EntellektuelForum Forum Ana Sayfa EntellektuelForum

 
 SSSSSS   AramaArama   Üye ListesiÜye Listesi   Kullanıcı GruplarıKullanıcı Grupları   KayıtKayıt 
 ProfilProfil   Özel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapınÖzel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapın   GirişGiriş 

Çin: Küresel bir dev

 
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> DÜNYA BİR İNKILÂP BEKLİYOR
Önceki başlık :: Sonraki başlık  
Yazar Mesaj
Ekim



Kayıt: 21 Arl 2007
Mesajlar: 2634
Konum: Kanada

MesajTarih: Prş Tem 02, 2009 11:07 pm    Mesaj konusu: Çin: Küresel bir dev Alıntıyla Cevap Gönder

Burhan Halit KOŞAN: ÇİN PARAMPARÇA OLACAK
29 Ağustos 2017



“Ben Allah’ın cilaladığı ayna gibiyim, bana bakan kendini görür.’’

Hz. Hasan’ın dedesi, Hz Ebubekir’in damadı, Hz. Ali ve Hz. Osman’ın kayınpederi, Hz. Fatıma’nın babası, Hz. Ayşe’nin sevgili eşi ve Hz. Ömer’in eniştesi olan Allah Resûlü, böyle buyurdu. Amenna dedik biz de. Amenna ve saddakna!

İnandık, imân ettik ve doğruladık. Eğdik başımızı, dizimizi toprağa, alnımızı secdeye vurduk. Nisbet, gelenek/örf ve ideolocyamız üzerine söz verdik, ant içtik kaleme; irinin kana, kanın süte, sütün ilme, ilmin hikmete, hikmetin irfana, irfanın adalete ve adaletin tecellisi, RahmÂnî yürüyüşümüzün kutlu ülküsü; Âyet / Müessir Eser-Allah Resûlü / Doktriner İslâm / Ehli Sünnet / İBDA / Başyücelik uğruna.

Çin paramparça olacak başlıklı bu makalemizde; Emir KÜLÂL sırdaşımız, Hacı Bektaş pusulamız, Derviş Yunus şairimiz, Gül Baba artçımız, Kürşat ile kırk çerisi olsun bizim öncümüz, kurmay subayımız MİRZABEYOĞLU, Seyda bizim duacımız, Müessir eser / Allah Resûlü’nün Çin’e gönderdiği arkadaşı, sahabesi / havarisi Vehb Bin KEBŞE (r.a.) kılavuzumuz olsun.

Bu makalede Külkedisi masalları, Cin Ali’nin maceraları veya Keloğlan öyküsü anlatmıyoruz; anlatacaklarım, acımasız dünyanın hakikatleridir. Pirin eli, büyüklerin bereketiyle yelkenler fora diyelim.

Ya Allah! Bismillah.

Dört kol, yirmi dört boy, sekizinci renkle kuşatalım ve dayanalım Çin seddine… Harcını ufalayıp, tuğlasını aşındırıp, yıkalım zulmün duvarını. Evet, Amerika ve Batı / İngiltere / Almanya / Fransa emperyalizminin uzak doğu ve Asya kıtasındaki rehber kazı / ötüşen kekliği, Kraliçenin uşağı, Amerika’nın kibirsiz ve kaprissiz sürtüğü (kibirli ve kaprisli gece sürtüğü ise Suudi Arabistan’dır), savaş lordlarının av köpeği, Halkların düşmanı, tüm etnik renklerin ve dillerin katili olan ülkenin adıdır Kızıl Çin. Bu makalemizde, katil ve Kızıl Çin’in; gâh Batı ile olan ilişkilerine, gâh Çin’in iç bölgelerine ve iç dinamiklerine göz atmaya çalışacağız.

Bu seyahatimize başlamadan önce bildiklerinizi hatırlatma babından kısa bir izâha girişelim müsaadenizle. Bildiğiniz üzere İdeolocya, “bir insanın inandığıyla, iş ve eseri arasındaki uygunluk” (1) demektir. “Gelenek / Örf” ise küllere tapmak değil, lâf paralamak değil, kadim bir geçmişi olan Türk’ün, vahdaniyet ağacının meyvesi olan beşerî hikmetleridir. Nisbet’in ise “Bütün işleri bir gayeye bağlayıp, her şeyde has ve hususî bir anlayış sahibi olmak…’’ (2) mânâsına geldiği öğretildi…

Bu minvalde her meselede biricik nisbet mihrakımızın, “Müessir eser / Allah Resûlü” olduğunun altını çizerek tekrar tekrar belirtmeliyim. Bu düzlemde vahdaniyet ağacının beşerî hikmet meyveleri olan Türk geleneği / örfü üslûbuna mutabık olarak Kuzey’den Güney’e, Doğu’dan Batı’ya seyahat ediyoruz… İş ve eserimizin hayâllerini gerçeğe, rüyalarımızı hakikate dönüştürmenin peşindeyiz. Evet, ‘’Hayâl bir hakikattir, rüyada bir hakikattir, akıl gibi’’ (3) demekte çok, çok haklıdır Mütefekkir Salih MİRZABEYOĞLU. Takdir edersiniz ki rüya/rüyalar, an itibariyle gerçek olandır. Evet, an itibariyle gerçek olan rüyamızı, daimî olarak gerçekleşmesi için bıçak altına yatan İsmail olduğumuzu dostlar işitsin; düşman zaten biliyor. Şimdi, buyurun kaldığımız yerden devam edelim.

Evet, yarın değil hemen şimdi prensibimiz gereği büyük bir azim ve sebatkâr kararlılığımızla başlayalım emeklemeye. Sarp dağları aşacağız ve ıssız çölleri geçeceğiz. İslâm’ın izzeti ve Türk vakarımızla yürüyeceğiz; Katil Çin’in, Kızıl Çin’in üzerine, üzerine. Bu Rahmanî yürüyüşümüz ve mücadelemizin sonu…1250 (Bin iki yüz elli) yıl önce Çin’in kuruluş başkenti Şian kentinde yapılan ve hâlen daha sapasağlam bulunan Qing Zhen Si / Büyük Doğu Mescidi’nde bayram namazı kılmakla taçlanacak inşallah. Zahmetsiz rahmet olmayacağı için çalışacağız, çalışacağız, çalışacağız. Hilekâr halüsinasyonların yerine aklî, gerçekçi, ayağı toprağa basan pratik düşünce ve aksiyonlarımızla adım/Adımlar atarak yürüyeceğiz.

Çin, dışarıdan bakıldığında yekpâre bir ülke zannedilse de gerçeğin rengi tamamen zıt yöndedir. Zaten, sarı ve siyah bir akıl durumudur, renk değil. Amerika’nın taze su yankileri siyah, tatlı su yankileri sarıdır. Evet, elli altı etnik halk ve etnik halk sayısından daha fazla lisanın konuşulduğu, bölgeler arası ekonominin dengesizlik ile ÇKP/Çin Komünist Parti yönetiminin dört aşiret arasında paylaşıldığı ve halkların silah zoruyla bir arada tutulduğu Kızıl Çin’i yekpare zannedenlere sadece ve sadece kahkaha ile gülmek geliyor içimden.

ÇİN; Han, Çinuo, Tibetli, Uygur, Miao, Yi, Zuang, Buyi, Koreli, Tung, Yao, Bai, Tujia, Hani, Dai, Li, Lisu, Ya, Dunganlar, Şe, Kaoşan, Lahu, Şuy, Dongxiang, Naşi, Çingpo, Tu, Dahur, Mulao, Çiang, Pulang,Maonan, Kelao, Sibe, Açang, Pumi, Nu, Rus, Evenki, Teang, Bao’an, Yugur, Çing, Tulong, Oroçon, Nanai, Memba, Lhoba, Moğol, Mançu ile Kazak, Kırgız, Salar, Tacik, Tatar, Özbek ve Hui gibi 56 etnik yapı üzerine kuruludur; Doğu Türkistan ile birlikte.

Bu folklorik izâh ve etnik fotoğrafta dikkat etmemiz gereken Kazak, Kırgız, Salar, Tacik, Tatar ve Özbeklerle din bağımızın, can bağımızın ve kan bağımızın olduğunu söylemek malûmun ilamıdır. Bizim, Çin coğrafyasında asıl dikkat etmemiz gereken ve yatırım yapmamız gereken ise aziz dostlarımız kıymetli kardeşlerimiz olan Hui halkıdır. Niçin? Hui ekalliyeti ile genelde din bağımızın, kültür bağımızın olması ve özelde ise çilekeş Nakşî sofilerinin çabalarıyla halen daha etkin ve aktiftirler. ÇKP yönetimine güçleri nispetinde reflekslerini sergileyip, tepkilerini gösterebilen ve yönetim üzerinde etkili ve aktif olan Hui halkının, tesir sahamızda olduğunu bir kenara not edelim. Kardeşlerimizi ve dostlarımızı tanıtmaya çabaladığım bu paragrafta, cazibeli mesafe bıraktığım Doğu Türkistanlı kardeşlerimizin durumuna bilahare değineceğim.

Uluslararası/Devletlerarası denklemler girift, diplomasi lisânı çetrefilli ve insan zihnini yorucu, yorucu olduğu kadar da yıpratıcıdır. Fazlasıyla yıpratıcı denklemlere başlamadan önce ilk teneffüs molamızı verelim; Tanrı Dağı vurun, vurun ha dinletisi eşliğinde, zencefilli çay içelim ve hisse alalım hikâyemizden.

Bir dükkân sahibi haraç ödemediğinde, mafya babasının gönderdiği fedaîleri dükkân sahibinden parayı basitçe almazlar; onlar, onun başına bir kaza, bir belâ getirirler. Böylece, diğerleri mesajı alacaktır. Global Mafya Babaları da aynı yolu kullanır ve kendilerini oldukça anlaşılır kılarlar. Bu tabiî ki mafya babasının paraya ihtiyacı olduğundan değil, kendi hâkim anlayışını ve güvenirliğini göstermek içindir. Global mafya babaları olarak; Amerika, Londra/Kraliçe, Fransa, Almanya olduğunu söylemeye gerek yok sanırım. Atlantik/Amerika ve Batı/İngiltere, Fransa, Almanya içinse güvenlik ve güvenirliğin mânâsı kendileri dışındaki ülkeleri kapsamaz. Güvenlik ve güvenirlik, kendilerine bağlı saldırı köpeklerinin ile ilgili kaygılarını ifade etmektedir.

Gezegenin haydudu olan Amerika; Dünyaya kan ve ölüm taşıyarak, barış ve huzur getireceğini iddia ediyor. Ne ironi ama… Bu ironi üzerinden şunu da söylemeliyim ki Kuzey Kore-Amerika krizi çok az türden şahit olduğumuz çok tutkulu bir hayali ve coşkun bir beklentiyi uyandırdığını gözümüzden kaçırmayalım; sonu tam bir fiyasko olacak olsa da. Bu fiyasko, bizim için tam bir fırsat olacaktır.

Bu fırsat, Amerika tarafından dayatılan “Bölgesel bir standart ile makul davranışları benimseme’’ mahkûmiyetine mecbur bıraktığı çeper ülkelerin, Meksika, Venezüella, Anadolu, Cezayir, Tayvan, Tayland ve Endonezya’nın direnci ve direnişi ile karşılaşma sürecinin başlamasıdır. Bu direnişte, şüpheli ülke konumunda olan ve tarihî vetirede/süreçte fitne-fesat merkezi olan Kâhire ekseninde sapkın bir din örgütlenmesine giden Endonezya’ya dikkat etmek gerekir. Endonezya’nın, boynundaki şüpheli levhasını iyi okuyalım, tedbiri ve ihtiyatı elden bırakmayalım.

Çeper ülkeler haricinde Amerika, Batı ve Çin’in başını ağrıtacak sahalardan biri de Güney Amerika’nın And Dağları silsilesindeki ülkelerdir. Venezüella’dan başlayıp Kolombiya, Ekvator, Peru, Bolivya ile Arjantin ve Şili arasından Patagonya’ya uzanan And Dağları’nda, Amerika’nın ABC’si olan ülkelerden A/Arjantin ve C/Şili hariç diğerleri Amerika, Batı ve Çin emperyalizmine karşı siper yoldaşlığı yapmamız gereken ülkelerdir.

Amerika ve Batı; Londra, Paris, Berlin hattı tarafından güçten yoksun bırakıldıklarını, kısırlaştırıldıklarını ve geleceklerinin karartıldığını anlayacak ve uyanacak, çeper ülkeler ve And Dağları sahasında şiddetli bir direniş doğacaktır; Amerika, Batı, Çin hattına karşı.

Amerika ve Batı/Londra, Paris ve Berlin’in; merkeze Anadolu’yu alarak Meksika, Venezüella, Cezayir, Tayvan, Tayland, Kolombiya, Ekvator, Peru ve Bolivya’yı kendisi için riskli gördüğünü ve varlığını tehdit edici ozon deliği olarak algıladığını görmeliyiz. Biz, ozon deliğini dikiş tutmayacak şekilde büyüteceğiz; ya hür vatan ya ölüm şiarıyla.

Müsaadeniz olursa, insan belleğini aşırı şekilde mecalsiz bırakan coğrafî denklemler, Çin özelinde küresel okumalarımıza kısa bir lâhza/ân ara verelim; önce İncir yiyelim, sonra Yağmurcu eserinde geçen bir kıssadan hissemizi alalım.

“Mevlâna Celaleddin Rûmî… Henüz 6 yaşındaydı… Doğduğu Belh şehrinde, birtakım küçük çocuklarla evlerinin damında oynuyordu… Çocuklardan biri ona teklif etti:

-Gel bu damdan karşı dama sıçrayalım!

Cevap verdi:

-Bu işi köpek de, çakal da, tilki de yapar. İnsanoğluna yaraşacak iş değil. Eğer canınızda kuvvet varsa, gelin sizinle göklere doğru uçalım!” (4)

Kıssada, özne olan hikmetin anlaşıldığına eminim. Şimdi, ihtiyatlı olmamız gereken noktaya ve dikkat etmemiz gereken hususlara, sonra makalemizin öznesi olan Amerika’nın kibirsiz ve kaprissiz sürtüğü Çin’e odaklanalım.

Amerika, Batı/Londra, Paris, Berlin hattının, kendilerine karşı gösterilecek direnişte kalabalıkların akıl dışı reflekslerini plânsız, projesiz tepkilerini karşılamaya hazır olduğunu söylemeliyim. Amerika ve Batı, kendileriyle sözlü sözleşme imzalayan çeper ülke yöneticileri ve hantal bürokrasileri ile Orta Amerika’daki şırfıntıları olan Kosta Rica eliyle kendisine yönelecek yerel vatanseverleri önce örgütleyip sonra paketlemeye hazırdır. Düşmanın, öfke zehirlemesine karşı şerbetli, ayrık otu beşinci kol faaliyetlerine karşı uyanık olmalıyız. Düşünce tarzımızı ve mücadelemizin usulünü çaşıt/hain, gammaz, öteki, düşmanın tahrikleri değil, bizim imânımız, geleneğimiz, örfümüz, ideolocyamız ve çağın remz-mihrak şahsiyeti olan Kumandanımızın irfan yemişleri belirleyecek.

Hatırlatma ve odak öznemizi beyan ettikten sonra meselemize dönebiliriz. Amerika’nın, verdiği ev ödevi: Kuzey Kore ile Güney Kore’nin birleştirilmesi dersine çalışan Amerika ve Batı’nın, kibirsiz ve kaprissiz sürtüğü olan Çin hedefimize, şuurlu yönelmeye devam edelim.

Devam edecek…

1-Necip Fazılla Başbaşa, sayfa:101, Salih MİRZABEYOĞLU

2-İBDA Diyalektiği, sayfa:21, Salih MİRZABEYOĞLU

3- “Adalet Mutlak’a” konferansı, Salih MİRZABEYOĞLU

4- Yağmurcu, sayfa:66, Salih MİRZABEYOĞLU

Kaynak: Adımlar dergisi

Bu yazı dizisinin diğer bölümleri için: http://entellektuel.s4.bizhat.com/viewtopic.php?p=2338#2338

WSJ: ABD ile Çin arasında ticaret savaşı çıkabilir
19.01.201



Wall Street Journal gazetesinde, ABD ile Çin arasında ticaret alanında bir ‘savaş’ çıkabileceği ileri sürüldü. Olası ticaret savaşının ‘Titanların Savaşı’na benzetildiği makalede, böyle bir durumun küresel ticaret yapısını alt üst edebileceği iddia edildi.

Wall Street Journal gazetesinde yazan Andrew Browne, ABD ile Çin arasında bir ticaret savaşı çıkabileceğini belirtti. Beyaz Saray’ın Çin’in ihracatlarına karşı özel tarife ve sınırlamalardan oluşacak ‘silahlarını’ hazırladığını belirten Browne “Çin’in ABD ile ticaret fazlasında 2017’de kırdığı rekor da (275.81 milyar dolar) bu karşıtlığı daha da hızlandırabilir” ifadelerini kullandı.
İki taraf arasındaki çıkabilecek ticari karşıtlığı ‘Titanların savaşı’ olarak niteleyen Browne, şunları da belirtti: “Böyle bir şey kesin olmasa da, gerçekleşmesi halinde 1980’li yıllarda Japon yapımı televizyon ve arabalarına karşı çıkan savaşa benzeyebilir. Ancak bu kez güçler daha dengeli. Zira ABD, daha önce hiç ekonomideki büyüklüğü, endüstriyel becerileri ve küresel hırsları bakımından Çin gibi bir rakip ile karşı karşıya gelmemişti. Japonya ABD’nin müttefikiydi, Çin ise giderek daha fazla rakip hale geliyor. Bu da kısasa kısas bir gerginliği doğurabilir. Özellikle ABD’deki siyasi ve iş çevrelerinde Pekin’e yönelik desteğin artmasından sonra.”

‘KÜRESEL PİYASA HAZIRLIKSIZ’

Küresel piyasaların çıkabilecek bu tür bir ‘savaşa’ tamamen hazırlıksız olduğunu vurgulayan Browne, “Kuzey Kore’nin nükleer tehdidinin yanı sıra, Çin ile ABD arasındaki bir ticaret savaşı 2018 yılında ekonomiyi alt üst edebilecek en büyük şey. Böyle bir ticari savaştan iki rakip taraf dışında kalanlar da etkilenebilir. ABD müttefikleri ilk zarar görenler olur. Bu savaş daha da tırmanırsa tüm küresel ticaret yapısını alt üst edebilir” ifadelerini kullandı.

‘TRUMP’IN AMAÇLADIĞI BİR ŞEY OLABİLİR’

Browne küresel ticaret yapısının alt üst olmasının ABD Başkanı Trump’ın istediği bir şey olabileceğini de ifade etti: “Bu, Trump’ın amaçladığı bir şey olabilir. Zira Çin’in 2001 yılında Dünya Ticaret Örgütü’ne üye yapılıp rakip olmasına olanak sağlanmasını ABD’nin yaptığı en büyük hatalardan biri olarak görüyor.”

Çin’in ABD ile ticaret fazlası 2017 yılında 275.81 milyar dolara ulaştı. Rekor en son 2015 yılında 260.8 milyar dolarla kırılmıştı.
Sputnik

Beyaz Saray danışmanı: Çin ABD’yi geçecek
18 Ağustos 2017



Beyaz Saray başdanışmanı Steve Bannon ABD’nin tökezlediğini ifade ederek Çin Halk Cumhuriyeti’nin egemen ülke pozisyonuna geçtiğine işaret etti. American Prospect dergisine konuşan Bannon , “Çin ile ekonomik savaş halindeyiz. Çinliler, yaptıklarını söylemekten utanmıyorlar. İki ülkeden biri 25-30 yıl içinde hegemon hale gelecek. Eğer ABD bu yolda tökezlerse hegemon ülke Çin olacak” dedi. Bannon, ABD’nin kazanmaya devam etmemesi halinde, ülkenin 5-10 yıl sonra yeniden ayağa kalkamayacak duruma geleceğini belirtti.

Bannon,ayrıca röportajda Kore yarımadasındaki duruma ilişkin görüşlerini de paylaştı. ABD’li stratejist konuya dair şu ifadeleri kullandı: “Pekin, Pyongyang’ın nükleer programının durdurulmasını sağlayacak bir anlaşmaya varabilir. Bu durumda Washington, Kore yarımadasındaki birliklerini geri çeker. Ancak bu, yakın gelecekte mümkün değil.”

İlkKurşun

Çin, ABD'ye ait denizaltı aracına el koydu
16.12.2016



ABD Savunma Bakanlığı (Pentagon) Sözcüsü Yüzbaşı Jeff Davis, Güney Çin Denizi'nde, denizaltında 'bilimsel veri' toplayan ABD'ye ait insansız denizaltı aracına Çin donanması tarafından el konulduğunu açıkladı.

Sözcü Davis, Pentagon'da basın mensuplarına yaptığı açıklamada, olayın Güney Çin Denizi'nde araştırma için bulunan ABD donanma askerlerinin gözü önünde meydana geldiğini anlattı.

ABD-Çin gerilimi yükseliyor
Sözcü, Çin donanmasının, Filipinler'e yakın Subic Körfezi'nin 50 mil (92 kilometre) açıklarında ABD donanmasına ait sivil bir gemi tarafından onarılan 2 insansız denizaltıdan birine el koyup olay yerinden uzaklaştığı bilgisini paylaştı.

Davis, Çin donanma gemisinin, ABD gemisinin telsiz çağrılarına cevap vermediğini de sözlerine ekledi.

ABD'nin resmi olarak şikayetçi olduğunu söyleyen Davis, insansız denizaltı aracının iade edilmesini talep ettiklerini bildirdi
Sputnik

‘İran-Çin yakınlaşmasının ardından Ortadoğu’yu yeni bir jeopolitik yapılandırma bekliyor’
Peter Parks
13.09.2016



İran, Doğu Asya’yı Avrupa’ya bağlayan kadim İpek Yolu’nun yeninde canlandırılmasını destekliyor. Peki, Çin’in 2013 yılında açıkladığı bu jeopolitik projede İran’a hangi rol düşüyor? Rus siyaset uzmanı ve Doğu bilimcisi Vladimir Sajin, Tahran’ın bu projeye katılmasıyla Ortadoğu’yu yeni bir jeopolitik yapılandırmanın beklediğini söyledi. Çin’in projesini desteklediğini açıklayan İran’ın ruhani lideri Ayetullah Ali Hamaney’in danışmanı Ali Ekber Velayati, İpek Yolu’nun canlandırılmasıyla Pekin’in bazı üstünlükler elde etmesine olumlu baktıklarının altını çizdi.

Tahran'da ’21. Yüzyıl İpek Yolu’ projesinin hayata geçirilmesiyle Çin’in etkisini Pasifik’ten İngiltere’ye kadar yayacağını belirten Sajin, “Bu planın kilit halkalarından biri Çin’den Myanmar, Bangladeş, Hindistan, Pakistan, Kazakistan, Özbekistan, Türkmenistan, İran, Türkiye, Bulgaristan, Romanya, Macaristan, Avusturya, Almanya, Belçika, Fransa, İngiltere güzergahına sahip yüksek hızlı tren. Tahmini maliyeti 150 milyar dolar olan bu projenin 2020-2025 yıllarında tamamlanması planlanıyor. Çin, resmi açıklamasında, Türkiye sınırlarından da geçecek demiryolunun Urumçi-Tahran kısmının yapımına başlandığı duyuruldu” dedi.

‘ÇİN’İ TANITMA AMACI TAŞIYOR’

Yeni İpek Yolu’nun yardım etkinliği değil, tamamen pragmatik bir proje olduğunu kaydeden Sajin, “Projenin temel amacı, Asya bölgesinin yeraltı kaynaklarını Çinli yatırımcılar için erişilir hale getirmek ve Çin mallarını Avrupa’ya ulaştıracak en rahat yolu açmak. Bu proje lojistik, enerji, inşaat ve kültür alanlarındaki işbirliği sayesinde sadık ülkeler kuşağını oluşturma yoluyla, Çin’i küresel politikada ABD’yle karşılaştırılabilecek bir oyuncu olarak tanıtma amacını taşıyor. Bir yandan başta Çin olmak üzere Uzakdoğu, diğer yandan Avrupa, AB. Ortada da gelirlerin düşük, ama demografik beklentilerin ve yeraltı kaynakların büyük olduğu ülkeler bulunuyor. İran da işte bu ülkeler arasında yer alıyor” yorumunda bulundu. İran’ın Batı Asya’da dominant rollerden birini oynadığını kaydeden Sajin, “İran’ın büyük bir hidrokarbon kaynağı olduğunu hatırlatmak gereksiz. Gelişmiş altyapıya sahip İran, Kuzey’i Güney’e ve Batı’yı Doğu’ya bağlayan kara ve deniz yollarının kesiştiği yoğun bir kavşak. Bu yüzden Ortadoğu’da stratejik konuma sahip İran’ın Çin tarafından yeni İpek Yolu’nda belirleyici rol oynayabilecek bir ülke olarak değerlendirilmesi çok doğal” diye konuştu.

İRAN, PROJEYE 6 MİLYAR DOLAR YATIRIM YAPACAK

İran’ın da bu projeye büyük ilgi duyduğunu, ülke yönetiminin bu projeye 2022’ye kadar 6 milyar dolar yatırım yapmayı kabul ettiğini hatırlatan Sajin, bu konuyla ilgili şu değerlendirmede bulundu: “Kazvin’de, 3 Eylül günü, Uluslararası İpek Yolu Belediye Başkanları Forumu açıldı. Foruma 57 ülkeden misafirler katıldı. Forumda konuşan Ali Ekber Velayati, ülkesinin İpek Yolu projesinde önemli bir transit aşama olduğuna işaret etti. İran’ın bu projede kilit rol oynayacağını belirten Velayati, İran’ın Bander Abbas ve Çabahar limanlarının deniz ve kara yollarını birbirine bağlayan önemli birer kavşak olduğunu ve Çin tarafından amaçlarına ulaşmak için mükemmel bir seçim olarak görüldüğünü söyledi.

‘İRAN VE ÇİN, İŞBİRLİĞİNİ ETKİNLEŞTİRİYOR’

Velayeti’ye göre, Çin, İran’ın halihazırda en büyük ticari partneri ve iki ülkenin dış politikaları yavaş yavaş birbirine yaklaşmakta. Gerçekten de İran ve Çin son aylarda çeşitli alanlardaki işbirliğini önemli ölçüde etkinleştirdi. Çin Başkanı Şi Jinping, yaptırımlar kalktıktan sonra İran’ı ziyaret eden ilk dünya lideri oldu. Bu çok önemli bir adım. Jinping’in geçtiğimiz ocak ayındaki Tahran ziyareti sırasında iki ülke arasında, ekonomi, sanayi, kültür ve adalet alanındaki işbirliğine ilişkin 17 anlaşma imzalandı. İki ülke arasındaki ilişkilerin gelişimine ve ticareti genişletmeye yönelik 25 yıllık kapsamlı program, karşılıklı ticaretin 10 yılda 600 milyar dolara ulaşmasını sağlamalı”. Tahran’ın yeni İpek Yolu projesine katılımının iki ülkeyi birbirine daha da yakınlaştıracağını kaydeden Sajin, “Böylece Ortadoğu’yu yeni bir jeopolitik yapılandırma bekliyor. İran, İpek Yolu’nu ‘kazan kazan yolu’ olarak görüyor” dedi.
Kaynak: Sputnik

size=24]Mehmet Ali Güller: Çin’in Ortadoğu Hamlesi[/size]
27 Ocak 2016



ABD açısından yakın zamanın en ciddi risk içeren gelişmelerinin başında Rusya’nın Suriye’de askeri operasyonlara başlaması kadar, stratejik düzeydeki önemi nedeniyle, Çin ve Rusya’nın Doğu Akdeniz’de ortak askeri tatbikat yapması geliyordu. Washington yönetimi o günden beri Çin’in Suriye’ye askeri olarak müdahil olup olmayacağı endişesi taşıyor.
Batı basınında bu konuda pek çok iddia yazıldı, yazılıyor. Çin’in bu yönde açık bir hamlesinin izi henüz yok. Ancak Ortadoğu enerjisinin en önemli alıcısı konumundaki Çin’in bölgedeki gelişmeleri çok yakından takip ettiği, Rus yöntemlerinden farklı yöntemlerle sorunlara müdahil olduğu da bir gerçek.

O farklı yöntemin dayandığı kuvvet ise Çin’in artık ABD’yi geçmiş olan ekonomik büyüklüğüdür. Bu kuvvet Pekin’e bir çekim merkezi olma özelliği sağlıyor. Örneğin geçen ay Pekin yönetiminin yaptığı Suriye’deki taraflar arasındaki görüşmelere ev sahipliği teklifinin hemen ardından muhalif grupların kendi aralarında Pekin’e önce gidebilme yarışı yapmaları, işte bu çekim merkezi olma özelliğinin doğal bir sonucuydu.

PEKİN’İN ARAP POLİTİKA BELGESİ

Yeni dönemde Pekin’in bu bu özelliğini bölgeye daha aktif müdahil olmanın bir aracı olarak kullanacağı anlaşılıyor. Zira Çin, ilk kez bir “Arap Politika Belgesi” yayımladı!

Belge, Çin’in 2013’te ilan ettiği ve “İpek Yolu Ekonomik Kuşağı” ile “Deniz İpek Yolu” sütunları üzerinde yükselen “Bir Kuşak, Bir Yol” ana planının bölgesel izdüşümü özelliğini taşıyor.

Belge, “1+2+3” formülüne göre Çin-Arap işbirliği öngörüyor. Buna göre 1, ilişkilerin çekirdeğini oluşturan enerji işbirliğine işaret ediyor. 2, altyapı imarı ile ticaret ve yatırım anlamına gelen çekirdeği destekleyecek kanatlara işaret ediyor. 3 ise nükleer enerji, yeni ve temiz enerji ile havacılık işbirliği alanlara işaret eden üç atılımı temsil ediyor.

Belgenin hedefini “sıfır düşman”, ruhunu ise Çin’in geleneksel tavrı olan dengecilik oluşturuyor.

Çin’in belgede “Ortadoğu’da devlet egemenliği ve toprak bütünlüğünün korunması, milli onurun savunulması, sıcak meselelere siyasi çözüm bulunması, barış ve istikrarın desteklenmesi” şeklindeki özel vurguları, Ortadoğu ülkeleri için Çin’i ABD’nin dayattığı türden ilişkiye karşı kazan-kazan ilkesine dayanan bir seçenek haline getiriyor.

Jİ’NİN RİYAD, KAHİRE VE TAHRAN ÇIKARMASI

Çin Devlet Başkanı Ji Cinping, yayımlanan “Arap Politika Belgesi”nin hemen ardından Ortadoğu’daki üç önemli başkente çıkarma yaptı.

Ji, 5 gün süren Ortadoğu ziyaretinde Riyad’da Suudi Kralı Selman’la 14, Kahire’de Mısır Cumhurbaşkanı Sisi’yle 21 ve Tahran’da İran Cumurbaşkanı Ruhani ile 17 anlaşma imzaladı.

Çin Devlet Başkanı Ji Cinping‘in Ortadoğu ziyareti sırasında “Doğu Kudüs Başkentli tam bağımsız Filistin devleti kurulması gerektiğini” savunması ve “terörü belli bir dinle bağdaştırmak doğru değil” demesi, öne çıkan mesajlardandı.

Ancak asıl mesaj, nükleer anlaşmaya rağmen ABD’nin yeni yaptırımlar açıkladığı İran’la imzalanan 25 yıllık stratejik ilişkiler belgesiydi!

Pekin ve Tahran, bu belgeyle ticaret hacmini 10 yılda tam 600 milyar dolara çıkarmayı hedefliyor!

CİBUTİ’DE ASKERİ ÜS

Çin, aslında Ortadoğu’ya çok daha geniş bir perspektiften müdahil oluyor. Çin’in toprakları dışındaki ilk askeri üssü olan Cibuti’deki üssünü bu ilginin en başlarına yerleştirebiliriz.

Arap yarımadasının hemen altında yer alan Cibuti, Çin’den Süveyş Kanalı aracılığıyla Akdeniz’e ve büyük pazarlara uzanan deniz yolunun üzerinde bulunması nedeniyle Pekin için çok önem taşıyor.

Çin’in ABD ve Fransa’nın da askeri güç bulundurduğu Cibuti’de üs açması ve Ortadoğu konusunda “Arap Politika Belgesi” açıklaması, Doğu Akdeniz’deki Çin-Rusya ortak askeri tatbikatından sonra Washington’u daha da endişelendirmeye başladı.

Tam bu süreçte ABD’nin Asya-Pasifik’e ikinci bir uçak gemisi gönderme kararı olması, bu endişenin boyutuna işaret etmektedir.

Kaynak: http://mehmetaliguller.com/

Çin'den Suriye hamlesi
13 Ekim 2015



Cumhuriyet'in haberine göre; Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi, dün başkent Pekin’de temaslarda bulunan Suriye Devlet Başkanlığı Siyaset ve Medya Danışmanı Buseyna Şaban ile görüştü.

Çin Dışişleri Bakanlığı internet sitesinde yayımlanan bildiriye göre, Bakan Wang, görüşmede Çin’in Suriye krizi konusundaki tutumunu vurguladı.

Bu tutumun terörizme karşı müşterek uluslararası çaba, siyasi çözüm ve insani krizin hafifletilmesini temel aldığını kaydeden Wang, “Çin, uluslararası hukuka uygun ve ilgili ülkelerce kabul gören terörizm karşıtı mücadeleyi desteklemektedir.” dedi.

BM öncülüğündeki siyasi çözümden yana olduklarını ve Cenevre’de üçüncü bir konferans yapılmasını savunduklarını belirten Bakan Wang, Ortadoğu’da bölgesel istikrara darbe vuran insani krizi hafifletmek için elden geleni yapacaklarını ifade etti.

Suriye’nin kaderine Suriye halkının karar vermesi gerektiğine işaret eden Wang ayrıca, “Çin, Suriye’nin egemenliği, bağımsızlığı, toprak bütünlüğü ile kendi ulusal koşullarına uygun kalkınma yolunu destekler” ifadelerini kullandı.

Öte yandan, Çin’in resmi haber ajansı niteliği taşıyan Xinhua, Türkiye’nin teröre karşı tutumunu eleştiren bir yorum yayımladı.

“Türkiye Çifte Standart Yüzünden Terörizm Kurbanı Oldu” başlıklı yorumda, “iki milyon mültecinin yaşadığı Türkiye’nin IŞİD sızmasına açık olduğu” belirtilerek, “Gelişmekte olan bir ülke olarak Türkiye, olası terör olaylarından ABD gibi gelişmiş ülkelere nazaran daha fazla zarar görecektir” denildi.

Yorumda ayrıca, “Türk hükümeti, terör saldırılarına ve terörizm için tohum eken örgütlere karşı çifte standart uygulayanların en sonunda kendilerini yaralayacağını aklında tutmalıdır” ifadeleri dikkat çekerken, Türkiye’nin çifte standart politikasını gözden geçirmesi ve Batılı ülkelerin yanı sıra ilgili tüm ülkelerle kapsamlı işbirliğinde bulunması gerektiğini ileri sürüldü.
Haber 93

Çin'de yine patlama: Ölü ve yaralılar var
30 Eylül 2015



Çin'in güneyindeki Guangxi Zhuang Özerk Bölgesi'nde bugün öğleden sonra meydana gelen patlamalarda 7 kişinin öldüğü, 13 kişinin yaralandığı bildirildi

İnternetteki bazı fotoğraflarda, Dapu kasabasındaki bir binanın yarısının göçtüğü görüldü. Görgü tanıkları, yollardaki bazı araçların hasar gördüğünü ve patlama alanları çevresinde yaralıların bulunduğunu ifade etti.

Olay yerine sağlık personeli ve kurtarma ekipleri sevk edildi. İlk belirlemelere göre, patlamalara kargo paketleri yol açtı.Resmi haber ajansı Xinhua, bölgenin Liucheng ilçesi ve çevresinde meydana gelen patlamaların ilkinin yerel saatle 15.50'de duyulduğunu kaydetti.

İnternetteki bazı fotoğraflarda, Dapu kasabasındaki bir binanın yarısının göçtüğü görüldü. Görgü tanıkları, yollardaki bazı araçların hasar gördüğünü ve patlama alanları çevresinde yaralıların bulunduğunu ifade etti.

İlk belirlemelere göre, patlamalara kargo paketleri yol açtı.

Kaynak: Cumhuriyet

Çin bir kez daha patlamayla sarsıldı
31 Ağustos 2015



Çing’in Şandong vilayetinde bulunan Dongying kenti büyük bir patlamayla sarsıldı.

Çin’in Tianjin kentinde bir kimyasal madde fabrikasında iki hafta önce gerçekleşen ve yüzün üzerinde insanın ölümüne neden olan patlamanın ardından bugün de ülkenin kuzeydoğusunda bulunan Dongying şehrinde büyük bir patlama gerçekleşti.
Sendika Org

ÇİN'DE PATLAMA: ÖLÜ SAYISI 104'E ÇIKTI
İlgili Haber
Kısa bir süre önce gerçekleşen patlamayla ilgili Çin’in sosyal medya sitelerinde çeşitli paylaşımlar yapılırken, patlamanın bazı gazeteler tarafından da doğrulandığı kaydediliyor. Patlamanın nedeni ve ölü ya da yaralı bulunup bulunmadığı henüz bilinmiyor.

Çin yeni bir kimyasal patlamayla sarsıldı
23 Ağustos 2015



Tianjin limanında geçtiğimiz haftalarda meydana gelen dev patlamanın yaralarını sarmaya çalışan Çin, yeni bir patlamayla sarsıldı.

Resmi haber ajansı Xinhua, ülkenin doğusundaki bir kimya fabrikasında dün akşam patlama meydana geldiğini bildirdi. 1 kişinin öldüğü, 9 kişinin yaralandığı patlamanın Shandong eyaletinde yer alan Huantai ilçesinde kurulu bir kimya fabrikasında gerçekleştiğini belirten Xinhua, fabrikada adiponitrile adlı sıvı kimya maddesinin üretildiğini, söz konusu renksiz maddenin ateşle temas ettiği takdirde havaya zehirli gaz saldığını kaydetti. Ajans ayrıca, patlama sonrasında çıkan yangının yaklaşık 20 itfaiye aracının 5 saatlik müdahalesiyle kontrol altına alındığını belirtti.

TİANJİN'DE ÖLÜ SAYISI 121'E YÜKSELDİ

Başkent Pekin'in yaklaşık 150 kilometre doğusundaki Tianjin limanında 12 Ağustos'ta meydana gelen patlamalarda ölü sayısı 121'e yükseldi. Liman bölgesindeki antrepolarda depolanan yüzlerce ton kimyasal maddenin sebep olduğu patlamada halen 51 kişi kayıp statüsünde tutuluyor.
Cumhuriyet

Çin'den Venezuela'ya 20 milyar dolar destek
14:17 09.01.2015

Çin yönetimi, düşen petrol fiyatları sebebiyle ekonomik krize giren Venezuela'da 20 milyar dolarlık yatırım yapacak. Bu yatırımların yeni kredileri de kapsayıp kapsamadığı henüz bilinmiyor.
Venezuela Devlet Başkanı Nicola Maduro, Çin'e yaptığı resmi ziyarette mevkidaşı Şi Jinping ile bir araya geldi.

İki ülke arası ilişkileri güçlendirmek amacıyla yapılan görüşmeler sonrası Maduro, basına yaptığı açıklamada Çin'in Venezuela'ya yapacağı 20 milyar dolarlık yatırımlar hakkında anlaşmaya vardıklarını söyledi. Yapılacak yatırımlar teknoloji, inşaat ve petrol ürünlerini kapsayacak.

Ancak bu yatırımların yeni kredileri de kapsayıp kapsamadığı henüz bilinmiyor.

Dünyanın ikinci büyük ekonomisi Çin, daha önce ekonomik sıkıntıdaki Venezuela'ya verdiği 42 milyar dolarlık kredinin süresini uzatmıştı. Petrol krizi yaşayan Güney Amerika'da nüfuzunu artırmak isteyen Çin, hafta başında Ekvador'a 7,5 milyar dolarlık kredi vermeyi kabul etmişti.

PETROL 6 YILIN EN DÜŞÜĞÜNDE

Petrol fiyatları, ekonomik yavaşlama ve Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü (OPEC) üyelerinin üretimi kısmayacaklarını açıklamasıyla düşüşünü sürdürüyor.

Uluslararası bir gösterge olan Brent petrolün, 2014 başlarında 110 dolar olan varil fiyatı, altı yıldır ilk defa 50 doların altına geriledi.

Petrol üreticisi Venezuela'da petrol fiyatlarındaki düşüş enflasyonu artırdı.
Sputnik

Çin, İran'daki altyapı projelerine yatırımını iki katına çıkartacak



İran'ın Mehr Haber Ajansı'na göre Enerji Bakan Yardımcısı İsmail Mahsuli Çin İran'daki projelere yatırım kotasını 25 milyar Dolar'dan 52 milyar Dolar'a çıkardı.
Mahsuli su, elektrik, petrol ve doğalgaz projelerinin ek yatırımlardan faydalanacağını belirtti.
Avrupa ve ABD'nin sıkı ambargolar uygulamasından sonra İran proje finansmanı için Çin, Rusya ve Türkiye'den yatırım arar oldu.

ABD nükleer programı nedeniyle İran'a tam bir ekonomik ambargo uygularken, Avrupa Birliği iki yıl önce özellikle enerji ve bankacılık sektörlerini hedef alan ambargolarını sıkılaştırmıştı.

ABD, AB ve diğer bazı ülkeler İran'ın nükleer silah geliştirmeye çalıştığından şüpheleniyor.
İran ise programın sivil amaçlı olduğunu savunuyor.
BBCT

Çin ile Hindistan arasında önemli anlaşmalar imzalandı
18 EYLÜL 2014



Çin Cumhurbaşkanı Xi Jinping, Yeni Delhi ziyareti sırasında Hindistan ile 12 önemli anlaşmaya imza attı. Bu anlaşmalardan biri, Çin'in gelecek 5 yıl içinde Hindistan'ın altyapısı için 20 milyar dolarlık yatırım yapmasını öngörüyor.

