EntellektuelForum Forum Ana Sayfa EntellektuelForum

 
 SSSSSS   AramaArama   Üye ListesiÜye Listesi   Kullanıcı GruplarıKullanıcı Grupları   KayıtKayıt 
 ProfilProfil   Özel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapınÖzel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapın   GirişGiriş 

İşte TC'nin 'millî eğitim'i bu!
Sayfaya git Önceki  1, 2
 
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> ÇÖPLÜK
Önceki başlık :: Sonraki başlık  
Yazar Mesaj
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Cmt Şub 04, 2012 9:01 pm    Mesaj konusu: 'Akıllı tahta ve tablet' ne kadar akıllıca? Alıntıyla Cevap Gönder

Ortaylı: Siyasi partilere oy verirken size maarif bakımından neler katacağına bakmalısınız
30.12.2017



Yeni Ufuklar Derneği'nin ödül töreninde konuşan tarihçi- yazar Ortaylı, Milli Eğitim Bakanlığı'nın 60 yıldır çöküntü halinde olduğunu söyledi. Bu düşüncesini Bakan Yılmaz'a da söylediğini aktaran Ortaylı, "Ülkemizde en önemlisi eğitim. Siyasi partilere oy verirken size maarif bakımından neler katacağına bakmalısınız" diye konuştu.

Kayseri'de Yeni Ufuklar Derneği tarafından Kadir Has Kongre ve Spor Merkezi'nde 2017 Türk Kültürüne Hizmet Ödülleri töreni düzenlendi. Geceye tarihçi Prof.Dr İlber Ortaylı'nın yanı sıra Yeni Ufuklar Derneği Genel Başkanı Mustafa Argunşah ve çok sayıda davetli katıldı.

Ödül töreni ardından Ortaylı, 'Ortadoğu'da Yeni Gelişmeler ve Kudüs' konulu konferans verdi. Eğitim ve bazı tarihçilerle ilgili değerlendirmeler de yapan tarihçi-yazar Ortaylı şöyle devam etti: "Milli Eğitim çok zayıf bakanlık. 'Bunu çok tenkit ediyorsunuz' diyen Bakan İsmet Yılmaz'a da söyledim. 'Tenkit ettiğim siz değilsiniz' dedim. Milli Eğitim Bakanlığı maalesef 60 senedir çöküntü halinde gidiyor. Ne Osmanlı döneminde ne de Cumhuriyet'in ilk yıllarında olmayacak kadar toplum hayatının dışına itilmişlik, öğretmene saygı olayı ortadan kaldırılmış, yöneticilerin maariften anlamadıkları bir müessese haline gelmiş.

Ülkemizde en önemli şey eğitimdir. Siyasi partilere oy verirken size maarif bakımından neler katacağına bakmalısınız. Öğretmenlerin maaşları ne olacak, mesleğin içine uyuşuk insanlar nasıl girmeyecek, nasıl sınavlar hazırlanacak, çocuklar nasıl okutulacak bu konulara ilgili programı olmayan partilere oy vermeyiniz. Çünkü Türk insanının yetişmesini ciddiye almayan bir siyasi heyetin bizim başımızda yeri olamaz. Her şey sadece silahlarla etrafınızda bekleyenler değildir. Türkiye'nin tarihi milli karakterini hedef alan insan doludur etrafımızda."
Sputnik

Türkiye'de öğretmenler, dünya maaş liginde son sıralarda
24 Kasım 2017



OECD yayımladığı "Bir Bakışta Eğitim 2017" raporundaki verilere göre, deneyimli bir öğretmenin yıllık aldığı ücret 31 bin 877 dolar ediyor

24 Kasım Öğretmenler Günü kutlanırken, Türkiye'deki öğretmenlerin diğer ülkelerdeki meslektaşlarına kıyasla daha az gelirle, daha çok iş yaptığı belirtildi. Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü’nün (OECD) yayımladığı “Bir Bakışta Eğitim 2017” raporundaki verilere göre, Türkiye’de 15 yıldan fazla deneyimi olan bir lise öğretmeninin aldığı ortalama yıllık ücret 31 bin 877 dolar ediyor. Türk öğretmenler, daha kalabalık sınıflarda, daha uzun saatler çalışmalarına rağmen daha az ücret alıyor.

Sözcü'den Engin Esen'in haberi şöyle:

Yıllık ücret 46 bin lira

Öğretmenlerin mesleğe başlangıçtaki yıllık ücreti 27 bin dolar civarında seyrediyor. 2015 satın alma gücü paritesine göre, 35 üyesi bulunan OECD’deki ortalama öğretmen ücreti ise 58 bin dolara yaklaşıyor. Bu arada, satın alma gücü paritesi, ülkeler arasında kıyaslama yapmak için, o parayla farklı ülkelerde alınabilecek ürünler sepeti üzerinden yapılan varsayımsal bir oranlama. Türkiye’de bir öğretmenin ortalama olarak eline geçen ücret ise brüt 46 bin Türk Lirası olarak hesaplanıyor.

Eğitim-öğretim saatine vurulduğunda da Türk öğretmenlerin diğer ülkelerdeki meslektaşlarına kıyasla daha çok emek harcadığı görülüyor.

Okulda geçen süre çok uzun

Bir ilkokul öğretmeni yılda ortalama 720 derse girerken, ortaöğretim öğretmenleri ortalama 504 ders veriyor. Ancak ilkokul öğretmenlerinin okulda geçirdiği süre 980 saati, ortaöğretim öğretmenlerininki 836 saati buluyor.

T24
ETİKETLER
öğretmen öğretmenler günü türkiyede öğretmenler düşük ücret az ücret çok iş oecd raporu türkiye maaş liginde son sırada

"Darbe girişiminin ardından 40 bin 260 öğretmen ihraç edildi; bir önceki yılı mumla arıyoruz"
24 Kasım 2017



"İşten atılması müdürün iki dudağına bakan 100 bine yakın ücretli öğretmene görev verildi"

Eğitim Sen, öğretmenler gününde hükümetin eğitim politikasını ve öğretmenlerle ilgili tartışmalı uygulamalarını Milli Eğitim Bakanlığı önünde protesto etti. Hükümetin, bakanlığın ve bürokratların ‘sahte’ bir şekilde öğretmenler gününü kutladığını belirten sendika üyeleri, 15 Temmuz Darbe girişimi ardından 40 bin 260 öğretmenin ihraç edildiğini, bir önceki yılı mumla aradıklarını ifade etti.

"İşten atılma yolu açıldı"

Duvar'da yer alan habere göre Bakanlık önündeki açıklamada konuşan Eğitim Sen Genel Başkanı Feray Aytekin, 15 Temmuz’un ardından haksız ve hukuksuz şekilde 40 bin 260 öğretmenin ihraç edildiğini söyledi. Hükümetin KHK’ler aracılığıyla yıllardır planladığı ancak yaşama geçiremediği sözleşmeli öğretmenliği hayata geçirdiğini belirten Aytekin, “Sözleşmeli öğretmenlere hükümet memuru gibi hareket etmezlerse işten atılma yolu açıldı. Hiçbir güvencesi olmadan çalışmak zorunda bırakılan, işten atılması müdürün iki dudağı arasına sıkışmış olan yaklaşık 100 bine yakın ücretli öğretmene görev verildi” dedi.

Öğretmenlerin maaşlarının yetersiz olduğunu ve işlerinin güvencesiz olduğunu belirten Aytekin, şunları söyledi:

“Siyasi hesaplarla atanan müdürlerin verdiği notlarla sürgün edilmemizin, işten çıkarılmamızın yolları döşeniyor. İşimizi basit bir işe indirgeyen, meslektaşlarımızla dayanışma yerine rekabet halinde olmamız istenen bir çalışma biçimine zorlanıyoruz. İnsanca yaşama ve çalışma koşulları istiyoruz. Herkes gibi biz de gerek çalışma gerekse yaşama koşulları açısından her geçen yıl, bir önceki yılı mumla arıyoruz. Çalışma ve yaşam koşullarımız sürekli kötüleşiyor.”

"İhraç edilenler mesleğe iade edilmelidir"

Eğitim Sen, Öğretmenler Günü’ne ilişkin taleplerini şu şekilde sıraladı:

-Öğretmenler günü 12 Eylül ürünü olan 24 Kasım’da değil, Dünya Öğretmenler Günü olan 5 Ekim’de kutlanmalıdır.

-OHAL’i fırsata çevirerek KHK’ler aracılığı ile hukuksuzca ihraç edilen arkadaşlarımız bir an önce görevine dönmelidir.

-Atanamayan öğretmenler problemi çözülmelidir.

-Öğretmen alımında mülakat uygulamasına son verilmelidir.

-Öğretmenlere verilen hukuksuz cezalar iptal edilmeli.

T24
ETİKETLER
eğitim sen öğretmenler günü 40 bin 260 öğretmen ihraç edildi bir önceki yılı mumla arıyoruz eylem eğitim politikası milli eğitim bakanlığı haber

CHP’li vekil Biçer: Manisa’da erkek yurdundaki istismarın üzerini örttüler
01/11/2017

CHP Manisa Milletvekili Tur Yıldız Biçer, Manisa’daki bir lise pansiyonunda yaşanan istismarın üstünün okul idarecileri tarafından kapatılmak istendiğini öne sürdü. Olayla ilgili idari soruşturma başlatıldı.

İstismarı Meclis gündemine taşıyan Biçer, kendisine bilgi veren bir velinin, Ahmetli ilçesindeki bir lisenin pansiyonunda istismarın yaşandığını söylediğini aktardı.

Biçer, 9’uncu sınıftaki erkek öğrencilerin 12’nci sınıftaki erkek öğrenciler tarafından oyun oymama bahanesiyle istismar edildiğinin iddia edildiğini söyledi.

CHP’li vekil, durumun velilere bildirildikten sonra yaşananları şöyle anlattı: “Veliler de vakit kaybetmeden 16 Ekim tarihinde okul yönetimine başvuruyor. Okul idaresi olayı velilerine anlatan bazı öğrencilere okuldan uzaklaştırma cezası veriyor. Olayın ardından veliler 20 Ekim tarihinde Ahmetli İlçe Emniyet Müdürlüğü’ne hem öğrenciler hem de okul yönetimi hakkında şikayette bulunuyor. Olayın emniyete intikal etmesinin ardından okul idaresi çocukların okuldan uzaklaştırma cezasını geri çekiyor ve olayın üstünü kapatmaya çalışıyor.”

Biçer, Milli Eğitim Bakanı İsmet Yılmaz’a da durumu sordu.

İdari soruşturma

Manisa Milli Eğitim Müdürü Recep Dernekbaş, iddialarla ilgili şunları kaydetti: “Konuyla ilgili gerekli şikayetler bize ulaştı. Vakit kaybetmeden gerekli soruşturmayı başlattık. Şu anda olayın nasıl olduğu, ne olduğu konusu hakkında soruşturmanın sonucunu bekliyoruz.”

Diken

MHP’den yeni üniversiteye giriş sistemine tepki: Böyle rezalet görülmedi
12/10/2017



MHP Grup Başkanvekili Erhan Usta, üniversiteye giriş sistemine ilişkin yeni düzenlemeye tepki gösterdi: “Böyle bir rezalet görülmedi.”

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan üniversiteye giriş sistemine ilişkin bir çalışma yapıldığını söylemişti.

Yükseköğretim Kurulu (YÖK) Başkanı Prof. Dr. Yekta Saraç’ın bugün açıkladığı yeni sisteme göre, sınavlar haziran ayında bir hafta sonunda iki oturumda yapılacak.

‘Yapılış şeklinde hata var’

Hürriyet’ten Turan Yılmaz’ın haberine göre, yeni sınav sisteminden vazgeçilmesi gerektiğini belirten Usta şunları söyledi: “Bir defa bu işin yapılış şeklinde bir hata var. Sayın Cumhurbaşkanı kalkıyor bir televizyon programında ‘Ben TEOG’u kaldırdım’ diyor. Kaldırdığı sistemin yerine ne getireceğini şu anda hala otoriteler tartışıyor, eğer onlara otorite demek mümkünse. Cumhurbaşkanı bir anda bunu bu şekilde söylediği anda Başbakan’ı, Milli Eğitim Bakanı’nı ve milli eğitimle ilgili herkesi aslında çizmiş oluyor, bunu da görmek lazım.”

‘Böyle bir rezalet görülmedi’

İki milyon öğrenciyi ilgilendiren konuda paldır küldür karar alınmasının belirsizlik yarattığını kaydeden Usta şöyle devam etti: “Şimdi tek günde yapılacak. Güya ‘İki sınavdan kurtarıyoruz’ diyoruz fakat tek güne iki sınav konuluyor. Şimdi, birinci sınavda barajı aşanlar ikinci sınava girecek. Bir saat içerisinde sınav sonuçları belli olmayacağına göre ne olacak? Birinci sınav sonucu açıklanmadan öğrenci kendi kanaatine göre ‘Ha, benim birinci sınavım iyi geçti, birinci sınavı geçmiş olabilirim, ikinci sınava girerim’ diyecek, bu şekilde bir sınava girecek. Böyle bir rezalet görülmedi.”

