EntellektuelForum Forum Ana Sayfa EntellektuelForum

 
 SSSSSS   AramaArama   Üye ListesiÜye Listesi   Kullanıcı GruplarıKullanıcı Grupları   KayıtKayıt 
 ProfilProfil   Özel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapınÖzel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapın   GirişGiriş 

Türkiye’nin akademiyle savaşı ve direniş üzerine…

 
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> BİLİM
Önceki başlık :: Sonraki başlık  
Yazar Mesaj
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Çrş Eyl 27, 2017 11:14 pm    Mesaj konusu: Türkiye’nin akademiyle savaşı ve direniş üzerine… Alıntıyla Cevap Gönder

Türkiye’nin akademiyle savaşı ve direniş üzerine…
UMUT ÖZKIRIMLI / PINAR DİNÇ*
25/09/2017



“Büyük fikirler dünyaya bir güvercin gibi nazik ve yumuşak bir şekilde gelir derler.Eğer öyleyse, dikkatlice kulak verirsek, imparatorlukların ve milletlerin kükremeleri arasında hayatın ve umudun ürkek bir kanat çırpışına benzeyen nazik ve yumuşak kıpırdanışlarını duyabiliriz belki de. Kimileri bu umudun kaynağını bir millette, kimileri bir liderde arar. Bana göre ise bu umudu uyandıran, yeşerten ve besleyen, eylemleri ve ürettikleriyle tarihin en acımasız sonuçlarını reddeden, sınırları zorlayan tek tek bireylerdir, sayıları milyonları bulan.”

Albert Camus


Rakamlar dudak uçuklatıcı. 15 Temmuz 2016’daki darbe girişiminden bu yana, Türkiye’de 117 üniversiteden 5717 akademisyen çeşitli gerekçelerle işlerinden atıldı; 15 üniversite tamamen kapatıldı. 2016 yılı sonu itibariyle cezaevinde olan öğrenci sayısı 69 bin 301 – ki Adalet Bakanlığı verilerine göre bu sayı cezaevindeki toplam mahkûm sayısının üçte biri.

Artan baskı ortamında halihazırda yurt dışında olan akademisyen ve öğrencilerin Türkiye’ye dönmemesine, bir şekilde işlerine devam edebilen akademisyenlerin büyük çoğunluğunun otosansür uygulamasına, henüz yurtdışına çıkmaları yasaklanmayanların da kariyerlerini ve eğitimlerini başka ülkelerde devam edebilmek için her fırsatı kollamasına şaşırmamak gerek. Nilüfer Göle’nin Türkiye’de akademik özgürlükler konusunu tartıştığı yakın tarihli bir söyleşisinde sarf ettiği şu cümle durumun bir özeti gibi: ​​ “Konuşma özgürlüğümüz saldırı altında, kişisel seslerimiz susturuldu, sözlerimiz cezalandırıldı.”

Türkiye’nin akademiyle savaşı

Zia Weise’nin 15 Temmuz 2016 sonrasında yaşanan akademik kıyım ve sonuçlarını anlattığı makalesinde kullandığı ‘Türkiye beynini kaybediyor’ (Turkey loses its brains) başlığı aslında oldukça manidar! Zaten Türkiye’nin akademiyle savaşı ve bu savaşın sonuçları da sadece sayılarla anlatılacak kadar basit değil. Yaşanan bir ‘akademik kıyım’ ve bu kıyımın gerçek kurbanları var. İş bulamadıkları için umutsuzluğa kapılıp intihar eden ya da geçimlerini sağlamak için geçici işlerde çalışırken kaza sonucu hayatlarını kaybeden akademisyenler; seyahat yasakları yüzünden ayrı düşürülen aileler; kamu sektöründe çalışmaları yasaklanan, KHK’larla işten çıkarıldıkları için ‘sakıncalı piyade’ gözüyle bakılan, dolayısıyla özel sektörde de iş bulamayan ve açlıkla test edilen eğitmenler, bilim insanları… Bir hücrede değilse bile bir boşlukta, geleceği olmayan karanlık bir şimdiki zamanda kapana kısılmış on binler…