Hindistan Başbakanı Narendra Modi, Çin Cumhurbaşkanı Xi Jinping ile düzenlediği basın toplantısında, ilerleme sağlanması için "sınırda barışın önem taşıdığını" söyledi.
Çin Cumhurbaşkanı Xi de, sınırda barış ve huzurun sağlanması için Hindistan'la birlikte çalışacağını bildirdi.
İki lider arasındaki görüşmeler, Hindistan'ın Çin'i, Ladakh'da yeni toprak ihlallerine girişmekle suçladığı bir sırada gerçekleşti.
Çin, Hindistan'ın en önemli ticaret ortaklarından biri ve her iki devlet, aralarındaki sınır anlaşmazlıklarının yanı sıra bölgesel etki kurma konusunda da mücadele halindeler.
Delhi görüşmeleri sonunca imzalanan yatırım anlaşmaları kapsamında, Çin, Hindistan'ın eskiyen demiryolu sistemini yüksek hızlı trenleri taşıyabilecek çağdaş hatlarla yenileyecek ve tren istasyonlarını modernleştirecek.
Xi Jinping ve Narendra Modi
Gujarat ve Maharashtra'da organize sanayi bölgeleri kuracak olan Çin, farmakoloji ve tarım ürünleri de dahil olmak üzere Hindistan ürünlerine daha fazla pazar imkanı sağlayacak.
Çin ve Hindistan ticaret, uzay araştırmaları ve sivil nükleer enerji alanlarında işbirliğinin artırılması konusuna da eğildiler.
Görüşmeler kapsamında Hint ve Çin şirketleri arasında, uçak kiralama ve telekomünikasyon gibi çeşitili sektörlerde 3 milyar doları aşkın tutarda ön anlaşma imzalandı.
İki devlet arasında süregiden gerilime rağmen, Hindistan ve Çin arasında ticaretin hacmi yılda 70 milyar dolara yaklaştı. Hindistan'ın Çin'le olan ticaretinde, 2001-2002 yılları arasında 1 milyar dolar olan açık ise, şimdi 40 milyar doları aşmış durumda.
BBCT

Çin Kongresi: Küresel bir devi yönetmek
8 KASIM 2012



Çin Halk Cumhuriyeti; Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti, Küba, Laos ve Vietnam ile birlikte dünyada resmî olarak komünist rejimle yönetilen beş ülkeden biri.

Küba hariç dört ülke Asya'da birbirine komşu.

Komünist rejimi nedeniyle dünyanın bu en kalabalık ülkesinin nasıl yönetildiği, yanıtı aranan önemli uluslararası konulardan biri.

Çin'in yönetim şekli dahi kolay tarif edilemiyor. Çinli yöneticiler ülke yönetimine "Çin'e özgü sosyalizm" diyorlar. Ancak sadece dünya için değil Çin yöneticileri için de belirsizlik var.

Çin Devlet Başkanı Hu Jintao, 2002 Kasımı'nda Çin Komünist Partisi (ÇKP) lideri ve 2003 Martı'nda Devlet Başkanı olduğunda Batı için bir bilinmeyendi.

Ancak Çin'i yakından takip edenler için bu o denli önemli değil. Çünkü Çin'de yönetim tarzı, Mao sonrası ipleri eline alan Dıng Şiao Ping'in (Deng Xiao Ping) ülkenin idaresini Ciang Zımin'e (Jiang Zemin) devretmesiyle değişti. O zamandan beri Çin'i karizmatik liderler değil "beyin takımı" yönetiyor.

Şimdiki Devlet Başkanı Hu Jintao; Çin Komünist Partisi, Çin Halk Kurtuluş Ordusu ve Çin Halk Cumhuriyeti'nin başında ve bunlar ülkenin en üst yönetimi.

Çin devlet sistemindeki hiyerarşide ülkenin başında bir lider var ama kararların tümü ÇKP Politbüro Merkezi Komitesi (PMK) tarafından alınır.

9 kişilik bu kadronun ülke kararlarını belirlediğiyle ilgili ciddi bir kamuoyu görüşü var.

Hu Jintao bu 9 kişinin en üstünde; ülke içinde ve dışında bu organın sözcüsü gibi.

Bu organı, içinde bu 9 kişinin de yer aldığı 25 kişilik ÇKP Politbürosu besliyor. İşte bu 25 kişi, Çin'in ana yönetim kadrosu.

Yeni liderler ısınma turları attı

Çin Devlet Başkanı Hu Jintaou ve selefi Ciang Zımin, makamlarında kaldıkları 10'ar yıl boyunca hiçbir zaman, Batı demokrasilerindeki devlet yöneticilerinde görüldüğü gibi şaşırtıcı kişisel çıkışlar yapmadı. Konuşmalar hep itidallı, kontrollü ve "olması gerektiği" gibi oldu: Renk verilmedi, risk alınmadı, duygu öne çıkartılmadı.

Hu Jintao'nun bu yıl görevi devretmesi beklenen ve şimdiki ÇKP PMK sıralamasında 6'ıncı sırada bulunan Şi Cinping (Xi Jinping) ile yeni kadrodan da buna benzeyen bir çizgi bekleniyor.

Aslında bu, fiilen son iki yıldır böyle. Şi Cinping ve Başbakan Vın Ciebao'nun (Wen Jiabao) yerini alması beklenen Li Kıçianğ (Li Keqiang) dünyanın hemen her yerinde Çin Devlet Başkanı ve Başbakanı gibi ağırlandı. Yeni liderler, iki yıl boyunca Devlet Başkanlığına ve Başbakanlığa alıştı. Onların son iki yılında da muhtemel halefleri ısınma turları atacak.
Yine de Çin'deki yeni lider kadrosunda son dakika değişikliği olur mu? Bu bir sürpriz olur ama olasılık dışı değil.

Çünkü bu yıl içinde yaşanan iki olay Çin'de de sürprizler olabileceğini gösterdi.

İlki, ÇKP'de ve hükümet içinde yükselmesine kesin gözle bakılan Bo Xilai olayı: Çin hükümeti olayın bir rüşvet ve adam öldürme olayına bağlı olduğunu açıklıyor ancak Çin'i izleyen uzmanlara göre Bo olayı, bu denli basit olmamalı. Fakat gerçekte ne olduğu sorusuna kimse yanıt bulabilmiş değil.

Diğer olaysa, Eylül ayı içinde Şi Cinping'in ortadan 10 gün kadar kaybolması ve sonradan hiçbir şey yokmuş gibi yine ortalığa çıkışıydı. Yine hiç kimse bu kayboluşun nedenini anlayamadı.

ÇHC tarihinde ortadan kaybolan kişiler

Çin Halk Cumhuriyeti tarihinde üst düzeydeki liderlerin nedeni bilinmeyen kayboluşlarına şahit olundu.

Bunlardan ilki 1971 yılı sonlarında Mao'nun sağ kolu olan Lin Biao'nun gözden tamamen kaybolmasıydı: Resmi açıklamaya göre Lin ve ailesini taşıyan uçak Moğolistan'da düşmüştü. Ölümüyle ilgili resmî açıklama onun ölümünden aylar sonra yapıldı. Bu ölüm Kültür Devrimi'nin en sert estiği zamanlara denk geliyordu.

Ünlü lider Dıng Şiao Ping de toplam ölü sayısı halen net bilinmeyen Tienanmın Olayları sonrasında 3 aydan daha fazla ortadan kaybolmuştu. Dıng, daha sonra Merkezî Askerî Komisyon'dan ayrıldığını açıklamıştı.

Yine Tienanmın Olayları'nın devam ettiği 19 Mayıs 1989'da açlık grevi yapan öğrencilerin arasına gözü yaşlı olarak girerek onlara "Çok geç kaldım. Açlık grevini durdurun ve evinize gidin" diyen ÇKP Genel Sekreteri Cao Zıyang (Zhao Ziyang) da ertesi gün ortadan kaybolmuştu. Daha sonra görevinden el çektirildi ve ömrünün sonuna kadar ev hapsinde tutuldu.

Sonraki Başbakan Li Pıng (Li Peng) da Filipinler Devlet Başkanı ile 1993 yılında yapacağı görüşmeyi birden iptal etti ve sonraki 4 ay boyunca sadece iki kere göründü. Kalp rahatsızlığı olduğu söylendiyse de, kimi gözlemciler Li'nin parti liderlerince incitici bir biçimde eleştirildiğini söylediler.

Kaybolan bir başka kişiyse, bir önceki Devlet Başkanı Cieng Zımin'in sağ kolu olarak bilinen ve Çin'in ilk 9 kişisinden biri olan Huang Cü (Huang Ju) oldu.

Huang kamuoyunda Hu Cintao tarafından istenmeyen adam olarak biliniyordu. Çin'in devlet bankaları ondan sorumluydu ve adının kimi rüşvet olaylarına karıştığı da iddia ediliyordu. Hong Kong'un etkili gazetesi South China Morning Post, Huang'ın hasta olduğunu ve görevinden ayrılacağını yazdı. Devlet medyası durumuyla ilgili bilgi vermedi ve 1 yıl kadar sonra öldüğü açıklandı.

Şi Cinping ne zaman Çin'in başına gelir?

Çin Komünist Partisi'nin 8 Kasım'da başlayan kongresinde yeni liderlerden kaçının yer değiştireceği ve bu yer değiştirmenin ne zaman olacağıyla ilgili net bir yok. 9 kişinin halen belli olmadığı, sayının 7'ye düşürüleceği konuşulanlar arasında.

Hu'nun yerine gelmesi beklenen Şi'nin babasıyla ilgili bilgi ise ilginç; Şi Congşün (Xi Zhongxun) Mao'nun defalarca tasfiye ettiği kişi. Ayrıca, 1987'de ÇKP Başkanlığından indirilen Hu Yaobang'ı desteklemişti. ÇKP, 2005 yılında Hu'ya onurunu iade etti.

Şi'nin babası aynı zamanda Dıng'ın 1980'lerin başında reformlara açtığı Çin'in pilot bölgesi olan güneydeki Şıncın'da (Zhenzhen) kurulan Özel Ekonomik Bölge'nin de beyni.

Bu yılın sonundan itibaren -sürprizler olmazsa- Çin'in bilinen yeni kadrosu kademeli olarak başa gelmeye başlayacak. Çünkü Çin'de Batı demokrasilerindeki gibi bir seçim sistemi yok.

80 milyonu aşkın üyesi olan ÇKP'nin üst kadrosunda bir sonraki 10 yılın yönetici kadrosunun da belirmeye başladığı görülüyor.

Pek çok kişi, Çin'deki yönetim sisteminin ülkeye ve topluma istikrar getirdiğini düşünüyor.

ABD'li PEW araştırma şirketine göre, 2007 yılında Çinlilerin yüzde 83'ü yönetim biçimlerinden memnunken, bu sayı 2010'da 87'ye yükseldi.

Kıyaslama yapmak gerekirse, Arap Baharı'nın yaşandığı Mısır'da bu oran 47'den 28'e düştü.

Hu Cintao'nun başı çektiği liderler kadrosu ilk kez bir Çinliyi kendi olanaklarını kullanarak uzaya çıkartmış ve ülkeyi dünyanın ikinci büyük ekonomisi yapmıştı.

Çin, IMF'nin öngörüsüne göre 2017 yılında dünyanın en büyük ekonomisi haline gelecek. Bu ekonomi, Şi Cinping'in liderliğindeki kadronun yönetiminde olacak.

Acaba bu başarıya ulaşan Çin için Batı şu soruyu soracak mı: "Hangisi doğru? Çin'in sistemi mi yoksa bizim mi?"
bbct

BATI BÖYLE DERKEN, DOĞU NE DİYOR?
Bülent ESİNOĞLU
02.11.2010
Aydınımız, yazarımız, çizerimiz dünyayı anlamaya çalışırken, dayandığı temel kaynağın, Batı kaynakları olduğu bilinenlerdendir.
Amerikan’ca ve İngilizce Türk aydınının kullandığı dil olduğundan, onların oralardan öğrenip, bize aktardığı bilgilerin ve yorumların Batı dünyasının dünya görüşünü, dolayısı ile Batının menfaatlerini temsil ettiği de bilinenler arasındadır.

Diyeceksiniz ki, efendim internet diye bir şey var. Gir oraya gerçeği öğren. Bunu söylemek kolay. Ama gündelik ekonomik kaygılar içinde olan insanların bunu gerçekleştirmesi zor.

Dikkat etmişinizdir. Tüm Batı medyası, bilhassa da Amerikan propaganda makinesi, Çin’in süper devlet olduğu iddiasını işleyip duruyorlar. Bunun altında bir bit yeniği olduğunu düşünmediniz mi?

Eğer düşündüyseniz, bu propagandaların arkasından hep şu yorumlar geliyor. O da şu; Çin süper devlettir. Doğu Asya’daki devletlere ekonomik hegemonya kurdu, onları sömürüyor.

Oysa Çin’in süper devlet olduğu iddiasını, başta Çin’in kendisi kabul etmiyor. “Biz gelişmekte olan bir devletiz, hiçbir ülkeye savaş ilan etmiyoruz. Hiçbir ülke ile zorla ticaret yapmıyoruz.”

Şimdi biraz daha netleşiyor sanırım. Amerikan propaganda makinesinin asıl maksadı; Çin ile ASEAN ülkelerinin arasını açmaktır. Tıpkı, Türkiye ile İran’ın arasını, İsrail’in menfaatleri için açmaya çalıştığı gibi. (Türkiye’ye yerleştirilmek istenen füzeler tüm Doğunun kapılarının Türkiye’ye kapaması içindir.)

Amerikan Dışişleri Bakanı Bayan Clington 16 Doğu Asya ülkelersini dolaştı. Gittiği her yerde Çin’i şikâyet etti. “O süper güç sizi domino ediyor” diyerek.

Amerika Çin’i kuşatmak için Irak, Afganistan işgalini ve Pakistan’ın istikrarsızlaştırılması ile istediğini alamayınca, şimdi de sözüm ona “yumuşak gücünü” kullanıma soktu.

Çin’in içinde Urumci, Tibet ve Taiwan örtülü savaş ile karıştırırken, öte yan, Çin’deki bir siyasi mahkûma Nobel Ödülü verdiriyor.

Gelişmekte olan Çin Japon iyi ilişkilerini gemiler torpilleyerek engelleyen ABD, Türkiye ile Çin arasında iyi ilişkiler kurulmasını da istemiyor.

İstemiyor ama ABD ve onun Türkiye’deki uşaklarına rağmen Türkiye’nin iç dinamikleri; Doğu ile ilişkileri zorluyor. Batı ile olan eşitsiz ilişkilerin sürdürülemez boyutlarda olması Doğu ile ilişkilerin motoru oluyor.

Çünkü Doğunun bizi bölmek gibi bir niyeti( en azından şimdilik) yoktur.

Bu durum bile başlı başına Türkiye Doğu ilişkilerini mecburi kılmaktadır.

http://www.ordumillet.com/Content.aspx?haberID=734&B=bati-boyle-derken-dogu-ne-diyor
Etiketler : Batı, Doğu

Çin : Yeni Bir Hegemonik Güç mü Doğuyor?

Korkut Boratav
Sol Gazetesi

Geçen hafta bu köşede “ABD, Çin ve Dolar’ın Geleceği” tartışıldı.

Kısaca hatırlatayım:

Son on yıl içinde dünya ekonomisinde, Amerika’nın kronik ve giderek artan dış açıkları ile Çin’in kronik ve sürekli artan dış fazlalarının karşı karşıya geldiğini biliyoruz. Çin, artık, ABD’nin en büyük dış alacaklısıdır.

Çin’in 2 trilyon (2000 milyar) dolarlık resmi rezervlerinin tahminen dörtte üçü dolara bağlıdır ve yaklaşık 800 milyar doları doğrudan doğruya ABD Hazine bono ve tahvillerinden oluşmaktadır. Bu olgular, Çin yöneticilerini doların değeri üzerinde endişeye sürüklüyor ve Amerikan yönetiminden alacaklarının değer yitirmemesi ve eksiksiz ödenmesi için güvence istemelerine yol açıyor.

Dahası, dolar’ın dünya ekonomisinin rezerv parası konumuna son verilmesini gündeme getiriyorlar. Bu, ABD’nin “süper-emperyalist” konumunun ana ekonomik ayrıcalığını tasfiye çağrısı olarak da yorumlanabilir.

Çin’in artan ekonomik gücünden kaynaklanan bu “meydan okuyucu” tavırlar, şu soruları akla getiriyor:

Amerika’nın kapitalist dünya sistemi üzerindeki hegemonik konumu son mu bulmaktadır? Çin’in de ön plana çıkacağı yeni bir dünya mı oluşmaktadır?

***

Benzer bir soru, New Left Review dergisinin Mart/Nisan 2009 sayısında, çağımızın önde gelen sosyal bilimcilerinden Giovanni Arrighi’ye yöneltilmiş.

Çin odaklı son yapıtı Adam Smith Pekin’de başlığını taşıyan Arrighi’yle yapılan söyleşinin bazı öğelerini geçen ay bu köşenin okurlarıyla paylaşmıştım. Söyleşiyi yapan David Harvey’in Arrighi’ye yönelttiği şu soruyu ise o yazıda ele almamıştım:

“Zaman içinde Çin’in yeni bir hegemon olarak ABD’nin yerine geçmesi sizce mümkün değil mi?”

Arrighi şöyle yanıtlıyor:

“Çin’in küresel ekonominin yeni bir merkezi olarak ortaya çıkacağını düşünüyorum. Bu gerçekleşirse, rolü daha önceki hegemonyalardan çok farklı olacaktır. Bir kere, askerî güç, kültürel ve özellikle ekonomik güce göre çok daha az rol oynayacaktır. Ekonominin kozunu, Amerika’nın yaptığından çok daha fazla kullanması gerekecektir.”

Çin’in yeni bir hegemonik güç olarak ABD’nin yerine geçmesi, bir fantaziden öteye geçebilir mi?

Bu olasılığın gerçekleşmesi halinde Çin’in yöneteceği dünya, bir yeni emperyalizm mi olacaktır?

Arrighi, bu sorulara doğrudan girmiyor." Bugünkü Çin belki kapitalisttir; belki de değil” diyor ve Çin halkının mücadele geleneğinin Çin toplumunu sola kaydırabileceğini ifade ediyor.

Böyle bir dönüşüm gerçekleşirse, Arrighi’ye göre,

“önümüzdeki 20-30 yıl içinde uluslararası ilişkiler de etkilenecektir.”

***

Uzak geleceğe bakan bu tür soruları tartışmanın, tarihin ve bugünün olgularının ciddi bir çözümlemesine dayanıyorsa, hem yararlı, hem de bilimsel olabileceğini düşünüyorum.

Arrighi’nin öngörüleri ise, bence, sorunludur. Bir yandan yakın geçmişin eğilim ve göstergelerine bakarak Çin’in ileride hegemonik bir dünya gücü olacağı öngörülmekte, öte yandan da bu ülkenin kapitalist olmayan bir doğrultuda seyredebileceği düşünülmektedir.

Bu iki senaryo, bence, tutarlı değildir.

Son on yılın gelişimlerini geleceğe taşıyarak “hegemonik bir dünya gücü olarak Çin” olasılığının nasıl hayata geçebileceğini kurgulayalım:

19. yüzyılda Britanya’nın üstlendiği “dünyanın atölyesi” rolünü 21. yüzyılda Çin devralmaktadır.

ABD-Avrupa’ya karşı, bugünkü krizden de güçlenerek çıkmaktadır. Düşük emek maliyetlerine dayalı ve etkili politikalarla güvenceye alınan rekabet gücü üstünlüğü sayesinde Çin’in tüm dünyaya karşı verdiği dış fazlalar sürecek; giderek artacaktır.

Dış fazlaların yol açtığı, döviz birikimleri sonunda ve büyük çoğunluğuyla Çin devletine intikal etmektedir. Bu rezervlerin dış yatırımlara dönüşmesi kaçınılmazdır. Devlet yatırımları olduğu için, kâr arayışı değil, stratejik öncelikler önem taşıyacak; Çin devleti, giderek, dünyanın ham madde ve enerji kaynaklarının önemli bölümlerine hâkim olacaktır.

Arrighi’nin öngördüğü, “ekonomik güce dayalı bir dünya hegemonyası” böyle oluşacaktır.

Bu senaryonun ön-koşulu, Çin’in düşük emek maliyetlerine dayalı rekabet gücünün korunmasıdır. Emeğin en çıplak biçimde metalaştığı; işgücünün sosyal güvencelerinin büyük ölçüde tasfiye edildiği; ancak, artı-değerin önemli bir bölümünün devlete intikal ettiği bu toplumsal yapı, bazıları gibi, devlet kapitalizmi olarak nitelendirilebilir .

Öte yandan, kapitalizmin bugünkü krizi, Arrighi’nin öngördüğü gibi, Çin emekçilerinin direnmesinin de katkısıyla sosyalist bölüşüm ilişkilerine kısmî bir dönüşe yol açarsa, işgücünün meta niteliğinin egemen olduğu alanlar daralacak; düşük emek maliyetlerine dayalı rekabet gücü aşınacaktır.

Bu doğrultuda bir dönüşüm ise, son on yıldaki eğilimlerin sürdürülmesine; yani Çin’in dünya ekonomisiyle astronomik dış fazlalar oluşturarak bütünleşmesine imkân veremez.

Sosyalizme kısmî dönüş, Çin’in hegemonik bir dünya gücü olmasına engeldir. Dünya sistemi kapitalist kaldıkça, hegemon güç, kapitalizmden kopamaz .

Peki, dünyanın kapitalizm-dışı doğrultulara yönelmesi halinde...?

Bu, geleceğe ait bir tartışma konusudur.

Deniz Ülke Arıboğan
deniz.ulke@aksam.com.tr
Çin'de neler oluyor?

Yıllar önce, henüz genç bir akademisyenken Çin'e merak sarmış ve bu alanda çalışmaya karar vermiştim. Uzak Doğu'nun büyüyen gücünün dünyanın merkezini Batı'dan Doğu'ya doğru kaydıracağını ve Atlantik yüzyılından, Pasifik yüzyılına geçtiğimizi düşünüyordum. Bunu keşfedince öğrencilerimi ve asistan arkadaşlarımı da yönlendirdim ve bir grup Çin çalışmaya başladık; daha doğrusu çalışmaya başlamayı istedik.
Fark ettiğimiz ilk konu Çin çalışmaları diye bir şeyin ülkemizde neredeyse hiç olmadığıydı. O güne kadar Çin ile ilgili ne doğru düzgün bir kitap, ne de makale yazılmıştı. Yalnızca ideolojik propaganda kitapları ve ekonomik ilişkiler üzerine bir iki değerlendirme vardı, o kadar. Çince öğrenmeye kalkışanlarsa yeni bir duvarla karşılaşmıştı. O yıl Çince derslerine talep olmadığı için kurslar açılmamıştı. Zaten o dili çat pat öğrenmek bile en azından 5 yıllık bir çaba gerektiriyordu. Tam da bize göre yani!
İngilizce'nin suyu mu çıkmıştı? Hep birlikte yeniden ABD ve Avrupa çalışmalarının faziletlerini keşfetmeye başladık. Kişilerin, bölgelerin, savaşların isimlerini bir türlü ezberleyemiyor, çalışılan konuyu bir türlü içselleştiremiyorduk. Ancak büyük gayretler sarf ederek başladığımız bu alanla ilgili 'pas geçtik' demeyi de kabullenmiyorduk. Sonuçta çalışmalarımızı 'Çin'in Gölgesinde Uzak Doğu Asya' başlıklı bir kitapta topladım ve konuyu kapattım.
Çalışma boyunca en önemli keşfim 'İlim Çin'de olsa gidip öğreniniz' sözünün iki anlamı olduğuydu. Birincisi 'İlim çok değerlidir, en uzak noktada bile olsa ona ulaşmaya çalışınız' tavsiyesi; ikincisi ise 'En uzak noktanın Çin olduğu' saptamasıydı. Çin yalnızca coğrafi açıdan değil, manen ve fikren de çok uzaktı. Bizzat kendimiz, ellerimizle keşfetmiştik.
Oysa dünya bir avuç içine sığacak kadar küçülmüştü. Çin uzaklarda bir yerlerde değil, sanki yanı başımızda büyüyordu. Ortadoğu'da, Afrika'daydı; hatta bizim semt pazarında, markette, mutfakta vardı. Biz Çin'e gidemediğimizden, o bize gelmişti.
Artık kaçış yoktu ve doğal olarak Türk siyasi ve ekonomik çevreleri de Çin ile ilgili bazı girişimlerde bulunmaya başladılar. En son Cumhurbaşkanımız Abdulah Gül'ün Çin ziyareti ve ardından Uygur Türklerinin yaşadığı Sincan bölgesinde başlayan olaylar vesilesiyle bölgeye yönelik ilgimiz tavana vurdu. Aydınlatıcı olması bakımından;

1- Çin, yalnızca incik boncuk üreten, ucuz mal satıp dünya ticaretini şekillendiren bir ülke değil, büyük bir sanayi ve enerji devidir. Krizden sonra bile, tüm dünya çökerken, o hala büyüme eğilimlerine sahiptir. Dünyanın yalnızca en büyük satıcısı değil, en büyük alıcısıdır da. En fazla fakirin de, en büyük sayıda zenginin de yaşadığı yer burasıdır. Kısaca en büyük fabrika olduğu kadar, en büyük pazardır da.

2- Yumuşak karnı, bu büyük nüfusun etnik kompozisyonu ve ülkedeki Han soylu nüfusun diğerlerine despotik yaklaşımıdır. Türklerin yaşadığı Sincan bölgesi uzun yıllardır ciddi baskılara maruz bırakılmaktadır. İç karışıklık yalnızca iç dinamiklerle ortaya çıkmaz, dışarıdan destek olmazsa olmaz koşuludur. Gürcistan'da, İran'da, Çin'de gerçekleşen olaylardan sonra, hükümetlerin hep dış güçleri suçlaması dikkate değer bir noktadır. Kendi ülkemiz açısından da dikkatli olmakta fayda vardır.

3- Olayların zamanlaması, konunun Türkiye ile de ilgili olduğu intibaını vermektedir. Çin'in Türkiye ile iyi ilişkiler içerisinde olması ve bu ilişkinin ekonomiden, siyasi ittifaka doğru gelişebilme potansiyeli göstermesi, bazıları açısından tehlikelidir. Bunu engellemenin yolu, Çin ile Türkleri karşı karşıya getirmektir. Uygur Türklerine yönelik katliam sürerken ve bunun travmatik etkileri büyümekteyken, hiçbir Türk hükümetinin Çin'e yönelik olumlu adımlar atması mümkün değildir.
Kısaca Uygur Türkleri ile Çin hükümeti arasında gelişenler evimizle ilgilidir ve Çin hiç de sanıldığı kadar uzak değildir.
Akşam

Doğu Türkistan Olayları ve Uygurların Varolma Mücadelesi
Doç.Dr. Oya Akgönenç
Milli Gazete

Doğu Türkistan'da olaylar fırtına gibi gelişip, dünya gündemine yıldırım gibi düştü. Meydana gelen tepkiler çok karışık ve farklı oldu. Durum hala ciddiyetini sürdürmekte, olayların üzerinden bir haftadan fazla zaman geçmesine rağmen Uygurlar sokak ortasında yürürken veya bisikletle işine giderken vurulup öldürülmekte... Bütün bunlara rağmen dünyadan yükselen tepkiler son derece cılız kalmakya devam ediyor.

Daha da fenası, medyayı kontrol eden Çin, öldürülenlerin Han Çinlileri olduğunu dünyaya bildirmekte ve olayların tüm yükünü Uygur Müslümanlarının üstüne yıkmaktadır.

Olayları anlamak için bir kaç değişik açıdan tahlil etmek gerekmektedir.

Olayların panaromik tespiti:

Doğu Türkistan Türkleri kendi vatanlarında, yıllardır büyük bir baskı rejimi altında yaşamakta olup Doğu Türkistan topraklarına sistemli bir şekilde "Han Çinlileri" yerleştirilmektedir. Yeni gelenler kendilerini üstün görüp, en iyi işleri elde etmekte, bölgedeki ekonomik kalkınmadan en çok Han Çinlileri pay almaktadır. Uygurlar kendi ana yurtlarında ikinci ve hatta üçüncü sınıf vatandaş muamelesi görmektedirler. Adeta yıllar öncesi Güney Afrika'ya Avrupa'lı beyazların gelerek, tüm kaynakları ele geçirmeleri ve toprakların sahibi haline gelmeleri gibi.

Son olaylarda da bir sivil protesto hareketi olarak başlayan hadiselerde Han Çinlileri ellerindeki iri sopalarla Uygurları linç etmiş ve olayları bastırmaya gelen Çin askerleri de kaçan Uygurları vurup, öldürmüştür. Dahası evlere "kimlik kontrolü" yapma bahanesi ile giren Çin polisi, evdekilerin boğazlarını kesip, öyle dışarı çıkmışlardır.

Çin devleti için asıl mesele, toplum düzeni, insan hakları veya demokratik ifade falan olmayıp, Çin devletinin, "mutlak devlet otoritesini en sert şekliyle ihdas etmek" olmuştur.

Gözaltına alınanların geleceği veya nerede oldukları belli olmayıp, Çin hükümeti "olaylara sebep olanları idam edeceğini" ilan etmiştir. Son yıllarda hazırlanan Çin anayasasında "bölgesel şovenizm" yasaklanmış olup, şiddetle cezalandırılacağı belirtilmiştir.

Yani diğer bir deyimle kimsenin milli kimliğini öne çıkartma hakkı yoktur. Ne var ki bunu Han Çinlileri yaptığında, bunun adı, "büyük Çin milleti adına " bir hareket olmakta, ama ezilmeye ve haksızlığa karşı ayaklanan Uygur Türkleri veya başka gruplar olursa, adı, "bölücü şovenizm" olmaktadır.

Kısacası Çin, son 25-30 yıldır, Batı'ya ve dünyaya ekonomik olarak açılıp, son derece ucuz mallarla dünya piyasalarından büyük sermayeler toplarken, yüzü güller açan "Çin bebekleri" gibi şirin hareket etmiş ama içeride "demir bir yumrukla" idare ettiği gruplardan herhangi bir "demokrasi ve insan hakları" talebi geldiğinde derhal "korkunç yüzlü ve yırtıcı güçlü dragon-canavar" haline gelmiştir.

Çin'in yeni düzeni, kapitalist kıyafet içinde, hırçın ve katı bir komünist kişiliğin ifadesi olmuştur. Veya bir başka anlatışla, çok eskilerden beri Çin'de mevcut olan ezici "sömürgecilik" alışkanlığının ve eski "Çin Kapitalizm"inin acımasız sömürüsünün yeni şartlar ve metodlarla tekrar su yüzüne çıkması diye de tarif edilebilir.

Bir de Doğu Türkistan'a bakmak gerekir. Burası çok büyük bir ülkenin ikiye bölünmüş şeklidir. Batı Türkistan, uzun yıllar Rus hâkimiyetinde kalmış ve daha sonra daha çok Rusya'dan etkilenen bağımsız bir ülke olmuştur. Doğu Türkistan ise Çin hegemonyası altına düşmüştür.

Doğu Türkistan sadece 20. yüzyılın başından beri en az dört-beş defa bağımsızlık mücadelesi vermiş ve hürriyetleri için ölümü göze almıştır. Sonunda Çin tarafından Özerk Uygur bölgesi olarak tanınmış bulunmaktadır.

Çinliler bu yöreye "Sincan" adını yani Çince: "kazanılmış yeni topraklar" anlamına gelen bir ad vermişler ve bu tabirin ifade ettiği anlamda, kazanılan bu "yeni topraklara" Çinlileri yerleştirmeye başlamışlardır.

Doğu Türkistan 1,680,001 Km2 alandır. Yani yaklaşık Türkiye'nin iki katı bir alan.

1920'larda 35 milyon kadar olan Uygur Türkleri, şu anda orada mevcut bulunan 21.3 milyon insan içinde sadece 8 veya 8,5 milyon kalmışlardır. İç göçle getirilen Han Çinlileri ise 7 miyon'u bulmuştur. İlaveten 1,5 milyon Kazak ve 16 değişik milletten azınlık, bu topraklara yerleştirilmiştir. Uygurlar bugün nüfusun sadece yüzde 45'ini oluşturmaktadırlar.

Anayasa'da "özerk bölge" denmesine rağmen ve her türlü haklara sahip görünmelerine rağmen uygulamalar bunların tam tersi istikamette ilerlemektedir. Din baskısı vardır. Camilere gidiş kısıtlı ve kontrollüdür. 18 yaşına kadar Kur'an öğrenmek yasaklanmıştır. Birkaç yıl önce kadir gecesi bir evde kendi aralarında Kur'an okuyan kadınlara baskın yapılmış, ikisi öldürülmüş, diğerleri cezalandırılmış ve bu olay , "rejime karşı bir toplantı" olarak polis kayıtlarına geçmiştir.

Çin hiçbir şekilde Türkiye'nin oralarda etkili olmasını veya oradaki olaylara karışmasını arzu etmemekte ve buna karşı çıkmaktadır. Son olaylarda da Türkiye tarafından ifade edilen, "ülkede bir an önce sükûnet ve adaletin gerçekleşmesi arzu ve temennisi" çarpıtılarak, "Türkiye, Uygurlara düzeni bozmaktan vazgeçin" dedi şeklinde yansıtılarak, oradaki Uygur Türk ve Müslümanlarının tüm ümit ve gayretlerini kırma yoluna gidilmiştir.

Doğu Türkistan'ın jeo-stratejik önemi:

Tiyen Şan ve Pamir Dağları arkasında ve Gobi Çölü'nün bir kenarında var olan bu geniş topraklar, inanılmaz zenginlikleri bağrında barındırmaktadır. Burada zengin petrol ve doğal gaz yatakları mevcuttur. Burada yine uranyum madeni ve diğer önemli madenler de bulunmaktadır. Bu kadar zenginlik üstünde oturan insan sayısı ne yazık ki kocaman bir devin inanılmaz iştahı karşısında durabilecek kadar çok değildir. Sayı zaten az iken, göç politikaları, ölüm programları ve sürgünler yolu ile daha da azaltılmıştır.

Doğu Türkistan adeta dünyaya açılan bir ana giriş-çıkış kapısı gibidir. Sadece sınırı olan komşularını saymak bir fikir vermeye yeter.

Komşuları Pakistan, Afganistan, Keşmir, Kırgızistan, Kazakistan, Rusya, Moğolistan ve içindeki Nepal.

Bir bakıma Çin'in en uzak, en Kuzey Batı köşesidir. Eski ticaret kervan yollarının başlangıç noktasıdır. Bugün de orada inanılmaz modern merkezler kurulmuş olup, enerji kaynaklı ticaretin beyni gibi işlemektedir. İşte böyle bir yerde, oranın ana sahipleri istenmemektedir.

Bu kadar gelişmenin olduğu yerde Uygur Türkleri'nin bir kısmı işsiz kalmaktadır. İş bulmak bahanesi ile alınıp, Çin'in diğer uzak köşelerindeki fabrikalara gönderilmektedirler. Gönderilenlerin çoğu kadın ve kızlardır. Böylece aile parçalanmaktadır. Gönderildikleri yerlerde 12 saatlik vardiyalarla adeta köle gibi çalıştırılan Uygur kız ve kadınları çok daha düşük bir ücret almakta ve hatta kazançları kendilerine verilmeyip, bölgedeki resmi yetkililer eliyle ailesine gönderilmektedir. Kızların pekçoğu, bulundukları yerlerdeki erkeklerle evlenmeye mecbur bırakımakta ve birden fazla çocuk yapmalarına izin verilmemektedir.

Diğer taraftan Han Çinlileri çocuk yapma tercihlerini "erkek evlat" edinme yönünde kullanmakta ve ortaya çok daha agresif, daha çok erkek-egemen bir Han toplumu çıkmaktadır. Son olaylar bile bir dedikodu ve bir yalanla başlamıştır. İki Uygur Türkü'nün bir Çinli kıza tecavüzü yalanı ortaya atılmıştır. Bizzat hükümet bunun böyle olmadığını ilan etmesine rağmen, Han Çinlileri "intikam tugayları" ile harekete geçmişlerdir.

Doğu Türkistan'ın kültür merkezleri, aşina isimlerden meydana gelmektedir:

Kaşgar, Hotan, Tufan, Yarkand, Gülce, Kumul, Aksu ve Altay. Bunları hafızalara kazımak gerekir, çünkü Çin bunların hepsini yeni Çin isimleri ile değiştirmiştir.

Çocukların eski tarihlerini öğrenme şansları da pek yoktur zira böyle bir tutum, "şovenizm" olarak nitelendirilmektedir. Yeni nesiller zaman içinde "geçmişlerini, kimliklerini unutarak ve tamamen Çin kültürü içinde eriyip kaybolarak yetiştirilmeye" çalışılmaktadır. İşte Uygurların mücadele verdiği en büyük konu da budur. KİMLİK VE VAR OLMA savaşı.

Tepkiler ve Sebepler:

Doğu Türkistan'da gerçekleşen olaylar asimetrik bir mücadelenin en canlı örneği. Bir tarafta koskoca bir Çin Komünist Halk Cumhuriyeti, diğer tarafta ona karşı Çin'in en uzak Kuzey Batı bölgesindeki bir avuç "DoğuTürkistanlı"nın "özerklik" mücadelesi.

Hemen belirtilmelidir ki, Uygurların çoğunluğu bağımsızlık iddiasında değillerdir. Bunun olamayacağını bilecek kadar gerçekçidirler. Uygurların isteği ve talebi, kendi yurtlarında daha çok söz sahibi olmak, o yurdun yeraltı ve yer üstü zenginliklerinden daha çok pay almak ve herkes kadar iyi yaşamaktır.

Doğu Türkistanlılar kendi insanlarının, kendi yurtlarında iş bulmasını, kız ve kadınlarının uzak bölgelere gönderilmemesi ve bu ekonomik kalkınma sürecinde ana yurtlarına, dışardan gelen grupların kendilerinden daha hâkim ve üstün bir sınıf meydana getirmesini istememektedirler.

Kendi dinlerini ve kültürlerini her zamanki gibi yaşayabilmek, Uygur benliğini yaşatmak istemektedirler.

Olayların karşısında dünya devletlerinin ve milletlerinin tepkisi gözden geçirilmeye değer.

a- Büyük devletler ve özellikle Batılı ülkeler:

Her fırsatta "insan hakları", "hak ve hukuk üstünlüğü" iddiası ile ortaya çıkan bu ülkelerin hiç bir tanesi dikkat edilecek bir tepki ortaya koymamıştır. Bunun nedeni daha çok ekonomik ve siyasidir. Artık Çin bir dünya ekonomik devidir. Muazzam bir nüfusa ve etkileyici bir kalkınma hızına sahiptir. Bir nükleer güçtür. Ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin daimi üyesidir. Yani veto hakkına sahiptir.

Ne ABD ve ne de Rusya Federasyonu şu sıralarda Çin'i karşılarına almayı düşünmemektedirler. Her ikisi de Çin'le iyi geçinme politikası içindedirler.

Asya'da Japonya veya Endonezya ve Malezya gibi ülkelerle Çin'in bir çekişmesi yoktur. Pek çoğunda Çinli nüfus büyük azınlıklar halinde bulunmakta ve onların ekonomisine büyük katkılarda bulunmaktadır. Kendi ülkelerinde pek çok sayıda faal azınlık grupları olan bu devletler, Çin'le uğraşmak istememektedirler.

b- Asya komşuları:

Pakistan ses çıkartamamaktadır. Pakistan ve Çin arasında stratejik ortaklık mevcuttur. Kaldı ki şu günlerde, ABD bir taraftan Swat vadisini vururken, diğer taraftan Rusya ve Hindistan'la işbirliği içine girerken, ekonomik olarak, yatırım ve altyapı inşaatları ile Pakistan'a yardım eden tek ülke Çin'dir. Kırgızistan ve diğer orta Asya Türk Cumhuriyetleri zayıf ve korumasızdır. Yeraltı zenginlikleri çok ama nüfusları azdır. Dolayısı ile Çin'e karşı taraf tutacak durumda değildirler.

c- Diğer Ülkeler:

Diğer Arap ülkelerinin pek çoğu Çin'le büyük ticaret ilişkisi içindedir. Hemen yanlarındaki Filistinlilere yardımcı olamıyorlar. Mısır, zaten Gazze'de süre giden abluka olayına yardımcı olmaktadır.

İslam Konferansı Örgütü bu konuda öne çıkabilecek tek kuruluştur. Onun da telkinleri sadece insan hakları, yaşam hakkının korunması, demokrasinin gelişmesine izin verilmesi gibi konularda uzlaşmacı bir yaklaşımla mümkün olabilir.

Çin gücünün farkındadır. Çin, etrafındaki herkesle başa çıkabilecek durumda olduğunu da bilmektedir. Girdiğimiz yüzyılın Asya yılı olacağını çok iyi bilen Çin, oradaki avantajlarından tekini bile feda etmeye niyetli değildir. Bugünkü şartlar altında Çin'in bileğini bükecek veya ona dur diyebilecek ve de böyle bir çatışmayı isteyecek bir gücün mevcut olmadığını da tartabilmektedir.



En son Ekim tarafından Pzr Oca 06, 2013 12:37 am tarihinde değiştirildi, toplam 3 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder
Ekim



Kayıt: 21 Arl 2007
Mesajlar: 2634
Konum: Kanada

MesajTarih: Çrş Ağu 19, 2009 11:10 pm    Mesaj konusu: Çin Başparmağını Karadeniz'e batırıyor Alıntıyla Cevap Gönder

ÇKP Çin'inin, AKP "Yeni Türkiye"siyle benzerliği ve tükenen ömrü
SELÇUK SALIH CAYDI
21.10.10

(..)

Çin Başbakanı Wen Jiabao'nun Türkiye ziyareti gerçekleşti. AKP yandaşı basının kurulmakta olduğunu iddia ettiği "Yeni Türkiye", bir tür "Müslüman ÇKP modeli neoliberalizm" gibi görünüyor. Çin de Türkiye'nin bu yanıyla yakınlaşıyor zaten.

Neoliberalizmin otoriterleşmesi kaçınılmazdı. Büyük eşitsizlikler üreten bu vahşi kapitalizm türünün en ideal formu, devleti ele geçirmiş neoliberalizmdir -ve Batı'da "devleti küçültmek" hedefinin ana fikri de bu idi. Bu model, ÇKP Çin'inin yükselişini açıklamayı da kolaylaştırıyor.

Elimizdeki en sağlam veri, neoliberalizmin kesinlikle son bulacak olmasıdır. Bunu uzun uzadıya nedenlendirmeye -artık!- gerek yok.
(Üşenmeyenler, bu blogdaki diğer yazılara ve son altı yıldır yazdığımız yazılara bakabilirler!)

"Yeni Türkiye", "çağdaş" bir tür faşizm olmaya doğru ilerlerken, bu "yeni" (ama çiçek değil devedikeni!) düzen, fena halde ÇKP düzenine benzemeye başlıyor. Tabii burada, kısaca ÇKP'nin "istikbali"ni konuşmakta fayda var...

