EntellektuelForum Forum Ana Sayfa EntellektuelForum

 
 SSSSSS   AramaArama   Üye ListesiÜye Listesi   Kullanıcı GruplarıKullanıcı Grupları   KayıtKayıt 
 ProfilProfil   Özel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapınÖzel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapın   GirişGiriş 

Ahlâk siyasetin neresinde?

 
Bu forum kilitlendi: mesaj gönderemez, cevap yazamaz ya da başlıkları değiştiremezsiniz   Bu başlık kilitlendi: mesajları değiştiremez ya da cevap yazamazsınız    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> AHLAKÎ DÜŞÜNCELER
Önceki başlık :: Sonraki başlık  
Yazar Mesaj
admin
Site Admin


Kayıt: 31 Arl 2006
Mesajlar: 831
Konum: Belarus

MesajTarih: Cum May 30, 2008 10:49 pm    Mesaj konusu: Ahlâk siyasetin neresinde? Alıntıyla Cevap Gönder

"Bizim mahallede ilke kalmadı, hiçbir teklife 'hayır' demezler' diye düşünüyor"
04.04.2017



İslamcı yazar Mücahit Gültekin'in eski bir yazısı sosyal medyada yeniden paylaşım rekorları kırıyor. Yazıda AKP seçmenine yönelik ağır eleştiriler dikkat çekiyor

"Bizim mahallede ilke kalmadı, hiçbir teklife 'hayır' demezler' diye düşünüyor"
Referanduma günler kala, sosyal medyada eski bir yazı yeniden dolaşıma girdi. İsrail ile yapılan anlaşmanın eleştirildiği yazıda AKP tabanına yönelik ağır eleştiriler yer alırken, "bizim mahalle" olarak tarif ettiği tabanın hiçbir ilkesinin kalmadığı şu sözlerle ifade ediliyor: "Bizim mahallenin hiç bir ilkesinin kalmadığını; paraya, makama, kâra tahvil edilebilecek hiç bir teklife 'hayır' demeyeceğini düşünüyor. Bir bakan gördüğünde, bir vekil gördüğünde ellerini ovuşturarak taleplerini sıralayan bir kitleye hitap ettiğini biliyor. AK Parti, seçmeninin ne istediğini çok iyi görüyor."

İslamcı yazar Mücahit Gültekin yazısında ayrıca, "Bizim için aslolanın yol olduğunu, sağlık olduğunu, maaş olduğunu, köprü olduğunu, tünel olduğunu, diploma olduğunu, gösteriş olduğunu velhasıl keyfimiz olduğunu; gerisinin bir hikayeden ibaret olduğunu çok ama çok iyi biliyor" diyor.

İslamianaliz adlı sitede yer alan "Ak Parti Niçin Ramazanda İsrail’le Anlaşma Yapıyor?" başlıklı yazısının tamamı şöyle:

"Çünkü, artık, bizim mahalleyi ikna etmeye bile gerek olmadığını biliyor.

Hangi icraatı yaparsa yapsın, faziletlerini anlatmak için hazır kıta bekleyen yazarları olduğunu biliyor.

Koca koca profesörlerin bir MKYK üyeliği için, bir adaylık için nasıl amigolaştığını biliyor.

Bizim mahallenin hiç bir ilkesinin kalmadığını; paraya, makama, kâra tahvil edilebilecek hiç bir teklife "hayır" demeyeceğini düşünüyor.

Bir bakan gördüğünde, bir vekil gördüğünde ellerini ovuşturarak taleplerini sıralayan bir kitleye hitap ettiğini biliyor.

AK Parti, seçmeninin ne istediğini çok iyi görüyor.

Çevresinde pek çok yalaka olduğunu biliyor.

Mal için, makam için, koltuk için, kendi cemaatine üç kuruşluk menfaat devşirebilmek için insanların nasıl iki büklüm olduklarını görüyor. STK'ların/cemaatlerin onur ve izzet peşinde olmayan, alışverişe odaklı tüccar/şirket mantığıyla yönetilmeye başlandığını biliyor.

Rahatları azıcık bozulsa ne "reis" tanıyacaklarını ne de "hoca" tanıyacaklarını çok iyi biliyor.

"Çünkü", diyor, "Bunlar Menderesi nasıl terkettilerse, Erbakan Hoca'yı iki günde nasıl yalnız bırakıp AB'ci oluverdilerse, bizi de öylece bırakırlar."

Bizim risk ve tehlike gördüğümüz her yerde en temel şiarlarımızdan nasıl vazgeçebildiğimizi ve bundan hiç bir rahatsızlık duymadığımızı, duymayacağımızı bizatihi biliyor.

***

AK Parti bizi kandırmanın çocuk oyuncağı olduğunu biliyor.

Okumayan, araştırmayan, soru sormayan, sorgulamayan ve sadece ama sadece deliler gibi alkışlayan bir kitleye hitap ettiğini görüyor.

Bugüne kadar hiç bir tutarsızlığına, hiç bir çelişkisine itiraz etmeyen; sadık ama bir o kadar da gözü dışarıda, yeni tekliflere açık bir kitleyle birlikte olduğunu biliyor.

Bizim faizle, zinayla, kumarla, yalanla-dolanla yaşayıp, yine de "Dünya bizi bekliyor; Suriye bizi bekliyor, Mogadişu bizi bekliyor!" denildiğinde nasıl da cûşa geldiğimizi görüyor.

Çırılçıplak kadın fotoğrafları arasında Reisçilik yapan gazeteleri okuduğumuzu, yazarlarımızın bu gazetelerde "Suriye Cihadı"nda Türkiye'nin ne kadar "namuslu" bir politika izlediğini yazdığını biliyor. Bizim bundan sıkıntı duymadığımızı, her şeyi ama her şeyi tevil edebilecek kadar kurnaz ve rahatına düşkün olduğumuzu biliyor.

Bizim en temel özelliğimizin, tutarsızlığımızı pişkinlikle savuşturabilmek olduğunu biliyor.

Eğer öyle olmasaydı, AK Parti mübarek Ramazan günü böyle bir anlaşma yapamazdı. Eğer öyle olmasaydı kimi gazeteler bu anlaşmayı "Gazze Nefes Alacak" manşetiyle sunamazdı.

***

Bu manşette ifadesini bulan perspektifin bizi nasıl embesil yerine koyduğunu farkedebiliyor muyuz?

İşte biz buyuz.

Bizler, dünyanın en iğrenç işinin bir maharet gibi sunulabildiği bir kitleyiz.

Hiç bir kıymetimiz yok; bizler manipüle edilirken bile yetişkin muamelesi görmüyoruz. İlkokul 3. sınıf düzeyindeki argümanlarla kandırılabiliyoruz.

Eğer bizim, kendilerine itiraz edebilecek, gerçekçi ve sahih sorular yöneltebilecek erdeme sahip olduğumuzu düşünselerdi, bu işi yapmaya cesaret edemeyecekler, etseler de boncuk boncuk terleyeceklerdi. Hele hele yukarıdaki gibi bir manşet atmak hiç kimsenin aklına gelmeyecekti...

Acaba AK parti bu anlaşma sürecinde kendi seçmenin tepkisini bir kere olsun düşünmüş müdür?

Hayır. Hiç zannetmiyorum.

Çünkü bizim dünyadan vazgeçmek gibi bir erdeme sahip olmadığımızı adı gibi biliyor.

Bizim büyük iddialarda bulunmayı sevdiğimizi, ama hiç bir iddiamız için en küçük bir bedel ödemeye razı olmayacağımızı çok iyi biliyor.

Tutarsızlıklarımızın, bizi rahatsız etmediğini biliyor.

Yalanın, iftiranın, riyanın bizi rahatsız etmediğini biliyor.

Güçlünün karşısında nasıl mayıştığımızı, yere düşene ise tekme vurmaya hazır olduğumuzu görüyor.

Bizden zerre kadar çekinmiyor.

Bizim "Eğer eğrilirsen seni kılıcımızla doğrulturuz ya Ömer" kıssasını anlatmayı pek sevdiğimizi, ama bunu tarihimizde bir kere olsun yapmadığımızı, yapamayacağımızı görüyor.

Bizim "dik durma" retoriğine bayıldığımızı, ama dik durmanın gerektirdiği hiç bir bedeli ödemeyeceğimizi çok iyi biliyor. Hatta bizim mahallenin "dik durmanın" ne demek olduğunu bilmediğini de biliyor.

Bizim için aslolanın yol olduğunu, sağlık olduğunu, maaş olduğunu, köprü olduğunu, tünel olduğunu, diploma olduğunu, gösteriş olduğunu velhasıl keyfimiz olduğunu; gerisinin bir hikayeden ibaret olduğunu çok ama çok iyi biliyor."
BirGün

Meral Akşener'den Meclis Başkanı'na sert mektup: "Sizin hiç mi kutsalınız kalmadı?"
11 Temmuz 2017



MHP'den ihraç edilen muhaliflerden Meral Akşener, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı İsmail Kahraman'ın "Şu Meral Kılıçdaroğlu mu?" sözlerine sert şekilde yanıt verdi.

Akşener, "Şu Meral Kılıçdaroğlu mu?' dediğinizi esefle öğrendi. Bir kadının soyadının ancak evlilik vasıtası ile değişeceği açık bir gerçek olmasına rağmen bu kadar alçak ve şerefsiz yakıştırmayı yapmışsınız" dedi.

Meral Akşener, TBMM Başkanı İsmail Kahraman'ın iftar yemeğinde kendisi için 'Meral Kılıçdaroğlu' dediğini öğrendiğini belirterek, "Anlaşılan siz yüce dinimizin ahlak ve faziletinden bir şey almadığınız gibi, Türk örf ve geleneklerinden de bir nasip almamışsınız. Sizin hiç mi kutsalınız kalmadı?" diye sordu.

Kişisel Twitter hesabından 'Açık Mektup' paylaşımında bulunan Akşener'in Kahraman'a verdiği yanıt şöyle:

'KUTSALLARIMIZI NE KARŞILIĞINDA BIRAKTINIZ?'


Meral Akşener
© FOTOĞRAF: DHA
Meral Akşener: Allah Kılıçdaroğlu’nun gücünü arttırsın
"Sizinle 28 Şubat döneminde aynı bakanlar kurulunda birlikte görev yapmıştık.
Eşim ile hemşeri olmanız nedeniyle bana 'gelinimiz' derdiniz. Anlaşılan siz yüce dinimizin ahlak ve faziletinden bir şey almadığınız gibi, Türk örf ve geleneklerinden de bir nasip almamışsınız.

Mübarek Ramazan ayında, iftar sofrasında bile böyle bir yakıştırma yapabildiğinize göre İslam sizin üzerinizde sadece bir gömlek, belki bir üniforma. Oruçlu geçirilen uzun bir günün ardından evli barklı, babaanne olan bir kadına yapılan nasıl bir yakıştırmadır bu?

Sizin hiç mu kutsalınız kalmadı? Siz kutsallarımızı ne zaman, nerede ve ne karşılığında bıraktınız?"



ETİKETLER
meral akşener İsmail kahraman meclis başkanı açık mektup alçak şerefsiz
Sputnik

Hüda Kaya, TRT’de konuştu: “Ne kadar vicdanlıysak, o kadar insanız”
13 Nisan 2017



HDP İstanbul Milletvekili Hüda Kaya, referanduma günler kala TRT’de propaganda konuşması yaptı. Kaya, 16 Nisan’da ‘hayır’ oyu verme çağrısı yaparken “Ne kadar vicdanlıysak, o kadar insanız” dedi.

Kaya’nın konuşması şöyle:

Bir kadın olarak, 28 Şubat’ta cezaevinde fotoğraf çekilirken bile başörtümü çıkarmamı dayatanlarla, Ak Parti iktidarında, yatak odama müsait olmadığım bilindiği halde saldıranlarla, kelepçeleyerek beni taciz edenler arasında ki zihniyet farkı nedir?

Dünün 28 Şubat darbecileri, halkın vicdanında, mağlup ve mahkûm oldular. Şimdi başkalarına 28 Şubat’ı misliyle yaşatanların Hakkın karşısında, tarih ve vicdan karşısında, yerleri nasıl olacak?

Bakın bir referandum sürecindeyiz. Siyasi eleştirilerimizi yaptık diye dokunulmazlıklarımız kaldırıldı ve partimizin Eş Genel Başkanları ve milletvekillerimiz aylardır hapislerde.

Diğer liderler, milletin, bizlerin hakkıyla, meydan meydan mitinglerini yaparken, milyonlarca insanın iradesi olan siyasetçilerimizin, zindanlarda olması bile, başlı başına bir eşitsizlik ve haksızlıktır.

Hangi düşünce ve partiden olursa olsun vicdanı olan insanlarımızın bu yanlışlara hayır diyeceklerini biliyoruz.

Değerli kardeşlerim!

Sayın Cumhurbaşkanı “Belediye başkanlığım elimden alındı, hapis yattım” diyor.

Bugün bir değil, on değil, 80’den fazla belediye başkanı cezaevinde. Seçilmiş 85 belediye başkanının yerine kayyum atandı. Başörtüsü mücadelesi verenlerden biri olan ve Türkiye’nin seçilmiş ilk başörtülü belediye başkanı bile, 2 yıldır hapiste ve yerine kayyum atandı.

Hani, atanmışların değil seçilmişlerin Türkiye’si olacaktık?

Bugün milyonlarca kadın, başörtülü veya başörtüsüz, içeride veya dışarıda zulümlerden, şiddetten, tacizlerden, adaletsizliklerden, haksızlıklardan dolayı nefes alamaz durumdayken, sadece ‘benim başörtülü bacım’ diye bu ülkenin kadınları ayrıştırılıyor.

Bugün kadınların, yıllar süren mücadesiyle, bedeller ödeyerek elde ettikleri bütün kazanımlar, gasp ve istismar ediliyor.

Değerli kardeşlerim!

‘Eski Türkiye’de devlet köyleri yakıp yıktı’ diyordu bugünkü yöneticiler.

‘Yeni Türkiye’de, tank ve topla yerle bir edilen şehirler, ilçeler. Evinden, yurdundan edilen, on binlerce aile. İşsiz bırakılan binlerce akademisyen, gazeteci, kamu emekçileri ve nicelerinin durumu, adalet ve vicdan ile izah edilemiyor.

Bu ülkenin acı hatıralarla dolu cezaevlerinde, OHAL sürecinde yaşananları da halkımıza anlatmıyorlar. Ülkenin barışı ve huzuru için, 50 günü aşkındır açlık grevi devam ediyor. Hiçbir referandum, hiçbir seçim, tek bir mahpusun canından önemli değildir. Bu görmezlik ve duyarsızlık kabul edilemez.

Hepimiz görüyoruz ki, insanlarımız bugün doğru, güzel ve iyi olan ne varsa kaybetmekle karşı karşıyadır.

Ülkemizin esas sorunu tekçi ve merkeziyetçi yönetim iken, yaşadığımız krizlerin aşılması için, yönetim ve yetkilerin paylaşılması ve yerelleşmesi gerekiyorken, atanmışların değil seçilmişlerin daha da güçlendirilmesi gerekiyorken; tüm gücün, yetkinin, yönetimin, yargının, ‘tek el’de toplanması, bizleri toplumsal barışa ve huzura nasıl kavuşturabilir?

Bir tek kişinin kararları ile ülke yönetilemez. Bir tek kişi hem cumhurbaşkanı, hem başbakan, hem başkomutan, hem baş yargıç olamaz.

Değerli kardeşlerim,

Hakk için de, halk için de, ‘adalet’ hiçbir zaman, saraylardan çıkmamıştır, çıkamaz.

Evi, halktan ayrı olan, Hak’tan da ayrılmıştır.

Adı ne olursa olsun saraylar birdir ve saraylardan adalet beklenemez.

Hem saraydan, saltanattan ve şatafattan, hem de Hak’tan ve halktan yana olunamaz.

Gelin! Yüzümüzü saraylara ve saltanata değil, hakka, adalete, vicdana ve kardeşliğe çevirelim. Hayır diyelim.

Bizler, ne kadar vicdanlıysak, adalete, ne kadar sahip çıkarsak, o kadar insanız.

Hakkı ayakta tutmak, bugün “kan dökülmesin, tabutlar gelmesin, gençler ölmesin” demektir.

İnsani ve vicdani olana yakışan, öldürerek, sürerek, hapsederek, aç bırakarak değil, yaşatarak, konuşarak helalleşmektir.

Hakk olan ‘Ölüm değil çözüm’ demektir.

Gelin! Hakkı müdafaa edelim ve ölümü değil, yaşatmayı kutsayalım.

Gelin! Hep birlikte tekçilik söylemlerine karşı, tekliğin, sadece Yaradan’ın hakkı olduğunu teslim edelim.

Bazıları, hiç kimse düşünmesin, aklını kullanmasın ve tek bir kişi, herkesin yerine karar versin, istiyorlar.

Kur'an’da Şûra suresi var. ‘Şûra’ konsey, kurul, meclis demektir. Allah, kendi seçtiği elçilere bile etrafındakilere danışmasını, Şura’dan ortak karar almasını emretmiştir.

Ne kadar çok sesli, özgür, adaletli bir toplum olursak, o kadar Allah’ın istediği bir topluluk olabiliriz.

Bütün insanlarımızın, mazlum, yoksul ve garibanlarımızın, gençlerimizin, kadınlarımızın ve çocuklarımızın şiddete, nefrete, savaşlara kurban edilmediği bir gelecek için, HAYIR diyelim.

Mutlaka ama mutlaka sandığa gidip, insani sorumluluğumuzu yerine getirelim.

Hayır diyelim ve hepimiz kazanalım. Sandıklara ve hayırlarımıza sahip çıkalım.

Hayırla kalın. Hak’la kalın.
T24

Türkiye’de hiç bilinmeyen çok ilginç bir müessese: İstifa…
MURAT SEVİNÇ
23/03/2017

Türkiye’deki anayasa ve sistem tartışamamaları esnasında sık karşılaşılan argümanların başında, halihazırdaki yapının açmazlarının görmezden gelinmesi eleştirisi var. Önerilene karşı çıktığınızda ‘Peki bu sistemin hiç sorunu yok mu?’ yolundaki ‘boş’ soruyla karşılaşılıyor. Soru ‘boş’, çünkü önerilenin önerilme gerekçesiyle ilgisi yok! İki temel gerekçesi var söz konusu içi boş tepkinin: İlki, gündemdeki öneri üzerine söylenecek pek bir şey olmayışı. İkincisi, halihazırdakinin mutlaka değiştirilmesi gerektiği yönünde oluşmuş, oluşturulmuş kesin kanı.

Oysa ilk soru şu olmalı: Herkes ne üzerine tartışıyor? Memleketteki sistem ‘sohbet’leri, akıl yürütülerek tanımlanmış sorunlar üzerinden yapılmıyor. Nasıl ki bir hastalık doğru teşhis edilmeden uygun tedavi yöntemi uygulanamazsa, siyasal sistemin sorunları da dürüstçe tespit edilip özgürce dile getirilmeden anlamlı çözüm önermek mümkün değil. Mümkün olmadığı için de, her ‘sohbet’, ister istemez ‘zırva’ kalmaya mahkum.

Biraz açalım. Deniyor ki, parlamenter sistemle devam etmek mümkün değil. Neden? Çünkü bu sistem istikrarsızlığa neden oluyormuş. Ne demek bu? Kastedilen ekonomik ve siyasal istikrarsızlık mı? Eğer öyleyse, bu durumda Türkiye AKP döneminde yani tam 15 yıldır istikrarsız mıydı? İstikrar yakalanamadıysa, bunca zamandır dinlediğimiz ilerleme propagandası tümüyle yalandan mı ibaretti?

Bir çocuğun aklına gelebilir bu soru/sorular bunlar, değil mi? Devam edelim…

Yürütme yetkisinin büyük ölçüde bir kişiye verilmesi ve devlet başkanının bunca yetkiyle donatılmasının, örneğin işsizliğin azaltılmasıyla ne ilgisi olabilir? Ya da terör eylemlerinin sona ermesiyle?

Güvenlik güçleri ve istihbarat, parlamenter sistem nedeniyle, hangi zafiyeti sergiliyor? Bir vahşinin yılbaşı akşamı, şehrin göbeğinde eğlenen 39 kişiyi katletmesiyle, parlamenter sistem arasında nasıl bir bağ kurulabilir?

Yaşadığımız sorunlardan hangisi, yürütme organının yapılanmasıyla bağlantılı? Kuşkusuz hiçbiri. Bunlar arasında zorunlu ilişki kurmaya çabalayan her insan, kaçınılmaz biçimde saçmalar.

Yineleyelim: Bu durumda biz, ne üzerine konuşuyoruz? Güçler ayrılığı ilkesinin, ahı gidip vahı kalmış yargı bağımsızlığının, meclis egemenliği ilkesinin canına okuyacak bir önerinin, sanki her şey olağanmış gibi konuşulmasının akıl fikir tutulması dışında ne gibi bir gerekçesi olabilir?

Tartışıldığı iddia edilen metin, bir sorunumuzun tespiti ve sonrasında uygun çözüm üretme çabasının sonucu değil. Herkes, aslında ne olup bittiğinin, kimin/kimlerin ne talep ettiğinin ve olanların demokrasi ya da her ne demekse, ‘istikrar özlemi’yle ne ölçüde ilişkili/ilişkisiz olduğunun farkında kuşkusuz.

Yine aynı soruya gelelim. Şu meşhur soruya. Peki parlamenter sistemin hiç sorunu yok mu?

Var. Var var olmasına da, önerilen tuhaflık, o sorunlara çözüm değil. Çünkü o sorunların temel nedenlerinin başında, demokrasinin cılızlığı geliyor. Örneğin, matrak bir ‘Hayır’ videosu çeken 21 yaşındaki genç insanın 24 saat içinde tutuklanmasının, hükümet biçimiyle bir ilgisi var mı? Ya da memleketin neredeyse tüm ekranlarında, her Allah’ın günü aynı insanların sesini duyuyor olmamızın. Ya da ‘Evet’ propagandasının devlet imkanlarının seferber edilerek sürdürülmesinin. Ya da devlet başkanının cezaevindeki gazeteciler hakkında sarf ettiği sözlerin. Akıl almaz ifadelerin sorumlusu parlamenter sistem mi?

Üç beş yıl önce cezaevindeki askerler teröristti malum. Ülke, düzmece delillerle bağırsaklarını temizliyordu vs. Ardından ‘Allah affetsin’ süreci yaşandı. Laik bir hukuk düzeninde, yüzlerce insanın kayıp yıllarının sorumluluğu, Allah’a havale edildi. Şimdi, gazeteciler terörist. Bir sonraki ‘af dileme’ sürecine dek. Vahametin sorumlusu, sorumluları? Parlamenter sistem mi? 2010’da HSYK’nin hepimizin gözü önünde, çıtlata çıtlata Cemaat’e teslim edilmesinin mesela? Parlamentarizmin marifeti miydi? Dış politika felaketleri? Hangisi iki başlı yürütmeden kaynaklandı? Ayrıca nicedir o başlardan birinin hükmü kaldı mı Türkiye’de? Memleketi başbakan ve bakanlar mı yönetiyor?

(..)

Ama çok merak ediyorsanız parlamenter sistemin temel açmazından da söz edelim. Bu sistemlerde, başkanlık sistemlerden farklı olarak ‘yumuşak güçler ayrılığı’ benimsenir. Asıl güçler ayrılığı da, yargı ile diğer ikisi arasındadır aslında. Çünkü parlamento çoğunluğu özellikle bir partinin egemenliğindeyse, parlamenter sistemin ana kuralı büyük ölçüde işlevsiz hale gelir: Bakanların meclise karşı sorumluluğu. Özellikle meclis soruşturması ve gensoru. Çünkü bir hükümet mensubunun soruşturulup yargılanması ya da düşürülmesi, partisi onu feda etmediği sürece mümkün olmaz. Sorun da burada zaten. Yani şu ‘feda’ sözcüğünde.

Parlamenter sistemin iyi işlemediğini dile getirenler, yukarıdaki sorundan mı şikâyetçi sizce? AKP’liler ‘Biz bakanlar yargılansın, hesap versin istedik ama sistem nedeniyle başaramadık’ mı diyorlar? ‘Bakanları Yüce Divan’a göndermeyi çok istedik ama ne yazık ki parlamenter sistem nedeniyle başaramadık.’ Bu mu söyledikleri? Dalga mı geçiyorsunuz?

Şunu unutmayın: Parlamenter sistemler açısından sorun olarak tanımlanabilecek bu ‘denetim/hesap sorma’ güçlüğü, AKP için büyük bir ödül haline geldi. Hesap vermeyi çok istediler de, halihazırdaki sistem engel olmadı. Aksine, hesap vermek istemediler ve bunun için o çok şikayetçi oldukları sistemin hükümlerine/ilkelerine sığındılar.

Demek ki parlamenter sistemden yakınmalarına değil, şükran duymalarına neden olan bir durum söz konusu.

Gelelim başlığa.

Teamülü olmayan, geleneksiz bir ülke yok. Her sistemin yazılı olan ve olmayan ilkeleri söz konusu, onu ayakta tutup yaşamasını sağlayan. Anayasal kurallar denilen yalnızca ‘yazılı’ olanlardan ibaret değil. Anayasal düzen, çok sayıda ve tarih içinde olgunlaşmış gelenekten oluşur. Yönetimi biçimlendiren geleneklerin niteliği ve demokrasiye katkısı büyük ölçüde belirleyici kuşkusuz.

Batı demokrasilerinde siyasal açmazların/tıkanıklıkların çözümünde en sık başvurulan yöntemlerin başında ‘istifa’ geliyor. Sorumluluk ilkesi ve duygusunun sonucu. Siyasal ve kişisel bir sorumluluk. Haliyle, kaçınılmaz biçimde asgari bir ‘mahcubiyet hissi’ de gerekiyor eyleme geçilebilmesi için. İlginç bir kurum istifa. Topraklarımıza tümüyle yabancı. Belki duymuşsunuzdur da pek tanık olmamışsınızdır. UFO gibi anlayacağınız. Duyarız ama görmeyiz; gördüğünü iddia eden bir iki kişinin anlattıklarıyla sınırlıdır ufkumuz.

Son bir iki yılda muhtelif gerekçelerle görevlerinden ayrılan Batılı yöneticileri şöyle bir hatırlayalım. İki önceki Alman cumhurbaşkanı, Brexit sonrası İngiltere başbakanı, İzlanda başbakanı, Polonya’da üç bakan, İtalya başbakanı, Bulgaristan başbakanı, Slovenya başbakanı vs… Son olarak Fransa içişleri bakanı. İki kız çocuğunu yaz aylarında danışman olarak çalıştırdığı için yolsuzluk iddiası ortaya atıldı ve ayrıldı Fransız Bakan. Örnek çok…

Saydığım istifalar, öyle Davutoğlu’nun ayrılması gibi değil. Çeşitli iddialar ya da başarısızlıklar söz konusu olduğunda, makamlarını terk ediyor yöneticiler. Ne kadar ilginç değil mi? Sorumluluk almayı, göğüslemeyi bildikleri ve var oldukları siyasal kültür bunu gerektirdiği için. Kurumlarını rahatlatıp konumlarının siyasal kangrene dönüşmesine izin vermedikleri için.

Sistem ister parlamenter, ister başkanlık ister yarı başkanlık olsun. Adı ne konulursa konulsun. Eğer o memlekette demokrasi cılızsa, sorunları dürüstçe göğüsleyip siyasal/cezai bedel ödeme ilkesi tanınmıyor ise açmazların üstesinden gelmek mümkün olmaz. Pozitif hukuk düzenlemeleri mi diyorsunuz. İyi hoş da, sorumluluk ve hicap duygularını anayasa hükmü haline getirmek mümkün mü? Demek ki yaşamda ‘metinler’ dışında da bir şeyler var, öyle değil mi?

(..)

Sistem sorunlarından söz edenler, keşke istifa gibi son derece medeni kurumlardan/yollardan haberdar olsaydı. Fransız içişleri bakanının istifa gerekçesini bizimkilere ‘anlatmak’ dahi mümkün değil.

Belki bir gün memleketimiz de böyle değerli yöntemlerle tanışır. Sorunlarımızın çözümüne büyük katkı sağlayacaktır. Üstelik anayasa değişikliğine de gerek yok. Çok daha basit, masrafsız. Asgari sorumluluk duygusu, asgari mahcup olabilme hasleti. Hepsi bu…
Diken

Murat Sevinç: Şuncacık için istifaya değmez…
29/03/2017

AKP’nin ‘Evet’ broşürü hakkındaki ikinci yazıdan önce çok kısa ve zorunlu bir ara.

Türkiye, giderek daha ‘gerçek üstü’ bir memleket haline geliyor.

İyi işleyen hiç bir demokraside, ortalama yurttaş, örneğin anayasa değişikliği gibi ziyadesiyle uzmanlık gerektiren bir konuda bu kadar çok konuşmaz, günlük sohbetlerinde yer vermez. İlgilenmez. Umursamaz. Olup bitenin yaşamında büyük hasara yol açacağı gibi bir kaygı taşımaz. Sinemaya gider. Çoluk çocuğuyla ilgilenir. Tatil planı yapar. Eğitim ve sağlık konularıyla meşgul olur vs. Ama oturup ‘devlet başkanının parlamentoyu fesih yetkisi’ üzerinde sohbet etmez.

Efendim, önerilen değişiklikle cumhurbaşkanına meclisi fesih hakkı tanınıyor mu tanınmıyor mu? Toplumun önüne koskoca bir kazık koydular, şimdi o kazığın üzerindeki deseni tartıştırıyorlar! İnanılır gibi değil.

Erdoğan, evet çıkarsa cumhurbaşkanının meclisi fesih yetkisi olmayacağını, Kılıçdaroğlu olacağını söylüyor. Erdoğan, her zamanki ‘tarafsız’ üslubuyla, muhalefeti yalancılıkla itham ediyor, şu bu… Önerilen değişikliğin hiç bir yerinde ‘fesih’ geçmiyormuş. Geçmez tabii, onun yerine ‘seçimlerin yenilenmesi’ ifadesi yer alıyor çünkü.

Bugün, iki önemli anayasa hukukçusu da konuyla ilgili açıklama yaptı. Ergun Özbudun ve İbrahim Kaboğlu. İkisi de fesih ile seçim yenilemenin aynı şey olduğunu, farklı sözcüklerle açıkladı. Kaboğlu daha tarihsel bir değerlendirme tercih ederken, Özbudun bir ikisi arasındaki ‘nüansa’ dikkat çekti. ‘Fesihte’ meclisin hukuken sona erdiğini, ‘seçim yenilemede’ ise, yenisi seçilene dek varlığını sürdürdüğünü, buna mukabil sonuç olarak aynı kapıya çıktıklarını; ‘eş anlamlı’ kullanılabileceklerini belirtti.

Süleyman Demirel’in muhteşem (!) ifadelerinden birini hatırlattı bu tartışma bana. 1965 seçimlerinden sonra TİP’liler tarafından ABD’nin Türkiye’deki üsleri konusunda epeyce sert (ve doğru) eleştirilere muhatap olan Demirel, şöyle der: “Türkiye’de üs yoktur. NATO’ya bağlı tesisler vardır!” Nasıl? Tam Demirel işi…

Bugün önerilen değişiklikte cumhurbaşkanına, canı ne zaman isterse meclis seçimlerini yenileme yani ‘fesih’ yetkisi tanınıyor. Tabii cumhurbaşkanı TBMM’yi feshederse (diyelim ki ilk döneminde), kendi de yeniden seçime girecek, yani bunu göze alacak. Bunun karşılığında TBMM’nin de erken seçim kararı alma yetkisi var. Eğer erken seçim kararı alınırsa, cumhurbaşkanı seçimi de birlikte yapılacak. Unutmadan, meclisin erken seçim kararı alması zorlaştırılıyor!

İşte bu nedenle diyoruz ki, aklı başında herkes diyor ki: Önerilen sistem ya tek adam yönetimine ya karmaşaya neden olacak. Cumhurbaşkanı ve TBMM çoğunluğu bugün olduğu gibi aynı siyasi eğilimdeyse, zaten seçim yenilemenin pek anlamı yok. Cumhurbaşkanı ne eylerse güzel eyleyecek o durumda! Ancak ola ki cumhurbaşkanı (örneğin Ahmet Necdet Sezer) ile TBMM çoğunluğu (örneğin AKP) farklı siyasal eğilimdeyse, seyreyle gümbürtüyü!

AKP’nin bu değişikliği gündeme getirmesinin tek nedeni, Erdoğan’ın cumhurbaşkanı seçileceği ve TBMM çoğunluğunun kendilerinden olacağı varsayımı. Aksini düşünseler, evet çıkma olasılığı dudaklarını uçuklatırdı. Halihazırda yürürlükte olan Anayasa’nın 116’ıncı maddesinde düzenlenen hüküm ise, şu anda önerilen gibi bir yetki vermiyor cumhurbaşkanına. 116’ıncı maddede bazı durumlar sayılır, ki bunlar hükümetin 45 gün içinde kurulup göreve başlayamamasına ilişkin. Bu durumda cumhurbaşkanı, sistem tıkanıklığını aşmak için ‘TBMM başkanına danışarak’ seçimlerin yenilenmesine karar verebilir. 1980’de yaşanan (Fahri Korutürk sonrası) seçim krizi bir daha yaşanmasın diye yer verildi 116’ıncı maddeye. 1982 Anayasası döneminde bu yola bir kez başvuruldu ve 1 Kasım 2015 seçimleri, ‘yenileme kararı’ sonucunda yapıldı.

Hiç uzatmayayım. Gündemdeki öneri, cumhurbaşkanına (kendisinin de seçime girmek zorunda kalacağını bir kez daha hatırlatalım) TBMM’yi fesih yetkisi veriyor. Seçimleri yenileme, yasal süre dolmadan meclisi seçime götürme yetkisi, fesih yetkisidir. Nitekim bu sözcük haftalardır değişikliği anlatmaya çabalayan AKP’liler tarafından da defalarca kullanıldı.

Bir küçük hatırlatma: 1924’te TBMM, ulusun temsilcileri, fesih yetkisini Mustafa Kemal’e vermedi. Öneri, muhalefetin tasfiye edildiği İkinci Meclis’te gündeme geldi ve üyelerin neredeyse tamamının karşı çıkışıyla reddedildi.

Erdoğan, kendi iddiasının aksi ispatlanırsa istifa edeceğini söylemiş. Şuncacık için değmez. (..)
Diken

Yalçın Doğan: Durum net, istifası yine de sürpriz olur
29 Mart 2017

Anayasa değişikliği madde 11:

“Türkiye Büyük Milet Meclisi tam sayısının 3/5 çoğunluğu ile seçimlerin yenilenmesine karar verebilir. Cumhurbaşkanının seçimlerin yenilenmesine karar vermesi halinde, genel seçim ile Cumhurbaşkanlığı seçimi birlikte yapılır”.

Bu metin Türkçe. Türkçe olan bu metinden siz ne anlıyorsunuz?

“Meclis kendisini feshedebilir”.

Bunda bir tartışma yok.

Tartışma ikinci cümleden çıkıyor, o cümlede “Cumhurbaşkanı seçim kararı verebilir” diyor.

“Seçim kararı verebiliyorsa”, bu ne anlama geliyor?

“Cumhurbaşkanı Meclisi feshedebiliyor”.

Ama, bir dakika...

Anayasa değişiklik metninde “fesih” sözcüğü geçmiyor.

“Fesih” yerine, daha nazik, siyaseten daha olgun bir sözcük geçiyor, “yenileme”.

İster “yenileme”, ister “fesih”, sonunda, Cumhurbaşkanının iradesi ile Meclis seçime gidiyor mu, gitmiyor mu?

Bal gibi gidiyor.

Hatta, seçime karar vermesi halinde, üstüne üstlük, Cumhurbaşkanlığı seçimine de, karar vermiş oluyor. İki seçim otomatik olarak birlikte yapılıyor.

Bu durumda, hala o polemik ne?

Fesih yetkisi var, hayır, ne münasebet fesih yetkisi yok!

Metin ortada, buz gibi var.

“Biz dürüstüz”

Tartışma Kemal Kılıçdaroğlu’nun “Cumhurbaşkanının Meclisi fesih yetkisi var” sözüyle başlıyor.

Buna Tayyip Erdoğan gemileri yakan bir karşılık veriyor, kendine özgü üslubuyla:

“Ey Kılıçdaroğlu yalan söyleme. Cumhurbaşkanının Meclisi fesih yetkisi yok. Hazırladığımız yasal düzenleme içinde çık, böyle bir şey varsa, bunu ispat et. Ben Cumhurbaşkanlığından istifa edeceğim. Ama, o da CHP’den ayrılsın. Edemez. Biz dürüstüz. Bunlarda dürüstlük yok”.

Çok net, ispat edemez ise Kılıçdaroğlu, ederse, kendisi Cumhurbaşkanlığından istifa edecek.

Üstelik, güvence veriyor, “biz dürüstüz” diyerek. Yani, ispatı halinde, “dürüstlük” gereği, istifası kesin. Mesele bir anda “iddia ve dürüstlük” haline dönüşüyor.

Tutanaklar ortada

Değişiklik metni yukarıda, “fesih” yerine “yenileme” deniyor.

Kaldı ki, CHP’liler dün Meclis tutanaklarını yayınlıyor. Tutanaklara göre, AKP milletvekilleri bal gibi, “fesih yetkisinden” söz ediyor.

Örneğin, gündemdeki konuya göre, en olmayacak, en ters, en akla gelmeyecek, konuya en oturmayacak mantığı kullanmakla ün salan, iktidara mutlaka kıyak çekecek bir bahane bulan, bulduğu bahane ile insanları bazen çıldırtan, bazen güldüren, anlı şanlı anayasa profesörü Burhan Kuzu bile Meclis kürsüsünden çok net ifade ediyor:

“Bizim getirdiğimiz karşılıklı fesih meselesini bugün Amerika tartışıyor”.

“Fe-sih”.

Amerika hala tartışa dursun, AKP “feshi” getirmiş bile. Yani, AKP anayasa meselesinde Amerika’yı çoktan geride bırakmış! “Kuzu kuzu” söylüyor işte.

Yine AKP milletvekili İbrahim Halil Fırat:

“Hem Cumhurbaşkanı, hem Meclis birbirini karşılıklı feshetme yetkisine sahiptir”.

“Fe-sih”.

Çok net, “fesih” var.

“Tutanak” deyip, geçmeyin, tutanaklar yerine göre, mahkemelerde “kanıt” yerine geçiyor.

Şimdi durum ne

“Fesih” yerine “yenileme” deniyor ve ikisi aynı kapıya çıkıyor.

Bu tartışmada Tayyip Erdoğan durup dururken, Kılıçdaroğlu’na yanıt vereceğim, derken, kendini fena halde bağlıyor, “istifa” ile.

İstifa eder mi? Sanmıyorum.

İstifa etmez ise, bu tartışmadan fena halde zararlı çıkacağı kesin.

Nedir zararı?

“HAYIR” oylarının biraz daha artması.

Neden “HAYIR” oyları artsın? İki nedenle:

1-Tutanaklar ve değişiklik metni “yenileme” kavramı altında Cumhurbaşkanına Meclisi “fesih” yetkisi verdiğini açıkça gösteriyor. Erdoğan istifa etmeyeceğine göre, istifası büyük sürpriz olur, sözünde durmamış oluyor.

Halkın buna tepkisi “HAYIR” gibi, demokratik bir yoldan olur.

2-Çok istediği, neredeyse hayat memat meselesine haline getirdiği anayasa değişikliğini kendisi de, pek bilmiyor. Ya da öyle gösteriyor.

Bilmiyorsa:

Madem bilmiyor, o zaman bilmediği bir konuda halktan neden yetki istiyor?

Bilmediği bir yetkiyi yarın nerede ve nasıl kullanacağına halk nasıl güvenecek?

