EntellektuelForum Forum Ana Sayfa EntellektuelForum

 
 SSSSSS   AramaArama   Üye ListesiÜye Listesi   Kullanıcı GruplarıKullanıcı Grupları   KayıtKayıt 
 ProfilProfil   Özel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapınÖzel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapın   GirişGiriş 

AcIların Cumhuriyeti:TC/Oğuz Gürses
Sayfaya git Önceki  1, 2
 
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> DÜNYA BİR İNKILÂP BEKLİYOR
Önceki başlık :: Sonraki başlık  
Yazar Mesaj
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Pts Tem 10, 2017 1:01 am    Mesaj konusu: Kılıçdaroğlu: Sokaksa sonuna kadar sokak Alıntıyla Cevap Gönder

SEMİH VESİLESİYLE YARGI, SİYASET, MEDYA ÜÇGENİNDE ADALET
Av. Mehmet TIĞLI
2 Aralık 2017



Semih Özakça beraat etti, onunla birlikte tutuklanan Nuriye Gülmen de tahliye oldu bu gün.

Peki öncesinde ne oldu?

Masumiyet karinesi asıl iken, savunması dahi alınmadan suçlu ilan edildi, ögretmenlikten atıldı…

Hakkı talep etmek kutsal, hak ve mesuliyet iken hakkını aradı diye jop yedi, gaz yedi, tutuklandı, hakkı için aç kaldı, dalga geçildi, siyasetin en üstünden terorist olarak damgalandı, rencide edildi, susturuldu, medyada çarşaf çarşaf terorist olarak afişe edildi.

Her türlü iftiraya mikrofon uzatılırken, kendisine “yahu kardeşim senin derdin ne” diye söz hakkı veren olmadı…

Hal böyle iken görsel ve yazılı medya siyasetin bildiri bülteni gibi davranarak hukuksuzluğa iştirak etti.

Medyanın görevi basına servis edilen bilgiyi haberlestirmek degildir.

Bu haber de değil, bir bülten, bir bildiridir.

“Basın bilgi almaz! Bilgiyi araştırır, bulur, toplar ve sunar“

Eksik ya da hatalarla dolu bir yargımız var…

Medya ve siyasetin müdehalesi ile hepten çalışamaz duruma geliyor yargı. Çalışsa da yapılan bu müdehalelerle sonradan telafisi imkansız onarılmaz yaralar açan kararlar çıkıyor. Bozulan psikolojiler, oluşan mağduriyetler, kişinin ve yakınlarının hayatından çalınan yıllar, yara alan vicdanlar, haksız kararlar neticesinde milletin cebinden çıkan tazminatlar…

Daha karar kesinleşmedi… Sonuçta karar onanabilir ya da bozulabilir. Ama bırakın önce yargı doğru ya da hatalı kararını versin. O zaman tartışalım siyasetiyle, medyasıyla, hukukçusuyla karar doğru mu yanlış mı diye… Doğru olan budur…

Lakin mahkemelerden önce, medya ve siyaset hükmü veriyor; İddia ediyor, yargılıyor ve infaz ediyor…

Ve bunun bedelini topyekûn millet ödüyor…

Av. Mehmet TIĞLI – 01.12.2017

Adımlar Dergisi

Etiketler:
ADIMLAR DERGİSİ beraat hukuk Medya Nuriye Gülmen Semih Özakça siyaset tahliye yargı

Mehmet Altan hakkında şok karar!
19 Ocak 2018



İstanbul 26'ncı Ağır Ceza Mahkemesi, resmi gazetede yayınlanan Mehmet Altan kararını bir kez daha değerlendirerek, Altan'ın tutukluluğunun devamına hükmetti.

Anayasa Mahkemesinin verdiği hak ihlali kararının resmi gazetede yayınlanmasının ardından gazeteci Mehmet Altan’ın tutukluluğunu değerlendiren yerel mahkeme, bir kez daha tahliye talebini reddetti.
Kararda, “AYM kendisine kanunla çizilmiş yetkisini aşmıştır. Dosyada tutukluluk halinin devamını gerektirir olguların olup olmadığını takdir etme yetkisi mahkememize aittir” denildi.
İstanbul 26'ncı Ağır Ceza Mahkemesi, resmi gazetede yayınlanan Mehmet Altan kararını bir kez daha değerlendirerek, Altan'ın tutukluluğunun devamına hükmetti.
Kararda, “AYM kendisine kanunla çizilmiş yetkisini aşmıştır. Dosyada tutukluluk halinin devamını gerektirir olguların olup olmadığını takdir etme yetkisi mahkememize aittir. Ayrıca vermiş olduğu ihlal kararında tahliyeye yönelik bir hüküm bulunmamaktadır” denildi.

Kaynak. Patronlar Dünyası

Açlık grevindeki Nuriye Gülmen: İyi ki varız, iyi ki beraberiz
03/12/2017



Yargılandığı davada ceza verilip tahliye edilen açlık grevindeki akademisyen Nuriye Gülmen, evine geldikten sonra destekçilerine mesaj verdi.

OHAL KHK’sıyla ihraç edilmelerinin ardından başladıkları açlık grevini sürdüren Gülmen ve öğretmen Semih Özakça 23 Mayıs’ta tutuklanmıştı.

Özakça, 20 Ekim’deki üçüncü duruşmada tahliye edilirken, önceki günkü karar duruşmasında beraat etmiş, Gülmen de ‘örgüt üyeliği’ iddiasıyla suçlu bulunmasının ardından tahliye edilmişti.

Tek şart iade

İki eğitimci de halihazırda işlerine dönebilmek için OHAL Komisyonu’na başvurmuş durumda. Ancak komisyondan henüz karar çıkmadı.

OHAL Komisyonu’ndan Gülmen ve Özakça için işe iade kararı çıkıp çıkmayacağı da kestirilemiyor.

Gülmen ve Özakça ise açlık grevlerini işe iade edilene kadar sürdürmekte kararlı. Özakça, “Suçsuzluğum kanıtlandığına göre işime derhal döndürülmek istiyorum” derken, Gülmen bu konuda bir şey söylemedi.

Ancak Gülmen’in ailesi, akademisyenin açlık grevini işe iade edilene kadar sürdüreceğini kaydetti.

Gülmen’den mesaj var

Gülmen, aylar sonra evine gelmesinin ardından Twitter hesabından bir de video paylaştı.

Gülmen şunları söyledi: “Herkese merhabalar. Ben artık dışarıdayım bildiğiniz gibi, tahliye oldum ve siz beni çok güzel karşıladınız. Çok teşekkür ederim ‘hoşgeldin’ mesajlarınız için. Teşekkür çok kuru bir sözcük her seferinde söylüyorum ama iyi ki varız, iyi ki beraberiz, iyi ki el eleyiz, sizleri çok seviyorum.”

Sağlık durumları ciddi

İkilinin sağlık durumu ise ciddiyetini koruyor.

Gülmen’in doktoru, akademisyen için “Her geçen günün aleyhine işlediğini” söyledi. Özakça ise durumunu şu sözlerle özetledi: “Hücre hücre eriyorum.”
Diken

Yılmaz Özdil: 'Hukuku guguk yapmayın' diye yalvardık, 'bumerang gibi size döner' diye uyardık!
24 Kasım 2017



"Sanık Rıza tanık oldu"

Sözcü yazarı Yılmaz Özdil, ABD'nin İran'a yönelik yaptırımlarını deldiği iddiasıyla Mart 2016'dan bu yana tutuklu bulunan Türkiye ve İran vatandaşı Reza Zarrab hakkında, "Sanık Rıza tanık oldu" dedi. Özdil, "Hukuku guguk yapmayın diye yalvarırken, bumerang gibi size geri döner diye uyarırken bunu anlatmaya çalışıyorduk maalesef" dedi.

Özdil'in "Sanık Rıza tanık oldu" başlığıyla (24 Kasım 2017) yayımlanan yazısı şöyle:

Başbakanımız Binali bey konuştu, “Rıza Sarraf sanık olarak açılan davada tanık yapıldı, adalet bunun neresinde, bu yapılan insan hakları ihlalidir” dedi.

*

İyi ama…

*

Ergenekon davasında…
PKK tanık yapılmadı mı?
Sanık tanık yapılınca, TSK sanık olmamış mıydı?

*

Danıştay saldırısı davasında müebbete çarptırılan sanık, Ergenekon davasında hem tanık, hem gizli tanık yapılmadı mı?

*

Deniz Feneri davasında…
Sanıklar tanık yapılmadı mı?
Sanıklar tanık yapılınca, savcılar sanık yapılmamış mıydı?

*

Sanıklar tanık yapılınca, sanık yapılan savcı… “Zekat hırsızlarını koruma altına alan bir güç var, ben bu güce ‘hırsızların imparatoru' diyorum, hem altında yeralan figüranları koruyor, hem de kendisine ulaşılmasını engelliyor, Anayasa'ya göre hukuki zeminde çalışması gereken tüm kurumları kontrol altında tutuyor, soruşturma savcılarını görevden aldırıyor, delilleri yok ediyor, zekat hırsızlarını da kamuoyuna masum maskesiyle pompalıyor, her şey apaçık ortada, hani halk arasında tabir vardır, arife tarif gerekmez, damda gezer miyav der” dememiş miydi?

*

Hrant Dink davasında…
Hrant'ı öldüren tetikçi sanık, tanık yapılmadı mı?

*

Ali İsmail Korkmaz davasında…
Sanık polis, tanık yapılmadı mı?

*

Fetocular tanık…
Sözcü sanık yapılmadı mı?

*

Şimdi ne diyor nalıncı keseri Binali bey…
“Sanığın tanık yapılması insan hakları ihlalidir” diyor!

*

Hukuku guguk yapmayın diye yalvarırken, bumerang gibi size geri döner diye uyarırken bunu anlatmaya çalışıyorduk maalesef.

*

Kendinizi mahvettiniz, doğrusu hiç umurumuzda değil de…
Yazık ettiniz Türkiye'ye.