‘Yanlıştan dönülmesi lazım’

Sistemde bir içerik değişikliği yapılmadığın, yapılanın yalnızca şekilsel bir değişiklik olduğunu aktaran Usta, “Yani şekilsel değişiklik yaptıkça da daha kötü bir şey yapılıyor. Ha ‘İçerik değişikliği var’ deniliyorsa o zaman milli eğitim gibi bir sistemde bu kadar çok içerik değişikliği olmaz. Nereden bakarsanız bakın, yapılan yanlıştır. Bu yanlıştan dönülmesi lazım. Öğrencilerimizi daha fazla tedirgin etmeyelim”dedi.
Diken

İlber Ortaylı: Yapılanların herhangi bir partiyle ilgisi yok, bu rezaletten hepsi sorumlu!
03 Ekim 2017



"Yazık ettiğimiz kendi evlatlarımızdır"

Tarihçi İlber Ortaylı, "Seçmen kandırmak için altyapısız lise ve ortaokullar çoğaltıldı" dedi. Ortaylı "Gazi Eğitim ve Çapa gibi öğretmen okulları mahvedildi. Bu yapılanların herhangi bir partiyle ilgisi yok. Hepsi sorumludur bu rezaletten" ifadesini kullandı.

Milliyet'te Mehmet Tezkan'ın "Ziyan ettiklerimiz kendi evlatlarımız" başlığıyla yayımlanan yazısı şöyle:

Milli Eğitim Bakanı Yılmaz NTV’ye çıktı.. Liseye geçişte uygulanacak yeni yöntemi anlattı..

Aslında anlatmadı..

Çünkü daha karar verilmemiş..

Bakan şöyle de olabilir böyle de diyor.. Üç alternatif olduğunu söylüyor.. Söyle olursa bu sakıncası var, böyle olursa şu sakıncası olabilir diyor..

Anlaşılan kafalar net değil..

Arayış sürüyor..

Net olan bir şey var.. Eninde sonunda sınav olacak ama bu sınav yazılı olacak, klasik olacak, ucu açık olacak.. (Eğitimcilerin çok sakıncalı bulduğu yöntem.)

Sonrası?!..

Kocaman bir soru işareti, büyük bir ünlem..

Kültür Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dekan’ı Şimşek’e göre, ‘Önce uçaktan atladık, sonra paraşüt arıyoruz.’

Bakanlık paraşütü ne zaman bulacak?

Bulduğu paraşüt işe yarayacak mı?

Bilmiyoruz!.

Bu yıl liseye girecek öğrenciler yandı.. Yeni sistem onlar üzerinde denenecek.. Yani kobay olacaklar..

Zaten her üç yılda bir sistem değiştiği için bir kuşak kobay oluyor..

***

Aslında TEOG ve üniversite sınavıyla başlayan tartışma iyi oldu.. Neredeyse on gündür eğitimin kalitesini konuşuyoruz..

Üniversiteye gidenlerin büyük çoğunluğunun yetersiz olduğu yazılıp çiziliyor.. Kaliteli eğitim almadıklarının farkına vardık.. Neden böyle sorusunu sormaya başladık..

***

İlber Ortaylı, Kafa dergisinin ekim sayısında bu soruya yanıt vermiş..

Yazısının başlığı çarpıcı:

Yazık ettiğimiz kendi evlatlarımızdır

Ortaylı sorunun kaynağına iniyor ve müfredatı hazırlayan kişilerin son derece yetersiz olduğunu iddia ediyor..

Ve bunu ispat da ederim diyor..

Şöyle yazmış..

‘Seçmen kandırmak için altyapısız lise ve ortaokullar çoğaltıldı, sonra hızlandırılmış eğitim safsatasıyla Gazi Eğitim ve Çapa gibi öğretmen okulları mahvedildi. Bu yapılanların herhangi bir partiyle ilgisi yok. Hepsi sorumludur bu rezaletten.’

Evet, 1970’li yıllarda gece eğitimi, mektupla eğitim, hızlandırılmış eğitimle 120 bin kişi öğretmen olmuş..

Ortaylı’dan bir alıntı daha..

‘Başka ülkelerin ders kitaplarına, müfredatlarına bakıyorlar mı? Hayır. Bunlar 3-5 kafadar kapanıyorlar, kendilerine göre müfredat yapıyorlar. Yeni bir dönem değil de bu. 50 yıldır böyle.’

***

Dönelim işin özüne.. Öğretmen yetiştiren fakültelere önem vermezsek.. Dil bilen, iyi eğitim almış seçkin öğretmenler yetiştirmezsek.. Kaliteli okul sayısını katlayarak artırmazsak.. Öğretmenleri ülkenin en kıymetli memurları saymazsak..

Sınav sistemiyle oynayarak eğitimin kalitesini yükseltemeyiz..

Avrupa’nın peşini neden bıraktık?

Selahattin Duman’ı bilirsiniz.. En zor meseleleri mizahi bir dille anlatır.. Tebessüm ederken düşündürür..

Artık Tuhaf dergisinde yazıyor.. Aylık edebiyat dergisi..

Avrupa Birliği ile ilişkilerimizi şöyle yorumlamış..

“Eskiden Avrupa Birliği de sık sık konuşulurdu.

Ne zaman ki Avrupa Birliği bize vizesiz giriş için yetmiş dokuz şart dayattı.

Benim güzel insanım da ‘O kadar şartla uğraşmam. Ben otuz iki farzı yerine getirdiğimde Rabbim beni cennete sokuyor’ deyip işin peşini bıraktı.”

T24
ETİKETLER
teog haber açıklama yazık ettiğimiz kendi evlatlarımız

Eğitim Öğretim… Eskiler “Talim Terbiye” derlerdi
Av. Mehmet TIĞLI



Öğretim/Talim; özellikle yeni doğanların, çocukların ve genç bireylerin olmak üzere insanın hayatında yaşayabilmesi için gerekli teorik, teknik ve pratik bilgilerin tecrübeyle birlikte verilmesidir. En önemlisi de bilgiye nasıl ulaşacağı ve nasıl bileceğine dair…

Eğitim/Terbiye; yine özellikle genç bireylerin hayatında öncelikle insan ve toplum ilişkilerinde nasıl bir tavır ve duruş sergileyeceğini göstermek, benimsetmek işidir. Ve her ikisi de hayata hazırlama, bilgi beceri, alışkanlık anlayış kazandırma ve şahsiyetlerini geliştirme içindir.

Peki pratikte bu gerçekleşiyor mu? Eğitim sistemimiz bunu ne kadar sağlayabiliyor. 40 kısır yıllık tecrübeme istinaden söylersem, bırakın hayata hazırlamayı, hayata yabancılaştırdığını bile belirtebilirim.

Üniversitelerin yaygınlaşması ve eğitimin ticarete dönüşmesi, Anadolu’nun her şehri, fakülteyi şehrin geçim kapısı görüp fakülte açma yarışlarına girmesiyle, neredeyse öğrencilerin büyük bir bölümüde üniversite okuduğunu da değerlendirirsek, 23 yaşına kadar hayattan kopuk, sindirilememiş teorik bilgilere gömülü bir nesil geliyor. Bir fidan dikemeyen, doğa ile ilişkisi kesilmiş, kendi yeme içme giyimini düzenleyemeyen, elinde herhangi bir özel becerisi, zanaatı ve sanatı olmayan, evinde ve dışarıda oluşan basit aksaklıkları dahi gideremeyen, tamir edemeyen ebebeynine muhtaç bir nesil. Askerliği yap, iş bul deyince yaş 25-30 oluyor. Genç birey dışarda kendi çabaları ile öğrenebilirse ne ala, yoksa hali harap.

Her sene eğitim sistemimizin sil baştan düzenlenmesi, eğitimin hükümet, hatta değişen bakana göre yeniden dizayn edilmesi, bu değişikliklere öğretmen ve öğrencilerin adapte olmakta zorlanması eğitimi içinden çıkılmaz bir karmaşaya sokuyor. Halbuki eğitim meselesi bir hükümet değil, devlet politikası olması gerekir. Gerek Osmanlının son dönemindeki Abdulhamit’in yaptığı gibi, gerekse Cumhuriyetin ilk yıllarında köy enstitülerinde olduğu gibi bir seferberlik haline getirilmesi gerekiyor. Bu konuda Grigoriy Petrov’un “Beyaz Zambaklar Ülkesinde” kitabını öneririm.

Bundan ayrı olarak söyleyeceğim konulardan biriside sürekli eksikliğini çektiğim “DUYGULAR EĞİTİMİ”dir. Okullarda böyle bir ders olmalı ve bu derslerde: Sevmek, aşk, neşe, mutluluk, hüzün öfke, nefret, kin, kıskançlık, korku, kaygı, utanmak, yalnızlık hissi, tiksinme, hor görme, gurur, kibir, hayret etme, şaşırma, depresyon, stress vs.. konular işlenmeli, olumlu duyguların nasıl geliştirileceği, olumsuzlar ile nasıl mücadele verileceği öğretilmelidir.
Adımlar dergisi

Okuma oranı arttıkça beni hafakanlar basıyor” diyen profesör YÖK’e atandı!



Prof. Arı, "Cahil kesimin ferasetine güveniyorum” demişti.

 “Okuma oranı arttıkça beni afakanlar basıyor” sözleri ile tartışma yaratan Prof. Dr. Bülent Arı, Yüksek Öğretim Kurulu’nda (YÖK) görevlendirildi. Arı, YÖK Denetleme Kurulu üyeliğine atandı.

Evrensel gazetesinin haberine göre, eski Sabahattin Zaim Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Bülent Arı, YÖK Denetleme Kurulu üyeliğine atandı.

Geçtiğimiz Mart ayında bir televizyon programına katılan Arı, Barış için Akademisyenler ile ilgili sözleri tartışma yaratmıştı.

Arı, “Bizde de şimdi okuma oranı arttıkça beni afakanlar basıyor. Ben daha çok cahil ve okumamış, tahsilsiz kesimin ferasetine güveniyorum bu ülkede” demişti.

Tepkiler üzerine Arı, üniversiteni zarar görememesi için istifa ettiğini açıklamıştı.
T24

Bursa Liseli Genç Umut: AKP'nin Eğitim sistemi öldürüyor
18 Ocak 2016

Bursa Liseli Genç Umut, TEOG sınavında istediği puanı alamayarak intihar eden Ayşe Berrin için Milli Eğitim Müdürlüğü önünde eylem yaptı

Bursa’da bugün (17 Ocak) Liseli Genç Umut TEOG sınavında istediği puanı alamayarak intihar eden Ayşe Berrin (13) için Milli Eğitim Müdürlüğü önünde eylem yaptı.

Velilerinde destek verdiği eylemde, AKP’nin eğitim sisteminin can aldığı belirtilerek, “Her sene değişen sınav sisteminin ve bu yarışın bir parçası olmak istemiyoruz, sınav sisteminiz bizleri, çocuklarımızı öldürüyor” denildi
Kaynak: Sendika.Org

ÖSYM: Cihazlarıyla sınava girmek isteyen engelli öğrenciler Ankara'ya gelmeli
29 Oca 2015

Al Jazeera'dan Umay Aktaş Salman'ın haberi: Engellilerin zorlu sınav yolu
ÖSYM, bazı engellilerin cihazlarıyla sınava girmelerine ilk kez izin verdi ancak bu kez sınav için Ankara'ya gitmelerini şart koştu. Biyonik kulak kullanan işitme engelli Gizem Eke, "Sınava girmek için İstanbul'dan Ankara'ya gideceğim. Geleceğimi çalıyorlar" diyor.

Engelliler ÖSYM'nin yeni uygulamasını protesto etti.

Engelliler uzun yıllardır üniversite sınavlarına günlük yaşamda kullandıkları cihazlarıyla girmek için mücadele veriyor. ÖSYM, talepleri bu yıl ilk kez kabul etti. Engelliler önce sevindi, ancak uygulamanın detayları açıklanınca tartışmalar başladı. Çünkü ÖSYM, sınav güvenliğini zedeleyecek nitelikte alet ve cihaz kullanmak zorunda olan engellilerin sadece Ankara’da, yüksek güvenlikli binalarda sınava alınacağını açıkladı. Bu binalarda her türlü kablolu ve kablosuz iletişim kesilecek ve sınav kamerayla kaydedilecek. Yaşadıkları yerde sınava girmek isteyen engelliler ise kullandıkları cihazı sınav görevlilerine bırakıp, sınav salonuna girmek zorunda.

Engellilere göre avantaj gibi görünse de bu uygulama kimileri için aslında dezavantaj. Bu dezavantajı yaşayacak öğrencilerden biri de 17 yaşındaki işitme engelli Gizem Eke.

Avcılar'daki İHKİB (İstanbul Tekstil ve Konfeksiyon İhracatçıları Birlikleri) Anadolu Kız Teknik ve Meslek Lisesi’nde Tekstil Teknolojisi bölümünde okuyan Eke, hem işitme cihazı hem biyonik kulak kullanıyor. İstanbul'da yaşıyor. Ankara’da sınava girmek zorunda. Başka seçeneği yok; kulaklığını çıkarmaya razı ama kulağının içindeki implantı çıkarması mümkün değil. Bu yüzden Eke, 15 Mart’taki YGS’ye (Yüksek Öğretime Giriş Sınavı) girmek için bir gece önce otobüse binip yola çıkacak. Sabah otobüsten iner inmez de sınavın yolunu tutacak. Uykusuzluk ve yol yorgunluğuyla sınava girmek zorunda kaldığını anlatan Eke, şöyle konuşuyor:

"Bu uygulama beni engelli olmayan adaylardan ayırıyor. Bu eğitimde ayrımcılık ve adaletsizlik. Maddi durumumuz iyi değil. Ankara’ya gitmek bile masraf olacak. Eğitim hayatım boyunca ayrımcılığa uğradım. İlkokulda darp bile edildim. Mücadele ederek, kendimce çalışarak buralara kadar geldim. Güzel sanatlar okumak istiyorum ama geleceğimi çalıyorlar."

"Benim kızım da meslek sahibi olmasın mı ?"

