EntellektuelForum Forum Ana Sayfa EntellektuelForum

 
 SSSSSS   AramaArama   Üye ListesiÜye Listesi   Kullanıcı GruplarıKullanıcı Grupları   KayıtKayıt 
 ProfilProfil   Özel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapınÖzel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapın   GirişGiriş 

'İnşaat ve araba dışında bir şeyin düşünülmediği bir şehir'

 
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> İMAR, MİMARÎ ve ŞEHİRCİLİK
Önceki başlık :: Sonraki başlık  
Yazar Mesaj
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Pzr Ksm 11, 2012 12:33 am    Mesaj konusu: 'İnşaat ve araba dışında bir şeyin düşünülmediği bir şehir' Alıntıyla Cevap Gönder

Prof.Dr. Betül Tanbay: Şehirde en çok beni rahatsız eden şey insana saygısızlık.



Prof.Dr. Betül Tanbay: İnşaat ve araba dışında bir şeyin düşünülmediği bir şehirde yaşıyoruz
19 Kasım 2013

Boğaziçi Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Betül Tanbay ile şehrin sorunlarından Gezi olayları sürecinde Başbakan ile buluşmasına kadar pek çok konudan oluşan keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik.
Gezi olayları sonrasında Başbakan ile görüşen heyette yer alan Betül Tanbay ile bir söyleşi yapalım istedik ve kendimizi Betül Tanbay’ın matematik dersinde bulduk. Matematik dediysek öyle ağır değil. Biz yetişemedik ama sınıfta bağlama da çalınıyor, türkü de söyleniyor. Dersin sonrasında konuştuğumuz Tanbay ile Gezi sürecinden şehrin sorunlarına kadar pek çok konuya değindik. Kadir Topbaş’ın İstanbul’u bir şantiyeye çevirmeyi başardığını söyleyen Tanbay, “Nefes aldığımız tek alanın binaya dönüşmesi, işe giden insanları yerin altına gömmek birlikte yaşama isteğinin yansıması değildir.” diyor. Söz Tanbay’da!
Serkan Ayazoğlu
(arkitera)

Serkan Ayazoğlu: Türk Matematik Derneği ve Boğaziçi Üniversitesi Matematik Bölümü’nün de başındasınız. Ancak internette isminizi yazınca Taksim Platformu, Topçu Kışlası ve çoğunlukla da Başbakan çıkıyor. Daha çok bunlarla anılmak rahatsızlık veriyor mu?

Betül Tanbay: Herhalde her matematikçi Google’da matematik çalışmalarıyla en üstte çıkmayı tercih eder. İnsanın kendi uzmanlığında yaptığı işlerle tanınması güzel bir şey. Matematikçi olarak bu oldukça zor bir iş. Benim Topçu Kışlası, Taksim Platformu ile sıkça anılmamın sebebi herhalde başbakanlığa davet edilmem. Yani benden çok başbakanın marifeti. Mesela, komik bir tesadüf anlatayım size. Başbakanı gördüğümüz gün 54 senedir açık olan ve benim de 25 senedir üzerinde çalıştığım bir problem çözüldü. Benim için çok önemliydi ama kimse bunu duymadı. Matematik medyatik olmaya uygun bir alan değil zaten. Ama sorunuza cevap olarak, medyatik olmayan bir dalda çalışmak beni hiç rahatsız etmiyor.

“İnşaat ve araba ekonomisi bizi hedefe götürmez”

“Tutarlılık matematiğin esasıdır” demişsiniz. Yaşadığımız olaylara bakınca genel olarak Türkiye’de de büyük bir eksiklik diyebilir miyiz?

Türkiye’nin her aşamada temel olarak matematikten uzak olduğunu, matematiğin getirdiği avantajları kullanmadığını düşünüyorum. Hem eğitimde hem araştırmada çok sorun var. İlk ve orta eğitimde öğrenciler matematikte soru sormaya, merak uyandırmaya yeterli teşvik edilmiyor. Bir oyun olarak sevdirilerek verilmiyor. Üniversite sınavına hazırlık testleri şeklinde sunuluyor. Bunun uzun vadeli zararları var. Ezber üzerine kurulu bir eğitim insanların soru sormasını, üretmesini, yaratıcı olmasını engelliyor. İkinci açıdan, Türkiye araştırma konusuna da ciddiyetle eğilmeyen bir ülke. Türkiye’nin ileriye dönük büyük iddiaları var ma o iddiaların altını dolduracak stratejileri yok. Inşaat ve araba üzerine kurulu bir ekonomi ile Türkiye girmek istediği ilk 10’a falan giremez. Bir arabayı bile ancak montaj olarak yapıyor olmamızın önemli sebeplerinden biri matematik araştırmalarına verilen desteğin eksik olması. Ayrıca, matematiğe bir dil olarak yaklaşmayı önemsiyorum. Matematiğin dilinde dikkat ve özen var. Bugün politikadan kullanılan dilden çok uzak mesela. Matematiğin dili dediğimiz şey aslında mantıktır. Mantık olmadan matematik de yapamazsınız, hukuk da yapamazsınız, hastane de yönetemezsiniz. Artık hiçbirşeyde mantık aramaz olduk.Yani tutarlılık da aramaz olduk.

“Eğitimin kötü olmasıyla mimari üretim ilişkili”

”Nonplace” kavramı başta İstanbul olmak üzere pek çok şehrin sorunlarının başlarında geliyor. Bir çok alanda eksikliğinin hissedildiğini söylediğiniz matematik birbirinin aynısı şehirler, TOKİ gibi aynı fabrikadan çıkmış hissi veren toplu konutlar, Mimar Sinan kopyası cami yapıları gibi tekdüze yaşam alanlarının ortaya çıkmasında da bir etkisi var mı?

Mühendisler ister istemez belli bir matematiği ciddi bir miktarda alıyorlar. Mimarlar belli miktarda geometri, perspektif gibi dersler alıyorlar. Soru sorma ve yaratıcılığı geliştirme açısından matematik çok iyi bir egzersiz, bu da mimarlar için önemli, çünkü yaratıcılığın çok ihtiyaç olduğu bir yer. Mimarlık, sanat ile bilimin buluştuğu bir meslek. Sanat ile bilimi buluşturmak açısından matematik güzel bir payda mimarlar için. Eğitimin kötü olmasıyla şehirlerimizin, mimarların üretimlerinin kötü olması ilişkili. Mimar Sinan gibi hem matematik öğreten, hem cami yapan, Ömer Hayyam gibi hem şiir yazan hem de cebir yapan insanların bugünkü dünyada olması çok daha zor. Çok fazla uzmanlaştık, çok fazla bilgi var. Sadece kendi konunuzdaki bilgileri öğrenmek bile uzun zaman alıyor. Bugün bir mimar olmak için mimarlık tarihini de hatmetmiş olmanız gerekiyor. Mimar Sinan’ları üreten bir ülke olmamızı bekleyemeyiz ama ulus devletin yaşadığı homojenleştirme, eğitimdeki eksiklikler bir sürü zenginliği, çeşitli insan yetişmesini önledi. Bu da mimariye, şehirlerimize müthiş bir kuruluk içinde yansıdı. Birazcık farklı birşeyler yapan mimarların da nefes alacağı ortam kalmamasına sebep oldu.

“Parkı korumak için profesör olmaya gerek yok”

Daha önce konuştuğumuzda akbilli vatandaş olarak Taksim projesine karşı çıktığınızı söylemiştiniz. Bunu biraz açar mısınız?

İnsanların toplumda konulduğu konumlar var. Ben bir anneyim, öğretim üyesiyim, matematikçiyim. Bunlar size değişik temsiliyetler, mesuliyetler getiriyor. Mesela Cumartesi Anneleri’ne anne olarak gidebilirim. Duyarlı bir vatandaş olarak gidebilirim. Platformu kurduğumuz zaman da ünvanlara önem vermedik. Akbiliyle oradan geçen her vatandaş ile aynı olduğumuzu belirten bir ifadeydi. Gezi Parkı’nı korumak için ne matematikçi olmaya ne de profesör olmaya gerek var. Akbilli her vatandaşın o duyarlılığı göstermesi mümkün.

“İnşaat ve araba dışında bir şeyin düşünülmediği bir şehirde yaşıyoruz”

Peki akbilli vatandaş olarak şehirdeki nelerden rahatsızsınız?

Şehirde en çok beni rahatsız eden şey insana saygısızlık. Bunun altında tarihe saygısızlık da var, kültüre saygısızlık da var. Verilen hizmetlerde insanın var olduğunu gösteren hiçbir emare yok. İnsanla alay edilircesine, inanlımaz bir umursamazlıkla inşaat ve araba dışında hiçbir şeyin düşünülmediği bir şehirde yaşıyoruz. 2010 yılında belediye bülteninde Kadir Topbaş İstanbul bir şantiyeye döneceğini ilan etti. Biz platformu kurduğumuz gün bunu kullandık. 2000 yıllık bir şehir için böyle bir belediye projesi olamaz. Bu korkunç bir stratejidir. Ve maalessef İstanbul dünyada eşi olmayan bir şehir olarak korunacağına bir şantiyeye çevrilmiştir. İstanbul gibi bir şehrin bu kadar hunharca kullanılması Maltepe’nin Yenikapı’nın önünün dolgu alanları ile bu kadar mahfedilmesi, şehrin içinin bu kadar hafriyat kamyonları ile dolu olması bir taraftan yanlış yıkımlar yapılırken bir taraftan yanlış dolumlar yapılmasını facia buluyorum. Her gördüğüm kamyonda bu duygu tekrarlanıyor. Bugün İstanbul’da 10 dakika dolaşın mutlaka bir hafriyat kamyonu görürsünüz. Topbaş İstanbul’u şantiyeye çevirmeyi başarmıştır.

Cemal Kafadar Taksim gibi birçok projeden de rahatsız olduğunuzu düşündüğünü söyledi. Özel olarak Taksimle ilgilenmeniz orada oturmanız ile mi alakalı?

Bir insanın her konuya yetişmesi mümkün değil. Önemli olan fark yaratabileceği kadar iyi bildiği bir konuya sarılıp orada tutarlı davranıp örnekler oluşturabilmek. Cemal Kafadar bu örneği Haliç Metro Köprüsü’nde oluşturdu. Haliç Metro Köprüsü’nün yapılmış olması başka bir konu. Başarıya bakış açısı köprünün yapılıp yapılmaması değildir. Mesele kendi yapabildiğini yapmak. Benim için Taksim’in özelliği hem mahallem, bildiğim yer olması, hem de tüm ülkeyi ilgilendiren bir yer olmasıydı.

Projeler yapboz tahtası gibi

Üniversitelerin bu hızlı inşaat süreci hakkında gerekli duyarlılığı gösterdiğini düşünüyor musunuz?

Üniversiteler süreçleri takip ediyor. Örnek olarak Taksim projesini üniversiteden yetkili bir heyete sorduğunuzda o çalışma aylar sürer. Akademik disiplin bunu gerektirir. Bu süre verilmelidir. Dolmabahçe-Kasımpaşa tüneli yapılmadan tünelden çıkanların Taksim’e giderken stadın etrafından dolaşıp gideceklerini ve bunun çok yanlış olduğunu, Dolmabahçe’nin girişinin korkunç sıkışacağını uzmanlar bin kere anlattı. Hiç aldırmadılar yaptılar. Açıldıktan 1,5 sene sonra Kasımpaşa’dan geldiğiniz zaman Dolmabahçe’ye giderken tali bir yol açıldı. Tam stadın arkasından direk Gökkafes’in önüne çıkılacak bir yol yapıldı. Böyle bir eksik, böyle bir hata olmaz. GAP kadar para gitti o tünele. GAP kadar para gömdüğünüz tünelin tali yolunu üç ay sonra beş ay sonra yapamazsınız. Sokaktan geçen vatandaşın sözünü dinlememişsin ve onu benim paramla yapıyorsun. Ya şimdi? Beşiktaş Stadı’nda çalışma başladığında ne oldu? Tali yol kapandı. Şimdi akbilli olarak soruyorum. Tali yol neden başından düşünülmedi? Madem geç düşünüldü, stad inşaatıyla kapatılacak bir yol için nasıl o masraf boşa yapıldı? Üç gün için o yol yapılır mı? Talimhane için yayalaştırma yapıldığı söyleniyor. Yayalaştırılmış yolların bir kısmı tünel inşaatına yan yol olarak açıldı. Böyle yayalaştırma olur mu? İki sene sonra araba sokmak için mi yayalaştırılıyor? Bu yapboz tahtasının sebebi bu işlerin akademisyenlerin, uzmanların çalışma ritmine bırakılmaması. Hızlı yaparsanız sonuç böyle oluyor. Hepimizin cebinden çıkıyor bu hataların parası. Arada parayla geri gelemeyecek şeyler de var. Tarlabaşı gitti işte bir daha geri gelmeyecek. Politikacılar karar veriyor, yok 29 Ekim, yok 29 Mart, açacağım diye, alelacele uyduruk yetiştirmeler yapılıyor. Kasımpaşa tüneline resmi açılıştan tam bir sene sonra araba girdi! Böyle balonların oluşmaması için akademisyenlerin ritmiyle iş yapmak gerekiyor.

“Gezi sivil anayasa provasıydı, Türkiye’nin aynası oldu”

Gezi olaylarının aradan geçen bu kadar süre sonrasında size bıraktığı izlenim nedir?

Dikkat edin “Heryer metro, heryerde metro” afişlerinde iki kişinin fotoğrafını görüyoruz. Neden iki kişinin fotoğrafını gördüğümüz belli değil. Belediye başkanı orada verdiği sözleri anlatabilir. Ancak başbakanın verdiği sözler metro rayının kilometresi değildi. Metro rayının kilometresini bırakınız o işlerle uğraşanlar yapsın. Ama başbakanın verdiği sivil anayasa sözüne 2013’ün Türkiyesinde ulaşılamadı. Taksim’de şunu dedik: “sivil anayasa beklentisi var”. Biz sivil anayasanın birlikte farklılıklarımızla yaşama arzusunu yansıtmasını istiyoruz. Taksim proje olarak da sonuç olarak da sivil anayasa isteğini yansıtsın istedik. Tartışalım, süreçleri takip edelim mutabakat sağlanarak herkesin içine sindirebildiği bir proje olsun, varılan sonuç da, birlikte yaşamamızı yansıtsın. İşe giden insanı yer altına gömmek birlikte yaşamanın bir yansıması değil. Tüneller, tek nefes aldığınız yerin bir binaya dönüşmesi birlikte yaşama yansıması değil. Bütün bunlar yapılmadı. Sonuçta provayı yapamadık, prova olmadı, ayna oldu. Taksim hükümetin ne kadar verdiği sözleri tutabildiğine dair, polisimizin ne kadar demokratik bir toplumda yaşadığının farkında olduğuna dair, şiddet konusunda, demokratik seviyemiz konusunda, dünya konusunda her konuda bir ayna oldu. Bütün kirli çamaşırlarımız rezil bir şekilde ortaya dökülüverdi. Taksim’de niyet provaydı ama aynaya dönüştü.

“İnsanları öldürmeye başladığında fıkra komik olmaktan çıkıyor”

Dış mihraklar var, darbe provası gibi sert eleştiriler de vardı…

Bu tip yorumlara eğer şiddet ve ölen insanlar olmasaydı gülerdim. Fıkra gibi dinlerdim. Fıkra insanları öldürmeye başladığında komik olmaktan çıkıyor. Bu işin nasıl geliştiğini bilenlerden biriyim. 28 mayıs sabahından sonra olayın özeti şudur: “Koruma kurulundan onay alarak Kalyon inşaata ihale edilmiş olan Tarlabaşı Cumhuriyet Caddesi Tüneli’nin onaylanmış projesine aykırı olarak Kalyon İnşaat Gezi Parkı’na tecavüz etmiştir. Bu tecavüz karşısında duyarlı vatandaşlar izin görmek istemiş, Kalyon İnşaat izin yerine polis ile gelmiştir. Devletin polisi Kalyon İnşaatı koruyup, kanunu isteyen halka gazla saldırmıştır. O olaydan sonra Taksim Platformuymuş, Maksim platformuymuş bunların lafını edecek kimsenin yüzü olamaz. Şiddet arttıkça başkaları da işin içine girebilir, olayları provoke edebilir. Siz onlara bu fırsatı altın tepsiyle sunarsanız kötü niyetliler de kullanır. Bu hiç bir zaman için bu olayın kötü niyetle dış mihrakla başlatıldığının ispatı değildir.”
Kaynak: arkitera.com

Erdoğan: Bu şehre ihanet ettik ben de sorumluyum
21 Ekim 2017



Tayyip Erdoğan, Yıldız Teknik Üniversitesi'nde Uluslarası Şehir ve Sivil Toplum Kuruluşları Zirvesi'nde konuştu.. Erdoğan; "İstanbul müstesna bir şehir ama biz kıymetini bilemedik, ihanet ettik. Ben de bundan sorumluyum" ifadelerini kullandı.

AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Yıldız Teknik Üniversitesi'nde Uluslarası Şehir ve Sivil Toplum Kuruluşları Zirvesi'nde konuştu.. Erdoğan; "İstanbul müstesna bir şehir ama biz kıymetini bilemedik, ihanet ettik. Ben de bundan sorumluyum" ifadelerini kullandı.

Uluslararası Medeniyet Şurası'nda konuşan Erdoğan'ın konuşmasından satır başları şöyle:

'BİZ DE BU TUZAĞIN İÇİNE DÜŞTÜK'

Erdoğan, "Bir şehrin Batı ölçüsüne göre medeni sayılması için yollarda aydınlatma olması, sokaklarda çamur bulunmaması gibi görünür özelliklere bakılır, halbuki İslam'ın ölçüsüne göre bir şehrin medeniliğinin işareti, mesela kapı kilitlemeden dışarı çıkılabilmesi, ihtiyaç sahibi herkese el uzatılması, sokak hayvanlarına dahi şefkatle davranılması demektir. Bizim medeniyetimizde medenilik budur. Fakat bu tuzağın içine biz farklı şekilde düştük. 40 kat, 100 kat bu tür binaları yapmak sizi medeni yapmıyor ama biz de bu tuzağın içine düştük, onu da söyleyeyim" ifadelerini kullandı.

'İSTANBUL'A İHANET ETTİK BEN DE BUNDAN SORUMLUYUM'

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Yıldız Teknik Üniversitesi'nde Uluslarası Şehir ve Sivil Toplum Kuruluşları Zirvesi'nde şunları söyledi;

"Kadim şehirlerin en önemli güzelliği, ana karakterlerini kaybetmeden yeniyi bünyelerinde eritmesi, özlerinden katarak yeniden yoğurmasıdır. İstanbul bu açıdan gerçekten müstesna bir şehirdir. Ama biz bu şehrin kıymetini bilmedik, biz bu şehre ihanet ettik, hala da ihanet ediyoruz, ben de bundan sorumluyum.."
Cumhuriyet

Deniz ile karaya duvar olan gökdelenler nefes aldırmıyor
4 Ağustos 2017



İstanbul Ataköy sahilde deniz ile kara arasında duvar ören yüksek katlı otel ve rezidanslar ilçeyi nefessiz bıraktı.

CHP’li Meclis Üyesi Nadir Ataman, sahilde yükselen dev yapılarla ilgili deprem uyarısında bulunarak şunları kaydetti: “Davadaki bilirkişi raporu net olarak bu yapıların 6 şiddetinde depreme dayanmayacağını söylüyor. Sağlam kayanın 25-30 metre altta olduğu kazıkların bu kadar derine kazılmadığı belirtiliyor.”

İstanbul Ataköy sahilde deniz ile kara arasında duvar ören yüksek katlı otel ve rezidanslar ilçeyi nefessiz bıraktı. CHP'li Bakırköy Belediyesi Meclis Üyesi Nadir Ataman, ilçede bir biri ardına yükselen dev AVM, otel ve rezidans projelerine tepki gösterdi.

Depreme dayanmaz! Ataköy sahilindeki yapılara yargı şoku
Sahildeki yapıların rüzgarı kestiğine dikkat çeken Ataman, “Bundan 80 yıl önce rüzgara göre planlama yapanlar Florya'ya Atatürk Ormanı oluşturmuştu. 80 yıl sonra nasıl bir şehircilik anlayışı noktasına ulaşıldıysa rüzgar koridorlarına dev gökdelenler dikip iklimi değiştirdiler. İlçede nefes alınmıyor” dedi.

Ataköy sahilinde duvar gibi yükselen binaların iklimin dengesini değiştirdiğini ifade eden Ataman şöyle devam etti: “Gökdelenler yüzünden sıcaklık 10 derece daha fazla hissediliyor. Bu binaların rüzgârların yönüne göre yapılması gerekli. Ama bizim gökdelenler İstanbul'un rüzgâr koridorlarının üzerinde yükseliyor. Rüzgar ilçenin içine giremiyor. Bu yapılaşmalar doğal yaşam dengesini bozuyor.” Ataman, çevreye ve insan sağlığına zarar veren bu gökdelenlerin Bakırköy halkının deniz ile bağlantısını da kestiğini belirterek, konuyla ilgili Anıtlar Kurulu'na başvurup yargı yoluna gideceklerini söyledi.

Özlem Güvemli/Sözcü
Etiketler:
İstanbul Ataköy sahil deniz ile kara arasında duvar ören yüksek katlı otel ve rezidanslar ilçeyi nefessiz bıraktı

‘İstanbul ülkeyi çökertecek noktaya ulaştı, Anadolu’ya yeniden yerleşmeliyiz!’
Orhan Bursalı
11 Eylül 2016


Bilge insanımız Doğan Kuban şimdilerde, bağımsız olarak her hafta yayımlanan “Herkese Bilim Teknoloji” dergisinde aydınlatıcı, kapsayıcı ve ses getirici yazılarını haftalık sürdürüyor. Biliyor muydunuz? Bugün piyasada olan derginin 24. sayısında, Kuban hoca olağanüstü bir yazı kaleme aldı.
Diyor ki hoca, İstanbul, tüm ülkeyi çökertecek noktaya ulaştı!
Durun, nasıl olur demeden gerekçesine bakın:

“İstanbul ulaştığı megalopolis boyutlarıyla, ülkenin vücudunun taşıyamayacağı bir koca kafa haline dönüşen, ekonomik etkinliğin yurt yüzüne dengeli yayılmasına engel olan ve Anadolu halkının topraklarını terk ederek ülke tarımını dış dünya pazarına dönmeye zorlayan ve sonuçta uluslararası sermayenin aşağı düzeyde bir ortağı olarak fakir halkı tüketici olmaya teşvik eden, giderek Türkiye’nin sömürülen bir topluma dönüşmesine neden olacak bir emme basma mekanizması olarak çalışmaktadır...
Bu kent her zaman bir çekim merkezi olacaktır. Fakat ülkeyi ekonomik olarak çökertmesine olanak vermemek gerekir. Günümüzde o sınıra ulaştık.”

Dengeyi nüfus artışı bozuyor

Kuban, yazısında, dünyanın dengesini bozan temel nedenin artan nüfus olduğunu belirtiyor. Küresel iklim değişikliğine buna ekliyor. Diyor ki:
“Dünyanın nüfusu 1800’de bir milyardan, 215 yılda sekiz milyara ulaştı... Nüfus artışının göstergesi işsiz ve açların, nüfusu kalabalık ülkelerde, büyük kentlere göçüdür... Türkiye’de kente göç, sanayileşme geliştiği için değil, yapılaşma (inşaat) üretimin en büyük parçası olduğu ve ülke yeteri kadar sanayileşmediği için oldu... 1980’den sonra kent nüfusu yüzde 70’i geçti. Köyler boşaldı. Tarlalar toprak oldu. Geleneksel Türk tarımı çöktü.”
Nüfusu 20 milyona ulaşmış bir kentin sağlıklı yaşamını gerçekleştirebilen bir planlama yöntemi henüz keşfedilmediğine değinen Hoca, “Batı’nın en kalabalık kentleri olan Londra, New York, Paris’in nüfusları bugün İstanbul’dan az. İstanbul’un nüfusu 1950’deki bir milyonun 17- 20 katı. İşgal ettiği alan 500.000 nüfuslu İmparatorluk başkentinin 250 katından fazla” diyor.

Megalopolis: Fakir ülke hastalığı

“Megalopolisler çare bulunamayan bir fakir ülke hastalığıdır; ülke ekonomisinde yarattığı dengesizlik yanında, toplumun en zengin katlarıyla en fakir katlarını yan yana getirdiği için toplumsal ayrışmanın da mekânıdır” diyor Kuban ve şu kent sosyolojisi saptamasını yapıyor:
“Bu durum, fakir sınıfları iki türlü bilinçlendiriyor: Kentsel çevre, ulaşamadıkları zenginliğin görüntüsüdür. öte yandan yaşadıkları çağın olanaklarını, yüzeysel olsa da, onlara gösteriyor ve öğretiyor. Bu öğrenme tüketme eğilimini artırıyor ve kapitalizmin işine geliyor” ve bu toplumsal aşırı büyüme sonucu, dünyanın her yerinde, bizim gibi ülkelerde ahlaksız ve dengesiz toplumlar oluşuyor, “İstanbul gibi kentlerde bir fiziksel planlama ekonomik olarak da yapılamaz” diyor.

Halkı yurt yüzeyine yayma

Kuban tek çare görüyor: İstanbul “sınırsız bir spekülasyonun doymak bilmez iştihasına sunulmuşken planlanamaz. Tek çare, halkın planlı olarak yurt yüzeyine yeni yaratılacak sanayi merkezlerine, zaman içinde yerleştirilmesi ve ülkenin ekonomik dengesizliğinin önüne geçilmesidir... Kontrol edilebilir büyüklükte yerleşmelere transfer, ülke ekonomisinin giderek çökmesine engel olabilir.”
Böyle yapılar suç ve kötülük üretir diyor Kuban:
“Uygarlık adına yaratılan bütün olgu ve araçlar büyük kentlerin.. kötülükleri üretmesine engel olamaz... Her türlü suç, cinayet, hırsızlık, arsa ve yapı spekülasyonu, kuralsız davranışlar, eğitim, ulaşım, sanat etkinlikleri, müzeler, planlama, kent estetiği, yol, kaldırım, kentsel işlevler yeşil alan, konut, adalet, güven, sağlık, temizlik ve daha pek çok alan, kent için bir yaşamsal kalite standardı tanımlarlar.”

Peki ne yapmalı?

“Yaşam kırılgandır. İnsanların geleceğe güvenleri azdır. Onun için megalopolisler uygarlığın ortadan kaldırmaya çalıştığı bütün kötülükleri içerirler. Büyüklükleri oranında suç yuvalarıdır.
“İstanbul’u hiçbir planlama boyutu, estetik ve insan davranışı ile Viyana, Berlin, Stockholm ile karşılaştırmak olası değildir.
Anadolu’ya yeniden yerleşmemiz gerek!”

***

Çok özetledim, yazıyı okuyun lütfen... Ayrıca, İstanbul’un kuzeyinin de yeni otoyol, yeni havaalanı yeni yerleşimlerle esir alındığını anımsayın... Kuzey İstanbul, bir de Kuban’ın bu yaklaşımıyla değerlendirilmeli!
Katmerli ve planlı bir batıştan bahsedebiliriz...
Kaynak: Cumhuriyet

AKP, İstanbul’da tarihi yarımadayı da betona "dönüştürüyor"
11.11.2012

Milat Gazetesi'nden Ferhat Açıl'ın haberi:

İstanbul'da tarihi kıyım

İstanbul’da tarihi yarımadada “kıyım” yapılmak üzere. Sultanahmet’teki “Üçler Mescidi” yerine otel dikilmesi için imar izni verildiği ortaya çıktı. Milat’ın ulaştığı bilgilerde Fatih Belediyesi’nin hazırladığı planda 99 cami, 57 tekke ve medrese, 55 tane çeşme ve hamam da imara açılıyor, yerlerine beton yapılar inşa ediliyor.

Kültür ve medeniyetin şah eserlerini barındıran İstanbul tarihi tehlikeyle karşı karşıya. İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve Fatih Belediyesi hazırladıkları planda birçok tarihi yapıyı ticari alan olarak gösterdi.

212 tarihi eserin kaydı yok

2012 yılında İstanbul Büyükşehir Belediyesi hazırladığı 1/5000’lik planda çoğu cami olmak üzere onlarca tarihi eserin kaydını yapmadığı ortaya çıktı. Fatih Belediyesi ise daha önceki planlarda kaydı yapılan tarihi yapılara yeni planda yer vermedi. 2005 yılında hazırlanan planda 212 tarihi yapının kaydı mevcut. Belediye bu planını 17/10/2012 tarihinde askıya çıkardı. Hazırladığı yeni planda ise 212 eserin kaydını yapmadı. Bu eserlerin yerini ise ticari alan olarak gösterdi.

Yarımadanın üçte biri

Tarihi yarımadada yer alan yapıların üçte biri belediyenin 2012 planında yer almıyor. Son planda 99’u cami olmak üzere 212 tarihi yapı planda yok. Bu plan uygulanırsa tarihi camilerin, tekkelerin, çeşmelerin, hamamların yerini beton yapılar alacak. Tarihi yarımadanın “tarihi” yanı eksik olacak. Gerekli düzenlemelerin yapılması için başvurularda bulunan İstanbul Çevre Kültür ve Tarihi Eserleri Koruma Derneği (İSTED) konunun göz ardı edildiğini belirtti. Tarihi caminin yeniden ihya edilmesi için yetkililere birçok itiraz dilekçesi yazılmasına rağmen, inşaat çalışmaları başlatılıyor.

2005 Planı askıda

Sultanahmet Camii yanındaki Dikilitaş’ın karşısındaki, İbrahim Paşa Sarayı’nın yanında bulunan kültür varlığı “Üçler Mescidi” yerine Fatih Belediyesi otel yapılması için imar izni verdiği ortaya çıktı. Mescidin kalıntıları yıkılarak yerine otel yapılacak. Plana itiraz için son gün 15 Kasım. Bu tarihe kadar plan askıya alınmazsa yaklaşık 200 tarihi yapıda inşaat çalışmaları başlayacak. Birçoğunu yerini otel veya binalar almış olacak.

İstanbul’un adına gölge düşürülüyor

İstanbul’da tarihi kıyım için Fatih Belediyesi kolları sıvadı! Hazırlanan planda tarihi yerler yıkılıyor. Kültür beşiği olan İstanbul’un adına gölge düşürülüyor. Buna göre, İstanbul Sultanahmet’te eski Atmeydanı’nda bulunan Örme Sütun’un tam karşısında, İbrahim Paşa Sarayı’nın hemen yanında yer alan “Üçler Mescidi” yerine otel dikilmesi için imar izni verildiği ortaya çıktı. Kültür Varlığı olarak tescilli olan alana Fatih Belediyesi’nin imar izni vermesi, geçtiğimiz yıllarda “Avrupa Kültür Başkenti” olan İstanbul’a vurulacak bir darbe olarak değerlendiriliyor.

İhya yerine yıkım

İlk olarak 1516 yılında namazgâh olarak kullanılan “Üçler Mescidi”nin aslına uygun olarak ihya edilmesi gerekirken, kalıntılarını yıkarak alana imar iznin verilmesi tepkileri de beraberinde getirdi. Uzmanlar ve Tarihçiler ise bu yanlıştan bir an önce dönülüp, caminin ihya edilmesi gerektiğini söyledi.

Tarihi ‘Üçler Mescidi’ yerine otel

Bânisi Irakızâde Hasan Efendi olan “Üçler Mescidi” ilk olarak 1516 yılında namazgâh olarak kullanıldı. 1551 yılında da mescit haline getirildi. Hüseyin Ayvansarayî, Hadikada'da mescid bânisi Irakîzade Hasan Efendi’ninn bu yerle ilgilenmesinin sebebini açıklar. Yakışıklı ve güzel bir delikanlı oluşundan dolayı “Oğlan Şeyh” olarak şöhret bulan İsmail Maşuk’i, Sünnî görüşlere aykırı düştüğüne inanılan bazı sözlerinden dolayı Atmeydanı kenarındaki bu yerde 1529’da idam edilir. Müritlerinden Hasan Efendi de burada şeyhinin anısına bu camiyi yaptırır.