T24
ETİKETLER
sanık tanık reza zarrab hukuk

Nuriye Gülmen'den mahkeme heyetine: Bu şartlarda savunma yapmayacağım, beni tahliye edin!
16 Ekim 2017



Gülmen'in tahliye talebi, 20 Ekim Cuma günü Sincan Cezaevi içinde yapılacak duruşmada karara bağlanacak

Ankara 19. Ağır Ceza Mahkemesi heyeti, 222 gündür açlık grevinde olan akademisyen Nuriye Gülmen'in ifadesini almak için Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi'ne gitti. Mahkum koğuşunda tutulan Gülmen, tutulduğu olumsuz koşulları sıralayarak "Bu şartlarda savunma yapmayacağım. Beni tahliye edin. Gelip mahkemede neden açlık grevi yaptığımı anlatayım" dedi.

Alican Uludağ’ın Cumhuriyet’te yer alan haberine göre, öğretmen Semih Özakça ile birlikte 222 gündür açlık grevi yapan, bu nedenle tutuklanan Nuriye Gülmen'in yargılandığı davanın 3. duruşması 20 Ekim Cuma günü görülecek. Ancak Numune Hastanesi, mahkemeye gönderdiği yazıda Gülmen'in sağlık ekipmanları dahi kurulsa duruşmaya getirilmesinin hayati risk yaratacağı yönünde rapor gönderdi. Bunun üzerine mahkeme, geçen duruşmadaki ara kararını uygulayarak Numune Hastanesi'ne keşif kararı aldı.

Mahkeme heyeti, duruşma savcısı ile birlikte Gülmenin savunmasını almak için tutulduğu mahkum koğuşuna gitti. Savunma için açılan özel duruşmaya, Gülmen'in avukatları Murat Yılmaz, Betül Vangölü Koçağaçlı ile Ankara Barosu Genel Sekreteri Aşkın Demir katıldı.

Mahkum koğuşunun yeri küçük olması nedeniyle Gülmen sedye ile daha geniş bir odaya alındı. Burada bir saat boyunca kaldığı olumsuz koşulları anlatan Gülmen, "Burada güneş ışığı görmeden, havalandırmaya çıkamadan kalıyorum. 24 saat ışık olduğu için gece mi gündüz mü olduğunu saate bakarak anlayabiliyorum" dedi. Neden savunma yapmak istemediğini belirten Gülmen, şunları kaydetti:

"Savunmamı, sabahlara kadar uyumadan hazırlamıştım. Ancak avukatlarım tutuklandığı için ilk duruşmaya keyfi olarak getirilmedim. İkinci duruşmadan iki gün önce de yoğun bakıma kaçırıldım. Ben savunma yapmaktan kaçınmıyorum. Savunmanın, aleniyet ilkesine, savunma hakkıma uyularak mahkemede alınmasını istiyorum. Bu koşullarda savunma yapmayacağım. Savunmamı halkların duymasını, annemin duymasını, KHK ile ihraç edilen yüzlerce insanın duymasını istiyorum. Beni buradan getirmeyecekler, siz tahliye edin. Ben gelip sözümü söyleyeyim."

1,5 saatlik görüşme, mahkeme tarafından kamera ile kayıt altına alındı.

Gülmen'in tahliye talebi, 20 Ekim Cuma günü Sincan Cezaevi içinde yapılacak duruşmada karara bağlanacak.

T24
ETİKETLER
nuriye gülmen semih Özakça açlık grevi mahkeme 20 ekim

Ahmet Şık'a 'Cesur Gazetecilik' ödülü
11 Ekim 2017

Ahmet Şık: Hakikat ve hakikati konuşanlar düşman ilan edilip yok edilmeye çalışılıyor, tası tarağı toplayıp gitmeyeceğiz

Frankfurt Kitap Fuarı kapsamında verilen 'Cesur Gazetecilik' ödülü bu yıl, "terör örgütüne üye olmamakla birlikte örgüt adına ve anayasal düzene karşı suç işlemek" iddiasıyla 285 gündür tutuklu bulunan Cumhuriyet muhabiri Ahmet Şık'a verildi. Avukatı Can Atalay aracılığıyla ödül törenine bir mesaj gönderen Şık "Hakikat ve hakikati konuşanlar düşman ilan edilip yok edilmeye çalışılıyor" dedi. Şık, sözlerinin devamında "Tası tarağı toplayıp gitmeyeceğiz. Çünkü biz buradayız ve varız" ifadesini kullandı.

Bu yıl 69’ncusu düzenlenen fuarda, 106 ülkesinden 7 bin 150 kurum kendi standını açtı. 15 Ekim Pazar gününe dek sürecek fuarı, toplam 280 bin kişinin ziyaret etmesi bekleniyor. Fuarda, önceki yıllara göre çok daha yoğun güvenlik önlemleri alınıyor.

"Diğer Türkiye"

Türkiye ve Türkiye yayın dünyası da çeşitli yanlarıyla fuarda temsil ediliyor. Türkiye’den 50’nin üzerinde yayıncı ve önde gelen yayıncılar örgütü, bazıları “Türkiye Ulusal Standı” kapsamında, bazıları da kendi özel standlarıyla fuara katılıyor.

Gazetecilerle dayanışma

Bu arada “cesur gazetecilik” ödülü de fuarda düzenlenen bir törenle Türkiye’de hapiste olan gazeteci Ahmet Şık’a verildi. Ayrıca hapisteki gazetecilerle ilgili dayanışma etkinlikleri düzenlendi. “Denizi görmek istiyoruz” (Wir wollen das Meer sehen) başlığı altında düzenlenen Deniz Yücel ve Türkiye’de hapiste olan diğer gazetecilerle dayanışma amaçlı etkinliklere Daniel Cohn Bendit gibi tanınmış isimler de katıldı.

Avukatı Can Atalay aracılığıyla ödül törenine Ahmet Şık, şunları kaydetti:

"Hakikat ve hakikati konuşanlar düşman ilan edilip yok edilmeye çalışılıyor. Kendileriyle suç ortaklığı yapmayı reddeden medyayı kuşatıp, gördüğü hakikati anlatmakta ısrarcı davranmaya devam eden gazetecileri hapsettiler. Korkuyla hakim kılınan bir suskunlukla tüm ülke bir sessizlik sarmalına girince iktidarlarının kalıcı olacağı yanılgısına düştüler. Oysa ki, bir toplumun gerçek hayatı ve hakikati sustuklarında saklıdır. Çünkü sessizlikte daha fazla duyar insan. 'İnsan umutsuzluktan umut yaratandır' diyen usta Yaşar Kemal’e inanan bizlerin umudu var. Çünkü zulmün elindeyken direnmeyenler için yaşanılası bir hayat olmayacağını bilen bizler için, umut kendi gerçeğini yaratır. Ve umudun öfkesinden korkacak olanlar yalnızca suçlulardır. Evet, karanlığın gölgesinin daha da koyulaştığı, karamsarlığın yaygınlaşıp daha da derinleştiği zamanlar. Hiçbir şeyin iyi olamayacağını düşündürten zamanlar… Tası tarağı toplayıp gitmeyeceğiz Çünkü biz buradayız ve varız. Var kalmaya devam edeceğiz. Türkiye bizim evimiz. Hayatımız. Geçmişimiz. Barış, Hak, hukuk, adalet ve eşitliğin hakim olduğu geleceğimiz."
T24

Kılıçdaroğlu: Sokaksa sonuna kadar sokak; darbeyi de önleyeceğiz, adaleti de getireceğiz!
09 Temmuz 2017



"Olmayan adalet için yürüdük, hapisteki milletvekilleri için, tutuklu gazeteciler için yürüdük"


CHP, tarihinin en önemli mitinglerinden birisini, Ankara'dan İstanbul'a 25 gün süren "adalet yürüyüşü"nün ardından Maltepe Meydanı'nda yaptı. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, burada yaptığı konuşmada "Darbeyi de önleyeceğiz, adaleti getireceğiz. Sokaksa sonuna kadar sokak" dedi.

Kılıçdaroğlu, 9 Temmuz 2017 tarihinin yeni bir başlangıç olduğunun altını çizerek, "Tüm taleplerimiz karşılanana kadar bu yürüyüş bitmeyecek. Bu yürüyüş artık başladı, korku duvarlarını yıkacağız. Adalet yürüyüşümüzün son günü yeni bir başlangıçtır" ifadesini kullandı.

Ana muhalefet partisinin yüz binlerce kişinin katılımıyla Maltepe'de düzenlediği mitingde CHP dahil hiçbir siyasi partinin bayrak, flama ve sembolü taşınmadı; "adalet" talebini vurgulayan pankartlar, Türk bayrakları ve Atatürk posterleri yer aldı.

Kılıçdaroğlu, tam bir saat süren konuşmasının ardından miting için kurulan platformun üzerinde eşi Selvi Kılıçdaroğlu ile birlikte barışı simgeleyen beyaz güvercinler uçurdu, bayrağın renklerini simgeleyen kırmızı ve beyaz karanfiller dağıttı.

CHP lideri, miting başlarken eşi Selvi Kılıçdaroğlu'nun kendisine verdiği karanfili gülümseyerek kürsüye bıraktıktan sonra konuşmasına başladı.

Kılıçdaroğlu'nun
konuşmasından öne çıkanlar

Kanun hükmünde kararnameler (KHK) ihraç edilen akademisyen Nuriye Gülmen ve öğretmen Semih Özakça'nın açlık grevlerinin 120'nci gününe girdiğini hatırlatan Kılıçdaroğlu, "Terörist ilan edilen, hapis edilen, hak aramak açlık grevindeki kardeşlerimiz Nuriye ve Semih için yürüdük" diye konuştu.

Kılıçdaroğlu, yüzlerce gazeteci ve onlarca milletvekilinin tutuklu bulunduğunun altını çizerek şunları kaydetti:

"Sırf hükümete muhalif göründüğü için haklarından mahrum bırakılan akademisyenler ve kamu görevleri görevlerine iade edilmelidir. Milletvekilleri serbest bırakılmalıdır. 150’nin üzerinde tutuklu gazetecinin olduğu bir ülkede demokrasiden söz edilemez. Derhal serbest bırakılmalı ve baskılara son verilmelidir."