Anne Gülizar Eke bir günlük Ankara yolculuğunun hem maddi hem de manevi açıdan kendilerini zorlayacağını söylüyor. İki kız daha var ve onları bırakacak kimseleri yok. Otel masrafını da karşılayacak durumda değiller. Gülizar Eke behçet hastası ama kızını okutmak için çalışıyor:
"Tekstilden gelen çorapların burunlarını birleştiriyorum. Sırf kızımın işitme cihazının masrafları, okul, yol parası çıksın diye çalışıyorum. Eşim de asgari ücretle çalışıyor. Kızım sınavı kazanamazsa dava açacağım. Bu çocuk kendine bir meslek edinmesin mi ? Suriyeli çocuklar üniversiteye sınavsız alınıyorken, bizim çocuklarımız bir de Ankara'ya gidiyor."

“Kulağını bırak, sınava öyle gir diyorlar”

Gülten Tosunoğlu’nun işitme engelli oğlu ise yaşadığı İstanbul’da sınava girmek istiyor. Bu yüzden işitme cihazını çıkarmak zorunda. Tosunoğlu'na göre bunun “Kulağını bırak sınava öyle gir” demekten bir farkı yok. Tosunoğlu, “Benim çocuğum işitme cihazını çıkarınca hiçbir şey duymuyor. Sınav sırasında bir şey söylerler de duyamam kaygısıyla sınava girecek" diyor.

Tosunoğlu'nun oğlu ortaokulu birincilikle bitirdi ve genetik mühendisi olmak istiyor. Tosunoğlu, oğlunun ortaokuldaki Seviye Belirleme Sınavları’na da kulaklığıyla girdiğine ve böyle bir uygulamayla karşılaşmadıklarına dikkat çekiyor ve "Oğlum da çok kötü oldu. ÖSYM’yi aradım. Cumhurbaşkanlığı’na mail attık. Her gün 'anne bir haber var mı' diye soruyor. Engelli görmüyordu kendini ama şimdi engelli hissediyor" diye konuşuyor.

YGS'den sonra öğrenciler bir de Lisans Yerleştirme Sınavı (LYS) için Ankara’ya gidecek. Tosunoğlu LYS’nin iki hafta boyunca beş oturumda yapılacağını, bu süre içinde kişilerin Ankara’da nasıl kalacağını soruyor.

Dört yıllık mücadele

Murat Kefeli ise üniversite sınavına girebilmek için tam dört yıldır mücadele veriyor. Hem işitme hem görme engelli. Görme yetisi yüzde 10 ile sınırlı. Kefeli bilgisayarındaki bir programla ekrandaki yazıları büyüterek okuyabiliyor.

Onun mücadelesi ise soruların bilgisayar ortamında verilmesi için. 2010 yılında YGS’ye başvuran ve bilgisayar talep eden Kefeli’ye bilgisayar yerine okuyucu ve işaretleyici olmak üzere iki yardımcı personel verildi. Okuyucu sınav sorularını Kefeli’nin avucuna harf harf parmağıyla yazarak sınav süresince 22 soru anlatabildi. Kefeli başarısız oldu. Bunun üzerine dava açtı ve mahkeme 2012’de ÖSYM Başkanlığı’nı kusurlu buldu. 2013’te yeniden sınava başvuruda bulundu. Bu kez ÖSYM kendisine bilgisayar verileceğini belirtti. Ancak sınava 40 saat kala vazgeçildi. Kefeli yeniden dava açtı ve kazandı. Kefeli şimdi yeni uygulama ile bu yıl sınava girecek.

Engellilerin cihazlarıyla sınava girebilmesini olumlu bir başlangıç olarak nitelendiriyor. Ancak Ankara’da yapılmasının kalıcı bir uygulama ise kabul edilemez olduğunu söylüyor:

"Kılavuzda çok daha ciddi bir eksiklik var. ÖSYM tüm adaylara sınavdaki tüm soruları okuyabileceği en uygun zaman dilimini veriyor. Peki ya sınav sorularını sağlık sorunları nedeniyle yeteri kadar hızlı okuyamayan adaylar ne olacak? Örneğin ben bilgisayarla sınava girersem soruların tamamını okuyabilmem için bana üç saat yetmeyecek. İki milyon aday sınavdaki tüm sorulara göz atabilirken ben sadece yetiştirebildiğimi okuyabileceğim. Bu bir fırsat eşitliği değildir. ÖSYM bu tür ciddi sorunların da çözümünü sunmak zorundadır."

“Güvenlik problemi engellinin üzerine yıkılıyor”

Engelli dernekleri duruma tepkili.

Kefeli’nin avukatı ve Türkiye Sakatlar Derneği Genel Başkan Yardımcısı Turhan Hançerli, engelilerin cihazlarının kulanabilmesinin sevindirici bir karar olsa da ÖSYM güvenlik problemini engellilerin üzerine yıktığını söylüyor:
"Önlerine konulan Ankara seçeneği o kadar sıkıntılı ve zor ki, oraya gitmektense cihazlarını çıkarmayı, yapabildiklerini yapmayı göze aldılar. Olağan yaşamın dışına çıkan her şey öğrencileri rahatsız edecek. Yol yorgunluğunun ne demek olduğunu hepimiz biliyoruz. Ağır engellinin yorgunluğun ne demek olduğunu ancak yaşan bilir. Stres olacaklar. Her türlü iletişimi kesilmiş yüksek güvenlikli bir salon lafı bile moral bozuyor. "

Pahalı cihazı niye emanet edeyim?

İşitme Engelliler ve Aileleri Derneği'nin de içinde olduğu 10 engelli sivil toplum kuruluşu da protesto eylemi düzenledi. Uygulamayı ayrımcılık ve dayatma olarak nitelendiriyorlar:

"Sınava girmek için en az 10 saat yolculuk yapacak olanlar var. Sınava yaşadıkları yerde girmek isteyen engellilerdense kullandıkları cihazları sınav süresince görevlilere teslim etmeleri talep ediliyor. Piyasa değeri çok yüksek olan ve SGK tarafından çok düşük miktarı ödenen cihazlarımızı tıbbi yeterlilik belgesine sahip olmayan kişilere mi teslim etmek zorunda kalacağız diye de endişe etmekteyiz. Bu yüksek güvenlikli binaların diğer illerde de oluşturulması bu kadar mı zor? İnsan haklarına aykırı, izole ve rencide edici uygulamadan vazgeçilmesini talep ediyoruz. "

Yasaklılar listesi

2015 ÖSYS (Öğrenci Seçme Yerleştirme Sistemi ) Kılavuzu'ndaki "sınav güvenliğini zedeleyici cihazlar" listesi uzun. Düzenlemeye göre işitme cihazı, elektronik büyüteç, bilgisayar, braille daktilo, atel, koyu renk camlı gözlük listede. Liste bunlarla sınırlı değil. Metal parça içeren boyunluk, korse gibi cihazlar kullanmak zorunda olanlar Ankara'da sınava girecek. Ankara'ya gitmek istemiyorsa da bunları sınav sırasında takamayacak. Hatta insilün iğnesini sınav salonundaki görevliye teslim etmeyip yanında tutmayak isteyen diyabetliler bile Ankara'nın yolunu tutacak.

ÖSYM: Ankara'ya zorlamıyoruz

Al Jazeera Türk, ÖSYM’ye de uygulamayla ilgili gerekçeleri ve oluşabilecek sıkıntıları sordu. Yazılı açıklama şöyle:

"ÖSYM hiçbir adayı Ankara’da sınava girmeye zorlamamaktadır. Bu tamamı ile adayın kendi kararıdır. ÖSYM yönetimi geçen yıllarda olduğu gibi ya tüm sınav merkezleri için bu uygulamayı gerçekleştirecek nitelikte hazırlık yapılmasını bekleyip kimseye elektronik cihazlar ile sınava girmelerine müsaade etmeyecekti ya da imkânı olanlar istifade etsin diye uygulamayı Ankara ile sınırlı olacak şekilde genişletecekti. Engelli adayların yararına ikinci yaklaşımın daha uygun olacağı değerlendirildi. ÖSYM hiçbir adayı seyahat etmeye zorlamamaktadır."
Kaynak: Al Jazeera

Eğitimin tartışılmayan sorunu nitelik
2 Eyl 2014



Yeni eğitim yılı, TEOG ve imam hatip tartışmasıyla başlıyor. Eğitim Reformu Girişimi Direktörü Batuhan Aydagül'e göre ise tartışılmayan asıl sorun nitelik. Öğrencilerin yüzde 40'ı dört işlem bilmiyor.

Aydagül, eğitimin esas sorunun çocukların okulda neden öğrenmediği olduğunu ancak bunun hiç tartışılmadığını söylüyor.
[Fotoğraf: Umay Aktaş Salman/ Al Jazeera Türk]

Umay Aktaş Salman

2014-2015 eğitim öğretim yılı birinci ve 5. sınıflar için 8 Eylül, diğer öğrenciler için ise 15 Eylül’de başlıyor. Eğitim gündeminde TEOG (Temel Eğitimden Ortaöğretime Geçiş ) sonrası lise yerleştirme sonuçlarında yaşanan sıkıntılar, imam hatip liselerinin sayısındaki artış, puanı Anadolu Liseleri’ne yetmeyen öğrencilerin istemeden meslek ve imam hatip liselerini tercih etmek durumunda kalması tartışılıyor. Tartışılmayan ise, eğitimin asıl sorunu nitelik.
Sabancı Üniversitesi’ne bağlı olarak eğitim politikaları üreten ve araştırmalar yapan Eğitim Reformu Girişimi’nin (ERG) Direktörü Batuhan Aydagül’e göre, eğitimin niteliğinde artış yaşanamamasının üç nedeni var; eşitsizlik, öğretmenlerin desteklenmemesi, ikili öğretim ve iş gücünün, çocukların ihtiyaçlarını dikkate almayan ortaöğretim sistemi. Aydagül, geçen 15 yıl içinde Türkiye’nin iş gücüne katılacak gençleri layığıyla yetiştiremediği görüşünde.
Batuhan Aydagül, “Her yıl topluma matematik ve Türkçe’de temel becerileri olmayan, analitik ve eleştirel düşünemeyen, aktif yurttaşlık açısından hazır olmayan gençler katılıyor. Önümüzdeki 15 yılı da böyle kaçırırsak bence dükkânı kapatıp gideceğiz. İktisatçılara göre bu, orta gelir tuzağının içinde saplanıp kalmak demek. Din bilen ama Türkçe, matematik bilmeyen çocuklarla Türkiye ne 2023 hedefini ne 2053 hedefini gerçekleştirebilir” diyor. Aydagül ile eğitim sistemini, nitelik sorununun nedenlerini konuştuk.


Son 12 yılda eğitime erişim de, yatırımlar da arttı. Ancak ulusal ve uluslararası değerlendirmelerde öğrencilerin başarısında, eğitimin niteliğinde kayda değer bir iyileşme yok. Neden ?

2003 sonrası dönemde MEB Türkiye’nin birikmiş eğitim problemleri ile ciddi anlamda mücadele etmeye başladı. Bu problemlerden biri okullulaşmaydı. 8 yıllık temel eğitim kanununun itici gücü çocukları daha fazla okula yollamaktı. 2003’ten itibaren de dezavantajlı gruplara odaklanıldı. Kız çocukları ön plandaydı. Türkiye’de eğitimde toplumsal cinsiyet eşitliği açısından çok ciddi aşama kaydedildi. Okula giden çocuk sayılarında ciddi artış var, erken çocukluk eğitiminde iyileşmeler oldu. Buna paralel olarak 2003-2004’te eğitim müfredatı ciddi revizyona girdi. Dünyadaki bir sürü ülke eğitimle uğraşmaya başladığında önce çocukları okula kaydettirmeye uğraşır. Bu işin görünür ve daha kolay yapılabilir kısmı. Ancak okullulaşmayan yüzde 1-2’lik kısmı eğitime dahil etmek ya da okula aldığın çocukları okulda tutabilmek için kaliteyi artırman gerekir. Türkiye 2011’de burada takıldı. Türkiye’de 12 yıllık ve daha geriye giden dönemde eğitim niteliğinde artış olmamasının nedeni öğretmenlerin yeterince desteklenmemiş ve onlara yatırım yapılmamış olması. Öğretmenlere odaklanılması gereken bir dönemde, 2012’den itibaren eğitim politikası gündemi meclis tarafından belirlendi. 2012’den bu yana dershanelerle, 4+4+4 ile uğraştık, dershaneler kapatılmak istendiği için sınav sistemlerini değiştirdik, atamalarla uğraştık. Ancak ne yazık ki eğitimin ihtiyacı olan nitelik artışına dair katma değer yaratacak hiçbir girişim olmadı. Uluslararası araştırmalar gösteriyor ki, niteliği artırmanın en önemli faktörü öğretmen. Öğretmenlerle ilgili MEB’in strateji belgesi vardı. Öğretmenlerin güçlendirilmesi için yapılacakları içeriyordu. Taslak hazırdı. İki buçuk yıldır bununla ilgili bir adım atılmadı.

Türkiye’de öğretmenlerin eksikleri neler?

Öğretmenlerin deneyimi azalıyor. Bu da öğrenmeyi etkileyen bir faktör. Eğitim fakültelerinin kontenjanlarının arttığını biliyoruz, bu da eğitimin niteliğini olumsuz etkiliyor. Geçen sene MEB öğretmen atamaları için Öğretmenlik Alan Bilgisi Testi'ni (ÖABT) yaşama geçirdi. 15 alanda öğretmen adayları branşlarında 50 soru yanıtladılar. Ortalama net doğru sayısı 50 üzerinden 22. Eğitim fakültesi mezunları, Fen Edebiyat mezunlarına göre biraz daha başarılı olmakla beraber genel tablo bir bütün olarak öğretmen yetiştirme konusunda hem eğitim fakültelerinde hem pedagojik formasyon programlarında başarısız olduğumuzu gösteriyor. Bunun dışında, öğretmenin ne ürettiğiyle ilgili bir ölçme-değerlendirme sistemi yok.