Öyle gösteriyorsa:

O da, iyi değil.

Her iki şık da, “HAYIR” oylarını biraz daha ateşleyebilir.

CHP bunun peşini bırakmaz. Çünkü, referandum kampanyasında CHP ilk kez önemli bir koz elde ediyor. Durup dururken.
T24

Aziz Kocaoğlu: Parolam 3 Ç; çalma, çaldırma ve çalış
07 Mart 2017



6 yıl süren yolsuzluk davasında beraat eden İzmir Büyükşehir Belediyesi Başkan CHP'li Aziz Kocaoğlu, "Kanunsuz iş yapmam, evrensel ahlak kurallarına uyarım, adil olmaya çalışırım. Parolam 3 Ç'dir: Çalma, çaldırma, çalış" diye konuştu.

Aziz Kocaoğlu'nun Sözcü gazetesinden Gökmen Ulu'ya verdiği söyleşi şöyle:

- Kumpas davası ile karşılaşınca neler hissettiniz? Çalışmalarınız nasıl etkilendi?

100'e yakın belediye personeli yargılanırken geminin kaptanı olarak üzerimde büyük bir sorumluluk vardı. Dava personelimizin üstünde “Demokles'in Kılıcı” gibi duruyordu. Ama hiçbirimiz işlerimizi aksatmadık, kılı kırk yararak daha titiz çalıştık. Hepsi çok özverili çalıştı. Hele 8-10 tanesi adeta belediyede yattı. Tutuklu arkadaşlarının boşluğunu çok çalışarak doldurdular.

Savcının karar duruşmasındaki mütalaasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Savcının mütalaası tüm yerel yönetimler için aslında bir başucu kitabı gibidir. Referanstır. Hukuk dersidir. Mahkemenin beraat gerekçesi de yayınlandığında, mütalaa ile birlikte kitap haline getirmeyi ve tüm belediye başkanlarımız ile paylaşarak bir pozitif fayda sağlamayı düşünüyoruz.

"Mutluluktan uyuyamadım"

Beraatten sonra ne hissettiniz?

Sayın savcı mütalaasını okumaya başladığında en metanetli konulardan biri olan ilk maddedeki gerekçesini duyduktan sonra ilk rahat nefesi aldım. Gidişat belli oldu. Beraat ettik. O gece sabaha kadar kitap okudum. Çünkü mutluluktan hiç uyuyamadım. Ertesi gün Sayıştay'daki duruşma da iyi geçince yine uyuyamadım.

Size bu kumpası kimler kurdu?

Bilmiyorum. Elimizde şu var: Bunun yapanlar sahte değildi, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin polisi, savcısı, hakimiydi. Bizim davamıza bakan bütün polisler, savcılar, başsavcılar, hakimler şu anda FETÖ üyesi oldukları iddiası ile tutuklandı, meslekten atıldı. Bu kumpası kimlerin kurduğunu ortaya çıkaracak olan adli makamlardır.

"Dürüst olanlar siyaset yapsın"

- Bu kumpası niçin yapmış olabilirler?

Bizim hayatımızda düşmanımız yok, hasmımız yok. Devletimize, milletimize bağlı, dürüstçe hizmet eden insanlarız. Niye yaptıklarını da biz bilemiyoruz. Maddi manevi büyük güç kazanmış olan belediyemize mi göz koydular? Bilemiyorum.

- Prensiplerinizden bahseder misiniz?

Kanunsuz iş yapmam, evrensel ahlak kurallarına uyarım, adil olmaya çalışırım. Parolam 3 Ç'dir: Çalma, çaldırma, çalış.

- Topluma önerileriniz nelerdir?

Namuslu insanlar siyaset ile uğraşsınlar. Bilgili, deneyimli, etkinliği olan, işinde başarılı, yardımsever insanlar, işlerini ve ailelerini ihmal etmeden siyasete girsinler. Böylece siyasetin seviyesi yükselecektir.

"İzmirlilier bana sahip çıktı umudumu asla yitirmedim"

- Dava sürecinde tutuklular ne durumdaydı?

Cezaevlerinde hepsini ziyaret ettik. Moral desteği sağladık. İhtiyaçlarını sorduk. Bergama Cezaevi'ndeki arkadaşlarımız hapishane koşullarının kötü olduğunu, yerde yattıklarını öğrendik. Eşim Türkegül ilk iş Karabağlar'a gitti, sadece bizim arkadaşlarımız değil, cezaevinde olan başka insanların da ihtiyacı olur diye düşünerek açılır-kapanır yataklardan fazlasıyla aldı. Söz olmasın diye kendi işyerimize ait araç ile cezaevi yönetimine teslim ettik. Bir hafta sonra tekrar cezaevine gittiğimizde hâlâ o yatakları arkadaşlarımıza vermemişlerdi. Çok zor günler geçirdiler.

"Cezaevine yatak götürdük"

- Ya tutuklu aileleri?

Eşim ile birlikte tüm tutuklu arkadaşlarımızın ailelerini tek tek ziyaret ettik. Dramatik tablolar ile karşılaştık. Çocukları perişan haldeydi. Küçük çocuklar nerede olduklarını bilmedikleri annelerini, babalarını soruyordu. Manevi acıların yanı sıra, maaşları kesildiği için maddi sıkıntılar da yaşadılar. Sadece tutuklanan arkadaşlarımız değil, onların aileleri de bu cezaya ortak edildi. Dayanışma içinde olarak, her birinin ayrı ayrı sorunlarını gidermek için elimizden geleni yaptık.

- Psikolojiniz nasıl etkilendi?

Ben umudumu hiç yitirmedim. Birkaç yandaş basın haricinde sağduyulu basın, her siyasi partinin mensupları ve en önemlisi İzmir halkı bu suçlamaları bize yakıştırmadı. Her zaman bana güvendiler, inandılar. İzmirliler bana sahip çıktı. Bürokrasi dağılmadı. Kamuoyu da davanın hukuksuz olduğunun farkındalığı içindeydi.

- Türkiye bu zor dönemden çıkabilecek mi?

Anadolu insanı yüzyıllar boyunca saldırılara ve felaketlere uğramış. Ancak sabrı, dayanışmayı öğrenmiş. Bu coğrafyada ayakta durmamızı sağlayan en önemli iki özelliktir sabır ve dayanışma. Eğer Türkiye katılımcı demokrasiyi kendisine rehber olarak seçerse 5 senede toparlanıp, 10 senede kalkınacak bir ülkedir. Türkiye kişi başına düşen milli gelirini rahatlıkla iki katına çıkarabilecek bir ülkedir. Yeter ki iyi yönetilsin.
T24

Financial Times: Türkiye'deki kutuplaşma bir muhbir ağı yarattı
16.03.2017



İngiliz gazetesi Financial Times gazetesi, Türkiye'deki kişisel anlaşmazlık ve siyasi görüş farklılıklarının bir muhbir ağı yarattığını öne sürdü.

Laura Pitel imzalı haber, "Erdoğan'ın muhbirleri: Türkiye'nin ihanet ve korkuya teslimiyeti" başlığıyla yayımlandı.

Yazıda kişisel anlaşmazlıkların ve politik görüş ayrılıklarının Türkiye'de bir muhbir ağı yarattığından bahsedilirken, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ı Gollum'a benzeten bir görseli paylaştığı için hakkında dava açılan Bilgin Çiftçi ve Erdoğan'a hakaret ettiği gerekçesyle eşini savcılığa şikayet eden Ali Dinç'in hikayelerine yer verildi.

'Muhbirlik yaygınlaşıyor'

FT'ye konuşan Çiftçi, muhbirliğin "Türkiye'de toplumsal bir akıma dönüştüğünü" söylerken, sosyal medya paylaşımlarını sadece kendi çevresi ile sınırlamasına rağmen paylaşımı gören bir yakınının kendisini şikayet ettiğini anlatıyor.

Cumhurbaşkanı'na hakarette bulunduğunu iddia ettiği eşinin ses kaydını savcılığa veren Tır şoförü Ali Dinç ise yaptığının eşiyle arasındaki ilişki ile bir alakası olmadığını söylüyor.

"20 yıllık eşim olsa da aynı şeyi yapardım, Türkiye için bunca şey yapmış birine böyle küfür edemezsiniz. O devletin başı, harika biri, onu çok seviyorum" diyen Dinç, eşinin "dava başladığında yaptığı hatanın farkına varacağını" söylüyor.

Antropolog White: Türkiye'nin politik kültürüne hainler ve kahramanlar hikayesi hakim

Yazıda bu zıtlaşmayı anlatmak için antropolog Jenny White'ın görüşlerine yer verilmiş.

White, "aile bireylerini ihbar etmeye kadar giden bu kutuplaşmanın, Türkiye'nin politik kültüründe yer edinmiş olan, ülkeyi parçalamaya çalışan 'hainler' ile onları engellemeye çalışan maço ve ataerkil 'isimsiz kahramanlar' ve onlara liderlik eden 'büyük adam' hikayesinden güç aldığını vurguluyor.

White'a göre "bu hikayede kült bir lider halkının kurtarıcısı rolüne bürünürken, hain kimliğine büründürülen karşıt kesim ise yabancılaştırılıyor".

White, "laik kesimin de aynı şekilde başörtülü kadınları küçümseyip, AKP destekçilerini cahil, kültürsüz kaba adam görüntüsüne indirgeyerek bu çatlağı derinleştirdiğini" belirtmiş.

Yazıda 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında, Erdoğan'ın Gülen destekçilerinin ifşa edilmesine yönelik çağrısı sonrasında MİT'e yapılan ihbarların sayısının 65,000'e ulaştığı belirtilirken, bu durumun akademiye de sıçradığından bahsedilmiş.

FT'ye konuşan bir akademisyen de, bu sebeple öğrencilerinden dersini kaydetmemelerini istediğini söylüyor.

BBC Türkçe

Prof. Dr. Nurullah AYDIN siyasette yalan, tenkid ve gıybetin farklarını anlatıyor: Yalancıların zaferi
7 Temmuz 2014



Yalan, eleştiri, tenkid, dedikodu, gıybet insanların iletişim aracıdır.

Toplum ciddi bir zihinsel travma yaşıyor. Pişkinlikle yalan söyleyenler itibarlı. Halk yığınları kim ne kadar çok yalan söylüyorsa ona inanıyor, ona güveniyor. Doğruları gerçekleri anlatanlara, kimse inanmıyor itibar etmiyor. Peki ama neden?

Birçok insan; din’i değerleri alaya aldığı veya istismar ettiği için gıybet değil, tersine tenkid edildiğini unutarak dedikodu yapıldığını ileri sürüyor.
Eleştiri ve gıybet ayrı ayrı şeylerdir. İnsanın haklı konularda eleştirmesi ve gerçeğe davet etmesi bir hak olduğu gibi, aynı zamanda bir ödevdir.

Gıybet; bir insanın kişiliğini hedeflerken, haklı eleştiri; insanın eylemlerine, sözlerine veya ortaya koyduğu ürün ve hizmetlere yöneliktir. Bizim tenkidimiz de bu tür köşe yazılarınadır.

Gıybet; gizlice yapılmış bir işi açığa çıkarmaya, gizlenen bir ayıbı ifşa etmeye yönelikken, eleştiri; açıktan yapılan yanlış iş ve eylemlere yöneliktir.

Gıybet; onarıcı değil yıkıcı ve ifsat edici bir özellik taşırken, eleştiri ise yapıcı olup doğru bilgi, tutum ve davranışa yönlendirme amacı taşır. Zira haklı tenkidin maksadı, kişiyi bir yanlıştan uzak tutarak onu korumaktır.

Gıybet edildiğinde yapılan bir yanlış o kişiye yapıştırılıp/yakıştırılırken, eleştiri de ise o işi ya da sözleri söyleyen kimseye bunu yakıştıramama, ama işin doğrusunu da ortaya koyma tavrı vardır.

Nitekim yapılan yanlışlıklar ve hatalar her zaman evrensel ilkelere ve ciddî delillerle göre ortaya konulmalıdır. Zira haklı tenkidden sonra tutarlı ve objektif teklifler ve öneriler sıralanmalıdır. Böylece bütün bunlar kamuoyunun bilgisine sunulmalı ve bu konuda takdir yetkisi insanlara bırakılarak tercihlerini doğru yapmaları beklenmelidir.

Din’î konuları anlatan ya da yazıları kaleme alan kimselerin hatalarına ve yanlışlarına dikkat çekmek, bunları gıybet etmek değildir. Tam tersine hem o şahısları hem de onları dinleyen ve okuyan tüm bireyleri uyarmak ve işin doğrusunu o kimselere göstermektir.

Bugün için yaşam tarzı haline gelmiş maddeci yaklaşıma tıpatıp uyan bir benzetmedir bu.

İşini hallet de nasıl halledersen hallet veya kazan da nasıl kazanırsan kazan ya da yolunu bul parayı kap gerisine boş ver, anlayışları çok sayıda taraftar bulabilmektedir.

Fakat doğru olan bu mudur?

Yalan; Gerçeğin karşıtı, kişinin doğruluktan ve dürüstlükten ayrılması, olmayan bir şeyin olmuş gibi gösterilmesi demektir.

Yalan söyleyen dolayısıyla hile yapan birinin onur ve saygınlığı zedelenir. Böyle bir insanın çevresiyle barışık, sağlıklı ve özgüven içerisinde yaşaması mümkün değildir. Sürekli yalan söyleyen ve insanları aldatan kişinin toplumda saygın bir yerinin olması düşünülemez…

Dedikodu, magazin, iddia ve iftiralardan oluşan gayri ciddi konuşan ve yazanlar, yaşanan gelişmelerle ilgili samimi ve dürüst değerlendirme yapamaz, faydalı olamazlar..

Onur, utanma, ar, hayadan uzak, gururlu olarak insanı ve toplumu, devlet yönetimini ahlakı erozyona uğratırsanız, bu yıkım ve kaosun nerede duracağı ve ne kadar zarar vereceğini kestiremezsiniz.

Yalan söyleme konusunda İslamiyet ne emretmektedir? Özellikle toplumu yönetenlerin yalan söylemeleri nasıl karşılanmaktadır?

-Ey İman edenler! Allahtan korkun ve doğru söz söyleyin. (Kur’an: Ahzab 70)
-Yalan sözlerden kaçının. (Kur’an: Hac 30)
-Yalan kötülüğe, kötülük cehenneme götürür. İnsan yalancılık yapa yapa nihayet Allah katında yalancılardan yazılır. (Hadis)

Yalan söyleyen ve insanları kandıran birinin, yöneticiliği felakettir.

Akıllı, bilge kişilerin yaptığı bilgilendirme ve aydınlatma görevidir. Kendi bakış açılarını ve değerlendirmelerini sunarlar ve bu değerlendirmeler, belirli bir zamanda neler gördükleri ve neler hissettikleriyle alakalı olabilir ve olaylar geliştikçe onların bu yargıları da gelişir.

Günün Sözü: Bilinçli birikimli sorumlu her insanın görevi; insanları uyarmak ve uyandırmaktır.
Nurullah AYDIN
5 Temmuz 2014-ANKARA
Kaynak: http://www.aziziyeden.com/2014/07/prof-dr-nurullah-aydin-yazilari-yalancilarin-zaferi/

Atilla Kart: Yolsuzluk yapan Başbakan ve Bakanlar ‘torbayla’ aklanacak
HÜSEYİN ŞİMŞEK
08.07.2016



TBMM’ye sunulan torba yasaya ‘bir anda’ eklenen Varlık Barışı düzenlemesini eleştiren CHP eski milletvekili ve hukukçu Atilla Kart, “Birileri Varlık Barışı adı altında İsviçre ve benzeri hesaplarındaki paralarını aklamaya çalışıyor. Yolsuzluğa bulaşmış Başbakan ve Bakanlar aklanacak” dedi

TBMM'ye geçen ay getirilen torba yasaya sürpriz bir şekilde eklenen Varlık Barışı tasarısı, tartışmaları da beraberinde getirdi. 2008, 2011 ve 2013 yıllarında çıkarılan kanunların ardından yeniden torba yasaya eklenerek getirilen Varlık Barışı'nın kara para aklamaya yarayacağından endişe ediliyor.

Varlık Barışı'nın hesabı sorulamayan, 'yolsuzluk' ile elde edilmiş paraları aklayacağını ifade eden CHP eski milletvekili ve hukukçu Atilla Kart, "Bu tasarı, yolsuzluğa bulaşmış Başbakan ve Bakanlar için birer aklanma hizmeti verecektir. Varlık Barışı adı altında İsviçre ve benzeri hesaplardaki paralar aklanmaya çalışıyor" diye konuştu.

‘17-25 Aralık’tan ayıramayız’
2008'den sonra İsviçre ve Panama'daki 'kara' hesapların zaman zaman gündeme geldiğini ifade eden Kart, “Bu kayıt dışı yapılanmanın ve kara paraların daha da yoğunlaştığına dair çok ciddi bulgular var. 17-25 Aralık sürecini de İsviçre hesaplarıyla ya da kara para süreçleriyle ayıramazsınız. Bunların hepsi birbirleriyle ilişkili konulardır. Geldiğimiz noktada bu konuyu muhalefetin ısrarla gündeme taşıması, kamuoyunu bilgilendirmesi gerekiyor. Yeterli duyarlılık sağlanmalı. Önergeler yoluyla, araştırma teklifleri yoluyla gündemde tutulmalı” diye konuştu.

'Başbakanı ve Bakanları kapsam dışı tutun'

Hükümetin ülkeye 'temiz' nakit girişini gerçekten istiyorsa düzenlemeye "3 Kasım 2002'den sonra milletvekili, Başbakan veya Bakan olan kişileri kapsamamalı" ibaresi eklemesi gerektiğini ifade eden Kart, şöyle devam etti; “22'nci dönem sonrası kişiler ve yasal mirasçıları kapsam dışında bırakılmalı. Sadece AKP değil, tüm partilerin milletvekilleri kapsam dışında kalmalı. Türkiye ancak bu şekilde yolsuzluklarla mücadele anlamında temiz ve şeffaf sayfayı açabilir. Bu, AKP içinde kara para ilişkisine bulaşmamış milletvekilleri için de bir fırsattır. Türkiye bu yüzleşmeyi hukuk ve demokrasi içinde yapmak zorunda. Yoksa o karambol ortamında kişilerin kara ilişkileri aklanacaktır.”

'Kara para ülkeye akın edecek'

Ülkeye sokulan paranın kaynağının beyan edilmemesi dışında, paraların üçüncü bir kişi adına da kaydedilme şansının bulunduğunu belirten Kart, şu ifadeleri kullandı;

"Ülkeye giriş yapan paraların kaynağı sorulamıyor, üstelik kendi adınıza beyan etme zorunluluğunuz da bulunmuyor. Kayıt dışı paranızı Türkiye'ye getirip, 'Bu para benim değil, şu kişinin' deyip geçirebiliyorsunuz. Bu da yolsuzluğa bulaşmış Başbakanlar ve Bakanlar için birer aklanma hizmeti verecektir. Toplumun gözü önünde her türlü yolsuzluk ve hukuksuzluk yapılacak, Varlık Barışı tasarısının ardına sığınarak, ekonomik zorluklar, sermaye ihtiyacı gerekçesiyle, kendi yolsuzluğunuzu, kendi hırsızlığınızı, kara paranızı aklamış olacaksınız. Bu gerçekten kabul edilemez bir tablodur. Türkiye üçüncü dünya ülkesi değildir. Bu ülkenin bir ortak aklı ve vicdanı var. Yasa yürürlüğe girdiği andan itibaren yoğun bir kara para akını olacaktır ülkeye. En önemli amaç, bu karambol ortamından yararlanılarak ve ekonomik kriz gerekçe gösterilerek belli kadroya yönelik aklanma sürecidir."
Kaynak: BirGün

9 milyon dolarla yakalanan eski bakandan "İHL yaptıracaktım"a benzer savunma: Parayı manastıra bağışlayacaktım:))
15 Haziran 2016



T24'ün haberine göre;nArjantin'de Cristina Kirchner hükümetinde ihalelerden sorumlu Kamu İşleri Bakanlığı yapan Jose Lopez, çuvallara konulmuş 9 milyon dolar değerinde dolar ve euro banknotlarıyla yakalanınca 17/25 aralık sanıklarının "İHL yaptıracaktık" savubmalarını hatırlatan bir savunma yaptı: Paraları manastıra bağışlayacaktım:))

Jose Lopez başkent Buenos Aires'in 55 kilometre batısındaki "Our Lady of the Rosary of Fatima" manastırının bahçe duvarından plastik torbalara doldurulmuş banknotları içeri attı.

Manastırda görevli rahibeler, polise bir adamın manastırın duvarından içeri plastik torbalar fırlattığı ihbarında bulundu.

Polis tarafından gözaltına alınan eski Bakan Jose Lopez direnmedi. Polis tarafından gözaltına alınan eski Bakan Jose Lopez direnmedi.

Ruhsatsız tüfekle yakalandı

İhbar üzerine manastıra gelen polisi, üzerinde ruhsatsız 22 kalibrelik tüfek bulunan zanlıyı gözaltına aldı. Arjantin polisi, gözaltına aldıkları kişinin Kirchner hükümetinde Kamu İşleri Bakanlığı yapmış olan Jose Lopez olduğunu fark etti.

Euro ve dolar banknotlarının bulunduğu plastik torbalar ele geçirildi. Torbalardaki banknotların 7.5 milyon dolar değerinde olduğu açıklandı.

Polis, Lopez'in kullandığı araçta da 1.5 milyon dolar buldu. Eski bakan Lopez kara para aklamakla suçlandı.

Lopez, Arjantin eski Devlet Başkanı Kirchner'in hükümetinde Kamu İşleri Bakanı olarak görev yapmıştı.

Gözaltına alındığı sırada polise direnmeyen eski bakan Jose Lopez, paraları rahibelere bağışlamak istediğini söyledi.

İhaleler ondan geçiyordu

Arjantin polisi tarafından gözaltına alınan Kamu İşleri eski Bakanı Jose Lopez, Kirchner hükümetinde önemli ihalelerden sorumluydu. Lopez'in bakan olduğu dönemde mal beyannamesinde gelirini 130 bin Euro olarak belirttiği de iddia edildi.
Habar 93

Zencani'den idam öncesi itiraf: Türkiye'de 8,5 milyar dolar rüşvet dağıttım
06 Nisan 2016



Nokta Dergisi'nin Zencani'nin yargılanması ile ilgili hazırladığı dosyada, Zencani'nin Türkiye'de 8,5 milyar dolar rüşvet dağıttığını açıkladığı ve Zarrab'ın Miami'de tutuklanmasının bu gerçek ile bağlantılı olduğu anlatıldı. İşte o dosya...

Türk medyası Zencani’nin 26 duruşmalık yargı sürecini tek bir muhabirle bile izlemedi. Oysa Zencani, Türkiye'de dağıtılan ‘komisyonun’ toplam rakamını bile verdi duruşmada: 8.5 milyar dolar!.."

"Zindan Evin"de yani Evin Cezaevi'nde neredeyse ikinci senesini doldurmuştu. Hücresinde, on bilemedin yirmi riyallik tek tip cezaevi elbisesini giyerken Manhattan 5. Cadde'den satın aldığı 1800 dolarlık saf yün Armani takımları aklına geldi.

Nereden nereye...

Sakallı, sert bakışlı devrim polislerinin eşliğinde yargılamanın yapıldığı salona çıktı. Elinde, üç klasörden oluşan savunmasını taşıyordu. Aslında o da farkındaydı çırpınışlarının beyhude olduğunun...

Konuştu... Konuştu... Acaba bir önceki duruşmada devrim savcısının "Fesat Fil Arz" yani yeryüzünde yolsuzluğu yaymak suçlamasıyla talep ettiği cezayı değiştirebilir miydi? İslam Devrim Mahkemesi kararını açıkladığında minicik de olsa taşıdığı o umut zifiri karanlıklara gömüldü. Karar iki kelimeden ibaretti: "Mücazati idam!" Yani ölüm cezası... Ajanslar idam kararını Zencani'nin gözyaşlarına boğulduğu o fotoğrafla dünyaya duyurdu.

26 duruşma boyunca söyledikleri ise Amerika ve Türkiye dahil pekçok ülkede yeni gelişmeleri tetikleyecek nitelikteydi. Türkiye’yle ilgili kurduğu cümlenin içinde geçen “8.5 milyar dolar” ifadesi Anadolu topraklarında duyulmadı bile. Ancak Amerikan yargısının Zencani’nin söylediklerini hayli ciddiye aldığı görülüyor.

SARIŞIN MİLYONER

Eski bir asker olan Babek Zencani, ticaret hayatına deri sektörüyle başladı. İhracat-ithalat sistematiğini bu sırada öğrendi. Ahmedinejad’ın Cumhurbaşkanlığı döneminde İran Devrim Muhafızları’yla sıkı ilişkiler kurmasını sağlayan ise asker geçmişiydi.

Ahmedinejad’ın yürüttüğü siyaset ve nükleer program nedeniyle uluslararası toplumun uyguladığı ekonomik ambargonun İran’ı soktuğu darboğazı -bir şekilde- aşan becerikli Zencani, ülkesinin Bakanlar Kurulu toplantısına katılacak kadar büyük bir siyasi güce ve milyarlarca dolarları çeviren esrarengiz bir beyine dönüştü.

Para, Zencani’nin hayat standardını müthiş biçimde yükseltti. Milyon dolarlık harcamalarının basının ilgisini çekmesi uzun sürmedi. Zencani, BM tarafından İran’a ekonomik ambargo uygulandığı dönemde ambargoyu delmekle suçlanmış, ABD ve AB tarafından kara listeye alınmıştı. "Sarışın Oligark, Sarışın Milyoner" olarak anılmaya başlayan Zencani için işler, İran'da politik değişimlerle birlikte sarpa sardı. Suriye politikalarında attığı doğru hamlelerle başlayan süreçte İran, dünya siyasetiyle barışmaya başladı. Amerika’nın arkasında durduğu ambargoları gevşetmesiyle birlikte artık İran'da bir dönem kapanıyordu. Gazeteci Tolga Tanış’ın deyimiyle "Zencanilerin, Zarrabların dönemi"...

Yeni dönemde İran, kendi göbeğini kesti. "Sarışın Oligark"ına operasyonu Aralık 2013’te yaptı. Zencani, İran Petrol Bakanlığı’na ait 2.8 milyar dolarlık petrol parasını çalmakla suçlandı ve 30 Aralık 2013’te İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani’nin talimatıyla tutuklandı. Uzun ve uluslararası dengeleri etkileyecek tam 22 aylık yargı süreci böylece başlamış oldu.

UZUN SORUŞTURMA, HIZLI YARGILAMA

Tahran Devrim Mahkemesi yargıcı Ebul Kasım Salavati’nin karşısına çıkan Babek Zencani, 26’ıncı duruşmada idam cezası aldı. Farça deyimiyle "Mücazati idam"... Duruşma süreci, Zencani'nin Türkiye’de kurduğu sistemi aydınlatması bakımından oldukça önemliydi. Ancak enterasan olan, böylesine önemli yargı sürecini hiçbir Türk gazeteci izlememişti. Bu nedenle Zencani’nin Türkiye’de dağıtılan rüşvet ve Rıza Sarraf hakkında söyledikleri yeterince yansımadı Türk medyasına...

Zarrab’ın aniden Amerika’ya gitmesini anlayabilmek için Zencani’nin yargı sürecini didik didik etmekte fayda var.

2013 yılının Aralık ayında tutuklanan Zencani’nin yargılanmaya başlaması yaklaşık iki yıl sonra; Ekim 2015’te başladı. Sürenin bu denli uzun olmasına; soruşturmanın titiz biçimde sürdürülmesi de denebilir, İran’ın uluslararası sonuçları olacak bu yargılama için uygun küresel siyasi iklimi kollaması da...

Zencani davasının ilk üç duruşmasında Tahran savcısı davanın üç sanığıyla ilgili iddianameyi okudu. Dördüncü ve 13’üncü duruşmalarda söz Babek Zencani’deydi. On duruşma boyunca 200 sayfa tutan geniş bir savunma yaptı.

Babek Zencani’nin savunması sürerken 8’inci duruşmada İran Petrol Bakanlığı, 9’uncu duruşmada ise İran Mesken Bankası araya girerek ek şikayetlerde bulundular. Bu yeni şikayetlerle ilgili Zencani’nin avukatları hazırlık yapıp, dört duruşma sürecek ek savunma yaptı. Böylece Zencani’nin savunması 14 duruşma sürmüş oldu.

SIRLAR... SIRLAR...

Ardından savunma sırası davanın iki numaralı sanığı M.Ş.’ye geldi. Avukatlarıyla birlikte üç duruşmada savunma yaptı. Davanın üç numaralı sanığı H.F.H. Zencani’yi İran istihbaratı, İran Bankacılık sistemi yöneticileri ve Petrol Bakanı’yla nasıl tanıştırdığını ve onların bu suçların ne kadarının içinde olduğunu anlatmaya başladı. Zencani’nin daha önce talep ettiği ama mahkemenin reddettiği “gizlilik kararı” H.F.H. konuşunca kabul edildi. Üçüncü sanığın konuşmaları gizli kaldı.

Yirmi birinci duruşmaya gelindiğinde Türkiye’de "çapraz sorgu" denilen yöntem başladı. Yargı, petrol parasının kayıp kısmının nerelerde olduğuna ilişkin daha detaylı sorguya geçti. Bunaltıcı sorgunun üçüncü oturumunda, yani 23’üncü duruşmada Zencani ülkesine borcunu ödemek istediğini ancak SWIFT sistemine (Society for Worldwide Interbank Financial Telecommunication. Tüm dünyadaki bankalar arasında elektronik fon transferi standardı sağlayan sistem...) dahil olmamaları nedeniyle parayı İran’a getirmesinin fiilen imkansız olduğunu dile getirdi.

Bu noktada kritik bir uluslararası hamle gerçekleşti ya da denk geldi. Amerika Birleşik Devletleri, ambargonun en güçlü ayağını ortadan kaldırdı ve İran’ı tekrar SWIFT sistemine dahil ediverdi. Bu hamle İran yargısı karşısında Zencani’yi köşeye sıkıştıran en güçlü darbe oldu. Zencani sözünü ettiği paraları getiremedi. Tahran yargısı bunun bir oyalama olduğuna hükmetti ve davayı karara bağlayacağını duyurdu.

Babek Zencani'nin Tahran Devrim Mahkemesi'ndeki yargılanma maratonu 5 ay sürdü. Zencani, 3 Ekim 2015’te başlayan davada, İran’da cezası idam olan “Fesat Fil Arz”, yani yeryüzünde yolsuzluğu yaymak ile suçlanıyordu. Zencani’nin birlikte yargılandığı ve eski iş ortakları olan iki kişiye de idam cezası verildi.

Zencani çıkarıldığı 26’ncı duruşmada idama mahkum edilirken gözyaşları içinde kaldığı fotoğraf ertesi gün birçok gazetenin birinci sayfasında yer alacaktı.

TÜRKİYE VE ZARRAB

Zencani’ye idam kararı verilmesi ülkede iki farklı biçimde yorumlanıyor. Bir tarafta "adalet yerini buldu!" diyenler var. Diğer tarafta ise "Zencani feda edildi. Asıl suçlular korunuyor" diyenler. Asıl suçlulardan kasıt İranlı pekçok üst düzey devlet görevlisi ve uluslararası sistemdeki bağlantıları...

Dava boyunca İran medyasında, yargılamanın Türkiye’yi de kapsayan bir süreç olduğuna ilişkin haberler çıktı. Haberler ‘ismini vermek istemeyen İranlı yetkileler’e dayandırıldı. Haberdeki yetkililer, Babek Zencani’nin İran’dan çaldığı paranın büyük bir kısmının Türkiye’de olduğunu vurguluyorlardı.

4 Nisan 2016 tarihinde Amerika’da başlayacak Sarraf davası bu iddianın doğruluğu hakkında yeni bir aşama olacak. Çünkü Zencani, Sarraf’tan Türkiye’deki kolu olarak net biçimde sözetti. Duruşmalarda ve iddianamede Türkiye’nin adı sıkça geçti. Zencani, rüşvet verdiğini inkar etmedi hiçbir zaman. Bin 500 kilo altının İstanbul’da uçakta yakalandığında rüşvet vererek uçağı nasıl havalandırdığını açık açık anlattı. İran’ın petrol paralarını Türkiye’deki ortağı Rıza Zarrab’a verdiğini de aynı açıklıkla dile getirdi.

PLAN B: "ZENCANİ ÇARKI"

Zencani ve Sarraf olayını anlayabilmek, İran’a ambargo ile birlikte oluşturulan kayıtdışı ekonominin işleyişini bilmekten geçiyor.

İran, 37 yıldır ambargolarla yaşayan bir ülke. Önceki Cumhurbaşkanı Ahmedinejad, nükleer programı yeniden başlattığını duyurunca Amerika halihazırdaki ambargoyu daha da ağırlaştırdı. Alınan uluslararası kararlarların yanısıra daha boğucu ekonomik ambargo yöntemleri de lobi/baskı gücüyle fiilen uygulandı. Ambargo, İran’ın petrol ihracatı yaptığı ülkelere dönük baskıya da dönüştü.

Bir enerji devi olan İran, dünya petrol rezervinde dördüncü; doğalgazda ise dünya ikincisi konumunda. Ülke ekonomisinin temeli petrol ve doğalgaz satışı üzerine kurulu. Uzun vadeli anlaşmalar nedeniyle doğalgaz, ambargo dışı tutuldu. Ancak petrol ihracatında İran neredeyse "kımıldayamaz" duruma geldi. Günlük üretilen 3 milyon varil petrol satışından gelecek gelir, İran halkının ihtiyaçlarını karşılamak için vazgeçilemez konumdaydı.

Ambargo dayanılamaz hale gelince İran "B Planlarını" devreye soktu. Ambargo sadece devletleri kapsadığı için İran, özel şirketler üzerinden bunu delme alternatifine gitti. Ahmedinejad’a yakın kişilere dünyanın çeşitli ülkelerinde onlarca ithalat/ihracat şirketi kurduruldu.

"B Planı" sistemin işleyişi özetle şöyleydi:

ADIM 1): Ulaşım sektöründen şirketler satın alındı. (Tanker filoları, havayolu şirketleri ve limanlar...)

ADIM 2): Küçük tankerler, İran’dan petrolü alıp Malezya açıklarına götürmeye başladı.

ADIM 3): Petrol burada büyük tankerlere aktarılarak; Kore-Singapur-Hindistan ve spot petrol piyasasına satıldı.

ADIM 4): Dolar olarak alınan para altına çevrildi.

ADIM 5): Altın, Malezya İslam Bankası başta olmak üzere farklı ülkelerdeki bankalar üzerinden dolaşıma sokuldu.

Peki bu tonlarca altın İran'a nasıl dönecekti? Sistemde dönen para oldukça büyüktü. Zencani’nin duruşmada verdiği bilgiye göre bazen günde 2 milyon varil (250 milyon dolar) petrol satıldığı olmuştu.

İran’ın petrol üretim kapasitesini düşündüğümüzde yıllık 80-90 milyar dolar büyüklükten sözediyoruz. Bu kadar “kara para”yı dolaşıma sokmak büyük bir zorluktu. "Zencani Çarkı" tam bu noktada devreye girdi. "Sarışın Oligark" tek başına iki yılda 170 milyar dolarlık kara parayı aklayıp dolaşıma soktu. Adımlara devam:

ADIM 6): Zencani, Uzakdoğu ülkelerinde bulunan külçe altınları ilişkide olduğu büyük finans kuruluşlarına finanslattı.

ADIM 7): Satın aldığı havayolu firmaları (İddiaya göre Türkiye’de Onur...) ya da kiraladığı uçaklarla bu altınları Türkiye’ye soktu.

ADIM 8): Altın, “değerli taş” ya da başka isimlerle gümrüklenerek Dubai’ye nakledildi.

ADIM 9): Dubaili mücevherat üreticileri bu altınları eritip ziynet eşyasına dönüştürdü.

ADIM 10): Ziynet altınları teknelerle İran’a gönderildi.

ADIM 11): Ziynet altınları İran’da tekrar eritilip külçeye dönüştürüldü.

DEV KOMİSYONLAR

Zencani’ye göre oluşturulan bu dev kayıt dışı ekonomide komisyonlar kaçınılmazdı. İfadesine göre; para trafiğinde yüzde 20-25’lik kısmı "aklanma komisyonu" olarak dağıtıldı. Kendi payı ise; yüzde 2 idi. Zencani komisyonun yüzde 5’inin Dubai’de, yüzde 5’inin ise Türkiye’de kaldığını söylüyordu.

Mahkeme bu noktada daha net sorular yöneltiyordu tabi. Zencani, kendisine ait havayolu şirketleriyle Türkiye’ye soktuğu altın/paranın çıkarılması sırasında Türkiye’deki ortağı aracılığıyla Türk yetkililere yüksek miktarda rüşvet verildiğini itiraf etti. Zencani üç Türk bakana bizzat ne kadar para verdiğini isimlerini vererek anlattı. Verdiği rakam toplamda 137 milyona denk geliyordu. Zencani, Türkiye'de dağıtılan rüşvetin toplam rakamını da verdi: 8.5 milyar dolar! İddia ettiği 8.5 milyar dolar “komisyon”un asıl büyük kısmının dağıtımını ise “Türkiye’deki kolunun” bildiğini söylüyordu.

İDAM VE ULUSLARARASI DENGELER

Zencani savunması boyunca yaptığı tüm faaliyetlerin İran’a uygulanan ambargoyu delmek, ülkesini ve halkını rahatlatmak için olduğunu söyledi. Ancak İran tüm bunlara rağmen idam kararı verdi. Zencani’nin ayaklarının altındaki sandalyeyi çeken ise ABD’nin SWIFT sistemini yeniden açması oldu. Bunun işaret ettiği anlam oldukça açıktı.

Mahkeme, Zencani’nin para akışında Petrol Bakanı ile birlikte sahte alındı makbuzlarıyla en az 14 milyar doları "iç ettiği" görüşünde. Hatta mahkemenin elinde bu çarkın içinde dönemin devlet başkanı, dini lideri ve çok sayıda devlet yetkilisinin olduğuna ilişkin deliller var.

Mahkemenin bu yetkililere doğru uzanma ihtimali Ruhani yönetiminin elindeki çok büyük bir koz. Nitekim Ruhani hükümeti idam kararının ardından “Zencani idam edilerek asıl suçlular izini kaybettirmek istiyor” açıklamasında bulundu. Karardan memnun olmadığına ilişkin bir hamleydi bu. ABD’nin mevcut reformist yönetim Ruhani’yi desteklediği düşünüldüğünde, Zencani’nin ayağının altındaki sandalyeyi tekmelemesi çok daha iyi anlaşılıyor.

SARRAF'I YOLA ÇIKARAN AÇIKLAMA

Ruhani’nin bir kritik hamlesi de “Asıl suçluların bulunmadığı ve diğer ülkelerdeki bağlantılarının ortaya çıkarılacağı güne kadar mücadelenin devam edeceği” şeklindeki açıklamasıydı. Bu uluslararası paslaşmaların eşliğinde Rıza Zarrab, eşi ve çocuğunu yanına alarak Amerika’ya gitti ve FBI tarafından gözaltına alınıp tutuklandı.

Bu hamleyle ABD’nin Rıza Sarraf üzerinden ilk etapta kendi ulusal çıkarlarına yönelik tehditi yok etmek, ikinci etapta ise; İran iç siyasetinde Ruhani’nin yapamadığını yaparak İran ekonomisi ve siyaseti üzerinde etkin olan derin gücü çökertme peşinde olduğu belirtiliyor. İran-Batı anlaşması gün geçtikçe gelişirken masadaki Zarrab davası, ABD’nin İran karşısında elini güçlü tutacak sağlam bir koz aynı zamanda.