Ve direniş

Bu boğucu baskı ortamında bile Camus’nün sözünü ettiği ‘hayatın ve umudun ürkek bir kanat çırpışına benzeyen nazik ve yumuşak kıpırdanışları’nı duymak mümkün. Direniş kimi zaman Erdoğan’ın Türkiye’sinin dayattığı yeni normları kamusal alanda açıkça reddeden eylem ve ‘performanslar’ biçiminde; kimi zamansa kendini ünlü antropolog James C. Scott’un klasikleşmiş eseri ‘Güçsüzlerin Silahları’nda (Weapons of the Weak) anlattığı daha örtülü, ‘sembolik bir konformizm’ maskesinin ardına gizlenmiş gündelik karşı koyuşlarla kendini gösteriyor.

Nisan 2016’da 1260 meslektaşıyla birlikte işinden edilen Doç. Dr. Latife Akyüz’ün Ankara Üniversitesi bahçesinde öğrencileriyle buluşması ya da Şubat 2017’de KHK’yla ihraç edilen 330 akademisyen arasında bulunan Prof. Dr. Yüksel Taşkın’ın Abbasağa Parkı’nda verdiği ‘alternatif’ ders bu direnişin ilk akla gelen örnekleri. O gün Taşkın, aralarında meslektaşları ve milletvekillerinin de bulunduğu bir dinleyici kitlesine kar yağışı altında verdiği derste ‘sabırla direneceğini’ söylemişti. Ocak 2017’de ihraç edilen 631 akademisyen arasında bulunan Prof. Dr. Nilgün Toker de “Benim akademik niteliğim o binalarla sınırlı değil” diyerek derslerini anlatmaya ve yazılarını yazmaya devam edeceğinin altını çizmişti.

İşlerinden edilen kimi akademisyenler ise teknolojik imkanlardan yararlanarak akademik faaliyetlerini sürdürüyor. Örneğin ihracının ardından Boğaziçi Üniversitesi’nde verdiği son derse Skype üzerinden bağlanan Doç. Dr. Murat Sevinç sözlerine “Hiç bu kadar teknolojik bir şey yapmadım bugüne kadar, hayatımda ilk kez Skype’ı dün bu alete indirdim” diyerek başladı. Öyle ki, Türkiyeli muhalif akademisyenlerle dayanışma içinde hareket eden uluslararası akademik camia konferans çağrılarında ‘seyahat hakkı elinden alınan akademisyenlerin Skype ile konferansa katılabileceğini’ belirtir oldu. İşi bir adım daha ileri taşıyan Doç. Dr. Ertuğrul Uzun “Dünyanın en büyük üniversitesinde ders vermeye başladım: YouTube!” şeklinde bir Twitter duyurusuyla YouTube üzerinden hukuka giriş dersleri yayınlamaya başladı. Uzun’un bir hafta içinde yüklediği üç ders binlerce kez izlendi.

Akademisyenlerin seslerini duyurması bazı derneklerce de destekleniyor. Yeşil Düşünce Derneği Mart 2017’de akademisyenlerle ‘Akademi susmuyor, dersler devam ediyor!’ sloganıyla gerçekleştirilen bir konuşma dizisi düzenledi. 2017 yazında KHK’larla işlerinden atılan akademisyenler İstanbul Dayanışma Akademisi’ni kurdular ve ilk etkinliklerini bir kampüste değil, İstanbul Beşiktaş’taki Dünya Barış Parkı’nda gerçekleştirdiler.

Bu direniş eylemlerinin en son örneği ise KHK’yla işten atılan üç Barış İmzacısı Prof. Dr. Ayşegül Yılgör, Doç. Dr. Ulaş Bayraktar ve Deniz Galip Altınay ile feminist aktivist Nalan Turgutlu Bilgin tarafından Mersin’de kurulan Kültürhane. Kurucuları tarafından bir ‘bilim [ve] akademi bostanı’ olarak tanımlanan Kültürhane, görevlerinden atılan diğer akademisyenler tarafından bağışlanan kitaplardan oluşan bir kütüphane ile isteyenlerin okumak, çalıştay düzenlemek, kitap tanıtmak ve tasfiye edilen akademisyenlerle dayanışma dersleri gerçekleştirebilmelerini sağlayacak şekilde tasarlanmış bir kafeden oluşuyor.