"Yuhalamayın, sadece bu gerçekleri bilin"

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve hükümete eleştiriler yönelttiği sırada meydandan "yuh" sesleri yükselmesi üzerine Kılıçdaroğlu, "Yuhalamayın, sadece bu gerçekleri bilin" dedi.

Kemal Kılıçdaroğlu, Cumhurbaşkanlığı Sarayı'ndan emir aldığını iddia ettiği hâkim ve savcılara yönelik olarak yaptığı çağrıda "Adaletin hakkını korumak benim kadar sizin de görevinizdir. Sizin de hakkınız ve görevinizdir. Dik durun, onurlu durun, ona göre karar verin. Delilsiz insanları mahkum etmeyin, Saray’dan talimat geliyorsa elinizin tersiyle itin" ifadesine yer verdi.

Kılıçdaroğlu, Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) içindeki cunta yapılanması tarafından düzenlenen darbe girişimi sonrası oğlu tutuklanan ve başından bu yana yürüyüşe eşlik eden 79 yaşındaki Veysel Kılıç'a da teşekkür etti.



25 gün süren yürüyüşte bugüne dek, 432 kilometre yol katedildi. Kalan üç kilometrenin ikisinde kurmaylarıyla birlikte yürüyen Kılıçdaroğlu, yolculuğunu tek başına tamamladı.

"Olmayan adalet için yürüdük"

Kılıçdaroğlu'nun açıklamalarından satır başları şöyle:

Aziz vatandaşlarım, benimle birlikte 450 kilometreyi kat eden sevgili yol arkadaşlarım. Sevgili adalet arayışçıları. Televizyon başında izleyen vatandaşlarım, Maltepe’den tüm İstanbul’a tüm Türkiye’ye gönül dolusu selamlar, sevgiler, muhabbetler gönderiyoruz.

15 Haziran 2017’de sabah saatlerinde Ankara Güven Park’ta başlattığımız yürüyüşü Maltepe’de noktaladık ama kimse bu yürüyüşün bir son olduğunu düşünmesin, bu yürüyüş bizim ilk adımımızdır.

Herkes şunu çok iyi bilsin, 9 Temmuz yeni bir adımdır, yeni bir iklimdir, yeni bir tarihtir. 9 Temmuz yeni bir doğuştur. Ankara’da yürüyüşe başladığında bir grup yurttaşımızla beraber ilk gün 21 kilometreyi 10 dakikalık arayla bitirdik. 10 dakika bir yerde mola verdik ve 21 kilometreyi tamamladık. Yol boyunca bizi yüreklendiren, destek veren Ankara, Kahramankazan, Kızılcahamam, Mulak, Gerede, bolu, Kaynaşlı, Düzce, Hendek, Adapazarı, İzmit, Gebze ve İstanbul’a yürekten teşekkürlerimi ve şükranlarımı sunuyorum.

Yol boyunca yürürken araç kullanıcıları bazen kornayla, bazen elleriyle bizi yüreklendirdiler, selam verdiler. Onlara da buradan Maltepe Meydanı’ndan şükranlarımı ve saygılarımı gönderiyorum. Bize sofrasını açan, ayranını ikram eden, çayını ikram eden, yemek gönderen, yiyecek gönderen, topladığı kır çiçeklerini sevgiyle bize veren, hayır dualarım seninle diyen annelere, babalara, dedelere her zaman, her yerde şükran borçluyum, yine buradan teşekkürlerimi gönderiyorum.

Yol boyunca birlikte yürüdüğümüz, büyük bir kısmında beraber yürüdüğümüz, harp okulunda tutuklu oğlu olan Veysel Amca’ya selamlarımı, sevgilerimi gönderiyorum.

"Kemal Kılıçdaroğlu herkese saygılıdır"

Ve tabii yolda gelirken bizi protesto eden sevgili vatandaşlarımız da vardı. Hiç kimse unutmasın, Kemal Kılıçdaroğlu herkese saygılıdır. Protesto eden vatandaşlarımıza onun da bir hak olduğunu söylüyorum. Bu ülkeye birinci sınıf demokrasiyi mutlaka getireceğiz. Bir teşekkürüm de güvenlik güçlerimize… Ankara’dan İstanbul’a bütün güvenlik güçleri bizim sağlıklı bir şekilde bu meydanda toplanması için olağanüstü çaba gösterdiler. Halkın polisine, halkın jandarmasına buradan sevgilerimi, saygılarımı gönderiyorum.

Hiç kimse unutmasın, taşkınlık yapacağımızı, yürürken vurup kıracağımızı düşünüyorlardı. Dünyanın en barışçıl yürüyüşünü yaptık. En barışçıl eylemini yaptık. Bütün 80 milyona sevgilerimi, saygılarımı sunuyorum. Bir acı kaybımız oldu; Hasan Tatlı kalp krizi sonucu hayatını kaybetti. Allah’tan rahmet diliyoruz. Ailesine, yakınlarına başsağlığı diliyoruz. İki güzel kızı yine yürüyüşe geldiler, babalarının vasiyetini yerine getirdiler. Hem başsağlığı diliyorum, hem şükranlarımı sunuyorum.

"Neden yürüdük, izin verirseniz izah edeyim..."

Yürüyüşümüze destek veren pek çok kişi oldu. Milletvekillerine, genel başkanlara ve yöneticilere, sendikalara, sanatçılara, muhtarlara, engellilere, Ergenekon, Balyoz, KHK mağdurlarına, taşeron işçilere, kadınlara, meslek kuruluşlarına, barolara, çiftçilere, emeklilere ve mağdur ailelere yürekten teşekkürlerimi sunuyorum verdikleri destek için.

Neden yürüdük? Bu sorunun cevabını izin verirseniz vereyim. Olmayan adalet için yürüdük, mazlumun ahı için yürüdük, hapisteki milletvekilleri için yürüdük, hapisteki gazeteciler için yürüdük, Sözcü muhabiri Gökmen Ulu’nun doğum günü. Hapistesin kardeşim biliyorum ama unutma Maltepe Meydanı senin yanında, gazetecilerin yanındadır.

Üniversiteden atılan hocalar için yürüdük, KHK ile üniversite hocalarının kapının önüne konması tam bir demokrasi ayıbıdır. Geçmişte bunu 1402’leri hatırlarsınız sıkıyönetim döneminde paşalar yapıyordu, Hitler Almanya’da yapıyordu, Almanya’dan gelen hocalara Gazi Mustafa Kemal Atatürk kapılarını açtılar. Şimdi Kaboğlu gibi ünlü isimler kapının önüne kondu, yurt dışına yasak kondu. Yasaklayanları Maltepe Meydanı’ndan kınıyorum.

"Tek adam rejimine, FETÖ'ye karşı olduğumuz için yürüdük"

Haksız yere kamudan atılanlar için yürüdük, çocuklar için yürüdük, taşeron işçiler için yürüdük, mevsimlik işçiler için, orman köylüleri için, linç edilen askerler için, hapisteki öğrenciler için yürüdük. Tek adam rejimine, FETÖ’ye karşı olduğumuz, 20 Temmuz’a karşı olduğumuz için yürüdük. IŞİD, PKK, El Nusra’ya karşı olduğumuz için yürüdük. Devlette liyakat sistemi kalmadığı için yürüdük. 15 yılda 13 kez üniversite ve KPSS soruları çalındı, bunun için yürüdük. Şiddet mağduru kadınlarımız ve çocuklarımız için yürüdük, Mavi Marmara şehitleri için yürüdük. Onursuz bir anlaşmayla hakları elinden alındığı için yürüdük. Terörist ilan edilen, hapis edilen, hak aramak açlık grevindeki kardeşlerimiz Nuriye ve Semih için yürüdük.

Korku iklimi içinde konuşamayan iş dünyası için yürüdük. Siyasi ayak ortaya çıksın diye yürüdük. 249 şehidimiz ve gazilerimiz için yürüdük. Şehitler ve gaziler arasında ayrım yapılamaz, ayrım yapılmasın diye yürüdük.

"Sokaksa, sonuna kadar sokak"

Yürüyüşe başlayınca eleştiriler geldi, “Adalet sokakta aranmaz” diye. Bir ülkede büyük eşitsizlikler varsa, o ülkenin mahkemeleri bağımsız değil, siyasi otoriteden talimat alıyorsa, siyasi otoritenin beklentilerine göre karar veriyorlarsa, milli iradenin tecelligahı olan TBMM’nin yetkileri gasp edilmişse, TBMM dumura uğratılmışsa, basın susturulmuş veya iktidar tarafından teslim alınmışsa, o zaman adalet arayışımızın tek yeri var, o da sokaktır. Adalet, adalet, adalet. Sonuna kadar hak, hukuk, adalet diyeceğiz. Bize diyorlar ki “Adaleti niye sokakta arıyorsunuz?” 15 Temmuz’u savuşturan parlamentonun ve halkın duruşu oldu. Darbeyi durdurmak için sokak iyi, adalet için sokak kötü. Darbeyi de önleyeceğiz, adaleti getireceğiz. Sokaksa sonuna kadar sokak.

"Yaşadığımız dönem, bir dikta dönemidir"

Yaşadığımız dönem bir dikta dönemidir. 1940’ların Almanya’sından bir örnek vereyim. Bir bakan “Karar vermeden önce ‘Benim yerimde Führer olsaydı, nasıl karar verirdi” diyor. Aynı oyun bugün Türkiye’de oynanıyor, hakim Saray’a bakıyor. Aldığı talimatla karar veriyor. Hakimlik kutsal bir görevdir. Cübbesinde ilik yoktur. Kimsenin önünde cübbesini iliklemez. Tam tersine duruşma salonuna hakim gelirken herkes ayağa kalkar. Bütün yargıçlara, bütün savcılara sesleniyorum. Adaletin hakkını korumak benim kadar sizin de görevinizdir. Sizin de hakkınız ve görevinizdir. Dik durun, onurlu durun, ona göre karar verin. Delilsiz insanları mahkum etmeyin, Saray’dan talimat geliyorsa elinizin tersiyle itin.