Birçok otoriteye göre dava, tarihte iz bırakan siyasi davalardan birine dönüşebilir. ABD tarafından ele geçirilip delil niteliği kazanan Zarrab’ın mektubundaki “ekonomik cihat” kavramı, CIA’in İran Devrimi’nden bu yana mücadele ettiği bir kavram.

Bu davada, birkaç ülkeyle birlikte Türkiye’nin de, özellikle bir kamu bankası, Hazine Müsteşarlığı ve bazı siyasiler üzerinden sıkıştırılması muhtemel. Türkiye temelde bir rüşvet soruşturması olan 17 Aralık’ı bağımsız biçimde yargılayamadı, Zarrab’a karşı hukuku işletmedi.

Cezaevinde olacak Sarraf, şimdi yaban ellerde güçlü bir koz. Türkiye ise uluslararası sistem önünde “kara para aklama” ve “bankacılık sisteminde sahtekarlık” gibi büyük suçlamalarla yüzleşme riski ile karşı karşıya... İran başta da dediğimiz gibi yeni dönemi çok iyi okudu ve kendi göbeğini kendi kesti.

KAYIP 20 MİLYAR DOLAR NEREDE?

Asreteadol ve Deutsche Welle’nin konuyla ilgili yaptıkları araştırmalarda hiçbir biçimde açıklanamayan kayıp 20 milyar dolardan sözediliyor. İddiaya göre bu paranın iki milyar doları bizzat İran tarafından Suriye’de savaşan Şii milisler ve Hizbullah’a gönderildi. Bir milyar doları ise Türkiye tarafından Suriye’de savaşan El Nursa, Ahrar’a verildi. Bir milyar dolara yakını da Dubai üstünden IŞİD’e aktarıldı. Suriye’deki savaşın tüm taraflarının aynı kayıtdışı ekonomi ile finanslandığına ilişkin iddialar oldukça ciddi.

ONUR AIR'I ALAN İŞADAMINA DA İDAM

Babek Zencani’nin Türkiye’de de şirketleri bulunuyordu. İran Petrol Bakanlığı, Onur Air’in tamamının Zencani’nin yediemini Mehdi Şems’e, dolayısıyla İran devletine ait olduğu iddiasıyla Türkiye’de dava açmıştı. Zencani ile birlikte yargılanan ve idam cezası alan diğer iki sanıktan, adının başharfleri M.S. olarak geçen kişi; Zencani adına Onur Air hisselerini satın alan Mehdi Şems'ten başkası değildi.
Kaynak: NOKTA

Heyecana gerek yok olay Guatemele'da geçiyor: Cumhurbaşkanına helikopter hediye eden 2 bakan gözaltında
212.06.2016



Guatemala'da, eski Cumhurbaşkanı Otto Perez Molina'ya helikopter hediye eden iki eski bakan gözaltına alındı.

Birleşimiş Millletler'in destek verdiği bir yolsuzluk soruşturması kapsamında gözaltına alınan eski bakanlar Manuel Lopez Ambrosio ve Mauricio Lopez Bonilla'nın bu helikopteri, kamu parasıyla aldıkları belirtiliyor.

Yolsuzlukla suçlanan Cumhurb
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder E-posta gönder Yazarın web sitesini ziyaret et
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Pzr Şub 01, 2015 8:38 pm    Mesaj konusu: Yunanistan'da Çipras, lüks makam araçlarını satıyor Alıntıyla Cevap Gönder

“İLİŞKİ DURUMU: KARIŞIK”
Gökhan YAMANGÜL
3 Mart 2017

Amerikalı romancı Henry Miller’ın eserleriyle ilk temasım, romanlarından evvel “Rimbaud Ya da Büyük İsyan” adıyla dilimize çevrilen baş döndürücü biyografisiyle başladı. Miller, bu eserinde, Rimbaud adını ilk olarak gençliğinde aynı çatı katını paylaşmak zorunda kaldığı bir kadından duyduğunu, ona olan nefreti sebebiyle senelerce okumadığını, bu “büyük isyankârı” ancak Paris’e kaçıp yerleştikten sonra keşfettiğini yazar.

İlerleyen zamanlarda onun “ahlâksızlığa” felsefî elbiseler giydirilmiş otobiyografik romanını okuyunca jeton düştü. Bu Rimbaud tiryakisi kadın, Miller’in yazılarında adını Mona’ya çevirdiği karısı June’un lezbiyen sevgilisiydi. Miller, June ve bu kadın en sefil bohem şartları içinde ve sabahlara kadar edebiyat tartışmaları yaparak aynı evde yaşamış, aynı yatağı paylaşmıştı. Miller karısına çok düşkün olduğunu yazar. Ama bu kadın da öyledir. “Cennette Bir Şeytan” yazarı, başkalarının sırtından yaşamaya alışmış asalak bir adamdı. Bu kadınla birbirlerinden karşılıklı olarak nefret etseler de, pekâlâ aynı yatağın sağ ve sol köşesini paylaşarak yaşayıp gidiyorlardı. Seneler sonra Paris’te yazı çevrelerinde kabul gördükten sonra bunları anlattığı romanlarıyla şöhret olmuş, Bukowski gibi bir sonraki neslin yazarlarına yol açmış, rezilliklerini süsleyerek paraya para dememiştir.

***

Düğün değil, bayram değil, Henry Miller nereden çıktı demeyin. Kürt devleti hedefiyle yola çıkan Barzani ve benzeri Kürtçülerle, Türk Milliyetçiliğini temsil ettiğini iddia edenlerin bir odada buluştuğu ve her iki tarafın karşılıklı nefret eder iken, aynı cazibenin tesirinde birbirine tahammüle mecbur kaldığı, yatağın iki tarafına usulca kıvrıldığı politik şartlarda başka neyi hatırlayabilirdim?

Hepsi sadece beş günlük bir zaman diliminde Ankara’daki odalarda yaşananlara bakın:

21 Şubat 2017… AKP grup toplantısında Başbakan Binali Yıldırım bozkurt selamı yaptı.

25 Şubat 2017… MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, sosyal medya hesabı üzerinden yorumladı: “Başbakan’ın Bozkurt işareti eline yakışmış, samimi ve milli duruşuna tam oturmuştur.”

26 Şubat 2017… Ortadoğu’da ülke sınırlarının yeniden çizilmesi gerektiğini müdafaa eden, Irak işgalinde Haçlı-Batı’ya vatanın (“namus”unun) kapısını içeriden açan Mesut Barzani Türkiye’ye geldi ve onu karşılamak için Atatürk Hava Limanı’na sözde “Kürdistan bayrağı” asıldı.

27 Şubat 2017… Binali Yıldırım’ın “bozkurt” selâmı yapan eli, Türkiye’nin toprak bütünlüğüne saygısı(!) malûm Barzani’yle tokalaştı. Başbakanın “milli duruşuna”(!) yakışsın diye, Kürdistan bayrağı dedikleri paçavra da kadrajın içinde yer aldı.

***

Sarhoşun biri otobüste avazı çıktığı kadar bağırmaya başlar:

– Heeeeyt ulan! Duyduk duymadık demeyin! Önde oturanların hepsi boynuzlu, ortadakiler ibne, arkadakiler de pezevenk!

Otobüs şoförü bir hışım frene basıp, yerinden fırlar ve sarhoşu yakasından tuttuğu gibi cama yapıştırır:

-Lan, şimdi bir daha söyle bakayım! Kimmiş boynuzlu, kimmiş ibne, kimmiş pezevenk?

Sarhoş:

-Ne bileyim? Öyle bir fren yaptın ki hepsi birbirine karıştı.

***

Şoförün fütursuzca girdiği keskin virajlar ve balataları yakarcasına bastığı sert frenler sayesinde, ülke olarak içinde bulunduğumuz ahval ve şerait, müstehcen kelimeleri bir yana bırakarak söylüyorum, şu fıkraya bahis otobüsten farksızdır. Ama ne yazık ki, kör kütük hâliyle bile, inandığı fikre dair, şu sarhoşun gösterdiği nefs emniyeti kaç “dini bütünde(!)” var?

Kaynak: Adımlar Dergisi

CHP, ‘AKP’nin ağır tahribatı’nı yayınladı
26.02.2017



Cumhuriyet Halk Partisi, Genel Başkan Yardımcısı Çetin Osman Budak sorumluluğunda "15 Yılın Faturası- AKP’nin Ağır Tahribatı" isimli bir rapor hazırladı.

Cumhuriyet’in haberine göre, son yedi yılda borcunu ödeyemeyen 852 bin kişi ceza alırken, tüketicinin banka borcu 70 kat yükseldi. Aralık 2002’de 242 milyar lira olan devlet borcu ise 2016 Aralık ayında 759.6 milyar liraya ulaştı. Aralık 2002’de bir kilogram ekmeğin fiyatı 1.03 TL iken 3.5 kat artarak 3.89 TL’ye ulaştı.

KADINA ŞİDDET YÜZDE 1400 ARTTI

Hukukun üstünlüğü endeksinde Türkiye, 113 ülke arasında 99. sıraya düştü. Basın özgürlüğü sıralamasında 180 ülke içinde 151. Sırada yer aldı. Son 5 yılda 600 bin çocuk suça sürüklendi. 550 bin çocuk mağdur oldu. Çocukların cinsel istismarı yüzde 434, kadına şiddet yüzde 1400, boşanmalar yüzde 38, fuhuş yüzde 790, tutuklu ve hükümle sayısı yüzde 231, uyuşturucu bağımlılığı yüzde 678 , adam öldürme yüzde 261, cinsel taciz yüzde 499 arttı
BirGün

Dünden Bugüne, Bir Din Tüccarı Portresi
Zeki Kılıç
01 Mart 2017

“Dün dündür, bugün bu gündür” siyasetinden oldum olası nefret etmişimdir.

Dünün kanlı bıçaklılarının, bugün canciğer kuzu sarması halleri Hakk’a ve hakikate terstir, diye düşünmüşümdür hep.

Günlük politikadan hazzetmeyişimin sebebi bu olsa gerek. Zira;

Gömlek (deri) değiştiren yılanın aynı gömleği tekrar giydiği görülmüş şey değildir tabiatta.

Tüy döken bir kuşun eski tüyünü yeniden takındığı da…

Kartalın tarla faresi ile bir küs bir barışık, aslanın ceylanla bir gün dost diğer gün düşman olduğu da vaki değil.

Tanrı buyruğu gibi her şey net tabiatta; kalın, köşeli ve keskin çizgiler halinde.

Yuvarlaklık pek de özenilecek bir şey değil hani.

İnsan denen varlığın tuhaflığı bu yüzden olsa gerek…

Dış dünyada net ve berrak olan her şey insanın iç dünyasında bulanık, menfaat kelimesi bütün muadilleriyle birlikte insanın sözlüğüne girdiğinden bu yana.

Kalın çizgileri inceltilmiş, köşeleri yuvarlatılmış, keskinliği yumuşatılmış çizgileriyle insan tabiatı, kahpe dünyadan insana bir deyim aktarması gibi duruyor.

Evvela “habererk”te okuduğum sonra bir televizyon kanalında izlediğim –aralarında çok kısa süreler olan- iki adet Şevki Yılmaz beyanı niyeyse “kahpe dünya” tamlamasını düşürüyor zihnime.

Bir sürü Şevki yılmaz fotoğrafı üşüşüyor beynime.

Bağıran Şevki Yılmaz…

Hakaret eden, küfreden Şevki Yılmaz…

Öfkesi konuşmasına yansıdığından, ağzından tükürükler saçan Şevki Yılmaz.

Korkutan Şevki Yılmaz.

Allah kelamını, peygamber sözünü siyasî ve bir o kadar da dünyevî menfaatleri için eğip büken, çarpıtan Şevki Yılmaz.

Başka insanlara ve başka gruplara nefret duygusunu arttırmak için canhıraş çabalayan Şevki Yılmaz.

Bir başka örneğinin pisliğini insanımızın kanıyla temizlemek zorunda kaldığımız, siyasal İslamcı bütün hatipler gibi, sahte gözyaşlarıyla insanları ağına düşürmeye çalışan Şevki Yılmaz.

Güya “Tebliğ”de bulunan ama üslup itibariyle tebliğ esaslarının hiçbirine uymayan Şevki Yılmaz.

Allah’ın Musa (a.s)’a emri üzre hilm ile söylemeyen mesela.

Müjdelemeyen,

Sevdirmeyen,

Bir eline güneşi, bir eline ayı verseler davasından vazgeçmeyen,

Kendisine eziyet edenler için iki elini semaya kaldırıp: “Affet Allah’ım, onlar bilmiyorlar” diyecek merhamete sahip olmayan Şevki Yılmaz.

Akarın bol, şöhretin çok olduğu zamanlarda Erbakan’ı İslam âleminin lideri, halife ve neredeyse Mehdi ilan ederken, 28 Şubatla birlikte, mahpusluk ihtimalini görünce, bir dava adamı vakarıyla Yusufiye’nin yolunu tutmak yerine, “Yusuf Yusuf” hallerle gavur ellerini mesken tutan,

Tehlike bertaraf edildikten sonra yurda dönünce de ilk iş önceki Mehdisini satıp yeni Mehdi’ye yamanan Şevki Yılmaz.
Değişen hiçbir şey yok, siyahtan beyaza dönen kıl-tüy dışında.

Aynı üslupsuzluk,

Kapkara cümleler,

Yine sahte gözyaşları ile insanların duygularına oynayıp tuzağa düşürme dümeni,

Yine din tüccarlığı.

“16 Nisan zaferini müjdeleyen hadis var. Haftaya açıklayacağım” diyor.

“ Hayır diyenler ahiretini yakıyor” diyerek Tanrı yerine karar verip bir grubu toptan cehenneme gönderiyor.

İnsanları -Yaşar Nuri’nin deyimiyle- Allah ile aldatıp, Allah’ı siyasetine alet, dini menfaatine tahvil ediyor.

Dinimin yer ile yeksan edildiği,

İnancımın bir kâğıt gibi buruşturulup atıldığı hissine kapılıyorum.

O konuştukça ben kızarıyorum hicaptan.

Hicabım öfkeye dönüyor.

Bilgisayar ekranını kırasım var ya yenisini alacak param olmadığından vazgeçiyorum.

“Hafıza-ı beşer nisyan ile malûldür” atasözünü felsefe haline getirmiş her siyaset düzenbazının yaptığını yapıp, dümen kırıyor birkaç gün sonra.

İnkâr ediyor,

Başkalarına iftira ediyor,

Utançtan değil ama sahte bir öfkeden kızaran suratıyla.

Öfkelenmiyorum bu kez.

Kızmak gelmiyor içimden.

Midemin bulandığını hissediyorum.

Bir kusma hali ki dayanılır gibi değil.

“Din bu değil” diyorum.

“Bu adamın inancıyla benim inancım bir değil”.

Hareket haramzadesi, koltuk düşkünü bir kısım Balgat mukimi bu adamla birlikte ol diyor bir de bana.

Ben ne milletimi

Ne vatanımı

Ne de dinimi sokakta bulmadım.

Bir sürü “değil” ile biten cümle kuruyorum bu isteğe karşılık. En kısa ama en sevdiğim cümleyi yazıyorum size.

MÜMKÜN DEĞİL!

Kaynak: Haber Erk

Efkan Ala'nın 'tadilat' harcamaları ortaya çıktı
14 Ekim 2016



15 Temmuz darbe girişiminden sonra görevinden istifa eden İçişleri eski Bakanı Efkan Ala’nın, bakan konutu ile makam odası için yaptırdığı tadilat ve tefrişata ilişkin harcamalar, ilk kez ortaya çıktı.

Sözcü’den Kamil Elibol’un haberine göre; Sayıştay'ın 2015 yılı denetim raporunda; Ankara Valisi'ne ait iken bakanlık konutuna çevrilen Çankaya semtindeki konağa, 1 milyon 989 bin 930 liralık tadilat ve çevre düzenlemesi yapıldığı yer aldı. Efkan Ala ve o dönem müsteşarı olan Sebahattin Öztürk'ün makam odalarındaki bakım ve dekorasyon işi için de 3 milyon 71 bin 790 lira harcama yapıldı. Böylelikle bakan konutu ile makam odalarının tadilatına bütçeden toplam 5 milyon lirayı aşkın masraf yapıldı. Raporda ayrıca onarım ve tefrişata ilişkin harcamaların kayıtlarının “Giderler hesabında” kullanılmasının mümkün olmayacağı savunuldu.

VALİLİKLE TAKAS ETMİŞTİ

17-25 Aralık'tan sonra TBMM dışından İçişleri Bakanı olan Efkan Ala, Gaziosmanpaşa semtindeki bakan konutu yerine Ankara Valilik Konağı'na taşınmıştı. Konakta uzun süreli tadilat da yapılmıştı. O dönem Ankara Valisi olan Mehmet Kılıçlar ise Vali Konağı'nda oturmamıştı. Seçim döneminde görevinden ayrılan Ala, AKP milletvekili adayı sıfatıyla da, bu konakta oturmayı sürdürmüştü. Ala, Çankaya'daki Valilik Konağı'nı almış, eski bakan konutu ise valiliğe tahsis edilmişti.
Cumhuriyet

Birileri bu işe çok kızacak: Yunanistan'da Çipras, lüks makam araçlarını satıyor
01 Şubat 2015



Cumhuriyet'in haberine göre; Yunanistan'da, Radikal Sol İttifak (Syriza) lideri Aleksis Çipras başkanlığında kurulan yeni koalisyon hükümeti, bakanlıklardaki lüks makam araçlarını "lüzumsuz ve masraflı" olduğu gerekçesiyle satışa çıkardı.

İdari Reformlar Bakanı Yorgos Katrugalos, yaptığı açıklamada, kabinedeki yeni bakanların devletin otomobillerine ihtiyacı olmadığını belirterek, hükümetin gereksiz ve masraflı bulduğu bu araçları satarak para kazanmayı hedeflediğini kaydetti. Başbakan Çipras'ın Selanik plakalı bir otomobili bulunduğunu, diğer bakanların ise motosiklet ya da taksi ile gidip geldiklerini belirten Katrugalos, kendisinin ise "arada bir sorun çıkarsa da bununla gurur duyduğunu" belirttiği eski bir koleksiyonluk otomobili olduğunu söyledi.

İdari Reformlar Bakanlığınca satılması planlanan lüks makam araçları arasında, eski Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı PASOK lideri Evangelos Venizelos'un yeni aldığı 750 bin Avroluk lüks zırhlı aracın da bulunduğu ifade ediliyor.

İşten çıkarılan kamu çalışanları geri dönecek

Katrugalos, ayrıca tasarruf amacıyla işten çıkarılan 3 bin 500 kamu çalışanının yeniden işe alınacağını açıkladı.

To Vima gazetesine açıklama yapan Katrugalos, önceki hükümet tarafından başlatılan devlet memurlarının yeniden değerlendirilmesi uygulamasının süreceğini, ancak bu uygulamanın işten çıkarma amacıyla değil, kamuda performansın artırılması hedefiyle yapılacağını belirtti.

Yeni Maliye Bakanı Yannis Varufakis de göreve geldiği gün ilk icraat olarak önceki hükümet tarafından işten çıkarılan kadın temizlik işçilerini yeniden işe alacağını açıklamıştı. Varufakis, bunun yerine bakanlıktaki çok sayıda ekonomi danışmanının görevine son verileceğini bildirmişti.
Haber 93

İçimizdeki adalet duygusunu öldüren nedir?
Prof.Dr.Erol Göka
10 Kasım 2010

Yaşadığımız zamanlarda bir "maneviyat krizi" olduğundan bahsedilir ve bu krizin açık işaretlerinden birisi olarak "iyi"nin parçalanması gösterilir. Gerçekten de herkesin görebileceği şekilde "siyasi iyi", "ekonomik iyi" ve "ahlaki iyi" birbirinden keskin biçimlerde ayrılmıştır.

Ahlaka mugayir olduğunun tartışılabilir bir yanı olmayan tutumların sırf siyasi ve ekonomik çıkarlar adına alınabilmesi bu nedenledir. İşin ilginç yanı, ahlaki olmayan bu tutumları artık kamuoyu da kolayca kabul etmekte, kendinin ve kendinden olanların çıkarlarını korumak adına atılan adımları, çoğu zaman ahlaki zaafı görmezden gelerek "akıllı politika" diye alkışlamaktadır. Dış politika da bu minval üzere inşa olur; "ulusal çıkarlar" şemsiyesi altında başkalarının aleni zararına olan girişimler yapılmasında bir beis görülmez. Kendini ve kendisinden yana olanları koruyup kollamak olarak özetleyebileceğimiz, "ahlak"ın varlık nedenini daha baştan reddeden bu tutumlar öylesine yaygın ve genel geçer hale gelmiştir ki, birçoğumuz yaşanılan "maneviyat krizi"nden haberdar bile olmadan, var olan durumu olağan, hatta olması gereken diye niteleyip yaşar gideriz.

İnsanların, toplulukların, devletlerin kendilerini ve kendinden yana olanları bir dereceye kadar koruyup kollamalarında anlaşılmayacak bir şey yoktur aslında. Ama günümüzde bu "bir dereceye kadar" anlayışı tamamen kaldırılıp atılmış, her şart altında, her durumda, her zaman böyle yapılması, ilişkilerde adaletin ve dayanışmanın değil, "çıkar"ın esas alınması normal diye kabul edilmeye başlanmıştır. "Çıkar"ı esas ve normal kabul ederseniz, bugün gelinen "benim hırsızım iyidir", "benim katilim masumdur" facia noktasında sizin de bir payınız olması kaçınılmazdır.

Nasıl oldu da insanlık ve siyaset bu hale sürüklendi? Nedenler hakkında birçok şey söylenebilir; örneğin modernliğin bireyciliği ve akılcılığı öne çıkarmasından, liberal düzenin hırsı ve tahakküm arzusunu kamçılamasından bahsedilebilir. Ahlak ve siyaset felsefesindeki tartışmalara baktığımda, ben bu sürekli "çıkarlar"ı ve "bizimkiler"i gözeten, diğer insanları hesaba katmayan tutumların böyle dünya çapında yaygınlık kazanmasının altında çok derin teolojik bir arka plan olması gerektiğini düşünüyorum. Bu teolojik arka planda, kendi kavminin Yaratıcı tarafından seçilmiş olduğuna dair güçlü bir inanç olmalı, kavimsel seçilmişlik inancı dinî anlayışın temelini oluşturmalıdır. İnsanlık tarihine ve dünyamızın şimdiki haline baktığımızda, tarif ettiğim bu kavmiyetçi anlayışı kolayca müşahede ederiz. Dinle seçilmişlik inancının özdeşleştiği kavmiyetçi anlayış, yaşadığımız maneviyat krizinden birinci derecede sorumludur bana göre. Böyle bir anlayış, modern zamanlarda örgütlü bir biçimde ortaya çıkıp politikalarını sergilemeye başlayınca, diğer kişi, topluluk ve devletlerdeki fanatizm zeminini kışkırtmış, onlar tarafından da benimsenerek yaygınlaşmıştır.

Tıpkı insanın kendisine yakın olanları bir dereceye kadar koruyup kollama eğiliminde olmasının anlaşılabilir yanı olduğu gibi her kavmin, her inancın kendisini diğerlerine göre bir nebze daha haklı görmesi de anlaşılabilir ama kavmiyetçilikte bu noktada kalınmaz. Kavmiyetçilik anlayışı, kendi kavminin üyeleriyle diğer insanlar arasında, kendi kavminin üstünlüğü şeklinde köklü ve asla değiştirilemez bir fark olduğuna inanır. Böyle olunca da kavmiyetçi için iki tip "öteki" ortaya çıkar: Birincisi, kendi kavminin üyesi, ona cennette sonsuza kadar yoldaşlık edecek olan gerçek "öteki"; diğeri ise kendi kavminden olma şansına hiçbir zaman kavuşamayacak olan diğer kavimlerden insanlardır. Aslında kavmiyetçi bakışa göre, kendi kavminden olmayan insanların, insanlıkları bile tartışmalıdır, zira seçilmiş kavimden olmadıkları için sırf bu yüzden cennete gitme ihtimalleri yoktur.

"Öteki", ahlak ve siyasetin kaynağıdır. İki tip "öteki" varsa, iki farklı tutum olması doğaldır. Bu nedenle kavmiyetçi filozoflar, görünüşte ne kadar ahlakı yüceltirlerse yüceltsinler, iki tip tutumu meşrulaştırmanın bir yolunu arayıp bulurlar. 'Ahlak'ın yalnızca kendi kavminden olan gerçek "öteki"ler için, 'siyaset'in de kendi kavminden olmayan diğer insanlar için geçerli olduğunu söylerler. Bizimkiler ve diğerleri birbirinden bu kadar keskin bir biçimde ayrılınca, siyaset ve ahlak arasında derin bir uçurum ortaya çıkar. Adaletsizlik, eleştirilecek değil, doğası gereği eşitsiz olan bir dünyada mazur görülecek bir durum haline dönüşür.

Oysa tüm insanların, insan olmaları hasebiyle "eşref-i mahlukat" olduğuna ve insan haklarına sahip bulunduğuna, eşitliğe ve adalete inananlar için ahlak ve siyaset, aşk ve dostluk gibi birbirine yakın iki insani haslettir. İnsan, farkında olduğu, diğer insanları ilgilendiren her eylemiyle bir siyasi ve ahlaki faaliyetin içerisindedir ve eylemlerinin sonuçlarından sorumludur. Farklılık yalnızca, ahlaki ve siyasi yargının niteliğindedir. Ahlaki yargıda duyguca yoğunluk daha ön plandayken, siyasi yargıda görece bir objektiflik söz konusudur. Böyle bir tarife dayanılarak, tıpkı bazı kavmiyetçi düşünürlerin yaptıkları gibi, siyaset, tamamen ahlaktan kopartılabilir; "çıkar" adına yapılan katliamlar dahil her şeyin içine girebileceği, bağımsız ve ahlaki yargıdan uzak, adeta "ahlaksızlık"ın mubah olduğu bir faaliyet olarak görülebilir. Ama aynı tarife dayanılarak siyaset, tam tersine tamamen ve en sıkı bir ahlaki insan faaliyeti olarak da nitelenebilir.

İnsana "eşref-i mahlukat" olarak bakanlar, siyaseti ve ahlakı asla birbirinden ayrı düşünmezler, insanın pek doğal olarak kendisi gibi olanlara, kendi kavminden, kendi inancından kimselere meyletmesini, içlerindeki adalet terazisiyle dengeleme çabasını bir an olsun elden bırakmazlar. Zaten ahlaki olan, en nihayetinde "öteki"ne karşı adil olandır ve içimizdeki adalet duygusundan köken alır. Adalet duygusunun iç dünyamızdaki yeri çok özel ve güçlüdür. Bu yüzden içimizdeki adalet duygusunun sarsılmasını hemen hissederiz; yaptığımız ahlaksızlık kadar farkına vardığımız bir eylemimiz daha yoktur. Bu nedenle ahlaksızlıklarımızı örtbas etmek, meşrulaştırmak için canhıraş bir tutum içine gireriz. İçimizdeki adalet terazisi sallandığında, iç dünyamız onu gerçek bir deprem gibi algılar. Duyguca yakın olarak algıladıklarımızı, bizden olanları koruyup kollama gereği hissettiğimizde, adalet duygumuz ileri atılır; "Böyle yapmaya hakkın yok. Yakınlarını kayırıp koruduğunda insanlığın aleyhine çalışmış, kendi insanlığını öldürmüş olursun!" diye bizi uyarır.

Bugün kavmiyetçilik, içimizdeki adalet duygusunun uyarıcılığına kulaklarımızı sağırlaştırmış, kopmuş olan siyaset, ahlak ve adalet bağlantısının yeniden kurulmasını insanlığın en acil sorunu haline getirmiştir. Dünyamızın, diğer insanları "bizimkiler"den, siyaseti ahlaktan ayırmayan adaletçi bir anlayışa; "bizimkiler"i diğerlerinden ayırmaya kalktığımızda, aslında çok eleştirdiğimiz kavmiyetçiliğin batağına düşeceğimizi görecek bir kavrayışa ihtiyacı var.
zaman

Kayseri'de 6 milyon dolarlık "kul hakkı" savaşı

Bir tarafta Vakıflar Genel Müdürlüğü, diğer tarafta AKP’li Başkanın damadı ve Kayserili işadamları. Bu süreçte, Vakıflar’ın hakkını savunan üç Bölge Müdürü koltuğunu kaybetti. Şimdi gözler, yeni atanan Ali Veral’in ne yapacağına çevrildi.

Kayseri Park Alışveriş Merkezi yönetimi, şartname dışı ve sözleşmeye aykırı olarak, ortak kullanım alanı şeklinde kullanılması gereken 5 bin metrekarelik alanı ticari alana dönüştürdü. Mülk sahibi olan Vakıflar Genel Müdürlüğü, bu “ek ticari alanlar” için, karşı taraftan 6 milyon dolar ek kira talebinde bulundu. Ancak Kayseri PARK Alışveriş Merkezi patronları bunu ödemeyi kabul etmeyince, Vakıflar Genel Müdürlüğü de “anlaşmazlığı” mahkemeye taşıdı.

Ancak bir tarafta mahkeme sürerken diğer tarafta, Kayseri PARK Alışveriş Merkezi yönetimi, yine Vakıflar ile yapılan sözleşme ve ihale şartnamesine aykırı olarak, kalan ortak kullanım alanlarından yaklaşık 2-3 bin metrekarelik alanı daha “ek ticari alana” dönüştürerek kiraya verdi. Önceki yapılanlar mahkemeye taşınmışken, Kayseri PARK’ın buna rağmen Vakıflar ile yaptığı sözleşme ve ihale şartnamesine aykırı olarak, “tekrar” aynı “işleri” yapmasına Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün "dur!" deyip demeyeceği ve yeni ek kira bedeli talep edip etmeyeceği merak konusu.

Merak edilen konulardan biri de, ihale şartnamesi ve Vakıflar ile yapılan sözleşmeye aykırı olarak yapılan “ek ticari” alanların niçin yıkılıp yasal haline dönüştürülmesinini istenmediği...

19 Mayıs 2010
habertaraf

Her devrin iktidarı: Güce Tapanlar Partisi
Mehmet Necati Güngör
20 Aralık 2012

Öyle bir parti ki;

Şeması yok, teşkilatı yok, kayıtlı üyesi yok.

Siyasi partiler sicilinde adı bile geçmez.

Gizli örgüt gibi.

Her devirde iktidar!

Öyle bir iktidar ki, adını da, gücünü de, inancını da “güç”ten alır.

Güce tapanların partisidir bu!

Güç kimin elindeyse o onun kuludur, kölesidir.

İçlerinde her türden, her meslekten adam vardır. Politikacı, bürokrat, işadamı, gazeteci, hukukçu…

Üyeleri birbirini tanımaz. Aralarında çıkar birliği de yoktur, çünkü herkes bu partide kendi çıkarı için vardır.

Değer tanımazlar.

En önemli vasıfları şahsiyetsizlikleridir.

Kendilerini zamana zemine göre biçimlendirme kabiliyetleri son derece yüksektir.

Dini ve ahlaki değerleri yoktur.

Dolayısıyla;

Allahları,

Peygamberleri,

Kitapları da yoktur!

Güç kimin elindeyse onun dinine taparlar.

Utanma, arlanma… hak getire.

Saçları jöleli bir tv programcısıdir misal. Beş yıl önce yerden yere vurduğu güce methiyeler dizerken ekran kızarır da onun yüzü kızarmaz.

Bir başkası, yıllarca “liderim” deyip peşinden koştuğu insanı, taptığı çıkar uğruna bir solukta satmaktan, onu yerden yere vurmaktan çekinmez.

Adam, daha dört beş yıl önce memleketin önemli şahsiyetlerini evinde toplayıp darbe çığırtkanlığı yaptığını unutmuş; ekranda 28 Şubat salvoları atıyor.

Bir komisyon oluşturulsunmuş.

28 Şubatı sorgulamak için.

Peki, seni kim soruşturacak?

Ülkenin en etkili gazetesinde O’na ait bir haber:

“Siviller müdahale istedi, paşalar yatıştırdı.”

Komedi gibi. Siviller darbe istemiş, askerler yatıştırmış!

Şimdi ise paşalar yargılanıyor, sivil şakşakçılar ekranlarda demokrasi havarisi.

Gel de şaşma!

Güce Tapanlar Partisidir bu.

İçinde her türden insan müsveddesini barındırıyor.

Yeter ki kemik göster.

En kutsal değerini bile önüne sermeye hazır!

Ben bu yaratıkların yaltaklanmada ölçüyü kaçırıp “karım sizi çok seviyor” diyenine bile rastladım.

Müftünün tarifindeki “deyyus!”’tan farklı bir deyyustur o!

Genetiği bozulmuş yaratık…

Allah’ı, Kitabı, Peygamberi yok!

Hiçbir değere inanmıyor ahlaksız!

Yalnızca uğruna pervane gibi döndüğü çıkarları var.

Ve O bir GTP’li.

Güce Tapanlar Partisi’nin değişmeyen, eskimeyen, kızarmayan yüzü.

Her devirde iktidar!
http://www.antigazete.com/

Tiksinti
Serdar TURGUT
Akşam
20 Şubat 2009

Üzülüyordum, çaresizdim ama artık içim tükendi. Çaresizlikten, her gün gördüğüm davranışlardan ve bazı suratlardan içim bulanıyor. Tiksindim
Tüm dünya içinden nasıl çıkacağını tam bilemediği bir krizle boğuşuyor. Her gün sokaklara işsiz insanlar bırakılıyor.
Borçlar nasıl ödenecek, kira nasıl verilecek, çocuklar ne yiyecek belli değil.
Çaresizlik, umutsuzluk sarmış ortalığı.
Açıklanan ekonomik kurtarma reçeteleri, zaten parası olanlara para aktarma sistemine dönüşmüş.
'Bitti artık, olmaz artık' denilen bir olay tekrar dünya gündeminde.
Sınıf savaşı ciddi biçimde olabilir ve oluyor da...
Büyük sosyal patlamalar bekleniyor.
En zengin, en güçlü denilen ülkede bile insanlar 1930'larda yapılmış olan halk savaşlarının hikayelerini okuyup hazırlanıyor.
Normal ülkelerde liderler panik içinde çareler arıyor. Fikirler tartışılıyor. Bu beladan normal çıkış yolları araştırılıyor.

***

Bu arada Türkiye'de ne oluyor?
Sanki hayatta hiçbir sorun yokmuş gibi suratlarından sahtekarlık akan bazı insanlar, siktiriboktan bir ilçenin siktiriboktan belediye meclisi üyeliği için birbirlerini yiyor.
Küfür etmemi mazur görün bugünlük. İçim tiksinti dolu, hislerimi başka türlü ifade edemeyeceğim.
Türkiye'nin ahlak açısından tükenişine şahit oluyoruz bugünlerde.
Dilencilik yapsalar bir günde rahat kazanılacak paraya yapılan belediye meclisi üyeliği neden bu kadar önemli olsun ki?..
6 yaşındaki çocuğum sorsa ne diyeceğim buna ben.
Doğruyu mu söyleyeceğim; haydi canım, bunu yapamam, utanırım.
O basit koltuk için insanlar birbirlerini yiyor. Çünkü çalacaklar, çıkar sağlayacaklar. Bu artık alenen tartışılıyor.
Gözümüze soka soka yapıyorlar bunu. Utanmaları yok. Para götüreceksen bari bunu gizleyerek yap değil mi?..
Buna da gerek yok. Çünkü bu toplumda iyi çalanlar, keselerini dolduranlar akıllı, becerikli insan sayılıyor.
Gözümüzün önünde her gün bir ahlaksızlık trajedisi yaşanıyor. Bunu adına da 'Yerel seçim' demişler...
Türkiye, cumhuriyet yıllarının hiçbir döneminde bu kadar ahlaksız, utanmaz olmamıştı...
Ne yapacağız, ne edeceğiz, ne öğreteceğiz çocuklarımıza bu hayat hakkında, bilemiyorum ki...
Annem ve babamdan gördüğüm terbiyeyi çocuğuma vermeye çalışsam, 'Hırsız olma, alın terinle çalış, onurlu ol, haksızlığı kabul etme' desem, bir gün bana 'Baba sen bana neler öğretmiştin, baksana etrafa, gerçekte nasıl insanlar var' demez mi?
2009 yılında siyaset bitti. Etik ahlak zaten yoktu. Şimdi bunların olmaması takdir görüyor bile.
Üzülüyordum, çaresizdim ama artık içim tükendi. Çaresizlikten, her gün gördüğüm davranışlardan ve bazı suratlardan içim bulanıyor. Tiksindim.
Bir insan kendi adayı adaylıktan çekildi diye veya kendisi parti meclisi üye adayı olamadığı için neden hüngür hüngür ağlar ki?..
Bu bayağılık, bu onursuzluk, artık gelemeyecek paralara üzülmekten başka neyin göstergesi olabilir ki?..
Dünya nelerle uğraşıyor, biz neyle. Büyük olabilecek ve krizden güçlü çıkabilme potansiyelimiz olduğu halde biz küçüldükçe küçüldük, yerelleştikçe yerelleştik. Kimse utanmıyor, siktiriboktan ilçenin siktiriboktan belediye meclisi üyeliği için ölümüne mücadele ediyor.
Ufku ondan ibaret çünkü. O koltuğa oturmak için belirli bir eğitim düzeyi olması zorunluluğu da bulunmuyor. Kaldırmışlar o zorunluluğu. Bu davranışları sergileyebilen bir insanın eğitimli, bilgili, görgülü olabilmesine imkan yok.

***

Bu dediklerim özel olarak hiçbir partiyi hedef almıyor.
Bu trajedide her parti eşit derecede sorumlu.
AKP, 'Din dedi, iman dedi, din kardeşliği dedi' ama bu iktidar döneminde çıkar sağlamak neredeyse imanın 'Olmazsa olmaz' koşulu haline getirildi.
'Yapmayın etmeyin' deniliyor, 'Ayıp oluyor' deniliyor. Onlar ise en üst düzeyde bile, 'Ayıp filan olmaz, becerebiliyorsanız siz de yapın' diyorlar.
CHP de çağrıyı kabul etti ve o da becerebileceğini ispata koyuldu.
Al birisini vur ötekine... Tartışılan laiklik, cumhuriyet, özgürlükler filan değil. Sadece para konuşuyor, diğerleri yürüyor. O kadar işte...
Türkiye'de tek özgürlük, eğitimsiz ufak adamların köylü kurnazlığı ile çıkar sağlamaya çalışmaları özgürlüğüdür.
Parti meclisi üyeler listesi üzerine yaşanılan kavga, parti olarak CHP'yi benim gözümde bitirdi.
CHP'nin İstanbul komedyasını izliyorsunuzdur. Sanki çok matah bir şeymiş gibi AKP'yi kendilerine örnek aldılar. Bari sonunda birleşseler, resmen tek parti kalsa da hepimiz rahat etsek.
Dinine bağlı ama AKP içinde kendisine yer bulamamış ve çıkar dağıtım şebekesinin dışında kalmış insanlara CHP sayesinde yeni bir yer açıldı. Artık CHP'nin tek varlık nedeni bu oldu.
Kömür mü dağıtılacak, erzak mı verilecek, eşya mı isteniliyor, bunu CHP de yapacak. Çıkar şebekesi idaresi sadece AKP'ye bırakılmayacak. Türkiye'nin siyasi gündemi bundan ibaret...
Bütün bunlar olurken, başka bir zamanda başka bir ülkede yaşamış olsaydı, görünümü ve tavrıyla gayet rahatlıkla bir toplama kampında müdürlük yapabilecek Önder Sav, şebekenin kendi kontrolünden çıkmasını zor kabul ediyor. Sonrada gitmesin diye komik genelgeler filan yayınlıyor.
Dünya ayağımızın altından kayıyor, bizimkiler bunlarla uğraşıyor. Çünkü tüm dünyaları bundan ibaret.
Küçük adamlar, basit kavgalar ve iç bulandıran bir görünüm...
Sonunda bazı insanlar da 'Alın seçiminizi sokun bir yerinize. Allah belanızı versin' diyecek. Bunu söylemeye başlamış benim tanıdığım çok insan var. Ve hepimiz de utanmış durumdayız.
Ahlaktan yoksun, etiksiz bir sistem nasıl yaratılıyormuş, hüzünle bakan gözlerimizle bunu seyretmek zorundayız şimdi de...