Peki, nitelik artışı olmamasının diğer nedenleri neler?

İkili öğretim (okulların sabahçı-öğlenci olmak üzere eğitim vermesi) nitelikli eğitimin önünde engel. İkili eğitim, öğrenme ve kişisel gelişim açısından engelleyici. Çocukların okula başlama saatlerini çok erken olması, bitişlerinin çok geç olması bundan dolayı beslenme düzenlerinin değişmesi, okulların zaman ve yerinin azlığı nedeniyle çocuklara yeteri kadar sosyal gelişim imkânları sağlayamamasında ikili eğitim etken. Hala büyük illerimizde ikili eğitim yapan okullar var. Bunun çözümü yatırım, kaynak aktarımı, daha fazla okul yapmak. Bunun için harcanacak paralar konusunda insanın aklına, "Türkiye’de ikili eğitimin önüne geçmek için okul sayısını artırmak mı öncelikliydi, öğrencilere tablet vermek mi ?" sorusu geliyor. Tableti vermenin eşitlik açısından önemi olduğu muhakkak. Az derslik yapılmadı ama daha fazla gerekiyor. Hala ikili eğitim varsa yetmiyor demektir. Türkiye’nin sınıf başına düşen öğrenci sayısı ortalamasında kötü değil. Bununla politika yapılıyor. Ancak görmemiz gereken ortalama değil. En kötü şartlardaki okulları görmemiz ve o şartlarda kaç okul olduğuna bakmak lazım. Türkiye’de sınıf mevcudu ortalamasının 30 olması kendi başına yeterli gözükürken, İstanbul’da bile bunun iki katı öğrencinin olduğu durumlar var. Eşitlikçi bir yaklaşım açısından bakanlığın ve kamunun en dezavantajlı okulu kendisine kıstas alarak politika tasarlaması lazım.

'Kaliteli eğitim eşit dağılmıyor'

Niteliğin önündeki diğer engeller ise eşitsizlik ve ortaöğretim bugünkü hali. Ortaöğretim içeriği yenilenmeden, iş gücünün ihtiyaçları planlanmadan, çağın çocuklarının beklentileri dikkate alınmadan devam ederse kördüğüm olarak kalacak. Türkiye’de kaliteli eğitim eşit dağılmıyor. Türkiye’de kaliteli eğitim yok diyemeyiz. Var ama sınırlı okulda var. Açın taban puanlarına bakın. Anadolu liselerinin, meslek liselerinin ve imam hatip liselerinin taban puanı arasında müthiş bir uçurum var. En alt sosyo ekonomik düzeydeki öğrencilere daha çok sahip çıkılması ve onların daha çok önemsenmesi lazım. Eşitlikle ilgili her çocuğun altına aynı boy tabure vermekten bahsetmiyoruz. Çocukların altına boylarına göre onları eşit boya getirecek farklı boylardaki tabureler vermekten bahsediyoruz. Ama bakanlığın eşitlik anlayışı herkese aynı tabureyi vermek ki, onu da beceremiyor. Beceremediği için yüksekte olana daha yüksek tabure veriyor.Türkiye’nin eğitimde nereye gitmek istediğine dair ulusal bir uzlaşısı yok.

Son günlerin eğitim gündemlerinden biri de TEOG ve sonrasında yaşanan sıkıntılar.

TEOG, politika nasıl tasarlanmamalıya çok iyi bir örnek. Önce orta öğretimde okul türlerini belirlemek, ortaöğretimi nasıl yapılandırmak istediğimizi karar vermek sonra öğrencilerin nasıl seçileceğini tartışmalıydık. SETA; TEDMEM ve ERG öneriler verdik. Gözardı edildi. Bir anda bütün odak TEOG’a geldi. Çünkü dershaneleri kapatmak gerekiyordu. Pilot uygulama da yapılmadan bu sisteme geçildi. Türkiye’deki her okulun sınavlara eşit derecede hazırlanmış olarak girdiğini öne sürerseniz Polyannacılık oynarsınız. Ortalaması giriyordur ama ya o ortalamanın altında kalan okullar, orada okuyan çocuklar? Zaten o çocuklar ailecek daha dezavantajlı. Sosyo ekonomik olarak üst düzeydeki ailenin çocuğu en alttaki, en kalabalık okullardan birine gitmiyor. Eğitim sosyal hareketlilik aracı olması gerekirken, buna en alt seviyedeki insanlar ihtiyaç duyarken, siz bu aracı daha az ihtiyacı olanlara veriyorsunuz. Daha çok ihtiyacı olanları da ortalamayı korumaya çalışırken biraz gözden çıkarıyorsunuz.

Yani başarılı ve başarısız öğrencilerin gittiği okullar olarak ayrışıyor mu okullar?

Zaten Türkiye’deki sınav, okul sistemi öğrencileri ayrıştırıyordu. Ama bu ayrıştırma sınırlı öğrenci için yapılıyordu. Bence bakanlığın bugüne kadar aldığı en kötü kararlardan biri tüm genel liseleri Anadolu lisesi yapmak oldu. Genel liselerin kalitesine destek ve yatırım yapılmadan tabelaları değiştirildi. Eğitimde akran etkisi diye bir kavram var. Siz ne kadar daha üst düzey puana sahip öğrencilerle okursanız başarılı olma şansınız o kadar artıyor. Kaynaştırma denen felsefede yüksek ve alçak puanlıyı bir arada okutup aralarında öğrenme zenginliği yaratmak ve öğretmenin de bunu farklı öğrencilere göre yönetebilmesini sağlamak lazım. 1960-70’lerde Fen ve Anadolu liseleri kurulduğu şekliyle kalıp diğer okulların da kalitesine yatırım yapılsaydı, Türkiye bundan daha kazançlı çıkardı. Siyasi baskılar yüzünden bu okulların sayısı arttı. Elit okullara dünyada herkesin ihtiyacı var. Siz bunu yüzde 5’te yaparsanız, bunu artırırsanız hem özelliğini düşürürsünüz hem de diğer tarafı ihmal ettikçe farkın açılmasına neden olursunuz. Türkiye’de 2010-2011 den sonra genel liselerin kapanmasıyla var olan ayrışma iyice kutuplaştırdı.

'Eğitimde ince iş yapamıyoruz, bedelini öğrenci ödüyor'

Yasa yapmayı, yeni yapılar kurmayı çok iyi beceriyoruz, mevzuat geçirmeyi biliyoruz, öğretmenleri müdürleri görevden alıp atamayı da iyi biliyoruz ama sabırla eğitimde ince iş yapmayı bilmiyoruz. Toplumun ciddi eğitim talebinin ve baskısının olduğunu kabul ediyorum. MEB de kabul ediyor bunu. Toplum daha fazla imam hatip açılsın, dershane kalksın istiyor deniyor. Ama bence toplum kaliteli eğitim istiyor. Bu sabırsızlığın bedelini bürokrasi ödemiyor. Türkiye’de hesap verilebilirlik yok. Bedelini müdür ve öğretmen ödüyor ama en çok da öğrenci ödüyor.

Sizin raporunuza göre liselerin dönüşümü ve yeni açılanlarla birlikte imam hatip liseleri geçen sene yüzde 73 oranında arttı, bu sene bu oran daha da artacak gibi. Gerçekten imam hatiplere talep arttığı için mi okul sayısı arttı?

Talep var mı yok mu, temel koymadıktan sonra bir şey söylemek yanlış. Talep de olabilir ama bakanlık o talebi zorla yaratıyor da olabilir. Genel liseyi kapatıp imam hatip lisesi yaparsanız, birinin kontenjanını artırıp diğerinin kontenjanını sınırlı tutarsanız, insanların seçim yapma hakkını kısıtlıyorsunuz. Rakamlar kendi kendine konuşuyor. İmam hatibe giden öğrenci sayısı lise düzeyinde yüzde 12. Bu oran yüzde 5.5’tan buralara geldi. Bir de imam hatibe gitmeyen yüzde 90’lık da başka bir grup var. İmam hatipte okuyan, okumayan toplam öğrencilerin ise yüzde 90’ı kalitesiz eğitim alıyor. Ancak öğrenci nüfusunun yüzde 10’unu ilgilendiren imam hatip ile yatıp kalkıyor Türkiye. Çocukların okulda öğrenmediğini hiçbir zaman konuşmuyor. İmam hatip tartışacağımız enerjiyi eğitim kalitesini tartışmaya versek eğitim kalitesinde değişim olur. Ancak buna bakanlık da yol açıyor. İmam hatiplilere de haksızlık

Başarısı düşük öğrencinin meslek ve imam hatip liselerini tercih etmek durumunda kalması bu okulları niteliksizleştirmeyecek mi?

Niteliksizleştiriyor. İmam Hatip liselerine gidenlerin puanları o kadar düşük ki, sekiz yıllık eğitimin kalitesizliğini çekenlerin yolunu imam hatibe veriyorsunuz, bu herkese haksızlık. Öyle bir imam hatibi büyüteceğiz hırsı var ki, bu hırs Türkiye’nin eğitim performasına pahalıya patlıyor. Bu okulları arttırdınız ama daha iyi eğitim alındığını söyleyebiliyor muyuz? İmam hatip liselilerin de bu kadar çok tartışılıyor olmasından memnun olduğunu zannetmiyorum. İmam hatip liseleri günah keçisi değil. Öğrenciler kusurlu öğrenciler değil. Bu konu başörütüsü gibi bir şey. Sürekli siyaseten bölen ve kutuplaştıran bir şeyin parçası olmak ne kadar kötü hissettirir. İmam hatipler, bir grup için sancakta dalgalanacak bayrak gibi önemli, öbür grup için muhteşem bir tehdit. Ortasında asıl yitirdiğimiz Türkiye’nin eğitimi ve diyalog ortamı. İmam hatipte mi okuyor, başka yerde mi diye önemsemeden eğitim politikaların göbeğine çocukları koyamıyoruz. Okul türlerini, sayılarını değil çocukların çıkarı için eğitimde neler yapılmalıyı konuşmalıyız. Uluslarası değerlendirmelere göre öğrencilerin yüzde 40’ı dört işlem yapamıyor. Yüzde 25’i Türkçe’de temel yetkinliklere sahip değil.

Eğitimde dindar nesil yetiştirmeye doğru bir dönüşüm olduğu yorumlarına katılıyor musunuz ?

Bunun olup olmadığını delil temelli söylemek zor. 2011’den bu yana eğitim politikalarının daha çok kültürel ve siyasal bir ideoloji çerçevesinde ilerlediğini söylemek mümkün. İlk sekiz sene daha ekonomik ve sosyal gelişim odaklı politikalar uygulanıyordu. Din bilen ama Türkçe, matematik bilmeyen insanlardan Türkiye’nin ileri demokrasiye ve ileri ekonomiye geçmesi zor olacak. Herkesin din bilmesi talebine saygılıyız, ailesi istediği sürece gayet meşru ama bunların artık Türkiye için ana konu olmaktan çıkıp, Türkiye’nin eğitim niteliğini artırması lazım. Bunu imam hatip lisesi için de, meslek ve Anadolu lisesinde okuyan içinde yapmalı.

SAYILARLA NİTELİĞİN ÖNÜNDEKİ ENGELLER

PISA sonuçlarına göre, Türkiye’de 15 yaşındaki öğrencilerin sadece yüzde 16’sı PISA’da iyi bir puan ortalaması olan okullara gidiyor.
PISA sonuçlarına göre, Güneydoğu Anadolu bölgesindeki 15 yaşındaki bir genç, Akdeniz bölgesinde yaşayan yaşıtının ortalama 2 okul yılı gerisinde.
4. sınıf düzeyinde dezavantajlı öğrencilerin bulunduğu okul oranı Türkiye’de yüzde 63.
İlköğretimde 2011-2012 eğitim yılında öğrencilerin yüzde 51’i, 2013-2014’te yüzde 57.5’i ikili öğretimde okuyor.
2012-2013 itibariyle eğitim sistemi her 10 öğrenciden 3’ünü ortaöğretime geçerken kaybediyor.
2013-14 eğitim-öğretim yılında net okullulaşma oranı 3-5 yaş grubunda yüzde 30,9’dan yüzde 28’e, 4-5 yaş grubunda ise yüzde 44’ten yüzde 37,9’a geriledi.
PISA 2012’ye göre Türkiye’deki 15 yaş grubundaki çocukların yüzde 42’si matematikte birinci düzey ve altında bilgiye sahip. Yani en basit soruları dahi yanıtlayamıyor. OECD ülkelerinde bu ortalama yüzde 23.
Okuma becerisi alanında da Türkiye'deki öğrencilerin yüzde 52,5 2. düzey ve altında. Yani en temel okuma yazma becerilerinde zayıf.
Kaynak: TEDMEM, ERG, MEB, TÜSİAD


http://www.aljazeera.com.tr/al-jazeera-ozel/egitimin-tartisilmayan-sorunu-nitelik

'Akıllı tahta ve tablet' ne kadar akıllıca?
Ali Bulaç
23 Şubat 2012

AK Parti'nin 2011 seçimlerinde vaat ettikleri arasında "akıllı tahtalar ve tablet bilgisayar" projesi hayata geçiyor.

Tablet ihalelerini alacak firmalara ödenecek miktar 7,5 milyar dolar.