Çin'de hemen tüm hanedanlıklar, bir öncekine isyan edenler tarafından kurulmuştur ve bu isyanlar genellikle aşağıdan gelmiştir. Mesela bu ay yayınladığımız Çin yazısında anlatılan Ming hanedanı, böyle bir köylü ayaklanması sonucu kurulmuştur. Aynı şekilde ÇKP'nin düzeni de böyle kurulmuştur ve Çinliler ÇKP yönetimini de, tıpkı eski hanedanların başa gelmesi gibi değerlendirebiliyorlar. Peki ÇKP hanedanlığının ömrü ne kadar?

Mao ile başlayıp Huo ile devam eden ve Deng tarafından neoliberalizme açılan ÇKP yönetimi, katliamcı Taiping ayaklanması geleneğini de kısmen sahiplenen ve eski 'Harmoni' geleneğiyle alakasız bir kanlı sonradan-modernleşme partisidir.

İlk kez ÇKP içinde bile, "Yeni partiler kurulsun, tek parti yönetimine son verilsin" düşüncelerinin ifade edildiği bir dönemde ÇKP, AKP'nin özendiği "demokratik faşist!" yönetim biçimini götürmekte zorlanıyor.

Şimdi bakalım: ÇKP'nin eskiye kıyasla "özgün" hangi yanları vardır ve olmuştur...

Doksanıncı yılına doğru uzanan ÇKP tarihi, elini deydiği herşeyi mahveden bir tarihin adıdır. Katakullinin ve yalanın hası, savaşlar, katliamlar, terör... Hepsi bizzat ÇKP tarafından, sırf iktidar olmak için uygulanmıştır. Bu denklemde, iktidar için istisnasız herşey mübahtır. Eskiden bunun inançsal, vicdani ve 'Harmoni' ile ilgili kesin sınırları vardı. 'Harmoni' düşüncesi, başlıbaşına bir universum/dünya olan Çin'deki farklı kültür ve halkların bir arada yaşamasının da garantisiydi ve sorun çözmek esasen hep bu 'Harmoni' düşüncesi temelinde ele alınırdı. ÇKP bunun yerine kutuplaşmayı ve "kesintisiz mücadele" anlayışını koymuştur. Bu anlayışın yaşayabilmesi nefret duygusunun hep canlı tutulmasıyla mümkündür. Çin, küçük Formoza adasına sığınmış Guomindang partisini, günümüze dek büyük düşman saymıştır ve toplumda karşılığı olmayan bu partiye taraftar ilan ettiklerini -yani biat etmeyenleri- hukuki olarak sürekli terörize etmiştir. İftira ile, istediğini hapise atmak olgusu, Çin'de son elli küsür yılın en yaygın faşizan örneğidir. Orada Lin Piao'dan Falun Gong'a süren uygulamaların aynı türünü, burada "Ergenekon" davasında görmek mümkün.

ÇKP'nin bu "ceberrut neoliberal" sisteminin halktaki karşılığı, adalet duygusunun ve ahlakın büyük bir çöküntü yaşaması oldu. Şimdi herkes ÇKP'li! Yani şöyle: İlk krizde tüm ÇKP yönetimini asabilecek olanların çoğu ÇKP'li. Durum, biraz Doğu Almanya'nın haline benziyor... Bir farkla: Reel Sosyalizm işlemiyordu, Neoliberal ekonomi henüz işliyor... Henüz!..

ÇKP'nin sonu, bir zaman meselesidir ve bunun ilk nedeni, Çin ekonomisinin globalleşmesiyle birlikte Çinlilerin kazandığı 'dünya vatandaşı olmak' ve ekonomik bağımsızlığını ülke sınırları dışına çıkarmakla ilgilidir. Çin, muazzam bir medya kontrolü uygulamasına ve Çince bilen sayısının yok kadar az olmasına güvenerek, önemli gelişmeleri dünya kamuoyundan gizliyor. Bu gizli gelişmelerin en başında, ekonomi verilerinin Yunanistan örneğinden çok daha vahim boyutlarda manipüle edilmesidir.

ÇKP, günümüzde, halkını zenginleştirdiği halde, geleneğiyle bir bağ oluşturamadı -tıpkı AKP gibi. AKP de cahilliği, kültürsüzlüğü ve avamlığı (..) kasaba müderrisliği ile örtmeye kalkmıştı. En küçük bir sanatsal/kültürel üretimi, zevki ve inceliği olmayan AKP anlayışının; kültürün karşısına alternatif olarak, adına "İslam" dediği bu avamlık türünün Çin'deki örneği de "Marksizm-Leninizm-MaoZedong düşüncesi" denen şey oldu. Kuru ve kısır bir ideoloji, sistematik bir şekilde yok ettiği geleneksel Çin kültürü/sanatı ve uygarlığının yerini aldı.

Şimdi Türkiye'de (AKP'nin kutuplaştırma politikasına uygun olarak, sistemin bölgesel kültürel homojenleştirme dinamiği işliyor) maalesef bir ayrışma yaşanıyor: "Her mahalle istediği gibi yaşasın, her mahalle diğeri gibi olmaya çalışmasın" diye özetlenebilecek bir anlayış yaygınlaşıyor. Buna göre İzmir İtalya gibi, Konya İsfahan gibi olabilecek... İsfahan'da yaşayan, İtalyan gibi olanları istemeyecek, İtalya gibi olan da İranlı gibi olanı istemeyecek! (Buradan bir de "Kürt bölgesi" diye birşey çıktı tabii) Çin'de de, bir tarafta ABD metropollerini aratmayacak kıyı şehirleri, diğer tarafta Hunan'daki fakir köyler var ve yaşam tarzları da tamamen farklı. Hunan'kı köylünün örf ve adetleriyle Şanghai'de yaşaması çok zor.

ÇKP'ye dönecek olursak, Çin'deki kopukluktan söz etmeliyiz. Kariyer yapmak isteyen herkesin ÇKP'ye girdiği, tüm kurumları kontrol eden ÇKP'nin bu haliyle halkın bir kısmının gözündeki değeri sıfır (Türkiye'de bu, AKP için geçerli).
ÇKP de, "Yeni Çin" diyerek kurduğu ülkede, sadece ÇKP'lilerin nemalandığı bir sistem yürütüyor ama, derin kültürsüzlüğüyle aslında halkın gönlünden öyle kopuk ki, ilk ekonomik krizde, tipik bir neoliberal parti gibi şaşılacak hızla dağılabilir. Ve bu ihtimali bilenlerin başında, bizzat ÇKP kurmayları geliyor. Yeni partilere izin vermeyi tartışabilmelerinin sırrı da burada. ÇKP, ekonomik bir krizden mutlaka korunmak zorunda. Yoksa tıpkı AKP gibi bir anda tuzla buz olabilir!
http://konstantiniye.blogspot.com/

İŞTE BU GÖZDEN KAÇIYOR
Burç Aka
09.02.2010

Yaşanan son gelişmeler ışığında Ortadoğu’da yeni bir savaş ihtimalin hiç olmadığı kadar güçlendiğini söyleyebiliriz. İlkan Ceylan 7 Şubat 2010 tarihli “İsrail İran’a Saldıracak mı?” başlıklı analizinde bölgede son bir haftada yaşanan gelişmelerin savaş riskinin arttığına dikkat çekti.

Bu analizde ise bölgede savaş ihtimalini güçlendiren önemli bir sorunu ele alacağım: Çin – ABD arasındaki küresel rekabet.

21. yüzyıla girildiğinde, Dünya Bankası 2000 verilerine göre, ABD dünya üretiminin yaklaşık %28’sini kendi topraklarında yapıyordu. Öyle ki, Japonya, Almanya ve Fransa’nın o yıllardaki dünya üretimindeki toplam payı ABD’ninki kadardı. Ayrıca, kendi toprakları dışında yaptığı üretim de işin içinde katıldığında, ABD’nin dünya üretiminin %70 – 75’ini elinde tuttuğu konusunda bir genel bir kanı vardı.

Öte yandan, yüzyılın başında Çin dünya üretimindeki payıyla (yaklaşık %3) ve büyüme oranıyla (yaklaşık %8.5) uluslararası sistemde sivrilmekteydi. Çin ilerleyen yıllarda göstereceği ekonomik performansla ABD’ye alternatif olma sinyali veriyordu.

Nitekim, 2008 verilerine bakacak olursak Çin % 9 büyüme sağlarken dünya üretimindeki payı yaklaşık %6.5 oldu. Aynı yıl ABD %1 büyürken, dünya üretimindeki payı %23’e geriledi. Kısaca söylemek gerekirse, 2000’den bu yana Çin dünya üretimindeki payını yüzde yüz artırırken, ABD dünya üretimindeki payından yaklaşık %20 kaybetmiştir.

Dünya’nın 2025- 2030 senaryolarının nasıl olacağına ilişkin yapılan simülasyon çalışmalarında, Çin’in dünya üretimi içinde en paya sahip olacağına dair görüş birliği var. Bu çalışmalara göre, ABD ikinci sıraya düşecek, üçüncü sıra ise Hindistan’ın olacak. AB, Rusya ve -hatta bazı uzmanlara göre ise Brezilya- dünya üretiminde 4. ve 5. sıra için yarışacaklar.

Bu ekonomik verilerin Ortadoğu’da savaşı nasıl etkileyebileceğini tartışalım.

Malumunuz ABD ve Çin ekonomileri birbirine göbekten bağlıdır. Şöyle ki, Çin’in en büyük pazarı ABD’dir. Bu pazarda tüketim rakamlarının aşağı düşmesinden en büyük zararı Çin ekonomisi görecektir. Keza, Çin ABD hazine kağıtlarına yatırım yaparak ABD bütçe açığını finanse etmektedir. Ancak, bu karmaşık ilişkiler ileri sürülerek, Çin-ABD arasında ortaklaşmadan bahsetmek de mümkün değildir.

2025 -2030 yılları arasında uluslararası sistemin en büyük gücü olma imtiyazını kaybetme riskiyle karşı karşıya olan ABD’nin Çin’in sürekli artan gücünü sınırlandıran akılcı bir stratejiye ihtiyacı olduğu aşikardır. ABD’nin mevcut ilişkilere minimum zarar vererek Çin’in büyümesini sınırlandırmasının yolu da İran’a müdahaleden geçmektedir.

Neden İran’a müdahale?

Öncelikle, ABD’nin İran’a enerji ihtiyacı için müdahale edeceği argümanının rasyonel olmadığının altını önemle vurgulamak gerekir. Ortadoğu petrollerinin ABD üretimindeki payı yüzde 10 -12 civarındadır. ABD’nin Ortadoğu petrollerine ihtiyacı nedeniyle İran’a müdahale edeceğini iddia etmek basmakalıp bir argümandır. Eğer petrol ihtiyacı nedeniyle bir müdahale olsaydı, ABD’nin Chavez iktidarına karşı Venezüella’ya müdahalesi daha makul olmaz mıydı?

ABD İran’a bir şekilde müdahale etme zorunluluğunun altında iki temel neden var. İlk neden OPEC’in ikinci petrol üreticisi olan İran’ın en ayrıcalıklı müşterilerinden birisinin Çin olmasıdır. Örneğin, Çin, petrol ihtiyacının yüzde %14ünü karşılayan İran ile 17 milyar varillik kapasiteye sahip olan bir petrol rezervi için 100 milyar dolarlık yatırım anlaşması yapmıştır. (İran- Çin ilişkisini sadece petrol ticareti çerçevesinde düşünmek hatalıdır. Ali Ekber Salehi’nin 2004 yılında “Biz Çin’le birbirimizi tamamlayan iki ülkeyiz. Onlar sanayiye sahip, biz enerjiye sahibiz” açıklaması ilişkilerin derinliğini göstermektedir.)

Ortadoğu’dan, özelde İran’dan, Çin’e doğru hareket eden her petrol tankeri Çin’in en büyük küresel güç olmasına hizmet ederken, ABD’nin küresel gücüne darbe vurmaktadır. Bu bağlamda, ABD açısından rasyonel olan strateji Ortadoğu petrol trafiğini kontrolü altına almaktır. ABD’nin bölgedeki petrol trafiğini kontrol altına almasının yolu İran’ın kontrol altına alınmasına bağlıdır. (Bu kontrol ister rejim değişikliği ister askeri müdahaleyle olabilir.)

İkincisi ve daha önemli neden Çin’in Ortadoğu’nun en büyük petrol müşteri olmasıyla petrol kontratlarının ABD doları dışında bir başka para cinsinden yapılması ihtimalidir. Dünya petrol tüketiminde genel eğilim şöyledir: ABD (%26), AB (%16), Çin (%9), Rusya (%7). Anlaşılacağı üzere, petrol fiyatlarında bir dolarlık artıştan en fazla etkilenen ülke ABD’dir.

Çin’in sürekli artan petrol talebi, petrole olan toplam talebi artırmaktadır. Bu nedenle, petrol fiyatlarının yakın bir gelecekte hızla yükselmesi yüksek ihtimaldir. Bu durum ABD ekonomisini olumsuz etkileyecek, doların değer kaybına yol açacak ve dolayısıyla petrol üreticilerinin yeni bir döviz cinsinden petrol kontratları yapmaları için meşru zemin doğacaktır. ABD sadece petrol kontratlarının ABD doları cinsinden yapılmasını sağlamak için bile Ortadoğu’ya yani İran’a müdahale etmek zorundadır.

Sonuç olarak, Ortadoğu’da İran – İsrail/ABD arasında çıkabilecek savaşının perde arkasına bakılırken uluslararası sistemi derinden etkileyen Çin –ABD rekabetinin etkisi göz ardı edilemez. Elbette Çin- ABD rekabeti Ortadoğu’da yaklaşan bir savaşın tek nedeni değil. Örneğin, nükleer silahlar üzerinden bir başka analizi gelecek yazımda sizlerle paylaşacağım.

Not: Bu yazı temenni değil tespitler içerdiğini okuyucularımızın yüksek dikkatine sunarım.
Odatv.com

Rus uzmanlar: Çin ordusu savaşa hazırlanıyor
10 Ekim 2009
Anad Haber

Rusya'daki askeri uzmanlar ve stretejistler, Çin'in askeri bir harekat hazırlığı içinde olduğu konusunda ısrarlı...

Rusya ile Çin arasındaki gergin rekabetin bir Rus Çin savaşına yola açabileceği iddiası yine Rus basınında yer almaya başladı. Nezavisimaya Gazeta'nın askeri analizler bölümünde yazan Rusya Politik ve Askeri Analizler Enstütüsü başkan yardımcısı Aleksander Anatolyeviç Hıramçihin bu tezin önemli savunucularından. Hıramçihin, son yazdığı yazılarda, yine aynı konuya vurgu yaparak, Çin'in kendi içinde büyük sorunlar yaşadığını ve bu sorunların ancak büyükt bir savaş başlatarak çöezebileceğini iddia etti.

Hıramçihin, Çin'in büyük bir savaşa hazırlandığını ve en büyük tehlikeyi Rusya ve Orta Asya ülkelerinin beklediğini iddia etti. Orta Asya ülkeleri arasında ise en ciddi tehdidin Kazakistan'a yönelik olduğu savunuldu.

Yazar Çin'in askeri harcamalarının çok büyük bir hızla artmasına, askeri tatbikatların senaryosuna, askeri teknoloji politikasına dikkat çekerek, işgalin sadece ekonomik ve nüfus alanı ile sınırlı kalmayacağını, askeri işgalin de söz konusu olacağını öne sürdü.

Hıramçihin'e göre Çin'in işgalini önleyebilecek tek ülke ABD, ancak ABD'nin Çin'e karşı askeri operasyon düzenleme hedefi de mali kaynağı da yok.

Çin ile Rusya arasında, 1969 yılında Uzakdoğu'da çok kanlı sonuçlanan Damansk çatışmasında, Rusya 31'i sınır muhafızı, dördü subay toplam 83 askerini kaybederken, Çin halen kayıplarını açıklamıyor. Ama kaynaklar, Çin'in kaybını en az bin olarak gösteriyor.

Büyük ve vurucu bir gücünü Rusya sınırına konuşlandırmış olan Çin'de, birçok okul haritasında, Rusya'nın Uzakdoğu eyaletleri 'Bizim' diye gösteriliyor.

M. K. Bhadrakumar
Çin Başparmağını Karadeniz’e batırıyor

Geçen hafta 21. yüzyılın en uzun tam güneş tutulmasını izleyen yıldız takipçileri gibi, diplomatik gözlemciler Amerika Birleşik Devletleri, Rusya ve 21. Yüzyılın dünya siyasetinin hayati fenomenlerinden birini oluşturan Çin gibi büyük güçlerin gölgesini izlediği bir gün geçirdi.

Her şey Amerika Birleşik Devletleri başkan yardımcısı Joseph Biden’in 20-23 Temmuz tarihlerinde “19. Yüzyıl etki alanları nosyonlarından” dolayı Kremlin’i aleni olarak paylamak için Ukrayna ve Gürcistan turuna çıkmasıyla başladı. Biden’in Rusya’nın sıkıntılı “yakın yurtdışına” turu Amerikan Başkanı Barack Obama’nın ABD’nin Rusya ile ilişkilerine “yeniden başlamak” için gittiği dönüm noktası Moskova ziyaretinden 15 gün sonra gerçekleşti.

Açıkça, Biden’in gezintisi ABD’nin Avrasya’daki stratejik sorumluluğunu ayakta tutmak için Obama’nın Kremlin’deki meslektaşı Dmitry Medvedev ile karşılıklı alışıldık latifeler yapıldıktan sonra kolları sıvayan ve aksiyona hazırlanan Barack Obama yönetimi kararının güçlü bir gösterisi olarak düzenlendi. Biden’in yalın mesajı Obama yönetimi sağlam bir şekilde Rusya’nın Sovyet sonrası hakim güç iddiası ile rekabet etme niyetinde olmasıdır.

Biden Kremlin ile “pazarlığın” ya da Rusya’nın etki alanlarının herhangi bir şeklini “tanınmasını” yok saydı. Biden, Obama yönetimini Ukrayna’nın statüsünü “Avrupa’nın ayrılmaz bir parçası olarak” Ukrayna’nın Avro-Atlantik bütünleşmesini desteklemeye adadı. Dahası, The Wall Street Journal ile yapılan bir röportajda Biden sert, varoluşsal terimlerle Rusya’nın kendi karanlık geleceğinden konuştu.

Rusya Dış İşleri Bakanı Sergei Lavrov Biden’in artdından hemen sonra Moskova’da bulunan Vesti haber kanalı ile yaptığı görüşmede bunu yanıtladı. “Umarım Başkan Obama yönetimi Moskova’da yapılan anlaşmalardan kazançlı çıkacaktır. Yönetimdeki bazı insanların girişimlerinin bizi tamamıyla geriye götüreceğine inanıyoruz. Tanınmış bir politikacı olan Başkan Yardımcısı Joe Biden’in yolu kurala uygun değil”.

Reaganizme dönüş

“Biden’in the Wall Street Journal ile yaptığı röportaj George W. Bush yönetiminin baştaki yetkililerin konuşmalarından kopyalanmış gibi görünüyor.” diye ekliyor Lavrov. Bununla birlikte Biden’in sesini hafife almak zor. Rusya ile ABD ilişkilerinde “her şeye yeniden başlamaktan” bahseden Biden idi. Moskova’daki beklentileri yükseltti ve Obama’nın Temmuz başındaki Moskova ziyareti geniş olarak “her şeye yeniden başlama” sürecinin resmi başlangıcı olarak yorumlandı.

Şimdi “yeniden başlama” ABD Rusya politikasını 1980lere, Başkan Ronald Reagan Rusya’nın Amerika’nın dengi olamayacağını içeren zafer tezi ile ekonomik yapıya ve nüfusa zarar verdiği zamanlara götürebilir gibi görünüyor. Böylece Rusya ekonomisindeki baskı büyüdükçe, Moskova ABD baskısına karşı daha uzlaşmacı olacaktı.

Güvenlik teşkilatı ile bağları olan ABD beyin takımı Stratfor’un özetlediği gibi, büyük oyun “Rusyalıları sıkıştıracaktır ve her şey kendiliğinden olacaktır” dedi.

Mayıs ayında Prag’da açılışı yapılan Avrupa Birliği’ndeki “Doğu İşbirliği” projesinde Rusya’ya karşı koordine olan Batı yaklaşımının bazı kanıtları zaten görülmekte. Bu projenin coğrafi kapsamı Ermenistan, Azerbaycan, Gürcistan, Moldova, Beyaz Rusya ve Ukrayna’yı içermekte olup, bu post-Sovyet devletlerin “stratejik önemini” ekonomik yardım matriksi, serbestleştirilmiş ticaret ve yatırım ile AB’ye girişini durduran fakat etkin bir şekilde Rusya ile bağlantılarını gevşetmesi yönünde cesaretlendiren vize rejimleri yoluyla Brüksel’e yönlendirmeyi hedefliyor. Gerçekten, AB güveni Rusya’nın Beyaz Rusya ve Ermenistan ile bağlarını çoktan aşındırmaya başladı.

Moldova’daki Meclis seçim sonuçlarıyla AB yanlısı muhalif partilerin Avrupa’nın iktidardaki son komunist partisini iktidardan indirmesiyle acil ve zorlu bir görev Moskova’yı bekliyor. ABD ve AB Moldova’da Moskova yanlısı eğilimleri olan Başkan Vladimir Voronin liderliğine son verecek bir rejim değişikliğinin zorlanması için Moldova’da Nisan ayındaki erken “Twitter devrimi”nin baskı taktiğine devam etti. AB Moldova’ya ekonomik bütünleşme için cömert sözler verdi ve Moskova Haziran ayında 500 milyon dolar değerinde bir kredi ile karşı bir teklifde bulundu.

Ancak, çarpıcı bir gelişme olarak, Çin de bu ay mücadeleye girip Moldova’ya çok olumlu % 3’lük bir faiz oranıyla ve beş yıllık ek süreli 15 yıllık vade ile 1 milyar dolarlık bir kredi anlaşması imzaladı. Projede enerji modernleşmesi, su sistemleri, arıtma tesisleri, tarım ve yüksek teknoloji endüstrisi gibi alanlarda ihracaat olacağından para Çin'in çok büyük ve güçlü inşaat şirket Covec üzerinden kanalize olacak.

İlginç bir şekilde, Çin 1 milyar dolarlık kredinin üzerinde “Moldova tarafından gerekli ve gerekçeli görünen bütün projeleri finanse etmeye” hazır olduğunu belirtti. Aslında, Pekin 8 milyar dolarlık tahmini gayrisafi yurtiçi üretim ve 1,5 milyar dolarlık diğer bütçe için Moldova’nın tüm ekonomisine destek olmaya gönüllü olduğunun sinyalini verdi.

Çin adımı şüphesiz bir jeopolitik konum edinmeye yönelik. Son zamanlarda, the People’s Daily alaylı bir şekilde “Barack Obama yönetimi altında, “siber diplomasinin” anlamının ve kullanımının belirgin bir şekilde değiştiğine dikkat çekti... ABD Twitter gibi websiteleri sayesinde İran’ı karıştırdı... Genel Sekreter Hillary Clinton “bu akıllı bir gücün özü, bu değişiklik ABD’nin diplomasi konseptini geliştirmesi gerektiğini söyledi.

Moldova Çin’in tarihi olarak bir oyuncudan çok gözlemci olduğu bir ülkedir. Bu Pekin’in Orta Asya’dan Avrasya’nın yıpranan batı sınırlarına ilk sıçrayışıdır. Niçin Moldova bu kadar önemli bir hale geliyor? Pekin Moldova’nın Batı ile entegrasyonunun büyük jeopolitik önemini hesaplamış olacak. Moldova Kuzey Atlantik Paktı Teşkilatına (NATO) alınması, Karadenizin bir “NATO gölüne” dönüşmesi ve ittifakın Çin sınırlarında Kafkaslara ve direk Orta Asyaya yürümek için sanal olarak kendini tartışma götürmez bir posizyona yerleştirmesi an meselesi.

Tam olarak bilemeyeceğimiz bir konu ise Moskova ve Pekin arasındaki koordinasyonun boyutudur. Her iki başkent son zamanlarda dış politikada artan Sino-Rusya koordinasyonunun altını çizdi. Çin Başkanı Hu Jianto’nun Haziran ayında Rusya’yı ziyaretinden sonra Pekin’in Moskova’yı Kafkasyadaki konumunu desteklediğinin altını çizildiği bir ortak açıklama yapıldı. Yüksek derecede bir koordinasyon tüm pos-Sovyet alanında açık bir şekilde, görünür olmaya başladı.

İpek Yolunda İslamcılar

Böylece Moskova’nın Çin’in Sincan bölgesine yakın olan ve Afganistan ve Pakistan’daki Orta Asyalı İslamist savaşçılar için temel bir geçiş rotası olan Kırgızistan Oş’ta ikinci bir askeri üs kurma niyeti hakkında Pekin’i ikna ettiği düşünülebilir.

Orta Asya ve Kuzey Kafkasya’da İslami eylemlerin canlandırılmasına yönelik kesin işaretler var. Çin Sincan’daki bozuşmayı dikkatlice izliyor. Batı yorumcuları Orta Asya’daki yeni İslamcı atılımı militan gruplar için bir zamanlar sığınak olan Pakistan-Afganistan sınır bölgelerindeki Pakistan askeri operasyonlarının sonucu olarak niteleme zahmetine giriyorlar. Çin uzmanlar Taywan ile dengelerindeki karşılıklı tasniyonun azaltılmasıyla ABD’nin Çin meselelerine müdahale kapasamı önemli bir şekilde azaldı, sonucunda ABD’nin ilgisi Çin Sincan batı bölgeleri ve Tibet’e yöneldi.

Rusya ve Çin’in “hücuma açık” geniş arazi bandında İslami eylemlerin birden artışında oldukça stratejik bir belirsizlik var. Bu ayın başında Sincan’da şiddetin patlak verdiği 48 saat içinde, Çin Dış İşleri Bakanı Yang Jiechi Rus meslektaşını aradı ve Moskova Pekin’i güçlü bi şekilde destekleyen açıklmalarda bulundu.

Şangay İşbirliği Örgütü’nün (SCO) genel sekreteri tarafından da 10 Temmuz’da Sincan’da etnik Uygurlar ve Han Çinlileri arasında yaşanan çatışmanın ertesinde “hukuk çerçevesinde” “sakinlik ve normal hayatın eski haline getirilmesi” için Pekin tarafından atılan adımları desekleyen benzer bir açıklama geldi, SCO açıklamasında “terörizm, ayrımcılık, aşırıcılık ve uluslararası organize suçla savaş alanında bölgesel güvenlik ve iskrarın korunması adına pratik işbirliğini daha da ileri götürme” kararını tekrarladı.

Yine, Çin Orta Asya ve Güney Asya’daki bölgesel güvenliğin yakın olarak birbiri ile örülü olduğunun altını çizdi. SCO açıklamasına yorumda bulunan the People’s Daily “SCO üye devletleri tüm çevre bölgeyi yakından ilgilendiren Sincan’daki durumu iyi anladıklarını gösterdiler...

Pakistan ve Afganistan gibi bazı Orta Asya ülkeleri de bu belalı güçlere kurban gittiler... Belalı güçler ayrıca eğitim kampları kurarak şiddet ve terörizm yayarak da sınırı aştılar. Bu belalı güçler ve Sincan’ın başkenti Urumçi’deki son isyanlar arasındaki bağlar keşfedildi. Kanıtların “Üç belalı gücün” sadece Sincan’a değil tüm dünyaya zararlı olduğunu gösterdiği gibi bu belalı güçlere karşı savaş tamamıyla tüm Orta ve Güney Asya ülkelerinin yararına olacaktır.

Manidar bir şekilde, başka bir yorumunda The People’s Daily Sincan’daki huzursuzlukları destekleyen ABD politikalarına kızgın bir saldırı başlattı. “Çin halkına göre zımnen ya da açıkça ABD’nin hınç rüzgarlarını desteklemesi yeni bir şey değildir... ABD fark gözetmeden Çin’e düşman olan tüm bu güçleri bağrına basmaktadır...

Belki de kendi menfaatleri diğerlerine karşı ağır bastığında ABD’nin çifte standart edinmesi geleneksel bir uygulamadır. Ya da belki üstün posizyonuna meydan okunmaması ya da değiştirilmemesi için diğerlerini zayıflatarak parçalamak gibi bazı gizli amaçları var...

1980’lerin sonlarından beri, ABD sözde “Çin meselelerine” ateşe kömür atmak niyetini ılımlaştırmadı... Bu defaki çabaları ayrımcı grupları barındırıp destekleyerek Han ve Uygur Çinleri arasındaki düşmanlığı körüklemekti. ABD kapışmadan karlı çıkacak (gizli umutları) üçüncü grup olmak için yine sıçrayışını yapıyor.

Böylece geçen Perşembe Tacikistan Duşanbe’de yapılan ve Rusya, Pakistan, Afganistan ve Tajikistan’ın başkanlarının katıldığı dört taraflı bölgesel güvenlik zirvesini toplayan Rusya girişimini Çin’in desteklediğine dair bir tahminde bulunmaya gerek yok. Rus hareketi, Afganistan’daki çatışma çözümünü tekelleştiren, Rusya’yı Hindukuş’un dışında tutan; SCO’nun Orta Asya’daki bölgesel güvenlik üzerindeki Sino-Rus kaynaşmasını parçalamaya çalışan, Rusya’nın Orta Asya ülkeleri ile bağlarını koparmaya yönelik diplomatik ve siyasi çabaları hızlandıran ve Pakistan’daki etkisini ve varlığını genişletmek ve bu ülkede düzenli bir şekilde NATO işbirliği programını hızlandırmaya çalışan ABD’ye bir jeopolitik meydan okuyor.

Duşanbe’deki bölgesel güvenlik zirvesinin temposu meslektaşı Asif Ali Zardari’ye Orta Asya’da istikrarsızlığın yükselmesini önlemek için Pakistan’la birlikte çalışacaklarını umduğunu söylemesiyle Tacik Başkan İmomali Rakhmon tarafından belirlendi. Pakistanlı Rakhmon “Bu konularda benzer ve yakın konumları paylaşıyoruz ve ülkelerimiz bu karşıt fenomeni hedef alarak koordineli eylemler gerçekleştirmelidir” dedi.

Muhtemelen Çin ayrıca Pakistan’daki etkisini Pakistan’ın pasif bir şekilde ABD’nin bölgesel politikalarına hizmet etmekten ziyade bölgesel işbirliğine yönelmesi için kullanacaktır. Zardari’nin Duşanbe’deki ilk sözleri ise çekimserdi. Mülayim bir şekilde Rakhmon’u, "Biz birlikte bu yüzyılın sorunlarına karşı duracağız” diyerek yanıtladı."

Moskova, Duşanbe’deki zirve için ajandaya Tacikistan’ın Sangtudinskaya hidroelektrik santralinden (Rusya’nın 500 milyon dolar yatırdığı ve %75 konrolü elinde olduğu) Afganistan ve Pakistan’a satışı içeren bölgesel işbirliği önerisine bir madde ekledi. İşin garibi ilk olarak bu fikri Rusya ve Çin’in bölgedeki etki yörüngesini silmeyi umduğu “Büyük Orta Asya” strajejisini desteklemeyi hedefleyen ABD’nin beyin takımının ortaya atmasıydı.

Rusya bir Majino Hattı Çiziyor

Çin, liderliğini Rusya’nın yaptığı Toplu Güvenlik Anlaşması Örgütünün (CSTO) bir üyesi değilken, Pekin Moskova’nın NATO’ya karşı ağırlık olarak Orta Asyadaki ittifakın varlığını güçlendirmeye çalışmasından memnun. Sincan’daki çatışmalardan sonra, Pekin Rusya’nın Kırgızistan’da bir anti-terörist merkez oluşturma ve CSTO’nun Orta Asya’daki hızlı reaksiyon gücünü ilerletme (Toplu Operasyonel Reaksiyon Güçleri) fikri ile doğrudan ilgilendi.

Şüphesiz geçtiğimiz haftasonu Kırgızistan’daki bir tatil kasabası olan Cholpon-Ata’da gerçekleştirilen CSTO zirve toplantısının sonuçları Pekin’de büyük bir ilgi ile izlendi. Bu zirvenin arifesinde, Rusya başkanının bir yardımcısı Çarşamba günü Moskova’da CSTO bayrağı altında Oş’ta bir Rus üssü açılması ile ilgili prensipte anlaşmaya varıldığını açıkladı.

Bu arka planın tersine, “Barış Görevi 2009” olarak adlandırılan ve 22-26 Temmuz’da gerçekleştirilen Rusya-Çin ortak askeri talimleri, 2005 ve 2007’de gerçekleştirilen benzer iki talim ile karşılaştırılamaz. Tüm bu üç talim SCO çerçevesi altında gerçekleştirildiği doğru, ancak bu yılınki gerçekte “gözlemci” olarak adlandırılan diğer üye devletler ile çifttaraflı bir Rus-Çin girişimi oldu.

Çin Savunma Bakanı Tümgeneral Qian Lihua terörizm, ayrımcılık ve aşırıcılık güçleri “bugünlerde her tarafa yayıldığından” talimlerin “derin bir anlamı” olduğunu iddia ediyor. Qian bölgesel güvenliğin ve istikrarın güçlendirilmesinin yanında, talimlerin ayrıca Çin ve Rusya arasında “yüksek seviye stratejik ve karşılıklı güveni” sembolize ettiğini ve iki ülkenin savunma

alanındaki “pragmatik işbirliğini” güçlendirme için “güçlü bir hareket” olduğunu söyledi.

Qian’ın askeri tatbikatlar ile ilgili açılamalarının devam ise şöyledir:

“Çin ve Rusya arasında askeri işbirliği durum değerlendirmesi yapılırken ilk olarak yüksek seviyede değişimler sıklaştı. Yılda en az bir kere her iki ulus arasında savunma bakanları ya da genelkurmay başkanları değişimi bir rutin oldu. Savunma departmanları ve yüksek seviye askeri ziyaretler arasındaki sık değişim Çin ve Rusya arasındaki karşılıklı askeri ilişkilerin etkin bir şekilde sorunsuz gelişmesine neden oldu.

İkinci olarak, stratejik müzakereler mekanizmanın bir parçası oldu. 1997’den beri Çin ve Rus orduları her iki tarafın genel kurmayın başkan yardımcısı seviyesindeki liderleri arasında yıllık müzakerelerin yapıldığı bir mekanizme geliştirdi. Şimdiye kadar karşılıklı güveni ve dostça işbirliğini geliştiren 12 stratejik müzakere yapıldı.

Üçüncü olarak, profesyonel gruplar ve ekipler arasındaki değişimler faydalı oldu. Çin ve Rusya’nın orduları iletişim, mühendislik ve haritalama dahil bir çok kuvvet ve timde pragmatik değişimler ve işbirliği uyguladı.”

Qian Barış Görevi 2009 ile, “iki ordu arasındaki karşılıklı stratejik güven ve pragmatik işbirliği yeni bir aşamaya gireceğini” umuyor.

Çin’in Orta Asya’daki militan İslami eylemcilerin yükselişi karşısındaki endişesi aşikar. Tacik İç İşleri Bakanı Abdurakhim Kakhkharov’un son zamanlarda belirttiği gibi “Teröristler Tacikistan, Özbekistan ve Kırgızistan’da sessizce gizlenmeye çalışıyorlar... Afganistan’da uzun süre yaşadılar.” teröristlerin saklandığı yer olan Pamir Dağlarındaki Rasht Vadisi Afgan (ve Çin) sınırından sadece “yürüyüş mesafesi uzaklığında”.

Nerdeyse bir on yıl sonra ünlü Tacik İslamist kumandan Mullo Abdullo’nun Afganistan ve Pakistan’dan takipçileri ile birlikte döndüğüne ve Rasht Vadisindeki militanlarını silah altına toplamaya çalıştığına yönelik haberler var. Çeşitli rivayetlerde, Rusya’nın Kuzey Kafkas, Özbekistan, Tacikistan, Kırgızistan ve Sincan’daki milatan unsurların birleştiği geçiyor.

Kırgız Cumhurbaşkanı Kurmanbek Bakiyev “Afganistan durumu sadece Kırgızistan’ı değil tüm Orta Asya’yı etkilemektedir. İnsanlar buraya terör eylemlerini gerçekleştirmeye geldi.” diyor ve ekliyor: “Hala dışarıda hakkında bilgi sahibi olmadığımız burada olan ve yasadışı aktiviteleri gerçekleştirmeye hazır olan güçler var. Tek amaçları var: Orta Asya’nın dengesini bozmak.” Aynı şekilde NATO Tacik sınırın yönündeki Taliban hareketini durdurmaktaki çaresizliklerini kabul etti.

Milyon dolarlık soru şu: mevcut karışılık sadece uzaktan gelen bir yankı mı yoksa mujahideen savaşçılarının finansmanı ile ekipmanını sağlayan ve 1980’lerin Sovyet Orta Asyasında jeopolitik bir araç olarak kullandığı militan İslamın desteklendiği ABD girişimlerinin tekrarı mı? Biden’in açıklamaları bu yüzden Reaganizmin Moskova ve Pekin’de ciddi bir şekilde ele alınacağı konusuna dönüyor. Rus ekonomisi enkaz halinde, Rusya’nın coğrafyası sindirilen zayıflık ile yürütülmekte ve ABD kartlarını küçümsemiyor. Çin’in Moldova’daki cesur hareketi “yakın yurtdışındaki” post-Sovyet alanın başladığını gösteriyor olabilir.

Çimerika’nın sonu mu?

Konu şu ki, manevraların ağır bir ekonomik yönü var.ABD’nin Avrasya enerji temsilcisi Richard Morningstar açık bir şekilde Dış İlişkiler Senato Kurulunda üç hafta önce Çin’in Hazar ve Orta Asya enerji rezervlerine erişimini kazanma başarısının ABD’nin jeopolitik çıkarlarını tehdit ettiğini kabul etti.

İlginç bir şekilde, Rus istihbaratının 2008 sonlarından beri beklediği Sincan dahil Orta Asya’da huzursuzlukların yeniden ortaya çıkması Türkmenistan’dan başlayıp Özbekistan, Kırgızistan ve Kazakistan yoluyla yıl sonunda hizmete başlaması beklenen Sincan’a geçen 7,000 kilometrelik gaz boruhattının güzergahında gerçekleşmekte. Şüphesiz, boruhattı tüm bölgenin jeopolitiği açısından tarihi bir dönüş noktası anlamına geliyor.

Tanınmış ekonomi tarihçisi Niall Fergusan “Çinmerikayı” – Çin ve Amerika’nın etkin bir şekilde tek bir ekonomide birleşeceği tezi- “zorlu bir evliliğe” benzetti.

Ferguson İkili Grup bağlamında Amerika ve Çin arasında geçtiğimiz hafta Washington’da gerçekleşen “stratejik diyalog” “mutsuz evlilik” ile devam etmek yerine Çin’in “kendi haklarındaki küresel gücü almak için .... yalnız devam etmeye” karar verebileceği bir noktaya gelebiceğini düşünüyor.

Bunu etkileyen faktöler: ABD tasarruf oranlarının yukarıya fırlaması, ABD’nin Çinden ithalatının dikkat çekici bir biçimde düşmesi; ABD Hazine bonolarının ya da doların satın alma gücünün düşmesi ya da her ikisi ile Çin ABD hükümet tahvillerinden yeteri kadar aldığını düşünmesi. Her şekilde Çin kaybetmeye hazırlıklı.

Çin çoktan bunu yapıyor olabilir, Moldova gibi yabancı varlıkları satın alma kampanyası, tüketici bir topluma yönelik deneme hareketi, doların yerine geçebilecek ortak döviz fikrini gittikçe benimsemesi tüm bunlar yakında olabilecek “Çinmerika ayrılığının” işaretleri. Fakat bu dünya politikası için neyi gerektiyor? diye soruyor Fergunson.

Ekonomik güçleri eşit olan iki süper güç arasında Yeni bir Dünya Savaşı düşünün. Eski Soğuk Savaşta Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği ABD’den çok daha yoksuldu.

Eğer daha eski bir teşbih tercih ediyorsanız 1990’ların başındaki Anglo-Alman düşmanlığına bakabilirsiniz. Amerika Britanya rolünde ve Çin ise görkemli Almanya rolünde. Bu yüksek seviyedeki ekonomik entegrasyon gerçeğinin stratejik düşmanlık ve aşırı anlaşmazlığın büyümesine engel olmayacağını göstermesi açısından daha iyi bir benzetme.

Bunlar için şüphesiz daha çok zaman var. Bu tip şeyler oldukça yavaş işliyor. Fakat jeopolitik teknonik tabakalar hızla hareket ediyor. Çimerika’nın sonu Hindistan ve Amerika Birleşik Devletlerinin daha yakın olmalarına sebep olacak. Moskova ‘ya Pekin’le daha yakın bağlar kurması için bir fırsat yaratacak.

Şüphesiz, geçtiğimiz ay gerçekleşen güneş tutulması bir daha 2132 Haziranına kadar beklenmezken, özellikle oyunlarla dolu ABD, Rus ve Çin’ün üçlü ilişkilerini içeren büyük güç politikalarının değiştiği dünyada böyle kesin bir tarih yok. Fakat bir şey kesin. Dünyanın mümkün olan tüm köşelerinden izlenen güneş tutulması durumu gibi, jeopoliik tektonik plakaların değişimi ve Avrasya boyunca işbirliği güçlerinin yeniden gruplaşması Hindistan ve Brezilya, İran ve Kuzey Kore, Venezuella ve Küba, Suriye ve Sudan gibi çeşitli ülkeler tarafından büyük bir ilgi ile takip ediliyor.

*Büyükelçi M.K. Bhadrakumar Hindistan Dışişleri’nde çalışan bir diplomat. Görev kapsamı Sovyetler Birliği, Güney Kore, Sri Lanka, Almanya, Afganistan, Pakistan, Özbekistan, Kuveyt ve Türkiye’yi içeriyor.

Bu makale Zeynep Güneş tarafından timeturk.com için tercüme edilmiştir.

ABD'li Hummer artık Çin malı oldu
11 Ekim 2009 Askeri araç olarak üretilen ancak sosyetenin gözdesi haline gelen Hummer artık Çin malı oldu. İflasın eşiğine gelen General Motors, Hummer’i çimento karıştıcısı üreten Çinli Sichuan Tengzhong Ağır Sanayi Makine Şirketi’ne sattı.
Satıldı-satılmadı tartışmalarının ardından ABD’nin 101 yıllık otomotiv devi General Motors’un (GM) Hummer araçları nihayet Çin’in oldu. Küresel mali kriz nedeniyle iflasın eşiğine gelen ve devletin iflas koruması altına giren GM, Hummer konusunda son noktayı koydu ve daha önce anlaşmaya vardığı Çin’in çimento karıştırıcı araçları üreten şirketi Sichuan Tengzhong Ağır Sanayi Makine Şirketi’ne Hummer’in üretim hakkını sattı.