24 Eylül’de yüzlerce kişinin katılımıyla açılan Kültürhane şimdiden direnişin sembolleri arasına girmiş görünüyor. Ülkeyi yöneten siyasi irade ise direnişe gözlerini ve kulaklarını kapamaya devam ediyor. Bu bağlamda Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın temmuz ayının sonunda İslam Dünyası Yükseköğretim Alanının Oluşturulması Toplantısı’nda yaptığı konuşmasında sarf ettiği “Allah aşkına şu yardımcı doçentlik olayı nedir? Şunu bir gözden geçirin” sözlerini sadece görevlerinden atılan on binlerce akademisyenin yerini doldurmaya yönelik bir arayışın göstergesi olarak değil, bir tür umursamazlık olarak da okumak mümkün. Ancak Kültürhane’nin kurucularının başlattıkları yardım kampanyasında belirttiği gibi, “[Hedefimize] ulaşabilirsek, bizi kamu görevlerinden ihraç edenleri, işimizi yapmak için ve kamuyla ilişkimizi korumak için unvanlara ve makamlara ihtiyacımız olmadığını göstermiş olacağız”.

Başladığımız gibi Albert Camus ile bitirelim. Bu tür direniş eylemleri, bu ‘umutsuz umut’ zor zamanlarda bizi ayakta tutan tek şey. İhtiyacımız olansa ‘infaz memurlarından daha sabırlı ve onların mermilerden çok daha fazla’ olmak.

* Lund Üniversitesi, Ortadoğu Araştırmaları Merkezi

Kaynak: Diken

“Nasıl oluyor” derseniz bu bir Türkiye hikayesidir: Garsonu profesör, aşçısı doçent olan kafe
28.09.2017



Kanun Hükmündeki Kararname (KHK) ile ihraç edilen 3 akademisyen ve 1 aktivist, kütüphane ve kafe olarak hizmet veren 'Kültürhane'yi açtı.

Mersin Üniversitesi'nde Güneydoğu'daki olaylarla ve sokağa çıkma yasaklarıyla ilgili olarak “Bu suça ortak olmayacağız” bildirisine imza attıkları gerekçesiyle Kanun Hükmündeki Kararname (KHK) ile ihraç edilen 3 akademisyen ve 1 aktivist, kütüphane ve kafe olarak hizmet veren 'Kültürhane'yi açtı.

KHK ile mesleklerinden ihraç edilen akademisyenler İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi öğretim üyeleri Prof. Dr. Ayşe Gül Yılgör, şehit çocuğu olan Doç. Dr. Ulaş Bayraktar ve İletişim Fakültesi'nde görevli uzman Galip Deniz Altınay ile aktivist Nalan Turgutlu Bilgin, kütüphane kurma fikri ile bir araya geldi. İhraç edildikten sonra meslek yaşamlarına yurtdışında devam eden akademisyenlerin kitaplarını toplayan Prof. Dr. Ayşe Gül Yılgör ile arkadaşları 'Kültürhane' adı altında kütüphane ile kahveyi buluşturdu. Dünyadaki en yaygın tasnif sistemi olan, Amerikan Kongre Kütüphanesi'nin tasnif sistemine göre sıralanan binlerce kitabın yer aldığı Kültürhane'de, çay kahve servisini de akademisyenler yapıyor. Kimi zaman içecek servisi yapan Prof. Dr. Yılgör, Doç. Dr. Bayraktar ve Uzman Altınay, kimi zaman da kütüphane kısmına geçerek öğrencilerle bilimsel çalışmalarını sürdürüyor.