Serdar Turgut - Akşam

Olacak iş değil: Romanya Başbakanı adı yolsuzluğa karışınca istifa etti
13 Temmuz 2015

Romanya Başbakanı Viktor Ponta, partisi olan Sosyal Demokrat Parti (PSD) liderliğinden ayrıldı

Yolsuzluklarla Mücadele Kurumu (DNA) tarafından yaklaşık bir ay önce açılan cezai soruşturma nedeniyle Başbakan Viktor Ponta bugün parti başkanlığından ayrılacağını açıkladı.

Başbakan Ponta facebook hesabından yaptığı açıklamada, "Sosyal demokrat parti olarak bugüne kadar hakkında her ne nedenden olursa olsun soruşturma açılan kişiler kanuni süreç sonuna kadar görevlerinden çekilmişlerdir. Bende partimdeki herkes gibi kanun önünde aklanana kadar parti başkanlığımdan ayrıldığımı bildiriyorum. Kanun önünde masum olduğum kanıtlanan kadar partide hiçbir göreve aday olmayacağım. Partimin bir üyesi olarak kalmaya ve Başbakanlık görevime devam edeceğim" ifadelerini yer verdi.

Yaklaşık iki yıldır başbakanlık görevini yürüten Victor Ponta’nın adı, 2 milyon Euro yolsuzluktan yargılanan eski bakan Dan Şova’nın dosyasında geçiyor. 2007-2008 yıllarında avukat olarak çalışan Victor Ponta, yakın arkadaşı Dan Şova’dan usulsüz olarak 40 bin Euro ve lüks bir araç almakla suçlanıyor.
Kaynak: Kapsam Haber

Ahlak siyasetin neresinde? Dinleme, fişleme!
Nevzat Tarhan
30 Mayıs 2008
ntarhan@gmail.com

Dinleme, fişleme, mahalle baskısı konuşulması ile “İyi, doğru ve güzele nasıl ulaşılır?” tartışmaları birbirini takip etti.

Seküler ahlak yeter, doğa yasaları ahlak için yeterlidir diyen materyalist bakışla semavi öğretiler olmazsa gerçek ahlak mümkün değildir şeklindeki sprutuel bakış kıyasıya tartışıyor.

Sonuna kadar tartışmanın güzelliğinden siyasette nasibini almaya başladı.

Sayın Önder Sav’ın telefonunun dinlenmesinin usul ve esas yönleri vardı. Usul yönü izinsiz ve yasadışı telefon dinlenmesidir. Esas yönü ise vali ile yapılan konuşmanın içeriği idi.

Tartışmaları izlediğimizde muhtevayı kapatmak ve örtmek isteyenler yönteme aşırı tepki vermeye devam ediyor. Yapılan yanlış eylem ayrı bir konu, eylemin ortaya çıkarılışı ayrı bir konudur. Siyasi ahlak her iki hatayı da birlikte incelemeyi gerektirirdi!

Bir toplulukta sesi yüksek çıkan veya elinde hoparlör olan bir kişi olayın iki yönünden bir yönünü ele alıp bağıra bağıra onu anlatsa konuyu tam incelemeyenler ona hemen inanırlar. Karşı taraf derdini anlatamaz. Haksız olarak kalır.

Önder Sav ve vali diyalogunda ‘Merkez Medya’ ve gürültücü azınlık konuyu siyasi ranta dönüştürecek orantısız yöntem tepkisi verdiler. Bu davranış ahlaki değildir. Diğer taraftan ise birisinin izinsiz telefonunun dinlenmesi de ahlaki değildir. Ancak şu anda gördüğümüz kadarıyla ortaya çıkan gerçek Önder Sav’ın telefonunu açık unutması ile ilgili olduğu anlaşılıyor… Yani takke düştü, kel göründü.

Birinci siyasi iki yüzlülük

Önder Sav, on günde üç büyük etik hata yaptı. Hacca gitmek isteyen bir seçmeni ile dalga geçti. Sonra kamera olduğunu bilmiyordum dedi. Demek ki kamera olduğunu bilse Hacca gitmenin faziletlerinden bahsedecekti!

İkinci siyasi iki yüzlülük

Konunun bir espiri olduğunu söyleyip dürüstçe yüzleşmek yerine ortadan kaybolup herkesi atlatmaya çalıştı. Güvenirliliği zarar gördü.

Üçüncü siyasi iki yüzlülük

Bolu Valisi ile yaptığı sohbet için “Emekli olmuş ve bizim partimize katılacak bir vali ile her şeyi konuşabilirim” deseydi bir şeyler sakladığı izlenimi uyanmayacaktı. Ama şimdi görevdeki bir valiyi etkileme ve ayak oyunları yapma eğiliminde olan bir siyasetçi izlenimi uyandırdı. Güvenirliliği zarar gördü.

Ahlak felsefecilerinin tartıştığı bir konu var: Siyaset mi ahlakı dışlıyor. ahlak mı siyaseti dışlıyor?

Dört karanlık dürtü,

İnsanda para kazanma dürtüsü, çıkarının peşinde koşma dürtüsü, ünlü olma dürtüsü, statü kazanma dürtüsü vardır. Bu dürtüler insan davranışlarını belirleyici özellikler taşır. Ahlak bu dürtü ve itilimlerin yönetilmesinde gereklidir.

Max Weber Batı’da kapitalizmin ortaya çıkışından bahsederken anahtar kavram olarak

Protestan ahlakından bahseder. Protestan ahlakında çok çalışmak, çok üretmek, çok kazanmak ve doğru olmak ilkeleri vardır.

Sözü senet olan, karşısındakini aldatmayı düşünmeyen, borcunu inkar etmeyen, yalan söylemeyen, yapabileceği sözleri veren, iki yüzlülükten uzak duran insan tipi protestan ahlaki öğretisiydi. Bu özellikler aslında müslüman ahlakında da vardır.

Osmanlılar son yıllarında bu ahlakı terk ettiler. Yeni Cumhuriyet ise batı’nın bu güzel özelliklerini değil de şekil özelliklerini aldı.

Batılılar ticarette bu ahlakı uygularken siyasette uygulamadılar. Makyavelci siyasi ahlak olan ikiyüzlülüğü çokça kullandılar.

Siyasette ancak üçkağıtçılar mı tutunabilir?

Eğer bir siyasi anlayış ahlaklı olmanın gerektiğini hissetmiyorsa ve toplumda ahlaklı olmak prim yapmıyorsa her siyasetçi üç kağıtcı olur.

Eğer bir siyasi anlayış vicdanında hesap verme duygusu hissediyorsa, ahlaklı davranış o toplumda prim yapmasa bile buna göre hareket eder. Kısa vadede kaybetse dahi orta ve uzun vadede kazanır.

Ahlaki ve gayri ahlaki olmak siyasetin kendisinde değil kazanılma ve uygulama biçimindedir.

Artık sözlere değil daha çok davranışlara bakıp değerlendirme yapan açık bir toplumla karşı karşıyayız. Gizlilikte ve baskıcı toplumlarda önemsenmeyen ahlaklı olma anlayışı iletişim çağında gizli kalamayacaktır.

İşte muhafazakâr sol ile birlikte geleneksel sağ siyasetçilerin anlamadığı bu gerçektir. Sayın Demirel’e Samsun’da bir üniversite öğrencisinin postal fırlatması davranışının gerekçesi ile Önder Sav’ın yaşadığı itibarsızlık aynı nedenden kaynaklanıyor.

Siyasilerimiz şunu unutmamalılar. Artık ortalama Türk insanı ‘üç kuruşa beş köfte’ yaklaşımı ile kandırılamaz. Halka daha çok yakınlaşmak ve toplumun değerleri ile barışmak zorundasınız. Yoksa tarihin çöp sepeti sizi bekleyecektir.
haber7

İki yolcu treni çarpıştı, Macaristan Ulaştırma Bakanı ve Demiryolları Genel Müdürü istifa etti
06 Ekim 2008

Macaristan'ın başkenti Budapeşte yakınlarında meydana gelen ve 4 kişinin öldüğü tren kazasının ardından Macaristan Ulaştırma Bakanı ve Macaristan Demiryolları Genel Müdürü, görevlerinden istifa ettiler.
Başbakan Ferenc Gyurcsany, bakan Pal Szabo ve genel müdür Miklos Kamaras'ın istifalarını kabul etti.
netgazete

Heyecana gerek yok olay Guatemele'da geçiyor: Cumhurbaşkanına helikopter hediye eden 2 bakan gözaltında
212.06.2016



Guatemala'da, eski Cumhurbaşkanı Otto Perez Molina'ya helikopter hediye eden iki eski bakan gözaltına alındı.

Birleşimiş Millletler'in destek verdiği bir yolsuzluk soruşturması kapsamında gözaltına alınan eski bakanlar Manuel Lopez Ambrosio ve Mauricio Lopez Bonilla'nın bu helikopteri, kamu parasıyla aldıkları belirtiliyor.

Yolsuzlukla suçlanan Cumhurbaşkanı Molina, yolsuzlukları protesto için yapılan protesto gösterilerinin ardından Eylül'de istifa etmişti. Molina suçlamaları reddediyor.

Lopez Ambrosio, Molina'nın hükümetinde savunma, Lopez Bonilla da içişleri bakanı olarak görev yapıyordu.

Eski bakanlar, kara para aklamak ve suç işlemek için teşekkül oluşturmakla suçlanıyor.

Hükümet geçen yıl, gümrüklerdeki yolsuzluk iddialarının ardından düşmüştü.
Cumhurbaşkanı Yardımcısı Roxana Baldetti skandalın ortaya çıkmasından sonra Mayıs'ta istifa etmişti.

Cumhurbaşkanı'nın istifası için yapılan gösteriler aylarca sürdü.

Baldetti rüşvet almakla suçlanıyor.

İddiaya göre, bazı şirketler rüşvet karşılığında gümrükteki mallarını çekmek için az vergi ödüyorlardı.

Cumhurbaşkanı'nın istifası için yapılan gösteriler aylarca sürdü.
Perez Molina sonunda 2 Eylül'de görev süresinin dolmasına dört ay kala istifa etti.
Kaynak: BBCT

Yolsuzluk nedeniyle görevden uzaklaştırılan Brezilya Devlet Başkanı yine o tanıdık savunmayı yaptı: Bu bir darbe teşebbüsü
12.05.2016



BBC'nin haberine göre; Brezilya'da Senato'nun kararı ardından görevden uzaklaştırılan Devlet Başkanı Dilma Rousseff, yine o tanıdık savunmayı yaptı; 'ortadakinin bir darbe olduğunu ve ülkenin geçmişindeki askeri darbeyle mücadele ettiği gibi bu darbeyle de mücadele edeceğini' söyledi.

Senato'da Çarşamba günü yapılan oylamada Rousseff'e azil davası açılması yönünde karar alınmış, böylece Rousseff otomatik olarak görevden uzaklaştırılmıştı.

Rousseff 2014'te yeniden iktidara geldiği genel seçimler öncesinde, kamu açığını gizlemek amacıyla bütçede usulsüzlük yapmakla suçlanıyor.

2011'den bu yana iktidarda bulunan Rousseff'ten boşalan görevi, Devlet Başkanı Yardımcısı Michel Temer üstlenecek.
Haber 93

Yolsuzlukla suçlanan Brezilya Devlet Başkanı'ndan tanıdık bir savunma: Bu bir darbe teşebbüsü
12.o4.2016



BBCT'nin haberine göre; Brezilya Ulusal Kongre'nin alt kanadında hakkında bütçe yolsuzluğu iddiaları nedeniyle görevden azledilmesi için soruşturma başlatılaması kararı alınan Devlet Başkanı Dilma Rousseff, çok yakından tanıdığımız bir karşı hamle yaparak kendi yardımcısının 'komploculardan' biri olduğunu söyledi ve 'darbe planının' parçası olmakla suçladı.

Devlet Başkanı Yardımcısı Michel Temer, Pazartesi günü yayınlanan ses kaydında ulusal birlik hükümeti çağrısı yapıyordu.

Bu kaydın ortaya çıkmasının ardından Rousseff, ismini vermeden Temer'in kendisini devirmek isteyenlerin 'ele başı' olduğunu ima etti.
Rousseff, 'komploya dair kanıtlar' olduğunu söyledi.

Mesajın kazara yayınlandığını söyleyen Temer ise ulusal birlik hükümeti çağrısında bulundu.

Brezilya liderine soruşturma darbesi

Koalisyonun en büyük ortağı hükümetten çekildi

Muhabirler bu mesajın, Rousseff'in 'azledilmiş olabileceğine' işaret ettiği görüşünde.

Devlet Başkanı Rousseff, "Şimdi açıkça, seçimle başa gelen meşru bir devlet başkanının istikrarını bozmak için komplo kuruyorlar" dedi.

Brezilya Devlet Başkanı, azledilmesi için soruşturma açılması sürecinde "biri hayal bile edilemeyecek ihlallerden suçlu" derken "diğeri de saçma sapan bir açılış konuşmasını sızdırıp keyifle ellerini ovuşturuyordu" diye konuştu.
Sızdırılan ses kaydındaki 'küstaklığın kendisini şaşırttığını' belirten Rousseff, "Brezilya tuhaf zamanlardan geçiyor. Darbe, saçmalık ve ihanet zamanları" dedi.
Brezilya lideri ses kaydı için de "bana ve demokrasiye ihaneti gösteriyor" dedi.

Bütçe açığını gizlemekle suçlanıyor

Ulusal Kongre'nin alt kanadında Rousseff hakkındaki bütçe yolsuzluğu iddialarını araştıran komite, devlet başkanının görevden azledilmesi için soruşturma başlatılması kararı aldı.
Rousseff, yeniden seçilebilmek için hükümetin bütçe hesaplarını manipüle ederek büyüyen bütçe açığını gizlemekle suçlanıyor.
Ulusal Kongre'nin alt kanadında oluşturulan komite, ateşli geçen bir oylamada 27'ye karşı 38 evet oyuyla soruşturmaya onay verdi.
Komitenin bu kararı sembolik olsa da önemli kabul ediliyor.
Bir sonraki aşama 17 ya da 18 Nisan'da Kongre'nin alt kanadında yapılacak olan genel oylama.
Soruşturma talebinin Senato'ya gönderilebilmesi için Kongre'nin alt kanadının 513 üyesinden üçte ikisinin onay vermesi gerekiyor.
Son ankete göre soruşturma başlatılmasını savunan üye sayısı 292.

1 Ocak 2011'de ülkenin ilk kadın cumhurbaşkanı olarak göreve başlayan Rousseff, 2014'teki cumhurbaşkanlığı seçiminin ikinci turunda oyların yaklaşık yüzde 52'sini alarak 2. kez cumhurbaşkanı seçilmişti.

Rousseff, 2003 ile 2010 yılları arasında devlete ait petrol şirketi Petrobras'ın başkanlığını yapmıştı. Rousseff'in başkanlığı döneminde şirkete yöneltilen yolsuzluk iddiaları da Rosseff'i zor durumda bırakmıştı.
Haber 93

İşe bak: Panama Belgeleri'inde adı geçen İzlanda Başbakanı olayı 'paralel'e bağlamayıp istifa etti
05.04.2016



BBC'nin haberine göre; Panama belgelerinin yayımlanmasıyla bir offshore şirketinde milyonlarca dolar yatırımı olduğu suçlamasıyla karşı karşıya kalan İzlanda Başbakanı kamuoyundaki tepkiler nedeniyle istifa etti.

Sigmundur Gunnlaugsson, Devlet Başkanı'ndan parlamentoyu feshetmesi ve erken seçim kararı almasını istedi.

İzlanda Devlet Başkanı Olafur Ragnar Grimsson ise talebi kabul etmedi.
Gunnlaugsson bunun arından istifa etti.

Panama belgeleri Sigmundur Gunnlaugsson ve eşinin 2007 yılında bir offshore şirketi satın aldığını ortaya koyuyor.

İzlanda başbakanı'nın küçük bir yolsuzluk için istifa etmesi Ankara'da hükümete yakın çevrelerde şaşkınlıkla karşılandı. 17-25 Aralık belgelerinde adı geçen siyasilerden bazılarının kendi aralarında: "Abi adam acemi tabii, 'montaj' de, 'dublaj' de, 'darbe teşebbüsü' de, "Bağla paralale" işine bak değil mi efendim" şeklinde konuştukları belirtiliyor.
Haber 93

Manhattan savcılığından Zafer Çağlayan iddiası
15.04.2017



Manhattan bölge savcılığına sunulan belgelerde eski bakan Zafer Çağlayan'ın Zerrab'tan en az 45 milyon dolarlık rüşvet aldığı iddiasına yer verildi.
epostayazdırzoom+zoom-
ABD’nin Manhattan Bölge Mahkemesi’ne Reza Zerrab davasıyla ilgili yeni belgeler sunulduğu belirtildi.

New Yorker dergisinde Dexter Filkins imzasıyla yayınlanan habere göre belgelerde eski Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan’ın Reza Zerrab’tan 45 milyon dolardan fazla değeri olan nakit ve mücevher lüks eşyaları rüşvet olarak aldığı bilgisi bulunuyor.

‘NEYE GÜVENEREK NEW YORK’A GELDİ

New Yorker dergisi geçen ay tutuklanan Halkbank Genel Müdür Yardımcısı Mehmet Hakan Atilla’yla ilgili ise “Müşterisi olan Reza Zerrab kamuoyunda bu kadar fazla bilinen bir davada yargılanırken ve yöneticisi olduğu bankaya Zerrab’ın parasını akladığı suçlamaları yapılırken neye güvenip elini kolunu sallaya sallayarak JFK Havaalanı’na geldi. Yoksa, başka karanlık işler mi dönüyor” sorusunu gündeme getiriyor.

‘ZARRAB SESSİZ BİR ANLAŞMA YAPMAYI UMUYOR OLABİLİR’

Haberde, Reza Zerrab’ın Miami’de tutuklandıktan sonra ülkedeki en pahalı avukatları tuttuğu bilgisine de yer verilirken, şunlar aktarıldı: “Önce rahat bir kefalet anlaşması ayarlamaya çalıştı, başaramadı. Sonra davanın tamamen düşmesini sağlamaya çalıştılar. O konuda da başarısız oldular. Bir sonraki adımda Reza Zerrab, ABD Başkanı Donald Trump’ın da yakın sırdaşlarından biri olan Rudy Giuliani’yi ve eski ABD başsavcısı Michael Mukasey’i tuttu. Bu gelişmenin ardından Trump Zerrab hakkında soruşturrma açan ilk sacı olan Bharara’yı kovdu. Başkanla dost olan bir hukuk ekibi iş başındayken, hasmane davranan savcı görevden alınmışken Zerrab savcılıkla sessiz bir anlaşma yapmayı umut ediyor olabilir.”
Millî Gazete

90 Milyonluk vurgun: Bu da İSPARK tezgâhı
29 Haziran 2017



Otopark görevlilerininin fiş kesmekte kullandığı el terminallerinde ‘sistem dışı’ işlem yaptılar, sisteme düşmeyen otopark bedeli birilerinin cebine girdi. Vurgunun 90 milyon TL’ye ulaştığı iddia ediliyor.
90 Milyonluk vurgun: Bu da İSPARK tezgâhı

İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin (İBB) en önemli şirketlerinden İSPARK’ta (İstanbul Otopark İşletmeleri Tic. AŞ) “ikinci Akbil skandalı” yaşanıyor. İBB iştiraki İSPARK’ta “otopark ücreti ödeyen yurttaşlara verilen fişlerin silinmesiyle” milyonlarca liralık vurgun yapıldığı belirlendi.
Mayıs ayında kurum içinde yürütülen gizli soruşturma kapsamında en az 48 ayrı el terminalinde yolsuzluk yapıldığı tespit edilirken; 5-26 Mayıs 2017 tarihleri arasında 27 otopark görevlisinin iş akdi feshedildi.
Sinekten yağ çıkaran İspark nasıl zarar ediyor?
Mayıs ayındaki fesihlerin ardından bu ay başında da kurumda bazı üst düzey yöneticilerin görev yerleri değiştirildi. “Son yılların en büyük yolsuzluk olayıyla karşı karşıyayız” diyerek İSPARK’ta yaşananları özetleyen CHP’li meclis üyesi Tarık Balyalı, İBB Başkanı Kadir Topbaş ile İSPARK yönetimini istifaya davet etti.
Balyalı, “Bu kayıt dışı ortamın yaratılmasına sebep olan üst düzey yöneticilerden görevden alınan var mıdır?” diye sordu. Konuyla ilgili İSPARK yönetimine gönderdiğimiz sorularımız ise yanıtsız kaldı. İSPARK yönetimine 10 gün önce yönelttiğimiz “Konuyla ilgili savcılığa suç duyurusunda bulunulacak mı” sorumuz hâlâ yanıt bekliyor.
Yıllık 233 milyon kazanan İspark nasıl zarar eder
Geçen ay patlak verdi
Skandal bir ay önce Mayıs 2017’de patlak verdi. İSPARK otoparklarında onlarca el terminalinde usulsüzlük saptandı. Çok sayıda görevli kendilerine ücret ödeyen yurttaşların fişlerini daha sonra silmek ve bu parayı zimmetlerine geçirmekle suçlandı. İSPARK çalışanlarının üyesi olduğu Hizmetİş Sendikası’na personelin karıştığı yolsuzluk iddiasıyla ilgili bilgi verildi. Sendikanın da bilgisi dahilinde mayıs ayı içerisinde 27 görevlinin iş akdi feshedildi.
Tek bir otopark yapmadı, 4 milyar euroluk dev ortaya çıktı
Olay nasıl yaşandı?
Cumhuriyet’in kurum içerisinden edindiği bilgiye göre otopark görevlilerinin kullandığı el terminalleri iki türlü çalışıyor: ‘Onlinesistem içi’ ve ‘offline-sistem dışı’... Siz aracınızı park ettiğinizde bu terminallerden fiş kesiliyor ve paranız alınıyor. İşte bu noktada kullanılan iki türlü el terminali devreye giriyor. Bunlardan ilki yeni nesil ödeme kaydedici cihaz. İSPARK bu cihazlara yeni yeni geçiyor. Bu terminaller sadece online çalışıyor. Siz parayı verdikten sonra kesilen fiş sisteme giriliyor ve fiş daha sonradan imha edilemiyor. Maliye bütün işlemler için bu cihazı zorunlu kılıyor.
Ancak çok sayıda terminalde ısrarla eski nesil el terminalleri kullanılıyor. Offline terminallerde yurttaşlara mali değeri olmayan bir fiş veriliyor. Yolsuzluk da zaten bu noktada başlıyor. Offline çalışma sırasında kesilen fişler bazı çalışanlar tarafından siliniyor ve bu paralar İSPARK’ın hesapları yerine zimmete geçiriliyor. İSPARK yönetiminin yasaya rağmen yeni nesil el terminallerine geçmemesi de buna bağlanıyor. Çünkü yeni nesil cihazlarda fiş silinemiyor. Bu olayın uzun bir süredir devam ettiği; iddialara göre 90 milyon TL’ye ulaşan bir vurgun yapıldığı önü sürülüyor.
'Organize yolsuzluk': Bu sorular yanıt bekliyor
İBB’de İSPARK’la ilgili verdiği soru önergeleriyle tanınan CHP’li meclis üyesi Tarık Balyalı, Cumhuriyet aracılığıyla onlarca soru işareti belirledi. Konuyu İBB’de gündeme getireceklerini söyleyen Balyalı yanıt bekleyen soruları şöyle sıraladı:
-Para tahsilatı yapanlara neden Maliye’nin herkesi zorunlu tuttuğu ödeme kaydedici cihazlardan verilmedi?
-Çok sayıda kişinin karıştığı ve son derece organize bir yolsuzluk. İstanbul halkının geçen yıllar içerisinde kaç milyon lirası yok olmuştur? Bu yolsuzluğa kaç kişi karışmıştır?
-İSPARK’ın mali yapısının bozulmasında bu yaşanan yolsuzluğun etkisi nedir?
-El terminallerinde offline yani sistem dışı çalışma yetkisi neden vardır?
-Bugüne kadar bu terminallerin sistem dışı çalışıp çalışmadığı neden kontrol edilmemiştir? Edildiyse silinen fişler nasıl fark edilmemiştir?
-İSPARK çalışanlara fiş silme yetkisi vermemiştir. Personelin bu fişleri kendi becerileriyle sildiği iddia ediliryorsa el terminallerinin kontrolü neden yapılmadı?
-El terminallerinin bakım, onarım ve denetimiyle ilgili olanlar hakkında bugüne kadar hangi işlemler yapılmıştır? Bu kişiler hakkında soruşturma yapılmış mıdır?
-Offline çalışan terminallerdeki fişler ‘admin’ yani merkez şifreleri kullanılarak silinebilir mi? Admin şifreleri kullanılarak silinen fişler var mıdır?
-El terminallerini kontrol eden merkez şifreleri ve kullanıcılarıyla ilgili bağımsız kuruluşlarca herhangi bir denetim yapılmış mıdır?
-Bugüne kadar bu yolsuzluğu fark edemeyen ve bu kayıt dışı ortamın yaratılmasına sebep olan üst düzey yöneticilerden görevden alınan var mıdır?
-Bu yolsuzluk meselesinin ortaya çıktığı tarihlerde ve sonrasında yapılan üst düzey yer değiştirmelerin gerekçeleri nelerdir?
-Yolsuzluğa bulaştığını kabul edenlerin savcılığa sevk işlemleri neden zamanında yani kurum soruşturmasından hemen sonra yapılmamıştır?
-İSPARK neden son bir yıl öncesine kadar günlük yapılan tahsilatları kurumsal bir firmaya tahsil ettirmemiş de kendi elemanları aracılığıyla bu paraları tahsil etmiştir?
Akbil skandalı neydi?
Bir dönem İstanbul ulaşımında kullanılan AKBİL, elektronik ortamda veriler silinerek yapılan ve kamuoyunda büyük yankı yaratan 1990’lı yılların büyük yolsuzluk davasıydı. Dönemin CHP İl Başkanı Mehmet Bölük ve Doç. Dr. Berk Üstündağ’ın AKBİL sisteminde kalpazanlık yapıldığı iddiasıyla Sarıyer Cumhuriyet Savcılığı’na yapılan suç duyurusu üzerine dava açılmış; Tayyip Erdoğan’la birlikte Ali Müfit Gürtuna ve 30’un üzerinde belediye bürokratı yargılanmıştı. Davada Erdoğan’ın avukatlığını sonradan bakanlıklar üstlenen Hayati Yazıcı yapmıştı. Karardan önceki duruşmalardan birinde dönemin Üsküdar 2. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı; şimdinin Yargıtay Başkanı İsmail Rüştü Cirit, tansiyonu yükseldiği için bayılmıştı. Savcının Erdoğan hakkında 14 yıl hapis istediği Akbil davasında mahkeme sanıklar hakkında beraat kararı verdi. Erdoğan milletvekili seçildiği için onun dosyası ayrıldı.

Aykut Küçükkaya/Cumhuriyet

Etiketler:
Otopark görevlileri el terminalleri sistem dışı otopark bedeli İspark İstanbul Büyükşehir Belediyesi İstanbul Otopark İşletmeleri Tic. AŞ Akbil skandalı

MHP-Davutoğlu kavgasında ikinci raunt: Basiretsiz, kıt akıllı, zillet ve rezalete dalmış
26/07/2017



Eski başbakan Ahmet Davutoğlu ile MHP arasında eski MHP’li Tuğrul Türkeş’in başbakan yardımcılığından alınmasıyla başlayan tartışma alevlendi.

Türkeş, AKP’ye Davutoğlu’nun başbakanlığı döneminde geçmiş ve başbakan yardımcılığına kadar yükselmişti. Türkeş’in kabine dışı kalması Davutoğlu’nun da başbakanlıktan el çektirilmesine yorulmuş, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli ise, “Gidişinden haberimiz yokken, gelişimizden nasıl haberi olacak? Onu Ahmet Davutoğlu ölçüsüyle birilerinin izah etmesi lazım” demişti.

Reklam

Davutoğlu ise bu açıklamaya, “Bahçeli’den beklenen, nezaketten ve siyasi olgunluktan yoksun tavırlar yerine kendi sorunlarıyla yüzleşme cesaret ve erdemini göstermesidir” yanıtını vermişti.

‘Davutoğlu’nun basiretsizliği ve kıt aklı’

Krizde son salvo MHP Genel Başkan Yardımcısı Semih Yalçın’dan geldi.

Seviyenin bir hayli düştüğü yazılı açıklamada, şunlar dendi: “Ahmet Davutoğlu’nun, MHP Lideri Devlet Bahçeli’ye edep, hayâ ve saygı sınırlarını aşan çirkin ithamları ayaklarımız altındadır. Sayın Davutoğlu’nun rotayı şaşırmış, zillet ve rezalete dalmış haliyle liderimize laf etmesi kabullenilemez. Davutoğlu’nun basiretsizliği ve kıt aklı, bizim parti içi meselelerimize ermez. MHP’nin kamuoyundaki imajının zedelenmesi, haklı iken haksız pozisyonda gösterilmesi için algı operasyonlarına girişilmesi Pensilvanya taktiğidir. Davutoğlu’nun gerçekleri saptıran dünkü kaypak açıklaması da bu taktiğin devamı niteliğindedir. Ahmet Davutoğlu’nun Okyanus Ötesine giderek FETÖ’nün elebaşıyla görüştüğü bilinmektedir.”

Semih Yalçın imzalı açıklamanın tam metni şöyle:

“Mazul başbakanlardan Ahmet Davutoğlu, bir süreden beri sindiği köşesinde başarısızlık, kabahat ve veballerinin özeleştirisiyle meşgul olması gerekirken büyük bir unutkanlıkla eski defterleri karıştırma cüretini göstermiştir.

Ahmet Davutoğlu, başbakanlıktan ‘hal’ edildikten sonra iyice şaşırmış, tarihî sorumluluklarından kurtulmanın yolunu, başarısızlıklarının yükünü -eskiden olduğu gibi- MHP’ye yüklemekte bulmuştur.

Geçmişte yaşananları yeniden hatırlatmakta fayda vardır. 7 Haziran 2015 sonrasında MHP’ye ne de CHP’ye koalisyon teklifi yapılmıştır. Bilakis erken seçim hükûmeti önerilmiştir. Bunu o günlerde CHP Genel Başkanı Sayın Kemal Kılıçdaroğlu da açıklamıştır.

Ahmet Davutoğlu, partisini ve kendisini koalisyon hükûmeti kurmaya istekli gibi göstererek özellikle MHP’nin bu süreçte her şeye hayır dediği izlenimini verme gayreti gütmüştür. Üstelik CHP ile o dönemde 35 gün süren istikşafi görüşmeler sonunda MHP lideri Bahçeli’nin 14 Ağustos 2015 günü yaptığı ‘AKP ile CHP’nin son defa bir araya gelerek koalisyon düğümünü çözmeleri tarihî bir zorunluluk, millî bir sorumluluktur’ şeklindeki çağrısına, Davutoğlu şöyle cevap vermiştir: ‘CHP ile AKP hükûmet kursun diyor Sayın Bahçeli. Bırakın ona biz karar verelim. CHP ile bir koalisyon görüşmesi yapmanın şu anda ihtimali yoktur.’

Davutoğlu yine aynı gün ‘Bütün siyasi liderlere seslenerek söylüyorum, seçim hiçbir şartta zehir değildir, seçim ve millî irade devadır, deva’ diye konuşarak asıl amacının ülkeyi erken seçime götürmek olduğunu ortaya koymuştur.

Ahmet Davutoğlu’nun MHP Lideri Devlet Bahçeli’yle son kez yapacağı görüşmenin yasak savmaktan ve halk tabiriyle MHP’nin sakalının altından geçmekten ibaret olacağı anlaşılmıştır. Ahmet Davutoğlu, daha sonra Genel Başkanımız Sayın Devlet Bahçeli ile görüşmeye koalisyon için değil, çay içmek için gelmiştir.

Nitekim MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli ile dönemin AKP Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu arasında 17 Ağustos’ta TBMM’de yapılan görüşmeden olumlu bir sonuç çıkmamıştır.

Bu görüşme, kamuoyuna ‘MHP’ye de gittik ama olmadı. Koalisyonu istemediler’ demek için bir bahane teşkil etmiştir. Davutoğlu toplantıdan çıktıktan sonra, MHP’nin koalisyon kurma niyetinin olmadığını büyük bir pişkinlikle iddia etmiştir.

MHP’nin aslında koalisyon için gerekli hazırlıkları yaptığına, ancak bunun için bazı şartlar öne sürdüğüne de hiç değinmemiştir. Oysa hakikat hiç de Davutoğlu’nun açıkladığı gibi değildir. İsteksiz taraf kendisi olmuştur.

Ahmet Davutoğlu o dönemde MHP lideriyle yaptığı görüşmeden bir netice çıkmamasının vebalini Devlet Bahçeli’ye yükleyerek gayriahlaki ve pişkin bir siyasi tutum takınmıştır. Davutoğlu; içeride başka, dışarıda başka konuşarak ikiyüzlü siyasetin manidar örneklerinden birini sergilemiştir.

CHP’ye olduğu gibi MHP’ye de koalisyon teklifi yapılmamış, erken seçim hükûmeti önerilmiştir. Başından beri Davutoğlu’nun amacı ne yapıp yapıp yeniden seçime gitmektir. Bilindiği gibi bu da gerçekleşmiştir. Davutoğlu, aynı pişkin ve utanmaz tutumu şimdi yeniden takınmaya kalkışmıştır.

Okyanus ötesi, Pensilvanya taktiği

Hakikatler ortada iken Ahmet Davutoğlu’nun yine aynı yöntemle MHP Lideri Sayın Bahçeli’yi suçlamaya kalkması manidardır. Siyasette tutarlı duruş sergileyen MHP’nin kamuoyundaki imajının zedelenmesi, haklı iken haksız pozisyonda gösterilmesi için algı operasyonlarına girişilmesi Pensilvanya taktiğidir.

Bu taktik, 1 Kasım 2015 Seçimleri öncesinde ısrarla uygulanmıştır. Davutoğlu’nun gerçekleri saptıran dünkü kaypak açıklaması da bu taktiğin devamı niteliğindedir. Ahmet Davutoğlu’nun Okyanus Ötesine giderek FETÖ’nün elebaşıyla görüştüğü bilinmektedir.

O zaman kendisine soruyoruz: Siz Pensilvanya’da hangi parti meselelerini konuştunuz? Okyanus ötesinde hayati devlet meselelerini de görüştünüz mü? Birlikte hangi kararları aldınız, hangi algı operasyonlarına girişmeyi planladınız?

35 gün süren istikşafi görüşmeler sonrasında ‘Biz CHP ile koalisyon yapmak istemiyoruz’ dediniz mi demediniz mi? Sayın Bahçeli’yle 17 Ağustos 2015 günü yaptığınız son görüşme sırasında koalisyonu partide başkalarının istemediğini söyleyerek neden sorumluluğu üzerinizden atmaya çalıştınız?

İçeride başka, dışarıda başka konuşarak neden kamuoyunu yanıltma ihtiyacı duydunuz?

Haddini aşarak MHP Liderine parti içi meseleleri hatırlatan Davutoğlu, üzerine vazife olmayan işlere de burnunu sokmaktadır. Ahmet Davutoğlu’nun genel başkanlıktan ‘hal’ edilmesine sebep olan basiretsizliği ve kıt aklı, bizim parti içi meselelerimize ermez.

7 Haziran 2015 sonrasında yaşananlar ve Davutoğlu’nun sergilediği orta oyunu hâlâ hafızalardadır. Ahmet Davutoğlu tarafından erken seçim için geçiş hükûmeti oluşturmak üzere siyasette her kaba girebilen, her siyasi renge uyum sağlayabilen, eşik bekçiliğine ve at uşaklığına müsait birtakım dönme ve devşirmelerin toplandığı unutulmamıştır.

Siyasi devşirmeler

‘Slime’ tipi kanserojen politikacı devşirme ve kiralama yöntemini siyasi geleneklerimize yerleştiren Ahmet Davutoğlu’dur. Davutoğlu, siyasi devşirmeler ve kiralık politikacıların desteğinde geçiş hükûmeti kurarak ülkeyi seçime götürmüştür.

Ülkenin 1 Kasım 2015 erken seçimlerine giden süreçte yaşadığı kaosun, olağan dışı terör saldırıları yüzünden verilen şehitlerin, yaşanan toplu ölümlerin vebali Ahmet Davutoğlu’na aittir.

Biz Sayın Davutoğlu’nu, Süleyman Şah utancının mimarı, PYD’nin Habur’daki mihmandarı, 15 Temmuz’un kaçkını serok Ahmet olarak hatırlıyoruz.

Ahmet Davutoğlu’nun, MHP Lideri Devlet Bahçeli’ye edep, hayâ ve saygı sınırlarını aşan çirkin ithamları ayaklarımız altındadır.

Sayın Davutoğlu’nun rotayı şaşırmış, zillet ve rezalete dalmış haliyle liderimize laf etmesi kabullenilemez.

Genel Başkanımız Sayın Bahçeli’nin ‘Ahmet Davutoğlu ölçüsüyle birilerinin izah etmesi lazım’ dediği hadisenin özeti bundan ibarettir.”
Diken

Şişli Belediyesi'nde 27 Milyonluk aşk vurgunu
24 Ağustos 2017



CHP’li Şişli Belediyesi’nde geçen hafta yaşanan çifte istifanın ardından aşk ve yolsuzluk skandalı patlak verdi. Kentyol A.Ş. Genel Müdürü Hasnun Bayram ile belediyenin Basın Danışmanı Terzi’nin aşk yaşadığı ortaya çıktı
Şişli Belediyesi nde 27 Milyonluk aşk vurgunu

CHP'li belediyelerde yaşanan skandallara bir yenisi daha eklendi. Şişli Belediye Başkanı Hayri İnönü'nün kara kutusu olarak görülen; belediye iştiraki Kentyol A.Ş. Genel Müdürü Hasnun Bayram, Şişli Belediyesi Basın Danışmanı Şermin Terzi'yle yaşadığı aşk sonrası Kentyol A.Ş.'ye yapılan 27 milyon lira bağışı hesabına aktardığı iddia edildi.

SABAH'ın Kanada'da ulaştığı Terzi, Kanada'ya kızının okulu için gittiğini ve bir daha Türkiye'ye dönmeyi düşünmediğini belirterek "Hasnun Bey bekâr, ben bekârım. Aramızda bir ilişki olur veya olmaz. Bu kimseyi ilgilendirmez. Birlikte gitmemiz de tesadüf veya değil" dedi.

İNÖNÜ'YE VEDA ETMEDİ

Her şey, Hayri İnönü'nün belediye başkanı seçildikten bir yıl sonra Bayram ve Terzi'yi işe almasıyla başladı.

İnönü, Alman vatandaşı olan çocukluk arkadaşı Bayram'ı 30 bin lira maaşla belediye şirketi Kentyol A.Ş.'nin başına getirdi. Eski Hürriyet gazetesi çalışanı Terzi'yi de basın danışmanı olarak görevlendirdi.

İddiaya göre, İnönü'nün Kanyon'da kiraladığı dairede görev yapan Terzi'yle Bayram arasında bir süre sonra aşk ilişkisi yaşandı. Bayram, geçen hafta noter kanalıyla istifa dilekçesini belediyeye gönderdi. Çocukluk arkadaşı olan Başkan İnönü'ye veda etmedi. Terzi ise İnönü'yle vedalaşarak istifasını sundu.

