EntellektuelForum Forum Ana Sayfa EntellektuelForum

 
 SSSSSS   AramaArama   Üye ListesiÜye Listesi   Kullanıcı GruplarıKullanıcı Grupları   KayıtKayıt 
 ProfilProfil   Özel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapınÖzel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapın   GirişGiriş 

Ahlaki çöküş

 
Bu forum kilitlendi: mesaj gönderemez, cevap yazamaz ya da başlıkları değiştiremezsiniz   Bu başlık kilitlendi: mesajları değiştiremez ya da cevap yazamazsınız    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> AHLAKÎ DÜŞÜNCELER
Önceki başlık :: Sonraki başlık  
Yazar Mesaj
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Cum Nis 30, 2010 9:39 pm    Mesaj konusu: Ahlaki çöküş Alıntıyla Cevap Gönder

Yandaş gazetenin yazarı "Devletin malı deniz yemeyen keriz" diyenleri teker teker anlattı
21.08.2017

Hükümete yakın Yeni Şafak gazetesi yazarı Ahmet Ünlü kamu kurum ve kuruluşlarında yaşanan etik ihlallerini örnekleriyle yazdı.

Ünlü “Kamu kurumlarındaki etik ihlalleri ya da acınacak halimiz” başlıklı yazısında “Müsteşar veya genel müdür göreve yeni atanmıştır. Hemen makam odası ve makam aracı yenilenir. Ne olur ne olmaz bekli de odasında dinleme aleti bulunabilir. Kurumunun lojmanı olmasına rağmen genel müdürün yüksek ücretlerle lojman kiralattırması. Nasıl da tanıdık geliyor değil mi” dedi.

Belediye başkanlarından da örnek veren Ünlü şu ifadeleri kullandı:

“Belediye başkanının oğlu işsizdir. Özünde çocuk ufak tefek eksikleri olsa da iyi bir müteahhittir. Elbette babasının belediye başkanı olduğu belediyeden ihaleli veya ihalesiz iş alamaz. Onun için başka bir belediye ile çalışması en idealidir.

Üst düzey bir kamu görevlisinin oğlu veya kızı işsizdir. KPSS’den yüksek puan alamamıştır. İyi de bu çocuklar ortada kalacak değiller ya. Hemen kamu kurumlarının iştiraklerinde işe başlatılırlar ya da sınav istemeyen bir kamu kurumunda işe başlatılır.

Araştırma ve uygulama hastanesinde görevli kadın doğum uzmanının, doğum yaptırdığı hastalarını özel bir hastanede görevli çocuk hastalıkları uzmanı eşine yönlendirmesi etik açıdan doğru mudur? Kamu görevlisinin görevini kullanarak eşi lehine menfaat sağlaması etik ilkelere aykırıdır.”

“KONTOL MÜHENDİSİ ÜCRETSİZ TATİLE DAVET EDİLİRSE…”

Örneklerle etik ihlallerini aktaran Ünlü şöyle devam etti:

“Bir kurumun müsteşarı veya genel müdürü, kaba inşaat halinde bir ev satın almıştır. Kurumun ihaleli işlerini yürüten firma sahibi, müsteşara veya genel müdüre, evinin ince işlerini ve bahçe düzenlemesini sembolik bir ücret karşılığında tamamlamayı teklif etmektedir. Müsteşar veya genel müdür, kendisine sunulan bu cazip teklifi kabul etmemelidir. Kabul etmesi durumunda çıkar çatışması ortaya çıkar ve ileride firma sahibinin mevzuata uygun olmayan isteklerde bulunması durumunda zor durumda kalabilir. Kurumla iş ilişkisi bulunan kişilere normal fiyattan da olsa bu tür işlerin yaptırılması, etik dışıdır.

Bir ihalede kontrol mühendisi olarak görev yapan memur, firma sahiplerine ait tatil köyünde ailece ücretsiz tatile davet edilmiştir. Davete icabet edilerek ailece bir hafta ücretsiz tatil yapılmış, tatil dönüşünde firmaya ait hak edişleri kontrol ederken imalatlarda eksiklik olduğu tespit edilmiştir. Eksiklikleri firma sahibine ileteceği sırada, firma sahibi, tatilden memnun kalıp kalmadığını sormuştur. Bu durumda kontrol mühendisi nasıl davranacaktır? Ya da yutkuna yutkuna ağzında tükürük kalmayacaktır.

Bir denetim elemanının, denetlemek üzere gittiği özel bir hastaneden, kendisine ücretsiz check-up yapılmasını istemesi etik midir? Ya da ücretsiz check-up yaptırılma teklifini kabul etmeli midir? Denetleyici konumunda bulunan kamu görevlilerinin, mevzuata aykırı olarak kendileri için hizmet, imkân veya benzeri çıkarlar talep etmesi etik davranış ilkelerine aykırıdır. Yine, bir denetim elemanının, denetim görevi ile ilgili hazırladığı açıklamalı bir mevzuat kitabını, satın almaları amacıyla denetlediği kamu kurumlarına dağıtması etik midir? Kamu görevlilerinin, görev, unvan ve yetkilerini kullanarak kendi kitaplarının satışını ve dağıtımını yaptırmaları yasaklandığından etik değildir.

“DEFİN İŞLEMLERİNİ YERİNE GETİREN İMAMA PARA TEKLİF EDİLİRSE…”

Belediye mezarlığında görev yapan imama, defin işlemlerini yerine getirdiği cenazelerin sahipleri para vermek istemektedir. İmamın, cenaze sahiplerinin vermek istedikleri parayı alması etik açıdan doğru mudur? Kamu görevlileri verdikleri hizmetin karşılığında devletten maaş ya da ücret almaktadır. Bu nedenle iş sahiplerinden yaptıkları işin karşılığında ayrıca ayni veya nakdi bir bedel almaları doğru değildir.

Fen işleri müdürünün amcası inşaat malzemeleri satmaktadır. Kendisini ziyarete gelen yeğenine, belediyeye iş yapan firmaları, kendisinden malzeme almaları konusunda yönlendirmesi için ricada bulunmaktadır. Müdür ne yapmalıdır? Amcasına bu davranışın doğru olmadığını anlatmalı, firmaları şirketine yönlendirmesi durumunda çıkar çatışması meydana geleceğini açıklamalıdır.

Genel müdür, kurumdan ihale alan firmanın sahibine, paranın bir kısmını bir derneğe bağışlaması durumunda, hakedişlerin hemen ödeneceğini söylemektedir. Genel müdürün davranışı doğru mudur? Kamu görevlilerinin, kamu hizmetlerini yürütürken spor kulübü, dernek vb. kuruluşlara bağış ya da yardım yapılmasına aracılık yapmaları etik değildir.

Yapılacak olan büyük bir satın alma ihalesi öncesinde, kurumun üst yöneticisinin, ihale şartnamesini hazırlayacak olan müdürü makamına çağırarak, şartnameyi belli bir firmanın ihaleyi kazanacağı şekilde hazırlamasını istemesi etik midir? Ya da ihale öncesinde bir firmaya önceden haber vererek hazırlık yapmasını söylemesi. Üst yöneticinin ihale mevzuatına aykırı talimat vermesi yasal ve etik değildir. Müdürün de böyle bir talimatı yerine getirmemesi gerekir. Bunlar etik ihlali olduğu gibi aynı zamanda da hem disiplin hem de adli yönden suçtur.

Bir kurumun üst yöneticisinin, sürekli görev yaptığı Ankara’dan çocuklarının ikamet ettiği başka bir şehre hafta sonları gitmek için kendisini görevli-izinli göstermek suretiyle hem uçak hem de harcırah imkânlarından yararlanması etik ihlalidir.

Bir kamu kurumundaki üst yöneticilerin yönetim kurulu toplantılarını, mevsimine göre yazın sahilde, yaylada; kışın kayak merkezlerinde düzenlemesi açık bir etik ihlalidir.”

“BAKALIM DİKTİĞİMİZ BU ELBİSE KİMLERE UYACAK”

Köşesinde “Yukarıda yer verilen örnekler ne kadar tanıdık geliyor değil mi? Etik komisyonuna veya etik kuruluna konu intikal ettirilmediği sürece herhangi bir sorun yoktur.” diye yazan Ünlü yazısında şu ifadeleri kullandı:

“Hizmet araçlarının bazı bürokratların çocuklarının servis aracı olarak kullanılması veya hanımlarının makam aracı haline gelmesi vakayı adiyeden olmuştur.

Yine, sırf kapıcı parasından kurtularak daha az aidat ödeme uğruna kamu konutlarına kurumların hizmetli personelini görevlendirmekten dahi utanmayan bir bürokrat taifesinden bahsedersek konunun vahameti daha iyi anlaşılır. Doğrusu Kamu Görevlileri Etik Kurulu'nun 12 personelle bu işin altından nasıl kalkacağını merak ediyorum. Rahmetli Akif ne kadar güzel özetlemiş; 'Şarka bakmaz, garbı bilmez, edepten yok payesi; bir kızarmaz yüz, bir yaşarmaz göz bütün sermayesi.' Sakın yanlış anlaşılmasın, bildiğim özel şeyleri yazmadım, sadece ve sadece herkesin bildiklerini özet olarak yazdım. Bakalım diktiğimiz bu elbise kimlere uyacak?”

Odatv.com

Murat Sevinç meseleye damardan girmiş: Velev ki miting alanında iki kişiydik
10/07/2017



Mehmet Akif Ersoy’un Safahat’ında, Kocakarı ile Ömer şiirinden: “Kenâr-ı Dicle’de bir kurt aşırsa bir koyunu, gelir de adl-i ilahi, sorar Ömer’den onu.”

Türkiye’de siyasi polemikler, iktidar ve muhalefet arasındaki atışmalar, giderek bir zekâ testine dönüşmeye başladı. Yaşını başını almış adamlar, kimi yöneticiler, havuzun dolgun maaşlı kalemşorları, Maltepe’deki miting alanında kaç kişi olduğunu hesaplamaya ve muhalefeti mat etmeye çalışıyor. İnternet haberlerinden okuduğum kadarıyla, Devlet Bahçeli’yi dahi imrendirecek hesap yöntemleriyle üstelik!

Başka bir zamanda olsa ilkokul düzeyindeki bu çabaya gülüp geçer insan, ancak gülme isteği de bırakmadılar pek.

Çünkü halihazırdaki ‘hukuk’ uygulamaları, rahatlıkla ‘Miting alanındaki sayının fazla gösterilmesi yoluyla iktidarı yıpratma çabası ve bu yöntemle bilmem ne örgütüyle işbirliği/iltisak’ gibi bir iddiayı ‘iddianame’ konusu haline getirebilir. Kim şaşırır?

İşte bu anormallikler nedeniyle, uzunca bir süredir her bilgisayar başına oturduğumda, yazmak istediğim asıl konuyu ertelemek zorunda kalıyorum. Oysa bugün CHP’lilere (aslında bunun altından kalkabilecek tüm partilere), ‘Her bir yurttaşa söz hakkı tanıyan, tüm ülkede irili ufaklı açık hava toplantıları’ öneren bir şeyler yazacaktım. Sonraki yazılara kaldı haliyle!

Miting alanından bir milyon insan olsa ne olur, yüz bin olsa ne olur, bin olsa ne olur ve hatta iki kişi olsa ne olur? O iki kişinin derdinin, tasasının, endişesinin bir değeri yok mu?

Yazıya başlarken, Hz. Ömer’in tavrından hareketle Mehmet Akif tarafından kaleme alınmış sözcükleri özellikle aktarmak istedim. Bunun başlıca iki nedeni var. İlki, bir kesime laik/seküler terminoloji ile bir şey anlatmak mümkün olmuyor.

İkincisi, laik/seküler hukuk kuralları da tarihsel süreçte dinsel kurallardan etkilenmiştir. İç içe geçmişlerdir.

Şöyle açıklamaya çalışayım: Henüz ‘KHK teröristi’ olmadığım zamanlarda derslerde incelediğim örnek temel hak vakalarından biri ‘türban yasağı’ sorunuydu. Sonra bir gün, üniversitede türban yasakları sürerken Radikal İki’ye ‘Türban yasağı ayıptır’ başlıklı bir yazı kaleme aldım. Bu yazıda, derste işlediğim ve öğrencinin tartışmasını beklediğim başlıkları özetledim.

Kuşkusuz her özet, biraz sığlıkla maluldür.

Şunları anlatıyordum: Her toplumu bir arada tutan belli başlı kural öbekleri var. Biraz zorlayarak üçe indirgersek, bunlara ‘Ahlak, din ve hukuk’ kuralları diyebiliriz. Laik/seküler düzende hukuk kurallarının diğer ikisinden farkı, arkasında ‘kamu otoritesi’ olması, dolayısıyla farklı bir yaptırımla karşılanmasıdır. Bir kurala aykırılık günah (inançlılar için), diğer kurala aykırılık ayıp (ortalama ahlaki ilkeleri benimseyenler için) ve son kurala aykırılık ise ‘hukuksuzluk’ sonucunu doğurur. Hukuka aykırılık, hem dindar olanı ve olmayanı ve hem de ahlaki normları benimseyeni ve benimsemeyeni ilgilendirir. Yaptırımı, uhrevi ya da toplumsal değil, dünyevidir.