PROFESÖRÜN LİMONATASI

Öğrencileri ile buluşup bilimsel çalışmalar üretmeyi sürdüren Prof. Dr. Ayşe Gül Yılgör, kafede yaptığı limonata ile de ün kazandı. Menüde 'Profesörün Limonatası' olarak yer alan limonatayı yapan Yılgör, kütüphanede eğitim, kafe kısmında ise müşterilere çay veriyor. Bir profesörü servis yaparken görünce insanların şaşırdıklarını belirten Prof. Dr. Yılgör, "Hatta kimi zaman sipariş almak istediğimde 'Hocam estağfurullah' diyorlar. Böyle bir tepki oluyor ama önemli olan bir şeyleri birlikte üretmek. Bu kimi zaman bir ders olur kimi zaman limonata. Bilim insanı için mekan önemli değil. Kütüphane kısmında yüksek lisans doktora öğrencilerimizle çalışma yapıyor, tezlerine fiili danışmanlık yapıyoruz. Söyleşiler, imza günleri, atölye çalışmaları yapacağız. Kültürel, akademik ve bilimsel faaliyetlerimizi, resmi olarak üniversitenin kapıları kapatılmışsa gayri resmi olarak kentin içinde yapacağız. Kentin dört bir yanında akademik faaliyete devam edeceğiz. Üniversite kente yayılacak. Kültürhane'de bu duraklardan birisi" dedi.

KÜTÜPHANE VE KAFEYİ EKLEMLEDİK

Asıl başlangıç noktasının kütüphane olduğunu kaydeden Prof. Dr. Yılgör, "İmzacı akademisyenlerin iş akdi, sözleşme zamanı rektörün inisiyatifiyle feshedildi. Bu arkadaşlar kalifikasyona sahip oldukları için yurtdışından burs bulup gittiler. Kişisel kütüphanelerini bize bıraktılar ve binlerce cilt kitap kaldı. 'Ölü raflardan yaşayan raflara çıkaralım' dedik kitapları. Öğrenciler ve araştırmacılar yararlansın diye kütüphane fikri ile başladık. Kitap ve kahve ayrılmaz bir parça olduğu için kafe ile kütüphaneyi eklemledik. Tanımlanmış roller yok. Profesör bunu, öğrenci bunu, servis elemanı bunu yapar diye bir şey yok. Hiyerarşik olan en kıymetli görünen işten en değersiz görünen işe kadar birlikte yapıyoruz" diye konuştu.

ŞEHİT ÇOCUĞU

Babası Yüzbaşı Beşir Bayraktar, Mardin'in Derik İlçesi'nde 1980'de o zaman adı 'Apocular' olan PKK'lılar tarafından şehit edilen Doç. Dr. Ulaş Bayraktar ise şunları söyledi:

"Bizim durduğumuz yerde duran ve ihraç edilen tüm arkadaşlarımıza her an selam yollamak, onları yad etmek için bir vesile olarak gördük. 1 numaraya 2 çay, 3 numaraya 1 poğaça demek yerine, Bediz'e 1 çay, Ali Ekber'e 2 poğaça diyoruz. Her seferinde kulaklarını çınlatıyoruz. Madem çay kahve vereceğiz, bunları da durduğumuz yerle ilişkili kurmak istedik. O yüzden çaylarımız Hopa Çay Kooperatifi'nden geliyor. Kahveyi, Zapatista Kahve Kolektifinden alıyoruz. Dayanışma için onlardan alıyoruz. Odama gelen öğrenci ve arkadaşlarıma da çay getiriyordum zaten. Gerektiğinde ben de servis yapıyorum. O an kim ortamdaysa sipariş de alıyor, servis de yapıyor, bulaşık da yıkıyor. Biz egoları ile var olan insanlar değiliz. Neden utanayım. Bu emektir ve emek kapsamında kitap yazmakla çay bardağı yıkamak arasında çok farklı olduğunu düşünmüyorum. Hiçbir emek diğerinden kıymetli değil bence."