Ani istifanın ardından Bayram, 15 Ağustos'ta önce THY'nin TK-0017 sefer sayılı uçağıyla Kanada'nın Toronto şehrine sonra da Montreal'e gitti. Terzi ise aynı gün Air France'ın 1891 uçuş koduyla Paris'e oradan da Air Canada ile Montreal'e uçtu. İddialara göre, Bayram istifa etmeden önce Kentyol A.Ş.'ye yapılan 27 milyon lira bağışı hesabına aktardı. Hasnun Bayram'ın Kanada'nın Regina bölgesinde 1.5 milyon dolara bir villa satın aldığı da ortaya çıktı.

MECLİS ÜYELERİ ŞİKÂYETÇİ

Kentyol A.Ş.'nin hesaplarının incelenmesini isteyen meclis üyeleri, kaçırılan paranın daha fazla olduğunu öne sürüyor. Meclis üyeleri, savcılığa suç duyurusunda bulunmaya hazırlanıyor.

BELEDİYE: 4 EYLÜL'DE DÖNECEK

Şişli Belediyesi'nden yapılan açıklamada Bayram'ın 8 Ağustos'ta istifa ettiği doğrulanırken, usulsüzlük ve yolsuzluk iddiaları içinse şöyle denildi: Bu süreçte herhangi bir usulsüzlük ya da yolsuzluk söz konusu değildir. Böyle bir olayın söz konusu olması durumunda adli makamların devreye gireceğinden kimsenin kuşkusu olmasın. Hasnun Bayram'ın Kanada seyahati ise aylar öncesinden planlanmış bir seyahattir. Kendisi 4 Eylül'de Türkiye'ye dönecektir."

BELEDİYENİN PARASIYLA LÜKS DAİREDE YAŞADILAR

Almanya'nın Düsseldorf kentinde lastik bayiliği yaparken Kentyol A.Ş.'nin başına getirilen İnönü'nün çocukluk arkadaşı Hasnun Bayram ile Şermin Terzi'nin yolları belediyede kesişti. Daha önce birbirlerini tanımayan çiftin arasındaki yakınlaşma aşka dönüştü. Çift, belediye bütçesinden kirası karşılanan Kanyon'daki lüks dairede birlikte yaşadı.

TEPKİ ÇEKEN FOTOĞRAF NEDENİYLE KOVULMUŞTU

Eski Hürriyet gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök'ün yıllarca sekreterliğini yapan ardından gazeteciliğe başlayan Şermin Terzi, 13 Kasım 2015'te Hürriyet'te çıkan "13'üncü Cuma Uğursuzluğu" başlıklı haber sonrası işten atılmıştı.

Gazetenin internet sitesindeki Kelebek ekinde yayımlanan '13'üncü Cuma Uğursuzluğunun 13 Sebebi' başlıklı haberde; içerikte Leonardo da Vinci'nin 'Son akşam yemeği' tablosuna Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın tavuk yerken çekilmiş bir fotoğrafı monte edilmiş, tepkiler üzerine Hürriyet, içeriği yayından kaldırarak Cumhurbaşkanı Erdoğan'dan özür dilemişti.

'HAYATIMIN AŞKINI BULDUM' PAYLAŞIMI

Şermin Terzi, "Hasnun Bayram'la aynı anda istifa edip, Kanada'ya gitmeniz bir tesadüf mü?" sorusuna "Hasnun Bey bekâr ben bekârım. Bu kimseyi ilgilendirmez. Buraya kızımın okulu için geldim" yanıtını verdi. Türkiye'ye bir daha dönmeyi düşünmediğini belirten Terzi, "Bir maddi geliriniz var mı?" sorumuzu, "15 yaşından beri çalışıyorum. Kendi başıma ayakta duran bir kadınım" şeklinde cevapladı. Terzi 10 Ağustos'taki sosyal medya paylaşımında ise Kanada'ya gideceğini belirterek "Haaa arada bir de hayatımın erkeğini bulup âşık oldum. Aferin ben, cici ben" diye yazmıştı.

80 MİLYON LİRAYI SORDUM SIRITTI

Kentyol AŞ. Genel Müdürü Hasnun Bayram'ın 2 yıl önce Kentyol AŞ.'nin başına getirilmesi, CHP'li meclis üyelerince tepki çekmişti. Şişli Belediyesi Meclis Üyesi Osman Gürbüz, "Yurtdışına kaçma ihtimali olan birisinden her hangi bir yolsuzluk veya usulsüzlük durumunda nasıl hesap sorulacak?" diye sormuştu. Gürbüz, son yaşananların ardından "Böyle olacağı başından belliydi. O gün söylediklerim bugün doğru çıktı. Meclis'e bu şahısla ilgili 48 soru önergesi verdim. Soruları okuduktan sonra bana 'Dersine iyi çalışmışsın' diyerek sırıttı. Belediyenin bütçesinden, meclis kararıyla Kentyol A.Ş.'ye 80 milyon lira aktardık. Bu paranın nereye harcandığını sordum. Cevap vermeden kaçtı. Savcıları göreve davet ediyorum" dedi.

Erhan Öztürk/Sabah

Vekilin oğlu taksicilerden her yıl 200 milyon TL toplayacak
26 Temmuz 2017



CHP İstanbul Milletvekili Barış Yarkadaş, "İ Taksi uygulaması, taksici esnafından her yıl 200 milyon TL toplayacak. Bu
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Prş Ağu 24, 2017 9:12 pm tarihinde değiştirildi, toplam 4 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Sal Nis 25, 2017 8:57 pm    Mesaj konusu: Zarrab bombası! ABD biliyor, 2 milyar dolar kimde? Alıntıyla Cevap Gönder

Eski Devlet Bakanı Ufuk Söylemez’den CHP’ye çağrı: Yolsuzluk mahkemeleri kurulsun
28 Ağustos 2017



“Yolsuzluk yapanlardan daha yürekli olmalıyız”

Yolsuzlukların inanılmaz rakamlara ulaştığını bildiren eski Devlet Bakanı Ufuk Söylemez, “Bu sarmaldan çıkmak için mutlaka yolsuzluk mahkemeleri kurulmalı” dedi.

CHP’nin, ‘Adalet Kurultayı’ çeşitli konularda yapılan panel ve çalıştaylarla devam ediyor.

CHP Genel Başkan Yardımcısı Aykut Erdoğdu’nun da organizasyonda görevli olduğu kurultayda, “İhale, teşvik ve izinlerde adalet” konulu çalıştayda görüşlerini açıklayan eski Devlet Bakanı Ufuk Söylemez, yolsuzlukların inanılmaz rakamlara ulaştığını bildirdi. Söylemez, “Bu sarmaldan çıkmak için mutlaka yolsuzluk mahkemeleri kurulmalı” dedi.

Trabzon Milletvekili Haluk Pekşen’in yönettiği çalıştayda Ufuk Söylemez, Türkiye’nin yolsuzluk sarmalından başka türlü çıkmasının mümkün olmadığını kaydederek şunları söyledi:

“Bu mahkemeler bir tür ihtisas mahkemeleri şeklinde çalışmalı ve yolsuzluk yapan her kesimden kişi buralarda mutlaka hesap vermeli ve suçlu olanların ceza alması sağlanmalı, yolsuzluk yapanın yanına kar kalmamalıdır. Sayıştay denetimi yok, KİT komisyonlarının işlevi kalmadı, medya zaten hiçbir yolsuzluk haberi yapamıyor, yolsuzluk yapanlardan kim hesap soracak? Devlet büyüklerinin yakınlarının servetlerine ilişkin yabancı basında çarşaf çarşaf haberleri çıkarken biz susup oturmamalıyız. Yolsuzluk yapanlardan daha yürekli olmalıyız. Biz yolsuzluk yapmadık ki, niye korkalım, onlar korksun.”

“Demokrasi seviyemiz Pakistan’ın bile altında”

Her seçimden önce TIR’lar, uçaklar dolusu ülkeye milyar dolarların getirildiğini anlatan Söylemez, bu paraların döviz piyasası ile ekonomi dünyasını manipüle etme amaçlı olduğunu dile getirerek, bunların tamamının yolsuzlukla elde edilmiş paralar olduğunun kaydetti. Söylemez, “Pakistan şimdi bunu yapıyor. Pakistan Anayasa Mahkemesi’nin Navaz Şerif’i azletmesinin ardından ülkede geniş kapsamlı bir soruşturma başlatılıyor. Türkiye’de demokrasinin geldiği seviye maalesef Pakistan’ın bile altındadır” dedi.

Konuşmasında özelleştirmelerde yaşanan adaletsizlikleri de dile getiren Söylemez, bazı sektörlerde devlet tekelinin olmasının gerektiğinin altını çizdi. Söylemez, “Savunma ve iletişim gibi kritik sektörlerde devlet hissesi kesinlikle yüzde 51’in altına düşmemeli. Örneğin Türk Telekom’da devletin hissesi yüzde 51 olsaydı bu kurum iflasın eşiğine gelmezdi. O nedenle eskisi gibi değil ama günümüze uygun, güncellenmiş bir karma ekonomiye acilen dönülmelidir” diye konuştu.

Tüm bu önerileri CHP’nin dikkate almasını ve vatandaşlara açıklamasını isteyen Söylemez, referandumda oluşan birlikteliğin seçimlerde de sürdürülmesi gerektiğini belirtti.

“İhalelerde büyük bir kara delik var”

Aynı çalıştayda görüşlerini açıklayan Dünya Şeffaflık Örgütü Türkiye Başkanı Oya Özarslan da, küçük çapta yapılan yolsuzlukların teknolojik gelişmelerle önlenebildiğine işaret ederek, büyük yolsuzlukların en çok ihaleler yoluyla yapıldığına dikkat çekti. İhaleler, kara para ve offshore hesapların birbirini desteklediğini anlatan Özarslan, “Dünyada bütün skandallara baktığınızda bu tür hareketlerin genellikle otoriter eğilimli ülkelerde olduğunu görüyoruz. Offshore hesaplar kara parayı vatandaştan gizlemek ve vergiden kaçmak için açılıyor. Tüm bunların önüne geçmek için ihalelerin kesinlikle şeffaf, kamu denetimine açık yapılması çok önemli” dedi.

AKP’nin iktidara geldiği 2001’den bu yana Kamu İhaleKanunu’nun 44, yasadaki bazı maddelerin ise 205 kez değiştiğini bildiren Özarslan, ençok kanunun “Kapsam” başlıklı 2. Maddesi ile “İstisnalar” başlıklı 3. Maddesinin değiştiğini kaydetti. Özarslan, “2010-2012 yıllara arasında kamu alımlarının yüzde 58’i ihale ile yapılırken yüzde 42’si ihalesiz yapılmış. Bu büyük bir kara deliğe işaret ediyor” diye konuştu.

“Burada otururken köprü parası ödüyoruz”

Gazeteci Çiğdem Toker de çalıştaydaki konuşmasında 4734 sayılı Kamu İhale Kanununun 21. Maddesinin b fıkrası kapsamında yapılan kamu alımlarını kısaca anlatmak için kullanılan “21/ B”, yani pazarlık yöntemi ile yapılan ihalelere değindi ve bu yöntemin ancak deprem, doğal afet gibi ani ve beklenmeyen olayların ortaya çıkması durumunda ihalenin ivedi yapılması gereken durumlarda söz konusu olması gerektiğine işaret etti. Toker, “Ancak özellikle 2013’ten bu yana bu koşullar söz konusu olmamasına rağmen pekçok ihale bu usulle yapılıyor. Hükümet özellikle yol projelerinde bu yöntemi tercih ediyor” dedi.

Toker, Yap-İşlet-Devret yöntemiyle yapılan kamu projelerinin de vatandaşa bir lütuf gibi sunulduğunun altını çizdi ve “Bu milletin cebinden 5 kuruş çıkmadan vatandaşa hediye ettik deniyor. Yalan. Hepsi emsallerine göre çok yüksek bedellerle vatandaşın cebinden çıkan vergilerle yapılıyor ve yıllarca bunların bedelini ödemeye mahkum ediliyor. Buna en güzel örnek Osmangazi, Yavuz Sultan Selim köprüleri ile Avrasya tünelidir. Hepsi gelir garanti edilerek yapıldı. Şu an burada oturuyoruz ama bu köprülerden geçmeyen otomobillerin parasını ödüyoruz” diye konuştu.
T24

Zarrab bombası! ABD biliyor, 2 milyar dolar kimde? 7 şüpheli kim?..
25 Nisan 2017



İran kaynakları Zarrab üzerinden İran’a aktarılan paranın 27 milyar dolar civarında olduğunu ifade ettiler. Alınan komisyon yüzde 15. Yaklaşık 4 milyar dolar.

İsmet Özçelik'in yazısı

Zamanında söylemiştik. “Reza Zarrab dosyası Türkiye için güvenlik sorunu” demiştik. Ama o günlerde tam anlatamamıştık.
Şimdi yaşananlar bizleri doğruluyor. İktidarın Suriye’de ABD’nin “kara gücü” olma gayreti uyuyanları uyandırdı. ABD’de tutuklu Reza Zarrab’ın Türkiye için nasıl bir güvenlik sorunu olduğu net olarak ortaya çıktı.
Zarrab ve Atilla ilk kez aynı duruşmada
OLAY NASIL GELİŞTİ
Reza Zarrab olayı önümüzdeki günlerde çok başımızı ağrıtacak. Bu nedenle olayın nasıl geliştiğini kısaca bir hatırlayalım.
Reza Zarrab İranlı bir işadamı. Aynı zamanda Türk vatandaşı. Türk vatandaşlığı AKP iktidarında verildi . Çok genç biri. Nereden kazandığı belli değil, ama milyarlarca dolarla oynuyor. Her şey iyi giderken birdenbire ne oldu?
Zarrab ve Atilla’nın duruşmasında neler yaşandı? İşte izlenimler
ZARRAB’DA İRAN KORKUSU
İran’da iktidar değiştikten sonra Ahmedinejad’ı hedef alan operasyonlar gerçekleşti. Babek Zencani tutuklandı. Reza Zarrab da hedefteydi. İran derin devleti Zarrab’ı kaçırmak için düğmeye bastı. İran daha önce de benzer operasyonlar gerçekleştirmişti.
Zarrab da bunu biliyordu. İran’dan gelen bilgiler de işin ciddi olduğu şeklindeydi. Davutoğlu döneminde kendisinin korunmasını istemiş, ancak beklediği ilgiyi görememişti. Panikledi.
Savcıdan tehdit: Türk yetkililerin rolünü kanıtlayacağız
FBI DEVREDE
Zarrab İstanbul’da FBI ajanları ile temasa geçti. FETÖ’nün de bu işte rolü olduğu konuşuldu. FBI, Tarabya’daki “güvenli ev”de, Zarrab’la defalarca görüştü. Görüşülen evin sokağındaki kameralar bile köreltildi.
Zarrab, bildiği her şeyi FBI’a anlattı. Kimlere komisyon verdiğini rakam rakam açıkladı. ABD’ye gitmeye ikna edildi. Her şey normal seyredecekti. Türk istihbaratı uyandırılmamalıydı. Ailecek uçağa binildi. Sıradan bir ABD gezisi görüntüsü verildi.
Miami’ye varınca gözaltına alındı. Eşi Ebru Gündeş ve çocuğunun olaydan hemen sonra Türkiye’ye dönmesi dikkat çekti.
4 MİLYAR DOLAR
İran kaynakları Zarrab üzerinden İran’a aktarılan paranın 27 milyar dolar civarında olduğunu ifade ettiler. Alınan komisyon yüzde 15. Yaklaşık 4 milyar dolar. Zarrab’ın yakın çevresi, Zarrab’ın bu işten kazandığı 4 milyar doların en az 2-2,5 milyarını Türkiye’de dağıttığını söylüyorlar. Piyasa deyimi ile birileri Zarrab’ın aldığı 4 milyar dolarlık komisyonun 2-2,5 milyarına çökmüş.
Siyasi kulislerde anlatılanlar böyle!
İran 2009 dünya ekonomik krizinde Türkiye’ye büyük destek vermişti. Türkiye de İran’a destek olmalıydı. Buna kimse ses çıkarmazdı.
Destek verilmesine verildi. Ama bu destekten komisyon alındı.
2 MİLYAR DOLAR
Skandal patladı. Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan’ın, İçişleri Bakanı Muammer Güler’in, AB Bakanı Egemen Bağış’ın Zarrab’la ilişkileri ortalığa saçıldı. Ancak ortaya çıkan paranın toplam miktarı en fazla 100-150 milyon dolar. Peki geri kalan 2 milyar dolar nerede?
YENİ 7 ŞÜPHELİ
ABD’de tutuklu Reza Zarrab ve Halbank Genel Müdür Yardımcısı Mehmet Hakan Atilla dışında isimlerin de olduğu bildiriliyor.
Adı açıklanmayan 7 şüpheli!
O MAHKEME
Zarrab Miami’de yakalandı. Ama soruşturma New York Bölge Eyalet Mahkemesi savcılığınca yürütülüyor. Hani şu ABD’nin devlet olarak kullanacağı davaların açıldığı mahkeme.
Hedefte Reza Zarrab görünse de asıl hedef başka.
ONLAR BİLİYOR, AMA BİZ...
Ortada vahim bir durum var. FBI biliyor, Savcı biliyor, New York eski Belediye Başkanı Giuliani biliyor. Ama henüz biz bilmiyoruz.
ABD’nin bildiği, bizim bilmediğimiz karanlık işler nedeniyle iktidar, “Bağımsız Kürdistan’ı kabule, Suriye’nin bölünmesine, arkasından da Türkiye’nin bölünmesine yol açacak adımlar atmaya, ...” zorlanıyor.
TEHDİT TÜRKİYE’YE
Tehdit iktidara gibi görünse de Türkiye’ye. İktidarın zaafları kullanılıyor.
“Zarrab dosyası” Türkiye’nin güvenliğini hedef alıyor.
Peki çözüm ne?
İktidar her şeyi Türk halkıyla paylaşmalı. ABD’nin kendileri üzerinden Türkiye’yi tehdit etmesi önlenmeli. Aksi halde toprak bütünlüğümüz tehlikede!
Ankara’ya gelip Zarrap pazarlığı yapan heyette bulunan ABD eski Adalet Bakanı Mukasey’in dosyaya giren ifadesi her şeyi anlatıyor:
“Davada Zarrab’ın lehine gelişmeler sağlanması halinde Türkiye Amerikan ulusal çıkarlarını daha fazla savunabilir.”
Her şey çok açık!
Aydınlık

Eşini müdür baldızını amir yaptı, çocuklarını sınavsız işe aldı
30.04.2017

Eşini müdür baldızını amir yaptı, çocuklarını sınavsız işe aldı
Hükümete yakınlığıyla bilinen Yeni Şafak gazetesinin “Ahmet Ünlü” mahlas isimli yazarı, Kamu Görevlileri Etik Kurulu’nun belirlediği belediyelerdeki torpille işe almaları köşesine taşıdı. Milyonlarca insan sınavlara girerek atama beklerken, belediyelerdeki usulsüz işe alımlar dikkat çekiyor. Belediye başkanı çocuklarını sınavsız işe alırken, bir başka belediye başkanı ise eşini müdür baldızını ise amir görevine getiriyor.

“Ahmet Ünlü”nün “Etik Kurul, yakınlarını sınavsız işe alanları ve eşini müdür yapanları enseledi” başlıklı yazısının ilgili bölümü şöyle:

“ÇOCUKLARINI SINAVSIZ İŞE ALMAK AHLAKSIZLIKTIR

Kamu Görevlileri Etik Kurulu 25.10.2016 tarihli kararında; bir belediyede belediye başkanının eşinin yeğeni ile belediye başkan yardımcıları ve belediye meclis üyelerinin belediyede sınavsız olarak sözleşmeli personel veya memur statüsünde işe başlatılmasını etik ihlali saydı.

Belediye başkan yardımcılarından birisi kızını özel kalem müdürlüğünden istisnai memur statüsünde sınavsız olarak memur statüsünde göreve başlatmış, diğeri oğlunu sınavsız olarak sözleşmeli personel statüsünde işe başlatmış, bir belediye meclis üyesi ise kızını sınavsız olarak sözleşmeli personel statüsünde işe başlatmıştır.

Milyonlarca gencin KPSS'ye girdiği ve atanmayı beklediği bir ortamda bazı kamu görevlileri, kendilerine verilen yönetim emanetini yakınlarına çıkar sağlamak için kullanmışsa bunun adına etik ihlali ya da ahlaksızlık denilmektedir. Nitekim kurul bu davranışı etik ihlali saymıştır. Kurulun vermiş olduğu kararın tam metnine http://www.etik.gov.tr/KurulKararlari.aspx?id=1 adresinden ulaşabilirsiniz.

Kurulun vermiş olduğu kararı görüp de böyle davranış sergileyenlerin tamamının enselendiği düşülmesin. Bu işlerin vakayı adiye'den olduğunu ifade edersek ne demek istediğimiz daha iyi anlaşılacaktır.

BAĞIŞ YAPMAZSANIZ “PAZAR YERİ” ALAMAZSINIZ

Kurul belediyelerin sıklıkla uyguladığı bir konuda önemli bir karar vermiştir. Genellikle belediyeler veya başkanları tarafından kurdurulan derneklere bağış yapılması teşvik edilmektedir. Bağış yapmayanların bazı haklara ulaşımı zorlaştırıldığından isteyerek veya istemeyerek de olsa bazı dernek veya vakıflara bağış yaptırılmaktadır.

Kurul 26.07.2016 tarihinde oybirliği ile karar verdiği kararında; İlçesi … Pazarı pazarcı listelerinden, birçok pazarcıya, 2014 ve 2015 yıllarında tahsis yapılmışken, 2016 yılında tahsis yapılmadığı; … Belediyesi Spor Kulübü Derneği banka hesap hareketleri dökümünden, söz konusu pazarcıların “pazar yeri işgali” karşılığı bağış yaptığı tespit edilmiştir. Ayrıca bu spor kulübüne pazar yeri işgali karşılığı bağış yaptırıldığının şüyu bulduğu, bu olaylardan pazar yeri tahsisi yapan belediye başkanlığının haberinin olmamasının mümkün olmadığı; kaldı ki bu konuda aracılık yapan üç kişi hakkında ceza davası açıldığı; belediye başkanlığının spor kulübünde değişik zamanlarda para aktarması yapması nedeniyle derneğin gelir gideri ile alakasının olduğu; dolayısıyla belediye başkanının olaylara muttali olduğu anlaşıldığından etik ihlali yaptığına karar verilmiştir.

BAŞKANIN EŞİNİ SINAVSIZ MÜDÜR YAPMASI İLE BALDIZINA KOLAYLIK SAĞLAMASI ETİK DEĞİL

Kurulun vermiş olduğu bu karar tam anlamıyla bir skandaldır. Dosyada adı geçen kişilerin … Belediye başkanı, başkan yardımcıları ve bazı birim müdürleri ile olan yakınlık durumları ile işe başlama yöntemleri, belediyede yaptıkları işler bir arada değerlendirildiğinde ortaya çıkan durumun halkın ve diğer belediye personelinin kamu hizmetine, kuruma ve makama olan saygı ve güveninde olumsuz duruma ve algıya sebep olduğu; Kamu Görevlileri Etik Davranış İlkeleri İle Başvuru Usul ve Esasları Hakkında Yönetmelik'in 10., 13. ve 14. maddelerinde düzenlenen etik davranış ilkelerine aykırı bir durum ortaya çıkardığı görülmektedir.

Yine belediye başkanı …'in eşini müdür vekili olarak görevlendirmesi, baldızının ise eşinin birim amiri olduğu birimde görev yapmasını sağlaması; Belediye ile iş ilişkisi bulunan taşeron firma üzerinden kendi yeğenlerini belediyede çalıştırması; belediye başkan yardımcıları ile inceleme kısmında belirtilen birim müdürünün akrabalarının ise aynı şekilde taşeron firma üzerinden belediyede çalıştırılması konusunda önlem almaması; bu şekilde hem makama hem de kamu hizmetine olan güveni sarsacak, saygınlığı zedeleyecek, adalet ilkesine zarar verecek ve bu şekilde kamuda olumsuz bir algı oluşturacak işlem ve eylemlerde bulunduğundan dolayı etik ihlali yaptığına karar vermiştir.

BAŞKANIN MAKAM ARACI, ETİK KURULU İHTİLAFA DÜŞÜRDÜ

Kurul 15/03/2016 tarihli kararında lüks makam aracı konusunda kendi arasında ihtilafa düştü. Dört üyenin muhalefet şerhi yazdığı kararda kurulda neler oluyor ya da birileri korunuyor mu soruları akla gelmiştir.

Kararda şu ifadelere yer verilmiştir; belediye başkanının kullanmış olduğu makam aracının piyasa değeri her ne kadar yüksek olsa da bu aracın satın alınmamış olması, kiralama maliyetinin piyasa şartlarına göre oldukça uygun olması; ayrıca belediyenin mali yapısı, bulunduğu konum ve sosyo-ekonomik durumu, temsil edilen makam ile belediyeye ziyarete gelen yerli ve yabancı heyet bir arada değerlendirildiğinde belediye başkanı …'ın kullanmış olduğu makam aracı yönünden etik davranış ilkelerine aykırı bir işlem ve eyleminin bulunmadığına esasta ve gerekçede oyçokluğu ile karar vermiştir.

MUHALEFET ŞERHİNDE; “ŞEHRİN EMİNİ” EMİN OLMAK ZORUNDA

Çelişkilerle dolu karara dört üye tarafından yazılan muhalefet şerhindeki ifadeler insanın aklına bazı düşünceleri getiriyor. Bu kararda; “….Karar gerekçesinde dahi olay bu şekilde nitelendirilmiş olmasına rağmen Belediyelerdeki genel uygulamanın bu yolda olduğu ve … Belediyesi'nin nüfusu, mali yapısı vb. özellikleri nedeniyle böyle bir aracı kullanmasının etik davranış ilkelerini ihlal etmediği sonucuna varılmıştır. Belediye başkanları, seçimle iş başına gelmiş şehremini (şehrin emini) makamında olmaları hasebiyle etik değerlere herkesten daha fazla dikkat etmek zorundadır. Hiçbir mazeret, etik davranış ilkelerinin ihlali için gerekçe yapılamayacağından ve olayda açık bir ihlal durumu söz konusu olduğundan etik kurallara aykırı davranılmadığına dair çoğunluk görüşüne ve bu istikamette oluşan karara katılmıyoruz” ifadelerine yer veriliyor.

Önceki kararlarda kurulu övmemize rağmen maalesef bu kararın savunulacak bir tarafı yoktur ve kurula gölge düşürülmüştür. Anlaşılan o ki bu kararda sistem ciddi ciddi zorlanmıştır.”

belediye spor Meclis taşeron KPSS ifade ceza adalet heyet yeni şafak
BirGün

Murat Sevinç meseleye damardan girmiş: Velev ki miting alanında iki kişiydik
10/07/2017



Mehmet Akif Ersoy’un Safahat’ında, Kocakarı ile Ömer şiirinden: “Kenâr-ı Dicle’de bir kurt aşırsa bir koyunu, gelir de adl-i ilahi, sorar Ömer’den onu.”

Türkiye’de siyasi polemikler, iktidar ve muhalefet arasındaki atışmalar, giderek bir zekâ testine dönüşmeye başladı. Yaşını başını almış adamlar, kimi yöneticiler, havuzun dolgun maaşlı kalemşorları, Maltepe’deki miting alanında kaç kişi olduğunu hesaplamaya ve muhalefeti mat etmeye çalışıyor. İnternet haberlerinden okuduğum kadarıyla, Devlet Bahçeli’yi dahi imrendirecek hesap yöntemleriyle üstelik!

Başka bir zamanda olsa ilkokul düzeyindeki bu çabaya gülüp geçer insan, ancak gülme isteği de bırakmadılar pek.

Çünkü halihazırdaki ‘hukuk’ uygulamaları, rahatlıkla ‘Miting alanındaki sayının fazla gösterilmesi yoluyla iktidarı yıpratma çabası ve bu yöntemle bilmem ne örgütüyle işbirliği/iltisak’ gibi bir iddiayı ‘iddianame’ konusu haline getirebilir. Kim şaşırır?

İşte bu anormallikler nedeniyle, uzunca bir süredir her bilgisayar başına oturduğumda, yazmak istediğim asıl konuyu ertelemek zorunda kalıyorum. Oysa bugün CHP’lilere (aslında bunun altından kalkabilecek tüm partilere), ‘Her bir yurttaşa söz hakkı tanıyan, tüm ülkede irili ufaklı açık hava toplantıları’ öneren bir şeyler yazacaktım. Sonraki yazılara kaldı haliyle!

Miting alanından bir milyon insan olsa ne olur, yüz bin olsa ne olur, bin olsa ne olur ve hatta iki kişi olsa ne olur? O iki kişinin derdinin, tasasının, endişesinin bir değeri yok mu?

Yazıya başlarken, Hz. Ömer’in tavrından hareketle Mehmet Akif tarafından kaleme alınmış sözcükleri özellikle aktarmak istedim. Bunun başlıca iki nedeni var. İlki, bir kesime laik/seküler terminoloji ile bir şey anlatmak mümkün olmuyor.

İkincisi, laik/seküler hukuk kuralları da tarihsel süreçte dinsel kurallardan etkilenmiştir. İç içe geçmişlerdir.

Şöyle açıklamaya çalışayım: Henüz ‘KHK teröristi’ olmadığım zamanlarda derslerde incelediğim örnek temel hak vakalarından biri ‘türban yasağı’ sorunuydu. Sonra bir gün, üniversitede türban yasakları sürerken Radikal İki’ye ‘Türban yasağı ayıptır’ başlıklı bir yazı kaleme aldım. Bu yazıda, derste işlediğim ve öğrencinin tartışmasını beklediğim başlıkları özetledim.

Kuşkusuz her özet, biraz sığlıkla maluldür.

Şunları anlatıyordum: Her toplumu bir arada tutan belli başlı kural öbekleri var. Biraz zorlayarak üçe indirgersek, bunlara ‘Ahlak, din ve hukuk’ kuralları diyebiliriz. Laik/seküler düzende hukuk kurallarının diğer ikisinden farkı, arkasında ‘kamu otoritesi’ olması, dolayısıyla farklı bir yaptırımla karşılanmasıdır. Bir kurala aykırılık günah (inançlılar için), diğer kurala aykırılık ayıp (ortalama ahlaki ilkeleri benimseyenler için) ve son kurala aykırılık ise ‘hukuksuzluk’ sonucunu doğurur. Hukuka aykırılık, hem dindar olanı ve olmayanı ve hem de ahlaki normları benimseyeni ve benimsemeyeni ilgilendirir. Yaptırımı, uhrevi ya da toplumsal değil, dünyevidir.

Buradan hareketle türban yasağının ‘dini’ açıdan dindarları, ‘ahlaki’ açıdan bunu sorun edenleri, oysa ‘hukuksal’ açıdan herkesi ilgilendirdiğini; türban yasağına ilişkin ‘mahkeme’ kararlarının tartışmalı olduğunu, kişisel olarak yanlış bulduğumu ve AYM’nin 1991 kararının (‘yorumlu ret’ adıyla bilinen) bağlayıcılığının dahi tartışılabileceğini yazmıştım. Peki konu hukuksal açıdan sorunluysa geriye ne kalıyor? Din ve ahlak kuralları. İyi de laik/seküler bir sistemde din kuralları dindarı ilgilendirir.

Ne kaldı? Ahlak kuralları. İşte bu nedenle yazının başlığı ‘Ayıptır!’ idi.

Bunları şu yüzden anlatıyorum. Üç kural öbeği, asırlar boyunca iç içe geçmiştir. İnanç sistemlerinden etkilenmemiş bir hukuk sistemi yok bilebildiğim kadarıyla. İyi ve kötünün, adil olan ve olmayanın, serbest ve yasak olanın kökeninde, asırlarca tanık olunmuş toplumsal/sınıfsal mücadelenin izi var. Toplumsal dediğimiz kategori de, hakim inanışlardan bağışık değil.

Bir örnek daha iyi olabilir: Hırsızlık. Dinen yasaktır, ahlaken ayıptır, hukuken suçtur. Açın kadim dinlerin kutsal kitaplarını ve dinsel ilkelere şöyle bir bakın; tümü olmasa da çoğu, bugün dahi ahlaken kınanan ve hukuken sınırlanmış/yasaklanmış konulardır. Bu topraklardaki ‘yaygın’ inancının kutsal kitabına da göz atın; ayet ve hadislerde, ‘kul hakkı’ konusunda neler öğütlenmiş.

Laik/seküler hukuku benimsemiş bir sistemin yurttaşı, o öğütlerden hangisine karşı çıkar? ‘Huzuruma kul hakkı ile gelmeyin,’ örneğin. Karşı çıkar mısınız? Cenaze namazında istenen ‘helalliğin’, dürüst bir insan için az buz bir yaptırım korkusu olmadığını mı düşünüyorsunuz? O korkunun dünyevi yaşamda bir karşılığı yok mu? Neden bu memlekette dürüstlüğü anlatmak için ‘Müslüman adam’ denir (idi!), düşündünüz mü?

Üstelik her yerde var bu tür sıfatlar. Bilmiyordum, daha geçenlerde bir sevgili hocamdan Fransızların da ‘Katolik biri’ dediğini öğrendim. Çünkü o dinin temel ilkeleri de aslında benzer bir ‘ahlak’ öneriyor, müminine.

Benim alanım, konum, ‘Diyanet işleri’ değil. Yüzeysel (Türkiye standartlarında, değil tabii!) bilgimle ahkâm kesecek halim de yok. Söylemek istediğim, şu anda Türkiye’de tanık olduğumuz hukuk yorum ve uygulamalarının, yalnızca laik/seküler ilke ve kurallara değil, toplumu bir arada tutan diğer kural öbeklerine de aykırı olduğu. Yalnızca Türkiye toplumundan değil, her birinden söz ediyorum. Tel tel dökülmek, her halde böyle bir şey!

Daha önce de (yine gevezelik ettiğim bir yazıda!), rahmetli babamın çok dindar biri olduğunu yazmıştım.

‘Müslüman bir adamdı’ anlayacağınız! Rahmetli, adımı Ömer koymak istemiş, Hz. Ömer’den etkilendiği için; ancak üç kızdan sonra gelince rahmetli yengemin ısrarıyla ‘Murat’ olmuşum. Kız olsaydım adım ‘Yeter’ olacaktı demek ki!

Rahmetli, canımı yalnızca bir kez yaktı. İlkokula henüz başlamışken, bir gün okul kaldırımında bir gümüş künye/bilezik bulup koşarak babama getirmiştim. Büyük sevinçle! Babam kulağımdan tuttu, o kaldırıma dek eli kulağımda yürüttü ve künyeyi bulduğum yere bıraktırdı. ‘Başkasının malına el uzatılmaz’ diyerek.

İnancına aykırı bir şey yapmıştım. Çocuk halimle nasıl etkilendiysem, yıllar sonra ‘hak-hukuk-adalet’ çalışır ve anlatırken hep aklımın bir köşesinde kaldı bu can acıtan öğüt! Kuşkusuz hikâyeyi çok manasız bulanlar olacak.

Öyledir de belki, bilmiyorum. Buna mukabil benim için önemli olan, babamın, toplumu bir arada tutan kural öbeklerinden hiç olmazsa birine karşı duyduğu sarsılmaz sadakati fark etmekti. Kulağıma küpe oldu!

Şimdi bakıyorum da şu parmak hesabı yapanlara.

69 yaşında bir parti lideri, 4oo küsur kilometre yol yürümüş, binlerce insan onu takip etmiş, yürüyüşte her türlü hakarete alkışla karşılık verilmiş, tek bir küfür edilmemiş, tek bir çöp bırakılmamış, ‘Adalet’ sloganı dışında söz işitilmemiş, pazar günü insanlar akın akın miting alanına gelip hep birlikte ‘Adalet’ diyerek haykırmış. Bu zavallılar oturmuş, kendilerinin dahi inanmadığı saçma sapan argümanlarla böylesine devasa barışçıl bir yurttaş eylemini itibarsızlaştırmaya çalışıp kelle sayıyor.

Valilik, işini gücünü bırakmış sabaha karşı aceleyle sayı açıklaması yapıyor vs. Kim bunlar? Dindar olduğu iddiasındakiler. Kim bunlar? Cuma namazı hutbesinde Hz. Ömer kıssası dinlerken gözyaşı dökenler.

Sayı hesaplıyorlar. ‘Biz sizden çoğuz’ diyorlar. Biz kimiz? Siz kimsiniz? 15 Temmuz’da meydanları dolduracaklar başka memleketin insanı mı? Hasta mı bu hesapları yapanlar? Evet hastalar, kesinlikle sağlıklı düşünemiyorlar artık. Kapkaççı kapitalizmin pençesinde, sinekten rezidans çıkarmaya çalışırken rahatsızlandılar.

Kendi mitinglerinde iki milyon sığdırdıkları alana, yalnızca 170 bin sığdırabiliyorlar. Göz göre göre yalan söylüyorlar. Hutbe dinlerken, Hz. Ömer’in özel işleri esnasında devletin mumunu yakmadığına dair davranışını duyduklarında iç geçirip adından miting alanında toplanan kalabalığı hesap etmeye çalışıyorlar. Yazık.

Laik/seküler bir sistemde hukuken bağlayıcı olan, laik/seküler hukuk kurallarıdır. Ahlaki ve dini kurallarla pek çok noktada kesişen, hukuk kuralları. Bir toplumu ayakta tutabilmek için, üç kural öbeğinden hiç olmazsa birine ‘saygı duymak’ zorunluluk. Hiç olmazsa, birine. Tümüne saygısızlık/aykırılık, işte böyle bir manzarayla karşı karşıya bırakıyor seksen milyon yurttaşı.

Velev ki o alanda iki kişiydik. Bir derdi, şikâyeti olan iki kişi. Ne yapacaksınız şimdi?

Kaynak: Diken

Vekilin oğlu taksicilerden her yıl 200 milyon TL toplayacak
26 Temmuz 2017



CHP İstanbul Milletvekili Barış Yarkadaş, "İ Taksi uygulaması, taksici esnafından her yıl 200 milyon TL toplayacak. Bu paranın bir kısmı yazılımcı firmaya aktarılacak. Yazılımcı firma ise AKP'li bir milletvekilinin oğluna ait" dedi.