Buradan hareketle türban yasağının ‘dini’ açıdan dindarları, ‘ahlaki’ açıdan bunu sorun edenleri, oysa ‘hukuksal’ açıdan herkesi ilgilendirdiğini; türban yasağına ilişkin ‘mahkeme’ kararlarının tartışmalı olduğunu, kişisel olarak yanlış bulduğumu ve AYM’nin 1991 kararının (‘yorumlu ret’ adıyla bilinen) bağlayıcılığının dahi tartışılabileceğini yazmıştım. Peki konu hukuksal açıdan sorunluysa geriye ne kalıyor? Din ve ahlak kuralları. İyi de laik/seküler bir sistemde din kuralları dindarı ilgilendirir.

Ne kaldı? Ahlak kuralları. İşte bu nedenle yazının başlığı ‘Ayıptır!’ idi.

Bunları şu yüzden anlatıyorum. Üç kural öbeği, asırlar boyunca iç içe geçmiştir. İnanç sistemlerinden etkilenmemiş bir hukuk sistemi yok bilebildiğim kadarıyla. İyi ve kötünün, adil olan ve olmayanın, serbest ve yasak olanın kökeninde, asırlarca tanık olunmuş toplumsal/sınıfsal mücadelenin izi var. Toplumsal dediğimiz kategori de, hakim inanışlardan bağışık değil.

Bir örnek daha iyi olabilir: Hırsızlık. Dinen yasaktır, ahlaken ayıptır, hukuken suçtur. Açın kadim dinlerin kutsal kitaplarını ve dinsel ilkelere şöyle bir bakın; tümü olmasa da çoğu, bugün dahi ahlaken kınanan ve hukuken sınırlanmış/yasaklanmış konulardır. Bu topraklardaki ‘yaygın’ inancının kutsal kitabına da göz atın; ayet ve hadislerde, ‘kul hakkı’ konusunda neler öğütlenmiş.

Laik/seküler hukuku benimsemiş bir sistemin yurttaşı, o öğütlerden hangisine karşı çıkar? ‘Huzuruma kul hakkı ile gelmeyin,’ örneğin. Karşı çıkar mısınız? Cenaze namazında istenen ‘helalliğin’, dürüst bir insan için az buz bir yaptırım korkusu olmadığını mı düşünüyorsunuz? O korkunun dünyevi yaşamda bir karşılığı yok mu? Neden bu memlekette dürüstlüğü anlatmak için ‘Müslüman adam’ denir (idi!), düşündünüz mü?

Üstelik her yerde var bu tür sıfatlar. Bilmiyordum, daha geçenlerde bir sevgili hocamdan Fransızların da ‘Katolik biri’ dediğini öğrendim. Çünkü o dinin temel ilkeleri de aslında benzer bir ‘ahlak’ öneriyor, müminine.

Benim alanım, konum, ‘Diyanet işleri’ değil. Yüzeysel (Türkiye standartlarında, değil tabii!) bilgimle ahkâm kesecek halim de yok. Söylemek istediğim, şu anda Türkiye’de tanık olduğumuz hukuk yorum ve uygulamalarının, yalnızca laik/seküler ilke ve kurallara değil, toplumu bir arada tutan diğer kural öbeklerine de aykırı olduğu. Yalnızca Türkiye toplumundan değil, her birinden söz ediyorum. Tel tel dökülmek, her halde böyle bir şey!

Daha önce de (yine gevezelik ettiğim bir yazıda!), rahmetli babamın çok dindar biri olduğunu yazmıştım.

‘Müslüman bir adamdı’ anlayacağınız! Rahmetli, adımı Ömer koymak istemiş, Hz. Ömer’den etkilendiği için; ancak üç kızdan sonra gelince rahmetli yengemin ısrarıyla ‘Murat’ olmuşum. Kız olsaydım adım ‘Yeter’ olacaktı demek ki!

Rahmetli, canımı yalnızca bir kez yaktı. İlkokula henüz başlamışken, bir gün okul kaldırımında bir gümüş künye/bilezik bulup koşarak babama getirmiştim. Büyük sevinçle! Babam kulağımdan tuttu, o kaldırıma dek eli kulağımda yürüttü ve künyeyi bulduğum yere bıraktırdı. ‘Başkasının malına el uzatılmaz’ diyerek.

İnancına aykırı bir şey yapmıştım. Çocuk halimle nasıl etkilendiysem, yıllar sonra ‘hak-hukuk-adalet’ çalışır ve anlatırken hep aklımın bir köşesinde kaldı bu can acıtan öğüt! Kuşkusuz hikâyeyi çok manasız bulanlar olacak.

Öyledir de belki, bilmiyorum. Buna mukabil benim için önemli olan, babamın, toplumu bir arada tutan kural öbeklerinden hiç olmazsa birine karşı duyduğu sarsılmaz sadakati fark etmekti. Kulağıma küpe oldu!

Şimdi bakıyorum da şu parmak hesabı yapanlara.

69 yaşında bir parti lideri, 4oo küsur kilometre yol yürümüş, binlerce insan onu takip etmiş, yürüyüşte her türlü hakarete alkışla karşılık verilmiş, tek bir küfür edilmemiş, tek bir çöp bırakılmamış, ‘Adalet’ sloganı dışında söz işitilmemiş, pazar günü insanlar akın akın miting alanına gelip hep birlikte ‘Adalet’ diyerek haykırmış. Bu zavallılar oturmuş, kendilerinin dahi inanmadığı saçma sapan argümanlarla böylesine devasa barışçıl bir yurttaş eylemini itibarsızlaştırmaya çalışıp kelle sayıyor.

Valilik, işini gücünü bırakmış sabaha karşı aceleyle sayı açıklaması yapıyor vs. Kim bunlar? Dindar olduğu iddiasındakiler. Kim bunlar? Cuma namazı hutbesinde Hz. Ömer kıssası dinlerken gözyaşı dökenler.

Sayı hesaplıyorlar. ‘Biz sizden çoğuz’ diyorlar. Biz kimiz? Siz kimsiniz? 15 Temmuz’da meydanları dolduracaklar başka memleketin insanı mı? Hasta mı bu hesapları yapanlar? Evet hastalar, kesinlikle sağlıklı düşünemiyorlar artık. Kapkaççı kapitalizmin pençesinde, sinekten rezidans çıkarmaya çalışırken rahatsızlandılar.

Kendi mitinglerinde iki milyon sığdırdıkları alana, yalnızca 170 bin sığdırabiliyorlar. Göz göre göre yalan söylüyorlar. Hutbe dinlerken, Hz. Ömer’in özel işleri esnasında devletin mumunu yakmadığına dair davranışını duyduklarında iç geçirip adından miting alanında toplanan kalabalığı hesap etmeye çalışıyorlar. Yazık.

Laik/seküler bir sistemde hukuken bağlayıcı olan, laik/seküler hukuk kurallarıdır. Ahlaki ve dini kurallarla pek çok noktada kesişen, hukuk kuralları. Bir toplumu ayakta tutabilmek için, üç kural öbeğinden hiç olmazsa birine ‘saygı duymak’ zorunluluk. Hiç olmazsa, birine. Tümüne saygısızlık/aykırılık, işte böyle bir manzarayla karşı karşıya bırakıyor seksen milyon yurttaşı.

Velev ki o alanda iki kişiydik. Bir derdi, şikâyeti olan iki kişi. Ne yapacaksınız şimdi?
Kaynak: Diken

Ahlaki çöküş
Zülfü LİVANELİ
zlivaneli@gazetevatan.com

Yalnız Türkiye’nin değil, bütün dünyanın ahlaki bir çöküş içinde bulunduğunu söylediğimde kimsenin hak vermemesine alışmış birisi olarak susuyordum.

Çünkü son yıllarda cebi biraz para görmüş eski solcular, böyle görüşleri dinozorluk olarak niteliyorlardı.

Baksanıza hayat ne güzeldi: Lüks lokantalar, büyük alışveriş merkezleri, Türkbükü tatilleri, Batı’yı kıskandıracak eğlence merkezleri.

“Bu değirmenin suyu nereden geliyor!” diye sormak eski kafalılık haline gelmişti.

Hele gelir dağılımı adaletsizliğinden, yarı aç yarı tok yaşayan geniş halk kitlelerinden söz etmek iyice gericilikti, çağı anlamamaktı.

Önemli olan işsizlik, açlık değil hangi şarabın iyi olduğu, hangi lokantanın neyi iyi pişirdiğiydi.

Bizim gibilere kötümser dinozor gözüyle bakıyorlardı.

Nasıl olsa gazeteler de halk için değil, elitler için çıkıyordu.

***


Son günlerde iki dostun haber vermesi sayesinde okuduğum iki makale, büyük ahlaki çürüme konusunda yanılmadığımı göstermesi bakımından sevindirici oldu.

Birincisi Edgar Morin’in Le Monde’ta yayınlanan yazısı.

Fransız düşünür, büyük bir çürüme yaşadığımızı ama bunun bir metamorfoza uğraması olasılığını dile getirmiş.

Eric Hobsbawm ise yeni bir dünya savaşı için bütün koşulların oluştuğu fikrinde.

Bunlar çok ciddi beyinler.

Batı’da alarm zilleri çoktan çalmaya başladı ama buralardan hâlâ duyulmuyor.

Kapitalizmin nimetleri sayılıp dökülüyor.

Oysa Harvard Business School’un yani kapitalizmin Mekke’si olan okulun yönetim kurulunda bulunan bir arkadaşım, son toplantıyı anlattı.

Orada bulunan herkes vahşi kapitalizmin bittiğini, artık geriye dönüşün mümkün olmadığını belirtmiş, yeni bir düzenin gelmekte olduğunda fikir birliğine varılmış.

Böyle fikirler az gelişmiş ülke aydınına geç ulaşır ama bir gün mutlaka ulaşır.

30 Nisan 2010 Vatan

Ahmet Hakan: Ahaliyi keriz yerine koyarak dolandır ama sakın düşünme, aykırılık yapma
31/03/2017

O kadar dolandırdı ki…

“Fadılzedeler” diye bir topluluk bile oluştu.

Bir itiyat haline getirdiği dolandırıcılıktan tutukluydu.

Ama bıraktılar.

Ama tahliye ettiler.

O da sırıtarak ilk demecini verdi: “Doğu’yu kalkındırmak gerekir.”

Kadri Gürsel’in tutuklu yargılandığı…

Jet Fadıl’ın ise tutuksuz yargılandığı…

Bir Türkiye fotoğrafının gençlerimize verdiği mesajlar şunlardır:

Ahaliyi keriz yerine koyarak dolandır ama sakın düşünme, konuşma, yazma, çizme, aykırılık yapma.
Hürriyet

90 Milyonluk vurgun: Bu da İSPARK tezgâhı
29 Haziran 2017



Otopark görevlilerininin fiş kesmekte kullandığı el terminallerinde ‘sistem dışı’ işlem yaptılar, sisteme düşmeyen otopark bedeli birilerinin cebine girdi. Vurgunun 90 milyon TL’ye ulaştığı iddia ediliyor.
90 Milyonluk vurgun: Bu da İSPARK tezgâhı

İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin (İBB) en önemli şirketlerinden İSPARK’ta (İstanbul Otopark İşletmeleri Tic. AŞ) “ikinci Akbil skandalı” yaşanıyor. İBB iştiraki İSPARK’ta “otopark ücreti ödeyen yurttaşlara verilen fişlerin silinmesiyle” milyonlarca liralık vurgun yapıldığı belirlendi.
Mayıs ayında kurum içinde yürütülen gizli soruşturma kapsamında en az 48 ayrı el terminalinde yolsuzluk yapıldığı tespit edilirken; 5-26 Mayıs 2017 tarihleri arasında 27 otopark görevlisinin iş akdi feshedildi.
Sinekten yağ çıkaran İspark nasıl zarar ediyor?
Mayıs ayındaki fesihlerin ardından bu ay başında da kurumda bazı üst düzey yöneticilerin görev yerleri değiştirildi. “Son yılların en büyük yolsuzluk olayıyla karşı karşıyayız” diyerek İSPARK’ta yaşananları özetleyen CHP’li meclis üyesi Tarık Balyalı, İBB Başkanı Kadir Topbaş ile İSPARK yönetimini istifaya davet etti.
Balyalı, “Bu kayıt dışı ortamın yaratılmasına sebep olan üst düzey yöneticilerden görevden alınan var mıdır?” diye sordu. Konuyla ilgili İSPARK yönetimine gönderdiğimiz sorularımız ise yanıtsız kaldı. İSPARK yönetimine 10 gün önce yönelttiğimiz “Konuyla ilgili savcılığa suç duyurusunda bulunulacak mı” sorumuz hâlâ yanıt bekliyor.
Yıllık 233 milyon kazanan İspark nasıl zarar eder
Geçen ay patlak verdi
Skandal bir ay önce Mayıs 2017’de patlak verdi. İSPARK otoparklarında onlarca el terminalinde usulsüzlük saptandı. Çok sayıda görevli kendilerine ücret ödeyen yurttaşların fişlerini daha sonra silmek ve bu parayı zimmetlerine geçirmekle suçlandı. İSPARK çalışanlarının üyesi olduğu Hizmetİş Sendikası’na personelin karıştığı yolsuzluk iddiasıyla ilgili bilgi verildi. Sendikanın da bilgisi dahilinde mayıs ayı içerisinde 27 görevlinin iş akdi feshedildi.
Tek bir otopark yapmadı, 4 milyar euroluk dev ortaya çıktı
Olay nasıl yaşandı?
Cumhuriyet’in kurum içerisinden edindiği bilgiye göre otopark görevlilerinin kullandığı el terminalleri iki türlü çalışıyor: ‘Onlinesistem içi’ ve ‘offline-sistem dışı’... Siz aracınızı park ettiğinizde bu terminallerden fiş kesiliyor ve paranız alınıyor. İşte bu noktada kullanılan iki türlü el terminali devreye giriyor. Bunlardan ilki yeni nesil ödeme kaydedici cihaz. İSPARK bu cihazlara yeni yeni geçiyor. Bu terminaller sadece online çalışıyor. Siz parayı verdikten sonra kesilen fiş sisteme giriliyor ve fiş daha sonradan imha edilemiyor. Maliye bütün işlemler için bu cihazı zorunlu kılıyor.
Ancak çok sayıda terminalde ısrarla eski nesil el terminalleri kullanılıyor. Offline terminallerde yurttaşlara mali değeri olmayan bir fiş veriliyor. Yolsuzluk da zaten bu noktada başlıyor. Offline çalışma sırasında kesilen fişler bazı çalışanlar tarafından siliniyor ve bu paralar İSPARK’ın hesapları yerine zimmete geçiriliyor. İSPARK yönetiminin yasaya rağmen yeni nesil el terminallerine geçmemesi de buna bağlanıyor. Çünkü yeni nesil cihazlarda fiş silinemiyor. Bu olayın uzun bir süredir devam ettiği; iddialara göre 90 milyon TL’ye ulaşan bir vurgun yapıldığı önü sürülüyor.
'Organize yolsuzluk': Bu sorular yanıt bekliyor
İBB’de İSPARK’la ilgili verdiği soru önergeleriyle tanınan CHP’li meclis üyesi Tarık Balyalı, Cumhuriyet aracılığıyla onlarca soru işareti belirledi. Konuyu İBB’de gündeme getireceklerini söyleyen Balyalı yanıt bekleyen soruları şöyle sıraladı:
-Para tahsilatı yapanlara neden Maliye’nin herkesi zorunlu tuttuğu ödeme kaydedici cihazlardan verilmedi?
-Çok sayıda kişinin karıştığı ve son derece organize bir yolsuzluk. İstanbul halkının geçen yıllar içerisinde kaç milyon lirası yok olmuştur? Bu yolsuzluğa kaç kişi karışmıştır?
-İSPARK’ın mali yapısının bozulmasında bu yaşanan yolsuzluğun etkisi nedir?
-El terminallerinde offline yani sistem dışı çalışma yetkisi neden vardır?
-Bugüne kadar bu terminallerin sistem dışı çalışıp çalışmadığı neden kontrol edilmemiştir? Edildiyse silinen fişler nasıl fark edilmemiştir?
-İSPARK çalışanlara fiş silme yetkisi vermemiştir. Personelin bu fişleri kendi becerileriyle sildiği iddia ediliryorsa el terminallerinin kontrolü neden yapılmadı?
-El terminallerinin bakım, onarım ve denetimiyle ilgili olanlar hakkında bugüne kadar hangi işlemler yapılmıştır? Bu kişiler hakkında soruşturma yapılmış mıdır?
-Offline çalışan terminallerdeki fişler ‘admin’ yani merkez şifreleri kullanılarak silinebilir mi? Admin şifreleri kullanılarak silinen fişler var mıdır?
-El terminallerini kontrol eden merkez şifreleri ve kullanıcılarıyla ilgili bağımsız kuruluşlarca herhangi bir denetim yapılmış mıdır?
-Bugüne kadar bu yolsuzluğu fark edemeyen ve bu kayıt dışı ortamın yaratılmasına sebep olan üst düzey yöneticilerden görevden alınan var mıdır?
-Bu yolsuzluk meselesinin ortaya çıktığı tarihlerde ve sonrasında yapılan üst düzey yer değiştirmelerin gerekçeleri nelerdir?
-Yolsuzluğa bulaştığını kabul edenlerin savcılığa sevk işlemleri neden zamanında yani kurum soruşturmasından hemen sonra yapılmamıştır?
-İSPARK neden son bir yıl öncesine kadar günlük yapılan tahsilatları kurumsal bir firmaya tahsil ettirmemiş de kendi elemanları aracılığıyla bu paraları tahsil etmiştir?
Akbil skandalı neydi?
Bir dönem İstanbul ulaşımında kullanılan AKBİL, elektronik ortamda veriler silinerek yapılan ve kamuoyunda büyük yankı yaratan 1990’lı yılların büyük yolsuzluk davasıydı. Dönemin CHP İl Başkanı Mehmet Bölük ve Doç. Dr. Berk Üstündağ’ın AKBİL sisteminde kalpazanlık yapıldığı iddiasıyla Sarıyer Cumhuriyet Savcılığı’na yapılan suç duyurusu üzerine dava açılmış; Tayyip Erdoğan’la birlikte Ali Müfit Gürtuna ve 30’un üzerinde belediye bürokratı yargılanmıştı. Davada Erdoğan’ın avukatlığını sonradan bakanlıklar üstlenen Hayati Yazıcı yapmıştı. Karardan önceki duruşmalardan birinde dönemin Üsküdar 2. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı; şimdinin Yargıtay Başkanı İsmail Rüştü Cirit, tansiyonu yükseldiği için bayılmıştı. Savcının Erdoğan hakkında 14 yıl hapis istediği Akbil davasında mahkeme sanıklar hakkında beraat kararı verdi. Erdoğan milletvekili seçildiği için onun dosyası ayrıldı.

Aykut Küçükkaya/Cumhuriyet

Etiketler:
Otopark görevlileri el terminalleri sistem dışı otopark bedeli İspark İstanbul Büyükşehir Belediyesi İstanbul Otopark İşletmeleri Tic. AŞ Akbil skandalı

02 Mayıs 2010
Böyle Bir Vahşet Görülmedi
Volkan Yılmaz'ı, ağabeyi ile arasını bozduğu iddiasıyla arkadaşının bisikletiyle birlikte nehre attığı ortaya çıktı.

Polis, gençlerin yüzme bilmediği için suda çırpınan Yılmaz'ın ölümünü 17 yaşındaki H.D. ile iki arkadaşın izlediğini belirledi.

Emniyet Müdürlüğü Asayiş Şubesi Cinayet Bürosu ekipleri, nehirde bisikletiyle birlikte bulunan Volkan Yılmaz'ın ölümündeki tüyler ürperten gerçeği çözdü. İddialara göre, 17 yaşlarındaki H.D., B.E. ve M.D. olayın olduğu akşam Volkan ile birlikteydi. Polis, bu gençleri gözaltına aldı. Emniyet Müdürlüğü'nde çapraz sorguya alınan B.E. ve M.D., arkadaşları H.D.'nin Volkan'ı nehre attığını ve boğulmasını izlediğini itiraf etti. H.D.'nin de Volkan'ı nehre atarak ölümüne sebep olduğunu itiraf ettiği öğrenildi. H.D.'nin polise, "Volkan ağabeyimle aramı açmıştı. Tartıştık, önce bisikletini nehre attım. Üzerime gelip küfür edince de kendisini. Yüzme bilmediği için suda çırpındı. Diğer iki arkadaşım kurtarmak için suya girmek istedi. 'Sizi de atarım' diye engelledim. Suda kayboldu, evimize gittik." dediği öğrenildi.

Cinayet zanlısı 3 genç, yaşlarının küçük olmasından dolayı Emniyet Müdürlüğü Çocuk Şube Müdürlüğü'nde gözaltında tutuluyor.
akt'fhaber

Liseli kızı sokak ortasında öptü, tutuklandı
16:10 - Samsun'da okul çıkışı evine giden lise öğrencisi B.Y. (15) adlı genç kızı yoluna çıkan Turgay B. (20) zorla öptü. Kızın durumu polise bildirmesi üzerine gözaltına alınan Turgay B., "cinsel istismar" suçundan dliyeye sevk edildi. Nöbetçi mahkemeye ifade veren Turgay B., tutuklanarak Samsun Kapalı Cezaevi'ne gönderildi. 05.05.2010 SAMSUN netgazete

Arkadaşının adını kullanarak 12 bin TL kredi çekti
İzmir'de, arkadaşının adına hazırladığı sahte kimlikle bir banka şubesinden 12 bin TL kredi çeken kadın yakalandı. Gözaltına alınan S.T., adliyeye sevk edildi. 21.07.2010 İZMİR netgazete

Etiketler: Cinayet ölü yaralı kavga 'Şiddetli geçimsizlik katletti bıçak bıçaklayarak Doğanevler Mahallesi 112 Acil Muğla Fethiye batman korucular benzin istasyonu ölü yaralı ölüm hırsızlık
polis kuyumcu ankara elmadağ cinayet Polis

Hanefi Avcı, Mustafa Karaalioğlu, Vicdan ve Vefa
Açık İstihbarat Özel
29.09.2010

Hanefi Avcı'nın 28 Şubat sürecinde devlet gücünü belli bir kesim mütedeyyyin vatandaş ve kamu görevlisi üzerinde haksız şekilde kullananlara karşı çıktığı; bu tutumundan dolayı da bedel ödediği biliniyor.

O dönem işlenen hukuksuzluklara ve Emniyet teşkilatında ortaya çıkan yeni dengelere uyum sağlamayı reddeden Avcı, öyle bir dönemde "cemaatçi polis" olarak yaftalanmaktan çekinmedi ve köşeye sıkıştırılmak istenen İslamcı kesimle irtibatını koparmadı. Kamuoyu önünde onların hakkını savunmaktan da geri durmadı.

28 Şubat'ın, "din devletine karşı olmak" maskesi altında, Türkiye'nin üniter yapısını darmadağın edecek olan Amerikancı-İslamcı kadroyu iktidara taşıyan sinsi bir plan olduğu sonradan ortaya çıktı. O dönem Hanefi Avcı'nın himayesinden medet umanlar, bugün büyük servetlerin, etkili konumların, operasyonel görevlerin ve intikam çarklarının başına geçtiler.

Ve her haksız palazlanan güç gibi vicdanı, vefayı ve eski dostlarını unuttular. Unutmakla kalmadılar, kurdukları insan öğütme çarklarında zor günlerinde arkalarında duranları da öğütmeye başladılar.

Siyasi konjonktürün istediği kalıplara girmeyi reddettiği için 28 Şubat'ta görevinden alınan Hanefi Avcı'nın Ankara'daki uğrak yerlerinden birisi de Yeni Şafak gazetesinin Ankara bürosuydu.

Herkesin veba merkezi gibi uzak durduğu bu büronun başında o zaman, Star gazetesinin şimdiki Genel Yayın Yönetmeni Mustafa Karaalioğlu vardı.

Gazetecilik formasyonundan uzak amatör bir kadroyla, dışlanmış bir şekilde ve fakr-ü zaruret içinde ayakta durmaya çalışan Yeni Şafak'a bütün kapılar kapalıydı. Basın toplantılarına çağrılmıyorlar, hiç bir kurum tarafından akredite edilmiyorlar, basın kartı alamıyorlar, Meclis'e giremiyorlar ve bugün yüksek maaşlarla kadrolarına kattıkları isimler tarafından bile aşağılanıyorlardı.

İşte böyle bir dışlanma döneminde Hanefi Avcı, Yeni Şafak'ı hiç yalnız bırakmadı. Kendi ismiyle demeç vermekten de, bildiği kulis bilgileri paylaşmaktan da çekinmedi. O dönem, "devlet" bilgisi sıfır düzeyinde olan ve uçuk-kaçık felsefi yazılar kaleme alan Ömer Çelik gibi köşe yazarlarını da, duydukları her dedikoduyu haber zanneden muhabir kadrolarını da adetâ bir öğretmen gibi eğitti.

Aradan 12 yıl geçti ve aynı Hanefi Avcı, cemaatin devlete ele geçirme planını ifşâ ettiği için önceki gün tutuklandı. Tutuklamanın resmi gerekçesi, "Devrimci Karargâh" adlı aşırı sol örgüte yardım ve yataklık etmek.

Türkiye'de artık herkes biliyor ki tutuklanmak için mantıklı, hukuki ve adil bir gerekçeye değil, sadece AKP ve cemaatin hoşuna gitmeyecek şeyler yapmaya ihtiyaç var.

Avcı'nın tutuklanması, onun mesleki çizgisinden, ideolojisinden ve kendince verdiği mücadeleden tamamen uzak olanların bile vicdani tepkisiyle karşılaşırken, zor günlerinde yanında olduğu "mağduriyet tüccarlarından" alaycı sesler yükseldi.

