eylül 2017 döneminde toplam istihdam 1 milyon 233 bin artarken kayıt dışı istihdam 491 bin arttı. Yani, yeni yaratılan istihdamın yaklaşık yüzde 40’ı kayıt dışı oldu.

Kayıt dışı çalışan sayısı 9 milyon 530 binden 10 milyon 21 bine, kayıt dışı oranı ise yüzde 34.6’dan yüzde 34.8’e yükseldi. Kadınlarda kayıt dışı oranı yüzde 45.3’ten yüzde 46.3’e ulaştı. Aynı dönemde “ne eğitimde ne istihdamda” (NEET) olan gençlerin oranı yüzde 25.8’den yüzde 26.1’ yükseldi. Kadınlarda ise bu oran yüzde 35.3’ten yüzde 36.3’e ulaştı. CHP Genel Başkan Yardımcısı Aykut Erdoğdu, TÜİK’in işsizlik verilerinin “makyajlı” ve “şaibeli” olduğunu, gerçekleri yansıtmadığını söyledi.

Genç ve kadın işsizliği arttı

Genç ve kentsel kadın işsizliği ile üniversite mezunları arasında işsizlik artmaya devam ediyor. Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu Araştırma Dairesi (DİSK-AR) TÜİK’in eylül işgücü verilerini değerlendirdi. TÜİK verilerine göre dar tanımlı ve mevsimsel etkilerden arındırılmış işsizlik oranı yüzde 10.7, mevsimsel etkilerden arındırılmış işsiz sayısı ise 3 milyon 410 bin olurken, DİSK-Ar geniş tanımlı işsiz sayısının 5.9 milyon, geniş tanımlı işsizlik oranının ise yüzde 17.2 olarak gerçekleştiğini belirtti.
Kadın işsizliğinin yüzde 14.9, genç kadın işsizlik oranının yüzde 26.7 olduğuna dikkat çeken kurum, yüksek öğrenim işsizliğinin geçen yılın aynı döneminde göre 2 puan yükselerek yüzde 13.9 olduğuna işaret etti. En çok iş güvenliği, sosyal hizmet ve gazetecilik mezunları işsiz kaldı. İş aramayıp çalışmaya hazır olanların sayısı 1 milyon 444 bine yükseldi. Çalışmaya hazır olan ama iş bulamayan grubu ifade eden bu sayının 1 milyon 4 bini ise kadın işsizler oluşturuyor. Eylül 2017 verilerine göre 609 bin işsiz ise iş bulma ümidini kaybetmiş durumda.

Patronlar dünyası

"Yüzde 11 büyüyorsak ve biz bunu hissetmiyorsak genellikle haklı olan bizizdir"
18 Aralık 2017



Bilkent Üniversitesi İktisat Bölüm Başkanı Prof. Dr. Refet Gürkaynak, 3. çeyrekte ulaşılan yüzde 11.1'lik büyüme rakamlarının geçen yıl aynı dönemdeki küçülmeye ve TÜİK'in milli gelir seviyesi revizyonundan kaynaklandığını belirtti. Bu enflasyon oranlarıyla ve dünyada artan faizlerle şu anki faiz oranının bu ekonomiyi kaldırmadığını kaydeden Gürkaynak "Onun için de lira değer kaybediyor, Merkez Bankası Lira'yı cazip hale getirmek için faiz arttırmalı" diye konuştu.

Bloomberg HT'de yer alan habere göre, Yatırım Kulübü programında Açıl Sezen'e konuk olan Bilkent Üniversitesi İktisat Bölüm Başkanı Prof. Dr. Refet Gürkaynak, büyüme rakamları ve Türkiye ekonomisi hakkında açıklamalarda bulundu.

3. çeyrekteki %11.1'lik büyüme rakamlarını değerlendiren Gürkaynak verinin ekonomik gerçekleri yansıtmadığını ifade etti. Gürkaynak "bu büyümenin mekanik nedeni; geçen yıl 3. çeyrekte küçülmüş olmamız, diğeri de TÜİK'in milli gelir seviyesi revizyonu...Ben hiç bir şekilde bilerek isteyerek yanlış veri verildiğini düşünmüyorum ama bu veri bizim içinde yaşadığımız ekonomiyi yansıtır gibi de görünmüyor. Bu hızla büyürken işsizliğin hızlı düşüyor olması, örneğin elektrik üretiminin hızlı artıyor olması lazım vs. Yüzde 11 büyüyorsak ve biz bunu hissetmiyorsak genellikle haklı olan bizizdir" dedi.

Gelecek yıl enflasyonun seyrinde Merkez'in adımlarının önemli olacağını belirten Gürkaynak "Hükümet Merkez Bankası'na 'işini bildiğin gibi yap' diyecek mi? O vakit enflasyonun düşmesini bekleyebiliriz. Ama bunun karşılığında bir süre yüksek faiz olmak zorunda,, Merkez Bankası faiz arttıracak, kendine güven tesis edecek, ondan sonra enflasyonun düşmesiyle yavaş yavaş faiz düşürecek. Bu, dünyada hep gördüğümüz şey.. Türkiye'de de enflasyonu yüzde 100'lerden bu şekilde indirdik.

Eğer MB'nin siyasi baskı altında kalacağını düşünüyorsak o zaman önümüzdeki senenin bu yıldan çok farklı olacağını düşünmüyorum" dedi.
"TCMB faiz artırmak zorunda"

Geç Likidite Penceresi faizinin konjonktürel bir para politikası aracı olmadığını belirten Gürkaynak "Merkez Bankası, adı faiz artışı olmadan bu işi yapmak için arka kapıdan yollar arıyor, bunlar etkili olmuyor. GLP bir para politikası aracı değil, bununla yapılan politika da kötü bir para politikası" dedi.

Bu enflasyon oranlarıyla ve dünyada artan faizlerle şu anki faiz oranının bu ekonomiyi kaldırmadığını kaydeden Gürkaynak "Onun için de lira değer kaybediyor, Merkez Bankası Lira'yı cazip hale getirmek için faiz arttırmalı" diye konuştu.

T24
ETİKETLER
büyüme faiz ekonomi

"Ekonomi apansız çökebilir, Meclis duruma el koymalı"
22 Kasım 2017



"Kırılgan' demek, daha yüksek basınçlar karşısında ansızın çökme ihtimali var demektir"

HDP İzmir Milletvekili Ertuğrul Kürkçü, Meclis Genel Kurulu'nda partisinin ekonomiye ilişkin araştırma önergesi üzerine söz aldı. Kürkçü, "Ekonominin apansız çökmesi ihtimali vardır, Meclis yurttaşların hakları için harekete geçmelidir" dedi.

Türkiye 2013'te ekonomisi kırılgan beş ülke arasında sayıldığını hatırlatan Kürkçü, "Bu yıl bu liste yeniden yayımlandı ve bu kırılganlık listesinde bir tek Türkiye var, diğerleri çıktılar. Şimdi Türkiye, Arjantin, Pakistan, Mısır ve Katar'la birlikte değerlendiriliyor" ifadesini kullandı.

HDP'li Kürkçü'nün açıklamaları şöyle:

Uluslararası endeks kuruluşlarının yaptıkları değerlendirmelerde Türkiye 2013'te ekonomisi kırılgan beş ülke arasında sayılmıştı. Bunlar Türkiye, Brezilya, Hindistan, Endonezya ve Güney Afrika'ydı. Bu yıl bu liste yeniden yayımlandı ve bu kırılganlık listesinde bir tek Türkiye var, diğerleri çıktılar. Şimdi Türkiye, Arjantin, Pakistan, Mısır ve Katar'la birlikte değerlendiriliyor.

Kırılma apansız olur

Bu durum yeterince alarm verici. "Kırılgan" demek; daha yüksek basınçlar karşısında ansızın çökme ihtimali var demek. Kırılgan olmayan esnek materyaller nasıl yüksek şoklar ve darbelere mukavemet gösterirlerse, kırılgan olmayanlar ise çıt diye kırılırlar. Tehlike de zaten burada, öngörülür. Belirtiler yavaş yavaş yükselmez, apansız olur.

"Göstergeler ortada"

Göstergeler var; dolar bugün itibarıyla 3,95'e, avro 4,63'e yani son yılların en yüksek değerine çıktı. Motorin 5 lirayı geçti, geçen yıl 3,60'tı. Ekmeğin 200 gramı 1 Türk lirası, geçen yıl 250 gramı 75 kuruştu. Açık bir zam bu. İşsizlik bu yıl itibarıyla yüzde 10,2, geçen yıldan çok önemli bir fark yok. Enflasyon geçen yıl yüzde 8,53'tü, bu yıl TÜFE yüzde 11,20. Kredi kartı borcu olanlar 32 milyon 39 bin kişi ve toplam 49,4 milyar lira borçları var bankalara, takipte de 618 bin kişi var.

"Ekonomide durum alarm verici"

Durumun hakikaten alarm verici olduğu, kırılganlığın uç noktaya doğru yaklaşmaya başladığı açık. Fakat bunu karşılayabilmek için uygulanan Hükümet politikalarına baktığımızda, içeride olağanüstü hal, dışarıda savaş hazırlığı var. Savaş hazırlığı sadece bir retorik değildir. Başbakan Yardımcısı kendi terimleriyle bunu açıkladı "Milli savunma harcamalarımız için gereken 28 milyar doları bulabilmemiz için motorlu taşıtlar vergisine zam yapmak zorundayız" dedi.

Dolayısıyla içeride bütün bu yükler toplumun üzerine yükleniyor. İçeride olağanüstü hal, dışarıda savaş hazırlığıyla buna reaksiyon veren bir rejim, Türkiye'yi bir çıkışa doğru götürmüyor. Tam tersine öngörülemezlikleri ve kırılganlıkları durmaksızın artıyor.

"Ekonomi apansız çökebilir, Meclis duruma el koymalı"

Bu şartlar altında Meclisin duruma el koyması gerekir. Çünkü Hükümet, iç ve dış politikada sıkıştıkça, macera, baskı, şiddet ve yurttaşların haklarına yönelik saldırıları artırdıkça; bunların ekonomi üzerine etkisi artan ölçüde olumsuz oluyor. Çünkü uluslararası kuruluşlar, OHAL devam ettikçe Türkiye'deki ortaklarıyla yeni sözleşmeler yapmaktan vazgeçiyorlar, Türkiye'nin eski müttefikleriyle arası bozuluyor, kendisine yeni uluslararası müttefikler bulamıyor. Ekonominin apansız çökmesi ihtimali vardır, Meclis yurttaşların hakları için harekete geçmelidir.

T24
ETİKETLER
ekonomi ekonomi apansız çökebilir hdp ertuğrul kürkçü meclis genel kurulu haber

"Ecevit'e atılan yazar kasa döneminde yaşamadığımız tüm operasyonları yaşamaya başladık"
31 Ekim 2017



"Ayakta kalmaya çalışan orta sınıfı temsil eden vatandaşın çile katsayısı katlandı"

Yeniçağ yazarı Batuhan Çolak, CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu'nun istifa çağrısının ardından Cumhrubaşkanı Tayyip Erdoğan'ın "Sen daha neyin erken seçimini istiyorsun? Daktilolar başbakanlığın önüne fırlatılmıyor ki böyle bir durum yok" sözlerindeki "daktilo"nun Bülent Ecevit'in başbakanlığı döneminde atılan yazar kasaya bir gönderme olduğunu ifade etti. Çolak, "Ecevit'e atılan yazar kasa döneminde yaşamadığımız tüm operasyonları yaşamaya başladık. Her ülkenin temel dayanak noktası olan demografik yapı bir günde alt üst edildi" dedi.

"Ayakta kalmaya çalışan orta sınıfı temsil eden vatandaşın çile katsayısı katlandı"ğını ifade eden Çolak, "En kötü evlerin bile 250 bin liradan başladığı bu ortamda ise yeni zenginler ortaya çıkıyor!" ifadesini kullandı.

Batuhan Çolak, "Ekonomik yapıya demografik operasyon!" başlığıyla (31 Ekim 2017) yayımlanan yazısı şöyle:

Cumhurbaşkanı Erdoğan "artık daktilo atılmıyor" diyerek ekonominin iyi olduğunu vurguladı.

Erdoğan'ın "daktilo" olarak bahsettiği konu; bir esnafın Bülent Ecevit'in Başbakanlık merdivenlerinden indiği sırada "Ben bir esnafım Sayın Başbakanım" sözleriyle elindeki yazar kasayı atma hadisesiydi. Krizin de etkisiyle bu sözler epey yankılandı. Dönemi anlatan yakın dönem belgesellerinde de "ekonomik krizin" sembolleşen görüntüsü oldu.

Dönemin şartlarında piyasa can çekişiyor, birçok iş yeri kepenk kapatıyor, enflasyon dur durak bilmeden artıyor, bunun yanına bir de Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in kendisini o makama getiren Bülent Ecevit'e anayasa kitapçığını fırlatması hadisesi yaşanıyordu.

Ekonomik açıdan zorlu bir dönemdi. Öte yandan iktidarın kendi içinde de ciddi problemleri olmuş; Kemal Derviş, İsmail Cem ve Hüsamettin Özkan'ın başını çektiği grup DSP'den kopmuşlardı.

Ecevit, koalisyon ortağı olan Bahçeli'ye "Başbakanlığı siz alın" demişti. Ancak Ecevit'in bu teklifi Bahçeli tarafından reddedilmiş ve ani bir kararla 3 Kasım 2002 seçimlerine gidilmişti.

Seçim sonuçlarına göre; ANAP, DYP ve MHP baraj altında kalırken, Meclis'e sadece AKP ve CHP girebiliyordu.

Türkiye artık yeni bir siyaset iklimindeydi. Adalet ve Kalkınma Partisi, Recep Tayyip Erdoğan'ın liderliğinde tek başına iktidara geliyor, Meclis'e giren parti sayısının sadece iki olmasından dolayı temsil oranı düşüyordu.

O günden bu yana Erdoğan ve AKP'si her yıl değişen bir siyaset uyguladı.

Ekonomi politikaları ise AKP'nin en güçlü olduğu alan olarak tanımlandı. Köprüler, yollar ve TOKİ binaları; gelişmenin, ilerlemenin sembolü olarak gösterildi.

Ekonomi politikalarında sınıflar arasındaki gelir adaletsizliği ise dile getirilmeyen en büyük problemdi. Ekonomideki değişimler yeni sınıfların doğmasına ve kültürel ayrışmalara yol açtı.

Özellikle sermayenin el değiştirmesi muhafazakâr grupların ekonomik itibarlarının artmasına neden olurken, iktidarın "partili zengin oluşturma" girişimleri meyve verdi.

Doğrudan hükümetin emrinde; iş adamları, inşaat firmaları ve medya oluşurken, zenginliklerinin sınırı olmayan tarikatlar iktidarı tehdit edecek güce erişti.

Olmayacak ihaleler, olmayacak özelleştirmeler, olmayacak dönüşümler bir gecede oldu. İmar izni çıkmaması gereken ne kadar değerli arazi varsa birer birer yapılaşmaya açıldı.

Çarpık kentleşmenin tüm örnekleri sergilendi. Osmanlı'dan kalan birçok eser "restorasyon" adı altında heba edildi. Üsküdar'ın sembolü Şemsi Paşa Camisi'nin (Kuşkonmaz) yanına çay bahçesi yapabilmek için denize demir çiviler çakıldı. Osmanlı'dan bu yana ayakta kalan yapı ortadan ikiye çatladı.

Türkiye'nin ekonomik anlamdaki lokomotifi olan İstanbul, gelir adaletsizliğinin merkezi haline dönüştü. Kent dokusunu hiçe sayarak konumlandırılan yüksek binalar bu adaletsizliğin sembolü haline geldi.

Yüksek katlı iş merkezlerinin, rezidansların hemen 1-2 km.'lik yakın çevresinde; gecekondulaşma ve çarpık kentleşmenin tüm örnekleri sergilenmeye başladı.

Tüm bunlar yetmezmiş gibi bir de Suriye'deki iç savaşın bütün yükü Türk halkının omuzlarına yüklendi.

Ecevit'e atılan yazar kasa döneminde yaşamadığımız tüm operasyonları yaşamaya başladık. Her ülkenin temel dayanak noktası olan demografik yapı bir günde alt üst edildi.

Bu karmaşanın içinde ayakta kalmaya çalışan orta sınıfı temsil eden vatandaşın çile katsayısı katlandı.

En kötü evlerin bile 250 bin TL'den başladığı bu ortamda ise yeni zenginler ortaya çıkıyor!

Bunlardan bir tanesi Yasser Haddad... İhlas Haber Ajansı'nın haberine göre bir Suriyeli... Ülkesindeki iç savaştan kaçıp İstanbul'a geliyor. Burada Arap turistlere tercümanlık yaparak hayatını kazanırken şirket kurmaya karar veriyor. Kurduğu tur şirketi ile Arap turistlere estetik, gezi ve konaklama turları düzenliyor. Aylık cirosunun 1 milyon TL olduğunu ve yanında 40 Suriyeli ve 5 Türk çalıştırdığını söylüyor.

***

Osmanlı'nın çöküşünü hızlandıran en temel sorun farklı milletlerin Osmanlı kimliğinde buluşamamış olmalarıydı. İzmir işgal edilirken Türkleri hançerleyenlerin başında, Osmanlı egemenliği altında huzurla yaşayan Rumlar geliyordu.

Osmanlı'nın çöküşünü hızlandıran bir diğer önemli faktör de ekonominin yüzde 80'inin gayrimüslimlerin elinde olmasıydı.

"Peki bunlarda ne gibi bir sorun var" diye soracaksınız.

Buradaki sorun, yabancı sermaye ve farklı kültürler kendilerini yaşadıkları yere ait hissetmezlerse; gettolaşma, etnik hareketler ve mezhepsel faaliyetler ortaya çıkar. Tıpkı tur zengini Suriyeli yaptığı gibi, işe alınanların neredeyse tamamı "Suriyeliler"den seçilir!

Türkiye tam da böyle bir kıskaca girmiş bulunuyor.

Orta sınıf her gün zamlanan ürünleri almak için gece-gündüz çalışırken, partili sermaye ve göç hareketleri ekonomiye darbe vuruyor.

İç savaştan kaçıp, yanında kendi vatandaşlarını çalıştıran Suriyeli'nin meşruluğu liberal ekonominin temelidir. Ancak buradaki sorun sermayeyi oluşturan erklerin kimlik sorunudur.

Kimse söylemeye cesaret edemese de, "daktilo atıldığı" günlerden çok daha tehlikeli bir sürece girmiş bulunmaktayız.

T24
ETİKETLER
bülent ecevit yazar kasa tayyip erdoğan daktilo haber operasyon ecevit dönemi haber

Türkiye'de seri iflaslar yaşanabilir
13 Kasım 2017



Japon kredi derecelendirme kuruluşu JCR Eurasia Rating Başkanı Orhan Ökmen Türkiye’de hem ekonomik hem siyasi anlamda stresin arttığını belirterek, üç ayda bir yaptıkları şirket incelemelerini artık haftada bire indirdiklerini söyledi. "Başta inşaat sektöründe olmak üzere seri iflas riski büyüyor" diyen Ökmen, Türkiye ekonomisinin riskleri, OHAL, enflasyon, faiz ve kredi derecelendirme kuruluşlarına yönelik eleştirileri anlattı.

Ökmen, OHAL’in peş peşe uzatılmasının, piyasalarda “Artık OHAL kalıcılaşmıştır” algısı yarattığını vurgulayarak, daha fazla istihdam, üretim ve yatırım odaklı sürdürülebilir bir büyüme için yatırım ortamının hukuk ve demokrasi açılarından iyileştirilmesinin en temel öncelik olduğuna dikkat çekti

Cumhuriyet'ten Şehriban Kıraç'a konuşan Orhan Ökmen'in açıklamaları şöyle:

Stres hali arttı

- Türkiye hem siyasi hem ekonomik olarak hareketli bir dönemden geçiyor, bu dönemde kredi derecelendirme kuruluşları nasıl işliyor?

İşlerin iyi gittiği dönemlerde reyting kuruluşlarını da rehavet alıyor. Ama ne zamanki ekonomide, siyasette bir stres hali ortaya çıkıyorsa yoğunluk artıyor. Notlar aşağıya iniyor. Şirketlerle görüş alışverişi, tartışmalar daha büyüyor. İster istemez gözden geçirmenin periyotları kısalıyor. Türkiye şu anda öyle bir dönemde. İşin kuralı biz notlarımızı bir yıllık perspektiflerde oluşturuyoruz. Üç ayda bir de ülkeleri, şirketleri gözden geçiriyoruz. Ama böylesi stresli dönemlerde üç aylık süreler uzun kalıyor. Firmaların durumu haftalık değişiyor. Günlük bile izlediğimiz durumlar oluyor.

Durağanlaşma riski
- Şu anda Türkiye ekonomisinin en zayıf yönleri neler?

Türkiye’nin durağanlaşma riski artıyor. Şu anda hem sektörlerde hem de firmalarda ciddi bir nakit tutma arzusu var. Borç ödeme arzusu düşüyor. Bu Türkiye’de ciddi bir likitide krizine yol açabilir. Hatta Türk bankacılık sektörü bazı sektörleri riskli ilan ederek onlara kredi tahsislerinde kısıntılara gittiğini duyuyoruz. Ekonomi genelinde firmaların nakit tutma eğiliminin artması, ödeme sürelerinin uzamış olması ve ödeme arzusundaki düşüklük halleri, seri iflas risklerini büyütmüştür. Kredi Garanti Fonu ve bankaların toleransı ile ekonomide bir miktar yumuşatılmış olan genel nakit sıkışıklığı, tedarikçi zinciri vasıtasıyla hem yatay hem de dikey olarak sektörler ve firmalar arasına ve ekonominin geneline sirayet ederek kritik boyutlara yükselmiş ve seri iflas olasılıklarını hayli artırdı. Ayrıca, mevcut konjonktürde bankaların riskli ilan ettikleri sektörlere yönelik kredi isteksizliği de bu nakit sıkıntısını artıracak.

Mutlak miktarı 40 milyar dolara ulaşacak olan cari açığın finansman kalitesi bozuldu. Batı dünyasıyla gerginleşen ilişkilerin topyekûn olarak ekonomiyi daraltıcı olasılıkları Türkiye’nin en önemli ekonomik risklerdendir. Hukuksal eksiklikler ve hukuksal aşınmalar da Türkiye için gelen yabancı sermaye açısından büyük risk yaratıyor.

- Hangi sektörlerde iflas riski var?

İnşaat. İnşaat şirketleri likitite açısından sıkıntıya düşmeye başladı.

OHAL tedirgin ediyor
- Türkiye uzun süredir OHAL ile yönetiliyor. Bu sürecin yatırımcıya etkisini değerlendirebilir misiniz?

OHAL’in peş peşe uzatılması, piyasalara “Artık OHAL kalıcılaşmıştır” algısı yarattı. Bu piyasaları tedirgin ediyor. Zira başlangıçta hukuk ve özgürlükleri koruma amacıyla ilan edilen OHAL’in peş peşe uzatılması, parlamentonun yönetim hakkının ve demokrasinin askıda kaldığı sürenin de kesintisiz olarak uzatıldığı algısını beraberinde getirmekte ve yatırımcıları endişelendirmekte. OHAL, yabancı yatırımcıların ülkeden çıkışlarına veya ülkeye gelmeyi ertelemelerine sebep oluyor. OHAL döneminde yaşanan hukuki uygulamalar yabancı sermayeyi korkuttu ve belirsizliği artırdı. Türkiye’nin ve dünyadaki tüm toplumların temel ihtiyacı her zaman daha çok demokrasidir. Piyasalardaki stresin temel sebebi olan OHAL’in, devam etmesi, yığınsal yoksulluğu da artıracak. OHAL’in yarattığı siyasal belirsizlik ve istikrarsızlık hali döviz kuruna ve buradan genel maliyet artışına yansıyarak fiyatları yukarı çekiyor. OHAL’in artık uzatılma gerekçesi ortadan kalktı.

İstihdam yok
- Türkiye inşaat ve tüketim eksenli büyüyor, istihdam yaratmayan bu büyüme sürdürülebilir mi?

İşsizliğe çözüm olmayan bir büyüme. Demekki büyümede bir yerlerde yanlışlık yapılıyor. Türkiye’nin büyüme potansiyeli yüzde 5.5’i de aşabilir. Ama bu Türkiye’nin sorunlarını çözmüyor. Ekonomik büyümenin bu günkü haliyle uzun vadede sürdürülebilirlik kabiliyeti oldukça zayıftır. Uzun süreden bu yana gözlemlenen yatırımcı güven eksikliğine bağlı olarak, Türkiye’nin üretim gücünü artıracak olan yatırımların gerilemekte olması, kurumsal kalitedeki ve hukuk sistemindeki aşınmalar ekonomik büyümenin sürdürülebilirlik gücünü zayıflatıyor. Türkiye ekonomisinin inşaata dayalı olması kırılganlığı artırıyor. TL’nin değer kayıpları, fonlama maliyetleri üzerindeki olumsuz gelişmeler ve enerji fiyatlarındaki artışlar inşaat sektörünün 2017 yurtiçi performansını ve likidite olanaklarını oldukça hırpaladı. Büyük altyapı projelerinin finansmanı oldukça zorlaşıyor. Bankalar açısından inşaat sektörünün 2017’de riskli kategoriye yükseltilmesi de sektörel likidite zorluğu yaratıyor. Daha fazla istihdam, üretim ve yatırım odaklı bir büyüme için, ülkenin kalkınma potansiyelini iyileştirmek, ekonomik büyümeyi sürdürülebilir kılmak adına yatırım ortamının hukuk ve demokrasi açılarından iyileştirilmesi en temel öncelikli gerekliliktir.