Odatv.com

Nuriye Gülmen ve Semih Özakça, 324 gün önce başlattıkları açlık grevini sonladırdın
26 Ocak 2018



Gülmen ve Özakça'nın işe iade başvurusu, OHAL Komisyonu tarafından reddedildi

Kanun hükmünde kararnameler (KHK) ile ihraç edilen akademisyen Nuriye Gülmen ve sınıf öğretmeni Semih Özakça, 324 gün önce "İşimizi geri istiyoruz" talebiyle başlattıkları açlık grevini sonlandırma kararı aldı.

Gülmen ve Özakça, OHAL Komisyonu tarafından "işe iade" başvurularının reddedilmesi sonrası bir basın açıklaması düzenledi. Konuşmasına, bugüne dek kendilerine destek veren herkese teşekkür ederek başlayan Gülmen, "Bizim zincirlerimiz yok. Korktuk mu evet korktuk. Ama geri adım atmadık. Bize özgürlüğümüzü geri kazandırdığı için bu direnişi çok seviyoruz" dedi.

Açlık grevinde neler yaşandı?

9 Mart: Yüksel Caddesi’nde "işimi geri istiyorum" eylemini sürdüren eğitimciler 9 Mart 2017 tarihinde TBMM’ye giderek basın açıklaması yaptı. Meclis’te polis tarafından gözaltına alınan Nuriye Gülmen ve Semih Özakça gözaltındayken açlık grevine başladı. 5 gün gözaltında tutulan iki eğitimci mahkeme tarafından adli kontrol talebi ile serbest bırakıldı.

Gülmen ve Özakça’nın Yüksel Caddesi’nde sürdürdüğü eylemlerine destek her geçen gün arttı. CHP ve HDP milletvekilleri, bazı sivil toplum kuruluşları destek ziyaretlerinde bulundu. Farklı illerde iki eğitimcinin eylemine destek için açıklamalar yapıldı.

KHK ile ihraç edilen kamu emekçilerinin buluştuğu Yüksel Caddesi’nde destek ziyaretleri devam ederken 60’ıncı günün ardından iki eğitimcinin sağlık durumu kötüleşmeye başladı. Öğlen ve akşam üzeri yapılan açıklamalara yoğun katılım sağlandı. Gülmen ve Özakça’nın eylemine destek olmak için dönüşümlü açlık grevleri başladı.

Açlık grevinin 76'ncı günü tutuklama

23 Mayıs: Açlık grevi eylemine kamuoyunun ilgisinin arttığı günlerde Nuriye Gülmen ve Semih Özakça evlerine yapılan polis baskını ile gece yarısı gözaltına alındı. Emniyet Müdürlüğünde yapılan sorgulamalarının ardından Mahkemeye sevk edilen eğitimciler 23 Mayıs günü tutuklanarak Sincan Ceza İnfaz Kurumuna götürüldü.

İki eğitimcinin gözaltına alınıp tutuklanmasıyla Yüksel Caddesi’nde İnsan Hakları Anıtı çevresi polis tarafından yaya trafiğine kapatıldı. Hiçbir eyleme izin verilmeyen süreçte İnsan Hakları Anıtı bariyerlerle çevrildi. Aralarında Veli Ağbaba, Ali Haydar Hakverdi’nin de bulunduğu CHP Milletvekilleri anıt önünde Gülmen ve Özakça’nın serbest bırakılması için eylem yaptı.

Semih Özakça’nın eşi Esra Özakça ve annesi Sultan Özakça iki eğitimcinin gözaltına alındığı günden itibaren açlık grevine başladı. Sultan Özakça’nın sağlık sorunları nedeniyle sonlandırdığı eylemi Esra Özakça 120 günden fazladır sürdürüyor.