Avcı'nın tutuklanması Star gazetesinde

“Devrimci Karargah terör örgütü üyeliği suçundan tutuklanan arkadaşı Necdet Kılıç’ın

'polis beni takip ediyor, ne yapmam gerek' sorusuna “Seni gözaltına alacak olsalar takip etmezler. O salaklar senin onları takip ettiğinin farkında değiller. Avukatına söyle herkesi rahatsız etsin, müvekkilim takip altında diye” şeklinde akıl veren Hanefi Avcı, “örgüte yardım” iddiasıyla Ankara’da Emniyet Genel Müdürlüğü’ndeki makamında gözaltına alındı."
şeklinde habercilik dilinden tamamen uzak bir formatta duyuruldu. Haberde, Avcı'nın evinde yapılan aramada üzerinde kendi fotoğrafı olan sahte kimlilk ve pasaportların da ele geçirildiği iddia edilerek "yurt dışına kaçma hazırlığı yaptığı imasında bulundu.

Avcı'nın "eski dostu" Mustafa Karaalioğlu, köşesinde konuya hiç değinmezken, Başbakan'ın öfkeyi "hitabet sanatı" diye sunması gibi müptezelliği "farklı bir yazarlık üslubû " zanneden Ahmet Kekeç, "Heyecan yapma abla...Hanefi Avcı'yı almışlar!" başlıklı alaycı bir yazıya imza attı.

Son günlerde "kullanılıp atılmaktan" duyduğu muzdariplik diline vurmaya başlayan ve kitapları eskisi gibi satmadığı, hakkında davalar açıldığı için AKP Hükümeti'ne sitem üstüne sitem (arada tehdit) mesajları gönderen Şamil Tayyar da Avcı'nın "

Devrimci Karargah örgütü ile telefon irtibatı saptandığı için telaştan kitap yazdığını ama tutuklanmaktan kurtulamadığını"

iddia etti.

Şamil Tayyar daha önce de Mustafa Karaalioğlu'nu fakirlik günlerinde evinde yatırmış, karnını doyurmuş ve kol kanat germiş olan Mehmet Bekaroğlu'na köşesinde

"Kimsin lan sen?"

şeklinde "on ileri demokrasi gücünde" bir üslupla hitap etmişti.

(Kanaltürk'teki Ters Cephe programında, "Bekir Coşkun gibi kalemlere Avrupa'da yazarlık yaptırmazlar" diyen Star gazetesinin "babadan torpilli" yazarı Mustafa Akyol'a hatırlatılır...)
Hanefi Avcı olayı, bugün iktidarda bulunan, kendilerini "ileri demokrat" olarak tanıtanlar ile onların paralı kalemşörlüğünü yapanların, en yakınlarındaki insanlara karşı bile ne kadar tehlikeli bir psikoloji ve kişilik yapısı içinde olduklarını göstermesi bakımından ibret doludur.

İkbâl, istikbâl, yüksek maaş ve mevki umuduyla yağ çekmekten vazgeçmeyenlerin dikkatine

Toplum fırıldak!
Yrd.Doç.Dr. İbrahim BAYKAN
17 Ekim 2010

Sakın; ülkemin doğru insanları yazının başlığına bakıp da bana alınmasınlar; bu başlık aşağıdaki olayların kahramanlarına aittir.
Unutmayalım ki; gördüğümüz ve duyduğumuz tüm bu yamuk işleri ne uzaylılar ne hayvanlar ne de bir başka ülkenin insanları gelip yapmadılar.

Alın size gördüğüm ve duyduğum yamukluklar:

*Aynı sitede oturan yüz on daireden üç sözde uyanık dairelerindeki yakıt peteklerini büyültüp daha konfor bir ısınma sağlıyorlar. Yani; ortak kullanımda komşularıyla aynı aidatı ödeyip farklı ısınıyorlar. Bu kişiler bana göre; bu davranışları ile her ay komşularının cebinden para çalmaktadırlar,

*Ülkemizin saygın bir üniversitesinde, öğretim üyesi bir profesörün yayınlarında yaptığı usulsüzlük; üniversitesine yazılı bildirildiğinde alınan yanıt hayli ilginç.”Adı geçen öğretim üyesi yanlış geleneklerin tekrarını yapmış olması nedeniyle hakkında soruşturma açmaya gerek görülmemiştir.” Alın size kurum korumasına ve dokunulmazlığa ait kötü bir örnek,

*Sahte doktora tezleri ile bu ülkede doktor, hatta profesör bile olunuyor. Tespit edildiğinde ya emekli olmaya zorlanıyor ya da başka bir üniversiteye atanması sağlanıyor,

*Üniversite bölüm başkanı bir profesöre; döner sermaye hesaplarında yaptığı yasa dışı işlerle ilgili soruşturma açılıyor; soruşturma sonucunda suçu sabit görülüyor ve maaşından para kesme cezası veriliyor. Sanki O kişi bunları hiç yapmamış gibi başka bir üniversiteye dekan atanarak, adeta ödüllendiriliyor,

*Bir üniversite profesörü tam dokuz dalda sanki uzmanmış gibi asistan destekli yüzlerce sayıda ve yalan rüzgârını aratmayan nitelikte makaleye adını yazıyor; Üniversitesi de bunu bir matahmış gibi akademik faaliyet listesine alıyor. O üniversite de yayın çokluğu ile öğünüyor, Biz de yazdığımız kitapta kaynakça gösterdiğimiz halde ürküttüğümüz fincancı katırlarının sahiplerince; intihal ile suçlanıp ihraç cezaları alıyoruz ve bunun için hukuk mücadelesi veriyoruz.

*Ülkemde trafik kazası oluyor; kurtulan yardım yerine yaralının cebini karıştırıyor,

*Askere gitmemek için bin bir türlü hile ile çürük raporu alınıyor; Hipokrat yemini yapan doktor da maalesef bunlara rapor veriyor,

*Ülkemde sel felaketi yaşanıyor bir kısım uyanık ganimet avına çıkıyor,

*Karı koca vatandaş; yakın ve uzak olmak üzere sağlık kurumuna dört adet gözlük yazdırıyor; bunun karşılığında gözlükçü ile anlaşıp kaliteli bir güneş gözlüğü alıyor,

*Kadın ölmüş babasının maaşını alabilmek için kocası ile anlaşarak boşanıyor ve yine aynı evi paylaşıp eskisinden daha mutlu yaşamaya devam ediyor,

*Huzur evlerine bırakılan birinci dereceden akrabalar; ekonomik krizin etkisiyle maaşları için oralardan tekrar yanlarına alınıyor. Kriz sonrası durumlarının ne olacağı belli değil,

*Seçim öncesi; herkes mevcut siyasi iktidardan şikâyet ediyor; sonuca bakıyorsunuz yine gelmiş. Sanırım bu; bir poşet erzakın kudreti,

*Şehirlerinden; bin bir umutlarla parlamentoya yollanan milletvekilleri; bir bakıyorsunuz milletin yerine liderinin vekili olmuş,

*Muhalefette iken birçok yanlışları düzelteceğini söyleyen siyasi partiler; iktidar olunca bunları düzeltmedikleri gibi; daha da yeni yanlışlar yaratarak bunlardan nemalanıyorlar. Muhalefet ise müşteri dağılmasın diye en ufak bir fırsatta erken seçim diye tutturuyor,
*Bazı seçimler tek adaylı oluyor; sıkıysa ikincisi çıksın. Bunun adına da utanmadan seçim deniyor. Seçilen de utanmadan seçildiğini zannediyor.

Tüm bunlara rağmen ülkemde doğru insanlar da var ve doğru işler de oluyor, oluyor da; maalesef üç yanlış da bir doğruyu götürüyor.
Habertaraf

Hafta İçi Çalışıp, Hafta Sonu Çalıyorlar
20 Temmuz 2011
Kocaeli Emniyet Müdürlüğü Asayiş Şube Müdürlüğü Hırsızlık Büro Amirliği ekipleri, İstanbul'da ikamet eden bir grup genç tarafından kurulan hırsızlık çetesi çökertildi. Hırsızlık çetesi üyelerinin bir çoğunun işi olduğu, haftasonları da çeşitli illerde hırsızlık yaptıkları öğrenildi.

Kocaeli Emniyet Müdürlüğü'ne özellikle şehir merkezinde ev ve iş yerlerinde yapılan hırsızlık olayların artış gösterdiği ihbalarının artması üzerine polis olaylarlar ile ilgil olarak üç ay önce geniş çaplı soruşturma başlattı.
Fiziki ve istihbari bilgiler sonucunda seri hırsızlık olaylarını İstanbul merkezli bir çetenin yaptığını belirleyen emniyet güçleri, söz konusu zanlıların İstanbul Bahçelievlerde ikamet ettiğini tespit etti.
Operasyon için düğmeye basan polis, çeşitli ikametlerde eş zamanlı operasyon düzenledi. Yapılan baskınlarda çetenin liderliğini yaptığı ileri sürülen A. A. ile birlikte çeteye üye oldukları iddiasıyla 10 kişi gözaltına alına alınarak Kocaeli Emniyet Müdürlüğüne getirildi. Zanlıların cuma günü adliyeye sevk edilmesi bekleniyor.
Öte yandan zanlıların toplu olarak Kocaeli'ne geldikleri ve şehir merkezinde bulunan iş yerlerini özellikle haftasonu soyarak tekrar İstanbul`a gittikleri öğrenildi. Zanlıların bazılarının sabıkası olduğu bazılarının arandığı ileri sürüldü. Çeteye üye olan zanlıların bazılarının sabit işleri olmasına rağmen hırsızlık yaptıkları öğrenildi.
Bu arada zanlıların Kocaeli'nde şu ana kadar 20 işyerinde hırsızlık yaptığı tespit edildi. Ayrıca İstanbul`da da çok sayıda hırsızlığa karıştıkları iddia edilen zanlıların, işyerlerinin kapılarını göbek kilitlerini kırarak açtıklarını ve elektronik eşya ile para kasası çaldıklarını ileri sürdü.
Zanlılarla birlikte evlerde yapılan aramalarda çalıntı malzemelerle bir miktar da uyuşturucu madde ele geçirildi. Zanlıların ayrıca uyuşturucu ticareti yaptıklarından şüpheleniliyor. TRT

Deniz Feneri paraları nerelere harcandı
09 Ağustos 2011
Öyle yerler var ki...

Deniz Feneri soruşturmasında savcılar Uğur Arslan'ın katıldığı yardım konserlerinde 2 bin euro ücret aldığını gösteren makbuzlar buldu. Ayrıca, savcılık şüphelilerin Almanya’da kurdukları şirketlerin, trafik cezalarını ve şirket çalışanlarının maaşlarını da yardım paralarıyla ödediğini tespit etti.

Savcılar hakkındaki Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) incelemesi gölgesinde devam eden Deniz Feneri soruşturmasında, savcılar önemli kayıtlara ulaştı. Soruşturmanın üçüncü dalgasında dört kişiyle birlikte gözaltına alınan ancak ifadesinin alınmasının ardından serbest bırakılan Uğur Arslan’ın yardım toplamak amacıyla düzenlenen konserlere ücret karşılığında katıldığı, Arslan’ın ‘hayır amaçlı katıldım’ açıklamalarının ise gerçeği yansıtmadığı belirlendi. Deniz Feneri e. V muhasebe kayıtlarına göre, Arslan katıldığı konser başına 2 bin euro ücret alıyordu. Söz konusu ücreti de Deniz Feneri e. V karşılıyordu. Savcılık, söz konusu konserlere katılan vatandaşların ‘insani ve vicdani duygularının suiistimal edildiği’ iddiasında bulundu.

SERMAYE ARTIRIMI DA YARDIM PARALARIYLA

Soruşturmayı sürdüren Cumhuriyet Savcıları Nadi Türkaslan, Abdulvahap Yeren ve Mehmet Tamöz, son dalgada gözaltına alınan şüpheliler Harun Kapıyoldaş, Muzaffer Şafak ve Mustafa Bölükbaşı’nın tutuklama istemiyle mahkemeye yazdıkları sevk yazısında, şüphelilerin yardım paralarıyla taşınmaz aldığını vurguladı. Sevk yazısında yardım paralarının amacı dışında kullanıldığı şu şekilde anlatıldı: “Frankfurt şehrindeki 6 adet dairenin ve Avusturya’nın Viyana şehrinde bir binanın bedellerinin, Adam Opel Strasse’deki binanın taksit ve onarım giderlerinin Deniz Feneri e.V tarafından ödendiğinin gözüktüğü, hatta bu şirketlerin adına kayıtlı olan araçların trafik cezalarının, şirket yönetici ücretlerinin ve Türkiye’deki Beyaz Holding’in bir sermaye artışının dahi Deniz Feneri e. V’nin parasından ödendiği belirlenmiştir.”