Çin medyasının haberlerine göre, önceki gün iki taraf anlaştı ve nihai imzayı attı. Anlaşmaya Sichuan Tengzhong CEO’su Yang Yi ile Hummer CEO’su Jim Taylor imza koydu. Böylece Çinli şirket, her türlü arazide kullanılabilen taşıt aracı Hummer’a sahip oldu.

Bu, Amerikan otomobil sanayinde Çin Halk Cumhuriyeti’ne satılan ilk şirket oluyor. Satış miktarı henüz açıklanmasa da bu miktarın 150 milyon dolar olduğu belirtiliyor. Çinliler daha önce de İngilizler’den MG-Rover’i satın almıştı.

haber7

10 Ocak 2010 12:40
Çin İhracatta Dünya Lideri Oldu
Çin, Almanya'nın ihracattaki dünya liderliğini elinden aldı. Haberi Paylaş : Google Yahoo Facebook Digg Del.icio.us Reddit

Toplam 1,2 trilyon dolarlık ihracatla Almanya'yı geride bırakarak dünya lideri olan Çin, 196 milyar dolarlık da ticaret fazlası verdi.

Çin Devlet Medyası 2009 genelinde ülkenin toplam ihracatının 1,2 trilyon dolara ulaştığını bildirdi.

Almanya ise 2009 yılında 1,17 trilyon dolar (816 milyar avro) ihracat yaptığını açıklamıştı.

Çin, 14 aydır ilk kez Aralık ayında ihracatında artış yaşayınca dünyanın en büyük ihracatçısı olma unvanına kavuştu. Çin'in ihracatı aralık ayında bir önceki yılın aynı dönemine göre yüzde 17,7 artış gösterdi.

Almanya'nın elinden ihracat birinciliğini almakla birlikte Çin, 2009 yılı toplamındaki ihracatı 2008'e göre yüzde 13,9 düşüş kaydetti.

Çin'in yeni statüsü büyük oranda sembolik olmakla birlikte ekonominin dayanıklılık kabiliyetini gösteriyor. Finans krizi nedeniyle küresel tüketici talebi çökse bile düşük maliyetli üretimin deniz aşırı satışı devam ediyor.

Öte yandan, Şinhua Haber Ajansına göre, 2009 yılında Çin'in ticaret fazlası yüzde 34,2 artarak 196 milyar dolara yükseldi.
aktifhaber

Çin hakkında nasıl düşünmeli?
Immanuel Wallerstein
Şayet dünyada herhangi bir kişiye, bir ülke ve bir dünya gücü olarak Amerika hakkında ne düşündüğü sorulsa, çok açık cevaplar alınacaktır. Kuzeyli-Güneyli, zengin-fakir, erkek-kadın, solcu-sağcı, genç-yaşlı herkesin bu konuda bir kanaati var. Fikirler aşırı lehte olandan aşırı hasım olana kadar muazzam denecek şekilde farklılık ve çeşitlilik arzeder. Fakat insanlar Amerika hakkında nasıl düşünmeleri gerektiğini bilmekte olduklarını hissetmektedirler.

Aynı şey otuz yıl evvel muhtemelen Çin için de aynıydı. Fakat bu artık doğru değil. Dünyadaki birçok insan hatta pek çokları, bir ülke veya bir dünya gücü olarak Çin hakkında nasıl düşünmeleri gerektiğinden emin değiller. Esasen, yalnızca bir belirsizlik konusu değil aynı zamanda sert bir tartışma konusudur bu. Çin dışındaki insanların Çin hakkında hangi meseleleri tartışmaya eğilimli oldukları üzerinde düşünmek galiba faydalıdır. Aslen üç mesele mevcut.

Birincisi ve galiba en bilinen tartışma, Çin'in esasen sosyalist bir ülke olarak mı yoksa kapitalist bir ülke olarak mı düşünülmesi gerektiği üzerindedir. Çin kendisini elbette ki sosyalist olarak takdim ediyor. Komünist Parti eliyle yönetilmeyi sürdürüyor. Öte yandan, yurtiçi iktisâdi işleyişinin fiili işlemlerini ve şüphesiz dünya ticaretini, pazar/piyasa ilkelerine dayandırıyor gibidir.

Dünya siyasi soluna ve siyasi sağına ait görüşler, bu mesele üzerinde ittifak etmiş değil. Sağ kanatta yer alanlar arasında, geleneksel Marksist-Leninist Mao Zedong ideolojisinin tarihi gâyelerini izlemenin bir hükümet niyeti olduğu yerde pazar işlemlerinin yanıltıcı bir dış görünüş olduğunda ısrar edenler var. Fakat siyasi sağda, Çin'i dört dörtlük pazar temelli bir ekonomiye "geçiş" sürecindeki bir ülke olarak görenlerin sayısı az değil; yanıltıcı dış görünüşün pazar işlemleri değil de ideoloji olduğunu düşünüyorlar.

Aynısı sol için de doğru. Çin'in o aynı sosyalist gâyeler minvalinde idâre edildiğini, "pazar" işlemlerinin ya taktik yahut kılıf olduğunu düşünüyorlar. Fakat Çin'in câri politikaları hakkında kuşkulu yahut açıkça hayal kırıklığına uğramış kişiler de var solda.

Kanaatin bölündüğü bir diğer mesele şu: Çin halen Güney'in bir parçası olmayı sürdürüyor mu yoksa artık Kuzey'in bir parçası mı oldu? Otuz yıl önce şüpheye mahal yoktu. Çin 1955'te Bandung'da düzenlenen Afro-Asya konferasına katılmıştı. Çin kendisini her yerde Güney'in jeopolitik görüşlerinin ve çıkarlarının militan destekçisi olarak takdim ederdi. Fakat bugün Çin, "yükselen" ulusların en güçlüsü ve dünyadaki ikinci büyük ekonomi olarak sınıflandırılıyor. Dünya basını gerçekte dünya gücünü paylaşan G-2'den (ABD ve Çin) bahsediyor. Çin'in, "iki süpergüç" olarak ABD ve Sovyetler Birliğine karşı herkesin birleşmesi gerektiğini söylediği 1960'lardan ne de farklı.

Dolayısıyla bugün hem Kuzey'de hem de Güney'de, Çin'e aslında Kuzey'in bir parçası nazarıyla bakan pek çok kimse var. Fakat yine hem Kuzey'de hem de Güney'de, Çin'i Güney'in başlıca sesi olarak görmeyi sürdürenler de var. En nihayet Çin nüfusunun büyük bir kesiminin halen hayli düşük bir ekonomik seviyede yaşadığını söylüyorlar.

Son olarak, belki de en tartışmalı soru şudur: Çin'i önde gelen emperyalist karşıtı güç olarak düşünmeye devam mı etmeli yoksa bizzat Çin'i bir emperyalist güç olarak mı düşünmeli? Bu, Kuzey'den daha ziyâde Güney'de tartışılmaktadır. Çin'in dünyada başlıca emperyalist kuvvet olmayı sürdüren Amerikan emperyalizminin attığı düğümleri çözmede hayati rol oynadığında ısrar eden çok kişi var.

Bundan başka, Çin'in normalde ABD ve Avrupa yardımlarına eşlik eden şartlar olmaksızın Asya'daki, Afrika ve Latin Amerika'daki ülkelere ekonomik yardım ulaştırma yöntemlerine işaret ediyorlar. Çinlilerin Güney'deki ülkelere en çok ihtiyaç duyulan ekonomik kaldıracı sunduğunu söylüyorlar – yani sosyalist işbirliğinin en iyi örneğidir.

Fakat bir de Çin yardımını, yardımı alan ülkelerin optimal ihtiyaçlarını ille de gidermek durumunda olmayan yollarla kilit hammaddelere erişimi teminat altına almanın tarzı olarak görenler var Güney'de. Ve küçük Çinli tâcirlerin bu ülkelere akınından rahatsız olanlar, ticari faaliyetlerinin küçük yerli tâcirlerin altını oyduğunu ve yerleşimci kolonizasyonu'nun bir türünü teşkil ettiğini ileri sürenler var.

Bu tartışma bugün için bulanık ve ayrım hatları belirgin değil. Uzun süre daha böyle sürüp gitmesi muhtemel değil. Bugün itibariyle belki on yıl, bilemediniz yirmi yıl zarfında, herkes Çin hakkında nasıl düşünmesi gerektiğini bir kez daha biliyor olacak. Olumlu ve olumsuz kanaatler yine bir kez daha muhkem olacak.
Dünya Bülteni için çeviren: M. Alpaslan Balcı

Çin- ABD ilişkileri gerilmeye devam ediyor
02 Şubat 2010
Ana Haber

Pekin yönetimi, Washington'u tekrar uyararak, ikili ilişkilerin Tayvan'a silah satmayla büyük yara alacağını bildirdi.

Çin Dışişleri Bakanlığı sözcülerinden Ma Zhaoxu (Ma Caoşü), Pekin'de düzenlenen olağan basın toplantısında gazetecilerin sorularını cevaplarken, ABD'yi Tayvan'a silah satma konusunda hem uyardı, hem de silah satışını yapacak ABD'li şirketlerin Çin yaptırımlarıyla karşı karşıya kalabilecekleri tehdidinde bulundu. Ma, satışla, önemli uluslararası ve bölgesel konulardaki Çin-ABD ilişkilerinin kaçınılmaz surette etkileneceğini ve sorumluluğun tamamıyla ABD'ye ait olduğunu söyledi. Ma, ''Silah satışını yapacak ABD'li söz konusu şirketleri Tayvan'a yapacakları bu satışı ilerletmelerini ve satışa katılmalarını durdurmaları çağrısında bulunuyoruz.'' diye konuştu. Çin daha önce de satışın iki ülke arasındaki ilişkilere 'ciddi zarar' vereceğini, askeri temasın askıya alınacağını ve silah satışını yapan şirketlere ambargo uygulanacağını bildirmişti. ABD ise, Çin'in bu tehditlerine karşın silah satışının yapılacağını açıklamıştı.

ABD Tayvan'a 6,4 milyar dolar değerinde Patriot füzeleri, Black Hawk helikopterleri, denizaltıları ve diğer askeri malzemeleri satma kararı almıştı.

Çin'den gelebilecek füzelere karşı korunmak için Tayvan'a 114 Patriot füze ve sistemleri satmak için ABD'nin Raytheon Co. ve Lockheed Martin Corp. şirketleri 2.81 milyar dolarlık anlaşma imzalamıştı. Bu şirketlerin Çin'de operasyonları bulunmuyor ancak pazarının çoğunluğu Çin'de olan ABD'li Boeing'in McDonnell Douglas birimi Tayvan'a 37 milyon dolar değerinde 12 Harpoon füzesi satış anlaşması imzalamıştı. Çin'in yaptırımından endişe duyan Boeing'in Pekin tarafından söz konusu yaptırıma ilişkin resmi bir bildiri almadığını duyurdu. Çin'in yaptırımlarına maruz kalacak şirketler arasında ABD'nin United Technologies birimi de bulunuyor ve bu şirket Tayvan'a 60 Black Hawk helikopterleri satacak.

ABD ve AB, 1989 demokrasi ayaklanmasında tanklarla öğrencilerin üzerine giden Pekin'e karşı silah ambargosu uyguluyor.

Çin'in Tayvan'a çevrilmiş binden fazla füzesinin bulunduğu belirtiliyor. Pekin yönetimi, 1949'daki iç savaştan sonra kendi kendini yöneten ve 20'ye yakın küçük ve fakir ada ülkeleri tarafından tanınan Tayvan'ı, ülkenin bir parçası olarak görüyor ve bağımsızlık istemesi durumda Taipei yönetimine gerekirse güç kullanacağı tehdidinde bulunuyor.

ÇİN MEDYASI OBAMA'YI SAMİMİ BULMADI
Bu arada Çin'in resmi medyası da ABD Devlet Başkanı Barack Obama'nın Çin'in 'baskı altında tutulmaması' vaadinin 'gayri samimi' olduğunu savunuyor. İngilizce yayımlanan resmi China Daily gazetesindeki makalede '''ABD'nin tavrı, Çin'in çıkarlarıyla ilgili önemli konularda kullanılan çifte standartları ve ikiyüzlülüğü ortaya koymaktadır. Washington'un küstahlığı ayrıca bir ülkenin çıkarlarının, nasıl diğerinin lehine ayaklar altına alındığı gerçeğini de göstermektedir'' denildi.

Çin Komünist Partisi'nin yayın organı Halkın Günlüğü tarafından çıkarılan Global Times gazetesinde ise Çin'in Tayvan sorunundaki birliğini hafife almanın 'aptallık' olacağı ve Tayvan'a silah satan ABD'li şirketleri cezalandırmanın çoğu Çinlinin destekleyeceği bir adım olacağını yazdı.

OBAMA'YA DALAY LAMA UYARISI
Pekin yönetimi, son günlerde ilişkilerin gerildiği ABD yönetimine Tibet'in sürgündeki dini lideri Dalay Lama ile görüşmemesi uyarısı yaptı.

Çin Komünist Partisi Merkez Komitesi Birleşik Cephe yetkilisi Zhu Weiqun, bugün yaptığı açıklamada Obama ile 1959'dan beri sürgünde olan Dalay Lama görüşmesinin ''mantıksız ve yararsız'' olacağını ve bu görüşmenin Çin-ABD ilişkilerindeki politik yapının altını ciddi olarak oyacağını savundu. Zhu, Tibet'in statüsünün belirlenmesi konusunda Dalay Lama'nın temsilcileriyle hafta sonu Pekin'de yapılan görüşmeyle ilgili olarak da ''Süreçte bir ilerleme sağlanamadı'' dedi.

İki taraf arasında 2002 yılında başlayan görüşmeler Mart 2008'de Tibet'te çıkan kanlı ayaklanmayla kesintiye uğramıştı. Nobel Barış Ödülü sahibi Dalay Lama, Tibet için ''gerçek özekliği'' talep ederken, Pekin, Dalay Lama'nın "ayrılıkçı" olduğunu ileri sürüyor

Otomotiv Sektöründe Dev Satış
Çinli otomotiv üreticisi Geely, ABD'li otomotiv üreticisi Ford'dan Volvo Cars'ı 1,8 milyar dolara satın aldı.
28 Mart 2010
Çin Endüstri ve Enformasyon Teknolojisi Bakanı ile İsveç Yatırım ve Enerji Bakanı Göteborg'ta Geely Başkanı ile Ford Distribütörü'nün 1.8 milyar dolarlık imzasına eşlik etti.

Volvo sözcüsü Per-Ake Froberg, Çin'in en büyük özel sektör otomobil şirketi Geely'nin Volvo Cars'ı satın alma anlaşmasına, Geely ve Ford'un İsveç'in Göteborg kentinde imza attığını açıkladı.

Çin Endüstri ve Enformasyon Teknolojisi Bakanı Li Yizhong ve İsveç Yatırım ve Enerji Bakanı Maud Olofsson'un hazır bulunduğu törende, anlaşmayı, Geely Başkanı Li Shufu ve Ford Finans Direktörü Lewis Booth imzaladı.

Geely'nin yaklaşık iki yıldır İsveçli şirketi satın alma görüşmeleri anlaşmayla sonuçlanırken, bu, Çinli bir şirketin en büyük deniz aşırı otomotiv şirketi satın alması olarak kayıtlara geçti.

Geely şirketinden yapılan açıklamada, şirketin, anlaşmayı tamamlamak için gerekli bütün finansmanı sağladığı belirtildi.

''Bugün Geely'nin tarihinde bir dönüm noktasını temsil ediyor'' diyen Geely Başkanı Li Shufu, Volvo Cars'ın, yönetim ekibi İsveç'te olmak üzere ayrı bir şirket olarak kalacağını ifade etti.

Volvo'nun İsveç ve Belçika'daki tesislerinin çalışmaya devam etmesini amaçladıklarını belirten Li, aynı zamanda Pekin'de, Çinli müşteriler için 300 bin adet Volvo marka araç üretecek bir fabrika kurmayı planladıklarını kaydetti.

Li, ''Dünyadaki en büyük otomotiv pazarı olan Çin, Volvo'nun ikinci piyasası olacak. Volvo, hızlı büyüyen Çin pazarındaki fırsatlardan istifade ederek, dünyanın önde gelen markası olarak benzersiz bir konuma kavuşacak'' dedi.

Taraflar arasındaki anlaşmanın, bu yıl üçüncü çeyrekte tamamlanması beklenirken, satın alma işleminin 200 milyon dolarlık kısmı hisse ve kalanı nakit olacak. Anlaşma, mülkiyet hakları, Volvo Cars, Geely ve Ford arasında araştırma ve geliştirme düzenlemelerini de kapsıyor.

Ford Finans Direktörü Booth, ''İyi bir iş için adil bir fiyat olduğunu düşünüyoruz ve evet Geely ile anlaşmaya vardığımız için mutluyuz. Geely'nin yönetiminde Volvo'nun, kendi işini sürdürebileceğine ve kar etmeye başlayacağına inanıyoruz'' diye konuştu.

Ford, 1927 yılında kurulan Volvo Cars'ı, 1999 yılında 6,5 milyar dolara satın almıştı. Kaynaklarını Ford, Lincoln ve Mercury markalarına yöneltmek isteyen Ford, Volvo Cars'ı 2008 yılının sonundan bu yana satmaya çalışıyordu.

ABD'li şirket 2008 yılında Jaguar ve Land Rover markalarını Hintli Tata Motors'a 1,7 milyar dolara satmıştı.

Satışlarını artırmaya çalışan Volvo, 2005 yılından bu yana kar edemiyor. Geely'nin bu yıl toplam satışlarını 400 bine çıkarması bekleniyor.

Volvo, 16 bini İsveç'te olmak üzere toplam 22 bin kişiye istihdam sağlıyor.

Çin'de geçen yıl araç satışları önceki yıla göre yüzde 46 artışla 13,6 milyon adete ulaşmış ve Çin böylece 2009'da ABD'yi geçerek dünyanın en büyük otomotiv pazarı unvanını ele geçirmişti.
aktifhaber

ABD, Çin ile soğuk savaşa hazırlanıyor
2 Haziran, 2014



ABD ve Japonya’nın Singapur’daki Güvenlik Konferansı’nı Çin’e karşı ittifakın kurulması için kullanma çabaları suya düştü.

Bu görüşü Rusya Bilimler Akademisi Uzak Doğu Enstitüsü uzmanı Viktor Pavlyatenko ifade etti. Meslektaşı Yakov Berger ise konferansın ABD ile Çin arasında bölgede hakimiyet için yapılan mücadelenin artmasını gösterdiği görüşünde.

Her yıl düzenlenen Singapur’daki Asya’da Güvenlik Konferansı ilk kez ABD ve Japonya ile Çin arasında büyük yankı uyandıran siyasi skandala yol açmıştır. ABD Savunma Bakanı Chuck Hagel, Çin’i Güney Çin Denizindeki adaları ele geçirerek durumu istikrarsızlaştırmakla suçlayıp ABD’nin kenarda durmayacağı uyarısında bulundu. Öbür yandan Japonya Başbakanı Shinzo Abe, kendi deniz sınırları ve hava sahasını korumak için çaba sarfeden Asya devletlerine kararlı bir şekilde destek sözünü verdi. Abe, Çin politikası imasında bulunarak karşıtlarını haberdar etmeden statükoda değişiklikler yapan devletleri deniz hukukunu ihlal etmekle suçladı.

Çin Silahlı Kuvvetleri Başkomutan Yardımcısı Van Guangzhun, bu suçlamaları Çin’e karşı bir komplo olarak nitelendirdi. Çin, kendisine yöneltilen suçlamaları reddederek Washington’un tutumunu hegemonizm olarak değerlendirdi.

Uzman Viktor Pavlyatenko, ABD ve Japonya’nın Singapur’daki konferansı Çin’e karşı bir ittifakın kurulması için kullanmaya çalıştığını ama çabalarının suya düştüğünü ifade ederek şunu söyledi:

‘ABD ve Japonya konferansa katılan tüm devletleri Çin’i sert bir dille eleştirmeye ikna etmeyi planlıyordu. Ama konferans katılımcılarından sadece Vietnam ve Filipinler ikna oldu. Tayland, Malezya, başka ASEAN üyesi ülkeler Çin’i eleştirmekten kaçındı. ABD ve Japonya,Asya ülkelerinin toprak tartışmalarının şiddet kullanılarak çözülmesinden tedirginliğinden faydalanmaya çalıştı. Ama bu temel üzerinde Çin karşıtı cepheyi oluşturamadı’.

Siyasi Araştırmalar ve Tahminler Merkezi Başkanı Andrey Vinogradov, Washington’un Pekin’e yönelik çok sert eleştirilerinin zaten çok şaşırtıcı gelmediğini kaydederek şunu söyledi:
‘ABD ekonomik bütünleşme açısından bölgede Çin’in rakibi olamaz. Bu yüzden Amerika’nın bölgede Çin’in başkanlığındaki bütünleşme sürecini ve küresel ekonomide Çin’in daha güçlü olmasını engellemesi için askeri-siyasi gerginliği arttırmak ve Asya’ya geri dönmekten başka çaresi yoktur’.

Her yıl Singapur’da düzenlenen konferanslar Asya Pasifik bölgesinde güvenliği sağlamayı amaçlıyor. Buna göre Çin, geçenlerde Şanghay’da Çin Devlet Başkanı Xi Jingping’in ifade ettiği Asya’da yeni güvenlik doktrinini tanıttı. Bu doktrin Rusya’nın Asya’daki bazı devletlerin güvenliğinin sağlanması için başka devletlerin çıkarlarının feda edilmesinin kabul edilemez olduğu tutumuyla örtüşüyor. ABD ve Japonya, Çin girişimini görüşme fikrini bile reddetti. Onlar güvenliğin sağlanması için eski blok yaklaşımını önerdi.

Rusya Bilimler Akademisi Uzak Doğu Enstitüsü uzmanı Yakov Berger, bunun Çin ile ABD arasındaki mücadelenin artmasıyla açıklanabildiğini kaydetti:
‘Bu mücadele, bu rekabet daha da artmaya devam edecek. Her iki taraf bunu çok açık anlıyor. Çin ile mücadele ABD’nin müttefikleriyle ilişkilerini de etkileyecektir. Belli ki, Çin’in asıl amacı bu bağları koparıp ABD’den korkmadan tartışmalı sularda serbest hareket edebildiğini göstermektir. Ama ABD mütefiklerini bir şey olursa yardımlarına yetişecekleri konusunda ikna etmeye çalışıyor. Beklenmedik bir şey meydana gelmediği sürece Çin ve ABD karşılıklı tehditler savurmaya devam edecek’.

Uzmanlar, Tokyo ve Washington’un Pekin politikasına yönelik sert eleştirilerinin Çin’in Rusya ile işbirliğinin genişletilmesine bir tepki olduğunu kaydediyorlar. ABD ve Japonya, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in Mayıs’ta gerçekleştirdiği Çin ziyaretinin ardından başlayan Çin-Rus işbirliğinin derinleşmesinden çok rahatsızdır. Ama Singapur’da Çin karşıtlarına kendisine siyasi baskı yapma çabalarının sonuçsuz olduğunu bir kez daha göstermiş oldu.

Tamamını oku: http://turkish.ruvr.ru/2014_06_02/ABD-Chin-soguk-savash/
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder
Ekim



Kayıt: 21 Arl 2007
Mesajlar: 2634
Konum: Kanada

MesajTarih: Sal Nis 13, 2010 9:26 pm    Mesaj konusu: BU SAVAŞ YÜZÜNDEN OBAMA'NIN GÖZÜNE UYKU GİRMİYOR Alıntıyla Cevap Gönder

Doğu Türkistan Olayları ve Uygurların Varolma Mücadelesi
Doç.Dr. Oya Akgönenç
Milli Gazete

Doğu Türkistan'da olaylar fırtına gibi gelişip, dünya gündemine yıldırım gibi düştü. Meydana gelen tepkiler çok karışık ve farklı oldu. Durum hala ciddiyetini sürdürmekte, olayların üzerinden bir haftadan fazla zaman geçmesine rağmen Uygurlar sokak ortasında yürürken veya bisikletle işine giderken vurulup öldürülmekte... Bütün bunlara rağmen dünyadan yükselen tepkiler son derece cılız kalmakya devam ediyor.

Daha da fenası, medyayı kontrol eden Çin, öldürülenlerin Han Çinlileri olduğunu dünyaya bildirmekte ve olayların tüm yükünü Uygur Müslümanlarının üstüne yıkmaktadır.

Olayları anlamak için bir kaç değişik açıdan tahlil etmek gerekmektedir.

Olayların panaromik tespiti:

Doğu Türkistan Türkleri kendi vatanlarında, yıllardır büyük bir baskı rejimi altında yaşamakta olup Doğu Türkistan topraklarına sistemli bir şekilde "Han Çinlileri" yerleştirilmektedir. Yeni gelenler kendilerini üstün görüp, en iyi işleri elde etmekte, bölgedeki ekonomik kalkınmadan en çok Han Çinlileri pay almaktadır. Uygurlar kendi ana yurtlarında ikinci ve hatta üçüncü sınıf vatandaş muamelesi görmektedirler. Adeta yıllar öncesi Güney Afrika'ya Avrupa'lı beyazların gelerek, tüm kaynakları ele geçirmeleri ve toprakların sahibi haline gelmeleri gibi.

Son olaylarda da bir sivil protesto hareketi olarak başlayan hadiselerde Han Çinlileri ellerindeki iri sopalarla Uygurları linç etmiş ve olayları bastırmaya gelen Çin askerleri de kaçan Uygurları vurup, öldürmüştür. Dahası evlere "kimlik kontrolü" yapma bahanesi ile giren Çin polisi, evdekilerin boğazlarını kesip, öyle dışarı çıkmışlardır.

Çin devleti için asıl mesele, toplum düzeni, insan hakları veya demokratik ifade falan olmayıp, Çin devletinin, "mutlak devlet otoritesini en sert şekliyle ihdas etmek" olmuştur.

Gözaltına alınanların geleceği veya nerede oldukları belli olmayıp, Çin hükümeti "olaylara sebep olanları idam edeceğini" ilan etmiştir. Son yıllarda hazırlanan Çin anayasasında "bölgesel şovenizm" yasaklanmış olup, şiddetle cezalandırılacağı belirtilmiştir.

Yani diğer bir deyimle kimsenin milli kimliğini öne çıkartma hakkı yoktur. Ne var ki bunu Han Çinlileri yaptığında, bunun adı, "büyük Çin milleti adına " bir hareket olmakta, ama ezilmeye ve haksızlığa karşı ayaklanan Uygur Türkleri veya başka gruplar olursa, adı, "bölücü şovenizm" olmaktadır.

Kısacası Çin, son 25-30 yıldır, Batı'ya ve dünyaya ekonomik olarak açılıp, son derece ucuz mallarla dünya piyasalarından büyük sermayeler toplarken, yüzü güller açan "Çin bebekleri" gibi şirin hareket etmiş ama içeride "demir bir yumrukla" idare ettiği gruplardan herhangi bir "demokrasi ve insan hakları" talebi geldiğinde derhal "korkunç yüzlü ve yırtıcı güçlü dragon-canavar" haline gelmiştir.

Çin'in yeni düzeni, kapitalist kıyafet içinde, hırçın ve katı bir komünist kişiliğin ifadesi olmuştur. Veya bir başka anlatışla, çok eskilerden beri Çin'de mevcut olan ezici "sömürgecilik" alışkanlığının ve eski "Çin Kapitalizm"inin acımasız sömürüsünün yeni şartlar ve metodlarla tekrar su yüzüne çıkması diye de tarif edilebilir.

Bir de Doğu Türkistan'a bakmak gerekir. Burası çok büyük bir ülkenin ikiye bölünmüş şeklidir. Batı Türkistan, uzun yıllar Rus hâkimiyetinde kalmış ve daha sonra daha çok Rusya'dan etkilenen bağımsız bir ülke olmuştur. Doğu Türkistan ise Çin hegemonyası altına düşmüştür.

Doğu Türkistan sadece 20. yüzyılın başından beri en az dört-beş defa bağımsızlık mücadelesi vermiş ve hürriyetleri için ölümü göze almıştır. Sonunda Çin tarafından Özerk Uygur bölgesi olarak tanınmış bulunmaktadır.

Çinliler bu yöreye "Sincan" adını yani Çince: "kazanılmış yeni topraklar" anlamına gelen bir ad vermişler ve bu tabirin ifade ettiği anlamda, kazanılan bu "yeni topraklara" Çinlileri yerleştirmeye başlamışlardır.

Doğu Türkistan 1,680,001 Km2 alandır. Yani yaklaşık Türkiye'nin iki katı bir alan.

1920'larda 35 milyon kadar olan Uygur Türkleri, şu anda orada mevcut bulunan 21.3 milyon insan içinde sadece 8 veya 8,5 milyon kalmışlardır. İç göçle getirilen Han Çinlileri ise 7 miyon'u bulmuştur. İlaveten 1,5 milyon Kazak ve 16 değişik milletten azınlık, bu topraklara yerleştirilmiştir. Uygurlar bugün nüfusun sadece yüzde 45'ini oluşturmaktadırlar.

Anayasa'da "özerk bölge" denmesine rağmen ve her türlü haklara sahip görünmelerine rağmen uygulamalar bunların tam tersi istikamette ilerlemektedir. Din baskısı vardır. Camilere gidiş kısıtlı ve kontrollüdür. 18 yaşına kadar Kur'an öğrenmek yasaklanmıştır. Birkaç yıl önce kadir gecesi bir evde kendi aralarında Kur'an okuyan kadınlara baskın yapılmış, ikisi öldürülmüş, diğerleri cezalandırılmış ve bu olay , "rejime karşı bir toplantı" olarak polis kayıtlarına geçmiştir.

Çin hiçbir şekilde Türkiye'nin oralarda etkili olmasını veya oradaki olaylara karışmasını arzu etmemekte ve buna karşı çıkmaktadır. Son olaylarda da Türkiye tarafından ifade edilen, "ülkede bir an önce sükûnet ve adaletin gerçekleşmesi arzu ve temennisi" çarpıtılarak, "Türkiye, Uygurlara düzeni bozmaktan vazgeçin" dedi şeklinde yansıtılarak, oradaki Uygur Türk ve Müslümanlarının tüm ümit ve gayretlerini kırma yoluna gidilmiştir.

Doğu Türkistan'ın jeo-stratejik önemi:

Tiyen Şan ve Pamir Dağları arkasında ve Gobi Çölü'nün bir kenarında var olan bu geniş topraklar, inanılmaz zenginlikleri bağrında barındırmaktadır. Burada zengin petrol ve doğal gaz yatakları mevcuttur. Burada yine uranyum madeni ve diğer önemli madenler de bulunmaktadır. Bu kadar zenginlik üstünde oturan insan sayısı ne yazık ki kocaman bir devin inanılmaz iştahı karşısında durabilecek kadar çok değildir. Sayı zaten az iken, göç politikaları, ölüm programları ve sürgünler yolu ile daha da azaltılmıştır.

Doğu Türkistan adeta dünyaya açılan bir ana giriş-çıkış kapısı gibidir. Sadece sınırı olan komşularını saymak bir fikir vermeye yeter.

Komşuları Pakistan, Afganistan, Keşmir, Kırgızistan, Kazakistan, Rusya, Moğolistan ve içindeki Nepal.

Bir bakıma Çin'in en uzak, en Kuzey Batı köşesidir. Eski ticaret kervan yollarının başlangıç noktasıdır. Bugün de orada inanılmaz modern merkezler kurulmuş olup, enerji kaynaklı ticaretin beyni gibi işlemektedir. İşte böyle bir yerde, oranın ana sahipleri istenmemektedir.

Bu kadar gelişmenin olduğu yerde Uygur Türkleri'nin bir kısmı işsiz kalmaktadır. İş bulmak bahanesi ile alınıp, Çin'in diğer uzak köşelerindeki fabrikalara gönderilmektedirler. Gönderilenlerin çoğu kadın ve kızlardır. Böylece aile parçalanmaktadır. Gönderildikleri yerlerde 12 saatlik vardiyalarla adeta köle gibi çalıştırılan Uygur kız ve kadınları çok daha düşük bir ücret almakta ve hatta kazançları kendilerine verilmeyip, bölgedeki resmi yetkililer eliyle ailesine gönderilmektedir. Kızların pekçoğu, bulundukları yerlerdeki erkeklerle evlenmeye mecbur bırakımakta ve birden fazla çocuk yapmalarına izin verilmemektedir.

Diğer taraftan Han Çinlileri çocuk yapma tercihlerini "erkek evlat" edinme yönünde kullanmakta ve ortaya çok daha agresif, daha çok erkek-egemen bir Han toplumu çıkmaktadır. Son olaylar bile bir dedikodu ve bir yalanla başlamıştır. İki Uygur Türkü'nün bir Çinli kıza tecavüzü yalanı ortaya atılmıştır. Bizzat hükümet bunun böyle olmadığını ilan etmesine rağmen, Han Çinlileri "intikam tugayları" ile harekete geçmişlerdir.

Doğu Türkistan'ın kültür merkezleri, aşina isimlerden meydana gelmektedir:

Kaşgar, Hotan, Tufan, Yarkand, Gülce, Kumul, Aksu ve Altay. Bunları hafızalara kazımak gerekir, çünkü Çin bunların hepsini yeni Çin isimleri ile değiştirmiştir.

Çocukların eski tarihlerini öğrenme şansları da pek yoktur zira böyle bir tutum, "şovenizm" olarak nitelendirilmektedir. Yeni nesiller zaman içinde "geçmişlerini, kimliklerini unutarak ve tamamen Çin kültürü içinde eriyip kaybolarak yetiştirilmeye" çalışılmaktadır. İşte Uygurların mücadele verdiği en büyük konu da budur. KİMLİK VE VAR OLMA savaşı.

Tepkiler ve Sebepler:

Doğu Türkistan'da gerçekleşen olaylar asimetrik bir mücadelenin en canlı örneği. Bir tarafta koskoca bir Çin Komünist Halk Cumhuriyeti, diğer tarafta ona karşı Çin'in en uzak Kuzey Batı bölgesindeki bir avuç "DoğuTürkistanlı"nın "özerklik" mücadelesi.

Hemen belirtilmelidir ki, Uygurların çoğunluğu bağımsızlık iddiasında değillerdir. Bunun olamayacağını bilecek kadar gerçekçidirler. Uygurların isteği ve talebi, kendi yurtlarında daha çok söz sahibi olmak, o yurdun yeraltı ve yer üstü zenginliklerinden daha çok pay almak ve herkes kadar iyi yaşamaktır.

Doğu Türkistanlılar kendi insanlarının, kendi yurtlarında iş bulmasını, kız ve kadınlarının uzak bölgelere gönderilmemesi ve bu ekonomik kalkınma sürecinde ana yurtlarına, dışardan gelen grupların kendilerinden daha hâkim ve üstün bir sınıf meydana getirmesini istememektedirler.

Kendi dinlerini ve kültürlerini her zamanki gibi yaşayabilmek, Uygur benliğini yaşatmak istemektedirler.

Olayların karşısında dünya devletlerinin ve milletlerinin tepkisi gözden geçirilmeye değer.

a- Büyük devletler ve özellikle Batılı ülkeler:

Her fırsatta "insan hakları", "hak ve hukuk üstünlüğü" iddiası ile ortaya çıkan bu ülkelerin hiç bir tanesi dikkat edilecek bir tepki ortaya koymamıştır. Bunun nedeni daha çok ekonomik ve siyasidir. Artık Çin bir dünya ekonomik devidir. Muazzam bir nüfusa ve etkileyici bir kalkınma hızına sahiptir. Bir nükleer güçtür. Ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin daimi üyesidir. Yani veto hakkına sahiptir.

Ne ABD ve ne de Rusya Federasyonu şu sıralarda Çin'i karşılarına almayı düşünmemektedirler. Her ikisi de Çin'le iyi geçinme politikası içindedirler.

Asya'da Japonya veya Endonezya ve Malezya gibi ülkelerle Çin'in bir çekişmesi yoktur. Pek çoğunda Çinli nüfus büyük azınlıklar halinde bulunmakta ve onların ekonomisine büyük katkılarda bulunmaktadır. Kendi ülkelerinde pek çok sayıda faal azınlık grupları olan bu devletler, Çin'le uğraşmak istememektedirler.

b- Asya komşuları:

Pakistan ses çıkartamamaktadır. Pakistan ve Çin arasında stratejik ortaklık mevcuttur. Kaldı ki şu günlerde, ABD bir taraftan Swat vadisini vururken, diğer taraftan Rusya ve Hindistan'la işbirliği içine girerken, ekonomik olarak, yatırım ve altyapı inşaatları ile Pakistan'a yardım eden tek ülke Çin'dir. Kırgızistan ve diğer orta Asya Türk Cumhuriyetleri zayıf ve korumasızdır. Yeraltı zenginlikleri çok ama nüfusları azdır. Dolayısı ile Çin'e karşı taraf tutacak durumda değildirler.

c- Diğer Ülkeler:

Diğer Arap ülkelerinin pek çoğu Çin'le büyük ticaret ilişkisi içindedir. Hemen yanlarındaki Filistinlilere yardımcı olamıyorlar. Mısır, zaten Gazze'de süre giden abluka olayına yardımcı olmaktadır.

İslam Konferansı Örgütü bu konuda öne çıkabilecek tek kuruluştur. Onun da telkinleri sadece insan hakları, yaşam hakkının korunması, demokrasinin gelişmesine izin verilmesi gibi konularda uzlaşmacı bir yaklaşımla mümkün olabilir.

Çin gücünün farkındadır. Çin, etrafındaki herkesle başa çıkabilecek durumda olduğunu da bilmektedir. Girdiğimiz yüzyılın Asya yılı olacağını çok iyi bilen Çin, oradaki avantajlarından tekini bile feda etmeye niyetli değildir. Bugünkü şartlar altında Çin'in bileğini bükecek veya ona dur diyebilecek ve de böyle bir çatışmayı isteyecek bir gücün mevcut olmadığını da tartabilmektedir.

Bugün Çin tekrar eski emperyal tutumuna bürünmüş olup, komünist rejimin getirdiği katılık ve sertlik içinde hedefine doğru ilerlemektedir.

d- Türkiye'nin tutumu:

"Mazlumun " yanında yer almış tarihi bir misyonun mirasçısı olarak Türkiye haklı olarak Uygurların katliamına sert bir tepki göstermiş bulunmaktadır. Bu ölen, ezilen ve baskı altında işkence ve eziyet gören kendi insanlarımız, soydaşlarımız ve dindaşlarımızdır.

Türkiye haksızlık ve zulme karşı sesini yükseltmeyi bilmiştir. Nitekim Saadet Partisi tarafından organize edilen 12 Temmuz 2009 Çağlayan Mitingi de bunun en güzel örneği olmuştur. Orada partili ve partili olmayan ama tüm Türkiye'nin çeşitli kesimlerini temsil eden gruplar bulunmuş ve haksızlık karşısında yekvucut hissiyatlarını belirtmişlerdir.

Türkiye'nin de bazı açmazları mevcuttur. Mesela, daha çok kısa bir süre önce Türkiye Cumhurbaşkanı Çin'i ziyaret etmiş ve iki ülke arasında yeni anlaşmalar yapılmıştır. Bu yapılan 19 önemli anlaşma ile Çin, 230 milyon dolarlık Türk malını almayı taahhüt etmiştir.

Çin'den ucuz mal getirerek geçimini temin eden ve bunlardan yararlanan büyük bir kesim de mevcuttur. Şimdi bu öfke dalgası içinde büyük bir "Çin malı boykotu" yapıldığı takdirde kimlerin zarar göreceği de doğru hesap edilmelidir.

Çin'in 2009 yılı dünya ticaret hacmi 2.6 trilyon dolar meblağındadır. Aynı dönem içinde Türkiye ile olan ticareti ise 13 Milyar dolar tutarındadır. Herkes bu boykota katılsa bile, bunun Çin üstündeki etkisi ne olabilir, bu düşünülmeye değer. Bugün, IMF bile kısa dönem için Çin'den borç almış bulunmaktadır.

O halde varılan nokta maalesef tamamen küreselleşen ve kapital düzenin hâkim olduğu günümüzün dünyasında, Çin gibi bir ülkeye kolay, kolay bir şey yapılamayacağı ve onun da bundan pek etkilenmeyeceği hususudur. Sadece, İtalya'da yapılan G-8 veya zengin ülkeler toplantısında sergilenen fütursuzluk, ve Çin'e tek söz söylememe durumu, olayı anlatmaya yeter.

Nükleer denemelerini de Doğu Türkistan'da gerçekleştiren ve oradaki insanların sağlığı ve genetik yapısı ile ölümcül şekilde oynayan Çin'e yine kimse bir şey söylememektedir. İran için sürekli plan ve gürültü çıkartanların Çin için benzeri bir eylem girişimi henüz vaki olmamıştır.

İşin içine bir de 1998-99 arasında imzalanan Duşanbe Deklarasyonu olayı da girmektedir. Bu da işin hukuki yönünü izah etmektedir. Çin bu deklarasyona imza atmadan önce, şöyle bir maddenin yazılmasında ısrarcı olmuştur:

" Çin'in mevcut sınırlarının tanınmalı ve Sincan bölgesi dahil ( Çince Kazanılmış, fethedilmiş topraklar demektir) iç işlerine karışılmayacağına dair taahüdün verilmelidir."

Bu madde eklenmiştir. (Bu, Çin için yeni bir uygulama değildi)

Bunun üzerine Rusya da benzer bir madde ile Çeçenistan işini garantiye almıştır. Böylece her iki Asya gücü de en az Güvenlik Konseyi'nde herhangi bir müdahale girişimine karşı iki oyu garantilemişlerdir. Bunu diğer ülkelere kabul ettirmişlerdir çünkü bu durum diğerlerinin de işine gelmiştir.

Daha sonra, 1999 yılında Ecevit'in Moskova ziyareti sırasında imzalanan "Teröre karşı mücadele anlaşması" içine bu deklerasyon maddeleri yerleştirilmiştir.

Şimdi, bir çok kişinin merak ettiği ve acaba "Çeçenlere neden daha çok yardım etmiyoruz?" veya "Uygur Türkleri için neden daha büyük bir mücadele yürütmüyoruz?" ve de onlara "neden kolay vize vermiyoruz?" suallerinin pek de konuşulmayan hukuki yapıları ve gizli cevapları ortaya çıkmaktadır.

Sonuç:

Durum ve güçlükler veya engeller ne olursa olsun, dünya bu kadar gaddarlığa ve haksızlığa sessiz kalmamalıdır. Dünya kalsa bile, biz kalmamalıyız ve vicdanımızın sesine göre akıl çerçevesinde birşeyler yapmalıyız.