Konuşmamın bir yerinde dedim. FETÖ darbe girişiminin siyasi ayağı ortaya çıksın diye yürüyoruz dedik. Aynı yolda yürüyoruz diyenler, “Ne istediniz de vermedik” diyenler, gerçekler ortaya çıksın diye dedik. Sivil darbeden sonra FETÖ olayının ayrıntılarını ortaya çıkarmak için görev yapan onurlu savcılardan dosyalar alındı. Aynı savcılar başka yerlere sürüldüler. Bir darbe girişiminin üstünü örtmeye kalkanlar gerçek darbecilerdir. Sivil darbe, gerçek darbe girişiminin oluşmasını, olayını öğrenmeyelim diye perdeleniyor. Bir şey daha yapıyorlar, FETÖ iddianameleri önce Adalet Bakanlığı’na gidiyor. Yargının her alanı siyasi otoritenin denetimi altında.

"Korkmayın, ürkmeyin"

Adalet saraylarında görmüşsünüzdür. Adalet heykelinin gözleri kapalıdır, kulakları bağlıdır. Terazisi eşittir. Hakim ve savcılar. Adaletin ne kadar değerli olduğuna inanıyorsanız, bu adalet heykelinde şu andaki tabloyu size söyleyeyim. Heykelin gözleri bağlı değil açık, kulakları bağlı değil açık, terazisiyse hileli. Bu heykelin hakkını vermek, adaleti yeniden vermek, siyasi denetime girmek değil, adaleti dağıtmak bir vatandaş olarak, bir hakim olarak görev yapmakla mümkündür. Siyasi otoriteden emir alarak görev yapıyorsanız, siz savcı da hakim de değilsiniz. Türkiye Cumhuriyeti’nin temeline dinamit koyuyorsunuz. Bu arada Anayasa Mahkemesi’nin değerli başkanlarına, üyelerine de seslenmek istiyorum. Korkmayın, korkunun ecele faydası yok. Dik durun, onurlu durun. Korkunun ecele faydası yok. Karar verdiniz, milletvekilleri yargılanabilir ama tutuklanamaz. Neden Saray’ı kızdırırız diye ürküyorsunuz. AYM üyeleri, sizin dik durmanız, onurlu durmanız, adaleti korumanız, adaletten yana tavır almanız, Saray’ın değil, ülkenin çıkarlarını savunmanız size güç katar, Türkiye’ye güç katar. Birilerinin oyununa gelmeyin.

"Korku gömeğini çöpe attık"

Saray size ne yaparsa yapsın. Yarın çocuklarınızın yüzüne, torunlarınızın yüzüne bakacaksınız. “Saray’dan emir geldi” diyorsunuz, lütfen o koltukları boşaltın, oraya namuslu savcılar gelsin. 450 kilometreyi büyük bir keyifle yürüdük. 50-60 kilometrede bırakırlar dediler. Baktılar, “Bu adam yürüyor.” Yürüdüm, kararlılıkla yürüdüm, torunlarımız için, geleceğimiz için yürüdüm. Hiçbir ayrım yapmadım. Herkesi kucakladım.

Bu yürüyüşle ne kazandık. Önce toplum olarak korku gömleğini çıkarıp çöp sepetine attık. Biz cesur insanlarız. O nedenle dedim, siz de korkuya teslim olmayın diye. Yalnız olmadığımızı gördük, tüm Türkiye’ye ve dünyaya yalnız olmadığımızı duyurduk. Adaletli bir Türkiye kuracağımızı gördük.

Umut bulaşıcıdır. Ben umutluysam yanımdaki arkadaşım da umutludur. Maltepe umutluysa İstanbul umutludur. İstanbul umutluysa Ankara mutludur. Herkes umut tohumlarını yeniden eksin. Umudumuzu, aşımızı paylaşmasını öğrendik. Bir orman gibi kardeşçe yaşamasını özledik. Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en büyük sayfalarından birini yazdık. Destan yazdık. 80 milyona şükran duygularımı, sevgilerimi, saygılarımı ve muhabbetlerimi yine gönderiyorum.

"OHAL kalksın, yargı sopa olarak kullanılmasın"

Ne istiyoruz? Bir, OHAL kalksın, Türkiye normalleşsin istiyoruz. İki, adliyeye, kışlaya, camiye siyaset girmesin istiyoruz. Üç, hapiste gazetecileri olmayan bir Türkiye istiyoruz. Dört, üniversiteleri susturulmuş değil, konuşan bir Türkiye istiyoruz. Düşünceyi açıklama özgürlüğü istiyoruz. Milletin seçtiği vekillerin, tutuklanmasını değil, TBMM’de görev yapmalarını istiyoruz. FETÖ’yle mücadelenin göstermelik değil, gerçekten yapılmasını ve siyasi ayağın kesinlikle ortaya çıkarılmasını istiyoruz. Tek adam rejimine hayır diyoruz. Demokratik parlamenter sistem istiyoruz. TBMM’nin gasp edilen yetkilerinin iade edilmesini istiyoruz. Göstermelik değil, gerçekten kadın erkek eşitliğini, kadına yönelik şiddetin önlenmesini istiyoruz. Gençlere saygı istiyoruz. Fikri hür, vicdanı hür gençlerin önündeki bütün engellerin kaldırılmasını istiyoruz. Cennet gibi bir ülkede yaşıyoruz. 450 kilometreyi yürürken ormanları, yeşillikleri fark ettim, yağmuru gördüm, sisi gördüm, gölleri gördüm. Cıvıl cıvıl hayatı gördüm. Bu cennet gibi ülkeyi cehenneme çevirmeye kimin hakkı var?

"Sadece adalet istiyoruz"

Adalete susamış kardeşlerim, buraya gelirken bir adalet çağrısı metni hazırladım. Bu metni sizlere okuyacağım. Bu metni lütfen sessiz ama dikkatlice dinleyelim. Tarihe not düşmemiz lazım. Milyonlardık, barış istiyorduk, adalet istiyorduk diyeceğiz. Bunları düşünerek bir metin hazırladım:

“Biz, 15 Haziran’dan bu yana yürüyen on binler bugün İstanbul Maltepe’de bir araya gelen yüz binler ve milyonlar olarak tüm Türkiye’ye ve dünyaya sesleniyoruz. Sadece adalet istiyoruz. Sadece buraya gelenler değil, herkes için adalet istiyoruz. 25 gündür haykırdığımız hak, hukuk, adalet talebimizin çok geç olmadan karşılanmasını istiyoruz.

Madde madde taleplerini anlattı

Barışçıllığın hakim olmasını istiyoruz. Adalet haktır, hakkımızdır. Hakkımızı istiyoruz. Adalet mülkün temelidir. Mülkün temeli ne yazık ki sallanmaktadır. Gün yeni bir toplumsal sözleşme yapma günüdür. Bir araya gelen milyonlar olarak Türkiye’nin özellikle son bir yılda, tespitlerimiz, acil şekilde yerine getirilmesi gerekenlere ilişkin çağrımız şudur:

"FETÖ'nün siyasi ayağı ortaya çıkarılmalı"

1.15 Temmuz’u açık ve kesin bir dille lanetliyoruz. TBMM’nin kararlı duruşu, halkımızın direnmesi ülkemizin anayasal ve demokratik kazanımı olmuştur. Buna sokağın 15 Temmuz’u diyoruz. Ancak siyasi ayağın ortaya çıkarılması iktidar tarafından bilinçli olarak engellenmektedir. FETÖ’nün siyasi ayağı ortaya çıkarılmalı ve gerçek darbecilerden hesap sorulmalıdır.

"OHAL derhal kaldırılmalı"

2.İkitidar tarafından 15 Temmuz fırsat bilinerek 20 Temmuz yapılmıştır. OHAL’le TBMM’nin yetkileri gasp edilmiştir. Saray’ın 15 Temmuz’u diyoruz. OHAL derhal kaldırılmalı ve hukuk düzeni yeniden tesis edilmelidir.

"Adil yargılanma hakkı eksiksiz uygulanmalı"

3.Yargıyı siyasetin emrine vermek demokrasiye ihanettir. Demokrasinin vazgeçilmez kuralı yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı mutlaka sağlanmalıdır. Adil yargılanma hakkı eksiksiz uygulanmalıdır.

"OHAL mağdurları sivil ölüme terk edildi"

4.OHAL uygulamalarıyla mağdurların yargıya erişim ve sosyal güvenlik hakları ellerinden alınmıştır. OHAL mağdurları sivil ölüme terk edilmiştir, hakları geri verilmeli.

"Tutuklu milletvekilleri serbest bırakılmalı"

5.20 Temmuz sivil darbesinden sonra 15 Temmuz darbe girişimiyle veya arkasındaki örgütle hiçbir ilişkisi bulunmayan ama sırf hükümete muhalif göründüğü için haklarından mahrum bırakılan akademisyenler ve kamu görevleri görevlerine iade edilmelidir. Milletvekilleri serbest bırakılmalıdır.

"Tutuklu gazeteciler serbest bırakılmalı"

6.150’nin üzerinde tutuklu gazetecinin olduğu bir ülkede demokrasiden söz edilemez. Derhal serbest bırakılmalı ve baskılara son verilmelidir.

"Türkiye gayrimeşru bir anayasa ile yönetilemez"

7.OHAL koşullarında devletin bütün imkanları kullanılarak yapılan anayasa değişikliği gayrımeşrudur. Bu mühürsüz bir seçimdir. Türkiye gayrımeşru bir anayasayla yönetilemez.

"Eğitimde laikliğin aşındırılmasına son verilmeli"

8. Parlamanter sistem üzerindeki her türlü baskı kaldırılmalıdır. Demokratik, laik, sosyal hukuk devleti güçlendirilmeli, liyakat sistemi esas alınmalıdır. Eğitimde laikliğin aşındırılmasına son verilmelidir.