Seçim kampanyası boyunca Başbakan R.Tayyip Erdoğan sıkça tabletlerin propagandasını yaptı, hatta CHP'nin kendilerinden teknoloji ve bilimsel ilerleme alanlarında ne kadar "geri ve gerici" olduğunu vurgulamaktan özel zevk aldı.

İsveç'te ilkokula başlayan öğrencilere kalem ve kâğıttan önce iPad veriliyor, çocuklar kalemle yazmaya ikinci sınıftan itibaren başlıyor. Buna yeni dönemin "dijital ilkokulu" adı veriliyor.

"Akıllı tahta ve tablet bilgisayar"ın yatırım maliyeti, üretim, kazanç ve piyasa değerinin çok iyi hesaplandığında hiç kuşku yok. İki yüzyıldır, Batı karşısında ezik yaşayan "dindar-muhafazakârlar"ın bu projeyi büyük bir hevesle sahiplenmeleri gayet anlaşılır: Onların iki asırdır hareket noktalarını "İslamiyet uygarlığa, akla, ilerlemeye, teknolojiye, bilime aykırı değildir" sloganı belirliyor. Kârlı bir yatırım alanı varsa, yatırımcılar, söz konusu yatırımın "İslamiyet'in ilerlemeye ve teknolojik gelişmeye katkısı" konusunda iyi bir çalışma yapsınlar, projelerini yüzde 90 kabul ettirirler, geri kalan yüzde 10'luk dilim teknik, bürokratik ve mevzuata ilişkin bir süreçtir sadece. Türkiye'yi ve İslam dünyasını bu zihinden başka hiçbir ideolojik veya siyasi grup, küresel ekonomiye daha hızlı ve güvenilir yollarla eklemleyemez. Çünkü bu zihin hiçbir şeye eleştirel bakamaz.

15 milyonun üstünde bir öğrenci kitlesinin bu proje üzerinden eğitilmesinin psikolojik, sosyal ve kültürel maliyeti üzerinde yeterince düşünüldüğünü sanmıyorum. Aşağıda belirlediğim hususlar üzerinde hepimizin imal-i fikretmesinde zaruret var:

1) Tablet bilgisayar, sonuçta bilgisayardır, çocukları hayli küçük yaşlardan başlamak üzere bilgisayara ve internete bağımlı hale getirecektir. İnternet kullanımının her zaman yararlı olmayıp ağırlıklı olarak yıkıcı olduğu gün gibi ortada. İsviçre'de bile kullanıcıların yüzde 2/3'ü kötü alışkanlıklar, cinsel sapkınlıklar, çarpık ilişkiler vb. amaçlı kullanıyor. Başta ABD olmak üzere birçok ülkede "internet hastaneleri" hızla artıyor. Bizde de Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi'ne günde 70 internet hastası başvuruyor. İnternet için ailesine bıçak çekenden, reel dünyadan kopup nevroz olanlara varıncaya kadar sayısız araz çocukları ve gençleri ahtapot kolları gibi sarmış bulunuyor.

2) Matbaa, kitap, yayın ve kâğıt piyasası büyük endişe içinde. Yüz binlerce esnaf ve bunların eline bakan aileler şimdiden kara kara düşünüyor. Açık ve gizli işsizler ordusuna, bu projeyle kâğıt, kitapçı, yayıncı ve matbaa piyasasında ortaya çıkacak yeni işsizler eklenecek. Bir kitapçı şunları söylüyor: "Şimdi İstanbul hattatlarının neden hatlarını tabuta koyup matbaayı protesto ettiklerini anladım. Biz de tablet bilgisayarları tabuta koyup gösteri yapsak aynı duruma düşeceğiz, ama gerçek bu, üç aydır matbaacılar işçilerine maaş ödeyemiyorlar." Hükümet AVM'lerle orta sınıfa ve esnafa zaten ağır darbe indiriyor, şimdi bu yeni proje ile belli bir sermaye zümresini zenginleştirecek ama, yüz binlerce aileyi işsizliğin kucağına itecek.

3) Öğretim "okuma ve yazma yetisi"nin paralel ve eşzamanlı geliştirilmesini gerektirir. Akıllı tahta ve tablet bilgisayar, "kalemle yazma yetisi"ni zayıflatırken, "görsel düzeyde okuma"yı öne çıkaracak. Bu, öğretimin bir ayağını felç etme anlamına gelir. Yeni sistemde "okuma yetisi" görsel ve hareketli zemin üzerinde yürüyeceğinden, zamanla "okuma yetisi" de zayıflayacak, sadece "görsellik" öne çıkacak ki, bu aslında okuma-yazma becerisi yeterince gelişmemiş ve sadece gözleriyle düşünen, daha doğrusu resim ve imgeleri seyreden ebleh, tefekkürden yoksun nesillerin yetişmesine sebebiyet verecektir. Bu da liberal kapitalist piyasanın gökte ararken yerde bulduğu şeydir.

Osmanlı'da okuma oranı yüzde 85, yazma oranı hayli düşüktü; kırsal kesimlerde bile aileler çocuklarına Kur'an okumayı öğretirlerdi. Kur'an öğrenen, kolayca yazılı metni okumayı da sökerdi. Bu gidişle Osmanlı'nın gerisine de düşmüş olacağız.
Zaman

Liseli kızların ölümüne kavgası
07 Şubat 2012 Salı
Uşak'ta lise öğrencisi iki kızın kavgası ölümle sonuçlandı. Okul çıkışında tartıştığı arkadaşı F.K. tarafından bıçaklanarak ağır yaralanan Z.Ç., kaldırıldığı hastanede hayatını kaybetti.

Uşak Kız Meslek Lisesi öğrencisi F.K. (15) ile Z.Ç. (16) arasında belirlenemeyen nedenle kavga çıktı. Okul çıkışında Çivril Caddesi 1. Balcı Sokak'ta kavga eden kız öğrencilerden F.K., Z.Ç.'yi bıçakla ağır yaraladı. Uşak Devlet Hastanesi'ne kaldırılan Z.Ç., müdahaleye rağmen kurtarılamadı. Gözaltına alınan F.K., Uşak Emniyet Müdürlüğü Çocuk Şubesi'ne teslim edildi. F.K.'nin annesi M.K., ifadesine başvurulmak üzere Uşak İl Emniyet Müdürlüğü'ne getirildi. Uşak Emniyet Müdürü Şammaz Demirtaş, olayın çok üzücü olduğunu belirterek, cumhuriyet savcılığınca yürütülen soruşturma kapsamında olayın detaylı şekilde araştırıldığını söyledi. Zanlı F.K.'nin, evinde gözaltına alındığı kaydeden Demirtaş, olayda kullanılan suç aleti bıçağın henüz ele geçirilemediğini, aranmasına devam edildiğini bildirdi.
YARDIM İSTEMİŞ
Bu arada Mazlum Erkek adlı bir görgü tanığı, bıçaklama olayının ardından yaralanan Z.Ç.'nin, sokak içinde bir süre yerde sürünerek, yakındaki bir kahvehaneye yaklaşıp yardım istediğini, Z.Ç'nin kahvehanedeki vatandaşlar tarafından hastaneye kaldırıldığını söyledi. Sınıf arkadaşları ise F.K. ve Z.Ç.'nin iyi arkadaş olduğunu, aralarında erkek arkadaş yüzünden tartışma yaşandığını ileri sürerek, olayın bu nedenle meydana gelmiş olabileceğini ifade etti.
Akşam

Cıva döküldü 117 kişi hastanelik oldu
28 Şubat 2012
Kilis'in Musabeyli ilçesinde, okulda yere dökülen cıvadan etkilenerek Gaziantep'e sevk edilen öğrenci sayısı 117'ye yükseldi.

Okulda deney için kullanılan cıvanın yere düşürülmesi sonucu zehirlendikleri belirtilen öğrencilerin, Gaziantep Çocuk Hastanesindeki tedavileri devam ediyor. Öğrencilere, vücutlarındaki cıvanın atılması için ilaç tedavisi uygulanıyor.

Gaziantep Çocuk Hastanesi Başhekim Vekili Yalçın Mahsereci yaptığı açıklamada, Kilis'ten hastanelerine öğrenci sayısının 117'ye yükseldiğini belirterek, yoğun bakımda tedavi gören bir çocuğun sağlık durumunun iyiye gittiğini söyledi.

Musabeyli ilçesi 75. Yıl İlköğretim Okulunda 24 Şubat'ta meydana gelen olayda, 8. sınıf fen bilgisi dersinde, dolapta bulunan ve deney için kullanılan cıvanın yere düşürülmesi sonucu çok sayıda öğrenci zehirlenme şüphesiyle hastaneye kaldırılmıştı.

Kahramanmaraş'ta da 16 kişi hastanelik oldu

Kahramanmaraş'ın Elbistan İlçesi'ne bağlı Karahasanuşağı Köyü'nde de laboratuarda buldukları civa ile oynayan 14'ü öğrenci 16 kişi vücutlarının kızarması üzerine hastaneye kaldırıldı.

Tedaviye alınan öğrenciler, Gaziantep Çocuk Hastanesi'ne sevk edildi.
http://dipnot.tv/

Hiçbir kuşak "yüksek" eğitimli değil!
HAŞMET BABAOĞLU
26 Mart 2012

Kim Milyoner Olmak İster'de "Parlamento" yerine "Yüce Divan" diyen siyaset bilimcisi genç kıza twitter yoluyla "okulumuzu rezil ettin" diyen arkadaşları neyi, ne kadar biliyorlar acaba, merak ediyorum.

Değil siyaset bilimi lisansı, o dalda yüksek lisans yapan nice öğrenciler gördüm ki...

Burunlarından kıl aldırmıyor, orta öğrenimlerini geçirdikleri "kolej"lere toz kondurmuyor ama anayasa ile ceza hukukunu veya örnek bu ya, "modernizm" ile "modernite"yi birbirinden ayıramıyorlardı.

İşin gerçeği... Tek bir okulun rezil olması diye bir şey yok!

Öğrenmeye değil, bellemeye; bilmeye değil sınıf geçmeye odaklı eğitimin tamamı rezil!

Son yıllarda bakıyorum da, üniversite mezunu, sürüsüne bereket! Ancak sandığımız kadar çok "yüksek" eğitimli insan var mı, orası çok kuşkulu!

***

Fakat ezbercilikten daha da beteri ne ezberlediğindir!

İlkokuldan üniversite sona kadar resmi ideolojinin cenderesi altında okumanın nasıl zihin ve perspektif sakatlığı yarattığını hâlâ anlayabilmiş değiliz.

Bir tanıdığımı hatırlıyorum...

Yurtdışında sosyal bilimler dalında yüksek lisansa gitmişti.

İlk ödevi de "modern Türkiye" hakkında bir konuşma yapmasıydı.

Hem hocalarını, hem de arkadaşlarını dehşete düşürmüştü. Çünkü ilkokuldan beri alıştığı gibi Atatürk'ün adının geçtiği her yerde "ulu önder" sıfatını eklemişti.

Bu tür bir tanımlamanın gelişmiş ülkelerde, hele bir bilim yuvasında çok tatsız "Führer" çağrışımlarına yol açtığını anladığında çok geçti!

Hele bir sınıf arkadaşının "Atatürk kendisine böyle hitap edilmesini mi isterdi?" sorusuyla karşılaştığında başından aşağı kaynar sular dökülmüştü.

Konuşmasında sık geçen "çağdaşlık" ve "laiklik" kavramlarının onu dinleyen ve pek çağdaş (!) olduklarını düşündüğü Batılı arkadaşlarında hiçbir ortak çağrışım yaratamayışını da şaşkınlıkla fark etmişti.

***

"Şimdiki gençler pek cahil" deyip durmak da haksızlık!
Eskiler de cahildi!

Şimdikilerinki pop cehalet!

Oysa çocuklarına "biz başkaydık" havaları atanlar da basmakalıp siyaset ve kültür yargılarını bilgi diye ezberlemekten öteye gitmemişlerdi, bakmayın siz!

Yoksa hakikaten bilgili olsalar ve öğrendikleri peşin yargıdan öteye bir değer taşısaydı...
Mesela...

"Yahu Diyanet kurumunun olduğu yerde laiklik mi olur?" diye sorduğunuzda apışıp kalmaları kırk yıl sürmezdi!
Kaynak Sabah gazetesi

YÖK yasa tasarısı: Üniversite A.Ş.’ye doğru
Can Irmak Özinanır
(Ankara Üniversitesi Gazetecilik bölümü araştırma görevlisi)

Üniversitelerde bir "reform"a gidileceği uzun zamandır konuşuluyordu. Yükseköğretim Kurumu (YÖK) kimi zaman "belirli" öğretim üyeleriyle yaptığı toplantılarla süreci ilerletirken, rektörlük atamaları sırasında Cumhurbaşkanı Abdullah Gül isteğini açıkça ifade etmişti: "Mevcut sistem, doğrusu çok zorlandığım, mutlu olmadığım bir alan. Mevcut sistemin yerine, mütevelli heyetinin olmasını çok ciddi araştırmalar yaparak akademik rektörle, yöneticinin ayrı olması gerekir... O yöneticilerin, üniversiteleri başarılı şirketlerin yöneticileri gibi idare etmesi lazım."
Geçtiğimiz günlerde YÖK, üniversitelere "Yeni Bir Yükseköğretim Yasasına Doğru" başlıklı YÖK yasasının hangi ilkeler etrafında oluşturulacağını ve çeşitli önerileri içeren bir taslak metin yolladı. (Bu metne tam bir taslak demek mümkün değilse de daha iyi bir tanımlama bulamadığım için böyle bahsedeceğim) Üniversitelere bu metni tartışmak için kısa bir süre tanındı. Bu yolla, yasayı tartışmaya açtıklarını iddia edecekleri açık. Burada uzun uzun önerilerin tümünü tartışmak mümkün değil ancak taslağın etrafında tartışılmasını salık verdiği ilkeler önümüzde nasıl bir yıkım olduğunu gösteriyor.