Yapısal reformlar kaçtı
- Merkez Bankası enflasyonu düşürmek için sürekli sıkı para politikasının devam edeceğini söylüyor. Ama enflasyon inmiyor, nerede yanlış yapılıyor?

Öncelikle uygulanan sıkı para politikasının sıkılık seviyesinin faiz, kur ve fiyat istikrarına ilişkin mevcut riskleri bertaraf etmeye yetmiyor. TL kayıplarındaki hızlanmaya karşın faiz oranlarında hareketsizlik halinin sürdürülmesi sıkı para politikasının etkinliğine gölge düşürüyor. Genişlemeci maliye politikasının etkinliği ve yapısal reform yapma ortamının kaybolması sıkı para politikasının Türkiye’de başarılı olmasını önlüyor. Merkezin uyguladığı politikalarla enflasyon düşmüyor daha da sıkılaşması lazım.

İçerdeki siyasi riskleri Türkiye düşürebilirse para politikası kur farkının etkilerini bir miktar zayıflatma gücüne kavuşabilir. Petrol fiyatlarına bağımlılık da yapısal bir sorundur, eninde sonunda yapısal reformlarla çözülecektir. Ancak, mevcut konjonktürde Türkiye’de yapısal reform yapacak ortam kaybolmuştur. Maliyetlerin, faizlerin yukarı çıktığı bir dönemde, özellikle Batı dünyasıyla ilişkilerin kopuk olduğu bir dönemde Türkiye yapısal reformları biraz zor yapar.

Eğitim şart
- Kaçırılan reformlar hangileri?
Türkiye’de her hükümet kendi eğitim sistemini kurmak istedi. Eğer eğitime böyle yaklaşırsanız eğitimin stratejik özelliği kayboluyor. İşsizlikte bir katılaşma var. Bunun en büyük sebebi belki de yüzde 70 sebebi eğitimdeki yanlış politikalar. Çok iyi okulları bitiren üniversiteleri mezunları bile işsiz. Burada ciddi bir reforma ihtiyaç var. İkincisi en önemlisi hukuksal reformun yapılması gerekiyor. Özellikle demokraside bir erozyon oluştu. Bunun telafi edilmesi ve daha da geliştirilip AB standarlarına uyumlulaştırılması gerekiyor.

Demokrasi çok önemli
- Hukuksal yapının güçleneceği ve demokrasi seviyesinin yükseltileceğine dair işaret görüyor musunuz?

Biz bunu temeni ediyoruz. Bizim için bunun belli bir bekleme süresi var. Bu süre ne kadar uzatalırsa bu o ülkenin notuna olumsuz yansıyacak demektir. Biz de bu alanlarda ilerleme olacağına dair şu anda bir işaret görmüyoruz

- Bir ülkeye kredi notu verirken demokrasi ve hukuk ne kadar önemli?

Çok önemli. Kredi derecelendirme kuruluşları bir ülkenin temerrüt olasılığı var mı yok mu, ona bakar. Bir ülkenin temerrüde düşme olayı yüzde 50 ekonomik gelişmelerle alakalıysa yüzde 50’si de hukuk devleti ve demokratik gelişmelerdir. Bu çok net.

İstihdam hedefi tutmaz
- Orta Vadeli Program’da yüzde 5.5’in üzerinde büyüme hedefi söz konusu bu ve diğer hedefleri gerçekçi buluyor musunuz?

Son çeyrekte büyümenin bir miktar yavaşlamasını bekliyoruz. Hedeflenen büyüme hedefi tutabilir. Ama büyüme hedefi neyin pahasına çıkacak; yüksek enflasyon pahasına, bütçe aşımların pahasına çıkacak. Büyümeyi 5.5 alırsanız enflasyonun ve bütçe açığının tutma şansı bulunmuyor. Hedefler arasında bir çelişki var. Enflasyondaki hedefleri gerçekçi bulmuyoruz. Cari açığın da artacağını düşünüyoruz. Büyümeye ağırlıklı hedefler konduğu için diğerlerinin tutma ihtimali yok.

İstihdama dönük hedefleri hiç gerçekçi bulmuyoruz. Çünkü mevcut büyüme istihdam üretmiyor. Erken seçim olasılığı olursa sıkı para politikası nasıl uygulanacak. Bununla ilgili kuşkularımız var. Orta Vadeli Program’ın (OVP) 2017 büyüme tahmini -yüksek enflasyon pahasınaolası gözükmektedir.

- Eskiden iş dünyasının reform gündeminin ilk maddesi ekonomiyle ilgiliydi, şimdi bu değişti mi?

Hukuk ve demokrasi şimdi ilk maddeler oldu. Bürokrasi kalitesinde bir aşınma oldu bunun düzeltilmesi gerekiyor. Kamunun kurumsal kalitesi yükseltilmeli.

Faiz indirimi imkânsız
-Hem Cumhurbaşkanı hem de hükümet kanadından sürekli ‘faiz indirin’ baskısı var. Var olan ortamda faiz iner mi?

Merkez’in sıkı para politikası uygularken elinde tutuğu tek bir silahı vardır: Faiz. Onu da yukarıda tutması gerekir. Eğer faizi indirin diyorsanız o zaman OVP’nin içine sıkı para politikası maddesini koymamanız gerekir. Burada bir çelişki var. Teknik olarak da faizin düşürülmesi mümkün deği. Faiz indirin baskısı bu dönemde başarılı olmaz. Sıcak para girişlerinin devam etmesi yönündeki kapalı politik arzu nedeniyle, uzun vadede faiz genel seviyesi yüksek kalmaya devam edecek.

Biz yatırımcıya bakarız
- Kredi derecelendirme kuruluşları not indirdiğinde Cumhurbaşkanı ve hükümetten ciddi eleştiri alıyor, nasıl değerlendiriyorsunuz?

Biz yatırımcıların adına notlar veriyoruz. Biz Türkiye’nin varlıklarına yatırım yapanlara karşı sorumluyuz. Yatırımcılardan eleştiri geldiğinde biz çok önemseriz. Ama yatırımcılardan gelmiyor eleştiriler. Reyting kuruluşlarının en büyük itibar yeri piyasadır. Piyasa kabul etmişse itibarınız da artıyordur. Eleştiriler, kuruluşlarının esas muhatabı olan yatırımcılardan değil de risk analizi yapılan ülkelerin bizzat kendilerinden geldiği için bu türlü eleştirilerin piyasalar tarafından dikkate alınma seviyesi hep düşük kalmaktadır.

Faiz indirimi imkânsız Kutuplaşmaya son verilmeli
- AB ülkeleri, ABD ve diğer ülkelerle ilişkilerde ciddi gerginlikler yaşanıyor, bu yabancıyı nasıl etkiliyor?

Türkiye ile ABD ve Almanya başta olma üzere bilumum Batı dünyası arasında çok boyutlu ve giderek derinleşen bir gerginlik, güvensizlik ve bakış farklılığı hali ortaya çıktı. Kriz halinin devam etmesi Türkiye’nin savunma kabiliyetinin azaltıyor. Türkiye’deki demokratik aşınmalar ve içerdeki kutuplaşmalar, uluslararası ilişkilerin seyrinde Türkiye’nin zora sokulmasını, genel bakış açılarının Türkiye aleyhine kullanılmasını kolaylaştırıyor. İş dünyasıyla yabancı yatırımcılar nezdinde belirsizlik algısının kalıcı hale dönmesine sebep oluyor.
Habererk

Dış Ticaret'te korkunç açık: Yüzde 85 arttı
31 Ekim 2017

Dış ticaret istatistikleri açıklandı

Türkiye İstatistik Kurumu ile Gümrük ve Ticaret Bakanlığı işbirliğiyle oluşturulan geçici dış ticaret verilerine göre; ihracat 2017 yılı Eylül ayında, 2016 yılının aynı ayına göre %8,7 artarak 11 milyar 848 milyon dolar, ithalat %30,6 artarak 19 milyar 982 milyon dolar olarak gerçekleşti.

DIŞ TİCARET AÇIĞI YÜZDE 85 ARTTI

Eylül ayında dış ticaret açığı %85 artarak 8 milyar 135 milyon dolara yükseldi. İhracatın ithalatı karşılama oranı 2016 Eylül ayında %71,3 iken, 2017 Eylül ayında %59,3’e düştü.

Mevsim ve takvim etkilerinden arındırılmış seriye göre; 2017 Eylül ayında bir önceki aya göre ihracat %5 azaldı, ithalat %10,5 arttı. Takvim etkilerinden arındırılmış seriye göre ise; 2017 yılı Eylül ayında önceki yılın aynı ayına göre ihracat %5,4, ithalat %26,3 arttı.

AVRUPA BİRLİĞİ’NE İHRACAT YÜZDE 7,9 ARTTI

Avrupa Birliği'nin (AB-28) ihracattaki payı 2016 Eylül ayında %50,2 iken, 2017 Eylül ayında %49,8 oldu. AB'ye yapılan ihracat, 2016 yılının aynı ayına göre %7,9 artarak 5 milyar 904 milyon dolar olarak gerçekleşti.

EN FAZLA İHRACAT YAPILAN ÜLKE ALMANYA OLDU

Almanya’ya yapılan ihracat 2017 Eylül ayında 1 milyar 234 milyon dolar olurken, bu ülkeyi sırasıyla 766 milyon dolar ile İngiltere, 678 milyon dolar ile ABD ve 654 milyon dolar ile Irak takip etti.

İTHALATTA İLK SIRAYI ÇİN ALDI

Çin’den yapılan ithalat, 2017 yılı Eylül ayında 2 milyar 142 milyon dolar oldu. Bu ülkeyi sırasıyla 1 milyar 914 milyon dolar ile Almanya, 1 milyar 821 milyon dolar ile Rusya ve 999 milyon dolar ile ABD izledi.

Teknoloji yoğunluğuna göre dış ticaret verileri, ISIC Rev.3 sınıflaması içinde yer alan imalat sanayi ürünlerini kapsamaktadır. Eylül ayında ISIC Rev.3'e göre imalat sanayi ürünlerinin toplam ihracattaki payı %93,3'tür. Yüksek teknoloji ürünlerinin imalat sanayi ürünleri ihracatı içindeki payı %3,9, orta yüksek teknolojili ürünlerin payı ise %35,6'dır.

İmalat sanayi ürünlerinin toplam ithalattaki payı %82,3'tür. 2017 Eylül ayında yüksek teknoloji ürünlerinin imalat sanayi ürünleri ithalatı içindeki payı %14,6, orta yüksek teknolojili ürünlerin payı ise %40,9'dur.

sözcü

Barış Soydan: Konut fiyatlarında yüzde 30 düşüş beklentisi
02 Kasım 2017

Önce iki haberi arka arkaya okuyalım, sonra inşaat şirketlerinden birinin yöneticisinin yorumuna bakacağız.

(27 Ekim, Dünya)
İstanbul'da konut fiyat artış hızı 6 yılın dibinde
İstanbul'da konut fiyatlarında artış hızı Merkez Bankasının fiyatları hesaplamaya başladığı 2011 yılı başından bu yana en düşük seviyesinde gerçekleşti.

(23 Ekim, Dünya)
Nef, 2 günde 474 konut sattı
Nef Çamlıtepe'de 1+1'den 4+1'e kadar farklı tiplerde sunulan konutların tamamı satıldı.

İki haber, ilk bakışta birbirini yalanlarmış gibi duruyor. Fiyat artışının yavaşlaması için talebin zayıflaması lazım. Öyleyse satışa çıkan bir projede tüm konutlar iki günde nasıl satılabiliyor?

Merkez Bankası'nın konut endeksi (Tam adı, TCMB Hedonik Konut Fiyatı Endeksi) İstanbul'da fiyatların yıllık bazda yüzde 7,05 arttığını gösteriyor. Ama rakama aldanmayın. Aynı endekse göre İstanbul'da konut fiyat artış hızı son 5 aydır enflasyonun altında seyrediyor. Yıllık enflasyonun yüzde 11'in üzerinde olduğunu düşünecek olursak, İstanbul'da konut fiyatlarının aslında reel olarak gerilediğini söyleyebiliriz. Nitekim Hürriyet yazarı Uğur Gürses’in hesabına göre İstanbul’da konut fiyatları son bir yılda reel olarak yüzde 3.3 gerilemiş durumda.

Peki konut fiyatlarındaki reel gerileme ne kadar devam eder? Geçici bir durumla karşı karşıya olmayalım?

Bu sorunun cevabını bulmak için ikinci habere geçelim. Talebin eski canlılığından uzak olduğu bir dönemde, Çekmeköy'deki projede, 500'e yakın konut iki gün içinde nasıl satıldı?
Bu sorunun cevabını vermek için söz konusu projenin metrekare fiyatlarını bilmek gerek. NEF’in Çekmeköy projesindeki metrekare fiyatının (Ki, 5 bin TL civarında olduğu söyleniyor) çevredeki diğer projelerden yüzde 20-30 daha ucuz olduğu konuşuluyor.

Eğer bu projeyle ilgili rakamlar konut piyasasının geneliyle ilgili önemli bir eğilime işaret etmese, “Alan almış, satan satmış, bize ne” der geçerdik. Ama mikrodan yola çıkarak makroya varmak, NEF’in Çekmeköy projesine bakarak inşaat sektörünün geneliyle ilgili bir yorumda bulunmak mümkün.

Çekmeköy’deki proje bize şunu gösteriyor: İstanbul’da konut alıcısı, fiyatta iskonto bekliyor. Fiyat iskontoluysa acele ediyor. Değilse, ağırdan alıyor.

İnşaat şirketlerinden birinin patronu olan kaynağım şöyle diyor: “Sadece Çekmeköy’de değil, İstanbul’un genelinde konut alıcısında yüzde 20 - 30 iskonto alma isteği görüyorum.”

"Bir projeden yola çıkarak böyle büyük laflar etmek yanlış" diyecekler için bir örnek daha verelim. Kısa süre önce Ağaoğlu da, yine aynı bölgede, yeni bir projeyi satışa çıkardı. O da tıpkı NEF gibi fiyatta iskontoya gitti. Kendi tabiriyle “kol kesti.” Habertürk’e verdiği röportajda şöyle diyordu: “Ciddi bir durgunlaşma var. Fiyatlar düşüyor. Maliyetler artıyor. Hele müteahhit pahalı arsayı alıp projeye girdiyse, yandı gülüm keten helva... Çok yüksek fiyatlarla arsa alan müteahhitler sıkıntı içinde. Hesaplar karıştı. Şahsi endişem birkaç Fi Yapı hadisesinin ortaya çıkmasıdır. Ekonomik olmayan hiçbir şeyin yaşama şansı yok. Çarklar dönecekse, kimi parmak kesecek, kimi kol kesecek. Biz Çekmeköy’de ‘Arsa bizden’ diyerek, kol kestik.”

“Kol kesmek”, her inşaat şirketinin yapabileceği bir iş değil. Arsa kendisine aitti, Ağaoğlu bu sayede “kolunu kesebildi”, yani iskonto yapabildi. NEF'in şansı ise arazi sahibiydi. NEF'in projesinde arazi, Finansbank’ın kurucusu Hüsnü Özyeğin’e aitti. Bölgede arazi sahipleri inşaat şirketleriyle genellikle yüzde 50-50 şeklinde anlaşıyor. Yani gelirin yarısını kendine alıyor, yarısını inşaatı yapan şirkete bırakıyor. Özyeğin’in ise yüzde 35’le yetindiği söyleniyor. Bu da inşaat şirketine iskonto yapmak için marj bıraktı.

Peki o marjı bulamayan inşaat şirketleri ne yapacak? Üstelik bina inşaat maliyetleri, dolardaki artışa paralel olarak son bir yılda yüzde 22 artmışken.

Ne diyordu Ağaoğlu? “Hele müteahhit pahalı arsayı alıp projeye girdiyse, yandı gülüm keten helva…”

Keten helva yanıyor.

T24
ETİKETLER
inşaat konut fiyat ev satışı konut alma ağaoğlu nef özyeğin

"Merkezi yönetim toplam borç stoku 842,5 milyar TL'ye ulaştı" (*)
27 Ekim 2017

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun başdanışmanı İstanbul Milletvekili Erdoğan Toprak, ekonomideki kötü gidişat hakkında yine can alıcı uyarılar yaptı. Toprak'ın uyarılarını salim kafayla okumanızı öneririm. Şöyle:

* "Merkezi yönetim toplam borç stoku 842,5 milyar TL'ye ulaştı. Uluslararası Yatırım Posizyonu açığı, milli gelir toplamının yüzde 55'ini aştı. Türkiye ekonomisi, 80 milyon Türkiye toplumu, sadece iç ve dış borca çalışır hale geldi. Hükümet, ülke kaynaklarını sıcak paracıların kârlarına feda eder konuma getirdi.

Türkiye ekonomisini kur risklerine karşı tamamıyla korumasız bir hale getiren döviz dengesindeki gelişmeler, hızla ülkemizi dış borca, sıcak para, sıcak para simsarlarının kâr hırslarına bağımlı hale getiriyor. Ekonomide manevra alanı, borç stoku ve UYP açığındaki gelişmelerle iyice daralmış vaziyette.

Yakın gelecekte olağanüstü boyutlardaki faiz ve kur artışlarına, TL'nin çok hızlı değer kaybetme süreçlerine girmesine hazır olmamız gerekiyor.

Borsa ve hazinenin menkul kıymetlerine gösterilen ilgiden daha fazla dikkat çeken, sıcak para boyutundaki gelişmeler! Her an geri gidebilecek bu paralar, BIST'te işlem gören hisse senetlerine, banka- şirket-hazine tahvillerine yatırılan yüksek getiri amaçlı paralarla son dönemde döviz mevduatına verilen faizlerdeki tırmanışa paralel olarak, bankalara yatırılan dolar-euro tutarlarındaki artışların tümü, her an geri kaçabilecek sıcak para stokunu oluşturuyor. Bu da milli gelir toplamının yüzde 25'ine, diğer deyişle dörtte birine denk geliyor. Yani 214,5 milyar dolarlık sıcak parayı ülkemizde, borsada, hazine tahvillerinde, bankalarda tutan para sahipleri ani bir risk algısında, paralarını alıp çıkmak istediklerinde 847 milyar dolar olarak öngörülen 2017 milli gelir toplamının dörtte birini tek kalemde, bu sıcak para lobisine ödemek zorundayız. Reel ekonomide bir günde ya da çok kısa sürede böylesine büyük bir çıkışın aynı anda gerçekleşmesi güç görünse de, UYP verilerindeki tablo, Türkiye ekonomisi üzerinde böyle bir kara bulutun, böyle bir olağanüstü sıcak para riskinin Demokles'in Kılıcı gibi sallanmaya başladığını gösteriyor.

* Yastık altındaki tonlarca altını ekonomiye aktararak kaynak yaratmayı hedefleyen hükümetin, 'altın tahvilleri ve altına endeksli kira sertifikası ihracı kampanyası' tutmadı! 2200 ton olarak tahmin edilen yastık altındaki altınların sadece 1 tonu sisteme girdi!

Bunun anlamı,

Hazine bir yandan yastık altındaki altını bozdurup ekonomiye katmak için kampanya düzenliyor. Diğer yandan ise halk dokuz ayda 6,5 milyar dolarlık altını daha satın alıp, yastık altına stokluyor. Cumhurbaşkanının 'altınlarınızı bozdurun' çağrısına ise 80milyonluk Türkiye'de sadece 5 bin kişi karşılık veriyor. Bu da
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Pts Oca 08, 2018 11:00 pm tarihinde değiştirildi, toplam 9 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Çrş Ksm 22, 2017 11:43 pm    Mesaj konusu: Kiğılı: Ne İnovasyonu kardeşim, 6 ay sonrasını göremiyoruz Alıntıyla Cevap Gönder

Kiğılı patladı: Ne İnovasyonu kardeşim, 6 ay sonrasını göremiyoruz
21 Aralık 2017



Yaklaşık 80 yıl önce kurulamn erkek giyim markası Kiğılı'nın Yönetim Kurulu Başkanı Abdullah Kiğılı, sert eleştirilerde bulundu...

Yaklaşık 80 yıl önce kurulamn erkek giyim markası Kiğılı'nın Yönetim Kurulu Başkanı Abdullah Kiğılı, alışveriş merkezlerini eleştirdi.
Capital ve Ekonomist dergileri tarafından düzenlenen "Perakendede İnovasyon Forumu ve Ödülleri" töreninde inoasyonun konuşulduğu oturumda Kiğilı, "Ne inovasyonu kardeşim, biz altı ay sonrasını göremiyoruz. Yabancı AVM'lerin hepsiyle sorun var. Çözüm bulamıyoruz. Türkiye'de AVM denizi bitti. Sistem çökmek üzere. Bizim gibi markaların tek çıkış yolu yurtdışına açılmak" diye konuştu.
Kığılı, son yıllarda çok sayıda AVM'nin açılmasını eleştirerek, "Adam gitmiş Konya'da 4'üncüyü, Gazi Antep'te 5'inciyi açıyor. Memleketin parasına yazık. Yazık günah... Hangi inovasyondan bahsediyoruz. Önce kendimizi terbiye etmemiz lazım. Sistem çökmek üzere. Bizim gibi markaların bir tek çıkış yolu var; yurt dışına en kısa sürede açılmak." diye konuştu.

Kiğılı, ekim ayında Hürriyet'e verdiği röportajda da “AVM denizi bitti Türkiye’de. AVM yöneticileri 2001 krizindeki gibi sektörle masaya oturup kira sözleşmelerini yenilemeli, dövizi sabitlemeli” ifadelerini kullanmıştı.

Patronlar Dünyası
Etiketler:
Kiğılı Yönetim Kurulu Başkanı Abdullah Kiğılı alışveriş merkezi

Selin Sayek Böke: Borçlanma, vergi, rant ve kurumsal çöküş torbası
22 Kasım 2017

Her sabah kalktığımızda bir dizi ekonomik endişeye uyanıyoruz hepimiz. Her sabah, “bu ay sonunu getirebilecek miyim” diye düşünen 6 milyonun üzerindeki asgari ücretli çalışan için, 1,566 TL’lik açlık sınırının altındaki 1,404 TL’lik asgari ücretle sofraya ekmek, et koymak, çocuk okutmak, o gün binilecek dolmuşun, otobüsün parası, uzun zamandır birer endişe kaynağına dönüşmüş durumda… Veya çalışmak isteyen ama umudunu kaybetmiş veya arasa da iş bulamayan yaklaşık 6 milyon insan için bir iş bulabilme umudunun, yerini hızla karamsarlığa bırakmasına yol açan ekonomik gelişmeler… Her gün aracına benzin koymak zorunda olan 20 milyon araç sahibi için acaba bugün TL’nin değeri ne olur, otomatik artış ne zaman depomuza yansır endişesi… Milyonlarca kişi için her sabah biraz daha artan milyarlarca liralık borçların, omuzlarındaki yükü artık taşınamayan bilmem kaçıcı taksiti… Türk Lirası, sadece son 7 gün içerisinde, dolar karşısında 10 kuruş değer kaybetti. Paramız her anlamıyla gözümüzün önünde eriyor.

Bir yandan da TBMM Genel Kurulu’nda geçtiğimiz haftadan bu yana bir torba yasa görüşülüyor. Torbanın şu ana kadar Genel Kurul’dan geçen kısmında, internet vergisinin artırılmasından, Telekom şirketlerinin borcunun affedilmesine, limonatadan alınan ÖTV’nin arttırılmasından FATİH projesine vergi muafiyeti sağlanmasına, MTV’nin arttırılmasından, Hazine’de toplanan bu vergilerin doğrudan özel bir şirket olarak kurulmuş olan Varlık Fonu’na aktarımına kadar bir dizi yeni düzenleme var.

Sadece bunlar bile gerçekte torba yasanın özünün ne olduğunu açıkça ortaya koyuyor: 80 milyonun içtiği limonata, bindiği araba, bağlandığı internet üzerinden ödeyeceği vergiden elde edilecek kaynak, iktidar tarafından büyük şirketlere ve yandaş projelere kaynak aktarımı için kullanılacak.

Bir kez daha halkı değil, rantı esas alan bir iktidarın torba yasası ile karşı karşıyayız.

Bu torbanın çok açık iki sonucu, hatta siyasi tercihlerin sonucu olduğu için iktidarın amacı olarak da tarif edebileceğimiz iki amacı var.