"Kadın hakları toplumsal hayatın her alanına uygulanmalı"

9. Sadece hukuk alanında değil, toplumsal yaşamın bütün alanlarında adaletsiz düzen devam etmektedir. Yoksulluk, ayrımcılık, şiddet, terör gibi toplumsal adaletsizliklerin giderilmesi için ortak irade hayata geçirilmelidir. Kadınlara ayrımcılığa son verilmeli, kadın hakları toplumsal hayatın her alanına uygulanmalıdır.

"Adalet, uluslararası ilişkilere de hakim olmalı"

10. Son zamanlarda uygulanan saldırgan dış politika ülke içindeki adaletsizlikleri de kökleştiren bir kısır döngü yaratmıştır. Adalet uluslararası ilişkilere de hakim olmalıdır. Türkiye yüzünü insan haklarına, hukuk devletine, adalete önem veren milletler ailesine dönmelidir. Hukuk güvenliğinin olmadığı bir toplumda kamu düzeni ve toplumsal barış sağlanamaz.

"Bu yol bizim yolumuz, bu meydanlar bizim..."

Bu mücadele bizim mücadelemiz ve biz Türkiye’yiz. Adalet isteyen, barış isteyen Türkiye’yiz. Biz dünyadan kopmak değil, dünya ile barış içinde yaşamak isteyen Türkiye’yiz. Biz halkız, bu yol bizim yolumuz, bu meydanlar bizim meydanlar. Bu memleket bizim memleketimiz. Bu yürüyüş bizim yürüyüşümüz. Tüm taleplerimiz karşılanana kadar bu yürüyüş bitmeyecek. Bu yürüyüş artık başladı, korku duvarlarını yıkacağız. Adalet yürüyüşümüzün son günü yeni bir başlangıçtır.

Bu çağrıyı oylara sunuyorum. Kabul edenler lütfen ellerini kaldırsın… Onurluca yürüyeceğiz. Hepinize şükran borçluyum, hepinize teşekkür ediyorum.

ETİKETLER
adalet yürüyüşü
T24

Polisin gözaltında saçını kökünden kopardığı Grup Yorum üyesi tutuklandı
23 Temmuz 2017



Varan'ın saçlarının bir kısmı polis tarafından kökünden koparılmıştı

Polisin gözaltında saçını kökünden koparttığı Grup Yorum üyesi Bergün Varan, dün gözaltına alındı. Varan çıkarıldığı mahkemece tutuklandı.

Cumhuriyet2te yer alan habere göre tutuklu Grup Yorum üyeleri için 2 haftadır "Özgürlük ve Adalet Nöbeti" tutan Grup Yorum üyesi Bergün Varan ve İdil Halk Tiyatrosu oyuncusu Akif Uzun dün gözaltına alındı. Varan ve Uzun bugün çıkarıldıkları mahkemece gözaltına alındı.

Bergün Varan, 30 mayıs 2017 günü İdil Kültür Merkezi’nde gözaltına alınmış ve saçları kökünden kopartılmıştı.

ETİKETLER
bergün varan grup yorum tutuklama akif uzun haber
T24

Eski Emniyet Müdürü Hanefi Avcı: Haksız her işlem tekrar tersine döner
31 Ağustos 2017



Eski Emniyet Müdürü Hanefi Avcı sosyal medya hesabından ‘Erken Uyarı, Devlet Bilgisi’ adını verdiği kitabından paylaşımlar yaparak hukukun üstünlüğü, yargı ve adalet sistemi çalışması durumunda anarşi ve terörün olmayacağını vurguladı.
Hanefi Avcı’nın paylaşımları şu şekilde; “Haksızlık ve hukuksuzluk içerisinde yapılan her işlem tekrar tersine dönecektir diyen Avcı, “Geç kalınmaksızın bu grubun mensupları için değil, bu grubun mensuplarını korumak adına değil, bu devletin hukuk devleti olması, bu devletin adil olması, bu devletin vatandaşlarına gerçek manada bir güvenlik sistemi verebilmesi, adalet yaratabilmesi ve hukuk adına devletin yapılan tüm işlemleri yeniden gözden geçirmesi gerekir.

İnsan haklarına saygı varsa, o ülkede terör ve anarşi yoktur

Anarşi ve terörün olmadığı ülkelerde hangi özellikler var? 1- Fikir ve düşünce özgürlüğü en geniş hali ile varsa... Basın özgürlüğü hayata geçmiş, yazdıklarında dolayı yargılanan basın mensubu neredeyse yoksa.... Toplum, devlet, hukuk, fikir ve düşünce özgürlüğü ile basın özgürlüğünü kutsal kabul ediyorsa, 2- Ülkede hukukun üstünlüğü varsa, yargı ve adalet sistemi çalışıyorsa, idarenin hukuka uygunluğu içselleştirilmişse, ve tüm hukuk kuralları işletiliyorsa, 3- Ülkeyi yönetenler ve hükümet, demokratik kurallara göre seçilmişse, demokrasinin tüm kuralları uygulanyorsa, 4- İnsan haklarına saygı varsa,o ülkede terör ve anarşi yoktur.”

Yeni Asya

ZULMÜ ARAKAN’DA ARAMAYA NE GEREK?
31 Ağustos 2017



Adapazarı’nda yer tezgâhında ıhlamur satmaya çalışan yaşlı adam, zabıta görevlilerinin müdahale edip ıhlamurlarını alınca sinir krizi geçirerek ağladı.

Adapazarı Çark Caddesi üzerinde yer tezgâhı kuran yaşlı bir adam, ıhlamur satmaya çalıştı. Bölgede devriye gezen zabıta ekipleri yaşlı adama satış yapmasının yasak olduğunu belirterek, tezgâhındaki ıhlamur dolu poşetleri aldı. Ihlamurları elinden alınan yaşlı adam caddenin kenarındaki bir pasajın önüne oturarak sinir krizleri geçirdi. Gözyaşlarına boğulan yaşlı adamı teselli etmeye çalışan vatandaşlar, zabıta ekiplerine tepki gösterdi.

Yaşlı adam ise, “Onlar benim çocuklarımın rızkıydı. Ben bu yaştan sonra para kazanmaya çalışıyorum emeğimi geri verin. 80 yaşındaki adamın malını almak nedir. Benim çocuklarım doymasın mı?” diyerek uzun süre ağladı.

ADIMLAR Haber

Latuff: Türkiye'de çizmiş olsaydım öldürülür ya da tutuklanırdım
20-12-2017



Dünyaca ünlü karikatürist Carlos Latuff, “Türkiye'de çizmiş olsaydım tutuklanır ya da Can Dündar gibi öldürülmeye çalışılırdım” dedi.

Toplumsal olaylara duyarlılığıyla bilinen dünyaca ünlü Brezilyalı karikatürist Carlos Latuff, Türkiye’de çizimlerine yapılan engellemelere ilişkin konuştu.

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Türkiye'de yaşanan politik atmosferi ve hükümeti eleştiren karikatürleriyle tanınan dünyaca ünlü Brezilyalı karikatüristin 11 karikatürünün erişime engellenmesi talebiyle Twitter'a başvuruda bulunmuştu. Latuff, Erdoğan’ın erişim engeline ilişkin Latuff Mezopotamya Ajansı’ndan (MA) Metin Yoksu’nun sorularını yanıtladı.

‘TÜRKİYE'Yİ TAKİP EDİYORUM'

Türkiye'de basının çok ciddi baskılar altında olduğunu ifade eden Latuff, sosyal medya sayesinde Türkiye'deki siyasi olayları takip edebildiğini söyledi. Sadece Türkiye değil dünyanın birçok bölgesinde yaşanan hak ihlallerine yönelik çizimler yaptığını vurgulayan Latuff, "Sosyal medya sayesinde Türkiye’deki siyasi olayları takip etmek mümkün. Politik bir karikatürist olarak içinde Filistin, Brezilya, ABD, Avrupa ve Ortadoğu’dan takip ettiğim bir dizi ülke var. Ama 2010 Aralık ayında Türkiye’de olduğum dönemde gördüm ki karikatürlerimi geniş bir kitle takip ediyor ve bundan oldukça memnunum" dedi.

'ERDOĞAN’IN KİŞİSEL HIRSLARI TOTALİTER REJİME DÖNÜŞTÜ’

Türkiye başta olmak üzere birçok ülkeyi Twitter’dan takip ettiğini sözlerine ekleyen Latuff, şöyle devam etti: "Arap baharı sırasında ve Mübarek diktatörlüğünün yıkılışına kadar olan süreçte bölgede gelişen olaylarla olan irtibatımı koparmadım ve oradaki aktivistler paylaşılan karikatürlerimi gösterilerde kullandılar. Erdoğan tam da bu sebeple Twitter’a sürekli müdahale ediyor. Çünkü sosyal medyanın gücü sayesinde Türk medyasında göremeyeceğiniz politik ironilerin yer aldığı karikatürler hızlıca yayılıyor."

Türkiye'deki gidişata Avrupa ülkelerinin sessizliğine de dikkat çeken Latuff, "Maalesef Erdoğan’ın kişisel hırsları Türkiye’yi, muhaliflerin devlet düşmanı olarak etiketlendiği bir totaliter rejime dönüştürüyor. Şu açık ki Erdoğan’ın Suriyeli mültecileri politik bir şantaja dönüştürmesi sebebiyle Avrupa Birliği Türkiye’de yaşanan ağır hak ihlallerine göz yumuyor" diye belirtti.

‘ORADA OLSAYDIM ÖLDÜRÜLMEYE VEEYA TUTUKLANMAYA ÇALIŞILIRDIM'

Türkiye'de muhalif olan her kesimin tutuklanıp, gözaltına alındığını sözlerine ekleyen Latuff, "Kuşkusuz ki, bu çizimleri Türkiye'de çizmiş olsaydım tutuklanırdım, işkence görürdüm ve belki de Can Dündar’ın başına geldiği gibi fanatiklerinden biri tarafından öldürülmeye çalışılırdım” dedi.