Gülmen ve Özakça’nın tutuklanmasıyla Yüksel Caddesi’nde "işimi geri istiyorum" eylemlerinin yanı sıra "Nuriye ve Semih’e Özgürlük" eylemleri başladı. Gülmen ve Özakça ile birlikte “İşimi geri istiyorum” diyen sosyolog Veli Saçılık ile öğretmen Acun Karadağve eğitimcilerin destekçileri defalarca cadde üzerinde eylem yaptı. Polisin anıtın çevresinde beklediği bu günlerde polis eylemcilere onlarca kez biber gazı ve plastik mermi sıktı, eylemcileri defalarca gözaltına aldı.

Hükümet sessizliğini bozdu

25 Mayıs: Gülmen ve Özakça’nın tutuklanmasının ardından hükümet kanadından sessizliği bozan İçişleri Bakanı Süleyman Soylu oldu. ”Kasım ayından bu yana eylemcilere destek veren milletvekilleri ile basın kuruluşlarına bu kişilerin DHKP-C terör örgütü üyesi olduğunu hiç söylemediler mi?” diyen Soylu iki eğitimcinin DHKP-C’li olduğunu iddia etti. Gülmen ve Özakça’nın avukatı Selçuk Kozağaçlı ise Soylu’nun sözlerine yanıt olarak iki eğitimcinin adli sicil kayıtlarını paylaşarak cevap verdi.

"Kalp yetmezliği başladı"

16 Haziran: Eylemlerinin 100’üncü gününe giren eğitimcilerin sağlık durumuna ilişkin ATO Başkanı Dr. Vedat Bulutaçıklamalarda bulundu. Durumlarının kritik olduğunu söyleyen Bulut, Gülmen’in durumunun ağır olduğunu belirterek kalp yetmezliği bulgularının olduğunu aktardı.

Açlık grevi eyleminin 100’ünü günü için İstanbul ve Ankara’da yapılan eylemlere polisin sert müdahalesi damgasını vurdu. İstanbul’dan Ankara’ya destek eylemine gelmek için toplananların araçlarının çıkışına izin verilmedi. Yüksel Caddesi’nde yapılan destek eylemi sırasında bir eylemcinin kolu polis tarafından kırıldı.

23 Haziran: Açlık grevinde 107’inci günde olan eğitimcilerle ilgili Esra Özakça açıklama yaptı. Özakça sosyal medya hesabından yaptığı açıklamada eşinin kulaklarının tıkanmaya başladığını ve konuşurken kendi sesini duymakta zorlandığını söyledi. Eğitimcilerin kaslarının ağrıdığını ve sıvı tüketmekte zorlandıklarına değinilen açıklamada görmeyle ilgili sorun yaşadıkları da belirtildi.

Anayasa mahkemesi reddetti

28 Haziran: Eylemlerinin 112’nci gününde tutuklulukları süren eğitimcilerin Anayasa Mahkemesi’ne yaptıkları tahliye talebi reddedildi. Kararda "cezaevi koşullarının Gülmen ve Özakça’nın sağlığını etkileyecek bir tehlike oluşturmadığı" iddiasına yer verildi.

29 Haziran: Türk Tabipler Birliği (TTB) İnsan Hakları Kolu’ndan Selma Şengör, iki eğitimciyi muayene etme taleplerine izin verilmediğini açıkladı.

22 Temmuz: Tutuklu bulunan iki eğitimci için İçişleri Bakanlığı Araştırma ve Etütler Merkezi tarafından “Bir Terör Örgütünün Bitmeyen Senaryosu- Nuriye Gülmen ve Semih Özakça Gerçeği” başlığını taşıyan kitapçık yayınlandı.

AİHM geçici tedbir talebini reddetti

2 Ağustos: Gülmen ve Özakça için Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne yapılan geçici tedbir talebi reddedildi. Eğitimcilerin avukatı Selçuk Kozağaçlı kararın hükümetin talebi doğrultusunda verildiğini söyledi.

16 Ağustos: Samsun’da oynanan Beşiktaş- Konyaspor Süper Kupa maçında taraftar grubu üyelerinin açtığı “Nuriye Semih Yaşasın” pankartı ile ilgili Samsun Başsavcılığı'nın haklarında yakalama kararı çıkardığı 17 kişiden 10'u tutuklandı.