Çin'e karşı yürütülebilecek en etkili politika "kapalı veya gürültüsüz diplomasi" yolu ile yapılmalıdır. Kapalı diplomasi, daha çok evrensel değerler üstünde durarak yapılan vurgu ve talepler daha iyi dinleyici bulur ve daha etkili olabilir.

Türkiye, Uygurlar için yaptığı Çağlayan Mitingi'nde toplumun sesini yansıtmış ve kamu vicdanını konuşturmuştur. On bir maddelik bir eylem planı ortaya konmuştur. Bu önemlidir. Halkların ne düşündüğü ve ne hissettiği de bilinmelidir. Bunun yanı sıra çeşitli baroların, meslek odalarının, spor klüplerinin, tcaret odalarının, sivil toplum kuruluşlarının göstermiş olduğu tepkiler de fevkalade önemlidir.

Türkiye'nin yanı sıra İran'da da birçok dini otorite böylesine mezalime karşı sessiz kalınmaması hususunda çağrı yapmışlardır.

İslam Konferansı Örgütü genel sekreterliği bir bildiri yayımlayarak itidal, insan haklarına saygı ve demokrasi konularında Çin'i daha hassas olmaya davet etmiştir.

Bütün bunlar devam etmeli ve dostluk bağları koparılmadan, dostluk çerçevesi içinde yardımcı olmak konusunda her fırsat değerlendirilmelidir. Bu iş tehditten ziyade ikna yolu ile halledilebilecek bir durumdur.

Aslında Doğu Türkistan olayı dünyanın içinde bulunduğu "küreselleşme" sürecinde karşılaşacağımız a-simetrik mücadelelerden sadece bir tanesidir. Önümüzdeki yıllarda bunların artmasına ve Asya sahnesinde diplomasinin çok daha farklı uygulandığını görmeye hazır olmalıyız.

Asya ülkelerindeki gelişmeler, zaman içinde olumlu etkiler meydana getirebilir. Yine güçlü ve zengin bir Çin zamanla hem komşularına karşı hem de içindeki azınlıklara karşı, daha ılımlı ve destekleyici bir gelişim gösterebilir. Konjonktürel gelişmeler zaman içinde kendi dengesini oluşturacaktır.

Çin İşkencesi Gibi Askeri Eğitim
13 Ağustos 2009
2.5 milyona ulaşan aktif asker sayısıyla Çin tarihinin en büyük tatbikatına başlayınca bu, dünyanın ilgiyle izlediği bir olaya dönüştü.
İlişkili HaberlerTüm HaberlerRus-Çin Ortak Tatbikatı Dünyanın En Büyük Yeraltı OrdusuÇin ve Rusya'dan Ortak TatbikatÇin Türkiye'deki Vatandaşlarını UyardıMüslümanlara Zulmü Durdurun!

Halkın Günlüğü gazetesinin haberine göre, Çin ordusu modern şartlara uygun bir şekilde, ülke genelinde tatbikata başladı.

Tatbikatta, 50 bin kişilik dev birliklerin, ülke içinde çok uzun mesafelere hızla taşınması ve gittikleri yerlerde savaş durumuna geçmesi gözlemlenecek.

5 EYALETİ 13 GÜNDE GEÇECEKLER

İlk aşamada, Çin Kurtuluş Ordusu piyade birlikleri, Hava Kuvvetlerinin koruması altında, kuzeybatıdan kuzeydoğuya 5 eyaleti geçerek 13 günde ulaşacak.
Uzmanlar, ordunun her yıl tatbikat yaptığını, ancak bu tatbikatın ordunun bugüne kadarki en büyük seferberlik hareketi olduğunu belirtiyor.

TATBİKAT 2 AY SÜRECEK

İki ay sürecek "Uzun Adım-2009" adlı tatbikatta, bazı spesifik teknikler uygulayacaklarını söyleyen askeri yetkililer, tatbikat sayesinde orduyu olası tehditler ile "aşırılık yanlısı ve ayrılıkçı" terörist grupların eylemlerine karşı deneyim için iyi bir fırsat olarak değerlendirdi.

82 YILDA BÖYLE TATBİKAT YAPILMADI

82 yıl önce kurulan Çin Kurtuluş Ordusunun tüm kurmaylarının yer aldığı tatbikatta, Şıngyang, Lanco, Cinan ve Guangco askeri bölgelerinin yanı sıra ilk kez demir yolları ve havaalanları da kullanılacak.

SATTE 350 KM. HIZ YAPAN TRENLERLE TAŞINACAKLAR

Gerçek mermilerin kullanılacağı tatbikatta, hava kuvvetlerine, sivil havacılık ve sivil kargo uçakları destek verirken, ağır silahlı araçlar, zırhlı piyade taşıyıcılar ve tanklar, piyadelerle birlikte sivil amaçlı demir yollarında 350 kilometre hızla giden trenlerle taşınacak.

Ulusal Güvenlik Üniversitesi Silahlandırma Uzmanı Li Daguang, "Askerler bu hızlı sürüşün tadını çıkarırken, Çin Kurtuluş Ordusunda sivillerle birlikte, iç ve dış tehditlerin üstesinden gelmeyi deneyecekler" diye konuştu.

DEMODE MEKANİZMADAN MODERN MEKANİZMAYA GEÇİŞİN İLK ADIMI

Li, ordunun taşımacılık için büyük yatırımlar yapmasının gereksiz ve israf olacağını, mevcut sivil kaynakların kullanılarak daha başarılı olunabileceğini söyledi.
Askeri kaynaklardan alınan bilgiye göre, birlikler tek bir merkeze bağlı, dört bağımsız koldan ayrı ayrı yönetilerek devamlı yer değiştirecek.

Uzmanlar bunu, Çin Kurtuluş Ordusu hakkında çıkan "bölgesel askeri yönetimler kuruyor" gibi spekülatif haberlere bir cevap olarak nitelendiriyor. Uzmanlar tatbikatı, ordunun "eski kafalı" yönetim mekanizmasının değişerek daha modern bir mekanizmaya geçişinin temel adımı olarak görüyor.
aktifhaber

Türkiye’den bakınca
Mahir KAYNAK
Star
12 Temmuz 2009

Çin ile ilişkilerin bozulması, özellikle ithalatın sınırlandırılması bazı çevrelerde olumsuz karşılanıyor. Çin ucuz tüketim malları ve girdiler sağlayan bir kaynak olarak görülüyor ve Çin malları olmayınca fiyatların artacağı söyleniyor. Ucuz tüketim malları ve girdilerden mahrum kalmak fiyatları bir ölçüde artırabilir ama bunun düzeyi sınırlıdır.

Ayrıca fiyatlardaki bir sıçrama enflasyonist bir sürecin başladığı anlamına gelmez ve fiyatlar yeni bir düzeyde dengeye gelir. Kaldı ki bu yükselişin ciddi boyutlarda olmayacağı kesindir. İthal edilmeyen mallar, büyük bir ihtimalle, iç üretimle karşılanır ve bu durum daha çok tercih edilir. Ancak bu ithalatla kar sağlayanların yeni duruma intibakı zor olabilir ve karlarından fedakarlık etmek istemeyebilirler.

Çin ile ekonomik ilişkileri olanların ekonomik nedenlerle bu yolu seçtiklerine şüphe yoktur. Ancak her şey ekonomiden ibaret değildir ve ekonomik ilişkiler, sanıldığının aksine, siyasetin onayından geçmek zorundadır. Oysa yaygın kanı ekonominin kendi dinamikleri olduğu ve siyasetten bağımsız yürütüldüğü biçimindedir.

Türkiye’deki öteki bakış açısı soydaşlarımıza yapılanların kabul edilemeyeceği, olayların soykırım olduğu ve karşılık verilmesi gerektiği yönündedir. Bunun hükümeti temsil eden kişiler tarafından da dile getirildiği gözlenmektedir. Ancak iktidarın tümüyle aynı görüşte olduğu söylenemez ve olaya ekonomik açıdan yaklaşanlar dışarıdan kışkırtmalar yapıldığı ve sükunetin kısa sürede sağlanacağını düşünmektedir.

Bu görüşte olanlar Çin’in geleceğin ekonomik ve dolayısıyla siyasi açıdan süper gücü olacağını, onunla ilişkileri bozmanın bu büyük güçle gelecekteki ortaklığımızı tehlikeye atacağını düşünmektedir.

Bu konu iki ülkenin ilişkilerini aşar niteliktedir ve Türkiye’nin gelecekteki konumunu belirleyecektir. Politikamız belirlenirken şu sorular cevaplandırılmalı ve buna dayanan bir model üretilmelidir. ABD ve Rusya, biri için rakip diğeri için tehdit oluşturacak Çin’i sınırlandırmak ve izole etmek istemekte midir? Kendi dünya modeli için Çin’i baş aktör sayan küresel sermaye gücünü muhafaza etmekte midir? AB’nin Çin’e bakış açısı nedir? Onun gelişmesini ve ABD ile Rusya’yı dengeleyerek ona oyun alanı açmasını istemekte midir? Bu soruları cevaplandırdıktan sonra yeni dünya düzeninde yerimizin ne olacağı belirlenir. Ya Uzakdoğu’ya bölgenin kapılarını açarız ya da onları engelleyen bir duvar oluruz.

Bu konularda henüz bir fikir birliğine ulaşılmadığını görüyoruz. İleri sürülen düşünceler çoğunlukla siyasi analize dayanmıyor ve duygusal tepkileri dile getiriyor. Bu tepkilerin ciddi sonuçlar doğuracağının hesaplanmış olup olmaması önemli değildir ama herkes bu sonuçlardan etkilenecektir.

Önümüzdeki dönemde benzer konularla ilgili birçok olayla karşılaşacağız ve hepsi dünyanın neresinde duracağımızı sorgulayacak. Bütün hakkında karar verirsek tekil olaylara karşı nasıl davranmamız gerektiği konusunda tereddüde düşmeyiz.
Star

BU SAVAŞ YÜZÜNDEN OBAMA'NIN GÖZÜNE UYKU GİRMİYOR
Mehmet Ali Güller
12.04.2010 10:58

ABD ile Çin arasında yaşanan 1. Ticaret Savaşı, Washington ve Pekin’in karşılıklı hamleleriyle zirveye ulaştı. Batı basını, Çin Dışişleri Bakanlığı’nın, Devlet Başkanı Hu Jintao’nun 12–13 Nisan’da Washington’da düzenlenecek nükleer güvenlik zirvesine katılacağını açıklamasını, tansiyonun düşmesi hatta buzların erimeye başlaması olarak değerlendiriyor. Ancak Washington ile Pekin arasındaki mücadelede zaman zaman tansiyon düşse bile siyasi ve ekonomik nedenlerden ötürü asla buzların erimeyeceği görülüyor.

ABD Çin’e silah çekti

Washington’un, Pekin’in bir parçası olarak kabul ettiği Tayvan’a Ocak ayında 6.4 milyar dolarlık silah satma kararı alması ABD-Çin 1. Ticaret Savaşı’nın kritik bir dönümü oldu. ABD Başkanı Obama’nın, Tibet ayrılıkçılığının lideri olan Dalay Lama ile görüşmesi ise ikinci kritik dönüm noktasını oluşturdu. 2009 yılı boyunca 1. Ticaret Savaşı’nda Pekin’e mevzi kaptıran Washington’un yanıtı gerek Tayvan gerekse Tibet üzerinden ayrılıkçılığa verdiği açık destekti. Daha net ifade etmek gerekirse, ABD açıkça Çin’e silah çekti!

Aslında ABD’nin 1. Ticaret Savaşı sürecinde ilk silah göstermesi, 5 Temmuz olayları olarak adlandırılan Sincian’daki kalkışmaydı. 5 Temmuz 2009’daki bu kalkışma, tıpkı daha önceki provalarında olduğu gibi Pekin yönetimi tarafından etkisizleştirilmişti.

Çin aynı kararlılıkla, ABD’nin Tayvan ve Tibet üzerinden silah göstermesine de pabuç bırakmayacağını ilan etti.

Çin Başbakanı Wen Jiabao, 22 Mart 2010’da Çin Kalkınma Forumu’nda “Ticaret ve para birimi savaşları zorlukları aşmamızı sağlamayacak, aksine işbirliğini geciktirecek” diyerek açıkça ABD’nin silah göstermesine meydan okudu!

Üstelik, ABD Deniz Kuvvetleri 27 Mart 2010’da yaptığı açıklamada, “Çin’in Tayvan yakınına uzun menzilli füze yerleştirdiğinden” şikayet ediyordu! Çin silaha karşı silah da demiş oldu!

Ticaret Savaşı’nda neler yaşandı

Çin, küresel ekonomik krizle birlikte çok sıkı bir “yeni korumacılık” anlayışı içine girdi. Çin Devleti çıkardığı ve de uyguladığı sert yasalarla, ülkesini yabancı şirketlere karşı korudu, daha açık ifade etmek gerekirse Çin Devleti yabancı şirketleri kontrol altına aldı!

Çin bu kontrol işini, “yerli inovasyon”, “patent kanunu”, “standart oluşturma” ve “onay süreci” diye özetleyeceğimiz dört yöntemle sağladı. Açalım:

1.. Yerli İnovasyon

“Yeni fikirlerin ticari bir yarara dönüştürülme süreci” olan inovasyon, Çin devleti tarafından 2009 sonbaharında politik bir hedef olarak belirlendi. Çin “yerli inovasyon” hedefiyle birlikte Çinli şirketlere vergi indirimleri uygulamaya, devlet teşvikleri sunmaya ve kamu ihalelerinde öncelik vermeye başladı. Bölge yönetimleri ve belediyeler, “yerli inovasyon” hedefi gereği, kendilerine bağlı kurumların alabileceği ürünler için listeler oluşturmaya başladılar. Değil yabancı şirket ürünleri, yabancı şirketlerin Çin’de ürettiği ürünler bile bu listelerde yer bulmakta zorlanıyorlar. Örneğin Şanghay’ın yayınladığı 500’lük listede sadece 2 yabancı şirketin ürettiği ürün yer bulabildi! (Businessweek, 28 Mart 2010)
Bu tür liste belirlemenin teknik olarak Dünya Ticaret Örgütü DTÖ kurallarının ihlali anlamı taşımadığının altını çiziyor Businessweek dergisi. Çünkü Çin, kamu tedarik politikalarıyla ilgili bir anlaşma imzalamadı henüz. Pekin’in bu anlaşmayı imzalayacağını söylemesi de yabancı şirketleri rahatlatmıyor çünkü Çin yönetimi, 15 yıllık geçiş dönemini anlaşmanın önkoşulu olarak dayatıyor. Üstelik kamu işletmeleri dışında hastanelerin, okulların da kamu tedarik listesine dahil edilmesi, yabancı şirketlere iyice kapıları kapatmış olacak.

ABD şirketlerinin Çin’in “yerli inovasyon” hedefinden duyduğu rahatsızlığın boyutu o kadar büyük ki, aralarında Microsoft, Boeing, Motorola, Caterpillar gibi en büyük şirketlerin yer aldığı yüzlerce çokuluslu şirket 26 Ocak 2010’da Beyaz Saray’a bir mektup yazdı. “Çin, yerel şirketlerinin ABD şirketleri karşısında güçlenmeleri için geniş kapsamlı politikalar geliştiriyor” saptamasıyla başlayan mektup şu temenni ile bitiyordu: “ABD Yönetimi’nin Çin’in ABD’li şirketler için büyük tehlike oluşturan politikalarına acilen eğilmesini istiyoruz”. (Businessweek, 28 Mart 2010)

2.. Patent Kanunu

ABD’li şirketleri iş yapamaz duruma getiren bir diğer yeni gelişme de Çin’in Ekim 2009’da çıkardığı yeni bir patent kanunu oldu. Yeni kanun, kamu tedarikinden yararlanmak isteyen şirketleri, yurtdışından önce Çin’de patent ya da ticari marka başvurusu yapmaya zorluyor. Pratik olarak bu durum, Çin dışında geliştirilen bir ürünün Çin’de satışını imkânsız kılıyor. Ya da ürünü dışarıda geliştiren yabancı şirketin Çin’de satış yapabilmek için patenti serbest bırakmasını, dolayısıyla da Çin Devleti ile ticari sırlarını paylaşmasını zorunlu kılıyor.

Bir şikâyetin altına üstelik tek başına asla imza atamayacağını söyleyen bir ABD şirketinin yetkilisi, çaresizliklerini şu sözlerle aktarıyor Businessweek Dergisi’ne: “Çinliler kalkan tırnağı koparmak konusunda çok başarılılar”!

3.. Standartlaştırma

ABD’li şirketlerin yakındığı üçüncü gelişme ise Çin’in standartlaştırma yani kural koyma atağı. Businessweek dergisi, Çin’in her yıl cep telefonundan otomotive bütün sektörlerde 10 bini aşkın yeni standart geliştirdiğini belirtiyor. Çin’deki Avrupa Komisyonu delegasyonunun standartlardan sorumlu yetkilisi Klaus Ziegler, “dünyanın geri kalanında bu kadar standart geliştirilmiyor” diye şikâyette bulunuyor. (Businessweek, 28 Mart 2010)

Standartlar, batılı şirketleri öyle zor duruma sokmuş ki, şimdiden pazardan çekilen pek çok şirket olduğu belirtiliyor. Ya çekilmeyenler? Örneğin Alman Continental şirketi yeni çıkan bir standart gereği Çin’de sattığı tüm araba lastiklerini Çinçe yazı karakteriyle damgalamakla meşgul!

4.. Onay Süreci

Batılı şirketlerin yakındığı dördüncü konu da “onay süreci”. Örneğin bir sigorta şirketi, Çin’de tek seferde yalnızca bir şube açabiliyor artık. Ve onay için en az 18 ay bekliyor! Bu süre, yerel sigorta şirketlerini batılı çokuluslu şirketler karşısında koruyor ve güçlendiriyor.

Çin ASEAN ülkeleri ile serbest ticarete başladı

ABD’yi ve şirketlerini yalnızca yukarıda özetlediğimiz dört yeni durum endişelendirmiyor elbette. Bir diğer endişe kaynağı da Çin’in pasifikteki ekonomi yığınağı!

Çin ile Güney Doğu Asya Ülkeleri Birliği ASEAN ülkeleri arasında serbest ticaret 1 Ocak 2010 itibariyle başladı. Yapılan anlaşmaya göre bu ülkeler arasında ithal edilecek malların yüzde 90’nına ithalat vergisi uygulanmayacak. Böylece ticaretin maliyeti düşecek ve hacmi büyüyecek. 2 milyar insanın yaşadığı ülkelerin bu anlaşması, bölgenin dünyanın en büyük serbest ticaret bölgesi olmasının ötesinde, siyasi anlamlar da taşıyor.

Japonya ABD’den kopup, Çin’e yaklaşıyor

Çin Güney Doğu Asya Ülkeleri Birliği ASEAN ile serbest ticarete başlarken, Doğu Asya ülkesi Japonya ile de hızla yakınlaşıyor. Japonya’nın ekonomik pozisyonu itibariyle ABD’den uzaklaşıp Çin’e yakınlaşması ise ABD-Çin 1. Ticaret Savaşı’nın çok önemli bir mevzisini oluşturuyor.

Bu tarihi gelişmenin sıçrama noktası 30 Ağustos 2009 seçimleriydi. Seçimlerde Japonya’yı 54 yıldır yöneten Liberal Demokratlar ve dolayısıyla ABD destekçiliği yenildi. İktidara Hatoyama liderliğindeki Demokratlar yani Asyacılar geldi. Öyle ki seçimleri kapaktan değerlendiren 5 Eylül 2009 tarihli İngiliz Economist Dergisi, “Japonya’da seçmenler bir partiyi değil, bütün bir sistemi yıktı” yorumunda bulundu!

Yeni yönetimin göreve geldiği daha ilk aylarda ABD’nin Okinawa Adası’ndaki kritik önem taşıyan askeri üssünü kaldırmak istemesi, değişimin ilk sinyaliydi. Aslında Japonya Başbakanı Yukio Hatoyama seçimlerden bir hafta önce New York Times’ta yayımlanan makalesinde işlerin hiç de eskisi gibi olmayacağını zaten ifade ediyordu. Hatoyama ABD kapitalizminin başarısızlığını eleştirdiği makalesinde, ABD’nin tersine çevrilemez bir gerileme içinde olduğunu vurguluyordu. Dikkat çeken bir başka konu da Hatoyama’nın AB’nin ilk dönemlerini model alan yeni bir Doğu Asya topluluğundan bahsedip, Çin’i anıp ABD’yi dışarıda bırakmasıydı! Nitekim sonrasında Japonya Dışişleri Bakanı Katsuya Okada, “yeni bir Asya çağının yaşanacağını” müjdelemişti.

“ABD Çin’i durduramazsa, dünya liderliğini kaybedecek”

ABD Başkanı Obama 2009 Kasım’ında Pekin’i ziyareti sırasında her ne kadar “iki ülkenin hasım olduğu anlayışı kader değildir” dese de, Çin-ABD 1. Ticaret Savaşı, siyasi bir savaş olarak da yorumlanıyor. “ABD ile ilişkilerimizdeki zorlukların sorumluluğu bize ait değil” diyen Çin Dışişleri Bakanı Yang Cieçi ise açıkça düşmanlığın adresini işaret ediyor! (AA 7 Mart 2010)

Kaldı ki ABD’nin tüm resmi ve gayri-resmi düşünce kuruluşları uzun zamandır Çin’e odaklanmış durumda. Hemen her raporun özeti şu şekilde: “ABD, 2025’e kadar Çin’i durduramazsa, dünya liderliğini kaybedecek!”

Şimdi ABD’nin saldırılarına karşı Çin’in ekonomik, siyasi ve askeri alanlardaki yanıtlarına bakalım.

1.. Ekonomi

Yukarıda ayrıntılarını özetlediğimiz dört gelişme, Çin’in ekonomi kalesinin surlarını oluşturuyor. Kalenin girişinde ise Yuan-Dolar paritesi var.

Çin küresel krizle birlikte Yuan’ı Dolar’a sabitleyerek, ABD ekonomisine önemli zararlar verdi. Washington yıl boyunca Pekin’den Yuan’ı serbest bırakmasını istedi. Ancak bu konuda da Washington’un açmazda olduğunu düşünenler var. Örneğin Brookings Enstitüsü’nden Kenneth G. Lieberthal, Yuan’ın serbest bırakılmasının sonuca o kadar da etki etmeyeceğini söylüyor: “Yuan’da yüzde 20 oranında bir değer artışı, Çin’in ihraç ettiği ürünlerde kullandığı petrol ve demir gibi ürünlerde ithalat maliyetini azaltır en fazla. Bu da ABD’ye bağlı ürünlerin nihai maliyetlerinde çok küçük bir artış demektir”.

Çin’in ise henüz netlik kazanmasa da, yeni bir politik hamle olarak Hu Jintao’nun Washington ziyareti öncesinde Yuan’ın Dolar karşısında bir miktar değerlenmesine izin verebileceği konuşuluyor.

Kalenin temelini ise Çin’in üretim esaslı ekonomisi oluşturuyor. Çin küresel krize rağmen 2009’un son çeyreğinde yeniden çift haneli büyümeyi yakaladı ve yıllık büyüme oranını 8.7’ye çıkardı.

2.. Siyaset

Çin bir yandan ABD’yi bazı jeopolitik alanların dışına çıkarmaya çalışıyor bir yandan da ABD’nin boşaltmak zorunda kaldığı bu alanlara yerleşiyor. Pekin yönetiminin son yıllarda Güney Amerika ve Afrika ülkeleri ile imzaladığı anlaşmaların sayısına ve hacmine bakılırsa, alan savunmasının ne anlama geldiği anlaşılacaktır.

Keza Çin, Irak’a yoğunlaşan ABD’nin boşalttığı Ortadoğu alanlarına da konumlanıyor.

Çin-Rusya ilişkileri tarihinin en parlak dönemini yaşıyor. Geçen yıl imzalanan stratejik ortaklık aynı zamanda BM Güvenlik Konseyi üyesi olan iki ülkeyi bir blok şeklinde ABD’nin karşısına dikiyor. Öte yandan 2011’de faaliyete geçecek Çin -Rusya petrol boru hattı, Washington’un Orta Asya politikalarına önemli darbe oluşturuyor.

Çin diğer yandan İran gibi ABD ile doğrudan karşı karşıya geldiği sorunlarda da Washington’a meydan okuyor. Çin’in Tahran politikasının temelini, ABD’yi “oyalayarak bıktırmak” oluşturuyor. Uzun süredir Washington’un İran’a yaptırım politikasının önünde duran Pekin, ABD’yi tam bir sinir harbinin içine çekti. Öyle ki, ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, Financial Times Gazetesi’ne göre, Çin’e enerji ve ticaret ortağı arıyor! Financial Times, sırf Çin İran’a yaptırımlara evet desin diye ABD’nin Suudi Arabistan’ı Pekin yönetimine sunduğunu da yazdı. (Financial Times, 15 Şubat 2010)

ABD’yi iyice açmazlara sokan ve hatta kendi adına ticari ortak aratır duruma sokan Pekin yönetimi yeni ve ilginç bir hamle yaparak 31 Mart günü BM’nin İran’a yaptırımları içeren taslağını kabul etti. Ancak Çin’in diplomasi ustalığını bilen uluslararası kaynaklar, hamlenin sonrasını okumaya çalışıyorlar.
Reuters’te yayınlanan bir analizde dikkat çeken bir saptama var. Her ne kadar Çin, İran’ı hedef alan taslağı kabul etse de, Pekin yönetiminin müzakereleri uzatıp İran’la kurduğu enerji ilişkilerini ve ekonomik ilişkileri tehdit edebilecek bir kararı engellemek için nüfuzunu kullanacağı belirtiliyor. (Reuters, 1 Nisan 2010)

Kaldı ki Reuters, üzerinde anlaşılan taslağın, yurtdışında daha fazla İran bankası açılmasına kısıtlama getirilmesini teklif etse de, İran’ın petrol ve doğalgaz sanayisine yaptırım uygulamasını öngörmediğine dikkat çekiyor!

Diğer yandan bugüne kadar İran’a yaptırım kararlarının da ciddi bir sonuç vermemesi Pekin açısından önem kazanıyor. Çin, BM Güvenlik Konseyi’nin Temmuz 2006’daki İran’a yaptırım içeren 1696 sayılı kararına da, Aralık 2006’daki İran’ın nükleer ithalatına ve ihracatına yaptırım uygulanmasını dayatan 1737 sayılı kararına da onay vermişti! Hatta Pekin 2007 yılında İran’ın silah ihracatına yasak getiren yaptırımları ve İran’ı uranyum zenginleştirme faaliyetlerini durdurmadığı için eleştiren yaptırımı da desteklemişti.

Ancak bu durum İran’ı hedefinden alıkoymadığı gibi, Pekin-Tahran çok boyutlu ilişkilerinin büyümesine de engel olmadı!

3.. Askeri

Çin’in Rusya ile stratejik ortaklık kurması, geçen yıl tarihte ilk defa Rusya’yla ortak askeri tatbikat yapması, Şanghay İşbirliği Örgütü’nü kurması ve büyütmesi askeri kalesinin surlarını oluşturuyor.

ABD-Çin savaşının çok önemli bir cephesi haline gelen Afganistan’daki kötü gidişat, Washington ve NATO’nun günden güne kaygılanmasına neden oluyor. Ancak burada da Pekin’in politikası ABD’yi tam bir sarmala sokmuş durumda. ABD’nin Afganistan’da başarısı da başarısızlığı da Çin’e yarıyor.

New York Times yazarı Robert D. Kaplan bu gerçeği “Pekin’in Afgan kumarı” başlıklı makalesinde şöyle dile getiriyor: “Bölgeye kan ve para dökenler Amerikalılar ama işin kaymağını Çinliler yiyor. Amerikalılar askeri ve diplomatik çabalarını ülkeden bir an önce çıkmaya odaklandırırken Çinliler burada kalıp çıkar sağlamak istiyor”. ABD’nin El Kaide karşısında kazanacağı bir zaferin Pekin’in çıkarına olacağını belirten Kaplan, ABD ordusunun içinde bulunduğu durumu Roma İmparatorluğu ya da 19. yy İngiltere’sinin durumuyla karşılaştırıyor: “ABD dünyanın uzak bir yerinde intikam almak, isyanları bastırmak ve medeniyeti tesis etmek için uğraşıyor. O esnada diğer büyük güçler de kenarda bekleyip ABD’nin sunduğu kamu yararından bedavaya faydalanmak istiyor” (Robert D. Kaplan, The New York Times, 7 Ekim 2009). Son olarak, unutulmuş bir haber hatırlatalım. ABD’nin 2002 Afganistan müdahalesi haberini veren ajanslar, yanı sıra küçük bir haber daha geçiyorlardı: Üst düzey bir Çin heyeti, Afganistan’daki madenlerle ilgili kapsamlı görüşmeler yapmak için, ABD müdahalesinden hemen önce Kabil’deydiler.

NATO ve Afganistan demişken… Pekin Yönetimi, Moskova’nın NATO politikasını taklit etmeye başladı. Hatırlanacağı gibi Putin, Rusya-NATO Konseyi’ni oluşturarak hem NATO’ya kama gibi girmiş hem de NATO’nun işlevini zayıflatmıştı. Şimdi aynı politikayı Pekin izliyor. Çin Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Ma Caoşü, 9 Şubat 2010’da yaptığı açıklamada, son dönemde NATO ile bazı temasları olduğunu hatırlatarak, ittifakla güvenlik, eşitlik ve karşılıklı yarara dayalı yeni güvenlik anlayışı temelinde eşit görüşmelere devam etmek istediklerini söyledi.

NATO’nun son yıllarda dönüşüm sürecine girdiğine ve yeni stratejik anlayışına uyum sağlamaya çalıştığına işaret eden Çin Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Ma, “NATO’nun dönüşüm ve düzenlemelerinin bölgenin ve dünyanın barışına ve istikrarına hizmet etmesini umuyoruz” diye konuştu. (AA 9 Şubat 2010)

Sonuç yerine: Obama’ya parmak sallayan Çinli yetkili

Peki, Çin’i böylesi atağa iten, ABD’yle açıktan bir ticaret savaşı yapmaya götüren neydi?
Çin 30 yıl boyunca dünyanın atölyesi görevini gördü. Çinli üreticiler bugüne kadar ürettikleri Nike ayakkabının ya da Apple iPhone’un gerçek değerinin çok küçük bir parçasını alabiliyorlardı. Artık Çin tedarik zinciri oluşturmak ve marka şampiyonları yaratmak istiyor. Bilişim sektöründe öne çıkan Lenovo, otomotiv sektöründe öne çıkan Chery gibi örnekleri artırmak ve dünya pazarlarına marka satmak peşindeler.

Son 10 yılda inanılmaz büyüme rakamları yakalayan ve her yıl ihracat şampiyonu olan Çin’in ihracat ve sermaye fazlası, artık kendi yerel devlerini yaratmak isteyen Pekin yönetiminin, batılı şirketlere koşulsuz imkânlar sağlama polıtikasına son verdi. (Fareed Zakaria, Newsweek, 18 Ocak 2010)
Newsweek’e göre, son 30 yıl boyunca sermaye kaynağı, pazar, teknoloji ihracatçısı, hatta siyasi müttefik olarak ABD’ye ihtiyaç duyan Çin’in artık Washington’a ihtiyacı kalmadı! Öyle ki son Kopenhag İklim Zirvesi’nde, Çin Başbakanı Wen Jiabao’nun heyetindeki bir yetkilinin ABD Başkanı Obama’ya bağırarak parmak sallaması siyasi çevrelerce Pekin’in Washington’a meydan okuması olarak yorumlandı.

1 Kasım 2009 tarihli Economist dergisi, ABD-Çin ilişkilerine ayırdığı özel dosyasında şu gerçeğe dikkat çekmişti: “İki ülke arasındaki ilişki yeni bir soğuk savaş yaratıyor”.

Üstelik bu soğuk savaşın şimdiki periyodunda ABD’nin eli kolu bağlı durumda. Los Angeles Times Gazetesi’nden Nina Hachigian “ABD’nin yapacak bir şeyi yok” saptamasında bulunduğu makalesinde çaresizliğin altını çizdi. ABD’nin Çin’i hayırseverlik yapmaya zorlayacak gücü olmadığını ancak oynanacak bazı kartlarının olduğunu belirten Hachigian, “Obama yönetiminin Çin’in tavrını değiştirmek için yapabileceği en etkili şey Pekin’in bahane olarak ortaya sürdüğü engelleri ortadan kaldırmaktır” dedi. (Nina Hachigian, Los Angeler Times, 30 Eylül 2009)

Sonuç olarak ABD’nin tek kutuplu dünyası sadece 20 yıl dayanabildi!

Birinci Ticaret Savaşı’nın Pekin lehine ilerliyor olması ABD’yi diğer alanlarda da bir adım geri atmaya veya daha da saldırganlaşmaya itecek.

Odatv.com


Dünyanın Atölyesindeki Mücadele



Yeni işçi kuşağı, krizin ortasındaki dünyanın geleceğini belirlemeye aday bir özne olarak ortaya çıkıyor.
19. yüzyılda Britanya’ya akla gelen her sektörde dünya pazarlarına hâkim olan devasa sanayisi nedeniyle ‘dünyanın atölyesi’ deniyordu. 21. yüzyılda sanayi üretiminin ağırlık merkezi giderek Batı’dan Doğu’ya doğru kayarken, dünyanın üçüncü büyük ekonomisine sahip olan, Almanya’yı geride bırakarak en büyük sanayi ürünü ihracatçısı haline gelen Çin dünyanın yeni atölyesi olarak anılmayı hak ediyor. Çin’deki iktisadi ve siyasi gelişmeler dünya ekonomik krizinin evrimi bakımından da giderek önem kazanıyor.


Geçtiğimiz mayıs ayında Yunanistan’da patlak veren isyan dünya krizinin emek-sermaye çelişkisini keskinleştirmekte olduğunu göstermişti. Mayıs ve haziran aylarında Çin’de yaşanan bir dizi gelişme hem bu ülkenin işçi sınıfının çalışma koşullarına ışık tutuyor hem de dünyanın atölyesinde sınıf mücadelesinin şiddetlenmekte olduğunu gösteriyor.

Foxconn örneği
Çin’in sanayi üretimi alanındaki yükselişinin en iyi gözlemleneceği mekan ülkenin güneyindeki Guangdong eyaletindeki Şencen (Shenzhen) kentidir. Çin Komünist Partisi’nin 1978’de başlattığı “reform ve dışa açılma” politikası çerçevesinde, ülkenin ilk Özel Ekonomik Bölgesi (o dönemde hâlâ Britanya’ya bağlı olan Hong Kong’a yakınlığı nedeniyle) burada kurulmuştu. Kısa sürede uluslararası sermayenin ülkedeki en büyük yatırım alanına dönüşen Şencen, 30 bin nüfuslu bir balıkçı kasabasından bugünün 14 milyon nüfuslu devasa sanayi kentine dönüştü. Şencen’de nüfusun çoğunluğunu (12 milyon) Çin’in farklı kırsal bölgelerinden gelen göçmen işçiler oluşturuyor.


Apple, Dell, Hewlett-Packard, Sony gibi firmaların tedarikçisi ve dünyanın en büyük elektronik eşya üreticisi olan, Tayvan sermayeli Foxconn’un Şencen’deki iki ayrı üretim merkezinde 400 bin işçi çalışıyor. Mayıs ve haziranda peş peşe gelen intihar haberleri ile birlikte yılın başından bu yana Foxconn fabrikalarında intihar eden işçilerin sayısı 13’e yükseldi. İntiharların nedenleri fabrikalardaki üretim ilişkilerinde yatıyor. Çin’deki çalışma yasaları fazla mesai süresinin bir ay içinde 36 saati geçmesini yasaklıyor ama bu yıl intihar eden ilk Foxconn işçisi olan 19 yaşındaki Ma Şiangçien’in intiharından önceki ayda 112 saati fazla mesai olmak üzere toplam 286 saat çalışmış olması bu kuralın kâğıt üzerinde kaldığını gösteriyor. Ma’nın sarf ettiği onca emeğin karşılığında saat başına yalnızca 1 dolar kazanmış olması emek sömürüsünün yoğunluğunu ortaya koyuyor. Ma’nın 9 işçi arkadaşıyla paylaştığı işçi yurdunun kötü koşulları da buna eklenmeli. Fabrika yönetiminin işçilere dayattığı askeri tarzda talimler yapma, işçilerin sık sık arkadaşlarının önünde sözde ‘özeleştiri’ yapmaya zorlanması ve güvenlik görevlilerinin işçileri çeşitli bahanelerle sık sık sorgulayıp taciz etmesi de peş peşe yaşanan işçi intiharlarının nedenleri arasında sayılıyor. Foxconn örneği, dünyanın atölyesindeki çalışma koşullarının bir özetini veriyor.

Çin’de sınıf mücadelesi

Çin işçi sınıfının uzun ve zengin bir mücadele geleneği var. Son otuz yıl içinde işçi mücadelesinin zaman zaman yükseldiği dönemler oldu. Kısacası, Çin işçi sınıfı karşılaştığı sömürü koşullarını pasifçe kabullenen bir sınıf değil. Mayıs ve Haziranda yaşanan ve uluslararası medya tarafından ayrıntılı olarak haberleştirilen bir dizi grev ve direniş ülkede yeni bir işçi hareketinin yükselip yükselmediği sorusunu gündeme getirdi.
Mücadelenin fitilini Guangdong eyaletinin Foşan kentinde bulunan Honda’nın şanzıman fabrikasının işçileri ateşledi. Fabrikanın yaklaşık 1900 işçisi 17 Mayıs’ta ücret artışı talebiyle greve gitti. Giriştikleri mücadele sırasında fabrikadaki devlet sendikasının bürokratlarından herhangi bir destek görmeyen işçiler, kendi seçtikleri temsilciler aracılığıyla fabrika yönetimiyle pazarlık yaptılar. 27 Mayıs’ta ücret artışı talebinin yanına işyerindeki sendikanın tepeden tırnağa işçilerin oylarıyla seçilmiş temsilcilerden oluşturulması talebini ekleyerek sendika bürokrasisine karşı tutum aldılar. Grev nedeniyle Honda’nın diğer dört fabrikasında da üretim durdu. Honda’nın 4 Haziran’da işçi ücretlerini yüzde 33 oranında artırmayı kabul etmesiyle grev sona erdi. Grevin başarıyla sonuçlanması, Guangdong’daki diğer Honda fabrikalarında çalışan işçileri greve gitmeye teşvik etti. 7 Haziran’da Foşan’daki egzos fabrikasının işçilerinin başlattığı grev önceki gibi diğer fabrikalardaki üretimin durmasına neden oldu ve kısa sürede işçilerin zaferiyle sonuçlandı. Congşan’daki araba kilidi fabrikasının işçilerinin 9 Haziran’da başlattığı ve kendi seçtikleri fabrika konseyi aracılığıyla yönettiği grev bu yazının yazıldığı sırada hâlâ devam ediyordu. Son haftalarda Datong, Pindingşan, Çongçing, Pekin ve Şanghay kentleri de grev ve eylemlere sahne oldu.

Yeni bir işçi kuşağı

Çinli ve Çin’deki gelişmeleri yakından izleyen yabancı aydınlar yukarıda özetlediğimiz işçi eylemlerinin nedenlerini tartışıyorlar. Bir dizi yorumcu demografik etkenlerin altını çizerek Guangdong gibi kıyı bölgelerindeki dev ihracat merkezlerine ucuz emek gücü arzını mümkün kılan kırsal emek gücü fazlasının giderek ortadan kalkmakta olduğunu, yedek sanayi ordusundaki bu azalmanın ücretler üzerinde yukarıya doğru baskı yaptığını öne sürüyorlar. Son dönemde kıyı bölgelerinde belirli bir emek arzı eksiğinin ortaya çıktığı ve patronların işçi çekebilmek için ücretleri artırdığı bir gerçek. Bunda iddia edilen türden bir demografik dönüşümün mü, yoksa Çin hükümetinin 2008’de patlak veren dünya krizinin hemen ardından ekonomiyi canlandırmak için iç bölgelerde başlattığı devasa altyapı yatırımlarının yarattığı geçici istihdamın mı daha büyük rol oynadığı elbette tartışmaya açık.

Emek arzı konusunun ötesinde, son işçi eylemlerinin Çin işçi sınıfının son otuz yıldır yaşadığı dönüşümün bir aşamasının ürünü olduğu kesin. Çin’in ekonomik yükselişinin ardında, kopup geldiği kırsal bölgeler ile olan bağını tamamen koparmamış milyonlarca genç göçmen işçinin ucuz emek gücü arzı yatıyordu. 1989’da sayısı 30 milyon olan bu kitle günümüzde 140 milyonluk dev bir işçi sınıfı bölüğü haline geldi.

Birinci kuşak göçmen işçiler yüzlerini tamamen kentlere dönmüş değillerdi. Kentlerdeki varlıklarını geçici görüyor, belirli miktar para biriktirdikten sonra memleketlerine dönüp iş kurmayı tasarlıyorlardı. İşçilikten elde ettikleri kazancın tarımdan elde ettikleri gelire göre nispeten iyi olması da daha az şikâyetçi olmalarını sağlıyordu. Yeni göçmen işçi kuşağı ise zaman içinde tarım ile ilişkisi giderek azalmış, yüzünü büyük ölçüde kentlere dönmüş, gelirinin büyük bölümünü emek gücünü satarak elde eden bir kuşak. Bu nedenle, bu kuşak daha iyi yaşam koşullarına kavuşabilmek için daha aktif olarak mücadele etmeyi göze alabiliyor. Dünyanın atölyesinin bu yeni işçi kuşağı, yalnızca Çin’in değil krizin ortasındaki dünyanın geleceğini de belirlemeye aday bir özne olarak ortaya çıkıyor. Bugün yaşanan grevler, Çin proletaryasının dünyanın geleceği üzerine yapılan tartışmalarda hesaba katılması gerektiğini gösteriyor.

aktifhaber

Çin'den İngiltere'ye dev ticaret atağı
10 OCAK 2011

Çin'in başbakan yardımcısı Li KeQiang ile İngiltere Başbakanı David Cameron, önümüzdeki saatlerde Çin ile İngiltere arasındaki ticari bağları ele almaya hazırlanıyor.