İleri Haber

Amerikalı komutan benim yanımda Şemdinli kaymakamına tokat attı
12 Ekim 2016

CNN Türk'te yayınlanan "Şirin Payzın ile Ne Oluyor?" programına konuk olan Yeni Şafak Gazetesi muhabiri Çetiner Çetin, ABD'li komutanın 1992'de Şemdinli kaymakamına tokat attığını belirterek "Benim yanımda Amerikalı komutan Şemdinli kaymakamına tokat attı. Çok iyi hatırladığım bir olay..." dedi.

ABD'nin Irak politikası ile ilgili yorum yapan Çetin, 1990'lı yıllarda şahit olduğu olayı şöyle anlattı:

"İlk defa PKK'nın Kandil'e gidişi 1994'tür. Öyle 1980'ler değil. Şu anda lojistik geçiş kampları var. Öyle eğitim verdiği büyük kamplar yok. Bakın ben 1992'de yanımda olan bir olaydan bahsedeyim. Irak'tan Türkiye'ye gelen mülteciler vardı. O dönem babam da oradaki bütün kampların sorumlusuydu. Benim yanımda Amerikalı komutan Şemdinli kaymakamına tokat attı. Çok iyi hatırladığım bir olay..."
İlk Kurşun

Tarkan'ın son albümündeki şarkının sözlerini kimse fark etmedi

Dünyaca üne sahip olan Tarkan son albümünde yine müzik dünyasına damga vurdu. Ancak Tarkan'ın albümünde kendi yazdığı bir şarkısını kimse fark etmedi...

Dünyaca üne sahip olan şarkıcı Tarkan, geçen günlerde çıkardığı son albümünde yine müzik dünyasına damga vurdu. Ancak Tarkan'ın albümünde kendi yazdığı bir şarkısını kimse fark etmedi.

"Affedin bizi çocuklar" isimli şarkı Tarkan'ın bugüne kadar seslendirdiği en politik sözlere sahip şarkı olarak değerlendiriliyor. Şarkıda, "Bir namlunun ucunda sönen hayatlar. Tertemiz hayalleri. Ve ümitleri çalınan çocuklar. Bu gidiş, gidiş değil. Tut elimi. Dönelim hadi, dönelim geri" ifadelerinin yer alması dikkat çekti.

Tarkan geçen sene çıkardığı "Cuppa" isimli single parçasına da şarkı sözlerinde aykırı çıkışlar ve düzen karşıtı ifadeler olması “Tarkan’ın şarkısı solcu mu?” sorularına neden olmuştu.

İŞTE TARKAN'IN "AFFEDİN BİZİ ÇOCUKLAR" ŞARKISININ SÖZLERİ:

Dönme, dur az biraz

Dur dünya

Yüzleşme vaktidir ayıbımızla

Nasıl yaşanır ki bu utançla nasıl?

Hesap verme vaktidir vicdanımıza

Bir yangının orta yerinde

Bir namlunun ucunda sönen hayatlar

Tertemiz hayalleri

Ve ümitleri çalınan çocuklar

Bu gidiş, gidiş değil

Tut elimi

Dönelim hadi, dönelim geri

Ne ara efendisi olduk bu diyarların

Ne hakla hükümdarı, sahibi

Bir yangının orta yerinde

Bir namlunun ucunda sönen hayatlar

Tertemiz hayalleri

Ve ümitleri çalınan çocuklar

Aynıyız aslında özde hepimiz aynı

Soluduğumuz nefes aynı

İnsan insana muhtaç yeri geldiğinde

Aynı yolun yolcusuyuz aynı

Bir yangının orta yerinde

Bir namlunun ucunda sönen hayatlar

Tertemiz hayalleri

Ve ümitleri çalınan çocuklar

Affedin bizi, affedin ey çocuklar!

Büyüdük ama adam olamadık

Anlatın, öğretin hepimize yeniden

Niye kirlendik, saf kalamadık?

Bir yangının orta yerinde

Bir namlunun ucunda sönen hayatlar

Tertemiz hayalleri

Ve ümitleri çalınan çocuklar

Odatv.com

"Adalet" nutukla gelmiyor
Yalçın Doğan
11 Ocak 2018

“Peygamber Efendimiz buyurmuştur ki, Allah adil olanları sever”.

Bir başka cümle:

“Devleti yönetenlerin birinci vazifesi adaleti sağlamaktır”.

Bir başka cümle:

“Batıda özgürlük ve demokrasi arayışlarına baktığımızda hepsinin adalet temelli olarak ortaya çıktığını görürüz.”

Bir başka cümle:

“Kendi tarihinde adaletle davranan devlet adamlarının hayırla yad edildiğini görürüz.”

Bir başka cümle:

“Geciken adalet, adalet değildir.”

Bir başka cümle:

“Dinimizin biz inananlara yüklediği en önemli sorumluluklardan biri de, adaletle davranmaktır.”

Türkiye’de bu cümlelerin altına imza atmayacak tek kişi yok.

Bu cümleler hukuk ansiklopedilerinde ya da adalet üzerine yazılmış pratik ve felsefi değerdeki kitaplardan alınmış değil.

Bu cümleler dün Tayyip Erdoğan’ın Saray’da düzenelenen “Adalet Şurası"ndaki konuşmasından aktarmalar.

İnanmak güç ama, ta kendisi, doğrudan kendisine ait sözler.

Geciken adalet

“Geciken adalet adalet değildir” diyor.

Peki, aylardır yargı önüne çıkmadan, iddianamesi bile yazılmadan hapis yatan insanlar için adalet gecikmiş değil mi? Bu durumda olan binlerce insan var.

Bu felaket durumu çözmek için kendisinin de söylediği gibi, adında “Adalet” olan, kendi partisi Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarı ne yapıyor? AKP hükümeti, Adalet Bakanlığı ve bürokrasisi ne yapıyor?

“Dinimizin biz inananlara yüklediği en önemli sorumluluklardan biri de, adaletle davranmaktır” diyor.

Hapishanelerde aylardır yargılanmayı bekleyen, yargılanma sırasında ise, hukuk kurallarının yerine getirilmediğini Erdoğan görmüyor mu?

“Adalet” için kritik davalarda yargıçlar ve savcılar sürekli olarak neden değiştiriliyor?

Bu değişikliklerle “adaleti” sağlamak mümkün olabilir mi?

Madem öyle düşünüyor ve söylüyor, o zaman yargıyı neden kendisine bağlamış bulunuyor? Birilerine bağlanmış bir yargıdan hangi “adaletin” sağlanmasını bekliyor?

Madem, “dinimiz” böyle bir sorumluluk yüklemiş, o zaman “dinin gereğini” yerine getirmesi gerek.

Eğer getirdiğine inanıyorsa, o zaman farklı konularda “adalet istiyoruz” çığlıklarını duymuyor mu? Duyuyor ise, bu çığlıklarda “acaba küçük de olsa, bir gerçek payı var mı” diye, hiç zahmet edip, sormaya, araştırmaya gerek görmüyor mu?

Adalet ve Ütopya

“Kendi tarihinde adaletle davranan devlet adamlarının hayırla yad edildiğini görüyoruz” diyor.

Ülkenin her köşesinden “adalet çığlıkları” yükseliyorsa, kendisinin “adaletle davrandığını” mı düşünüyor?

Madem “hayırla yad edilmek” istiyor, gerçekten “adil” davrandığına mı inanıyor?

Madem, “Batıda özgürlük ve demokrasi arayışlarının temelinde adalet var”, Türkiye’de özgürlük ve demokrasi arayışı yok mu ki, “adalet” bugün bu ölçüde bir ütopyaya dönüşüyor?

Bir yandan “dinin” gereği, diğer yandan “demokrasinin ve özgürlüklerin” gereği ki çok doğru, o zaman özellikle son üç, dört yıldır ortaya çıkan onca “adaletsiz” durumları nasıl izah ediyor?

Binlerce insanın sorgusuz sualsiz işlerinden atılması, kimilerinin neredeyse açlığa mahkum edilmesi, hapse atılması ile “adaletin” sağlanmış olduğuna mı inanıyor?

Hani o komisyon?

Çok pratik bir soru:

OHAL kararnameleriyle işlerinden atılan binlerce insanın durumunu yeniden incelemek amacıyla bir komisyon kuruluyor.

Öyle bir komisyon kuruluyorsa, başlı başına kurulması bile, “adaletsizliklerin” yapılmış olabileceği gerçeğini göstermiyor mu?

Kaldı ki, o komisyon neden bir türlü düzgün çalışmıyor? Çalışmıyorsa, “adalet” yeniden yerine nasıl gelecek?

“Adalet” gecikiyor. Hani, “geciken adalet adalet değildir” diyor ya, nerede o “adalet”?

Hayat doğrulamıyor

Erdoğan’ın dün söyledikleri yüzde bin doğru, her kelimesi doğru.

Ya uygulama? Ya hayatın gerçekleri?

Söyledikleri ile taban tabana zıt.

Söylediklerini uygulasın, farklı kavramlardan örnekler verdiğine göre, onların gereklerini yerine getirsin. Demokrasiden örnekler verdiğine göre, demokrasinin gereklerini yerine getirsin.

Kemal Kılıçdaroğlu geçtiğimiz aylarda Ankara’dan İstanbul’a “adalet için” yürüyor, Türkiye aylarca ve hala “hak, hukuk, adalet” çığlıkları atıyor.

Bunları hiç mi duymuyor ve sadece “kitabi” konuşarak, nutuk atmakla yetiniyor.

Ancak, dünkü gibi o nutuklarla “adalet” yerine gelmiyor.

T24
ETİKETLER
yalçın doğan tayyip erdoğan adalet

“KÖPEK ÖLÜSÜ GİBİ ATTILAR”
13 Ocak 2018



Meclis önünde geçim sıkıntısı nedeniyle kendisini ateşe veren Sıdkı Aydın konuştu: Aydın, daha önce Erdoğan’a oy verdiğini, kimsenin sesini duymadığını ve kendisini dinlemediğini anlattı.
Dün Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) önünde kendisini ateşe vererek yakan Sıtkı Aydın isimli inşaat işçisinin geçirdiği iş kazası sonucu 5 yıldır işsiz olduğu ve geçim sıkıntısı nedeniyle ruhsal bunalıma girdiği ortaya çıktı. Aydın asıl amacının kendisini yakmak olmadığını, sesini duyurmak için böyle bir eylem gerçekleştirdiğini de anlattı.