Üç beyitlik manzum

Ayvansarayî, Irakîzade Hasan Efendi’nin idamının yapıldığı yerin etrafını bir parmaklıkla cevrettiğini, sonra burayı bir namazgâha dönüştürdüğünü bildirir ve kıble tarafında, Kandî Abdullah Efendi tarafından yazılmış üç beyitlik manzum tarihinin kopyasını verir. Bu manzum tarih, namazgahının 942/1533-36’da yaptırıldığını gösterir. Fakat kısa süre sonra namazgâhın yerinde aynı kişi Irakîzade Hasan Efendi, güzel bir mescit inşa ettirmiştir.

Beyit:

Olub işte bu hûb Üçler makâmı

Salât-ı hamd ü tesbîh ile a’lâ

Nazargâh-ı ibâdullah olubdur

Şerefle dâ’im ide Hakk te’âlâ

Görüb Kandî didi târih

Refî’ü dilgüşâ oldu musallâ *

* Hüseyin Ayvansarayî’' Hadîkatü-l-Cevâmi’

İşaret Yayınları

UNESCO Neden sessiz?
11.11.2012
FERHAT AÇIL

Milat’ın ortaya çıkardığı skandala yetkili kurumların yanı sıra Birleşmiş Milletlerin kültür teşkilatı olan UNESCO’nun da sessiz kalması kaygı verici. İstanbul’un tarihi siluetine ve Bizans dönemi eserlerine karşı çok hassas olan, sürekli İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ni uyaran UNESCO, tarihi cami ve mescitlerin kıyıma ise sessiz kaldı.

Gazetemizin Türkiye gündemine taşıdığı tarihi yapılarla ilgili imar skandalının boyutu her geçen gün artıyor. Tarihi yarımadada bulunan yapıların yerlerinin imara açılması rant kaygısını gündeme getirdi. İlgili tüm kurumların bu noktada ortak sessizliğe bürünmesi ise durumun vahametini daha da artıyor.

Tarih katliamı

İstanbul’un en eski yerleşim yeri olan tarihi yarımada Fatih’te tarihi birçok yapının yerinde yeller esiyor. İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Anıtlar Kurulu, Koruma Kurulu ve yerel belediyenin hazırladığı imar planı skandallarla dolu. Tarihi önemi yüksek birçok yapının kaydı imar planında yer almazken, bu yapıların yeri ticari alan, park alanı, kültür alanı olarak gösterildi. Hazırlanan imar planında, tarihi camilerin yerlerini oteller, muhallebiciler, rezidanslar, alışveriş merkezleri alabilir.

Ortak sessizlik sürüyor

Kültür ve Turizm Bakanlığı, İstabul IV Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Müdürlüğü, Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü, T.C. Başbakanlık Vakıflar Genel Müdürlüğü, Başbakanlık Vakıflar Genel Müdürlüğü İstanbul (1. bölge), İstanbul Büyükşehir Belediyesi, İstanbul Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü ortak sessizliğe büründü. Kurumlar resmi açıklamada bulunamadı. Fatih Belediyesi ise tarihi yapıların sınırları içerisinde yer almasına rağmen konunun muhatabının kendileri olmadığını savundu. Adres olarak İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve Anıtlar Kurulu’nu gösterdi.

UNESCO ikiyüzlü

Tarihi kiliseler ve sinagoglarla ilgili olarak ciddi bir hassasiyete sahip olan Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Teşkilatı UNESCO, tarihi yıkıma sessiz kaldı. Dünya kültürel mirasına sahip çıkan ve yayımladığı listelerle o ülkenin kültürel ve turizm açısından daha iyi tanınmasını sağlayan UNESCO, bu yıl Türkiye'nin 23 eserle yaptığı başvuruyu kabul etti. Tarihi yapıların imara açılmasına ilişkin herhangi bir girişimde bulunmadı.

Birçok çalışmayı durdurdu

İstanbul’da yapılan metro, tramvay inşaatlarında ortaya çıkan kalıntılar nedeniyle milyarlarca dolarlık çalışmaları durduran UNESCO, 212 tarihi yapının imara açılmasına ise göz yummuyor. Kilometresi 40-50 milyon dolara mal olan metro çalışmaları bulunan kalıntılardan dolayı iptal edildi. Sultançiftliği metro hattının Vezneciler’e kadar getirilmesi düşülmüş. Ancak tarihi yarımadaya girmesi için kurul izni alınamamıştı. Bu projede harcanan milyonlarca dolar ise çöpe gitmişti.

Camilere sessiz

UNESCO, Milat’ın ortaya çıkardığı imar skandalının ardından harekete geçmedi. Konuyla ilgili herhangi açıklama da yapmayan yetkililer, kiliseler ve sinagoglarla duyduğu ilgiyi camilere duymadı.

Cami yerine park

Milat Gazetesi 2012 planında yer almayan 99 cami, 57 tekke ve medrese, 55 çeşme ve hamamı açıklıyor. 2005 planında yer alan ancak 2012 planında kaydı yapılmayan eserlerin isimlerini tek tek açıklıyoruz.
Kaynak: Milat Gazetesi

“RANTSAL DÖNÜŞÜM” TARİHÎ CAMİLERE Mİ UZANDI?

Yahya Düzenli
11.11.2012



Milat Gazetesi’’nin 7.12.2012 tarihli ana manşeti insanı ürperten türdendi: “Tarihi Kıyım” manşetiyle verilen haber şöyleydi: “ İstanbul’da Fatih Belediyesi hazırladığı yeni şehir planında Sultanahmet’teki tarihi “Üçler Mescidi”nin yerine otel yapılması için izin verdi. Ayrıca 99 cami, 57 tekke ve medrese, 55 çeşme ve hamamın bulunduğu tarihi alanlar imara açılıyor ve yerlerine binalar inşa edilecek.”

Haberi okuyunca inanamadım. Gazetenin Ankara temsilcisi olan dostumuzu aradım. O da haberi doğruladı ve bu konuda yüzlerce telefon aldıklarını söyledi.

Acaba 1940’ların CHP iktidarı döneminde miyiz?

Hafızamızı yoklayalım: Başbakan Erdoğan’ın bir yıl önceki genel seçimlerde dilinden düşürmediği, özellikle geçtiğimiz seçim döneminde ve diğer bazı konuşmalarında CHP’nin ahıra çevirdiği, sattığı mescitleri dönemin Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün ve Bakanlar Kurulu üyelerinin imzası bulunan belgelerle gösteriyordu.

Aradan bir yıl gibi kısa bir süre geçiyor ve bu kez AK PARTİ’li Fatih Belediyesi 2005 yılında hazırladığı plandaki 212 tarihi yapıyı 17.10.2012 tarihinde askıya çıkarıyor. Bu yeni planda ise 212 tarihî eserin kaydını yapmıyor. Bu eserlerin yerini ticarî alan olarak gösteriyor.

Sultanahmet’te İbrahim Paşa Sarayı’nın yanında bulunan “Üçler Mescidi” yerine Fetih Belediyesi Otel yapılması için imar izni veriyor. Bu şu demek: Mescid aslına uygun olarak, ihya edilmesi, restore edilmesi gerekirken yerine otel ve benzeri ticarî mekanlar yapılacak.

Haberden okuduğumuza göre; “Tarihi yarımadada yer alan yapıların üçte biri belediyenin 2012 planında yer almıyor. Son planda 99’u cami olmak üzere 212 tarihi yapı planda yok. Bu plan uygulanırsa tarihi camilerin, tekkelerin, çeşmelerin, hamamların yerini beton yapılar alacak. Tarihi yarımadanın “tarihi” yanı eksik olacak. Gerekli düzenlemelerin yapılması için başvurularda bulunan İstanbul Çevre Kültür ve Tarihi Eserleri Koruma Derneği (İSTED) konunun göz ardı edildiğini belirtti. Tarihi caminin yeniden ihya edilmesi için yetkililere birçok itiraz dilekçesi yazılmasına rağmen, inşaat çalışmaları başlatılıyor.”

Bu bir “AK PARTİ Klasiği mi?” diyecektim ama hazırlanan plana ilişkin haberi okuyunca bunun bir klasik değil bir KATLİAM olduğunu düşündüm.

Bu kez tarih ve medeniyet şehri İstanbul AK PARTİ’Lİ Belediye tarafından mı katlediliyor? İsmi “Fatih” olan bir belediye “Fatih’in Şehri”ndeki tarihî eserleri yok ediyor.

Sormaktan bile ürperiyoruz: Şehir ve mescit katliamları tekrar hortluyor mu?

Bir taraftan Anadolu’daki vakıf eserlerini restore ederken diğer taraftan İstanbul gibi tarihî payitahttaki kadim eser kalıntılarını ortadan kaldıran bu ZİHNİYETİN CHP zihniyetinden ne farkı var?

Eğer biraz tarih idrakleri varsa yapılanlar karşısında AK PARTİ’Lİ Fatih ve Büyükşehir Belediyeleri ve ilgililer yaptıklarından hicap duyarlar.

Savunma olarak “Bunlar tarihî eser değil, kalıntı ve harabeler” mi diyecekler? Kim bilir belki de kamuoyu araştırması yaptırmışlardır ve İstanbul halkının “artık tarihî eser ve mescitlere ihtiyacı kalmamıştır”(!) sonucuna ulaşmışlardır.

1940’ların CHP’Sİ’nin yaptıkları…

Yâni tıpkı 1945’lerdeki CHP zihniyeti gibi. İşte size bir örnek: Yıl 1945. Cumhurbaşkanı İsmet İnönü. Şemsettin Günaltay’ın Başbakanlığında 3297 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı. Aynen yazıyorum: “Sivas ilinin Divrik ilçesindeki harap ‘Hacı Recep’ diğer adı Boyalı camii’nin satılması ….Bakanlar Kurulunca 12/11/1945 tarihinde kabul olunmuştur.”

Bir örnek de Trabzon’dan: Yıl 1940. Cumhurbaşkanı İsmet İnönü. Refik Saydam’ın Başbakanlığında 13402 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı: “Yapılan tetkikatta tarihi ve mimari kıymeti olmadığı anlaşılan Trabzon’da Molla Mısrî Mescidi’nin satılmasına izin verilmesi… 5 Mayıs 1940 tarihinde kabul olunmuştur..”

1950’lerin DP’sinin yaptıkları…

Gelelim 1950’li yıllara. Yâni Adnan Menderes’in Başbakan olduğu DP iktidarı dönemine. Bu dönemde de İstanbul’da İmar uygulamalarıyla tarihi eserler yok edilmiştir. İşte sadece bir örnek: Yıl 1954. Tarihi eserler Kurulu’nun kararı: “İstanbul Vezneciler’de bulunan Camcı Ali Camii’nin İmar planında yol güzergahına rastladığı ve Belediyece kaldırılarak dosyada mevcut planda gösterilen yerde yeniden inşa edilmek istendiği bildirilmekte ve kaldırılıp kaldırılmayacağı konusunda bir karar verilmesi istenmektedir.” diye soruluyor. Kurul ise şu cevabı veriyor: “Camcı Ali Camii eski eser olmadığından muhafazası lüzumlu bulunmadığına karar verildi.” 1600’lü yıllardan kalma cami için 1954’de “eski eser değildir”hükmü veriliyor.

Bu ve benzeri birçok belge arşivlerimizde duruyor.

Bugünkü Fatih ve Büyükşehir Belediyesi’nin uygulaması aynen bunların kopyası.

Cinnet halinde bir Belediye için bu “tarihî emanetler” metruk harabeler sayılır ve satılmasının (bugünkü deyimle imar değişikliğiyle üzerine ticari, vs. binalar yapılması) hiçbir mahzur yoktur. Aksine “ihtiyaca binaen satılması”(!) gereklidir.

Bugün 1940’lı yılların CHP ceberutluğu nasıl “lanet ve dehşet”le hatırlanıyorsa, bu planları uygulamaya koyacak AK PARTİ’li Fatih ve Büyükşehir Belediyesi de herhalde HAYIRLA YEDEDİLMEYECEKTİR!

Tarihi eserlerin değil, gökdelenlerin, plazaların, rezidansların İHTİRAM gördüğü bir ZİHNİYET!

Şehir ve mabet katliamlarının adresi olarak hemen aklınıza CHP gelmesin. Söyledik ya bu bir zihniyet. İddiası, muhtevası, rengi, dili, siyasî aidiyeti ne olursa olsun, nerede yaşadığının farkında, nelere sebep olduğunun şuurunda, nelere muhatap olduğunun idrakinde olmayan bir ZİHNİYET bu.

Hatırlayın: Trabzon’da CHP’li Belediye Başkanı şehir içindeki hayrat çeşmelerdeki besmeleleri söktürürken yoğun tepki veren, karşı çıkan AK PARTİ; bu kez hem de İstanbul’da daha feci bir katliama imza atıyor.

Bu katliama karşı herkes tepki vermeli! Özellikle de Fatih ve İstanbul halkı! Ve de AK PARTİ’ye oy veren herkes. Belki bu tepkilerle ilgili belediye/ler neye sebep olacaklarını düşünürler ve kararlarından vazgeçerler.

Ne yazık ki “tarih, kültür ve medeniyet” damarları iktidarların eğitim ve kültür politikaları eliyle ısrarla ve taammüden kurutulmaya çalışılan bir halk nasıl tepki verebilir? 10 yıllık AK PARTİ iktidarının terk ettiği 2 önemli alan da Şehir ve Kültür değil midir?

Tarih ve medeniyet idrakinin ne olduğunu anlayamayan şehir yöneticilerine, Belediye Başkanlarına altını çizerek şunu söylüyoruz:

Herhangi bir tarihî eserin küçük bir parçası bile sizi tarihî derinliklere götürür, bir tasavvura ulaştırır. Nasıl ki her türlü objenin çağrışımları, uyaranları farklı ise, tarihi bir eser karşısında da zihin ve kalp çağrışımlarınız farklıdır. Özellikle de henüz idrak çağında olan çocukların gördüğü tarihî eserler, onların zihinlerine o eserlerin ait olduğu kültür ve medeniyetten izler düşüreceğinin idrakinde iseniz, o eserlerin de idrakindesiniz demektir.

Batı’da çok değil yüz yıl önceye ait küçük bir tarihi taş parçası veya herhangi bir arkeolojik kalıntı bile ‘koruma’ya alınırken, İstanbul gibi bir medeniyet şehrinin adeta “tarihî akciğer”leri yok ediliyor.Şehrin tarihi akciğerleri, yâni tarihin nefes alıp verdiği günümüzdeki tarihî yapılar, anıtlar, eserler…

Yapılanlar karşısında kimden imdat isteyelim?

İstanbul’un tarihî silueti bozuluyor diye harekete geçen UNESCO’dan mı?

Yoksa CHP’den mi istimdatta bulunalım?

Ey AK PARTİ’li Fatih Belediyesi!

Ey Büyükşehir Belediyesi!

Üzerini kazımaya çalıştığınız o tarihî mescid, medrese, tekke, çeşme ve hamamların sizin VARLIK NEDENİNİZ olduğunu hiç düşündünüz mü?

TARİH’i eserleri KATLEDENLERin, bir gün TARİHİN KISAS’ına tabi olacağını unutmayın!

Tarihî eserlerden veya kalıntılarından sökülecek bir taş parçası tarihin bir sayfasını sökmek demektir.

Eyyüb El Ensarî’nin, İstanbul için şehid düşmüş sahabîlerin ve Fatih’in kabirleri önünde işlenen bu cinayetlere kelime bulamıyorum.

Size Tanpınar’ın bir cümlesini hatırlatalım da belki nasıl bir cinayet işlediğinizi anlarsınız:

“CEDLERİMİZ İNŞA ETMİYOR, İBADET EDİYORLARDI!

Siz ise cedlerinizin İNŞA ettiklerini İMHA ettiğinizin farkında mısınız?