İlk amaç, bugüne kadar Saray rejiminin kurduğu çarpık ekonomik düzenin ve yapılan tüm yanlışların faturasını vatandaşa kesmek. Yani yukarıda tarif ettiğimiz sıkıntılar yetmiyormuş gibi, iktidar kendi hatalarının yükünü milyonlarca ücretli ve maaşlı çalışana, milyonlarca iş arayana, yüzbinlerce KOBİ’ye, esnafa yıkacak bir torba yasa ile karşımıza çıkıyor.

İkincisi de bu faturayı ortaya çıkartmış olan çarpık ekonomik rant düzenini daha da derinleştirmek… İşsizliğe, düşük ücretlere, güvencesiz çalışmaya, kurumsal yapıdaki çöküşe, çocuklarımızın ve gençlerimizin umutsuzluğuna, yüksek faizlere, Türk Lirası’nın hızla değer kaybına sebep olan bu düzeni perçinlemeyi, derinleştirmeyi hedefleyen bir yasa koyuyorlar hepimizin karşısına.

Söz konusu kanun bir torbadan ziyade çorbayı andırsa da, aslında kendi içinde bir bütünü temsil ediyor. Ve bu öyle bir bütün ki özünde 4 temel unsur etrafında toplamak mümkün: Bu bir borçlanma torbası, bu bir vergi torbası, bu bir kurumsal çöküş torbası, bu bir rant torbası…

Bu bir borçlanma torbasıdır…

Hemen söyleyelim, Türkiye, tarihinde hiç olmadığı kadar borçluyken getirilen bu torba yasa, ülkenin borç yükünü de, faizleri de daha da arttıracak bir çerçeve içeriyor. 2001 yılının ilk çeyreğinde tüketiciler, bankalar, reel sektör ve kamunun toplam borçluluğunun milli gelire oranı yüzde 144 iken 2017’nin ikinci çeyreğinde bu oran yüzde 212’ye çıkmış durumda. Şimdi iktidar bu torba yasayla kamu adına 37 milyar TL daha ek borçlanma limiti istiyor.

Üstelik bu ek borçlanmaya dair hükümetin yaptığı açıklamaların da en az ek borçlanma kadar ekonomiye yük getiren ve endişe yaratan açıklamalar olduğunu ayrıca belirtmek gerek. İktidarın, “Ne için borçlanıyorsunuz” sorusuna verdiği yanıtlar, ülke ekonomisini ne kadar kırılgan hale getirdiklerinin de itirafı oluyor. Mecliste “ek borçlanmaya niye ihtiyaç duyulduğuna” dönük ısrarlı sorulara Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek, “Bizim sisteme yönelik bu kadar spekülatif saldırılar varken, bizim çok güçlü ve sağlam bir şekilde yılın ilk çeyreğine girmemiz lazım. Oluşabilecek piyasaları manipülasyona yani spekülatif anlamdaki bu tür saldırılara da hazırlık ve geri ödemelerde bir sorun yaşanmamasını sağlamak üzere bu yönde bir hazırlık var, bu kadar basit ve net” sözleriyle yanıt veriyor. Bir Hükümet üyesinin “spekülasyonlara karşı para topluyoruz” açıklaması akıl alır bir açıklama değil. Çünkü böyle bir açıklama, iktidarın “ülke ekonomisini kırılgan bıraktık, spekülasyona açık bir hale getirdik” itirafından başka bir şey değil. Bu anlayış ekonomiyi hedefe koyan bir spekülasyonun bizzat kendisi ve spekülatif bir atağı çağırmakla sonuçlanma ihtimali de yüksek.

AKP’nin 15 yıldır izlediği ekonomi politikaları nedeniyle Türkiye ekonomisi zaten dış borca ve yabancı kaynağa aşırı bağımlı durumda. Kırılganlığı her daim tespit edilen ve kırılgan beşliler içinde kalıcı bir yer edinen ekonomimizin, aşırı dış bağımlılığı özellikle siyasi belirsizliğin ve istikrarsızlığın sürekli hale geldiği bu dönemde temel bir yapısal tehdit olarak karşımıza çıkıyor. Buna rağmen, hükümetin bırakın bu dış bağımlılığı azaltmak için kapsamlı ve ciddi bir yapısal dönüşüme girişmeyi, Türkiye’yi yabancı kaynağa daha da bağımlı, bir başka deyişle daha da kırılgan hale getirecek bir çerçeveyi benimsediği bu torba yasada da görülüyor.

Şimdiden biliyoruz, borçluluk arttıkça faiz de artacak. Nitekim bugünden yaşamaya başladık. Tahvil faizleri rekor üzerine rekor kırıyor. Üstü kapatılmak istense de, şu gerçeğin altını bir kez daha çizmeliyiz: bugün Türkiye’de faizlerdeki artışın sorumlusu hukuksuz bir biçimde ek borçlanma yetkisi alan iktidardır. Faizlerdeki artışın sorumlusu kurumsal yapıları tamamen ortadan kaldıran, ülke risk primini artıran Saray rejiminin ta kendisidir. Faizlerdeki artışın sebebi ülkeyi spekülatif ataklara maruz kalacak bir yapıya kavuşturduklarını itiraf eden hükümettir. Bugün Türkiye’de faizler, Saray rejimi yüzünden, iktidar yüzünden, ülkeyi faiz lobilerine mahkum eden rantçı düzen yüzünden artmaktadır.

Bu bir vergi torbasıdır...

İktidar bu torba yasayla, sadece borçlanmayı arttırarak değil, aynı zamanda internet vergisini, motorlu taşıt vergisini, kurumlar vergisini, kira gelirlerinden elde edilen vergiyi, limonataya ÖTV’yi arttırmayı teklif ederek de vatandaşın sırtındaki yükü arttırıyor. Üstelik aynı dönemde vatandaşından daha fazla vergi ödemesini isteyen bir iktidarın, bu ülkede vergi ödememek için deniz aşırı adreslere para taşımayı uygun gören yaklaşımı kamuoyuna yansıyor ve bu yaklaşımın sahipleri hiçbir mahcubiyet duymuyor.

Bu bir kurumsal çöküş torbasıdır...

Bu torba yasa Saray rejiminin kurduğu hukuksuz, kuralsız, kurumsuz, keyfi iş yapma kültürünü de derinleştiriyor. İktidarın yarattığı ‘’bu ülkede her an her şey olabilir’’ algısı, Türkiye ekonomisine olan güveni çökertti. Kuralsız iş yapma alışkanlığı öngörülebilirliği, öngörülebilirliğin yok olması da ekonomik istikrarı bitirdi. Bu torba yasa da işte bu kurumsal çöküşü daha da perçinliyor.

Altmıştan fazla kanunda değişiklik içeren, torbanın ötesinde artık bir çuvala dönüşmüş olan bu yasanın yapılış ve gündeme getiriliş biçimi de keyfi ve kural tanımaz yönetimin neden olduğu kurumsal çöküşe açık bir örnek. Demokrasilerde olması gerektiği şekilde katılımcı yöntemle yasa yapmak yerine, torbalara doldurarak iş yapma anlayışı, ülkenin Saray Rejimi tarafından içine itildiği keyfi düzenin normalleşmesine katkıda bulunuyor.

Gün aşırı, o günkü siyasi çıkarına göre hukuku ve yasaları yeniden tanımlayan iktidar anlayışı sebebiyle, ülkede hiç kimse önünü göremiyor. Saray rejiminin bu keyfi iş yapma anlayışı sebebiyle hiç kimse Türkiye ekonomisinde yarın ne olacağını, hangi kuralın, ne zaman, kime, nasıl uygulanacağını bilmiyor. Bırakın vatandaşı, Saray tarafından açıklanana kadar, Bakanlar bile kuralı bilmiyor. Öyle ki kurumlar vergisine dönük düzenlemelerden MTV’ye yapılacak artışa kadar her şey, herhangi bir etki analizi veya Bakanlık bünyesinde yapılması gereken teknik çalışmalarla değil, Saray’ın tercihi ile şekilleniyor.

Bu torba yasada olan diğer kurumsal çöküş alanı da mali disiplin. Gerçek bir mali disiplin salt bütçe açığının miktarına, milli gelir içindeki payına odaklanmaz. Gerçek bir mali disiplin kuralları belli, iş yapma biçimi şeffaf, var olan kural ve hukuka uyan bir anlayışa dayanmak zorundadır. Bu torba yasada 37 milyar TL’lik ek borçlanma yetkisi talep eden iktidar, işte bu hukuk tanımayan adımıyla mali disiplin kuralını da kendi elleriyle çöpe atıyor. Üstelik bunu yaparak halen TBMM’de görüşülüyor olan 2018 bütçesini de daha şimdiden yok ediyor. 2018 bütçesi TBMM’de yasalaştıktan sonra, o yasada Hazine’ye verilecek borçlanma limitini bundan sonra kim ciddiye alır?

Yarın bir torba yasa ile bu borçlanma limitinin aşılmayacağı, öngörülen bütçe açıklarının çok ötesinde açıklar verecek şekilde maliye politikası yürütüp, sonra da ek bütçe getirmeden bir torba yasayla ek borçlanma yetkisi alınmayacağını kim garanti edebilir?

Kimse edemez...

Çünkü bu torba yasa ile bu iktidar kendi eliyle güveni ve öngörülebilirliği yıkmıştır. Mali disiplin Saray rejimi tarafından ortadan kaldırılmıştır.

Torba yasada sergilenen kurumsal çöküş bununla da sınırlı değil: Bu torba yasa bir paralel hazine kurarak devlet yapısını da tamamen çökertiyor! Kurulurken adına Varlık Fonu denen İpotek Fonu’nun bir paralel hazine olacağını söylemiş ve bunun doğuracağı sıkıntılar konusunda iktidarı uyarmıştık. Şimdi bu torba yasa ile bu uyarılarımızın ne kadar yerinde olduğu bir kez daha ortaya çıkıyor. Torba ile getirilen düzenleme Hazine’den Varlık fonuna doğrudan para aktarılmasını, yani bir nevi yeni bir paralel devlet kurulmasını öngörüyor.

Bu bir rant torbasıdır...

Türkiye’yi bu borç sarmalına sokan, inşaat rantlarına, sürekli dış kaynak girişine ve iç tüketime bağlı çökmüş olan Saray’ın kalkınma modeli. Bu torba yasa da Saray’ın kalkınmasının tek unsuru olan ranta, toplumun neredeyse geri kalanı pahasına kaynak aktarımının aracı oluyor.

Borçlanmayla, artan vergilerle toplanacak olan kaynak, Türkiye’yi Sanayi 4.0’a ve

yüksek katma değerli üretime geçirecek AR-GE yatırımları için, dünya çapında araştırma üniversiteleri kurmak için, işgücüne yeni beceri ve nitelikler kazandıran aktif istihdam politikalarına, kadını ekonominin eşit paydaşı yapacak tedbirlere veya inovasyona yatırılmayacak. Türkiye’nin üretim alt yapısını dönüştürecek projeler başlatılmayacak. Betonlaşmanın yerine çevreyi, yeşil ekonomiyi, yenilenebilir enerjiyi koyan yatırımlar olmayacak. Varsa yoksa rantı kayıran, üretkenliğiyle ekonomiye ortak olmak isteyen emeği, üretici kesimleri cezalandıran adımlar atılıyor, atılmaya devam edilecek.

Torba yasadaki maddeler iktidarın rant tercihini çok açık bir biçimde ortaya koyuyor:

Bu torba yasa ile, büyüme rakamlarına göre daha çok kazanan, pastadaki payı büyüyen düşük katma değerli sektörlerden, rantçı inşaat sektöründen rant vergisi alınacağına, üretenleri de kapsayan kurumlar vergisini arttırıyor.

Türkiye’yi inovasyona taşıyacak bilimsel, rasyonel, eşit, ücretsiz eğitim için doğru adım atmak yerine, yandaş şirket zengin etmenin yolu haline gelmiş FATİH projesine vergi muafiyeti getiriliyor.

Saray rejiminin yandaşlarına devrettiği Telekom’u kurtarmak için milyarlarca liralık aflar düzenlenirken 80 milyona tüketimlerinin neredeyse her alanında vergi artışı düzenlemeleri yapılıyor bu torba yasada.

Ayrıca, Kamu Özel Iş Birliği projelerinin finansmanını kolaylaştıracak düzenlemeler yapılıyor, bu sözleşmelerden Damga Vergisi ve harç alınmaması öngörülüyor.

Türkiye’yi yeşil ekonomiye taşıyıp, doğayı, çevreyi korumak yerine beton ekonomisine devam etmek için meralar, deniz kıyıları bu torba yasayla inşaat rantına açılıyor.

Özetle, Saray rejimi kendi devamlılığının dayandığı rant çevrelerini beslemeyi, ‘çarkı döndürmeyi’ 80 milyonun ortak geleceğine yatırım yapmaya bir kez daha tercih ediyor.

Sonuç olarak; iktidar bu borçlanma ve ek vergi yükü ile elde edilecek kaynakların nasıl kullanılacağına dair de çok net bir siyasi tercih ortaya koyuyor bu torba yasada. Tercih bir kez daha ranttan ve betondan, bir kez daha kuralsız, denetimsiz işleyen bir ekonomiden yana kullanılıyor. Oysa Türkiye’nin partizanca hırslara heba edilmediği bir mali harcama çerçevesine bağlı kalmak, bu ülkeyi yönetme yetkisi elinde olan iktidarın kamusal sorumluluğudur.

Türkiye’nin ihtiyacı…

Bu iktidar kamusal sorumluluğun bilincinde olan bir iktidar olsa, hızla şu adımları atar:

Torba yasayı hemen bütünüyle geri çeker, kurumsal çöküşün hızlanmasına imkan veren OHAL’i hemen kaldırır. Vergi adaletini sağlayacak kapsamlı bir vergi düzenlemesini hemen yapar. Dolaylı-dolaysız vergilerin dengesini orta sınıfların, emekçilerin lehine olacak şekilde yeniden belirler. Asgari ücrete vergi muafiyeti getirip, rantçıdan rant vergisi alır. Kamunun rolünü, yandaş sermayeyi beslemekten çıkarıp, yeniden tanımlar. Kamuyu orta sınıfları destekleyici üretken harcamalara yöneltir.

Derdi Türkiye’nin ortak geleceği ve kalkınması olan bir iktidar rantın değil halkın iktidarı olduğu bilinciyle rantçıyı değil halkı esas alan bir ekonomik kalkınma programına hiç vakit kaybetmeden geçer.

Türkiye’nin ihtiyacı olan da budur.

Verdiğimiz mücadele de bunu bir Türkiye gerçeğine dönüştürme mücadelesidir.

T24
ETİKETLER
torba yasa vergi değişiklikler kanun ekonomi kamu düzenleme borç selin sayek böke

Fatih Erbakan: 180 milyar dolarlık hizmet yapıp, milletin cebinden 656 milyar doları aldılar



Varlık Fonu'nu “İflastan önce son durak” olarak nitelendiren Fatih Erbakan, ağır eleştirilerde bulundu

Fatih Erbakan, babası Necmettin Erbakan’ın adını taşıyan vakıf aracılığıyla parti kuracağını açıkladı. Varlık Fonu'nu “İflastan önce son durak” olarak nitelendiren Fatih Erbakan, şunları söyledi:
Vakfımız 4 yılda 71 il ve 480 ilçede teşkilatlandı. Erbakan hocamızın zihniyetini, açılarıyla oynamadan, istikametini değiştirmeden, orijinal şekliyle yeni nesile aktarmak için çalışıyoruz. Partileşmek için zamanlamayı iyi ayarlamak gerekiyor. 2019 seçimlerine yetişecek takvim de olabilir, 2023 seçimi de olabilir. Bunu biraz gelişmeler ve şartlar belirleyecek. Milli Görüş'ün temel taşları, İsmail Müftüoğlu, Arif Ersoy, Mehmet Bozgeyik, Ahmet Tekdal başta olmak üzere çok sayıda kişilerle bu istişareleri yürütüyoruz.
ATATÜRK MİLLİ LİDER:
(10 Kasım'da Atatürk sevgisinin arttığı bir süreç yaşandı. iktidardan gelen açıklamaları samimi buluyor musunuz?) Allah bilir. Erbakan hocamız “Atatürk yaşasaydı, milli görüşçü olurdu” sözünü ilgi çekmek için söylemedi. Neden? Atatürk, Cumhuriyetin ilanıyla birlikte dışa bağlı olmadan, tam bağımsız bir ülke, millet olmamız için adımlar atmıştır. En önemlisi sanayi hamlesidir. Yerli ve milli düşünceye sahip bir lider olarak karşımıza çıkıyor. Atatürk'ün ağır sanayi hamlesini Erbakan da 70'li yıllarda uygulamıştır. Milli görüş hareketi de tam bağımsız Türkiye istemektedir.
IMF'YE ÖDENEN BORÇ:
Ekonomik olarak sıkıntılı noktadayız. Milletin inancı ile ilgili önemli adımlar atıldı. Pek çok haksız yasak, uygulama bu iktidar döneminde ortadan kaldırıldı. Bunlar yeterli değil. IMF'ye borcumuzu sıfırladık diyorlar. Bizim sadece IMF'ye borcumuz yok ki! Devletin dış borcunu 65 milyar dolar artırdınız, kamunun iç borcunu 400 milyar lira artırdınız. Ne demek? 23 milyar ödeme yapıp, 175 milyar dolar borç yapmışsın. Bunun neresi başarı.
BORÇ 67 KAT ARTTI:
Daha vahimi bu iktidar döneminde vatandaşların bankalara olan borcu… 2002'de 6.6 milyar lira iken, 2017'de 440 milyar liraya geldi. 67 misli artmış. Fakat asgari ücret ve memur maaşları reel baktığınızda en fazla 2 misli artmış. Devlet ve millet olarak toplamda borç yükü 1 trilyon doların üzerine çıkmış. Dış güçlerin bizi borca esir etme planı bütün hızıyla yürüyor. Dışarıdan borç bulmak için Varlık Fonu'nu devreye sokmuşlar. Erbakan hocamızın ifadesiyle ‘babadan, deden kalma antika eşyalarımızı borca karşı ipotek verme' dönemidir. Eskiden devletin garantisi yetiyordu, şimdi Hazine'nin garantisi de yetmiyor. Bana somut elle tutulacak, ipotek edilecek mal getirin deniyor. Türk Petrollerini, Eti Madeni, THY'yi, Çay-kur'u garanti gösterip borç alıyorlar.
ÇÖKÜŞ YILLARI GİBİ:
Borcu ödeyemezsek bu varlıklar gidecek. O zaman Allah göstermesin ne olacak? Diyecekler ki; “Borcu ödeyecek haliniz kalmadı toprak verin!” İşte Osmanlı'nın çöküşünde bunlar yaşandı. Kapitülasyonlar, Duyun-u Umumiye… “Efendim kağıt üzerinde borç 1 trilyonu geçsin, borç yiğidin kamçısıdır, 50 senedir her zaman borç olmuştur.” İyi de bu borç kağıt üzerinde durduğu gibi durmuyor ki! Sene de 20 milyar dolar devlet bütçesinden faiz ödüyorsun. Gebze'de yapılan köprünün maliyeti 1.2 milyar dolar. 15 senede bir Gebze köprüsü yapacağına, senede 15 köprü yaparsın. Ankara-Konya hızlı tren maliyeti 450 milyon dolar. Sene de 40 hızlı tren projesi yapardın bu faize giden parayla.
MİLLETTEN ALINAN PARA:
İktidara geldiklerinden beri 436 milyar dolar faiz ödemişler. Nerdeyse T.C.'yi baştan sıfırdan kurarsınız. 15 yılda faize 436 milyar dolar verdin. Tübitak'a ayrılan bütçenin 36 misli, karayollarına ayrılan bütçenin 5 misli. “Yol yaptım, havalimanı yaptım, hızlı tren, Marmaray, köprüler yaptım.” Hepsi ne tutuyor; 180 milyar dolar. Millete ne kadara mal oldunuz? 436 milyar dolar faiz ödedin, 175 milyar dolar iç-dış borcu artırdın, 50 milyar dolar devletin malını sattın. Tüpraş, Petkim, Türk-Telekom… 656 milyar dolar yapıyor. Diyor ki; “Cebine 180 milyar dolar koymadım mı, gözüne dizine dursun…” Giderken arka cebimden 656 milyar dolar aldın. Ne anladım bu işten?
İFLAS ÖNCESİ SON DURAK:
Önümüzdeki sene ağustos sonuna kadar ödenmesi gereken dış borç miktarı 173.5 milyar dolar. Devlet ve özel sektör beraber. Bu gidişatla bu ödemeyi çevirmesi mümkün değil. Muhtemel yeniden borç alacak. ‘İhracat rekor kırıyor' deniyor. Peki ithalat ne durumda. Dış ticaret açığı yıllık 70 milyar dolar seviyesinde. Bizim 100 liralık mal ihracat etmek için 82 liralık ithalat yapmamız gerekiyor. Varlık Fonu, iflastan önceki son durak. Varlık Fonu'nu ipotek ettirip, borçlanıyorsun. Bu borcu ödeyemeyip, yeniden borç alacağım dediğin zaman ipotek ettirecek varlığın kalmayacak. Allah göstermesin, iflas noktasına gelinecek.
Veli Toprak/Sözcü

"Hadi Zarrab ilişkisi konusunda eski AKP'li bakanları anladık da, Erdoğan nasıl asıl hedef oldu?"
23 Kasım 2017



"Türkiye'nin telaşı niye?"

Sözcü yazarı Soner Yalçın, ABD'de tutuklu bulunan ve 17/25 Aralık operasyonlarının kilit ismi Reza Zarrab hakkında "AKP iktidarı kurnazlığının vebalini biz vatandaşlar cebimizden ödüyoruz ve ödeyeceğiz! Yetmiyor. İtibarımız ayaklar altında" tepkisini gösterdi. "Reza Zarrab kim oluyor? Suçlu ise cezasını çeksin bize ne?" diye soran Yalçın, "Demek bizim bilmediklerimiz var. Demek 'asıl hedef Erdoğan?' Hadi Zarrab ilişkisi konusunda AKP'li eski bakanları anladık da, Erdoğan nasıl asıl hedef oldu?" dedi.