İleri Haber’den Tuğba Özer’e konuşan işçi Sıtkı Aydın, amacının kendisini yakmak olmadığını, darbeye karşı sokağa çıktığını ve daha önce Erdoğan’a oy verdiğini söyleyen işçi, daha önce kimsenin sesini duymadığını ve kendisini dinlemediğini anlattı.

‘3’ÜNCÜ KATTAN YERE ÇAKILDIM’

“Ben Samsun Çarşamba doğumluyum. Vatani görevimi dört dörtlük yaptım. Vatandaşlık görevimi de dört dörtlük yaptım. 2013 yılında Sinpaş Altınoran’da iş kazası geçirdim. 3. Kattan sırtüstü yere çakıldım. Zaten yaşamam bir mucize. 7 kaburgam kırıdı, beynimde travma oluştu. Dava açıldı, şahitlerim dinlendi. 2013 yılından bu yana ancak mahkeme atıyorlar. İki hakimden birisi FETÖ’cü çıkmış. Diğeri tatile çıkmış. Ancak mahkeme erteliyorlar.

‘BORÇLARDAN DOLAYI BUNALIMA GİRDİM’

‘Adaletin tecelli etmesi için iki kere kredi çektim, avukata para verdim. Bir kısmını ödeyebildim geriye kalanını ödeyemedim. Psikolojik bunalıma girdim. Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’ne 3 defa dilekçe yazdım. Kendileri bizzat verdi. Faks numarasını. 4 ay oldu dilekçelere yanıt gelmedi. Kadir Topbaş’ı da Gebze’de gördüm. Derdimi anlattım. Yardımcı olacağız deyip telefon numaramı aldılar. O da lafta kaldı.”

‘AMACIM KENDİMİ YAKMAK DEĞİLDİ’

” Yasal olarak kendimce uğraştım. Bir şey yapamadım. Borçlardan dolayı ruhsal bunalıma girdim. Meclis önünde sesimi duyurmaya çalıştım. Benzini aldım, kendimi yakmak değildi amacım. Öyle bir girişimde bulundum. Etrafımı kuşattılar, uzak durun benden dedim. İçeriden milletvekili mi çağırıyorsunuz, Tayyip Erdoğan’ı mı çağırıyorsunuz. Buraya ben sesimi duyurmaya geldim.”

‘HAYATIMDAN BIKTIM DEDİM’

“2013 yılında iş kazası geçirdim. Hayatımdan bıktım. Ruhsal bunalımdayım’ dedim. Onlar beni sağdan-soldan almaya çalışınca çakmağı tetiklemişim. Eğer müdahale etmeseler, sakin ol deseler tetiklemeyecektim çakmağı.”

‘OYUMU TAYYİP’E ATTIM’

“Ben oyumu daha önce Tayyip’e attım. Tecavüz suçlusu olsa, adam vursa öbür kapıdan çıkıyor. Ben alnımın teriyle çalışmışım, 3. Kattan yere çakılmışım. Müzice eseri hayattayım. 5 sene oldu benim evraklarım görüldü, şahitlerim dinlenildi ama hala sonuçlanmadı.”

‘KÖPEK ÖLÜSÜ GİBİ KAPIYA ATTILAR’

6 ay kendi işimi yapamadım. 3 ay sadece dört duvarı gördüm. Sinpaş köpek ölüsü gibi kapıya bırakıp çekip gitti. Bir ay sonra muhasebecim arayarak size para yatırdık dedi. Bankaya gittim 300 TL yatırmışlar. Ben de dava açtım.”

‘BİR MİLLETVEKİLİ GELSİN İSTEDİM’

İnşaat işçisi Sıtkı Aydın, İnşaatiş.org’a verdiği röportajda ise tek amacım, bir milletvekili gelsin, sorunlarımızı dinlesin istedim” dedi.

“TBMM önüne sadece sesimi duyurmak için gittim. Giderken kendimi yakmak gibi bir niyetim yoktu. İstiyordum ki sadece bir milletvekili gelsin, inşaat işçisinin sorununu dinlesin, yaşadıklarımızı bir bilsin. Bir milletvekili gelseydi hiç bir şey olmayacaktı. Sırtımı duvara dayadım, elimde benzin bidonuyla bekledim. Ben bir milletvekilini beklerken, apar topar polisler üzerime geldiler. Hiçbir şey yapmayacaktım aslında. Polisleri öyle görünce, ben de dayanamadım. Üzerime benzini döküp çakmağı çaktım, kendimi ateşe verdim. Sadece bir milletvekili ile görüşmek için illa ölmek mi gerekiyor?”

Kaynak: Adımlar dergisi

Prof. Necmi Erdoğan: "Türkiye'de 'utanç' hisseden geniş bir kesim var; insanlığını ve aklını yitirmemiş geniş bir yurttaşlar kitlesi"
15 Ocak 2018



Prof. Necmi Erdoğan: Muhalefetin 'yoksullukla' ilgili sorunu alt sınıflarla organik bağ geliştirememek

Türkiye’de ‘yoksulluk’ üzerine en kapsamlı çalışmaları yapan ODTÜ Öğretim Üyesi Prof. Necmi Erdoğan, işsizlik ve taşeronla ilgili tartışmalarda öne çıkan muhalefetin yoksulluk konusundaki yetersizliğinin ‘pratik politikalar’ ve ezilen alt sınıflarla organik bağ geliştirememek olduğunu söyledi.

Yoksulluk konusunda AKP’nin icraatlarıyla ilgili ilk akla gelenin de ‘sosyal yardımlar yoluyla verilen destek’ olduğunu ifade eden Erdoğan, “Sıcak evinde otururken alt sınıfların sosyal yardımlar nedeniyle AKP’ye oy vermesini tweet atarak eleştirme hali sorgulanması gereken bir hal. Alt sınıfların gündelik hayatı için makarnanın ve kömürün ne anlama geldiğini anlayamama hali. Solun kendini var edemediği koşullarda, alt sınıftakilerin gündelik ihtiyaçlarını karşılayanlara bel bağlaması kadar doğal bir şey yok” dedi. Erdoğan, siyasal İslamcılığın da alt sınıflarla organik bir bağ kurduğunu düşünmediğini de sözlerine ekledi.

"Türkiye toplumunda kendini utanç içinde hisseden geniş bir kesim var, insanlığını ve aklını yitirmemiş olan geniş bir yurttaşlar kitlesi. Olmaması gereken onca şeyin olması karşısında yurttaş ve hatta insan olmanın utancı içinde kıvranıyoruz” diyen Erdoğan, utanç hissinin başka bir duyguya dönüşerek eyleme konu olmadığı zaman yaşayanları kötürümleştirmekten başka sonuç vermeyeceğini, örgütlenmesi halinde ise yeni bir umudun başlangıcı olacağını sözlerine ekledi.

BirGün’den Meltem Yılmaz’ın “Yoksulluk Halleri” kitabının da editörü olan Prof. Erdoğan’la gerçekleştirdiği söyleşi şöyle:

»Türkiye’de yoksulluk üzerine Türkiye’de en kapsamlı çalışmaları yapan isim olarak, önceki gün bir inşaat işçisinin Meclis önünde kendini yaktığı haberiyle karşılaştığınızda tepkiniz ne oldu, ne düşündünüz?
Ben bu haberi internette gördüğümde, kendimden utanacağımı bildiğim için okumak istemedim. Bu utanç duygusu yalnızca bu haberle ilgili değil elbette; yalnızca bana özgü de değil. Aslında günümüz Türkiye toplumunda kendini utanç içinde hisseden geniş bir kesim var, insanlığını ve aklını yitirmemiş olan geniş bir yurttaşlar kitlesi. Olmaması gereken onca şeyin olması karşısında yurttaş ve hatta insan olmanın utancı içinde kıvranıyoruz.

"Utanç, bir başlangıç olabilir"

»Evet, tam olarak bu, utanç duyuyoruz.
Dahası bu utanç duygusundan yorgun düşüyoruz. Marx bir yerde “liberalizm örtüsünün atıldığı ve en iğrenç despotizmin bütün dünyanın gözleri önünde sergilendiği” Prusya yönetiminin ucubeliği karşısında, utançtan yüzlerini kapattıklarını söylemiş ve “kendi içine dönük bir çeşit öfke” olarak “utancın bir çeşit devrim” olduğu savunmuştu. Alman halkını kastederek, “bütün bir ulus gerçekten utanç duygusu içinde olsaydı, ileri atılmaya hazır bir aslan gibi olurdu” diye de eklemişti. Utanç, utanç olarak kaldığı ve başka bir duyguya ve onu dönüştürecek bir eyleme konu olmadığı sürece onu yaşayanları kötürümleştirmekten başka sonuç vermez elbette. Ama bir başlangıç olabilir. Elimizi yüzümüzden çekmek ve yanımızdaki duygudaşlarımızın elleriyle birleştirmek bir başka duyguya geçişin, umudun başlangıcı olacaktır.

»Çareyi endini yakmakta bulan inşaat işçisini medyanın büyük bir çoğunluğu göstermedi. Dahası, kendisi ile konuşmak için aradığımda, polisin onu en yakınlarıyla dahi görüştürmediğini öğrendim. Bu tablo bize bugünün Türkiye’si ile ilgili ne anlatıyor?
Onunla ilgili az sayıdaki habere bakınca, dünyanın ağırlığının bütün şiddetiyle hissedildiği bir mikrokozmos çıkıyor karşımıza. Olayın gerçekleştiği sahneye baktığımızda da, Türkiye toplumunun neredeyse tüm toplumsal-siyasal dinamiklerinin ve aktörlerinin varlıkları veya yokluklarıyla rol oynadıkları bir tablo beliriyor. Öncelikle çoktan siyasal işlevini yitirmiş bir meclisin önünde, bu durumun farkında olmadan çığlığının duyulmasını isteyen bir işsiz veya yoksul emekçi var.