Avukatları göz altına alındı

12 Eylül: Gülmen ve Özakça’nın ilk kez hâkim karşısına çıkacağı 14 Eylül tarihi öncesi yapılan operasyonla avukatları gözaltına alındı. Halkın Hukuk Bürosu'na bağlı avukatların duruşmaya iki gün kala gözaltı süreci başladı.

Duruşmaya getirilmediler

14 Eylül: Açlık grevini hapishane içerisinde sürdüren eğitimciler için ilk duruşma tarihi 14 Eylül olarak belirlendi. Jandarma yeterli personel olmadığı ve kaçma şüpheleri bulunduğu gerekçesiyle iki eğitimcinin duruşmaya getirilemeyeceğini mahkemeye bildirdi. Gülmen ve Özakça olmadan görülen duruşma öncesi ve sonrasında yapılan destek eylemlerine polis sert müdahale etti. Duruşma, Ankara Adliyesi’nden Sincan Cezaevi Kampüsündeki duruşma salonuna alındı. Dava 28 Eylül'e ertelendi.

21 Eylül : Gülmen ve Özakça'nın ilk kez hâkim karşısına çıkacağı duruşma öncesinde gözaltına alınan avukatlarından 11'i tutuklandı.

20 Ekim: Gülmen ve Özakça hakkındaki davanın üçüncü duruşması, iki eğitimcinin açlık grevinin 225'inci gününde yapıldı. Mahkeme heyeti, Semih Özakça'nın tahliyesine, Nuriye Gülmen'in tutukluluğunun devamına karar verdi.

1 Aralık: Açlık grevinin 269'uncu görülen duruşmada, Özakça'nın ardından Gülmen'in de tahliyesine karar verildi. Mahkeme heyeti ayrıca, Özakça'nın tüm suçlardan beraat etmesine hükmetti.

26 Ocak 2018: OHAL Komisyonu, iki eğitimcinin "işe iade" başvurusunu reddetti. Kararın ardından açıklama yapan Gülmen ve Özakça, açlık grevini sonlandırdıklarını duyurdu.



"Açlık grevini sonlandırıyoruz, ama direnişimiz devam ediyor"

Nuriye Gülmen'in açıklaması şöyle:

"Bugüne kadar yanımızda olan Kamu Emekçileri Cephesi'ne teşekkür ederiz. Bizim savunmamızı üstlenen ve avukatlığın nasıl yapıldığını bir kez daha gösteren Halkın Hukuk Bürosuna teşekkür ediyoruz. Bizlere destek veren sanatçılara, sesimizi duyurmaya destek veren gazetecilere çok teşekkür ediyoruz."

"Bizi bu direniş boyunca mektupları ile yalnız bırakmayan, biz tutsakken bizi hiç mektupsuz bırakmayan sevgili 'özgür Tutsaklara' ve ülkenin dört bir yanındaki hapishanlerden mektup yazan tüm siyasi tutsaklara çok teşekkür ediyoruz."

"Numune Hastanesinin önünde nöbet tutan, duruşma salonlarını boş bırakmayan ve tahliye edildikten sonra bizleri ziyaret eden ve ellerimizi tutan dostlatımıza çok teşekkür ediyoruz. Direnişimizi her platformda dile getiren sanatçı dostlara teşekkür ediyoruz. Acılarımızı dindirmek için çaba gösteren Ankara Tabip Odası'na bağlı hekimlerimize çok teşekkür ediyoruz."

"Bu halkın evlatları ve bir parçası olarak bu halka inandık ve direnişe başladık. İnancımız boşa çıkmadı. Biz anlattık, onlar dinlediler. İnancımızı boşa çıkarmadılar. Ellerimizi tuttular, kapılarını bize açtılar. Onlara çok teşekkür ediyoruz."