DERNEK İÇİN TOPLANAN PARAYLA MAL EDİNDİLER

Sevk yazısında tutuklanması istenen şüphelilerden Harun Kapıyoldaş’ın Zekeriya Karaman, Zahid Akman, İsmail Karahan gibi örgüt yöneticisi olduğu iddia edilerek, “Şüphelilerin Deniz Feneri e.V’nin parasını amacı dışında ve şahsi olarak kullanmak amacıyla suç örgütü kurup yönettikleri, örgütün amacı doğrultusunda Almanya’da kurulu ve faaliyet gösteren Deniz Feneri e.V isimli derneğin yardım amacıyla topladığı paraları yıllar içinde şahsi olarak kullanıp mal edindikleri, birçok kez nitelikli dolandırıcılık suçları ile bu durumu gizlemek için Deniz Feneri e. V’ye ait yardım belgeleri üzerinden birçok kez sahtecilik suçlarını işledikleri tespit edilmiştir” denildi.

AVUKATLAR SORUŞTURMAYI ELEŞTİRDİ

Savcılar hakkında Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun inceleme başlatmış olması, avukatların savunmalarını da etkiledi. Harun Kapıyoldaş’ın avukatı Ozan Ergin, Nöbetçi 13. Sulh Ceza Mahkemesi’ndeki duruşma sırasında soruşturmayı sürdüren savcıları hedef aldı. Ozan Ergin savunmasında şunları kaydetti: “Birleşmiş Milletler’in, savcıların rolüne ilişkin bir bildirgesi vardır. Bu bildirgede savcıların adil, tarafsız olmaları hususunda birtakım önerilerde bulunulmaktadır. Şu anda, ben savcıların hazırlayıp, göndermiş oldukları bu evrakın da bildirgeye uymadığı kanatindeyim. Soyut ifadelerle evraka eklenmiş birçok klasörle şüphelilerin suç işlediklerine dair kuvvetli suç şüphesinin oluşmasını sağlamaya çalışmaktadır.”

Muzaffer Şafak’ın avukatı Hasan Köken de savunmasında savcıların adil soruşturma yapmadıklarını iddia ederek “Savcılarımız görevlerini yaparken adil ve süratli, insan onuruna yaraşır tarzda davranmaları gerekirken buna pek uymamışlardır” dedi. Mahkeme, şüpheliler Kapıyoldaş ve Şafak’ın tutuklanmasına karar verirken Mustafa Bölükbaş’ı yurtdışı çıkış yasağı koyarak serbest bırakmıştı.
Mesut Hasan Benli / Radikal

Bu Toplum Bu Kadar Ahlaksızlığı Kaldırmaz
Mehmet Şevket Eygi
31.08.2011
Müstehcenlik konusunda artık bıçak kemiğe dayanmıştır. Türkiye bu kadar ahlaksızlığı, edepsizliği, seks serbestliğini, seks provokasyonunu, seks terörünü, fuhşu kaldırmaz.

Bazı günlük gazeteler ve bazı tv’ler genelev yayın organı haline dönüşmüştür.

Bütün hürriyetlerin sınırı vardır.

Müstehcen yayın, seks terörü konusunda medyaya sınırlar konulmalıdır.

Biliyorum, yaygara kopartacaklar ve “Basın hürriyeti kısıtlanıyor, medya gemleniyor!…” diye feryat edeceklerdir.

Müstehcen yayınları kısıtlamak basın hürriyetinin ihlal edilmesi değildir.

Hiçbir gazetenin, tv’nin, derginin seks terörü yapmaya hakkı yoktur.

Müstehcen yayın yapanlar basın hürriyetini kötüye kullanan kötü niyetli kimselerdir.

Türkiye, halkının büyük kısmı Müslüman olan bir ülkedir. Bizim kültür yapımız bu kadar ahlaksızlığı, fuhşu, zinayı, müstehcen yayını, seks kışkırtıcılığını hazmetmez (sindirmez).

AB standartları dediler ve Ceza Kanunundan zina suçunu kaldırdılar.

Diğer şehirleri bilmem, İstanbul’un bazı bölgelerindeki ahlak bozukluğu had safhaya gelmiştir.

Sultanahmet camiine gidiniz. Oturulmaz levhaları bulunmasına rağmen ulu mâbedin mermer merdivenlerinde bir yığın çıplak turistin oturduğunu göreceksiniz. Bunların içinde, iç çamaşır giymediği için en mahrem yerleri, avret-i galizaları görünenleri vardır. Mukaddes caminin içi Kapalıçarşı’ya dönmüştür. Müslümanlar huzur içinde namaz kılamamaktadır.

Cami böyle olursa ana caddeleri, meydanları, toplu taşıma vasıtalarını düşününüz.

Turist gelsin camiyi gezsin ama aşırı çıplak, aşırı seksî kıyafetle gelip gezmesin.

Her şeyin bir kuralı vardır.

Otobüslerde, parklarda, meydanlarda, sokağın ortasında herkesin arasında birtakım laubalilerin sarılıp öpüşmesi ahlaka aykırıdır.

Bazıları değildir diyecektir.

İslam ahlakına, Türkiye ahlakına aykırıdır.

Ateistlerin, çağdaşların, Saylanîlerin, Selaniklilerin ahlaksızlık saymaması bizi ilgilendirmez. Biz bu ülkede çoğunluktayız, bizim millî kültürümüz ve kimliğimiz vardır, bizim kendi normlarımız, ölçülerimiz, kıstaslarımız, kuramlarımız vardır. Halkın istediği olacaksa, çoğunluğun millî kültür ve kimliğe dayalı isteklerinin yerine getirilmesi gerekir.

On sene kadar önce Bursa’da Ulucami’ye gitmiştim. O tarihî ve kutsal mâbedin içi de yürekler acısıydı. Başı açık, göğsü açık, kolları açık, etekleri kısa kadınlarla doluydu. Cami kadınlar hamamına dönmüştü. Ulucami’deki bu açık saçık laubali kadınlar turist değil, yerliydi. Valilik, belediye, müftülük, dinî cemaatler gerekeni yapmamışlardı.

Hiçbir haysiyetli Müslüman toplum bu kadar

*Müstehcen, rezil, ahlaksız yayınlara,

*Sultanahmet camiindeki rezilliğe,

*Zina ve fuhuş patlamasına,

*Edep ve ahlaka aykırı davranışlara

Tahammül etmez.

Bu gibi ahlaksızlıkları, yasal sınırları içinde ve şiddete baş vurmadan en sert şekilde protesto eder.

Cumartesiyi pazara bağlayan bir gece güvenlik tedbirlerini alarak Beyoğlu’na çıkınız ve rezaleti görünüz. Orada sabaha kadar süren bir çılgınlık vardır. Seks seks seks… İçki seller gibi…

Her toplumda ahlaksızlık, fuhuş zina, edepsizlik olur bu kadar olmaz.

Bu kadar olursa toplum batar.

Nasıl batar?

Sodom ve Gomore gibi batar.

Evet efendiler, evet sayın bayanlar ve baylar, evet sorumlular!.. Türkiye bu kadar ahlaksızlığı, bu kadar fuhşu, bu kadar zinayı, bu kadar seks serbestliğini çekmez, kaldırmaz.

Televizyon dizilerindeki seks ve zina sahnelerinde kadın ve erkek aktörlerin arasında yastık var mı, yoksa kameraların önünde gerçek seks mi yapıyorlar tartışmalarını duymuşsunuzdur.

Evet bıçak kemiğe dayanmıştır.

Ey Müslümanlar!.. Sözüm sizedir: Kur’ana, Sünnete, İslam’a, Şeriata, ahlaka, fazilete, iffete aykırı bunca fuhşiyata, seks azgınlıklarına, çıplaklığı, rezilliğe ses çıkartmaz, emr-i mâruf ve nehy-i münker yapmazsanız başınıza gelecek bir musibetten, tepenize inecek bir âfetten, gazaptan korkun.

Millî Gazete

"Her ağacın altında bir çift, kanıma dokunuyor"
25 Nisan 2012


Bursa Emniyet Müdürü Ali Osman Kahya, 67 muhtar ile düzenlediği ’Huzur toplantısı’nda muhtarların park, bahçe ve ormanlık alanlarda fuhuş yapılmasına karşı olan tepkilerini yanıtladı

Bursa Emniyet Müdürü Ali Osman Kahya, huzur toplantısında park, bahçeler ve ormanlık alanlarda fuhuşun engellenmesini isteyen muhtarlara, "Ben de gezmeye çıkınca, bu tür görüntülere tanık oluyorum. Ağaçların altında çift var. Bunlar benim kanıma dokunuyor, ama iki taraf gönüllü olunca yapacak bir şey yok. Yasalar buna izin vermiyor. Biz kolluk görevlisi olarak onları uyarıyoruz" dedi.

Kahya, bugün Merkez Yıldırım İlçesi’nde 67 muhtar ile ’Huzur toplantısı’ düzenledi. Sorunları not alan Emniyet Müdürü, muhtarların park, bahçe ve ormanlık alanlarda fuhuş yapılmasına karşı olan tepkilerini yanıtladı. Tarafların isteği olunca yasal olarak müdahale etmelerinin mümkün olmadığını belirten Emniyet Müdürü Kahya, "Dolaşmak için ben de evimden dışarı çıkınca, Kültürpark’ın her ağacın altında bir çift var, her çalının dibi yatak odası gibi. Her şey meydanda. Bunlar benimde kanıma dokunuyor. Ama iki taraf gönüllü olunca yapacak bir şey yok. Yasalar buna izin vermiyor. Biz kolluk kuveti olarak sadece uyarıyoruz" diye konuştu.
habertürk

Galata Kulesi altında 'entel' rezillik!
26 Haziran 2012

'Entelektüel' magandalar, mahalleliye ve esnafa kan ağlatıyor!

Galata Meydanı'nda son aylarda tam bir rezillik yaşanıyor. Sözde entelektüel gruplar kule etrafında alkol alıp türlü taşkınlıklar çıkarıyor; tacizden sokak ortasında ahlak dışı davranışlarda bulunmaya varan hareketlerde bulunuyorlar. Mahallelinin tepkisini çeken manzara, Habertürk Yazarı Amberin Zaman'ı da isyan ettirdi. Tepkisini twitter'da dile getiren Zaman, konuyla ilgili "Galata" başlıklı bir de yazı kaleme aldı. İşte o yazı:

GALATA

Galata İstanbul'un en önemli sembollerinden biri. Tarihi değerini anlatmaya gerek yok. Turistlerin başlıca uğrak yerleri arasında yer aldığı gibi ailelerin yaşadığı, komşuluğun halen diri kaldığı güzel ve sıcak bir mahalledir.

İddiaların aksine sadece zenginlerin, entellerin, dantellerin değil çoğunlukla orta halli vatandaşların yaşadığı bir mahalledir. Ve o mahalle artık yok olmak üzere çünkü Kule meydanını öğlen saatlerinden itibaren işgal eden bir grup sabahlara kadar yarattıkları gürültüyle insanları adeta çıldırma noktasına getirdiler. Sabahın dördüne beşine kadar devam eden darbuka sesleri yüzünden mahalle sakinleri kronik uykusuz birer zombi halinde geziniyor.

Sinirler gergin. Öfke büyüyor. Civardaki ilkokul ve liselerde okuyan çocuklar aynı şekilde ne ders çalışabiliyor ne bir şey... Gürültünün yanı sıra kendilerini devrimci zanneden bu insanlar sarhoş olup sokaklara tuvaletlerini yapıyor, sözlü ve elle tacizde de bulundukları oluyor. İstanbul'un bütün kültürlerini buluşturan tarihi meydanın çöplüğe çevrilmesi işin cabası.

Evimize ulaşmak için bu güruhu yararak geçtiğimiz her defa savaştan çıkmış gibi hissediyoruz.

(..)

Ben bin bir zahmet ile restore ettiğim evimi terk etmek zorunda kaldım. Ama mahallede aynı imkanlara sahip olmayan birçok sakin, yaratılan bu cehennemde hapis kalmış vaziyette belediyeden, emniyetten, zabıtadan, valilikten acil çözüm talep ediyor. Geçtiğimiz yıldan beri defalarca tüm bu mercilere başvuruldu ama herhangi bir çözüm getirilmedi. Tophane'de yaşanan tatsız olaylara ramak kaldı çünkü insanlar devletten umutlarını kesmiş durumda.

Peki bu duyarsızlığın sebebi ne olabilir ?Galata, mahalle olmaktan çıkarılıp sadece otellerin, restoranların, dükkanların bulunduğu bir rant bölgesine mi çevrilmek isteniyor? Eğer böyleyse bu açıklansın.

TWITTER'DA AMBERİN ZAMAN'A DESTEK

Amberin Zaman'ın Galata Meydanı'ndaki rezaleti twitter'da gündeme getirmesiyle, destek mesajları da art arda geldi. İşte konuyla ilgili Zaman'a destek veren, Beyoğlu Belediye Başkanı Ahmet Misbah Demircan'ın da aralarında olduğu bazı kullanıcıların tweetleri:

Burhan Ozbilici ?@BurhanOzbilici

@amberinzaman Bazi gorevliler bu kanunsuzluklari, pislikleri yeni bir gelir kapisi olarak kullanip bitirmek istemiyor, inan..@AhmetMisbah

Ahmet Misbah ?@AhmetMisbah

@amberinzaman masalar için bu kadar kıyamet koparanlar, soz konusu insanların rahatsızlığı oldugunda, çıtlarını çıkarmıyorlar.