Başbakan yardımcısı İngiltere'ye beraberinde 150 kişilik bir heyetle geldi
İlgili Konular
Ekonomi, Enerji, Çin, Sosyoekonomik
İki lider, yeni bir dizi anlaşmaya imza koyacak.
Çin başbakan yardımcısı Çarşamba günü Pekin'e dönmeden önce de işadamlarına hitap edecek.
Çin'in yeni lideri olmaya aday gösterilen Li'nin gezi heyeti hayli kalabalık; 50 hükümet yetkilisi ve 100 kadar işadamından oluşuyor.
Bölge uzmanları bunun Çin'den bugüne kadar gelen en büyük heyetlerden biri olduğunu söylüyor.
Hem Çin hem de İngiltere, Li'nin dün İskoçya'da başlayan dört günlük ziyareti sırasında ekonomik bağları güçlendirmeye istekli.
Li, gezisine başlar başlamaz Edinburg'da 6,4 milyon sterlinlik bir yeşil enerji anlaşmasına imza koydu.
Çin, daha önceden de ülkede satılan tüm İskoç viskilerinin, İskoçya'da üretilmiş olması şartı koşan bir ticari anlaşmaya imza atmıştı.
AB temasları
Li KeQiang, İngiltere'ye gelmeden önceki üç gününü de İspanya'da geçirmiş ve bu temaslarında da 7,5 milyar dolarlık anlaşmalara imza koymuştu.
Bununla beraber Li, Çin'e karşı AB ticari yasaklarının kaldırılması yolunda temaslarda bulunmuştu.
AB, Pekin'e yüksek teknoloji satışını sınırlayan bir silah ambargosu uyguluyor.
BBC diplomasi muhabiri Bridget Kendall, Çin'in sadece ticari anlaşma arayışı içinde olmadığına, aynı zamanda "Avrupalı yetkililere bu ticari fırsatlardan yararlanmak istiyorlarsa, silah ambargosunu da yeniden düşünmeleri zamanının geldiği" yolunda bir de mesaj verdiğine dikkat çekiyor.
Kendall'a göre 'İngiltere, silah ambargosu konusunda Avrupa'dan farklı davranmak konusunda temkinli olsa, bu hassas konuyu yeniden ele almanın, özellikle de Temsilciler Meclisi'nin, Cumhuriyetçilerin kontrolüne geçtiği şu dönemde, ABD Kongresi'nde yeni bir tartışmayı da alevlendirebileceğinin farkında.'
Dolayısıyla İngiltere'nin, daha çok Çin'i, pazarını yabancı ülkelere açması ve korumacı politikalardan kaçınması yolunda teşvik etmeye yoğunlaşacağı tahmin ediliyor. BBC

"Çin ikiyüzlüler tarafından yönetiliyor"
Dalay Lama: "Çin yalanlar üzerine kurulmuştur ve ikiyüzlüler tarafından yönetilmektedir"
08 Ekim 2011

Tibet'in ruhani lideri Dalay Lama, "Çin'in yalanlar üzerine kurulduğunu ve ikiyüzlü insanlar tarafından yönetildiğini" söyledi.

Nobel Barış Ödülü sahibi Güney Afrikalı rahip Desmond Tutu'nun 80. doğum günü kutlamalarına Güney Afrika hükümetinin vize vermemesi nedeniyle videofon yöntemiyle katılan Dalay Lama ''Bazı Çinli yetkililer beni bir şeytan olarak tarif ediyor. Gerçekte, komünist totaliter sistem için ikiyüzlülük ve yalan söylemek maalesef hayatlarının bir parçası haline gelmiş'' dedi.

Çin hükümetini suçlayan Dalay Lama, hükümetin gerçekleri söyleyenlerden rahatsız olduğunu belirtti. Dalay Lama, doğum gününe katılanlar tarafından uzun süre alkışlandı.
habertürk

Doların değerini artık ABD değil Çin belirliyor!

Ekonomist Ramazan Taş'tan yeni küresel sistem üzerine çok çarpıcı tespitler
11 Ekim 2011



Turgut Özal Üniversitesi İktisadi İdari Bilimler Fakültesi Bölüm Başkanı Prof Dr. Ramazan Taş, Çin ile Amerika arasında son zamanlarda ayyuka çıkan sesli kavganın, küresel güç kaymasının çıkardığı sürtünmenin sesi olduğunu belirtti.

İKİLİ TİCARETLERDE YERLİ PARA KULLANIMI

Ekonomist Taş, dünya ekonomisinde büyük bir değişim yaşandığına dikkati çekerek, ''Türkiye, Çin, Rusya gibi ülkelerin ikili ticarette dolar yerine yerli para kullanmaya başlamaları ve merkez bankalarının döviz rezervleri içindeki dolar payını azaltmaları doların rezerv para olmaktan yavaş yavaş çıkmasına, bu da Amerika'nın sırf dolar basarak havadan kazandığı senyoraj gelirinin tükenmesine yol açıyor'' değerlendirmesinde bulundu.

DOLARIN DEĞERİ FED'DEN ÇOK ÇİN'İN ELİNDE!

"Doların değerini, artık FED'den daha çok Çin'in elinde tuttuğu 3 trilyon dolarlık rezervi nasıl kullanacağı belirliyor'' diyen Ramazan Taş, düne kadar sadece reel ekonominin, üretimin ve ihracatın merkezi olan Çin artık finansal ekonominin de merkezi haline geldiğini söyledi. Taş, Çin'in elindeki 3 Trilyon doları ve cari fazlalarını artık ABD tahvillerine yatırmak yerine Asya, Afrika, Avrupa ve Latin Amerika'da değeri pul olmuş şirketleri satın aldığını belirterek, kamu diplomasisi ve ekonomik diplomasiyi de küresel marka olmak için kullandığını kaydetti.

KRİZİN MALİYETİ TÜM DÜNYAYA ÖDETTİRİLİYOR

Ramazan Taş, gelişmiş ülkelerin kendi başlarına çıkardıkları krizi fırsata dönüştürmek yerine krizi bütün dünyaya bulaştırarak krizin maliyetini bütün dünyaya ödettirme kurnazlığına ve erdemsizliğine gittiğini vurgulayarak, krizin derinleştikçe eski dünya düzeninin ayakta kalan son duvarlarının da birer birer yıkıldığını savundu.

"DOLAR TALEBİ BIÇAK GİBİ KESİLECEK"

Taş, ABD ve Avrupa menşeli uluslar ötesi bankaların her an batma tehlikesi içerisinde olması, ani mevduat çıkışı korkusuyla serbest rezerv olarak bankaların dolar talebini arttırdığı için doların değer kazandığını, ancak bundan sonra yatırımcıların dolarla yatırım yapmaya cesaret edemeyeceği için kısa süre içinde dolar talebinin bıçak gibi kesileceğini ve doların dünyanın rezerv parası olma özelliğini kaybedeceğini savundu.

"GELİŞMEKTE OLAN ÜLKELER, GELİŞMİŞLERİ GEÇECEK"

Doğu ile Batı arasındaki ezeli rekabetin bugün ulaştığı kırılma noktasında bir kere daha ekonomik ve siyasi gücün İslam, Çin ve Hint medeniyetlerine geçtiğini iddia eden, Ramazan Taş, şunları kaydetti. ''Çin ile Amerika arasında son zamanlarda ayyuka çıkan sesli kavga, küresel ve kıtasal güç kaymasının çıkardığı sürtünmenin sesidir. Dünya ekonomisinin geleceği gelişmekte olan ülkelerin elinde olacak. OECD üyesi olmayan 129 gelişmekte olan ülke 2000 yılında dünya hasılasının sadece yüzde 40'ını üretirken, 2010 yılında yüzde 49'unu üretmeye başlamış ve gelişmiş ülkelerle üretim gücünü eşitlemiştir. Ancak yapılan tahminlere göre 2030 yılına gelindiğinde dünya hasılasının yüzde 57'sini üretmeye başlayacaklar ve böylece üretim gücünde gelişmiş ülkeleri geçeceklerdir. 2000 Yılında gelişmiş 29 OECD ülkesi, satınalma gücü paritesine göre, dünya hasılasının yüzde 60'nı üretirken 2010 yılında yüzde 51'ini 2030 yılında ise sadece yüzde 43'ünü üretebilecektir. 2010 yılı itibarıyla gelişmiş ülkelerin dünya hasılasındaki yüzde 51'lik payı ile gelişmekte olan ülkelerin dünya hasılasındaki yüzde 49'luk payına neredeyse eşitlenmiş, gelişmekte olan ülkeler gelişmiş ülkeleri bir bütün olarak yakalamayı başarmıştır.'' Taş yaptığı açıklamada, ''OECD tarafından yapılan tahminlere göre 2030 yılına gelindiğinde gelişmekte olan ülkelerin üretim gücü gelişmiş ülkelerin üretim gücünü aşacaktır.'' dedi.

"YENİ BİR EKONOMİK COĞRAFYA ŞEKİLLENECEK"

Taş, ''21. Yüzyıl boyunca mevcut ekonomik coğrafya değişerek yeni bir ekonomik coğrafya şekillenecektir. Ağırlık merkezi Türkiye, Çin, Hindistan, Brezilya, Rusya olmak üzere gelişmiş ülkelerden gelişmekte olan ülkelere, batıdan doğuya doğru kalıcı bir zenginlik, servet, güç kayması olacaktır'' şeklinde konuştu.

Kaynak: habertürk
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Prş Ekm 14, 2010 6:09 pm    Mesaj konusu: Yıldırım Bayezid, Yongle, ilk ve son Çin globalleşmes Alıntıyla Cevap Gönder

Yıldırım Bayezid, Yongle, ilk ve son Çin globalleşmesi
SELÇUK SALIH CAYDI
14.10.10

Sekiz yıllık bir aradan sonra ilk kez bir Çin Başbakan’ı Türkiye’yi ziyaret etti. Sekiz, Çinlilerin sevdiği, bereketli bir sayıdır. Dünyanın en eski kitaplarından biri sayılan ‘Dönüşümler kitabı’ Yi Ching’e sorarsanız sekizinci işaret ‘Bi’, yeryüzünde istediği gibi yer değiştiren büyük su kütlelerine, deniz ve okyanuslara işaret eder. ‘Birarada olmak’ anlamı taşıyan bir işarettir. Kitapdaki diğer 63 işaretten tek nitel farkı, bir uyarı içermesidir ve kitaba danışan kişiden, soruyu bir kez daha sormasını ister. Bunun anlamı, konu hakkında ‘iki kere düşünmek’ ve farklı perspektiflerden yeniden değerlendirmek gerektiğini özellikle belirtmektir.

Çin Başbakanı Wen Jiabao, Ankara ziyareti sırasında yapılan basın toplantısında Türk-Çin ilişkileri hakkında, “İlişkilerimizde karşılıklı olarak statejik bir ortaklık oluşturmaya karar verdik” dedi. 2008 Krizini bir türlü aşamayan global neoliberal ekonominin yıldızı Çin ve krizin teğet geçtiği iddia edilen Türkiye’nin stratejik ortaklığı üzerinde iki kere düşünmek, başka açılardan da bakmak gerekebilir.

İki ülkenin tarihteki gelişme seyri, birbiriyle kesişen kısa zaman dilimleri dışında, genellikle birbiriyle senkron olmayan, hatta ters ve farklı yönler izlemiştir. Şimdi, gene böyle bir kesişme dönemi yaşandığı anlaşılıyor.

1402 yılının Temmuz ayı başında prens Zhu Di, bir zamanlar Kubilay Han tarafından kurulan Başkent Beijing’de (Hanbalık’da) taht’a çıkmaya hazırlanırken, gözü-kulağı Türkiye’deydi. Anadolu’dan gelecek iyi haberler, hem prensin, hem de Çin’in kaderini değiştirebilecek önemdeydi. Türk ve Çin tahtlarının kaderi, ilk kez birbiriyle bu kadar kesişmekteydi.

İri kıyım esmer tenli bir adam olarak tasvir edilen Zhu Di, bir köylü isyancısının oğluydu. Babası Zhu Yuanzhang, Moğol Yüan hanedanlığına karşı ayaklanıp, Çin’deki son Moğol hükümdarı Toghon Temur’u Beijing’den kovmayı başarmıştı. Buna en çok öfkelenen kişi de Asya’nın güçlü hükümdarı Timur idi. Hongwu adını alarak ilk Ming İmparatoru olan bu isyancı köylü, ölüm döşeğinde, oğlunun ikinci Ming hükümdarı olmasını istemedi. Çünkü Zhu Di’nin annesi Moğol bir odalıktı ve prens, Moğolların yaşamına özeniyor, onlar gibi çadırda yaşamayı seviyordu. Hongwu tahtını, yeğenine bıraktı.

Zhu Di, hakkı olan tahta oturabilmek için yeğenine karşı savaştı. Zaferini, Zeng He adlı genç Moğol hizmetkarına borçlu olduğu söylenir. Asıl adının Hacı Mahmud Şems olduğu söylenen Zheng He, 1382’de Kun Ming’deki son Moğol-Çin savaşında prensin komutasındaki ordu tarafından esir alınıp hadım edilen çocuklardan biriydi. Moğollara danışmanlık yapan Buhara’lı ünlü Seyid Şemseddin Ömer’in üçüncü göbekten torunuydu. Kun Ming’de yenilen Moğolların tamamı öldürüldü.

Prens Zhu Di’nin, o yılın 14 temmuzunda Yongle adıyla yeni Ming İmparatoru ilan edilişinden sadece ondört gün sonra Anadolu’da Türk Sultanı Yıldırım Bayezid, Ankara ovasında Timur’un ordusunun karşısına çıktı. Türklerin başarılı ve muzaffer Sultanı, Ming tahtının korkulu rüyası Timur’u durdurabilecek tek kişiydi. Sultan’ın zaferi, Yongle’nin en büyük sevinci olurdu. Çünkü Ming hanedanından Moğolların intikamını almak istayan Timur, Anadolu zaferinden sonra Çin seferine çıkacağını, huzuruna gelen herkese, her fırsatta söylüyordu.

İki ülkenin kesişen kaderi, daha 1402 ağustosundan itibaren, Türkiye ve Çin’i bambaşka yerlere savurdu. Bayezid Ankara’da yenilip tutsak düşerken, Yongle, Timur korkusuyla yaşamaya iki küsür yıl daha devam etti, ama -asıl ‘çılgın’ projesini savaş tehlikesi nedeniyle ertelemek koşuluyla- bir dizi ilginç girişimde bulundu. Bayezid’in ülkesi on küsür yıllık bir kaos dönemine girerken Yongle, Beijing’de ‘Yasak Şehir’in inşasını başlattı. Yüksek duvarlarla çevrili bu devasa saraylar kompleksi, 1911’de Cumhuriyet’in ilanına kadar hükümdarların yönetim merkezi olarak kullanılmıştır. 1404’de başlattığı ikinci önemli projesi de, ikibinden fazla ilim adamının önderliğinde, dünyanın bilinen tüm önemli bilgilerini ve edebiyatını (iki yıl boyunca) toplatmasıdır. Buradan, dörtbin ciltlik bir ansiklopedi ve elli milyon el yazmasından oluşan devasa bir kütüphane ortaya çıkmıştır. Aynı dönemde Türkiye’de ise Bursa, paha biçilmez kütüphanesiyle birlikte Timur’un genç torunu Mehmed Mirza tarafından yakılmıştır.

Yaşlı Timur, Samerkant’dan yola çıkan ordusunun başında Çin’e varamadan 1405’de öldü. Ve Yongle’nin çılgın projesi, ilk Çin globalleşmesi de o yıl başladı.

Yongle sonbaharda, en güvendiği komutanı Zheng He’yi, dünyayı keşfetmesi için altmışiki gemiyle Hint Okyanusuna gönderdi. Zheng He’nin yaptığı keşif yolculukları olağanüstüdür. Bu yolculuklar Pasifikten Hint okyanusuna, Mozambik’ten İran Körfezine, hatta Kap Burnu’ndan -bazı iddialara göre- Amerika kıtasına (gizemli ‘Fusang’ ülkesine) kadar uzanmıştır ve Çinlilerin o zamana dek bilmediği hammaddelerden meyvalara, hatta Zürafa gibi egzotik hayvanlara kadar herşey toplanıp Çin’e getirilmiştir ve bilgiler arşivlenmiştir (Bkz. Gavin Menzies, “1421, The Year China Discovered the World” 2004). İlk Çin globalleşmesi için harcanan çaba olağanüstüdür. Yongle’nin bu proje için ilk elden yaptırdığı dokuz direkli 1681 adet hazine gemisinin her birinin uzunluğu, yüzkırkiki metreyi bulmaktadır; yani devrin Avrupalı ve Osmanlı kalyonlarıyla kıyaslanamayacak kadar büyüktür. Kristof Kolomb’un 1492’de Amerika’yı keşfettiği gemisi Santa Maria, sadece yirmiüç metre uzunluğundaydı. Zheng He’nin komuta ettiği hazine gemileri, tarihte bilinen en büyük ahşap gemilerdir.

Zheng He’nin dev gemileri denize açılırken, Yıldırım Bayezid’in oğlu Çelebi Mehmet, parçalanmış Anadolu’nun siyasi birliğini sağlamak için kardeşleriyle savaşmaktaydı.
Günümüz dünyasının ikinci büyük ekonomisi Çin Halk Cumhuriyeti 2005’de, dünyaya açılışının ve globalleşmesinin sembol kişisi olarak Zheng He’yi seçti. Kapitalist modernleşmenin en acımasız davrandığı, en inanılmaz savaşlara ve en büyük katliamlara sahne olan yerlerden birincisi Çin’dir. Çinliler, 19’uncu yüzyılın ortalarında başlayan modernleşme döneminden çok, 1978’de Deng Xiaoping tarafından başlatılan Çin’in dünyaya açılışını önemserler. Bunda haklılık payı da yok değildir. 2005 yılında Çin, Zheng He’nin yolculuklarını anmak için büyük etkinlikler düzenledi. Tarihi filonun gemilerini temsilen küçük bir ahşap gemi Qingdao’dan Doğu Çin Denizi’ne açıldı, 17 Asya ve Afrika limanına uğradı. Ama asıl önemli olan, aynı yıl, Çin Komünist Partisi ÇKP’nin önerdiği ‘Çin usulü globalleşme’ fikrinin ilk kez ifade edilmeye başlanmasıdır.

Çin’in tek partisi ÇKP, modernleşme öncesi eski Çin’in ‘Harmonik ilişkiler kültürü’nü yeniden keşfetti ve kurmayı hedeflediği ‘Harmonik dünya’nın ‘Bayraktarı’ olmayı planladığını açıkladı. Eski çin felsefesine yaslanan bu fikrin, büyük ölçekli yeni bir ‘Dünya Düzeni’ projesi olduğu, bazı Çin uzmanlarının gözünden kaçmamıştır. 2007 yılında Birleşmiş Milletler’de (BM) bir konuşma yapan, Çin Devlet Başkanı Hu Jintao, ÇKP’nin de kullanmaya başlayacağı ‘Harmoni içindeki dünya’ (Hexie shijie) kavramını gündeme getirerek, Çin usulü yeni dünya düzeni anlayışını ilk kez BM’in kürsüsünden de açıklamış oldu. Çinliler 1990’lı yıllardan beri ‘Globalleşme’ anlamında ‘Quanqiuhua’ diye bir kavramı -olumlu ve olumsuz anlamda- zaten kullanıyorlardı. Çin Başkan Hu konuşmasında, ‘Globalleşme’ kavramının yanına bu yeni tamlamayı ekleyerek, ‘Harmonik bir dünya olmak istikametinde globalleşmek’ diye yeni bir fikri dillendiriyordu.

Bir yıl sonra, yeni anlayış şöyle ifade edildi: “Harmonik dünya, uluslararası ilişkilerin en ideal durumudur. Ve Dünya toplumu, çeşitli uygarlıkların harmonik bir füzyonu/birleşmesi ile birlikte oluşacak, dünya halkları ‘En yüce barış’ı tadacaklardır.” (Bkz. Peter M. Kuhfus, “Globalisierung als harmonische Welt” 2008) Burada ‘En yüce barış’ anlamında kullanılan sözcük ‘Taiping’dir. Çince’de bir de, ‘Tanrısal barış’ anlamında kullanılan başka bir sözcük bulunmaktadır: ‘Tianan.’ ÇKP, bu sözcüğü nedense kullanmamıştır (Beijing’deki en ünlü meydanın adını herkes bilir, ‘Tiananmen’, Tanrısal Barış Meydanı).

ÇKP’nin kullandığı ‘Taiping’ terimi, -Çinlilerin deyimiyle- çok “ilginç” bir terim! Çünkü Çin’in ilk modernleşme döneminde, 1850 yılında başlayıp ondört yıl süren ve dünya tarihinin bilinen en barbarca ayaklanmasının ve katliamının adıdır aynı zamanda. Hung Hsiuchuan adlı keşiş, kendini “Hz. İsa’nın küçük kardeşi” ilan edip ‘Taiping’ adını verdiği yeni bir düzen kurmakta olduğunu iddia etmişti. Onun bir tür Hristiyanlık karikatürü olan “mistik” dinini kabul etmeyen tam 20 milyon Çinliyi çoluk çocuk demeden barbarca katletmiştir. Üstelik bu kişi 1853’de, zamanın başkenti Nanjing’i alıp orada büyük bir harem kurmuş ve on yıl hüküm sürmüştür. Çin’in yarısını kaplayan “Taiping Krallığı”nın yaptığı katliam ve yıkım, dünya tarihinde benzersizdir, tektir.

Eski Çin kültüründeki ‘Harmoni’ anlayışını anlatmak bu yazının sınırlarını aşar. Ama Çin’in dış politikası, yeni Çin globalleşmesi fikri konusunda bazı ipuçları sunabilir. ÇKP’nin somut sosyo-ekonomik konulardaki temel düsturu, “Çin sosyalizmi, Batı kapitalizmine üstünlüğünü kabul ettirecektir” şeklinde özetlenebilecek eski bir vecize olmayı sürdürüyor. Buradan, Çin globalleşmesinin, tek partidevleti kontrolündeki arkaik bir neoliberalizmi esas aldığı sonucu çıkarılabilir. Bu anlamda Çin, neoliberalizme özgü sermaye ve iktidarpartisi ile devlet bütünleşmesi özelliğini, başından itibaren bağrında taşımak gibi bir avantaja sahiptir. Colin Crouch’un deyimiyle ‘neoliberal post-demokrasiler’e özgü tek parti iktidarlarının, tüm yatırımları ve sanal sermayeyi -ekonomik kararlardan tamamen dışlanmış muhalefetsiz bir ortamda- tek başına kontrol ederek imtiyazlı bir sınıf oluşturmaları özelliğinin en iyi ifadesi bugünün Çin’inde yaşanmaktadır. Dünyanın en ucuz ve en güvencesiz emeğinin bulunduğu yer de “sosyalist” Çin’dir. Ve bu özelliği, neoliberal Çin’e, ekonomik kriz ortamında önemli bir avantaj sağlamaktadır -çünkü global ekonomik kriz, özünde bir üretim ve çalışma sistemi krizidir.

Krizin emlak piyasalarında başlayıp sanal sermaye balonlarını patlatması, konjonktürel bir kriz olduğu yanılgısına neden oluyor. Ama asıl sorun, sonsuz miktarda paranın reel ekonomiye yatırılıp oradan makul kar elde edilmesinin artık kesinlikle mümkün olmamasıyla ilgilidir. Ortada bu kadar çok paranın dolaşmasının nedeni de budur, çünkü para, ancak sanal piyasalarda oynayarak çoğaltılabilmektedir ve asla yeni istihdam yaratmamaktadır. Çin’in merkezi rolü, tam da bu noktada devreye giriyor.

Çin’in döviz rezervi ikibuçuk trilyon Dolar civarında. Ülkenin yatırım stratejisi, Orta Asya’dan Ortadoğu’ya, oradan Afrika ve Güney Amerika’ya kadar uzanıyor. Çinliler bazı Afrika ülkelerine o kadar çok alanda yatırım yapmış durumdalar ki, Afrika’yı koloni haline getirmekte oldukları bile söylenebilir. Şimdi krizden bunalmış birçok ülkenin mesela Yunanistan’ın beklentisi, bir dizi limanını, bankasını vs. Çinlilere satmak, elde edilen parayla borçlarını döndürmeye çalışmaktan ibaret. Çinliler ellerindeki bol parayla, başta enerji, hammadde (ve tarım alanı) olmak üzere, yeni patentleri, Batılı markaları vs. durmadan satın alıyorlar. Ve bu duruma bakarak “Artık dünyada bizim zamanımız geldi” diye düşünebilirler -ki bunu açıkça da söylemektedirler. Ama bu yeni durumun, sadece “ekonomik ve ticari bir veri” olarak algılanmasını istiyorlar, siyasi bir veri olarak değil. Bunun Marksizm denen şeyle pek alakası olmaması bir yana, Firmaların/bankaların sonsuz borçlarını devletlerin üslendiği günümüz aşamasında en büyük yanılgı, sisteme sonsuz miktarda para akıtarak krizin aşılacağı hayalidir. Şimdilik Çin, bu hayalin prensi. Böylece Çin’in sonsuz kapitaline giderek adeta bağımlı hale gelen ülkelerin sayısı artıyor. ‘Çin merkezli harmonik global düzen’ bu haliyle, sanal sermaye odaklı ekonominin sürdürülebilir olması yanılgısına dayanıyor ve Çin’in özgün kırılganlığını göremiyor.

Daha mart ayında Çinli ekonomi profesörü Wang Jianmao, Çin’de tehlikeli bir emlak balonu oluşmakta olduğu konusunda uyarılarda bulunmuştu. Wang, emlak fiyatlarını 2009’da yüzde on artmış gösteren resmi istatistiklerin doğru olmadığını, fiatların yüzde 23.5 yükseldiğini söyledi (Bkz. 29 Mart 2010 tarihli Neue Zürcher Zeitung söyleşisi). Çin, devlet kontrollü bankaların küçük yatırımcılara da kredi vermesini sağlayarak, Batılı ülkelerin yapamadığını yapıyor. Ama neoliberal kapitalizmin doğasına uygun olarak para gene de bir şekilde borsalara akıyor ve Wang’ın sözünü ettiği balonlar oluşuyor. Bu yıl Çin ekonomisinin yüzde on büyümesi bekleniyor. Tabii büyüme rakamları da aldatıcı olabilir. Çünkü ABD’deki emlak balonu, büyük bir tüketim dalgasını da beraberinde getirmişti ve balon hemen patlamamıştı. Çin’de orta sınıf çok daha küçük, tüketiciliği destekleyen yanı çok daha etkisiz. ABD’de yaşananların bir benzeri Çin’de de -hem de çok daha hızlı bir şekilde- yaşanabilir.

Kapitalin reel ekonomide para kazanamaması sonucu finans piyasalarına akışı, maddi/reel karşılığı artık olmayan devasa miktarlardaki paranın birikmesine yol açtı. 1970’lerden beri artan boyutlarla bugünlere gelen sistem krizinin Çin’i ilgilendiren kısmı, o sanal paraların çok büyük bir diliminin üzerinde oturmasıdır. Ve üstelik bu durumu, Çin merkezli bir düzeni kurma hayallerine temel malzeme yapmasıdır. Durumun en tehlikeli yanı, maddi/reel karşılığı olmayan paranın, doğanın kanuna uyarak hızla değerini yitirme olasılığıdır. Yitirmediği sürece, Çin için ‘büyüme’ elbette devam edecektir. Hatta Çin, dünyada kimin satın alacağı meçhul, o sonsuz miktardaki mal ve hizmetlerin üretiminde devletin desteğini de artabilir. Ama bilgisayar ekranlardaki o sonsuz sayıların bir anda sıfıra doğru düşerek, gerçek/reel değerine dönme olasılığını ortadan kaldıramaz. Kaçınılmaz son, sonsuz kapitalin reel ekonomiye aktarılmasının artık imkansız hale gelmesiyle ilgili sistemsel bir durumdur. Çin’de ABD’dekine benzer küçük çaptaki bir kriz bile, sadece Çin globalleşmesini değil, birleşik Çin’i de vurabilir. Uygurların ve Tibetlilerin bağımsızlık mücadelesi verdiği, dünyanın en kötü koşulları altında her türlü güvenceden uzak çalışan işçilerinin, hemen hergün ülkenin bir yerinde gösteri yaptığı Çin, neoliberalizm üzerinden globalleşme hayallerine -sanıldığından çok daha çabuk veda edebilir.

İlk Çin globalleşmesi de anlık bir krizle sona ermişti. Bu, aynı zamanda bir sorunun da yanıtıdır: Çinliler Amerika’yı bile Kristof Kolomb’dan önce keşfettilerse, dünyaya açılmayı ve etki alanlarını genişletmeyi neden sürdürmediler, neden içlerine kapandılar?

Zheng He 1421’de, Çin yeni yılının kutlandığı 2 Şubat günü filosuyla denize açıldı. İmparator Yongle, davet ettiği otuza yakın hükümdarla hazine gemilerini okyanusa uğurladı, büyük bir şenlik düzenlendi. Sonra Beijing’deki Yasak Şehre döndü. Mart ve Nisan ayları, Edirne’de de Beijing’deki gibi renkli etkinliklere sahne oldu. Çelebi Mehmet, oğlu ve şehzadesi Murad’ı evlendirdi. Yongle de, üzerine titrediği sarayının çatısını yeniden yaptırdı. Mayısın ilk günlerinden birinde, daha önce Timur’un bindiği ve oğlu Şahruh’un Yongle’ye hediye ettiği atı, onu aniden üzerinden attı. Yongle buna öyle kızdı ki, az daha İran elçisini öldürtüyordu.
9 Mayıs 1421 günü gecesi, sağnak yağmur başladı. Yongle’nin sarayının çatısına bir yıldırım düştü. İran elçisinin daha sonra anlattığına göre olay şöyle oldu:

“Kaderde varmış ki o gece bir yangın çıktı. Ateş sarayı öyle bir şekilde sardı ki, sanki sarayın içinde yüzbin kandil tutuşmuştu. Ateşin ışığı şehrin tamamını gündüz gibi aydınlattı. Harem ile birlikte yaklaşık 250 bina kül oldu. Çok sayıda saraylı yanarak can verdi. Tüm çabalara rağmen, ertesi gün öğle namazına kadar yangın kontrol altına alınamadı.” (Gavin Menzies age.) Yongle’nin tahtı ve hazinesi de yandı. Ve en sevdiği odalığı, şok geçirerek öldü.

Yongle, yangın sırasında bir tapınakta durmadan dua etti. Sonra, suskunlaştı. Öyle derin bir depresyon geçirdi ki, odalığının ve saraylıların cenaze törenine katılamadı. Üzüntüden hastalandı. Çin sarayına derin bir üzüntü ve sessizliğin çöktüğü o mayıs ayının aynı döneminde, Türk Sultanı I. Mehmet de Edirne’de derin bir melankoliye kapıldı. Kimseyle konuşmuyordu. Ay sonuna doğru durumu kötüleşti, yatağa düştü. Henüz kırkında bile olmayan Çelebi Mehmet, 26 Mayıs günü hayata veda etti. O tarihten sonra Çin hızla içine kapanırken, Edirne’de tahta çıkan Sultan Murat ile birlikte Türkiye’nin yeni yükselme devri başlıyordu.

Yaşayan bir hayalet haline gelen Yongle üzüntüden öyle bir hale düşmüştü ki, ülkenin yönetimini oğlu Zhu Gaozhi devralmak zorunda kaldı. Yongle, halkına hitaben bir bildiri yayımladı. Bildiride, “Tanrı’nın iradesine karşı geldim, ama aklım o kadar karışık ki, nedenini açıklayamıyorum” diyordu. “Yaptıklarımız yanlışsa, onları düzeltmeyi ve Tanrı’nın rızasını geri kazanmayı da bilmeliyiz.”

Onbinlerce sanatçının özene bezene yıllarca çalışıp inşa ettiği, uğrunda koca ormanların kesilip, en güzel mermerlerin, kalın ipek kumaşların, sedeflerin ve daha birçok kıymetli malzemenin kullanıldığı muhteşem Yasak Şehir ve onunla birlikte Çin’in maddi gücü, hazinesi, bir anda yok olmuştu. Memurlar ve köylüler aç kaldılar. Yangınla aynı günlerde, Çin’in güneyinde bir salgın hastalık başgösterdi. Sadece Fujian eyaletinde 170 binden fazla insan öldü, ayaklanmalar çıktı. Ama Yongle’nin ruhen mahvına neden olan son olay, sarayındaki kadınların yasak ilişkilerini ortaya çıkarmasıyla yaşandı. Suskun hükümdar, kendi hareminden üçbine yakın kadın ve harem ağasını bizzat öldürdü.

Bu kabusun ardından hayata veda eden Yongle’nin yerine geçen oğlu, yeni imparator Hongxi, ilk iş olarak Çin globalleşmesi projesini ve hazine gemilerinin deniz seferlerini iptal etti. Hatta, ülke dışına yapılan tüm yolculukları ve deniz ticaretini de yasakladı. Yongle’nin globalleşme projesiyle ilgili tüm belgeleri ve uzun yolculuklarda edinilen bilgilerle oluşturulan kapsamlı arşivi, belgeleri, yaktırdı.

Olanlardan habersiz, filosuyla Çin’e dönen Zheng He, ülkeyi tanıyamadı. Kahraman olarak karşılanmayı beklerken, beraberindeki herkes aşağılandı. Bir tek onun itibarına dokunmadılar. Zheng He’ye Nanjing’de bir cami yaptırması için izin veren yeni İmparator, tahta çıktıktan bir yıl sonra öldü.

Yongle’nin deyimiyle, ilk Çin globalleşmesine Tanrı karşı çıkmıştı, son Çin globalleşmesine karşı tavrını da yaşayıp göreceğiz...

http://konstantiniye.blogspot.com/

"Türkiye-Çin ilişkilerinin gelişme hızı şaşırtıcı"
13:35 - Los Angeles Times gazetesince yayınlanan, Çin'in Ortadoğu'daki artan varlığının irdelendiği makalede, Türkiye ile Çin arasındaki ilişkilerin gelişme hızı “şaşırtıcı” olarak nitelendirildi. “Yakınlaşan ekonomik ilişkiden çok, asıl endişe yaratan, NATO ortağı Türkiye ile Çin arasında gelişmeye başlayan askeri ilişkidir” denildi. 16.11.2010 LOS ANGELES netgazete

Rusya ve Çin, aralarında Amerikan Dolar'ı kullanmaya son verip "derin" bir ortaklık kuruyorlar
Selçuk Salih Caydi
26.12.10
Tabii sadece kendi aralarında ticaret yaparken Amerikan Doları kullanmaya son veriyorlar...
Aralık ayının son günlerinde önemli bir gelişme. Bu iki ülke, kendi ekonomilerini korumak ve güçlendirmek anlayışını benimseyerek, global ekonominin sorumluluğunu -Amerikalılardan daha az- hissettiklerini de göstermiş oldular. Dünya finans krizinin Dolar'a endeksli bir şey sanılması da, yeni politikalarını desteklemiş olmalı.
(Tabii "proleter devrimci" Çinli "yoldaşlar"dan daha fazlasını bekleyemeyiz!)
Konu, Çin'in ekonomik sorunlarla boğuşma ihtimali ile birlikte ortaya çıktı, Gelişme, Aralık ayı ortasından beri biliniyor. Ama asıl ilginç olan, bundan daha fazlası:
Çin, Rusya'nın yeniden bir süper güç olmasını destekliyor. Bu konuda yeni bir politika geliştirmeye karar verdi. Daha önce de var olduğu düşünülen Rusya'yı destekleme politikası, asla bu kadar ciddiye alınmamıştı.
Bir tür ortak derin devlet/irade inşasına benziyor...
Çin ve Rusya arasındaki işbirliğinin/ortaklığın kapsama alanı da ilginç: Sanatsal/entelektüel/kültürel alanlardaki iki ülkenin yaratıcı aklının telif haklarının korunması başta olmak üzere, ortak hava ve demir yolları işletmek, gümrük birliği de bunlara dahil. Çin Başbakanı Wen Jiabao, "Çin-Rus ilişkilerinin benzersiz bir seviyeye ulaştı"ğını ve "iki ülkenin artık asla düşman olmayacaklarını" söyledi. "Çin, barışçı gelişme yolu yolunu izleyecek, Rus süper gücünün rönesansını destekleyecek." Wen Jiabao'nun sözleri böyleydi.
Çin, Orta Asya'da ve Pasifik bölgesinde, Rusya ile birlikte çalışacak.
Bu gelişmeler yaşanırken Türk enerji Bakanı Japonya'daydı.
Orada bulunma nedeninin Rus-Çin ittifakıyla falan hiç alakası yok elbette.
(Ama bir tür refleks veya "tesadüf" diyelim!..)
Türkiye, (şimdi kulağa garip gelse de) hem Orta Asya hem de Pasifik'te Japonya'ya ile birlikte hareket etmeyi veya Japonya'yı desteklemeyi düşünse iyi olur.
Bu politikayı stratejik adım, Rusya ve Çin'le yakınlaşmaları da taktik adımlar olarak görürse, geleceğe uygun bir Doğu politikası kurması kolaylaşabilir -bence.

İbrahim Karagül
Asıl 'eksen kayması' bu..
6 Ocak 2011

Ekonomik krizler içinde boğulmak üzere olan Avrupa'ya "kurtarıcı el" uzandı.

Yok, bu sefer kurtarıcı öyle Atlantik ötesinden değil. Çünkü İkinci Dünya Savaşı sonrası Avrupa'yı yeniden kuran Atlantik ötesi dost, bu sefer en az Avrupa kadar batık durumda. Öyle ki, ülkeleri batıracağı söylenen krize karşı çaresiz. İki trilyon dolar borcu bulunan kendi şehirlerinin batışını bile durduramıyor.

Bu sefer "kurtarıcı" çok uzaklardan, Pasifik ötesinden geliyor. Avrupa ekonomisini kurtararak, yüzyıllar sonra ilk kez küresel güç olmaya soyunan bu ülke Çin.

Pekin yönetimi, krizin en şiddetli etkisini hisseden Yunanistan, Portekiz ve İspanya'ya destek vereceğini, ekonomik çekiciliği olmasa da bu ülkelere ait devlet tahvillerini satın alacağını, şu ana kadar 1 trilyon dolarlık mal aldığı bu pazarı ayakta tutacağını açıkladı.

Müstakbel Başbakan Li Kekiyang, İspanya'dan başlayarak Avrupa'yı turlamaya başladı. Heyecan uyandıran, umutla beklenen ziyaretler adeta bir "Avrupa çıkarması" görünümünde.

İlk bakışta bu ekonomik bir yatırım gibi görünebilir. Güney Avrupa ülkeleri, önce Yunanistan, ardından Portekiz, sonra İspanya ile krize yuvarlandı. Sırada İtalya olduğu, dalganın kuzeye doğru yayılacağı söyleniyor. Dünyanın en büyük üretim gücünün bu ülkelere destek vermesi öncelikle ekonomik yatırım gibi görünebilir. Nitekim öyledir de... Ancak bu kadar değil. Bu çıkışın siyasi yönü daha çok tartışılacak gibi. Nitekim Çin içinden yükselen sesler de bu yönde ve hiçbir ekonomik getirisi olmayan cömertlik sorgulanıyor.

Aslında süreç daha önce başlamıştı. Çin; sadece Afrika'da değil, Doğu Avrupa'dan Kuzey Avrupa'ya kadar, Batı'nın can damarına girmiş durumda. Adeta Avrupa'yı kuşatıyor görüntüsü veren bir gelişme bu. Sadece Avrupa'yı mı? Yıllardır Afrika'da yaşanan çatışma, Kuzey'den en güneye kadar Çinli şirketlerin Afrika'yı abluka altına alması, kaynaklarını ele geçirmesi, bu ülkelere siyasi şartlara bağlamadan ucuz krediler akıtması, ABD ve Avrupa ile Pekin arasında ciddi gerilimlere neden oldu. Mesela; Sudan ve Darfur meselesi Çinli şirketlerle Batılı şirketler arasındaki çatışmanın tetiklediği bir sorundu. Bunun gibi daha çok örnek verilebilir. Bugün her Afrika ülkesinde on binlerce Çinli çalışıyor, iş yapıyor.

Ekonomik restleşme üzerinden çok ciddi siyasal kapışma yaşanıyor bu bölgelerde. Ama artık Avrupa'nın bütün bu alanlarda Çin'e diş bileme, diş gösterme gücü kalmadı. Dahası kendisi Çin'in insafına muhtaç hale geldi.

Pekin, daha önce de Doğu Avrupa ve Ortadoğu'ya inanılmaz ağırlık verdi, vermeye de devam ediyor. Bu ülkelerle milyar dolarlık kredi anlaşmaları yaptı, sadece ekonomik değil siyasi yakınlıklar da kurdu. Ukrayna ve Belarus'la kredi anlaşmaları ve askeri anlaşmalar yaptı. Şimdi Güney Avrupa'ya aynısını yapıyor. Bu kadar değil.

Mısır ve bölge ülkeleriyle askeri işbirliği anlaşmaları imzalıyor. Çin donanmasına ait savaş gemileri Ekim ayında Hint Okyanusu ve Kızıldeniz çevresindeki devriyesini tamamlayıp Süveyş Kanalı'dan geçti ve Mısır limanlarını ziyaret etti.

ABD Güney Asya'ya, Orta Asya'da Çin sınırına yaklaştıkça Çin de ABD'nin nüfuz alanlarına giriyor. Afrika'da elde ettiği ağırlığı diğer bölgelere yayıyor. Bunu yaparken kredi avantajını en elverişli biçimde kullanıyor. Bütün bunların ABD ve Avrupa'nın ekonomik krize sürüklendiği döneme denk geliyor olması dikkat çekici. Batı'nın güç kaybettiği bölgelere ekonomik olarak giriyor, jeopolitik kazanımlarını katlıyor.

Çin ile Türkiye'nin ortak hava tatbikatları bu açıdan daha bir önem kazanıyor. Çin Hava Kuvvetleri'ne bağlı savaş uçakları Pakistan ve İran üzerinden Türkiye'ye geldi ve ilk kez bir NATO ülkesiyle tatbikat yaptı. NATO'nun genişleme haritası içinde yer alan, ABD'nin yüz yıllık kontrol hesapları yaptığı her bölgede görünüyor şimdi.

Ama en çarpıcı olanı, Atlantik Ekseni'nin kalbine girmesi. Bu "açılım", Çin'i gerçek anlamda bir küresel güce dönüştürürken, Atlantiğin iki yakasını da tam bir çaresizliğe mahkum edecek gibi.

Jeopolitik sarsıntı, güç kayması işte bu! Merkez güçler değişiyor, dünyanın ekseni değişiyor, ağrılık merkezi değişiyor.

Çin Avrupa'yı çevreliyor. Asıl "eksen kayması" bu!