“Kentsel Dönüşüm”ün “rantsal dönüşüm”e tahvili işte böylesine netameli bir sonuç getiriyor.

AKP'ye özendiler herhalde: Bu defa da CHP'li belediyeden Yalova'da ağaç katliamı
27 Kasım 2014



Hürriyet'tten Aysel ALP - Süheyla GÖZDERELİLER'in haberi

Yurdun değişik yerlerinden farklı zamanlarda gelen ve herkesi üzen ağaç katliamı haberlerine bir yenisi daha eklendi. Bu kez Yalova'da çok sayıda ağaç köprülü kavşak inşaatı nedeniyle kesildi.

Yalova’da Karayolları 14. Bölge Müdürlüğü’nün yapacağı köprülü kavşak projesi kapsamında Tonami Meydanı’ndaki 158 ağacın kesimine, belediye ekiplerince başlandı.

Yalova Belediyesi’ne bağlı ekipler, bu sabah erken saatlerde Tonami Meydanı’ndaki ağaçları kesmeye başlarken, yapılan çalışmalara İtfaiye Müdürlüğü ekipleri de katıldı. Çalışmalar çerçevesinde araç trafiği, Gaziosmanpaşa Mahallesi’ne yönlendirilirken, Yalova Emniyet Müdürlüğü Bölge Trafik Şubesi ekipleri, trafik akışının sağlanması konusunda çalışma yürütüyor. Bu arada ağaçların kesilmesine tepki gösteren Yalova Platformu üyesi Hakim Menteş, "Biz işin başından beri burada ağaçların kesilmesine, buranın bir beton yuvasına dönmesine karşıyız. Yırca’da kesilen 6 bin zeytin ağacı, ’Termik santral ihtiyacı var’ diye yapılmıştı. Burada yapılanın da bundan farkı yoktur. Ya da 3’üncü boğaz köprüsü yapılacak diye yüzbinlerce ağacın kesilmesinden farkı yoktur. Belki ölçeği küçüktür ama zihniyet yine aynı zihniyettir. Sadece bir ihtiyaç var deyip diğer alternatifler düşünülmeden ağaçların kesilmesine biz her zaman karşıyız, karşı olmaya da devam edeceğiz. Şu yapılan bir ayıptır. Yalova için çok üzücü bir gündür" dedi.

Yalova Belediye Başkanı CHP’li Vefa Salman, Tonami Meydanı’nda yapılacak köprülü kavşak için ağaçların kesilecek olmasına tepki gösterilmesi ile ilgili olarak geçen hafta açıklama yaparak, "Türkiye’de 30 santimetre çapında bir ağacı sökecek ne ekipman ne teknoloji var. Dolayısıyla onları söküp alma şansımız yok, kesilecek" demişti.

CHP'Lİ ONUR: VALİDEBAĞ'I NASIL SAVUNACAĞIZ

CHP'li Yalova Belediyesi, köprülü kavşak yapmak için 150 ağacı kesince vatandaş Twitter üzerinden tepki gösterdi. Ağaç kıyımına bir tepki de CHP İstanbul Milletvekili Melda Onur'dan geldi. "Biz Gezi'yi, Validebağ'ı, arkadaşlarımız Yırca'nın zeytinlerini korumaya çalışırken, bu kıyımı nasıl savunacağız" diyen Onur, "İktidara şahin kendimize kuzgun olacaklardan olmadık, olmayız. Yanlışımız olursa kamuoyu önünde özür dilemek de şerefimiz" dedi.

Onur, vatandaşın ağaç kesimine tepki tweetlerini önce retweet etti ardından da şunları yazdı:

Biz Gezi'yi, Validebağ'ı, arkadaşlarımız Yırca'nın zeytinlerini korumaya çalışırkan, bu kıyımı nasıl savunacağız @vekilince @VefaSalman

İktidara şahin kendimize kuzgun olacaklardan olmadık, olmayız. Yanlışımız olursa kamuoyu önünde özür dilemek de şerefimiz.ı

BELEDİYE BİNASINA SİYAH ÇELENK
Ağaç kesimine tepki gösteren Yalova Platformu üyeleri belediye binası önüne gelerek siyah çelenk bıraktıktan sonra açıklama yaptı.

Grup adına konuşan avukat Zeki Öçal, köprülü kavşak yapımı bahane edilerek bu sabah erken saatlerden itibaren 200’e yakın ağacın Belediye tarafından katledildiğini söyleyerek, "Yalova Platformu olarak belediyeye önerilerde bulunduk. O ağaçların kesilmeden de bir trafik düzenlenmesi yapılmasının mümkün olduğunu, bu konuda uzmanların yardımcı olabileceğini söyledik. Yalova Belediye Başkanı Vefa Salman, seçimlerden kısa bir süre önce Atatürk’ün Yürüyen Köşkü’nün 50 metre yanında kesilmiş bir kavak ağacının önünde poz verip olayı kınadığını ve bir ağaç katliamı olduğunu söylemişti. Biz bugün Başkan’dan Yürüyen Köşk’le, kesilen ağaçlar arasındaki mesafeyi ölçmesini istiyoruz" dedi.
Haber93

"Karaköy'de tarih yıkılırken, Koruma Kurulu'na ne zaman başvuruldu, kurul geri adım mı attı?"
07 Mart 2017



Hürriyet yazarı Sedat Ergin, Tarihi Karaköy yolcu salonunun denize bakan tarafının Galataport projesi inşaatı nedeniyle yıkılmasına ilişkin olarak "Söz konusu yıkım kararının başkanlığını Şehir Plancısı Ahmet Kaya’nın üstlendiği İstanbul 2 Numaralı Koruma Kurulu tarafından alınmış olması gerekir. Şirket yıkım için ne zaman başvurmuştur? Kurul izin verdiyse bu kararı hangi tarihli toplantısında almıştır. Böyleyse, kurul neden 2016 tarihli 4459 sayılı 'düzeltme' kararından geri adım atmıştır?" dedi.

Sedat Ergin'in "Kültür Şûrası’ndan Karaköy limanının yıkımına" başlığıyla yayımlanan (7 Mart 2017) yazısı şöyle:

Açılışını geçen cuma günü Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın yaptığı Üçüncü Kültür Şûrası’nın sonuç bildirgesi önceki gün Kültür Bakanı Prof. Nabi Avcı tarafından açıklandı. Bakan Prof. Avcı, sonuç bildirgesinde bir noktanın altını özellikle çizdi:

“Yapılan tartışmaların ve getirilen önerilerin odaklandığı en önemli husus, şehirlerimizin kültürel kimliğinin muhafazası ve tahribatın ivedilikle önlenmesidir.”

Üçüncü Kültür Şûrası’nın açıldığı cuma günkü gazetelerde çıkan bir haberde İstanbul Karaköy’deki Galataport projesi inşaatı nedeniyle tarihi Karaköy Yolcu Salonu’nun geçen ay yıkılmasının ardından hemen yanında bulunan Paket Postanesi’nin birinci derecede koruma altındaki tarihi binasının da yıkıldığı belirtilmekteydi.

Paket Postanesi’nin yıkımında belki teselli olarak görülebilecek tek unsur, yolcu salonunun aksine bu kez binanın dış cephesinin korunmuş olmasıdır. Ancak arduvaz kaplamalı kubbesi de yıkılmıştır 1907-1911 yılları arasında gümrük binası olarak inşa edilen bu binanın.

Yolcu salonunda ise denize bakan dış cephenin olduğu gibi yıkılmış olması önemli tepkileri beraberinde getirmiştir.

* * *

Galataport projesini yürüten Salıpazarı Liman İşletmeciliği A.Ş., yıkıma “can güvenliği” gerekçesini getirmiş, “ilgili tüm resmi kurum ve mercilerden gerekli izinlerin alındığını” vurgulayarak, “yalnızca can güvenliğini tehdit eden bölümlerin” yıkıldığını belirtmiştir. Doğuş Grubu ile Bilgili Holding’in ortaklığındaki şirket, binanın “mimari karakterine uygun olarak özgün detay, boyut, doluluk boşluk oranlarıyla birebir aslı gibi yapılarak şehre kazandırılacağı” taahhüdünde bulunmuştur.

TMMOB’a bağlı Mimarlar Odası İstanbul Şubesi ise farklı görüştedir. Odaya göre, 1940’lı yıllarda inşa edilen bina 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yasası kapsamında İstanbul 1 Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’nun 2 Ekim 2002 gün ve 14294 sayılı kararıyla “korunması gerekli kültür varlığı” olarak tescil edilmiştir. Daha sonra Karaköy bölgesinin sorumluluğunu alan 2 Numaralı Kurul, 5 Mart 2015 tarihli ve 3210 sayılı kararıyla binayı “koruma grubu 1” statüsüne, yani en yüksek koruma statüsüne almıştır.

İlginç bir ayrıntı daha. Bu kurul 9 Haziran 2016 tarihli 4459 sayılı kararıyla, postane ve yolcu salonu restorasyon projelerinin “düzeltmelerle” uygun olduğuna karar vermiştir. Düzeltme, adından da anlaşılacağı gibi yıkıma kapıyı kapatan bir koşuldur.

Mimarlar Odası’na göre, bu durumda eserin restorasyonunun bina yıkılmadan yapılması, zorunluluk var ise bu takdirde yapının “mimari değeri bozulmadan güçlendirilmesi” gerekiyor. Oda, yapının statik olarak güvenilir olduğuna ilişkin bir bilimsel raporun da bulunduğunu, ayrıca “ilgililer”in hâkim ve bilirkişi huzurunda eserin “yıkılmadan korunacağını” açıkladığını hatırlatıyor.

Şirket yıkımın zorunlu olduğu, Mimarlar Odası ise zorunlu olmadığı, restorasyonun pekâlâ bina yıkılmadan yapılabileceği görüşündedir.

* * *

Hangi tezin haklı olduğu sorusundan bağımsız olarak bu tartışmanın İstanbul kentini, bu kentte yaşayan vatandaşları, onların haklarını ve kent yönetimi anlayışını ilgilendiren çok önemli bir yönü daha var.

Karaköy yolcu salonu İstanbul’un kimliğinin ayrılmaz bir parçasıdır ve Prof. İlberOrtaylı’nın da vurguladığı üzere Türkiye’nin yakın tarihinin en önemli eserlerindendir. Layıkıyla korunması hem üzerinde yaşadığımız bu gezegenin en değerli yerlerinden biri olan İstanbul’a, bu kentin tarihi mirasına, hem de bu kentte yaşayan milyonlarca insana karşı saygının gereğidir.

Burada düşündürücü olan, bu ölçüde değerli bir eser üzerinde yıkım gibi sert bir tasarrufa gidilirken, eseri korumakla yükümlü kurum tarafından İstanbullulara hiçbir izahatın verilmemesidir.

Söz konusu yıkım kararının başkanlığını Şehir Plancısı Ahmet Kaya’nın üstlendiği İstanbul 2 Numaralı Koruma Kurulu tarafından alınmış olması gerekir. Şirket yıkım için ne zaman başvurmuştur? Kurul izin verdiyse bu kararı hangi tarihli toplantısında almıştır. Böyleyse, kurul neden 2016 tarihli 4459 sayılı “düzeltme”kararından geri adım atmıştır?

Bu kentte yaşayan her vatandaşın bu soruların yanıtlarını öğrenmeye ve bu yanıtları talep etmeye hakkı vardır. Eğer bu ülkede demokrasinin hesap verilebilirlik ilkesine hâlâ önem atfediliyorsa, bu sorulara bir an önce açıklık getirilmelidir. İstanbul’un tarihi kültürel mirasıyla ilgili tasarruflar oldubittiye getirilemez.

T24

Tarihi Karaköy Yolcu Salonu yıkmanın suç olduğu yıkılınca ortaya çıktı
26 Mart 2017



İstanbul 2 Numaralı Kültür Varlıkları Koruma Bölge Kurulu, Galataport projesi kapsamında tarihi Karaköy Yolcu Salonu ile Paket Postane’yi yıkanlar hakkında cumhuriyet savcılığına suç duyurusu yaptı.

Kurul önceki gün gündeminde daha önce onayladıkları proje ile uygulama arasında aykırılıklar tespit etti. 2863 sayılı yasanın 65. maddesi uyarınca sorumlular hakkında ceza verilmesini istedi. Bu madde 2 ila 5 yıl hapis cezası öngörüyor.
Karaköy Yolcu Salonu 1940’lı yıllarda inşa edilmiş, 2002 yılında “korunması gerekli kültür varlığı” olarak tescil edilmişti. 5 Mart 2015 tarihinde ise Koruma Kurulu binayı anıt eser statüsüne alarak “koruma grubu 1” olarak tescilledi. Aynı kararla anıt eser statüsüne alınan ‘Eski Paket Postahanesi’ ise 1892’de başlayan Galata Rıhtım inşaatı sürecinde, 1907-1911 yılları arasında Gümrük Binası olarak inşa edildi. Ancak, Galataport projesini yürüten Salıpazarı Liman İşletmeciliği A.Ş Karaköy Yolcu Salonu ve tarihi Postane binasını yıkmış tescilli yapıların yıkılması kamuoyunda tartışmaya neden olmuştu.

UZMAN RAPORLARI İHLAL VAR DİYOR

Koruma Kurulu geçtiğimiz hafta dört uzmanını inşaat şantiyesine gönderdi. Uzmanlar çalışmaların, kurul tarafından 2015 yılında onaylanan proje kapsamına uygun olup olmadığını denetledi. Başta tarihi postane olmak üzere birçok tescilli yapının yıkıldığı ve projeye aykırı uygulamalar olduğu tespit edildi. İstanbul Büyükşehir Belediyesi uzmanlarının da projeye aykırı uygulamaları tespit ettiği görüldü. Koruma Kurulu üyeleri raporlar doğrultusunda 2863 sayılı yasaya muhalefet ettiği, onaylı projeye aykırı uygulamalar olduğu gerekçesiyle sorumlular hakkında yasanın 65. maddesi uyarınca Cumhuriyet Savcılığı’na suç duyurusunda bulunulmasına karar verdi.

ŞİMDİ NE OLACAK?

Savcılık firmanın açıklamalarına ikna olmaz ise 2 yıldan 5 yıla kadar hapis istemiyle dava açabilecek. Diğer yandan aykırı uygulamalar giderilinceye, proje revize edilip kurulun istediği şekle bürününceye kadar inşai işlemler durduruldu. Galataport projesini uygulayıcı firma revize projeyi kurula sunacak. Kurul üyeleri ikna olursa yeni proje hayata geçirilecek.
Patronlar Dünyası

'İstanbul, korkunç ve vahşi bir rant kavgasına kurban edildi'
07 Haziran 2017



CHP İstanbul Milletvekili Selina Doğan ‘’İstanbul, korkunç ve vahşi bir rant kavgasına kurban edildi. Beyoğlu ve İstiklal caddesi ise, rüküş ve bayağı bir yer haline getirildi. Emek, Alkazar ve Sinepop tarihe karıştı, tiyatrolar yok edildi. Beyoğlu’nda sanat öldü. Artık Körfez ülkelerinden saç ektirmeye gelenlerin ucuz tişört aldığı yer oldu. Kültür, sanat, eğlence yerini fuhuş ve uyuşturucu mafyasına terk etti ‘’ dedi.

TBMM’de bir açıklama yapan Doğan, “İstanbul’un tüm özellikleri bünyesinde barındıran çok özel bir şehir ancak ne yazık ki son yıllarda korkunç, vahşi bir rant kavgasına kurban edilmiş durumda. Bunun en somut örneğini de Beyoğlu'nda ve özelde de İstiklal Caddesi'nde görüyoruz” diye konuştu ve şunları söyledi:

”ETKİNLİKLERLE ÜNLÜYDÜ”

”Beyoğlu 27 konsolosluk, kültür merkezleri, yabancı kolejler, azınlık okulları, tiyatrolar, opera salonları gibi, karakteristik özelliğini veren pek çok etkinlikle ünlü bir semtti. Büyük kitapevlerine, tiyatrolara ev sahipliği yapmıştı ancak ne yazık ki kasıtlı ve bilinçli olarak Beyoğlu tüm bu özelliklerinden arındırılmak isteniyor. Yakın geçmişin bu yaşam merkezi ne yazık ki ucuz alışveriş merkezine dönüştürülmek isteniyor. Bu kasıtlı değişim 2004 yılında başladı. Ruhsat işi kaymakamlıklardan alınıp belediyelere verilince iş yeri sayısı katlanarak arttı. 2005’de İstanbul Büyükşehir Belediyesi ile Beyoğlu Belediyesi caddedeki ağaçları söküp yerine Çin graniti döşedi. Sonra onları da söküp bu sefer Türk taşı döşemeye karar verdi. Kamu kaynakları böyle hoyratça harcanırken, caddeye gelen ziyaretçilerin sayısı ciddi anlamda düştü.