İstanbul’da uygulamaya konulan ve kamuoyunda büyük tartışma yaratan İ – Taksi adlı projeye ilişkin tartışmada yeni perde… CHP’li Barış Yarkadaş, “İ Taksi, bir huzur ve güven değil, rant projesidir” dedi. Yarkadaş, İ – Taksi’nin yılda 200 milyonluk bir rant yaratacağını ve bu rantın nasıl kullanılacağının ise bilinmediğini belirtti.
İstanbul’da İ – Taksi programı yüklenen bir ticari takside seyahat halindeyken basın açıklaması yapan Yarkadaş, “Bu taksilere binen herkesin görüntüsü kaydedilecek. Bu hukuka aykırıdır ve özel yaşamın ihlal edilmesidir” diye konuştu. Yarkadaş, ticari takside yaptığı konuşmada, yurttaşlara şöyle seslendi:

“TAKSİLERDE SOHBET EDİN…”
“İ – Taksi’de görüntülü kayıt yapılacak… Görüntülü kayıt demek yurttaşların artık takside siyaseti, sporu ve memleketin ahvali üzerine konuşamaması anlamına gelecek. Çünkü vatandaş çekinecek. Şu anda bulunduğum bu ticari taksiden yurttaşlarımıza sesleniyor ve diyorum ki: Taksilerde iktidarı eleştirin, taksilerde spor yorumları yapın… Taksilerde birbirinizle sohbet edin ve İ – Taksi uygulamasına karşı çıkın.”
200 MİLYONLUK RANT PROJESİ
Yarkadaş, İ – Taksi adı verilen uygulamanın taksici esnafından her yıl 200 milyon TL toplayacağını da belirtti ve rantın adresini gösterdi. CHP’li vekil şöyle konuştu:
”TAKSİ ÜCRETİ TUTARININ %5'İ, İ TAKSİ’YE GİDECEK… TEKERLEK RANT İÇİN DÖNECEK”
“Her taksi şoförü, yeni uygulama yüzünden, aldığı ücretin yüzde beşini İ – Taksi’ye verecek. Bunun anlamı, İ – Taksi’ye her yıl ortalama 200 milyon TL aktarılmasıdır. Tek taraflı olarak yapılan ve İ- TAKSİ tarafından istenildiği zaman feshedilebilecek olan bu sözleşmeye kimse itiraz edemiyor. Çünkü; İstanbul Büyükşehir Belediyesi, taksici esnafına bunu dayatıyor. İBB, İ – Taksi uygulamasını taktırmayanların çalışma ruhsatını yenilemeyeceğini söylüyor. İ – Taksi’nin tekerleğinin, huzur ve güven için değil, rant için döneceği görülüyor.”
YAZILIM ‘TAM’ ADRESE GİTMİŞ!
İ – Taksi adı verilen uygulamanın cihazının İBB tarafından Çin’den 400 dolara alındığını belirten Yarkadaş, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Konunun her yanı sorunlu… 400 dolara cihaz alınıyor. Taksi plakası sahiplerine ‘Siz bu cihazı taktırın, sizden ücret almayacak, gerisini biz halledeceğiz’ deniliyor. Öte yandan, bu cihazın çalışması için gereken yazılım ise Türkiye’deki bir firmaya yaptırılıyor. Bu firmanın adı ise iddialara göre, TAM Yazılım…”

“SORULARIN CEVAPLARINI İSTİYORUZ”
CHP’li vekil, firmaya ilişkin çarpıcı bilgileri ise şöyle paylaştı: “TAM ELEKTRONİK – YAZILIM adlı bu şirket, iddialara göre, İSPARK’ın işi ihale ettiği İSBAK’ın taşeronu… Firma, AKP eski Genel Başkan Yardımcısı ve Milletvekili Hüseyin Tanrıverdi’nin oğluna ait…
Zaten reklamlardaki plakalarda da gördüğünüz üzere, 34 TAM 34 yazıyor… İSPARK, bu yazılımcı firmaya kaç para ödedi ve bundan sonra da ödemeye devam edecek mi? Bu sorunun cevabının verilmesi ve iddiaların açıklığa kavuşturulması gerekiyor.”
Yarkadaş konuşmasına şöyle devam etti:
“Konuştuğumuz kaynaklar, AKP’lilerin sahibi olduğu yazılımcı firmaya, taksicilerden alınacak olan yüzde beşlik kesintiden düzenli olarak ödeme yapılacağını iddia ediyor. Bu da 200 milyonluk gelirin, ciddi bir rant paylaşımına uğrayacağını gösteriyor. Taksi şoförlerinden her yıl toplanacak 200 milyon TL, nereye ve nasıl harcanacak? Bu para ne yapılacak? İBB, bu konuyu es geçiyor. Konuştuğumuz AKP’li kaynaklar, gayri resmi açıklamalarında ‘Para şoförlerin eğitiminde kullanılacak’ diyerek aklımızla alay ediyor. Bu konuyu, Başbakan Binali Yıldırım’ın yanıtlaması istemiyle soru önergesi haline de getirdim. Umarım Binali Yıldırım bu soruları yanıtlama cesareti gösterir.”

TAKSİCİLER ÇOK KAYGILI
İstanbul’da şu ana kadar sadece 900 taksicinin İ – Taksi programını yüklettiğini belirten Yarkadaş, “Geride kalan 17 bin plakanın sahibi olan işletmeciler de ne yapacağını şaşırmış durumda” dedi. İstanbul’da yaklaşık 40 bin taksi şoförünün yevmiye ile çalıştığını belirten CHP’li vekil, “Bu durum onların gelirini de azaltacak. Çünkü her müşteri başına İ – TAKSİ’ye yüzde beş ödeme yapacaklar. Para plaka sahibinden değil, yevmiyeli şoförün cebinden çıkacak” şeklinde konuştu. Taksi esnafının, görüntü kaydettiği takdirde müşteri kaybetmekten çekindiğini belirten Yarkadaş, “Taksiciler iki arada bir derede bırakıldı. Konuştuğum tüm taksi şoförleri kaygılıydı” diye konuştu.

“İBB, MAHKEMEYİ BİLE BEKLEMİYOR”
İ – Taksi uygulamasının yasal hiçbir dayanağı olmadığını da belirten Yarkadaş, sözlerini şöyle sürdürdü: “İBB’nin yaptığı tamamen hukuka aykırı… 2015 yılında UKOME’de İ – TAKSİ için karar alınıyor. Ancak sektördeki başka bir taşımacı firma, kararı mahkemeye götürüyor. Mahkeme, İBB’yi rekabet kurallarına aykırı davrandığı için haksız buluyor ve uygulama hayata geçirilmeden durduruluyor. İBB bu kez bir üst mahkemeye gidiyor. Konu şu an İstinaf Mahkemesi’nde… AKP’li İBB, mahkeme kararını beklemeden, taksicilere yeniden İ – Taksi’yi dayatıyor. Belli ki; rant gözlerini döndürmüş durumda… Bu yüzden tek bir gün bile kaybetmek istemiyorlar.”

“KORSAN TAKSİYE DÖNÜŞ OLUR”
İBB’nin esnafa İ – Taksi programını yükletmediği takdirde ruhsat vermeme tehdidinde bulunduğunu da belirten Yarkadaş, “Konuştuğumuz esnaflar kaygılı… Görüntülü kayıt yüzünden kimsenin taksiye binmek istemeyeceğini ve korsan taksiciliğin patlama yapacağını belirtiyorlar. Bu da büyük bir vergi kaybı anlamına geliyor” dedi.
Taksici esnafının rant a car firmaları yüzünden zorluk çektiğini belirten Yarkadaş, “Şimdi buna bir de korsan taksilerin gözde hale gelmesi eklenecek. Taksici esnafı evine ekmek dahi götüremez hale gelecek” ifadesini kullandı. Taksicilerden yapılacak olan ‘her müşteri başına yüzde beşlik zorunlu kesinti’nin taksimetre fiyatlarını artıracağını da belirten Yarkadaş, “Birilerine rant aktarmak için, tüm sistemi alt üst edecekler” diye konuştu.
“GÖRÜNTÜLER NEREDE TUTULACAK?”
İ – Taksi’nin elde edeceği görüntülerin nerede tutulacağının ve kimin kontrolünde olacağının bilinmediğini de belirten Yarkadaş, “Bursa’da bu işi taksiciler odası üstlendi. İstanbul’da ise ne olacağı belli değil. Ne özel yaşam kalacak, ne de hukuk… Her anlamıyla korkutucu bir proje” dedi.
GÜVENLİK GEREKÇESİYLE ÖZEL YAŞAM İHLALİ
İBB’nin İSPARK ve İSBAK eliyle hukuk dışı bir uygulamayı Emniyet Genel Müdürlüğü’nün yönetmeliğine dayanarak hayata geçirmeye çalıştığını belirten Yarkadaş, “Emniyet’in yönetmeliği de hukuka aykırı… Hiçbir yanıyla kabul edilebilecek bir proje değil” ifadesini kullandı. CHP’li vekil, konunun takipçisi olacaklarını ve yurttaşların özel yaşamının “güvenlik” gerekçesiyle ihlal edilmesine karşı çıkacaklarını da sözlerine ekledi.

Etiketler:
CHP İstanbul Milletvekili Barış Yarkadaş İ Taksi uygulaması taksici esnafı Yazılımcı firma AKPli milletvekilinin oğlu vekilin oğlu TAM Yazılım TAM ELEKTRONİK – YAZILIM Hüseyin Tanrıverdi
Kaynak: Patronlar Dünyası

Dindarlar dincilerden çok çekti…
06 Eylül 2017
Tuncay MOLLAVEİSOĞLU

Muhabirlik yaptığım dönemde bir Hacı amcanın öyküsünü haber yapmıştım.

Pazarlarda çorap satıyor, evinin geçimine destek oluyordu.

Nur yüzlü, dini bütün, yüreği iyilikle dolu bir adamdı.

Namaz takkesini hiç başından çıkarmaz, tatil günlerinde ücretsiz toplu taşıma kartı ile İstanbul’un tarihi camilerini gezer, oralarda namaz kılıp dua ederdi.

“En büyük günah kul hakkı yemektir” derdi…

Seçim zamanları kendisine benzeyen siyasetçilere oy verirdi. Dilinden duayı ve dini söylemleri düşürmeyen siyasilere… Cuma namazlarında görüntü verenlere…

Oy verdiği siyasetçilerle ilgili olumsuz haberler duyduğunda üzülür, “Allah onları ıslah etsin” diye dua ederdi.

***

Bu iktidar döneminde en çok, Hacı amca gibi mütedeyyin, dindar, samimi insanlarımız sıkıntı yaşadılar.

Utandılar…

Çünkü görüntü ve yaşam biçimi olarak kendilerine benzeyen, aynı üslubu konuşan insanların yalan söylediklerine, halkı kandırdıklarına, yolsuzluklarına, haksızlıklarına şahit oldular!

Tarikat ve cemaat yapılarının hiç de göründükleri gibi; hizmet etmek, yardımlarda bulunmak, dinimizi öğretmek, çocukları okutmak gibi ulvi amaçlar için oluşturulmadığını, devleti ele geçirmek için birbirleri ile yarıştıklarını gördüler…

Milyarlarca dolarlık kayıt dışı ekonomik güç ile darbeye teşebbüs edenine tanık oldular…

Seçim dönemlerinde sözde din adamlarının, AKP oy alsın diye Kur’an ayetlerini dahi tahrif ettiklerine, kendi çıkarlarına göre uydurduklarına şahit oldular.

İslam dini, iktidar çevreleri tarafından ticaret ve siyasetin bir aracı, örtüsü, kaldıracı olarak kullanılıyor.

Bu insanların dilimizdeki karşılığı “dinci” dir… Dini kullanan anlamına gelir.

Dindarlık ile dincilik arasındaki fark, gece ile gündüz kadardır.

Meral Akşener öncülüğünde kurulan ve Türkiye’deki umutsuz geniş kesimlerin umudu haline dönüşen yeni parti, her şeyden önce dindar ve dinci ayrışmasını keskinleştirmelidir.

Dindar, samimi insanları istismar edenler topluma anlatılabilirse AKP’nin oy deposu olarak gördüğü bir sacayağı çökmüş olur.

“Kuzu postuna bürünmüş kurtları” gün ışığına çıkarmak da yeni partinin omuzlarında…

***

Yolsuzluk Mahkemeleri…

Çanakkale’de düzenlenen ve binlerce kişinin katıldığı Adalet Kurultayı’nda, CHP Trabzon Milletvekili Haluk Pekşen’in başkanlığındaki çalıştayda bir araya geldik.

“İhale, teşvik vb, kamu finansmanında yolsuzluklar ve adalet” konulu çalıştaya, uzun yıllardır sürdürdüğüm araştırmacı gazetecilik çalışmalarım ve kitaplarım nedeni ile davet edilmiştim.

Çalıştayda Türkiye’yi kuşatan şirketler birliğini, yani Görünmez Holding‘i anlattım. Yolsuzluk ekonomisinden elde edilen paraların, önceki iktidarlardan farklı olarak, Atatürk Türkiyesi düşmanı unsurlara, yapılanmalara, örgütlere aktarıldığını, bu nedenle yolsuzlukların Türkiye için bir millî güvenlik meselesi olduğundan söz ettim.

Beğeni ile takip ettiğim meslektaşlarım; Cumhuriyet Gazetesi’nden Çiğdem Toker, Sözcü Gazetesi’nden Zeynep Gürcanlı da aynı toplantıdaydı.

Çiğdem Toker, kendi köşesinde de yer verdiği, ihalelerde “acil durum” maddesinin altını çizerek, bu yolla aynı müteahhit firmalara ihalesiz işler verildiğini anlattı. Yap işlet devret modelinin Türkiye’ye ne kadar pahalıya patladığının da örneklerini verdi.

Zeynep Gürcanlı ise benim de ilgi ile takip ettiğim Zarrab davası, IŞİD petrolünün ticareti ile ilgili ciddi iddiaları gündeme getirdi. Burada yer olmadığı için detayına giremeyeceğim ancak CHP bu konuşmaları bir kitapçık olarak basılı hale getirecekmiş.

Devlet eski bakanı ve Millî Merkez Ankara temsilcisi Ufuk Söylemez de aynı çalıştayda çarpıcı değerlendirmeler yaptı.

Söylemez hangi başlıklarda yolsuzluklar yapıldığını sıraladıktan sonra bir öneride bulundu; “Türkiye’de yolsuzluk mahkemeleri kurulmalıdır” dedi.

Bu önerinin altına imzamı atıyorum.

Pakistan Anayasa Mahkemesi, Başbakan Navaz Şerif’i yolsuzluk iddiaları nedeni ile görevinden aldı.

Söylemez diyor ki; “Türkiye demokrasisi, Pakistan’ın bile gerisine düşürüldü!”

İlk Kurşun

CHP’li vekile göre ‘AKP’nin arpalığı’: Bakan yardımcılarına yılda 3,5 milyon lira
24/09/2017

Bakan yardımcılarının bütçeye yıllık maliyetlerinin 3,5 milyon lira olduğu bildirildi.

Cumhuriyet’ten Mustafa Çakır’ın haberine göre CHP Ankara Milletvekili Murat Emir’in bakan yardımcılarıyla ilgili sorusuna Başbakanlık İletişim Merkezi’nden (BİMER) yanıt geldi.

Buna göre bakan yardımcılarına bu yıl aylık ortalama 15 bin 562 lira ödendi. Bu da yıllık 186 bin 744 lirayı buluyor. Şu an toplamda 19 bakan yardımcısı var. Tüm bakan yardımcılarına ödenen yıllık maaş ise 3 milyon 548 bin 136 lira.

‘Ayrılmasınlar diye’

CHP’li Emir, bakan yardımcılarına oda, sekreter, özel şoför ve odacının da tahsis edildiğini söyledi.

“Bakan yardımcısı ne yapar? Koskoca bir hiç” diyen Emir, bazen bakan tarafından yetkilendirildiklerini, bazen de boş boş oturdukları kaydetti.

CHP’li vekil şöyle devam etti: “Sistemde böyle bir ihtiyaç olmaksızın oluşturulan bakan yardımcılığı, AKP’nin siyasi arpalığıdır. Bir yanda günde ortalama sekiz saat çalışıp aylık 1446 lira asgari ücrete talim ederken, diğer yandan bakan yardımcısı olup, zorunlu olmadıkça elini işe atmadan 15 bin 562 lira alacaksın. Herkesin bildiği, ‘Devletin malı deniz yemeyen domuz’ atasözümüzün neden, niçin söylendiğini düşünmeden edemiyorum.”

Emir, AKP’de yeniden milletvekili gösterilmeyenlerin, küsüp siyaseten ayrı bir yol izlemelerini engellemek amacıyla bu makama getirildiklerini kaydetti.
Diken

Akif Beki: Bakın hangisi daha dava adamı
01/11/2017

Gökçek siyaseten doğruları söyleyerek, inanmadığı halde rol keserek, koltuğu boşaltmanın gerekliliğine inanmış gibi yaparak yani oynayarak gitti.

Uğur ise içinden geldiği gibi dümdüz konuşarak, doğruculuk yaparak, gerçek kanaatini saklamayarak, söylediklerine inanarak, inanmadıklarını söylemeyerek gitmeyi seçti.

Reklam

Karşılaştırdığınızda hangisi daha düzgün, daha makbul davranış, hemen ayırt edersiniz.

Fakat ne hikmetse…

Öbürü daha şahsiyetli, daha erdemli, daha dürüst, daha saygın davranmış gibi lanse edilebiliyor.

Parti disiplini açısından, katı otoriter bir hiyerarşiye tabi olmak, yani kurşun askerlik özendirilebilir, bir kıymet ifade edebilir.

Ama kurşun askerliği dava adamlığı olarak sunmak, her şeyden önce Erdoğan’ın adam ve dava tariflerine de uymuyor.

Akif Beki’nin yazısının tamamı için: http://www.karar.com/yazarlar/akif-beki/bakin-hangisi-daha-dava-adami-5344

Dilipak'tan zehir gibi AKP yazısı: Bu gerizekalı, ahmak, alçak hainlerle uğraşmak ağır geliyor insana
08.11.2017

Abdurrahman Dilipak'tan AKP'ye çok sert eleştiriler: “Allah bunların belasını vermiş, kiminin eline kan bulaşmış, kimi uyuşturucu kullanıyor, kimi kumara sarmış. Bu gerizekalı, ahmak, alçak hainlerle uğraşmak ağır geliyor insana”
:
Akit gazetesi yazarı Abdurrahman Dilipak, bugünkü köşesinde Suudi Arabistan’ta prenslere yönelik operasyonu hatırlatarak Türkiye’deki siyasileri, iş adamlarını ve bürokratları çok sert bir dille uyardı.

Suudi Arabistan’da prenslere yapılan operasyon sonrasında mallarına el koyma işleminin ABD ve İngiltere tarafından yapıldığını belirten Abdurrahman Dilipak, şu ifadeleri kullandı:

“Bakın, bizim haksız kazanç elde eden patronlara, politikacılara, bürokratlara, belediyecilere de söylüyorum, sizin paralarınızın nerelerde olduğu biliniyor. Dubai, Katar, İsviçre, Malta, İngiliz of Shore bankaları, Hong Kong, hepsi biliniyor. İçeride bir ihbar, Panama belgelerindeki bir kayıt işinizi bitirir. ‘Parayı nereden bulduğunuz’u ispatlayamazsanız, bu hesaplar, birileri tarafından yolunduktan sonra, dünya bankasına aktarılır. Bu paranın peşine düşecek olursanız, Zarrab’ın gittiği yere giderseniz.”

“Zaten bu kafa ile giderlerse en büyük ihaneti kendileri yapmış olurlar Erdoğan’a, AK Parti’ye” diye yazan Dilipak, AKP ve AKP’ye yakın iş adamlarını da şöyle eleştirdi:

“Zaten Allah bunların belasını vermiş. Kiminin eline kan bulaşmış, kimi uyuşturucu kullanıyor, kimi kumara sarmış. Aile birkaç milyonu koymuş cebine bir sapa adam olsun diye göndermiş ama, haytaların iş yapacağı yok.. Bunların çocukları başlarına bela olacak bu gidişle.”

Dilipak yazısının son bölümünde AKP’li belediyelerdeki rüşvete de dikkat çekerek şöyle yazdı:

“Bazı yerlerde durum gerçekten vahim. İş ‘Selam verdim rüşvet değildir diye almadılar’ noktasında. İçimizdeki ‘düşman’ dışımızdakinden daha tehlikeli. Dünya ahvali böyle iken, bölgemiz kan gölüne dönmüşken, içeride bir de bu gerizekalı, ahmak, hain, alçak hainlerle uğraşmak ağır geliyor insana.”

Abdurrahman Dilipak’ın yazısının ilgili bölümü şöyle:

“Allah korusun Türkiye’de FETÖ’cüler Erdoğan’ı devirir yeniden iktidara gelme hayalleri gerçek olursa, 17/24 benzeri bir operasyonun hedefinde bugün AK Parti şemsiyesi altında zenginleşen ve rüşvetle semirenlerin başına Suudi Arabistan’daki muhaliflerin başına gelen gelir. Bırakın mallarını kurtarmayı, canlarını bile zor kurtarırlar. CHP’liler de öyle. Bu paralar geldiği gibi gider. Zaten bu kafa ile giderlerse en büyük ihaneti kendileri yapmış olurlar Erdoğan’a, AK Parti’ye. Bindikleri dalı kesmiş olurlar.

Zaten Allah bunların belasını vermiş. Kiminin eline kan bulaşmış, kimi uyuşturucu kullanıyor, kimi kumara sarmış. Aile birkaç milyonu koymuş cebine bir sapa adam olsun diye göndermiş ama, haytaların iş yapacağı yok.. Bunların çocukları başlarına bela olacak bu gidişle.

Haram para ile saadet olmaz! Ahiretleri gitti de bunların, dünyaları da gidecek. Yeryüzünde bir cennet ve ölmeyecekmiş gibi bir hayat hayal ederken, cehennemin yalazı yalar bunların suratlarını.

Keşke Erdoğan kamu güvenliği müsteşarlığı üzerinden kendi belediyelerini, kendi bakanlıklarını, CHP’li belediyeleri, tebdili kıyafetle bir denetletse. Bazı yerlerde durum gerçekten vahim. İş “Selam verdim rüşvet değildir diye almadılar” noktasında. İçimizdeki “düşman” dışımızdakinden daha tehlikeli. Dünya ahvali böyle iken, bölgemiz kan gölüne dönmüşken, içeride bir de bu gerizekalı, ahmak, hain, alçak hainlerle uğraşmak ağır geliyor insana.”

Odatv.com

"Acaba Erdoğan, şahsına böylesine bir kutsallık atfedilmesi hakkında ne düşünüyor?"
02 Aralık 2017



Cumhuriyet yazarı Özgür Mumcu, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın yakınları tarafından Man Adası'nda bulunan bir off - shore şirkete para aktarıldığı iddiasıyla ilgili olarak "Meryem Hanımefendi’ye ve Aişe annemize de iftira ettiler" diyen Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ'a tepki gösterdi.

Mumcu, şunları yazdı:

"Erdoğan kendisinin “Meryem Hanımefendi ve Aişe annemiz”le kıyaslanması ve şahsına böylesine bir kutsallık atfedilmesi hakkında ne düşünmekte? Zamanında büyük bir tevazuyla 'peygamberlik zinciri kapanmıştır' demişti. Belki bunu Bekir Bozdağ’a hatırlatmasında fayda vardır."

Özgür Mumcu'nun "Erdoğan aşkı" başlığıyla yayımlanan (2 Aralık 2017) yazısı şöyle:

Bir insanın beraber siyaset yaptığı birini sevmesi, ona hayranlık duyması gayet anlaşılabilir bir durumdur. Hele siyaseti tek bir insan üzerine kurulmuş bir partide yapıyorsanız. Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ da lideri Recep Tayyip Erdoğan’ı çok seven biri. Bozdağ, içi insan sevgisiyle dolu, insan sevmeye yer arayan bir insana benziyor.

Meclis kürsüsünde Fethullah Gülen’e olan pürüzsüz sevgisini nasıl dile getirdiğini unutmak mümkün değil: “Fethullah Gülen bu ülkenin yetiştirdiği değerli bir kıymettir. Seversiniz, sevmezsiniz ama değerli bir insandır, bilge birinsandır.”
Zirveye ulaşan sevgisi “değerli bir kıymet” gibi şahane bir ifadeyi dilimize kazandırmasına vesile olmuştu.
Sayın Erdoğan’ın oğlu, kardeşi, eniştesi, dünürü ve hemşerisinin Man Adası’ndan çıkan milyonlarca dolarına ilişkin yaptığı açıklama da sevgide yeni zirveleri zorladığını gösteriyor.
CHP Genel Başkanı’nın kamuoyuna sunduğu belgeler hakkında AKP cenahından çelişkili yorumlar geliyor. Bazen belgelerin sahteliğini öne sürüyorlar bazen basit bir ticari faaliyetin kaydı olduğunu dile getiriyorlar. Yeri geliyor ticari sırrın ifşa edildiğinden şikâyet ediyorlar.
Bozdağ ise farkını ortaya koyarak meseleyi bir ilahiyat tartışmasına getirmeyi başardı. Bir defa savunma hattını doğrudan “bunlar iftiradır” hattına çekerek, diğer arkadaşlarının tutarsız açıklamalarının yarattığı kafa karışıklığını bitirmek istedi ve ekledi:
“Hz. İsa’nın temiz ve pak annesi Meryem Hanımefendi’ye iftira etti o dönemin müfterileri. Peygamber efendimizin mübarek ve pak eşine de iftira edenleroldu. Bu iftiralara inanan maalesef insanlar da oldu. Sonra rabbim hepsinitemize çıkardı. Şimdi kimdir iftiracılar; iftiracılar münafık adamlardır.”
Neticede bir kara para aklama şüphesi, bir sebepsiz zenginleşme iddiası, bir yolsuzluk ihtimali konuşulmakta. Verilebilecek cevaplar da basit. “Öyle birşirket yok, Erdoğan’ın yakın ailesinin o para transferleriyle bir ilgisi bulunmuyor”. Ya da “Öyle bir şirket var, miktarlar da doğru ancak bunlar yasal ve meşru bir ticari ilişkiden kaynaklanıyor. Şunu aldılar, şunu sattılar. Şu hizmeti verdiler, şu hizmeti aldılar.”
Çok karışık değil yani.
Ancak sayın Erdoğan’a zamanında Gülen’e duyduğundan da daha büyük bir aşkla bağlı olduğu anlaşılan Bozdağ, cumhurbaşkanını “Meryem Hanımefendi’ye ve Aişe annemize de iftira ettiler” diye savunarak Tayyip Bey’i bir reisten öte ilahi bir kişi olarak değerlendirdiğini gösterdi.
Bozdağ, sayın Erdoğan’ı o kadar kutsal görüyor ki ona karşı çıkanları “münafık” diye tanımlamaktan çekinmiyor. Sayın Erdoğan’ın bütün muhaliflerini kâfir ilan etmesine ramak kalmış.
Ne demişti Bozdağ “Önemli görevdeki kişinin ‘yanıldım’ deme hakkı yok”. Kendisi Fethullah Gülen’i överken yanılmış mıydı yoksa önemsiz bir görevde miydi?
CHP, dün Man Adası belgelerini medyayla paylaştı. Elbette ayrıntısıyla incelenecektir. Belgeler doğru çıkarsa Bekir Bozdağ’a da müfteri, dolayısıyla münafık diyecek miyiz?
Demeyeceğiz çünkü dünyevi ve siyasi hırsları din sosuna bulayarak yutturmaya çalışmak dinbazlara özgü bir yaklaşımdır. Merak ettiğim şu. Acaba sayın Erdoğan kendisinin “Meryem Hanımefendi ve Aişe annemiz”le kıyaslanması ve şahsına böylesine bir kutsallık atfedilmesi hakkında ne düşünmekte? Zamanında büyük bir tevazuyla “peygamberlik zinciri kapanmıştır” demişti. Belki bunu Bekir Bozdağ’a hatırlatmasında fayda vardır.

T24
ETİKETLER
tayyip erdoğan bekir bozdağ aişe meryem

Aydın Engin: Sarraf başlayan haftada da ötmeye devam edecek
03/12/2017



Sanırım içlerinden aynı cümleyi daha da okkalı kılarak tekrarladılar.

Türkiye’nin cari açığını tek başına kapattığı için itibarın doruğuna yükseltilip kendisine AKP’li bakanlar eliyle ödül takdim edilen Rıza Sarraf, başlayan haftada da ötmeye devam edecek.

Bizler mide bulantısından kusma sınırında o haberleri aktaracağız. Sizler de mide bulantısından kusma sınırında okuyacaksınız.

Utanmayı çoktan unutmuş siyaset bezirgânları da ellerini yıkayıp kendilerini AKlamak için ahlaksız yalanlarının dozunu artıracaklar.

Aydın Engin’in yazısının devamı için: http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/878600/652_yillik_net_maas_kadar....html

Ahmet Hakan'dan AKP'ye '7 tane okkalı Reza sorusu'
07.12.2017



Hürriyet yazarı Ahmet Hakan, Reza Zarrab ile ilgili 'bomba gibi'dediği 7 soruyu AKP hükümetine yöneltti.Ahmet Hakan'ın ABD'deki dava başladığı günden itibaren her yazısında tepki gösterdiği Reza Zarrab'a bugünkü köşesinde de yer verdi. 7 bomba soru dediği soruları hükümete yöneltti. Hakan'ın bugünkü yazısı şöyle:

 -  SORU BİR: Reza olmadan İran’la ticaret yapılamıyor muydu? Nereden buldunuz bu herifi?*
- SORU İKİ: Bu Reza denilen şahıs sağa sola rüşvet dağıtırken alayınız uyuyor muydu?*- SORU ÜÇ: Reza’yı hiç değilse dağıttığı rüşvetler nedeniyle yargılamak mümkün değil mi?*
- SORU DÖRT: Hadi diyelim ki yargılamadınız... Hiç değilse koskoca iki bakan bu sahtekâra nasıl oldu da ödül verdi?*
- SORU BEŞ: MİT, henüz Reza’nın rezaletleri ortaya çıkmamışken hepinizi uyarmış. Niye tınmadınız?*
- SORU ALTI: Sağlam ayakkabı olmadığı gözlerinin dört dönmesinden belli olan Reza’yı nasıl oldu da elinizden kaçırdınız?*
- SORU YEDİ: Reza sahtekârının ABD ile anlaşacağını nasıl oldu da son ana kadar öğrenemediniz? Nerede bu devlet? 

KANAL D HABER’DE ZAFER ÇAĞLAYAN’A ŞÖYLE SESLENDİM

DEDİM Kİ:
Sayın Zafer Çağlayan...
Kendinize ayetle seslenmişsiniz.
Demişsiniz ki: Üzülme! Allah bizimledir.
Sayın Zafer Çağlayan...
Hem Allah hem de 45–50 milyon Euro sizinle birlikte olmaz, olamaz.
Birinden birini seçmek zorundasınız.
Ya 45-50 milyon Euro’yu seçip Allah’ı bu işlere karıştırmayacaksınız.
Ya da Allah’a sığınmayı seçip 45–50 milyon Euro konusunda hepimizi ikna edecek bir açıklama yapacaksanız.
Başka türlü olmaz.
Çünkü “Allah” ile “45-50 milyon Euro” yan yana ve bir arada durmaz, duramaz.
Evet.
Aynen böyle dedim.
*Sonuçta ne mi oldu?
Hiçbir şey.Zafer Bey’den yine tek bir kelime bile gelmedi.
Oysa kaç gündür bekliyoruz bir açıklama yapmasını. 

HAKARET DAVASI AÇIYORSANIZ“

KEMAL Kılıçdaroğlu bize hakaret etti” diye mahkemeye koşup dava açıyorsanız...
Kemal Kılıçdaroğlu’na hakaret etmemeniz gerekir.- Hem Kemal Kılıçdaroğlu’na en ağır sözlerle yüklenmek...- Hem de “Kemal Kılıçdaroğlu bize hakaret etti” diye mahkemeye koşmak...
Olmuyor.
Kemal Kılıçdaroğlu’nun sözlerine mislinin de üzerinde cevap verdikten sonra...
Mahkemeye koşulmaz.

Yazının tamamı için tıklayın: http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/ahmet-hakan/yedi-adet-bomba-gibi-reza-sorusu-40670244 

Ertuğrul Özkök: Zafer Çağlayan bal gibi rüşvet almış kardeşim
06 Aralık 2017



"Bak kardeşim, son yıllarda bu 'Allah’la aldatma' yöntemlerini çok gördük..."

Hürriyet yazarı Ertuğrul Özkök, eski Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan'ın, WhatsApp profil resmini Kuran-ı Kerim'de geçen Tevbe Suresi'nin 40'ncı ayeti "Üzülme! Çünkü Allah bizimledir" sözleriyle değişmesi hakkında yazdı. Eski Halkbank Genel Müdür Yardımcısı Hakan Atilla'nın tutuklu olarak yargılandığı davada tanık olarak ifade veren Türkiye ve İran vatandaşı iş adamı Reza Zarrab'ın ifadesinde Zafer Çağlayan hakkında söylediği "45-50 milyon euro rüşvet verdim" sözlerini hatırlatan Özkök, "Müslüman adam, Allah’a inanan adam rüşvet almaz...” İyi de almış arkadaş... Bal gibi almış... Bak kardeşim, son yıllarda bu “Allah’la aldatma” yöntemlerini çok gördük..." yorumunda bulundu.

Ertuğrul Özkök'ün "Zafer kardeşim lütfen Allah’ı karıştırma bu işe" başlığıyla yayımlanan (6 Aralık 2017) yazısının bir kısmı şöyle:

ARKADAŞ sakal bırakmış...

Façayı da ona göre ayarlamış...

Yani tam bugüne uygun mütedeyyin bir mostra...

*

Sonra da WhatsApp hesabına Arapça bir laf...

Demek istediği açık...

“Arkadaş ben Müslümanım, Allah’a inanan bir müminim...”

*

İstiyor ki cümlenin arkasını sen tamamla...

Yani de ki...

“Müslüman adam, Allah’a inanan adam rüşvet almaz...”

İyi de almış arkadaş... Bal gibi almış...

*

Bak kardeşim, son yıllarda bu “Allah’la aldatma” yöntemlerini çok gördük...

Bak adam “45-50 milyon Euro rüşvet verdim” diyor...

Üstelik bir de senin adını veriyor...

“Ona verdim” diyor...

*

Yani sen sen ol, Rabbimizi bu işe karıştırma...

Hem kimse yutmaz, hem de çok günaha girersin...

Hürriyet

"Demirel'in yanıtı Tayyip Bey'in medyada, siyasette yaptığı tüm transferlerin sırrını açıklıyor"
17 Aralık 2017



"Milliyetçiliği ayağımın altına alırım’ diyor. Senin o bacağını kırarlar"

Cumhuriyet yazarı Ahmet Tan, 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in partisine yaptığı bir "transfer"le ilgili olarak kendisine yöneltilen soruya “Orada iken bize bağırıyordu. Şimdi bizim kapıya bağlayacağız. O tarafa doğru havlayacak!” yanıtını verdiği hatırlatarak "Demirel’in yanıtı Tayyip Bey’in de medyada, siyasette yaptığı tüm “transferlerin sırrı”nı da açıklıyor" dedi.

İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, 6 Ocak 2008'de Demokrat Parti'de "genel başkanlık" görevine getirilmişti. 2009 yılında kendi isteğiyle bu görevinden ayrılan Soylu, 2012 yılında AKP'ye katılmıştı.

Kültür ve Turizm Bakanı Numan Kurtulmuş da 2010 yılında HAS Parti'nin kurucuları arasında yer almıştı. Burada AKP ve dönemin Başbakanı Tayyip Erdoğan'a "firavun", "karun" eleştirilerini yöneltmiş, 2012 yılında AKP'ye geçmişti.

Tuğrul Türkeş de, MHP Genel Başkan Yardımcılığı görevini yürüttüğü sırada partisinden ihraç edilmiş, AKP'ye katılmıştı. AKP hükümeti döneminde Başbakan Yardımcılığı da yapan Türkeş, bir dönem Erdoğan için şunları söylemişti:

"Milliyetçiliği ayağımın altına alırım’ diyor. Senin o bacağını kırarlar. Başbakan olan şahıs, ‘Kriptolu telefonumu dinlediler’ diyor. E, sen de sana devletin güvenlik için verdiği telefonu oğlunla para transferi için kullanma. Benim tek talebim onun yargılanmasıdır. Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanı teröristbaşı ile Türkiye’nin yarınını görüşüyor. Bizans dahi birçok AKP’liden daha millidir,daha Türktür.”

Ahmet Tan'ın "Yaşasın yine adalet" başlığıyla yayımlanan (17 Aralık 2017) yazısı şöyle:

Adaletin kırıntısı bile yetiyor bazen, rahat bir nefes almak için.
2011’de açılan bir dava nihayet sonuçlandı. Anayasa Mahkemesi “siyasetçilere ve tanınmış kişilere”, “dönek - inek” demenin hakaret olmadığına karar verdi.
Yaşasın!
Artık tüm döneklere inek, tüm ineklere de dönek diyebileceğiz.
Ama hayvan haklarına duyarlı iseniz ya da cinsiyet ayrımcılığını ayıp sayıyorsanız, inek yerine öküz de diyebilirsiniz.
Ama en doğrusu inek veya öküz gibi masum bir evcil yaratık yerine vahşi bir hayvanın adını da zikretmek!
Artık bu keyifet sizin adaletinize, asaletinize ve muhatabınızın cibilliyet derecesine kalmış.

***

Dönek - inek sözünü haklı kılmak için Anayasa Mahkemesi’nin aradığı bir tek şart var:
O sözün “halka mal olmuş” kişi veya kişilere söylenmiş olması.
“Halka mal olmak” demek, muhatabınızın, “malın gözü” olması yani işbilir, işbitirir siyasetçi, gazeteci, TV yorumcusu, medya patronu falan olması demek...
Eğer dönek - inek lafını, konkenden vazgeçip briçte karar kılan baldızınıza veya tavlayı bırakıp okeye dadanan eski Fenerli, yeni Beşiktaşlı işsiz güçsüz kayınbiraderinize söylemişseniz, yasanın koruması altında değilsiniz.
İneklik apayrı bir mevzu.
Döneklik ise yüksek siyasette, medyada ve elbette iş dünyasında yükselmenin en kestirme yolu - yöntemi.
Döneklik iki tarafa yarar sağlayan bir etkinlik. Yani tam bir “vin-vin” pozisyonu.
Bu pozisyonun hikmetini, bendenize göre, pratik siyaset hayatımızın filozofu sayılması gereken merhum Süleyman Demirel “Siyasi partiler iyi ahlak derneği değildir!” diye açıklardı.
Çok şaşırtan bir transferden sonra Demirel’e soruyorlar:
- Neden partiye aldınız o milletvekilini? Size ve partimize sövüp duruyordu, demediği kalmamıştı!
Demirel’in yanıtı Tayyip Bey’in de medyada, siyasette yaptığı tüm “transferlerin sırrı”nı da açıklıyor:
“Orada iken bize bağırıyordu. Şimdi bizim kapıya bağlayacağız. O tarafa doğru havlayacak!”

***

Okurlarımız, lütfen saygısızlık saymasınlar, naçizane pazar bulmacası sunuyoruz:
“Ey Recep Tayyip Erdoğan, boyun eğdin, emir eri oldun, milletin ümitlerini boşa çıkardın. Boyan döküldü Tayip Erdoğan!” (31 Aralık 2008)
“Yolsuzluklarla mücadele edeceğim diyen hükümet, Türkiye’yi yolsuzluk çukuru içine batırdı!” (25 Şubat) “Başbakan at üstünde durmayı nasılbeceremediyse, ülke yönetmeyi de aynı şekilde beceremedi. Bunların paçalarından yolsuzluk akıyor. Ey Recep Tayyip Erdoğan, boyun eğdin, emir eri oldun, boyan döküldü!” (2009)

***

“İsrail BM’de en büyük zaferini AKP sayesinde kazandı. Erdoğan’ın kalbi Hz. Ali diyor, dili Muaviye!”
“Harun olmaya geldiler, Karun oldular. Biz AKP gibi firavunlaşmayacağız.” (11.01.2009)

***

“‘Milliyetçiliği ayağımın altına alırım’ diyor. Senin o bacağını kırarlar. Başbakan olan şahıs, ‘Kriptolu telefonumu dinlediler’ diyor. E, sen de sana devletin güvenlik için verdiği telefonu oğlunla para transferi için kullanma. Benim tek talebim onun yargılanmasıdır. Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanı teröristbaşı ile Türkiye’nin yarınını görüşüyor. Bizans dahi birçok AKP’liden daha millidir,daha Türktür.”

T24
ETİKETLER
tayyip erdoğan sÜleyman soylu numan kurtulmuş tuğrul türkeş akp

Akşener isim vermedi: İlçe belediye başkanının 1500 dairesi olur mu?
21/12/2017



İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener, bir belediye başkanının 1500 dairesi olduğunu öne sürdü.

Tekirdağ’da ziyaretinde konuşan Akşener, parası olan ‘FETÖ’ tutuklularının tahliye olduğunu, olmayanların içeride kaldığını iddia etti.