"Bir direnişi adım adım büyüttük. Biz direnişimizi çok seviyoruz. Direnişimiz bize özgürlüğümüzü verdi. Bize dayatılan teslimiyeti reddederek, bize dayatılanı kabul etmeyeceğimizi söyleyerek o alana çıktığımız ilk gün özgürleştik. Her geçen gün daha da özgürleştik. Bizim zincirlerimiz yok. Korktuk mu evet korktuk. Ama geri adım atmadık. Bize özgürlüğümüzü geri kazandırdığı için bu direnişi çok seviyoruz."

"Bugün anlatmaya ve yaşanmaya değer hikayeler yaratma vaktidir. Zulüm varsa direnmek haktır" diyerek bu direnişe başlamıştım. Yüksel Direnişi bu direnişin adıdır. Tarih sahnesini boş bırakmamak için gerekirse bir mum olalım. Geleceğin öğretmenleri bugüne baktıkalrında gördükleri bir boşluk olmasın. Mücadele eden eğitimciler olsun. Bu direniş onurumuzu korumak için başladığımız bir direnişti. Böyle başladı ve bugüne kadar da böyle devam etti."

"Direnişimiz başka direnişlere örnek oldu. Başka şehirlerde başka direnişler başlattı. OHAL'in karanlığını yardığı için, 'Hiç bir şey yapılamaz' dendiği, vekillerin, gazetecilerin tutuklandığı çok çetin bir süreçte başlamış bir direniş. Bugün sokağa çıkmanın fitilini ateşleyen bir direniş oldu Yüksel Direnişi."

"KHK'ların hükmünü yerle yeksan etti bu direniş. Bizim televizyonumuz, kanalımız yok nasıl anlatalım bu direnişi demedik. Bir kişiyse bir kişiye anlatalım diye sokağa çıktık. Önce bir kişiye, sonra iki kişiye anlattık. Sonra milyonlara ulaştı bu direniş."

"Direnişimiz pek çok değeri bize yeniden öğretti. Sevgiyi, sadakati, aşkı, bağlılığı. Bunları biz yendien tanımladık. Nazife ile, Esra ile yeniden tanımladık. Aylarca her gün oraya iki kez çıkan ve gözaltına alınan Yüksel direnişçileri ile yeniden öğrendik."

"AKP iktidarı, iktidarın kullanabileceği tüm araçları kullandı. İçişleri Bakanlığı'nın her türlü imkanları ile saldırdılar. Terörist olduğumuza yönelik açıklamalar varana kadar. Dava devam ederken davayı etkilemeye yönelik açıklamalr yaptılar. Ama bu saldırıların hepsinden güçle çıkmayı bildik. Bu saldırılar bizi yıldırmadı. Mücadeleye başladığımızdan bugüne baktığımızda bugün çok daha güçlüyüz. Bunu direnişimiz sayesinde başardık."

"Biz bu direnişte kendimizi hiç yalnız hissetmedik. Tarihten aldığımız güçten ve hissettiğimiz bizden dolayı yalnız hissetmedik. OHAL Komisyonu işe iade talebimizi reddetti. Yargı yoluna başvuracağız. Bugün itibariyle açlık grevimizi sonlandırıyoruz. Ama direnişimiz devam ediyor. Hastane süreci bitip sağlığımıza kavuştuktan sonra mücadelemiz devam edecek. Bu mücadele biz bitti demeden bitmeyecek. Mücadele etmekten, direnmekten bizi vazgeçiremediler. Hepinize teşekkür ediyorum."

T24
ETİKETLER
nuriye gülmen semih Özakça açlık grevi
_________________
Bir varmış bir yokmuş...
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Önceki mesajları göster:   
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> BİLİM Tüm zamanlar GMT
1. sayfa (Toplam 1 sayfa)

 
Geçiş Yap:  
Bu forumda yeni başlıklar açamazsınız
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz
Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız


Powered by phpBB © phpBB Group. Hosted by phpBB.BizHat.com


Start Your Own Video Sharing Site

Free Web Hosting | Free Forum Hosting | FlashWebHost.com | Image Hosting | Photo Gallery | FreeMarriage.com

Powered by PhpBBweb.com, setup your forum now!
For Support, visit Forums.BizHat.com