Tavizsiz neoliberalizm

Yükseköğretim yasası taslağında tanımlanan ilkeler, bütünüyle neoliberal bir çerçeve içinde tanımlanmış ilkeler. 1980'li yıllarla beraber tüm dünyada emek süreçleri işçi sınıfı aleyhine yeniden yapılandırılırken, bu yapılandırmayı meşrulaştırmak için kullanılan kavramsal çerçevenin aynısını YÖK yasası taslağında da bulmak mümkün: Çeşitlilik, kurumsal özerklik ve hesap verebilirlik, performans değerlendirmesi ve rekabet, mali esneklik ve çok kaynaklı gelir yapısı, kalite güvencesi.

Taslakta demokrasi, özerklik gibi –normalde yan yana kullandığınızda başınızı belaya sokabilecek- kavramların yer almasına fazla aldırmamak lazım. Darbe ürünü bir kurum olan YÖK, tüm özerklik retoriğine rağmen son derece müdahaleci bir kurum olmaya devam ediyor. Metnin tartışmaya açılmasında bile bu müdahaleyi hissetmek mümkün, YÖK metni tartışın diyor demesine ama metni ancak belirlenen ilkeler doğrultusunda tartışabilirsiniz diye de ekliyor:

"Bu metnin Türkiye Yükseköğretiminin bütün paydaşları ile paylaşılmasındaki başlıca amaç, burada öne çıkan öneri, eğilim, model ve alternatiflerin Yükseköğretim Kurumu tarafından kabul edilen çeşitlilik, kurumsal özerlik ve hesap verebilirlik, performans değerlendirmesi ve rekabet, mali esneklik ve çok kaynaklı gelir yapısı ile kalite güvencesi ilkeleri etrafında zenginleştirilerek ülkemizin 21. Yüzyıl vizyonuna uygun, nitelikli bir yükseköğretim alanını inşa edilmesine katkıda bulunmaktır."

Esnek finansman, esnek çalışma

Metnin en dikkat çeken yanlarından biri "esneklik" kavramına yaptığı vurgu. Esneklik metinde iki türlü tanımlanıyor; mali esneklik ve esnek çalışma. Esnek çalışma, rekabet kavramını da yanında getiriyor elbette.

Bu iki esnekliğin açılımı üniversitelerin kendi kaynaklarını yaratmaya yöneltilmesi ve dolayısıyla kârlarını maksimize edebilmek için emekten tasarrufun kolaylaştırılması taslağın en temel noktaları. Bunun reel olarak iki sonucu var: Üniversitelerin kaynak yaratabilmek için kendilerine en iyi şekilde finansman sağlayabilecek olan şirketlerle ortak projeler geliştirmesi yani üniversitenin kamusal niteliğinin tamamen ortadan kalkması ve üniversitenin istihdam politikasında mutlak bir şekilde güvencesizliği benimsemesi; akademik personelden idari personele kadar rekabetin temel bir kriter hâline getirilmesi.

Üniversitelere biçilen yeni emek süreci güvencesizlik; birbiriyle rekabet eden öğretim elemanları, birbiriyle rekabet hâlinde idari personel, özetle birbirlerinin omuzlarına basmaya çalışarak yükselmeye çalışan insanlar. Bu emek süreci, hem bilimsel çalışmayı hem de üniversitenin iç işleyişini piyasaya bağımlı kılıyor.

Bir akademisyenin, akademik makale üretme hızı veya bu makalenin ne kadar "işlevsel" olup olmadığı bir kriter hâline getirilirse ortaya çıkan çalışmanın ne kadar nitelikli olacağı tartışma konusu bile olamayacak kadar açık. Projeci bir akademide eleştirel herhangi bir bilimsel yaklaşıma, kamu yararı gözeten herhangi bir araştırmaya yer yok. Akademik üretim süreci açısından bu taslak üniversitelerin piyasaya veri ve meşruiyet sağlayan Ar-ge ve think-thank kuruluşlarına dönüştürülmesi anlamına geliyor. Konumları giderek daha güvencesiz hâle getirilen idari personel için de durum farklı değil. Hükümetin kamu çalışanlarına dönük "sözleşmeli personel" politikaları düşünüldüğünde rekabete tabi tutulacak olan idari personelin de hâlihazırda güvencesiz çalışan taşeron firmalarda istihdam edilen personelden bir farkı kalmaması adım adım sağlanacak.

Bugünlerde harçları kaldırmakla övünen ancak harçların kaldırılmasını isteyen öğrencileri hâlen hapishanelerde tutanların "harçsız" ancak paralı eğitimi öngördüklerini düşünmek örnek aldıkları modeller göz önünde tutulduğunda oldukça akla yakın.

Piyasanın demir yumruğu: YÖK

En temelinde "piyasanın görünmez eli"nin her şeyi yoluna koyacağı varsayımına dayalı ABD sistemi üzerine kurulu bu yeniden yapılanma içinde en azından YÖK'ün baskıcı yapısının ortadan kalkacağını düşünmek de mümkün değil. 12 Eylül darbesinin ürünü YÖK merkezi konumunu sürdürürken, üniversitelerin piyasaya açılmasının güvencesi olarak da işlev göreceğini açıkça gösteriyor.

Yeniden yapılanmada adı Türkiye Yükseköğretim Kurulu olarak değiştirilmesi düşünülen YÖK, tüm karar süreçlerinde ufak değişiklikler dışında ağırlığını sürdürmeye devam ediyor. Üniversitelerin kurulmasından kapatılmasına, performans kriterlerinin belirlenmesinden, üniversiteleri yönetecek kişilerin belirlenmesine kadar YÖK karar mercii olmaya devam ediyor.

Üstelik cumhurbaşkanının mütevelli heyeti hayali de adım adım hayata geçiyor. Düşünülen yeni yapı Üniversite Konseyi isimli, üniversiteye "en yüksek" bağışları da yapacak olanların karar mercii olduğu bir yapıyı öngörüyor.

Aşağıdan bir değişim

Üniversitelerin mevcut yapısının bir değişimi gerektirdiği tartışılmaz. YÖK adı verilen kurum tarafından pranga altına alınmış, 50/D gibi asistanları doktoraları bittiği anda işsiz bırakan, 33/A gibi doktoraları boyunca asistanların aynı işi yaptığı kişilerle farklı bir statüye sürüklendiği ve yıllarının gaspedildiği maddelerin varlığını sürdürdüğü, üniversitelerin bütün yükünü üstlenen idari personelin inanılmaz düşük maaşlarla çalıştırıldığı, üniversitenin kalbi olan işçilerin kaderlerinin taşeron firmalara devredildiği, karar süreçlerinde üniversitenin en önemli bileşeni olan öğrencilerin, asistanların, idari personelin ve taşeron firma işçilerinin yer almadığı yapı değiştirilmelidir.

AKP hükümeti, 12 Eylül darbesinin dayattığı bütün yapıyı aynen koruyarak zamanında eleştirdiği YÖK'ü güçlendiriyor. Piyasa kurallarına ve siyasi iktidarın tüm dayatmasına açık bir yapı kuruyor. Tüm özerkleşme ve demokratikleşme retoriği bir makyaj olarak önümüzde duruyor. Tartışmaya açılıyor gibi yapılarak dayatılan taslak ise üniversitenin tüm bileşenleri açısından daha kötü. Tüm dünyada neoliberalizm üniversitelere aynı reçeteyi dayatıyor. Kemer sıkma politikalarının tüm işçi sınıfını vurduğu Yunanistan'da üniversiteler dayatılan reçete pek farklı değil.

Üniversitenin tüm bileşenleri, emekçilerin haklarının gaspına karşı olan, demokrasiyi bir bütün olarak gören herkes bu mücadeleye sahip çıkmalı. 6 Kasım günü YÖK'ün kuruluş yıldönümü, bu günü bir takvim eylemi olmaktan çıkarmak, gerçek bir mücadeleye dönüştürmek mümkün.
kaynak: marksist.org

AKP'nin "Dindar Nesil projesi Zeus ve diğer Yunan tanrıları ile başladı
05 KASIM 2012

Millî Gazete'nin haberi:

İLK DERS ZEUS!
Ahmet AÇIKAY

Millî Gazete bir skandalı daha gün yüzüne çıkarttı. İlköğretim 8'inci Sınıf Türkçe Ders Kitabı'nda öğrenciler ilk derslerine Yunan Tanrısı Zeus'un öğretileri ile başladığı ortaya çıktı.

İlköğretim 8'inci sınıf Türkçe Ders Kitabı'nda öğrencilere hikaye adı altında Yunan Tanrısı Zeus ve diğer tanrılar tek tek tanıtılıyor olması skandal olarak yorumlandı. Kitapta ayrıca çocuklara yöneltilen sorularda ise kendilerini tanrının yerine koyarak hikayede yer alan olayla ilgili yorum yapmaları isteniyor.

TANRILAR TANRISI ZEUS(!)'UN ÖĞRETİLERİ

Milli Eğitim Bakanlığı'nın uygulamaya koyduğu 4 4 4 eğitim sistemi ile yapılan bazı olumlu düzenlemeler sonrası sistemde hala bazı aksaklıkların olduğu gözüküyor. Avrupa Birliği'ne uyum yasaları çerçevesinde okul kitaplarına dahi giren hoşgörü ve diyalog çalışmalarından sonra bu sefer de Yunan Tanrısı Zeus çocuklara hikaye olarak okutuluyor. Milli Gazete'nin ulaştığı bilgilere göre bu yıl İlköğretim 8'inci sınıf (ortaokul 4. sınıf) öğrencilerine dağıtılan Türkçe Ders Kitabı ve İlköğretim Türkçe 8 Çalışma Kitabı'nda anlatılan hikayeler görenleri hayrete düşürdü.

Kitabın ilk konusu olan 'Meraklı Pandora ve Konuşan Sandık' başlıklı hikaye tamamen bir Yunan Mitolojisini anlatıyor. Epimetheus ile karısı Pandora'nın hikayesinin anlatıldığı kitapta öğrencilerin bilinç altına Haber Tanrısı Hermes ve Tanrılar Tanrısı olarak söz edilen Zeus'un öğretileri yerleştiriliyor. İlgili bölümde, 'Günlerden bir gün Pandorayla Epimetheus yine sevinç içerisinde dans edip oyun oynarken Haber Tanrısı Hermes'i gördüler. Hermes tanrıların, özellikle de Tanrılar Tanrısı Zeus'un habercisiydi...' şeklinde hikaye devam ediyor.

"TANRININ YERİNDE OLSAYDINIZ..."

Hikâyenin son kısmında ise öğrencilerin sözde zeka gelişimlerini desteklemek ve yorumlama gücünü artırmak için sorulan sorular da skandalı başka bir boyuta taşıyor. Sorular kısmında ise öğrencilere kendilerini tanrının yerine koymaları istenerek olayla ilgili nasıl davranabilecekleri soruluyor. Sorularda, 'Hermes'in yerinde olsaydınız Pandora ve Epimetheus'a karşı tepkiniz ne olurdu?' 'Tanrılar Tanrısı Zeus'un yerinde olsaydınız Pandora'yı sandığı açtığı için cezalandırır mıydınız? Nasıl bir ceza verirdiniz?' şeklinde ifadelerle yöneltilmesi de dikkat çekiyor.

DİNDAR NESİLDEN KASITLARI ZEUS'UN DİNİ Mİ?

Konuyu değerlendiren Şuurlu Öğretmenler Derneği Kayseri Şube Başkanı Halil İbrahim Kabak, bazı olumlu gelişmelerle birlikte eğitim sisteminde muhteva itibariyle hiçbir gelişmenin görülmediğini söyleyerek, "Talim ve Terbiye bu konuda bir değişikliğe gidilmedi, Mili Eğitim siyasetimize hala batıcılığın hâkim olduğu görülüyor. AB kıstasları istikametinde batılıların istediği gibi bir nesil yetiştirme hedefinden dönülmedi. Mili Eğitim siyasetimize halen hâkim olan batıcılık zihniyetinden vazgeçilmeli, AB kıstasları istikametinde batılıların istediği gibi bir nesil yetiştirme hedefinden dönülmelidir. Bilmeliyiz ki biz batılıların bize dayattığı anlayışla geleceğimizin teminatı nesiller yetiştiremeyiz" dedi.

"Bilim tarihimizde; dini ilimler ve fen ilimleri alanında öncü olmuş, eserleri batı ilmine kaynak olmuş büyük üstatlarımız, mucitlerimizin batı modeli eğitim anlayışıyla yetiştirilmedikleri herkesin kabul edeceği bir gerçektir" diyen Kabak, batılı modeller taklit edildiğinden beri bilim adamı yetiştirilemediğini söyledi. Kabak, "Batının eğitim modelini taklit etmeye başladığımızdan beri dünya çapında kaç tane ilmi şahsiyet yetiştirebildik? İlmi sahada dünyadaki öncü yerimizi tekrar alabilmemiz için şanlı tarihimizde hangi kıstaslar esas alınarak eğitimler verilmişse yeniden o kıstaslara dönmeli ders kitaplarımızı da ona göre tanzim etmeliyiz.