İstiklal Caddesi'nin ortasına hançer gibi saplanan AVM dikildi. Sakil, rüküş ve bayağı bir semt hâline getirildi. Emek, Alkazar ve Sinepop gibi sinemalar tarihe karıştı. Atatürk Kültür Merkezi, Muammer Karaca Tiyatrosu ve Devlet Tiyatroları, Aziz Nesin Tiyatrosu kapandı. İnci Profiterol kapandı, Kelebek Korse taşınmak zorunda kaldı ve Beyoğlu'nda sanat öldü. İstiklal Caddesi şimdi Körfez ülkelerinden saç ektirmeye gelenlerin ucuz tişört aldıkları yer oldu. Taksim meydanına beton döküldü. Postmodern, yağmacı, rantçı bir talan kültürü yarattınız. Adı özgürlükten geliyor diye İstiklal Caddesi'ni de tahrip ettiniz”

Yurt Gazetesi

Çapa'da 'Tıp Fakültesi taşınmasın' iftarı
22.06.2017



Çapa'da 'Tıp Fakültesi taşınmasın' iftarı
Çapa'da bulunan İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi çalışanları, hastanenin karşısındaki kaldırım üzerine kurulan iftar sofrasında bir araya geldi. Hastane çalışanları ve çevredeki esnaf, uzun yıllardır burada bulunan binanın taşınmasını istemediklerini, hastanenin yerinde yapılandırılmasını istedi.

Çapa İşadamları Derneği'nin düzenlediği iftarda hastane çalışanları ile öğrenciler ve çevredeki esnaf, bir araya geldi. Hastanenin karşısındaki kaldırımda kurulan iftar sofrasına yaklaşık 200 kişi katıldı. Hastane çalışanları, doktorlar ve çevredeki esnaf, iftar öncesi gazetecilere İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi'nin buradan taşınmasını istemedikleri mesajını verdi.

“Taş yerinde ağırdır"

İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Yavuz Dizdar, uzun yıllardır hastanede görev yaptığını belirterek, "Biz en az 100 yıldır buradayız. Hastanemizle, esnafımızla, öğrencilerimizle bir bütünüz. Bu bütünlüğümüzü de Ramazan vesilesiyle bir kez daha dile getirmek adına bu sofrayı kurduk. Çapa'nın taşınması söz konusu olmayacaktır. Çapa, Çapa'da Çapa'dır. Taş yerinde ağırdır, hep böyle denilmiştir. Vatandaş Çapa'yı bilir. Buradaki binaları islerlerse yenilesinler, istemezlerse yenilemezler. Biz zaten böyle hizmet vermeye alışmışız. 5 yıldızlı yapsanız bu kaliteyi alamazsınız" dedi.

"Yerinde yapılandırılsın"

İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Dahiliye mütehassısı Dr.Kerim Özcan ise, “40 senedir burada(hastanede görevliyim). Hastanenin taşınmasını hiç istemiyorum" diye konuştu. Öte yandan, İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi öğrencileri de hastanenin taşınmasını istemediklerini belirterek, yerinde yapılandırılmasını istedi.

"Hastanenin taşınmasını istemiyoruz"

İftar programını düzenleyen Çapa İşadamları Derneği Başkanı Timerkan Altuğ, söz konusu hastanenin 400 yıllık olduğunu ve burada çalışanların, çevredekilerle bütünleştiğini ve hastanenin taşınmasını istemediklerini belirtti.

Cumhurbaşkanı duyurmuştu

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, geçtiğimiz ay katıldığı bir programda yaptığı açıklamada, söz konusu hastanenin 4 yıl içinde Hasdal'daki yeni yerine taşınacağını duyurmuştu.

İstanbul iftar hastane esnaf Cumhurbaşkanı ramazan vatandaş Recep Tayyip Erdoğan
Birgün

Büyükçekmece Belediye Başkanı : İstanbul'u siyasiler mahvetti
18.07.2017



Büyükçekmece Belediye Başkanı Dr. Hasan Akgün, 18. Uluslararası Büyükçekmece Kültür ve Sanat Festivali için Taksim’de düzenlenen basın lansmanında, sel baskınlarını değerlendirdi.

Akgün kentin rant kapısına dönüştürülmesinin felaketleri de beraberinde getirdiğine dikkat çekerek; “Her yere gökdelenler yapılarak, dere yatakları imara açılarak İstanbul’u siyasiler mahvetti” ifadelerini kullandı. Temmuz 1977'de de benzer bir sel baskınının yaşandığını belirterek o dönemde Yenikapı bölgesinde arabaların sular altında kaldığını söyledi.

Akgün 1977'de yaşanan sel baskınında Merter sahil yolunda boğulma tehlikesi yaşadığını hatırlatarak; “Şimdi yıl 2017, yine Yenikapı köprüsünün altında araçlar sular altında kalmış, Merter’de yine aynı şekilde yağmur suları araçların üzerine çıkmış. Sahil yolu durmuş millet gidemiyor. Aklı kullandığınız zaman denizin 15 metre yanında millet suya gömülmez. Altyapıyı beceremiyoruz. Şehirlerin sadece süslenmesi, püslenmesi ve sağa sola çiçekler dikmek şehir altyapısı değildir. Karda, kışta, yağmura ve büyük afetlerde dünya şehircilik bilimine göre şehirlerimizi hazırlarsanız bu tip durumlarda rahat rahat sokağınızda caddenizde gezer işinize, evinize rahatlıkla gider gelirsiniz” dedi.

sel İstanbul belediye millet kültür basın sanat Taksim rant
birgün

Maçka Parkı'na çökmüşler, çayı 8 TL'ye veriyorlar
27 Temmuz 2017



Maçka Parkı’ndaki kafelerde çay 8, kahve 15, sandviç 32 lira. İstanbullulardan aldığımız şikâyetler üzerine parkları mercek altına aldık. En çok şikâyet gelen parklardan Maçka Parkı’nda 2 kaferestoran, 2 çay bahçesi var.

Megakent’te dört bir yanımız beton yığınlarıyla çevrili. Nefes alabileceğimiz, yürüyüş yapabileceğimiz, doğayla baş başa kalabileceğimiz yeşil alanların, ormanların sayısı çok ama çok yetersiz. Koskoca kentte kişi başına düşen yeşil alan miktarı 1 metrekareye kadar düşmüş durumda.
Hal böyleyken bir de var olan yeşil alanların, parkların metro, füniküler, tünel gibi projelere feda edilmesi söz konusu ki son birkaç gündür bu konuyu gündemde tutuyoruz.

ŞİKÂYET YAĞIYOR

Aşiyan Parkı’nın Hisarüstü-Aşiyan füniküler inşaatı için kapatılmasıyla başlayan tartışmayı manşete taşıyıp ardından da öteki Aşiyanları kamuoyunun dikkatine sunduk. Göztepe Fındıklı ve Maçka parklarının da çeşitli projelerle adım adım küçüldüğünü ortaya koyduk.
İstanbullulardan aldığımız şikâyetler gösterdi ki kentin son yeşil alanlarında, parklarında bir önemli sorun daha var. Elimizde kalan bu son parklar da kafe, büfe, restoran adı altındaki işletmelerce daraltılıyor, işgal ediliyor.
Üstelik sundukları yiyecekler bakımından da kafalarda soru işaretleri bırakan, denetlenip denetlenmedikleri konusunda endişe uyandıran bu işletmeler, fiyat tarifeleriyle de Bodrum, Çeşme beach’lerini aratmıyor.

Örneğin Maçka Parkı’ndaki kafelerde çay 8, kahve 15, sandviç 32 lira. İstanbullulardan aldığımız şikâyetler üzerine parkları mercek altına aldık. En çok şikâyet gelen parklardan Maçka Parkı’nda 2 kaferestoran, 2 çay bahçesi var.

Geniş bir alanı kaplayan bu işletmelerin yanı sıra şu anda atıl durumda olan birkaç kafenin metruk yapıları da var. Şu anda hizmet veren 3 işletmenin bazılarının durumu da bu metruk yapılardan farklı değil.
Örneğin fiyatlarıyla dudak uçuklatan bir kafenin arka tarafı kelimenin tam anlamıyla mezbeleliğe dönüşmüş durumda.

İBB’YE SORDUK YANIT ALAMADIK

İstanbullular, Maçka Demokrasi Parkı’nda bulunan kafe, çay bahçesi ve restoran gibi işletmelerin mutfak hijyeninin denetlenip denetlenmediğini, masa sandalye işgalinin ve fiyat tarifesinin kontrol edilip edilmediğini merak ediyor.

Gazete Habertürk'ten Can Mete bu soruları, parkın bağlı olduğu İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne yöneltti. İşletmeciler, belediye tarafından denetlendiklerini söyledi fakat İBB yetkilileri, ‘Denetleme ne sıklıkla yapılıyor? Kontroller sonucunda yaptırım uygulandı mı? Kontratlar ne sıklıkla güncelleniyor?’ gibi sorula yanıt vermedi.

ÖNDE ÇAY 8 TL’YE ARKASI MEZBELE

Burası, fiyat tarifesiyle güney sahillerindeki havalı beach’lere taş çıkaran kafenin arka kısmı. Pejmürdelik, dağınıklık, hijyenden yoksunluk had safhada. Parkta yürüyüşe çıkanlar bu iç acıtan mezbelelik manzaralarına maruz kalıyor.

YÜRÜYÜŞ YOLUNDA BARAKALAR
Burası da Maçka Demokrasi Parkı’nın Açelya Sokak tarafındaki girişi. Burada sıra sıra, derme çatma yapılar bulunuyor. Uzun zamandır kullanılmayan, metruk haldeki 2 katlı binalar daha önce kafe olarak hizmet veriyordu. Fakat uzunca bir süredir atıl halde. Yıkıldı yıkılacak halleriyle tepki toplayan bu barakalar, her gün parka yürüyüş yapmak için gelen İstanbulluların tepkisini çekiyor.

Yürüyüş yaparken yolu bu barakaların önüne düşen vatandaşlar, gördükleri manzaradan çok rahatsız. Bu metruklara niye müdahale edilmediği merak konusu. Bu barakaların hemen yanında ise açıkta duran doğalgaz sayacı ve vanaları bulunuyor. Parkın bu bölümünde nereye baksanız bir özensizlik, bir tedbirsizlik göze çarpıyor. Metruk binaların geceleri ise güvenlik zafiyeti oluşturması kaçınılmaz...

KAFE İŞLETMECİLERİ: ‘ÇIK’ DEDİLER AMA...

Maçka Demokrasi Parkı’nda bulunan işletmelerin sahipleri, yaklaşık üç yıldır mekânlarını kapatma korkusu yaşadıklarını anlatıyor. 2015 yılında Dolmabahçe-Levazım tünel inşaatı için kendilerine dükkânlarını boşaltmalarına dair bir yazı geldiğini belirten işletmeciler, bu konunun açıklığa kavuşturulmasını isteyerek şunları söyledi:
“Önce çıkmamızı söyleyen bir belge geldi. Daha sonra çıkmanıza gerek yok dendi. Burada her kesimden insana hizmet veriyoruz. Yıllardan beridir işlettiğimiz kafemizde diken üstündeyiz. Akıbetimiz belli değil.”
Etiketler:
Maçka Parkı İstanbullular Maçka Demokrasi Parkı

Patronlar Dünyası

İstanbul’un 400 deresi akıyordu kurutuldu!
Özlem GÜVEMLİ
29 Temmuz 2017

Tekin, sel felaketinde hiçbir sorumluluk almayan yetkililere tepki gösterdi ve ekledi: Yöneticiler şehre ihanet içindeler. Hemen soruşturma açılmalı

CHP İstanbul Milletvekili Gürsel Tekin, ardı ardına yaşanan sel felaketiyle ilgili çarpıcı değerlendirmeler yaptı.
Yaşananlardan hiçbir sorumluluk almayan yöneticilere tepki gösteren Tekin, “Bu hem doğal bir felaket hem de yönetimsel bir felaket. 15 Temmuz'da darbeciler ülkeye ne kadar ihanet ettiyse 18 Temmuz'da, 27 Temmuz'da görevi başında olan İstanbul'un yöneticileri de bu şehre o kadar ihanet etmiştir. Şehre ihanet içinde olanlar soruşturulmalı ve yargılanmalılar” dedi.
Sorumluluğu iklim değişikliğinin üzerine atarak bu sorununun içinden çıkmanın mümkün olmadığına dikkat çeken Tekin “Sorumlular yargılanmazsa bugün yaşadığımız felaketin daha ağırını yakın tarihimizde tekrar yaşayabiliriz. Yüzlerce deprem toplanma alanının kimlere peşkeş çekildiğini soruşturmayacak mıyız? Bu derelerin kimlere peşkeş çekildiğini soruşturmayacak mıyız? Sadece doğal felakete mi bağlayacağız? Mutlaka bir soruşturma açılmalı” diye konuştu.

“HERKES HESAP VERSİN”

Yaşanan sel felaketlerinin başlıca nedeninin dere yataklarının yapılaşmaya açılmış olduğuna vurgu yapan Tekin şöyle devam etti: “İzmir ile ilgili sorun olduğunda her gün medya Aziz Beyi haber yapıyor. Bu son derece doğaldır eksiklik varsa herkes hesabını vermeli. Ama İstanbul'un bir yöneticisi yok mu? Bu işin sorumluluğu iklim değişikliğine bağlandı. Dünyanın neresine gitseniz derelerin işlevi yağmurda yaşanacak sorunları asgari düzeye indirmektir. İstanbul'da kaç dere var? İrili ufaklı 400'ün üzerinde dere vardı. Ayamama, Kurbağalıdere… Bunlar akar derelerdi. Şu anda bakar dereler oldu kurudular. Niye? Çünkü dere yataklarının üzerinden yol geçti, bina ile dolduruldu. Yağmur toprakla buluşamıyor. İstanbul'un derelerine ne oldu, kim yuttu bu dereleri? Derelerin nerede olduğunu görmek istiyorsanız her yağmurda sel felaketlerinin yaşandığı noktalara bakın işte dereler orada…”

“TEK SORUMLU ŞOFÖR!”

Gürsel Tekin, 2009 yılında İstanbul'da meydana gelen ve 31 kişinin hayatını kaybettiği sel felaketinin merkezindeki Ayamama Deresi'ndeki soruşturma sürecini de anlattı. Açılan soruşturmayı bir siyasetçi olarak sonuna kadar takip ettiğini belirten Tekin “Soruşturmada kim ceza aldı? İçindeki işçilerin öldüğü servis aracının gariban şoförü sadece ceza aldı. Burada yaşadığıma utanıyorum” dedi.

Tekin, Ayamama Deresi'ndeki facia ile ilgili bağımsız bir bilirkişi raporu hazırlansa en az 20 kamu yöneticisinin ceza alacağını vurguladı.

“FETÖ OKULLARI VARDI”

CHP'li vekil, Recep Tayyip Erdoğan'ın İBB Başkanı olduğu dönemdeki planlar ile Kadir Topbaş dönemindeki planlar karşılaştırıldığında kaç derenin toprak döküm alanı olduğunun, kaç derenin imar uygulamalarından dolayı yatağının değiştirildiğinin görüleceğini söyledi. Tekin şöyle konuştu: “İşte o zaman Ayamama Deresi'ndeki selin nedenini de anlarsınız. Ayamama güzergahında el koydukları FETÖ okulları var. Bizim bütün itirazlarımıza rağmen yaptılar, bunlarla ilgili bir soruşturma yok. Bu şekilde FETÖ ile hesaplaşıyormuş gibi yaparsınız.”