Yenisafak

Çinlilerin 21'inci yüzyılda Çin tasavvuru ve Çin'i anlamaya çalışmak
Selçuk Salih Caydi
26.11.12

Çocukluğumdan beri ilginç bulduğum bir yerdir Çin. Uzak, farklı, masalsı... Solcu olunca Mao üzerinden de -az ilgilenmedim. Yukarıda, Çin'li bir dostumun gelecek yıl beni ille de götürmek istediği Guilin tepelerini görüyorsunuz. Gerçek bir olaydan alıp kurguladığım bir hikayenin üçüncü bölümünün geçtiği yer. Ben Çinlilerin mutfağına bayılırım. Evimde yemek yerken Fransız çatalı yerine Çin çöpstikleri kullanırım. Sevdiğim Çinli figürleri, Çin edebiyatını, sanatını, kültürünü, spiritüelliğini, tarihini, orijinalliğini falan anlatmaya kalksam, bu yazı, asıl konuya girmeye fırsat bulamadan biter. Ama ben o kadar uzun yazmaktan yana değilim!

Konuya en kolay yerinden yaklaşıp, "Çin ABD'yi geçiyor, dünyanın bir numarası oluyor" diyebilirdik. Tabii Çin'in yükselişi, Batıdan aparma böyle yorumlardan farklı renkler taşıyor ve o farklı renklere alışılsa iyi olur. Çinlilerin yarışa, Amerikalıları geçmeye, pek niyetli olmadıklarını bilmiyoruz, -yakın zamana kadar ben de bilmiyordum açıkcası. Çin'in yükselişi daha farklı ve bu fark, bir kalite/nitelik farkı. Elbette öğreneceğiz. Çin, ağır, ama sağlam gidiyor. Dünyanın ne ekonomik ne de kültürel alanda bir numarası. ABD ile kurduğu simbiyozu öyle işletiyor ki, sistemin merkezi ve bağımlılık ilişkilerinin avantajlı tarafı, giderek Çin oluyor.
Ben burada, eski Kong Fuzi (Konfiçyüs) değerlerinin 1970'li yılların sonundan beri nasıl bir rönesans yaşadığından dem vurup, Çinlilerin "Uyum" anlayışından ve geleceğe doğru işleyeceğini düşündüğüm pozitif değerlerinden söz edecektim, ama konuyu biraz değiştirip, Çinlilerin kendi ülkeleri hakkında nasıl bir gelecek tasavvuruna sahip olduklarını -kapı aralığından da olsa- göstermeye karar verdim. Fikrimi değiştirmeme neden olan kişi, Ekonomist David Li. Geçen yıl Niell Ferguson, Henry Kissinger ve Freed Zakaria ile birlikte bir açıkoturuma katılmıştı. Açıkoturumda konuşulanlar kitaplaştırıldı, ben de o kitabı aldım ve burada ondan kısaca bahsettim, ama kitabın tamamını okumamıştım. Burada Çin hakkında yazmayı düşününce, elimdeki en güncel kitabı okumak istedim ve orada David Li'nin konuya yaklaşım biçimi, düşünce tarzı ve tasavvuru dikkatimi çekti. Batılı üç entelektüelin arasında, onlar kadar İngilizce konuşan ve Batı kültürünü, düşünce biçimini kuşkusuz iyi tanıyan birinin, Batilılarla Batılı normlarla konuşurken, kendi Doğu değerlerini de konuşmasına yansıtabilmesi, bence özellikle Türkler için önemli bir örnek teşkil ediyor. Birbirini yemeden konuşamayan Türklerin, hem evrensel normlarda tartışıp hem de kendi kültürüne ve düşünce biçimine sadık kalan David Li'den öğreneceği çok şey var.

Mesela, Kissinger'in "tartışıyoruz" sözüne karşılık, "Estafurullah" gibi bir reaksiyon gösteriyor ve, "Ben kendimizden yaşlı, saygıdeğer biriyle 'tartışmak' yerine fikir söylerim" gibi bir cümle kuruyor ve Çin'in Batılı anlamda bir tartışma kültürüne sahip olmadığını söylüyor. Bu sözlerin anlamını, tartışma sırasında da görüyorsunuz. Çok yumuşak ve anlayışlı. "Karşısındakilerin zayıf yanlarını ortaya çıkartıp eleştirinin tadını çıkartmak" gibi şeylere tevessül etmiyor. Bizim anladığımız ve Türkiye'ye de hakim olan eleştiri/tartışma anlayışından oldukça farklı. Çin'de büyük reform ve neoliberalizm hareketini başlatan Deng Xiaoping'in, "Reformları tartışmak yerine uygulayın" sözünü örnek veriyor -ki, bize pek uymayan bir şey. Ama anlamak istiyoruz ve bu yazının amaçları arasında da böyle birşey var.

Li'ye borçlu olduğumuz konulardan ilki, galiba bir yüzyılın ilk kez Çin yüzyılı olmayacağı gerçeği -daha önce de olmuş ve bunu hatırlamakta fayda var. Zira bu şekilde, 'Çin yüzyılı'nın nasıl bir şey olduğu hakkında daha kolay fikir yürütebiliriz ve bu durumun "olağanüstü ve yepyeni" bir hal olmadığını biliriz.

David Li, Çin'in geleceği hakkında oldukça net bir tasavvurlarının olduğunu ve Çin'de 1.500 yıl önce yaşanmış Tang Hanedanlığı döneminin temel ilkelerini esas aldıklarını söylüyor. Tang döneminin özelliklerine bakınca, -fetihçi Osmanlı zihniyetini okulda öğrenmiş Türklerin şaşırmaması imkansız, çünkü Tang dönemi, fetih devri falan değil. Tam tersine Çin'in siyasi bakımdan göçebe Türk/Moğol etkisi altında yaşadığı, ama çok kültürlü/kimkikli, yüksek kültürün tüm ihtişamıyla ülkeye egemen olduğu bir dönem. Tang dönemi 618'de, Li Yuan adlı bir generalin hanedanlığı kurmasıyla başlayıp, 907 yılına kadar sürüyor. Çokkültürlü bu dönemde Çin sarayında İran saray oyunları da oynanıyor, Türk ve Hint kültüründen de önemli ölçüde esinleniliyor. Kadınların örtünmediği, erkekler gibi at bindiği bir dönem aynı zamanda. (645 yılında ölen) Şehzade Li Çengkian, Türk Hakanları gibi yaşıyor mesela. 651 yılında Tang sarayına Arap elçiler ilk kez geliyor. 643 yılında bizim buraların Bizans elçisi ilk kez Çin başkenti Chang'an'a geliyor (şehrin bugünkü adı Xi'an).

Tang dönemini önemli yapan özelliklerden biri de, bir barış dönemi olmasıdır herhalde. İmparator Taizong 651'de Kore'ye karşı sefere çıkıyor ama başarısız bir sefer ve kendi sarayıyla çelişiyor, savaştan vazgeçmek zorunda kalıyor.

705 ve 907 yılları arası, Çin'in en yüksek kültür ve uygarlık çağlarından birini yaşadığı kesin. Bu blogda da bahsettiğimiz ve bahsedeceğimiz en önemli edebiyatçılar/şairler, bu dönemde yaşamışlar veya bu dönemden etkilenmişlerdir. Dönemin diğer çok önemli olayı, 751 yılındaki ünlü Talas savaşının da Tang döneminin bu altın çağında yaşanmış olması ve Çinlilerin Araplara yenilmiş olmalarıdır. Bu savaş, Çin'in Batı sınırlarını bugüne kadar esas olarak belirlemiş olan savaştır. David Li bu dönemin örnek alındığını özellikle ifade ederken, yüksek kültür ve uygarlık nedeniyle örnek alındığını söylemeye bile pek gerek görmüyor, o kadar benimsendiği anlaşılıyor. Bu muhteşem dönemin, Türk general An Lushan'ın ayaklanmasıyla son yıllarına girdiğini, gene bu blogda bir yazıyla değindik. Çin'in en büyük şairleri Li Bai ve Du Fu bu dönemde yaşadılar. Çin ekonomisi bu dönemde büyük bir refah atmosferi yarattı. Çinliler kitap basımını bu dönemde icad ettiler. Madencilik ve kumaş dokumacılığı çok ilerledi, sağşam bir vergi sistemi kuruldu ve bir tür emeklilik sistemi ilk kez uygulandı.

Budizmin, Kong Fuzi'nin öğretilerinin ve doğayı yücelten Tao inancının/pratiklerinin yaygınlaştığı bir dönem. Diğer yandan, Doğu kilisesinden Süryanilerle Çin arasında dini yakınlaşma oluyor! Süryani rahipleri Çin İmparatoru, ayaklarına giderek karşılıyor. Yeni din İslam ve Mani dini de Tang Çin'inde.

Kong Fuzi (Konfiçyüs) öğretisinin güçlendiği Tang döneminin, dış ilişkilerde de örnek alındığını anlatan David Li, bu dönemde Çin'in yumuşak bir güçle etkidiğini ima ediyor. Çin'in büyük kültürel/ticari/ekonomik yumuşak güç kullandığı Tang döneminden yola çıkarak, Çin'in 21'inci yüzyılda nasıl etkimek istediğini de David Li'den öğrenmiş oluyoruz:

"Barışçı, özgüveni yüksek ve diğer kültürlere açık bir uygarlık." Ve bu uygarlıkta "Barış ve İşbirliği, merkezi önemde." Şimdi Türkiye'deki "Özüyle sözü bir olmayan" iktidara bakıp, Çinlilerin bu barış cıvıltılarına inanmak pek de kolay olmayabilir. Ama David Li'nin savunduğu felsefe anlaşıldıkça, doğru söylediğini, en azından söylediklerine samimiyetle inandığını anlıyorsunuz.

"Çin'in yükselişi, Dünya hegemonyası kurması anlamına gelmiyor. Çin, dünyaya hükmetmek istemiyor. Bu konuda Amerika'yı taklit etmeyi ne istiyorlar, ne de buna güçleri var."

David Li'nin argümanı çok somut ve çok özel (ve çok yeni!). "500 Yıllık Batı felsefesini unutun" diyor. "Batı felsefesinde sadece kazananlar ve kaybedenler var." Ama Çin, Batı felsefesini değil, Kong Fuzi felsefesini esas alıyor: "Uyum içinde yaşayan bir dünya. Her ülkenin dünya ile barış içinde yaşadığı bir dünya. Uluslararası sorunları, ülkelerin toplanıp birlikte çözdükleri bir dünya." "Biz seyirci olmayacağız, bunların bir parçası olacağız" diyor David Li. "21'inci yüzyıl, Çin'in olduğu kadar, kooperasyon içindeki halkların da yüzyılı olacak." Sorunlar karşısında geniş katılımlı kooperasyonları harekete geçirmek ve uzlaşmak fikri, çok önemli. Batılı entelektüellerin bizzat dikkat çektiği gibi Batı'nın -bu yükseliş karşısındaki- tavrı sorunlu. Batı, kendini beğenmiş halini aşmak ve çatışma/tartışma/kazanan/kaybeden anlayışının ötesinde yeni bir kooperasyon kültürüne alışmak zorunda kalacak gibi görünüyor. Çin bir numara olmak istemiyor -buna gerek ve istek duymuyor. Gelişmenin kurallarını ve felsefesini belirlemesi, Çin'e yetecek gibi görünüyor -ki bu da "herşey" demek aslında. Çin'i daha çok konuşacağız.
http://konstantiniye.blogspot.com/

George Soros'tan Çin için müthiş öngörü
07 Kasım 2010
Dünya doların değer kaybetmesine kilitlenmiş ve ABD'nin toparlanmasıyla herşeyin yine eskiye döneceğini beklerken ünlü spekülatör George Soros, dünyanın kaderi için Çin'i adres gösterdi.

Soros, Çin'in sermaye hareketlerini sıkı bir şekilde kontrol eden iki bağlı döviz kuruna sahip olduğunu ancak diğer birçok para birimi için cari işlemler ve sermaye hareketleri arasında böyle bir ayrım yapılmadığını bu durumun Çin'in para birimi Yuan'ın sürekli değerinin altında kalmasını sağladığına dikkat çekti.

Soros, Çin'in insanları daha fazla çalışmaya teşvik edecek politikalara sahip olduğunu ve ihracat rakamlarının bunun göstergesi olduğunu da kaydetti.

Çin'in başarısının arkasındaki sırrın bu olduğunu ve bunun diğer ülkeler karşısında kendisine önemli bir avantaj sağladığın söyleyen Soros., "Bu aynı zamanda Çin'i, gelişmiş ekonomileri derinden sarsan son finansal krizden de korudu. Çin için bu süreç sadece ihracatta düşüş yaşadığı bir dönem olarak kaldı" şeklinde konuştu.

DÜĞÜMÜ ÇİN ÇÖZECEK

Dünyanın en büyük yatırımcısı ve spekülatörü kimilerine göre ise hayırseveri George Soros, küresel ekonomiyi tehdit eden kur dengesizliğinde düğümü yine Çin'in çözeceğini söyledi.

Soros, kura yönelik endişelerin kendisini de kaygılandırdığını ve bugün gizli bir kur savaşı yaşandığı söylemlerine katıldığını belirterek, döviz piyasalarının birbirinden faklı ekonıomik ve politik modellerin çatışmaya dönüştüğünü vurguladı.

Çin'in sermaye hareketlerini sıkı bir şekilde kontrol ettiğini ve iki farklı döviz kuruna sahip olduğunu ancak diğer ekonomilerin birçok para birimi için cari işlemler ve sermaye hareketler,i arasında böylebşr ayrım yapılmadığını bu durumun Çin'in para birimi Yuan'ın sürekli değerinin altında kalmasını sağladığına dikkat çekti.

YUAN'IN DEĞERLENMESİ CAZİP GELEBİLİR

George Soros, Yuan'ın değerlenmesinin cazip hale geleceği bir seçeneğin Çin'î uluslararsı işbirliğine sürecini başlatmasına neden olabileceğine de değinerek, " Çin, kendi sınırları içerisinde uzlaşma sağlayacak bir mekanizmayı zaten geliştirmiş durumda. Şimdi bir adım daha ileriye gidip, küresel çapta bir uzlaşmanın sağlanması sürecine katkıda bulunmalı. Bu girişim, dünyanın geri kalanı tarafından Çin'in yükselişini kabul etme ödülünü de beraberinde getirecektir".
Gazeteport

Çin ekonomisi çöküyor mu?
12 Ocak 2010

Dünyanın büyük kısmı Çin'in küresel ekonomiyi düşüşten kurtaracağına inanırken, Bay Chanos, Çin'in canlı ekonomisinin bir çöküşe sürüklendiğini söylüyor.

David Barboza*

James S. Chanos, hikâyeleri gerçek olmayacak kadar iyi olan Enron ve diğer dolandırıcı şirketlerin iflasını önceden görerek, Wall Street’taki en büyük servetlerden birini oluşturdu.

Şimdi, zengin bir yatırımcı olan Bay Chanos, benzerlerinin en büyüğü olan Çin endüstrisi efsanesini yıkmaya çalışıyor. Dünyanın büyük kısmı Çin’in küresel ekonomiyi düşüşten kurtaracağına inanırken, Bay Chanos, Çin’in canlı ekonomisinin ekonomistlerin tahmin ettiği gibi destekleyici bir patlama yerine, bir çöküşe sürüklendiğini söylüyor.

Spekülatif bir sermaye seliyle su yüzüne çıkan dalgalı gayrimenkul sektörü, “1000 tane Dubai – ya da daha kötüsü” gibi göründüğünü söylüyor. Hatta Pekin’in kayıtları üzerinde oynadığından, birçok diğer şey gibi gözleri yuvalarından çıkaran %8lik büyüme yüzdesinin de sahte olduğundan şüpheleniyor. En son CNBC’de bir programa çıktığında, “Karışıklıklar en iyi, değerlendirme çokluğuyla değil, kredi çokluğuyla belirlenir” dedi. “Ve hiçbir yerde Çin’dekinden daha fazla kredi çokluğu yok.” Anlattığı şeyleri kendi ülkesinde de dillendirmek için, bu ayın sonlarına doğru Oxford Üniversitesinde bir konuşma yapmayı planlıyor.

Amerika’nın seçkin açığa satış uzmanlarından biri olarak, - şirketlerin stratejilerinin başarısızlığa uğrayacağına bahse giriyor – Bay Chanos’un anlattıkları, Çin hakkındaki hâkim fikre ters düşüyor. Ekonomistlerin ve hükümetlerin beklentileri Çin’in büyüme hızının bu yıl devam etmesi yönünde, bu yargıya varmalarını sağlayan şey, geçen sene Çinli tüketiciler arasında ihracatı ve tüketimi arttırmak için başlatılan 586 milyon dolarlık hükümet canlandırma programından elde edilenler. Çin’e karşı bahse girmek kolay değil. Yabancıların Çin’deki stokları inceleme izni olmadığı için, Bay Chanos, yapı –ve altyapı – ilgili çimento, kömür, demir filizi satan şirketlere odaklanmayı da içeren görüşlerini oluşturmak için başka yollar aradığını söylüyor. Merkezi New York’ta olan Kynikos Associates’in sahibi olan, idaresi altında 6 milyon dolar olan 51 yaşındaki Bay Chanos Çin konusuna böyle şüpheyle yaklaşan tek kişi. Ama aynı zamanda bu alanda kesinlikle en ünlü ve sesi en çok duyulan kişi.

Öngörüleri hakkındaki tüm verilere rağmen –Enron’un iflasına ek olarak Tyco International’ın, Boston Market restoran zincirinin, bazı inşaat firmalarının ve dünyanın en büyük bankalarından bazılarının uzak gelecekteki problemlerini gördü- ona iftira atmaya çalışanlar, onun Çin ya da Çin ekonomisi hakkında çok az şey bildiğini ve onun huysuz mesajlarının görmezden gelinmesi gerektiğini söylüyor. Kuantum Fon’un George Soros’la birlikte ortak kurucularından olan ve şimdi Singapur’da yaşayan Jim Rogers, “10 yıl önce Çin kelimesini heceleyemeyenlerin bugün Çin uzmanı kesilmelerini çok ilginç buluyorum” diyor. “Çin karışıklık içinde falan değil.”

Meslektaşları Bay Chanos’un Çin ekonomisi üzerinde ciddi bir şekilde çalışmaya bu yazın sonunda çalışmaya başladığını ve uzman görüşü alabilmek için mailler yolladığını onaylıyor.

Ama o, Çin’in canlandırma paketinin ve agresif banka kredilerinin yapay bir talep oluşturduğunun ve ödenmeyen krediler dalgası riskini attırdığının sayısız kanıtını görebilen yatırımcılarla takılıyor.

Grant Interest Rate Observer’ın uzun zamandır dostu ve editörü olan ve Çin konusunda huzursuz- olanlardan biri olan Jim Grant, “Çin’de, üçüncü ve dördüncü dereceye kadar fazlalıkları görebiliyor gibi gözüküyor, geçirdiğimiz yıllara karşın söylediği gibi.” diyor. “O fazlalıklar ve onlardan elde edilecek çıkarlar konusunda uzmandır.”

Bay Chanos, Çin üzerindeki devam eden çalışmaları sebebiyle görüşme taleplerini reddetti. Ama şimdiden Çin mucizesinin yatırımcıları ülkenin çok fazla üretiyor olması riskine karşı kör ettiği fikrini yayıyor.

Politico.com ile Kasım ayında yaptığı görüşmede “Çinliler,” dedi “satmayı başaramayac+akları kadar çok miktarda üretme tehlikesiyle karşı karşıyalar.”

Aralık ayında, nasıl kısa vadeli pozisyonlar aldığı, bir Çin iflasından nasıl çıkar sağlamayı umduğu hakkında tartışmak için CNBCde bir programa katıldı.

Son aylarda, gittikçe artan sayıda analist ve bazı Çinli yetkililer, mevcut karışıklıkların Çin’i etkileyebileceği konusunda uyarıda bulundular. Ülkenin geniş canlandırma programı ve banka kredileri, 2008in iki katı olarak hesaplandı ve milyonlarca doları ekonominin içine pompalayarak büyümeyi yeniden ateşledi.

Ama birçok analist, büyük miktarlarda yabancı “spekülatif sermaye”nin içeri akışı boyunca bu paranın stoklara ve gayrimenkul pazarlarına aktarıldığını söylüyor.

Söylediklerine göre, tüm bunların bir sonucu artan fiyatlar ve 2008in başlarında yaşanmakta olan inşaat patlamasının durulması oldu – bunu Bay Chanos ve diğerleri ziyan olmuş ve aşırı pişirilmiş olarak tanımlamışlardı.

“Çin’deki Yaklaşan Çöküş” (Random Hause)kitabıyla 2001’de de benzer bir sorun konusunda uyarılarda bulunmuş olan Gordon G. Chang, “Bir kriz yaşanacak” dedi.

Arkadaşları ve meslektaşları, Chanos’un kalabalığa karşı oynarken çok rahat olduğunu söylüyorlar – bu kalabalık yatırım dünyasındaki diğer iki kale figürü olan Warren E. Buffett ve Wilbur L. Ross Jr gibilerini de içerse de.

Doğuştan genel eğilimlere ters giden bir yatırımcı olarak, Bay Chanos şirketleri inceler, sahtecilik ve dolandırıcı hesapların izlerini bulmak için halk dosyaları üzerinde uzun uzun çalışır, ve daha sonra bir stoğun aşırı değer biçilmiş olup olmadığına ya da bir düşüşe hazır olup olmadığına karar verir. New York ve Londra’daki ofislerinde Çin’le ilgili diğer bilgileri araştıran 26 çalışanı var.
Blackstone Danışmanlık Servisi’nin yardımcı başkanı Byron R. Wien, “dosyası etkileyici” dedi. “Güvenilmez bir şarlatan değil. Haklı olduğunu düşünüyorum.”

Bay Chanos, bir kuru temizleme zinciri sahibinin üç çocuğundan biri olarak Milwaukee’de doğdu. Yale’de, kendisinin pazarların işleyişi hakkında tutkulu bir ilgi olarak tanımladığı sebep dolayısıyla, ekonomi bölümüne geçiş yaptı. Enron’un yükselişini ve düşüşünü anlatan günlük şeklindeki bir kitap olan “Odadaki En Zeki Adamlar” da anlatılan hayatının hikayesine göre, onun yol gösterici felsefesi “Ters Yatırımcı” adlı bir kitapla keşfedilmişti.
Üniversiteden sonra, Wall Street’e gitti, bir seri komisyonculuk evinde çalıştı, 1985de kendi şirketini kurdu.
Kynikos Associates’da, düşen stok fiyatları üzerine oynamaya odaklı bir firma yarattı. Teorileri, 2002de, Enron’un çöküşünden sonra Enerji ve Ticaret Komitesi Meclisi’nde verdiği tanıklıkta toplandı. Söylediğine göre firması, abartılmış kazanımlara sahipmiş gibi görünen, birçok internet şirketi gibi hatalı bir iş planının kurbanı olan, ya da “tamamen dolandırıcılığa” karışmış olan firmaları araştırmaktı.

Wall Street’te ve Main Street’de bazılarınca dikkate alınmayan bu açığa satış yapanlar, onun başına bela oldu. Onu 2008 güzündeki elden çıkarmaların hızını, uygulama geçici olarak yasaklanmadan önce şiddetlendirmekle suçladılar. Düzenleme mercileri, şimdi bu uygulamayı tamamen yasaklayıp yasaklamamaya karar vermeye çalışıyorlar.

Bay Chanos, bu suçlamalara genellikle Enron, Boston Market ve daha önceki yıllarda yaşanmış “ekonomik felaketlerde” problemleri belirlemede oynadıkları kritik rolü hatırlatarak karşılık veriyor.

“Konu kötü adamları aramaya ve belirlemeye geldiğinde, onlar genellikle beyaz şapkaları giyenler oluveriyorlar” diyor.

*New York Times yazarı.

Bu makale Murat Hazine tarafından timeturk.com için tercüme edilmiştir.
timeturk

Volvo otomobillerinin sahibi artık Çin'li firma
Çinli otomotiv üreticilerinden Zhejiang Geely Holding Group Co. Ltd. (Geely Holding Group), Volvo Car Corporation'ın tamamının Ford Motor Company'den satın alınması işleminin bugün tamamlandığını bildirdi. 04.08.2010 İSTANBUL netgazete
_________________
Bir varmış bir yokmuş...
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Çrş Ekm 11, 2017 11:00 pm    Mesaj konusu: Burhan Halit KOŞAN: ÇİN PARAMPARÇA OLACAK Alıntıyla Cevap Gönder

Burhan Halit KOŞAN: ÇİN PARAMPARÇA OLACAK
29 Ağustos 2017



“Ben Allah’ın cilaladığı ayna gibiyim, bana bakan kendini görür.’’

Hz. Hasan’ın dedesi, Hz Ebubekir’in damadı, Hz. Ali ve Hz. Osman’ın kayınpederi, Hz. Fatıma’nın babası, Hz. Ayşe’nin sevgili eşi ve Hz. Ömer’in eniştesi olan Allah Resûlü, böyle buyurdu. Amenna dedik biz de. Amenna ve saddakna!

İnandık, imân ettik ve doğruladık. Eğdik başımızı, dizimizi toprağa, alnımızı secdeye vurduk. Nisbet, gelenek/örf ve ideolocyamız üzerine söz verdik, ant içtik kaleme; irinin kana, kanın süte, sütün ilme, ilmin hikmete, hikmetin irfana, irfanın adalete ve adaletin tecellisi, RahmÂnî yürüyüşümüzün kutlu ülküsü; Âyet / Müessir Eser-Allah Resûlü / Doktriner İslâm / Ehli Sünnet / İBDA / Başyücelik uğruna.

Çin paramparça olacak başlıklı bu makalemizde; Emir KÜLÂL sırdaşımız, Hacı Bektaş pusulamız, Derviş Yunus şairimiz, Gül Baba artçımız, Kürşat ile kırk çerisi olsun bizim öncümüz, kurmay subayımız MİRZABEYOĞLU, Seyda bizim duacımız, Müessir eser / Allah Resûlü’nün Çin’e gönderdiği arkadaşı, sahabesi / havarisi Vehb Bin KEBŞE (r.a.) kılavuzumuz olsun.

Bu makalede Külkedisi masalları, Cin Ali’nin maceraları veya Keloğlan öyküsü anlatmıyoruz; anlatacaklarım, acımasız dünyanın hakikatleridir. Pirin eli, büyüklerin bereketiyle yelkenler fora diyelim.

Ya Allah! Bismillah.

Dört kol, yirmi dört boy, sekizinci renkle kuşatalım ve dayanalım Çin seddine… Harcını ufalayıp, tuğlasını aşındırıp, yıkalım zulmün duvarını. Evet, Amerika ve Batı / İngiltere / Almanya / Fransa emperyalizminin uzak doğu ve Asya kıtasındaki rehber kazı / ötüşen kekliği, Kraliçenin uşağı, Amerika’nın kibirsiz ve kaprissiz sürtüğü (kibirli ve kaprisli gece sürtüğü ise Suudi Arabistan’dır), savaş lordlarının av köpeği, Halkların düşmanı, tüm etnik renklerin ve dillerin katili olan ülkenin adıdır Kızıl Çin. Bu makalemizde, katil ve Kızıl Çin’in; gâh Batı ile olan ilişkilerine, gâh Çin’in iç bölgelerine ve iç dinamiklerine göz atmaya çalışacağız.

Bu seyahatimize başlamadan önce bildiklerinizi hatırlatma babından kısa bir izâha girişelim müsaadenizle. Bildiğiniz üzere İdeolocya, “bir insanın inandığıyla, iş ve eseri arasındaki uygunluk” (1) demektir. “Gelenek / Örf” ise küllere tapmak değil, lâf paralamak değil, kadim bir geçmişi olan Türk’ün, vahdaniyet ağacının meyvesi olan beşerî hikmetleridir. Nisbet’in ise “Bütün işleri bir gayeye bağlayıp, her şeyde has ve hususî bir anlayış sahibi olmak…’’ (2) mânâsına geldiği öğretildi…

Bu minvalde her meselede biricik nisbet mihrakımızın, “Müessir eser / Allah Resûlü” olduğunun altını çizerek tekrar tekrar belirtmeliyim. Bu düzlemde vahdaniyet ağacının beşerî hikmet meyveleri olan Türk geleneği / örfü üslûbuna mutabık olarak Kuzey’den Güney’e, Doğu’dan Batı’ya seyahat ediyoruz… İş ve eserimizin hayâllerini gerçeğe, rüyalarımızı hakikate dönüştürmenin peşindeyiz. Evet, ‘’Hayâl bir hakikattir, rüyada bir hakikattir, akıl gibi’’ (3) demekte çok, çok haklıdır Mütefekkir Salih MİRZABEYOĞLU. Takdir edersiniz ki rüya/rüyalar, an itibariyle gerçek olandır. Evet, an itibariyle gerçek olan rüyamızı, daimî olarak gerçekleşmesi için bıçak altına yatan İsmail olduğumuzu dostlar işitsin; düşman zaten biliyor. Şimdi, buyurun kaldığımız yerden devam edelim.

Evet, yarın değil hemen şimdi prensibimiz gereği büyük bir azim ve sebatkâr kararlılığımızla başlayalım emeklemeye. Sarp dağları aşacağız ve ıssız çölleri geçeceğiz. İslâm’ın izzeti ve Türk vakarımızla yürüyeceğiz; Katil Çin’in, Kızıl Çin’in üzerine, üzerine. Bu Rahmanî yürüyüşümüz ve mücadelemizin sonu…1250 (Bin iki yüz elli) yıl önce Çin’in kuruluş başkenti Şian kentinde yapılan ve hâlen daha sapasağlam bulunan Qing Zhen Si / Büyük Doğu Mescidi’nde bayram namazı kılmakla taçlanacak inşallah. Zahmetsiz rahmet olmayacağı için çalışacağız, çalışacağız, çalışacağız. Hilekâr halüsinasyonların yerine aklî, gerçekçi, ayağı toprağa basan pratik düşünce ve aksiyonlarımızla adım/Adımlar atarak yürüyeceğiz.

Çin, dışarıdan bakıldığında yekpâre bir ülke zannedilse de gerçeğin rengi tamamen zıt yöndedir. Zaten, sarı ve siyah bir akıl durumudur, renk değil. Amerika’nın taze su yankileri siyah, tatlı su yankileri sarıdır. Evet, elli altı etnik halk ve etnik halk sayısından daha fazla lisanın konuşulduğu, bölgeler arası ekonominin dengesizlik ile ÇKP/Çin Komünist Parti yönetiminin dört aşiret arasında paylaşıldığı ve halkların silah zoruyla bir arada tutulduğu Kızıl Çin’i yekpare zannedenlere sadece ve sadece kahkaha ile gülmek geliyor içimden.

ÇİN; Han, Çinuo, Tibetli, Uygur, Miao, Yi, Zuang, Buyi, Koreli, Tung, Yao, Bai, Tujia, Hani, Dai, Li, Lisu, Ya, Dunganlar, Şe, Kaoşan, Lahu, Şuy, Dongxiang, Naşi, Çingpo, Tu, Dahur, Mulao, Çiang, Pulang,Maonan, Kelao, Sibe, Açang, Pumi, Nu, Rus, Evenki, Teang, Bao’an, Yugur, Çing, Tulong, Oroçon, Nanai, Memba, Lhoba, Moğol, Mançu ile Kazak, Kırgız, Salar, Tacik, Tatar, Özbek ve Hui gibi 56 etnik yapı üzerine kuruludur; Doğu Türkistan ile birlikte.

Bu folklorik izâh ve etnik fotoğrafta dikkat etmemiz gereken Kazak, Kırgız, Salar, Tacik, Tatar ve Özbeklerle din bağımızın, can bağımızın ve kan bağımızın olduğunu söylemek malûmun ilamıdır. Bizim, Çin coğrafyasında asıl dikkat etmemiz gereken ve yatırım yapmamız gereken ise aziz dostlarımız kıymetli kardeşlerimiz olan Hui halkıdır. Niçin? Hui ekalliyeti ile genelde din bağımızın, kültür bağımızın olması ve özelde ise çilekeş Nakşî sofilerinin çabalarıyla halen daha etkin ve aktiftirler. ÇKP yönetimine güçleri nispetinde reflekslerini sergileyip, tepkilerini gösterebilen ve yönetim üzerinde etkili ve aktif olan Hui halkının, tesir sahamızda olduğunu bir kenara not edelim. Kardeşlerimizi ve dostlarımızı tanıtmaya çabaladığım bu paragrafta, cazibeli mesafe bıraktığım Doğu Türkistanlı kardeşlerimizin durumuna bilahare değineceğim.

Uluslararası/Devletlerarası denklemler girift, diplomasi lisânı çetrefilli ve insan zihnini yorucu, yorucu olduğu kadar da yıpratıcıdır. Fazlasıyla yıpratıcı denklemlere başlamadan önce ilk teneffüs molamızı verelim; Tanrı Dağı vurun, vurun ha dinletisi eşliğinde, zencefilli çay içelim ve hisse alalım hikâyemizden.

Bir dükkân sahibi haraç ödemediğinde, mafya babasının gönderdiği fedaîleri dükkân sahibinden parayı basitçe almazlar; onlar, onun başına bir kaza, bir belâ getirirler. Böylece, diğerleri mesajı alacaktır. Global Mafya Babaları da aynı yolu kullanır ve kendilerini oldukça anlaşılır kılarlar. Bu tabiî ki mafya babasının paraya ihtiyacı olduğundan değil, kendi hâkim anlayışını ve güvenirliğini göstermek içindir. Global mafya babaları olarak; Amerika, Londra/Kraliçe, Fransa, Almanya olduğunu söylemeye gerek yok sanırım. Atlantik/Amerika ve Batı/İngiltere, Fransa, Almanya içinse güvenlik ve güvenirliğin mânâsı kendileri dışındaki ülkeleri kapsamaz. Güvenlik ve güvenirlik, kendilerine bağlı saldırı köpeklerinin ile ilgili kaygılarını ifade etmektedir.

Gezegenin haydudu olan Amerika; Dünyaya kan ve ölüm taşıyarak, barış ve huzur getireceğini iddia ediyor. Ne ironi ama… Bu ironi üzerinden şunu da söylemeliyim ki Kuzey Kore-Amerika krizi çok az türden şahit olduğumuz çok tutkulu bir hayali ve coşkun bir beklentiyi uyandırdığını gözümüzden kaçırmayalım; sonu tam bir fiyasko olacak olsa da. Bu fiyasko, bizim için tam bir fırsat olacaktır.

Bu fırsat, Amerika tarafından dayatılan “Bölgesel bir standart ile makul davranışları benimseme’’ mahkûmiyetine mecbur bıraktığı çeper ülkelerin, Meksika, Venezüella, Anadolu, Cezayir, Tayvan, Tayland ve Endonezya’nın direnci ve direnişi ile karşılaşma sürecinin başlamasıdır. Bu direnişte, şüpheli ülke konumunda olan ve tarihî vetirede/süreçte fitne-fesat merkezi olan Kâhire ekseninde sapkın bir din örgütlenmesine giden Endonezya’ya dikkat etmek gerekir. Endonezya’nın, boynundaki şüpheli levhasını iyi okuyalım, tedbiri ve ihtiyatı elden bırakmayalım.

Çeper ülkeler haricinde Amerika, Batı ve Çin’in başını ağrıtacak sahalardan biri de Güney Amerika’nın And Dağları silsilesindeki ülkelerdir. Venezüella’dan başlayıp Kolombiya, Ekvator, Peru, Bolivya ile Arjantin ve Şili arasından Patagonya’ya uzanan And Dağları’nda, Amerika’nın ABC’si olan ülkelerden A/Arjantin ve C/Şili hariç diğerleri Amerika, Batı ve Çin emperyalizmine karşı siper yoldaşlığı yapmamız gereken ülkelerdir.

Amerika ve Batı; Londra, Paris, Berlin hattı tarafından güçten yoksun bırakıldıklarını, kısırlaştırıldıklarını ve geleceklerinin karartıldığını anlayacak ve uyanacak, çeper ülkeler ve And Dağları sahasında şiddetli bir direniş doğacaktır; Amerika, Batı, Çin hattına karşı.

Amerika ve Batı/Londra, Paris ve Berlin’in; merkeze Anadolu’yu alarak Meksika, Venezüella, Cezayir, Tayvan, Tayland, Kolombiya, Ekvator, Peru ve Bolivya’yı kendisi için riskli gördüğünü ve varlığını tehdit edici ozon deliği olarak algıladığını görmeliyiz. Biz, ozon deliğini dikiş tutmayacak şekilde büyüteceğiz; ya hür vatan ya ölüm şiarıyla.

Müsaadeniz olursa, insan belleğini aşırı şekilde mecalsiz bırakan coğrafî denklemler, Çin özelinde küresel okumalarımıza kısa bir lâhza/ân ara verelim; önce İncir yiyelim, sonra Yağmurcu eserinde geçen bir kıssadan hissemizi alalım.

“Mevlâna Celaleddin Rûmî… Henüz 6 yaşındaydı… Doğduğu Belh şehrinde, birtakım küçük çocuklarla evlerinin damında oynuyordu… Çocuklardan biri ona teklif etti:

-Gel bu damdan karşı dama sıçrayalım!

Cevap verdi:

-Bu işi köpek de, çakal da, tilki de yapar. İnsanoğluna yaraşacak iş değil. Eğer canınızda kuvvet varsa, gelin sizinle göklere doğru uçalım!” (4)

Kıssada, özne olan hikmetin anlaşıldığına eminim. Şimdi, ihtiyatlı olmamız gereken noktaya ve dikkat etmemiz gereken hususlara, sonra makalemizin öznesi olan Amerika’nın kibirsiz ve kaprissiz sürtüğü Çin’e odaklanalım.

Amerika, Batı/Londra, Paris, Berlin hattının, kendilerine karşı gösterilecek direnişte kalabalıkların akıl dışı reflekslerini plânsız, projesiz tepkilerini karşılamaya hazır olduğunu söylemeliyim. Amerika ve Batı, kendileriyle sözlü sözleşme imzalayan çeper ülke yöneticileri ve hantal bürokrasileri ile Orta Amerika’daki şırfıntıları olan Kosta Rica eliyle kendisine yönelecek yerel vatanseverleri önce örgütleyip sonra paketlemeye hazırdır. Düşmanın, öfke zehirlemesine karşı şerbetli, ayrık otu beşinci kol faaliyetlerine karşı uyanık olmalıyız. Düşünce tarzımızı ve mücadelemizin usulünü çaşıt/hain, gammaz, öteki, düşmanın tahrikleri değil, bizim imânımız, geleneğimiz, örfümüz, ideolocyamız ve çağın remz-mihrak şahsiyeti olan Kumandanımızın irfan yemişleri belirleyecek.

Hatırlatma ve odak öznemizi beyan ettikten sonra meselemize dönebiliriz. Amerika’nın, verdiği ev ödevi: Kuzey Kore ile Güney Kore’nin birleştirilmesi dersine çalışan Amerika ve Batı’nın, kibirsiz ve kaprissiz sürtüğü olan Çin hedefimize, şuurlu yönelmeye devam edelim.

Devam edecek…

1-Necip Fazılla Başbaşa, sayfa:101, Salih MİRZABEYOĞLU

2-İBDA Diyalektiği, sayfa:21, Salih MİRZABEYOĞLU

3- “Adalet Mutlak’a” konferansı, Salih MİRZABEYOĞLU

4- Yağmurcu, sayfa:66, Salih MİRZABEYOĞLU

Kaynak: Adımlar dergisi

ÇİN PARAMPARÇA OLACAK -2-
Burhan Halid KOŞAN
25 Eylül 2017



KURTULUŞ İÇİN HÜRRİYET VE İFFETE DİKKAT EDİNİZ.

Seyyid Abdulhâkim El Hüseynî (k.s) böyle nasihat eyledi; Dünya ve ahiret kurtuluşumuz için. Bu nasihat kulağımıza küpe, sinemize nişâne, zihin dünyamızın hissesi oldu. Evet, hissemize düşen nisbetle ikinci Kızıl Çin / Sarı Çin yolculuğumuzda;

Hızır’a sırdaş olan Yusuf Hemedanî yârenimiz, Mevlâna’ya yol gösteren Kıpçak Türkü Şems-i Tebrizî (1) ilham veren Anka /Hümâ kuşumuz ola; inşallah.

Çalışmanın birinci bölümünde çevreyi kolaçan etmek, etrafı gözetlemek ve koltukta oturanları izlemek için değil, rüzgâr estirmek, tozu dahi olmayan asfalt yollardan yürüdüğümüzün farkındayız. Her ne kadar farkında olsak da birinci yazımızda olan malûmatları da yazma zaruretindeydik.

Bu yazımızda ise çiğnenmiş yolları terk edelim; biraz toz kaldıralım, biraz da patırtı çıkaralım. Bizler, tabiî olan sıratı müstakim yolda yürüyenleriz. Elbette ki, işgâl altındaki Dışişleri Bakanlığı’nın bit pazarı görüşlerini, fosil hariciye denklemlerini, bunak diplomatların çürümüş görüşlerini ve hantal bürokrasiyi işgâl eden hain gürûhlarının oturdukları yerden uydurdukları tezleri kabul edecek değiliz. Kısaca siyaseten çökmüş rejimin ve defnedilmesi için gün/ay/yıl sayılan düzenin pandomimlerine aldanacak değiliz. Evet, gerçekleri sadece gerçekleri yazacağız. Yarın değil hemen şimdi prensibimizle; mavi kalem yazsın, ben okuyayım.

Almanya ile Avusturya’nın birleşme temellerinin atıldığını ve arka odalarda kucaklaşma merasimlerinin başladığını fark edelim. Soğuk savaşın devam ettiği dönemde cerrahi ameliyatla birbirlerinden kopartılan “iyi kardeş” Güney Kore ile “kötü kardeş” Kuzey Kore veya iyi kardeş Kuzey Kore ile kötü kardeş Güney Kore birleşmesinin dayatıldığını görelim. Aynı şekilde, “Kızıl Çin / Sarı Çin ile birleşeceksin” tazyiki ile beraber kaba muamele, tehdit, şantaj, diplomatik baskı ve tacize maruz bırakılan, sahipsiz Tayvan’a acıyalım. Cazibeli mesafe bıraktığım Doğu Türkistan’ı unutmadan toprak yollar, çamurlu ara sokaklarda yürüyüşümüze devam edelim.