Bin yıldan fazla zamandan beri İslam'ın bayraktarlığını yapmış bir milletin çocuklarına sorulan sorulara bakınız. Çocuktan kendisini (Hâşâ) "Haber Tanrısı" yerine koyması istenmekte, bununla da yetinilmeyip (Hâşâ) "Tanrılar Tanrısı" diye ifade edilen Zeus'un yerine koyması artı (Hâşâ) bir tanrı gibi birine nasıl ceza kesebileceği düşündürülmektedir" eleştirisini yaptı. Kabak, "Müslüman çocuklarına şirk ve ahlaksızlık zehri enjekte edilmektedir.

Bu enjekte edilen zehrin tesirleri nasıl ortaya çıkar? İlk konuşmaya başladığı günden itibaren ailelerimizin "Allah bir" diye öğreterek Tevhit inancı aşıladığı gencin zihnine 'Tanrılar' şeklinde çoğul ilah kavramı sokularak şirke düşürülmüş olmuyor mu? Kendisi hâşâ bir tanrı yerine koydurulan ilk gençlik çağındaki çocuktaki tevhit akidesi sarsılmayacak mı? Türkçemizi öğretebileceğimiz kendi medeniyetimizi, Milli kültürümüzü anlatan metinler bulma sıkıtımız mı var ki Türkçemiz Yunan mitolojisiyle anlatılma ihtiyacı duyuluyor" diyerek tepki gösterdi.

Batman'da 50 Kız Öğrenci Zehirlendi
05 Mart 2012
Batman'da Kız öğrenci Yurdunda kalan 50 öğrenci akşam yemeğ
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Sal Oca 02, 2018 12:01 am tarihinde değiştirildi, toplam 7 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Prş Eyl 21, 2017 8:22 pm    Mesaj konusu: Kesintisiz eğitim saçmalığı Alıntıyla Cevap Gönder

Tarihçi, yazar Prof. Dr. İlber Ortaylı, “Liseyi bitiren çocukları Amerika'ya yollamayın”
08 Ocak 2018



T24'ün haberine göre; Adana Yüreğir Belediyesi, Türkiye Gençlik Vakfı, Birlik Vakfı Adana Şubesi ve İl Milli Eğitim Müdürlüğü iş birliğiyle Yüreğir Kültür Merkezi'nde düzenlenen "Tarihte Ortadoğu ve Türkiye" konulu konferansta konuşan Prof. Dr. İlber Ortaylı, Kudüs sorununa değindi.

Türkiye'den Amerika'ya okumak için gitmenin liseden sonra çok yanlış olduğunu belirten Prof. Dr. İlber Ortaylı, "Liseyi bitiren çocukları Amerika'ya yollamayın diyoruz. Taze fidandır, hele bizimkiler tam taze fidandır. 18 yaşındaki Türk çocuğu kimse kusura bakmasın yetiştirme tarzımız dolayısıyla bir ahmaktır. Koca koca mevki sahibi insanlar Green Card aldık diye seviniyorlar. Ne ayıp şey ya. Sen amele misin? Bunu Avrupa'da göremezsin. Avrupa'da çok uzun zaman Amerika'ya göç etmek muvaffakiyetsiz insan, alt tabaka olarak görülürdü. Kimse oraya gittim diye övünmez" dedi.

'Kabe'nin etrafına gökdelenler yapıyorlar'

Suudi Arabistan'ın Mekke kentinde bulunan Kabe'nin etrafına yüksek binaların dikilmesini de eleştiren Ortaylı, "Kabe'nin etrafına apartmanlar, gökdelenler yapıyorlar. Kabe arada küçücük kalıyor. Şimdi bana senet verseler inanmam, o otellerde bunlar hep namuslu mu duruyorlar. Hiç mi bir şey yapmıyorlar? 24 saat namaz mı kılıyorlar" şeklinde konuştu.
Ana Haber

İTÜ'nün sembol isminden isyan ve istifa
Prof. Dr. Naci Görür, ‘Üniversiteler fukaralaştı’ dedi, akademisyenliği bıraktı.
29 Ağustos 2014



İTÜ Maden Fakültesi Jeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Naci Görür, 9 Eylül’den itibaren akademisyenliği ve başında bulunduğu Marmara Denizi’nde süren deprem araştırmalarını bırakma kararı aldı. Üniversitelerin bilimden uzaklaştığını düşünerek bu kararı alan Görür, çok sert açıklamalar yaptı. İTÜ’nün artık eskisi gibi olmadığını, bir bilim insanının taşıması gereken evrensel ölçütlerin tehdit olarak görüldüğünü söyleyen Görür, “İTÜ, inanılmayacak ölçüde geriye düşen öğretim üyesi profiliyle inanılmayacak düzeyde fukaralaşan üniversiteye dönüştü. Genel olarak üniversitelerde insanlar uluslararası standartlardaki başarıları ile, araştırmaları ile algılanmıyor. Bizden mi bizden değil mi, hangi toplululuğa, hangi düşünceye aidiyeti var gibi saçma sapan bir yolun içine girildi. Eğer belirli bir düşüncenin insanı değilseniz sizi görmezlikten geliyorlar. Öyle olunca da gerçek bilim adamları küstürülüyor. İnsanlar artık kendi üniversitelerine aidiyetlerini yitirdiler” diyor.

Prof. Dr. Naci Görür, emekliye ayrılarak akademi dünyasından ve beklenen büyük İstanbul depremi açısından çok büyük önem taşıyan Marmara Denizi’ndeki araştırmalardan çekilme kararı ile ilgili gazetemize çarpıcı açıklamalar yaptı.

‘İçime sindiremiyorum’

Görür, emekli olduktan sonra üniversitelerde öğretim üyeliğine devam etmenin mümkün olduğunu, birçok üniversiteden teklif de aldığını belirterek “Özel üniversitelerden teklif var, iyi de para veriyorlar. Gidip orada da bu işi yapabilirim ama ben içime sindiremiyorum. Bu üniversite sisteminde bir şeylerin yapılabileceğini düşünmüyorum” dedi.

‘Standardımı düşürdüm’

Görür, öğrencinin de bu kokuşmuş üniversite düzeni içinde daha kolay nasıl mezun olacağına baktığını, birçoğunun neredeyse hiç çalışmadan diploma aldığını vurguladı. Görür, “Bunları dekanlığa, rektörlüğe yazdım. Ben işi ciddiye aldığım için öğrenci açısından da hedef haline geldim. ‘Naci Hoca’nın dersinden geçersen üniversite bitmiştir’ gibi bir algı oluşmuş. Halbuki zor bir hoca değilim. Ben sınav kâğıtlarını ciddi ciddi okursam kimse geçemiyor. Bunun ürküntüsü ile ben de standardımı düşürdüm, buna rağmen unvanım bu. Düşünün artık üniversite ne hale gelmiş” yorumunu yaptı.

‘Profesör olmak kolaylaştı’

İTÜ’de evrensel bilim kriterlerinin tehdit olarak görülüp içinin boşaltıldığına dikkat çeken Görür, “Bu değerler ne kadar sulandırılırsa profesör, doçent olmak, kadro almak daha kolay oluyor. İşin bu hale gelişinde siyasetin büyük etkisi var. Üniversiteler siyasallaştı. Her dönemde bu oldu ama benim asistanlığımdan, yani 1971’den bu yana hiçbir dönemde bu son 10 senedeki gibi üniversiteler siyasallaşmadı” diye konuştu.

Kimse dert edinmiyor

Türkiye’de üniversitelerin durumunun hiç de iç açıcı olmadığını, evrensel ölçütlerde bilim üretilmediğini, araştırma yapılmadığını söyleyen Görür, eğitimin kalitesinin de buna bağlı olarak düştüğünü vurguladı. İTÜ’deki durumun da aynı olduğunu ifade eden Görür, “Üniversitenin yetkili organlarına da bildirdim. Gördüm ki bunu kimse dert edinmiyor. Siyasi iktidar artan üniversite sayısı ile övünüyor” diye konuştu.

‘Yok sayıyorlar’

Prof. Görür, Türkiye’de bilim insanı profilinin fukaralaştırıldığını vurgulayarak şunları söyledi: “Dünyada bir bilim adamı akademik basamakta yükseltilecekse yayınlarına, aldığı atıflara, yazdığı kitaplara, dünya bilim camiası ile ne kadar iç içe olduğuna bakılır. Bizde ise kesinlikle öyle değil. Eğer uluslararası bilimsel kriterlere uyuyorsan tehdit olarak bakıyorlar. Belki kolayca bileğini büküp harcayamıyorlar ama seni yok saymaya çalışıyorlar. Çünkü o tür ölçütler üniversitedeki insanları rahatsız ediyor. O ölçütlerin gelmesi demek onların değersizleşmesi demek. İşlerinin zorlaşacağını, belirli akademik basamaklara tırmanamayacaklarını düşünüyorlar. Onun için o değerleri bırakıp yeni yeni eften püften değerler üretip kendilerine değer biçiyorlar.”

‘Yerlerde sürünüyoruz’

Kendi fakültesinde yaptığı bir incelemede 40 akademisyen içinde sadece üçünün Avrupa veya Amerika’da profesör olabilecek niteliğe sahip olduğunu gördüğünü ifade eden Görür, “Yerlerde sürünüyoruz. Ama bundan kimse rahatsız olmuyor” dedi.

‘Laboratuvarımızı almaya çalıştılar’

Depremle ilgili Marmara Denizi’nde yaptıkları çalışmalar nedeniyle de hedef haline geldiklerini söyleyen Görür şöyle devam etti:

“Türkiye’de deprem araştırmaları fazla yapılmıyordu. Uluslararası kaynaklar, projeler bulup biz yaptık. İTÜ’de deprem araştırmaları yapılıyor, kurumsal desteği var gibi anlaşılıyor ama öyle değil. Biz fazla etkin oluyoruz diye üniversitemiz rahatsız. Laboratuvarımızı elimizden almaya bile çalıştılar. Üretmeyeceksin, çalışmayacaksın. Üretirsen fark yaratıyorsun. O farkı yarattığın zaman da rahatsız oluyorlar. O fark oluşmasın diyorlar. Marmara’yı dünyanın en iyi bilinen denizi haline getirdik. Bunun için sürekli yurtdışından gemiler getirdik, araştırmalar yaptık, aletler yerleştirdik, bizzat çalıştık. Kendi kurumlarımızdan destek istedik, çoğu kez de alamadık.” Görür, artık jeotermal enerji ile ilgili araştırmalar yapacağını belirterek “Bilgi birikimi ve tecrübemle araştırmanın tam içinde olarak Türkiye’ye hizmet edebileceğimi düşünüyorum” dedi.

http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/turkiye/112373/iTU_nun_sembol_isminden_isyan_ve_istifa.html

"Kesintisiz eğitim" saçmalığının 28 Şubat NATO darbecilerinin dayatması olduğu gün yüzüne çıktı
12 Mart 2012

Aktifhaber'in haberi:

[img]EKREM PAKDEMİRLİ'DEN MESUT YILMAZ İTİRAFI[/img]

CHP’nin kaldırılmaması için var gücüyle çalıştığı kesintisiz eğitim sisteminin, 28 Şubat cuntasının projesi olduğu iyice gün yüzüne çıkıyor.

Ekrem Pakdemir'liden 8 yıllık kesintisiz eğitimle ilgili çarpıcı itiraf:

ANAP’lı eski bakanlardan Ekrem Pakdemirli, 8 yıllık kesintisiz eğitimin perde arkasını anlattı. Mesut Yılmaz’a 8 yıllık kesintisiz temel eğitim yasasını Meclis’ten çıkarması ve uygulaması karşılığında hükümeti kurma görevinin verildiğini ve ANAP grubunda “Ancak bu şartla bize hükümeti veriyorlar” denildiğini belirten Pakdemirli, “8 yıllık kesintisiz eğitim, askerler tarafından Mesut Yılmaz’a dayatıldı. ‘Hükümeti bu şartla alırsan al’ denildi. O zaman Mesut Bey’e ‘Almayın, mecbur muyuz hükümet kurmaya? Bırakın tarihle yüzleşsinler’ dedim. O ise ‘Türkiye’yi hükümetsiz bırakmamak lazım. Türkiye yol kavşağında. Darbe olsa daha mı iyi?’ diye kendisini savundu. Ancak zaten darbe yapılmıştı. Sen bir şey diyorsun, Genelkurmay hemen bir bildiri yayınlayarak ‘Bu bizim görevimiz’ diyor. Sen de geri adım atıyorsun. Bu darbe değil de nedir? Başbakan mısın, ordunun taşeronu musun?” dedi.

“YILMAZ TAŞERON OLMAYI KABUL ETTİ”

Parti olarak 5+3 kesintili sistemde karar kılmalarına rağmen, Yılmaz’ın aniden fikir değiştirdiğine dikkat çeken Pakdemirli, “28 Şubat sürecine kadar hep kesintili 5+3 sistemini savunuyorduk. Grupta o kadar konuşuldu.

Kitap bile bastık. Kütüphanelerde var, ANAP yayınları olarak. Ancak Sayın Mesut Yılmaz bir gecede fikir değiştirdi. Aldığı talimatla ‘Kesintisiz olacak’ dedi. Bunun üzerine büyük tartışmalar yaşandı. 8 yıllık kesintisiz eğitim fevkalade yanlıştı. Yılmaz taşeron olmayı kabul etmişti. Bu taşeronluk karşılığında başbakanlık yaptı ama tarihe iyi bir anı bırakmadı” diye konuştu.