Akşener, “Garibanları attılar hapse, zenginler kaçtı. Şimdi bir FETÖ borsası oluştu” dedi.

‘1500 dairesi var’

İYİ Parti lideri, isim vermeden şunları söyledi: “Belediyeler eliyle sizin haklarınızı gasp ettiler. Belediyeler eliyle oluşturulan rantların… Bir tane küçücük ilçe belediye başkanının 1500 dairesi olur mu? Haram zıkkım olsun. Bu yolsuzlukların üzerine gitmek ant olsun, şart olsun.”

Diken

Vekillere Boğaz'da paşa çiftliği: İstanbul Beykoz Korusu’ndaki Sultan Selim Han Kadim Vakfı mülkiyetine kayıtlı ve ‘Boğaziçi doğal ve tarihi sit alanı’ Abraham Paşa Çiftliği, milletvekilleri için 'sosyal tesis' oluyor
19 Ocak 2018



Vakıflar Genel Müdürlüğü, orman içindeki çiftliği ‘Biyoçeşitlilik, Geofit (yumrulu çiçekler) Merkezi’ olarak planlayan Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’ndaki tahsisi kaldırdı.

Mevcut ve eski milletvekilleri ile aileleri, Ankara dışında sosyal tesis olarak İstanbul Konukevi, Florya Atatürk Köşkü, Beşiktaş Misafirhanesi ve Yalova Termal Tesisleri’ni kullanıyorlar.

AKP’nin hazırladığı bir teklif ise milletvekilleri ile eski vekillerin, kamuya ait tüm sosyal tesis ve imkânlardan yararlanmalarını öngörüyor. Bu teklif henüz yasalaşmayı beklerken, Meclis yönetimi ‘Abraham Paşa’ projesini uygulamaya koydu.

Meclis Başkanlık Divanı’nda yapılan sunuma göre, koruma altında bulunan 265 dönümlük Beykoz Fidanlığı içindeki Abraham Paşa Çiftliği Meclis’e tahsis edilecek. Bülent Sarıoğlu imzasıyla Hürriyet gazetesinde yayınlanan habere göre; Beykoz sahilinin kıyısında ve ormanın içinde bulunan arazinin büyük bölümü Sultan Selim Han Kadim Vakfı mülkiyetine kayıtlı ve ‘Boğaziçi doğal ve tarihi sit alanı’ olarak 1974’ten beri tescilli.
BİYOÇEŞİTLİLİK PARKI
Abraham Paşa Çiftliği’ndeki binalar, İstanbul İl Özel İdaresi’nce rölöve, restitüsyon ve restorasyon projelerine uygun olarak tadil edildi. Büyükşehir yasasıyla il özel idarelerinin kapatılmasının ardından Vakıflar Genel Müdürlüğü, çiftliği Tarım Bakanlığı’na kiraladı. Bakanlık, Bitkisel Biyoçeşitlilik, Geofit Merkezi yapılmak üzere sosyal tesis, misafirhane, otel, seminer ve restoran olarak mekan planlamasını bitirdi.
Restorasyon işinin yüzde 95 oranında tamamlanmasının ardından devreye giren Meclis, kalan işleri milletvekillerinin kullanımına uygun olarak düzenleyecek. Otel ve sosyal tesiste Meclis personeli görevlendirilecek. Fidanlık içinde TBMM sosyal tesisi olarak kullanılacak bölümün 40 dönüme yakın olacağı öğrenildi. Çiftlik binalarına giden toprak yol genişletilerek asfaltla birleştirilecek. Çalışmalar için en az 10 milyon lira daha harcanacağı tahmin ediliyor.

Kaynak: Patronlar Dünyası
Etiketler:
İstanbul Beykoz Korusu Abraham Paşa Çiftliği milletvekilleri için sosyal tesis

Cumhurbaşkanlığı Kurumsal İletişim Başkanı'ndan Kılıçdaroğlu'na hakaret: Alçak ve gerizekalı!..
29 Ocak 2018



Kılıçdaroğlu, "TSK'nın ÖSO ile birlikte anılmasını içime sindiremiyorum" açıklamasında bulunmuştu

Kılıçdaroğlu: Suriye ile şu veya bu şekilde ilişki kurmalıyız

Cumhurbaşkanlığı Kurumsal İletişim Başkanı Mücahit Küçükyılmaz, sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımda, "Ordunun başarısı ÖSO'ya devredilemez" ve "TSK'nın ÖSO ile birlikte anılmasını içime sindiremiyorum" diyen CHP Genel Başkan'ı Kemal Kılıçdaroğlu'na hakarette bulundu.

Küçükyılmaz, Twitter'daki kişisel hesabından yaptığı paylaşımda "Popülizmin, demagojinin, ikiyüzlülüğün CHP Liderinden neşet eden en alçak ve gerizekalıca halini aşağıdaki satırlarda bulabilirsiniz!" ifadelerine yer verdi.



"TSK'nın başarısı ÖSO'ya devredilemez"

Ankara'da bazı medya temsilcileriyle bir araya gelen CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu, Suriye'nin Afrin bölgesine başlatılan Zeytin Dalı Harekâtı'nın ÖSO birlikleriyle yürütülmesini eleştirip "Biz ordumuzun kahramanlığını ÖSO'ya devretmeye çalışıyoruz. Neden? Kimdir OSÖ, elinde Türk bayrağı. Bizim ordumuz orada. Ordu ÖSO'nun arkasına neden gizlenir? Hangi gerekçelerle gizlenir. Ordunun başarısı ÖSO'ya devredilemez. Kahraman Ordumuzun ile ÖSO'nun birlikte anılmasını içime sindiremiyorum. Koskoca TSK ikinci planda sanki ÖSO birinci planda" açıklamasında bulunmuştu.

T24
ETİKETLER
cumhurbaşkanlığı kurumsal İletişim başkanı mücahit küçükyılmaz chp kemal kılıçdaroğlu Öso hakaret

Eski AKP'li vekil tepkili: Hakkım haram olsun!
27 Ocak 2018

"Düne kadar FETÖ ile aşk yaşayanlar, yukarı makamlarda olmamızı engelledi"

Eski AKP Diyarbakır Milletvekili Cuma İçten, sosyal medya hesabında paylaştığı "Hakkım haram olsun" başlıklı yazıda “Makam sahibi olduktan sonra; sadece kendini o makama oturtanlara kul köle olup yalakalık yaparak tutunmaya çalışanlara, kamera ve basın karşısında; şirin, sempatik, hoşgörülü durup, özü ile başbaşa kalınca; nefret, kibir kusanlar, geçmişini inkar, reddedenlere hakkım haram olsun" ifadesini kullandı.

Yazısında yapıldığını iddia ettiği torpillere de değinen İçten şu ifadeleri kullandı:

“Üst düzey rütbesi olan; milletin oyu ile makamı işgal edenler, makamları kendi yakınlarına özel işlerine imtiyaz edenlere, makam gücü ile; eşini, dostunu, akrabasını kayıranlara, özel işlerini yapanlara, sonrada pişkin pişkin Allah kitap diyenlere hakkımı haram ediyorum.

"Devletin makamlara verdiği imtiyazlar ile; çocuklarını ve eşini devletin tahsis ettiği araç ve şoförler ile okullara ve özel işlere yollayan, bunları özel işleri için kullananlar, makam gideri göstererek tıksırana, tiksirene kadar yiyip içenlere bir vergi mükellefi olarak açıktan hakkımı haram ediyorum."

"Devletin maaş, makam, araç, iletişim, lojistik, harcırah imkanlarını kendi siyasi işlerine yatıranlara, makamı başkalarına zülüm etmek için kullananlara, tepeden bakanlara, halk ile muhatap olmaktan kaçanlara, kibirli davrananlara hakkımı haram ediyorum. Hadi keyfini çıkarın bakalım.”

"Siyasilere yönelik çok ağır ifadeler kullanan İçten, “Makamı ve imtiyazları koruma adına; üstlerine hakkı ve gerçeği söylemeyen, aksine yalakalık yapanlara, haksızlık karşısında susanlara, liyakata bakmayanlara, devletten maaş alıp devletine, milletine, vatanına ihanet edenlere hakkım haram olsun”

"Bunlara prim veren yönetimlere hakkım haram olsun"

“Makam sahibi olduktan sonra; sadece kendini o makama oturtanlara kul köle olup yalakalık yaparak tutunmaya çalışanlara, kamera ve basın karşısında; şirin, sempatik, hoşgörülü durup, özü ile başbaşa kalınca; nefret, kibir kusanlar, geçmişini inkar, ret edenlere hakkım haram
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Pts Oca 29, 2018 10:26 pm tarihinde değiştirildi, toplam 9 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Pts Ksm 13, 2017 11:38 pm    Mesaj konusu: Ömer Dinçer: "Siyaset akıl, bilgi ve ahlakla olur" Alıntıyla Cevap Gönder

Ömer Dinçer: "Siyaset akıl, bilgi ve ahlakla olur"
13 Kasım 2017



Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın başbakanlık görevini üstlendiği dönemdeki ilk Başbakanlık Müsteşarı olan Ömer Dinçer, Türkiye'nin önemli sorunlarından birinin 'ahlak' olduğunu söyledi. “Adalet' ve 'nitelik toplumumuzun önemli iki sorunudur ve her ikisi de ahlakla yakından ilgilidir" diyen Dinçer, İş Ahlakı Zirvesi'ne katılan bir konuşmacıdan anektod paylaşarak, "Dikkat edin sizi aldatmasınlar" ifadesini kullandı.

Habertürk yazarı Ömer Dinçer'in, "Pabucu dama atılmak" başlığıyla (13 Kasım 2017) yayımlanan yazısı şöyle:

Bu başlık sizi yanıltmasın, gözden düşen ve zorla istifa ettirilen belediye başkanları veya AK Parti il ve ilçe başkanları hakkında yazmayacağım.

Bu başlık, geçen hafta Türkiye İktisadi Girişim ve İş Ahlakı Derneği (İGİAD) tarafından gerçekleştirilen “İş Ahlakı Zirvesi”yle ilgili.

İş ahlakı konusunda duyarlılığın artırılmasını, iyi uygulama örneklerinin kamuoyuna taşınmasını ve işlerin hilesiz yapılmasını amaçlayan dernek, her yıl tekrar ettiği zirveyle iş dünyasının ve çalışma hayatının çeşitli ahlaki boyutlarını tartışmaya açıyor.

Bu yıl “üretim sürecinde iş ahlakı” çalışma konusu yapılmıştı. Mal ve hizmet üretiminde amir-memur, işveren-işçi ve tedarikçi-müşteri gruplarına düşen ahlaki sorumluluklar ve uygun davranışlar gündeme taşınmaya çalışıldı.

Doğrusu ahlak (özellikle iş ahlakı) ülkemizin önemli sorunlarından biridir. Bu dönemde, “adalet” ve “nitelik” toplumumuzun önemli iki sorunudur ve her ikisi de ahlakla yakından ilgilidir.

Dikkat edin sizi aldatmasınlar

Konuşmacılardan biri olan Sayın Mehmet Büyükekşi, güzel bir anekdot anlattı:

“Eski günlerden birinde, evinin ihtiyaçları için buğday almaya giden bir köylü yolda arkadaşıyla karşılaşır. Arkadaşı ona buğdayı kimden alacağını sorar. Köylü buğday pazarından ve Mehmet Efendi’den alacağını söyler. Arkadaşı köylüyü, ‘Dikkat et! Mehmet Efendi seni aldatmasın’ diye uyarır. Kafasında bin bir soruyla Mehmet Efendi’nin ticarethanesine varan köylü talebini dile getirir. Mehmet Efendi köylüye oturduğu yerden, ‘Ambara geç, orada kantar da var, istediğin kadar tart; buğdayın kg/fiyatı da X liradır’ der. Köylü şaşkınlık içinde ambara geçer, alacağı buğdayı tartar, arkadaşının söyledikleri kulağında, ama şüpheyle çuvalına birkaç kilo da fazladan buğday koyar. Dönüş yolunda tekrar aynı arkadaşıyla karşılaşınca, Mehmet Efendi hakkında bulunduğu bühtanın yersiz olduğunu, kendi buğdayını kendisinin tarttığını ve uygun fiyatla aldığını söyler. ‘Hatta’ der, ‘Ambara gelmemişti, ben birkaç kilo da fazla tarttım, onu aldattım’. Arkadaşı köylüye üzüntü içinde şöyle der: Seni o kadar ikaz ettim, ‘Dikkat et, seni aldatmasın’ diye, yine seni aldatmış.”

Siyaset akıl, bilgi ve ahlakla olur

Kınalızade Ali Efendi, Ahlak-ı Alai adlı eserinde, erdem kavramınıNasiruddin Tusi’ye atıfla “Eşyayı layığı ne ise öyle bilmek, ef’ali (fiilleri) layığı ne ise öyle kılmak” diye tarif ediyor. Yani nesneleri kendi gerçeği ile bilmek, davranışları ise en doğru, en iyi ve en güzel şekliyle yapmak.

Bu tanımda üç unsur öne çıkıyor: Akıl, bilgi ve ahlak. Eşya akıl ve bilgi ile davranışlar ise ahlak ile layığını buluyor.

Yusuf Has Hacib, Kutadgu Bilig’de “İyiyi seçmek için kişinin akıllı olması gerektir/ İşini iyi yapabilmek için bilgili...” diyor.

Yönetim biliminin amacı “Etkili ve verimli olmak” diye açıklanır: Etkili olmak doğru işi yapmakla, verimli olmak ise işi doğru yapmakla ilgilidir.

Yeniden Kınalızade’nin erdem tanımına dönüp tersine bir okuma yapalım. Eşyayı layığı ile bilmemek ya akıldışıdır ya da bilgisizlik; ef’ali layığı ile yapmamak ise ahlakdışı.

Zirvenin özeti, iyi iş ve yönetimin, “doğru işi doğru yapmakla” ilgili olduğu ve bunun da akıl, bilgi ve ahlakla gerçekleşebileceğidir.

Bu tanımı siyaset üzerinden açıklayacak olursak: Doğru siyaset akılla seçiliyor, siyaseti doğru yapmak bilgiyle, halk ve Hakk nezdinde meşru olması ise ahlakla mümkün oluyor.

Doğru siyaset yapmayanlar, siyaseti doğru yapamayanlar ve yaptıkları siyasette Hakk’ın ve halkın onayını alamayanlar için eksik olanı bulmak size kalıyor.

T24
ETİKETLER
ömer dinçer ahlak adalet nitelik dikkat edin sizi aldatmasınlar iş ahlakı zirvesi haber

Erdoğan'dan Kılıçdaroğlu'na: İspat et, Cumhurbaşkanlığı makamında durmayacağım
26.11.2017



Sputnik'in haberine göre; Cumhurbaşkanı Erdoğan, 'Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü' kapsamında düzenlenen etkinlikte konuştu. CHP lideri Kılıçdaroğlu'nun iddialarıyla ilgili konuşan Erdoğan, "Çocuklarım, kardeşim, eniştem, dünürüm yurtdışına milyonlarca dolar para göndermiş. Artık ismini anmaya dahi tenezzül etmediğim bu zata soruyorum, iddiaların belgesi var mı, varsa çıkart milletin önüne ben hemen gereğini yapayım. İspatlayamazsan siyaseti bırakman lazım. İspatlarsan hem siyaseti hem Cumhurbaşkanlığı makamını bırakacağım" dedi.

'İDDİALARININ BELGESİ VARSA ÇIKART MİLLETİN ÖNÜNE, GEREĞİNİ YAPAYIM'

Erdoğan ayrıca konuşmasında Kılıçdaroğlu'nun dile getirmiş olduğu iddiaları sert bir dille eleştirdi:

"Bu zat ayrıca müfterider, hicap duygusu gelişmemiş bir yüzsüzdür. Ailem ve şahsım hakkında aslı astarı olmayan yalanlar üretiyor. Geçtiğimiz günlerde yine çirkin yüzünü gösterdi. Meclis kürsüsünden iftiraları sıraladı. Çocuklarım, kardeşim, eniştem, dünürüm yurtdışına milyonlarca dolar para göndermiş. Daha önce de benim 3 milyar dolar param olduğunu iddia etmişti. Hangi hukuk ekolüne bakarsanız bakın, müddei iddiasını ispatla mükelleftir. Artık ismini anmaya dahi tenezzül etmediğim bu zata soruyorum, iddiaların belgesi var mı, varsa çıkart milletin önüne ben hemen gereğini yapayım. Yoksa çık milletin önüne iftira ettiğini söyle, özür dile. Aksi takdirde iftiracı durumuna düşeceksin.

Yüreğinde utanma duygusu olan birisi bu sözler karşısında iki yoldan birini seçer. Bu söylediğim sözlerin hepsini de yutup üç gün sonra aynı yanaları tekrarlamayı sürdürecek. Tayyip Erdoğan'ın yurtdışında 1 kuruş parası varsa, çıksın bunu ispat etsin. İspat ettiği anda Cumhurbaşkanlığı makamında bir dakika durmayacağımın taahhüdünü veriyorum. Bunu ispat edemeyen Kemal o makamında duracak mı? O da taahhüdünü versin. Millet senin ne olduğunu gördü. Hangi bankada yurtdışında hesabım var, onu ispatla. İspatlayamazsan siyaseti bırakman lazım. İspatlarsan hem siyaseti hem Cumhurbaşkanlığı makamını bırakacağım. Hodri meydan. Bu zatı milletimize ve özellikle de kadınlarımıza havale ediyorum."

CHP'den ERdoğan'a: Yarın televizyon başına geç

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’na yurt dışı banka hesaplarına ilişkin “İspatlarsan, ben hem siyaseti hem cumhurbaşkanlığı makamını bırakacağım. Hodri meydan" sözlerine CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu yarın Meclis gurup toplantısında yanıt verecek. CHP Grup Başkanvekili Özgür Özel, Meclis’te bugün düzenlediği basın toplantısında, “Yarın milletin önüne belgelerin çıkışını, milletin önünde bu konunun konuşulduğunu izleyeceksiniz” dedi. Özel, Erdoğan’ı yarın televizyon başına geçmeye davet etti.
Ana Haber

Kılıçdaroğlu, "İspat et, istifa ederim" diyen Erdoğan'a dekontları gösterdi: Haysiyetli bir adamsan gereğini yap!
28 Kasım 2017



"Erdoğan'ın dünürü ve oğlu, vergi cennetine milyonlarca dolar para aktardı"

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, "yurt dışına milyonlarca lira kaçırdığını" iddia ettiği Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın "İspat et, istifa ederim" çıkışına yanıt verdi. Man Adası'nda kurulan bir off - shore şirkete Erdoğan'ın eniştesi, dünürü, eski özel kalem müdürü ve oğlu tarafından on milyonlarca dolar aktarıldığını iddia eden Kılıçdaroğlu, canlı yayında swift kodlarının da yer aldığı birtakım banka dekontlarını gösterdi. Erdoğan'a yönelik çağrısında "Haysiyetli bir adamsan gereğini yap" dedi.

Erdoğan'a "Ne yerlisin, ne millisin" diye seslenen Kılıçdaroğlu, sözlerine şöyle devam etti:

"Şimdi diyecekler ki, 'Bu belgeler bilmem kim falan ajan verdi' Bunların tamamı bankaların resmi kayıtlarıdır, sadece Türkiye’de değil, o şirketlerde de kayıtları var. Hiç sağa sola kaçmaya gerek yok. Nokta."

​Kılıçdaroğlu'nun açıklamaları sırasında salondan "Tayyip istifa" sesleri yükseldi.

Erdoğan, "Saçmalığın dik alası" demişti

CHP Grup Başkanvekili Özgür Özel, Erdoğan - Kılıçdaroğlu polemiğine ilişkin olarak dün (27 Kasım 2017) yaptığı açıklamada "Cumhurbaşkanı pür dikkat izlesin" ifadesine yer vermişti. Erdoğan ise, Kılıçdaroğlu'nun elinde herhangi bir belgenin olmadığını vurgulayarak "Enişteye, dünüre girmek saçmalığın dik alası, müfterilere meydanı bırakmayalım" diye konuşmuştu.

"Önerge verdik, reddedildi"

Başbakan Binali Yıldırım'ın oğullarının adının, "Paradise Papers" olarak adlandırılan belgelerde yer aldığını hatırlatan Kılıçdaroğlu, "Vergi vermemek için vergi cennetlerinde şirketler kuruyorlar. Binali Bey, 'araştırılsın' dedi. Önerge verdik. Anında reddedildi" dedi.

"Tahir Elçi'nin failleri hâlâ bulunamadı"

Kılıçdaroğlu, partisinin grup toplantısındaki açıklamalarına, iki yıl önce Dört Ayaklı Minare önünde öldürülen eski Diyarbakır Barosu Başkanı Tahir Elçi'yi anarak başladı. Kılıçdaroğlu, "Fail hâlâ bulunamadı. Faili meçhul cinayetler yakın tarihimizin kara sayfalarıdır. Dileriz katilleri bir an önce bulunur ve yargı önüne çıkar" dedi.

Kılıçdaroğlu'nun açıklamaları şöyle:

"Şimdi sıra geldi kutuyu açmaya"

Şimdi geliyoruz kutuyu açmaya. Hikaye anlatacağım size. Çorum’da bir konuşma yaptım, Erdoğan’a bazı sorular sordum. Sonra 21 Kasım’da bu grupta yine sorular sordum. Soruyu aynen okuyorum. “Çocuklarının, dünürünün, eniştenin, kardeşinin, eski özel kalem müdürünün vergi cennetlerinde kurulan bir şirkete milyonlarca dolar para gönderdiklerini biliyor musun? Yerli ve milli isen bunun cevabını vereceksin” dedim.

"Yanına bir doktor al"

Aradan süre geçti, tık yok. Ben de merak ediyorum niye tık yok. Sonra gazetelerde bir haber okudum. 1,5 milyonluk dava açmış. Vah vah vah ne kadar korktum bilemezsin. Dava açsan ne olur açmasan ne olur. Sen benim soruma adam gibi cevap ver. Sanırım beyefendi de beni dinliyordun. Erdoğan’a tavsiyem yanına bir doktor al, doktor da yanında olsun.

"Beni tanımıyor"

Suriyelilere 30 milyar dolar harcadığını söylüyor. 30 milyar doları nereye harcadın? Ben bilmiyorum, milletvekilleri bilmiyor. Nereye gitti bu 30 milyar dolar. Bir daha sorayım, gözlerinden öperek bir soru daha soruyorum. 30 milyar doları ne zaman, nerede, kimin için harcadın? Cevabını alacağız. Sonra çıktı Balıkesir’de bunu ispat et dedi. Güzel ispat edelim. Beni tanımıyor öyle anlaşılıyor.

"O yönetim kurulu toplantılarının tutanakları bizde"

1 Ağustos 2011, Man adası devletinde bir şirket kurulur. Evet küçücük bir ada. Burada bir şirket kurulur, Belvev Limited Şirket. Onun kuruluş senedi de bizde. Noter tasdikini onlar yapmış, ben yapmadım. Bu şirket 1 ağustos 2 Ağustos tarihlerinde yönetim kurulu toplantısı yapar.

Bir kişiden oluşmaktadır, Sıdkı Ayan. O yönetim kurulu toplantılarının tutanakları da bizde. Ayrıca bu kişinin 1 sterlinlik, yönetim kurulu bir kişi, Sıdkı Ayan. Adresini de vereyim, Reşitpaşa caddesi, yol sokak Sarıyer-İstanbul. 1 sterlinlik bir şirket. Ona ait olduğuna dair, hem Türkiye’den hem de Man Adası'nın kayıtları var. 15 Kasım 2011’de bu şirketi Kasım Öztaş’a devreder. Kasım Öztaş kimdir? Sait Halimpaşa caddesi – Yeniköy-İstanbul adresinde oturuyor. Ben Erdoğan’a bir soru soruyorum, tekrar. Sıdkı Ayan kimdir tanıyor musun? Eminim benden çok daha iyi biliyorsun kim olduğunu. Peki bu Kasım Öztaş’ı tanıyor musun?

"Niye gönderir senin kardeşin?"

Bu şirketin bütün kayıtları bizim elimizde. Diyeceksiniz ki bu şirket, bu şirkete para gitti mi? Para gitti mi? Evet gitti. 15,12-2011 tarihinde Ziya İlgen, 2,5 milyon dolar Belvey şirketine para gönderiyorlar. 1 sterlinlik, 1 kişilik. 15,12,2011 tarihinde Mustafa Erdoğan, 2,5 milyon dolar para gönderiyor. Niye gönderir senin kardeşin? Gariban ölüsü için kefen alırken yüzde 18 öder, sen 2,5 milyonu nasıl gönderiyorsun. 26,12-2011 tarihi Ziya İlgen 1 milyon 250 bin para gönderir. Mustafa Erdoğan 1 milyon 250

27,12,2011 Osman Ketenci, dünür dedim ya. Bu da 1 milyon 250 bin dolar gönderiyor. Mustafa Gündoğan, 1 milyon 250 bin. Dedim ya eski özel kalem müdürü. 28,12,2011 Osman Ketenci 1 milyon dolar. Ahmet Burak Erdoğan, oğlu. 1 milyon 450 bin dolar.

"Diyeceksiniz ki bu swift mesajı ne demek?"

Ahmet Burak Erdoğan, 2 milyon 300 bin dolar gönderiyor. Şimdi diyecekler ki, bunların belgesi var mı? Bütün bu paraların swift mesajları elimizde. Diyeceksiniz ki, bu swift mesajı ne demek. Bankacılara sorduk, yurtdışına dolar gönderirken bu mesajla gönderiyorsunuz. Hepsi elimizde. Bu beni tatmin etmez dedim. Ne lazım bana? Bankaların dekontu lazım dedim. Bu paranın gönderildiği dekontlar. Şimdi diyecekler ki, bu belgeler, ajan verdi şudur budur. Bunların tamamı bankaların resmi kayıtlarıdır. O şirketlerin de kayıtlarında var. hepsinde var, hiç sağa sola kaçmaya gerek yok. Haysiyetli bir adamsan gereğini yapacaksın, nokta.

"Samsun'da Kübra bebek, açlıktan öldü"

Evet, bana soruyorlar. “Neden Erdoğan’a bunu söylüyorsun, neden kızıyorsun Erdoğan’a…” Ben bu ülkenin bir vatandaşı olarak Konya Ereğli’de 40 günlük bebek zatürreden öldü. Ve aralık ayında camı kırıktı. O bebeğin hakkını savunmak için ben bunları soruyorum. Samsun’da 2,5 aylık Kübra bebek açıktan öldü. Van Gürpınar’da bir baba 16 kilometrelik yolu sırtında çocuğunun cesediyle gitti. Ben onların hakkını savunmak için sana bu soruyu soruyorum.

Devleti yönetenlerin vatandaşlara örnek olması lazım. Vatandaşa diyeceksin ki, vergi ver, vermezsen 3 misli ceza keseceğim. Ama kendi çocuklarını başka adada şirket kurduracaksın, sonra milyonlarca dolar göndereceksin. Sonra ‘dolarlarınızı bozdurun, biz yerli ve milliyiz’ diyeceksin. Sen ne yerlisin ne millisin, sen gayri millisin.

"Ben ispat ettim, şimdi söyle bakalım alçak kim?"

Gayri milli bir hükümet parafından yönetiliyoruz. Bütün AK Partili kardeşlerime sesleniyorum. Benim bir hatam varsa söyleyin, alınmam. Ama yıllar yılı size gelip ahkam kesen, din iman edebiyatı yapar, vergi verin der, dolarınızı bozdurun der. Kendisi alır çocuklarıyla beraber yurtdışına gider, paralar oraya gider. “İspat etmezsen alçaksın” diyorlar. Ben ispat ettim, şimdi söyle bakayım alçak kim?

Gözünü sevdiğim Erdoğan sen kamyon şoförlerini dinledin mi? mazottan alınan vergiyi biliyor musun sen? Çiftçinin mazotundan kaç lira KDV ÖTV alınıyor biliyor musun sen? Ona gelince parayı alıyorsun, sırtına yıkıyorsun bütün vergiyi. Senin çocukların, enişten, dünürün parayı dışarı götürecek. Kılıçdaroğlu ağzına bant çekecek… Ben bunu yapmam. Niçin? Haksızlıklar karşısında susan dilsiz şeytandır.

"Sen Türkiye'yi yönetemiyorsun"

Umarım, sayın Erdoğan’ın yanında doktoru vardır. Sinirlerine hakim oluyordur umarım. Sevgili Erdoğan, sen Türkiye’yi yönetemiyorsun, felakete sürüklüyorsun. Ben senin bildiğin susan, iki tane koltuk verdik oturur sesini keser diyen adam değilim ben. Ben bu milletin evladıyım.

"En büyük kötülüğü Erdoğan'a siz yapıyorsunuz"

Havuz medyasına da seslenmek isterim. En büyük kötülüğü Erdoğan’a siz yapıyorsunuz. Sizde vicdan ahlak yok mu? Daha belgeleri görmeden bunlar sahte… niye sahte olsun ya? Bankadan gidiyor ya. Nereye gidiyor Man adasına gidiyor.

Ama ikinci soruma bir cevap gelmedi. İkinci sorumu unuttun mu? 30 milyar dolar Suriyelilere para harcadığını söylüyorsun. 1 dolar değil, 5 dolar değil, 100 milyon dolar değil, 30 milyar dolar harcadım diyorsun. Kimin için, nerede, ne zaman harcadın? Tüyü bitmemiş yetimin hakkı var. O da adalet istiyor. Adalet için konuşacaksın kardeşim.

Grup toplantısından notlar

Kılıçdaroğlu'nun grup toplantısında dile getirdiği diğer konular şöyle:

Türkiye, hak hukuk adalet isteyenlerle gurur duyuyoruz. Keyifli bir grup toplantısı yapacağız. Doğrudur, Türkiye’de beni seven sevmeyen herkes dikkatle dinliyor bu grup toplantısı. Ben de bu çerçevede açıklamalarda bulunacağım. Önce izin verirseniz bir iki konuya kısaca değineyim.

"Tahir Elçi'nin failleri hâlâ bulunamadı"

Bunlardan birisi Tahir Elçi. Diyarbakır Baro Başkanı’ydı. 28 Kasım 2015’te dört ayaklı minarenin önünde basın toplantısı yaptı ve ayrılırken bir kurşunla hayatını kaybetti, faili meçhul bir cinayete kurban gitti. Söz verdiler faili bulacağız diye. Her taraf polis kaynıyordu, kameralar vardı. Faili hala bulunamamış. Umarım katilleri bir an önce bulunur yargının önüne çıkarılır.

"Senin tütün hakkını koruyacak tek parti CHP"

Tütün üreticilerinin derdini dile getirmiştim. Adıyaman’da yürüyüş yapmak istediler. ‘Provokasyon’ diye polis, özel harekat ve jandarma müdahale etti. Kabahat bunlara talimat verenlerde. Ya kimsenin camı çerçevesi inmedi, herhangi bir kişiye sataşma olmadı, ellerinde Türk bayrakları ve sadece tütün var. Orantısız bir müdahale oldu. Buradan bütün tütün üreticisi kardeşlerime sesleniyorum, senin tütün hakkını koruyacak olan partinin adı CHP’dir bunu sakın unutma. Emeğin alın terinin değerini veren parti CHP’dir.

"Her saat değişen eğitim sistemine ben de isyan edeceğim, siz de isyan edeceksiniz"

Eğitimcilerle de toplantı yaptık. Eğitimle ilgili bakan yeni bir değişiklik yaptı sınavlarda. Sürekli değişiyor. Anneler çocuklar sizin çocuklarınız, bizim çocuklarımız. Sahip çıkmak benim de görevim sizin de göreviniz. Bu eğitim sistemine, her saat değişen eğitim sistemine ben de isyan edeceğim, siz de isyan edeceksiniz. Ne zaman? Sandığa gittiğinizde. Bunlara unutamayacakları bir dersi çocuklarımız, Türkiye adına vermeliyiz.

"Vatandaş da sandıkta hesabını sana soracak"

2016-2017 eğitim döneminde 2 milyon 897 bin 524 çocuk okula gidemedi. Bunların okumaya hakkı yok mu? Anneleri babaları yok mu? Neden devlet çocuklara sahip çıkmıyorlar? Çünkü kendi çocukları okusun istiyorlar. Vatandaşın çocuğu hiç önemli değil diyorlar. Vatandaş da sandıkta hesabını sana soracak.

Bakın sevgili anneler, babalar. İlkokulların yüzde 31’i birleştirilmiş sınıflarda ders veriyor. Yani, 1-2-3-4’ncü sınıflar aynı derslikte ders görüyorlar. Yahu 21’nci yüzyıldayız. 15 yılda sen derslik sorununu nasıl çözemezsin? Tablo bu haldeyken, özel okullara harcanan para 1 milyar 164 milyon lira. Öğle zamanı bir sandviç para veremeyen anneye sesleniyorum. Senin çocuğuna bunlar sahip çıkmadılar. Ama özel okullara para aktardılar, 1 milyar 164 milyon lira. Senin okulunun temizliğini sen yaparsın, camı kırılır sen takarsın ama özel okullara bu kadar kaynak aktarıyorlar.

817 bin 799 öğrencimiz taşımalı sistemde. Nerede bir çocuk varsa orada çocuk olmalı, öğretmen olmalı. O çocuğumuz o okulda okuyabilmeli. 15 yılda yapamadılar, sözüm söz 4 yıl içinde yapacağız, 5 yıl değil.

"Ankara'daki beylerin çocuklarını tanıtacağız"

Bakın şimdi 1998’den rakam vereyim. MEB bütçesinin yüzde 30’u yatırıma gidiyordu. 2002’de yüzde 17’si, 2018’de şimdi yüzde 8,6’sı yatırıma gidecek. Çocuklarımıza yatırım yapmayan bir hükümet olabilir mi? ama bunlar düşünmüyorlar. Çünkü bu Ankara’daki beylerin çocukları ayrı yerlere gidiyorlar, ayrı yerlerde şirket kuruyorlar. Bu Ankara’daki beylerin çocuklarını bütün Türkiye’ye tanıtacağım.

15 yıllık öğretmenin aldığı aylık 3 bin 40 lira. Emekli olunca daha da düşüyor. Öğretmene para vermeyip de öğretmen aybaşını nasıl getireceğim diye düşünürse çocuğumuzu iyi yetiştirir mi? Boğazımızdan keseceğiz, gerekirse maaş olarak vereceğiz. Peki öğretmenler için ne yapacağız? CHP ne yapacak diyorlar. Şunu yapacak CHP, CHP bu ülkenin bütün öğretmenlerini, öğrencilerini, çocuklarını seviyor.

"Öğretmenlik meslek kanunu çıkaracağız"

Önce şunu yapacağız. Bir öğretmenlik meslek kanunu çıkaracağız. Bağımsız bir kanun olacak. Öğretmenler devlet memuru kanunundan çıkacak, özel kanunu olacak. Ve öğretmen gözde bir meslek olacak. Maaşı iyi olacak, bütün emeğini alın terini çocuklarımıza verecek. Aybaşını nasıl getireceğim diye düşünmeyecek. Öğretmene 3 bin 600 ek gösterge vermek zorundayız. Emekli olunca da düzgün aylık alsın. Her 24 Kasım öğretmenler gününde öğretmenlerimize birer maaş ikramiye vereceğiz. Görüşünüz ne olursa olsun, benim için en saygın olan meslek öğretmenlik mesleğidir. Çocuğumu eğitiyorsa başımın üstünde yeri var. Ama ben de o öğretmene sahip çıkmak zorundayım.

"Sevgili Erdoğan para da var, pul da"

Diyecekler ki, para yok para. Para var para. Sevgili Erdoğan para var, pul da var, her şey var. Sevgili Binali Yıldırım para da var, pul da var. nerede var diyecekler? Yurt dışındaki faiz lobisine 145 milyar dolar para ödediler. Öğretmene gelince paramız yok dersin. Ben 145 milyar doları bu memleketin öğretmenine vereceğim.

Bir de içeride var. Onlara ne kadar faiz ödediler? 620 milyar lira. Para yok diyorlar, faizciye tefeciye para var da, öğretmene, emekliye, işçiye, çiftçiye niye yok? Artık kardeşim, memuru, emeklisi, işçisi, sanayici alın teri döken hepinizin artık konuşun, konuşun artık.

Bir de numaradan şikayet ediyor, faizler niye inmiyor. Sanki bu memleketi Fransızlar yönetiyorlar. Sen yönetiyorsun. Binali Yıldırım, zaytungçuları kıskandıracak bir açıklama yapmış. “Elinizi tutan mı var, faizleri indirin” diyor. E senin elini tutan mı var? Sen neden faizleri indirmiyorsun?

O muhtarları saraya davet ediyor. Ben bütün muhtarların ayağına gidiyorum. Eskiden şöyle derlerdi, “Bu CHP ne söylesek itiraz ediyor” diye. Şimdi roller değişti. Neyi söylersek itiraz ediyorlar.

Türkiye’de uyuşturucu yaşı 10’a indi. Son 10 yıl içinde uyuşturucudan yatan hasta sayısı yüzde 381 oranında arttı. Her 10 kişiden birisi 15 yaşından küçük. Bunu araştıralım, önlemini alalım. Önergeyi verdik, AK Partililer reddettiler. Biz araştıralım, onlar bunu reddettiler. Ben bütün AK partililere değil, burada talimatla oy veren milletvekilleri için kullanıyorum. Yoksa Adalet ve Kalkınma Partisi’ne oy veren vatandaşların başımın üzerinde yeri vardır.

Bireysel silahlanma… 2017 raporı 25 milyon silah var diyorlar Türkiye’de. Ama bunun sadece 750 bini ruhsatlı. Dedik ki, bu böyle olmaz, gelin buna da önlem alalım. Önerge verdik, onu da reddettiler.

Bu off shore dediğimiz var, onlar cennet bahçeleri diyorlar. Vergi cennetlerinde şirket kuruyorlar, kim? Ankara’daki beylerin çocukları. Dedim ki bunu da araştıralım. Binali yıldırım da soruşturalım dedi. Verdik önergeyi, bunu da reddettiler. Sabah yüzünü yıkamak için musluğu açan herkese sesleniyorum. O musluğu açtığında 5 çeşit vergi ödüyorsun. Sen fakir misin, zengin misin hiç önemi yok. Ankara’daki beylerin çocukları da Türkiye’de vergi ödememek için başka yerlere gidip şirket kuruyorlar. Bunu da reddettiler.

40 bin öğretmen ataması yapalım dedik. 109 bin öğretmen açığı var. atayalım dedik, bunu da reddettiler.

Hemşire açığı var, 30 bin hemşireye kadro verelim. Bunu da reddettiler. Bütün hastanelerde yatan hastalara sesleniyorum. Sana hizmet etmek için atanması gereken hemşireye bunlar karşı çıktılar.

Gaziler, memurlar, işçi emeklileri, ramazan-kurban bayramında ikramiye verelim dedik. Kanun teklifi verdik. Bütün emekliler size sesleniyorum, onu da reddettiler. Bunu da hafızanın bir köşesine yaz. Ben senin hakkını savunuyorum, sen de beni savunacaksın. Ben bu ülke için çalışıyorum, çocuklarım için değil.

Gaziler ve şehit yakınlar, 15 Temmuz’dan sorna çifte standart oldu. Birinci sınıf şehitler ve yakınları, 15 Temmuzda hayatını kaybedenler ve gazi olanlar. Bir de terörle mücadelede yaralanan ya da hayatını kaybeden şehitler ve yakınları ve gaziler onlar ikinci sınıf. Dedik ki bunlar ayıptır. Adalet burada olmaz, gelin bunu düzeltelim. En azından verilen hakları eşit dağıtalım dedik. Bunu da reddettiler. Bütün gazilere ve şehit yakınlarına sesleniyorum. Çifte standardı kabul etmiyoruz, siyasi iraye karşı çıkınız.