Birinci ve İkinci Dünya Savaşları üzerinden Dünya’yı kendi aralarında parselleyen, bölüşen ve menfaatleri istikametinde hisselere taksim eden Atlantik / Amerika ile Batı / Fransa, Almanya ve İngiltere’nin üçüncü paylaşıma geçtiklerini görmemek için ya kör, ya ahmak veya hain olmak zarureti vardır; Ahbes Rejimin hariciyesi gibi. Üçüncü paylaşım devrini başlatan emperyalistlerin, bando mızıkalı trampetlerine eşlik eden potin seslerini duymayan ve işitmeyen kaldı mı?! İhanetten başka hiçbir marifetlerine şahit olmadığımız vaftiz çocuğu diplomatların Atlantik ve Batı sokaklarında esrar satıcılığından başka hiçbir becerileri, marifetleri yok. Marifetleri olmadığı gibi ihanet üstüne ihanete devam eden hariciye efendilerinin vaftiz çocuğu diplomatları için kısa mesafe koşuyorlar demeyeceğim, o kadar az yürüyorlar ki, parlak derili rugan kunduralarının cilası bile tozlanmıyor. Türkiye içinden Ermenistan’a açılması düşünülen koridor ve aynı koridorun hemen yanından Akdeniz’e açılması düşünülen ikinci bir koridorla parçalanma hesaplarının yapıldığını da söyleyemezler. Atamalarını yapan ve iplerini elinde tutan Londra / Kraliçenin müstahdemi, Batı / Bâtılın hizmetkârı olan vaftiz çocuğu diplomatlar, berrak gerçekleri seslendirmez / seslendiremezler.

Bayım! Biz, kediyi, kedi diye adlandırdığımız gibi haini de hain diye çağırırız.

Bayım! Bizler, zeki insanlar ve kalp sahibi olan İBDA müntesibi olarak sorudan önce cevabı gördüğümüzün farkına ister varın, ister varmayın; artık umurumda değilsiniz.

Beğenilmek gibi bir derdim yok.

Alkış almak için popülist davranacak, Halk dalkavukluğu yapacak durumum da yok. Gerçekleri görmekten korkan bir kötüyse, gerçekleri gördüğü hâlde, bildiği hâlde saklayanlar daha kötüdür.

Kızıl Çin, Uzak Doğu ve Asya kıtasında Amerika’nın sürtüğü olduğu gibi kendisine uygulanan ‘’Dönüştür, dönüştürsün’’ prensibince mutasyona uğrayan bünyesinin gereği çevresinde yer alan Kamboçya, Vietnam, Malezya, Endonezya, Singapur, Burma gibi otoriter bir yönetim tarzı ile idare edilseler de nihayetinde bugün ihracata dayalı kapitalist büyüme stratejisini benimsediklerini görüyoruz / görebiliyoruz. Allah aşkına kapitalist büyüme stratejisini benimseyen Çin, Hindistan, Kamboçya, bugünkü Vietnam, Malezya, Endonezya, Singapur, Burma, gibi ezik savaşçıların Batıya kafa tutabileceğine inanmak akıl işi midir?!

Kızıl Çin / Kâfir Çin üzerine yaptığımız şuurlu yürüyüşümüz, çiğnenmiş yolların dışına tam çıkmadan önce müsaadenizle kısa bir çay molası verelim. Murat BELET beyin seslendirdiği, “Kül Eyle” ezgisini dinlerken kıssadan hisse alalım.

QUİ EST ALİSOLDA? WHO İS ALİSOLDA? ALİSOLDA KİMDİR?

Turan mülkünün emiri kudretli Emir Timurlenk üç yahut altı yaşında iken, Türkistan’da Budizm ile birlikte Suriye uru Nestorius / Nesturiler ve Vatikan merkezli Franciscus Rahiplerinin sapkın öğretilerini yayan misyonerlik çalışmaları çok güzel bir olayla sonlandı. Alisolda adındaki Türk alpereni, hâkimiyeti ele geçirerek Budist, Nestourius / Nesturi ve Vatikan merkezli Franciscus rahiplerine destek veren sarı Uygur kâfir hükümdarını ailesiyle birlikte yok etti. Kâfir hükümdar ve ailesi yok edildikten sonra kâfir unsurlara bağlı olanların da hepsinin öldürülmelerini emreden fermanıyla çok çok güzel şekilde başladığı işi harikulade şekilde neticelendirdiğinde tarihler 1339-1402 arasını gösteriyordu. Alisolda, vatanımız Türkistan’ı saran Budizm, Manihaizm, sapkın pagan öğretileri, Suriye uru Nesturileri ve Vatikan destekli Franciscus rahiplerinin taraftarları ile birlikte hepsinin kaybolmasına sebep oldu. Kaybolmanın ne olduğunu anlamışsınızdır!

Meselenin verb / fiili anlaşılsa da ben, anladığım özneyi yazayım. Alisolda, meselesinin öznesi, Vahyin / Müessir Eser olan Allah Resulünün / Ehli Sünnet / Türk Gerçeğinin zapt edilemeyeceği hakikatidir.

Şimdi, ana güzergâhımıza dönelim ve bahsimize devam edelim. Kızıl Çin / Sarı Çin meselesi ile birlikte kuşatıcı fikir edinebilmemiz için Çin’in siyasî, sosyal ve ticarî ilişkilerde bulunduğu sınırı olan veya olmayan ülkelere ve komşularına kısa kısa değinmek mecburiyetindeyim.

Hindistan, tarihte barış severlikten, düşmanlarına vaaz ve nasihatle tesir edebileceğine inanmaktan başka bir numarası olmamıştır / olmayacaktır. Pasif olmakla temeyyüz eden Hintlilerin ikinci dünya savaşı sonunda Dünyanın aldığı yeni pozisyonlar neticesinde meccanen / bedavadan özgür kalmalarını, Gandi’nin tahta kılıç siyasetinin neticesi zannediyorlar.

İran, Batının siyasî ve ekonomik düzenini alaşağı etmekten çok Batı / batıl ile işbirliği yoluyla uzlaşarak bölgesel güç olmaya odaklanmaktadır.

Bu süreçte Katolik nikâhı kıyarak birliktelik yaşadığı Amerika ile meşru olmayan bir ilişki içinde olduğu yetmezmiş gibi menfaat ilişkisine dayalı olarak Amerika’nın, Orta Doğu’ya giriş kapılarını açtığını görmeliyiz. Aynı İran’ın, Çin ile mut’a nikâhı kıyarak Güney Doğu Asya’da kendi faşist ırkçılığına destek bulmak için etki alanı oluşturma çabaları başlı başına bir bahis. İran’ın, uluslararası alanda söz sahibi olmak için sıcak alanlarda kullandığı etkili enstrümanlardan biri de terörist guruplara verdiği destek ve uluslararası vekâlet savaşlarında uzantısı olan silâhlı unsurlarıdır. Kerkük vilâyetimizde, 170 kültür enstitüsü ile birlikte ağır silâhlarla donattığı on / 10 silahlı unsuru işin vahametini anlatmaya kâfidir.

Sıra geldi, EMS / Endonezya, Malezya Singapur hattının röntgenini çekmeye. Kapitalizm ve demokrasi ile terbiye edilen bu bölge belki de Ehli Sünnet olan son savaşçılarının son temsilcilerini görüyor diyebilirim. Batı / Batıl ile çatışmaktan ziyade pazarlık eden halk katmanları oluşturulduğu için. EMS ülkelerinden bilhassa Endonezya, İslâmiyet’in kültürel ananeleri itibariyle zayıf, beşeri hikmetlerden yoksun ve diğer İslâm halklarıyla olan rabıtası eskiden beri gevşektir. Bu durumda Endonezya ile Malezya’nın kırılgan yapıları sonucu Budistlerle bağdaşmaları halinde tehlike lokal olmaktan çıkarak Müslüman halklar için umumî bir tehlike arz edecektir.

EMS ülkelerine ek olarak Tayland için de bir parantez açmaya mecburum. Tayland’ın, Malezya’ya sınır olan bölgelerinde yaşayan Malay halkı bulunmaktadır. Tarih boyunca fitne merkezi olan Kahire / Ezher, sapkınlık ve terörünü bu bölgeye de ihraç ederek sapkın bir din anlayışı ile hareket eden ASKABAYAK adlı örgütün filizlenmesine sebep olmuştur. Sonuç olarak Endonezya ve Malezya’da etkin olan kahire fitnesini Singapur’da da görebiliyoruz.

Bu bölgede yaşayan Türk kardeşlerimizden aldığımız güncel olan yerel bilgiler demetini, bilgilerinize arz edeyim;

“Müslüman olan Malayların, Müslüman olmaktan utandığını, lezbiyenliğin moda, kulanparalık / Luticilik denen illetin yaygın, hırsızlığın normal, fuhşun övüldüğü ve mazrufu olmayan bir din algısının hüküm sürdüğünü” söylemektedirler.

Çiğnenmiş yollarda yürümeyeceğimizi baştan söylemiştik. Bu minval üzere hareket edeceğimiz de tabiîdir. Birinci yazımızda, Lâtin Amerika üzerinden Çin üzerine yaptığımız derleyici bakışımızın yerine bu yazımızda ise, genelde Güney Doğu Asya bölgesini izâh ederek meselemizin merkez üssü olan Çin çekirdeğine yürümeye çalıştığımızı fark etmişsinizdir. Çin odaklı yazımıza devam etmeden önce Atilla YILMAZ tarafından seslendirilen ‘’Kerkük Destanı’’ dinletisi eşliğinde küçük bir hatıramı yazayım; müsaadenizle.

Çocukken, kulaktan kulağa oyunu oynardık. Bilmem, siz de bilir misiniz?

Oyun kurucu, ilk çocuğun kulağına bir söz yahut bir cümle fısıldar, sonra çocukların art arda birbirlerinin kulağına fısıldamasıyla devam eder. Son oyuncunun dilinde doğru veya tamamen çok farklı bir şey çıkabilir. Bilgilendirme de bir bakıma kulaktan kulağa fısıldama oyunudur.

Çin, Amerika’nın verdiği izinle petrol için İran ile anlaşmalar imzalarken petrol dışında kalan ham maddeleri ise ağırlıklı olarak Moğolistan, Kırgızistan ve Afrika kıtasının ülkelerinden temin yoluna gitmektedir.

Çin ile bağlantılı ülkelere değinmişken birkaç cümle ile de Çin-Türkiye ilişkilerinin serencamını izaha çalışalım.

Hiçbir trenin vagonu lokomotifi geçemez; bu bir kuraldır. Bu açıdan vagon ülke olma yanında çeper ülkelerden olan Türkiye, takip ettiği lokomotif Atlantik / Amerika ve Batı / Almanya, Fransa, İngiltere kılavuzluğundan dışarı çıkamayacağı için Çin ile ilişkilerinde de lokomotif ülkelerin takip edeceği siyaseti takip etmeye mahkûm ve mecburdur. Siyasî, içtimaî ve iktisadî açılardan halkımızın meclisini mesken tutan karanlık mahlûkların cenabet kirliliği, görüntü kirliliğine sebep olduğu gibi Çin özelinde Güney Doğu Asya ve Uzak Doğu görüntümüzü de bulanıklaştırıyorlar. Allah, güzel vatanımızı cennete denk yarattı. Dünyanın geri kalanı ile olan bu eşitsizliği de iblisin düdüğü olan putperest politikacı şeytanları başımıza belâ ederek giderdiğini söylemekle, haddi aşmamışımdır inşallah.

Aziz dostlar, kıymetli kardeşlerim ana konudan uzaklaşmadım. Sadece tali yollar ile Çin bağıntısını dillendirmeye çabalıyorum. Merkezden çevreye değil çevreden merkeze metodu ile Çin / Pekin yürüyüşünü tercih etmeyi uygun buldum. Bu şekilde hem bölge ülkelerine merhaba, hem de birbirleriyle olan alakalarından dolayı daha sağlıklı bakış elde edebiliriz.

Dostluğun az, düşmanlığın çok olduğu bir gezegende yaşadığımızı unutmayalım. Ve unutmayalım ki vahyi / Müessir Eser Allah Resulü / Ehli Sünneti desteklemek Rabbin askeri, şeytanı desteklemek ise iblis olmayı getirir. Biz, tüm kalbimizi imân ettiğimiz Vahiy / Doktriner İslâm / Müessir Eser olan Allah Resulü’ne / Ehli Sünnet /İBDA ve aziz Türk milletinin beşeri hikmetlerine vermeliyiz. Kurtuluşumuzun kesinlikle ikinci bir yolu yok.

Tâli yollardan sonra yeniden Çin öznesine odaklanalım. Evet, Kızıl Çin / Sarı Çin denildiğinde ister bir lisan / dil, ister belirli bir kültürden bahsediyor olun, aslında Çin diye bir şeyin gerçekte olmadığıdır. Çin kavramı altında toplanmış çok sayıda lisan / dil, kültürel olarak kırk yamalı ve birbirinden tamamen farklı halklar olduğu gerçeğidir. Bu gerçek Çin’in umudu ve tehlikesi olmaktadır. ÇKP / Çin Komünist Partisi, ülkede meydana gelen ve olan bitenleri tamamen kontrol altında tutamadığı gibi uluslararası ilişkilerde de hükmü geçerliliği olan bir yapısı yoktur. Soğuk savaş döneminde BM / Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde sahip olduğu koltuktan atılarak, Tayvan oturtulmuştur. Daha sonra Nixson, Çin’i diplomatik olarak tanıdığında, BM daimi koltuğunda oturan Tayvan, global / küresel mafya babalarının dayatmasıyla misafir sanatçı sandalyesini Pekine devretmek mecburiyetinde kalmıştır. Bu misâl dahi Çin’in, küresel oyun kurucu olmaktan ziyade çekirdek yapısında saklı uzlaşıcı genetik kodlarını ele vermeye yeterli olsa gerek.

Devam edecek

1-Şems-i Tebrizî’nin türbesi İran’ın Hoy şehrindedir. Hoy şehri, Kırşehir de türbesi olan Ahî Evran’ın da doğduğu Batı Azerbaycan şehridir.

Kaynak:Adımlar dergisi

ÇİN PARAMPARÇA OLACAK- 3
Burhan Halit KOŞAN
11 Ekim 2017



ADALET VE İNSAF ÖĞREN

Horasan erenlerinden Molla Cami, böyle buyurdu. Bünyemizi kuvvetli, irademizi güçlü, zihin dünyamızın kıymetli olmasına vesile olanlardan Molla Cami için bize düşen vazife, rahmet ile yâd etmektir. Bu meyanda;

Derinliği katığımız, erdemleri satırımız, anlayışı belleğimiz, yaşantısı görevimiz, sofrasının kırıntısı bereketimiz olsun; Çin seferimizde.

“Çin Paramparça Olacak”, makalemize başlamadan önce kıymetli okuyucunun affına sığınarak, güncel olan, gündemde olan birkaç hususa değinmek istiyorum.

Atlantik ve Batı ile ittifak halinde hareket etmeyi menfaatine uygun bulan ve bu yolda yürüyen Çin özelinde cümle emperyalistlere karşı başarılı olabilmemiz için şoför zihniyetiyle yönetilen kokuşmuş düzenin, çürümüş rejimin, topal hükümetin zihniyetini terk etmemiz gerekiyor. Bu açıdan, meseleleri berrak bakan bir gözle değerlendirmemiz gerekmektedir. Bundan dolayı “Stratejik ahmak”, miyop ve daracık zihinli kadrolu hariciye hainleri gibi vakaları değerlendirmeyeceğimiz tabiidir. Önce kısa bir Türkiye ahvaline değinelim; sonrası Çin.

Çok yakında Çin, Japonya, Kore (Vietnam, Malezya ve Endonezya’yı ise destek kıtası olarak ) Basra körfezi üzerinden intikal edecek postallarıyla Türkiye sınırında nöbet tutmaya başladıklarını görürsek şaşırmayalım. Her ne kadar Türkiye ile alakalı yazı yazmama kararı vermiş olsam da şartların zaruretinden dolayı küçük bir paragraf açmaya mecbur kaldım.

Asya ve Avrupa kıtasında Türkiye dışında hiçbir ülke, çok büyük bir tehlike veya hayallerin çok ötesinde zenginlik sunacak bir fırsat ile karşı karşıya değil. Hiçbir ülke Türkiye kadar yıkıcı veya yapıcı bir rol de oynayamaz. Bu rol, istemek veya istememekle alakalı bir durum olmayıp. tarihi vetirenin/sürecin bir rol seçimine zorlamasıdır. Yaptığı, yapmadığı, yapamadığı, korkusu, cesareti, hoşgörüsü, cehaleti, bilgeliği, iradesi veya iradesizliği ile tarihin mahkemesinde yargılanacak. Sonuç itibariyle, tarihin kırılma noktası gerçekleşecek. Türkiye, vereceği karar ile ya Doğu ile Batının topyekûn savaş karar vericisi olarak adalet nizamının tesis edici namzedi, yahut küresel sistem kurucularının verdiği karara uygun davranan uslu çocuk olarak daraltılmış alanında yaşamaya devam edebilir. Argo tabirle, gezegenin “eziği” olarak yaşamaya mecbur kalır.

Bu gerçekleri söylerken maksadım korku hastalığını yaymak değildir. Aksine gerçeği çıplak gözle izah edebilme gayreti olarak görülmesi ve tedbirini alarak olacaklara hazırlıklı olmamız gerektiğini hatırlatmaktır.

Tarihin kırılma noktalarında yaşadığımız bu süreçte Türkiye, vereceği kararla ya karanlık bir gelecek ya görkemli zaferler arasında tercihte bulunma arasındadır. Milletimiz, tarihinin kurultaylı günlerinde vatan hizmetini dün Bilge KAĞAN’a nasıl verdiyse, tarihi kurultay günlerini yaşadığımız bugünlerde de vatan hizmetini KİM’ e vereceğini çok iyi bilir.

Türkiye’nin sevimli ve iyiliksever rejimi Amerika’nın yönlendirmesiyle etnik kürtçülere/bölücülere akıl hocalığını yaparak kurulacak etnik kürtçü devlet üzerinde etkili olması istenmekten ziyade Türkiye’nin, etnik kürtçü devleti koruması, kollaması ve hamisi olması gerektiği dikte edilmektedir.

Hariciye ekâbirleri ile kadrolu alçaklar karşısında ses çıkarmayan ahlaksız yöneticilerin öğrenmesi gereken, öğrenmemek için direnirlerse de defolup gitmelerini gerektiren gerçek şudur; edepsiz savaşarak, zafer kazanmayı kafasına kazıyan Atlantik/ Amerika ile Batı/Londra, Paris, Berlin karşısında uslu çocuk olmanın sonu parçalanmayı getirir.

Karşımızda ahlakî duruşu ve erdemli davranışı, zayıflığın eş anlamlısı, acizliğin benzeşiği olarak gören küresel mafya çetesi olduğunu unutmayalım. Atlantik/Amerika ile Batı/İngiltere, Fransa, Almanya merkezli “global mafya” çetesinin asalet barındırmayan bu anlayışları için Üstad Necip Fazıl Kısakürek’in ‘’çukur’’ tabirinden daha münasip bir sözcük bulamıyorum. Türkiye ile alakalı not ve yazı yazmama kararı vermiş olsam da mecburiyetten dolayı açtığım bu paragrafı sonlandırarak aslî yolumuza dönelim.

Çin, soğuk savaşın bakiyesi olarak barışın sağlanmasından dolayı Amerika ile Batı/Londra, Paris, Berlin’in payına düşen kâr hissesidir. Çin, dün Rusya’nın maşası olarak bugün ise Amerika’nın maşası olarak iş görmektedir. Size, çok kolay anlaşılabilecek numunelik bir izahla anlatmaya çalışayım:

Dün, soğuk savaş döneminde İngiltere, Fransa, Berlin ve Japonya’yı Güney Doğu Asya üzerinden vurmayı planlayan Rusya’nın planı, şu anda aynı bölge üzerinden Rusya’nın kendi içinde ikinci defa parçalanması üzerine tatbik edilmektedir; Atlantik ve Batı tarafından. Bir nevi bumerangın döngüsü diyebiliriz.

Amerika, bazı işlevlerini,bir kısım vazifelerini bazı ülkelere taksim ederek üçüncü emperyalist paylaşımda avantajını muhafaza etmeye çalışmaktadır; sinema sektörünün Hindistan’a, insanî yardım adı altında batı/batıl adına Türkiye’ye yara bandı vazifesi verilmesi ile ucuz İşçilik sebebiyle üretimin Çin’e ihale edilmesi örneklerinde olduğu gibi. Hakeza, bazı ülkeleri de yeni kural/kanun koyucular adı altında kafakola alarak kandırmak istiyor. Güya kanada yerine Brezilya, Japonya yerine Çin, Londra yerine Hindistan, Berlin yerine Rusya, Paris yerine İran’a göz kırparak yeni fırıldaklıklar çevirmektedir.

Rusya, takdir edilesi refleksleri ile tepki göstermektedir. Amerika’nın yanıltıcı lisanına aldanmayan Rusya, gücü nispetinde oyun bozuculuk etmekte çok haklıdır. Rusya/Putin, menfaatine ilişildiği yerde çıngar/ağız kavgası veya sahada ateşli silahlarını çıkarmakta bir an bile tereddüt etmedi/etmiyor/etmeyecek olması da takdire şayandır.

Müsaadeniz olursa, kısa bir mola verelim;‘’Kerkük zindanı’’ türküsünü seslendiren Kıraç’ı dinleyelim;Kıssadan, hissemizi alalım.

Eğrileri doğrultmak… Bu hususta takip edeceğimiz usul, berberin önüne oturup ‘’sakalımdaki beyaz kılları ayıklasana!’’ diyen adama, berberin verdiği misalindedir… Berber bakmış ki adamın sakalındaki aklar siyahından fazla, bir tutam kesip önüne koymuş ve şöyle demiş:

— ‘’ Al kendin ayıklayıver, benim işim var! ‘’

Bunun gibi, tek tek yanlışları gösterme yerine işin aslını ve esasını göstererek yanlışların toplamını açık etme ve tek tek ayıklama işini de sahiplerine havale etme usulü!… (1) ile hareket ediyorum.

Evet, ülkeleri parçalamak için kaos matematiğinin, Müslüman halk kitlelerinin toplu ölümleri için buhran ekonomisinin uygulandığı ve tatbikata geçildiği Kaliyuga/karanlık bir çağ diliminde yaşıyoruz. Aklımız ve kalbimiz üzerindeki kontrolü kaybetmeyeceğiz. Öfke zehirlenmesine karşı sabır panzehriyle düşünecek ve sebatkâr şekilde hareket edeceğiz. Doktriner İslâm/Müessir eser/Ehli Sünnet hizmetkârı, Aziz Türk milletinin Bilge kağanı veya Bismarck’ı olan MİRZABEYOĞLU başta olmak üzere gönüldaşlara karşı İhmal ve yanlış yapma günahı işleyen ahbes rejim ve emir aldığı Batı/Batılı rejimlere karşı Adımlar/adımlarımızı dikkatli atmak mecburiyetindeyiz. Konudan uzaklaştığımın farkında olsam da bu hatırlatmayı yapmak mecburiyetindeydim.

Çin, Amerika’nın gündüz şırfıntısı olarak (gece sürtüğü ise Arabistan’dır) tetikçiliğini yapmaya hazır ve nazırdır. Çin,bu tetikçiliğin karşılığı olarak ne alacak? Çin, milliyetçi Tayvan’ın kendisine teslim edilmesi halinde değil Kuzey Kore cumhuriyetini, Jüpiter gezegenini bile vermeye hazır. Çin, Amerika tarafından ablukaya alınan Kuzey Kore cumhuriyeti meselesini çözümsüz bırakmaktan veya diplomatik kilitleme yönteminden ziyade Amerika’nın adına çözüme yardımcı olan başka bir yolu temsil ettiğini söyleyebilirim.

Çin üzerinden Rusya’nın tekrar parçalanması için çabalayan Amerika, ikinci yol olaraksa Ukrayna’yı kullanmaktadır. Ukrayna, tarih boyunca Batı/batılı bölücü virüslerini taşıyan postacı rolü oynamaktan başka bir numarası olmamıştır/olamaz da.

Müsaadeniz ile kısa bir lahza dinlenelim ve denizci düğümü atmadan önce Münevver ÖZDEMİR hanımın seslendirdiği bir Kerkük türküsü olan ‘’Felek sen feleksin’’ dinleyelim; Kıssadan hisse alalım.

Avrupalı bir dilenci İspanya’da bir Türk cafe’ye gider. Oradaki Türklerden biri, Avrupalı dilenciye biraz mangır/para verir. Yan tarafında oturan bir mümin sorar, ‘’Allah bu sadakanı kabul eder mi dersin? ‘’ Para veren Türk şöyle cevap verir: ‘’Yoksul kılıklı birinin kim olabileceğini hiç kimse bilemez’’ Evet, temkinli olmak, tedbirli olmak son derece doğal olsa da unutmayalım ki bize düşen inancımızın gereğini yapmaktır.

Doğu Türkistan, kanayan yaramız olsa da hissilikten uzak kalarak çözüm bulabiliriz. Çin, 56/elli altı ekalliyeti ile ayrışma, çatışma ve çözülme sürecinde iken elini kuvvetlendirecek, bölünmesini geciktirerek çimento vazifesi görecek iç düşman/iç hedef olarak Doğu Türkistan’ı hedef tahtası/Nişan tahtası haline getirici olmaktan kaçınmaya özen göstermeliyiz. Durumumuz ve halimiz gerçekten hiçte gül pembe değil. Bu iyi dileğimden yararlanıp, yararlanılmayacağını bilmiyorum. Bana düşen Adımlar ritmine uygun bir gayret ile ceht etmektir.

Bir tarafı cehennem olan Deccal’in diğer tarafının ise sanal cennet olduğunu ve insanları sanal cennet tarafı ile aldattığını unutmamak gerekir. Amerika ve müstahdemi olan Çin, insanları/toplumları sanal cennet tarafı ile aldatıyorlar. Amerika her ne kadar Milliyetçi Tayvan için güvenlik garantisi vermiş olsa da şu an oynadıkları oyunun adı “ver Kuzey Kore’yi, al Tayvan’ı” oyunudur. Anlayacağınız iyi aktör, kötü aktör rolü ile aldatmanın dayanılmaz çekiciliğiyle hareket ediyorlar.

Atlantik/Amerika ile Batı/Londra, Paris, Berlin İkinci Dünya savaşından sonra Asya ve Asya halklarının geleceği hakkında iktisat, siyaset, din ve ahlâk bakımından ele almaktadırlar. Allahsız din, dinsiz ahlak ile hareket eden bir Doğu dünyası ve bir Asya kıtası arzuladıklarını söyleyebilirim.

Atlantik/Amerika ve Batı/ Londra, Paris, Berlin ile birlikte hareket ederek parçalanmamaya çalışan Çin, farkında olsun veya olmasın çok yakında kendi içinde Paris Çinlileri, Berlin Çinlileri, Londra Çinlileri diye ayrışmaya başlayacak. Kendi içinde 56 ekalliyet barındıran Çin, dış kültüre açılması ve İngilizce konuşanlarının sayısındaki artışında etkisiyle önüne geçemeyeceği bir ayrışmayı tetiklediğini, parçalanmasıyla birlikte farkına varacağını, izleyecek, seyredecek, göreceğiz.

Sonuç itibariyle İçinde yaşadığımız bu Kaliyuga/ karanlık çağda, yönü şaşırmak ve denklemleri şaşı gözlerle okumak moda olsa da biz, moda olan bu kurala uymayacağız. Pireye kızıp yorgan da yakmayacağız. Sahip olduğumuz bilgi, şuursuz öfke nöbetlerine değil, aziz milletimize yol gösterici kılavuzluk etmemizi gerektiriyor. Hürriyetin bir defa değil her daim kan ile beslendiğinin şuuruyla, korku karşılığı barış için şerre ve suç işlemeye yol açan küçük günahlara ortak olmayacağız; Barış için soylu bir savaşla büyük sevaplar kazanmak için yaşayacağız; siyasî ve sosyal hürriyet güçlülerin ve bilinçlilerin imtiyazıdır diye inanıyorum.


*Salih MİRZABEYOĞLU: Yağmurcu/ Sayfa:240

Kaynak: Adımlar dergisi

Burhan Halit KOŞAN: ÇİN PARAMPARÇA OLACAK -4- SON
14 Kasım 2017



TÜRK MİLLETİ, CİHANA HÂKİM OLMAK İÇİN YARATILMIŞTIR!

Vahdaniyet silsilesinin erdemli ve edeplisi, Yeniçeri’nin isim babası, Türk milletinin bilgesi, Pirimiz Hacı Bektaş Veli böyle buyurdu. Biz de “Hû” çekelim gönüldaş, “Hû” çekelim erenler, el alıp pirimizden, yola revan olalım. Gayret bizden, himmeti ve bereketi Hünkâr Hacı Bektaş Veli’den.

“Tilki Günlüğü” eseri veya “Ölüm Odası” ile alâkalı bir yazıya niyetlensem de Çin üzerine başladığımız makaleyi bitirmeye karar verdim. Fütürist bir yaklaşımla, “Çin Paramparça Olacak” makalemizi yazmak için kendimi paraladığım, satırlarımın temelini ve omurgasını oluşturduğumuz üç yazıdan sonra sıra geldi hüküm ve mühür kısmına.

Gerçek dünyanın dikkatini çekebilmek için bir özellik gerekir. Bu özellik de, doğru ve yanlış olmaktan ziyade söylenenlerin uygulanabilir ve insan ağzında acı kahve tadı bırakan cinsinden olma zaruretini gerektirir. Bizler, Adımlar kadrosu olarak açık görüşlü ve aydın ruhlu insanlarız; bu günün hakkını verme gayretimiz, geleceği inşâ hedefimizden kaynaklanıyor. Savaş taciri Batı ve Atlantik’in mitlerini dağıtmakla birlikte yarının dünyasını inşa etmek için Başyücelik Devleti hedefli çaba ve gayret sarf ediyoruz. Çabamızın zafer ile neticelenip neticelenmeyeceği Allah’ın takdiridir.

Mir’imizden, “Kuklalar, kukla oynatanlar, şanlı mankenler”(1) başlığı altında üç çeşit devlet başkanı olduğunu öğrendik. Bu öğrendiğimden yola çıkarak şunu söylemeliyim ki “Kuklalar” cinsinin ete ve kemiğe bürünmüş hâlini tasvir edecek devlet reislerine numûne olarak kesinlikle ve kesinlikle tüm Çin devlet başkanları dâhildir diyebilirim; Mao hariç.

Orta Doğu yöresinde başlatılan ve hâlen devam eden rejim değişikliği ve sonrası kaos plânlamasını yapan Amerika’nın, aynı şekilde Uzak Doğu bölgesinde de rejim değişimleri ve çatışma sonrası kaos / kargaşa ortamının hazırlık safhasından uygulama aşamasına geçtiğini söyleyebilirim. Bu noktada şunu belirtmeye mecburum: Amerika, gevşek Batı ülkelerinin –İngiltere, Fransa ve Almanya–, işleri ne kadar ileri götürebileceğine yahut ne kadar süreyle sürdürebileceğine dair fikirlerinin olmadığını bilmektedir. Batı –İngiltere, Fransa ve Almanya– ileriye dönük olarak kırıntıların peşine düşerken Amerika ise işleri ne kadar çığırından çıkarırsa, ne kadar kötüleştirirse yapmak istediği dönüştürme ve etkinliğinin de aynı oranda artacağına inanmaktadır.

Amerika, kirli savaş ve kişiye özel savaş açma tekniklerinin ikisini de kullanmaktadır. Bu durumu görmemek, ya ahmak yahut Amerika’nın paralı askeri olmayı gerektirir. Amerika, Kuzey Kore liderine karşı, kişiye karşı özel savaş tekniklerini uygulamaktadır. Eski siyah-beyaz kovboy filmi izleyenlerin çok iyi bildiği bir sahne vardır. Sahneyi hatırlarsak, ‘‘Aranıyor: Ölü ya da diri’’ tarzı propaganda ile yapılan savaş tekniğine, kişiye karşı özel savaş tekniği denmektedir. Bu eski bir teknik olsa da oldukça kullanışlı ve insan algılarını aldatan bu tekniğin, hâlen daha geçerli olduğunu görmeliyiz. Mevcut rejimin bugüne kadarki uygulamaları başta olmak üzere Müslüman halkları yöneten bütün kukla rejimler, zulümlerini ört bas etmek ve zalim yönetimlerine muhalif olanların hangi görüş mensubu olduğunu ayırt etmeksizin “vatansever inanan” kimlik sahiplerine karşı karakter cinayeti veya itibar suikastları ile öldürme tekniğinin uygulandığını söylemeliyim. Bu netameli konudan uzaklaşıp kendi konuma döneyim.

Evet, Amerika’nın, Orta Doğu’da başlattığı kirli savaşın –toplulukları, halkları yok etme savaşının– tıpatıp benzerini veya daha vahşi şeklini Uzak Doğu bölgesinde de uygulamalı olarak göstermenin arzusu ile hareket ettiğini görmeliyiz. Buraya kadar olan anlattıklarımın Çin ile doğrudan olmasa da dolaylı olarak ilişki ve irtibatlı olmasından dolayı yazmaya mecburdum. Çin’i, ucuz döviz kuru üzerinden kapatmak için yıllardır çalışan Amerika’nın, ucuzdan da öte tamamen boş beleşe kapattığını söylemeliyim. Bu tespit, bazılarına şaşırtıcı gelse de ben gerçek olanı, realiteyi söylüyorum.

Müsaadeniz olursa, “Neomavi” tarafından bestelenen ve seslendirilen “Sakarya Türküsü” dinletisi eşliğinde Fransız ressam Decamps ile Parisli bir yurttaşımızın, konuşmasına kulak verelim.

Fransız ressam Decamps, yağlı boya portre çalışmalarından birini görüp, Türk olup olmadığını soran bir kişinin sualine şu karşılığı verir: “Beyefendi, bir Türk’ün güzel yüzünü, kuvvetini, pırıltılı kostümünü, zarif tavırlarını, kibar gülüşünü, aslanca kükreyişini fırçayla göstermek mümkündür. Fakat pek güç olanı, Türk’ün özünü göstermektir. Bu öz ay ışığı gibi görülür fakat gösterilemez.”

Evet, kıssadan alınması gereken hissenin anlaşıldığına inandığımdan dolayı ben, Çin konusuna döneyim.

Evet, Çin, Amerika ile beraber dans ve vals yapmaması halinde Amerika tarafından kendine bahşedilen dış yatırım hedefi olma statüsünün elinden alınacağının ve kendisine bahşedilen bu ayrıcalığını kolaylıkla kaybedeceğini bilmektedir.

Amerika, Çin ile olan ilişkilerini: “ne seninle, ne sensiz” prensibine göre şekillendirmektedir. Kuzey Kore ve Uzak Doğu’nun güvenliği söz konusu olduğunda birinci prensibi ile hareket ederken ilişkinin şekli ekonomik ise bu defa ikinci prensibine göre hareket ederek, Çin olmadan da yaşayabilirim demektedir. Güvenlik derken, Amerika, kendi sömürücü menfaatlerini korumak için adalet talep eden güzel ülkeleri yola getirmek, Pentagon ve Beyaz Saray’ın emriyle uygulanan terör faaliyetlerini ört bas etmek için istismar ettiği bir kelime olarak anlamalıyız.

“Arı Kovanı” projesiyle Orta Doğu yöresini, Irak üzerinden kan gölüne döndüren Amerika, şu anda ise kötü aktör olarak propagandasını yaptığı Kuzey Kore bahanesiyle de Uzak Doğu bölgesini kan denizine çevirme arzusuyla hareket etmektedir.

Mesele karışık, konu çetrefilli, dil girift olması yetmezmiş gibi fikri ekoller yerine, birbirinden hacim olarak ayrılan yapıların kuru gürültü çıkardığı bir Türkiye’de yaşadığımızı unutmayalım. İmdi müsaadeniz ile “Nakşibendî Gülüyüz” dinletisi eşliğinde, Arap’ın asil bir çocuğuna kulak verelim.

Meşhur Arap bilginlerinden olan Semame Eşreş, Türk lâfzını duyduğu zaman hürmet tavrı sergiler, saygı ve muhabbetle birlikte Türk milleti için dua ettiğine şahit olanlardan biri, bu tavrın sebebini sormuş. Semame EŞREŞ: “Türklerin yüreği temizdir. Onlarda batıl fikirler, basit düşünceler yoktur. Türklerin vücutları ve sesleri gibi konuştukları dil de azametlidir. Her Türk kendini aslan, düşmanı av, atını ceylan sayar!” cevabını verir.

Nakşî mektebinde, “Âlem konuşur Nakşî susar, Nakşî konuşursa âlem susar” terkibi gereğince sizlerden rica ediyorum; ceketimizi ilikleyelim ve dikkatle dinleyelim. Mütefekkir Salih MİRZABEYOĞLU, “Şair, zamanın mânâsıyla mutabakatı olan mizaçtır.” (2) sözüne mutabık olarak toprağa basmalı, “vaktin babasını” en azından anlamaya çalışmalıyız.

Ricamın hâlen daha geçerli olduğunu hatırlatmalıyım. Lütfen ceketimizin üç düğmesi ilikleyip, can kulağıyla dinlemeye devam edelim; Mir’imizi. Çin, “Mao’nun ölümünden sonra eski ideolojik keskinliğinden çark etmeye başladı. Uluslararası arenada, ekonomik bakımdan ve eski siyasî ağırlığına nispetle şimdi siyasî bakımdan da geride duran bu ülke, dünyaya taşımak bakımından kültür yönüyle de bir hayat tarzı vazediyor değildir. Çin, dünya için, dünyanın üçte birini temsil eden nüfusuyla sadece bir “aç insan silosu” dur. … Aşağı yukarı Hindistan için yapılacak tespitler de bundan farklı değildir.”(3) demekle analizin hangi noktadan başlatılması gerektiğini de göstermektedir ve çok haklıdır.

Gezegene yön vermekten aciz, siyasî oyun kurucu olmaktan uzak, dünyaya kültürel katkıdan çok, dünyaya yük olan bir Çin olduğunu bilmeliyiz. Coğrafya ilminde “Turan Yaylası” tabiri vardır ki Macarlar, bu tabiri Ural-Altay yerine kullanırlar. Dikkatinizden kaçmadıysa bu tabirin karşılığı olan bölgemizin Doğu Türkistan kısmını esaret altında tutan ve jenosid-soykırım uygulayanın işgâlci Çin olduğunu söylemeye bile gerek duymuyorum. Tüm bu gerçeğe karşın, bizler adımlarımızı plânlı, programlı ve en önemlisi Doğu Türkistanlı mazlum kardeşlerimizi Çin’in hedef tahtası haline getirmekten uzak tutacak şekilde hareket etmeye dikkat etmeliyiz. Tarih pireye kızıp yorgan yakan ve sonucunda kendi varlıklarını sonlandıran pek çok insan ve topluluğun olduğunu yazmaktadır. Bizler, baş aklımızı, sezgimizi ve yüreğimizi de kuşatan kalp aklımızla hareket etmeye mecburuz.

Amerika, yükselen Asya kıtasının tamamını, soğuk savaşın barışla neticelenmesinden dolayı kendi payına düşen hisse olarak görmektedir. İnsanların ve toplumların kalbini inciten bu tavra karşı çıkmayan Çin, Japonya, Vietnam, Kamboçya gibi ülkeler Kuzey Kore ile Güney Kore birleşmesinden sonra kendi parçalanışlarının yolunu açtıklarını görecek olsalar da iş işten geçmiş olacak. Şu ânda pasifik okyanusunda ve Kuzey Kore sahillerinde bulunan Amerika savaş gemilerinin asıl maksadı Kuzey Kore’ye gözdağı vermekten ziyade Çin ve Japonya’nın gözünü korkutarak kendine olan bağlılıklarından taviz vermemeleri gerektiğinin ihtarıdır.

Çin Komünist Partisi, iktidarsız erkek hüviyetinin anlaşılmaması için çabalasa da tahliller, iktidarsız olduğunu göstermektedir. Çin, gezegende yaşayan ve ülke demiyorum erk olan devletlere yanaşmasının sebebini her ne kadar “Barışçı bir şekilde yükselen Çin” kavramını anlatmak için diye izâh etmeye çabalasa da bu kavramı ortaya atmasının asıl sebebinin, kendi iç parçalanışını gizleme saikinden kaynaklandığının farkındayız.

Pekin, Vatikan ile resmi diplomatik ilişki gerçekleştirerek, başat Amerika başta olmak üzere Batı –Londra, Paris, Berlin– merkezlerine şirinlikler ve şaklabanlıklar yapsa da Başat Amerika ve Batı –Londra, Paris, Berlin– isimli global mafya çetesi için Hıristiyanlığın değerleri değil menfaatlerinin önceliği önemlidir. Bu çetenin, menfaat devşirip, haraçlarını almak için ortaya attığı içeriği boş, kendisi palavra bir kavram var; Demokrasi. Aziz kardeşlerim, kıymetli kız kardeşlerim; Demokrasi için savaş vermek diye bir şeyin olmadığını anlamalıyız.

Sonuç olarak; soğuk savaş döneminde ameliyatla ayrılan Kuzey Kore ile Güney Kore birleşecek; Doğu Almanya ile Batı Almanya birleşmesinden daha sancılı olsa da. Çin, bu birleşmenin ardından iç ayrışması hızlanacak ve parçalanma sürecine gebe kalacağına inanıyorum. Gezegenimiz, yeni bir çağa hamile iken yerel veya küresel problemler karşısında, güzel ülkemizin iyi hükümetlere ihtiyacı vardır. Bu noktada, öyle veya böyle geleceğin sahibini değiştireceğiz. Bizim, haklı olduğumuzu bilmek, güzel bir duygu, hem haklı hem de kazanacağımızı bilmek, çok çok daha güzel bir duygu. Evet, haklı olduğumuz Başyücelik uğrunda, kazanmak için sadece ve sadece fedakâr ve cefakâr şekilde çalışmamızın gerektiğinin şuuruyla gayret edelim; çaba gösterelim.

1-Salih MİRZABEYOĞLU / Başyücelik Devleti /Sayfa 25

2-Salih MİRZABEYOĞLU / Yağmurcu / Sayfa 20

3-Salih MİRZABEYOĞLU / Başyücelik Devleti /Sayfa 93

Kaynak: Adımlar dergisi
_________________
Bir varmış bir yokmuş...
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Önceki mesajları göster:   
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> DÜNYA BİR İNKILÂP BEKLİYOR Tüm zamanlar GMT
1. sayfa (Toplam 1 sayfa)

 
Geçiş Yap:  
Bu forumda yeni başlıklar açamazsınız
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz
Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız


Powered by phpBB © phpBB Group. Hosted by phpBB.BizHat.com


Start Your Own Video Sharing Site

Free Web Hosting | Free Forum Hosting | FlashWebHost.com | Image Hosting | Photo Gallery | FreeMarriage.com

Powered by PhpBBweb.com, setup your forum now!
For Support, visit Forums.BizHat.com