“CHP 28 ŞUBAT’I MEŞRU GÖRDÜĞÜ İÇİN SAHİP ÇIKIYOR”

Yeni Akit'in haberine göre kesintisiz eğitimin faydadan çok zarar getirdiğini ifade eden Ekrem Pakdemirli, “Bir eğitimci olarak söyleyebilirim ki; dünyanın hiçbir gelişmiş ülkesinde kesintisiz eğitim yok. Her çocuğu belli yaşlarda mesleğe yönlendiriyorlar. Ama maalesef CHP devlet partisi olduğu için ve o darbeleri meşru saydığı için onun ürünlerine evet diyebiliyor. Benim onlara tavsiyem önyargılı olmasınlar, ciddi eğitimcilere sorsunlar. Gelişmiş ülkelere bakıp ona göre karar versinler” değerlendirmesinde bulundu.

28 Şubat sürecinde başbakanlığı merhum Necmettin Erbakan’dan devralan Mesut Yılmaz’ın ilk icraatı, 8 yıllık kesintisiz eğitimi yasalaştırmak olmuştu.

Partisinden ve kamuoyundan gelen itirazlara aldırış etmeyen Yılmaz, “Siyasi hayatıma mal olsa bile bu kanunu çıkaracağım” demişti. Tartışmalar sırasında İmam Hatip okulları için “Yarasa” ifadesini kullanmaktan çekinmeyen Yılmaz, askerin kendisine dikte ettiği düzenlemeleri bir bir hayata geçirmişti. Dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral İsmail Hakkı Karadayı da internete düşen ses kaydında, 8 yıllık kesintisiz eğitimin yasalaştırılmasını Mesut Yılmaz’dan kendisinin istediğini itiraf etmişti.

Karadayı, ses kaydında “Mesut Bey, size altın tepside iktidar teslim ediyoruz. Bunu iyi değerlendirin, dedim. Sekiz yıllık eğitim, milletvekili dokunulmazlığı, 7 tane şey saydım. Hepsini sırıtarak dinledi” diyordu.
haber1001

Kalbi sınav stresine dayanamadı!
01/04/2012

Samsun'da bugün Yükseköğretime Geçiş Sınavı'na (YGS) girmeye hazırlanan lise öğrencisi 18 yaşındaki Damla Orhan, sınav stresi nedeniyle kalp kirizi geçirerek yaşama veda etti
Merkez İlkadım İlçesi Bahçeli Evler Mahallesi'nde oturan 2 çocuklu 47 yaşındaki Ayhan Orhan ve 46 yaşındaki Ayla Orhan çiftinin kızları Damla Orhan, bugün gireceği YGS nedeniyle sabah saat 05.00’da annesini uyandırdı.

Annesi ile birlikte sabah namazı kılan Damla Orhan, daha sonra kahvaltı hazırlanana kadar odasına gidip yatağına uzandı. Bu sırada fenalaşan genç kız, ailesinin çağırdığı ambulansla özel bir hastanenin acil servisine kaldırdı.
Radikal

İstanbul Üniversitesi'nde ücretsiz yemek yiyen öğrenciye soruşturma
02/01/2014



İstanbul Üniversitesi rektörlüğü, yemekhaneye kart basmadan giren üç öğrenciye, "zorla yemek aldıkları" gerekçesiyle soruşturma açtı.
Haber: ELİF İNCE

İstanbul Üniversitesi’nde yemekhaneye kartsız girerek ücretsiz yemek yiyen üç öğrenci için rektörlüğün talebi üzerine disiplin soruşturması açıldı.
Soruşturma açılan öğrencilerden Biyoloji bölümü 4. sınıf öğrencisi Ercan Sıkdokur’a üniversiteden gelen 19 Aralık tarihli tebliğde, “Soruşturmanın konusu, Edebiyat Fakültesi yemekhanesine kimlik kartlarını okutmadan girerek yemekhane personelinin uyarılarına rağmen yemek dağıtılan bölümden zorla yemek alınmasına ilişkindir” yazılı.

'ÜNİVERSİTENİN BÜTÇESİ BAKANLIKLARDAN BÜYÜK'
Savunma yapmaya çağrılan Sıkdokur, “Param olmadığı için kart basmadan yandan girdim. Soruşturma Zaytung haberi gibi, daha önce böyle bir meseleden kimseye soruşturma açıldığını duymamıştım. İstanbul Üniversitesi’nin bütçesi birçok bakanlığın bütçesinden yüksek. Dünyanın en iyi üniversiteleri listesine girmek için çabalayan bir üniversitenin çözmesi gereken sorun, öğrencinin kart basmadan yemekhaneye girmesi değil, neden kart basacak parasının olmadığıdır. Ögrenciyi gözeten, onu müşteri yerine koymayan tutum budur. Ancak okulumuzda böyle bir yaklaşım yok ne yazık ki. Bir yanda Taksim’de metroya binecek parası olmadığı için hastanelik edilen arkadaşımız, yemekhanede parası olmadığı için yemek yiyemeyen öğrenciler, diğer yanda ayakkabı kutularında bulunan milyonları açıklayamayan bir devletten bahsediyoruz” diye konuştu.

'REKTÖR BİZE BELEŞ YEMEK ISMARLASANA'
Soruşturmalar bugün üniversite öğrencileri tarafından protesto edildi. Edebiyat Fakültesi’nde öğle yemeği sırasında buluşan öğrenciler, bir konuşma yaparak ve şarkı söyleyerek soruşturmayı eleştirdi. Öğrenciler şarkıda, “Sabahtan beri bir şey yemedik karnımız acıktı bizim, rektör bize beleş yemek ısmarlasana, soruşturma açarsın sonra” diyor.

YÜZDE 85 ZAM YAPILMIŞTI

Ekim 2012’de İstanbul Üniversitesi’nde yemekhaneye yüzde 85’lik zam yapılmılş öğle yemeği 1 liradan 1.85’e ve akşam yemeği 1.25’ten 2 liraya çıkartılmıştı. Öğrenciler zamları protesto ederek yemekhane önünde kendi getirdikleri yemekleri yemişti.

http://www.radikal.com.tr/turkiye/istanbul_universitesinde_ucretsiz_yemek_yiyen_ogrenciye_sorusturma-1169023

Orta sınıf beyaz Türkler!
21.09.2013

Şimdi şuraya bir mim koyalım...

"Beyaz Türkler" demokrasiye ve özgürlüğe ihtiyaç duymazlar. "Dağdaki çoban"ın oyundan nefret ederler ve başkalarının değil sadece kendilerinin özgürlüğünü isterler.

Çünkü onları tarih sahnesine çıkartan şey demokrasi değil, 150 yıl önce başlayan Batılılaşma ve uluslaşma maceramızdır.

Kabul etmeliyiz ki, gayet jakoben bir talim terbiye fidanlığında filizlenip serpilmişlerdir.

Eğriye eğri, doğruya doğru...

Özellikle "orta sınıf beyaz Türkler" üzerinde daha çok durmak ve her şeye rağmen onları demokrasi hattına çekmeye çalışmak zorundayız. Sosyal barış için buna ihtiyacımız var. Bir kere şunu söyleyeyim...

Bu kesim bazı esmerlerin sandığı gibi "vur patlasın çal oynasın" bir hayatın imtiyazlarla bezenmiş insanı değildir orta sınıf beyaz Türk.

Hayır! Tersine, çok dokunaklı (patetik) bir karakterdir.

Çünkü bütün yükünü omuzlarında taşıdığı rejim ona hiç iyi davranmamıştır!

Sahip olduğuna inandırıldığı bütün imtiyazları yüksek bürokratlara ve burjuvalara kaptırmıştır.

Elinde kala kala eğitim kalmıştır.

Hâlâ şu hayatta iyi olan ne varsa "okul"dan geleceğine inanacak kadar saftır.

Fakat yere göğe koyamadığı "modern, bilimsel, laik eğitim"in 80 yıl boyunca kendisine ve çocuklarına doğru düzgün bir yabancı dil ve matematik öğretmeyi bile beceremediği gerçeğine gözlerini kapatmakta zorlanır.

Bir sosyal katman düşünün ki, en çok gururuna önem verir ama her daim eziktir!

Mesela hali vakti iyiyken Batı'ya bağlıdır, hayrandır. İşler kötü gittiğinde de Batı'ya birdenbire düşmandır. Ama Batı'yla ve Batılıyla yüz yüze geldiğinde kendini aşağı görür, benzi solar, sararır, hatta kararır.

Edebiyat sevmez (sevse bu kadar az mı satılırdı kitaplar!) sadece önemser.

Harcıâlem şarkılara bayılır. Gizli gizli soft arabeske bile sardırır ama "ötekilere" siyasi bir ders verilecekse

Beethoven'ın 9. senfonisine katlanır!

Tabii devir değişti artık.

Orta sınıf renklendi, çeşitlendi. Daha da çeşitlenecek!

Üstelik resmi tarihin zihinsel duvarları birer birer yıkılıyor.

Bakalım, bu gidişin sonu ne olacak!

http://www.aktuel.com.tr/

Milli Eğitim Bakanı Yılmaz'ın öğretmen yeğeni daire başkanlığına atandı
23 Aralık 2017



CHP'li Tüm soru önergesi verdi: Deneyimi olmayan yeğeninizin atanması siyasi etiğe uygun mudur?

Millî Eğitim Bakanlığı tarafından Özel Eğitim ve Rehberlik Genel Müdürlüğüne bağlı Özel Eğitim Kaynaştırma Daire Başkanlığı'na, Milli Eğitim Bakanı İsmet Yılmaz'ın Metalurji Teknolojisi öğretmeni olan yeğeni Fikret Yılmaz vekaleten atandı.

CHP Balıkesir Milletvekili Mehmet Tüm, Milli Eğitim Bakanı İsmet Yılmaz tarafından yazılı olarak cevaplandırılması için verdiği soru önergesinde, "Özel eğitim alanında aktif çalışan ve özel eğitim alan onlarca uzman personel varken, bu alanda eğitimi ve deneyimi olmayan yeğeninizin atanması siyasi etiğe uygun mudur?" diye sordu.

Cumhuriyet'te yayımlanan habere göre Fikret Yılmaz'ın atama yazısı Milli Eğitim Bakanlığı İnsan Kaynakları Genel Müdürülüğü Daire Başkan Vekili Bekir Erdoğan imzası ile 15 Aralık 2017 tarihinde ilgili kurumlara da gönderildi.

Yılmaz soru önergesinde Bakan Yılmaz'a şu 5 soruyu yöneltti:

1. Ankara Polatlı Mesleki Eğitim Merkezi Öğretmeni Fikret Yılmaz’ın şahsınızın yeğeni olduğu ve ilgili daire başkanlığına vekaleten atandığı iddiası doğru mudur?

2. Genel Müdürlüğünüz bünyesinde özel eğitim alanında aktif çalışan ve özel eğitim alan onlarca uzman personel varken, bu alanda eğitimi ve deneyimi olmayan yeğeninizin atanması siyasi etiğe uygun mudur?

3. Özel eğitim gibi teknik bilgi ve birikim gerektiren bir alanda; bu alanda hiçbir deneyimi olmayan Metalurji Teknolojisi mezunu şahsın atanması liyakate uygun mudur?

4. Çan eğrisinin dışında kalan dezavantajlı öğrenci gruplarının farklılıklarının tespit edilerek gönüllülük, sevgi, sabır, gayret ve özel eğitimle bireyleri toplumun bir ferdi haline getirmeyi amaçlayan daireniz, Metalurji Teknolojisi eğitimi alan ve özel eğitim konusunda hiçbir deneyimi olmayan biri, dezavantajlı öğrenci gruplarına ilişkin eğitim politika ve esaslarını nasıl belirleyecektir?

5. Bahsi geçen atamanın, eğitimin kamusal verimliliğinin düşmesine neden olacağı düşünülmekte midir?

T24
ETİKETLER
ismet yılmaz milli eğitim bakanı haber Özel eğitim kaynaştırma daire başkanlığı İsmet yılmaz fikret yılmaz

Batman'da 50 Kız Öğrenci Zehirlendi
05 Mart 2012
Batman'da Kız öğrenci Yurdunda kalan 50 öğrenci akşam yemeğinden zehirlendi.

Kız Meslek lisesi Güneş Kız Öğrenci yurdunda kalan öğrenciler,akşam yemeğinden sonra fenalaştı.

Batman'daki özel hastanelere kaldırılan 50 öğrenci, daha sonra Batman Bölge Devlet hastanesinde tedavi altına alındı.
TRT

Yangın tatbikatında yaralanan liseli genç öldü
Bitlis'in Ahlat ilçesinde okulda yapılan yangın tatbikatı sırasında yaşanan patlamada yanarak ağırlanan yaralanan öğrencilerden 17 yaşındaki Onur Zeki Akgün, tedavi gördüğü Kocaeli Derince Eğitim ve Araştırma Hastanesi Yanık Ünitesinde hayatını kaybetti. Geçtiğimiz hafta servise alındıktan sonra son olarak İHA'nın görüntülediği lise öğrencisi Akgün'ün, Bitlis'in Ahlat ilçesinde toprağa verileceği öğrenildi. 18.03.2012 KOCAELİ netgazete
_________________
Bir varmış bir yokmuş...
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Önceki mesajları göster:   
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> ÇÖPLÜK Tüm zamanlar GMT
Sayfaya git Önceki  1, 2
2. sayfa (Toplam 2 sayfa)

 
Geçiş Yap:  
Bu forumda yeni başlıklar açamazsınız
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz
Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız


Powered by phpBB © phpBB Group. Hosted by phpBB.BizHat.com


Start Your Own Video Sharing Site

Free Web Hosting | Free Forum Hosting | FlashWebHost.com | Image Hosting | Photo Gallery | FreeMarriage.com

Powered by PhpBBweb.com, setup your forum now!
For Support, visit Forums.BizHat.com