Ahmet Misbah ?@AhmetMisbah

@amberinzaman @oralyuregir tüm sorun, insanlarin Beyoğlu'nu, kentin "sınırsız hürriyetl kullanım alanı" olarak görmesinden kaynaklanıyor

Adnan Öksüz ?@adnanoksuz

Amberin Zaman'ın Galata Meydanı hakkındaki çığlığı çok haklı. Ben de yazdım. Ama Belediye Başkanı Misbah Demircan'dan 'tık' yok...
Habertürk

Kuran kursunda dayaktan ölen çocuğun defterine neler yazdığı ortaya çıktı
28 Nis, 2017



Kuran kursunda dayaktan ölen çocuk defterine, “Sevgili Allah lütfen anne ve babamın beni başka bir okula göndermelerini sağla” diye yazdığı ortaya çıktı.
Malezya’daki bir Kuran kursunun müdür yardımcısı tarafından dövüldüğü iddia edilen 11 yaşındaki çocuk, bacaklarının kesilmesinin ardından hastanede hayatını kaybetti. Polis, Johor eyaletinde yaşanan olayda ölen çocuğun kursun müdür yardımcısı tarafından hortumla dövülen çocukların arasında olduğunu söyledi.
Malezya medyasında yer alan çocuğun günlüğünde de, okuldaki sistematik dayak anlatılıyor.
Komaya giren çocuğun ölmeden önce sağ kolunun da kesilmesini beklediği kaydedildi.
Ölen çocuk ve 14 sınıf arkadaşının 24 Mart’ta okul binasında gürültü yaptıkları gerekçesiyle bir su hortumuyla dövüldüklerine inanılıyor.
Çocuğun günlüğünde, ülkenin güneyindeki Kota Tinggi’de bulunan okulda bir kişinin hata yapması durumunda tüm bir sınıfın ceza gördüğü anlatılıyor.
Günlükte ayrıca çocukların, sabaha karşı üçte namaza kaldırılmadan önce, biraz uyuyabilmek için ilk dayak yiyen olmaya gönüllü oldukları anlatılıyor.
BBC Türkçe’nin Malay Mail adlı internet gazetesinden aktardığı habere göre, ölen çocuk günlükte “Sevgili Allah, lütfen anne ve babamın beni başka bir okula göndermelerini sağla çünkü artık buna dayanamıyorum” diye yazdı.

DAHA SIKI DENETİM ÇAĞRISI

Çocukları dövmekle suçlanan müdür yardımcısının gözaltına alındığı ve güvenlik kamerası görüntülerini incelendiği kaydedildi.
Çocuğun ölümü, özel Kuran kurslarının daha sıkı denetlenmesi çağrılarını beraberinde getirdi.

Ulusal Hafız Okulları Birliği Federasyonu (PINTA) güvenlik kamerası görüntülerinde çocuğun ayak tabanlarına hortumla vurulduğunun görüldüğünü açıkladı.

Ancak PINTA’nın Başkanı Mohd Zahid Mahmood, yetkili makamların soruşturmalarını tamamlanmasının beklenmesi gerektiğini vurguladı.
Kursun müdürü ise, devam eden polis soruşturmasını gerekçe göstererek açıklama yapmayı reddetti.
Odatv.com

Dudak uçuklatan maaşlar Kızılay’da deprem yarattı
16 May, 2017

Son dönemde çok sayıda personelin işten çıkarılmasıyla sarsılan Kızılay’da, görevinden ayrılan Genel Müdür Yardımcısı Kadir Bulut ile Yönetim Kurulu Üyesi Hamza Aydoğdu’nun yaptıkları “Kızılay’da talan var” paylaşımları ortalığı karıştırdı.

Dudak uçuklatan maaşlar Kızılay’da deprem yarattı

Görevden alınan Kızılay eski Güroymak Şube Başkanı ve CHP Bitlis eski İl Başkanı Çetin Yavuz, savcılığa yaptığı suç duyurusunda çarpıcı iddialarda bulundu. Üst düzey yöneticilere binlerce lira maaş bağlandığı iddia edilen suç duyurusunda rakamlar şöyle verildi: “Genel müdür yardımcısına 20 bin lira net maaş. Başka bir genel müdür yardımcısına 14 bin lira maaş. Stratejiste 10 bin Euro net maaş. Ayrıca çocuklarının özel kolej okul ücretleri Kızılay tarafından karşılanmakta. İnsan kaynakları direktörüne net 11 bin lira maaş. Bilgi teknolojileri direktörüne net 15 bin lira maaş. Genel başkan danışmanına 7 bin 500 lira net maaş verilmektedir.”

Çetin Yavuz suç duyurusunda, “Yıllardan beri Türk Kızılay’ında bir hayır kurumu özelliğine yakışır şekilde kamuya yakın bir ücret sistemi uygulanmıştır. Kerem Kınık afaki ücretler ödeyerek Kızılay kadrolarını yandaşlarına ve akrabalarına peşkeş çekmiştir” dedi. Kızılay Genel Başkanı Kerem Kınık ise hakkındaki iddialar için açıklama yaptı. Kınık, “3 milyar liralık bütçeyi yöneten profesyonel bir ekibe verilen maaş abartılı değil. Suç duyurusundaki o rakamlardan bazıları abartılı” diye konuştu.
Ali Ekber ERTÜRK/sözcü

Kuran kursu açan imam kız çocuklarını taciz etti
17 Temmuz 2017

Diyarbakır'ın Bilmil İlçesindeki imam Y.Ö., yetkisi olmadığı halde verdiği Kuran kursunda, kız çocuklarına cinsel tacizde bulunduğu iddiasıyla tutuklandı. İmam Y.Ö. çıkarıldığı mahkemece tutuklanarak Diyarbakır E Tipi Cezaevi’ne gönderildi. Taciz olayı mağdur çocuklardan birinin ailesinin imam Y.Ö’nün çocuklarına aldığı cep telefonunu ve gönderdiği mesajları fark etmesiyle ortaya çıktı.

Diyarbakır’ın Bismil ilçesinin Tepe Mahallesi’ndeki İhlas Camii’nde görevli imam Y.Ö., kız çocuklarına cinsel tacizde bulunduğu iddiasıyla tutuklandı. Mağdur çocuk ifadesinde imam Y.Ö’nün kendisini ve 4 arkadaşının sözlü ve fiziksel olarak taciz ettiğini, yaşananları ailelerine anlatmaması için tehdit ettiğini, korktuğu için durumdan kimseye bahsedemediğini anlattı. Diyarbakır Müftüsü Burhan İşleyen, okul döneminde camide Kuran kursu verildiğinden haberdar olmadıklarını, yaz kuran kursunda kadın eğitmenin görevli olduğunu, imamın açığa alındığını ve Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan müfettiş istediklerini söyledi.

Olay Kuran Kursuna giden bir kız çocuğunun ailesinin çocuklarında kendilerinin almadığı bir cep telefonu olduğunu görmesiyle ortaya çıktı. Aile telefonu inceledi ve imam Y.Ö’nün mesajlar gönderdiğini fark etti. Aile ve yakınları geçen hafta cumartesi günü camiden çıkan imam Y.Ö’nün yanına giderek tartıştı. Darp edilen imam Y.Ö., Tepe Jandarma Karakolu’na teslim edildi. İmam Y.Ö., iddiaları reddederken, mağdur kız çocuğu kendisi ve diğer kız çocuklarının imam Y.Ö tarafından taciz edildiğini anlattı. İmam Y.Ö. çıkarıldığı mahkemece tutuklanarak Diyarbakır E Tipi Cezaevi’ne gönderildi.
T24

Çalışanlar iki aydır maaş almıyormuş: ‘Boş oda yok’ denen tatilciler, ‘İslami otel’in kapısında kaldı
26/07/2017



Muğla’nın Fethiye ilçesindeki ‘İslami otel’e rezervasyon yaptıran beş aile “Boş oda yok” denilerek otele alınmadı. 15 otel çalışanının da iki aydır maaş alamadığı ortaya çıktı.

Ölüdeniz’deki 200 odalı otele internet ve telefon üzerinden rezervasyon yaptıran ve konaklama ücretinin bir kısmının önceden ödeyen beş aile, “Boş odamız yok” denilince kapıda kaldı.

Tatilcilerden biri “Bize rezervasyonu nereden yaptırdığımızı sordular. Ben otelin resmi internet sitesi üzerinden rezervasyon yaptırdım. Telefonla gerekli teyitleri de yaptık. Burada organize sistemli bir dolandırıcılık var. Sözde İslami otel” derken, bir diğeri “Sıcakta eşim ve çocuğumla birlikte otel önünde bekliyorum. Rezil olduk. Herhangi bir açıklama yapan da yok. Mağdur olduk” diye konuştu.

Boş oda da yok, çalışanlara maaş da

Öte yandan 15 otel çalışanı ise iki aydır maaşlarını alamadıklarını belirterek otelin önünde eylem yapmaya başladı.

Bir otel çalışanı, yaşadıklarını “Şu an 15 çalışan iş bırakma eylemi yapıyoruz. Emeğimizi alın terimizi boşa harcadık. Hiçbir personel maaşını alamadı. Ancak bazıları çalışmaya devam ediyor. Bize katılmak istemediler. Bizim amacımız otele zarar vermek değil. Ancak otel işletmecileri de bize zarar vermesinler. Maaşlarımızı istiyoruz” sözleriyle anlattı.
Diken

İhbar makinası 139 kişiyi jurnalledi, memuriyetine 'iftira' suçundan son verildi
27 Temmuz 2017

​TCDD'de çok sayıda çalışma arkadaşını Gülen mensubu olduğu iddiasıyla şikayet edip KHK ile ihraç edilmelerine neden olan Kenan Ülkü'nün memuriyetine 'iftira' suçundan son verildi.
Yeni Şafak'ın haberine göre, görev yaptığı TCDD’deki çok sayıda ismi Gülen örgütü üyesi olduğu iddiasıyla CİMER, BİMER, savcılığa ve TCDD Teftiş Kurulu’na ihbar eden Kenan Ülkü'nün ihbar ettiği isimlerden bir çoğu ihraç edilmesine rağmen memuriyetine 'iftira' suçundan son verdi.

ERDOĞAN'IN ÇAĞRISIYLA İHBAR ETTİ

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 'Tanıdığınız FETÖ’cüleri ifşa edin. Savcılıklara bildirmeniz lazım. Bu bir vatanseverlik borcudur' çağrısı üzerine çalıştığı kurumdaki kişileri ihbar eden vatandaş 'iftira' suçundan ihraç edildi. Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryolları’nda (TCDD) çalışan Kenan Ülkü, Erdoğan’ın çağrısı üzerine Gülen’ci olarak değerlendirdiği kişileri Cumhurbaşkanlığı İletişim Merkezi (CİMER), Başbakanlık İletişim Merkezi (BİMER), TCDD Teftiş Kurulu ve savcılığa ihbar etti.

İFTİRA SUÇUNDAN SORUŞTURMA

Ülkü’nün verdiği ihbar dilekçeleri üzerine TCDD Teftiş Kurulu Başkanlığı ve savcılıkça soruşturma başlatıldı. Savcılığın yürüttüğü soruşturma kapsamında şu ana kadar ihbar dilekçesindeki isimlerden 62’si çıkarılan kanun hükmünde kararnameler (KHK) ile ihraç edildi. Diğer isimler hakkındaki soruşturmalar ise halen devam ediyor. Ancak Teftiş Kurulu, savcılığın yaptığı soruşturmalar bitmeden Ülkü hakkında 'iftira' iddiasıyla soruşturma başlattı.

139 KİŞİYİ İHBAR ETTİ

Kurulun başlattığı soruşturma dosyasında, Ülkü’nün ihbar ettiği 139 kişi hakkında hakikate aykırı suçlamalarda bulunduğu, bunlardan sadece 13’ü hakkında bilgi belge sunduğu, diğer 126’sı hakkında ise hiçbir bilgi ve belge sunmadığı belirlendi. Ancak söz konusu 139 isim arasından da ihraç edilenlerin olduğu hatta 692 sayılı son kararnamede, Ülkü’nün sunduğu listeden 3 ismin yer aldığı öğrenildi. Bunlardan TCDD Teftiş Kurulu Başkan Yardımcısı Alpaslan Canöz’ün ByLock kullanıcısı olduğu öne sürüldü.

'HAKİKATE AYKIRI SUÇLAMALAR'

TCDD Teftiş Kurulu, yürütülen soruşturmanın ardından 18 Mayıs 2017’de yapılan toplantı sonucu Ülkü’nün memuriyetine son verilmesine karar verdi. Kararın gerekçesinde ise Ülkü’nün 'hakikate aykırı suçlamalarda bulunduğu' belirlendi. Ayrıca kararda, TCDD Personel Yönetmeliği gereği Ülkü’nün, 126 kez (belge vermediği iddia edildiği kişi sayısı) 'kademe ilerlemesinin durdurulması' cezasıyla cezalandırılması gerektiği, ancak aynı yönetmeliğin, 'Bir olayda aynı cezayı gerektiren çeşitli suçların birleşmesi halinde ceza vermeye yetkili makamlar takdir haklarını kullanarak her suç için ayrı ceza verebilecekleri gibi suçlara karşılık olan cezayı şiddetlendirmek suretiyle bir üst derece cezayı da verebilirler' hükmü uyarınca memuriyetine son verildiği kaydedildi.
Yeni Asya

Ertuğrul Özkök, cinsel hayat üzerine yapılan bir araştırmayı ve muhafazakar kesimin evlilik dışı ilişkiye bakışını ele aldı
16 Ağustos 2017

Bugünkü yazısında iktidar eliyle toplumun muhafazakarlaştırılamaycağını savunan Ertuğrul Özkök, buna gerekçe olarak da Cinsel Sağlık Enstitüsü'nün açıkladığı 'aldatma oranları'nı gösterdi.