Yalçın'ın "Bit yeniği" başlığıyla (23 Kasım 2017) yayımlanana yazısı şöyle:

Diyorlar ki:
“ABD'deki Zarrab davasının hedefinde Erdoğan var!”
Diyorlar ki:
“Halk Bank görevlisi Hakan Atilla'nın ABD'de yargılanmasının hedefinde Erdoğan var!”
Bunu diyenler AKP'liler…
Bunu diyen yandaş gazeteciler…
Erdoğan niye hedefte ben bilmiyorum! Herhalde bu sözü edenlerin bir bildikleri var!
Erdoğan, Zarrab'ın merkezinde olduğu hayali ihracata mı karıştı?
AKP'lileri dinleyip, yandaşları okuyunca kafam karışıyor!
Gerçi… AKP iktidarının telaşını da anlayamıyorum; ABD'ye nota üzerine nota veriyor. Neden bu kaygı? Bu neyin sıkıntısı?
Sanki bu yargı süreci ilk kez yaşanıyor. ABD Hazine Bakanlığı'nın ambargoyu delen kimi bankalara ceza yağdırdığını bilmiyorlar mı? Örneğin…
– Alman Commerzbank'a Mart 2015'de 1.45 milyar dolar ceza kesti. Aynı bankaya 2011 yılında da 175.5 milyon dolar ceza kesti.
Almanya bu süreçte “asıl hedeflerinde Merkel var” deyip ardı ardına ABD'ye nota mı verdi? Güldürmeyin beni.
Keza…
– 2015 Mayıs ayında Fransız BNP Paribas'a 9 milyar dolarlık rekor ceza kesti. Fransız Credit Agricote ve Societe Generali bankalarına 2.7 milyar dolar ceza kesti. (Bu dava New York'ta sürüyor.)
– Hollandalı ING, Haziran 2012'de 619 milyon dolar para cezasını ödemeyi kabul etti.
– İsviçreli Credit Suisse, Aralık 2009'da kesilen 536 milyon dolarlık para cezasını ödeyeceğini duyurdu.
Bitmedi…

Bu telaş niye

ABD Hazine Bakanlığı tarafından ceza kesilen bankalar yaz yaz bitmez…
Hangi bankaya kaç milyon dolar ceza kesildiğine kimi örnekler sıralayayım:
Lloyds TSB (350), ANZ Banking Group (5.8), RBS/ABN Amro (500), Barclays (298), Compass Bank (607), Well Fargo (67.5), JB Morgan (88.3),Trans-Pacific National Bank (12.5), HSBC (1.9), Standart Chartered Bank (667), Bank of Tokyo (8.6), National Bank of Abu Dhabi (855), Deutsche Bank (18.9), Bank of Moscow (9.5), Bank of America (16.6), Credit Agricole (329), Paybal (7.6), Banco do Brasil (139)…

Listeyi uzatmayayım.
Hatta Compass Bank gibi bazı bankalara iki kez ceza kesildi.
Peki…
Bu bankaların bulunduğu ülkeler ABD'ye nota verdi mi? Hayır.
Listede ABD'nin kendi bankaları bile var.
Bu ülkeler dünyayı ayağa kaldırdı mı? Hayır.
O halde… Türkiye'nin telaşı niye?
AKP'liler, yandaşlar niye “asıl hedef Erdoğan” deyip duruyor?
Herhalde bizim bilmediğimizi onlar biliyor!
Bakınız….
Diğer ülkeler bankalarına milyon-milyar dolar ceza kesilirken bunun duyulmaması için çaba gösterdi. Kimse çıkıp şunu demedi:
– “Bizim başbakanımız asıl hedef!”
– “Bizim cumhurbaşkanımız asıl hedef!”
Kimse sorunu küresel siyasi krize dönüştürmedi.
Bu sebeple…
Reza Zarrab konusunda Türkiye'nin tavrı dünyanın ilgisini çekiyor. Ticari bir konunun nasıl siyasi krize dönüştüğünü anlamakta zorluk çekiyorlar.
Sahi… Bu iş niye buralara geldi?
Bir bit yeniği mi var?
AKP'nin Erdoğan sorunu

Kurnaz…
Başkalarını kandırmasını ve ufak tefek oyunlarla amacına ulaşmayı beceren açıkgöz kimsedir.
Son yıllarda politika salt kurnazlık üzerine inşa edilir oldu. Ne yazık ki devlet yönetimine de bu leke bulaştırıldı. Bunun sebebi AKP iktidarı.
Öyle ya….
1979 yılından beri İran'a ambargo var.
1979 yılından beri Türkiye, İran'la ticari ilişkisini yasal çerçevede yürütüyordu.
Ama bu AKP'ye yeter mi? İlla arkadan dolanacak, dolambaçlı yollardan geçecek. (Bu arada kimileri de sadece devlet hazinesini değil, kendi cebini dolduracak.)
Maalesef AKP, belediyecilikten öğrendiği kurnazlığı devlet yönetimine taşıdı. Geçici başarı da kazandı. Ama…
İş küresel boyuta taşındığında kurnazlık, dış işlerinde hep sorun çıkmasına sebep oldu. Bunun faturası elbet ekonomiyi de etkiledi. Dolar, Euro niye rekor kırıyor sanıyorsunuz? Bunlar AKP kurnazlığının sonucu… Ve elbet beceriksizliğin, devleti yönetememenin!
Bugün yüksek sesle dile getirmiyorlar ancak AKP'de dillendirilen şudur: “AKP'nin bir Erdoğan sorunu var!”
Aslında… Türkiye'nin bir Erdoğan sorunu olduğu çok açık değil mi?
Baksanıza şu Zarrab konusunda yapılanlara! Koskoca Türkiye Cumhuriyeti'ne yakışıyor mu?
AKP iktidarı kurnazlığının vebalini biz vatandaşlar cebimizden ödüyoruz ve ödeyeceğiz! Yetmiyor. İtibarımız ayaklar altında…
Reza Zarrab kim oluyor?
Suçlu ise cezasını çeksin bize ne?
Suçlu ise Halk Bank cezasını ödesin! Kuşkusuz buna sebep olan siyasiler-bürokratlar yargı önüne çıkarılsın.
Ama… İşte…
Demek bizim bilmediklerimiz var.
Demek “asıl hedef Erdoğan?”
Hadi Zarrab ilişkisi konusunda AKP'li eski bakanları anladık da, Erdoğan nasıl asıl hedef oldu?
Biri anlatsa da anlasak…

T24
ETİKETLER
zarrab haber açıklama ilişki erdoğan

Reza Zarrab davasının ekonomiye etkisi ne olur?
Hülya Karabağlı
23 Kasım 2017



CHP'li Faik Öztrak: Zarrab davasından “milli bir dava” çıkmaz ama milletin ekonomisini bozacak etkiler çıkar

CHP Tekirdağ Milletvekili, eski Hazine Müsteşarı Faik Öztrak, ABD’nin İran’a yönelik yaptırımlarını deldiği iddiasıyla ABD’de tutulu olarak yargılanan iş adamı Reza Zarrab’ın itirafçı olduğuna yönelik iddiaların, ekonomiye etkilerini değerlendirdi. Bu davanın gerçekten de Türkiye’nin başına ciddi sorun yaratabilecek bir dava olduğuna dikkat çeken Öztrak, “Zarrab’ın ABD bankalarını aldatarak İran’a ambargonun arkasını dolandığı ve bunu da Türkiye Hükümeti’nin ve Halk Bankası’nın aracılığıyla yaptığı ortaya çıkarsa, bizim bankalarımıza karşı ciddi tedbirler gündeme gelebilir” uyarısında bulundu.

Kredi derecelendirme kuruluşlarının son yaptıkları açıklamalarda, Zarrab davasına ilişkin yürütülen soruşturmanın Türk bankalarını ‘negatif not baskısı altında bırakabileceğinin ifade edilmeye başlandığını belirten Öztrak, “Bu gelişmeler bankacılık sistemimize güveni sarsabilir. Bunun sonucunda hem dış ticaretimiz hem küresel finansa ulaşmamız olumsuz etkilenir. Zaten sıkıntıda olan ekonomimizde ciddi yaralar açabilir” dedi.

Zarrab davasının giderek Türkiye’nin yumuşak karnı haline geldiğine dikkat çeken Faik Öztrak’ın T24’e değerlendirmeleri şöyle:

“İran’ın uranyum zenginleştirme programını engelleyebilmek için başlatılan ambargolar”

2006’da Birleşmiş Milletler öncülüğünde, İran’ın uranyum zenginleştirme programını engelleyebilmek amacıyla başlatılan ambargolar, bu ülkenin uluslararası finans ve ticaret sistemine erişimine büyük darbe vurdu. ABD’nin kendi başına uygulamaya koyduğu bir takım ambargo ve engeller de bu süreçte etkili oldu. İran’ın karşı karşıya kaldığı bu finansal kıskacı aşabilmek adına, eski Cumhurbaşkanı Ahmedinejad döneminde, bir takım alternatif yollar aramaya başladığını gördük. Ancak, daha sonra İran, bu dolambaçlı işler esnasında kaybettiği paraların peşine düşüldü. Bu operasyonda yer alan İranlı aktörler bu ülkede yargı önüne çıkarıldı hatta bu operasyonu yürüttüğü söylenen şahıs idam cezası aldı.

“Zarrab davasını konusu ABD’nin İran’a uyguladığı yaptırımları yasa dışı delmek”

Bu operasyonların Türkiye ayağında yer alan Reza Zarrab ise şu anda ABD’de yargılanıyor. Davanın konusu, ABD’nin İran’a uyguladığı yaptırımları yasadışı yollarla delmek, ABD kurumlarını dolandırmak, bankacılık sistemine karşı dolandırıcılık, kara para aklamak. Bu dava henüz sonuçlanmadı ancak Zarrab’ın tanık sıfatıyla bu konuda önemli bilgileri ABD makamlarıyla paylaştığına dönük algı, artık hükümet kanadında da ağırlık kazanıyor.

Dava kapsamında Zarrab’ın, bu operasyonları yürütebilmek için Türkiye’de bir rüşvet ağı kurduğuna dair iddialar da var. Bu iddialar Türkiye’de de TBMM gündemine kadar geldi. Ancak AKP milletvekillerinin oylarıyla, bu iddiaların yargı tarafından incelenmesinin önü kesildi. Şimdi bunun ülke için nasıl yumuşak bir karın teşkil ettiğini görüyoruz. İran yargıladı, ABD yargılıyor ama bizde hükümet Zarrab’a Türk bayrağı önünde TV programları yaptırdı. Bakanlar bu isme teşekkür plaketleri verdiler. Yani şu anda ABD’de tutuklu olan bu ismi taltif edip durdular. Şimdi de aynı isme beddua edip duruyorlar.

“Meclis’te bu iddialar gündeme geldiğinde AKP’lilerin kalkan elleriyle kapatıldı”

Ekonomiye olabilecek etkilerini, dışarıdan gelecek düşmanca bir komploya bağlamaya ve bunu milli bir dava haline getirmeye çalışıyorlar. Kusura bakmasınlar, TBMM’de bu iddialar gündeme geldiğinde sorumlu bakanlar istifa etti ama AKP’lilerin kalkan elleriyle bu davanın önü kapatıldı. “Türk milleti adına” karar veren Türk mahkemelerinden kaçırılan Zarrab davasından “milli bir dava” çıkmaz ama milletin ekonomisini bozacak etkiler çıkar. Bunun da sorumlusu önce bu usulsüz petrole karşı altın ticaretine göz yumanlar ve iş ayyuka çıkınca da yargılamanın önünü kesenlerdir.

“Türkiye şu anda ciddi risklerle karşı karşıya”

Ben, daha 17-25 Aralık ortaya çıkmamışken gerek TBMM’de yaptığım konuşmalarda gerekse düzenlediğim basın toplantılarında çok defa “Bunu yapmayın. Hele ki kamu bankalarını bu iş için kullanmayın. Türkiye’nin başına ciddi sorunlar açacaksınız” dedim. Maalesef uyarılarımız dikkate alınmadı, Türkiye şu an ciddi risklerle karşı karşıya.

“Bankalarımıza karşı ciddi tedbirler gündeme gelebillir”

Evet, bu dava gerçekten de Türkiye’nin başına ciddi sorun yaratabilecek bir dava. Zarrab’ın ABD bankalarını aldatarak İran’a ambargonun arkasını dolandığı ve bunu da Türkiye Hükümeti’nin ve Halk Bankası’nın aracılığıyla yaptığı ortaya çıkarsa, bizim bankalarımıza karşı ciddi tedbirler gündeme gelebilir.

ABD bu güne kadar birçok yabancı bankayı, çeşitli ülkelere uyguladığı ambargoları ABD bankaları üzerinden dolarla yaptıkları usulsüz işlemlerle delmeleri, nedeniyle cezalandırdı. Örneğin, bir Fransız bankası, yaptığı operasyonlarla ABD’nin bazı ülkelere yönelik ambargolarını deldiği için 9 milyar dolar ceza ödemek zorunda kaldı. Türkiye de böyle cezalarla karşı karşıya kalabilir. Kredi derecelendirme kuruluşlarının yaptığı son açıklamada, Zarrab davasına ilişkin yürütülen soruşturmanın Türk bankalarını “negatif not baskısı altında bırakabileceği” ifade edilmeye başlandı.

“Zarrab davası Türkiye’nin yumuşak karnı haline geliyor”

Bu gelişmeler bankacılık sistemimize güveni sarsabilir. Bunun sonucunda hem dış ticaretimiz hem küresel finansa ulaşmamız olumsuz etkilenir. Zaten sıkıntıda olan ekonomimizde ciddi yaralar açabilir. Zarrab davası, giderek Türkiye’nin yumuşak karnı haline geliyor. Bu, Türkiye’nin uluslararası pazarlıkların yapıldığı her masada dezavantajlı olmasına, bu davanın ülkemize karşı bir koz olarak kullanılmasına neden olacak. Yapılan hataların ve iktidarın yargının denetiminden kaçmasının bedelini her zaman olduğu gibi yine milletimiz ödeyecektir.

T24
ETİKETLER
faik Öztrak chp reza zarrab abd halk bankası ekonomi yaptırım iran dava

Mahçupyan: Erdoğan faiz/enflasyon ilişkisini anlamamasına rağmen bildiğini sanıyor...
23 Kasım 2017



"Türkiye'nin aklını başına alması, normale, makule, basirete dönmesi lazım… Ne yazık ki bu bile artık cesaret gerektiriyor…"

Karar gazetesi yazarı Etyen Mahçupyan, enflasyon-faiz-döviz üçlemesinde dengenin tutturulamadığını belirterek, "Erdoğan’a bakılırsa ekonomi açık bir operasyonla karşı karşıya, dövizdeki şişkinliğin hiçbir rasyonel temeli yok, enflasyonun sebebi faiz ve Merkez Bankası da müdahale edilmediği için yanlış yapıyor… Açıkça söyleyelim, bu önermelerin hepsi yanlış ve Cumhurbaşkanı bu yanlışı sürdürdüğü sürece Türkiye’de özerk özel yatırım ihtimali yok" diye yazdı.

Mahçupyan, "Erdoğan faiz/enflasyon ilişkisini anlamamasına rağmen bildiğini sanıyor. Karşısında yanlışını açıkça söyleyecek birileri olmadıkça, kariyerini koruma uğruna önünde mırın kırın edildikçe ülkeye zarar veriliyor" ifadelerini kullandı.

Mahçupyan'ın "Ekonomide ‘akla ziyan’ dönemi” başlığıyla (23 Kasım 2017) yayımlanan yazısı şöyle:

Kasım borsada yabancı yatırımcının göreceli hesap kapatma ayı olduğu için genelde satıcılı geçer. Ancak bu yıl dramatik bir ‘kaçış’ işareti verdi. Görüntüde mesele Rıza Zarrab’ın yargılanmasının Türkiye ile ABD arasındaki ilişkiyi bozabilecek ve bunun kredi piyasasına olumsuz yansıyacak olması. Ancak temel neden Türkiye’nin bu türden olumsuz gelişmeler karşısında finansal direncinin azalmakta oluşu ve ekonomi yönetiminin sorun çözme kapasitesinin daralması.

***

Basitçe söylersek enflasyon-faiz-döviz üçlemesinde denge tutturulamıyor. Hepsi birbirini tetikleyerek yükselmeye devam ederken, açık bir ekonomide yönetimin elindeki sınırlı araçlardan biri olan faiz hadleri de tamamen irrasyonel bir biçimde değerlendiriliyor. İşi oluruna bıraktığınız anda faiz edilgen bir unsura dönüşerek enflasyonu takip ediyor. Faizi bir etken yönlendirici olarak kullanmak ise, şu anki durumda ani bir faiz sıçramasını gerektiriyor. Çünkü enflasyonist talebi durdurmanın başka yolu yok. Öte yandan ekonomi yönetimi paralize olduğu ölçüde, döviz bir yatırım unsuru olarak algılanıyor ve enflasyon oranının iki misli hızla yükselmeye devam ediyor.

Dolayısıyla borsadaki yabancı yatırımcılar kar realizasyonu yaptıklarında borsadan kazandıklarından daha çoğunu döviz satın alırken kaybetmek durumunda kalacaklarını öngörerek mal boşaltmayı tercih edebiliyorlar. Borsada işleyen mantığın genelde sabit yatırım konusunda da önemli bir etken olduğunu gözden kaçırmamak lazım. Diğer deyişle yatırımcılar döviz kurlarında istikrarı koruyabilen, kurlarla enflasyon arasında dengeyi sürekli kılabilen ve reel faizin düşük kalmasını sağlayacak bir kurumsal güvenilirlik ve siyasi öngörülebilirlik üretebilen ülkelere yatırım yapmak istiyorlar.

Maalesef Türkiye bu ölçütlerin hiçbirinde iyiye gitmediği gibi, son bir yıl içinde bariz şekilde irtifa kaybediyor. İster yerli ister yabancı olsun, yatırımcı gözüyle bakıldığında temel mesele ekonomi yönetiminin bilgiye, rasyonelliğe ve kurumsal özerkliğe dayanması yanında, siyasetin de söz konusu ekonomi yönetiminin hareket kabiliyetini kısıtlamaması. Ancak bu açıdan da Türkiye kaygan bir eğim üzerinde hızla dezavantajlı bir konuma sürükleniyor.

Erdoğan’a bakılırsa ekonomi açık bir operasyonla karşı karşıya, dövizdeki şişkinliğin hiçbir rasyonel temeli yok, enflasyonun sebebi faiz ve Merkez Bankası da müdahale edilmediği için yanlış yapıyor… Açıkça söyleyelim, bu önermelerin hepsi yanlış ve Cumhurbaşkanı bu yanlışı sürdürdüğü sürece Türkiye’de özerk özel yatırım ihtimali yok. Bu noktada Cumhurbaşkanı’nın bakışı önemli, çünkü ekonomik bir girdi… Merkez Bankası ve genelde ekonomi yönetimi Erdoğan’ın kurduğu psikolojik mahalle baskısını aşamıyor, doğruları savunamıyor, ara denge noktaları bulmaya çalışıyor ve dolayısıyla hiçbir şey doğru yapılmıyor.

Ekonomi biliminin ‘batı kafasının’ hegemonyası altında olduğu türünden bir garabetten hareket edersek, aynen geçmişteki Sovyetler benzeri ‘milli’ ekonomi teorisi arayışlarına girer ve bedelini çok ağır öderiz. Erdoğan faiz/enflasyon ilişkisini anlamamasına rağmen bildiğini sanıyor. Karşısında yanlışını açıkça söyleyecek birileri olmadıkça, kariyerini koruma uğruna önünde mırın kırın edildikçe ülkeye zarar veriliyor.

***

Bu tablonun yerli yabancı herkes tarafından izlenmesi, kapalı kapılar ardında kinayeli ve gülümsemeli sohbetlere konu olması, ülkesini seven herkes için incitici olmalı. Hele ekonomideki sıkışmayı komplolara bağlayıp, ‘milletimizi bölemeyeceksiniz, bayrağımızı indiremeyeceksiniz, vatanımızı parçalayamayacaksınız’ türünden bir hamasetle açıklamaya kalkmamız bir zül…

Türkiye’nin aklını başına alması, normale, makule, basirete dönmesi lazım… Ne yazık ki bu bile artık cesaret gerektiriyor…

T24
ETİKETLER
tayyip erdoğan reza zarrab türkiye ekonomi dış borç

Bağdat Caddesi’nde 2 bin konut yarım kaldı
24 Kasım 2017



Bölgede 100’e yakın projenin durduğu haberini alıyoruz. Her projede ortalama 20 konut olduğu varsayılırsa bu bölgede yaklaşık 2 bin konutun zor durumda olduğunu ortaya koyuyor

Bağdat Caddesi İstanbul’un en bilinen ünlü caddelerinden biri. Lüks mağazaları ve sosyo ekonomik seviyesi ile dikkat çeken cadde son yıllarda artık kentsel yenileme ile gündemde. Türkiye’de dönüşümün lokomotifi olan cadde üzeri ve yakın çevresinde bir anda yoğun bir şekilde başlayan dönüşüm ise bölgeye iyi gelmedi. Çünkü caddenin parlak havasına kapılan yüzlerce firma bir anda bölgeye akın etti. 100 yakın bölge markasına bir anda Anadolu’dan ve başka bölgelerden gelenlerle bölgede çalışan müteahhit sayısı 500’ü aştı. Sayı artınca haliyle rekabetin getirdiği can yakıcı problemlerde arka arkaya ortaya çıkmaya başladı.

“Caddede gireyim ama nasıl olursa olsun” mantığıyla hareket eden müteahhitlere birde kat sahiplerinin daha büyük, daha lüks daire isteği eklenince birçok müteahhit kaynak probleminden dolayı darboğaza girdi. Caddenin sorunlarına Türkiye ekonomisindeki sıkıntılar da eklenince bölgedeki dairelerin fiyatları yüzde 30-35 oranında düşüş gösterdi. Bu sorun özellikle 2015 yılından beri çok belirgin bir şekilde kendini ortaya koyuyor.

Cadde sakinlerinin çözümleri

Bu nedenle bölgede 100’e yakın projenin durduğu haberini alıyoruz. Her projede ortalama 20 konut olduğu varsayılırsa bu bölgede yaklaşık 2 bin konutun zor durumda olduğunu ortaya koyuyor. Duyumlara göre kat malikleri yarım kalan projelerini tamamlamak için şöyle formüller izliyor. Bu projelerden bazılarının teminat mektubuyla, teminat mektubu olmayanlar ise kendi imkanlarıyla aralarında para toplayıp yapıyorlar. Bazıları ise müteahhitten kira almayıp projelerin ağır aksakta olsa yapmaya devam ediyor.

Üyeleriyle birlikte Bağdat Caddesin’de dönüşüm yapan Anadolu Yakası İnşaat Müteahhitleri Derneği (AYİDER) Başkanı Melih Tavukçuoğlu’na caddeyi sorduğumda Bağdat Caddesi’nde 5 bin binanın yenileme çalışmalarının sürdüğünü öğrendim. Tavukçuoğlu caddedeki gelişmeleri şöyle anlattı: “Genel içinde baktığımızda problemli bina sayısı yüzde 10 civarında. Özellikle mesleğe son girenler çok ciddi sorunlar yaşıyor. Bu nedenle 100 üzerinde müteahhit sorunlu. 100’ü de sektörden çıkmak üzere. Bu anlamda güçlü firmalar ayakta kalıyor. Diğerleri ise eleniyor.” Fiyatlarda bu aşamadan sonra bir düşüş olmayacağını söyleyen Tavukçuoğlu’na göre ancak sektörde çantacı olarak bilinen bazı kişilerin problem yaşayan firmalara nakit para ile gidip yarı fiyatına daire alma durumları olabilir. Tavukçuoğlu, bu durumun bir dönem beyaz eşyadaki spotçulara benzeyen bir durum ortaya çıkarabilir uyarısı yapıyor.

Ticariler caddeye döndü

Caddede fiyatın düşmesiyle mağaza ve dükkan fiyatlarının uygun seviyeye geldiğini belirten Tavukçuoğlu, bu nedenle ticarilerin caddeye döndüğünü söylüyor. Deniz gören büyük dairelerin fiyatı yüksekte olsa bölgede kolayca satıldığını anlatan Tavukçuoğlu, en büyük problemin içerde olan birbirine eş projelerde yaşandığını kaydetti.

TÜİK verileri iki senaryo yazdırdı

Konu proje sayısındaki artış olunca yeni açıklanan TÜIK verileri önemli. Bu hafta içinde yılın ilk 9 ayında ruhsat verilen daire sayısı açıklandı. Verilere göre 1milyon 106 bin yeni daire ruhsat aldı. Bu sayı geçen yıla göre yüzde 57'lik gibi tarihi bir artışı getiriyordu. Bu artışta tabiki 1 Ekim başlayacak olan yeni imar yönetmeliğinden etkilenmek istemeyen müteahhitlerin başvuruları rol oynadı. Ancak her halükarda bu artış Türkiye’de zaten var olan 600 bin konut stokuna yeni eklemler getirmesi olası.
Sektör firmaları ise bu hızlı artışı şöyle değerlendiriyorlar. İlki Türkiye bir deprem ülkesi bu nedenle bu yenilemeler bu açıdan olumlu olacak. Ayrıca binaların hayata geçeceği 2018 ve 2019 yıllarında hem Türkiye’de ve çevresindeki koşulların daha iyi olacağı inancından kaynaklanıyor. Ancak ikinci senaryo olumsuz. Zorda olan bazı firmaların bilançolarının daha kötüye gidişini engellemek için ardı ardına yeni projelere gireceği bu nedenle bir dönem Esenyurt'ta yaşanan iflaslar gibi sektörde büyük iflaslar olma ihtimalinden bahsediliyor. Bu anlamda vatandaşın süreçten zarar görmemesi için konut alacağı firmanın bilançolarını görmesi önemli. Bunun içinde bir dönem konuşulan bilançoların internet üzerinden yayınlanması belki zorunlu hale gelebilir. Devletin bu noktada sektörde daha büyük sorunların yaşanmaması için firmalara yeni başlayacakları projeler için teminat mektubu zorunluluğu getirerek sektörde mağduriyetleri önleyebilir.

Leyla İlhan/Dünya

Zarrab’ı bırak Flynn’e bak
01/12/2017
AMBERİN ZAMAN

Biz bu satırları yazarken Reza Zarrab New York federal mahkemesinde savcılık lehine ifade vermeye devam ediyordu. Jüri karşısına üçüncü kez çıkan Zarrab ABD’nin İran’a yönelik yaptırımlarını Halkbank’ın merkezinde bulunduğu iddia edilen çıkar ağı yoluyla nasıl deldiğini tüm ayrıntılarıyla ifşa ediyordu.

Reklam

Anlattıkları çok da yeni değil. Üstü jet hızıyla örtülen 17 Aralık yolsuzluk ve rüşvet soruşturmasında ortaya saçılan birçok iddia mahkeme salonunda tekrarlanıyor. Zarrab’ın ifadelerine göre mükemmel piyano çalan eski ekonomi bakanı Zafer Çağalayan meğer daha başka neler çalmış. Rakamlar dudak uçurtucu… Sırf Çağlayan’a 50 milyon avro rüşvetin verildiğinden bahsediliyor.

Dünya basınının yakından izlediği davada en çok yankılanan ifadelerden biri elbette Zarrab’ın dün dönemin başbakanı Tayyip Erdoğan ve ekonomi bakanı Ali Babacan’ın ABD makamlarınca yasadışı sayılan İran’la petrol ve doğalgaz karşılığında altın ticaretine yeşil ışık yaktığı doğrultusundaki iddiasıydı. Ancak Zarrab, Erdoğan ve Babacan’ın Ziraat ve Vakıfbank üzerinden de bu faaliyetlerin yürütülmesine izin verdiğini kendisine Çağalayan’ın ilettiğini söyledi. Dolaysıyla en azından şimdilik Erdoğan ve Babacan’ın aleyhinde yasadışı işlere karıştıklarına dair herhangi bir kanıt yok.