‘BAKAN SÖYLEDİ HİÇBİR SAVCI DAVA AÇMADI'

Gürsel Tekin, 2011'de İstanbul'daki rantın haritasını açıkladığını hatırlattı. Tekin şöyle konuştu: “100 milyar dolar rant var dedim. Kimse dinlemedi. Çevre ve Şehircilik Bakanı geçtiğimiz aylarda ‘Ankara ve İstanbul'da imar hırsızlığı var' dedi. Bakanın bu ifadesi araştırmaya değer bir iş değil mi? Hiçbir savcı bir soruşturma açmaz mı? Bir ülkeyi yöneten bir bakan, ‘İstanbul'da Ankara'da imar hırsızlığı var' diyorsa savcının resen dava açması gerek.”

‘BETON LOBİSİ İSTANBUL'U ESİR ALDI'

İstanbul'un kimliksiz bir kent haline getirildiğini vurgulayan Tekin, bu durumdan cumhurbaşkanından başbakana, bakanlardan, bilim insanlarına kadar her kesimin rahatsız olduğunu söyledi. Hiç kimsenin beton lobisine gücünün yetmediğine dikkat çeken Tekin “Beton lobisi hepimizi esir aldı. İstanbul'un boğazı sıkıldı nefesi kesildi. OHAL savcıların gücünün yetmediği tek şey beton lobisi oldu” dedi.
Sözcü

Bakan Özhaseki: Şehirlerimizin canına okumuşuz
26 Ekim 2017

Çevre ve Şehircilik Bakanı Özhaseki'den belediye başkanlarına: En büyük şehirlerde 100 katlı gökdelen yanında bir baraka, yanında sanayi. Bilinçsizlikle şehirlerimizin canına okumuşuz.

Çevre ve Şehircilik Bakanı Mehmet Özhaseki, 1999 depreminden önce yapılan 15 milyon civarındaki riskli binanın 15 yıl içinde dönüştürülmesi gerektiğini kaydederek, belediye başkanlarına çağrıda bulundu. Bakan Özhaseki, “Birçok belediye başkanı dışarıda çiçek böcek, sanat
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Çrş Ksm 08, 2017 11:09 pm tarihinde değiştirildi, toplam 5 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Pts Tem 31, 2017 11:48 pm    Mesaj konusu: "Şehirlerimiz çirkinleşiyor" Alıntıyla Cevap Gönder

Vicdansızlar susarken vicdanı olan konuşuyor: "Şehirlerimiz çirkinleşiyor"
31 Temmuz 2017



Yeni Şafak yazarı ve AKP Ankara Milletvekili Aydın Ünal, Batılıların çocukların, yaşlıların, engellilerin güvenle ve rahat hareket edebilecekleri şehirler inşa ettiğini ve tarihi muhafaza ettiklerini belirterek "Haydi cesaret edip soralım: Üzerine ağıtlar yaktığımız Kudüs, son 1 asırdır Müslümanların elinde olsaydı, şehirdeki tarih böyle muhafaza edilebilir miydi? Mekke’nin bugünkü haline bakın, cevabınızı öyle verin" dedi.

Aydın Ünal'ın "Şehirlerimiz çirkinleşiyor" başlığıyla yayımlanan (31 Temmuz 2017) yazısı şöyle:

Batılıların güzel şehirleri var. Londra, Nev York, Vaşington, Paris, Viyana, Roma ve diğer nice Batı şehrine gıptayla bakıyor, iç geçiriyoruz. Tarihi eserleri muntazaman muhafaza ediyorlar. Şehirlerin içine park yapmıyor, adeta parkların içine şehir yapıyorlar. Çocukların, yaşlıların, engellilerin güvenle ve rahat hareket edebilecekleri şehirler inşa ediyorlar.

Yollar, kaldırımlar, tabelalar, binalar insanı, gözü, ruhu yormuyor.

Batı medeniyetinin olduğu gibi Batı şehirlerinin de temelinde Latin Amerika,

Afrika ve Orta Doğu’nun kanı var. Başka dünyalardan, kan akıtarak sömürdükleri zenginliklerle güzel şehirler inşa ettiler. Ama bu kadar mı? Mesele sadece para mı?

Mesele sadece para olsaydı, son derece zengin Arap ülkelerinde de güzel şehirler olurdu, ama yok.

Haydi cesaret edip soralım: Üzerine ağıtlar yaktığımız Kudüs, son 1 asırdır Müslümanların elinde olsaydı, şehirdeki tarih böyle muhafaza edilebilir miydi?

Mekke’nin bugünkü haline bakın, cevabınızı öyle verin. Mekke Kabe’nin etrafına inşa edilmişti; şimdi ise “şu Kabe olmasa 3 gökdelen daha dikerdik” der gibi küçük bir “ayrıntı”olarak kaldı Kabe.

Şehir, insan yapısı olduğu kadar, insanı da “taş ile toprak arasında” inşa eder.

Çirkin şehirler, çirkin nesiller yetiştirir; çirkin nesiller ise şehirleri daha da çirkinleştirir.

Şehirlerimiz, yeni bir medeniyet inşa edecek muhayyileden, yeni bir medeniyeti kuracak nesiller yetiştirmekten gittikçe uzaklaşıyor.

Olur olmadık yerlerden ucube binalar yükseliyor. Rant odaklı planlarla, plan tadilatlarıyla, imar düzenlemeleriyle şehirlerimiz vahşice katlediliyor. Gecekondular yıkılıyor, yerine çok katlı gecekondular

dikiliyor. Yollar eziyete, kaldırımlar işkenceye dönüşüyor. Karmaşa, keşmekeş, gürültü, çukur, trafik, korna, toz ve duman arasında şehir gittikçe sıkan, boğan bir cendere oluyor.

Rant bir türlü doymuyor. Toprağı yutma

iştihası bir türlü son bulmuyor.

Osmanlı, Selçuklu eserlerinin hemen yanında çirkin binalar, rant alanları yapılmış. Tarihi eserler, rantın önündeki en büyük engele dönüşmüş. Çoğu şehrimizde türbelerin, kalelerin, hatta camilerin taşları gecekonduların inşasında kullanılmış.

Belediye başkanlarımız çokça yurt dışına temaslarda bulunmaya giderler. Gitsinler. Son derece gerekli. Ancak, Londra’da Hyde Park’a, Paris’te Lüksemburg Bahçeleri’ne, ya da Nev York’ta Central Park’a giden belediye başkanlarımız acaba ne düşünürler? Şehrin ortasındaki devasa parklara, yeşil alanlara bakıp, “buraya ne güzel AVM yaparım” mı derler, yoksa “bizim niye böyle parklarımız yok” diye hayıflanırlar mı?

Şehirler, sahiplerinin aynı zamanda Amel Defterleri’dir. Güzel şehir de çirkin şehir de, öldükten sonra bile insanın, insanlığın arkasından gelir.

3 kuruş dünyalık için milimetrekareyi bile ranta çevirip şehri cehennemleştiren, hak yiyen, hukuk çiğneyen, muhtemeldir ki cehennem ateşinden kurtulamaz.

Bize en başta, paraya, ranta tapan değil; Allah’a iman eden, şehir inşa etmenin insan ve medeniyet inşa etmek olduğu sorumluluğunu müdrik mimarlar, mühendisler, şehir planlamacıları, müteahhitler ve böyle belediye başkanları lazım.

Evinin önünü, sokağını, mahallesini güzelleştiremeyen insan, dünyayı hiç güzelleştiremez.

Filistin’in ya da Kudüs’ün toprağını sloganlaştırırken, şehirlerimizde yağmurun akacağı toprak bırakmadık. Kendimizi, şehirlerimizi kurtarabilsek, Filistin de kurtulur, Kudüs de...

T24

[size=24“AKP'li Gaziosmanpaşa Belediyesi restore edeceğiz diye yıktığı caminin yerine rezidans yaptı"][/size]
31 Temmuz 2017



CHP İzmir Milletvekili Tuncay Özkan sosyal medya hesabından çok tartışılacak bir paylaşımda bulundu.

Fotoğraflarda AKP'li Gaziosmanpaşa Belediyesi'nin yıktıları caminin yerine rezidans yaptığı görülüyor.

CHP İzmir Milletvekili Tuncay Özkan sosyal medya hesabından çok tartışılacak bir paylaşımda bulundu.
Özkan’ın paylaştığı fotoğraflar arasında İstanbul’un Gaziosmanpaşa ilçesinde yer alan bir cami ve caminin yıkımından sonra çekilen inşaat fotoğrafları yer alıyor.
Fotoğraflarda AKP'li Gaziosmanpaşa Belediyesi'nin yıktıları caminin yerine rezidans yaptığı görülüyor.

Tuncay Özkan paylaşımına şu notu düştü:

“AKP'li Gaziosmanpaşa Belediyesi restore edeceğiz diye yıktığı caminin yerine rezidans yaptı! Doymazsınız! Camileri sizden koruyacağız!”

Etiketler:
CHP İzmir Milletvekili Tuncay Özkan AKPli Gaziosmanpaşa Belediyesi
Patronlar Dünyası

SEYAHAT NOTLARI / Suat KURSAT
23 Ağustos 2017



Seyahat Notları 1 -Karadeniz Çırpınıyor!-

Boyun bükerek kabul ettiğimiz dayatılmış yaşam tarzından bir kaç gün olsa dahi uzaklaşarak yıldızlara bakıp tefekkür edebileceğimiz, hırçın dalgaları ile getirdiğimiz selâmı alan, ismi ile müsemma, gecenin karanlığında bir anda esen rüzgâr, şimşek ve gök gürültüsü eşliğinde aniden değişen havası ile Karadeniz.

İlmek ilmek örülmüş dağ yolları, uçsuz bucaksız arazilerde yöre halkının geçim kaynağı fındıklıklar, bir yanda Melen öbür yanda bir türlü ayağa kalkamayan Sakarya!

Dün parya muamelesi gördüğünü söyleyenlerin bugün parya muamelesi yaptığı yöre halkı, fındık fiyatları nedeni ile, “bu iş artık yapılmaz” diyecek kıvama getirilip, topraktan koparılıp, küstürülüp ve belki bir kısmının büyük şehirlere göç ederek yeni açılacak Cola fabrikalarında efendilerin arzu ettiği gibi yaşamaya zorlanarak, “öz yurdunda garip öz vatanında parya” yapılmaya çalışıldığı için Karadeniz’den değil, cüzdanları ve vicdanları kararmışlardan bunalmış!

Fındık dışında yapılan diğer tarım faaliyetleri zamanla yok olmuş, ürettiğinin ve emeğinin karşılığını alamayan çiftçi buğday ekmez olmuş, birçok Anadolu çiftçisi gibi gemicikler ve tırcıklar ile gelen Rus buğdayına mağlup olmuş. Belki de yarın dünya fındık üretiminin % 70’ini yapan Anadolu, İtalya, ABD fındığına mağlup edilmek isteniyor!

Karadeniz çırpınıyor, lâkin bayrağa bakıp değil, ahalinin hâline bakıp, toprağa bakıp, Anadolu’ya bakıp “Afrikalılaştırılıyorsun” diyerek feveran halinde çırpınıyor!

Seyahat Notları 2- “Sana mı düştü bu ağır yük?”-

İstanbul, kim bilir kaç Kays’ı Mecnun’a çeviren Leylâ’sın! Kimi için, “Sade bir semtini sevmek bile bir ömre değer”. Kimi ise “gözleri kapalı” dinler seni. Bazen kaybedilmiş mânânın bulunacağı yersin, bazen “kurşun kubbeler şehrisin” dudaklarında Mecnun’larının. Bazen sitem, bazen özlemsin âşıklarına.

Şimdi nice Mecnun’u dile getiren İstanbul, kendisine dayatılan kargaşaya mağluptur. “Bugün İstanbul’u içinde bulunduğu kargaşadan çıkarmanın tek yolu, toplumsal bir mutabakat ile bu plânlarla verilen hakların sağladığı servet transferlerine son vermektir” diyor Turgut Cansever. Evet, İstanbul’u mağlup eden “Servet Sahipleri” yalnız İstanbul’u mağlup etmiyor!

Uçsuz bucaksız fındık arazilerine gözüm ve gönlüm dalmış, bir servet sahiplerine mağlup olan İstanbul’u bir de mağlup olmamak için direnen Karadeniz ile kucaklaşmış bu bereketli toprakları düşünürken bir ses beni bu rüyadan uyandırdı; “işte şurası da Melen üzerine kurulan baraj, hani İstanbul’un su sorununu halletmek için. “İstanbul’da su sorunu yoktur, zihniyet sorunu vardır!”

Birçok köy ve fındıklık baraj suyunun altında kalacağı için istimlâk edilmiş. Bir ürperti sardı beni ve sordum: “Evi ve arazisi elinden alınan köylü ne yapıyor?” diye. Bendeki ürpertiyi kat be kat artıran bir cevap, “Bir kısmı civar köylerde ev bark alıp bildiği işe yani fındık yetiştirmeye devam ediyor. Bir kısmı da büyük şehirlere göç ediyor. Bölgede kalanlar ile göç edenlerin oranını sorduğumda, “% 70’i göç ediyor” denildi. Ne kadar acı ki bu göç eden insanlar yılların emeğini götürüp İstanbul’u mahveden servet sahiplerinin apartmanlarından bir daire alabilmek için ellerine veriyor ve sonra…

İstanbullu musluğundan akanın dram olduğunu, yok edilmiş hayatların suyunu içtiğini/içeceğini bilmeli. Milyonlarca İstanbullunun yükünü köylerin, fındıklıkların omuzladığını bilmeli. Yoksa milyonlarca “dolar” kazanmak için milyonlarca insanı köleleştiren servet sahiplerinin yükü mü deseydim? Bu yük bu insanlara ağır gelir!

Seyahat Notları 3 -Işık Doğudan Gelirdi Ufkumuza!-

Ne bir masal ne de bir efsane. İlk insanın yasak meyveyi yediği yer mi yoksa inip örtündüğü yer mi? Bir tarafta Çam Dağı’nın başı dumanlı dorukları, diğer tarafta hırçın dalgalarla kıyıları döven Karadeniz. Geride bıraktığım şehrin keşmekeşinden çok uzak bir ahengin parçaları. Gözünle gördüğün her şey bir şiirin mısraları gibi ard arda dizilmiş bestelenmeyi bekliyor.

İstanbul daha çok İrem şehrini andırıyor. Görkemli sütunların yerini gökdelenler, rezidanslar, alış veriş merkezleri ve şımartan zenginliğin gettoları almış. İstanbul şiirsel ahengini yitireli kaç zaman oldu? Şimdi yalnız köleler ve efendiler var. Köleler, vaadedilen hayatı yaşamak için duvarlara tırmanan, duvarları aşmak için birbirini ezmeyi “erdem” sayan köleler. “İnsanı insandan ayıran duvarlar yıkılmadıkça ferdin bir sınıftan ötekine atlaması neye yarar?” diye soruyor Cemil Meriç. Köleler duvar yıkamaz, etten ve kemikten duvarların tuğlaları köleler!

Ben kölelikten kaçtım özünü yitirmemiş bereketli topraklara, bir kaç gün olsa dahi yıldızlara bakıp tefekkür edip hürriyeti tatmak için. Bir yığından, kalabalıktan insanlığa hicret ettim!

İnsanları yığın haline getiren, köleleştiren düzenin eli değmemiştir dedim bu bâkir topraklara. Dağlarda, köylerde, fındıklıklarda motor üstünde hür yaşayan insanlara imrendim. Sonra birden, “Masal deyip geçmeyelim. İnsan, kaba kuvvetin hükümran olduğu bir devirde hayata katlanmak için bambaşka bir dünyanın varlığına inanmak zorundadır.” kaabilinden inanmak istediğim dünyadan bambaşka, kaçtığım keşmekeşin bir parçasını anlatan ses tokat gibi indi yüreğime, “fındıklıklarda çalışan işçiler Doğu’dan gelir. Buralardan gelene pilav versen pirinci beğenmez. Doğulu bir domates bir ekmekle yetinir. Ailecek gelir, çadırını kurar ya da barakada kalır. Bizim için böylesi daha iyi!”