Özkök'ün muhafazakar mahalleyi kızdıracak satırları şöyle:

Cinsel Sağlık Enstitüsü önceki gün, kadın erkek ilişkilerinde “aldatma” olarak bilinen üçüncü bir kişiyle ilişkinin tarifini yaptı.

Derneğin başkanı Cem Keçe, aynı zamanda Türkiye’de bu erkek ve kadın oranını açıkladı.

*

Yani Türkiye’de erkeklerin ve kadınların yüzde kaçı “hayatında en az bir kere evlilik veya beraberlik dışı bir ilişki” yaşamış.

İsterseniz daha da açık yazayım.

Türk erkeklerinin ve kadınlarının yüzde kaçı eşini aldatıyor...

Şimdi sıkı durun...

*

Türkiye’de erkeklerin yüzde 58’i karısını veya partnerini aldatıyor...

*

Ya kadınlar?

Yine sıkı durun.

Evli kadınların da yüzde 40’ı kocasını veya partnerini aldatıyor...

*

Bu rakam 2000’li yılların başında erkeklerde yüzde 25, kadınlarda yüzde 11 civarındaydı.

Dünyadaki ve Türkiye’deki seviyesi de birbirine çok yakındı. Şimdi dünyada da Türkiye’de de yükseliyor.

Ve size şunu söyleyeyim.

Türkiye, eşini veya partnerini aldatma oranı konusunda dünyanın en yüksek oranlı ülkeleri arasında yer alıyor.

*

Şimdi geliyorum yazının başındaki soruya:

“Alnı secdeye değenler” arasında bu oran nedir?

Türkiye'nin yüzde 70'i gerçek muhafazakar mı

Soru şu:

Bu aldatma oranı içinde muhafazakâr erkek ve kadınların oranı nedir?

Türkiye’de yapılan araştırmalara cevap verenlere bakarsanız...

- Toplumun yüzde 70’i muhafazakâr.

- Kadınların yüzde 50’den fazlası başörtüsü takıyor...

Hiç şüpheniz olmasın ki, toplumun her kesimi aldatma oranından üzerine düşen payı alıyor. Zaten gazetelerin üçüncü sayfalarına bakarsanız bunu çıplak gözle de görebilirsiniz.

- AKP 15 yıldır iktidarda.

- Her mahalleye neredeyse üç cami düşer hale geldi.

- Kuran kursları patladı.

- Okullar hızla imam hatipleştiriliyor.

- Televizyonlarda magazin programları tesettüre büründürüldü..

Sonuç ortada...

Son 5 yıldır ısrarla yazıyorum.

Türkiye’de muhafazakârlığın geleceği yok...

Bugünkü manzara AKP otoriterleşmesinin getirdiği bir takiyeden ibarettir.

‘Alnı secdeye değen’ kavramının çöküşü

- “Alnı secdeye değen” kavramı...

FETÖ’cülerin her türlü kumpası, devlete sızma girişimi için kılıf haline getirildi.

- “Alnı secdeye değen” kavramı, Türkiye’de İslam âlimi geçinen bazıları için “Yolsuzluk hırsızlık değildir” fetvasının gerekçesi haline getirildi.

- “Alnı secdeye değen” kavramı işe alınmada, liyakatten daha önemli bir özgeçmiş haline getirildi.

Aldatan erkek ve kadınlar içinde alnı secdeye değenlerin oranı nedir?

Yazının tamamı için: http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/ertugrul-ozkok/alni-secdeye-degen-erkeklerin-yuzde-kaci-esini-aldatiyor-40551402

Hayvanseverler birbirlerine hortum ve biber gazıyla saldırdı
20.08.2017

Antalya’da hortum ve sopalarla birbirine saldıran 2 hayvan koruma derneğinin temsilcileri, kavga ardından karşılıklı şikayetçi oldu. Dernek temsilcileri, birbirlerini "Hayvanlar için para topluyoruz" diyerek, insanları dolandırmakla suçladı.

Olay, 15 Ağustos günü Antalya Büyükşehir Belediyesi’nin Kızıllı’daki katı atık depolama tesisinde meydana geldi. Çöplükteki yaklaşık 300 hayvanla ilgilenmek için bölgeye giden Antalya Sokak Hayvanları Koruma ve Yaşatma Derneği (ASKODER) Başkanı Mehmet Orhan ile Antalya Candostları Koruma ve Sahiplendirme Derneği Başkanı Arife Yanık arasında tartışma çıktı. İkili arasındaki tartışmaya, yanlarında bulunan dernek temsilcileri de dahil oldu. Hayvanseverler tartışmanın ardından birbirlerine sopa, hortum ve biber gazıyla saldırdı. 3 kişinin hafif yaralandığı kavganın ardından iki derneğin gönüllüleri, Varsak Jandarma Karakolu’na gide
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Pts Ağu 21, 2017 8:34 pm tarihinde değiştirildi, toplam 1 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Pts Ağu 21, 2017 8:32 pm    Mesaj konusu: CD’LERE ESİR DÜŞMÜŞ BİR “YÖNETİCİ ELİT”LE NEREYE KADAR? Alıntıyla Cevap Gönder

CD’LERE ESİR DÜŞMÜŞ BİR “YÖNETİCİ ELİT”LE NEREYE KADAR?
Alihaydar Can
04.06.2011

Baykal’ın CD’sinin birinci bölümü internete düştüğünde ”AHLÂK, HUKUK, SİYASET VE BAYKAL“ başlığı altında konunun medya tarafından özenle gizlenen “ahlâkî” tarafına değinmiş ve bu CD’lerin muhtevasından ve bunların servis edilişinden daha vahimi, konunun bütün ilgili tarafları açısından tam bir ahlakî zaafı açığa vurduğunu izaha çalışmıştım (1).

Bu defa Yargıtay, Deniz Kuvvetleri Komutanlığı ve MHP’de ortaya çıkan kaset skandalları üzerinden konunun başka bir boyutuna temas etmek istiyorum: TC’deki iflahı/ıslahı gayrıkaabil (Kurtarılması/düzeltilmesi imkânsız) çürüme...

Ortaya çıkan bu skandallar şüphesiz buzdağının görünen yüzü kadardır ve asıl büyük kütle gözlerden gizlidir.

Bunu MHP’nin millet vekili adaylığından kaset zoruyla istifa ettirilenlerden biri bakın nasıl ifşa ediyor:

[-Başbakan diyor ki, “Ancak eşle yaşanan özel hayattır”...

-Başbakan’a sormayacağız nasıl yaşayacağımızı. Bir namus bekçilikleri eksikti. Bu Meclis’te, hatta AKP sıralarında kaçamak yapmayan var mı? Güldürmeyin beni, komik olmasınlar...] (2)

“Komik olmasınlar” diyor...

“Bu Meclis'te , hatta AKP sıralarında” zina etmeyen mi var?” Diyor...

Bu ne demek?

“Bu Meclis’te” kim varsa...

Hepsinin CD’lerinin olması mümkün...

Geçelim...

İstanbul Özel yetkili Savcılığı’nca Deniz Kuvvetleri Komutanlığı bünyesinde yürütülen ve astsubayından amirallerine kadar yüzlerce ismin adının geçtiği (ki bazı isimlerin adları ailecek geçiyor) bir soruşturmaya:

[İnanılmaz Şantaj Yöntemleri

Asker, polis ve bürokratlara tuzak kuran fuhuş çetesinin şifreli dosyaları açıldıkça, zanlıların şantaj yöntemleri de deşifre ediliyor...
Asker, polis ve bürokrat avcısı fuhuş çetesinin çalışma yöntemi deşifre edildi. Şebeke, fuhuş için aracılığa zorlanan askeri öğrencileri, 'Sonunuz Münevver gibi olur' diye tehdit etmiş.

Kısa süre önce çökertilen Kocaeli merkezli şebekenin, gizli kameralarla, Rusya'dan getirilen kadınlarla ilişkiye giren asker, bürokrat, işadamı ve polisleri kaydettiği tespit edilmişti. İ.S. adlı bir albayın evinde bulunan klasörler ise çetenin fuhuş andıcını gözler önüne sermişti. Grupla bağlantılı çalışan askeri okul öğrencilerinin evinde kurbanlara ait iç çamaşırları bulunduğu iddia edilmişti. Albayın bilgisayarında bulunan şifreli dosyalardan çok çarpıcı belgelerin çıktığı öne sürüldü.

GÖRÜNTÜSÜ VAR - YOK

İddialara göre, belgelerde YAŞ'ta terfi alması beklenen Deniz Kuvvetleri personelinin isim listesi yer aldı. Şebeke, tuzak kurulan kişilerin karşısına 'görüntüsü var-görüntüsü yok' diye notlar tutmuş. Fuhuş için kullanılan kadınlar ile fuhuşa zorlanan bazı askeri öğrencilerin neler yapması gerektiğine ilişkin rapor hazırlanmış.

'FUHUŞ NİYE YAPILMALI'

Operasyonda, 'fuhuş neden yapılmalı?' ve kız öğrencilerin fuhuşa nasıl zorlanacaklarına ilişkin 9 sayfalık bir belge de bulundu. Belgelerde çeteye çalışan erkek öğrencilerin isimlerinin karşılarına, hedef gösterilen kız öğrencilerin adları yazılmış. Fuhuş'a aracılık etmeyen öğrencilere de Münevver Karabulut cinayeti örnek gösterilerek 'Sonunuz Münevver gibi olur. Başınızı ve bacaklarınızı ayrı ayrı yerlerde bulurlar' tehdidi savrulmuş. Şebekenin, ' Geçen yılki Ş. isimli öğrencinin başına gelenleri unutmayın' diyerek tehdit ettiği bilgisi de raporda yer aldı.

KOMUTANA İHALE ŞANTAJI

Çetenin, askeri ihaleleler için de devreye girdiği belirlendi. Deniz Kuvvetleri'nin radar kamera ihalesini çetenin desteklediği firmanın kazanamadığı, grubun bu nedenle bir komutana kızıp, görüntüleriyle şantaj yaptığı iddialar arasında.

FİYAT BİÇMİŞLER

POLİSİN ele geçirdiği belgelerde 14 kız öğrencinin ve 25 subayın isminin yer aldığı iddia edildi. Bir Deniz Üs Komutanlığı'nda görevli kadın Yüzbaşı Y.E. tarafından hazırlandığı öne sürülen belgelerde öğrenciler için fiyat bile biçilmiş. Kızlar ile jigalo olarak kullanılan erkek öğrencilerin fiyatları 2 bin 500 lira olarak belirlenmiş. Ele geçirilen belgeler arasında veresiye defter notları da yer alıyor. Fuhuş için gönderilen kızların aldıkları paralar ile borçlu subaylar gibi notlar tutulmuş. ]
(3)

Yukarıdaki haber o dosyadaki durumun özetin özetinin özeti bile değil...

Teferruata girsek yıllarca sürecek kimin şeyinin kimin şeyinde olduğunun asla anlaşılamadığı Dallasvari bir dizi film olur...

Adamlar -Çok üst düzeyleri de dahil olmak üzere-, amiralinden astsubayına, genel müdüründen alt düzey memurlara kadar bir çok bürokratı belden aşağısından kıskıvrak yakalayarak Ordunun, TÜBİTAK’ın en gizli, en staratejik bilgi, belge ve projelerini ele geçirrmişler..:

Yine Ergenekon Davası dosyalarından birinin içinde 90 küsur Yargıtay hakiminin porno görüntüleri çıktı...

Düşünün 90 küsur Yargıtay hakiminin kimselerin görmesini isteemediği ahlâkdışı CD’leri ortalıkta dolanıyor...

CD’yi kapan Yargıray’a koşup istadiği kararı çıkarıyor...

Ergrnekon Davası Savcısı bunları Yargıtay Başkanı’na yolladı...

Sonra ne oldu?

Hiiiç...

O Yargıtay Başkanı bir kaç gün önce gözyaşları içinde emekli oldu..

O hakimlerse orada görev yapmaya devam ediyor: “Yüce Türk Uluısu Adına” kararlar veriyor...

Tıpkı CD’leri ortaya çıkan asker/sivil bürokratların “devlet ve millet için” canla başla “çalışmaya” devam etmeleri gibi...

Bu CD’leri ele geçirenlerin TSK’da, Yargıtay’da TBMM’de ve diğer kurum ve kuruluşlarda lehlerine çıkaramayacakları hiçbir karar, almayacakları hiçbir ihale, çalmayacakları hiçbir gizli bilgi, belge ve proje yok...