Sanık sandalyesinde zaten eski Halkbank yöneticisi Mehmet Hakan Atilla oturuyor. Kendisi bakalım neler anlatacak… Savunmasını Zarrab’ın ifadelerini çürütmek üzerine mi kuracak, yoksa topu Zarrab’ın yüklü miktarda rüşvet ödediği iddia edilen eski Halkbank genel müdürü Süleyman Aslan’a mı atacak?

Başta Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan olmak üzere iktidarın Zarrab’ın iadesi için bu denli ABD üzerinde baskı kurması haliyle ‘Acaba Zarrab neler biliyor da iktidar anlatacaklarından bu denli çekiniyor?’ sorusunu akıllara getirmişti.

Kimilerine göre Zarrab öyle bomba açıklamalarda bulunabilir ki iş iktidarın düşmesine kadar gidebilir. Geçiniz…

Piyasalar Zarrab davasının olası negatif yansımalarını çoktan satın aldı. 2001 krizinden sonra yapılan yapısal reformlar çerçevesinde Türk bankalarının yapıları güçlendi. Dava sonucunda büyük ihtimalle Halkbank ve davada adları geçen birkaç bankaya ceza kesilecektir. Erdoğan muhtemelen bu konuda epey gürültü kopartacak ve bunun da ‘FETÖ-ABD ortak yapımı bir kumpas’ın parçası olduğunu savunacaktır. Ama neticede sıkı bir pazarlıktan sonra borç cetveli üzerinde anlaşıp Türkiye o paraları çatır çatır ödeyecektir. Bizim vergilerimizden. Aksi takdirde Türk bankaları uluslararası piyasalarda parya muamelesi görür. Esas ekonomik çöküş o zaman başlar.

‘Yolsuzluğun bu kadarına Türk halkı tepki gösterir.’ Pek sanmıyorum. Zaten iktidarın propaganda aygıtı tüm hızıyla devrede. Mesele “Türkiye ABD istedi diye İran’la ticareti kesmedi, ABD’ye boyun eğmedi” diye sunuluyor. Milyarlarca doların ABD bankaları da devreye sokularak aklandığından ki ABD açısından esas suç unsurunu bu teşkil ediyor ve AKPli bakanlar ve bürokratlara dağıtılan milyonlardan hiç bahsedilmiyor. KHK’larla, hapis cezalarıyla sindirilen iş dünyası, medya ve en nihayetinde toplum Zarrab’ın dedikleri karşısında sokaklara dökülecek değil. Türkiye’deki çürüme ve çöküş yavaş çekim ilerliyor.

Ak koyun kara koyun esas 2019’da yerel, parlamento ve başkanlık seçimlerinde belli olacak. Eğer AKP belediye seçimlerinde büyük bir darbe yerse bunun akabinde Erdoğan’ın yapacağı tercihler Türkiye’nin kaderini tayin edecektir. Özellikle darbe kalkışması akabindeki icraatleri iyimser olmamız için herhangi bir neden sunmuyor.

‘İktidar Zarrab’ın hakim karşısına çıkmasını neden istemedi’ sorusuna dönecek olursak…

Kanaatimce yakın çevresi ve Erdoğan, gerçekten de ABD ve Gülencilerin kendisini iktidardan düşürmek için elbirliği yaptığına inanıyor. Gülenciler konusunda haklı olduklarını kimse inkar edemez. Hakan Fidan’ın 7 Şubat 2012 tarihinde KCK davası kapsamında Erdoğan hastahanedeyken ifade vermeye çağırılması bunun ilk, mide bulandırıcı ve en somut işaretlerinden biriydi.

Gülen’in emniyette, istihbaratta, orduda kümelenen elemanlarınının Batılı hükümetlerle paylaştıkları kimi bilgilerin de müttefiklik ve görev icabı olmaktan ziyade kendilerince Erdoğan’ın devrilmesini sağlamaya yönelik olması tümüyle ihtimal dahilinde. Dolayısıyla ‘Acaba Zarrab malum yolsuzlukların dışında sırf Erdoğan ve arkadaşlarını zora sokmak için bir takım yalan ifadelerde bulunur mu?’ sorusu tahminimce Beştepe’de tartışılıyordur.

Fakat bugün itibarıyla çok daha yakıcı bir soru gündemde. Rusya soruşturması kapsamında federal mahkemeyle işbirliği için anlaşan ABD Başkanı Donald Trump’ın eski ulusal güvenlik danışmanı Michael Flynn bakalım Türkiye’yle ilişkileri hakkında neler anlatacak?

Flynn daha şimdiden Turkiye Cumhuriyeti adına yürüttüğü faaliyetler hakkında yalan beyanda bulunduğunu FBI soruşturmasını yürüten özel yetkili savcı Robert S. Mueller’e itiraf etti. Böylece Flynn Hollandalı Türk işadamı Ekim Alptekin’den aldığı 500 bin doların Alptekin’den ziyade Türkiye Cumhuriyeti hükümetinin lehine bir proje karşılığında aldığını teslim etmiş oldu.

Peki paranın kaynağı ne? Örtülü ödenekten mi geldi, yoksa Alptekin’in iddia ettiği gibi kendi kaynaklarından mı ödendi?

Flynn ile Zarrab arasında bir bağlantı var mı?

Ve Flynn iddia edildiği üzere Türk yetkililerle Gülen’i ‘paketleyip’ Türkiye’ye kaçırmak için herhangi pazarlıkta bulundu mu?

Bu ve benzeri sorular açıklık kazandıkça iktidarın algı aygıtlarına epeyce fazla mesai gözüküyor.
Diken

Mahfi Eğilmez anlattı; Türk Lirası neden değer kazandı?
05 Aralık 2017



"Yabancı yatırımcı Türkiye’de çok para kazanıyor"
Mahfi Eğilmez*

Soru şu: “Ne oldu da iki gün içinde TL, yabancı paralara karşı değer kazandı?” Temelde üç şey oldu. İlki dış piyasalarla ilgili bir gelişme. Dışarıda gelişmekte olan ekonomilere ilgi artışında yeni bir dalga oluştu. Bunun sonucunda gelişmekte olan ülke paraları, o arada TL, rezerv paralara karşı değer kazandı. Diğer ikisi içeriyle ilgili gelişmelere dayanıyor. İlk olarak Cumhurbaşkanı’nın bazı işadamlarını kastederek “dışarıya varlık çıkarıyorlar, bunun önlenmesi lazım” yolundaki açıklaması gerek yabancı gerekse yerli yatırımcıların kafasını karıştırdı ve Türkiye’nin kambiyo kısıtlamalarına gidip gitmeyeceği tartışması çıktı. Bu karışıklık mesela USD / TL kurunun 2,5 puan yükselmesine yol açtı. Ertesi gün gerek Cumhurbaşkanı gerekse diğer hükümet yetkilileri bunun kastedilmediğini, kambiyo kontrolünün düşünülmediğini açıklayınca kurda düzeltme yaşandı. İkinci gelişme enflasyonla ilgiliydi. Açıklanan 12 aylık manşet enflasyon yüzde 12,98, çekirdek enflasyon da yüzde 12,08 olunca gerek dış gerekse iç piyasalarda Merkez Bankası’nın faiz artırımına gideceği beklentisi doğdu. Bu beklentiyle yüksek kurdan döviz satarak TL’ye dönüş eğilimi hızlanınca TL değer kazanmaya başladı ve kur hızla geriledi. Eldeki bilgiler bunlar. Şimdi de eldeki verileri bir tabloya dökerek inceleyelim.

Gösterge
31.12.2016
5.12.2017
Fark (%)
Manşet Enflasyon (TÜFE)
8,53
12,98
52,17
Yİ – ÜFE
9,94
17,30
74,04
Çekirdek Enflasyon (C endeksi)
7,48
12,08
61,50
Gösterge Faiz
10,63
13,51
27,09
Merkez Bankası Faizi
8,31
12,25
47,41
USD / TL Kuru
3,53
3,86
9,34
Euro / TL Kuru
3,72
4,59
23,39
Sepet Kur
3,62
4,23
16,85

Tablodaki verilere göre hangi ölçüye bakarsak bakalım enflasyon geçen yılsonuna göre yüzde 52 ile 74 arasında artmış. Buna karşılık tek görevinin fiyat istikrarını sağlamak olduğu yasasında yazılı olan ve bunu her fırsatta vurgulayan Merkez Bankası, istikrarı sağlamakta en önemli silahı olan faizini yüzde 48 dolayında artırmış.

Merkez Bankası Faiz Artırımı Yapacak mı?

Şimdi gözler Merkez Bankası’nın 14 Aralık tarihinde yapacağı Para Politikası Kurulu toplantısına çevrilmiş bulunuyor. Ondan hemen önce de Fed Açık Piyasa Komitesi bu yılın son toplantısını yaparak faiz artırıp artırmayacağını karara bağlayacak.

Şimdi yukarıdaki bilgiler ve veriler çerçevesinde bir durum değerlendirmesi yapalım. Merkez Bankası faizi artırır mı? Siyasal etkileri bir yana bırakırsak burada Merkez Bankası’nın iki farklı etki altında kalacağını düşünüyorum. İlki enflasyonun ve özellikle çekirdek enflasyonun yüksekliğidir. Bunun faizi artırma kararı yönünde etkili olacağını düşünüyorum. İkincisi son günlerde TL’nin yabancı paralara karşı değer kazanmasının Merkez Bankası üzerinde faiz artırmaya gerek kalmadığı biçiminde baskılar oluşmasına yol açması olasılığıdır. Bunlardan hangisinin etkili olacağını bilemem. Bu durumda benim iktisatçı olarak yanıtlamam gereken soru farklı bir soru oluyor: Merkez Bankası faiz artışı yapmalı mı?

Benim bu soruya yanıtım yapmalı şeklindedir. Çünkü yürütülen yanlış ekonomi politikası başkaca bir şey yaparak gelinen noktadan öteye gitme imkânı bırakmamış bulunuyor. Yanlışlık her şeyden önce ekonomi politikasının iki alt politikası olan para politikası ve maliye politikasının farklı yönlere hareketlendirilmesinden kaynaklanıyor. Yılbaşından bu yana para politikası kısmen sıkı olmasına karşılık maliye politikası gevşek bir görünüm sergiliyor. Oysa geçmiş yıllarda maliye politikası sıkı, para politikası ise kısmen gevşek idi.

Yabancı Yatırımcı Türkiye’de Çok Para Kazanıyor

Kurlardaki yükselişin Türkiye’de enflasyonu yükselteceğini tahmin eden yabancı yatırımcı, 1 Aralık Cuma günü Cumhurbaşkanı’nın konuşmasından hemen sonra kurların daha da yükseleceğini ama bu durumun bir başka konuşmayla düzeleceğini düşünmüş ve o gün Türkiye’ye 1.000.000 USD getirip 3,93’lük USD/TL kuruyla bozdurmuşsa eline 1.000.000 x 3,93 =) 3.930.000 TL geçer. Bu parayı banka kasasında bile saklasa ve bugün tekrar 3,86’lık USD / TL kuruyla Dolar satın alsa 1.018.135 Doları olur. 3 günde Dolar bazında yüzde 1,8 kazanç. Diyelim ki bu yabancı parasını alıp gitmedi ve Merkez Bankası’nın faiz artıracağını tahmin ederek 14 Aralık tarihini beklemeye karar verdi. Merkez Bankası 14 Aralık’ta faizi artırırsa kurlar biraz daha düşecek ve bu kazanç daha da artacak.

Bir ekonomi finansal kaynak arayışında kurtlar sofrasına düşerse durumu budur. Osmanlı İmparatorluğu 1854’de Kırım savaşını finanse etmek üzere ilk dış borçlanmasını yaptığında kurtlar sofrasına düşmüştü. Sonrasında açık sofraya meze oldu. Bugün Türkiye Cumhuriyeti de aşağı yukarı aynı konuma doğru ilerliyor.

Faizi Artırmak Çözüm müdür?

Faizi artırmak kısa vadede çözümdür. Ama faiz artışından uzun vadeli çözüm beklemek son derecede yanlıştır. O nedenle Merkez Bankası çaresiz olarak bir kez daha faizi artırdıktan sonra Hükümet her türlü işi gücü meşgaleyi bırakıp yapısal reformlara girişmeli ve uzun vadeli çözümün peşine düşmelidir. Bu alanda atılması gereken ilk adım hukuk reformu adımı olmak zorundadır. Hukukun ve bağımsız yargının egemen olmadığı bir ülkede ne yaparsak yapalım riskleri düşüremeyiz. Riskleri düşürmeye hukuk reformuyla başlarken bir yandan da başkalarıyla kavga etmeyi ve sürekli konuşmayı bırakmak zorundayız. Bu ülkede riskleri düşürmenin temel yollarından birisi az konuşmaktır.

Riskleri düşüremezsek kurları düşüremeyiz. Kurları düşüremezsek enflasyonu düşüremeyiz. Enflasyonu düşüremezsek faizleri de düşüremeyiz. Durum bu kadar açık ve bu kadar basittir.

*Bu yazı ilk kez mahfiegilmez.com'da yayımlanmıştr.

T24
ETİKETLER
mahfi eğilmez haber açıklama türk lirası

Ziya Yılmaz: İnşaatta iflas riski artıyor
7 Aralık 2017



Sadece İstanbul’da 47 bin inşaat şirketi faaliyette. Her önüne gelenin inşaat yapmasının dengeyi bozduğu ve sıkıntı yarattığı belirtildi.

Türkiye’de adeta müteahhit enflasyonu yaşanıyor. Türkiye genelinde 300 bin civarında inşaat firması faaliyet gösterirken bu firmaların 46-47 bininin İstanbul’da olduğu ifade ediliyor. Türkiye’deki bu rakamlara karşılık tüm Avrupa’da 30 bin civarında inşaat şirketi faaliyet gösteriyor. Her önüne gelenin müteahhitlik yapması ve sektöre girişte belli bir kriterin olmaması da inşaatta sıkıntı yaratmaya başladı.
Dap Holding Yönetim Kurulu Başkanı Ziya Yılmaz, her sektörün bir yasal düzenlemesinin olduğunu, inşaatta girişte de belli yeterliliklerin olması gerektiğini kaydederek, “Her parası olan 500- 1000 konut üreteceğim diye inşaata giriyor. Bu durum arz talep dengesini bozuyor. Burada bir düzenleme şart. İnşaata girişte belli şartlar aranmalı. Finans yeterliliği, öz kaynak yeterliliği, iş bitirme garantisi, teknik ekip yetkinliği gibi kriterler aranabilir” ifadesini kullandı.
Ziya Yılmaz, sektöre giriş yeterliliği ile ilgili dernek öncülüğünde çalışma başlattıklarını ve bununla ilgili talepleri bakanlıklara sunacaklarını dile getirdi. Yılmaz, “Şu anda sektörün yüzde 90’ı maliyetleri bilmiyor. Bir inşaat firmasının sıkıntıya girmesi bütün sektörü sıkıntıya sokar” dedi.
Yol kazası olabilir
Türkiye’nin kentsel dönüşümde başarılı olmadığına da işaret eden Yılmaz, “7.5 milyon konut dönüştürülecek deniyor, ama yasal düzenleme olmazsa çok yol kazalarına uğrarız. Bazı bölgelerde il, ilçe belediyelerinin ruhsatları takip etmesi gerekiyor. Bir bölgede çok arz olursa sorun çıkar. Bu sorunlar yönetilmezse iflaslar olabilir” şeklinde konuştu. Şehriban Kıraç / Cumhuriyet

Patronlar Dünyası
Etiketler:
Dap Holding Yönetim Kurulu Başkanı Ziya Yılmaz

Mahfi Eğilmez: Bu yüksek büyümenin yarattığı bazı sorunlar var, fedakârlık etmek gerek!



"Türkiye ekonomisinin bu kadar hızlı büyümesinin ardında bazı gelişmeler var"
Mahfi Eğilmez*

Türkiye ekonomisi yüzde 11,1 büyümeyle üçüncü çeyrekte dünyanın en hızlı büyüyen ekonomisi oldu. Türkiye’yi yüzde 6,8 ile Çin, 6,2 ile Malezya ve 6,1 ile Hindistan izliyor. TÜİK, üçüncü çeyrek büyümesiyle birlikte ilk iki çeyreğe ilişkin büyüme oranı düzeltmelerini de açıkladı. Buna göre ekonomi, ilk çeyrekte 5,3, ikinci çeyrekte 5,4 büyümüş görünüyor. Bu durumda ilk 9 aylık büyüme yüzde 7,3 dolayında çıkıyor (çeyreklerin ağırlık farklarını ihmal ediyorum.) Bu eğilim sürerse yıllık büyüme yüzde 7 dolayında çıkacak demektir.

Türkiye ekonomisinin bu kadar hızlı büyümesinin ardında bazı gelişmeler var. Her şeyden önce 2016 yılının üçüncü çeyreği 15 Temmuz darbe girişiminin yarattığı olumsuzlukların etkisiyle ekonomide küçülmeye yol açmıştı. Aşağıdaki tablo bu küçülmeye ilişkin verileri ortaya koyuyor.

Önceki yılın aynı dönemine göre değişim (%)
2016 III. Çeyrek
2017 III. Çeyrek
Harcamalar Yönünden


Hanehalkı tüketim harcaması
0,5
11,7
Devletin tüketim harcaması
5,8
2,8
Yatırım harcaması
0,3
12,4
İhracat
-9,4
17,2
Üretim Yönünden


Tarım, ormancılık, balıkçılık üretimi
-3,5
2,8
Sanayi üretimi
-1,8
14,8
İnşaat üretimi
2,8
18,7
Hizmet üretimi
-6,3
20,7
GSYH Büyümesi
-0,8
11,1

15 Temmuz darbe girişimi nedeniyle 2016 yılının üçüncü çeyreğinde yaşanan büyük ekonomik çöküş tablodan açıkça görülebiliyor. Böyle bir çöküşün ardından bu yılın üçüncü çeyreğinde müthiş bir sıçrama yaşanması doğal sonuçtur. Buna baz etkisi deniyor.

Buna ek olarak bu yıl kredi garanti fonunun devreye sokulması banka kredilerinin hızla artmasına ve bu kredilerin ekonomik büyümeye olumlu katkı yapmasına yol açtı. BDDK verilerine göre 2017 yılının üçüncü çeyreğinde 2016 yılının üçüncü çeyreğine göre kredilerdeki artış yüzde 24 oldu. Kredi garanti fonunun desteğinde gelen bu artışın ekonomide canlanma yaratması beklenen bir gelişmeydi.
2017 yılında kamu harcamalarında artış ortaya çıktı. Referandum dolayısıyla başlayan artışlar referandum sonrasında da devam etti. Bunun yanında vergilerde geçici sürelerle indirimler yapıldı, sosyal güvenlik prim ödemelerinin tahsili ertelendi. 2016 yılının tamamında 29,5 milyar TL açık veren bütçe, 2017 yılının ilk on ayında 35 milyar TL açık verdi. 2016 yılında bütçe açığının GSYH’ye oranı yüzde 1 iken 2017 yılında bu oran ikiye katlanacak gibi görünüyor.

2016 yılında cari açığın GSYH’ye oranı yüzde 3,8 iken bu yılın ilk on ayı itibariyle cari açığın tahmin edilen GSYH’ye oranı yüzde 4,9’a yükseldi. Dolayısıyla Türkiye, bütçe açığı ve cari açık eşliğinde büyüdü.

Özetle söylemek gerekirse ağırlıklı olarak geçen yılın düşük büyümesinin baz etkisine ek olarak bütçe açığındaki artış, kredi garanti fonunun kredi kullanımında yarattığı artış ve cari açıktaki artışın yarattığı etkilerle büyüme oranı yüzde 11,1 gibi çok yüksek bir düzeye ulaştı.

Bu yüksek büyümenin olumlu yansımalarının yanında yarattığı bazı sorunlar da var. Bunların başında enflasyonun yükselmesi, bütçe açığının ve cari açığın artması geliyor. Bunlar kolayca çözümlenebilecek sorunlar değil. Hepsi de önümüzdeki dönemde büyümeden fedakârlık etmeyi gerektiriyor.

*Bu yazı ilk kez mahfiegilmez.com'da yayımlanmıştır.
T24

"Gelirimiz yüzde 11 arttı ama enflasyon cebimizden yüzde 13 çaldı; ne anladık bu büyümeden?"
12 Aralık 2017



"Açıklanan rakamlarla fizik yasalarını alt üst ettik"

Sözcü yazarı Murat Muratoğlu, dün TÜİK tarafından açıklanan büyüme rakamlarını değerlendirdi. Muratoğlu, "Gelirimiz yüzde 11 arttı. Buna inansak bile enflasyon cebimizden yüzde 13 çaldı. Ne anladık o zaman biz bu büyümeden?" diye tepki gösterdi. "Açıklanan rakamlarla fizik yasalarını alt üst ettik" diyen Muratoğlu, "Ülke dışa doğru büyürken içe doğru eridi. Geldiğimiz nokta, matematiği de bitirdi" ifadesini kullandı.

Muratoğlu'nun "Durduramıyoruz büyümeyi!" başlığıyla (12 Aralık 2017) yayımlanan yazısı şöyle:

Türkiye'yi zayıf göstermek için çalışan iç ve dış fesat odaklarına en güzel cevap nasıl verilir? Büyüme rakamlarıyla…Adamların da çok umurunda! Fikri Cumhurbaşkanı Erdoğan verdi. Türkiye temmuz-ağustos-eylül aylarında geçen yıla göre yüzde 11.1 büyüdü, irileşti. Gerçi kendisi “Bunların cebine üç-beş kuruş koy istediğin kredi notunu al” da demişti. Konumuzla ne alakası olabilir ki?

* * *

Etrafınızda ay sonunu getiremeyen, işsiz, aşsız, kredi borcunu ödeyemeyen, parasızlıktan şikâyet eden “iç fesat odağı” mı var? Yapıştıracaksın suratına yüzde 11.1 büyümeyi,susturacaksın milli birlik ve beraberliğimize gözünü dikeni…Valla en güzeli……

Çalışma Bakanlığı da baksın, feyz alsın. Bu büyüme ile gidip de “işçi, işveren ve asgari ücretliden anlayış bekliyoruz” açıklaması yapıp tadımızı kaçırmasın!
* * *

Tabii ufak tefek pürüzler yok değil! Sahi ülke samanı bile ithal ederken nasıl büyümüş?
Ya büyümeyi açıklayan kurum sürdürülemez bir finansal manipülasyon yapıyor ya da ölçüm şablonu tamamen yanlış…
Diyorsun ki kuruma; “Bu büyümeyi geçen yıl değiştirdiğin yöntemle hesaplıyorsun. Bize bir de eski yöntemle kaç büyüdüğümüzü söyle de karşılaştırma yapalım.” Açıklayamıyor! Neden?

* * *

Karambolde ilk çeyrek büyüme verisi yüzde 5'ten yüzde 5.4'e ve ikinci çeyrek yüzde 5.1'den yüzde 5.3'e revize edildi. Sadece bugün değil, geçmişte bile büyümeye devam ediyor Türkiye…
Nasıl hesaplıyorlarsa durduramıyoruz büyümeyi… Kim büyüyor? Kime büyüyor? Peki, büyüyorsak, niye bireysel büyüyemiyoruz? Büyüdükçe neden fakirleşiyoruz? Büyü mü yaptılar?

* * *

Peki, hiç mi büyümedik? Büyüdük tabi…
Şöyle anlatayım; Bu yıl bütçe açığı ne kadar? Şimdilik 45 milyar lira…Kredi Garanti Fonu ile batacak şirketlere pompalanan para ne kadar? 210 milyar. Üzerine de koy cari açık olarak dışarıdan gelmiş 42 milyar doları…
Toplamadığı vergiler, sonu olmayan teşvikler, işe alım için verilen desteklerle beraber, “yüzde 5 büyümüştür” Türkiye hasbelkader. Fazlası değil!

* * *

Kazançlar artıyorsa vergiler de artıyordur. Niye limonatanın bile vergisine zam yapılıyor? Siz hiç büyümesi hızlanırken işsizliği yükselen bir ekonomi gördünüz mü?
Güven endeksinin düştüğü, anketlerde en büyük sorunun ekonomi olarak çıktığı bir ekonominin dünya büyüme rekoru kırdığına şahit oldunuz mu?

* * *

Güzel kardeşim gelirimiz yüzde 11 arttı. Buna inansak bile enflasyon cebimizden yüzde 13 çaldı. Ne anladık o zaman biz bu büyümeden?
Açıklanan rakamlarla fizik yasalarını alt üst ettik. Ülke dışa doğru büyürken içe doğru eridi. Geldiğimiz nokta, matematiği de bitirdi. Hesap bir türlü tutmuyor. İktidar fesat odaklarına ders veriyor. Sonuçta milli mücadele. Yüzde 20 büyüdük deyiverse, kime ne?

T24
ETİKETLER
gelir enflasyon haber açıklama muratoğlu büyüme rakamlar

Soma Holding’in 6 lüks ofisi 36 milyon TL’ye İcradan satılacak satışa çıkıyor
8 Kasım 2017



Sahibi olduğu Soma’daki maden ocağında 301 işçinin yaşamını yitirdiği Soma Holding’e haciz geldi.