»Hikâyesi ne anlatıyor?
Hikayesine bakınca, Türkiye kapitalizminin malum dinamiklerinin onun dünyasında ürettiği sonuçlar kendini gösteriyor: Taşeronla çalışan ünlü bir inşaat firmasının şaşırtıcı olmayan bir şekilde işçilerin güvenliğini umursamadığı gibi, “kaza” geçiren işçiyi de 200 lira vererek evinin önüne bıraktığını anlıyoruz. Yanı sıra, FETÖ’den alınanı da dahil sık sık hâkimlerin değiştiği bir davada yıllardır hak aradığı bir yargı sistemi var. Devam edersek, bu olayı yok sayan ve haberleşmesini istemeyen bir medya ve ayrıca bu insanın hastanede ziyaret edilmesini engellemek isteyen güvenlik kuvvetleri de var bu sahnede. Bunlar varlıklarıyla rol oynuyorlar. Bir de yokluğu veya etkisizliği ile rol oynayan bir aktör var ki o da toplumsal ve siyasal muhalefet. Olayın sonrasında ziyarete giderek işçi ile bağ kurmaya çalışan örgütler var ki bu da eğreti kalmaya mahkûm.

"Sosyal medyadaki tepki, dillendirmeden ve kınamadan ibaret"

»Bir de sosyal medya meselesi var, “muhalefet” adına…
Olaya sosyal medyada gösterilen tepkiden de söz etmek mümkün ama o tepki de aslında sosyal medyada dillendirmeden ve kınamadan ibaret bir tepki. Yazarak, söyleyerek veya söylenerek yükünden kurtulma arayışının nafile olduğunu gördüğü halde buna devam eden, belki de çaresizce bunu yapan bir muhalefet.

»Editörlüğünü yaptığınız “Yoksulluk Halleri” kitabının kapsamı yoksulluğun görünürlüğü üzerineydi. Türkiye’de yoksulluk giderek daha görünmez bir hal mi alıyor?
Yoksulluğun görünmezleşmesi yeni bir durum değil. 2000’lerin başlarında böyle bir tablonun olduğunu ortaya koymuştuk ama günümüz Türkiye’si açısından bunun bir haber konusu olmasını bile engelleyen bir siyasal dinamik var. Yoksulluk maddi süreçlerle ilgili bir sorun ama yalnızca bundan ibaret değil. Görünmez olmak, sayılmamak, hesaba katılmamak, söz verilmemek, sözünü söyleyememek hali de aynı zamanda. Yer yer görünür kılındığı haller de var, bunlar acıklı, tehlikeli, şiddetli, kriminal ve benzeri haller. Yakacak odun bulamadığı için çocuğunun eline saç kurutma makinesi verip intihar eden kadını düşünün. Ancak bu ve benzeri tepkilerle görünür oluyor yoksulluk. Ama bir de bu halleriyle haber olmanın insanda nasıl duygusal yaralar açtığını düşünelim. Yani yoksulluk insanın görünür olduğu hali de kendisinin belirleyemediği bir durum.

"Yoksulluk siyasal, kültürel, eğitsel araçlardan da yoksunluk demek"

»Yoksulluğun bir reaksiyona çevrilmemesinin altında yatan nedenler nedir? Daha önceki hükümet krizinde bir esnafın attığı yazar kasa yeni bir dönem başlatırken bu olay öyle bir etkide değil, bu başka bir dönemece mi işaret ediyor?
Bu olayın bir dönemece işare ettiğini veya edeceğini, birkaç nedenle söylemek zor. Yakın dönem Türkiye toplumu bu olayın kat be kat ağırı birçok olay yaşadı. Çok daha ağır tablolar karşısında, ciddi kitlesel bir tepki göstermeyen bir toplumda, bu tekil olayın bir kırılma noktası oluştracağını söylemek mümkün değil. Aslında 2001 krizinde ortaya çıkan toplumsal tablo da bundan farklı değildi. Türkiye Arjantin’le aynı dönemde bir kriz yaşadı ancak Arjantin’de krize verilen toplumsal tepki, yaygın kitlesel örgütlenmeler şeklinde iken, 2001 krizi sonrası Türkiye’de böyle bir tablo ile karşılaşmadık. bugünkü tablo da aslında onun bir devamı. Yakın dönem Türkiyesinde neoliberal ortodoksinin toplumsal, kültürel ve ahlaki etkileri derinliğine hissediliyor.

»Nedir bu etkiler?
İnsanları yalıtan, yalnızlaştıran, bireyselleştiren, kendi içine kapatan, kendine dönük kılan etkiler... Ama bu alt sınıflara özgü bir tablo değil. Türkiye toplumunun geneline ve bu arada tabii küçük burjuvaziye de özgü bir tablo. Yoksulluk siyasal, kültürel, eğitsel araçlardan da yoksunluk demek. Bu nedenle, diyelim beyaz yakalıların veya orta sınıfın bu bakımlardan koşullarının örgütlenmeye elverişli olmasına rağmen örgütlenmekten uzak durmalarını düşününce yoksulların siyasal eğilimlerine yönelik horlayıcı bakışların sorgulanması gerekiyor.

»Muhalefetin yoksulluğu ve yoksulu merkeze alan politikalar üretmemesi de sorgulanmamalı mı?
Yoksulluk bahsinde muhalefetin sorunu bir politika üretmemesi değil çünkü bir biçimde işsizikle ilgili, taşeronla ilgili tartışmalar var muhalefetin ürettiği. Ama temel sorun söz olarak politikanın ötesinde, pratik olarak politikanın geliştirilememesi, ezilen alt sınıflarla organik bir bağın geliştirilememesi. Bu yönde arayışlar hep var ama bu arayışlar büyük ölçüde dar ve sınırlı ölçüde, yerel ve tekil bağlamlarda ortaya konmaya çalışılan çabalar. Zayıf kalarak geniş toplumsal ve siyasal dinamiklerin duvarına çarptığı için de sönümlenmeye mahkum oluyor. Soma örneğinde olduğu gibi.

"Sıcak evinde otururken alt sınıfların AKP’ye oy vermesini eleştirme hali sorgulanmalı"

»Sosyal devlette “sosyal yardım” denilebilecek ancak iktidar bunu “biz verdik” şeklinde lanse ettiği için sadaka şeklini alan yardımların yoksulluğun görünürlüğünde nasıl bir rolü var?
Yoksulluk bahsinde ilk akla gelen sosyal yardımlar yoluyla yoksulların AKP’ye verdiği destek. Sadaka kaptalizmi veya hayırsever neoliberalizm denilen şeyin düzeni tahkim eden bir özelliği elbette var. Ancak alt sınıflar ile AKP arasındaki bağın niteliği konusunda kapsamlı çalışmalar olmadığını vurgulayayım. Ben bu bağın büyük ölçüde klişelerle düşünüldüğü kanısındayım. Öte yandan, sosyal yardımların özellikle sosyal medyada büyük ölçüde alaycı, kınayıcı bir dille değerlendirildiğini de biliyoruz. Ben konuda hassas oluması gerektiği kanısındayım. Tam da intihar eden kadın örneğindeki gibi, kendi sıcak evinde otururken alt sınıfların sosyal yardımlar nedeniyle AKP’ye oy vermesini tweet atarak eleştirme hali sorgulanması gereken bir hal. Alt sınıfların gündelik hayatı için makarnanın ve kömürün ne anlama geldiğini anlayamama hali yani. Solun kendini var edemediği koşullarda, alt sınıftakilerin gündelik ihtiyaçlarını karşılayanlara bel bağlaması kadar doğal bir şey yok.

»Peki bu sosyal yardımların, alt sınıfların İslamcılığa verdiği destek açısından rolü nedir?
Bu rolün hala çok iyi anlaşılabildiğini veya bilindiğini ben düşünmüyorum. Klişe imajlarla alt sınıflar ile İslamcılık arasında bağ kuruluyor oysa orta sınıf bu bağlamda çok daha kritik bir rol oynuyor. Siyasal islamcılığın alt sınıflarla ne ölçüde organik bir bağ olduğu kurcalanmıyor. Ama ben anlamlı bir organik bağ olduğu kanısında değilim.

»Röportajımızın başında utanç duygusunun umuda geçişin başlagıcı olabileceğini söylemiştiniz. Bu nasıl mümkün?
Benjamin ezilenler için olağanüstü halin istisna değil, kural olduğunu söylemişti. Günümüz Türkiye’sinde işsizliğin, yoksulluğun, sömürünün emekçilere, alt sınıflara yaşattığı hem maddi ve hem de gayrımaddi, duygusal bir olağanüstü hal var. Ama bir de bildiğimiz siyasal anlamıyla olağanüstü hal var. Sorun, bu iki olağanüstü hal biçiminin açtığı yaralara birbiriyle rezonans halinde hitap edebilecek bir kolektif iradenin geliştirilmesinde yatıyor. Marx, tam da kendini yakan işsiz gibi “sanayinin kurbanlarının” da dahil olduğu sefaletten söz ederken “artık nüfus” ifadesini kullanmıştı. Türkiye’de böyle bir artık nüfusun yanı sıra, siyasal iktidarın artık nüfus saydığı geniş bir kesim de var. Bu iki anlamıyla artık nüfusun ortaklaşmasını sağlayacak bir kolektif irade utanç duygusundan umuda geçmemizi de sağlayacaktır.

T24
ETİKETLER
necmi erdoğan meltem yılmaz yoksulluk
_________________
Bir varmış bir yokmuş...
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Önceki mesajları göster:   
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> DÜNYA BİR İNKILÂP BEKLİYOR Tüm zamanlar GMT
Sayfaya git Önceki  1, 2
2. sayfa (Toplam 2 sayfa)

 
Geçiş Yap:  
Bu forumda yeni başlıklar açamazsınız
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz
Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız


Powered by phpBB © phpBB Group. Hosted by phpBB.BizHat.com


Start Your Own Video Sharing Site

Free Web Hosting | Free Forum Hosting | FlashWebHost.com | Image Hosting | Photo Gallery | FreeMarriage.com

Powered by PhpBBweb.com, setup your forum now!
For Support, visit Forums.BizHat.com