Meğer İstanbul’u keşmekeşe çeviren akılsızlık hâli bu topraklara da uğramış. Efendiler yalnız İstanbul’u mağlup etmemiş. Burada da duvarlar inşâ edilmiş etten ve kemikten.

“Kendini yığın hâline getiren bir millet payidar olamaz. Tek kaygısı para olan bir yığın yasayamaz.” Meğer bütün direnç noktalarımız kırılmış, düzene direnmek yerine düzenin birer parçaları hâline gelmişiz. Işık Doğu’dan gelirdi ufkumuza, kaygılarımız değiştikçe ufkumuzu yitirmişiz!

Kaynak: Adımlar Dergisi

"Kadir Topbaş İstanbul'a 'abilik' değil 'üvey kardeş' muamelesi yaptı"
27 Eylül 2017



"Topbaş'ın istifasından mağduriyet yaratmak doğru değil"


Hürriyet yazarı Yalçın Bayer, 13 yıldır sürdürdüğü İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanlığı'ndan istifa eden Kadir Topbaş ile ilgili olarak "İstanbul’a abilik değil ‘üvey kardeş’ muamelesi yaptı" dedi.

Yalçın Bayer'in "Kadir Topbaş’ın bilançosu" başlığıyla yayımlanan (27 Eylül 2017) yazısının ilgili bölümü şöyle:

Kadir Topbaş’ın ‘istifası’ndan bir mağduriyet yaratmak doğru mudur? Değildir. Nedeni de şudur:

Bu konuda kitap yazmak lazımdır. Ama önce şunu hatırlatalım: 5216 ve 5393 sayılı kanunlar ile büyükşehir belediyelerine ‘plan yapma yetkisi’ verildi. Kadir Topbaş bu yetkiyi yeşil alanları çoğaltmaya, bölge planları yapmaya, altyapıyı iyileştirmeye, trafiği çözme yönünde kullansaydı bugün İstanbul bu halde olmazdı.

CHP İBB/Kadıköy meclisinde, Hüseyin Sağ’ın en çok sorguladığı ve önerge verdiği kişi; Kadir Topbaş... Aslında bu bir rekor. (Ankara’da Melih Gökçek ise böyle sorgulamadan geçmiyor nedense...)

Sağ’dan, Topbaş’la ilgili bir bilanço istedik; dedi ki:

“Topbaş, 14 yılda imar ve bayındırlık komisyonuna yaklaşık 20 bine yakın dosya havale etti. Sonuç; İstanbul’da beton yığını siluet ortaya çıktı!

Tanık istenirse; vinçleri, taşan dereleri, kaldırımları, doldurulan sahilleri göstermek gerekiyor. Topbaş ortaya çıkan ‘davalara’ ve yağmalara karşı imar dosyalarından haberim yoktu diyemez. Belediye Yasası’na göre başkanın havale etmediği hiçbir konu belediye meclisinde görüşülemez. 20 bin dosyadan 7’sini veto etmiş kendisi. Bununla alkışı hak ediyor!...

- 2014-2017 yılları arasında verdiğim önerge sayısı 153 adet; cevabı verilen sayı 35... Dönem bitiyor hâlâ cevap yok. 2004-2017 arasında 41 suç duyurusu yaptım, 29 dava açtım; bunlardan bir kısmını diğer üye arkadaşımla yaptım. Kaybettiğim dava sayısı kazandıklarımdan daha çok; hâlâ süren davalarım var. Yaklaşık ulusal basında çoğu imar rantı ve bunlara bağlı suç duyuruları ve röportajlarımı içeren 800 yakın haberim yer buldu.”

- Kadir Topbaş, AKP’lilerin çok sevdiği sözcükle ‘kadim şehir’ İstanbul’a hesap vermek zorundadır. Vermesi de gerekiyor zaten. Her ne kadar Cumhurbaşkanı kendisini ‘gölgeliyor’ diye düşünse de hesabını bir gün mutlaka verecek. ‘İmar rantı’ diye bir şey varsa; bunun baş sorumlusunun kendisi olduğunu biliyor Topbaş...

- Çevre ve Şehircilik Bakanı Mehmet Özhaseki göreve geldiğinde, Kadir Topbaş’a isim vermeden bindirdi. “En büyük hırsızlıklar imardan geliyor” dedi. Ne yazık ki, bu söze tepki koyan hiçbir belediye başkanı ortaya çıkmadı.

Kadir Topbaş İstanbul’a abilik değil ‘üvey kardeş’ muamelesi yaptı.

Bir soru: Örneğin Paris Belediye Başkanı işadamları tarafından Kadir Topbaş’ın önemsendiği kadar dikkate alınır mı?

T24
ETİKETLER
İstanbul kadir topbaş abi kardeş üvey

Kuzey Ormanları Savunması, Kadir Topbaş’ı istifaya çağırdı
30 Temmuz 2017

Çevreci oluşum Kuzey Ormanları Savunması, İstanbul'da yaşanan sel ve dolu felaketinin ardından çarpık yapılaşma ve çevre katliamını protesto etmek üzere İstanbul Büyükşehir Belediyesi önünde toplandı. Çevreciler, düzensiz yapılaşmanın sorumlusu olan yetkililere "Asıl felaket sizsiniz" diye haykırdı. Grup, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş'ı da istifaya çağırdı.

Kuzey Ormanları Savunması, İstanbul’da son 15 günde meydana gelen aşırı yağış sonucu oluşan sel felaketinin meydana getirdiği olumsuzlukların sorumlusunun yöneticiler olduğunu savundu. İstanbul Büyükşehir Belediyesi önünde eylem yapan grup, “Asıl felaket sizsiniz istifa edin” yazılı pankart taşıyarak, “Topbaş elini İstanbul’dan çek” şeklinde sloganlar attı.

“…NE TATMİN EDİCİ BİR AÇIKLAMA NE DE BİR ÖZELEŞTİRİ YAPMIŞLARDIR”

Grup adına Deniz Yazlı ile Ersin Kiriş basın açıklamasını okudu. Açıklamada, “Altyapıları sağlam, afetlere karşı emniyetli ve insan odaklı kentleşmenin yerine, tepeden inme kararlarla emlak ve inşaat şirketlerinin arzu ve talepleri doğrultusunda şekillenmiş rant odaklı bir kentleşmeyle karşı karşıyayız. Nitekim, 20 milyona yakın insanın yaşadığı İstanbul, son iki haftada iki büyük fırtına ve peşinden gelen sel felaketleriyle sarsılmıştır. Başta İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş olmak üzere sorumlular, alay edercesine, halka, “tedbir almaları” gerektiğini söylemeleri dışında, sorumlular olarak kendilerinin ne gibi tedbirler aldıklarını, nasıl bir afet yönetimi izleyeceklerine dair iki kelam etmedikleri gibi her iki afetin ertesinde ne tatmin edici bir açıklama ne de bir özeleştiri yapmışlardır” denildi.

“VATANDAŞLAR KENDİ ÇABALARIYLA SEL SULARINDAN KURTULDULAR”

Vatandaşların kendi çabalarıyla sel sularından kurtuldukları ve sel felaketinde can kaybının yaşanmamasının bir mucize olduğu savunulan açıklamada, “Kentsel dönüşüm projeleriyle nüfusunu artırdıkları kentin altyapısını yenilemek yerine, işlevsiz projelerle vatandaşın cebinden milyarlarca dolar harcayan idareler, vatandaşları lağım sularında yüzdürmüş, sağlıklarını tehlikeye atmıştır” ifadeleri kullanıldı. “Asıl afet, sağlıklı altyapıyı kurmayan İstanbul Büyükşehir Belediyesi, hazırladığı üst ölçekli planlarla Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ile bilim dışı ulaşım projeleriyle yeni afet alanları yaratan Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı ile kuzey ormanlarında mega projelerle milyonlarca ağacın kesilmesini seyreden Orman ve Su İşleri Bakanlığı’dır” denilerek, bu kurumları yönetenlerin istifa etmelerinin gerektiği savunuldu.
Sözcü

Erdoğan: Bu şehre ihanet ettik ben de sorumluyum
21 Ekim 2017



Tayyip Erdoğan, Yıldız Teknik Üniversitesi'nde Uluslarası Şehir ve Sivil Toplum Kuruluşları Zirvesi'nde konuştu.. Erdoğan; "İstanbul müstesna bir şehir ama biz kıymetini bilemedik, ihanet ettik. Ben de bundan sorumluyum" ifadelerini kullandı.

AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Yıldız Teknik Üniversitesi'nde Uluslarası Şehir ve Sivil Toplum Kuruluşları Zirvesi'nde konuştu.. Erdoğan; "İstanbul müstesna bir şehir ama biz kıymetini bilemedik, ihanet ettik. Ben de bundan sorumluyum" ifadelerini kullandı.

Uluslararası Medeniyet Şurası'nda konuşan Erdoğan'ın konuşmasından satır başları şöyle:

'BİZ DE BU TUZAĞIN İÇİNE DÜŞTÜK'

Erdoğan, "Bir şehrin Batı ölçüsüne göre medeni sayılması için yollarda aydınlatma olması, sokaklarda çamur bulunmaması gibi görünür özelliklere bakılır, halbuki İslam'ın ölçüsüne göre bir şehrin medeniliğinin işareti, mesela kapı kilitlemeden dışarı çıkılabilmesi, ihtiyaç sahibi herkese el uzatılması, sokak hayvanlarına dahi şefkatle davranılması demektir. Bizim medeniyetimizde medenilik budur. Fakat bu tuzağın içine biz farklı şekilde düştük. 40 kat, 100 kat bu tür binaları yapmak sizi medeni yapmıyor ama biz de bu tuzağın içine düştük, onu da söyleyeyim" ifadelerini kullandı.

'İSTANBUL'A İHANET ETTİK BEN DE BUNDAN SORUMLUYUM'

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Yıldız Teknik Üniversitesi'nde Uluslarası Şehir ve Sivil Toplum Kuruluşları Zirvesi'nde şunları söyledi;

"Kadim şehirlerin en önemli güzelliği, ana karakterlerini kaybetmeden yeniyi bünyelerinde eritmesi, özlerinden katarak yeniden yoğurmasıdır. İstanbul bu açıdan gerçekten müstesna bir şehirdir. Ama biz bu şehrin kıymetini bilmedik, biz bu şehre ihanet ettik, hala da ihanet ediyoruz, ben de bundan sorumluyum.."
Cumhuriyet

Mimarlar Odası Başkanı: Cumhurbaşkanı, ‘Kanal İstanbul’u gündemden kaldırdık’ diye ilan etmeliydi
23.10.2017
Zafer Arapkirli



Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, “Biz bu şehre ihanet ettik, bundan ben de sorumluyum” açıklamasıyla ilgili Mimarlar Odası Başkanı Eyüp Muhcu, “Cumhurbaşkanı bunun yanında çok daha büyük çevre ve kent sorunlarına yol açabilecek ‘Kanal İstanbul’u gündemden kaldırdık’ diye ilan etmeliydi” ifadelerini kullandı.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, bir dönem belediye başkanlığını da yaptığı İstanbul'a ‘ihanet ettiğini' söyleyerek "Biz bu şehrin kıymetini bilmedik, biz bu şehre ihanet ettik, hala da ihanet ediyoruz, bundan ben de sorumluyum" dedi. Mimarlar Odası Başkanı Eyüp Muhcu, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın İstanbul itirafı ile ilgili Zafer Arapkirli ile Seyr-i Sabah'a değerlendirmelerde bulundu:

‘KAÇAK YAPILMADI, HEPSİ KILIFINA UYDURULARAK GERÇEKLEŞTİRİLDİ'

"Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan, İstanbul'daki bütün o yapılaşma kararlarının yanlış olduğunu ilan etmiş oluyor. Altyapı projeleri, kentsel dönüşüm kararları, plan kararları, yapılaşmalar, ayrıcalıklı imar izinlerinin hepsinin yanlış olduğunu bir şekilde ifade ediyor. Ancak bunlar yaklaşık çeyrek yüzyıl içerisinde yapıldı. Kaçak yapılmadı. Hepsi yasalara, kılıfına uydurularak gerçekleştirildi. Toplumun demokratik tepkileri yok sayılarak bütün bunlar yapıldı. Dolayısıyla hiçbir şey bilmeden yapılmadı. Bilerek yapıldı ve bunun arkasında ekonomik bir anlayışın yattığını vurgulamak gerek. İnşaat sektörü üzerinden sermaye birikim modeli bu geçen sürecin bir ekonomi-politika anlayışıdır.

Cumhurbaşkanı Erdoğan bu itirafı yaparken çok daha büyük çevre ve kent sorunlarına yol açabilecek ‘Kanal İstanbul'u gündemden kaldırdık' diye ilan etmeliydi. Kanal İstanbul projesinin, İstanbul'a getireceği sorunlar çok büyüktür. Çevre uzmanları, çevre bilimi insanları bir çevre felaketiyle karşı karşıya kalabileceğimiz konusunda bilimsel verilere dayalı uyarılar yapmaktadır."

‘BU NÜFUS İSTANBUL'UN KALDIRABİLECEĞİ BİR NÜFUS DEĞİL'

"90'lı senelerde yaklaşık 8 milyon olan İstanbul nüfusu bugün 15 milyonun üzerinde bir büyüklüğe ulaştı" diyen Muhcu, "Bu nüfus İstanbul'un kaldırabileceği bir nüfus değil. İstanbul'daki bütün plan eşiklerini altüst eden bir nüfus" ifadelerini kullandı.

Mimarlar Odası Başkanı Muhcu, şöyle devam etti:

"Yurttaşlar için yeşil alanlar betonlaşmıştır. Kentte yaşayanlar ve daha sonra gelenler yaşanmaz bir şehir ortamında bir araya gelmek durumunda kalmışlardır. Sadece yeşil alanların yok olması değil, Kuzey Marmara bağlantı yolları, yapılan üçüncü köprü, üçüncü havalimanı kararları ve diğer birçok kararla ormanlar tahrip edilmiştir.

‘BUGÜNKÜ KARARLARI DURDURDUKLARINI İLAN ETMELERİ GEREKİR'

Alınan kararların tümü hukuksuzdur, şehircilik ilkelerine, bilime aykırıdır. Kamu yararı gözetilmemektedir. Çevreyi, doğal kültürel varlıkları yok etmiştir. Cumhurbaşkanı bunu ilan etmiştir. O halde bunun şehircilik ilkeleri siyasi ve hukuken sonuçları olması gerekir. Ya da bunları bir kenara bırakarak şehircilik açısından bir sonucu olacaksa bugünkü kararları durdurduklarını ilan etmeleri gerekir."
Sputnik

Erdoğan, "Bu şehre ihanet ediyoruz" demişti; İstanbul'da yeni gökdelenlere izin verildi
23 Ekim 2017



"Yatay yapılaşma adı altında yer altının tümüne yapılaşma getirdiler"

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın Şehir Zirvesi'nde söylediği, "İstanbul'a ihanet ettik ben de bundan sorumluyum" sözlerine Mimarlar Odası Genel Başkanı Eyüp Muhcu'dan tepki geldi. Muhcu, İstanbul’da yeni gökdelenler için ruhsat verildiğini söyleyerek, "Erdoğan açıklamalarında samimi değil" dedi.

Evrensel'de yer alan haber aynen şöyle:

“Biz bu şehre ihanet ettik, hâlâ da ihanet ediyoruz” diyen Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın samimi olmadığı ortaya çıktı. Mimarlar Odası Genel Başkanı Eyüp Muhcu, Maslak, Mecidiyeköy, Şişli, Ataşehir, Fikirtepe ve Ümraniye’de yeni gökdelenler yapılması için inşaat şirketlerine ruhsat verildiğine dikkat çekti.