Bir banka, ödenmeyen borca karşılık, Soma’nın İstanbul Maslak’taki 47 katlı Spine Tower isimli projesindeki çok sayıda gayrimenkulün icra yolu ile satışını istedi. Söz konusu gayrimenkullerin değeri 3 milyon TL ile 13 milyon TL arasında. Geçen yıl başlatılan takibe konu alacak tutarı 20 milyon TL seviyesinde.

İstanbul 10. İcra Müdürlüğü, kat bahçeli lüks ofisler için tek tek değer tespiti yaptırdı. Söz konusu ofisler için belirlenen bedel 3 milyon 100 bin TL ile 13 milyon TL arasında değişiyor. 6 lüks ofis için belirlenen toplam bedel ise 36 milyon TL.

İlk ihale 29 Ocak’ta

İcradan satış ihalesinin ilki 29 Ocak 2018’de yapılacak. İlk ihalede alıcı çıkmaması halinde, bir sonraki ihale 1 Mart günü gerçekleştirilecek. İcradan satışlar, belirlenen muhammen bedelin yüzde 50’si üzerinde başlıyor. Anılan gayrimenkuller için ödenecek KDV oranı ise yüzde 18.

301 madencinin yaşamını yitirdiği madenin sahibiydi

Soma Holdin’e bağlı Soma Kömür İşletmelerine ait kömür ocağında 13 Mayıs 2014’te meydana gelen kazada 301 madenci yaşamını yitirmişti. Aralarında Soma’nın patronu Alp Gürkan’ın oğlu Can Gürkan’ın da olduğu bir kısmı tutuklu sanıkların yargılaması ise halen devam ediyor.

Patronlar Dünyası
Etiketler:
Soma Alp Gürkan Can Gürkan İstanbul Maslak Spine Tower

300 Milyon borçla batmıştı! Ünlü Türk iş adamı intihar mı etti?
19 Ocak 2018



Lojistik ve gümrükleme sektörünün köklü firmalarından Grupaj Lojistik’in sahibi, cemiyet hayatının önemli isimlerinden bir olan Hasan Akandere’nin dün akşam Almanya’da hayatını kaybettiği öğrenildi.

Yakınlarından edinilen bilgiye göre, mali sıkıntıya giren işadamı Akandere’nin piyasaya 300 milyon lirayı aşkın borcu olduğu belirtiliyor.

Başından vurulduğu anlaşılan evli üç çocuk babası olan Akandere’nin intihar ettiğinden şüpheleniliyor.
(Dinçer Gökçe/Hürriyet)

Yalçın Doğan: Hormonlu büyüme
12 Aralık 2017

Sürpriz
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Çrş Oca 24, 2018 12:23 am tarihinde değiştirildi, toplam 4 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Sal Arl 12, 2017 9:48 pm    Mesaj konusu: Ekonomide üçüncü çeyrekteki yüksek büyüme ne anlama geliyor? Alıntıyla Cevap Gönder

Ekonomide üçüncü çeyrekteki yüksek büyüme ne anlama geliyor?
12 Aralık 2017



Ekonomistler, Türkiye'nin 3. çeyretkteki yüzde 11.1'lik büyüme oranını değerlendirdi.

Türkiye ekonomisi üçüncü çeyrekte bir önceki yılın aynı dönemine göre yüzde 11,1 genişleyerek son altı yılın en hızlı büyümesini kaydetti.

Büyüme verilerine hükümet cephesi olumlu tepki verdi.

Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekci, Bloomberg HT'ye yaptığı açıklamalarda, "Yıl sonu itibariyle yüzde 6,7-6,8 civarında büyümeyi yakalayacağımızı tahmin ediyoruz. Hatta yüzde 7 civarında bir büyüme bizim için sürpriz olmayacaktır" dedi.

Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek de TRT Haber'e Türkiye'nin 2017 yılının tamamında yüzde 6,5'lik bir büyüme kaydedebileceğini aktardı.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ise Türkiye'nin üçüncü çeyrekte dünyanın en hızlı büyüyen ekonomisi olduğunu belirterek, 2017 yılının tamamında yüzde 7 civarında bir büyümenin hedeflendiğini vurguladı:

"Büyüme rakamlarıyla, Türkiye'yi zayıf göstermek için çalışan iç ve dış fesat odaklarına en güzel cevap verildi. Türkiye kendisine güvenen, inanan, yatırım yapan hiç kimseyi sukutuhayale uğratmamıştır, uğratmayacaktır."

Birçok ekonomist ise son gelen büyüme verisinin çok çarpıcı olduğuna dikkat çekse de çift haneli büyüme rakamlarının önümüzdeki dönemde devam edemeyeceğini açıklıyor.

"Kesinlikle olağanüstü"

Merkezi İngiltere'de bulunan BlueBay portföy yönetimi şirketinin gelişmekte olan piyasalar masasından Timothy Ash, BBC Türkçe'ye değerlendirdiği büyüme verisinin 'çarpıcı' olduğunu söylüyor:

"Üçüncü çeyrek rakamları çok çarpıcı, tahminlerin oldukça üstünde. Resmi olarak bütün yılın büyüme rakamlarını yüzde 6,5-7'ye çekiyor. Bu yılın başında analistlerin tahminlerinin bunun yarısı olduğunu göz önünde bulundurursak kesinlikle olağanüstü."

Ash, büyüme rakamlarının bu kadar iyi gelmesini ise şu faktörlerle açıklıyor:

Teminat yetersizliği nedeniyle kredi alamayan KOBİ (Küçük ve Orta Büyüklükteki İşletmeler) ve KOBİ dışı işletmelere kefil olarak bu işletmelerin finansmana erişimlerine destek olan kamu kuruluşu.

"KGF kullanımları, SGK teşvikleri ve ÖTV indirimi etkili oldu"

BBC Türkçe'nin sorularını yanıtlayan ekonomist Evren Bolgün de rakamın 'olağanüstü yüksek' olduğunu aktarıyor. Bolgün'e göre ise bunun nedenleri şöyle:

"Mart ayının ortasından başlayıp yaz ortasında biten 320 milyar liralık KGF kullanımlarının etkisi var. Vergi indirim teşvikleri, hükümetin istihdam tarafında verdiği SGK (Sosyal Güvenlik Kurumu) teşvikleri, sektörel tarafta ÖTV (Özel Tüketim Vergisi) indirimi gibi unsurların etkisi var.

"Bir de 2016'nın üçüncü çeyreğinde görülen eksi 0,8'lik büyümenin baz etkisi de var. Darbe teşebbüsünün negatif bir etkisinin olduğu çeyrekten müthiş bir rakama doğru evrilme var."

15 Temmuz 2016'da gerçekleşen darbe girişiminin etkisiyle Türkiye ekonomisi geçen yıl üçüncü çeyrekte bir önceki yıla göre yüzde 0,8'lik bir daralma yaşamıştı. Bu yüzden geçen yıla kıyasla bu dönem yaşanan yüzde 11,1'lik büyümede baz etkisinin önemli bir rol oynadığı vurgulanıyor.

Goldman Sachs, büyüme tahminini yükseltti

ABD yatırım bankası Goldman Sachs da gelen büyüme verisinde baz etkisi ve iş günlerinde yapılan değişikliklerin rol oynadığını açıkladı. Banka son yayımladığı raporunda 2017 yılı için GSYH tahminlerinin yüzde 7'ye çıktığını, 2018'de ise bu rakamın yüzde 3,5 olmasını beklediklerini belirtti.

Sosyal medyada ise bazı ekonomistler açıklanan bu büyüme verisinin tam olarak gerçeği yansıtmadığına dikkati çekiyor.

"Büyüme serisi bir şey ifade etmiyor; ya yüzde 11 büyümüyoruz ya da büyüme ne demek bilmiyoruz"

Bilkent Üniversitesi İktisat Bölüm Başkanı Prof. Dr. Refet Gürkaynak, TÜİK'in yeni hesaplama sistemi yüzünden 'yeni büyüme serisinin bir anlam ifade etmediğini' dile getirdi:

"Yeni büyüme serisi bir şey ifade etmiyor. Ya %11 büyümüyoruz, ya %11 büyüme ne demek bilmiyoruz. Geçmişte %5 büyürken hissettiğimiz refah artışı hissini şimdi %11 büyüdüğümüz söylenirken hissetmemek makul değil. TÜİK eski yöntemle de büyüme rakamlarını hesaplamalıdır."

"Mevsim ve takvim etkisinden arındırılmış verilerde büyüme 2. çeyreğin gerisinde"

Bu değişiklik ekonomistler tarafından çokça tartışılmıştı.

Berlin School of Economics and Law'dan Doç. Dr. Ümit Akçay da baz etkisine dikkat çekerek mevsim ve takvim etkisinden arındırılmış verinin daha önemli olduğunun altını çiziyor.

"%11 büyüme tabi ki yanıltıcı, nedeni de baz etkisi. Geçen aynı dönemde ekonomi küçüldü. O nedenle şimdiki büyüme yüksek çıkıyor. Bunu gidermek için "mevsim ve takvim etkisinden arındırılmış" veriye bakmak gerek.
Sürpriz! 3. çeyrekte "mevsim ve takvim etkisinden arındırılmış" veriye bakarsak: -Büyüme 1.2 ile 2. Çeyreğin gerisine düşmüş durumda. -Tarım -0.2 daralmış. -İmalat sanayi -1.3 daralmış."

"Tek seferlik, hormonlu bir büyüme diyebiliriz"

TÜİK verilerine göre takvim etkisinden arındırılmış GSYH, 2017 yılı üçüncü çeyreğinde bir önceki yılın aynı çeyreğine göre yüzde 9,6 arttı. Mevsim ve takvim etkilerinden arındırılmış GSYH ise bir önceki çeyreğe göre yüzde 1,2 yükseldi.

Ekonomist Evren Bolgün ise Türkiye ekonomisinin önümüzdeki dönemde çift haneli büyümeye devam edemeyeceğini söylüyor:

"Aslında, tek seferlik, hormonlu bir büyüme diyebiliriz. Bu siyasi bir tercihti; hükümet büyüme ortalaması yüzde 5'lerin altına doğru giderken, teşvik, yüksek büyüme, yüksek enflasyon, yükselen bütçe açığı kompozisyonuyla bunu gerçekleştirdi. Sürdürülebilir olmayacağı çok açık."

Bolgün'e göre bu büyüme rakamının ardından 'Vatandaş neden bunu hissetmiyor?" sorusuna verilebilecek cevap ise şöyle:

"Ekonomideki yüksek ısınma yüksek enflasyonu getirdi. Vatandaşın bunu hissetmesi çok mümkün değil esasında çünkü vergi miktarı da ciddi anlamda arttı ve artacak 2018 yılında. Harcanabilir gelir tarafındaki kesintiler vatandaş üzerinde hissediliyor."

"Büyüme sürdürülebilir değil, batı ülkeleriyle ilişkilerin kötüleşmesi olumsuz bir faktör"

BlueBay portföy yönetimi şirketinden Timothy Ash de Türkiye ekonomisinin aşırı ısınmış olmasından dem vuruyor:

"Büyümenin yapısına baktığınızda özel tüketim ve kamu yatırımından oluştuğu için sağlıklı ya da sürdürülebilir olmadığını görebiliriz. Ekonominin aşırı ısınmasına kanıt olarak GSYH'nın yüzde 4-5'ine denk gelen cari açığa işaret edebiliriz.

"Cari işlemler dengesinin kalitesi kısa vadeli yurt dışından gelen sıcak paraya baktığı için çok zayıf. Eğer Merkez Bankası yeteri kadar sıkılaştırma gerçekleştirmezse ve kur daha da zayıflarsa büyüme durabilir."

Ash'e göre Türkiye'nin ticaret hacminin ve yatırım kapasitesinin üçte ikisi Batı'dan geldiği için Batı ülkeleri ile ilişkilerin kötüleşmesi de olumsuz bir faktör.

"Hakan Atilla davası, Türkiye ekonomisi için risk barındırıyor"

Ekonomist Bolgün ise ABD'de görülen Halkbank eski Genel Müdür Yardımcısı Mehmet Hakan Atilla'nın tek sanık olarak yargılandığı İran yaptırımlarını delme davasının Türkiye ekonomisi için risk barındırdığını açıklıyor. Bolgün'e göre dışarıdan gelebilecek ikinci risk dalgası da dolar cinsinden borçlanma maliyetlerinin yükselmesinden kaynaklanabilir:

"Kur etkisinin yarattığı reel sektördeki riskleri kontrol altına alma girişimi var. Hormonlu büyüme ve kredi kanallarının açılması, biraz bu durumun gözükmesini örtüyor. Önümüzdeki yıl özellikle KGF geri ödemelerinin de başlamasıyla bu durum ortaya çıkacaktır."

BBCT/T24
ETİKETLER
türkiye ekonomi

Yalçın Doğan: Hormonlu büyüme
12 Aralık 2017



Sürpriz yok, TV haber kanallarında aynı haber dakikalarca büyük puntolarla, ayrıca alt yazılarla ekranlardan inmiyor:

“Büyümede tarihi rekor, Hindistan ve Çin bile geride kaldı, Türk Ekonomisi 2017 yılının üçüncü çeyreğinde yüzde 11.1 büyüdü”.

TÜİK (Türkiye İstatistik Kurumu) dün bu rakamı açıkladığı andan itibaren TV’lerde bir davul çalınmadığı kalıyor. Doğru, 11.1 oranındaki büyüme hızı gerçekten çok büyük ve şaşırtıcı. AKP iktidarının ekmeğine yağ süren, bundan sonra AKP’nin yapacağı her konuşmada dönüp dolaşıp vurgulayacağı bir oran.

Yeni bir propaganda aracı.

İlginç olan, bu haberi allandıra pullandıra veren TV kanalları, haber geldiği sırada pek bir uzman kişiye danışmak ihtiyacı hissetmiyor. Oysa, herhangi önemli bir gelişmede, o konunun uzmanını hemen bulup çıkartan kanallar, bu sefer nedense ayak sürçüyor.

Büyümenin arkasında ne var, ne yok, o anda pek üstüne gitmiyor.

Mart’ta 220 milyar lira

11,1 oranındaki büyümeyi izah için biraz geriye gitmek gerekiyor, 2017 Mart ayına.

Mart ayında Hazine, piyasaya bankalar üzerinden tam 220 milyar lira şırınga ediyor, kredi açıyor. Hazine “siz kredi açın, ben garanti ediyorum” diyor o tarihte bankalara.

Mart önemli, çünkü piyasada nakit darlığı baş gösteriyor. Piyasada durgunluk var. Yeni bir ekonomik krizini başlangıcı.

220 milyar gibi çok yüksek bir rakam şırınga edince, yurt içinde ve dışında üçüncü çeyrek için büyümede iyimser yorumlar arka arkaya geliyor.

Para inşaata gitti

O para büyük ölçüde inşaat sektörüne gidiyor. Doğrudan üretime giden para hayli az. Bununla birlikte, sanayide bile büyüme oranı tahminlerin ötesine geçiyor.

Mart ayındaki bu para operasyonu gerçekten başarılı bir sonuç veriyor.

Ancak... Şimdi bir kaç sonuç ortaya çıkıyor ve çıkacak.

-Arada geçen sürede inşaat sektöründe stoklar birikiyor. Yani yeni binalar, yeni konutlar alıcı bekliyor. Stok artıyor, buna karşılık talep çok düşük.

Belki son otuz, kırk yılın en büyük stoku birikmiş durumda, alan yok. Bu inşaat sektörünün aldığı kredilerin nasıl geri döneceği konusunda soru işareti veriyor.

Bankalar çok kârlı

2017 Mart ayında piyasaya 220 milyar lira kredi şırınga eden bankalar, Hazine’ye güveniyor. Çünkü, Hazine “ben kefilim” diyor.

Şimdi önümüzdeki Mart ayında, yani üç ay sonra, bankalar Hazine’nin kapısına dayanacak, “ben paramı isterim” diye. Hazine o zaman ne yapacak, hep birlikte göreceğiz.

Bankalara dönük olayın öteki yanı, bu kadar çok kredi açan bankalar, bu yıl büyük karlar elde ediyor. Yani, bu yılın en karlısı bankalar.

Dolar umursamadı

11.1 oranındaki büyümeyi uluslararası piyasalar ihtiyatlı karşılıyor.

Bu orandaki büyümeye rağmen, dolar dün pek öyle düşmüyor.

Oysa, bu büyüme karşısında, gerilemesini beklemek olağan ama, gerilemiyor.

Neden?

Çünkü, piyasalar bugün, yarın Merkez Bankasının faiz kararını bekliyor.

Merkez Bankası faizleri yükseltirse, dolar geriliyor.

AKP iktidarı ise, faizlerin yüksekliğinden şikayet ediyor, Merkez Bankasına doğrudan ya da dolaylı sürekli müdahale ediyor.

Ekonomik açıdan doğru olan, doları düşürmek için faizlerin yükselmesi.

Ne var ki, o ihtimal o kadar fazla görünmüyor. Sürpriz bir gelişme olursa, yükselebilir.

Piyasaya göre, faizin bir buçuk, iki puan yükselmesi gerekiyor, AKP buna izin vermiyor.

Ya işsizlik

Yurt içinde ve dışında davul çalmanın ötesinde, büyümeyi ihtiyatla karşılamanın bir önemli başka nedeni işsizlik.

Daha geçen hafta son işsizlik istatistikleri yayınlanıyor, işsizlik artıyor.

İşte, ekonomi uzmanlarının “hormonlu büyüme” diye niteledikleri ve yüzde 11.1 oranını ihtiyatla karşılama nedenlerinden başında gelen olay bu, işsizliğin artması.

Yüzde 11.1 gibi büyüme var, ama işsizlik artıyor.

Demek ki hormonlu, demek ki, gerektiği kadar yatırımlara gitmiyor.

Biraz sükûnet

11.1’in davulunu çalanlar bence biraz sakinleşmeli ve üç ana konu üzerinde düşünmeli.

1-Mart ayında Hazine ile bankalar arasındaki görüşmeleri,

2-İşsizliği,

3-Faiz oranlarını, dolayısıyla döviz kurunu.

Faiz artmaz ise, büyümenin sevinci kısa sürer.

Yüzde 11.1 büyüme, yemin ederim ben bu son çeyrekte yüzde 1 bile büyümüş değilim, ne anladım ben bu büyümeden, çünkü hormonlu.

Ben, sen, o büyüyen yok, kim büyüdü?

Çünkü, hormonlu.

T24
ETİKETLER
büyüme ekonomi faiz işsizlik banka dolar

Euro, dolar ve sterlin rekor kırdı: İşte Türk Lirası'ndaki düşüşün 5 nedeni
22 Kasım 2017



Dolar, bu sabah 3.98 lira ile tüm zamanların en yüksek düzeyini gördü

Böylece TL'nin yıl başından bu yana dolar karşısındaki değer kaybı yüzde 12'yi aşarken, yılın en düşük düzeyini gördüğü Eylül ayından bu yana ise yüzde 16,85 geriledi.

Doların yanı sıra euro 4.68, sterlin de 5.28 TL ile rekor kırdı. Yıl başından bu yana liranın euro karşısındaki değer kaybı yüzde 25,43; sterlin karşısındaki ise yüzde 21,38 oldu.

Liradaki değer kaybı Merkez Bankası'nın da devreye girmesine yol açtı. Merkez Bankası, bankalararası piyasada bankaların borç alabilme limitlerini gecelik işlemlerde sıfıra düşürdü ve tüm fonlama işlemlerini yüzde 12,25 ile en yüksek faiz oranına sahip geç likidite penceresinden yapacağını açıkladı.

Piyasa uzmanlarına göre, bu hamle ile ortalama gecelik fonlama faizi yüzde 11,99'dan yüzde 12,25'e çıkartılmış olacak ve bu da aslında 25 baz puanlık "örtülü bir faiz artışı" anlamına geliyor.

Bu adımın ardından lira hafif değer kazandı ve dolar, euro ve sterlin de gün içindeki rekor düzeylerinden geriledi.

Türk varlıklarına yönelik satış dalgası yalnızca döviz piyasasında değil. Tahvil ve hisse piyasalarında da satışlar görülüyor.

Türkiye'nin 10 yıllık gösterge tahviline gelen satışlarla faizi 13 baz puan artarak yüzde 13,03 ile en yüksek düzeyini gördü.

Borsa İstanbul da bankacılık hisselerinin liderliğinde dünden bu yana yüzde 2 geriledi ve son dört gün içerisindeki toplam değer kaybı, 15 Temmuz 2016'daki darbe girişiminden bu yana en yüksek düzeye çıktı.

Lirada görülen düşüşün arkasında yatan nedenler:

1) Reza Zarrab davası

ABD'de İran yaptırımlarını delmek suçlamasıyla yargılanan İran, Türkiye ve Makedonya vatandaşı Reza Zarrab ile ilgili yargı süreci piyasaları olumsuz etkiliyor.

Zarrab ile birlikte Halkbank Genel Müdür Yardımcısı Mehmet Hakan Atilla da yargılanıyor.

Son dönemde Zarrab'ın savcılıkla anlaşarak, davada sanıklıktan tanıklığa geçebileceği yönündeki spekülasyonlar da piyasalarda bu soruşturmanın Türk hükümetinde üst düzey isimlere ulaşabileceği kaygılarının artmasına yol açıyor.

Zarrab ve Atilla, geçtiğimiz aylarda çıktıkları ön duruşmalarda kendilerine yönetilen suçlamaları reddetmişti.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 17-25 Aralık 2013'te yapılan yolsuzluk operasyonlarının "ülke tarihinin en büyük tuzaklarından biri olduğunu" ve bu başarısız olunca "aynı tezgahın Amerika'da kurulduğunu" söyledi. Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ da Zarrab davasını "kumpas" olarak nitelendirdi.

2) Bankacılık sektörüne yönelik kaygılar

Türkiye'de bankacılık sektörü, özellikle 2001 krizinden sonra yapılan reformlarla ekonominin en sağlam halkalarından biri olarak görülüyor.

Ancak ABD'de görülen davada Atilla'nın yanı sıra Halkbank eski CEO'su Süleyman Aslan ve eski çalışanı Levent Balkan'ın da isimleri sanık olarak geçiyor.

Sanıklara "ABD ve özellikle de ABD Hazine Bakanlığı'nı dolandırmak için kumpas kurma, Uluslararası Acil Ekonomik Güç Yasası'nı (International Emergency Economic Powers Act) delmek için kumpas kurma, bankacılık sisteminde sahtekarlık yapma, bankacılık sisteminde sahtekarlık yapmak için kumpas kurma, kara para aklama ve kara para aklamak için kumpas kurma" suçlamaları yöneltiliyor.

Halkbank yöneticilerinin hüküm giymesi ya da Türk bankacılık sektörüne yönelik bir yaptırıma gidilmesi kaygıları da sektöre yönelik endişeleri artırıyor.

Ayrıca geçen hafta içerisinde "Bankaların birleşme, devir, bölünme ve hisse değişimi hakkındaki yönetmelikte" değişiklik yapılmış ve Halkbank'ın başka bir bankayla birleştirilebileceği spekülasyonları doğmuştu.

Ancak bu spekülasyonlar hem Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK) hem de Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek tarafından yalanlandı.

3) Merkez Bankası'na yönelik güvenin azalması

Merkez Bankası ile ilgili tartışmalar ve alınan önlemlerin yeterli olmaması da piyasaları kaygılandıran bir diğer etken.

Merkez Bankası, dün reel sektörün kur riskini azaltmak amacıyla Türk Lirası uzlaşmalı vadeli döviz satım ihalesi yaptı. Yıl sonuna kadar bir, üç ve altı aylık toplam 3 milyar dolarlık ihale yapılması öngörülüyor. Ayrıca Merkez Bankası bugün de attığı adımlarla "üstü örtülü bir faiz artışına" gitti.

Ancak piyasa oyuncuları, Merkez Bankası'nın kur ve enflasyondaki artışın önüne geçmek için gerçekten gösterge faizi artırması gerektiğini ve bunu siyasi nedenlerle yapamamasının duyulan güveni azalttığı görüşünde.

Bloomberg'un haberine göre, Nomura Securities uzun vadede lira üzerindeki aşağı yönlü baskının devam edeceğini düşünüyor ve bunun nedenini de "iç talebin dış dengeler üzerinde yarattığı baskıyı ve süregelen siyasi riskleri dengelemek için merkez bankasının reel faizleri yeterli düzeyde artırma konusunda isteksizliği" olarak gösterdi.

Erdoğan'ın geçen hafta içerisinde "ekonomide ciddi bir operasyonla karşı karşıya olunduğunu" söylemesi ve Merkez Bankası'nı sert bir dille eleştirerek, "Merkez bankalarının bağımsızlığı var müdahale etmeyiniz. E tamam. Müdahale etmediğimiz için bu hale geliyor. 2018 için mali disiplini elden bırakmayacak ancak ekonomiyi de çok fazla sıkmadan, nefes aldıracak bir orta yolu bulmak zorundayız" demesi de bankanın bağımsızlığına dair kaygıları artırdı.