Ondan sonra “Vaaay hakim kozmik odaya nasıl girer?” ulusalcı muhabbetleri yapılıyor...

Kardeşim bu CD’lerle dost düşman, hırlı hırsız hiç kimsenin girmediği devlet odası/sırrı, bitirmediği yasadışı bir işi mi kalır ki; kafayı kozmik odaya giren hakime takıyorsunuz?..

Girmedik bir o kalmıştı oda giriversin...

Ha bir eksik, ha bir fazla...

Devlet devlet olmaktan çıkmıış...

En düzey personelinden en alt düzeryine kadar CD’lere, rüşvetlere, şantajlara teslim bayrağı çekmiş...

Bitmiş...

Batmış...

Çökmüş...

Bazıları işin nutuklarla, kuru gürültülerle kapatılıp sürdürülebileceğini zannediyor...

Bunları geçiniz...

Laiklik maskesi altında yaklaşık 80 yıldır sürdürülen kuduz bir İslâm düşmanlığı ile varılacak yer işte budur:

Gırtlağına kadar ahlâksızlık bataklığıına gömülmek...

Gömülürken de beraberinde devleti de sürüklemek...

CD’lere, rüşvetlere, şantajlara esir düşmüş, gırtlağına kadar ahlkâsızlığa gömülmüş bir “yönetici elit”le bu çürümüş yapının en ufak bir sarsıntıyla bile un ufak olup gittiğini yakında herkes görecek...

Seçim mi?

Ne seçimi?

Dipnotlar:
1-) Bkz: http://entellektuel.s4.bizhat.com/viewtopic.php?t=2709
2-) 22 Mayıs 2011 , "Evet kaçamak yaptım ama...", Balçiçek İlter'’in röportajı, Habertürk gazetesi.
3-) 17 Ağustos 2010, Akşam gazetesi.


Baba, tartıştığı oğlunu öldürdü
16 Ocak 2018



Ankara'da bir baba tartıştığı oğlunu silahla vurarak öldürdü.

Olay, akşam saatlerinde Güneşevler Mahallesi’nde meydana geldi. Evli ve 3 çocuk babası Rafet Y., konuşmak için eve gelen oğlu Faruk Y. ile tartışmaya başladı. Tartışmanın kavgaya dönüşmesi üzerine Rafet Y., tabanca ile oğluna kurşun yağdırdı.

1 çocuk babası Faruk Y., vücuduna isabet eden 7 kurşunla kanlar içerisinde yere yığılırken silah sesleri üzerine komşuları polis ve sağlık ekiplerine haber verdi.

Olaydan kısma süre sonra apartmandan çıkmaya çalışan ve komşularına "Ben onu öldürmesem o beni öldürecekti" diyen baba Rafet Y., kapı önünde polis ekipleri tarafından silahla birlikte gözaltına alındı.

Daha sonra olay yerine gelen sağlık ekipleri yaptığı kontrolde Faruk Y.’nin hayatını kaybettiğini tespit etti.

Bir süre önce eşinden ayrıldığı öğrenilen 1 çocuk babası Faruk Y.’nin madde bağımlısı olduğu ve sık sık ailesi ile tartıştığı öne sürüldü.
T24

Vekillere Boğaz'da paşa çiftliği: İstanbul Beykoz Korusu’ndaki Sultan Selim Han Kadim Vakfı mülkiyetine kayıtlı ve ‘Boğaziçi doğal ve tarihi sit alanı’ Abraham Paşa Çiftliği, milletvekilleri için 'sosyal tesis' oluyor
19 Ocak 2018



Vakıflar Genel Müdürlüğü, orman içindeki çiftliği ‘Biyoçeşitlilik, Geofit (yumrulu çiçekler) Merkezi’ olarak planlayan Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’ndaki tahsisi kaldırdı.

Mevcut ve eski milletvekilleri ile aileleri, Ankara dışında sosyal tesis olarak İstanbul Konukevi, Florya Atatürk Köşkü, Beşiktaş Misafirhanesi ve Yalova Termal Tesisleri’ni kullanıyorlar.

AKP’nin hazırladığı bir teklif ise milletvekilleri ile eski vekillerin, kamuya ait tüm sosyal tesis ve imkânlardan yararlanmalarını öngörüyor. Bu teklif henüz yasalaşmayı beklerken, Meclis yönetimi ‘Abraham Paşa’ projesini uygulamaya koydu.

Meclis Başkanlık Divanı’nda yapılan sunuma göre, koruma altında bulunan 265 dönümlük Beykoz Fidanlığı içindeki Abraham Paşa Çiftliği Meclis’e tahsis edilecek. Bülent Sarıoğlu imzasıyla Hürriyet gazetesinde yayınlanan habere göre; Beykoz sahilinin kıyısında ve ormanın içinde bulunan arazinin büyük bölümü Sultan Selim Han Kadim Vakfı mülkiyetine kayıtlı ve ‘Boğaziçi doğal ve tarihi sit alanı’ olarak 1974’ten beri tescilli.
BİYOÇEŞİTLİLİK PARKI
Abraham Paşa Çiftliği’ndeki binalar, İstanbul İl Özel İdaresi’nce rölöve, restitüsyon ve restorasyon projelerine uygun olarak tadil edildi. Büyükşehir yasasıyla il özel idarelerinin kapatılmasının ardından Vakıflar Genel Müdürlüğü, çiftliği Tarım Bakanlığı’na kiraladı. Bakanlık, Bitkisel Biyoçeşitlilik, Geofit Merkezi yapılmak üzere sosyal tesis, misafirhane, otel, seminer ve restoran olarak mekan planlamasını bitirdi.
Restorasyon işinin yüzde 95 oranında tamamlanmasının ardından devreye giren Meclis, kalan işleri milletvekillerinin kullanımına uygun olarak düzenleyecek. Otel ve sosyal tesiste Meclis personeli görevlendirilecek. Fidanlık içinde TBMM sosyal tesisi olarak kullanılacak bölümün 40 dönüme yakın olacağı öğrenildi. Çiftlik binalarına giden toprak yol genişletilerek asfaltla birleştirilecek. Çalışmalar için en az 10 milyon lira daha harcanacağı tahmin ediliyor.

Kaynak: Patronlar Dünyası
Etiketler:
İstanbul Beykoz Korusu Abraham Paşa Çiftliği milletvekilleri için sosyal tesis

İstanbul Küçükçekmece’deki Kanuni Sultan Süleyman Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ne 5 aylık süreçte gelen, yaşları 18’in altında 39’u Suriyeli 115 çocuğun hamile olduğu tespit edildi
17 Ocak 2018



Utanç listesi: 5 ayda 115 çocuk hamile kaldı

Çocuklara ilişkin hazırlanan listeye göre 38 çocuk 15 yaşından küçük. Hastanede görevli bir personel, söz konusu çocuklar ile ilgili kayıtların polise bildirilmediğini tespit edince önce tutanak hazırladı sonra durumu savcılığa bildirdi. Hastanenin üst düzey bir yetkilisi ise, Hurriyet.com.tr’nin sorusu üzerine, konu ile ilgili bir ihmal olmadığı bilgisini aldığını, ancak hazırlanan raporu kendisinin de görmediğini söyledi. Durumu ihbar eden görevli hakkında inceleme başlatıldı ve görev yeri değiştirildi. Sağlık Bakanlığı’nın yaptığı düzenlemeye göre, hamile oldukları anlaşılan 18 yaşından küçük tüm çocuklara ilişkin bilgilerin emniyete bildirilmesi gerekir.

2012 yılından beri hastanede görev yapan Ş. İ. N. (33), geriye dönük yaptığı incelemede 1 Temmuz 2001 doğumlu bir çocuğun hamile olduğuna ilişkin kayıtlara hastane sisteminde ve sosyal hizmet biriminde tutulmadığını fark etti.

Hürriyet'ten Dinçer Gökçe'nin haberine göre 18 yaş altındaki hamile çocuklara ilişkin bilgilerin adli birimlere ulaştırılmasının zorunlu olduğuna işaret eden Ş. İ.N., hastanede psikolog olarak çalışan I. Ö. ile birlikte duruma tutanak altına aldı. İkilinin imza altına aldığı tutanaktan sonra Ş. İ. N. geriye dönük inceleme yaptı.

5 AY İÇİNDE 115 HAMİLE ÇOCUK

Yapılan tespitlere göre hastaneye 1 Ocak 2017- 9 Mayıs 2017 tarihleri arasında gelen 115 çocuğa ilişkin kayıtlar tek-tek incelendi. Kayıtlara göre hamile oldukları tespit edilen 115 çocuktan 77’isinin 15 yaşın üstünde, 38 çocuğun ise 15 yaşından önce hamile kaldıkları anlaşıldı. 15 yaşın altındaki hamileliklerde rıza aranmaksızın çocuğun cinsel istismarı kapsamında olduğu belirtilen 12 Haziran 2017 tarihli tutanak Sosyal Hizmet Uzmanı Ş. İ. N.ve Psikolog I. Ö. tarafından imza altına alındı.

Tutanakta, yasal sorumluluğun, bildirimi yapmayan Sosyal Hizmet Uzmanı N. D.’ye ait olduğu öne sürüldü. Durum hastane yönetimine bildirildi. Ancak, yapılan bildirime rağmen işlem yapılmaması nedeni ile Küçükçekmece Cumhuriyet Başsavcılığı’na ihbarda bulunuldu. Ş. İ. N.’nin yaptığı savcılık başvurusunda şüphelilerin “Kamu görevlisinin suçu bildirmemesi” suçunu işledikleri öne sürüldü. Anılan suç 1 yıl hapis cezasını gerektiriyor. Çocuğun 15 yaşından küçük olması halinde verilecek ceza yarı oranında artırılır.

VALİLİK SORUŞTURMA İZNİ VERMEDİ

Savcılığın talebi ile sorumlu görülen başhekim yardımcısı Dr. A. A. ve Sosyal Hizmet Uzmanı N. D. için soruşturma izni verilmesi istendi. İstanbul Valiliğinin 4 Aralık 2017 tarihli yazısı ile iki görevli hakkında soruşturma izni verilmemesine karar verildi. Valilik yazısında, kayıtlara göre adli görevin ihmal edilmediği, görevliler hakkında görevi kötüye kullanma suçunun oluşmadığı kaydedildi.

İHMALİ SAVCILAR ARAŞTIRIR

Valiliğin kararının iptali için ise İstanbul Bölge İdare Mahkemesi’ne itiraz başvurusu yapıldı. Avukat Erkan Akça’nın imzasını taşıyan 2 Ocak tarihli başvuruda, çocuk istismarına yönelik vakaların mutlaka adli makamlara bildirilmesinin zorunlu olduğu kaydedildi. Başvuruda “Bu ihmalin varlığını araştırması gereken kurum cumhuriyet başsavcılıkları iken, valilik makamınca soruşturma izni verilmemesi hukuka aykırılık teşkil emekte. Asıl sorumluların araştırılmasına engel teşkil etmektedir” denildi.

2003 DOĞUMLU ÇOCUKLAR BİLE VAR

115 hamile çocuğa ilişkin kayıt listesine göre 2003 doğumlu iki çocuk da listede bulunuyor. Listede yer alan çocuklardan 11’inin 2002 doğumlu oldukları anlaşıldı. Listede, doğum tarihinden hastaneye geliş tarihine dek bir dizi bilginin yer aldığı listede yer alan çocuklardan 39’u ise, Suriye’deki savaş nedeni ile Türkiye’ye göç eden ailelerin çocukları.

İHBAR ETTİ GÖREV YERİ DEĞİŞTİRİLDİ

Bu arada, olaya ilişkin önce tutanak tutan daha sonra konuyu savcılığa bildiren Ş. İ. N. hakkında inceleme başlatıldı. Ş. İ. N. inceleme görevlisi Dr. M. A.’ya geçen 26 Aralık’ta verdiği ifadede, 18 yaş altındaki hamile çocuklara ait kayıtların birim dışında çalışan hiç kimse ile paylaşılmadığı kaydetti.

Hakkında inceleme yapılan Ş. İ. N.’nin görev yerinin ise iki kez değiştirildiği öğrenildi.

Patronlar dünyası
_________________
Bir varmış bir yokmuş...
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Önceki mesajları göster:   
Bu forum kilitlendi: mesaj gönderemez, cevap yazamaz ya da başlıkları değiştiremezsiniz   Bu başlık kilitlendi: mesajları değiştiremez ya da cevap yazamazsınız    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> AHLAKÎ DÜŞÜNCELER Tüm zamanlar GMT
1. sayfa (Toplam 1 sayfa)

 
Geçiş Yap:  
Bu forumda yeni başlıklar açamazsınız
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz
Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız


Powered by phpBB © phpBB Group. Hosted by phpBB.BizHat.com


Start Your Own Video Sharing Site

Free Web Hosting | Free Forum Hosting | FlashWebHost.com | Image Hosting | Photo Gallery | FreeMarriage.com

Powered by PhpBBweb.com, setup your forum now!
For Support, visit Forums.BizHat.com