Erdoğan önceki gün İstanbul’daki dikey mimari ve İstanbul’un tarihi dokusunun yok olmasını kast ederek “Biz bu kente ihanet ediyoruz, hala da ihanet ediyoruz. Ben de bundan sorumluyum” demişti. Bu sözler kamuoyunda olumlu karşılansa da meslek örgütleri aynı görüşte değil. Yıllardır İstanbul’un betona gömülmesine, tarihi dokusunun zarar görmesine karşı AKP hükümetinin ve belediyelerinin politikalarına karşı mücadele eden Mimarlar Odası’nın Genel Başkanı Eyüp Muhcu, İstanbul’da yeni gökdelenler için ruhsat verildiğini, Erdoğan’ın açıklamalarının samimi olmadığını söyledi.

Ayrıcaklı gökdelen izinleri

Yeni gökdelenlerin hızlı bir şekilde yapılmaya devam ettiğine vurgu yapan Muhcu, “AKP hükümetleri döneminde İstanbul’un her yerine gökdelenler yapılmaya başlandı. Bunların hepsi merkezi hükümetin kararıyla yapıldı. Bütün gökdelenler ayrıcalıklı imar izinleriyle gerçekleştirildi. Bunlar, mutlak yapı yasağı olan, yeşil alan yada kısmı imarı olan yerlerde yapıldı. Maslak, Mecidiyeköy, Şişli’de gökdelenler yoğunlaştı. Avrupa yakasında ise Zeytinburnu gökdelenler bölgesi haline gelmeye başladı. Ataşehir, Fikirtepe, Ümraniye bölgelerine çok sayıda gökdelen yapıldı. yapılmaya devam ediyor” dedi.

Sıra yeraltında!

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın dikey yapılaşmaya son vererek yatay yapılaşmaya geçecekleri sözüne tepki gösteren Muhcu, “Dikey yapılaşma kötü oldu şimdi yatay yapılaşma yapacağız deniliyor. Bunun imar yönetmeliğini yaptılar. Bu yönetmeliğin diğer yönetmeliklerden farkı şu geçmişte yer üstünde yapılaşma tarif ediliyordu, yer altında yapılaşmanın da sınırları belirtilmişti. Şimdi sınırsız katlar inşaat yoğunlukları söz konusu. Dolayısıyla yatay yapılaşma adı altında yer altının tümüne yapılaşma getirdiler. Parklar, kent meydanları,okul bahçeleri, çocuk oyun alanları, kara yolların, otoyolların altları bu imar yönetmeliği ile yapılaşmaya açılıyor. Yer üstünde doğanın dengesini bozdular, şimdi ise yer altının bütün dengelerini bozan sınırsız bir yapılaşma özgürlüğü getirildi. Yeraltı suları bu nedenle yön değiştirecek ve susuzluk söz konusu olabilecek, yer üstündeki bitkilerin büyüyebileceği koşullar yeraltındaki yapılaşma ile ortadan kaldırılacak. Doğa özelliklerini kaybedecek. Yatay yapılaşma yapacağız demekle yeşil park kent meydanlarını da imara açacağız demek istediklerini anlıyoruz” dedi.

"Yeni ihanet kararları alıyorlar"

Erdoğan’n ‘ihanet ettik’ sözünün samimi olmadığına vurgu yapan Muhcu, “İstanbul’a çok büyük bir ihanet ettik derken yeni ihanet kararları aldıklarını üzülerek görüyoruz. Bir daha yapmayacağız sözleri yerine getirilmiyor. Son yıllarda hükümet kentler üzerinden siyaset yapmayı bir gelenek haline getirdi. Bu kapsamda Kanal İstanbul, nükleer santraller, büyük altyapı projeleri uluslararası sermaye gruplarına görücüye çıkarılıyor. ‘Bizim iktidarımızı desteklerseniz bu büyük pastadan pay sahibi olabilirsiniz’ denmektedir. Dolayısıyla bu yöntemle iktidarlarını kurtarmak için bu sözleri söylemektedirler” dedi.

"İhanetin bedelini hukuken ödeyin"

Erdoğan’ı sözlerinin gereğini yerine getirmeye çağıran Eyüp Muhçu şöyle dedi: “Büyükşehir belediye başkanlarını görevlerinden almak istiyor. Yerlerine kendisine hiçbir şekilde itiraz etmeyecek insanları atamak istiyor. 2019’da yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçimi ile de son noktayı koymak istiyor. Bunu güçlendirmek için büyükşehirde yarattıkları kendi sorunlarını gerekçe haline getiriyor. Derdi şehirleşme, halkın yaşadığı sorunlar değil. Bu kenti biz bu hale getirdik diyor, ihanet ettik diyorlar. İhanet ettikleri açıktır. Bu ihaneti kendileri de açıklamışsa bu durumda iki seçenek var. Birinci seçenek bu ihanetin bedelini hukuk çerçevesinde ödemesi gerekir, ikincisi de bu tahribattan vazgeçilmesi gerekir. Kentlerin yağmalanmasından, rant anlayışlarından vazgeçilmesi ilan edilmesi gerekir.

"Tarihin izleri yok edildi"

Şehir Plancıları Odası İstanbul Şube Başkanı Tayfun Kahraman Erdoğan’ın sözlerini şöyle değerlendirdi: “İmar planı değişiklikleriyle birlikte İstanbul’da pek çok alanda, özellikle kamu mülkiyetleri üzerinde imar planları yapıldı. Verilen ayrıcalıklı imar haklarıyla kent dokusunun çok çok üzerinde yapılaşma hakları tanındı. Ulaşım başta olmak üzere bütün altyapı projelerini etkiledi. İstanbul’u artık bu sorunlardan çıkamayacak hale getirildi. Tarihin izleri yok edildi. Bizler bunun takipçisi olarak mücadele verdik. Cumhurbaşkanı katından böyle bir açıklama gelmesi haklılığımızı doğrulamış oldu. Bizim temennimiz tabi ki bunun hayata geçmesi. Şuanda devam eden projelerin durdurulması. Bundan sonrada benzeri yapılaşma haklarının tanımlayan plan değişikliklerinin yapılmaması.

AKP döneminde yok edilen yerler

Cumhurbaşkanı Erdoğan 1994 yılında Refah Partisi’nden İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı seçildi. 2002 yılından bu yana da tek başına iktidar olan AKP hem TOKİ hem de 1994’ten beri yönettiği belediye aracılığıyla İstanbul’da birçok kent suçuna imza attı. İşte onlardan bazıları:

İstanbul’un silueti bozuldu: Gökkafes, Şehrazat Konakları gibi yapılar silueti katlederken, Edirnekapı’daki Mihrimah Sultan Camii’nin siluet etkisini kaybettiği açıklandı.

Taksim yayalaştırma projesiyle, meydana büyük mücadelelerle kurtarılan Gezi Parkı dışında tamamen beton döküldü; meydan insansızlaştırıldı.

Emek Sineması, Maksim Gazinosu ve İstanbul’un ilk sineması olan Majik Sineması yıkılarak yerlerine AVM’ler inşa edilmeye başlandı. Maksim Gazinosu ve Majik Sineması’nın alanında inşa edilen AVM’ye ruhsat iptali çıktıysa da inşaat yükselene kadar mühürleme gerçekleşmedi.

Haliç Metro Köprüsü’nün ve Marmaray’ın yarattığı tahribat, Aksaray’daki yıkımlar, Fener-Balat’taki acele kamulaştırma, Sulukule’deki yerinden edilme ve Yenikapı’da yapılan dolgu miting alanı sonucunda Tarihi Yarımada’da yaratılan tahribatlar, UNESCO ve ICOMOS tarafından kültürel miras ve evrensel değer kabul edilen İstanbul’u bu niteliğini kaybetmesi tehlikesiyle karşı karşıya bıraktı.

Haydarpaşa Garı’nın artık gar olarak kullanılmayacağının ilanından sonra, Haydarpaşa’da 2010 yılında yangın çıktı ve akabinde kaderine terk edilen bina çürümeye başladı.

Kuzey Ormanları Üçüncü Köprü ve Üçüncü Havalimanı inşaatlarıyla katledildi. Burada bulunan İstanbul’un önemli yeraltı ve yerüstü su kaynakları zarar gördü.

Dev Çamlıca Camii ve Külliyesi inşaatı nedeniyle Çamlıca Tepesi tahrip edildi.

Sulukule, Tarlabaşı ve Ayazma’da yaşanan kentsel dönüşümle buralarda yaşayanların yaşam alanlarına el konuldu.

Mecidiyeköy’deki Likör Fabrikası yıkıldı ve mahkemenin olumsuz kararına rağmen gökdelen inşa edildi.

T24
ETİKETLER
erdoğan inşaat tepki haber açıklama

Bakan Özhaseki: Şehirlerimizin canına okumuşuz
26 Ekim 2017



Çevre ve Şehircilik Bakanı Özhaseki'den belediye başkanlarına: En büyük şehirlerde 100 katlı gökdelen yanında bir baraka, yanında sanayi. Bilinçsizlikle şehirlerimizin canına okumuşuz.

Çevre ve Şehircilik Bakanı Mehmet Özhaseki, 1999 depreminden önce yapılan 15 milyon civarındaki riskli binanın 15 yıl içinde dönüştürülmesi gerektiğini kaydederek, belediye başkanlarına çağrıda bulundu. Bakan Özhaseki, “Birçok belediye başkanı dışarıda çiçek böcek, sanat, sanatçı, kültür aktivite ile uğraşıyor, arkadaşlar yapmayın. Eyvallah çiçeğe ihtiyacımız var, sanata ihtiyacımız var, sanatçı da gelsin hepsi başımızın üstünde ama ilk işimiz kentsel dönüşüm” dedi.

Çevre ve Şehircilik Bakanı Mehmet Özhaseki, Manisa’nın Yunusemre ilçesinde Yunusemre Belediyesi, Şehzadeler Belediyesi ve Müstakil Sanayici ve İşadamları Derneği (MÜSİAD) Manisa Şubesi tarafından ortaklaşa düzenlenen ‘Kentsel Dönüşüm Çalıştayı’na katıldı.

'KURDUĞUMUZ ŞEHİRLERE ARABESK MEDENİYET DESEK DOĞRUDUR'

Toplantının Manisa’nın gelişimi için hayırlı olmasını temenni ederek konuşmasına başlayan Çevre ve Şehircilik Bakanı Mehmet Özhaseki, “İşin pratiğini bilen herkes buradayken benim de biraz dikkatli konuşmam gerekiyor. Odak noktamız kentsel dönüşüm. Üzerinde yaşadığımız Anadolu dünyanın en eski yerleşim yerlerinden biri. Biri Mezopotamya, diğeri Anadolu. Sonra buralardan dünyanın çeşitli yerlerine gidildi. Anadolu, şehirciliğin başladığı bölge. Bu ülke bir gelgit coğrafyası olduğu için her köşesinde bir iz var. Kurulan her büyük medeniyetten hepsinden bir iz taşıyoruz. Açık hava müzesi gibi adeta. Cennet gibi bir vatanda yaşıyoruz. Bu coğrafyada Selçuklu ve Osmanlı gibi iki büyük medeniyet kurmuşuz. Selçuklu’da da, Osmanlı’da da şehircilik belli bir düzen ve plan doğrultusunda yapılıyordu. Bugüne geldiğimizde kurduğumuz şehirlere baktığımızda bu şehirler için hangi medeniyet ismini veririz bilmiyorum. Arabesk medeniyeti desek doğrudur. En büyük şehirlerde 100 katlı gökdelen yanında bir baraka, yanında sanayi. Bilinçsizlikle şehirlerimizin canına okumuşuz. 50 ve 60’lı yıllarda büyük bir göç dalgası başlamış büyük şehirlere, 70 ve 80’lerde de devam etmiş. O zamanki belediyeler bunu pek anlayamamışlar ve büyük şehirlerin etrafı ideolojik sebeplerle gecekondularla donanmış. Şehirlere baktığımızda iki şey ön plana çıkıyor; bir sağlıksız şehirlere sahip olduk. Cehalet, bilgisizlik ve fakirliğin getirdiği sağlıksız şehirlere sahip olduk. Sonra kimliksiz şehirlerle sahip olduk. Bizim şehirlerimizde hiçbir şey anlaşılacak gibi değil, biraz sağlıksız biraz kimliksiz şehirlere sahip olduk. Şehirlerin de bir ruhu var. Onlar da insanlar gibi doğar, büyür, bazen yok olurlar. İnsan sabah kalktığında nasıl güne bakımla başlıyorsa şehirlerin de bakıma ihtiyacı var. Şehirlerin geleceği o şehirde yaşayan insanların, temsilcilerinin ufuklarıyla doğru orantılıdır. Yönetici günü kurtaracak planlar yapıyorsa, o şehir de yok oluyor. Şehrin yöneticisi ufuklu ve uyumluysa, bunu derken ki kimseyi kast ederek demiyorum, sadece belediye başkanlarını değil şehrin önde gelen isimlerini kastediyorum. Burada uyum sağlarsa şehir büyür gider. Yok birinin yaptığına diğeri takoz koyuyorsa Allah o şehrin yardımcısı olsun. 300 yıllık tarihi olan bir Amerika’da 300 yıllık şehir planları var. Bizim binlerce yıllık kadim bir tarihimiz var ama şehir planlarımız yok. Bu ülke bin bir güzelliğinin yanı sıra tehlikesi de var. Bu ülkenin altı biraz oynak. Her tarafımız neredeyse deprem bölgesi. Nüfusunun yüzde 71’i birinci ve ikinci derece deprem bölgesinde yaşıyor. Son can kayıplarımız yüz bine yakın. Bu katlanılır bir durum değil. Mal kayıplarımız milyarlarca. Son Adapazarı depremine gidip yerinde baktığımızda zemin etüdüne hiç dikkat edilmediğini gördük. 3-4 kat yerin dibine batan binalar gördük. Mimar Sinan Süleymaniye Camii'ni inşa ederken önce zemine bakmış. Bakmış ki zeminde su var, onlarca kuyu kazdırarak suyu oralara toplamış ve zemini sertleştirmiş. Toprak sallandığında caminin her yeri eşit şekilde etkilensin diye temelleri her bir tarafa uzatmış. Bunu Mimar Sinan 500 sene önce yapmış” dedi.

'BİZ YIKMAZSAK DEPREM YIKACAK'

“Ortaya çıkacak olan manzara kendi medeniyet konutlarımızın izlerini taşısın” diyerek konuşmasına devam eden Bakan Özhaseki, “Sağlıksız ve kimliksiz yapılardan şikayet ettik ya, şimdi yeniden yapacağız. Bunlar da kimliksiz çıkacaksa biz bu işi niye yapıyoruz ki? Bizim ortaya çıkacak mahalle konseptinde komşuluk ilişkilerinin yürüyebileceği, birbirimize merhaba diyebileceğimiz, akıllı şehirler diye durmadan tarif ettiğimiz, hatta enerjisini kendisi üreten, sıfır atık projesiyle en modern yaşam modeliyle yaşayabildiğimiz bir şehir modeli ortaya çıksın istiyoruz. Elimize geçmiş böyle bir fırsat var, bunu değerlendirmeliyiz. O yüzden projelerimize titizleniyoruz. Biz yıkmazsak deprem gelip yıkacak. Bizim yaptıklarımız 100 sene, 150 sene yıkılmayacak. O yüzden bu yaptıklarımızı düzenli bir konsept içinde çözmemiz ve yapmamız lazım“ dedi.

Patronlar dünyası
Etiketler:
Çevre ve Şehircilik Bakanı Mehmet Özhasek
_________________
Bir varmış bir yokmuş...
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Önceki mesajları göster:   
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> İMAR, MİMARÎ ve ŞEHİRCİLİK Tüm zamanlar GMT
1. sayfa (Toplam 1 sayfa)

 
Geçiş Yap:  
Bu forumda yeni başlıklar açamazsınız
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz
Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız


Powered by phpBB © phpBB Group. Hosted by phpBB.BizHat.com


Start Your Own Video Sharing Site

Free Web Hosting | Free Forum Hosting | FlashWebHost.com | Image Hosting | Photo Gallery | FreeMarriage.com

Powered by PhpBBweb.com, setup your forum now!
For Support, visit Forums.BizHat.com