4) Geleneksel müttefiklerle yaşanan gerilimler

Türkiye'nin Avrupa Birliği (AB), ABD ve NATO gibi geleneksel müttefikleriyle üst üste yaşadığı diplomatik krizler de piyasaları olumsuz etkileyen bir diğer gelişme.

AB, insan haklarına yönelik kaygılardan dolayı Türkiye'ye yaptığı mali yardımlarda 105 milyon euroluk sembolik bir kesintiye giderken, ABD de ilk kez bir NATO müttefiki için vize başvurularını dondurma kararı aldı.

NATO'nun bir simülasyon sırasında Mustafa Kemal Atatürk ve Erdoğan'ın isimlerini karşı tarafta göstermesi ve bunun üzerine özür dilemesi de son dönemde dış ilişkilerin en önemli gündem maddeleri arasına girdi.

Piyasalarda, Türkiye'nin en büyük ticaret ortağının ve finansman kaynağının Batılı ülkeler olması nedeniyle yaşanan diplomatik krizlerin mali etkilerinin olmasından endişe ediliyor.

Türkiye, makroekonomik dengelerinin kırılgan olarak nitelendirildiği bir dönemde Batı ile yaşanabilecek mali bir sıkıntının başka ülkelerden alternatif kaynak bulunamaması halinde ekonomiyi daha da sıkıntıya sokabileceği belirtiliyor.

5) Ekonomide "aşırı ısınma" endişesi

Türkiye ekonomisi yeniden büyüme sürecine girmiş görünüyor. Son açıklanan verilere göre, ekonomi, yılın ikinci çeyreğinde geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 5,1 arttı. Geçen yıl ise büyüme oranı yüzde 2,9'da kalmıştı.

Bunun üzerine başta Uluslararası Para Fonu (IMF) ve bazı kredi derecelendirme kuruluşları bu yıl için büyüme beklentilerini yukarı yönlü revize etti.

Ekonominin yeniden canlanma eğilimi göstermesine karşın piyasada bu büyümenin "sağlıksız" olduğu yorumları yapılıyor. Bunun temel nedeni olarak da bu büyümenin yatırımlardan değil, hem özel hem de kamunun iç talebinden kaynaklanması gösteriliyor.

Bu durum ise cari açığın artmasına neden oluyor. Geçen yıl 32 milyar dolar olan cari açığın bu yıl 39 milyar doları aşması bekleniyor.

Diğer yandan enflasyon da yükseliyor. Ekim ayında enflasyon son dokuz yılın en yüksek düzeyine ulaşırken, yıllık bazda tüketici fiyatlarındaki artış yüzde 11,9, üretici fiyatlarında ise yüzde 17,28 oldu.

BlueBay Capital Varlık Yönetimi Stratejisti Timothy Ash, "İç talepten kaynaklanan büyüme, artan cari açık, yüksek enflasyon ve dış finansman açığı aşırı ısınmaya işaret ediyor. Ancak Türkiye'de politika yapıcılar bu durumu kabul etmiyor. Normal koşullar altında, dış finansman açığını kapatmak ve kırılganlıkları azaltmak için iç talebi yavaşlatmak, enflasyon baskısını hafifletmek ve ithalat talebini zayıflatmak amacıyla politika faizlerinin artırılması gerekir" dedi.

BBCT
ETİKETLER
dolar euro ekonomi türk lirası neden dolar yükseliyor reza zarrab davası bankacılık merkez bankası
BBC footer

Bir lokma, bir hırka, bir de Erdoğan
LEVENT GÜLTEKİN
17/12/2017

Bu yazı esasında bir Erdoğan yazısı değil. Baskıcı, dışlayıcı, kurumları, değerleri önemsemeyen, kendini ülkenin tek sigortası gören, kişisel yaklaşımını tek doğru sanan bir liderin ve onun temsil ettiği siyasi anlayışın ülkeye verdiği zararı anlatan bir yazı.

Yani mesele Erdoğan değil, adı Ahmet de, Ayşe de olsa ülke yönetirken tercih ettikleri yönetim anlayışı.

Dünyada geri kalmış, ekonomik olarak zayıflamış, iç barışını sağlayamamış, herhangi bir alanda kalıcı bir başarı gösterememiş ülkelerin neredeyse tamamının ortak bir yönü var: Kişisel iktidarını sürdürmek için demokrasiden, özgürlükten, hukuktan uzaklaşan, bütün suçu dış güçlerin üzerine atan, kendilerini ülkeleri için vazgeçilmez sanan liderler tarafından yönetiliyor olmaları.

Yani “Ben olmazsam ülke yok olur” diyen liderler, tam tersine o ülkeleri yok oluşa sürüklüyor.

Nasıl mı? Anlatayım.

Ülkemizde son yıllarda birçok alanda geriye gidiş var. Özellikle de ekonomik alanda.

Yıllık üretici enflasyon oranı yeniden yüzde 17’lere çıktı. İşsizlik her geçen gün daha da artıyor.

Döviz almış başını gidiyor. Paramız her gün değer kaybediyor. “Faizi düşüreceğim” diye güya çaba gösterdiğini söyleyen iktidara rağmen Merkez Bankası faizleri artırmak zorunda kalıyor.

Piyasalarda belirgin bir durgunluk var. İşçi, esnaf, çiftçi kan ağlıyor. 40 milyona yakın insan yoksulluk sınırının altında yaşıyor. Üstelik her geçen gün biraz daha yoksullaşıyoruz.

Ipsos’un kasım ayı anketine göre toplumun yüzde 61’i gidişattan memnun değil. Yani toplumun büyük bir çoğunluğu işlerin kötüye gittiğini düşünüyor.

Peki işler niçin kötüye gidiyor?

Döviz niçin yükseliyor? Yoksulluk niçin yayılıyor? Merkez Bankası niçin faizleri artırmak zorunda kalıyor? Gençler arasındaki işsizlik oranı niçin yüzde 20’lere dayanmış? Yani her beş gençten biri niçin iş bulamıyor?

Çünkü demokrasiden uzaklaşırsan, özgürlükleri kısıtlarsan, hukuku hiçe sayarsan, uzlaşıyı değil baskıyı tercih edersen… daha fazla yoksulluk, daha fazla iç çatışma, daha fazla huzursuzluk o ülke için kaçınılmaz oluyor.

Mesele bu kadar açık ve net.

Bizim gibi petrol, doğalgaz benzeri gelir getirici kaynakları olmayan ülkeler için ekonomide çok basit bir denklem var. Ekonomide işlerin iyiye gitmesi için yerli ve yabancı yatırımcıların yatırım yapması gerekiyor. Dış sermayenin ülkeye kolayca gelmesi gerekiyor. Yatırım yapmak, yeni iş alanları yaratmak, yeni fabrikalar kurmak için borç paraya (krediye) ihtiyaç var.

Bunun için de güven ortamına ihtiyaç var.

Yani yabancı yatırımcı parasını götüreceği ülkenin bağımsız yargısının olup olmadığına, demokrasisinin seviyesine, kurumların, özgürlükçü bir ortamın var olup olmadığına bakarak o ülkeye gidip gitmeyeceğine karar veriyor.

‘Hukuk yok, bir sorun çıktığında başvurabileceğim kurumlar yok, her şey bir liderin iki dudağı arasında, dolayısıyla da her an başıma bir bela gelebilir, param batabilir, mülküme el konabilir…’ endişesi duyan yatırımcı o ülkeye yatırım yapmaktan imtina ediyor.

Ülke yatırım yapmak için kredi bulmakta zorlandığı için de faizler artıyor.

Sonuçta yeni yatırım olmadığı, yani yeni fabrikalar açılmadığı için işsizlik artıyor, ekonomi zayıflıyor ve doğal olarak da fakirleşiyoruz.

Yani kadın, erkek, genç, yaşlı 80 milyon olarak hepimiz bir bedel ödüyoruz.

Peki neyin bedeli bu?

Topluma ‘Ben olmazsam bu ülke ayakta kalamaz’ diyen ama yönetim anlayışıyla ülkeyi daha da büyük yıkıma sürükleyen Erdoğan’ı ‘siyaseten’ korumanın bedeli.

O iktidarını sürdürsün diye daha kötü, daha huzursuz bir yaşama razı oluyoruz.

Peki denklem bu kadar basitken, ekonomideki bozulmanın sebebi bu kadar aşikarken, iktidar soruna niçin sahici çözümler aramıyor? Yani demokrasiye, hukuka, özgürlüklere neden dönemiyor?

Dönemiyor çünkü ülkenin ihtiyacı ile ülkeyi yöneten liderin, yani Erdoğan’ın ihtiyaçları arasından zıtlık var.

Tekrar ediyorum: İşsizliğin azalması, faizlerin ve dövizin düşmesi için yerli ve yabacı yatırımcının yatırımına ihtiyaç var. Onların yatırım yapması için de demokrasiye ihtiyaç var. Bağımsız bir yargıya ihtiyaç var. İşlevsel kurumlara ihtiyaç var. Rekabet ortamının oluşması, yatırıma dönüşecek yeni fikirlerin çıkması için özgürlükçü bir ortama ihtiyaç var.

Fakat Erdoğan’ın ise mecbur olduğu iktidarını sürdürmesi için daha fazla baskıya, daha fazla kısıtlamaya, yargının üzerinde daha fazla tahakküm kurmaya ihtiyacı var.

Daha da açık anlatayım.

Demokrasi, özgürlük, bağımsız yargı gibi değerleri 100 barem üzerinden ele alalım.

Ekonomik değerlere de 100 barem diyelim.

Bir ülkede demokrasi 10 iken refah düzeyi 30 olmuyor. Bağımsız yargı 10 barem iken 30 barem zenginleşemiyorsun.

Özgürlükler 5 barem iken ülke olarak zenginliğin 25 olmuyor.

Yani bu değerlere önem vermeyen, yükseltmek yerine daha da düşüren Erdoğan’ı iktidarda tutalım diye yoksulluğa, huzursuzluğa, berbat bir yaşama razı oluyoruz.

Açıkça yazayım: 1400 TL asgari ücrete talim eden işçi de, döviz ve faiz kıskacında can çekişen esnaf da, üretim maliyetlerinin artışından ötürü boğulan çiftçi de Erdoğan iktidarda kalsın diye her gün cebinden para ödüyor.

Görünen o ki böyle giderse toplumun geniş kesimleri bir lokma ekmeğe muhtaç olana kadar bedel ödemeye de devam edecek.

Mesela OHAL.

Aklı başında bütün ekonomistler, hatta TÜSİAD bile “OHAL’i kaldırın döviz de faiz de düşer” diyor.

Erdoğan bunu yapmıyor çünkü kararnamelerle ülke yönetmek kolayına geliyor.

Uzlaşı yok, kurum yok, hesap soran yok, sadece kararnameye dayalı keyfilik var.

Erdoğan’ın OHAL’e ihtiyacı var; döviz kıskancında sıkışmış çiftçinin, esnafın yani Türkiye’nin ise OHAL’in kaldırılmasına.

Bu zıtlık ülkeyi büyük bir yoksulluğa sürüklüyor.

Hem OHAL’den vazgeçmeyip hem dövizin yükselmesinden şikayet etmek…

Hem özgürlükleri kısıtlayıp hem de yabancı yatırımcının gelmemesinden şikayet etmek…

Hem yargıyı siyasallaştırıp hem de işadamlarının yurt dışına kaçmasından şikayet etmek…

Hem borç alacak kadar güvenilir olmamak hem de borçlanma faizlerinin yüksekliğinden şikayet etmek…

Tüm bunlar kendi iktidarını sürdürmek için toplumu kandırmaktan başka bir şey değil.

Dediğim gibi, bu, sadece Türkiye’nin yaşadığı bir açmaz değil. Dünyadaki bütün yoksul ve geri kalmış ülkelerde benzer bir açmaz yaşanıyor.

(..)

Bu tür liderlerin diğer bir ortak özelliği ise yönettikleri ülkelerde insanlar yoksullukla boğuşurken, bir lokmaya, bir hırkaya talim ederken kendilerinin “İtibardan tasarruf olmaz” diyerek olabildiğince lüks ve şatafatlı bir yaşam sürmesi.

(..)

Kişilere değil değerlere, kurumlara, ilkelere önem atfetmemiz gerekiyor.

Çünkü ülkeleri geliştiren, büyüten, zenginleştiren bir tek kişi değil, barışçı, özgürlükçü, çoğulcu, dürüst bir anlayışı içselleştirmiş toplumdur.

“Değerleri değil de lideri, o liderin iktidarını korumalıyız” dediğimizde, sonuçta elimizde bir lokma, bir hırka, bir de o lider kalıyor.
Diken

Garantili projelerde esrarengiz değişiklik
22 Aralık 2017



Önce, Nisan 2014’te yayımlanan bu yönetmelikteki can alıcı bölümü hatırlatalım. Sonra da bu yönetmelikte dün yapılan esrarengiz bir değişiklikten söz edelim.

Çiğdem Toker'in köşe yazısından alıntı:
3. köprü, 3. havalimanı, Osmangazi Köprüsü, Avrasya Tüneli, Çanakkale Köprüsü.
Bu kısa ama ölçeği her bakımdan devasa nitelikteki listeye, bir de şehir hastanelerini ekleyin. Dördü bu yıl açılmış, beşi 2018’de açılacak ve toplamda 30’u aşkın olarak planlanmış şehir hastaneleri.
Saydığım projelerin ortak özelliği, Borç Üstlenim Yönetmeliği’ne tabi olması.
Yani Hazine Müsteşarlığı’nın Kamu Özel İşbirliği (KÖİ) sistemindeki Yap-İşlet-Devret (YİD) ve Yap-Kirala-Devret (YKD) modelli projeler için yurtdışından sağlanan banka kredisini üstlendiği projeler bunlar.
Niye bunlardan söz ettiğime geleceğim.
Önce, Nisan 2014’te yayımlanan bu yönetmelikteki can alıcı bölümü hatırlatalım.
Sonra da bu yönetmelikte dün yapılan esrarengiz bir değişiklikten söz edelim.
***
Yürürlükteki kurallara göre, eğer bir YİD ya da YKD sözleşmesi, şirketin kusuru nedeniyle feshedilirse, Hazine, şirketin bu proje yapılabilsin diye yurtdışından sağladığı krediden, o anda ne kalmışsa yüzde 85’ini ödemekle yükümlü.
Yok eğer, bir YİD veya YKD sözleşmesi; şirketin kusuru dışındaki bir nedenle feshedilirse, o zaman bizim Hazine, yurtdışı kredi tutarının tamamını üstlenmeyi taahhüt ediyor.
Şimdi gelelim Resmi Gazete’de yayımlanan değişikliğe.
Düne kadar, Borç Üstlenim Yönetmeliği’ne göre eğer YİD veya YKD sözleşmesinde bir fesih söz konusuysa; bu bildirimi ilgili kamu kuruluşu Hazine’ye bildiriyordu.
Yani köprüyse Karayolları Genel Müdürlüğü, havaalanıysa DHMİ, şehir hastanesi ise Sağlık Bakanlığı...
Yapılan değişiklik ise şu: Eğer ortada bir fesih varsa, bunu Hazine’ye, müteahhit şirket veya krediyi veren yabancı bankanın da bildirebileceği kuralı getirildi. Daha ilginci; idarenin, yani bir bakanlığın ya da yatırımcı genel müdürlüğün, fesih olursa ilgili belgeyi Hazine’ye zamanında iletmeme hali de düzenlendi.
Eğer böyle bir durum olursa, yani diyelim ki Karayolları, DHMİ, Sağlık Bakanlığı; bir KÖİ projesi feshedilmek isteniyor ve bu bildirimi müteahhit şirket veya yabancı banka yapıyorsa, sanki kamu idaresi yapmış gibi sonuç doğuracağı da yazıldı.
***
Yapılan değişiklik, fazlasıyla esrarengiz.
Adeta bir KÖİ projesinde gerçekleşmiş ya da gerçekleşmek üzere olan bir fesih var da hatta bu feshi yurtdışından kredi veren bir banka yapmış da, ona uygun bir madde yazılmak zorunda kalınmış gibi izlenim bırakıyor.
Eğer böyle bir durum varsa, Hazine’nin üstleneceği tutar milyonlarca dolardır...
Ve bunun hangi proje olduğunu, daha doğrusu hangi projenin ne gibi gerekçelerle feshedildiğini bilmek de bizlerin hakkı.
Gerçi Hazine, borç üstlenim anlaşmalarının teknik ve özel hukuk metinleri olması nedeniyle Resmi Gazete’de yayımlanmasını doğru bulmuyor.
Bunu üç buçuk yıl önce açıkladığında hatta demişti ki, “Bu sözleşmeler eğer açıklanırsa, kamunun müzakere gücü sınırlanır, ticari sırlar açık edilir.”
Peki.
Şimdi yeni yapılan değişikliğin gereçesi, hangi projeyi ilgilendirdiğini, bir fesih varsa hangi projede kimin kusurundan kaynaklandığını ve hepimizin vergilerinden oluşan üstlenilecek tutarların ne olduğunu açıklar mı acaba Hazine?
Ne dersiniz?
Cumhuriyet

Konutta 2 yıl yetecek arz fazlası var
Barış Soydan
20 Kasım 2017

Ekonomiyle yakından ilgili değilseniz bile “Türkiye inşaata dayalı büyüyor” cümlesi, bir yerlerden kulağınıza çalınmıştır.

Türkiye’de uzun süredir büyük ölçekli sanayi yatırımı yapılmıyor. İhracata lokomotiflik eden otomotiv fabrikaları 1990’lı yıllarda kurulmuştu: Ford (Gölcük), Toyota (Adapazarı), Hyundai (Kocaeli), Honda (Gebze).

Bu satırları yazarken son dönemdeki gerçekleştirilen büyük yatırımları düşündüm. Aklıma hep inşaat projeleri geldi: Üçüncü havaalanı, köprüler, metrolar vs. Onlara konut projelerini ekleyin… Türkiye’nin inşaat öncülüğünü büyüdüğünü söyleyenler, işte bunu kastediyor. (Bir de devlet tarafından son dönemde çıkılan enerji ihaleleri var ama onlar daha realizasyon aşamasına geçmedi. Ve evet, onlar da devlet projeleri.)

O nedenle inşaat, ekonominin gidişatı açısından kritik öneme sahip. Her sektör böyle değil. Mesela iki yıl önce turizmde yaşanan kriz, ekonominin diğer kesimlerini pek etkilememiş ve Antalya’yla sınırlı kalmıştı. Ama konut satışlarındaki durgunluğun ekonominin genelini etkilemesi kaçınılmaz.

Bu konuyla ilgili daha önceki yazımda Merkez Bankası’nın “Hedonik Konut Endeksi” ile Emlakjet.com ve REIDIN’in verilerinden yola çıkarak, konut piyasasında yaşanan durgunluğun izini sürmeye çalışmıştım. (İnşaat Malzemesi Sanayicileri Derneği İMSAD’ın raporu da aynı şeyi söylüyordu.)

Benim “Konutta durgunluk başladı” diye yorumladığım verileri birkaç gün önce bir gazetenin ekonomi sayfasında “Konut fiyatları artıyor” başlığıyla gördüm. Evet artıyordu ama enflasyonun yüzde 12’ye dayandığı bir dönemde yıllık yüzde 7 - 8 artış, gerçekte fiyatların gerilediği anlamına geliyordu. (“Üç tip yalan vardır” demiş Disraeli, “Yalanlar, lanet olası yalanlar ve istatistikler.”)

Bu yazıda, konut piyasasını ev arayan kişiler için inceleyen ve konut alıcılarına danışmanlık veren dijital gayrimenkul ofisi Yuvako’nun verileri ve REIDIN’in yeni açıklanan Ekim ayı raporu aracılığıyla konutta olup bitene bir kez daha bakacağız.

Hatırlarsanız, Emlakjet’in verileri, konuttaki durgunluğun talepteki daralmadan değil, arzın talebi aşmasından kaynaklandığını gösteriyordu. Yuvako’nun kurucusu Altay Tınar da bunu doğruluyor ve İstanbul’da inşaat üretimi şu anda dursa bile, en az 2 yıl sürecek kadar arz fazlası bulunduğunu söylüyor. Tınar, tezini sadece Yuvako’nun verilerine değil Türkiye İstatistik Kurumu’nunkilere de dayandırıyor: “TÜİK’e göre bu yıl İstanbul'da ayda ortalama 19 bin 272 adet ev satıldı. İstanbul'daki satılık konut arzının 400 bin adette olduğunu düşündüğümüzde, mevcut stokun, yeni bir üretim yapılmaksızın 21 ay (2 yıla yakın) yeteceğini öngörebiliriz.”

Yuvako’nun verilerine göre arz fazlasının yoğunlaştığı bölgeler, Beylikdüzü, Kartal, Kurtköy ve Esenyurt. Tınar’a göre bu bölgelerde arzın talebi çok aşması nedeniyle, yeni inşaatlar kaçınılmaz biçimde azalacak. Buna paralel olarak konut stoku ağır ağır azalacak.

Kritik soru şu: Arzın talebin seviyesine inmesi ne kadar sürecek?

Tınar, “Benim öngörüm, fiyatın dengelenmesinin 5 - 10 yıl süreceği yönünde” diyor.

Peki gayri safi yurtiçi hasılaya inşaatın olumlu katkısının sürmesinin nedeni ne?

Bunun birinci nedeni, konutta arz fazlasından kaynaklanan durgunluk, İstanbul’a özgü bir durum. İkincisi ve daha önemlisi, inşaatla ilgili istatistikler, sahadaki gelişmeleri geriden takip ediyor. TOKİ’yle görüşmeler başladıktan sonra inşaata geçilmesi neredeyse 3 yılı buluyor. Bugün sürmekte olan ya da yeni başlayan projeler, Tınar’a göre daha önce anlaşmaları yapılan, vaatleri verilenler.

Yuvako’nun çektiği kuşbakışı fotoğraf böyle...

Bir de, geçen hafta açıklanan REIDIN-GYODER Yeni Konut Fiyat Endeksi’nin Ekim ayı sonuçlarına bakalım.

REIDIN-GYODER Yeni Konut Fiyat Endeksi’ne göre İstanbul’da markalı konut projelerinin fiyat artışı, üçüncü çeyrekte geçen yılın aynı dönemine oranla yüzde 3.44 ile sınırlı kaldı. Oysa yılın ilk 10 ayında Tüketici Fiyat Endeksi (TÜFE)’de artış yüzde 9.42 olarak gerçekleşti. Üstelik inşaat maliyetlerindeki artış, 2017 yılı üçüncü çeyrek itibarıyla, geçen yılın son çeyrek dönemine göre yüzde 15.32’yi buldu.

Kısacası, REIDIN Endeksi, konut fiyatlarının reel olarak gerilediğini gösteriyor. İnşaatçılar, ne enflasyonu ne de maliyetlerdeki artışı fiyatlara yansıtabiliyorlar…

İnşaat ve konut piyasasından başka bir şeyle ilgilenmeyen okurlar, bundan sonrasını okumayabilir. Zira yazının geri kalanında geçmişe uzanarak, konut piyasasıyla ilgili veri setlerinin nasıl geliştiğine bakacağım.

Geçmişte konutla ilgili veri bulmak çok güçtü. 1990’lı yılların sonunda Para dergisinin yazı işleri müdürlüğünü yapıyordum. O gün de, bugün olduğu gibi konut piyasasındaki gelişmeler, en çok merak edilen konuların başında gelirdi. Diğer konulardaki haberlerimiz sadece “meraklısının” ilgisini çekerken, konutla ilgili dosyalarımız, normalde ekonomiyle ilgilenmeyen kesimlerin, doktorların, subayların, astsubayların büyük ilgisiyle karşılaşırdı. Eşimle gittiğim askeri hastanede, Para’da çalıştığım öğrenen bir astsubay tarafından kıstırılıp, Trakya’daki arsaların getiri potansiyeliyle ilgili sorgulanmamı unutamam. “Ben konuttan pek anlamam, daha çok makro ekonomiyle ilgili yazıyorum” demem de kâr etmemiş, astsubayın ısrarı sonucu, genel geçer bir şeyler söylemek zorunda kalmıştım. “Çorlu’dan alın, Çerkezköy’den alın” gibi harcıâlem önerilerdi, aklımda yanlış kalmadıysa. Tavsiyelerime uyduysa battı mı, yoksa kazandı mı, bilmiyorum. Battıysa Allah günahlarımı affetsin, diyeceğim ama o tarihte Çorlu’da, Çerkezköy’de arsa alanların neredeyse hepsi kazandığı için buna galiba gerek de yok.

O dönemde konutla ilgili veri olmadığı için Para dergisinin muhabirleri, emlakçıları kapı kapı dolaşıp piyasanın nereye gittiğini öğrenmeye çalışırdı. Başta Reha Medin olmak üzere, veriye biraz hakim emlakçılar, bu dönemde sık sık dergilerde, gazetelerde boy göstererek şöhret kazanmışlardı.