İşçi ve köylünün kullandığı mazot. ÖTV ve KDV’yi kaldıralım dedik, bunu da reddettiler.

"Ben kadına şiddeti savunmadım"

Mal bulmuş mağribi gibi saldırırlar buna. Ben İstanbul Beylikdüzü’nde, geçmişte uyuşturucu merkezi olan bir yeri son derece güzel sosyal tesis haline getirdi. Oturdular, kültürel etkinlikler, dikiş, yemek, çocukların gelişmesi için bir merkeze dönüştürdüm. Ben de yoksulluğun ne kadar ağır maliyeti olduğunu anlattım ve yoksul ailelere şunu söyledim. Ekonomik çarpıklık kadına yönelik şiddetin sorumlusudur dedim. Vay efendim sen kadına şiddeti savundun… Ben kadına şiddeti savunmadım, savunmuyorum. Kadınlara kalkan her el insanlığa kalkmıştır.

Aile aile diyorlar değil mi? boşanmalar yüzde 37 arttı. Fuhuş yüzde 790 arttı. Çocuk istismarı yüzde 434 arttı. Kadına şiddet yüzde 1400 arttı. Sen kadına şiddeti önleyeceğine kalkıp benimle uğraşıyorsun. Sen beni yıpratamazsın kardeşim, benim verilmeyecek hesabım yoktur.
T24

CHP’li Özgür Özel: Türkiye’nin bu vergi cennetinden vergi kaybı 18.5 trilyon lira
Hülya Karabağlı
28 Kasım 2017



Özel, “AKP’li Bülent Turan’ın yaptığı ilk açıklama suçun ikrarıdır" açıklamasında bulundu

CHP Grup Başkanvekili Özgür Özel, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun Erdoğan’ın yakınları ve eski özel kaleminin Man Adası’nda 1 sterlin sermayeli şirkete gönderilen 55 trilyon liralık paradan Türkiye’nin vergi kaybının 18.5 milyon dolar olduğunu söyledi.

AKP Grup Başkanvekili Bülent Turan’ın Genel Kurulda açıklanan belgeleri kabul ettiğine de dikkat çeken Özel, “AKP’li Bülent Turan’ın yaptığı ilk açıklama suçun ikrarıdır. Belgeler açıklanana kadar AKP’ye yakın medya sahte olacağını iddia ediyordu oysa Bülent Turan bu belgelerin gerçek olduğunu teyit etti” dedi.

Turan’ın bunun ticari faaliyetten kaynaklandığını söylediğine de dikkat çeken Özel’in T24’e değerlendirmeleri şöyle:

“Hangi ticari faaliyet”

“Ticari faaliyet diyorlar, hangi ticari faaliyet, 14 milyon Euro kazanacak hangi ticari faaliyet yaptı dünür, oğlan, damat, eski özel kalem müdürü nasıl bir ortaklıkta, nasıl bir birliktelikte para kazandılar da aynı şirkete aktardılar. 55 trilyon lira para karşılığında sırf vergi düzenlemesi yapmadıkları için Türkiye’nin 18.5 trilyon liralık vergi kaybı var. Eğer hükümet 11 yıldır görevini yapıp, vergi kanununun ilgili maddesi uyarınca vergi cennetlerinin ismini Resmi Gazete’de yayımlansaydı buraya yollanan paralar üzerinden yüzde 30 vergi alacaktı. Kendi başbakanlığı döneminde daha sonra gelen başbakanlar da Ahmet Davutoğlu ve Binali Yıldırım da bunu yapmadı. Böylelikle 55 trilyon liralık bu paranın 18.5 trilyon lirasının devletin kasasına girmemesinin suçunu değiştirdiler. İlgili kanuna göre, varlıktaki para açıklanamıyorsa bu dünyanın her yerinde kara paradır”.

Özel T24’e değerlendirmesinin yanı sıra Genel Kurulda da şunları söyledi:

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Başkan, geçtiğimiz hafta grup toplantımız sırasında Sayın Genel Başkanımız Adalet ve Kalkınma Partisinin Genel Başkanına hitap ederek "Sevgili Erdoğan; çocuklarının, eniştenin, dünürünün, kardeşinin, eski özel kalem müdürünün yurt dışında, vergi cennetlerinde bir şirkete milyonlarca dolar para gönderdiklerini biliyor musun? Bunun cevabını bekliyorum. Soruyu sordum, tık yok. Bir daha soruyorum, 80 milyonun önünde soruyorum, cevabı bekliyorum. Çıkacağız milletin önüne." demiş idi. Sayın Erdoğan birkaç günlük suskunluktan sonra, pazar günü, çıkıp şöyle söyledi Genel Başkanımızı kastederek:

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - "İftiraları ardı ardına sıraladı. Neymiş efendim; çocuklarım, kardeşim, eniştem, dünürüm, eski özel kalem müdürüm yurt dışına milyonlarca dolar para göndermiş. Ben buradan ismini anmaya tenezzül etmediğim bu zata soruyorum: Öne sürdüğün iddiaların belgesi var mı? Varsa çıkart milletin önüne, ben hemen gereğini yapayım."
Bugün Sayın Genel Başkanımız milletin önüne çıktı, hem Türkiye'den dekontları hem yurt dışı swift belgelerini kamuoyuyla paylaştı. Bu belgelerin yalan, gerçek dışı olduğuyla ilgili tevzirat tam başlamıştı ki Adalet ve Kalkınma Partisinin Sayın Grup Başkan Vekili de belgelerin doğru olduğunu teyit edip bunların ticaretten kaynaklanan para hareketleri olduğunu söyledi. Ben eminim ki, Sayın Erdoğan, Genel Başkanımıza açmış olduğu 1,5 milyonluk tazminat davasını da geri çekecektir. Yoksa…

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - …bu gerçek belgeler dava dosyasına sunulacak ve mahkeme tarafından da gerçeklikleri tescil edilecektir. Damadın, dünürün, oğlun, özel kalem müdürünün Man Adası gibi bir vergi cennetine… Vatandaş vergiden kırılırken, emekli teyzeye maaşından arttırdığı 100 dolar parayı, karda kışta "Bozdur ki milliyetçiliğin kanıtlansın." diye duygular sömürülürken vergiden kaçırmak için oralara para aktaranlar… Ve hepsi birden hangi ticareti yapmışlar ki Man Adası'na bu paraları yolluyorlar? "İspat edersen gereğini yapacağım." deyip hakaret eden şahsa "Haydi, ya istifa, ya istifa ya istifa!" diyoruz. (CHP sıralarından alkışlar)

ETİKETLER
özgür özel chp seçim akp vergi offshore

CHP, Kılıçdaroğlu belge açıklarken yayını kesen TRT'yi RTÜK'e şikayet etti
28 Kasım 2017



Şikayeti CHP'li vekiller yaptı

CHP, liderleri Kemal Kılıçdaroğlu'nun, grup toplantısında Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’la yaşadığı yurt dışına yüklü para transferine ilişkin belgeleri açıkladığı sırada TRT'nin canlı yayını kesmesini RTÜK'e şikayet etti.

BirGün'de yer alan habere göre, şikayeti CHP'li vekiller yaptı.

Kılıçdaroğlu, "yurt dışına milyonlarca lira kaçırdığını" iddia ettiği Erdoğan'ın "İspat et, istifa ederim" çıkışına grup toplantısında yanıt verdi. Man Adası'nda kurulan bir off - shore şirkete Erdoğan'ın eniştesi, dünürü, eski özel kalem müdürü ve oğlu tarafından on milyonlarca dolar aktarıldığını iddia eden Kılıçdaroğlu, canlı yayında swift kodlarının da yer aldığı birtakım banka dekontlarını gösterdi. Erdoğan'a yönelik çağrısında "Haysiyetli bir adamsan gereğini yap" dedi.

Erdoğan'a "Ne yerlisin, ne millisin" diye seslenen Kılıçdaroğlu, sözlerine şöyle devam etti:

"Şimdi diyecekler ki, 'Bu belgeler bilmem kim falan ajan verdi' Bunların tamamı bankaların resmi kayıtlarıdır, sadece Türkiye’de değil, o şirketlerde de kayıtları var. Hiç sağa sola kaçmaya gerek yok. Nokta."

CHP'den sokakta yayın

CHP lideri Kılıçdaroğlu'nun Cumhurbaşkanı Erdoğan hakkında belgeleri açıkladığı grup toplantısı konuşmasını CHP Beşiktaş İlçe Örgütü binasında yayınlanıyor.

Video: Kılıçdaroğlu "Kutuyu açıyorum" dedi, TRT yayını kesti: http://t24.com.tr/haber/chp-kilicdaroglu-belge-aciklarken-yayini-kesen-trtyi-rtuke-sikayet-etti,500661

Mustafa Karaalioğlu: Bir fikrin değil fikrin sonuna doğru
21.11.2017

Bir uçtan bir uca gitmek kadar bir fikri değersizleştiren başka şey yoktur. En laf dinlemez Atatürk düşmanıyken birdenbire büyük hayrana dönüşmek gibi. Yahut da coşkuyla Avrupa Birliği’ni müdafaa ederken bir sabah uyanıp haçlı ittifakı bahsini açıp Brüksel’e lanet okumak gibi. Dün, tehlikeler gözüne sokulduğu halde, belanın gelmekte olduğuna dair apaçık ikazlara rağmen devir o devir deyip şuursuzca desteklediği FETÖ’yü bugün sadece foya meydana çıkmasın diye sabah akşam yine şuursuzca eleştirmek gibi…

Misalleri saymaya kalksak sütunlar almaz. Hatta bir uçtan bir uca geçip sonra tekrar eski uca dönüşler de var ama bir kere yola çıktın mı zaten nerede duracağını kim bilebilir. Evvela milliyetçi, sonra anti-milliyetçi olup en nihayet geriye dönerek değil milliyetçiye ve hatta bronzdan bir ulusalcıya dönüşenler de vardır. Tıpkı, önce Rusyacı olup, uçak düşürüldükten sonra heyecanla Moskova’nın göbeğine Hak Yol İslam yazmaya hazırlanırken, yeni haberle tekrar Kalinka terennüm edenler gibi. Uçtan uca gitmekten daha yorucu olanı budur. Hangi uçta akşamlayıp hangisinde uyanacağını bilmemek…

***

Yalpalamak asla fikir değildir; değişmek veya gerçeği anlamak da değildir. Fikir, prensip ve fikir namusu ister. Değişmek ise zamanın ruhuna saygı gerektirir en azından empatiye lüzum duyar. Yani herhalde en azından bir hakikat kırıntısına ihtiyaç gerektirir. O çabadan iyi kötü bir netice hasıl olur.

Böylelerinin ise bir meseleye katkısı olamaz. Ne Atatürkçülük bahsine, ne ülkeye, ne de FETÖ ile mücadeleye faydası vardır. Bilakis, bulaştıkları her fikri mesainin kalitesini düşüren, tartışmayı seviyesizleştiren ve neticede sözden, tefekkürden ve tarihten ikrah ettirerek cemiyeti zehirlemekten başka bir faaliyet icra etmezler. Yalpalayıp yalpalayıp bir köşede sussalar zararı yok ama sadece kendi önemsiz pozisyonları için, hakikati çarpıtmaktan da imtina etmezler. Dün tabulara karşı bayrak açmışken bugün başka tabunun peşinde başka bayrak sallamak bundandır. Bir ülkenin fikri seviyesi ne bir uçta ne öteki uçta olabilir. Zamanı gelir bazı düşünceler sertleşir, bazı fikirler coşkuya kapılır ama herşey aynı uçta yani, aynı fikri cephede olup biter.

***

Çarpıtılmış tarih, itibarsızlaşmış ilim ve maksadı şaşmış siyaset bir araya gelince, fikir korkudan sinecek yer arar hale geldi. Çaresizce, ifrattan tefride hayasızca koşturanları seyre mahkum oldu. Bir fikri susturmaktan daha beteri ve acımasız olanı, o fikri, yine fikir kisvesiyle seyreltmektir. Hakikati; yalana, hurafeye ve gürültüyle söylenmiş söze bulayarak sözlerden bir söze indirgemektir. Daha da kötüsünü söyleyip kapatalım bu tatsız bahsi… Eğitim kalitesi düştükçe, kültür kaybolup gittikçe, gazeteci başını kuma gömdükçe, akademi makama mevkiye el bağladıkça, siyasetçi de ‘e bana mı kaldı bu yük’ dedikçe, gayrı göreceğimiz fikre antika muamelesi yapılmasıdır. Kimi, bir zamanlar ne güzel fikirler varmış diye alıp kurcalayacak, kimi de sayfalar ne hoş sararmış deyip memnuniyetle tebessüm edecek. Bilelim ki en nihayet kimse bu asarı atikaya beş kuruş vermeyecek.

Karar Gazetesi

Cehennemin istiap haddi var mıdır?
MURAT SEVİNÇ

29/12/2017
Yılbaşı zamanı gelir de, kılıksızların ‘cehennem’ uyarıları eksik olur mu hiç. Adettendir, iki yüzlüğün bereketli toprağında.

Gezi eylemleri esnasında gencecik insanlar öldürüldü, terörist dediler, yas tutanlara sövdüler.

14 yaşındaki bir çocuğun cenazesi üzerinden, annesini yuhaladılar.

Uludere’de bombalanarak öldürülen köylülere sövdüler.

Suruç’ta paramparça edilen pırıl pırıl insanların anısına sövdüler.

Ankara Garı’nda, barış mitingi yapılmak için toplananların orta yerinde bombalar patladı. 100’ün üzerinde insan vefat etti. Hâlâ tedavi gören yurttaşlar var. Resmi açıklama yapılırken ‘Bakan’ sırıttı. Konya stadında, saygı duruşunda, parçalanan insanları yuhaladılar.

Bir annenin cenazesi, günlerce yol ortasında bekledi. Çocukları görebilecekleri bir mesafede nöbet tuttu. Seyrettiler. Sosyal medyada, Taybet İnan’ın asfalt üzerindeki bedenine sövdüler.

Bir TV kanalına bağlanıp ‘Çocuklar ölmesin’ dediği için hapse mahkum edilen genç kadın öğretmene sövdüler.

Yurtta yanarak ölen kız çocuklarının yanarak ölmesinde ihmali olanlardan hesap sormak gerektiğini düşünenlere sövdüler.

Her Allah’ın günü ölen işçilerin yaşamlarını kaybetme gerekçelerinin üzerine gidenlere, haklarını savunmak için çabalayanlara sövdüler.

Bir vakfın yurtlarında taciz ve tecavüze uğrayan çocukların haklarını arayanlara, olup biteni gündeme getirenlere, hesap soranlara sövdüler.

Basın özgürlüğünü sahiplenenlere, terörist diyerek sövdüler.

Akıl ve hukuk dışı tuhaf iddianamelerle içeride tutulan gazetecilere, onlarla dayanışma sergileyenlere sövdüler.

Cezaevine atılan siyasetçilere, yazarlara, iş adamlarına sövdüler. Önüne geleni daha ilk günden suçlu ilan edenlere karşı çıkanlara, adil yargı için mücadele edenlere sövdüler.

(..)

Memlekette kan akmasın, barış olsun diye bir metni imzalayan akademisyenlere sövdüler.

O akademisyenlerin kanında duş almak isteyen herifleri takdir ettiler. Hocaları hedef gösterdiler. Hakaret ettiler.

Bir gecede, sorgusu sualsiz işinden gücünden ekmeğinden edilen on binlerce insana sövdüler. ‘Ağaç kemirsinler,’ dediler.

Barış metni imzacısı Mehmet Fatih Traş intihar etti. ‘Oh olsun hainlere’ dediler.

KHK ile ihraç edilmiş iki eğitimci açlık grevine başladı. Aylardır sürdürüyorlar. Kılları kıpırdamadı. ‘Yemek yiyorlar’ diyerek sövdüler.

Sağlıklı her toplumun aklını kaçırmasına neden olacak, akıl fikir almaz yolsuzluk iddialarıyla ilgilenmediler; ‘Bal tutan parmağını yalar,’ ‘Devletin malı deniz yemeyen domuz,’ ‘Üzümünü ye bağını sorma’ kültürünün temsilcileri. Söz konusu iddiaları gündeme getirenlere, tepki gösterenlere sövdüler.

(..)

İnsan hakları savunucuları durup dururken tutuklandı. Durup dururken tutuklanıp eziyet edilen insanlara sövdüler, hedef gösterdiler, iftira attılar.

Aysel Tuğluk’un annesinin cenazesinin toprağa verilmesini engellediler. Toprağa.

Kadınlar öldü, izlediler. İşçiler öldü, izlediler. FETÖ soruşturmalarından kaçmaya çalışırken üç çocuklu beş kişilik bir aile Ege denizinde boğuldu, izlediler. Ormanlık araziler bir gecede harap edildi, izlediler. Diyarbakır’da üstü çıplak bir genç miting alanına doğru koşarken hepimizin gözlerinin önünde vuruldu, izlediler. Madenciler ölürken, izlediler. İnanılması güç haksızlıklar yapılır ve adalet duygusu yerle yeksan edilirken, izlediler.

Ve daha neler neler…

Öte dünyada ‘ülke kontenjanı’ yok bildiğim kadarıyla. Cehennemin bir ‘istiap haddi’ olup olmadığını da bilmiyorum. Varsa eğer, bana kalırsa yeni bir yıla giriyor olmanın umudu ve mutluluğunu yaşarken fındık fıstık atıştıran Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarının, yılbaşını kutladıkları için ‘cehennemlik’ olacakları konusunda herhangi bir endişe duymalarına gerek olmadığı çok açık!

Velev ki bir istiap haddi yok ve yılbaşında kahkaha atıp leblebi yediğiniz için ‘cezalandırılma’ ihtimali sizi ürkütüyor. Yine de fazla endişelenmeyin derim. Nihayetinde Türkiye’den gideceksiniz; ne kadar sürprizli ve zorlu olabilir ki!

İyi, sağlıklı, mutlu yıllar dilerim. 2018 daha iyi bir yıl olsa, hiç fena olmaz…
Diken

CHP Genel Başkan Yardımcısı Erdoğdu: AKP yolsuzlukla mücadeleyi şantaj aracına dönüştürdü
08 Ocak 2018



"Bu tablo, ahlaksızlığın, namussuzluğun kural haline gelmesidir"

Geçmişte Beşiktaş Belediye Başkanı'na yönelik “disiplin süreci başlamalı” diyen CHP Genel Başkan Yardımcısı Aykut Erdoğdu, Murat Hazinedar'ın İçişleri Bakanlığınca görvden alınmasını onaylamadığı belirtti. "Gayrimeşru yöntemlerle CHP’lileri sindirmeye çalışmak, suça göz yummaya mecbur bırakarak suça ortak etmek… Ama biz buna asla göz yummadık, tersine yolsuzlukla mücadeleyi yükselttik" diyen Erdoğdu, "AKP yolsuzlukla mücadeleyi bir şantaj aracına dönüştürdü ama bu sonunda, yolsuzluğu kurumsallaştırır" ifadesini kullandı.

Erdoğdu, "AKP; yolsuzluğu dini referanslarla yapmaya başladıktan sonra, toplumu, yolsuzluğun suç olmaktan çıktığı bir çizgiye itmeye başladı ve kısmen başardı" diye konuştu ve şöyle dedi:

"Bunu anketlerde de görüyoruz. Azımsanmayacak bir rakam, sanıyorum yüzde 20 civarı, yolsuzluğa suç olarak bakmıyor. Bu tablo, ahlaksızlığın, namussuzluğun kural haline gelmesidir ve çok tehlikelidir. Alarm zillerinin çalmasını gerektiren bir noktadayız."

Birgün'den Meltem Yılmaz'ın sorularını yanıtlayan Aykut Erdoğdu'nun açıklaması şöyle:

»Ataşehir ile başlayan operasyon, Beşiktaş Belediye Başkanı’nın görevden alınmasıyla devam etti. Öncelikle bu gelişmeleri nasıl değerlendirdiğinizi merak ediyorum.

Öncelikle, herkesin bilmesini isterim ki, CHP kazandığı ve yönettiği bütün belediyelerde, halktan topladığı her kuruşun hesabını verecek. Bu konuda denetlenmeyi kendimize hizmet kabul ederiz. Ama bu denetim; namuslu, tarafsız bağımsız, olmalı. Oysa şimdiye kadar yapılan işlemlere bir bakın. Olay sıralamasını göz önünde bulundurursanız, CHP’li belediyelere operasyonlar, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun, AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’la ilgili Man adası belgelerini açıkladıktan sonra başladı. Zaten Recep Tayyip Erdoğan belgeler açıklandıktan sonra kendisi de söyledi. “Şimdi sen de hazır ol” dedi.

»Hazır mısınız peki?

Faşizmle mücadele iddiası olan her parti, kurum, organizasyon ya da örgüt buna hazır olmak zorundadır. Çünkü biz faşizmden her şeyi bekliyoruz. Hatta bu operasyonların daha da ağırlaşacağını düşünüyoruz.

»Ne şekilde?

Onları cesaretlendirecek bir şey söylemek istemiyorum ama şu kadarını söyleyeyim, biz faşizmin bütün evrelerini teorik olarak biliyoruz, pratik olarak görüyoruz. Sonunda faşizm yıkılacak ve faşistler hesap verecek. Yani Hitler de bir dönem Almanya’da çok güçlüydü, sonu ortada.

»Az önce daha da ağırlaşacak derken, Kemal Kılıçdaroğlu’na kadar uzanacağını mı kast ettiniz?

Cesaret edemezler. Etmek isterler ama edemezler. O zaman milyonlarca insan sokağa çıkar.

»SADAT yapılanmaları ile, çıkarılan KHK’lerle bu tür bir geleceğe hazırlık kokusu alıyor musunuz?

Evet, amaçları zaten bizi buna itmek. Biz her türlü senaryoyu düşünüyoruz. Yapmak istediğimiz son şey, bu ülkede bir iç çatışmaya yol açmak. İktidar bu olsun diye bütün gücüyle mücadele ediyor çünkü demokrasi ile ayakta kalamayacaklarının farkındalar. Bu yüzden böyle bir iç çatışmanın ortamını hazırlayarak demokrasinin elde kalan kırıntılarını da yok etmek için ellerinden geleni yapıyorlar. Ama bu yaptıkları, gelecekte yargılandıklarında daha ağır hüküm giymelerine neden olacak. Çünkü biz onları sandıkta yenecek ve hesap soracağız.

»Diyorsunuz ki bu belediyelere yapılan operasyonlar iktidar partisinin kumpası. Peki amaç ne?

Bakın, AKP diğer partilere şöyle karanlık bir yol sundu: “Biz yolsuzluk yapalım, siz buna sesinizi çıkarmayın.” Ve böylece yolsuzluk yapanlar hesap vermesinler. “Siz de buna göz yumun, biz de size göz yumalım” havasında götürmeye çalıştılar. Erdoğan kliğinin AKP’de siyaset yapanları işledikleri suçlara ortak ederek pasifize ettiklerini biliyoruz. Şimdi benzer bir stratejiyi iktidara yürüyen CHP için uygulamaya başladıklarını görüyoruz. Gayrimeşru yöntemlerle CHP’lileri sindirmeye çalışmak, suça göz yummaya mecbur bırakarak suça ortak etmek… Ama biz buna asla göz yummadık, tersine yolsuzlukla mücadeleyi yükselttik. AKP yolsuzlukla mücadeleyi bir şantaj aracına dönüştürdü ama bu sonunda, yolsuzluğu kurumsallaştırır.

»Tabii insanlar şunu da merak ediyor: CHP, kendi partilileriyle ilgili, yerel yönetimlerle ilgili iddialar olduğunda yeterince araştırıyor mu, denetliyor mu?

Bütün samimiyetimle söylüyorum: Denetliyoruz. Ama şöyle bir şey de var, 100 tane iddia geliyorsa 1 tanesi doğru çıkıyor. İddiaların bir kısmı siyasi rekabetten dolayı geliyor. Bir kısmı da, adam mesela evindeki terasını büyütmüş ama bu imar, kanuna aykırı olduğu için belediyeye talimat gelmiş, belediye yıkmak zorunda kalınca, adam çıkıp “biz belediye başkanına rüşvet vermediğimiz için yıktı” diyor.

»Bu durumda İçişleri Bakanlığı’nın işlem başlattığı Ataşehir ve Beşiktaş Belediyeleri için de size ulaşan şikâyetler boş ve karşılıksız çıkmış olsa gerek.

Şimdi şunu söyleyeyim, Beşiktaş Belediye Başkanı ile kişisel olarak anlaşamadığım sır değil. Siyasi tutumunu beğenmediğimi, yönetim anlayışını onaylamadığım biliniyor. Bugün de aynı noktadayım. Ama şunu söyleyeyim, Beşiktaş belediyesi ile ilgili somut bir olay varsa, orada bağımsız mahkemeler var. Bunun yeri mahkemedir. Sadece o belediye için değil, tüm belediyelerimiz için de aynı şey geçerli. Varsa bir şaibe, mahkeme orada. Çünkü biz biliriz ki belediyelerimiz girdiği her davadan aklanacak. Öte taraftan unutulmasın ki karşımızda kumpasçı bir hükümet var. İftirayı, kumpası hiç utanmadan nerelere vardırabileceklerini Türkiye, isimli davalarda gördü. Hâlâ devam ediyor bu kumpasçı zihniyet. O yüzden bizim yetki alanımıza bu türden hükümet müdahalelerine şüpheyle yaklaşmamızın makul bir tepki olduğunu düşünüyorum.

»Yani bu İçişleri Bakanlığı’nın işi değil.

Seçilmiş bir belediye başkanını görevden almak için çok ciddi nedeniniz olacak. “Ben yaptım oldu”yla ülke yönetilmez. 17 Aralık sürecinde Recep Tayyip Erdoğan’ın kamuoyuna yansıyan telefon konuşmaları hâlâ hafızalarda. Evin bodrumundaki milyar dolar iddiaları, para sıfırlamalar, havada uçuştu, kulağımızla duyduk konuşmaları. Bir AKP milletvekili çıktı, olayın şokuyla “efendim günah işleme hakkı var” vs. diye geveledi, ne diyeceğini şaşırdı, rezil oldular..! Bakanlar mahcup mahcup “ne yaptıysak onun talimatıyla, bilgisiyle yaptık” diyerek birer birer görevden alındılar. Tayyip beyle ilgili bir tasarruf oldu mu? Onun yerine bütün emniyet ve yargıyı görevden aldılar. Yolsuzluğa bu kadar bulaşmış bir parti, CHP’yi bununla cezalandırmaya çalışıyor.

»Biraz da 2019’a giden yoldan konuşalım dilerseniz. Anlattıklarınızdan, önümüzdeki dönem yolsuzlukla mücadele CHP’nin ana gündem konularından biri olacağını anlıyorum. Ancak sizin de söylediğiniz gibi, yolsuzluğun bu derece kurumsallaştığı bir ülkede, bu çok kolay olmayacak gibi…

Yolsuzlukla mücadele etmek istiyorsa, yasalar ve mekanizmalar ona uygun kuruluyorsa o ülkede kolay kolay yolsuzluk olmaz. Çalıyor ama çalışıyorlar diye bir felsefeye mahkûm değiliz, çalmadan çalışmak mümkün. Dahası, yolsuzluk topluma da sirayet etti. Düşünün, bir ülkenin Cumhurbaşkanı hakkında iddia varsa o ülkenin normal memuru, “Cumhurbaşkanı yapıyor ben neden yapmayayım” demez mi?

»Bu anlayışın topluma ciddi bir biçimde sirayet ettiğini gözlemliyor musunuz?

AKP; yolsuzluğu dini referanslarla yapmaya başladıktan sonra, toplumu, yolsuzluğun suç olmaktan çıktığı bir çizgiye itmeye başladı ve kısmen başardı. Bunu anketlerde de görüyoruz. Azımsanmayacak bir rakam, sanıyorum yüzde 20 civarı, yolsuzluğa suç olarak bakmıyor. Bu tablo, ahlaksızlığın, namussuzluğun kural haline gelmesidir ve çok tehlikelidir. Alarm zillerinin çalmasını gerektiren bir noktadayız. Öte taraftan, son yıllarda artık bilhassa Erdoğan kliğinin sistematik bir rüşvet ağı kurduğu ayyuka çıktı. Erdoğan kliği AKP’liler ve muhalefetin yanı sıra tüm toplumu işledikleri bu suça ortak etmek için kapsamlı bir strateji izliyorlar. Bugünkü OHAL rejiminin temel hedeflerinden biri hem geçmişte işledikleri hem bugün işlemeye devam ettikleri suçların tümünü meşrulaştırmaktır. Bu da, halkımızın kahir ekseriyetinin kendilerine Erdoğan kliğince dayatılan “icraat için çalmak hakkımızdır” anlayışını kabul etmediğini gösteriyor.

»Kılıçdaroğlu’nun sağcı-İslamcı kesimin eleştirilerinin etkisi altında rota belirlemeye çalışması CHP seçmeni veya seçmen adayının ciddi biçimde tepkisini çekiyor. 2019’a bu çizgide mi yürünecek?

Kemal Bey Türkiye’nin mevcut durumunu gören, toplumun tamamını kucaklamaya çalışan, son derece kutuplaşmış bir toplumda barışçı ve barıştırmacı siyasetin önünü açmaya çalışıyor. Bunu desteklememiz gerekir. Bu olmadığı taktirde kendi gettolarımızda yaşayan, ulusal birliğimizin zedelendiği bir topluma dönüşürüz. Dünya’da da, Türkiye’de de kimlik siyaseti her zaman faşistler tarafından körüklenmiştir ve sonuçta yine onlara yaramıştır. Bu çabalar cesur adımlar atmayı gerektirdi ve Kemal Bey bu adımları attı. Ama eğer bu cesur adımları atmazsak Erdoğan’ın tuzağına düşmüş oluruz çünkü o kimlik siyasetini körükleyerek, matematiksel bir çoğunlukla her türlü suçunu, hatasını, günahını kapatmaya çalışıyor. Düşünün, 17- 25 Aralık’ta Erdoğan insanları, “Karşı mahalle gelirse sizin dininizi, imanınızı elinizden alacak” diye susturdu. Ve hâlâ bu algı üzerinden götürmeye, toplumu bölmeye devam ediyor. Bunun neticesinde de, insanlar kendi mahallerindeki yöneticilerinin dahi yolsuzluklarına ses çıkaramaz hale geliyor. Oysa asgari ücret 1603 lira, bizim, halkçı siyasetçiler olarak bunun üzerinde durmamız lazım. Çünkü bu maaş Türk’ü de Kürt’ü de, Alevi’yi de, başı kapalıyı da açığı da aynı derecede ezen bir zalimliktir. Sol, üretim ilişkilerinin dönüşümüne ilişkin yürüteceği stratejiyle iktidara gelebilir; kimlik siyasetiyle değil. Kısacası, temel çelişkinin ekonomik ve sınıfsal olduğunu görmek zorundayız.

»Elbette, bu noktada kimin itirazı olabilir... Ama benim az önceki sorum farkıydı, Kemal Kılıçdaroğlu’nun adımlarını sağ kesimin reflekslerine göre belirlemesinden söz ediyordum.

Bakın, biz şu an bu insanları Tayyip Erdoğan’ın zulmüne bırakmış oluyoruz. Yoksulluğa prangalanmış, sosyal yardımlara mahkum edilmiş hâlde, gündelik yaşamının kendisi zulüm olan insanlar... Fakat Erdoğan diyor ki, “Eğer CHP gelirse senin karının kızının başını zorla açacak.” Oysa bu iddia, Halk Partisi’nin dünya görüşüyle taban tabana zıt. Fakat Erdoğan bu söylemi vurgulamak, devam ettirmek zorunda, çünkü Erdoğan aslında bu şekilde yoksul kitlelerin onurunu hedefe koyuyor, siyasetin malzemesi yapıyor. İşte tam da bu nedenle Kemal Kılıçdaroğlu bunun böyle olmayacağını anlatmak zorunda kalıyor. Yoksulun onurunu siyaset malzemesi olmaktan çıkarmadan, Türkiye içinde bulunduğu sıkışmışlıktan çıkamaz.

»Böylece 2018’de siyasette belirleyici olmayı hedefliyorsunuz. Geçen günlerde düzenlediğiniz bir basın toplantısında, CHP’nin yeni ekonomi modelini açıkladınız. Açar mısınız?

Ekonomi politikalarımızın 3 temel önceliği olacak. Birincisi ve en önemlisi, gelir dağılımı adaleti olacak. İkincisi, büyümeyi de içeren bir kalkınma olacak. Üçüncüsü de, yaşadığımız çevreyle barışık bir çevre dostu programımız olacak. Biz zenginliği bir hedef dairesinde halkı zenginleştirerek yapabileceğimizi düşünüyoruz. Türkiye’nin makro dengelerini, öngörülebilir düzenini bozmayacak, yatırımcılara güven verecek şekilde ama öncelik ücretler ve kazançlar olacak şekilde bir büyüme modelini oluşturabileceğimizi düşünüyoruz. Kaynak nereden bulunacak sorusunun cevabı ise, Kamu İhale Kanunu. Bu kanunu yeniden düzenleyerek, buradan yaklaşık 50 milyar TL kaynak geleceğini aktardı. Bu kaynak, ücret artışının yüksek katma değerli üretimi tetiklemesini sağlayacak politikaların uygulanması için harcanacak. Hâlihazırda halk, kızdığı sistemi Tayyip Erdoğan’la cezalandırıyor. Kişi ile uğraşırsak bir RTE gider, yenisi gelir. Mühim olan hangi düşüncenin güçlü olacağı, insanlığı ne yönde ilerleteceğidir.

T24
ETİKETLER
aykut erdoğdu haber akp chp yolsuzluk mücadele şantaj murat hazinedar beşiktaş belediyesi haber

Eski AKP'li vekil tepkili: Hakkım haram olsun!
27 Ocak 2018



"Düne kadar FETÖ ile aşk yaşayanlar, yukarı makamlarda olmamızı engelledi"

Eski AKP Diyarbakır Milletvekili Cuma İçten, sosyal medya hesabında paylaştığı "Hakkım haram olsun" başlıklı yazıda “Makam sahibi olduktan sonra; sadece kendini o makama oturtanlara kul köle olup yalakalık yaparak tutunmaya çalışanlara, kamera ve basın karşısında; şirin, sempatik, hoşgörülü durup, özü ile başbaşa kalınca; nefret, kibir kusanlar, geçmişini inkar, reddedenlere hakkım haram olsun" ifadesini kullandı.

Yazısında yapıldığını iddia ettiği torpillere de değinen İçten şu ifadeleri kullandı:

“Üst düzey rütbesi olan; milletin oyu ile makamı işgal edenler, makamları kendi yakınlarına özel işlerine imtiyaz edenlere, makam gücü ile; eşini, dostunu, akrabasını kayıranlara, özel işlerini yapanlara, sonrada pişkin pişkin Allah kitap diyenlere hakkımı haram ediyorum.

"Devletin makamlara verdiği imtiyazlar ile; çocuklarını ve eşini devletin tahsis ettiği araç ve şoförler ile okullara ve özel işlere yollayan, bunları özel işleri için kullananlar, makam gideri göstererek tıksırana, tiksirene kadar yiyip içenlere bir vergi mükellefi olarak açıktan hakkımı haram ediyorum."

"Devletin maaş, makam, araç, iletişim, lojistik, harcırah imkanlarını kendi siyasi işlerine yatıranlara, makamı başkalarına zülüm etmek için kullananlara, tepeden bakanlara, halk ile muhatap olmaktan kaçanlara, kibirli davrananlara hakkımı haram ediyorum. Hadi keyfini çıkarın bakalım.”

"Siyasilere yönelik çok ağır ifadeler kullanan İçten, “Makamı ve imtiyazları koruma adına; üstlerine hakkı ve gerçeği söylemeyen, aksine yalakalık yapanlara, haksızlık karşısında susanlara, liyakata bakmayanlara, devletten maaş alıp devletine, milletine, vatanına ihanet edenlere hakkım haram olsun”

"Bunlara prim veren yönetimlere hakkım haram olsun"

“Makam sahibi olduktan sonra; sadece kendini o makama oturtanlara kul köle olup yalakalık yaparak tutunmaya çalışanlara, kamera ve basın karşısında; şirin, sempatik, hoşgörülü durup, özü ile başbaşa kalınca; nefret, kibir kusanlar, geçmişini inkar, ret edenlere hakkım haram olsun.

"Siyasi partilerde siyaset yapıp; her seçimde beklenti içinde olup heyecandan uyuyamayıp, 6-7 ekim olaylarında, İKBY referandumunda, Zeytindalı Harekatında, karşı beyan edip, veyahut korkudan susmayı tercih edip, seçimde de pişkin pişkin Aday adayı veya Aday olanlara hakkım HARAM olsun.

"Bulunduğu siyasi partide; aday listesinde olmadığında karşı taraftan aday olan, bağımsız aday olarak partiye zarar veren, listedeki sıralamasını beğenmeyip istifa eden, karşı tarafa çalışan, sonra pişkin pişkin tekrar partiye dönüp sahnede boy gösterenlere hakkım haram olsun.

"Bu yalaka takımına, istikrarsız davranışlara, makam ve mevkiyi kendi çıkarlarını kullananlara, konu mankeni olanlara, siyasi partiler içerisinde bunlara pirim veren, önlerini açan parti yönetimlerine hakkımı haram ediyorum.”

“Düne kadar FETÖ ile aşk yaşayanlar"

“Düne kadar (17-25 Aralık sonrası); FETÖ ile kol kala aşk yaşayanlar, söylemlerimi kulak arkası edenlere, 15 Temmuz’da aklımız başımıza geldi diyenlere, PKK ve diğer terör örgütlerine tek bir laf söylemeyenlere, devleti, partiyi terör örgütlerini idare edenlere, bunları görmeyenlere, görüp de susanlara hakkımı haram ediyorum.

"Kimsenin başta FETÖ ve PKK terör örgütlerine tek bir laf etmediği dönemlerde; onlara savaş açan biri olarak, şahsımın tekrar seçilmesine engel olan sayın cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan‘a hakkımda bilgi kirliliği oluşturan, teröristler ile işbirliği içinde olan, olmaya devam edenlere hakkım haram olsun.

"Ülkemde kıyametler koptuğunda; insanlar katledildiğinde, şehrim savaş alanına çevrildiğinde, kamuoyuna çıkıp teröristlere tek bir laf etmeyip algı yönetemeyenler, ortalık sakinleştiğinde şehrin sokaklarında boy gösteren sözde siyasetçilere, korkaklara hakkımı haram ediyorum.

"FETÖ ile ilk mücadele ettiğimde; F tipi örgüt, Haşhaşi, paralelci, Tuzluk bunlar dediğimde; bana bozulanlar, laf atan, yüz çevirenler, şimdi bizden çok FETÖ düşmanı olup bizim yukarı makamlarda olmamızı engelleyip, her türlü pisliği yaparak, yalakalık yapanlara hakkım haram olsun.”

T24
ETİKETLER
cuma İçten akp diyarbakır hakkım haram olsun tayyip erdoğan
_________________
Bir varmış bir yokmuş...
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Önceki mesajları göster:   
Bu forum kilitlendi: mesaj gönderemez, cevap yazamaz ya da başlıkları değiştiremezsiniz   Bu başlık kilitlendi: mesajları değiştiremez ya da cevap yazamazsınız    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> AHLAKÎ DÜŞÜNCELER Tüm zamanlar GMT
1. sayfa (Toplam 1 sayfa)

 
Geçiş Yap:  
Bu forumda yeni başlıklar açamazsınız
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz
Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız


Powered by phpBB © phpBB Group. Hosted by phpBB.BizHat.com


Start Your Own Video Sharing Site

Free Web Hosting | Free Forum Hosting | FlashWebHost.com | Image Hosting | Photo Gallery | FreeMarriage.com

Powered by PhpBBweb.com, setup your forum now!
For Support, visit Forums.BizHat.com