Neyse ki, o günler geride kaldı. Bugün artık “büyük veri” var. Astsubaylar, ekonomi gazetecilerini Trakya’da çok kazandıracak konut projeleri konusunda sorgulamak yerine benim yaptığım gibi Yuvako.com, Sahibinden.com, Hürriyetemlak.com, Emlakjet.com gibi sitelerdeki fiyatların değişimine veya REIDIN’in, Merkez Bankası’nın emlak endekslerine bakabilirler.

Ama şimdi de veri enflasyonu sorunu var. O kadar çok veri var ki, insan içinde kaybolabiliyor. Enflasyonun yüzde 12’ye dayandığı bir dönemde yüzde 7’lik artışı “Konut fiyatları artıyor” şeklinde yorumlayanların gazıyla hareket etmemek için uyanık kalmakta fayda var.

T24
ETİKETLER
barış soydan köşe yazısı

Halkbank'a ceza gelir mi? Bundan sonra ne olacak? 75 yıla kadar hapis cezası...
3 Ocak 2018



New York'ta “Zarrab davası” olarak başlayan, ancak Reza Zarrab'ın itirafçı olmasıyla “ABD hükümeti Mehmet Hakan Atilla'ya karşı” davasına evrilen duruşmalarda, jüri son kararı verdi.

Noel ve yeni yıl tatili sonrasında bugün bir araya gelen jüri, Hakan Atilla konusunda görüştü. Jüri, kara para aklama suçu haricinde 5 suçtan suçlu buldu.
New York'ta “Zarrab davası” olarak başlayan, ancak Reza Zarrab'ın itirafçı olmasıyla “ABD hükümeti Mehmet Hakan Atilla'ya karşı” davasına evrilen duruşmalarda, jüri son kararı verdi.
Halkbank eski Genel Müdürü Mehmet Hakan Atilla, kendisine isnat edilen 6 suçtan beşinden “suçlu” bulundu. Ceza üst sınırının toplamda 75 yıl olduğu bu suçlarda, Atilla'nın kaç yıl hapis yatacağına ise davanın Hakimi Richard Berman karar verecek.

Berman, yaklaşık bir ay kadar sonra, hem Hakan Atilla'nın yatacağı hapis cezasını, hem de “itirafçı” olan Reza Zarrab'ın hapiste geçirecekleri süreyi, yapılacak tek bir duruşma ile resmen açıklayacak. Sadece Atilla değil, Reza Zarrab da hapis cezası alacak.
Zarrab'ın “suçlu” olduğunu kabul ettiği toplamda 7 suçu bulunuyor. Ve bu 7 suçun ceza üst sınırı 130 yıl. Hakim Berman, Zarrab'ın bu 130 yıllık cezanın ne kadarını yatacağına karar verecek.
6 SUÇLA YARGILANDI, 5'İNDE “SUÇLU” BULUNDU”
Mart 2016'da New York'ta tutuklanan Halkbank eski Genel Müdür Yardımcısı Mehmet Hakan Atilla, 27Kasım'da başlayan ve dört hafta süren davada 6 ayrı suçla yargılanıyordu. Jüri, bu altı suçtan 5'i hakkında Mehmet Hakan Atilla'yı “suçlu” buldu. Jürinin kararının ayrıntıları şöyle;

JÜRİNİN ATİLLA'YI “SUÇLU” BULDUĞU İSNATLAR

1- Örgütlü şekilde ABD hükümetini (özel olarak ABD Hazine Bakanlığını) yanıltmak, dolandırmak (bu konudaki talimatlarda, İran’a yönelik yaptırımlar ve bunları denetlemenin, ABD hükümet organlarının ‘meşru faaliyeti’ olduğu özellikle vurgulandı)- – suç defalarca işlendiği için cezasının üst sınırı 20 yıl
2- Örgütlü şekilde ABD’nin İran’a yaptırımlarını içeren IEEPA yasa, kural ve yönetmeleriklerini ihlal etmek -20 yıl
3-Amerikan finansal kurumlarını dolandırmak – (HSBC, Deutschebank, JP Morgan, Trust Company America, Bank of America, CityBank, Wells Fargo)- 25 yıl
4- Örgütlü şekilde Amerikan finansal kurumlarını dolandırmak- 5 yıl
5- Örgütlü şekilde kara para aklamak- 5 yıl

JÜRİNİN ATİLLA'YI “SUÇSUZ” BULDUĞU İSNAT

Kara para aklamak – Atilla'nın suçsuz bulunduğu bu suçun cezasının üst sınırı ise 20 yıldı.

TEMYİZE GİDEBİLİR
Atilla, jürinin bu kararının ardından Hakim Richard Berman'ın kendisine kaç yıl hapis cezası belirleyeceğini bekleyecek. Ardından Atilla'nın kararı temyiz için federal üst mahkemeye gitme hakkı bulunuyor.
Atilla'nın avukatları duruşmalar sırasında eğer müvekkilleri hakkında tek bir suçtan bile olsa “suçlu” kararı çıkması halinde, üst mahkemeye gideceklerini sohbetlerde söylüyorlardı. ABD'de üst mahkeme kararları açık duruşma şeklinde değil, dosya üzerinden veriliyor.
Temyiz sürecinin ise, resmi başvurunun yapılmasının ardından bir ila iki yıl sürebileceği ifade ediliyor.
İŞBİRLİĞİ YAPAR MI?
ABD Yasaları uyarınca, sadece sanık ya da tutuklu sanıkların değil, hüküm giymiş kişilerin de “itirafçı olma” hakkı bulunuyor.
Teorik olarak Atilla'nın önünde Savcılık ile işbirliği yapma imkanı hala var. Ancak öncelikle bu işbirliğini Atilla'nın istemesi, Savcılığın da Atilla'nın vereceği bilgileri “ceza indirimi için yeterli” bulması gerekiyor. Eğer işbirliği süreci gerçekleşirse, Atilla'ya verilmiş olan hapis cezasından indirim yapılabiliyor.
(..)
Zeynep Gürcanlı /Sözcü

"Halkbank'a ceza kesilirse Türkiye altı ay içinde felakete sürüklenir"
08 Ocak 2018



ABD'deki Hakan Atilla davasının muhtemel siyasi ve ekonomik sonuçları tartışılıyor. Ekonomist Atilla Yeşilada'ya göre Türk bankalarına yönelik önlem alınması durumunda Türkiye ciddi bir sorunla karşılaşacak.

Halkbank’ın eski genel müdür yardımcısı Hakan Atilla’nın ABD’de yargılandığı ve İran ve Türkiye vatandaşı işadamı Reza Zarrab'ın itirafçı sıfatıyla ifade verdiği davada jüri kararının açıklanmasıyla birlikte önümüzdeki aylarda Türkiye ile ABD ilişkilerinin kritik bir seyre girmesi bekleniyor. Uzmanlara göre, davanın sonucunda Türk bankalarına karşı önlemler alınırsa Türkiye ciddi sorunlarla karşılaşabilir.

Deutsche Welle Türkçe’ye konuşan ekonomist Atilla Yeşilada’ya göre, 11 Nisan’da kararın açıklanmasından sonra işin seyri Türkiye’nin nasıl tepki gösterdiğine bağlı olacak. Cezanın sabitlenmesi durumunda ‘Halkbank ve olaya karışan bir iki bankaya daha para cezası gelebileceğini’ kaydeden Yeşilada, Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek’in bu cezaların ödenmesi konusunda bankalara sermaye desteği sağlanarak sektörün etkilenmesinin önüne geçmeyi hedeflediklerinin sinyallerini verdiğini hatırlatıyor.

Ancak Yeşilada, kararın sabitlenmesi ve sonrasında Türk bankalarının bir şekilde kredi piyasasına erişimini zorlaştıracak önlemlerin alınması durumunda Türkiye’nin ciddi bir sorunla karşılaşacağı görüşünde: “Türkiye’nin her ay 16-18 milyar dolar borçlanması lazım” diyen Yeşilada ekliyor:“Bunun bir kısmını borçlanamayız. O para Türkiye’den dışarı çıkar, Türk Lirası değer kaybeder, bunun sonucu olarak da enflasyon yükselir, halkın güveni düşer ve ülke resesyona girer.”

Uluslararası finans kuruluşlarına danışmanlık yapan Yeşilada, “Halkbank konuşuldu ve devlet büyüklerimiz hakkındaki iddialar resmen kayda geçti. Dolayısıyla ABD isterse ‘burada örgütlü bir suç var, Türkiye devlet olarak bu işe karıştı’ diyebilir ve istediğini yapabilir” sözleriyle Amerikan siyasetindeki niyetin de tam olarak ne olduğunun anlaşılması gerektiğini düşünüyor.

"ABD pazarlığa zorlayabilir"

Yeşilada, 11 Nisan’a kadar geçecek sürenin de önemli olduğunu vurgularken, o güne kadar perde arkasında çok ciddi bir pazarlığın olacağı yorumu yapıyor. “O zamana kadar ABD Hazine Bakanlığı bir teşebbüse geçmez diye düşünüyorum” diyen ekonomist, Ankara’nın nihai olarak Washington’a ne istediklerini soracağını tahmin ediyor. O noktada ise Türkiye’de gözaltına alınan ABD Büyükelçiliği personelinin yanı sıra Türkiye’nin Suriye politikası ve Rusya’dan S-400 füze sistemlerinin satın alımı gibi ABD’yi “epeyce rahatsız” eden konuların masaya geleceğini düşünüyor Yeşilada.

"6 ay içinde ekonomik facia" öngörüsü

Olayların Türkiye’nin kabul edebileceği bir doğrultuda gelişmemesinin ise 450 milyar dolarlık bir yatırım açığı olan, her sene vadesi gelen 180 milyar dolar borcu bulunan ve 40 milyar dolar cari açığını finanse etmesi gereken bir ülkenin altı ay içinde ekonomik olarak bir faciaya sürüklenmesi anlamına geldiğini ifade ediyor ekonomist Yeşilada ve sözlerini sonlandırıyor: “Batı’yla çatışabilirsiniz, bu tabii ki hükümetin ve halkın iradesi olur, ama bunun maliyetini çok iyi bilmek lazım. Bu kadar kısa vadeli dış krediye bağlı bir ekonomide böyle bir şey yaparsanız bankacılık sistemi üstünden üzerinize gelebilirler, o zaman da çok canınız yanar.”

"Adalet sistemi karşılaştırması yersiz"

Davanın görüldüğü süreçte Sarraf’ın itiraflarında ismi geçen ve o dönem başbakan olan Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, cuma günü jüri kararıyla ilgili bir açıklama yaparak ABD’ye karşı eleştirisini “Böyle bir adalet anlayışı olamaz, ondan sonra da dünyaya adalet dersi vermeye kalkmasınlar” sözleriyle ifade etti. Atilla davasını yakından takip eden hukukçu Uğur Poyraz ise ABD’de yapılan yargılama hakkında oluşan adalet fikrinin Türk hukuku üzerinden karşılaştırılarak değerlendirilmesinin kamuoyunu hataya düşüreceğini savunuyor.

Poyraz, yargılama sürecinin ve alınan kararın Türk hukuk sistemindeki normlarla düşünmenin yanılgılara neden olacağını ifade ederken, “Adil olup olmadığından çok – ki bana göre Amerikan hukuk sistemine uygun bir yargılama – verilen kararın Türkiye üzerinde yaratacağı etkilere bakmak lazım” diyor.

Türkiye’deki kamuoyunun, bu davanın iktidarı sıkıntıya sokmak amacıyla yapılan bir girişim olduğuna ikna edildiğini kaydeden hukukçu Poyraz, tüm bu söylemlere rağmen ilişkilerin nihai olarak zarar görmeyeceği görüşünde. “Türk-Amerikan ilişkileri ne bir vize kriziyle ne de bu tip bir yargılama sonucunda kopacak bir ilişki” diyen Poyraz, ciddi sorunlara rağmen “Vize krizi aşıldığı gibi, burada da bir sıkıntı olsa bile çok kısa zamanda aşılacağına eminim” diyor.

Atilla da itirafçı olur mu?

Öte yandan, jüri tarafından altı suçlamanın beşinden suçlu bulunan Atilla’nın hukuki olarak birkaç seçeneği bulunuyor. 11 Nisan’daki nihai yargıç kararının cezayı sabitlemesi durumunda yüksek yargıya gidebilir. Ancak Poyraz’a göre yüksek yargı süreci 2-3 yıl alabiliyor ve bu süreç boyunca Atilla hakkındaki mahkûmiyet kararı geçerli olacağından dolayı başka seçenekler de söz konusu olabilir.

Amerikan yargı sisteminde her aşamada tarafların uzlaşmasına olanak tanındığına dikkat çeken Poyraz, Atilla’nın itirafçı olmasının ve – eğer var ise – elindeki bir takım belgeleri açıklamasının ceza indirimi ile sonuçlanmasının da ihtimal dahilinde olduğunu belirtiyor.

Benzer davalar var mı?

Geçmişteki benzer davalara bakıldığında, ambargo ve yaptırım rejimlerinin ihlali ile suçlanan bankaların cezai yaptırımlar ile karşılaştığı görülüyor. Örneğin Almanya’nın en büyük bankası Deutsche Bank’ın İran ve Suriye’deki yaptırım rejimini delen işlemler yaptığının ortaya çıkması sonrası kurum 2015 yılında 258 milyon dolar ceza ödemek ve konuyla ilgili olarak altı çalışanını işten çıkarmak zorunda kalmıştı.

Aynı şekilde Fransız bankası BNP Paribas da benzer yaptırım rejimlerini ihlal etmekten aynı sene 8,9 milyar dolar cezaya çarptırılmıştı.

T24
ETİKETLER
halkbank türkiye haber açıklama karar felakat

İbrahim Kahveci'den güzel soru: Devlet yatırım yapmıyorsa, bu para nereye gidiyor?
09/01/2018

Türkiye’nin yatırım sıçraması buradan geliyor. Hesap değişimi ve inşaatçılık…

Ama asıl soru hala cevap bekliyor: Devlet bütçesini 6-7 kat artırırken bu sermayeyi özel sektörün kullanımından çıkarıyor ve kendine alıyor. Devlet yatırım yapmıyorsa, bu para nereye gidiyor?

Para yok diye özel sektöre hazine garantileri verilerek kar karşılığı yaptırılan köprüler, otoyollar, şehir hastanelerini nasıl izah edeceğiz?

Sahi, para kimde!

İbrahim Kahveci’nin yazısının devanı için: http://www.karar.com/yazarlar/ibrahim-kahveci/zannederler-ki-devlet-cok-buyuk-yatirim-yapiyor-5902

Eski Merkez Bankası başkanı KGF üzerinden uyardı: 2001 krizi de böyle gelmişti
11/01/2018



Eski Merkez Bankası başkanı Durmuş Yılmaz, hükümetin batan ya da geri dönmeyen Kredi Garanti Fonu (KGF) kredilerini ‘yapılandırma’ adı altında yüzdürmeye çalıştığını, bu yöntemin Türkiye’yi 2001’dekine benzer krizin içine sürükleyebileceğini söyledi.

Sözcü’den Erdoğan Süzer’e konuşan İYİ Parti Genel Başkan Yardımcısı Yılmaz, hükümetin geri ödenmeyen KGF kredilerine yıl başından itibaren yeni bir ödeme kolaylığı daha sağladığını, bu yolla batık KGF kredilerinden kaynaklanabilecek olası bankacılık risklerinin 2019 seçimlerinin sonrasına ertelenmeye çalışıldığını söyledi.

‘Seçimlerin sonuna kadar canlı kredi gösterme imkanı getirildi’

Yılmaz, kredilerde KGF onayının kaldırılıp tüm inisiyatifin bankalara verilerek riskli firmalara da kredi aktarma yolunun açıldığına işaret ederken, batık kredilerin gizlenme yöntemini şöyle anlattı: “Üretici, imalatçı ve ihracatçı firmalara verilmesi gereken KGF kredileri, daha önce verilen ancak geri ödenmediği için aslında takip hesaplarına düşmesi gereken teminatsız, riskli ve aksayan kredilerin yeniden yapılandırılmasında kullandırıldı. Bu sayede batığa giden krediler yüzer kredi haline dönüştürüldü. Riskli firmalara kredi vermek kolaylaşınca kısa sürede 220 milyar liralık hacme ulaşıldı. Ancak kredilerin önemli bölümü, bankaların portföyündeki aksak ve riskli kredilerle, kredibilitesi olmadığı halde siyasi referanslarla verilen krediler olduğu için sistem kısa sürede tıkandı. Yapılan son değişiklikle bankalara, geri dönmeyen krediler için birden fazla yapılandırmaya gitme ve batık kredilerini 36 ay daha, yani seçimlerin sonuna kadar canlı kredi olarak gösterme imkânı getirildi.”

Eski Merkez Bankası başkanı batık KGF kredilerinin seçimler bitene kadar üç yıl boyunca birkaç defa yeniden yapılandırılabileceğini söyledi.

‘Banka bilançolarının görünümü değişti’

Yılmaz şöyle devam etti: “Kredi aslında şu anda batık. Eğer ekonomi canlanır da kredi alanlar nakit akımını sağlarsa kredi ödenebilir hale gelecek. Diyelim ki önümüzdeki nisan ayında kredinin vadesi geldi, ancak kredi ödenemiyor. Banka müdürü ödemeyi örneğin eylül ayına kadar uzatacak. Eylül geldi yine ödenemedi, bu sefer yılbaşına kadar uzatacak. Olmadı, yine uzatacak, yine uzatacak. Ta ki 36 ay dolana kadar.”

İYİ Partli’li Yılmaz, hükümetin yeniden yapılandırma yaparak hem geri ödenmeyen krediler için takip işlemlerini durdurduğunu hem KGF’den kefalet tutarının tazmin edilmesi işlemini ötelediğini hem de olası KGF batıkları nedeniyle bozulacak banka bilançolarının görünümünü geçici de olsa değiştirdiğini belirtti.

‘Geri ödemeler niçin üç yıl erteleniyor?’

Yılmaz sözlerini şöyle bitirdi: “Bugüne kadar kullandırılan 220 milyar lira KGF kredilerinin önemli bir bölümü, aslında karşılık ayrılarak, takip hesaplarında izlenmesi gereken bir çeşit batık krediler olduğundan, gerçekte takibe düşen kredilerin oranı yüzde 3’ler değil, yüzde 10’lara doğru gitmektedir. 2001 krizi de batık krediler yüzde 10’a ulaşınca geldi. Eğer iddia edildiği gibi krediler gerçekten canlıysa, geri ödemeler niçin 36 ay, yani üç yıl erteleniyor? Unutulmasın ki, kamu bankalarının zararlarının kayıtlarda yıllarca canlı kredi olarak gösterilmesi 2001 krizinin en başta gelen nedenlerinden birisiydi.”

Diken

Vatandaş Meclis önünde kendini yaktı
12 Oca, 2018



TBMM Dikmen girişinin yaklaşık 50 metre yukarısında bulunan Meclis Hastanesi önüne elindeki benzin bidonuyla gelen 39 yaşındaki S.A. maddi sıkıntılar nedeniyle kendini ateşe vereceğini söyledi. İnşaat işçisi olarak çalışan S.A. benzini başından aşağı döktükten sonra çakmağı ateşledi. Meclis polislerinin hızlıca müdahale etmesinin ardından S.A.’nın alev alan kıyafetleri söndürüldü. Kafasının sol tarafında yanık olduğu belirlenen S.A. olay yerine gelen ambulansla Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ne kaldırıldı.
İlk Kurşun

Fatih Altaylı: Zara, Türkiye'den çıkma kararı aldı!
17 Ocak 2018



Habertürk gazetesi yazarı Fatih Altaylı, İspanyol Inditex'in Türkiye'deki Zara mağazalarını kapatma kararı aldığını söyledi.

"Tüm mağazalarını kapatacak ve Türkiye’de sadece online satış yapacakmış" diyen Altaylı, "Daha önce de böyle dedikodular çıkmış, ancak Zara Türkiye’den çıkmamıştı.Ancak bu kez bana bu bilgiyi veren, Türkiye’nin en önemli tekstil üreticilerinden biri" diye yazdı.

Konuya ilişkin açıklama yapan Zara, söz konusu açıklamanın gerçeği yansıtmadığını Türkiye'den çekilme gibi bir planlamalarının bulunmadığını bildirdi.

TIKLAYIN - Zara'dan "Türkiye pazarından çıkıyor" iddiasına ilişkin açıklama

Fatih Altaylı'nın Habertürk'teki yazısından (17 Ocak 2018) ilgili bölüm şöyle:

Ürünleri pek kaliteli olmasa da, bırakın yılları bir sezon boyu giyilecek türde olmasa da Zara, dünya modasında önemli bir oyuncu.

Hızla değişen moda akımlarına, erişilebilir moda kavramıyla herkesi ortak edebilen bir tekstil, daha doğrusu bir “lojistik” firması.

Dünya çapında Türkiye’nin de aralarında bulunduğu ülkelerde toplam 6 bini aşkın mağazası var.

Ve bu dünya devi Zara, Türkiye’den çıkma kararı almış.

Tüm mağazalarını kapatacak ve Türkiye’de sadece online satış yapacakmış.

Daha önce de böyle dedikodular çıkmış, ancak Zara Türkiye’den çıkmamıştı.

Ancak bu kez bana bu bilgiyi veren, Türkiye’nin en önemli tekstil üreticilerinden biri.

Her ne kadar bu kararın gerekçesi “yüksek kiralar nedeniyle aşırı maliyetler” olarak gösterilse de ben pek de öyle düşünmüyorum.

T24
ETİKETLER
fatih altaylı zara

'Osmangazi Köprüsü'nün Hazine'ye 1 yıllık maliyeti 1.3 milyar lira'
22.01.2018



CHP Kocaeli Milletvekili Haydar Akar, İzmit Körfezi'ne yapılan Osmangazi Köprüsü için yapılan araç geçiş hedeflerinin tutmadığını, Hazine'ye 1 yıllık maliyetinin 1.3 milyar lira olduğunu söyledi.

CHP Kocaeli Milletvekili Haydar Akar, Osmangazi Köprüsü'ne ilişkin 2017 yılının bilançosunu açıkladı. Günlük 40 bin araç garantisinin verildiği Osmangazi Köprüsü'nde hedefin tutturulamadığını belirten Haydar Akar, Hazine'nin 1 yılda 1.3 milyar lira işletmeci firmaya ödeme ile karşı karşıya kaldığını söyledi. Akar, 2017'de köprüden geçen araç sayısının toplam 8.5 milyon, planlananın aksine geçmeyen araç sayısının ise 6.1 milyon olduğunu ifade etti. Akar, işletmeci firmayla yapılan anlaşmaya göre köprüden geçen her araç için 35 dolar artı yüzde 8 KDV ödenmesi gerektiğini belirtti.

'GEÇİŞ ÜCRETİNDE YAPILAN İNDİRİM FARKI DA HAZİNEDEN ÇIKIYOR'

Akar, köprü geçiş ücretinde yapılan indirim nedeniyle Hazine'nin geçen araçlar için de ücret ödediğini hatırlatarak, şu açıklamada bulundu: "Geçiş ücretinde yapılan indirim farkı da Hazine'den çıktığı için, geçen araçlar için de para ödeniyor. Hazine'nin geçen araçlar için 578 milyon lira, araç garantisi nedeniyle geçmeyen araçlar için ise ödeyeceği tutar 811 milyon 300 bin lira olacak. Toplamda Hazine'nin 2017 yılı için işletmeci firmaya ödeyeceği tutar 1 milyar 389 milyon 300 bin lira."

CHP Kocaeli Milletvekili Haydar Akar, sözleşme gereği 35 dolar artı KDV olan geçiş ücretinin 2 Ocak 2017 itibari ile dolar kurunun 3.53 olduğunu, bunun da 133 liraya denk geldiğini, 2 Ocak 2018 itibari ile 3.76 olan dolar kurunun 141 lirayı bulduğunu belirtti. 2018 yılında tablonun daha da karanlık olduğunu söyleyen Akar, sözleşmeden kaynaklanan ve garanti edilen araç sayısının yarısının yakalanmasının millete fatura edildiğini, geçen geçmeyen 80 milyon Türk vatandaşından geçiş bedeli alındığını söyledi. İktidarın çözüm olarak bütçeden köprü, otoyol ve şehir hastaneleri için 6.2 milyar ayırdığını belirten Akar, "Başbakan her yerde 'Yap- İşlet- Devret- projeleri' için devletin cebinden 1 kuruş çıkmıyor diyor. Ödenen para belli" dedi.
Sputnik
_________________
Bir varmış bir yokmuş...
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Önceki mesajları göster:   
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> İKTİSADÎ HABERLER Tüm zamanlar GMT
1. sayfa (Toplam 1 sayfa)

 
Geçiş Yap:  
Bu forumda yeni başlıklar açamazsınız
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz
Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız


Powered by phpBB © phpBB Group. Hosted by phpBB.BizHat.com


Start Your Own Video Sharing Site

Free Web Hosting | Free Forum Hosting | FlashWebHost.com | Image Hosting | Photo Gallery | FreeMarriage.com

Powered by PhpBBweb.com, setup your forum now!
For Support, visit Forums.BizHat.com